Location via proxy:   [ UP ]  
[Report a bug]   [Manage cookies]                
bir belge Minyatür Bir Tanzimat Ülkesi: Lübnan ve 1861 Lübnan Vilayet Nizamnamesi Erkan Tural∗ 2005 Şubatında Lübnan eski Başbakanı Refik Hariri’nin aracına düzenlenen bombalı saldırının hemen ardından yazılı ve görsel basın bir kez daha -ancak kuşkusuz son olarak değil- Lübnan’ın o çok bilinmeyenli toplumsal denkleminden hareket ederek olayı gündemlerine taşımışlardı. Denklem yüz elli yılı aşkın bir süreden beri içinden çıkılmazlığını muhafaza ederken süreç içerisindeki iç ve dış eklenmeler sorunu giderek büyüyen bir problem yumağı haline getirmiştir. Yazımızın sonunda da çevirisini sunduğumuz 1861 Lübnan Vilayet Nizamnamesi ile Bâb-ı âli, bölgedeki sorunların üzerine I. Dünya Savaşı’na değin gece kadar karanlık bir örtü çekerken aynı zamanda Akarlı’nın nitelendirmesi ile uzun -ve belki de tek- barış sürecini başlatmıştır. I. Dünya Savaşı sırasında imzalanan gizli anlaşmaların doğrultusunda toplanan savaş sonu kongreleri, halkların özlemlerinden ziyade kendi emperyal mantıkları ile hareket ettiklerinden ortaya en güzel örneklerinin Orta Doğu’da bulunduğu sınırları cetvel ile çizilmiş pek çok hayali ulus-devletlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bereketli hilal kuşağında yer alan söz konusu ülkelerin günümüzde hâlâ cemaat anlayışı ile hareket ederek sınırları değiştirmek istemesi bölgenin Balkanlaşması değil ama giderek Lübnanlaşma tehlikesi ile karşı karşıya olduğunun bir göstergesidir. Sorunun bugün tam ortasında Irak bulunmaktadır. Halihazırda Sünniler, Şiiler ve Kürtler arasında parçalanma tehlikesi yaşayan ülkenin akıbetinin Lübnan’a benzeyeceği yolunda çeşitli yorumlar yapılmaktadır. On dokuzuncu yüzyıla girilirken Osmanlılara tarafından Cebel-i Lübnan olarak adlandırılan bölge tam anlamıyla bir mezhepler mozaiğinden oluşuyordu. Hıristiyan Maruniler, Dürziler, Rum Katolikleri ve Ortodoksları, Ermeni ve Yahudi cemaatlerinin bir arada yaşadığı bölge Avrupa ticari kapitalizminin içine çekildikçe toplumsal iktidar ka∗ TODAİE, Asistan. Çağdaş Yerel Yönetimler, Cilt 14 Sayı 2 Nisan 2005, s. 65-91. 66 Çağdaş Yerel Yönetimler, 14 (2) Nisan 2005 lıpları şekil değiştirmiş ve daha önce örneğine rastlanmayan bir şekilde din kavgaları yapılmaya başlanmıştı. Bölgenin sedir ağaçları bu akımın rüzgarıyla sert bir şekilde sarsılırken Tanzimat sürecinin bu en çetin sorununa Bâb-ı âli kalem efendileri yeni devrin adabına uygun düzenlemelere giderek sorunu ortadan kaldırmaya çalıştılar. Yapılan düzenlemeler 1861 Lübnan Vilayet Nizamnamesi ile nihai noktasına ulaştı. Yasanın ilk Osmanlı Vilayet Nizamnamesinden sadece üç yıl önce hazırlanması ve kendinden sonraki süreci derinden etkilemiş olması Lübnan laboratuarının dikkatli bir şekilde incelenmesini gerekli kılmaktadır. İç Savaş Sonrası / Öncesi ... Şubat ayında Refik Hariri’nin Nisan ayında da Suriye aleyhtarı Rum Ortodoks gazeteci Semir Kesir’in öldürülmesi üzerine bölgenin Fransızlardan hamiliğini üstlenmiş olan ABD, olaylarla ilgili olarak derhal Suriye’yi hedef tahtasına koydu ve ülkede yaşanan normalizasyon sürecini sabote etmekle suçladı. Ülke, 1989 yılında Taif’te imzalanan ve iç savaşı sona erdiren anlaşma ile önce Suriye ve İsrail işgallerini ortadan kaldırma daha sonra ise parlamento seçimlerine gitme kararı almıştı. İsrail işgal güçlerinin çekilmesi mayıs 2000, Suriye ordusunun Kuzey Lübnan’dan geri çekilişi ise tam beş yıl sonra 2005 Mayısında gerçekleştirildi. Her iki işgalde ülkeyi tam anlamıyla sıfır noktasına çeken ve 1975 Mayısında patlayan iç savaşın sonuçlarıydı.1 Ülke bu tarihte zaten son derece hassas bir denge üzerinde bulunuyordu ve Müslüman kesim artan nüfusuna karşın hâlâ 1922 nüfus sayımına göre hazırlanan anayasaya göre yönetilmekten duyduğu hoşnutsuzluğu dile getirmekteydi (Armajani-Ricks, 1986: 289).2 Hoşnutsuzluğun kanlı çatışmaya dönüşmesi için bir neden aranıyordu ve 1970’lerden beri Lübnan’ı yurt edinen Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) faaliyetleri bunu fazlasıyla sağlayacaktı. 1975 Nisanında Lübnan’da çatışmalar başladığı zaman ülke kendi içindeki bölünmüşlüğünün haricinde üç yüz bin kadar Filistinli mülteciyi de ağırlamaktaydı. Söz konusu mülteciler 1948, 1956 ve 1967 Arap – İsrail Savaşlarında İsrail’in topraklarını genişletmesiyle beraber topraklarından zorla çıkarılıp komşu ülkelere göç etmek zorunda kal- 1 Lübnan’ın mevcut etnik ve dinsel istatistiki kompozisyonu dahi hem geçmişten günümüze kadar yaşanan olayları kısmen anlamamıza yetecektir: Etnik yapı: Lübnan nüfusunun % 83'ünü Araplar oluşturmaktadır. Lübnan Araplarının % 63'ü Müslüman, % 8'i Dürzi, kalanı ise Maruni Hıristiyan’dır. % 11 oranında Rum vardır. Rumların % 59'u Ortodoks, % 41'i Katolik’tir. % 5 oranında Ermeni vardır. Ermenilerin tamamı, Ermeni kilisesi mensubu Ortodoks Hıristiyan’dır. % 1 oranında da Kürt vardır ve Kürtlerin tamamı Müslüman’dır. Din: Devletin resmi dini yoktur. Halkın % 59.5'i Müslüman’dır. Müslümanların % 60'i Şii, % 40'i Sünni’dir. Yaklaşık % 7 oranında da Dürzi vardır ki bunlar da Müslümanlar arasında gösterilmektedir. Ancak Dürzilerin inanç ilkeleri İslam’ın inanç ilkelerinden çok uzaktır. Lübnan nüfusunun % 20'sini Maruni Hıristiyanlar oluşturur. Maruniler Arap Katoliklerdir. Ancak bazı konularda diğer Katoliklerden ayrılmaktadırlar. Yaklaşık % 5.5 oranında Rum Ortodoks, % 3.4 oranında Rum Katolik, % 3.4 oranında da Ermeni Ortodoks mevcuttur. 2 Sorunun nirengi noktalarından birini süreç içerisinde asla bir ulus olmamış Lübnan sınırları içerisine bir takım anlaşmalarla hapsedilen halkın tek ortak noktası konuştukları dil olmuştur. Maruniler köken olara kendilerini Fenikelilere ve Bizanslılara bağlarken Müslüman kesim özellikle 1960’larda yükselen Nasırcılığın da etkisiyle giderek Arabizm akımına destek vermişlerdi, bkz. Karpat, 2001: 68-69; Armajani-Ricks, 1986: 288. Hükümet sistemi tüm mezheplerin oy esasına göre temsiline (confessionalism-ikrarcılık) dayanıyordu. Bu ise devlet idaresinde inanılmaz bir dengenin tutturulmasını şart koşuyordu. İdari yapının ayrıntıları için bkz. Salem, 1967: 488-502. Bir Belge 67 mışlardı.3 Mültecilerin ilk durağı Ürdün olmuştu. Ancak İsrail’in “Filistinliler nerede ise oraya saldırma” stratejisi gereği bu politikadan nasibini alan Ürdün, İsrail ordusunun hedefi olmaya başlayınca Filistinli gerillaları ülke dışına çıkarmaya başlamıştır (Held, 1989: 217). Ürdün’ün bu politikasını kendi genişleme amaçlarına uygun bulmayan Suriye sınır aşırı bir hareket için ordusunu hazırlamaya başlayınca önce ABD daha sonra da İsrail tarafından sert bir şekilde uyarılmıştır. Sonuç olarak Arafat ile Ürdün Kralı Hüseyin arasında imzalanan anlaşma sonucunda FKÖ’nün Lübnan macerası başlamıştır (Anderson, 2000: 114). Bununla beraber ülkedeki silahlı grubun sadece FKÖ olmadığı da bilinmelidir. Ülke içindeki neredeyse tüm gruplar benzer bir milis teşkilat oluşturma yoluna gitmişlerdi.4 Sadece bu gelişme bile yakında çıkacak iç savaşın ne kadar kanlı geçeceğinin bir göstergesi idi. Fransızlar Dünya Savaşı sonrasının emperyal iklimi içerisinde “Büyük Lübnan”ı kurarken siyasi yapıyı mevcut cemaat ilişkilerine göre kompartımanlara ayırmıştı. Yapılan nüfus sayımına göre çoğunluğu elinde bulunduran Hıristiyanlar, parlamento ve hükümet birimlerinin de büyük bir kısmını ellerinde bulunduruyordu. Cumhurbaşkanlığı, Hıristiyan nüfusun en geniş bölümünü oluşturan Maruniler’e verilirken başbakanlık Sünni Müslümanların meclis başkanlığı da Şiilerin elinde bulunuyordu. Devletin tepesinden aşağı doğru uzanırken bu çok parçalı yapılanma daha da çeşitlilik kazanıyordu. Hıristiyanlar aşağıda daha ayrıntılı anlatacağımız üzere ekonomik varsıllıkları ve Batı ile olan yakın ilişkileri dolayısıyla toplum içinde son derece ayrıcalıklı bir yeri işgal ederken nüfusu arttığı halde bunu siyasal statüsüne yansıtamayan Müslümanlar durumdan oldukça şikayetçi olmaya başlamışlardı. Lübnan’da İç Savaş ... Lübnan İç Savaşı, 1975 yılının Şubat - Mart aylarında Hıristiyan - Müslüman çatışması ile başladı. Hükümetin balık avı imtiyazını bir Hıristiyan şirkete vermesi üzerine Sayda’da halkın çoğunluğunu oluşturan Müslümanlar, hükümet ve Hıristiyanlar aleyhine gösterilerde bulundular.5 Gösterilerin silahlı çatışmaya dönüşmesi üzerine son derece 3 Bu arada Avrupa’nın sorunu nasıl okuduğuna dair en açık örnek Avrupa Konseyi Parlamenter Asamble Üyesi Eeklen’in yazısıdır. Öze dokunmaktan dikkatle kaçınan Eekelen, pek çok kırtasiye ürünü prosedüre boğduğu yazısında Lübnan meselesinin kökeninde Filistin sorununun yattığını ileri sürmektedir. Bu evveliyatı 19. yüzyıla kadar giden kapsamlı sorunu, 20. yüzyılın ortalarında çıkmış bir mesele olarak görmektir ki, tarih bilincinin olmaması bir tarafı sık sık müdahil oldukları bir olayın daha ne olduğunu dahi bilmedikleri gibi bir sonuç çıkmaktadır, bkz. W.F. Eeklen, “Lübnan Buhranı”, Avrupa Konseyi Dergisi, S. 2-3, 1982, ss. 30-32. 4 “İsrail ve Suriye gibi Amerika ve Sovyetler Birliği’ne bağlı iki ülke Lübnan’ı iyice çıkmaza sokmuşlardı. Sünni ve Şii Müslüman gruplar, Hıristiyan falanjistler, FKÖ militanları ve ufak tefek öteki gruplar ükede hakimiyet için silaha sarılmışlardı ama birlikte hepsinin geleceği tehlikeye düşmüştü. Lübnan’da sadece bu grupların kavgası yoktu, Maruniler, Dürziler, Humeyni yanlısı Şiiler, Libya yanlısı gruplar, Ermeniler, Süryaniler ve sayısı bini geçmeyen başka topluluklarda silaha sarılmışlardı”, bkz. Olaylara Bakış, S. 22, 17-24 Şubat 1984, ss. 16-17. Bir başka “Olaylara Bakış” sayısında “Lübnan veya 2. Vietnam” başlıklı bir yazıda bölgede 15 ayrı silahlı grubun olduğunu yazar ve şöyle bir döküm çıkarır: 1- Lübnan Ordusu 2- Falanjistler (Marunilerin milis teşkilatı) 3- Dürziler 4- Emel Grubu (Lübnanlı Şii örgüt) 5- Suriye Birlikleri 6- Filistinli gerillalar 7- İsrail Kuvvetleri 8- Haddad Kuvvetleri (İsrail’e bağlı Hıristiyan milisler) 9- Maribitun (Sünni milisler) 10- ABD askerleri 11- Fransız askerleri 12- İtalyan askerleri 13- İngiliz askerleri 14- Libya askerleri 15- Ermeni askerleri bkz. Olaylara Bakış, S. 14, Kasım 1983, s. 25. 5 1975 İç Savaşı’nı ateşleyen balık imtiyazı bir anlamda ülkedeki sınıfsal ayrışmayı da gözler önüne seriyordu. İktidarın büyük ortağı Maruniler, 1800’lü yılların başından itibaren Batı sermayedarları ile son derece yakın ilişkiler kurmuşlar ve özellikle II. Dünya Savaşı’ndan sonra bu birliktelik çok daha sembiyotik bir bağ haline 68 Çağdaş Yerel Yönetimler, 14 (2) Nisan 2005 kanlı sokak çatışmaları yaşandı. İlk zamanlarda Müslümanların mühimmat açısından Filistinliler tarafından desteklenmiş olması da Filistinlilerin olaylara olan etkisini göstermesi açısından önemlidir. Nisan ayında çatışmalar artık başkent Beyrut’a sıçramıştı. Özellikle 13 Nisan’da Filistinli çocukları taşıyan okul otobüsüne yönelik Hıristiyan Marunilerin milis örgütü faşist Falanjistlerin saldırısı olayları geri dönülemez bir çizgiye çekmiştir. Olaylar kısa sürede Lübnan’ın diğer büyük şehirleri Sayda ve Trablus’a da sıçramış yıl ortasına kadar yaklaşık 2300 kişi hayatını kaybetmiştir (Armaoğlu, 1983: 731). Beyrut’a bu şekilde adım atan iç savaş, Orta Doğu’nun Paris’i olarak anılan kenti kısa sürede kimlik değiştirmeye zorlamıştır. Yaklaşık yetmiş küsuru bulan yabancı banka sayısından da tahmin edileceği üzere tüm Orta Doğu’nun finans merkezi olan Beyrut’un Maruniler, Sünniler ve Şiiler arasında yaşanan savaşa meydan olması üzerine söz konusu yatırımcı çevre ve varsıl Lübnanlılar ülkeyi terk etmeye başladılar.6 İç savaş nedeniyle ülkenin kontrolünün idarecilerin elinden çıktığına dair en somut örnek yine bu sıralarda yaşandı. Cumhurbaşkanı Süleyman Franjiye, ülkede tekrar huzurun sağlanması için Sünni lider Raşit Kerem’i başbakanlığa getirdi. Kerami, ülkedeki Hıristiyan ve Müslüman kesimlerin mevcudiyetlerini incelikle düşünerek hazırladığı kabine hemen icraata başladı ancak her iki taraf bu aşamadan itibaren iyi niyetten daha fazlasını oldukça açık bir şekilde dile getiriyorlardı. Müslümanlar, yeni bir nüfus sayımı ve buna dayanacak bir anayasa ve hükümet sistemi talebinde bulunurken Hıristiyanlar her şeyden önce Müslümanların silahlarını bırakmalarını istiyordu (Armaoğlu, 1983: 732). Çatışmalarda artan Filistin etkisi olayların rengini de değiştirmişti. Önce İsrail daha sonra da Ürdün ordusu ile çatışan FKÖ gerillaları iç savaşın oldukça acımasız bir boyut kazanmasına yol açacaktı. 