Books by İbrahim Halil Üçer
İlem Yayınları, 2021
Bugün gerçekliğin tam ve kesin bir açıklamasını verme amacıyla yola çıkan bir yaklaşımın gidere... more Bugün gerçekliğin tam ve kesin bir açıklamasını verme amacıyla yola çıkan bir yaklaşımın giderek gerçekliği izah gücünü yitirip bizzat gerçekliğin kendisini ilga ettiğini görüyoruz. Covid-19’un diğer salgınlar kadar fakat onlardan daha güçlü bir şekilde bizi gerçeklik, insan, tanrı ve toplum üzerine yeniden düşünmeye sevk etmesinin nedeni, modern dünyayı kuran anlayışın gerçekliği hurafelerden arınmış bir şekilde gösterme amacıyla çıktığı yolda gerçekliğin kendisini bir hurafe haline getirmiş olmasıdır. Tam da bu vaziyet içinde, sanal bir görüntüsüyle takas ettiğimiz gerçekliği yeniden hatırlamamız ve yaptığımız bu kötü alışverişin sonuçlarından dersler çıkarmamız gerekiyor. Düşüncemizi bütüncül bir şekilde gerçekliğe, onu kuran ilkelere ve insanın bu ilkelerle münasebetine yöneltmeye davet eden bu kitap, tam da böyle bir yönelişin çıkarılacak dersler için iyi bir başlangıç olduğunu söylüyor
İlem Yayınları, 2020
İslam düşünce geleneğinin on altıncı yüzyıldaki en üretken isimlerinden biri olan Taşköprülüzâde... more İslam düşünce geleneğinin on altıncı yüzyıldaki en üretken isimlerinden biri olan Taşköprülüzâde bir yandan Geç Yenilenme Dönemi olarak tabir edilen ve yöntemsel bütünleşme çabalarıyla öne çıkan çağının gerçek bir temsilini verirken, diğer yandan kendisinden önceki dönemlerde üretilmiş bilimsel birikimin eksiksiz bir vârisi olarak öne çıkar. Bu yönüyle, tevarüs ettiği kelam, felsefe ve tasavvuf gelenekleri içerisinde gelişen temel problemleri çağının kademeli bilgi ve gerçeklik anlayışıyla uyumlu bir biçimde yeniden ele almış, yazdığı eserlerle teorik ve pratik düşüncenin farklı alanlarına bütüncül bir bakış getirmiştir. Elinizdeki kitap bir yandan siyaset ve ahlak düşüncesinin temel kavramları üzerinden Taşköprülüzâde'nin pratik felsefe alanına yaptığı katkıları ortaya koyarken, diğer yandan dilbilimleri geleneğini merkeze alarak düşünürün İslam dilbilimleri geleneğini ve onun temel sorunlarını hangi yollarla ele aldığını göstermektedir. Ayrıca bu kitapta okuyucu, Taşköprülüzâde'nin Yahudilere karşı reddiyesi üzerinden düşünürün dönemi açısından güncel sayılabilecek polemik literatürüne nasıl katkıda bulunduğunu görecek, aynı zamanda bir kadı olan Taşköprülüzâde'nin ilgi çekici bir dava üzerinden pratik siyasetle imtihanını gözlemleme imkanı elde edecektir.
İslam düşünce geleneği açısından 16. yüzyıl, bir yandan Yenilenme Dönemi'nin yüksek nazarî terkip... more İslam düşünce geleneği açısından 16. yüzyıl, bir yandan Yenilenme Dönemi'nin yüksek nazarî terkiplerle neticelenen nihai evresini ifade ederken diğer yan-dan bu terkiplerin yeniden ele alınarak muhasebe edildiği bir sonraki dönemin habercisidir. Bu anlamıyla, Taşköprülüzâde gerçek bir 16. yüzyıl düşünürüdür ve yaşadığı çağın kusursuz bir temsilini verir. Daha çok bilimler ve bilginler tarihi etrafında yazdığı eserlerle bilinse de, Taşköprülüzâde'nin İslam düşünce tarihindeki asıl yeri bilgi, varlık, dil, ahlak ve siyaset felsefeleri alanında geliştirdiği bütünleyici ve eleştirel düşünceleri üzerinden aydınlatılabilir. Taşköprülüzâde felsefesinin ontolojik ve epistemo-lojik boyutlarını serimleyen on beş yazıdan oluşan bu kitap, Osmanlı düşünce-sinin felsefe-bilim tarihi araştırmaları tarafından büyük ölçüde ihmal edilmiş en önemli isimlerinden birine ışık tutmayı amaçlamaktadır.
İLEM - Konya Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınları, 2017
İslam Düşünce Atlası (İDA), İslam düşünce tarihini, II/VII. ile XIV/XX. asırlar arasında yaşamış... more İslam Düşünce Atlası (İDA), İslam düşünce tarihini, II/VII. ile XIV/XX. asırlar arasında yaşamış ekol kurucu bilginler üzerinden zaman- mekân-öğreti- ekol değişkenlerini dikkate alarak, yeni bir dönemlendirme mantığı içerisinde bütünlük ve süreklilik ilkelerine bağlı kalarak yeniden yazma amacındaki bir düşünce tarihi yazımı projesidir.
İlem Yayınları, 2019
İnsanın verili bir anlamdan yoksun bir şekilde dünyaya geldiği ve gözlerini açtığı andan itibaren... more İnsanın verili bir anlamdan yoksun bir şekilde dünyaya geldiği ve gözlerini açtığı andan itibaren yüklendiği işlevler veya rollerle tanımlandığına ikna edildiğimiz andan beri, insandan bir şey beklemek giderek zorlaştı. Dahası bu türden beklentiler, daima özgürlük talepleriyle karşı karşıya getirildi. Bu kitap "Özgür bir insandan ne bekleyebiliriz?" sorusunun hâlâ anlamlı bir şekilde sorulabileceğine ilişkin güçlü bir inançtan doğdu. İslam düşünce geleneğindeki farklı insan tasavvurları, tüm farklılıklarına rağmen insana ilişkin beklentilerimiz hususunda iyimserdir. Bununla birlikte söz konu-su beklentinin nasıl temellendirilebileceği, İslam düşünce geleneğindeki felsefî, kelâmî, tasavvufî ve fıkhî perspektifler içerisinde farklı cevaplar bulmuştur. On dört makalenin yer aldığı çalışma, İslam düşünce geleneğindeki farklı disiplinler ve bu disiplinler içerisindeki farklı okulların insanın ne olduğu ve ondan gerçekte neyin beklendiği sorusuna verdikleri cevapları soruştur-maktadır. Hepsi de insan yaşamını daimi bir sınanma içerisinde ilerleyen uzun bir hikâye olarak değerlendiren bu perspektifler için insan, hep "olunan" bir şeydir. "Olma" kabiliyetimizi yönlendiren temel faktörler, bu kabiliyetin nereye doğru yönelmesi gerektiği ve tahakkuk alanları, insanın ne olduğuna ilişkin değerlendirmelerin önemli başlıklarını teşkil eder. Bu çalışmadaki makaleler de bu sorular üzerinden ilerleyerek, bir yandan fel-sefe, kelam, tasavvuf ve fıkıh geleneklerinde insanın mahiyetini soruşturur-ken diğer yandan bu perspektiflerin güncel imkanlarını derinleştirmektedir.
