Berlin Alice Salomon Uygulamalı Bilimler Üniversitesi
ve
Akdeniz Üniversitesi
Avrupa Birliği Araştırma ve Uygulama Merkezi
ALMANYA ve TÜRKİYE – CİLT III
TOPLUM, SAĞLIK ve EĞİTİMDE
ÇEŞİTLİLİK
Editörler
Theda BORDE ‐ Erol ESEN
1
TÜRKİYE VE ALMANYA – CİLT III
TOPLUM, SAĞLIK ve EĞİTİMDE
ÇEŞİTLİLİK
Editörler: Theda Borde ‐ Erol Esen
Kapak: Dieter Hanauer
Sayfa Düzeni: Gamze Uçak
©Siyasal Kitabevi Tüm Hakları Saklıdır.
2015 Kasım, Ankara
ISBN: 978‐605‐9221‐12‐2
Siyasal Kitabevi
Yayıncı Sertifika No: 14016
Şehit Adem Yavuz Sok. Hitit Apt. 14/1
Kızılay‐Ankara
Tel: +90 (0) 312 419 97 81
Faks: +90 (0) 312 419 16 11
Perakende Satış:
Zafer Çarşısı 26‐27‐28
Tel: +90 (0) 312 433 99 43
e‐posta: info@siyasalkitap.com
http://www.siyasalkitap.com
Baskı:
Desen Ofset A. Ş.
Sertifika No: 11289
Birlik Mah. 448. Cad. 476. Sk. No: 2
Çankaya/Ankara Tel: 0 (312) 496 43 43
Dağıtım:
Siyasal Kitabevi
Şehit Adem Yavuz Sok. Hitit Apt. 14/1
Kızılay‐Ankara
Tel: +90 (0) 312 419 97 81
Faks: +90 (0) 312 419 16 11
2
İÇİNDEKİLER
SELAMLAMA ...................................................................................... 9
Prof. Dr. İsrafil KURTCEPHE
Akdeniz Üniversitesi Rektörü
ÖNSÖZ ............................................................................................. 11
Theda BORDE ve Erol ESEN
Editörler
AÇILIŞ KONUŞMALARI ..................................................................... 15
Prof. Dr. Burhan ÖZKAN
Akdeniz Üniversitesi Rektör Danışmanı ve Uluslararası İlişkiler
Koordinatörü
Ahmet Başar ŞEN
Türkiye Cumhuriyeti Berlin Başkonsolosu
TÜRK ALMAN BİLİMSEL İŞBİRLİĞİ PERSPEKTİFLERİ: SONUÇ ve
GELECEĞE BAKIŞ .............................................................................. 23
Editörler
MAKALE ÖZETLERİ ........................................................................... 29
3
I. BÖLÜM
AVRUPA’DA ALMANYA ve TÜRKİYE’NİN YERİ:
STRATEJİ, POLİTİKA ve UYGULAMALAR
Almanya ve Türkiye’de Bilim, Araştırma ve Teknoloji Stratejileri ... 67
Peter WEBERS
Türk‐Alman İnovasyon Ağlarında Bilgi Transferi ve Entegrasyon .... 72
Yeşim KUŞTEPELİ, Canan BALKIR, Yaprak GÜLCAN ve
Sedef AKGÜNGÖR
Almanya ile Türkiye Arasında Gelecekte Yapılacak İkili Bilimsel
İşbirliklerinde Fırsatlar ve Engeller ................................................. 92
Dirk TRÖNDLE
Türk‐Alman Ekonomik İlişkileri Özel Bağlamında Avrupa
Birliği’nin (AB) Türkiye Açısından Ekonomik Önemi ...................... 110
Meral AVCI
Tarih, Politika ve İktisat Sacayağında Almanya,
Türkiye ve Ortadoğu ...................................................................... 130
İrfan KALAYCI
Türk Hükümeti’nin Yeni Diaspora Politikası – Fırsatlar ve Riskler..147
Yaşar AYDIN
II. BÖLÜM
TOPLUM, SAĞLIK, EĞİTİM ve MESLEK
ALANLARINDA ÇEŞİTLİLİK
Almanya’da Sosyal Hizmet Kurumlarının Gelişimi ve Göçmenlerin bu
Alandaki Örgütlenmesi ................................................................. 169
Kenan KOLAT
4
Türkiye’de Sağlık Hizmetlerinde Yabancı Personelle İlgili
Uygulamalar .................................................................................. 180
Mustafa ÇOBAN, M. Cumhur İZGİ ve A. Ezel ESATOĞLU
Pilot Proje: Berlin Charité Üniversite Hastanesi’nde Kültürlerarası
Yetkinlik ve Yapılanma İçin Mesleklerarası Ağ Oluşturma ............ 193
Jalid SEHOULI, Neşe Emine YÜKSEL, Theda BORDE
ve Zeki ÇAĞLAR
Demans Hasta Yakınlarının Katkı ve İhtiyaçları: Almanya Bremen
Deneyimleri ................................................................................... 198
Funda KLEIN‐ELLINGHAUS, Tilman BRAND ve Hajo ZEEB
Uzun Süreli Bakım ve Bakım Politikalarında Değişen Eğilimler...... 218
Sema OĞLAK
„Öğretmen Odasında Çeşitlilik“ Araştırması................................. 240
Nurten KARAKAŞ
Prestij ve Stigma Kıskacındaki “Göçmenlik”:
Göçmen Kökenli Alman Milletvekillerin Gözünden ...................... 253
Devrimsel Deniz NERGİZ
İş Yaşamında Göçmenlik Olgusu: Geçmiş mi Gelecek mi?............ 277
Jason HOLDSWORTH
Yazarlar Almanca Yazıyor .............................................................. 280
Yadé KARA
5
III. BÖLÜM
TÜRK‐ALMAN BİLİMSEL İŞBİRLİĞİNE BAKIŞ AÇILARI VE MEVCUT
POTANSİYELLER
Kısım 1: Toplum ve Sağlık
Sezaryenle Doğum – Almanya ve Türkiye Arasında Transnasyonal ve
Transkültürel Gerçekler ve Tartışmalar ......................................... 287
Theda BORDE, Silke BRENNE, Jürgen BRECKENKAMP,
Oliver RAZUM ve Matthias DAVID
Hastane Kapasiteleri ve Hizmet Göstergeleri Açısından Almanya ve
Türkiye’nin Karşılaştırmalı Analizi .................................................. 323
Yasemin AKBULUT, Ömer R. ÖNDER, Çağdaş Erkan AKYÜREK,
Ece UĞURLUOĞLU ALDOĞAN, Bayram GÖKTAŞ,
Gamze KUTLU, Jebağı Canberk AYDIN ve Walter SWOBODA
Türkiye ile Almanya Sağlık İnsan Gücünün Sayısal Yeterliliği ve
Mesleki Beceri Dağılımındaki Dengesizliği .................................... 339
Türkan YILDIRIM, Afsun Ezel ESATOĞLU, Gözde YEŞİLAYDIN,
İpek CAMUZ, Deniz Tugay ARSLAN ve Sylvia SCHAFMEISTER
Türkiye ve Almanya Sağlık Harcamalarının
Karşılaştırmalı Analizi..................................................................... 355
Gülbiye YENİMAHALLELİ YAŞAR, Okan ÖZKAN, Pınar DOĞANAY
PAYZİNER, İzzet AYDEMİR, İsmail AĞIRBAŞ,
Marly SHWENDLER ve Patrick DA‐CRUZ
Türkiye ve Almanya’da Sağlık Kurumları İşletmeciliği Eğitim
Programları Karşılaştırmalı Analizi ................................................ 370
Kemal YAMAN ve Sabahattin TEKİNGÜNDÜZ
6
Almanya ve Türkiye’de Organ Bağışı ve Uluslararası Organ Ticareti:
Bazı Özverisel Etmenlerin Azalan Organ Bağışlama Gönüllülüğünü
Nasıl Canlandırdığı Üzerine ........................................................... 395
Rolf WIRSING
Tıp Hukuku ve Etik Açıdan Almanya ve Türkiye’de Psikiyatri
Hastalarına Yaklaşım Farkı ............................................................ 414
E. Elif VATANOĞLU‐LUTZ
Tamamlayıcı Tıp Uygulamalarının Alman Sağlık Tedarik Sistemine
Uyarlanması – Çigongun Ortaya Çıkışı, Bilimi ve Uygulaması ....... 428
Johann BÖLTS
Meme Kanseri Ameliyatı Ardından Hastalarla Yapılan Yoga
Uygulamalarının Etkilerine Dair Rasgele ve
Kontrollü bir Araştırma .................................................................. 444
Ingrid KOLLAK, Isabell UTZ‐BILLING, Sabine GAIRING, Heribert
KENTENICH, Winfried SCHÖNEGG ve Friederike SIEDENTOPF
Münih Teknik Üniversitesi Spor ve Sağlık Bilimleri Fakültesi’nde
Geleneksel Çin Tıbbı Yüksek Lisans Programı – Master of Science
(M.Sc.) ........................................................................................... 471
Carl‐Hermann HEMPEN
Kısım 2: Yapılar ve Programlar
Alman Federal Eğitim ve Araştırma Bakanlığı’nın Türkiye ile
İşbirliğine Yönelik Araştırma ve Eğitim Enstrümanları................... 481
Oliver DILLY
Türkiye’de Alman Akademik Değişim Servisi (DAAD) ‐
Bireysel Teşvik ve Proje Teşvik Programları .................................. 492
Sarah SCHACKERT‐FELD
7
Avrupa Ağları ve Lobi Faaliyetleri .................................................. 507
Thomas HECKEBERG
Antalya Üniversite Destekleme Vakfı: Eğitime Adanmış 42 Yıl ..... 517
Fatmagül HESAPÇIOĞLU
Türkiye İle Almanya Arasında İkili Bilimsel ve Teknolojik İlişkiler ve
Bilim, Araştırma ve İnovasyon Yılı 2014 ........................................ 519
Aslı AKÇAYÖZ
Alman Akademik Değişim Servisi’nin Türkiye’deki Çalışmaları:
Görev Alanları ve Hedefler ............................................................ 525
Sarah SCHACKERT‐FELD
Türkiyeli ve Almanyalı Türk Siyaset Bilimcilerinin Türk‐Alman
Bilimsel İlişkilerine Katkıları ........................................................... 537
Burak GÜMÜŞ
Türk‐Alman Yükseköğretim İşbirliğinde Yeni bir Oluşum:
BAU International Berlin – University of Applied Sciences ........... 565
Süheyla SCHRÖDER
Türk‐Alman Kültür İlişkilerinde Yunus Emre Enstitüsü ................. 580
Yılmaz BULUT
Almanya Türk Toplumu’nun Hedef ve Faaliyetleri ....................... 590
Safter ÇINAR
YAZARLAR DİZİNİ ........................................................................... 597
8
SELAMLAMA
2012 yılında başlayıp 6‐8 Kasım 2014
tarihleri arasında Üniversitemizin
üçüncü kez ev sahipliği yaptığı Türk‐
Alman Bilimsel İşbirliği Forumu başa‐
rıyla tamamlanmıştır. Bu çerçevede
Türkiye ve Almanya’dan araştırmacı,
uygulamadan gelen uzman ve eğitim
öğretim alanından karar vericiler tara‐
fından olmak üzere 50’nin üzerinde
bildiri sunulmuştur. 400’ün üzerinde
katılımcıyı ağırlayan bu yılki Forum,
hem ele aldığı konu yelpazesini genişletmiş, hem de daha
geniş araştırma ve eğitim çevrelerine ulaşmayı başarmıştır.
