2000'lerden itibaren Türkiye'de sivil toplumda gönüllülüğün teşvikiyle faal dernek sayıları ve bi... more 2000'lerden itibaren Türkiye'de sivil toplumda gönüllülüğün teşvikiyle faal dernek sayıları ve bir sivil toplum kuruluşu (STK) çatısı altında gönüllü olmayı ifade eden formel gönüllülük oranları artmış, dolayısıyla STK-gönüllü ilişkileri ve bu ilişkilerin yönetimi önem kazanmıştır. Bu çalışma söz konusu öneme binaen STK-gönüllü ilişkilerindeki sorun alanlarını psikolojik sözleşme kavramı üzerinden incelemekte, Türkiye'de gönüllü beklentileri ile gönüllülük deneyimi arasındaki bağlantıyı araştırmaktadır. Türkiye'de gönüllü çalışmaya engel oluşturan ve/veya onun devamlılığını zora sokan faktör ve süreçleri anlamayı ve betimlemeyi amaçlamaktadır. Gönüllülükle ilgili bilgi verme potansiyeli yüksek 10 grupla (STK yöneticileri, STK profesyonelleri, STK gönüllü koordinatörleri, akademisyenler, kamu bürokrasisi, yerel yönetimler, uluslararası kuruluşlar, gönüllülük inisiyatifleri, formel gönüllü deneyimi olanlar, formel gönüllü deneyimi olmayanlar) gerçekleştirilen 22 odak grup tartışmasına dayanan ve nitel bir desene sahip çalışmanın bulguları, Türkiye'de gönüllünün psikolojik sözleşmesinin ilişkisel boyutunda STK'lara aidiyet geliştirme, işlemsel boyutunda ise STK'ların gönüllü yönetim süreçleri ile ilgili sorunlar bulunduğuna işaret etmektedir. STK'ların organizasyonel yapısı içinde gönüllünün bir paydaş olarak tanınmaması ve sunduğu katkıya yeterli değerin verilmemesi psikolojik sözleşmesinin ilişkisel boyutta ihlaline; gönüllü ile ilk irtibatın kurulmasından itibaren profesyonel bir yaklaşımın geliştirilmemesi ve gönüllünün hak ve sorumluluklarının çerçevesinin belirlenmemiş olması ise işlemsel boyutta ihlaline neden oluyor gözükmektedir.
Bu çalışma, anneliğe ilişkin feminist bakış açılarını (1) tahakküm aracı
olarak annelik, (2) dene... more Bu çalışma, anneliğe ilişkin feminist bakış açılarını (1) tahakküm aracı olarak annelik, (2) deneyim olarak annelik ve (3) performans olarak annelik başlıkları altında incelemektedir. İlk başlık altında anneliğin kurumsal yönlerini eleştirel bir incelemeye tabi tutmayan ancak dönemine yenilikçi önerilerde bulunan erken dönem feministlerin anneliğe bakış açısını açıkladıktan sonra anneliğin biyolojik ve kültürel boyutlarını ayrıştırarak; anneliği, kadının özgürleşmesi önünde engel olarak değerlendiren ve ikinci dalga feminist harekete genel yönünü veren bakış açısını tartışmaktadır. Bir deneyim olarak annelik başlığı altında ikinci dalga içerisinden gelişen farklılık feminizminin anneliği ele alma şeklini ve önünü açtığı üçüncü dalga feminist hareketin annelik deneyiminin çeşitliliğine dikkat çekerek onu kadının kendini gerçekleştirmesinin bir yolu olarak ele alan tartışmalarını aktarmaktadır. Bir performans olarak annelik başlığı altında ise Judith Butler’ın düşüncesi üzerinden gelişen anneliğin biyolojik yönünü görmeyen ve anneliğe dair söylemsel matrisin içinden çıkan fail ‘anne’ye vurgu yapan bakış açısını ele almaktadır. Nihayetinde çalışma, anneliğe ilişkin feminist söylemin, anneliği yalnızca biyolojik ya da ahlaki bir rol olarak görmekten uzaklaşarak, onu benimsenebilen, reddedilebilen ya da diğer kimliklerle birleştirilebilen akışkan bir rol olarak anlamaya doğru ilerlediği sonucuna varmaktadır.
This study explores middle-SES Turkish women’s perceptions of being a good mother within a contex... more This study explores middle-SES Turkish women’s perceptions of being a good mother within a context-specific version of intensive motherhood and the intercessions of expert advice with their motherly subjectivities through a phenomenological approach. Semi-structured interviews were carried out with three groups of 12 mothers each with children aged 0–6, 7–12 and 13–18, a total of 36 women living in Istanbul. According to findings, middle-SES Turkish mothers, in line with expert advice, shift their prioritisation of the child’s secure attachment to supporting the child’s future chances through education as they grow older. Mothers’ agency out of these concerns is a culturally positioned resource that enables social mobility. However, with the experience of mothering, these concerns are negotiated in everyday life and mothering practices are reflexively (re)constructed in a logic in which the subjective wellbeing of the mother and the child are sought to be brought together. This study argues that these negotiations are tied to increasing experience in mothering and the availability of conflicting expert advice.
Türkiye'de kadına dair tartışmaları soykütüksel bir incelemeye tabi tuttuğumuzda modernleşme/batı... more Türkiye'de kadına dair tartışmaları soykütüksel bir incelemeye tabi tuttuğumuzda modernleşme/batılılaşma tecrübesinin bu tartışmalara kaynaklık ettiğini ve söz konusu tartışmaların iki hatta şekillendiğini görürüz.
Neoliberalleşme bağlamında çoğunlukla enformel olarak gerçekleşen göçmen bakıcı istihdamı Türkiye... more Neoliberalleşme bağlamında çoğunlukla enformel olarak gerçekleşen göçmen bakıcı istihdamı Türkiye'de çocuk bakım hizmetini sağlamanın önemli yollarından biri haline gelmiştir. Bu araştırma İstanbul'da yatılı göçmen bakıcıların bulunduğu beş haneye fenomenolojik bir yaklaşımla odaklanarak annelik ve bakıcılık rollerinin hanede ilişkisellikle nasıl müzakere edildiğini incelemektedir. Araştırmanın ilk aşamasında beş anne ve beş göçmen bakıcı ile yapılan derinlemesine görüşmelerden elde ettiğimiz bulgulara göre bakıcı ve anne arasında güvenli bir ilişkisellik ilk uzlaşı evresinde kurulmakta, sonrasında çocuk bakımı ve annelik rollerinde kültürel benzerlik ve farklılıklar asimetrik bir şekilde oluşan kurgusal akrabalık üzerinden müzakere edilerek uyumlanma evresine geçilmektedir. Hane içi düzen evresinde ise göçmen bakıcı ve anne arasında gelişen ilişkisellik, hane üyelerinin kendine özgü iletişim tutumlarına göre değişen, bakıcının başta anne olmak üzere aile üyeleriyle kurduğu ilişkide gizil ve açık müzakere süreçlerini besleyen ancak nihayetinde duygusal emeğin baskın olarak ailenin beklentilerine göre uyarlandığı bir yapı sunmaktadır.