1976 yılında olaylara müdahale eden Suriye her iki tarafın orta bir yol bulması için aracılık etmeye çalıştı. Çalışmalar 21 Ocak 1976’da meyvelerini vermiş ve her iki taraf arasında sağlanan uzlaşma ile parlamentoda eşit temsil sağlanmış, cemaatlere tahsis edilen kota kaldırılmış ve başbakanın parlamento tarafından belirlenmesi yöntemi kabul edilmişti. Yeni sistemin ilk cumhurbaşkanlığına Elias Sarkis getirilmişti (Armaoğlu, 1983: 732). Ancak savaşın artık sadece bir eşit temsil problemi olmadığı, çatışmaların hız kesmeden devam etmesiyle ortaya çıkmıştı. Yüzyıllardan beri birbirlerine karşı diş bileyen toplumlar sorunun oy sandığı ile değil kanla çözüleceğine inanmışlar ve iktidar mücadelelerini bu şablona göre vermeye başlamışlardır. Lübnan Devleti’ne bağlı ordunun da tasfiye olması tam da bu sırada gerçekleşti. Lübnan hükümetinden daha öncesinde İsrail’e karşı kendini savunma hakkı çerçevesinde silahlı direniş hakkını koparan Filistinliler, bu haklarını elinden almak isteyen hükümete karşı ordu içindeki Müslüman subayları ayaklanmaya davet ederek cevap verdi. Lübnan dönüşmüştür. Ülkeyi Orta Doğu’nun İsviçre’si haline getiren süreç Marunilerin dışındaki kesimlere yoksulluktan başka bir şey getirmemiştir. Bu nedenledir ki, küçük üretici birlikleri en sert eleştirilerini ABD uydusu gibi hareket eden banka ve diğer yatırım şirketlerine yöneltmişti. Bu nedenledir ki, çiftçi, işçi, serbest meslek sahipleri Maruni denetimindeki iktidara karşı gittikçe bir araya gelmeye başlamışlardı. Bkz. Armajani-Ricks, 1986: 294-295; Owen-Pamuk, 2002: 214-215. 6 Özellikle Amerikan güçleri denetiminde yapılan tahliye işlemlerinin renkli bir anlatımı için bkz. Olaylara Bakış, S. 24, 2-9 Mart 1984, ss. 41-43. Bir Belge 69 ordusu aslında devleti oluşturan yelpazenin bir yansımasıydı. Çoğunluğu Müslümanlardan oluşan Lübnan Ordusu, Maruni Hıristiyan subaylar tarafından idare ediliyordu. Filistinlilerin çağrısı üzerine başlarındaki subayları deviren ordu mensupları artık devletin değil kendi cemaatlerinin silahlı birlikleri haline geldiler. Filistinlilerin olaylardaki etkilerini değerlendiren Marunilerin milis grubu Falanjlar bunun üzerine Filistin mülteci kamplarına yönelik son derece ağır saldılar düzenlemeye başladılar (Armaoğlu, 1983: 733; Held, 1989: 209). Bu ise sonu Suriye işgali ile bitecek olayların tetiğini çekmiştir. Lübnan’da iç savaşın başlaması sonrasında Suriye zaten derhal müdahalede bulunarak taraflar arasında ateşkes sağlamaya çalışmış ancak bu hareketi ilişkileri hiç de iyi olmayan diğer Orta Doğu ülkeleri İsrail ve Mısır’dan sert tepki görmüştü. Ancak 1976 yılında Riyad’da düzenlenen Arap zirvesinde Lübnan meselesi tartışılmış ve Suriye’nin halihazırda Lübnan’da bulunan ordusunun “Arap Barış Gücü” olarak görülmesine ve masraflarının Arap ülkeleri tarafından karşılanmasına karar verilmişti. Böylece varlığını 2005 mayısına kadar sürdürecek Lübnan’ın kuzey taraflarını Suriye kontrolüne bırakan eylem meşrulaştırılmış oluyordu (Odeh, 1986: 278-285). Suriye’nin nefesini sürekli olarak Lübnan’ın ensesinde hissettirmesi irredantist özlemlerinden besleniyordu ve bu özlemlerin kesişme noktası, I. Dünya Savaşı’ndan sonra gerçekleşmesine ramak kalan “Büyük Suriye Devleti”ydi. Büyük Suriye’den Büyük Lübnan’a ... San Remo Konferansı’ndan bir ay önce Suriye ileri gelenleri Şam’da toplanmışlar, Filistin ve Lübnan’ı da içeren “Büyük Suriye Devleti”nin kurulduğunu ilan etmişlerdi (Yerasimos, 1994: 170). Devletin başına ise Hicaz Şerifi Hüseyin’in oğlu Faysal kral olarak geçirilmişti.7 Ancak işler Suriye eşrafının istediği gibi gitmedi ve Fransa savaş sırasında İngiltere ile yaptığı Sykes-Picot Anlaşması doğrultusunda San Remo’da yeni kararlar alarak Filistin’i İngiltere’ye bıraktı ve kendisine ayırdığı Lübnan ve Suriye’yi de birbirlerinden ayırdı.8 Bölgeden kendisine karşı yükselebilecek ayaklanmalara karşı da 90.000 kişilik bir orduyu Şam’da konuşlandırdı. General Gouraud, kendileri yerine ülkenin milliyetçi söylemlerinin peşine takılan Faysal’ı da tahtından indirerek sınır dışı etti. Suriye’de federal bir idare örgütleyen Fransızlar, daha da ileri giderek Lübnan topraklarını eskisinin iki katına çıkararak “Büyük Lübnan Devleti”ni kurdu (Fromkin, 1989: 437). Coğrafi temeli Lübnan dağı olan bu yeni siyasi bölgeye Fransızlar Sünni Müslüman ve Rum Ortodoksların yaşadığı Trablus bölgesi ile Şiilerin çoğunlukta olduğu güney Sayda ve doğusundaki Bekaa vadisini de ekledi (Heiberg, 1984: 33). Fransızlar, 1861 yılında Bâb-ı âli tarafından uygulanan yöntemi bu sefer kendi denetiminde yeİngiltere saflarında Osmanlı Devleti’ne karşı savaşan Emir Hüseyin’in oğlu Faysal, savaş sonrasında Fransız güdümüne bırakılan topraklarda ütopik “Büyük Suriye Devleti” projesini hayata geçirmek için bir yandan bölgenin büyük toprak sahibi statükocu çevrelerini diğer yandan bağımsızlık yanlısı Arabist çevreyi ve öte taraftan bölgenin yeni efendisi Fransızlar arasında çok tehlikeli bir denge oyununun içerisinde bulmuştu kendisini. Kuşkusuz böyle bir iktidar yapılanması karşısında Faysal’ın pragmatik manevraları dahi kendisine tahtı getirmeyecekti, bkz. Fromkin, 1989: 433-437. 8 19-26 Nisan 1920’de İtalya’nın San Remo kentinde düzenlenen konferansta manda rejiminin nerelerde uygulanacağına dair kararlar alınmıştır. Buna göre Osmanlı Devleti’nin eski Suriye topraklarında “A tipi” manda oluşturarak Kuzey kesimi (Suriye ve Lübnan) Fransa’nın, Güney kesimi (Filistin ve Ürdün) İngiliz yönetimine bırakılmıştır. % 25’lik bir hisse karşılığında Fransa, Musul’u da İngilizlere terk etmişti, bkz. Dedeoğlu, 2002: 17. 7 70 Çağdaş Yerel Yönetimler, 14 (2) Nisan 2005 niden uygulamaya koydu. Fransız “Grand Liban”ını (Büyük Lübnan) devlet başkanlığından en küçük idari birime kadar din grupları arasında dengeli bir şekilde dağıtılacaktı.9 Dağıtımda aslan payı ise yüzyıllardır 1922 nüfus sayımı kararlarına göre çoğunluk olarak görülen Marunilere tanınmıştı. General Gouraud, bölgenin en önemli direniş odağı olarak gördüğü Dürzileri kendi yanına çekmek adına bu cemaatin en önde gelene ailesi Atraşlara bağımsızlık vaad etmişti. Bağımsızlığın 1922 Nisanında tanınmasından hemen sonra olaylar, Dürzilerin aleyhine gelişmeye başladı. Gouraud yerine atanan yeni General Sarrail tüm bu hakları geri aldı ve son derece keyfi bir idare ile Suriye bölgesini yönetmeye başladı. Beklenen Dürzi ayaklanması gecikmedi ve iki yıl boyunca Fransızları fazlasıyla uğraştırdı. General Sarrail, Gouraud’un vaad ettiklerinden daha fazlasını yapmak zorunda kaldı ve koşullu olarak 1926 Mayısında Lübnan, 1930 Mayısında da Suriye’nin bağımsızlıklarını tanımak zorunda kaldı (Armaoğlu, 1983: 198). Lübnan’ın ayrı bir devlet olarak ilan edilmesi ve tahminlerin ötesinde genişlikte bir toprak parçası üzerinde kurulması “Büyük Suriye” projeleri Fransızlarca ağır bir şekilde yerle bir edilen Suriye eşrafını rahatsız etmişti. Suriyelilere göre sadece Lübnan’a eklenen topraklar değil Lübnan’ın kendisi dahi Suriye’ye aitti. Suriyeliler bu yayılmacı argümanlarını ise son derece ilginç bir şekilde Osmanlı vilayet sistemine dayanarak açıklıyorlardı. Suriye tezlerinin dayanak noktası ve 1861 Nizamnamesi, I. Selim’in Mısır seferi ile başlayan Osmanlı’nın Suriye öyküsünü incelemeyi zorunlu kılmaktadır. Osmanlılar Suriye’de ... Şah İsmail’e karşı yapılan İran Seferi sırasında Çerkes Memluklularının İran tarafını tutması Suriye ve Mısır’ın Osmanlı topraklarına ekleneceği I. Selim’in 1516 tarihli Mısır seferine neden olmuştu (Ahmet Rasim, 1966, 61). Memluklar zamanında bölge Mısır merkez eyalet ve Suriye’deki yedi nibayetten oluşuyordu: Gazze, Safed, Karar, Şam, Trablusşam, Hama ve Halep. Osmanlılar, Bilad-eş-şam’ın (günümüzün Suriye, Lübnan, İsrail işgali altındaki Filistin ve Ürdün) idari yapısını bir hayli basitleşirdiler ve dört eyalete böldüler. Halep (1521), Şam (Cebel-i Lübnan ve Kudüs sancaklarını kapsıyordu 1516-1517), Trablusşam (1570 dolayları) ve Rakka (1594 dolayları) (Raymond, 2000: 173). Osmanlı fethi ile beraber Tanukh-Butur sülalesinin Lübnan hegemonyası sona ermiş ve Maan ailesi geniş ayrıcalıklarla Lübnan’ın başına geçirilmiştir (1516). Yörenin ilk emiri I. Fahreddin el- Maan emirlik beratını I. Selim’in elinden almıştır. Ancak Fahreddin kendinden önceki sülalenin idari pratiklerine ve tavsiyelerini dinlemiş ayrıca bölgenin diğer önemli aileleri olan Dürzi Yazbaki ve Canbulatlara karşı da son derece hoşgörülü bir yönetim sergilemiştir (Hitti, 1965: 157). Bölgenin idaresi 17. yüzyıl sonlarına kadar Maan ailesinde kalmış fakat bu tarihte sülalenin yeni bir halef çıkaramaması üzerine Lübnan eşrafı 1697’de Samqaniyah’ta bir araya gelerek emirliği Şihab ailesine bırakmışlardır. Kökleri Kureyş ailesine kadar dayanan Şihab ailesi bölgeye Havran’dan gelmiş Müslüman bir sülaleydi. Gerek Maan olsun Gerek Şihabi ailesinin olsun Osmanlı idaricilerinin gözünde emir olmaktan ziyade 9 Raymond, Fransa’nın “Grand Liban” adımını Orta Doğu tarihinin en kritik dönemeçlerinden biri olarak yorumlamış ve o sırada Marunilerin lehine yaratılan sistemin, 1975 İç Savaşı’nın bir numaralı nedeni olduğunu ileri sürmüştür. Bkz. Raymond, 2000: 174. Bir Belge 71 asıl kimlikleri mukataacı aileler olmasında yatmaktadır.10 16. yüzyıldan itibaren Osmanlı toprak sisteminin özünü oluşturan Tımar sistemi gittikçe dejenere olmaya başlamış ve bunun sonucunda merkeze nakdi ödeme sağlayan malikane ve mukataa sistemleri gibi toprak idare üniteleri ortaya çıkmıştı. Mukataa sisteminin diğerinden farkı kirasının senelik olması ve tasarrufunun kaydı hayat karşılığı olmamasıydı (Pakalın, C.II, 1993: 578). Bu nedenle de Lübnan’da Şihab ailesi dışında pek çok mukataacı aileler bulunuyordu. Söz konusu sınıf bölgenin en üst tabakasını oluştururken bunların altında savaşçılar, köylüler ve esnaf sınıfları bulunuyordu. Toplumun en tepesinde ise mukataacı aileler tarafından seçilen ve Sultan tarafından onaylanan bir Emir bulunuyordu (AbuHusayn, 2004). Dolayısıyla Lübnan Emiri çift taraflı bir sorumlulukla kuşatılmıştı. İlki sultanın bölgedeki temsilcileri olan Sayda Trablus ve Şam valilerine ikincisi ise bölgenin diğer mukataacı ailelerine karşı. Bölgede söz konusu aileler arasında yaşanan çekişmeler sık sık Emirin aracılığını gerekli kılmaktaydı. Kaba hatları ile Osmanlı öncesine kadar çekilebilecek bu toplumsal yapı Şihab ailesinin başa geçmesi ile birlikte başkalaşıma uğramaya başladı. Daha önce Maan ailesinde kimin başa geçeceği konusunda bölge eşrafı karar yetkisini elinde bulundururken Şihab ailesi bu yetki kullanımını süreç içerisinde sembolik bir şekle indirgedi. Örneğin neredeyse