Gösterdiği süreklilik ve yüksek performansı ile Türk‐
Alman Bilimsel İşbirliği Forumu, rüştünü ispatlamıştır. 2014
yılının Türk‐Alman Bilim, Teknoloji ve Inovasyon Yılı olması,
Üniversitemizdeki bu buluşmaya özel bir değer katmaktadır.
İki ülke arasında ilk kez gerçekleştirilen bu özel programa
başta AKVAM olmak üzere, Üniversitemizin çeşitli birimleri
de aktif katkı vermiştir. Almanya’da öğrenimini görmüş 70’in
üzerinde öğretim elemanımızla birlikte birçok akademik ve
idari birimimiz bu çerçevede Almanya’dan kurum ve kuruluş‐
larla ilişkilerini ve işbirliği potansiyelini genişletme fırsatı
yakalamıştır. Forum’da ele alanın birçok konuda bilgi ve de‐
neyim alışverişi olurken, Avrupa Birliği’nin çok uluslu destek‐
9
leme programlarına katılım kriterleri de iki ülke araştırmacıla‐
rı tarafından birlikte değerlendirilmiştir.
Bu yıl da başarıyla tamamlanan Türk‐Alman Bilimsel İş‐
birliği Forumu, Üniversitemizin uluslararasılaşma çabalarına
güçlü bir katkı sunmaktadır. Birçok Alman göçmene de ev
sahipliği yapan Antalya’da bu ikili bilim ve eğitim buluşmala‐
rının başarıyla sürmesini temenni ediyorum. Daha geçtiğimiz
yıl 10. Kuruluş yıldönümünü kutlayan Üniversitemizin genç
birimi Avrupa Birliği Araştırma ve Uygulama Merkezi
(AKVAM) ve onunla birlikte III. Türk‐Alman Bilimsel İşbirliği
Forumu’nu düzenleyen Berlin Alice Salomon Uygulamalı
Bilimler Üniversitesi’nin (ASH) değerli ekiplerine ve progra‐
mın gerçekleştirilip sonuçların yaygınlaştırılmasına katkı ve‐
ren tüm Türk ve Alman kurum ve kuruluşlarına teşekkür
ediyorum.
Prof. Dr. İsrafil KURTCEPHE
Akdeniz Üniversitesi Rektörü
10
ÖNSÖZ
Göç olgusunun etnik ve sosyokültürel çeşitlilik ile çok dillilik
bağlamında genel olarak büyük bir toplumsal potansiyel oluş‐
turduğu, „2014 Türk‐Alman Araştırma, Eğitim ve İnovasyon
Yılı” bağlamında açık bir şekilde görülmüştür. Zira Türk‐
Alman bilimsel işbirliklerinde, Almanya’da yaşayan Türkiye
kökenli göçmenler başı çekmekte ve başarılı işbirliklerinde
önemli bir kaynak teşkil etmektedirler. Ancak toplumun gele‐
ceği açısından gerek Türkiye gerekse Almanya için önemli
olan, göçmenliğin getirdiği birikim ve sorunlar ile toplumsal
çeşitlilik konusunun daha fazla dikkate alınmasıdır. Ortak
toplumsal sorunlara daha iyi cevap verebilmek ve ulusüstü
ortaklık olanaklarını daha iyi değerlendirebilmek için araştır‐
ma ve bilgiye dayanan uygulamalar yanı sıra, sürdürülebilir
ikili işbirliklerinin oluşturulması gerekmektedir.
Dünyanın çeşitli kriz bölgelerinden Avrupa ülkelerine
akın eden sığınmacılarla birlikte oluşan güncel durumun da
apaçık gözler önüne serdiği gibi, hem Almanya hem de Türki‐
ye sadece toplumdaki sosyal ve etnik çeşitlilikle ilgili eski
sorunlarla değil, aynı zamanda göçmenlik olgusundan kay‐
naklanan yeni sorunlarla da karşı karşıyalar. Her ne kadar
sığınmacıların yaşam güvencesiyle ilgili insani konular şimdi‐
lik ön planda olsa da, transit ve göç edilen ülkelerde bir süre
sonra eğitim ve sağlık hizmetlerinden yararlanma ile toplum‐
sal katılım meseleleri de gündeme gelecektir. Eğitim ve sağlık
11
adaleti yanı sıra insan haklarını da içine alan sosyal adalet
konuları bununla ilişkilidir.
Bu kitap yoğunlukla, Akdeniz Üniversitesi Avrupa Birliği
Araştırma ve Uygulama Merkezi (AKVAM) ile Berlin Alice
Salomon Uygulamalı Bilimler Üniversitesi işbirliğiyle 6‐8 Ka‐
sım 2014 tarihlerinde Akdeniz Üniversitesi’nde üçüncüsü
düzenlenen “Türk‐Alman Bilimsel İşbirliği Forumu”nda su‐
nulan bildirilerden oluşmaktadır. Farklı bilimsel alanlardan,
siyasi, iktisadi ve uygulamaya yönelik çevrelerden gelen
400’ün üzerinde katılımcı bu etkinlikte birbirleriyle “Toplum,
Sağlık ve Eğitimde Çeşitlilik” üzerine ulusüstü bir bakışla
bilgi ve deneyim değişiminde bulunmuştur. Bu kapsamda
araştırma projeleri, Almanya ve Türkiye arasında yapılmış
karşılaştırmalı çalışmalar ve yenilikçi kuruluş ve konseptler
tanıtılmış, keza “Proje Ortaklık Borsası” yardımıyla aynı alan‐
larda faaliyet gösteren, dolayısıyla işbirliği yapma potansiye‐
line sahip muhtemel ortaklar biraraya getirilmiştir. Ayrıca var
olan sorunlar; Türk‐Alman işbirliği çerçevesinde olmak kay‐
dıyla toplum, eğitim ve sağlık bilimleri kapsamında acil çö‐
züm bekleyen ileriye dönük alanlar olarak ele alınıp tartışma‐
ya açılmıştır. Etkinlik kapsamında birbirinden bağımsız oluş‐
turulmuş tartışma platformları ve disiplinlerarası konsept
Almanya ve Türkiye’den gelen araştırmacı ve ilgililerin birbir‐
leriyle görüş alışverişi yapabilmesine önemli ölçüde dinamizm
katmış, alışılmışın dışında farklı fikirler geliştirmeye, yine bu
fikirleri çeşitli tartışma ortamlarında dile getirmeye olanak
sağlamıştır.
Bu yayında uzmanların, genç bilim insanlarının, siyasi ve
uygulamaya yönelik çevrelerle akademik kuruluşların temsil‐
cilerinin kaleme aldığı araştırma sonuçları, proje tanıtımları ve
onların sunduğu bilimsel perspektifler yer almaktadır. Al‐
12
manya ve Türkiye ülkeler bazında merkezi konumda olmakla
birlikte, “çeşitlilik” olgusunun konusal bağlamda yazarları en
çok meşgul eden alan olarak ön plana çıkmaktadır. O halde
yazarların makale ve sunumlarından, ulaştıkları sonuçlardan
esinlenip, yeni araştırma konularının ve ikili işbirliklerinin
ortaya çıkmasını sağlayın.
„2014 Türk‐Alman Araştırma, Eğitim ve İnovasyon Yılı”
Almanya ile Türkiye arasındaki bilimsel işbirliğini pekiştir‐
mek için çok uygun bir çerçeve sunmuştur. Bilim Yılı’nın bir
odağının da sosyal bilimler üzerine çevrilmiş olmasını biz çok
yerinde bir uygulama olarak görüyoruz. Çünkü dikkatlerin
insan ve toplum üzerine çevrilmesi, diğer bilimlerin de temel
konusunu oluşturmaktadır.
Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu’na
(TÜBİTAK), İstanbul’daki Friedrich‐Ebert‐Vakfı Derneği’ne ve
ev sahibi Akdeniz Üniversitesi’ne, Rektörü Sayın Prof. Dr.
İsrafil Kurtcephe’nin şahsında, 2014 yılında Antalya’da üçün‐
cü kez düzenlenen “Türk‐Alman Bilimsel İşbirliği”nden esir‐
gemedikleri desteklerinden ötürü teşekkür ederiz. Ayrıca An‐
talya Üniversite Destekleme Vakfı’na ve Federal Almanya
Eğitim ve Araştırma Bakanlığı’na (BMBF) bu yayının gerçek‐
leşebilmesi için sundukları desteklerden ötürü teşekkür etme‐
yi bir borç biliriz.
İki dilde yaptığımız bu yayınla, farklı kurumlarda faali‐
yet gösteren, gerek tecrübeli gerekse genç bilim insanlarına,
keza Almanya ve Türkiye’de siyasi, iktisadi ve uygulamadan
sorumlu çevrelerden gelen uzman ve temsilcilere hitap ede‐
bilmenin ve ileriki dönemlerde yapılacak olan yeni ikili işbir‐
likleri ile toplum, eğitim veya sağlık araştırmaları bağlamında
oluşturulacak ağlar için esin kaynağı olabilmeyi ümit ediyo‐
ruz. Bu yayın vesilesiyle toplum, sağlık ve eğitim bilimleri
13
kapsamında “çeşitlilik” olgusunun yeni bir araştırma ve uygu‐
lama alanı olarak kendisine bir yer edinmesine katkı sunmuş
olmayı ümit ediyoruz. Ayrıca bu yolla gerek Almanya’da ge‐
rekse Türkiye’de çeşitliliğe yönelik yapıların toplumsal kuru‐
luşlar ile sağlık ve eğitim yapılanmalarında geliştitirilmesine
katkı sağlamış olmayı çok arzularız.