Bireysel kişilik ve toplumsal yapının karşılıklı etkileşim ve ilişki içinde olduğunu
gösterme ama... more Bireysel kişilik ve toplumsal yapının karşılıklı etkileşim ve ilişki içinde olduğunu gösterme amacına sahip Norbert Elias’ın Uygarlık Süreci adlı çalışması toplumsal yapının değiştikçe bireysel kişilik yapılarının değiştiği ve bu değişimlerin de aynı zamanda toplumsal yapının değişmesine neden olduğunu ortaya koymaktadır. Bu çerçevede Uygarlık Süreci dört prensibe yaslanmaktadır. Birincisi her ne kadar toplum irade sahibi ve planlı hareket eden bireylerden oluşsa da bu eylemlerin birleşimi neticesinde ortaya çıkan sonuç genellikle gayr-ı iradidir. İkincisi, tekil bireyler, toplumsal ilişkiler ağının veya figürasyonların bir parçası olarak, ancak diğer insanlarla olan karşılıklı bağımlılıkları içerisinde anlaşılabilirler. Üçüncüsü toplumsal yaşam, durumların değil ilişkilerin değerlendirilmesi aracılığıyla anlaşılmalıdır. Dördüncüsü ise toplumu ancak uzun vadeli gelişim ve değişim süreçlerinden oluştuğunu kabul ederek anlayabiliriz. Bu çalışmada ise Elias’ın Uygarlık Süreci adlı çalışmasında önerdiği yaklaşımın pozitivist yaklaşıma referansla çözümlenmesi amaçlanmıştır. Bu amaç doğrultusunda Elias’ın yaklaşımının pozitivizmle arasındaki farklılıklar ve benzerlikler ortaya konmuştur. Söz konusu prensipler ışığında Elias, sosyolojik düşünceye pozitivizmden farklı olarak yapı-eylem, makro-mikro, toplum-birey gibi ikilikleri aşan bir paradigma önermektedir. Bununla birlikte Avrupa merkezci bakış açısını benimsemesi açısından pozivitizmle ortak bir yöne sahiptir
Maddî ve beşerî kaynakların ABD merkezli hale geldiği ve sosyal bilimlerin hem Amerikan toplumuna... more Maddî ve beşerî kaynakların ABD merkezli hale geldiği ve sosyal bilimlerin hem Amerikan toplumuna hem de Batı dışı dünyaya model sunma yönünde araçsallaştığı 20. yüzyılın ikinci yarısında, uygulamalı sosyolojik çalışmalara teorik ve kavramsal çerçeve sağlama misyonunu yüklenen Talcott Parsons’ın kuramının odağında toplum nasıl bir arada tutulabilir sorusu yer almaktadır. Bu nedenle toplumsal denge, toplumsal bütünleşme, toplumsal uyum gibi kavramlar kuramında öne çıkmıştır. Ancak bu durum, onun toplumsal eylem ve değişmeyi göz ardı ettiği anlamına gelmemektedir. Tam tersine toplumsal denge ile uyumlu toplumsal eylem ve tedrici bir toplumsal değişme Parsons’ın kuramına içkin durumdadır. Literatür değerlendirmesine dayanan bu çalışma ise toplumsal eylem, genel sistem kuramı ve genel sistem kuramının sibernetik modeli olmak üzere sınıflandırılabilecek Parsons’ın sosyolojik düşüncesinin üç evresinde toplumsal eylem ve toplumsal değişme olgularını nasıl ele aldığını göstermeyi amaçlamaktadır. Bu çerçevede Parsons’ın düşüncesinde toplumsal eylem ve toplumsal değişmenin, toplum ile bireyin psikolojik ve motivasyonel yapılanması arasındaki karşılıklı ilişki dairesinde uyum yönünde gerçekleştiği ortaya konmuştur.
Based on the evaluation of current research findings, this study aims to reveal the change in Tur... more Based on the evaluation of current research findings, this study aims to reveal the change in Turkish family structure and women's occupations. This process was discussed in three sub-periods: the first from the 1920s to the 1950s, the second between 1950-1980, that is marked with urbanization and an intense internal migration, and the third after 1980s, when Turkey has become under the influence globalization. The changing characteristics of the Turkish family structure are the spread of more modern trends in the way couples meet and marry, the decrease in fertility rates, the increase in the rates of broken families, and the decrease in the rates of patriarchal extended families. In women's occupations, while the responsibilities related to the education of children increase over time, the rate of women's participation in non-agricultural employment increases with the increase in their level of education. However, the nuclear household model and extended family relations are still important. Also, the social value of the domestic responsibilities, the limitations of the market economy, and the child's psychological value causes women's traditional roles to maintain their importance.
Öz Bu araştırmanın amacı düşünümsel bilimselleşme, estetik düşünüm ve sağlığın değişen kapsamı gi... more Öz Bu araştırmanın amacı düşünümsel bilimselleşme, estetik düşünüm ve sağlığın değişen kapsamı gibi süreç ve etkilerle, çağdaş risklere dair artan farkındalığın annelik deneyimine ve çocuğu tehdit eden risklere yönelik algılarına etkisini betimlemektir. Araştırma fenomenolojik araştırma modeli ile desenlenmiştir. Çalışma grubu yüksek eğitimli orta ve orta üstü sosyoekonomik statüye (SES) sahip 0-6 yaş aralığında çocuğa sahip 12, 7-12 yaş aralığında çocuğa sahip 12, 13-18 yaş aralığında çocuğa sahip 12 katılımcı, toplamda 36 katılımcı ile gerçekleştirilmiştir. Veriler kategorik içerik analizi tekniği ile çözümlenmiştir. Araştırma bulgularına göre uzman değerlendirmelerinde öne çıkan hamilelik ve doğumun doğru yönetimi, anne-çocuk ilişkisinde güvenli bağlanmanın ve etkili bir iletişimin sağlanması ile ilişkili çocuğa dönük faydalar, annelerin bu faydaları elde edememenin taşıdığı risklere yönelik algılarını yoğunlaştırmaktadır. Ayrıca aynı değerlendirmelerde katkı maddeli ürünlerin tüketimi ve uygunsuz bir sosyal çevre ile ilişkilendirilen risklere çekilen dikkat, orta-orta üstü SES grubundaki annelerin habituslarının önemli bir bileşeni olan ve çocuklarının yaşamlarını kontrol etmeyi annelerin bir görevi olarak kabul eden risk bilinçli annelik anlayışına katkıda bulunmaktadır. Anneler ise kendileri açısından sonuç ve/ veya bedellerine bakmaksızın çocuğa yönelik çok küçük veya çok az anlaşılmış olsa dahi tüm riskleri azaltan davranış ve tutumları kucaklamakta ve hem çocuğun gelişimini destekleme hem de onun refahını/iyiliğini tehdit eden mevcut ve potansiyel tehlikelere karşı koruma sorumluluğunu yüklenmektedir.