bir yüzyıl sonra kimin Emir seçileceğine yönelik yaşanan bir krizi Şihab ailesi yine kendi inisiyatifi ile elimine etmeyi başarmıştı (Polk, 1963: 10-12). Yine de Emir’in gücünün diğer ailelerin desteğinden soyutlanarak düşünülmesi imkansızdı. Bunun en iyi göstergesi 1775’te Cezzar Ahmet Paşa’nın Sayda Eyaleti’ne atanması ile başlayan ve içerisine Napolyon’un işgali ve Kavalalı’nın seferi ile nihayetlenen olaylarda görmek mümkündür. Cezzar’ın 1775-1804 yılları arasında süren Suriye valiliği aynı zamanda Beşir Şihab’ın prestijinin artış gösterdiği bir dönem olmuştur. Paşa’nın aldığı sert tedbirler ve uyguladığı mali önlemler kısa sürede bölge vergisinin üç katına çıkmasına yol açmış Paşa’nın istediği verginin karşılanması için ise Beşir Şihab diğer mukataacı ailelere karşı daha fazla baskı yapmak zorunda kalmıştır. Bu durum Beşir’i oldukça sevimsiz bir konuma itmişse de Paşa’dan aldığı destek nedeniyle bölgenin bir numaralı hükümranı haline gelmiştir.11 Şihab ailesinin emirlik konumunu tartışılmaz bir hale getiren hatta tam bir feodal idarenin bu sırada yaşandığına dair çeşitli görüşler de ortaya atılmıştır (Polk, 1963: 14-15). Beşir’in konumu Napolyon işgali sırasında kısa bir sallantıya uğramışsa da işgalin sonu ve Cezzar Paşa’nın ölümü sonrasında hiç olmadığı kadar yükselmiştir. Cezzar yerine atanan Osmanlı valilerinin oldukça yumuşak bir politika uygulaması bunun en başta gelen nedenidir. Emir Beşir’in konumuna güvenerek Osmanlı iç işlerine karışması Şam ve Halep valilerinin tepkisine neden olmuş ve bunu Mısır’a sürgün edilmekle ödemiştir 10 Bölge emirlerinin ve beylerinin merkezi baskıdan uzak bir anlamda otonom bir idare içinde yaşaması bölge ile ilgili feodal tartışmaların alevlenmesine yol açmıştır. Örneğin Schölch, kısmi anlamda böylesi bir etkiden söz edilebileceğini ileri sürerken (Schölch, 1986: 130-145), Salibi böylesi iddiaların hiçbir şekilde mevcut toplumsal yapı ile örtüşmediğini savunmaktadır (Salibi, 1989: 108-119). 11 Emir II. Beşir (1788-1849), politik çizgi olarak liberal hatta ultra-liberal bir politika takip etti. Sarayında hem cami hem de şapel bulunmaktaydı. İnanç olarak vaftiz edilmiş bir Hıristiyan, eş anlamında bir Müslüman ve durum olarak bir Dürzi idi. Seleflerinden çok daha fazla ülkesinin kapılarını batıya açtı ve kentin çehresini değiştirecek pek çok bayındırlık hizmetine imzasını attı. İlk Amerikan misyoner okulları Beyrut’ta 1823’te kuruldu ve bunu benzerleri takip etti. Bkz. Hitti, 1965: 186-187. 72 Çağdaş Yerel Yönetimler, 14 (2) Nisan 2005 (Farah, 2000: 8-9; Holt, 1966: 234). Bu bizi bir önemli saptama bir de önemli sonuç çıkarmamıza neden oluyor. İlki her ne kadar kendi başına mamur bir Emir bile olsa Beşir İstanbul’dan çıkan ferman sonucunda sürgüne gitmek zorunda kalmıştır, kısaca merkezin eyaletlerdeki eli o kadar da gevşek değildir. İkincisi ise Mısır’da Emir Beşir, Kavalalı ile ortaklık yapmış ve onun aracılığı sayesinde İstanbul’dan af fermanını ele geçirmiş ve İstanbul kadar Mısır valisinin de desteğini alarak tekrar Lübnan’a geri dönebilmişti. Kavalalı ile Beşir arasındaki ittifak Kavalalı’nın Suriye seferi önündeki son parçanın da yerine oturmasını sağlamıştır. Arnavut Firavun Sedirler Ülkesinde ... Mora isyanı sırasında olayların kontrol altına alınmasında Sultan II. Mahmut, Mısır Valisi Kavalalı’nın desteğinden fazlasıyla yararlanmıştı. Mısır Valisi bu hizmetleri karşılığında Padişahtan Suriye Valiliğinin kendisine verilmesini istemiş ancak bu teklif uygun görülmeyerek geri çevrilmişti. Uzun süreden beri özellikle Fransızların desteği ile Mısır’da son derece gelişmiş bir ekonomik sistem kuran Kavalalı, bundan aldığı güçle İstanbul’da yaşanan Batılılaşma hareketlerinden çok daha fazla aşama kaydetmişti. Yunan isyanının bastırılması sırasında Mısır ordu ve donanmasının düzeni bunu fazlasıyla ortaya koymuştu. Kavalalı’nın gelişmek için yeni kaynak alanlarına ihtiyaç vardı ve tıpkı kendinden otuz yıl önce Mısır’dan Suriye’ye yürüyen ünlü Fransız generalden farklı düşünmüyordu. Osmanlı Devleti’ne karşı savaş açmak için Sayda valisinin kendisine bir türlü ödemediği tazminatı sebep olarak kullandı ve 1 Ekim 1831 tarihinde bölgenin tarihinde bir kırılma noktası olacak seferini başlattı (Ahmet Rasim, 1966: 401; Farah, 2000: 13). Mısır işgalinin bölgeyi çok değişik açılardan köklü bir şekilde etkileyeceği seferin ilk zamanlarından itibaren ortaya çıktı.12 Mısır Ordusu, kontrol altına aldığı bölgelerdeki tarımsal arazilerde dünya piyasalarındaki yüksek fiyatı nedeniyle incir ekimini zorunlu kılmıştı (Hershlag, 1964: 84-94). Mısır işgalinden önce uluslararası ticaret oldukça sınırlı ölçekteydi. Ticari sirkülasyon Avrupa değil Asya eksenliydi. Beyrut hâlâ Ortaçağ’dan kalan duvarların arasına sıkışmış bir liman kentiydi. Şam ve Halep bu dönemlerin “kervan ticareti”nin en gözde kentleri olmuştu. Beyrut’un nüfusu 10.000’i bile zor buluyordu. Avrupa ticaretinin hacmini yükseltecek kargo gemilerinin yapımına 1835’te İngilizler tarafından başlandı (Akarlı, 1993: 17). Fransız ve Avusturyalıların sektöre girişi ile büyük bir rekabet ortaya çıktı. Beyrut limanının büyük tonajlı gemilere yanaşma imkanı sağlayan doğal limanı kısa sürede kenti Orta Doğu’nun değişmez konaklama yerlerinden biri haline getirecekti (Khalaf, 1987: 50). Kavalalı’nın Batılılara sağladığı imtiyazlar ile bölgenin ticaret endeksleri baş döndürücü bir şekilde yükselirken nüfusu kısa sürede 15.000’nin üzerine çıkan Beyrut Batılı misyonerlerin en gözde “Hıristiyanlaştırma” mekanlarından biri haline geldi. Bölgeye akan sermaye sadece Beyrut’a gitmiyordu. Bölgenin diğer küçük kentleri -hatta köyleri bile denebilir- Dayr’el-kamer, 12 Polk, Kavalalı’nın Suriye seferinin etkisini Napolyon’un Mısır istilası, Perry’nin Japon işgali ile kıyaslıyor. Bkz. Polk, 1963: xix. Bir Belge 73 Zahle ve Hasbeye kısa zaman içerisinde hem nüfus hem de görünüm itibarıyla kabuk değiştirdi.13 İbrahim Paşa ordusu Suriye’ye girerken yöre insanı, yüzyıllardır kendi beylerinin, Osmanlı paşalarının ve yabancı işgal güçlerinin kahrını çekmekten onları bir kurtarıcı gibi karşılamıştı. İbrahim Paşa’da karşılık olarak mevcut idari yapıda önemli değişiklere gitmemiş Osmanlılara karşı savaşta kendi saflarında yer alan Emir Beşir’i yine mevkiinde tutarken yıllık 1500 guruş vergi ödemesini şart koşmuştu (Hofman, 1975: 312-316; Ma’oz, 1968: 12-14). Mısır işgalinin Müslümanlar ile Hıristiyanlar üzerinde özellikle üç noktada çok önemli etkilerde bulundu: 1- Hıristiyanların halihazırdaki şartları giderek iyileşme gösterdi. Suriye’nin büyük bir kısmında hayatları güvende olmayan Hıristiyan köylüleri, İbrahim Paşa’nın yardımına koşan tanınmış savaşçılara dönüştüler. Daha önceleri kendilerine tanınan düşük pozisyonlar ve aşağılamaları bir yana bırakarak, mukataacılar, emirler ve şeyhlerle kanun önünde eşit oldukları gerçeği ortaya çıkmıştı. 2- Dürziler ve Hıristiyanlar arasındaki kopukluk derinleşti. Mısırlıların Dürzi aleyhtarı ve Hıristiyan yanlısı tutumları hem Dürzi hem de hem de Müslüman kesimlerin Hıristiyanlara karşı büyük bir nefret beslemesine yol açtı. 3- Hıristiyanların gelecek için umutları giderek artarken bu işgal döneminde eline geçirdikleri gücün önemini tam anlamıyla kavradılar. Yapacakları tek şey bundan sonra bu düzenin kendi lehlerine giderek sağlamlaştırılmasıydı (Polk, 1963: 140). Ekonomik durumun kapitalist mantığı, kazananlar ve kaybedenler arasındaki uçurumu her geçen gün derinleştirdi.14 Yeni durumdan memnun Hıristiyan azınlık tam bir komprador burjuvazi şeklinde hareket ederek hem Mısırlılarla hem de Batılı tüccarlarla ortaklık kurarken kısa süre öncesine kadar Emir Beşir’in iktidardaki en önemli dayanağı Dürziler gittikçe toplumsal sınıfların altına itildiler (Ülman, 1963: 245-250). Mısırlıların da desteği ile Maruniler Dürzi topraklarına doğru bir yayılım gösterdiler ve gerektiğinde zor yoluyla onların topraklarına el koydular. Sülaleler boyunca birbirine eklemlenmiş ve son derece kabileci bir görünüm arz eden toplumsal yapı dinsel motiflere göre hızlı bir şekilde kompartımanlaşmaya uğradı. Özellikle Batılı entelijansiyanın bölgeyi bu gözlükten okuması ve ona göre davranması söz konusu yapılanmanın ve dolayısıyla arasındaki gerilimin en üst noktasına çıkmasına yol açtı.15 Ancak Kavalalı’nın icraatları bir süre sonra sürecin kendi aleyhine dönmesine yol açtı. Özellikle Beyrut ve Sayda’da uygulamaya konan tekeller ve artı vergi uygulamaları Batılı devletlerin tepkisine yol açtı (Farah, 2000: 21). Osmanlıların yüzyıllardır yapmadığı bölgenin insani, doğal ve kurumsal envanterini çıkartmak adına yaptığı istatistikler ve bunlara dayanarak başvurduğu aşırı vergilendirme, zorla silah altına alma ve silahsızlandırma gibi politikalar Mısırlıları gittikçe sevimsiz bir konuma yerleştirdi (Farah, 13 Holt, 19. yüzyıl Lübnan’ının çekiç ile örs misali Tanzimat reformları ile İngiltere-Fransa rekabeti arasında şekillendiğini vurgulamıştır. Bkz. Holt, 1966: 237-238. 14 Polk’un aktardığına göre belirtilen dönemde 10.000 el üretimi yapan pamuk işçisi işsiz kalmıştır. Yaşanan dönüşüm kısa sürede gündelik yaşamlara da sirayet etmiş ve yöre insanı Fransız imalatı fes giyip Bohemya bardaklarında su içer olmuştur. Bkz. Polk, 1963: xix. 15 Mısırlılar özellikle Marunilere karşı vergi bağışı ve çeşitli imtiyazlar dağıtımı konusunda oldukça cömert davranmış Hıristiyan hacılardan alınan vergi muafiyetinden çeşitli tekel haklarına kadar pek çok konuda Marunilere kolaylıklar sağlanmıştır. Kuşkusuz sağlanan kolaylığın faturası ekstra vergi olarak Lübnan’ın diğer sakinlerine yüklenmiştir. Bkz. Khalaf, 1987: 49. 74 Çağdaş Yerel Yönetimler, 14 (2) Nisan 2005 2000: 21-23). Mısırlıların baskı rejimi karşısında Dürzi, Hıristiyan, Müslüman ve Şiiler Beyrut yakınlarındaki Antilyos’ta bir araya gelerek bir konsey topladılar ve bölgenin tarihinde ilk ve son defa birlikte mücadele kararı aldılar (Hitti, 1965: 188). 1840’lara yaklaşırken Mısır ordusu kendilerine karşı yöneltilen saldırılardan önemli kayıplar vermeye başlamıştı. Ordusunu, Kavalalı ile yaptığı savaşlarda kaybeden Bâb-ı âli, Baltalimanı anlaşması ve Tanzimat Fermanı ile verdiği ödünler karşısında Batılı devletler ile Kavalalıya karşı bir ittifak anlaşması olan Londra Protokolünü imzalamıştı. Devletlerin ortak müdahale kararı sonucunda Mısırlıların dokuz yıllık Suriye işgaline bir son verildi. İşgalin sonu tıpkı kendisi gibi önemli sonuçları da beraberinde getirmişti. Böylelikle Lübnan’daki bildik otoritelerin hepsi tarih sahnesinden silindiler. Daha bir kaç sene öncesine kadar Lübnan’ın babası veya Lübnan’ın Neron’u olarak adlandırılan Emir Beşir ülkesini terk etmek zorunda kaldı. Mısır işgali ile Lübnan uluslararası politikanın ana gündem maddelerinden biri haline gelmişti. Britanya’nın Fransa ve Rusya ile kıyaslandığında bölgedeki köksüzlüğü tüm çıplaklığı ile ortaya çıkmıştı. 