Klasik yayınları, İstanbul, 2017
Felsefenin en eski ve temel sorularından biri olan “Çokluk içinde birliği ve birlik içinde çokluğ... more Felsefenin en eski ve temel sorularından biri olan “Çokluk içinde birliği ve birlik içinde çokluğu sağlayan şey nedir?” sorusu, İbn Sînâ tarafından surete müracaatla cevaplanır. Değişim boyunca özdeşlik ve birliğini koruyarak bir şeye değişmez niteliklerini kazandıran suret; bu vasfıyla, “Bir şeye özünü veren nedir?”, “Bilmek, neyi bilmektir?” ve “Bir şey iyiliğini ve güzelliğini neyle elde eder?” sorularına cevap teşkil eder. Esasen Eflatun’dan Aristoteles’e, Aristoteles’ten Fârâbî’ye kadar birçok filozof için suret, İbn Sînâ’nın ona atfettiğine yakın anlamlara sahipti. Bununla birlikte terimi açımlamak üzere farklı filozofların ona dâhil ettiği yeni kavramsal bileşenler, suretle ilgili anlam genişlemeleri ve daralmalarının yanı sıra işlev dönüşümleri de meydana getirdi. Onu terim olmanın gücüne kavuşturan Eflatun’dan günümüze gelinceye değin “bir şeyi tanınır ve bilinir kılan ilke” anlamını korumaya devam eden suretle ilgili asıl dönüşümler; terimin fizik, kozmoloji, epistemoloji ve etik gibi alanlarda ifa ettiği işlevlere temel teşkil edecek şekilde ontolojik seviyede kazandığı yeni anlamlarla ilişkilidir. Bu bakımdan denilebilir ki, suretin ontolojisinde meydana gelecek bir değişim daima diğer alanlardaki işlevlerini de dönüştürecek bir yöne sahip olmuştur.
Varlık tarzı ve yeri açısından bakıldığında Eflatun için gayri maddî, bizatihi kaim metafizik ilkelere tekabül eden suretin Aristoteles’te maddî, tikel cevherlerle kaim fizik ilkelere dönüşünce Eflatun’daki kullanımına nispetle eşadlı bir söyleyiş elde ederek yeni işlevler kazanmış olması bunu gösterir. Terimin bu yolla ilerleyen kavramsal dönüşümler tarihinde Eflatun’dan sonra, Aristoteles’in ve Yeni-Eflatuncuların müdahaleleri önemli dönemeçlere karşılık gelir. İbn Sînâ’nın kendine özgü teorik ayrımlar etrafında terimi yeniden ele alma teşebbüsleriyle ortaya çıkan özgün suret teorisi, bu dönüşümler tarihi açısından yeni bir kırılma noktasına işaret eder. Elinizdeki çalışma eş-Şeyhu’r-reîs’in suretin ontolojisi açısından makas değiştirici sonuçlar doğuran bu müdahalelerinin serimlenmesine hasredilmiştir.
Articles by İbrahim Halil Üçer
İslam Düşünce Atlası, 2022
Yakın, uzak ya da çok uzak geçmişte ortaya çıkmış düşüncelerin bizim bugünkü düşünme... more Yakın, uzak ya da çok uzak geçmişte ortaya çıkmış düşüncelerin bizim bugünkü düşünme etkinliğimizle nasıl bir ilişkisi bulunabilir? Bu soruya cevap vermeden önce şöyle bir bakalım; sahip olduğumuz kaç fi- kir yepyenidir? İnsan, varlık, bilgi, değer, âlem ve tanrı gibi konular hak- kındaki fikirlerimizin neredeyse tamamına yakını geçmişten gelerek uzun süreler içinde oluşmuştur. Düşünce tarihçisi işte bu olgudan yola çıkar ve bugünkü düşüncelerimizi oluşturan süreçleri kavramaya çalışır. Dola- yısıyla onun geçmişteki düşüncelere dönük merakı basitçe “Eskiler neler düşündü?” sorusundan yola çıkmaz. Bunun yerine “Bugün neyi düşünü- yoruz?”, “Bugünkü düşüncemizi yönlendiren temel fikirler nelerdir?”, “İn- sanın temel sorularına tarih boyunca nasıl cevaplar verildi ve bu cevaplar nasıl değişti?”, “Bugünkü düşüncelerimizle geçmiştekiler arasında nasıl bir ilişki var?” gibi sorulardan başlar ve buradan kalkarak geçmişteki düşünce- lere doğru yönelir. Böylece bir yandan temel insanî soruları ve onlarla ilgili düşüncelerin tarihini kavrarken, diğer yandan bugünkü düşüncelerimizi kuran temel bileşenleri tanıma yoluyla şimdiki düşünme etkinliğimize far- kındalık ve sıhhat kazandırmış oluruz.
İslam Düşüncesinde Metafizik Teoriler, 2021
Âlemin tanrıdan taşma yoluyla meydana geldiğini dile getiren yaratma teorisidir. Çokluğun birlik ... more Âlemin tanrıdan taşma yoluyla meydana geldiğini dile getiren yaratma teorisidir. Çokluğun birlik sahibi, kendine yeterli ve tam bir ilkeden, yani âlemin tanrıdan nasıl meydana geldiği sorusuna cevap olarak üretilmiştir. İlk mitolojik ve dinsel biçimlerini kadim Bâbil-Keldânî geleneğinde bulan ve felsefi hüviyetine Yeni Eflâtuncular elinde kavuşan sudur teorisi, Fârâbî'nin (ö. 339/950) onu kapsamlı bir kozmolojik teori haline getirmesiyle birlikte İslam dünyasında yoktan yaratmacı anlayışın bir alternatifi olarak gündeme gelmiştir. Önerdiği zatı gereği zorunlu kılıcı tanrı tasavvuruyla da özgür fâil ilke anlayışına karşı bir alternatif teşkil eden teori, sonraki dönemlerde İşrâkīliği de içine alacak şekilde felsefi yaratma teorisinin özünü belirlemiş, vahdet-i vücûd düşüncesi üzerinde güçlü etkiler bırakmıştır.