2000'lerden itibaren Türkiye'de sivil toplumda gönüllülüğün teşvikiyle faal dernek sayıları ve bi... more 2000'lerden itibaren Türkiye'de sivil toplumda gönüllülüğün teşvikiyle faal dernek sayıları ve bir sivil toplum kuruluşu (STK) çatısı altında gönüllü olmayı ifade eden formel gönüllülük oranları artmış, dolayısıyla STK-gönüllü ilişkileri ve bu ilişkilerin yönetimi önem kazanmıştır. Bu çalışma söz konusu öneme binaen STK-gönüllü ilişkilerindeki sorun alanlarını psikolojik sözleşme kavramı üzerinden incelemekte, Türkiye'de gönüllü beklentileri ile gönüllülük deneyimi arasındaki bağlantıyı araştırmaktadır. Türkiye'de gönüllü çalışmaya engel oluşturan ve/veya onun devamlılığını zora sokan faktör ve süreçleri anlamayı ve betimlemeyi amaçlamaktadır. Gönüllülükle ilgili bilgi verme potansiyeli yüksek 10 grupla (STK yöneticileri, STK profesyonelleri, STK gönüllü koordinatörleri, akademisyenler, kamu bürokrasisi, yerel yönetimler, uluslararası kuruluşlar, gönüllülük inisiyatifleri, formel gönüllü deneyimi olanlar, formel gönüllü deneyimi olmayanlar) gerçekleştirilen 22 odak grup tartışmasına dayanan ve nitel bir desene sahip çalışmanın bulguları, Türkiye'de gönüllünün psikolojik sözleşmesinin ilişkisel boyutunda STK'lara aidiyet geliştirme, işlemsel boyutunda ise STK'ların gönüllü yönetim süreçleri ile ilgili sorunlar bulunduğuna işaret etmektedir. STK'ların organizasyonel yapısı içinde gönüllünün bir paydaş olarak tanınmaması ve sunduğu katkıya yeterli değerin verilmemesi psikolojik sözleşmesinin ilişkisel boyutta ihlaline; gönüllü ile ilk irtibatın kurulmasından itibaren profesyonel bir yaklaşımın geliştirilmemesi ve gönüllünün hak ve sorumluluklarının çerçevesinin belirlenmemiş olması ise işlemsel boyutta ihlaline neden oluyor gözükmektedir.
Bu çalışma, anneliğe ilişkin feminist bakış açılarını (1) tahakküm aracı
olarak annelik, (2) dene... more Bu çalışma, anneliğe ilişkin feminist bakış açılarını (1) tahakküm aracı olarak annelik, (2) deneyim olarak annelik ve (3) performans olarak annelik başlıkları altında incelemektedir. İlk başlık altında anneliğin kurumsal yönlerini eleştirel bir incelemeye tabi tutmayan ancak dönemine yenilikçi önerilerde bulunan erken dönem feministlerin anneliğe bakış açısını açıkladıktan sonra anneliğin biyolojik ve kültürel boyutlarını ayrıştırarak; anneliği, kadının özgürleşmesi önünde engel olarak değerlendiren ve ikinci dalga feminist harekete genel yönünü veren bakış açısını tartışmaktadır. Bir deneyim olarak annelik başlığı altında ikinci dalga içerisinden gelişen farklılık feminizminin anneliği ele alma şeklini ve önünü açtığı üçüncü dalga feminist hareketin annelik deneyiminin çeşitliliğine dikkat çekerek onu kadının kendini gerçekleştirmesinin bir yolu olarak ele alan tartışmalarını aktarmaktadır. Bir performans olarak annelik başlığı altında ise Judith Butler’ın düşüncesi üzerinden gelişen anneliğin biyolojik yönünü görmeyen ve anneliğe dair söylemsel matrisin içinden çıkan fail ‘anne’ye vurgu yapan bakış açısını ele almaktadır. Nihayetinde çalışma, anneliğe ilişkin feminist söylemin, anneliği yalnızca biyolojik ya da ahlaki bir rol olarak görmekten uzaklaşarak, onu benimsenebilen, reddedilebilen ya da diğer kimliklerle birleştirilebilen akışkan bir rol olarak anlamaya doğru ilerlediği sonucuna varmaktadır.
This study explores middle-SES Turkish women’s perceptions of being a good mother within a contex... more This study explores middle-SES Turkish women’s perceptions of being a good mother within a context-specific version of intensive motherhood and the intercessions of expert advice with their motherly subjectivities through a phenomenological approach. Semi-structured interviews were carried out with three groups of 12 mothers each with children aged 0–6, 7–12 and 13–18, a total of 36 women living in Istanbul. According to findings, middle-SES Turkish mothers, in line with expert advice, shift their prioritisation of the child’s secure attachment to supporting the child’s future chances through education as they grow older. Mothers’ agency out of these concerns is a culturally positioned resource that enables social mobility. However, with the experience of mothering, these concerns are negotiated in everyday life and mothering practices are reflexively (re)constructed in a logic in which the subjective wellbeing of the mother and the child are sought to be brought together. This study argues that these negotiations are tied to increasing experience in mothering and the availability of conflicting expert advice.
Türkiye'de kadına dair tartışmaları soykütüksel bir incelemeye tabi tuttuğumuzda modernleşme/batı... more Türkiye'de kadına dair tartışmaları soykütüksel bir incelemeye tabi tuttuğumuzda modernleşme/batılılaşma tecrübesinin bu tartışmalara kaynaklık ettiğini ve söz konusu tartışmaların iki hatta şekillendiğini görürüz.