Bizden güvenlerini esirgemeksizin Almanca veya Türkçe
kaleme aldıkları değerli makaleleriyle bu yayının hayat bul‐
masını sağlayan bütün yazarlara bu vesileyle şükranlarımızı
sunarız. Bilim, uygulama ve siyaset alanlarında iki ülke ara‐
sında fikir alışverişi bilgi transferinin en iyi biçimde gerçekle‐
şebilmesine önayak olabilmek amacıyla bu yayını Türkçe ve
Almanca yapmaya karar verdik. Bu bağlamda çok dillilik çe‐
şitliliğin kabulü ve karşılıklı iletişim yollarının açılması anla‐
mına gelmektedir. Her iki dilde de kaleme alınmış olan maka‐
lelerin bir diğer dile çevirilmesi görevini üstlenip bu görevi
özenle yerine getiren Dr. Yücel Sivri ve Sezai Zeybekoğlu’na
çok teşekkür ederiz.
Üçüncü kez düzenlenen “Türk‐Alman Bilimsel İşbirliği
Forumu” etkinliklerinin hazırlanmasına ve yayın öncesi de‐
ğerlendirme süreçlerine verdikleri emek ve desteklerden do‐
layı AKVAM çalışanları Meral Aksu, Markus Schrijer, Fatma
Uysal, Özlem Yalçın ve bir kez daha disiplin, özveri ve ekip
bilinciyle katkı veren Akdeniz Üniversitesi öğrencilerine çok
teşekkür ediyoruz.
Prof. Dr. Theda Borde
Berlin Alice Salomon
Uygulamalı Bilimler Üniversitesi
14
Prof. Dr. Erol Esen
Akdeniz Üniversitesi
AÇILIŞ KONUŞMASI
Sayın Başkonsoloslarım, Alice Salomon Üniversitesi’nin çok
değerli Rektör Yardımcısı, Üniversitemizin sayın Dekanları,
çok değerli katılımcılar hepinize hoş geldiniz diyorum ve siz‐
leri saygıyla selamlıyorum.
Konuşmama başlamadan önce Sayın Rektör’ümüzün siz‐
lere selam ve saygılarını iletmek istiyorum. Kendileri burada
bizlerle olmayı çok istemelerine karşın il dışında oldukları için
toplantıya katılamadılar. Bildiğiniz üzere Akdeniz Üniversite‐
si olarak Türk‐ Alman Bilimsel İşbirliği Forumu’nun ilkini
2012 yılının Mart ayında, ikincisini ise 2013 yılının Mayıs
ayında gerçekleştirmiştik. Biraz önce Sayın Esen’in de ifade
ettiği gibi birazdan başlayacak olan bu yıl ki Forum yoğun bir
programla 2 gün boyunca devam edecek. Ancak bu yılki Fo‐
rum; “Türk‐ Alman Bilim Yılı” kapsamında yürütülmesi ne‐
deniyle ilk iki Forumdan daha farklı bir önem taşımaktadır.
Forumda ele alınacak konulara baktığımızda ortak araştırma
stratejileri belirlemek, ortak araştırma ve ikili ortaklıklar için
destekleme programlarının yürütülmesi gibi önemli konular
ele alınmaktadır. Akdeniz Üniversitesi olarak biz Türk‐ Alman
Bilim Yılı’nı da çok önemsedik ve özel önem verdik. Bu amaç‐
la üniversitemizden bir öğretim üyemizi, koordinatör olarak
tayin ettik ve kendisi AKVAM Müdürümüz Erol Esen hoca‐
mızla birlikte oldukça verimli bir çalışma dönemi geçirdiler.
Bu kapsamda Haziran ayı içerisinde Türk‐ Alman Bilim Ödü‐
lü’nün verilmesi etkinliği, daha sonra halen gerçekleştirmekte
15
olduğunuz 3. Türk‐ Alman Bilimsel Forumu ve yine Aralık
ayında gerçekleştirilecek olan “Uluslararası Biyogaz ve
Kompost Çalıştayı” örnek olarak verilebilir. Bunun dışında,
2015’e sarkan bir etkinlik de Ulusötesi Yaşlılık Projesi. Akde‐
niz Üniversitesi olarak uluslarasılaşmaya ve uluslararası ilişki‐
lere son derece önem veriyoruz ve bu kapsamda tamamen
yeniden bir organizasyona gittik. Bu yapının içinde üniversi‐
tede yürütmüş olduğumuz değişim programları, ki bunlar
içinde en çok bilineni Erasmus, onun dışında tüm dünyaya
açık olan Mevlana Değişim Programı ve misafir öğrenci prog‐
ramı olarak da adlandırılan bir başka değişim programı olan
Free Mover Programı yer almaktadır. Bu çerçevede halen
yaklaşık 1500 uluslararası öğrencimiz kampüsümüzde eğitim
görmektedir. Uluslararası ilişkiler kapsamında Almanya’ya
özel önem veriyoruz. Almanya bizim için gerçekten önemli bir
ülke. Halen 41 Alman üniversitesi ile 161 Erasmus anlaşma‐
mız var ve bu kapsamda karşılıklı öğrenci ve öğretim elemanı
değişiminde bulunuyoruz. Aynı zamanda Almanya’daki üni‐
versiteler ile ikili işbirliği anlaşmalarımız var. Bu Forum kap‐
samında Alice Salomon Üniversitesi ile ikili işbirliği anlaşma‐
sı imzalayacağız dolayısıyla bu anlaşmalara bir tane daha
ilave ediyoruz. Söz konusu bu anlaşmayı Alice Salomon Üni‐
versitesi adına parafe edecek olan Rektör Yardımcısı Bayan
Prof. Dr. Bettina Völter’in de bugün aramızda bulunmasından
büyük memnuniyet duyuyorum.
Ben 3. Türk‐ Alman Bilimsel İşbirliği Forumu’nun düzen‐
lenmesinde, başta Forum’u düzenleyen Alice Salomon Üni‐
versitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Theda Borde ve AKVAM
Müdürü Prof. Dr. Erol Esen olmak üzere katkısı olan herkese
çok teşekkür ediyorum. Ayrıca buraya gelip değerli fikirlerini
16
bizimle paylaşacak olan konuşmacılara ve siz katılımcılara da
çok teşekkür ediyorum.
Sevgi ve saygılarımla
Prof. Dr. Burhan Özkan
Akdeniz Üniversitesi Rektör Danışmanı ve
Uluslararası İlişkiler Koordinatörü
17
AÇILIŞ KONUŞMASI
Saygıdeğer Rektör Yardımcısı Hanımefendi,
Saygıdeğer Rektör Yardımcısı Beyefendi,
Değerli Prof. Dr. Theda Borde ve Prof. Dr. Erol Esen,
Akdeniz Üniversitesi ve Alice Salomon Uygulamalı Bilimler
Üniversitesi’nin Değerli Mensupları,
Sevgili Öğrenciler,
Bugün burada “III. Türk‐Alman Bilimsel İşbirliği Foru‐
mu”nda sizlerle birlikte olmaktan ve tecrübelerimizi, görüşle‐
rimizi karşılıklı paylaşma imkanı bulmaktan memnuniyet
duyuyorum.
Forum’un “Türk‐Alman Bilimsel İşbirliği: Toplum, Sağlık
ve Eğitimde Çeşitlillik” şeklindeki başlığı, esasen Alman‐
ya’daki Berlin Büyükelçiliğimiz ve 13 Başkonsolosluğumuzun
gündemindeki en öncelikli konuları bünyesinde toplamış du‐
rumdadır. Bizler, devlet temsilcilikleri olarak Almanya’daki
görev bölgelerimizde toplumumuzun Alman toplumu içinde‐
ki konumunu nasıl iyileştirebileceğimize önemli mesai harcı‐
yoruz. Ve şunu en baştan belirtmeliyim ki, bizi bu amaca ulaş‐
tıracak en doğru ve etkin yolun toplumumuzun eğitim seviye‐
sini yükseltmekten geçtiğine inanıyoruz.
Öncelikle Türkiye ve Almanya ilişkilerinin olumlu seyir‐
de ilerlediğine değinmek isterim. Bildiğiniz üzere, Almanya
ile geçmişten gelen, Osmanlı İmparatorluğu dönemine daya‐
nan köklü ilişkilerimiz bulunuyor. İki ülke arasında diploma‐
tik ilişkilerin kurulmasının üzerinden bugün 250 yıl geçmiş
19
durumdadır. Prusya ile başlayan ilişkilerimiz küreselleşmenin
sunduğu gelişmeler karşısında 20. yüzyılda ivme kazanarak
devam etmiş ve bugünkü “yoğun ilişkiler ağı” düzeyine
ulaşmıştır. Almanya ile olan ilişkilerimizin çok boyutluluğu
özellikle vurgulanması gereken bir noktadır.
Almanya ile başta NATO, OECD, AGİT, Avrupa Konseyi
olmak üzere pek çok Avrupa kurumunda ve uluslararası ör‐
gütte ortaklık ilişkisi içinde bulunuyor ve işbirliği yapıyoruz.
Ayrıca, Almanya, Gümrük Birliği Kararı olarak bilinen 1/95
sayılı AT‐Türkiye Ortaklık Konseyi Kararı’nın alınmasında,
Türkiye’nin AB ile yakınlaşması, AB üyeliği için başvurması,
aday ülke olarak tanınması ve sonrasındaki müzakere süre‐
cinde çeşitli dönemlerde farklı boyutlarda ve yönde olabil‐
mekle birlikte gerçekten önemli rol oynamış bir ülkedir. Bun‐
dan sonraki süreçte de AB tarafından alınan kararlarda belir‐
leyici olacağı konusunda şüphemiz olmamalıdır.
Bunların yanı sıra ticari ve ekonomik düzlemde de Al‐
manya ile çeşitlilik arzeden ve gelişmiş bir ortaklık ilişkisi
içerisindeyiz. İki ülke 32 milyar Doları aşan ikili ticaret hacmi‐
ne sahiptir. Son yılların ithalat‐ihracat rakamlarına bakıldı‐
ğında Almanya’nın dış ticaretimiz bakımından başı çeken ülke
olduğunu görmekteyiz. Bugün Almanya Türkiye’nin bir nu‐
maralı ticaret ortağı konumundadır.