Gerçekçiliğe Yeni Bir Çağrı, İlem Yay., 2021
Nazariyat, 2020
The onto-epistemological status of mental representations can be seen among the most controversia... more The onto-epistemological status of mental representations can be seen among the most controversial problems of Post-Avicennan philosophy. The problem has its roots in Ibn Sīnā’s attempt to get a predicational unity between the layers of being on one hand and in Fakhr al-Dīn al-Rāzī’s criticisms of mental existence and universality of mental exemplars on the other. Al-Rāzī’s criticisms led the prominent followers of Ibn Sīnā to reconsider the Avicennan principle of the preservation of essences in multi-layered being and Ibn Sīnā’s conception of knowledge as an immaterial representation of nature. Against al-Rāzī’s criticism, al- Ṭūsī tried to narrow the ontological extension of essences and to redefine universal predication. Quṭb al-Dīn al-Rāzī’s involvement in the discussion took the restrictive efforts to the next level. In addition to al-Ṭūsī‘s restricting the ontological extensions of essences by only giving them an epistemological role, Quṭb al-Dīn al-Rāzī downgraded their epistemological roles as well and counted them just as individual exemplars (mithāl) in the individual’s mind. In addition to al-Ṭūsī’s hesitant rejection of universal natures in external world, he also clearly rejected the existence of universal natures in the external world. His first position led him to redefine the notion of correspondence and universality, and his second position led him to propose a non- explanatory interpretation of Ibn Sīnā’s hylomorphic substances. In this paper, I will discuss the continuities and discontinuities of his interpretations with respect to Ibn Sīnā’s strong metaphysical realism and his philosophical project’s aim to construct the unity of essences in a multi-layered being.
Nazariyat, 2020
Öz: Zihnî temsillerin onto-epistemolojik statüsü İbn Sînâ sonrası felsefenin en tartışmalı proble... more Öz: Zihnî temsillerin onto-epistemolojik statüsü İbn Sînâ sonrası felsefenin en tartışmalı problemleri arasında görülebilir. Problemin kökenleri bir yandan İbn Sînâ'nın farklı varlık düzlemleri arasında yüklemsel birlik elde etme teşebbüsünde, diğer yandan Fahreddin er-Râzî'nin zihnî varlık ve zihnî misallerin tümelliği eleştirisinde bulunur. Fahreddin er-Râzî'nin eleştirileri İbn Sînâ'nın önde gelen takipçilerini, İbn Sînâ'nın mahiyetlerin farklı varlık seviyelerinde korunumu ilkesini ve onun bilgiyi doğanın gayrimaddi temsili olarak tanımlamasını yeniden düşünmeye sevk etmiştir. Fahreddin er-Râzî'nin eleştirilerine karşı Nasîrüddin et-Tûsî mahiyetlerin ontolojik kapsamını daraltmış ve tümel yüklemlemeyi yeniden tanımlamıştır. Kutbüddin er-Râzî'nin tartışmaya dâhil olması daraltma çabalarını daha ileri bir seviyeye taşımıştır. Tûsî'nin mahiyetlere sadece epistemolojik bir rol vererek onların ontolojik kapsamında yaptığı daraltmaya ilaveten Kutbüddin er-Râzî mahiyetlerin epistemolojik kapsamında da daraltmaya gitmiş ve İbn Sînâ'nın aklî suretlerini, hiçbir şekilde tümel olması mümkün olmayan, tikel bir zihindeki tikel suretler olarak değerlendirmiştir. Ayrıca Tûsî'yle birlikte, kendinde mahiyetlerin hariçteki fertler arasında müşterek varlığını reddeden Kutbüddin er-Râzî, bu iki adımdan yola çıkarak mutabakat ve tümellik tasavvurlarını yeniden tanımlamış, İbn Sînâ'nın hilomorfik cevher teorisi için mereolojik olmayan bir yorum geliştirmiştir. Bu makale İbn Sînâcı felsefede on üçüncü yüzyıldan itibaren ortaya çıkan bu adımları, İbn Sînâ'ya özgü gerçekçiliğin dönüşümü olarak okumakta ve bu dönüşüme giderek artan zihinselci bir eğilimin eşlik ettiğini öne sürmektedir. Anahtar Kelimeler: İbn Sînâ, İbn Sînâ sonrası felsefe, Metafizik gerçekçilik, Tümeller problemi, Tümellerin Ontolojisi, Temsil, Fahreddin er-Râzî, Nasîrüddin et-Tûsî, Kutbüddin er-Râzî.
Taşköprülüzâde'de Bilgi, Bilim ve Varlık, 2020
Divan Disiplinlerarası Çalışmalar Dergisi, 2019
ABSTRACT
The question “Why does magnet attract?” has always played the role of testing criteria f... more ABSTRACT
The question “Why does magnet attract?” has always played the role of testing criteria for explanatory sufficiency of theories of nature which depend on sensible qualities. The reason for this is that the attraction of magnet has become the paradigmatic example of the special properties (idiotês - khawass), which are characterized as unexplainable, unknowable and strange because of their irreducibility to basic sensible qualities. While peripatetic and Galenic theories of nature cannot give any sufficient and coherent explanation for these properties, Alchemic tradition and particularist model of physical theories of the ancient and Islamic periods offer various explanations for them. Differing from these all, Avicenna criticized alchemic and particularist explanations and found a new way for explaining the magnetic attraction and the special properties in the explanatory framework of physical theories. This new way of explanation consists of dispensing with the theories which depend on sensible qualities and adopting a theory which depend on intelligible forms. The latter has two components which can be called as the theories of “the two excesses” and “the two meanings”. Until the emergence of the new natural philosophies in the seventeenth century, this new physical theory provided the explanatory sufficiency and legitimacy of nature-centered qualitative model. The first excess of the theory of “the two excesses” is physical and corresponds to natural dispositions arising from the elemental complexions, and the second excess is metaphysical and corresponds to divine effulgence transforming the dispositions into manifest reality through actualizing them. The first meaning of the theory of “the two meanings” is physical and corresponds to observable forms of natural substances and its second meaning is metaphysical and corresponds to the unobservable intelligible forms which play the role of metaphysical ground of observables. The distinction between sensible and intelligible meanings aims to explain all sensible properties with intelligible forms and play a central role in natural sciences, just like the role the distinction of essence and existence play in metaphysics. This article first describes the ways of rationalizations of special properties and magnetic attraction in the particularist and continuist physical theories. Then, it discusses how Avicenna’s new model of explanation naturalizes these special properties and how it supplants the nature-centered physical theories which depend on sensible qualities.