Neoliberalleşme bağlamında çoğunlukla enformel olarak gerçekleşen göçmen bakıcı istihdamı Türkiye... more Neoliberalleşme bağlamında çoğunlukla enformel olarak gerçekleşen göçmen bakıcı istihdamı Türkiye'de çocuk bakım hizmetini sağlamanın önemli yollarından biri haline gelmiştir. Bu araştırma İstanbul'da yatılı göçmen bakıcıların bulunduğu beş haneye fenomenolojik bir yaklaşımla odaklanarak annelik ve bakıcılık rollerinin hanede ilişkisellikle nasıl müzakere edildiğini incelemektedir. Araştırmanın ilk aşamasında beş anne ve beş göçmen bakıcı ile yapılan derinlemesine görüşmelerden elde ettiğimiz bulgulara göre bakıcı ve anne arasında güvenli bir ilişkisellik ilk uzlaşı evresinde kurulmakta, sonrasında çocuk bakımı ve annelik rollerinde kültürel benzerlik ve farklılıklar asimetrik bir şekilde oluşan kurgusal akrabalık üzerinden müzakere edilerek uyumlanma evresine geçilmektedir. Hane içi düzen evresinde ise göçmen bakıcı ve anne arasında gelişen ilişkisellik, hane üyelerinin kendine özgü iletişim tutumlarına göre değişen, bakıcının başta anne olmak üzere aile üyeleriyle kurduğu ilişkide gizil ve açık müzakere süreçlerini besleyen ancak nihayetinde duygusal emeğin baskın olarak ailenin beklentilerine göre uyarlandığı bir yapı sunmaktadır.
Bireysel kişilik ve toplumsal yapının karşılıklı etkileşim ve ilişki içinde olduğunu
gösterme ama... more Bireysel kişilik ve toplumsal yapının karşılıklı etkileşim ve ilişki içinde olduğunu gösterme amacına sahip Norbert Elias’ın Uygarlık Süreci adlı çalışması toplumsal yapının değiştikçe bireysel kişilik yapılarının değiştiği ve bu değişimlerin de aynı zamanda toplumsal yapının değişmesine neden olduğunu ortaya koymaktadır. Bu çerçevede Uygarlık Süreci dört prensibe yaslanmaktadır. Birincisi her ne kadar toplum irade sahibi ve planlı hareket eden bireylerden oluşsa da bu eylemlerin birleşimi neticesinde ortaya çıkan sonuç genellikle gayr-ı iradidir. İkincisi, tekil bireyler, toplumsal ilişkiler ağının veya figürasyonların bir parçası olarak, ancak diğer insanlarla olan karşılıklı bağımlılıkları içerisinde anlaşılabilirler. Üçüncüsü toplumsal yaşam, durumların değil ilişkilerin değerlendirilmesi aracılığıyla anlaşılmalıdır. Dördüncüsü ise toplumu ancak uzun vadeli gelişim ve değişim süreçlerinden oluştuğunu kabul ederek anlayabiliriz. Bu çalışmada ise Elias’ın Uygarlık Süreci adlı çalışmasında önerdiği yaklaşımın pozitivist yaklaşıma referansla çözümlenmesi amaçlanmıştır. Bu amaç doğrultusunda Elias’ın yaklaşımının pozitivizmle arasındaki farklılıklar ve benzerlikler ortaya konmuştur. Söz konusu prensipler ışığında Elias, sosyolojik düşünceye pozitivizmden farklı olarak yapı-eylem, makro-mikro, toplum-birey gibi ikilikleri aşan bir paradigma önermektedir. Bununla birlikte Avrupa merkezci bakış açısını benimsemesi açısından pozivitizmle ortak bir yöne sahiptir
Maddî ve beşerî kaynakların ABD merkezli hale geldiği ve sosyal bilimlerin hem Amerikan toplumuna... more Maddî ve beşerî kaynakların ABD merkezli hale geldiği ve sosyal bilimlerin hem Amerikan toplumuna hem de Batı dışı dünyaya model sunma yönünde araçsallaştığı 20. yüzyılın ikinci yarısında, uygulamalı sosyolojik çalışmalara teorik ve kavramsal çerçeve sağlama misyonunu yüklenen Talcott Parsons’ın kuramının odağında toplum nasıl bir arada tutulabilir sorusu yer almaktadır. Bu nedenle toplumsal denge, toplumsal bütünleşme, toplumsal uyum gibi kavramlar kuramında öne çıkmıştır. Ancak bu durum, onun toplumsal eylem ve değişmeyi göz ardı ettiği anlamına gelmemektedir. Tam tersine toplumsal denge ile uyumlu toplumsal eylem ve tedrici bir toplumsal değişme Parsons’ın kuramına içkin durumdadır. Literatür değerlendirmesine dayanan bu çalışma ise toplumsal eylem, genel sistem kuramı ve genel sistem kuramının sibernetik modeli olmak üzere sınıflandırılabilecek Parsons’ın sosyolojik düşüncesinin üç evresinde toplumsal eylem ve toplumsal değişme olgularını nasıl ele aldığını göstermeyi amaçlamaktadır. Bu çerçevede Parsons’ın düşüncesinde toplumsal eylem ve toplumsal değişmenin, toplum ile bireyin psikolojik ve motivasyonel yapılanması arasındaki karşılıklı ilişki dairesinde uyum yönünde gerçekleştiği ortaya konmuştur.
Based on the evaluation of current research findings, this study aims to reveal the change in Tur... more Based on the evaluation of current research findings, this study aims to reveal the change in Turkish family structure and women's occupations. This process was discussed in three sub-periods: the first from the 1920s to the 1950s, the second between 1950-1980, that is marked with urbanization and an intense internal migration, and the third after 1980s, when Turkey has become under the influence globalization. The changing characteristics of the Turkish family structure are the spread of more modern trends in the way couples meet and marry, the decrease in fertility rates, the increase in the rates of broken families, and the decrease in the rates of patriarchal extended families. In women's occupations, while the responsibilities related to the education of children increase over time, the rate of women's participation in non-agricultural employment increases with the increase in their level of education. However, the nuclear household model and extended family relations are still important. Also, the social value of the domestic responsibilities, the limitations of the market economy, and the child's psychological value causes women's traditional roles to maintain their importance.