İlişkilerin aslında en önemli paydasını oluşturan beşeri
boyutunu ele aldığımızda ise, Türkiye’den Almanya’ya işgücü
göçünün başladığı 1961 yılından bugüne uzanan 55 yıllık sü‐
rede ikili ilişkilerimize giderek artan biçimde yön veren Al‐
manya Türk toplumu karşımıza çıkmaktadır. Almanya’da
bugün 3 milyonu aşkın insanımız yaşamaktadır. Her iki ülke
için de Almanya Türk toplumunun ikili ilişkilerde oynadığı
rol, tartışılmaz önemde, başka örneği olmayan niteliktedir.
Türkiye’den çalışmak amacıyla 1960’lı yıllarda Almanya’ya
20
göçen insanlarımızdan bir bölümü zaman içerisinde ülkemize
dönmüş, ancak gerek çocukları Almanya’da kaldığından ge‐
rekse sağlık hizmetleri veya sosyal hizmetlerinden yararlan‐
maya devam ettiğinden Almanya ile bağını hiçbir zaman ko‐
parmamıştır. Bu grubun önemli bölümü halen yılın yarısını
ülkemizde, kalan yarısını Almanya’da geçirmektedir. Alman‐
ya’ya göçen ilk nesilden orada yaşamaya devam etmiş insan‐
larımız keza ülkemizdeki akrabaları ya da babadan kalan top‐
rakları dolayısıyla ülkemizle bağını sürdürmekte, büyük ço‐
ğunluğu yılda en az bir defa memleketini ziyaret etmektedir.
Dolayısıyla iki ülke arasında sürekli bir insan akışı olmakta,
toplumumuzun 50 yıldır canlı tuttuğu bu devirdaim esasen
ilişkilerin daha da gelişmesini kamçılamaktadır.
Öte yandan, her yıl ülkemizi ziyaret eden 5 milyon Al‐
man turistin de ülkemizi, kültürümüzü ve insanımızı iyi tanı‐
yan ve seven insanlar arasına katıldığı malumunuzdur. Turist
akışının dışında onbinlerce Alman vatandaşı bilhassa bulun‐
duğumuz coğrafi bölgeye olmak üzere ülkemize yerleşmiş ve
sürekli Türkiye’de yaşayan insanlar haline gelmişlerdir. İnsan
unsurunun ortaya çıkardığı bu potansiyel, takdir edersiniz ki,
iki ülke ilişkilerini her alanda canlı tutmaya ve geliştirmeye ‐
tabiri caiz ise‐ mahkum kılan itici güçtür.
Değerli Katılımcılar,
İlişkilerin beşeri boyutu irdelendiğinde, Almanya’daki 3
milyonu aşkın Türkiye kökenli insanın elbette çeşitli siyasi,
ekonomik, kültürel ve sosyal sorunları olduğunu da görüyo‐
ruz. Bizler, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Almanya’daki
uzantısı olarak, Berlin Büyükelçiliğimizin eşgüdümünde, bu
sorunları, kaynağına inerek kalıcı ve sürekli çözümlerle orta‐
dan kaldırmak için çalışmalar yapmaktayız. Gelinen noktada,
geniş perspektiften bakıldığında, insanımızın sorunlarının
çözümü toplumun eğitim seviyesinin yükseltilmesinden geç‐
21
mektedir. Eğitim seviyesi yüksek bir toplum özbenliğini koru‐
yabilmişse, diline ve kültürüne sahip çıkabilmiş ve bu değerle‐
rin kişiliğine güç katan unsurlar olduğunu idrak edebilmişse,
hem kimliğini koruyarak gelişmeye devam edebilecek, hem de
bulunduğu ülkeye sadece insan gücü olarak değil, daha başka
birçok açıdan katkıda bulunabilecektir.
Bizler bu anlayışla eğitim konusundaki çalışmalarımızda
bir taraftan insanlarımızı bilinçlendirmeye çalışıyor, sivil top‐
lum kuruluşlarımızı bu konularda çalışmalar yapmaya teşvik
ediyoruz, bir taraftan da Alman yerel makamları, akademis‐
yenleri ve eğitim kuruluşları ile yakın ilişki içinde bulunarak
işbirliği yapmaya çaba gösteriyoruz.
Üç milyonu aşkın insanın kaynak ülkesi Türkiye’de de bu
konuyla ilgilenen duyarlı kişilerin olduğunu görmek bizleri
hem sevindirmekte, hem de çalışmalarımızda bizlere güç
vermektedir. Sayın Prof. Dr. Esen ve onun yönetimindeki Ak‐
deniz Üniversitesi Avrupa Birliği Araştırma ve Uygulama
Merkezi bu konudaki güzel örnekler arasında bulunmaktadır.
Çalışmalarını takdirle izliyor, elimizden geldiğince ve imkan‐
larımız elverdiğince destek vermeye gayret ediyoruz.
Bu düşüncelerle, Akdeniz Üniversitesi ile Alice Salomon
Uygulamalı Bilimler Üniversitesi arasındaki işbirliğinin bun‐
dan sonra da başarıyla ilerleyeceğine ve her iki taraf için de
hem Türkiye’de hem de Almanya’da faydaya dönüşeceğine ve
somut çıktıları olacağına inanıyorum. Bu yolda önemli bir
adım olan Türk‐Alman Bilimsel İşbirliği Forumu’nun verimli
geçmesini diliyor, beni davet ederek sizlere hitap etmeme
vesile olan Akdeniz Üniversitesi yetkililerine içten teşekkürle‐
rimi sunuyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Ahmet Başar ŞEN
Türkiye Cumhuriyeti Berlin Başkonsolosu
22
TÜRK ALMAN BİLİMSEL İŞBİRLİĞİ
PERSPEKTİFLERİ: SONUÇ ve
GELECEĞE BAKIŞ
„Toplum, Sağlık ve Eğitimde Çeşitlilik“ özel konusu ile, tüm
dünyada güncel ve toplum politikası olan bir konu Üçüncü
Türk‐Alman Bilimsel İşbirliği Forumu’nun merkezine yerleşti‐
rilmiştir. Türkiye ve Almanya’daki yerel yönetimler, sağlık ve
eğitim kurumları, yaşlanma ve göç ile kendini gösteren de‐
mografik dönüşümün beraberinde getirdiği yoğun sorunlarla
karşı karşıyadırlar. Etnik ve sosyo‐kültürel açılardan farklı
toplumlarda sosyal birliği sağlamak, sürdürülebilir, bütünle‐
yici ya da entegre edici yapıların kurulabilmesi ve ırkçılığa ve
etnik ayrımcılığa karşı durabilmek için, siyasi ve idari düzey‐
de uygun düzenlemeler gereklidir. Yüzyılımızın bu sorununu
bir fırsat veya problem olarak görmek bizim elimizdedir. Bi‐
lim, gerekli bilimsel esasları ortaya koyma sorumluluğunu
taşımaktadır. Araştırma ve öğretim yapan üniversiteler, top‐
lum, sağlık ve eğitimde çeşitliliğin konularıyla daha yoğun
ilgilenmek durumundandır. Gelecekle ilgili bu önemli sorun‐
lar, ancak karmaşıklıkları ve uluslararası boyutları dikkate
alındığında ve disiplinlerüstü ve uluslarüstü yaklaşımlarla
çözülebilir.
Üçüncü Türk‐Alman Bilimsel İşbirliği Forumu’nun heye‐
canlı kapanış toplantısında katılımcılar, tecrübe ve bilgilerini
yansıttılar ve ikili işbirliğinin perspektiflerini ve fırsatlarını
tartıştılar. Tüm dil engellerini ortadan kaldıran mükemmel
23
konferans çevirmenlerine teşekkürü bir borç biliriz. Sadece
saygın bilim adamlarının ve katılımcı kurumların temsilcileri‐
nin değil, aynı zamanda genç nesil bilim adamlarının ve öğ‐
rencilerin de tartışmalara yoğun şekilde katılmış ve bakış açı‐
larını ve önerilerini sunmuş olmaları dikkate şayandır.
Öncelikle yüksek bir toplum bilimsel araştırma ihtiyacı
olduğu ve Türk‐Alman araştırma ve üniversite işbirliğine her
iki tarafın da ilgisinin büyük olduğu görülmüştür. Sadece her
iki ülkenin bilim insanları arasındaki paylaşım değil, aynı
zamanda her iki ülkedeki bilim, politika ve uygulama arasın‐
da da diyalog yoğunlaştırılmalıdır. Böylece bir taraftan bilim‐
sel tanılar, politika ve uygulamada değerlendirme fırsatı bu‐
lurken, diğer taraftan politika ve uygulamada ortaya çıkan
güncel sorunlar bilimsel olarak ele alınmalıdır. Alman part‐
nerlerin genellikle birçok konuda daha fazla deneyime sahip
olduklarından, Türk‐Alman işbirliği ilişkilerinde sıkça asimet‐
rilerin olduğu da tespit edilmiştir.
Bir katılımcının ifadesine göre, 2014 Türk‐Alman Bilim
Yılı’nın gösterdiği gibi, Türkiye ve Almanya arasında bazı
verimli bilim ve uygulama işbirlikleri mevcuttur. Ancak bu
tür işbirlikleri, toplum, sağlık ve eğitim bilimlerinde önemli
derecede artırılmalıdır. Bunun önemli bir ön şartı ise gerekli
teşvik programlarıdır. Toplum bilimsel araştırmalar, hem
ulusal, hem Türk‐Alman ve hem de uluslararası düzeyde bi‐
limsel işbirliklerinde mevcut olan araştırma destek programla‐
rında açık bir şekilde daha fazla yer bulmalıdırlar. Türk‐
Alman bilimsel işbirliğinin öncelikli konuları olarak, iltica ve
göç, sağlık ve bakım adaleti, eğitimde fırsat eşitliği, ruhsal
sağlık ve kurumların kültürlerarası açılımı konuları tartışıl‐
mıştır.
Türkiye’nin araştırma politikalarının özellikle ileri tekno‐
lojiye ve ekonomik rekabete yoğunlaştığı eleştirel olarak ifade
24
edilmiştir. Ancak Türkiye’de bilimin bağımsızlığını güçlen‐
dirmek için, inovasyon sistemlerine ve sürdürülebilir gelişme
konularına yoğunlaşmak ve temel bilimler alanına yoğunlaş‐
mak da önemlidir. Her iki ülkedeki öğrenim programlarının
gelecekte olası toplumsal gelişmelere yönelmesi ve üniversite
öğrencilerinin bu gelecek sorunlarına daha iyi hazırlanması
gerektiği saptanmıştır.