TÜRKÇE ÖZET
Mıknatıs neden çeker sorusu duyulur niteliklere dayalı doğa merkezli fizik teorisinin açıklayıcı yeterliliği için daima bir turnusol kağıdı olmuş ve duyulur niteliklere indirgeneme-diği için açıklanamazlık, bilinemezlik ve giderek gariplikle nitelenen istisnai özellikler alanının (idiotês / havâss) timsa-li haline gelmiştir. Antik dönemden başlayarak İbn Sina'ya gelinceye değin giderek genişleyen bu istisnai özellikler alanının Peripatetik ve Galenci doğa teorileri tarafından tutarlı bir açıklamasının verilemediği yerde, farklı bir nitelikçi model üzerinden ilerleyen el-Kîmyâ geleneği ile parçacıkçı model üzerinden ilerleyen Antik-Helenistik ve kelamî atomcu teorilerin devreye girerek yeni açıklamalar önerdiği görülür. İbn Sina en iyi Cabir b. Hayyan tarafından temsil edilen el-Kîmyâ modeli ile parçacıkçı modelleri dışlayarak, mıknatıs-sal çekimin de dahil olduğu istisnai özellikler alanını doğa merkezli teori içerisinde açıklamanın bir yolunu bulmuştur. Duyulur suretlere dayalı doğa merkezli teoriden akledilir suretlere dayalı bir doğa merkezli teoriye geçişi ifade eden bu yol, İbn Sina tarafından “iki fazlalık” ve “iki anlam” teorisi adını verebileceğimiz, Yeni-Çağ doğa felsefelerinin ortaya çıkışına değin doğa merkezli modelin yeterlilik ve meşruiye- tini muhafaza rolü üstlenen, bütünleşik bir teori ile döşenmiştir. “İki fazlalık” teorisi fiziksel altyapılar seviyesinden gözlemlenebilir aşikar özellikler alanına veya gerçek varlık seviyesine çıkışı açıklamayı hedeflerken, “iki anlam teorisi” ise gözlemlenebilir aşikar özellikler veya gerçek varlık ala- nından fiziksel altyapılara doğru gidişin rasyonalitesini inşa etmeyi hedefler. “İki fazlalık” teorisindeki ilk fazlalık fiziksel olup fiziksel karışımlar ertesinde ortaya çıkan doğal istidat- ları ifade ederken, ikinci fazlalık ise metafiziksel olup yarı- varlık durumundaki istidatları bilfiil hale getiren ilahi varlık feyzini ifade eder. “İki anlam” teorisindeki birinci anlam fiziksel olup duyulur suretleri ifade ederken, ikinci anlam metafiziksel olup duyulur suretler ve özelliklerin altında ya- tan gözlemlenemez akledilir ilkeyi ifade eder. Gözlemlenebilir özelliklerin gözlemlenemez ilkelere atıfla açıklanmasını öneren ve akledilir suretlerle duyulur suretler arasındaki bir ayrıma dayanan “iki anlam teorisi” sadece havâss alanını doğallaştırarak normal özelliklerle eşitleme sonucu vermemiş, İbn Sina’nın varlık-mahiyet ayrımının metafizikte üst- lendiği role benzer bir işlevi fizikte ifa etmiştir. Bu makalede mıknatıssal çekim özelliği örneğinde, havâss alanının par- çacıkçı ve nitelikçi fizik teoriler içerisinde nasıl rasyonalize edilmeye çalışıldığı ve nihayetinde ne tür bir bilinemezlik sahası yarattığı ele alındıktan sonra, İbn Sina’nın yeni doğa felsefesinin bu gariplikler alanını hangi teoriler aracılığıyla doğallaştırdığı ve kendisini hangi yollarla duyulur niteliklere dayalı fizik teorinin yerine ikame ettiği ele alınmaktadır.
İslam Düşüncesinde Mizaç Teorileri, ed. M. Zahit Tiryaki, Kübra Bilgin, 2016
Mizaç İbn Sînâcı doğa felsefesi ve tıp teorisinin en temel unsurlarından birini teşkil eder. İbn ... more Mizaç İbn Sînâcı doğa felsefesi ve tıp teorisinin en temel unsurlarından birini teşkil eder. İbn Sînâ’ya göre duyulur evrendeki mevcutların çoğu bileşenlerden oluşur ve mizaç teorisi ay-altı âlemdeki bileşimlerin daha alt bileşenlerin karışımıyla nasıl meydana geldiğini açıklamaya çalışır. Bu çalışmada ele alacağımız İbn Sînâcı mizaç teorisi, Antik dönemin en etkili iki mizaç teorisiyle, yani Aristotelesçi ve Galenci yaklaşımla önemli farklılıklar barındırır ve mizaç teorileri açısından istisnâi bir yöne sahiptir. Makalede, mizaç teorisinin genel olarak İbn Sînacı doğa felsefesi içerisinde nereye oturduğunu ve neyi açıklamak için geliştirildiğini gösteren bir girişten sonra, İbn Sînâ'nın Antik-Helenistik felsefeden tevarüs ettiği terminolojik-problematik arka planı dikkate alarak mizaç teorisinin İbn Sînâcı yeni kavramsal ayrımlar ışığında nasıl dönüştürüldüğünü, Eş-Şifâ/el-Kevn ve’l-fesâd VI’yı merkeze alan bir okumayla göstermeye çalışacağız.
İnsan Nedir, İslam Düşüncesinde İnsan Tasavvurları, 2019
İslam Düşünce Atlası, 2017
İslam Düşünce Atlası, 2017
Nazariyat, 2018
The question of the human rational soul's relation with its objects of thought over the course of... more The question of the human rational soul's relation with its objects of thought over the course of actual intellection is one of the major problems in Ibn Sīnā's epistemology. Concerning this issue, Ibn Sīnā inherited a wide range of interpretations around the theory of the intellect and the intelligible's identity that was introduced in De Anima 3.4 by Aristotle.This study seeks to determine Ibn Sīnā's final position on this theory. However, there are certain difficulties in determining his original view and final position on this issue. In his early work al-Mabdaʾ wa al-maʿād, he accepts the position of identity. And yet in his later al-Shifāʾ/al-Nafs and al-Ishārāt, he sharply refutes a similar stance that he attributed to Porphyry – his real opponent remains unacknowledged – and holds fast to the opinion of the immaterial representation of the intelligibles. Yet again, he uses a language of identity (ittiḥād) in the works that come after al-Shifāʾ/al-Nafs. To solve this apparent inconsistency and determine his real view, this article offers an aporetic reading of relevant passages in his works. Accordingly, Ibn Sīnā held the view of identity in al-Mabdaʾ, in which he made no distinction between direct self-awareness and indirect self-intellection. However, after al-Shifāʾ/al-Nafs, in which he laid the ground for this distinction, he moved on to the theory of representation and adhered to it consistently in his later works. The questions of the place of Ibn Sīnā's theory of representation in the history of this problem and the possible identity of the real opponent(s) to whom he attributed the Porphyrian position form the body of this article. Keywords: Ibn Sīnā, the theory of intellection, the relation of intellect and intelligibles, the identity of knower and known, the theory of representation, self-awareness.