Öz Bu araştırmanın amacı düşünümsel bilimselleşme, estetik düşünüm ve sağlığın değişen kapsamı gi... more Öz Bu araştırmanın amacı düşünümsel bilimselleşme, estetik düşünüm ve sağlığın değişen kapsamı gibi süreç ve etkilerle, çağdaş risklere dair artan farkındalığın annelik deneyimine ve çocuğu tehdit eden risklere yönelik algılarına etkisini betimlemektir. Araştırma fenomenolojik araştırma modeli ile desenlenmiştir. Çalışma grubu yüksek eğitimli orta ve orta üstü sosyoekonomik statüye (SES) sahip 0-6 yaş aralığında çocuğa sahip 12, 7-12 yaş aralığında çocuğa sahip 12, 13-18 yaş aralığında çocuğa sahip 12 katılımcı, toplamda 36 katılımcı ile gerçekleştirilmiştir. Veriler kategorik içerik analizi tekniği ile çözümlenmiştir. Araştırma bulgularına göre uzman değerlendirmelerinde öne çıkan hamilelik ve doğumun doğru yönetimi, anne-çocuk ilişkisinde güvenli bağlanmanın ve etkili bir iletişimin sağlanması ile ilişkili çocuğa dönük faydalar, annelerin bu faydaları elde edememenin taşıdığı risklere yönelik algılarını yoğunlaştırmaktadır. Ayrıca aynı değerlendirmelerde katkı maddeli ürünlerin tüketimi ve uygunsuz bir sosyal çevre ile ilişkilendirilen risklere çekilen dikkat, orta-orta üstü SES grubundaki annelerin habituslarının önemli bir bileşeni olan ve çocuklarının yaşamlarını kontrol etmeyi annelerin bir görevi olarak kabul eden risk bilinçli annelik anlayışına katkıda bulunmaktadır. Anneler ise kendileri açısından sonuç ve/ veya bedellerine bakmaksızın çocuğa yönelik çok küçük veya çok az anlaşılmış olsa dahi tüm riskleri azaltan davranış ve tutumları kucaklamakta ve hem çocuğun gelişimini destekleme hem de onun refahını/iyiliğini tehdit eden mevcut ve potansiyel tehlikelere karşı koruma sorumluluğunu yüklenmektedir.
KADEM Kadın Araştırmaları Dergisi Cilt 2 Sayı 2, 2016
Modern Batı düşüncesi kendini geleneğe karşı konumlayarak inşa etmiştir. Bu inşa sürecinde "öteki... more Modern Batı düşüncesi kendini geleneğe karşı konumlayarak inşa etmiştir. Bu inşa sürecinde "öteki" konumuna düşen ve dolayısıyla gelenekle bağlantılı olan olgu ise merkeze yerleştirilen olguyla aynılaşması kaydıyla ve aynılıkları ölçüsünde değerli kabul edilmiştir. "Erkek" karşısında öteki konumuna düşen "kadın" için de aynı şey söz konusudur. Bu çerçevede kadın farklılıkları yok sayılıp erkekle aynılaştığı sürece makbul sayılmıştır. Bir başka ifade ile kadın erkekle "eşit" olduğu takdirde değerli kabul edilmiştir. Demokrasi, sekülerizm, rasyonalite, pozitivizm, feminizm vb. düşünsel-siyasal akımlar da geleneğin bu ötekileştirilmesi ihtiyacından yola çıkarak üretilmiş akımlardır. Bu akımlardan biri olan feminizmin savunucularından Evelyn Reed'in Kadın Özgürlüğünün Sorunları adlı kitabında ortaya koymuş olduğu iddialar da bu temel üzerinden yükselmektedir.
KADEM Kadın Araştırmaları Dergisi Cilt 5 Sayı 1, 2019
Fransız feminist yazar Elisabeth Badinter, annelik sevgisinin kadının doğasından kaynaklanan içgü... more Fransız feminist yazar Elisabeth Badinter, annelik sevgisinin kadının doğasından kaynaklanan içgüdüsel bir duygu mu yoksa toplumsal kabullerle birlikte değişiklik gösteren, zamanın ruhuna göre kapsadığı davranış kalıplarının farklılaştığı bir duygu mu olduğu sorusu etrafında çalışmalar ortaya koymuştur. Yazarın Türkçeye çevrilen ilk eseri 17. Yüzyıldan Günümüze Bir Duygunun Tarihi: Annelik Sevgisi, annelik sevgisinin geçmiş yüzyıllardan günümüze kapsamının ne yönde ve nasıl değiştiğini konu ederken Kadınlık mı Annelik mi? adlı eseri bir anlamda diğerinin devamı niteliğindedir. Kadınlık mı Annelik mi? boyunca yazar özellikle Fransız toplumundan örnekler ile çağdaş orta sınıf kadınlarının annelik yaparken karşılaştıkları çelişkiler ve nedenleri üzerinde durmaktadır.
Neoliberalleşme bağlamında çoğunlukla enformel olarak gerçekleşen göçmen bakıcı istihdamı Türkiye... more Neoliberalleşme bağlamında çoğunlukla enformel olarak gerçekleşen göçmen bakıcı istihdamı Türkiye’de çocuk bakım hizmetini sağlamanın önemli yollarından biri haline gelmiştir. Bu araştırma İstanbul’da yatılı göçmen bakıcıların bulunduğu beş haneye fenomenolojik bir yaklaşımla odaklanarak duygusal emekle bütünleşmiş annelik ve bakıcılık rollerinin hanede ilişkisellikle nasıl müzakere edildiğini incelemektedir. Araştırmanın ilk aşamasında beş anne ve beş göçmen bakıcı ile yapılan derinlemesine görüşmelerden elde ettiğimiz bulgulara göre bakıcı ve anne arasında güvenli bir ilişkisellik ilk uzlaşı evresinde kurulmakta, sonrasında çocuk bakımı ve annelik rollerinde kültürel benzerlik ve farklılıklar müzakere edilerek uyumlanma evresine geçilmektedir. Hane içi düzen evresinde ise göçmen bakıcı ve anne arasında gelişen ilişkisellik, hane üyelerinin kendine özgü iletişim tutumlarına göre değişen, bakıcının başta anne olmak üzere aile üyeleriyle kurduğu ilişkide gizil ve açık müzakere süreçlerini besleyen ancak nihayetinde duygusal emeğin baskın olarak ailenin beklentilerine göre uyarlandığı bir yapı sunmaktadır.