1841 sonlarından itibaren Batılı ürünlerin bölgeye akışı giderek hızlandı. Lübnan tarihinin kalan kısmına damgasını vuracak olan Dürzi-Hıristiyan çekişmesi için somut tarihsel cephane bu süre içerisinde yaratılmış oldu. Maruni Kilisesi önderliğinde tek bir bayrak altında toplanan Hıristiyanlar kazanımlarını yitirmemek için son derece etkin bir politikanın peşine düştüler.16 Örneğin Dürzi Şeyh Numan’ın gönderdiği vekilharcın artık vergi vermek istemeyen Hıristiyanlarca Cezin’de öldürülmesi bunun en somut göstergesiydi. Kuşkusuz Batı müdahalesinin Mısır işgali ile başladığını söylemek de çok geçerli bir hüküm olmayacaktır. Örneğin Cezzar Ahmet Paşa, bölgedeki nüfuzunu Rus, Emir Beşir ise İngiliz donanması sayesinde sağlamıştı. Mısır işgali sonucunda gündelik politikada Batı enstrümanını kullanmak sadece daha kolay bir hale gelmişti o kadar. Bölgenin galipler hanesine ismi yazılanlardan birisi de Bâb-ı âli olmuştu. Lübnan üstünde Osmanlı kılıcı ilk defa böylesine güçlü bir şekilde salınıyordu ancak ne zamana kadar ??? Çift Kaymakamlık Sistemine Doğru ... Kavalalı’nın Suriye’den atılması bir anlamda İngiltere’nin Orta Doğu politikasına girişini sembolize etmişti. Bir Londra gazetesi o sıralarda yapmış olduğu Suriye’nin Şark’ın kapısı Lübnan’ın da onun anahtarı olduğuna dair yorumu İngiltere’nin konu hakkındaki hassasiyetini fazlasıyla gözler önüne seriyordu (Farah, 2000: 35). Bâb-ı âli, Kavalalı sonrasında Lübnan’ın eski ayrıcalıklı statüsünü tanımamış ve Emirlik sistemine el koyarak kendi seçtiği ve Mısır işgali sırasında Osmanlı tarafında yer alan Şihab ailesinden Beşir Kasım’ı başa geçirmişti. Mısır ordusunun çekilmesi ortaya ciddi bir otorite boşluğu yaratmıştı. Bâb-ı âli Metternich’ten aldığı tavsiyelerle merkezi politikalar uygulamayı düşünürken, Maruni kilisesi özellikle Fransa desteği ile bu güç boşluğunu Maruni Kilisesi’nin bir iktidar odağı şeklinde yükselişinin ilk işareti Mısır seferi öncesine rastlamaktadır. 1820 tarihinde Lübnan’ın kuzeyinde Kilisenin örgütlediği köylüler ekstra vergi uygulamalarına karşı çıkarak Amiyyah (Avam) adı verilen ayaklanmayı başlatmışlardı. Ayaklanmanın sonuçları mevcut toplumsal yapıda önemli kırılmalara yol açtı. Öncelikle köyler Kilisenin önderliğinde komünler şeklinde örgütlenmiş ve her köy genel konsey için bir vekil seçmişti. Kilise mukataa arazileri üzerinde çalıştırdıkları köylülerle hem Şihab ailesine hem de Dürzilere karşı ortak hareket etme kararı almışlardı. Tınısı Kilise tarafından verilen hareket ile Maruni Kilisesi Kavalalı istilası öncesinde bölgenin en organize grubu olduğunu ortaya koymuştu bkz. Odeh, 1986: 67-68; Akarlı, 1993: 19; Khalaf, 1987: 33; Leeuwen, 1994: 54-55). 16 Bir Belge 75 gidermek kaygısına düşmüştür. Mısır işgalinin son demlerinde taraf değiştirerek Osmanlı güçlerini destekleyen Maruniler bu desteklerinin karşılığını görmek istiyordu. Aynı şekilde en baştan beri Osmanlı Devleti yanındaki tutumundan taviz vermeyen Dürziler, işgal sırasında kaybettikleri prestijlerini bir an önce yeniden kazanmak istiyorlardı (Akarlı, 1993: 24-25). İşgal boyunca yaşanan tek olumsuz gelişme Marunilerin artan siyasal gücü olmamıştı. Maruniler söz konusu dönemde bir yandan ekonomik güçlerini parlatırken diğer yandan eskiden Dürzilere ait yaşam alanlarına sahip olma ve oralarda yaşamaya da başlamışlardı. Böylelikle Dürzi köylerine kadar yayılıp yaşam alanlarını genişleten Maruniler, hem nüfus hem de coğrafyaya dağılım konusunda son derece karışık bir kompozisyonun çıkmasına neden olmuştu. Yaşanacak sorunların tam da bu noktada düğümlenmesi bir tesadüf değildi. İngiltere açısından kendi adlarına yeni adım attıkları bu bölgede müttefik bulma kaygısı ön plandaydı. Fransızların Maruniler aracılığı ile bölgedeki güçlü varlıkları İngilizleri çok düşündürmeden Dürzilere doğru yanaşmasına yol açacaktı (Ülman, 1963: 253-254). Aslında İngiltere, bölge dengelerini en iyi tahlil eden devletlerden biri olmuştu. Şihab ailesinin yeni dönemi sırtlamaktaki beceriksizliğini görmüş ve ona karşın Dürzileri koz olarak kullanmaktan daha pratik bir yol bulamamıştır.17 İngiltere bu süreçte önemli diplomatik başarılara da imza atmıştır. Örneğin Kavalalı öncesinde bölgeden defterdarın kasasına giden vergi 2650 kese iken bu rakam Mısırlılar döneminde 6500 keseye yükselmişti. Bâb-ı âli’nin bu marjı düşürmemek için bir takım tedbirlere yönelmesi bölgede kısmi bir gerginliğe yol açmıştı. Durumu son derece incelikle takip eden İngiliz Dışişleri, Bâb-ı âli nezdinde girişimlerde bulunarak bölgenin işgal sonrası zararlarını öne sürerek 3500 kesede sabitlenmesini başarmıştır. Benzer bir şekilde Dürzilerin cezalandırılması sorununa da el atarak Bâb-ı âli’den onlar için çeşitli af beratları çıkartmıştır. İngilizlerin Dürzi sorunlarıyla yakından ilgilendiğinin en açık göstergesi ise Dürzi ileri gelenlerinin çocuklarını eğitim amacıyla Londra’ya göndermesi olmuştur. Bâb-ı âli ise açılan bu yeni dönemde bölgeyi tam anlamıyla kontrolü altına alabilmek amacıyla iki uçlu bir politika uygulamaya başlamıştı: 1- Cebel’deki çeşitli mezhepler arasında ahengi sağlamak 2- Şihab ailesinin otoritesini uzun vadede ortadan kaldırarak merkezi denetimi yerleştirmek (Gökbilgin, 1946: 641). Bâb-ı âli bu iki hedefi başarıya ulaştırmak için ilk önce bölgenin emiri ile iyi ilişkiler kurmaya gayret gösterdi. Bunun için Sayda Müşiri Selim Paşa kanalıyla Emir Beşir Kasım’a tam destek verilirken bölge cemaatlerinin ileri gelenlerinin katılımıyla karma bir meclis kurularak bölgedeki tansiyonun düşürülmesine çalışılmıştır. Ancak bu, bu kadar kolay yapılabilecek bir şey değildi.18 Özellikle İngiliz ve Osmanlı desteğini alan Dürziler, işgal sırasında kendilerin17 Yine de Farah, İngilizlerin Beşir Kasım’ı sonun kadar desteklediğini ve onun adına İstanbul’da kulis faaliyetlerine giriştiğini iddia etmektedir. Öyle ki Beşir Kasım’ın İstanbul’daki temsilciliğini dahi emirliği aldıktan sonra bir İngiliz yapmıştır. Kısaca Lübnan’daki güç ilişkilerini basit sınıflandırmalardan kaçınarak yapmak gerekmektedir bkz. Farah, 2000: 57. 18 1840’ta yapılan bir nüfus sayımına göre 87.727 Maruni, 12.023 Dürzi, 6744 Sünni ve Şii tespit edilmiş, Bkz. Meo, 1965: 13. Lübnan’a meclis sitemi Mısırlılar ile beraber gelmişti. Kavalalı’dan önce bölge valileri divanları kanalıyla ülkeyi idare ederken Mısırlılar katılım prensibinden hareket ederek divan yerine geniş katılımlı meclisleri uygulamaya sokmuşlardır. Böylece bir anlamda Mısır işgali Tanzimat reformlarına kapı aralamıştır. Bkz. Ma’oz, 1968: 90-91. 76 Çağdaş Yerel Yönetimler, 14 (2) Nisan 2005 den alınan toprakların derhal kendilerine verilmesini talep ediyorlardı. Dürzilerin kayıp yılları telafi etmek adına Hıristiyan köylüler üzerine fazladan angaryalar yüklemesi karşılığında Maruni Kilisesinin işgal yıllarının ayrıcalıklı statüsünü devam ettirmek istemesi ve Dürzilerden aldığı toprakları geri vermek istememesi her iki kesimin tepeden tırnağa silahlanması ve birbirlerinin üzerine saldırması ile sonuçlandı (Akarlı, 1993: 27). 1841 Ekiminde vergi tevzii sırasında çıkan bir tartışma sonrasında Dayr’el-kamer’de Ebu Naked şeyhine bağlı bir Dürzi grubunun kenti bir anda karmaşa içinde bırakması işgal sırasında ortaya çıkan dengesizliğin boyutlarını göstermesi bakımından önemliydi.19 Karışıklık kısa sürede Lübnan’ın diğer büyük ölçekli ve karmaşık bir yerleşim kompozisyonu çizen Biga, Zahle ve Suf’a sıçramıştı (Shaw-Shaw, 1983: 172). Lübnan tarihinin din yüzünden çıkan bu ilk çekişmesi pek çok insanın hayatına mal olmuştur. Olaylar üzerine Fransa ve İngiltere başta olmak üzere diğer statüko yanlısı diğer Avrupa devletleri Bâb-ı âli’ye durumu kontrol altına alamaması halinde Lübnan’a ortak müdahale edebilecekleri yönünde bir nota iletmişlerdir. Şihab-el Kasım’ın bölgeye istenen huzuru getiremeyeceğini gören Bâb-ı âli, olayları denetim altına almak ve durumu yakından incelemek üzere tam yetki ile görevlendirdiği Müşir Mustafa Nuri Paşa’yı bölgeye göndermiştir (Ülman, 1963: 256-257). Mustafa Nuri Paşa, bölgeye gelir gelmez Emir Kasım’ın olaylara karışan kesimler nezdinde hiçbir kredisi kalmadığını görmüş ve bu otorite zafiyetinin nasıl ortadan kaldırılacağı üzerine İstanbul’la yazışmaya başlamıştır.20 Fransa bu konuda eski emirin (İstanbul’da sürgündeydi) tekrar göreve iadesini isterken (Avusturya’da bu fikrin arkasındaydı), İngiltere, mevcut emirin kardeşinin (Mir Emin) bu mevkiiye getirilmesi yönünde kulis yapmaktaydı. Lübnan’daki karışık çıkar ilişkileri Mustafa Nuri Paşa’yı dışardan birisini bu makama getirmek zorunda bırakmıştır. Bu nedenle daha sonra özellikle Hersek İsyanı’nı bastırmakta büyük bir beceri sergileyecek olan Ömer Paşa, bu makama getirilmiştir. Kuşkusuz bu kararın Batı kamuoyundaki yankıları oldukça sert olmuştur. Önceki emir ailesinden (dolayısıyla bir Maruni’nin) başa geçirilmesini destekleyen bu son gelişmeden duyduğu rahatsızlığı Osmanlı Devleti’nin Paris büyükelçisi Mustafa Reşit Paşa’ya aktarmış, Kıta Avrupa’sındaki statükonun devamını politik mevcudiyetlerinin temel kuralı olarak gören Habsburg Başbakanı Metternich’te bu nedenle Avrupa 19 Gökbilgin olayların çıkmasından Beşir Kasım’ı sorumlu tutmuş ve Kilise karşısında prestijini kurtarma düşüncesi ile hareket ettiğini ileri sürmüştür, bkz. Gökbilgin, 1946: 644. Kaynar ise Gökbilgin’in tersine Beşir’in Hıristiyan olması ve Marunileri destekleyici politikalar uygulaması üzerine Dürziler tarafından başlatıldığını ileri sürmüştür, bkz. Kaynar, 1991: 408. Khalaf ise kitabında bir başka komplo teorisi ortaya atmış ve olayların Bâb- âlî tarafından çıkartıldığına yer vermiştir. Buna göre Beşir Kasım’ın gönderilerek yerine Ömer Paşa’nın dolayısıyla Osmanlı merkezi otoritesinin tekrar yerleştirildiğini ileri sürmüştür. Bkz. Khalaf, 1987: 58. 20 Mustafa Nuri Paşa’nın ilk raporu bölge konsoloslarının mezhep ayrımcılığını teşvik eden hareketleri üzerineydi. İkinci raporunda Dürzi ve Maruni liderlerine emirlerini ilettiğini ve ne gibi istekleri olduğunu sordurduğunu bildiriyordu buna göre Dürziler; 1- Marunilerin katilleri bilerek koruduklarını 2- Şihab ailesinin Marunileri açıktan destekledikleri ve özellikle Mısır işgali sırasında Dürzilere düşen verginin iki katına çıkarıldığını 3- Marunilerin dış destek peşine düştükleri ve bunu Bâb- âlî ve kendilerine karşı kullandığını 4- Kendilerinin bundan böyle Şihab ailesinden kimseyi başlarında görmek istemediklerini oldukça net bir şekilde bildirdiklerini yazıyor. Buna karşın Maruniler 1- Dürzilerin sürekli olarak kendilerine karşı kan davası güttüklerini 2- Sayıca az olmaları nedeniyle Dürzilerin sürekli olarak mallarını ve kiliselerine kötü tavır takındıklarını 3Gasp olunan malların iadesi ve asker ve mühimmat temin edilmesini 4- Şihab ailesinden başka emirliğe layık kişinin olmadığı uygun adayında İstanbul’da sürgünde olan Beşir Şihab’ın oğlu Mir Emin’in olduğunu iletmişlerdi bkz. Gökbilgin, 1946: 649. Bir Belge 77 barışının bozulmaması için Bâb-ı âli’ye Fransa’nın istekleri doğrultusunda hareket edilmesi yönünde telkinlerde bulunmuştur (Kaynar, 1991: 410). Bâb-ı âli’de cevap olarak durumun geçici olduğu, bölge dengelerinin daha da kötüye gitmesi halinde Ömer Paşa’nın derhal görevden el çektirileceğini belirtmiştir. Son gelişmeleri bölgedeki çıkarları için uygun bulmayan Fransa ve İngiltere, Ömer Paşa’nın görevden alınması için yanlı konsolosluk raporlarını Bâb-ı âli’ye aktarmaya başlamıştır. O sırada İngiltere’nin İstanbul Büyükelçiliğinde bulunan Canning, Bâb-ı âli’nin bölgede derhal yapması gereken iki tedbiri şu şekilde açıklamıştı: 1- Cebel’de daha hoşgörülü bir idarenin sergilenmesi 2- Bölgedeki ayrıcalıkların aynen korunmaya devam edilmesi (Gökbilgin, 1946: 651-652; Ülman, 1963: 258-259). Batılı devletlerin şikayeti üzerine olayları soruşturmak için bölgeye gönderilen Selim Paşa, Lübnan eşrafı ile görüşmüş ve Ömer Paşa’nın uygulamalarından memnun kaldıklarını görmüştür (Kaynar, 1991: 420). Selim Paşa’nın raporuna karşın İngiltere ve Fransa Cebel-i Lübnan’ı kendi nüfuz bölgelerine göre paylaşmak kararını son raddesine ulaştırmışlar ve konuyu Paris elçisi kanalıyla Bâb-ı âli’ye ulaştırmışlardı. Selim Paşa, kararın devletin