Nazariyat, İslam Felsefe ve Bilim Tarihi Araştırmaları Dergisi, 2018
İnsani düşünen öznenin bilfiil akletme esnasında kendi akletme nesnesiyle ne tür bir ilişkiye sah... more İnsani düşünen öznenin bilfiil akletme esnasında kendi akletme nesnesiyle ne tür bir ilişkiye sahip olduğu sorunu İbn Sînâ epistemolojisinin en önemli meseleleri arasında yer alır. İbn Sînâ bu meseleyle ilgili, Aristoteles’in De Anima 3.4’ünde ortaya konularak kendisine kadar ulaşan bir akıl-makul özdeşliği teorisini tevarüs etmiştir. Bu çalışma İbn Sînâ’nın, bilfiil akletme esnasında bilen ve bilinen özdeşliğini savunan bu teoriyle ilgili nihai tutumunu belirleme amacı taşımaktadır. Bununla birlikte filozofun nihai tutumunu belirleme hususunda bazı zorluklar bulunur. İbn Sînâ erken dönem eserlerinden el-Mebde’ ve’l-me‘âd’da özdeşlik tutumunu kabul etmiş, daha sonra eş-Şifâ/en-Nefs ve el-İşârât’ta Forfiriyos’a atfettiği, ancak gerçek muhatabının kim olduğu belirsizlik taşıyan bir özdeşlik tutumunu sert bir şekilde reddederek akledilirlerin gayrimaddi temsili fikrini savunmuş, diğer taraftan eş-Şifâ/en-Nefs sonrasındaki eserlerinde de hâlâ bir tür ittihat dilini kullanmaya devam etmiştir. Makale İbn Sînâ külliyatını bu sorun etrafında aporetik bir okumaya tabi tutmaktadır. Buna göre İbn Sînâ akledilirler için bağımsız bir konu elde etmesini mümkün kılacak aracısız zati farkındalık idraki ile dolaylı zati taakkul arasında bir ayrıma sahip olmadığı el-Mebde’de ittihat görüşünü savunmuş, ancak bu ayrıma zemin teşkil eden “uçan adam” metaforunu kullandığı eş-Şifâ/en-Nefs’ten itibaren temsil yaklaşımına geçerek sonraki eserlerinde tutarlı bir şekilde bu yaklaşımı sürdürmüştür. Bu sonucun İbn Sînâ’nın tevarüs ettiği akletme teorileri açısından nasıl bir bağlama yerleştirilebileceği ve filozofun reddettiği Forfiriyosçu tutumun gerçekte kime veya kimlere ait olabileceği soruları makalenin üzerinde duracağı diğer meseleleri teşkil eder.
İslam Düşüncesinde Mizaç Teorileri, ed. M. Zahit Tiryaki, Kübra Bilgin, 2016
Mizaç İbn Sînâcı doğa felsefesi ve tıp teorisinin en temel unsurlarından birini teşkil eder. İbn ... more Mizaç İbn Sînâcı doğa felsefesi ve tıp teorisinin en temel unsurlarından birini teşkil eder. İbn Sînâ’ya göre duyulur evrendeki mevcutların çoğu bileşenlerden oluşur ve mizaç teorisi ay-altı âlemdeki bileşimlerin daha alt bileşenlerin karışımıyla nasıl meydana geldiğini açıklamaya çalışır. Bu çalışmada ele alacağımız İbn Sînâcı mizaç teorisi, Antik dönemin en etkili iki mizaç teorisiyle, yani Aristotelesçi ve Galenci yaklaşımla önemli farklılıklar barındırır ve mizaç teorileri açısından istisnâi bir yöne sahiptir. Makalede, mizaç teorisinin genel olarak İbn Sînacı doğa felsefesi içerisinde nereye oturduğunu ve neyi açıklamak için geliştirildiğini gösteren bir girişten sonra, İbn Sînâ'nın Antik-Helenistik felsefeden tevarüs ettiği terminolojik-problematik arka planı dikkate alarak mizaç teorisinin İbn Sînâcı yeni kavramsal ayrımlar ışığında nasıl dönüştürüldüğünü, Eş-Şifâ/el-Kevn ve’l-fesâd VI’yı merkeze alan bir okumayla göstermeye çalışacağız.
Uploads
Books by İbrahim Halil Üçer
Varlık tarzı ve yeri açısından bakıldığında Eflatun için gayri maddî, bizatihi kaim metafizik ilkelere tekabül eden suretin Aristoteles’te maddî, tikel cevherlerle kaim fizik ilkelere dönüşünce Eflatun’daki kullanımına nispetle eşadlı bir söyleyiş elde ederek yeni işlevler kazanmış olması bunu gösterir. Terimin bu yolla ilerleyen kavramsal dönüşümler tarihinde Eflatun’dan sonra, Aristoteles’in ve Yeni-Eflatuncuların müdahaleleri önemli dönemeçlere karşılık gelir. İbn Sînâ’nın kendine özgü teorik ayrımlar etrafında terimi yeniden ele alma teşebbüsleriyle ortaya çıkan özgün suret teorisi, bu dönüşümler tarihi açısından yeni bir kırılma noktasına işaret eder. Elinizdeki çalışma eş-Şeyhu’r-reîs’in suretin ontolojisi açısından makas değiştirici sonuçlar doğuran bu müdahalelerinin serimlenmesine hasredilmiştir.