Forum’a katılan öğrenciler, yabancı dil eğitiminin siste‐
matik bir şekilde teşvik edilmesinin üniversitelerin
uluslararasılaşması ve Türkiye üniversite öğrencilerinin ulus‐
lararası işbirliği ilişkilerine katılımları için önemli olduğunu
vurgulamışlardır. Yabancı dil eğitimine, Türkiye’de daha fazla
önem verilmeli ve üniversiteler bunun için gerekli programları
sunmalı ve finanse etmelidirler. Yabancı diller okul çağından
itibaren öyle sunulmalıdır ki, yabancı dil yeterlilikleri üniver‐
sitelerde yüksek bilimsel düzeyde geliştirilebilsin ve uluslara‐
rası düzeyde değişim için gerekli donanımı sunsun. Eksik
yabancı dil yeterlilikleri, uluslararası değişim programlarına
katılımda bile temel engel olmaktadır. Forum’da ayrıca, üni‐
versite öğrencilerinin yabancı dildeki literatür incelemelerinin
neredeyse imkansız olduğu da dile getirilmiştir. Böylece bi‐
limsel bilgi ve sorunlarla ilgili kendi görüş alanını aşan bir
paylaşım ve tartışılma ortamı için önemli bir alt yapı donanımı
eksik kalmaktadır. Öğrencilere göre, uluslararası öğrenci deği‐
şimine daha iyi bir ön hazırlık gereklidir ve üniversite öğrenci‐
leri için uluslararası eğitim seyahatleri de öğretim programla‐
rına dahil edilmelidir. Forum’a katılan araştırmacılar da Tür‐
kiye’deki tüm eğitim kurumlarında ve özellikle üniversiteler‐
de yabancı dil eğitiminin sistematik bir şekilde teşvik edilmesi
gerektiğini dile getirmişlerdir. Aynı şekilde alışılmış eğitim
yöntemleri de eleştirilmiş, ezbere dayalı öğretim ve bireysel
düşünmeyi yüksek öğrenimin önemli bir parçası olarak kabul
25
etmeyen tutumlara, üniversite öğrencilerinin itiraz etmeleri
konusunda cesaretlendirilmişlerdir.
Forum’da çok dillilik, uluslararası işbirliğinin temeli ola‐
rak vurgulanmıştır. Hem Almanya’da hem de Türkiye’de
uluslarüstü göçmenlerin mevcut çok dillilik potansiyelleri,
daha fazla önemsenmeli ve Türk‐Alman bilimsel ilişkileri için
daha yoğun değerlendirilmelidirler. Ayrıca iki dilli bilim in‐
sanlarının da, bilimsel yazım yetenekleri bağlamında hem
anadillerinde hem de bir yabancı dilde yazmayı sistematik
olarak öğrenmeleri ve uygulamaları gerektiğine de işaret
edilmiştir. Çok dillilik potansiyelinin geliştirilmesi için her iki
ülkede de öğretim elemanlarının daha iyi eğitilmesi talep
edilmiştir. Uluslararasılaşma anlamında ve nüfusun sosyo‐
kültürel çeşitliliğindeki artış dikkate alınarak, uluslararası ve
kültürlerarası yeterliliklerin üniversitelerin önemli bir sorum‐
luluk alanı olduğu ve eğiticilerin uygun şekilde eğitilmeleriyle
başlanması gerektiği ifade edilmiştir.
Eğitim sistemleri reformlara açık olmalı ve uluslararası
paylaşımla birbirlerinden öğrenmelidirler. Örneğin; Alman‐
ya’daki PISA araştırmalarının en basit sonuçları bile, kapsamlı
eğitim reformlarının gerçekleştirilmesini tetiklemişlerdir. Bu
bağlamda Türkiye’de, ikili (dual) eğitim sistemine daha fazla
yatırım yapılması, eğitim süreçlerinin geçirgenliğinin müm‐
kün kılınması ve eğitim sistemlerini Bologna sürecinde uygu‐
lamaya konulan “hayat boyu öğrenme” (life‐long‐learning)
konseptine daha güçlü yönlendirmesi önerilmiştir. Halk Eği‐
tim Merkezleri (Volkshochschulen) gibi kurumların da Türki‐
ye için bir örnek olabileceği vurgulanmıştır.
Forum katılımcılarına göre uluslarüstü değişim, sadece
üniversite öğrencileri ve öğretim elemanlarıyla sınırlı kalma‐
malıdır. Türkiye ve Almanya arasında başarılı bilimsel ve
üniversite işbirliğine yönelik olarak, bu bakış açılarının söz
26
konusu araştırma pratiğine ve araştırma yönetimine kazandı‐
rılması ve böylece Türk‐Alman bilimsel işbirliğinin daha iyi
desteklenebilmesi için, araştırma görevlilerinin ve idari perso‐
nelin uluslar arası değişimi de vurgulanmıştır. Mevcut
Erasmus programları, bu düzeyde üniversiteler tarafından
daha yoğun kullanılmalıdır.
Sonuçta, Üçüncü Türk‐Alman Bilimsel İşbirliği Forumu,
yeni projelere yol gösterici nitelikte olduğu dile getirilmiştir.
Bundan sonraki etkinlikler için, tematik ağırlık noktalarına ve
panellere ek olarak, daha yoğun bir paylaşımı teşvik etmek
için “yuvarlak masa toplantıları” yapılması tavsiye edilmiştir.
Almanya Federal Eğitim ve Araştırma Bakanlığı (BMBF), Tür‐
kiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK),
Alman Araştırma Toplumu (DFG), Alman Hava Yolları ve
Uzay Araştırma Merkezi (DLR), Antalya Üniversite Araştır‐
maları Vakfı ve Başbakanlık Yurtdışı Türkler ve Akraba Top‐
lulukları Başkanlığı (YTB) gibi Türk ve Alman araştırma teşvik
kurumlarının önemli temsilcilerinin ve Türkiye’nin Berlin
Başkonsolosu’nun ve Alman Akademik Değişim Programı
(DAAD) Türkiye Temsilcisinin Türk‐Alman Bilimsel İşbirliği
Forumu’na katılmış olmaları ve söz konusu düşünceleri, stra‐
tejileri ve teşvik programlarını tanıtıp diğer katılımcılarla tar‐
tışmış olmaları, kapanış toplantısında çok olumlu olarak vur‐
gulanmıştır.
Artık Üçüncü Türk‐Alman Bilimsel İşbirliği Forumu’nun
toplum, sağlık ve eğitim bilimlerindeki diğer işbirliği çalışma‐
ları için önemli bulgular ortaya çıkarması ve Türkiye ve Al‐
manya’daki yüksek öğrenim kurumları arasında daha yoğun
ortaklıkların doğması ve bunun somut projelerle desteklenme‐
si arzumuzdur.
Editörler
27
MAKALE ÖZETLERİ
Almanya ve Türkiye’de Bilim, Araştırma ve
Teknoloji Stratejileri
Peter WEBERS
Türk‐Alman Bilim Yılı açılışı dolayısıyla, iki ülkenin merkezi
bilim politikası kurumları arasında birçok anlaşmaya imza
atıldı. “Teknoloji transferi ve uluslararası işbirliği” merkezi
konulardan biri olarak tanımlandı. Bu makalede konulara
Almanya bağlamında bakacağım: “Almanya’da bilim, araş‐
tırma ve teknoloji stratejileri” ve eğitim ve araştırma alanla‐
rında Federal Eğitim ve Araştırma Bakanlığı tarafından geliş‐
tirilen uluslararasılaştırma stratejileri.
Anahtar Kelimeler: Türk‐Alman Bilim Yılı, Teknoloji Transferi,
Uluslararası İşbirliği, Uluslararasılaştırma Stratejileri
29
Türk‐Alman İnovasyon Ağlarında Bilgi Transferi ve
Entegrasyon
Yeşim KUŞTEPELİ, Canan BALKIR, Yaprak GÜLCAN ve
Sedef AKGÜNGÖR
Firmalar karşılaştırmalı üstünlüklerinin devamlılığını sağla‐
yabilmek için inovasyon yapmak zorundadırlar. İnovasyon
ağları, bilgi transferi, bilginin yayılması ve paylaşılan bilgi ile
öğrenme sürecinin hızlanması, ekonomilerin gelişmesi ve
entegrasyonu açısından önemli bir rol oynamaktadır. Bu ça‐
lışma, Türk‐Alman inovasyon ağlarında bilgi transferi ve en‐
tegrasyonu, patentler, yenilenebilir enerji ve akademi sektörle‐
ri ve Almanya’daki Türk kökenli girişimci derneklerini ince‐
lemiştir. Sonuçlar, Türkiye ve Almanya arasında inovasyon
ağları, bilgi transferi ve ekonomik entegrasyon açılarından
önemli bir potansiyel bulunmakla beraber, bu potansiyelin
yenilikçiliğe dönüştürülebilmesi için karşılıklı iletişimin ve
güven ortamının iyileştirilmesi ve artırılması gerektiğine işaret
etmektedir.
Anahtar Kelimler: Türk‐Alman İnovasyon Ağları, Bilgi Transferi,
Patent, Yenilenebilir Enerji Sektörü, Akademi Sektörü
30
Almanya ile Türkiye Arasında Gelecekte Yapılacak İkili
İşbirliklerinde Fırsatlar ve Engeller
Dirk TRÖNDLE
Türk‐Alman Araştırma, Eğitim ve İnovasyon Yılı 2014 (Türk
Alman Bilim Yılı – TABY) etkinliğinin önemli bir başarısı
bilateral (iki taraflı) işbirliklerinin konu çeşitliliğini görünür
kılmasıdır. Geleneksel işbirliği biçimleri yerine bilimsel mü‐
kemmellik ve yeniliğe yatkınlık gibi ortak araştırma projeleri
biçiminde ön plana çıkmaktadır. Kısmen taban tabana zıt ülke
çıkarlarına rağmen her iki ülke de TABY aracılığıyla olumlu
bir takvim belirleme etkinliğinde bulunabilmiştir. Almanya
tarafından bakıldığında eğitim, çeşitlilik ve göç gibi daha zi‐
yade sosyal içerikli konular ülkenin ilgi alanlarını belirlerken
Türkiye ise, izlediği ekonomi politikası gereği yenilikçilik
bazında büyümeye ve iç piyasadaki değer üretimine yönelik
teknolojileri ve yenilikçilikten gücünü alan projeleri tercih
etmiştir. Üstelik iki ülke arasındaki bilateral ilişkiler henüz
değerlendirilmemiş işbirliği potansiyeli de içermektedir. Zor
konulara ve birtakım siyasi mayın tarlalarına rağmen ileri
dönemlerde yapılacak uluslararası işbirlikleri sanayi ülkeleri‐
nin teknoloji ve know‐how transferi yapıp yapmayacaklarına
veya yenilikçilik bağlamında ulaştıkları üstünlüğü ne oranda
paylaşacaklarına bağlıdır.