5. Toplumsal Cinsiyet Adaleti: Demografik Dönüşüm ve Kadın, 2019
Türkiye'de 1978-2013 yılları arasındaki dönemde, toplam doğurganlık oranı yaklaşık olarak yarı ... more Türkiye'de 1978-2013 yılları arasındaki dönemde, toplam doğurganlık oranı yaklaşık olarak yarı yarıya düşmüştür. Bu azalmaya etki eden çeşitli faktörlerden biri geç modern olarak adlandırabileceğimiz son kırk yılda anneliğin ve çocuk sahibi olmanın algılanışı ve çocuğun ebeveynler için sahip olduğu anlamın değişmesidir. Hays’ın yoğun annelik olarak kavramsallaştırdığı günümüzdeki hakim annelik ideolojisi üç söylemi birleştirmektedir. Bunlar bünyesinde risk ve düşünümselliği barındıran ekoloji, çocuk gelişimi ve psikolojisi ile üçüncü dalga olarak adlandırılan özcü feminizme ait söylemlerdir. Daha çok insanlar tarafından üretilen küresel riskler karşısında çocuk, daha anne karnındayken başlayan doğal gıdalar bulmak, radyoaktif etkilerden kaçınmak, kirli havadan uzak durmak gibi “geç modernite”ye özgü kaygılar, çocuk büyürken artarak sürmektedir. Artan risk ve kaygıların yanı sıra toplumsal her alanda yaşanan hızlanma ve gelip geçicilik karşısında kadınlar anne kimliklerini düşünümsel olarak inşa etmek durumundadır. Anne kimliğinin düşünümsel olarak oluşturulmasında ve risklerin tanımlanmasında referans noktası ise uzman bilgisidir. Çocuk gelişimi ve psikolojisi alanlarında üretilen bilgiye referansla ortaya çıkan riskten kaçınma davranışı ve anne kimliğinin düşünümsel inşası, aynı zamanda çocukların ve annelerin bugüne kadar hiç olmadığı kadar gözetlenmesi ve izlenmesi ile sonuçlanmaktadır. Özellikle dijital platformlar hem annelerin kendi kendini gözetlediği bir yeni gözetim türü oluşturmakta hem de anneliğin samimi deneyimlerini metaya dönüştürmektedir. Bu platformların ideal anneye dair söylemlerin yayılmasında üstlendiği işlev ile annelik tüketim kültürü içerisine konumlandırılmakta ve tüketim kültürü ile bağlantılı olarak anne kimliğine dair belli bir imaj üretilmektedir. Anneliğe dair kavramları ve çağdaş teoriyi geliştiren feminist yazın içerisinde anneliğe dair yapılan tartışmalar ise kadın hareketinin tarihsel gelişimi ile paralellikler göstermektedir. Türkiye özelinde ise annelik konusunda söylemsel düzeyde ikinci ve üçüncü dalganın bir aradalığından bahsetmek mümkündür.
3. Uluslararası Toplumsal Cinsiyet Adaleti: Kadın ve Aile, 2017
Batı'da yaklaşık olarak 17. yüzyılda ortaya çıkan, zamanla tüm dünyaya yayılan modernite topl... more Batı'da yaklaşık olarak 17. yüzyılda ortaya çıkan, zamanla tüm dünyaya yayılan modernite toplumun genel yapısıyla birlikte ailenin de değişim ve dönüşümüne neden olmuştur. Türk toplumu ve ailesi de 19. yüzyıldan itibaren modern Türk elitleri aracılığıyla Osmanlı Devleti’nin dünya siyasetinde yaşadığı güç kaybına çare bulmak amacıyla bir proje olarak başlayan modernleşme sürecine dâhil olmuştur. Bugün de bu doğrultuda değişip dönüşmeye devam etmektedir. Ancak bu değişim ve dönüşüm süreci Batı’dakinden bir ölçüde ayrılmaktadır. Modern toplumla özdeşleştirilen yalıtılmış çekirdek aile Batı’nın kendi tarihsel süreci içerisinde yaşanan düşünsel, siyasal ve ekonomik dönüşüm neticesinde oluşan toplumsal koşullar ve dinamiklere bağlı olarak ortaya çıkmıştır. Türk modernleşmesinde ise Türk toplumunun koşul ve dinamiklerinden, kendi tarihsel arka planından bağımsız olarak hedeflenen Batılılaşma projesi çerçevesinde ailenin değişim ve dönüşümünden bahsetmek mümkündür. Dolayısıyla Türk ailesi Batılılaşma anlayışının dikte ettiği tek tip modernleşme sürecinden derinlemesine etkilenmiş olsa dahi bu sürecin taklit, özümseme, uyarlama ve tepki süreçleriyle iç içe geçmiş olması modern Türk ailesinin özelliklerinde bazı farklılıkların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu çalışmada modern demokratik toplumu temsil eden yalıtılmış çekirdek ailenin özellikleri ile modern Türk ailesinin özelliklerinin bir karşılaştırmasını yapmak suretiyle oluşturulan ideal tip ile olgusal gerçeklik arasındaki mesafe tespit edilmeye çalışılacaktır. Bu tespit hem modern Türk toplumunun anlaşılması hem de modern Türk ailesinin sorunlarının tespiti ve çözüm önerileri açısından önem taşımaktadır.
1949 yılında doğan F. Beğlü Dikeçligil, 1970 yılında Hacettepe Üniversitesi Sosyoloji Bölümünd... more 1949 yılında doğan F. Beğlü Dikeçligil, 1970 yılında Hacettepe Üniversitesi Sosyoloji Bölümünde lisans eğitimini tamamladıktan sonra İstanbul Üniversitesi İçtimaiyat Enstitüsünde asistan olarak görev alır. Aynı enstitüde Prof. Dr. Amiran Kurtkan Bilgiseven danışmanlığında “Yaşama Tarzı ile Gelir Seviyesi Arasındaki İlişki” konulu doktora tezini 1979 yılında savunur. 1980 yılında ABD Pittsburg Üniversitesindeki doktora sonrası çalışmasının ardından 1982-1985 yılları arasında Hacettepe Üniversitesi Genel Sosyoloji ve Metodoloji Anabilim Dalı’nda yardımcı doçent, 1985-1995 yılları arasında doçent, 1995-2004 yılları arasında profesör ünvanıyla öğretim üyesi olarak görev yapar. 1990-1993 yılları arasında Başbakanlık Aile Araştırma Kurumunda Araştırma Dairesi kurucu başkanlığını yapan Dikeçligil, bu yıllarda Ahmet Çiğdem ile birlikte Aile Yazıları 1- Temel Kavramlar, Yapı ve Tarihi Süreç, Aile Yazıları 2- Kültürel Değerler ve Sosyal Değişme, Aile Yazıları 3- Birey, Kişilik ve Toplum, Aile Yazıları 4- Evlilik Kurumu ve İlişkileri, Aile Yazıları 5- Nüfus ve Aile Planlamasını derler. 2005-2014 yıllarında Erciyes Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü kurucu başkanlığını, 2009-2014 yıllarında Erciyes Üniversitesi Kadın Çalışmaları Araştırma ve Uygulama Merkezi müdürlüğü görevini sürdürür. İlgi alanları arasında yer alan aile, kültür, medeniyet, modernleşme konularını, tarihselkültürel süreç bağlamında ve sosyal bilim paradigma farklılıklarını gözeterek ele alan Dikeçligil kavramların analitik değerlerine önem verir. Türkiye’de aile yapısını açıklamak üzere “çekirdek aile ağı” kavramını geliştirir; “sağlıklı aile” ve “güçlü aile” kavramlarının olgusal analize imkân veren operasyonel tanımlarını yapar. 2015 yılında Stockholm’de Türk göçmenlerde çekirdek aile ağı üzerine etnografik bir araştırma yapar. Söz konusu kavram üzerinden Türk ailesinde dayanışma ilişkilerinin sürdürülmesi ve yeniden üretimini inceler. Bugün Aile Yazıları serisi Türkiye’de aileyi anlamak ve aile üzerine çalışma yapmak isteyenler için önemli bir kaynaktır. “Çekirdek aile ağı” kavramı ise aileyi hem bir kurum hem de bir etkileşim ağı olarak ele alma, böylece ona dair bütüncül bir resim sunma imkanı vermesi açısından değerlidir. Söz konusu kavram üzerinden Türk aile yapısı ve aile içi ilişkileri ele alarak başlayan bu söyleşi, Türkiye’de ailenin değişimi, dönüşümü ve geleceğine dair pek çok meseleye değinmektedir.