Articles by İbrahim Halil Üçer
The question “Why does magnet attract?” has always played the role of testing criteria for explanatory sufficiency of theories of nature which depend on sensible qualities. The reason for this is that the attraction of magnet has become the paradigmatic example of the special properties (idiotês - khawass), which are characterized as unexplainable, unknowable and strange because of their irreducibility to basic sensible qualities. While peripatetic and Galenic theories of nature cannot give any sufficient and coherent explanation for these properties, Alchemic tradition and particularist model of physical theories of the ancient and Islamic periods offer various explanations for them. Differing from these all, Avicenna criticized alchemic and particularist explanations and found a new way for explaining the magnetic attraction and the special properties in the explanatory framework of physical theories. This new way of explanation consists of dispensing with the theories which depend on sensible qualities and adopting a theory which depend on intelligible forms. The latter has two components which can be called as the theories of “the two excesses” and “the two meanings”. Until the emergence of the new natural philosophies in the seventeenth century, this new physical theory provided the explanatory sufficiency and legitimacy of nature-centered qualitative model. The first excess of the theory of “the two excesses” is physical and corresponds to natural dispositions arising from the elemental complexions, and the second excess is metaphysical and corresponds to divine effulgence transforming the dispositions into manifest reality through actualizing them. The first meaning of the theory of “the two meanings” is physical and corresponds to observable forms of natural substances and its second meaning is metaphysical and corresponds to the unobservable intelligible forms which play the role of metaphysical ground of observables. The distinction between sensible and intelligible meanings aims to explain all sensible properties with intelligible forms and play a central role in natural sciences, just like the role the distinction of essence and existence play in metaphysics. This article first describes the ways of rationalizations of special properties and magnetic attraction in the particularist and continuist physical theories. Then, it discusses how Avicenna’s new model of explanation naturalizes these special properties and how it supplants the nature-centered physical theories which depend on sensible qualities.
TÜRKÇE ÖZET
Mıknatıs neden çeker sorusu duyulur niteliklere dayalı doğa merkezli fizik teorisinin açıklayıcı yeterliliği için daima bir turnusol kağıdı olmuş ve duyulur niteliklere indirgeneme-diği için açıklanamazlık, bilinemezlik ve giderek gariplikle nitelenen istisnai özellikler alanının (idiotês / havâss) timsa-li haline gelmiştir. Antik dönemden başlayarak İbn Sina'ya gelinceye değin giderek genişleyen bu istisnai özellikler alanının Peripatetik ve Galenci doğa teorileri tarafından tutarlı bir açıklamasının verilemediği yerde, farklı bir nitelikçi model üzerinden ilerleyen el-Kîmyâ geleneği ile parçacıkçı model üzerinden ilerleyen Antik-Helenistik ve kelamî atomcu teorilerin devreye girerek yeni açıklamalar önerdiği görülür. İbn Sina en iyi Cabir b. Hayyan tarafından temsil edilen el-Kîmyâ modeli ile parçacıkçı modelleri dışlayarak, mıknatıs-sal çekimin de dahil olduğu istisnai özellikler alanını doğa merkezli teori içerisinde açıklamanın bir yolunu bulmuştur. Duyulur suretlere dayalı doğa merkezli teoriden akledilir suretlere dayalı bir doğa merkezli teoriye geçişi ifade eden bu yol, İbn Sina tarafından “iki fazlalık” ve “iki anlam” teorisi adını verebileceğimiz, Yeni-Çağ doğa felsefelerinin ortaya çıkışına değin doğa merkezli modelin yeterlilik ve meşruiye- tini muhafaza rolü üstlenen, bütünleşik bir teori ile döşenmiştir. “İki fazlalık” teorisi fiziksel altyapılar seviyesinden gözlemlenebilir aşikar özellikler alanına veya gerçek varlık seviyesine çıkışı açıklamayı hedeflerken, “iki anlam teorisi” ise gözlemlenebilir aşikar özellikler veya gerçek varlık ala- nından fiziksel altyapılara doğru gidişin rasyonalitesini inşa etmeyi hedefler. “İki fazlalık” teorisindeki ilk fazlalık fiziksel olup fiziksel karışımlar ertesinde ortaya çıkan doğal istidat- ları ifade ederken, ikinci fazlalık ise metafiziksel olup yarı- varlık durumundaki istidatları bilfiil hale getiren ilahi varlık feyzini ifade eder. “İki anlam” teorisindeki birinci anlam fiziksel olup duyulur suretleri ifade ederken, ikinci anlam metafiziksel olup duyulur suretler ve özelliklerin altında ya- tan gözlemlenemez akledilir ilkeyi ifade eder. Gözlemlenebilir özelliklerin gözlemlenemez ilkelere atıfla açıklanmasını öneren ve akledilir suretlerle duyulur suretler arasındaki bir ayrıma dayanan “iki anlam teorisi” sadece havâss alanını doğallaştırarak normal özelliklerle eşitleme sonucu vermemiş, İbn Sina’nın varlık-mahiyet ayrımının metafizikte üst- lendiği role benzer bir işlevi fizikte ifa etmiştir. Bu makalede mıknatıssal çekim özelliği örneğinde, havâss alanının par- çacıkçı ve nitelikçi fizik teoriler içerisinde nasıl rasyonalize edilmeye çalışıldığı ve nihayetinde ne tür bir bilinemezlik sahası yarattığı ele alındıktan sonra, İbn Sina’nın yeni doğa felsefesinin bu gariplikler alanını hangi teoriler aracılığıyla doğallaştırdığı ve kendisini hangi yollarla duyulur niteliklere dayalı fizik teorinin yerine ikame ettiği ele alınmaktadır.
Varlık tarzı ve yeri açısından bakıldığında Eflatun için gayri maddî, bizatihi kaim metafizik ilkelere tekabül eden suretin Aristoteles’te maddî, tikel cevherlerle kaim fizik ilkelere dönüşünce Eflatun’daki kullanımına nispetle eşadlı bir söyleyiş elde ederek yeni işlevler kazanmış olması bunu gösterir. Terimin bu yolla ilerleyen kavramsal dönüşümler tarihinde Eflatun’dan sonra, Aristoteles’in ve Yeni-Eflatuncuların müdahaleleri önemli dönemeçlere karşılık gelir. İbn Sînâ’nın kendine özgü teorik ayrımlar etrafında terimi yeniden ele alma teşebbüsleriyle ortaya çıkan özgün suret teorisi, bu dönüşümler tarihi açısından yeni bir kırılma noktasına işaret eder. Elinizdeki çalışma eş-Şeyhu’r-reîs’in suretin ontolojisi açısından makas değiştirici sonuçlar doğuran bu müdahalelerinin serimlenmesine hasredilmiştir.