aleyhine sonuçlanabilecek son derece ciddi bölünmelere yol açacağı uyarısında bulunmuşsa da Paris Elçisi Mustafa Reşit Paşa, teklifin bir tavsiye değil bir karar hükmünde olduğunu vurgulayarak gelinen noktada aksi şekilde hareket etmenin imkansızlığından Bâb-ı âli’yi uyarmıştı (28 Ağustos 1942). Lübnan’ın Dürzi ve Maruniler arasında paylaşımı konusu o kadar Londra ve Paris eksenli bir plan olmuştur ki, statüko yanlısı Avusturya planın içeriğini ve bölgeye nasıl bir değişiklik getireceğini düşünmeden sadece kabulü yönünde Bâb-ı âli’ye baskı yapması yönünde İstanbul elçisine emir vermiştir (Gökbilgin, 1946: 657). Aynı yılın ekiminde görevini tamamlayarak İstanbul’a dönen Mustafa Nuri Paşa, bölge hakkındaki deneyimlerini Meclis-i Vükela’da aktardıktan sonra çift kaymakamlık uygulaması için yeterli insan kaynağının bulunmadığı en basitinden Dürzi bölgesinin 24 mukataa ünitesinden oluştuğu ve her birinin farklı bir şeyhin idaresi altında olduğunu belirtmiştir. Bu durumda “primus inter pares” benzeri bir sistemin dahi işletilmesinin zorluklarının altını çizmiştir. Sonuç olarak Bâb-ı âli ve Batı devletleri arasında yaşanan yoğun diplomasi trafiği sonrasında çift kaymakamlık düzeninin kurulmasına karar verilir. Buna göre Lübnan, Sayda eyaletine bağlı iki kaymakamlığa ayrılmış ve her bir idari ünitenin başına Dürzi ve Maruni cemaatlerinden seçilen kişiler atanmıştır (Meo, 1965: 24-25). Süreç özellikle Metternich’in tavsiyeleri sonucunda şekillenmişti. Hariciye Nazırı Sarim Efendi, karar öncesinde bu şekilde kurulacak bir sistemin bölgeye huzur değil tam tersine karışıklık getireceği yönünde uyarmıştır. Ancak Bâb-ı âli’nin önüne getirilen bu teklifi reddetme gibi bir lüksü bulunmuyordu. Çok kısa bir süre öncesine kadar tüm askeri gücünü Mısır valisinin orduları önünde kaybeden Osmanlılar, Beyrut’a Paris veya Londra’dan daha uzak kaldığını anlamıştı. Şekip Efendi Düzenlemesi ... 1842’de İstanbul’da buluşan Fransız, İngiliz, Rus, Avusturya ve Prusya Dışişleri bakanları Dürzi ve Maruni çatışmalarını sona erdirmek için hazırlanan taslak plan üzerinde son düzenlemeleri yaptıktan sonra Lübnan’ı iki kaymakamlığa ayıracak plana onay verdiler (Hourani, 1954: 31). Buna göre Dahr’el-baydar boğazı ortak nokta olarak tespit 78 Çağdaş Yerel Yönetimler, 14 (2) Nisan 2005 edilmiş ve bunun kuzeyinde kalan bölge Maruni, güneyinde kalan bölge ise Dürzi kaymakamlık sınırı olarak tespit edilmişti. Aslında sınırlar durumun karışıklığına bir sünger çekmekten uzaktı. Örneğin Dürzi kaymakamlık bölgesinde kalan Şuf kesimindeki köylerin neredeyse tamamında Maruniler yaşıyordu. Dolayısıyla bunların hangi idari birime karşı sorumlu olacağı büyük bir sorun olarak hemen düzenlemenin ilk günlerinde ortaya çıkmıştı. Bölge üzerindeki dış etkiler o kadar belirleyici bir konuma yükselmiştir ki, yapılan görüşmelere Osmanlı yetkilileri neredeyse Batılı konsoloslar olmadan katılmak veya onlara danışmadan karar almama noktasına gelmişlerdi. İngiltere ve Fransa, kaymakamlara diğer cemaatlere seçilecek vekili kimin belirleyeceği konusunda anlaşmazlığa düşerken Osmanlılar çok daha pratik bir uygulamayı yani karmaşık köylerde halk tarafından seçilecek biri Dürzi diğeri Maruni temsilciler kanalıyla yönetim prensibini hayata geçirmiştir. Ancak tüm bunlar 1841’deki Dürzi isyanı ile Maruni katliamının acılarını yatıştırmamış ve Marunilerin giderek artan tazminat talepleri ve Dürzilere yönelik güç gösterileri 1845’te yeni bir iç savaşın patlamasına yol açmıştır.21 1841’de yaşanan olayların aynısının tekrar sahneye konulduğu Lübnan’daki karışıklığın önünün alınması için İngiltere, Fransa, Rusya, Prusya ve Avusturya devletleri konsolosları derhal Bâb-ı âli’ye takrirler sunmuşlardır (BOA. A. DVN. MHM 2/21). Olaylar Osmanlı güçlerince kısa sürede kontrol altına alınmış ve Avrupa devletlerinin isteği üzerine Lübnan’daki konsoloslarla Hariciye Nezareti yetkilileri meselenin çözümü için bir kez daha görüşmelere başlamışlardır (BOA. A. MKT. MHM. 1/91). Müzakereler esnasında Dürzi ve Maruni yerleşim alanlarının birbirinden tamamen ayrılmasını sağlayacak çok geniş kapsamlı projeler ele alınır (BOA. A. MKT. MHM. 2/54). Ancak böylesi masraflı projelerin finansmanı sadece Bâb-ı âli değil 1848 isyanları ile toplumsal ve siyasal huzurunu tamamen kaybetmiş Avrupa devletleri tarafından karşılanamayacağı ortadaydı. Dolayısıyla görüşmeler kısa sürede genel meclislerin açılması ve genel katılım prensibinden hareketle çözümlenmesi gibi daha öncesinde de sayısız defa düşünülmüş tasarılara geri dönülmüştür (BOA. A. MKT. MHM. 2/101). Müzakereler sonucunda sanki tüm mesele vergi adaletsizliğiymiş gibi vergilerin adaletli bir şekilde toplanması için meclislerin toplanmasına yönelik bir karar çıkarılmıştı. Ayrıca alınan kararlardan bir diğeri vergi toplama işinin Paskalya sonrasına bırakılma yönündeydi. Kararlar üzerinde Maruni-Fransız ittifakının etkileri görmezden gelinmeyecek gibi değildi (BOA. HR. MKT. 18/14). 1845 Karışıklığının etkileri her ne kadar tam anlamıyla 1846 Eylülünde kontrol altına alınmışsa da (BOA. HR. MKT. 17/18), her iki taraftan tazminat talepleri ve Şihab ailesinin en önde gelen temsilcisi Beşir Kasım’ın akıbetinin ne olacağı konusu 1850 yılına kadar sürecektir.22 İngiltere özellikle Dürzilere yüklenebilecek olası ağır tazminatları engelleme eğilimine girerken (BOA. HR. MKT. 18/17), Maruniler ısrarla zararlarının tazmin edilmesini konsolosluklar kanalıyla Bâb-ı âli’ye iletirler (BOA. A. AMD. 3/1). 21 Salibi, çift kaymakamlık sisteminin yürütülememesinde bir başka noktaya dikkat çekmiştir. Maruni Kilisesi, üye seçimlerinde sadece kaymakam ile ters düşmemiş söz konusu süreçte Maruni toprak beyleri (Khazinler) ile de oldukça sert bir rekabete girişmişlerdi. Bkz. Salibi, 1989: 115. 22 Özellikle Şekip Efendi’nin çift kaymakamlık sistemini tadil etmesinden sonra normalizasyon sürecine giren bölgede hiç de hoş gözle bakılmayan Beşir Kasım’ın sürgüne gönderilmesine karar verildiği anlaşılıyor bkz. BOA. HR. MKT. 34/71. Bunun yanında Shaw’lar hiçbir kaynakta rastlanmayan bir bilgiye kitaplarında yer vermişlerdir. Buna göre Mustafa Reşit Paşa çıkan kriz üzerine bizzat bölgeye gelerek yerel yöneticiler ve konsolosların arasını bulmaya çalışmıştır (Shaw-Shaw, C. II, 1983: 173). Bir Belge 79 Söz konusu tadilat talepleri ve çift kaymakamlık sisteminin yeniden gözden geçirilmesi amacıyla 1850 yılında Bâb-ı âli, Hariciye Nazırı Şekip Efendi’yi bölgeye göndermeye karar vermiştir. Şekip Efendi’nin seçilmesi bir tesadüf ürünü değildir. Daha önceki görüşmelerde Osmanlı inisiyatifini sürekli olarak engelleyen Batı devletlerinin müdahalelerinin elimine edilmesi için hariciye Nazırı özel olarak seçilmiş ve daha sonra diğer devletlerin tepkisine neden olmaması için bu devletlerin onayına da başvurulmuştu. Şekip Efendi, Lübnan’daki durumu beklentilerinin de ötesinde bulmuştur (Küçük, 1987: 36). Öncelikle her konsolos adeta kendi yönetimini bölgeye yerleştirmiş ve keyfi kararlarını devletlerinin iradesi şeklinde gösterme kaygısına düşmüşlerdi. Halkın bu kişilerce sürekli olarak provake ediliyor oluşu da cabasıydı. Bu konuda özellikle Batılı temsilciler (misyonerler, papazlar vb.) tam bir sorun kaynağı idi. Şekip Efendi’nin Lübnan ahalisini silahsızlandırma girişimi ve yabancıları Beyrut’ta ikamet etmeye zorlaması kısa sürede sert eleştirilerle karşılanmasına yol açacak ve karşılaştığı bu baskılara dayanamayan Bâb-ı âli, Hariciye Nazırını Londra Sefiri olarak tayin etmek zorunda kalacaktı. Ancak bundan önce Şekip Efendi en önemli icraatını, çift kaymakamlık sistemini tadil ederek yapmıştır. Bölge ayanlarının otoritelerini sindirmek ve merkezi otoritenin sesinin duyulmasını sağlamak için kaymakamların tayin yetkisini Sayda valisinden alarak Bâb-ı âli’ye vermiş böylece otorite zaafının kısmen önüne geçmeye çalışmıştır.23 Ayrıca her din ve mezhepten yöre insanının idareye katılımını sağlamak için her kaymakamlık biriminde bir meclis oluşturmuştur. Meclise kaymakam olmadığı zaman onun tarafından tayin olunan bir vekil başkanlık edecekti. Meclis aynı zamanda yargılama yetkisini de elinde bulundurduğundan her topluluğun iki üyesinden biri kanun adamları arasından seçilip kadı adını alacak, diğeri de müsteşar unvanını taşıyacaktı. Meclis üyeleri memur statüsünde olacak ve dolayısıyla maaş alacaklardı. Ancak meclisin idari yetkileri sınırlıydı. Kaymakamlıktan kendilerine havale olunmayan sorunlara müdahale etme yetkisi bulunmuyordu (Ülman, 1963: 265; Gökbilgin, 1946: 679-680; Holt, 1966: 239). Şekip Efendi’den sonra söz konusu kaza meclisleri karma meclisler şeklinde organize edildi ve Kamil Paşa tarafından bir kere daha gözden geçirildi. Buna göre Meclislerin on iki üyeden oluşması, kaymakam olmadığı takdirde bir vekil (müteselsil) tarafından idare olunması İslam, Dürzi, Maruni, Rum Ortodoks ve Rum Katolik cemaatlerinden iki kişi ve mütevellilerinden de bir kişi olacaktı. Ayrıca kadıların göreve atanmadan önce sınavdan geçirilmesi de yine Şekip Efendi döneminde düşünülmüş ancak Kamil Paşa tarafından uygulamaya geçirilen bir diğer karardı (BOA. HR. MKT. 22/39). Lübnan’dan alınacak vergi 3500 kese olarak sabitlenmiş ve bunların da Gülhane Hattı’nın kuralları çerçevesinde gelire göre alınması esasa bağlanmıştı. Din + Emperyalizm = 1861 Lübnan Vilayet Nizamnamesi Şekip Efendi düzenlemesi ağır aksak bir şekilde bölgede geçici bir “modus vivendi”nin kurulmasına yol açmıştı. 1860 Yazında patlayacak bir başka kanlı karışıklığa kadar bölgede huzurun sağlamlaştırılması adına Bâb-ı âli tarafından çeşitli önlemler Şekip Efendi Dürzi kaymakamlığına Emir Arslan’ı Maruni Kaymakamlığına da Haydar el-Lami’yi getirmiş ve 12500 guruş maaş bağlamıştır bkz. Gökbilgin, 1946: 679. 23 80 Çağdaş Yerel Yönetimler, 14 (2) Nisan 2005 alınmaya çalışılmıştı. Kuşkusuz bunlardan en önde geleni Islahat Fermanı’nın yayınlanması olmuştur.24 İmparatorluk içindeki tüm tebaayı kanunlar önünde eşit olarak göreceğini ilan eden metin, Gülhane Hattı ile alınan kararların altını çiziyordu. Kuşkusuz alınan kararların birebir uygulamaya sokulması güçlü bir merkezi idarenin varlığına ve dış müdahalelerin engellenmesine dayanıyordu. Bu anlamda Islahat Fermanı’nın bölge dengeleri üzerindeki etkisi iki yıl sonra bölgedeki ilk şubesini açacak olan Osmanlı Bankası’nın yaptığı etki kadar olmayacaktır. Kuşkusuz eşitlik prensiplerinin Lübnan’a taşınması Bâb-ı âli efendilerinin imparatorluğu bir arada tutma kaygılarının nasıl sembolik bir yansıması ise Lübnan’da açılan bu ilk banka da bölgenin 1820’lerden beri içinde bulunduğu ticari anaforun simgesel bir yansımasıydı. Banka, Lübnan’daki para akışını kontrol altına almak için doğrudan Fransız güdümünde kurulmuştu. Yabancılara ve onların ülke içerisindeki komprador temsilcilerine sağlanan ayrıcalıklar bilhassa çiftçi, esnaf, serbest meslek sahipleri, gibi küçük ölçekli üreticilerin durumunu son derece olumsuz yönde etkilemişti.25 Öyle ki Avrupa’daki en küçük ekonomik bunalımları dev dalgalar halinde Doğu Akdeniz kıyılarına vurdukça çoğalan işsiz sayısı olası toplumsal anarşilerin insan malzemesini oluşturmaya namzet hale gelmiştir. 