Uploads
Papers by Zehra Zeynep Sadıkoğlu
olarak annelik, (2) deneyim olarak annelik ve (3) performans olarak
annelik başlıkları altında incelemektedir. İlk başlık altında anneliğin
kurumsal yönlerini eleştirel bir incelemeye tabi tutmayan ancak
dönemine yenilikçi önerilerde bulunan erken dönem feministlerin
anneliğe bakış açısını açıkladıktan sonra anneliğin biyolojik ve kültürel
boyutlarını ayrıştırarak; anneliği, kadının özgürleşmesi önünde engel
olarak değerlendiren ve ikinci dalga feminist harekete genel yönünü
veren bakış açısını tartışmaktadır. Bir deneyim olarak annelik başlığı
altında ikinci dalga içerisinden gelişen farklılık feminizminin anneliği
ele alma şeklini ve önünü açtığı üçüncü dalga feminist hareketin
annelik deneyiminin çeşitliliğine dikkat çekerek onu kadının kendini
gerçekleştirmesinin bir yolu olarak ele alan tartışmalarını aktarmaktadır.
Bir performans olarak annelik başlığı altında ise Judith Butler’ın
düşüncesi üzerinden gelişen anneliğin biyolojik yönünü görmeyen
ve anneliğe dair söylemsel matrisin içinden çıkan fail ‘anne’ye vurgu
yapan bakış açısını ele almaktadır. Nihayetinde çalışma, anneliğe ilişkin
feminist söylemin, anneliği yalnızca biyolojik ya da ahlaki bir rol olarak
görmekten uzaklaşarak, onu benimsenebilen, reddedilebilen ya da
diğer kimliklerle birleştirilebilen akışkan bir rol olarak anlamaya doğru
ilerlediği sonucuna varmaktadır.
gösterme amacına sahip Norbert Elias’ın Uygarlık Süreci adlı çalışması
toplumsal yapının değiştikçe bireysel kişilik yapılarının değiştiği ve bu
değişimlerin de aynı zamanda toplumsal yapının değişmesine neden olduğunu
ortaya koymaktadır. Bu çerçevede Uygarlık Süreci dört prensibe yaslanmaktadır.
Birincisi her ne kadar toplum irade sahibi ve planlı hareket eden bireylerden
oluşsa da bu eylemlerin birleşimi neticesinde ortaya çıkan sonuç genellikle gayr-ı
iradidir. İkincisi, tekil bireyler, toplumsal ilişkiler ağının veya figürasyonların bir
parçası olarak, ancak diğer insanlarla olan karşılıklı bağımlılıkları içerisinde
anlaşılabilirler. Üçüncüsü toplumsal yaşam, durumların değil ilişkilerin
değerlendirilmesi aracılığıyla anlaşılmalıdır. Dördüncüsü ise toplumu ancak uzun
vadeli gelişim ve değişim süreçlerinden oluştuğunu kabul ederek anlayabiliriz. Bu
çalışmada ise Elias’ın Uygarlık Süreci adlı çalışmasında önerdiği yaklaşımın
pozitivist yaklaşıma referansla çözümlenmesi amaçlanmıştır. Bu amaç
doğrultusunda Elias’ın yaklaşımının pozitivizmle arasındaki farklılıklar ve
benzerlikler ortaya konmuştur. Söz konusu prensipler ışığında Elias, sosyolojik düşünceye pozitivizmden farklı olarak yapı-eylem, makro-mikro, toplum-birey gibi ikilikleri aşan bir paradigma önermektedir. Bununla birlikte Avrupa merkezci bakış açısını benimsemesi açısından pozivitizmle ortak bir yöne sahiptir
olarak annelik, (2) deneyim olarak annelik ve (3) performans olarak
annelik başlıkları altında incelemektedir. İlk başlık altında anneliğin
kurumsal yönlerini eleştirel bir incelemeye tabi tutmayan ancak
dönemine yenilikçi önerilerde bulunan erken dönem feministlerin
anneliğe bakış açısını açıkladıktan sonra anneliğin biyolojik ve kültürel
boyutlarını ayrıştırarak; anneliği, kadının özgürleşmesi önünde engel
olarak değerlendiren ve ikinci dalga feminist harekete genel yönünü
veren bakış açısını tartışmaktadır. Bir deneyim olarak annelik başlığı
altında ikinci dalga içerisinden gelişen farklılık feminizminin anneliği
ele alma şeklini ve önünü açtığı üçüncü dalga feminist hareketin
annelik deneyiminin çeşitliliğine dikkat çekerek onu kadının kendini
gerçekleştirmesinin bir yolu olarak ele alan tartışmalarını aktarmaktadır.
Bir performans olarak annelik başlığı altında ise Judith Butler’ın
düşüncesi üzerinden gelişen anneliğin biyolojik yönünü görmeyen
ve anneliğe dair söylemsel matrisin içinden çıkan fail ‘anne’ye vurgu
yapan bakış açısını ele almaktadır. Nihayetinde çalışma, anneliğe ilişkin
feminist söylemin, anneliği yalnızca biyolojik ya da ahlaki bir rol olarak
görmekten uzaklaşarak, onu benimsenebilen, reddedilebilen ya da
diğer kimliklerle birleştirilebilen akışkan bir rol olarak anlamaya doğru
ilerlediği sonucuna varmaktadır.
gösterme amacına sahip Norbert Elias’ın Uygarlık Süreci adlı çalışması
toplumsal yapının değiştikçe bireysel kişilik yapılarının değiştiği ve bu
değişimlerin de aynı zamanda toplumsal yapının değişmesine neden olduğunu
ortaya koymaktadır. Bu çerçevede Uygarlık Süreci dört prensibe yaslanmaktadır.