The question “Why does magnet attract?” has always played the role of testing criteria for explanatory sufficiency of theories of nature which depend on sensible qualities. The reason for this is that the attraction of magnet has become the paradigmatic example of the special properties (idiotês - khawass), which are characterized as unexplainable, unknowable and strange because of their irreducibility to basic sensible qualities. While peripatetic and Galenic theories of nature cannot give any sufficient and coherent explanation for these properties, Alchemic tradition and particularist model of physical theories of the ancient and Islamic periods offer various explanations for them. Differing from these all, Avicenna criticized alchemic and particularist explanations and found a new way for explaining the magnetic attraction and the special properties in the explanatory framework of physical theories. This new way of explanation consists of dispensing with the theories which depend on sensible qualities and adopting a theory which depend on intelligible forms. The latter has two components which can be called as the theories of “the two excesses” and “the two meanings”. Until the emergence of the new natural philosophies in the seventeenth century, this new physical theory provided the explanatory sufficiency and legitimacy of nature-centered qualitative model. The first excess of the theory of “the two excesses” is physical and corresponds to natural dispositions arising from the elemental complexions, and the second excess is metaphysical and corresponds to divine effulgence transforming the dispositions into manifest reality through actualizing them. The first meaning of the theory of “the two meanings” is physical and corresponds to observable forms of natural substances and its second meaning is metaphysical and corresponds to the unobservable intelligible forms which play the role of metaphysical ground of observables. The distinction between sensible and intelligible meanings aims to explain all sensible properties with intelligible forms and play a central role in natural sciences, just like the role the distinction of essence and existence play in metaphysics. This article first describes the ways of rationalizations of special properties and magnetic attraction in the particularist and continuist physical theories. Then, it discusses how Avicenna’s new model of explanation naturalizes these special properties and how it supplants the nature-centered physical theories which depend on sensible qualities.
TÜRKÇE ÖZET
Mıknatıs neden çeker sorusu duyulur niteliklere dayalı doğa merkezli fizik teorisinin açıklayıcı yeterliliği için daima bir turnusol kağıdı olmuş ve duyulur niteliklere indirgeneme-diği için açıklanamazlık, bilinemezlik ve giderek gariplikle nitelenen istisnai özellikler alanının (idiotês / havâss) timsa-li haline gelmiştir. Antik dönemden başlayarak İbn Sina'ya gelinceye değin giderek genişleyen bu istisnai özellikler alanının Peripatetik ve Galenci doğa teorileri tarafından tutarlı bir açıklamasının verilemediği yerde, farklı bir nitelikçi model üzerinden ilerleyen el-Kîmyâ geleneği ile parçacıkçı model üzerinden ilerleyen Antik-Helenistik ve kelamî atomcu teorilerin devreye girerek yeni açıklamalar önerdiği görülür. İbn Sina en iyi Cabir b. Hayyan tarafından temsil edilen el-Kîmyâ modeli ile parçacıkçı modelleri dışlayarak, mıknatıs-sal çekimin de dahil olduğu istisnai özellikler alanını doğa merkezli teori içerisinde açıklamanın bir yolunu bulmuştur. Duyulur suretlere dayalı doğa merkezli teoriden akledilir suretlere dayalı bir doğa merkezli teoriye geçişi ifade eden bu yol, İbn Sina tarafından “iki fazlalık” ve “iki anlam” teorisi adını verebileceğimiz, Yeni-Çağ doğa felsefelerinin ortaya çıkışına değin doğa merkezli modelin yeterlilik ve meşruiye- tini muhafaza rolü üstlenen, bütünleşik bir teori ile döşenmiştir. “İki fazlalık” teorisi fiziksel altyapılar seviyesinden gözlemlenebilir aşikar özellikler alanına veya gerçek varlık seviyesine çıkışı açıklamayı hedeflerken, “iki anlam teorisi” ise gözlemlenebilir aşikar özellikler veya gerçek varlık ala- nından fiziksel altyapılara doğru gidişin rasyonalitesini inşa etmeyi hedefler. “İki fazlalık” teorisindeki ilk fazlalık fiziksel olup fiziksel karışımlar ertesinde ortaya çıkan doğal istidat- ları ifade ederken, ikinci fazlalık ise metafiziksel olup yarı- varlık durumundaki istidatları bilfiil hale getiren ilahi varlık feyzini ifade eder. “İki anlam” teorisindeki birinci anlam fiziksel olup duyulur suretleri ifade ederken, ikinci anlam metafiziksel olup duyulur suretler ve özelliklerin altında ya- tan gözlemlenemez akledilir ilkeyi ifade eder. Gözlemlenebilir özelliklerin gözlemlenemez ilkelere atıfla açıklanmasını öneren ve akledilir suretlerle duyulur suretler arasındaki bir ayrıma dayanan “iki anlam teorisi” sadece havâss alanını doğallaştırarak normal özelliklerle eşitleme sonucu vermemiş, İbn Sina’nın varlık-mahiyet ayrımının metafizikte üst- lendiği role benzer bir işlevi fizikte ifa etmiştir. Bu makalede mıknatıssal çekim özelliği örneğinde, havâss alanının par- çacıkçı ve nitelikçi fizik teoriler içerisinde nasıl rasyonalize edilmeye çalışıldığı ve nihayetinde ne tür bir bilinemezlik sahası yarattığı ele alındıktan sonra, İbn Sina’nın yeni doğa felsefesinin bu gariplikler alanını hangi teoriler aracılığıyla doğallaştırdığı ve kendisini hangi yollarla duyulur niteliklere dayalı fizik teorinin yerine ikame ettiği ele alınmaktadır.
eş-Şifâ külliyatının Metafizik kitabında İbn Sînâ eylemlerimizin üç temel ilkesi bulunduğunu söyleyerek bunları en uzak, uzak ve yakın ilkeler şeklinde belirler. Yakın ilke eylemlerimizin fiziksel zemini olarak kasların hareketini ifade eder. Bu fiziksel zemini harekete geçiren şey arzu gücüdür. Arzumuzu şu ya da bu şeye yönelten ise düşünme ya da hayaldir. İbn Sînâ’ya göre arzu gücünü harekete geçiren en uzak ilke olarak fikir, pratik ahlaki tedebbürün bağımsız ilkesi olan fikrî erdeme karşılık gelir ve en genel olarak ilkelerini metafiziksel idrak seviyesini de içeren nazari erdemlerden alır. Hakiki eylem, pratik tedebbürün arzu gücünü yönelttiği gaye ile fiziksel seviyede gerçekleşen eylemin gayesi örtüştüğünde ortaya çıkar. Bir başka deyişle özgün insani eylem, uzak ilkesini pratik ahlaki tedebbürün zemini olan fikirde bulan eylemdir. Özgün eylemin karşısında İbn Sînâ’nın tabiriyle “abes” bulunur. Gerçek gayeden yoksun, eylem ortaya çıktığında bu eylemi niçin yaptığımıza ilişkin rasyonel bir gerekçe oluşturmakta zorlandığımız ve tekrar ettikçe anlam buharlaşmasına uğradığını fark ettiğimiz abes, şuurumuzun dışsal etkilere açık katmanından, yani tahayyülden doğar. Tahayyül katmanı bir aksülamel, bir infial, bir etkilenim sahasıdır..