Anahtar Kelimeler: Görselleştirme, Mükemmeliyet, Yenilikçiliğe
Dayalı Büyüme, ArGe, Bilim Özgürlüğü
31
Türk‐Alman Ekonomik İlişkileri Özel Bağlamında Avrupa
Birliği’nin (AB) Türkiye Açısından Ekonomik Önemi
Meral AVCI
Türkiye Cumhuriyeti 12 Eylül 1963 tarihinde – ileride önce
Avrupa Topluluğu (AT) daha sonra ise Avrupa Birliği (AB)
adını alacak olan – Avrupa Ekonomik ve Parasal Birliği
(AEPB) ile ortaklık anlaşması imzalamıştır. Bu tarihten itiba‐
ren Türkiye’nin, Avrupa’nın bir parçası olma yönündeki çaba‐
ları süregelmektedir. 1996 yılında işleme giren Gümrük Birliği
Anlaşması (GBA) Avrupa ekonomisinin Türkiye ekonomisi
açısından önemini fevkalade artırmıştır. Türk‐Alman ekono‐
mik işbirliğiyle ilgili olarak yapılan çözümlemeler de bu yön‐
deki etkileri apaçık gözler önüne sermektedir. Burada Alman
ekonomisinin Avrupa Gümrük Birliği (AGB) dahilinde üst‐
lendiği lokomotif rolü, temsilî olması açısından son derece
büyük önem ihtiva etmektedir. Bu makalede Türk‐Alman
ticari ilişkileriyle 1996‐2013 yılları arasında Türkiye’de yapılan
doğrudan yatırımlar somut olarak ele alınacaktır.
Anahtar Kelimeler: Avrupa Ekonomi ve Para Birliği, Türk‐Alman
Gümrük Birliği Anlaşması, Türk‐Alman Ticari İlişkileri, Türkiye’de
Alman Doğrudan Yatırımı
32
Tarih, Politika ve İktisat Sacayağında Almanya,
Türkiye ve Ortadoğu
İrfan KALAYCI
Kendi içindeki enerjisini dışarıya aktarabilen ve dışarıdaki
enerjiyi de bünyesinde toplayabilen üç yer sıralanacaksa; bun‐
lar pekala Almanya, Türkiye ve Ortadoğu olabilir. Söz konusu
enerjiyi alıp vermede; ülke olarak Almanya ve Türkiye’nin,
bölge olarak da Ortadoğu’nun tarihsel geçmişi, politik biriki‐
mi ve iktisadi yapısı oldukça elverişlidir. Bu coğrafyalar, savaş
ve barış parantezinde sürekli iktisadi‐politik etkileşim halin‐
dedir. Onlar, değişik nedenlerle hep dünyanın gündeminde‐
dirler. O halde, bu yazıda, bu coğrafyalar; tarih, politika ve
iktisat üçlüsünden oluşan bir sacayak üzerinde incelenebilir.
Sacayak (sacayağı/üçayaklı çember), ateşin üzerine kap konu‐
larak kullanılan metal altlık demektir. Burada adı geçen coğ‐
rafyalar “kap”, Ortadoğu’daki sıcak gündem “ateş” ve tarih‐
politika‐iktisat ise “sacayağın her bir ayağı” olarak betimlenebi‐
lir. Bu ayakların sürekli birbirini desteklediği ve birbirinden
bağımsız olamayacağı açıktır.
Anahtar Kelimeler: Almanya, Türkiye, Ortadoğu, Tarih‐Politika‐
İktisat Sacayağı
33
Türk Hükümeti’nin Yeni Diaspora Politikası –
Fırsatlar ve Riskler
Yaşar AYDIN
Türk Hükümeti’nin Almanya’da yaşayan Türkiye kökenlilere
karşı giderek artan ilgisi veya Türk siyasetçilerinin kendileriy‐
le ilgili konularda sürekli devreye girmesi Almanya’da hem
eleştirilere hem de Türk‐Alman işbirliği kapsamında can sıkın‐
tısına yol açıyor. Gerçi bu konuda Türk Hükümeti’nin ideolo‐
jik çizgisi ve söz konusu politikacıların yaklaşımları sorumlu
gösterilmekte ama aslında bu durumun temelinde yeni küre‐
sel gerçekler yatmaktadır. İşte bu gerçekler Türk dış politikası
tarafından bakıldığında, ülkeyi uluslararası ilişkiler dahilinde
yeniden konuşlanmaya, bu kapsamda dünyanın her tarafına
yayılmış olan Türk kökenlilerin sahip oldukları potansiyeli
Türkiye’nin çıkarları doğrultusunda değerlendirmeye itiyor.
Türkiye ile Almanya arasında varolan transnasyonal ilişkilerin
aşırı derecede girift olmasından ötürü iç ve dış politikaları
kesin bir çizgiyle birbirinden ayırmak zordur ve bu durum da
çözüm bekleyen sorunların başında gelmektedir.
Anahtar Kelimeler: Almanya’da Türkiye Kökenliler, Diaspora
Politikası, Türk‐Alman İlişkileri
34
Almanya’da Sosyal Hizmet Kurumlarının Gelişimi ve
Göçmenlerin bu Alandaki Örgütlenmesi
Kenan KOLAT
2014 tarihinde 11 çatı örgütü biraya gelerek “Kültürlerarası
Sosyal Hizmetler Kurumu” (VIW) adında bir sosyal hayır
kuruluşu oluşturdular. Bu kurumun amacı, farklı göçmen
gruplarının transetnik ve transkültürel bakış açılarını, ülkenin
geleceğiyle ilgili yol tayin etmeye kanalize etmektir. Alman‐
ya’da halkın heterojenliğinin giderek artmasından ötürü göç‐
men kökenli halk kesiminin toplumsal katılımına kol kanat
gerilmesi gerekmektedir. Almanya genelinde etkinlik gösteren
göçmen derneklerinin üye olduğu çatı organizasyonlar aracı‐
lığıyla sosyal hizmet bakımında çeşitlilik yetkinliğinin artırıl‐
ması ve azınlık gruplarında gönüllü çalışma potansiyelinin
görülebilir ve etkili olması sağlanmalı.
Anahtar Kelimeler: Kültürlerarası Sosyal Hizmetler Kurumu,
Göçmen Örgütleri, Çeşitlilik
35
Türkiye’de Sağlık Hizmetlerinde Yabancı Personelle
ilgili Uygulamalar
Mustafa ÇOBAN, M. Cumhur İZGİ, ve
A. Ezel ESATOĞLU
1219 sayılı yasada 2011 yılında yapılan değişiklikle yabancı
hekimlere ve hemşirelere Türkiye’de sağlık hizmetlerinde
çalışma olanağı sağlanmıştır. Bunun sonucu olarak günümüz‐
de Türkiye’de 224 pratisyen hekim, 137 uzman hekim, 79
hemşire ve 19 diğer sağlık personeli olmak üzere toplam 459
yabancı sağlık personeli çalışmaktadır. Ancak diş hekimliği,
ebelik, hasta bakıcılık gibi bazı sağlık meslek gruplarındaki
yabancıların sektörde yasal anlamda çalışmaları hala olanaklı
değildir. Yabancı sağlık personeli çalıştırılması, Sağlık Bakan‐
lığı tarafından temelde niceliksel yetersizlikle gerekçelendi‐
rilmektedir. Ancak bu anlayışa ucuz iş gücü yaratılması ve
nitelikli sağlık hizmetinin örselenmesi nedenleriyle karşı çı‐
kılmaktadır. Türkiye’de sağlık alanındaki yabancı personel
çalışması konusu, hekim ve hemşire odağının dışında konu‐
nun tüm bileşenleri ile ivedilikle tekrar gözden geçirilmeli ve
sosyal devlet anlayışına uygun politika oluşturulmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Sağlık Sektöründe İnsan Gücü Planlaması,
Göçmen Hekim, Göçmen Hemşire, Göçmen Bakım Elemanı, Küresel
Sağlık
36
Pilot Proje: Berlin Charité Üniversite Hastanesi’nde
Kültürlerarası Yetkinlik ve Yapılanma İçin Mesleklerarası
Ağ Oluşturma
Jalid SEHOULI, Neşe Emine YÜKSEL, Theda BORDE ve
Zeki ÇAĞLAR
Almanya’daki kliniklerin en büyüğü olan Charité önemli bir
sağlık gereksinimine karşılık vermekte olup özellikle basit
erişilebilirliğiyle Almanlardan ziyade sağlık sistemi hakkında
ayrıntılı bilgiye sahip olmayan göçmenlerin rağbet ettiği ilk
başvuru adresidir.
Bu pilot projeyle dahili bir kültürlerarası yetkinlik ve yapı‐
lanmaya ulaşabilmek için mesleklararası bir ağ oluşturulması
kararlaştırılmıştır. Böylelikle Charité’nin toplumsal süreç için‐
de kültür farklılıklarından doğan güncel sorunların sağlıklı
biçimde üstesinden gelinebilmesi için pratik çözüm yolları
üretilmesi ve sağlık hizmetleri kapsamında izlediği bu kültür‐
lerarası açılımda konumunun berkitilmesi planlanmaktadır.
Proje öncelikle göçmen kökenli ve yabancı hastaların sağlık
hizmetlerinden daha etkin bir biçimde yararlanabilmelerini,
aynı zamanda bütün sağlık hizmetlilerinin (hekimler, hasta‐
bakıcılar vd.) memnuniyetini hedef almaktadır. İlk aşamada
12 aya yayılan pilot projede Charitè’nin 5 bölümünde model
niteliğinde kültürlerarası yetkinlikler ve yapılardan oluşan bir
sistem vücut bulmuştur. Bu sistem gereği: (1) Mesleklerarası
ve bölümler ötesi işleve sahip dahili bir ağ kurulmuştur; (2)
İlgili personele temelleri bilime dayalı ancak uygulamaya
yönelik meslekiçi eğitim sunulmuştur; (3) „Kültürlerarası So‐
runlar Görevlisi“ (KüSG) mercii hayata geçirilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Mesleklerarası Ağ, Kültürlerarası Yetkinlik,
Göçmen Kökenli Hastalar, Kültürlerarası Görevliler
37
Demans Hasta Yakınlarının –Katkı ve İhtiyaçları:
Almanya Bremen Deneyimleri
Funda KLEIN‐ELLINGHAUS, Tilman BRAND ve
Hajo ZEEB
Almanya’daki demografik dönüşüm göz önünde bulunduru‐
lacak olursa Demans (bunama) hastalarının aile içinde bakımı
giderek daha bir önem kazanmaktadır. Özellikle de Türk kö‐
kenli aileler bu bağlamda ek sorunlarla karşı karşıya kalmak‐
tadır. Bu sorunların giderilmesinde birikim ve gereksinimler
önemli role sahiptir. Bu gerçek göz önünde bulundurularak
Bremen’de Demans hastalarının Türkçe konuşan yakınlarının
da katıldığı bir grup tartışması başlatıldı. Burada devşirilen
sonuçlar, katılımcıların, yakınlarının yakalandığı Demans
hastalığının yaşamı kökten değiştiren bir olgu olarak algıla‐
dıklarını ortaya koymuştur. Özellikle aile içi yapılan desteğin
son derece önemli bir kaynak teşkil ettiğine vurgu yapılmakta.