Birincisi her ne kadar toplum irade sahibi ve planlı hareket eden bireylerden
oluşsa da bu eylemlerin birleşimi neticesinde ortaya çıkan sonuç genellikle gayr-ı
iradidir. İkincisi, tekil bireyler, toplumsal ilişkiler ağının veya figürasyonların bir
parçası olarak, ancak diğer insanlarla olan karşılıklı bağımlılıkları içerisinde
anlaşılabilirler. Üçüncüsü toplumsal yaşam, durumların değil ilişkilerin
değerlendirilmesi aracılığıyla anlaşılmalıdır. Dördüncüsü ise toplumu ancak uzun
vadeli gelişim ve değişim süreçlerinden oluştuğunu kabul ederek anlayabiliriz. Bu
çalışmada ise Elias’ın Uygarlık Süreci adlı çalışmasında önerdiği yaklaşımın
pozitivist yaklaşıma referansla çözümlenmesi amaçlanmıştır. Bu amaç
doğrultusunda Elias’ın yaklaşımının pozitivizmle arasındaki farklılıklar ve
benzerlikler ortaya konmuştur. Söz konusu prensipler ışığında Elias, sosyolojik düşünceye pozitivizmden farklı olarak yapı-eylem, makro-mikro, toplum-birey gibi ikilikleri aşan bir paradigma önermektedir. Bununla birlikte Avrupa merkezci bakış açısını benimsemesi açısından pozivitizmle ortak bir yöne sahiptir
bulmak, radyoaktif etkilerden kaçınmak, kirli havadan uzak durmak gibi “geç modernite”ye özgü kaygılar, çocuk büyürken artarak sürmektedir. Artan risk ve kaygıların yanı sıra toplumsal her alanda yaşanan hızlanma ve gelip geçicilik karşısında kadınlar anne kimliklerini düşünümsel olarak inşa etmek durumundadır. Anne kimliğinin düşünümsel olarak oluşturulmasında ve risklerin tanımlanmasında referans noktası ise uzman bilgisidir. Çocuk
gelişimi ve psikolojisi alanlarında üretilen bilgiye referansla ortaya çıkan riskten kaçınma davranışı ve anne kimliğinin düşünümsel inşası, aynı zamanda çocukların ve annelerin bugüne kadar hiç olmadığı kadar gözetlenmesi ve izlenmesi ile sonuçlanmaktadır. Özellikle dijital platformlar hem annelerin kendi kendini gözetlediği bir yeni gözetim türü oluşturmakta hem de anneliğin samimi deneyimlerini metaya dönüştürmektedir. Bu platformların ideal anneye dair söylemlerin yayılmasında üstlendiği işlev ile annelik tüketim kültürü içerisine konumlandırılmakta ve tüketim kültürü ile bağlantılı olarak anne kimliğine dair belli bir imaj üretilmektedir. Anneliğe dair kavramları ve çağdaş teoriyi geliştiren feminist yazın içerisinde anneliğe dair yapılan tartışmalar ise kadın hareketinin tarihsel gelişimi ile paralellikler göstermektedir. Türkiye özelinde ise annelik konusunda söylemsel düzeyde ikinci ve üçüncü dalganın bir aradalığından bahsetmek mümkündür.
suretiyle oluşturulan ideal tip ile olgusal gerçeklik arasındaki mesafe tespit edilmeye çalışılacaktır. Bu tespit hem modern Türk toplumunun anlaşılması hem de modern Türk ailesinin sorunlarının tespiti ve çözüm önerileri açısından önem taşımaktadır.
sonra İstanbul Üniversitesi İçtimaiyat Enstitüsünde asistan olarak görev alır. Aynı enstitüde Prof. Dr. Amiran Kurtkan Bilgiseven
danışmanlığında “Yaşama Tarzı ile Gelir Seviyesi Arasındaki İlişki” konulu doktora tezini 1979 yılında savunur. 1980 yılında
ABD Pittsburg Üniversitesindeki doktora sonrası çalışmasının ardından 1982-1985 yılları arasında Hacettepe Üniversitesi Genel
Sosyoloji ve Metodoloji Anabilim Dalı’nda yardımcı doçent, 1985-1995 yılları arasında doçent, 1995-2004 yılları arasında profesör
ünvanıyla öğretim üyesi olarak görev yapar. 1990-1993 yılları arasında Başbakanlık Aile Araştırma Kurumunda Araştırma Dairesi
kurucu başkanlığını yapan Dikeçligil, bu yıllarda Ahmet Çiğdem ile birlikte Aile Yazıları 1- Temel Kavramlar, Yapı ve Tarihi Süreç,
Aile Yazıları 2- Kültürel Değerler ve Sosyal Değişme, Aile Yazıları 3- Birey, Kişilik ve Toplum, Aile Yazıları 4- Evlilik Kurumu
ve İlişkileri, Aile Yazıları 5- Nüfus ve Aile Planlamasını derler. 2005-2014 yıllarında Erciyes Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Sosyoloji Bölümü kurucu başkanlığını, 2009-2014 yıllarında Erciyes Üniversitesi Kadın Çalışmaları Araştırma ve Uygulama
Merkezi müdürlüğü görevini sürdürür. İlgi alanları arasında yer alan aile, kültür, medeniyet, modernleşme konularını, tarihselkültürel
süreç bağlamında ve sosyal bilim paradigma farklılıklarını gözeterek ele alan Dikeçligil kavramların analitik değerlerine
önem verir. Türkiye’de aile yapısını açıklamak üzere “çekirdek aile ağı” kavramını geliştirir; “sağlıklı aile” ve “güçlü aile”
kavramlarının olgusal analize imkân veren operasyonel tanımlarını yapar. 2015 yılında Stockholm’de Türk göçmenlerde çekirdek
aile ağı üzerine etnografik bir araştırma yapar. Söz konusu kavram üzerinden Türk ailesinde dayanışma ilişkilerinin sürdürülmesi
ve yeniden üretimini inceler. Bugün Aile Yazıları serisi Türkiye’de aileyi anlamak ve aile üzerine çalışma yapmak isteyenler için
önemli bir kaynaktır. “Çekirdek aile ağı” kavramı ise aileyi hem bir kurum hem de bir etkileşim ağı olarak ele alma, böylece
ona dair bütüncül bir resim sunma imkanı vermesi açısından değerlidir. Söz konusu kavram üzerinden Türk aile yapısı ve aile içi
ilişkileri ele alarak başlayan bu söyleşi, Türkiye’de ailenin değişimi, dönüşümü ve geleceğine dair pek çok meseleye değinmektedir.