Özet: İbn Sînâ, sureti, bir yandan feyzin ya da varlığın aşağı doğru akışının, diğer yandan bu akış neticesindeki türsel tahakkukun bir öğesi olarak değerlendirir. Birinci açıdan suret inişin (el-mebde, nüzûl, sudûr), dolayısıyla fâil nedenliğin bir parçası iken; ikinci açıdan, yükselişe (el-me‘âd, urûc) dayanak teşkil eden ontolojik yetkinleşme sürecinin bir parçasıdır. Surete atfedilen bu temel rolleri açıklamak üzere İbn Sînâ, suretin varlığı, cevherliği, oluştaki rolü, nedenliği ve maddeyle ilişkisine dair özgün bir teori geliştirmiş, antik-helenistik birikimden tevarüs ettiği felsefî meydan okumaları kendine özgü ayrımlar aracılığıyla çözüme kavuşturma çabası içerisinde Aristotelesçi suret düşüncesinde önemli dönüşümler meydana getirmiştir. Bu tez sunumunda, İbn Sînâ’nın suret tasavvuru ona özgü varlık-mahiyet ve zorunluluk-imkân ayrımları etrafında tartışılarak, filozofun, suretin felsefî içerimlerinde gerçekleştirdiği dönüşümler ele alınacak ve bu dönüşümler sayesinde İbn Sînâ’nın nasıl hem cevherî birliği hem de varlığa gelişi açıklama imkânı elde ettiği tartışılacaktır.
Özet: İbn Sînâcı isti‘dâd ve teheyyu’ teorisi, onun doğa felsefesinin en önemli unsurlarından biri olduğu ve Aristotelesçi dunamis anlayışına nispetle önemli yenilikler barındırdığı hâlde ikincil literatüre neredeyse hiç konu edilmemiştir. İbn Sînâcı isti‘dâd teorisine dair doğru bir anlayışa ulaşmak üzere, bu makale, söz konusu kavramları İbn Sînâcı zâti ve isti‘dâdî imkân ayrımıyla ilişki içerisinde ele almakta ve İbn Sînâcı doğal isti‘dâd teorisinin Aristotelesçi dunamise nispetle ne tür dönüşümler gerçekleştirdiği sorusuna cevap aramaktadır. Bu bağlamda İbn Sînâ’nın Aristoteles’in Yunanca-Arapça tercümelerinde görmemizin mümkün olmadığı isti‘dâd ve teheyyu’ terimlerini kullanırken, sadece yeni bir bilimsel jargona mı geçtiği, yoksa bu terimleri kullanmasına neden olan yeni bir kavramsal çerçeveye mi sahip olduğu meselesi; Aristoteles’in dunamis-heksis ayrımı, Afrodisiaslı İskender’in doğal güçler teorisi ve nihayet epitêdeiotês teriminin Yeni-Eflâtuncu şarihler Simplikios ve Filoponos’un elinde kazandığı anlamlarla karşılaştırmalı olarak tartışılmaktadır. Buna göre İbn Sînâcı isti‘dâd ve teheyyu’ fiile yönelik tam bir münasebet anlamını ifade eder ve Aristotelesçi dunamis-heksis teorisinde iki önemli dönüşüm gerçekleştirir. Bunlardan birincisi, doğal güçlerin birinci bilkuvvelikten birinci bilfiilliğe geçişi (oluş) esnasındaki farazi zorunluluğu ortadan kaldırır ve “bilkuvvelik, şartlar uygun olduğu ve engel bulunmadığı sürece hareket aracılığıyla zorunlu olarak bilfiil hâle gelir” önermesini, “bilkuvvelik, şartlar uygun olduğu ve engel bulunmadığı sürece, hareketler aracılığıyla özelleşerek fiile yönelik tam bir münasebet elde eder” şekline dönüştürür. İbn Sînâ’nın yarattığı ikinci dönüşüm ise doğal heksis anlayışıyla ilgilidir ve birincisinin gereği olarak ortaya çıkar. Burada İbn Sînâ, sınır seviyedeki nitelikler olan ve hiçbir şekilde fiille özdeşleşmeyen isti‘dâdların fiil ertesindeki tahakkukundan ibaret olan hey’etleri fiilden keskin bir şekilde ayırır ve onları akledilir suretlerin duyulur gereklerine dönüştürür. Her iki durumun ortak noktası, gücün, kaynağını Akıl’da bulan akledilir ilkeye bağlı olarak bilfiillik kazanması ve bizatihi kâbilin hiçbir şekilde zorunluluk ima etmemesidir. Anahtar Kelimeler: İbn Sînâ, doğal güçler, Aristoteles, dunamis, heksis, epitêdeiotês, isti‘dâd, teheyyu’.
Anahtar Kelimeler: İbn Sînâ, akletme teorisi, akıl ve akledilir ilişkisi, bilen-bilinen özdeşliği, temsil teorisi.
Abstract: The question of what sort of a relation the human rational soul has with the object of thought in the course of actual intellection is one of the major problems of Avicenna’s epistemology. On this question, Avicenna inherited a wide range of interpretations around the theory of the identity of intellect and intelligible that was introduced in De Anima 3.4 by Aristotle. This study aims to establish the final position of Avicenna with respect to this theory. However, there are certain difficulties in determining his original view and final position on this issue. In his early work al-Mabdaʾ wa-al-maʿād he accepts the position of identity, yet in the later al-Shifāʾ/al-Nafs and al-Ishārāt, he sharply refutes a similar stance that he attributed to Porphyry, though the real opponent remains unacknowledged, and holds the opinion of the immaterial representation of the intelligibles. Yet again, he still uses a language of unity (ittiḥād) in the works posterior to al-Shifāʾ/al-Nafs. In order to solve this apparent inconsistency and determine the real view of Avicenna, this article offers an aporetic reading of relevant passages in Avicenna’s works. For this reading, Avicenna held the view of identity in al-Mabdaʾ where he lacked a distinction between the direct self-awareness and indirect self-intellection. However, from on al-Shifāʾ/al-Nafs in which he set the ground for this distinction he moved on to the theory of representation and kept at this attitude consistently in later works. The questions of, what is the location of Avicenna’s theory of representation in the history of problem, and the possible identity of the real opponent or opponents to whom Avicenna attributed Porphyrian position form the other points that this article is concerned with.
Avicenna, theory of intellection, the relation of intellect and intelligible, the identity of knower and known, the theory of representation.