Hasta yakınları bilhassa Türkçe konuşan elemanların çalıştığı
bakım istasyonları ve keza Demans hastalığı ve mevcut destek
programlarıyla ilgili Türkçe bilgilendirmeye gereksinim oldu‐
ğunu belirtiyorlar.
Anahtar Kelimeler: Hasta Yakınları, Demans Hastaları, Gereksi‐
nimler, Birikimler, Engeller
38
Uzun Süreli Bakım ve Bakım Politikalarında Değişen
Eğilimler
Sema OĞLAK
Küresel bir önem kazanan nüfusun hızla yaşlanması ve de‐
mografik dönüşüm, bugün ve gelecekte birçok ülkeyi üstesin‐
den gelmekte zorlanacakları bir durumla karşı karşıya bıraka‐
caktır. Nüfusun yaşlanmasıyla artan çoklu kronik hastalıklar
ve fonksiyonel yetersizlikler, yaşlıların günlük yaşam aktivite‐
lerini yerine getirmelerinde birçok açıdan başkalarının bakım
desteğine gereksinimlerini ve bakım taleplerini artırmaktadır.
Uzun süreli bakımda harcamaların artması ve bakım işgücün‐
de büyüyen sorunlar, mali sürdürülebilirlik açısından da ülke‐
leri farklı çözüm arayışlarına yönlendirmeye başlamıştır. Bu
bağlamda sosyal refah politikalarını benimsemiş devletler,
artan bakım harcamaları karşısında yaşlıların bakım ve göze‐
timine destek olacak programlarında yaşlının bakımında aile‐
nin rolünü daha fazla destekleyecek sistemlere doğru eğilim
göstermektedirler.
Anahtar Kelimeler: Yaşlılık, Bakıma Muhtaçlık, Uzun Süreli Ba‐
kım, Bakım Güvencesi, Evde Bakım
39
„Öğretmen Odasında Çeşitlilik“ Araştırması
Nurten KARAKAŞ
Okullarda göçmen kökenli öğretmen sayısı oldukça düşük
seviyede temsil edilmektedir. Konu bilimsel olarak da yeteri
kadar ele alınmış değildir. „Öğretmen Odasında Çeşitlilik“
adını taşıyan ve denetleyici özelliğe sahip Almanya genelinde
yapılan araştırma, göçmen kökenli öğretmenlerin eğitim geli‐
şimi ve deneyimleriyle ilgili veriler derlemek amacıyla yürü‐
tüldü. Bu makale, araştırmada elde edilen sonuçların üçünü
özetlemek üzere kaleme alınmıştır: Aile yönelimi ve eğitimde
başarı, çok dilliliğe yaklaşım ve göçmen kökenli öğretmenlerin
yaşadığı ayrımcılık deneyimleri. Elde edilen sonuçlar göz
önünde bulundurulduğunda, göçmen kökenli öğretmenlerin
kültürlerarası okul gelişim sürecinde üstlendikleri rolün öne‐
mi de apaçık ortaya çıkmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Göçmen Kökenli Öğretmenler, Çok Dillilik,
Ayrımcılık, Kültürlerarası Okul Gelişimi
40
Prestij ve Stigma Kıskacındaki “Göçmenlik”:
Göçmen Kökenli Alman Milletvekillerin Gözünden
Devrimsel Deniz NERGİZ
Almanya’daki meclis sıralarında Mowassat, Özkan ya da
Sharma soyadları giderek rutinleşti. Göçmenlerin partilere
katılımını arttırmak ise neredeyse her partinin diline pelesenk
olurken, bu alanda akademik çalışmaysa yok denecek kadar
azdır. Oysa partilerinin yüzü olan vekiller, sadece partilerinin
siyasetinin değil, aynı zamanda temsil ettikleri toplumun da
yüzü konumundadırlar. Parti kadrolarındaki çeşitlilik, toplu‐
mun ve siyasetin karakteri hakkında önemli bir göstergedir.
Bu makale, Almanya’daki göçmen kökenli eyalet ve federal
milletvekillerinin siyasi pratiklerindeki “göçmen kökenliliği”
inceliyor. Burada hedef, anlatımlardan hareketle siyasette
göçmen kökenliliği aktörlerin gözünden analiz etmektir. Nitel
görüşmelerle edinilen verilerin analizi sürecinde Grounded
Theory yöntemi kullanılmıştır. Araştırmada elde edilen veriler
sistematik ve açık bir şekilde betimlenmiş, daha sonra betim‐
lemeler açıklanıp yorumlanmıştır.
Anahtar Kelimeler: Göçmen‐Kökenlilik, Milletvekilleri, Partiler,
Meclis, Siyaset
41
İş Yaşamında Göçmenlik Olgusu:
Geçmiş mi Gelecek mi?
Jason HOLDSWORTH
Bu kısa yazıda yabancı uyruklu bir eğitimci olarak çektiğim
sıkıntılardan söz edeceğim. Türkçem akıcı düzeyde ama ha‐
zırcevap olabilecek kadar da değil. Hocalar ve öğrenciler ara‐
sında statü farkı çok açık. Hocalar ve öğrenciler arasındaki
mesafeyi, örneğin Amerika Birleşik Devletleri veya Federal
Almanya ile kıyaslarsak, Türkiye’de daha fazla. Türkiye’de
hocalar öğrencileri rahatlıkla görevlendirebilirken ben kültürel
açıdan bunu pek yapamıyorum.
Öte yandan hocalar, öğrencilere ders dışında birtakım pratik
bilgi, beceri ve tecrübe kazandırıyor. Yine pozitif olarak algı‐
ladığım farklılıklar arasında samimiyet düzeyini sayabiliriz.
Bu ülkede candan ilişkiler sürdürmek mümkün ve oldukça da
yaygın.
Anahtar Kelimeler: Türkiye’de Göçmenlik, Yabancı Uyruklu Eği‐
timci, Hoca‐Öğrenci İlişkileri, Statü Farkı
42
Yazarlar Almanca Yazıyor
Yadé KARA
Önemli olan anlatmak… Evet, anlatmak eskilerden, o eski Batı
Berlin’den, Almanya’dan, ne bileyim belki de yeninin Avru‐
pa’sından. “Selam Berlin” Batı Berlin perspektifinden ancak
Türk arka planıyla yazıya dökülmüştür. Bu roman yayınlan‐
dığı vakit kimi gazeteciler “Türk perspektifinden” kaleme
alınmış “dönüm romanı” saptamasında bulundu. Kısa sürede
fark ettim ki medya dual düşünceyi benimsemiş durumdaydı,
yani siz‐biz veya Türk‐Alman kutupları dâhilinde. Onların
anlayamadığı yeni bir perspektifin ortaya çıkmış olduğuydu:
Türk arka planlı Batı Berlinli. Buralarda anadillerinde yazma‐
yan yazarlar söz konusu olduğunda „kök“ ısrarla ön planda
tutulup „köken“ vurgulanmakta. Aradan geçen zamanın ar‐
dından „Selam Berlin“ okullarda Almanca derslerinde oku‐
tulmakta. Bu roman Berlin Duvarı’nı, devrimi ve Dönüm’ü
konu alıyor kendine.
Anahtar Kelimeler: „Selam Berlin“, Berlin Duvarı, Batı Berlin,
Anlatma Kültürü, Dual Düşünce, Göçmenlik, Almanca Yazmak,
Medya
43
Sezaryenle Doğum – Almanya ve Türkiye Arasında
Transnasyonal ve Transkültürel Gerçekler ve Tartışmalar
Theda BORDE, Silke BRENNE, Jürgen BRECKENKAMP,
Oliver RAZUM ve Matthias DAVID
Doğum öncesi ve sonrası dönemlerde anne ve bebek sağlığı, sağlık
tedariki ve tedarik adaletinin kalitesi bakımından önemli bir göster‐
gedir. Dünya genelindeki sezaryen artışı Almanya ve Türkiye’de de
gözlenmektedir. Ancak Türkiye’deki sezaryen oranı Almanya’ya
kıyasla daha yüksek. 2011‐2012 yıllarında Berlin’deki üç ayrı doğum
kliniğinde gerçekleştirdiğimiz „Doğum Öncesi ve Sonrası Sağlık &
Göç“ başlıklı araştırma, 7100 hamile kadının katılımıyla yapılmış
anketleri ve bunlarla ilintili perinatal (doğum öncesi ve sonrası) ana‐
lizleri kapsamaktadır. Bu araştırmadan elde edilen veriler, gerek
kökenin gerekse göç statüsünün seçilen doğum biçiminde önemli bir
rol üstlendiğini gösteriyor. Bu makale, göçmen kökenli olmayan
annelerle (n=2991) göçmen kökenli annelerin (n=1221) doğum biçim‐
lerini karşılaştırma üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bu arada göçmen
kökenli annelerin tamamı Türkiye kökenli olup 697’si birinci kuşak‐
tandır ve Türkiye’de doğmuştur, 580’i ise ikinci kuşaktan olup Al‐
manya’da doğmuştur. Perinatal göstergelerin birçoğunda Türkiye
doğumlu kadınlar açısından daha olumlu, hatta çoğu zaman daha iyi
sonuçlar ortaya çıkmıştır. Göç sürecini bizzat yaşamış birinci kuşağa
mensup kadınlar, bu süreci bizzat yaşamamış ikinci kuşak kadınlara
kıyasla çok daha az sayıda sezaryen yöntemine başvurmuşlar veya
sezaryene maruz kalmışlardır. Türkiye’nin dünya genelinde en yük‐
sek seviyede sezaryenle doğuma başvurulan ülkeler arasında olması,
Türkiye ve Almanya’da cereyan eden gelişme ve tartışmalarla göç‐
menlerdeki sezaryen tercihine dair yapılmış uluslararası araştırmalar
ışığında değerlendirilecek, keza transnasyonal (uluslarötesi) ve
transkültürel (kültürlerötesi) süreçlerle tedarik yapılanmalarının
tercih edilen doğum biçimine nasıl etkidiği de burada tartışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Sezaryen, Perinatal Veriler, Türkiye, Göçmen Kadın‐
lar, Göç Statüsü
44
Hastane Kapasiteleri ve Hizmet Göstergeleri Açısından
Almanya ve Türkiye’nin Karşılaştırmalı Analizi
Yasemin AKBULUT, Ömer R. ÖNDER,
Çağdaş Erkan AKYÜREK, Ece UĞURLUOĞLU ALDOĞAN,
Bayram GÖKTAŞ, Gamze KUTLU, Jebağı Canberk AYDIN
ve Walter SWOBODA
Sağlık sistemlerinin en önemli bileşenlerinden olan hastaneler,
sürekli bir değişim içindedir. Hastanelerin daha etkili, verimli,
kaliteli hizmet sunumunu sağlayacak, değişimi yönetebilecek
stratejiler geliştirilmesi beklenmektedir. Bu çalışmada, Türkiye
ve Almanya’daki hastanelerin kapasitelerini, hizmet gösterge‐
lerini karşılaştırmalı olarak analiz etmek ve iki ülkenin mevcut
durumunu kıyaslamak, bu yolla hastane yöneticilerinin sağlık
sistemlerindeki değişime uyum sağlama kabiliyetlerini ortaya
koymak amaçlanmıştır. Bu amaçla Ekonomik Kalkınma ve
İşbirliği Örgütü (OECD) ve Dünya Sağlık Örgütü (WHO) veri‐
lerine dayanarak hastane sayıları, yatak sayıları, yatak türleri,
yatak doluluk oranları, hastanede kalış günleri ve poliklinik
başvuru sayıları karşılaştırma göstergeleri olarak alınmıştır.