18571858 yılında yaşananlar da tam da bu nitelikteydi. Fransa’daki mali kriz, Beyrut’taki tüm dengelerin altını üstüne getirmiş aynı yıllarda yaşanan kötü hasatlar ise bölgeyi tam anlamıyla patlamaya hazır bir bomba yapmıştır. Benzer şekilde İngiltere ile Osmanlı Devleti arasında imzalanan Balta Limanı Anlaşmasının kötü etkileri zamanla ortaya çıkmaya başlamış ve kalkan tekel hakları ve düşürülen ithalat kotaları nedeniyle yukarıda belirttiğimiz küçük çiftçi ve esnaf tam anlamıyla tükenme noktasına gelmiştir (Khalaf, 1987: 50-51; Akarlı, 1993: 30; Issawi, 1964: 282). Bu sıralarda imparatorluğun genel durumunun Lübnan’dan farklı bir konumda olduğunu iddia etmek de güçtür. Gülhane Hattı’nın ilanından 1859’a kadar geçen sürede ulaşım, tarım ve vergiden eyalet meclislerinin reformuna kadar çeşitli ıslahat vaatlerinde bulunulmuş olmasına karşın bunların pek azında kayda değer ilerlemeler kaydedilmiştir. Hatta tam tersine eyaletler hiç olmadığı kadar karışmıştı. Örneğin önceki yıl Girit vergi sisteminin eksikliği, Bosna Müslüman toprak ağalarının baskısı, otoriter Rum metropolitleri yerine kendi ruhban sınıfını görmek isteyen Bulgar şehirleri ve Hersek sınırına yönelik Karadağ saldırısı hep bu rahatsızlığın yansımaları olarak görülmüştü. Bazı yerlerde Müslümanlar Hıristiyanlardan başka yerlerde Hıristiyanlar Müslümanlardan serzenişte bulunuyorlardı. Daha henüz yıl başında Cidde’de Fransız ve İngiliz konsolosları fanatik bir grup tarafından katledilirken, Arap, Kürt ve Yezidi aşiretleri Musul’un altını üstüne getirmişlerdi (Davison, 1997: 119). Tüm bu eyaletlerden gelen evraklar Bâb-ı âli masalarını doldururken 1859 Eylülünde yaşanan “Kuleli Vakası” İstanbul’daki gündemin aniden değişmesine yol açmıştır. Gü24 Yine de Ma’oz Lübnan’daki Müslüman-Hıristiyan geriliminin söz konusu ferman sonrasında gittikçe gerildiğini ve nihayetinde 1860 Katliamlarına yol açtığını ileri sürer. Bkz. Ma’oz, 1968: 231. 25 Ekonomide meydana gelen değişiklik, güç ve etki kaybı, siyasal İslam dünyasının dışarıdan tehdit edildiği duygusu: bütün bunlar yüzyılın ortalarında yeni siyasetlere, Avrupa’nın artan etkisine ve bazı yerlerde bu gelişmelerden karlı çıkan yerel Hıristiyanlara yöneltilen bir çok şiddet hareketiyle kendini gösterdi. Bunun en tipik örneğine 1860 yılında Lübnan’da rastlandı. Bkz. Hourani, 1997: 328-329. 1860 Olaylarına köylüler üzerindeki ağır vergi yükünün neden olduğunu ileri süren yorum için bkz. Owen, 1993: 161-163; Smilianskaya, 1966: 226-236. Bir Belge 81 nümüze kadar niteliği konusunda bir türlü karar verilemeyen isyan, kuşkusuz mevcut idareye karşı düzenlenmiş bir hükümet darbesi idi ve Sadrazam Ali Paşa’nın olay üzerine derhal istifasını vermiş olması başarısız darbenin boyutlarını göstermesi açısından önemliydi. İstanbul bu komplo ile çalkalanırken Rusya’nın Balkan eyaletlerinde reform talep eden yazısı neredeyse eş zamanlarda gerçekleşir. Sadrazamlık tahtına oturan Kıbrıslı Mehmet Paşa’nın ilk icraatlarından biri bu nota sonucunda şekillenir ve 1860 Baharında Balkan teftiş gezisine başlar. Paşa teftişler sırasında imparatorluğun yaramaz çocuğu Lübnan’da kanlı olayların bir kez daha caddeleri işgal altına aldığı haberini alır. Lübnan’ın bu en kanlı isyanı üzerine anlatılan hikayeler kısa sürede başkente ulaşır. Olayların korkunçluğu Bâb-ı âli’yi içlerinde Lübnan hakkında konuşmanın yasaklanması gibi sert önlemler almaya sevk eder. Alınan bir diğer kararla Hariciye Nazırı Fuat Paşa tıpkı beş yıl öncesinde Şekip Paşa örneğinde olduğu gibi olağanüstü yetkilerle donatılarak bölgeye gönderilir.26 Bu sırada Lübnan’ın demografik yapısına bakılacak olursa; Dürziler Lübnan’da ağırlıklı olarak Cebel-i Havran, Raşeya ve Hasbeya civarında ikamet etmekteydiler. Lübnan’da 37, Anti-Lübnan’da ise 67 köy ve kasaba Dürzilerle meskun idi. Marunilerle karışık olarak yaşadıkları köy ve kasaba sayısı 211 idi. Bütün nüfusları 1860’ta 55-60 bin arası olarak tahmin edilmekteydi. Marunilerin ise yaşam alanları Lübnan’ın bütün kuzey kısmı, Beyrut ve Trablus ile Sayda tarafları idi. Bütün nüfusları 1860’ta yaklaşık 200.000 kadardı (Karal, C. VI, 2000: 30). 1860 isyanından önce camilere Hıristiyanlar aleyhine nümayiş isteyen çeşitli bildiriler asıldı.27 Marunilere karşı çeşitli yol kesme eylemleri yapıldı ve bu eylemlere kayıtsız kalınması Marunilerin silahlanmasına yol açtı. Maruniler bir yandan vali Hurşit Paşa’ya durum ile ilgili şikayet dilekçeleri verirken konsoloslar da benzer uyarılarını valilik makamına ilettiler. Pamuk ve hububat gibi ürünler henüz tarladan kaldırılmadığı için genel bir ayaklanma beklenmiyordu. Ancak Sait Canbulat ve Hattar Ahmet’e bağlı Dürziler, Sayda ve Matn’da çok kanlı eylemlerin ipini çektiler. İlk günlerde katliam yağma ve yangınlar birbirini takip etti. Haziranın ilk yarısında Cebel Dürzilerine İsmail al-Atraş komutasında Havran Dürzileri yardıma koştular. Hesbeya, Raşeya, Zahle ve Dayr’elkamer yoğun katliamların yaşandığı bölgeler oldu. Hasbeya’da nizami kuvvetlere sığınan Hıristiyanlar bekledikleri desteği göremediler ve bundan cesaret alan Dürziler şehre hücum ederek bütün Hıristiyanları yok ettiler. Kendileri ile her için dostane ilişkiler içinde olmuş Rum Otodokslar dahi Katolik Rumlar ve Marunilerin kaderinden kaçamadılar (Akarlı, 1993. 30). Olayların Şam’da duyulması büyük bir galeyana yol açtı. 20 bin Hıristiyan nüfusa karşı 130 bin Müslüman’ı barındıran kente kısa süre içerisinde karışıklık sökün etti ve Araplar ve Dürziler katliama giriştirler. Hıristiyan mahallesi birkaç 26 Davison, Fuat Paşa’nın öncelikle iki hedefinin bulunduğunu bunlardan ilkinin bölgedeki Fransız etkisini mümkün olduğunca kırmak ikincisi ise olaylar karşısında Bâb- âlî prestijinin mümkün olduğunca hasar görmeden kurtarmak olduğunu belirtiyor, bkz. Davison, 1997: 122. 27 1860 Yazında yaşanan bu önemli olay ile igili son derece kapsamlı bir monografi Fawaz tarafından kaleme alınmıştır. Bkz. Fawaz, 1994 özellikle III. Bölüm “Civil War in the Mountain” ss. 47-77 ve IV. Bölüm “The Damascus İncident” ss. 78-100. Olaylara tanık olan ve bunları kayd eden al-Hasibi’nin notlarını analiz eden bir diğer çalışma için, bkz. Salibi, 1968: 185-202. 82 Çağdaş Yerel Yönetimler, 14 (2) Nisan 2005 saat içinde yerle bir edildi.28 Söz konusu kırımdan hiçbir Müslüman yetkili ve din görevlisi kurtarılamadı. Ne Sayda valisi Hurşit Paşa, ne de Şam valisi Ahmet Paşa önleyici tedbirlere başvurmadılar. Valilerin bu pasifliği hükümetin de ayak takımı lehinde olduğu kanısının yerleşmesine yol açtı. (s. 33-34). İsyandan önce Şam Valisi Ahmet Paşa durumun nezaketi konusunda Bâb-ı âli’ye bilgi sunmuş ve durumlar tersine dönerse olayları kontrol etmek üzere yeterli askeri gücün bölgede bulunmadığı belirtilmişti (Gökbilgin, 1946: 687-688).29 Bu nedenle de Bâb-ı âli asker gönderememiş ancak yerel imkanlarla durumun kontrol altına alınması emrini verilmişti. Bâb-ı âli özellikle İngiltere ve Fransa karşısındaki prestijini kurtarmak için bir yandan duyduğu üzüntüleri bildiren mesajlar çekerken diğer taraftan Meşveret Meclisi’ni toplayarak alınacak kararlar üzerinde fikir yürütmeye başlamıştır. Meclis önceki isyanda olduğu gibi bu isyanda da Hariciye Nazırının olağanüstü yetkilerle bölgeye gönderilmesine karar vermiştir. Söz konusu tedbirler isyanın Şam’a aksettiği 9 Temmuz 1860 tarihinde alınmıştı (BOA. A.AMD. 92/74); A. MKT. MHM. 188/3). Hariciye Nazırı Fuat Paşa’nın göreve tayin edilmesi konunun uluslararası yönünü koyması açısından anlamlıdır. Fuat Paşa 17 Temmuz’da Beyrut’a ulaştı. (İnal, C.I, 1982: 161; Karal, C. VI, 2000: 35) İsyanlar Batı Kamuoyunda duyurulur duyulmaz III. Napolyon, General Beaufort d’Hautpoil komutasında bir askeri birliği Suriye’ye gönderdi (BOA. A. MKT. UM. 432/50). Napolyon bu hareketini meşrulaştırmak için de Osmanlıların Fuat Paşa ile bölgeye gönderdiği askeri birliğe destekte bulunmayı amaçladıklarını açıklamıştı (Karal, C. VI, 2000: 36-37). Fuat Paşa bölgeye gelir gelmez bölgedeki tansiyonu düşürmek için pratik ama sert tedbirler alma yoluna gitti (Fawaz, 1994: 139-140). Müşir Hilmi Paşa, Cebel bölgesindeki isyancıların üzerine gönderilirken Beyrut ve Sayda’da biriken mülteciler için hastaneler hazırlandı ve yardım komisyonları oluşturuldu.30 Bu tertipler alınırken ayaklanmadan sorumlu kişiler tespit edilmeye başlandı. Asi ve yağmacıların sert şekilde cezalandırılacağı duyurulurken, bunlara yardım edenlerin de farklı bir akıbeti olmayacağı duyuruldu (Cevdet Paşa, Tezakir 13-20, 1991: 110-111). İsyan sırasında adam öldürdüğü tespit edilen 56 kişi hakkında idam, askerden yağmaya katılanlardan 111 kişinin ise kuruşuna dizilmesi veya asılması hakkında karar verildi (Gökbilgin, 1946: 692-693; Ali Rıza-Mehmed Galib, 2002: 74). Ahaliden silahlı yağmaya katılanlar da sürgün edildi. Arabistan Ordusu’nun yüksek rütbeli personelinden ihmali bulunan pek çok kişi de idam cezalarından nasibini aldılar.31 Fuat Paşa bir yandan Marunilerin zararlarını telafi 28 Kanlı olayların bilançosu oldukça ağırdır; Her iki dinden 7000-12000 arasında adam ölmüş, 300 köy, 500 kilise, 40 manastır, 30 okul yerle bir edilmiştir, bkz. Shaw-Shaw, C. II, 1983: 183. Ahmet Paşa’nın olaylar sırasındaki tutum konusunda çok farklı yorumlar yapılmıştır. Örneğin Cevdet Paşa, Ahmet Paşa’nın beceriksiz Tanzimat paşalarından birisi olduğunu iddia ederken (Cevdet Paşa, Tezakir 13-20, 1991: 111-112), Küçük, “dindar ve mütevekkil” bir kişiliğe sahip olan Ahmet Paşa’nın günah keçisi olarak öne çıkarıldığını iddia etmektedir (Küçük, 1987: 37). 30 Yapılan tüm hazırlıklar içerisinde Bâb- âlî, önceliği güvenliği güvenliğe vermiş ve imparatorluğun başka bölgelerindeki kuvvetleri kısa sürede bölgeye sevk etmişti BOA. A. MKT. MHM. 188/32; A. MKT. NZD. 318/66. 31 Engelhardt özellikle bölge askerlerinin yirmi yedi aydan beri maaş alamadıklarından söz eder ve çıkan ayaklanmanın bu kadar kanlı olmasının nedeni olarak askerin olaylara karışmasına dikkat çeker, bkz. 29 Bir Belge 83 ederken öte taraftan bu tazminat paralarını isyana kalkışan Dürzilerden tahsil etme yoluna gitti. Bu sırada Lübnan’a gelen Fransız kuvvetleri Maruniler tarafından son derece samimi bir şekilde karşılanmış diğer taraftan Dürzilere karşı geniş bir harekat başlatılmıştı. Dürzi ileri gelenlerinin teslim olması üzerine bu kampanya sonuçsuz kalmıştı (Karal, C. VI, 2000: 38-39). Bu sırada İngiltere, Fransa, Avusturya, Rusya, Prusya dışişleri temsilcileri, Osmanlı Hariciye memurlarından Abru Efendi’nin de katılımı ile Beyrut’ta bir araya geldiler (Akarlı, 1993: 32).32 Komisyon kendisini 1- Dürzilerin cezalandırılması 2- Marunilere verilecek tazminat ve 3- Lübnan’da uygulamaya konacak yeni idari yapının hazırlanması konularında yetkili görüyordu. Komisyon istişari bir statüsü olmasına karşın kısa sürede uluslararası bir mahkeme görünümü kazandı. Hatta daha da ileri giderek Osmanlı hükümetini olay nedeni ile mahkum etmeye kalkıştı. İlk iki işin Fuat Paşa tarafından yapılması üzerine komisyon üçüncü gündem maddesi üzerinde yoğunlaşmıştı. Hazırlanacak nizamname ile ilgili olarak her devlet birbirinden farklı politikalar güdüyordu. Marunilere ayrıcalıklar vermek isteyen Fransız talepleri Ortodoks haklarının istismar edileceğini savunan Rusların talepleri ile çakışıyordu. Aynı şekilde bölgedeki Dürzilerin kısmen de olsa sempatisi alan İngilizler her iki hasmının da durumdan büyük parçalar koparmasına engel olmaya çalışıyordu. İngiltere’nin bunun haricinde Lübnan’ın da içinde bulunduğu büyük Suriye vilayetinin oluşturulması teklifini Fuat Paşa’ya iletmiş ancak Paşa’nın girişimleri sonucunda öneri rafa kaldırılmıştı (İnal, C.I, 1982: 164). Nihayetinde Fransız teklifi (Lübnan Hıristiyan bir kaymakamın idaresine bırakılacak ve bu kaymakam, beş büyük devlet ile Osmanlı devleti arasındaki görüşmeler sonucunda belirlenecekti, Cebel-i Lübnan Mutasarrıflığı altı kazadan oluşacak ve her birinin başına bir müdür seçilecekti, müdürler daha sonra kendi meclislerini oluşturacaktı) en fazla oyu almıştı.33 Lübnan Nizamnamesi’nden sonra beş büyük devletin temsilcileri, Ali Paşa ile başka bir protokol imzalayarak Lübnan mutasarrıfının tayini ile ilgili olarak ek protokol imzalamışlardır. Buna göre Hıristiyan mutasarrıf Bâb-ı âli tarafından seçilecek ve ona tabi olacaktı. Mutasarrıf müşir unvanını taşıyacak ve Dayr-el-kamer’de ikamet edecekti. Mutasarrıflık süresi üç yıl olup bu süreyi beklemeden devlet mutasarrıfı azledebilecekti. Mutasarrıflık süresi tamamlanmadan üç ay önce Bâb-ı âli büyük devletlerle yeni mutasarrıfın belirlenmesi için görüşmelere başlayacaktı. İlk tayin edilen Davud Efendi, İstanbul’da Telgraf Müdürü idi. Lübnan Nizamnamesi’nin İstanbul’da imzalanması üzerine Fransız ordusu Lübnan’dan çekilmiş ve Davud Paşa göreve hemen başlamıştır. Lübnan’daki son durum imparatorluk içindeki azınlık dengeleri sarsmış ve diğer azınlık gruplarına hiç de iyi örnek olmamıştır (Karal, C. VI, 2000: 41-42). Davud Paşa’nın ilk Engelhardt, 1999: 169; Hitti, 1965: 194. Karşı bir görüş için bkz. Ma’oz, 1968: 230-231. İlginç bir şekilde ve hiçbir kaynağa atıfta bulunmadan Hitti, ceza alanların bir süre sonra Lübnan sokaklarında elini kolunu sallayarak dolaştığını öne sürmüştür, bkz. Hitti, 1965: 195. 32 10 Eylül 1860 tarihinde Bâb- âlî, olayların mahiyetini ve Avrupalı devletlerin beslediği emelleri bilmiyormuş gibi söz konusu komisyonun reform yapma ve mahkeme gibi çalışma yetkisinin olmadığı, sadece denetleme hakkına sahip olduğu yönünde bir yazıyı Hariciye Nazırı Fuat Paşa’ya göndermiştir, bkz. BOA. A. AMD. 93/25. 33 Fuat Paşa ise bu kadar çok parçalı bir bölgenin tek bir idare altında yönetilemeyeceğini düşünüyor ve çok parçalı bir idari birimin kurulmasından yana tavır koyuyordu. Ona göre Maruni Kilisesi’nin egemen yapısı korunarak Dürzilerin de Sayda valisine bağlanarak idaresi pek ala sağlanabilirdi, bkz Gökbilgin, 1946: 701-702. 84 Çağdaş Yerel Yönetimler, 14 (2) Nisan 2005 üç yıllık hizmeti sonucunda imza sahipleri ve Bab-ı ali arasında kimin mutasarrıf olacağına dair kısa bir pürüz çıkmış bunun neticesinde Lübnan Vilayet Nizamnamesi, 1864 eylülünde tekrar düzeltmeye uğrayarak son şekli verilmişti. Bununla beraber Osmanlı’nın bu sorumluluğu nasıl üstleneceği ve bu karmaşık cemaatleri ne şekilde bir arada tutabileceği yeni dönemin en önemli meselesi olacaktı (Akarlı, 1993: 32-33).34 Lübnan Vilayet Nizamnamesi, 1864 Eylülünde bazı küçük eklemelerle gözden geçirilirken aslında içeriği ile bir başka önemli metne, yani ilk Osmanlı vilayet nizamnamesine de ilham kaynağı oluyordu (Davison, 1997: 165). Tabi ki, bu düzenlemelerin ardı ardına gelmesi basit kronolojik tesadüflerden ibaret değildi. Yukarıda da vurguladığımız üzere devlet gemisi tüm eyaletlerden su almakta ve bu nedenle de Batılı devletlerin sert reform notalarına ev sahipliği yapmaya başlamıştı. Lübnan Vilayet Nizamnamesi böyle bir baskı sonucunda tamamen Batılı devletlerin katılımı sonucunda kaleme alınmış ve Bâb-ı âli’ye kabul ettirilmiş bir düzenlemeydi. Lübnan böylelikle dış devletlerin kolaylıkla manevra yapabileceği bir çevre bölge haline gelirken kaderi Eflak-Boğdan veya Sırbistan’la fazlasıyla benzeşiyordu. Yapılacak tek şey acil tedbirlerin ve yasaların Batılı devletler dikte ettirmeden kendi inisiyatifimizle hazırlanmasıydı. 1864 Vilayet Nizamnamesi dağılma endişesinin fazlasıyla Bab-ı âli odalarını işgal ettiği bir zamanda kaleme alınması bunun bir yansımasıydı. Cebel-i Lübnan’a dair verilen nizamın müddet-i inkızâsına mebni muahharen tadil ve ıslahı hakkında karârgîr olan nizâmnâmedir∗ 5 Rebi-ül-ahir 1281 6 Eylül 1864∗∗ Cebel-i Lübnan’da sakin ve mütevattın ahâlî ve tebaa-yı devlet-i aliyyemin istihsâl-i esbab-ı refah ve emniyetleri zımnında cebel-i mezkur idaresine dair bundan akdem verilen karar ve tanzim olunan nizâmnâmenin ahkamına üç sene müddet ta’yîn olunub bunun hitamında iktiza-yı halin tekrar tezekkür olunması mukarrer olduğuna ve müddet-i mezkure bu def’a münkaziyye olmuş idüğüne mebni bu def’a nizâmnâme-i mezkur mevadd-ı mündericesinin bazıları ta’dil ve ıslah olunarak keyfiyet taraf-ı eşref-i padişahıma arz ile ledel-istizan ol-vechle icra-yı iktizâsı hususuna irade-i seniye-i mülukanem müteallik ve şerefsudur olarak mucibince nizâmnâme-i mezkûr ber-vech-i âtî zikr ve beyan kılınır. Birinci madde: Cebel-i Lübnan taraf-ı devlet-i aliyyeden mansub ve doğrudan doğruya Bab-ı âli’ye merbut bir Hıristiyan mutasarrıf ile idare olunacaktır. İşbu mutasarrıf kabl’el-azil olub yani kayd-ı hayat ile olmayıb idare-i icrâiyyenin kaffe-i vezaifini hamil olarak ve cebelin her tarafında asayiş ve nizamının hıfzına nezaret ve tekalifi mesuliyeti tahtında olarak idare-i mahalliye memurlarını nasb ve hükkamı ik’âd edecek ve meclis-i 34 Engelhardt, nizamnamenin uzun soluklu olacağına inandığını çünkü Hıristiyanlara eşit katılımın kapılarını sonuna kadar açtığını söylemektedir, bkz. Engelhardt, 1999: 171; Aynı yönde bir başka görüş için bkz. Holt, 1966: 242. ∗ Düstur, Birinci Tertip, C. 4, ss. 695-701. ∗∗ Yukarıda da belirtildiği üzere Lübnan Vilayet Nizamnamesi 9 Haziran 1864’te yayınlanmış ancak Davud Paşa’nın görev süresini tamamlamasından sonra nizamname bir kez daha gözden geçirilmişti. Yayınladığımız belge nizamnamenin gözden geçirilmiş halidir. Bir Belge 85 kebiri cemm ve riyâsetini îfâ’ ve sekizinci maddede münderic olan kuyudun haricinde olarak mehakim tarafından kanunen verilmiş olan ilâmatı icra eyleyecektir. İkinci madde: Bütün cebel için Maruni olarak ikisi iki Kisrevan müdürlüğü ve biri Maruni ve biri Dürzi ve biri Mütevali olarak dördü Metn müdürlüğü ve yalnız bir nefer Dürzi olarak Sevk (?) müdürlüğü ve bir nefer Rum olarak Küre müdürlüğü ve yine bir Rum Katoliği olarak Zahle müdürlüğü taraflarından mebus on iki nefer azadan mürekkeb bir idare meclis-i kebiri olacak ve bu idare meclis-i tevzi-i tekâlîfe ve cebelin varidât ve mesarıfat-ı idaresinin teftişine ve mutasarrıfın kendisine arz edeceği mesail üzerine âli tark’ül-istişare mütalaasını vermeye me’mûr olacaktır. Üçüncü madde: Cebel-i Lübnan evvela sahil-i bahrde kain olub ekser ahâlîsi ehl-i İslam olan al-Kamun nam kasaba hariç olarak aşağı tarafı ve sekenesi Rum mezhebinde bulunan arazi-i mütecâvire ile Küre’den ve saniyen cest’ül-beşri ve Zaviye ve Bilad-ı batruni havi olan Lübnan’ın kıtaat-ı şimaliyesinden ve salisen bilad-ı cibayel ve cesti’lmezri ve fevt ve nefs ve Kirvandan nehr’ül-gülba kadar Lübnan’ın kıtaat-ı şimaliyesinden ve rabien Zahle arazisinden ve hamisen sahil nisar ile kanar bulmayan arazisi şamil olduğu halde Metn’den ve sadisen Cezîn’e kadar Şam tarikinin canib-i cenubiyesinde olan mahalden ve sabien Cezîn ve Tîfâh’tan mürekkeb yedi kazaya taksim olunacaktır ve zikr olunan kazaların her birinde ya ahâlîni miktar-ı nüfusuyla veyahut mutasarrıf olduğu emlak ve arazisinin ehemmiyetiyle galib bulunan mezhepten intihâb olunarak mutasarrıf tarafından nasb ve ta’yîn olunmuş birer idare memuru bulunacaktır. Dördüncü madde: Kazalar ber-vech-i takribi mukaddemki ekalim mesâbe sûrette nâhiyelere taksim olunacaktır ve her bir nâhiyede kaza müdürünün inhası üzerine mutasarrıf tarafından nasb ve ta’yîn olunmuş birer memur bulunacaktır ve her bir karyenin ahâlî tarafından intihâb olunarak mutasarrıf tarafından nasb olunmuş birer şeyhi bulunacaktır. Beşinci madde: Huzûr-ı kanunda cümlenin müsâvi tutulması ve â’yân-ı memleket ve hususuyla mukataacılara aid bulunan bi’l-cümle imtiyazâtın feshi ve ilga kılınması mukarrerdir. Altıncı madde: Cebelde her biri mutasarrıf tarafından mansûb bir hakîm ve bir vekilden ve cemaat tarafından müntehib altı nefer resm-i deâvî vekillerinden mürekkeb birinci derecede üç mahkeme bulunacaktır ve hükümetin merkez idaresinde Sünni İslam ve Mütevali ve Maruni ve Dürzi ve Rum ve Rum Katoliki cemaat-i sittesinden mutasarrıf marifetile intihab ve ta’yîn olunmuş altı nefer hakimden ve işbu cemaatin her biri tarafından ta’yîn olunmuş altı nefer resmi deâvî vekillerinden mürekkeb bir mehakeme-i meclis-i kebiri bulunacaktır. Protestan ve Yahudi mezhebinde bulunan kesândan birinin davası zuhurunda zikrolunan on iki azaya şu iki mezhepten dahi birer hakîm ve resmi dava vekili ilave kılınacaktır baş mahkemenin riyâseti mutasarrıf tarafından mahsûsen ta’yîn olunmuş bir me’mûr tarafından icra’ olunacaktır. İhtiyacât-ı mahalliye lüzum gösterdiği halde mutasarrıfların birinci derecede mehakimin adedini ta’zîfe ve hükümetin sûret-i muntazamada cereyanı için mar’ül-zikr birinci derecede mehakimin bulundurulacağı mahalleri şimdiden ta’yînine istihkakları olacaktır. 86 Çağdaş Yerel Yönetimler, 14 (2) Nisan 2005 Yedinci madde: Hakim’ül-sulh vazifesini îfâ eden karye şeyhleri iki yüz guruşa kadar olan davaları bila-istînâf hükmedeceklerdir. İki yüz guruşdan yukarı olan deâvînin rûyeti birinci derecede olan mehakime meclislerine aid bulunacaktır mesalih-i muhtelite yani ikisi bir mezhepte bulunmayan eşhas beyninde tekvîn eden deâvîde tarafeyn müddeî aleyhin mezhebinde olan hakîm’ül-sûlhün kabul etmedikleri halde deâvî-i mezkûre her kaç guruştan ibaret olursa olsun derhal birinci derecede bulnan mehakime nakl olunacaktır. Kaffe-i mesalih esasen a’zânın ekseriyet-i ârâsı ile rûyet olunacak ise de müddeî ve müdde-i aleyh olan taraflar hem-mezheb bulundukları halde mezahib-i sairden bulunan hakîmi kabul etmemeye istihkakları olacak ve fakat bu halde kabul olunmayan hükkam mehakimede hazır bulunacaklardır. Sekizinci madde: Mevadd-i cezâiye mehakemesinin üç derecesi olacaktır. Şöyle ki, kabahat-ı hakim’ül-sulh vazifesini îfâ eden karye şeyhleri ve cünha ve cerâim birinci derecede bulunan mehakemelere cinayet mehakeme meclis-i kebiri taraflarından rûyet ve mehakeme olunacaktır ve işbu meclis-i kebir tarafından i’tâ’ olunacak ilâmlar memâliki mahrûsa-i şâhânenin sair mahallerinde mutad olan merasim ve muamelat ikmal olunmadıkça mevki-i icraya konulamayacaktır. Dokuzuncu madde: Mevadd-ı ticarete dair olan bi’l-cümle deâvî Beyrut ticaret meclisinde rûyet olunacaktır. Tebaa-yı ecnebiyeden ve yahud ecnebi cümlesinden ulunan kesândan böyle cebel ahâlîsinden bir kimesne beyninde mevadd-ı adiyeye dair olan dava bile yine meclis-i mezkûr marifetile rûyet kılınacaktır. Şu kadar ki, cebel ahâlîsi ile tebaa-yı ecnebiye beyninde zuhur edecek münâzaâta mümkün ise tarafeyn beyninde bade’l-ittîfâk hükm marifetile hükm olunacak ve bu halde cebel-i Lübnan memurin mahalliyesi düvel-i fehime-i mütehabe konsoloslar heyeti ile müttefiken tanzim olunarak canib-i Bab-ı ali’den tasdik olunmuş olan bir tarif mucibince nakl-i deâvî mesarıfını davayı kayb edecek tarifin tediye etmesi iktizâ’ edecektir. Şurası mukarrerdir ki, tarafeynin hükm-ü ittihazına muvafakiyetlerine havi olan mukavele senedini usûlüne tatbiken tanzim ve imza eylemeleri ve Beyrut mahkemesiyle cebelin meclis-i kebiri mahkemesine kayd ettirilmeleri lazım gelecektir. Onuncu madde: Hakîmler, mutasarrıflar tarafından nasb olunur ve idare meclis azası nâhiyelerde karye şeyhi ve şeyhler dahi her bir karyenin ahâlîsi marifetile intihâb kılınır. İdare meclislerinin a’zâsının her iki senede bir sülüsü tecdid olunarak azalıktan çıkan kesân tekrar a’zâ intihâb olunacaktır. On birinci madde: Hükkamın kaffesi muvazzaf olacaktır. Eğer bunlardan birinin irtikâb veyahud sıfat-ı me’mûrinine yakışmayacak sûrette bir hareket lede’l-tahkik ta’yîn ederse işbu hakim azl olunduktan başka irtikâb eylediği kabahata göre te’dib olunacaktır. On ikinci madde: Bi’l-cümle mahkeme meclislerinde emr-i murâfaa aleni olarak bir katib-i mahsûs tarafından zabt ve deâvî kılınacaktır ve bundan maada işbu katib emval-i gayr-ı menkûle ferağ ve intikalata dair olan senedâtın bir defterini tutmaya me’mûr olacağından senedât-ı mezkûre usûl-ü vechle işbu deftere kayd olunmadıkça mûteber tutulamayacaktır. Bir Belge 87 On üçüncü madde: Cebel-i Lübnan ahâlîsinden sair sancaklar irtikâb-ı cürm eden müttehemlerin davaları cürmün vuku’ bulduğu sancakta vesair sancakların ahâlîsinden Cebel-i Lübnan dairesinde irtikâb-ı cürm eden kimesnelerin davaları Cebel-i Lübnan’da muhakeme ve hükm olunacaktır. Bina’en-aleyh gerek bir livadan ve gerek başka mahaller ahâlîsinden Cebel-i Lübnanda irtikâb-ı cürm ederek aher bir sancakta firar eden müttehemlerin Cebel-i Lübnan idaresi tarafından vaki olacak iş’ar üzerine derhal olsancak zabiti tarafından tutulub idare-i mezkûre tarafına teslim olunacağı misüllü kezalik gerek sair mahaller ahâlîsinden ve gerek Cebel-i Lübnan ahâlîsinden aher bir sancak dahilinde bir cürm ve irtikabıyla Lübnan’a firar eden müttehemler dahi ol sancak zabitinin iş’arı üzerine cebel idaresi tarafından derhal tutularak mezkur sancak tarafına teslim kılınacaktır. Bu makûle mütteheminin aid oldukları mahkemelere iadesi hususuna dair ita olunan evamirin icrasında müsamaha veyahud esbab-ı meşruaya mebni olduğu ispat olunamayacak tehirâtı tecviz eden idare me’mûrları haklarında o makule müttehemleri hükümetten ketm ve ihfa eden eşhas misüllü ber-mucib kanûn icra-yı mücazât kılınacaktır el-hasıl Cebel-i Lübnan idaresiyle civarında bulunan sancaklar idaresi beyninde olacak münasebât memâlik-i devlet-i asliyenin sair sancakları beynlerinde cari ve düstur’ul-amel olan münasebâtın aynı olacaktır. On dördüncü madde: Evkât-ı âdîyede asayişin muhafazası ve kavaninin icrası bilhassa ahâlînin ale’t-tahmin bin nüfus üzerine yedi nefer hesabıyla tahrir olunmuş muhtelit bir fırka-yı zabtiyye marifetile mutasarrıf tarafından temin olunacaktır. Hanelere zabtiyye ikamesiyle havale usulü ilga olunarak onun yerine mahkumun ahz ve hapsi gibi esbab ihbariye vaz’ olunacağından zabtiyye me’mûrlarına ahâlîden gerek nakdi ve gerek ayni bir guna ücret taleb etmeleri tediyât-ı şedide altında olarak men’ edilecektir ve zabtiyyelerin üzerinde bir üniforma veyahud me’mûriyetlerinin alâmet-i fârikası olacaktır. Zabtiyye fırkasının âdî zamanlarda mahmûl olduğu kaffe-i vezaif îfâsı muktedir olduğu mutasarrıf tarafından tasdik olununcaya kadar Beyru’tan ve Şam ve Sayda ve Trablus yolları asâkîr-i şâhâne ile muhafaza olunacaktır ve bu asker mutasarrıfın refakât ve idaresinde bulunacaktır. Ahval-i fevkaladede ve lede’l-iktiza mutasarrıf idaresi meclis-i kebirinin reyini aldıktan sonra Suriye’de olan hükümet-i askeriyye tarafından asâkîr-i muntazamanın muavenetini taleb edebilecektir. Bu askerin bi’z-zat kumandasına me’mûr olan zabit ittihaz olunacak tedabiri mutasarrıf ile kararlaştıracak ve hareket ve nizamat-ı askeriye misüllü sarf-ı askere aid olan mesailde zabir müşarünileyh muhtar ve müstakil olduğu halde Cebel’de bulunduğu müddetçe mutasarrıfın maiyetinde olacak ve onun mesûliyeti tahtında hareket edecektir. İllet-i gaiyye virudu ber-taraf olduğu mutasarrıf tarafından kumandanına resmen ifade ve ilan olunduğu gibi asakir-i merkûme cebelden çekilecektir. On beşinci madde: Devlet-i aliyye cebelden el-yevm muayyen olan ve ahvalin müsaadesi hininde yedi bin keseye iblağı caiz bulunan üç bin beş yüz kise akçe vergisini mutasarrıf vasıtasıyla tahsile derkâr olan hakkını muhafaza edib şu kadar ki, bunun mahsulü her şeyden evvel cebelin idaresi ve menafi-i umumiyesi masarıfına mahsus tutulacak e ziyadesi olduğu halde hazineye aid olacaktır. İdarenin hüsn-ü cereyanına gayetle elzem olan mesarıf-ı ûmûmiye hasıl tekalifi tecavüz ederse işbu fazla mesarıf hazine-i celileden tesviye olunacaktır. Bahâlîkler yani emlak-ı hümayûn varidâtı vergiye 88 Çağdaş Yerel Yönetimler, 14 (2) Nisan 2005 dahil olmadığından varidât-ı mezkûre hazine-i celile hesabına olarak cebel sandığına teslim kılınacaktır. Fakat âmâl-i ûmûmiye vesair mesarıf-ı fevkaladeden kendisinin evvelemirde kabul ve tasdik etmemiş olduklarını saltanat-ı seniyye îfâ etmeyecektir. On altıncı madde: Cebel ahâlîsinin mahal-be-mahal ve millet be-millet bir an akdem tahrir-i nüfusuna mübaşeret olunacak ve mezru’ olan kaffe-i arazinin bil-müsaha haritası yapılacaktır. On yedinci madde: Yalnız manastır rehabini ile kilise papasları efradı beyninde olan kaffe-i deâvîden maznun veya müttehem olan taraflar hükümet-i ruhbaniyeye tabi olub meğerki pisikoposhane bunların deâvî meclisine havalesini taleb eyleye. On sekizinci madde: Hiçbir emâkin-i ruhbaniyye ve gerek ruhban ve gerek avâm-ı nas hükümetin takib ve taharri eylediği eşhasın ilticalarını nizamât-ı esasiyesi olarak ilamaaşallah-ı teali destur’ul-amel tutulub cümle tarafından harf be-harf icra ve infazına kemâl-i itîna ve dikkat hilafından gayet’ül-gaye hazır ve mücânebet olunması irade-i kat’iyyen mülûkanem iktizâsından bulunduğu alenen işbu ferman-ı alişânım sadr olmuştur. Tahriren fi’l-yevm’ül-rabi’ öşr-i min-şehri rebi-ül-aher lesnet’ül-ahdi ve semanin metn ve elf. Mini Sözlük Akdem Arâzî-i mütecâvire Ber-vech-i âtî İktizâ İnkıza İstihkak Karârgîr Kesân Ledel-istizan Memâlik-i mahrûsa-i şâhâne Mesâbe Muahharen Muhtelite Murâfaa Münâzaât Münderice Münkaziyye Müsâvi Mütevattın Müttehem Riyâset : Önce, evvel : Bir civarda olan, komşu arazi : Aşağıda olduğu gibi : Azım gelme, gerekme : Hitam bulma , sona erme : Hak kazanma, hakkı olma : Kararlaştırılan : Kimseler, kişiler : İzin alındığında : Osmanlı ülkesi : Derece, rütbe : Sonradan : Karışık, karma : Mahkemeye verme : Çekişmeler, kavgalar : İçinde bulunan, yer alan : Bitmiş, sona ermiş : Eşit : Vatan etmiş, yurt tutmuş : Kabahatli, suçlu : Başkanlık, baş olma Bir Belge Ta’zîf Tekvîn Tevzi-i tekâlîfe 89 : İki kat etme, bir o kadar daha artırma : Var etme, yaratma : Vergi dağıtımı, paylaşımı Kaynakça 1. Resmi Yayınlar Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA) BOA. A. M. (Sadaret Müteferrik Belgeler) BOA. İ. HR. (İrade-i Hariciye) BOA. İ. DH. (İrade-i Dahiliye) BOA. A. AMD. (Sadaret Âmedî Kalemi Belgeleri) BOA. HR. MKT. (Hariciye Nezareti Mektubî Kalemi Belgeleri) BOA. A. DVN. MHM. (Bab-ı Asafi Mühimme Kalemi Belgeleri) BOA. A. MKT. MHM. (Sadaret Mühimme Kalemi Evrakı) BOA. A. MKT. UM. (Sadaret Mektubî Kalemi Umum Vilayet Yazışmalarına Ait Belgeler) BOA. A. MKT. NZD. (Sadaret Mektubî Kalemi Nezaret Ve Devâir Yazışmalarına Ait Belgeler) 2- Kitaplar Abdul-Rahim Abu-Husayn (2004), The View from İstanbul: Lebanon and Druze Emirate in the Ottoman Chancery Documantes 1546-1711, I.B. Tauris Publishers, London New York. Akarlı, Engin Deniz (1993), The Long Peace, Ottoman Lebanon, 1861 – 1920, The University of California Press. Ali Rıza – Mehmed Galib (2002), Sonun Başlangıcı, Milenyum Yayınları, İstanbul. Anderson, Ewan W. (2000), The Middle East – Geography & Geopolitics, Routledge, London and New York. Armajani, Y.– Ricks, T. M. (1986), Middle East – Past & Present, Prentice Hall Inc., New Jersey. Armaoğlu, Fahir 1983), 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, Türkiye İş Bankası Yayınları, Ankara. Cevdet Paşa (1991), Tezakir – (13-20), Yay. Cavid Baysun, TTK, Ankara. Davison, Roderic H. (1997), Osmanlı İmparatorluğu’nda Reform, C. I, Papirüs Yayıncılık, İstanbul. Dedeoğlu, Beril (2002), Ortadoğu Üzerine Notlar, Derin Yayınları, İstanbul 90 Çağdaş Yerel Yönetimler, 14 (2) Nisan 2005 Ekinci, Ekrem Buğra (1998), “Lübnan’ın Esas Teşkilat Tarihçesi”, Amme İdaresi Dergisi, S. 31/3, Eylül. Engelhardt (1999), Tanzimat ve Türkiye, Kaknüs Yayınları, İstanbul. Farah, Caesar E. (2000), The Politics of Interventionism in Ottoman Lebanon 1830 – 1861, I.B. Tauris Publishers, London & New York. Fawaz, Leila T. (1994), An Occasion for War – Civil Conflict in Lebanon and Damascus in 1860, I.B. Tauris Publishers, London-New York. Fromkin, David (1989), Barışa Son Veren Barış – Modern Ortadoğu Nasıl Yaratıldı ?, Sabah Kitapları, İstanbul. Gökbilgin, M. Tayyib (1946), “1840’tan 1861’e Kadar Cebel-i Lübnan Meselesi ve Dürziler”, Belleten, C. X, S. 37, Ocak. Held, Colbert C. (1989), Middle East Patterns, Westview Press, Boulder, San Fransisco & London. Hitti, Philip K. (1965), A Short History of Lebanon, MacMillan New York. Hofman, Yitzhak (1975), “The Administration of Syria and Palestine under Egyptian Rule 1831-1840”, Studies on Palestine during The Ottoman Period, ed. Moshe Ma’oz, The Magnes Press, Jerusalem. Holt, P.M. (1966), Egypt and the Fertile Crescent 1516-1922, Cornell University Press, London. Hourani, A.H, (1997), Arap Halkları Tarihi, İletişim Yayınları, İstanbul. Hourani, A.H. (1954), Syria and Lebanon, Oxford University Press, London-New York- Toronto. İnal, İbnülemin Mahmud Kemal (1982), Son Sadrazamlar, C.I, Dergah Yayınları, İstanbul. İssawi, Charles (1964), “Economic Development and Liberalism in Lebanon”, The Middle East Journal, Volume 18, Number 3, Summer 1964, pp. 279-292. Karal, Enver Ziya (2000), Osmanlı Tarihi, C. VI, TTK, Ankara. Kaynar, Reşat (1991), Mustafa Reşit Paşa ve Tanzimat, TTK, Ankara. Kemal H. Karpat (2001), Ortadoğu’da Osmanlı Mirası ve Ulusçuluk, İmge Yayınevi, Ankara. Khalaf, Samir (1987), Lebanon’s Predicament, Columbia University Press, New York. Leeuwen, Richard Van (1994), Notables and Clergy in Mount Lebanon, E.J. Brill, Leiden. New York, Köln. Ma’oz, Moshe (1968), Ottoman Reform in Syria and Palestine 1840-1861, Clarendon Press, Oxford. Bir Belge 91 Meo, Leila M.T. (1965), Lebanon – Improbable Nation, Greenwood Press, Connecticut. Odeh, B.J. (1986), Lübnan’da İç Savaş, Belge Yayınları, İstanbul. Owen R. – Pamuk Ş. (2002), 20. Yüzyilda Ortadoğu Ekonomileri Tarihi, Sabancı Üniversitesi Yayınları, İstanbul. Owen, Roger (1993), The Middle East in the World Economy 1800-1914, I.B. Tauris & Co Ltd, London-New York. Polk, William R. (1963), The Opening of South Lebanon 1788-1840, Harvard University Press, Cambridge, Massachusetts. Raymond, André (2000), “Arap Siyasal Sınırları İçinde Osmanlı Mirası”, İmparatorluk Mirası, Haz. L. C. Brown, İletişim Yayınları, İstanbul. Salem, Elia (1967), “Cabinet Politics in Lebanon” The Middle East Journal, Volume 21, Number 4, Autumn 1967, pp. 488-502. Salibi, Kamal (1989), A House of Many Mansions, I.B. Tauris & Co Ltd, London. Salibi, Kamal S. (1968), “The 1860 Upheavel in Damascus as Seen by al-Sayyid Muhammad Abu’l-Su’ud al-Hasibi, Notable and Later Naqip al-Ashraf of the City”, Beginnings of Modernization in the Middle East – The Nineteenth Century, Ed. W. R. Polk- R. L. Chambers, The University of Chicago Pres, Chicago & London. Schölch, Alexander (1986), “Was There A Feudal System in Ottoman Lebanon and Palestine ?”, Palestine in the Late Ottoman Period , Ed. D. Kushner, E.J. Brill, Leiden. Shaw, Stanford J. –Shaw Ezel Kural (1983), Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, C. II, E Yayınları, İstanbul. Smilianskaya, I. M (1966), “From Substance to Market Economy 1850’s”, The Economic History of the Middle East 1800-1914, Ed. C. Issawi, The University of Chicago Press, Chicago & London. Ülman, Haluk (1963), “1840-1845 Arasında Suriye ve Lübnan’ın Durumu ve Milletlerarası Politika”, A.Ü.S.B.F. Dergisi, C. XVIII, No: 3-4, Eylül-Aralık. Yerasimos, Stefanos (1994), Milliyetler ve Sınırlar, İletişim Yayınları, İstanbul. Zvi Y. Hershlag (1964), Introduction to the Modern Economic History of the Middle East, E.J. Brill, Leiden.