Tüm göstergeler açısından Almanya’nın önemli avantajlara
sahip olduğu saptanmıştır.
Anahtar Kelimeler: Hasta Yatağı, Hastane Yönetimi, Ortalama
Yatış Süresi, Sağlık Sistemi, Yatak Doluluk Oranı
45
Türkiye ile Almanya Sağlık İnsan Gücünün Sayısal
Yeterliliği ve Mesleki Beceri Dağılımındaki Dengesizliği
Türkan YILDIRIM, Afsun Ezel ESATOĞLU,
Gözde YEŞİLAYDIN, İpek CAMUZ, Deniz Tugay ARSLAN
ve Sylvia SCHAFMEISTER
Etkili ve verimli sağlık hizmeti sunulabilmek, yeterli nicelik ve
nitelikte sağlık insan gücünün doğru zamanda, doğru yerde
istihdam edilmesini gerektirir. Sağlık insan gücünün dağılı‐
mındaki dengesizlik hizmet kalitesinin ve verimliliğinin azal‐
ması, bekleme sürelerinin artması ve eğitimli bireylerin yeter‐
siz kullanımı gibi pek çok problemle sonuçlanmaktadır. Ça‐
lışmada, Türkiye ve Almanya’da sağlık insan gücünün nice‐
liksel yeterliliğinin ve profesyonel beceri karışımının karşılaş‐
tırmalı olarak incelenmesi ve mevcut durumun ortaya konul‐
ması amaçlanmıştır. Sonuçta, Türkiye’nin sağlık insan gücü‐
nün sayısal olarak Almanya’nın gerisinde olduğu ve profes‐
yoneller arasında (hekim‐hemşire oranı, uzman hekim‐genel
pratisyen hekim oranı) dengesizliklerin bulunduğu saptan‐
mıştır. Sağlık sisteminin sürdürülebilirliği açısından Türki‐
ye’de sağlık çalışanlarının profesyonel beceri karışımı ve sayı‐
sal yeterliliklerinin desteklenmesi aciliyet göstermektedir.
Anahtar Kelimeler: Almanya, Nicel Yeterlilik, Profesyonel Beceri
Karışımı, Sağlık İnsan Gücü, Türkiye
46
Türkiye ve Almanya Sağlık Harcamalarının
Karşılaştırmalı Analizi
Gülbiye YENİMAHALLELİ YAŞAR, Okan ÖZKAN,
Pınar DOĞANAY PAYZİNER, İzzet AYDEMİR,
İsmail AĞIRBAŞ, Marly SHWENDLER ve
Patrick DA‐CRUZ
Son yıllarda sağlık harcamalarında gerçekleşen hızlı artışın
sonucunda; sağlık hizmetleri finansmanını etkili, verimli ve
hakkaniyete uygun bir şekilde sağlamak; tüm ülkelerin gün‐
demlerindeki önemli sağlık politikası konularından biri ol‐
muştur. Türkiye’de ve Almanya’da sağlık harcamalarını ele
alan bu çalışmanın amacı; her iki ülkenin toplam sağlık har‐
camalarının GSYH içindeki payları, kişi başına düşen sağlık
harcaması düzeyleri, kamu sağlık harcamasının toplam kamu
harcamasına oranları, kamu sağlık harcamasının toplam sağlık
harcamasına oranları ve cepten yapılan sağlık harcamalarının
toplam sağlık harcamaları içindeki payları değerlendirmektir.
Yapılan değerlendirmeler sonucunda, gerek sosyo‐ekonomik
gerekse demografik farklılıklar nedeniyle, her iki ülkenin sağ‐
lık harcama düzeyleri ve yapılarında önemli farklılıkların
bulunduğu saptanmıştır.
Anahtar Kelimeler: Almanya, Sağlık Finansmanı, Sağlık Harca‐
maları, Sağlıkta Dönüşüm Programı, Türkiye
47
Türkiye ve Almanya’da Sağlık Kurumları İşletmeciliği
Eğitim Programları Karşılaştırmalı Analizi
Kemal YAMAN ve Sabahattin TEKİNGÜNDÜZ
Sağlık sektörü ekonomik kriz zamanlarında bile büyüyebilmekte ve
insanlara istihdam alanı sağlayabilmektedir. Hem finansal hem de
hizmet kalitesi açısından iyi işleyen hastaneler, sağlık sektöründeki
rollerini daha etkili bir şekilde yerine getirmektedirler. Sağlık kurumu‐
nun etkili işleyişi, hastane yönetimlerine getirilecek kişilerin lisans ve
lisansüstü eğitimlerinin sağlık kurumları işletmeciliği alanından olma‐
sına veya işletme/finans mezunlarına bu alanda lisansüstü eğitimler
verilmesine bağlıdır. Alman sağlık sektöründe kaliteli sağlık hizmeti
sunmanın en önemli etkenlerinden biri olarak finansal güçlülük göze
çarpmaktadır. Alman hastaneleri bünyesinde bulunan Controlling
birimlerinde görev yapan işletmeciler, hastane yönetimine gerekli
makro ve mikro ekonomik analiz ve değerlendirmeleri sunarak, finan‐
sal risklerin öngörülmesinde ve giderilmesinde büyük destek vermek‐
tedirler. Controlling birimleri, işletmeciler ve sağlık kurumları işletmeci‐
liği eğitimi alan kişilerden oluşmaktadır. Türkiye’de son yıllarda sağlık
kurumları işletmeciliği giderek daha popüler bir bölüm haline gelmiş‐
tir. Bu bölümde, 663 Sayılı “Sağlık Bakanlığı ve Bağlı Kuruşlarının
Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameden”
sonra, lisans programlarının yanında yüksek lisans ve doktora prog‐
ramlarında da artışlar görülmeye başlanmıştır. Çalışmanın birinci
bölümünde Alman üniversitelerinde sağlık kurumları işletmeciliği
veya yakın bölümlerde verilen eğitim ayrıntılarıyla irdelenecektir.
İkinci bölümde Türk üniversitelerinde uygulanan ders içerikleri ince‐
lenecek ve sonra üçüncü bölümde ise karşılaştırmalı analiz yapılacak‐
tır. Son bölümde de çalışmada elde edilen çıkarımlar ve sonuçlar sunu‐
larak Türkiye’de uygulanan eğitim sisteminin iyileştirilmesine yönelik
öneriler verilecektir.
Anahtar Kelimeler: Sağlık Kurumları İşletmeciliği, Eğitim Programı
Karşılaştırması, Controlling Birimi
48
Almanya’da ve Türkiye’de Organ Bağışı ve Uluslararası
Organ Ticareti: Bazı Özverisel Etmenlerin Azalan Organ
Bağışlama Gönüllülüğünü Nasıl Canlandırdığı Üzerine
Rolf WIRSING
Tıp biliminin organ nakliyle ilgili bölümünde dünya genelin‐
de her ne denli başarılı adımlar atılmış olsa da bu branş ahlaki
açıdan sorunlu bir hale bürünmüştür. Günümüzde beyin
ölümü gerçekleşmiş olan ya da yaşayan donörlerden alınan
birçok hayati organın, özellikle de böbrek ve karaciğerin, or‐
ganları iflas etmek üzere olan hastalara nakledilmesi tıbben ve
teknik açıdan mümkündür. Almanya ve Türkiye’ye odaklan‐
mak suretiyle buralarda kuşku uyandıran birtakım uygulama‐
lara değinilecek. Üstelik bu uygulamalar küresel boyuttaki
organ sıkıntısına ve bağışlanan organlar için her türlü ücreti
ödemeyi önleyen kesin yasalara rağmen piyasada süregelmek‐
te. Bu bağlamda en başta yasadışı yollardan yapılan canlı böb‐
rek ticareti gelmektedir. Burada söz konusu olan, yoksul ülke‐
lerde yaşayan insanlardan para karşılığında satın alınan, tica‐
reti yapılan ya da çalınan organların zengin ülkelerde yaşayan
ve ekonomik durumu iyi olan imtiyazlı organ alıcılarına sa‐
tılmasıdır.
Anahtar Kelimeler: Organ Nakli, Organ Bağışı, Uluslararası Or‐
gan Ticareti, Almanya, Türkiye
49
Tıp Hukuku ve Etik Açıdan Almanya ve Türkiye’de Psiki‐
yatri Hastalarına Yaklaşım Farkı
E. Elif VATANOĞLU‐LUTZ
Psikiyatri disiplini, doğası ve dinamikleri itibariyle, çağdaş tıp
anlayışına yeni bir boyut getiren tıp etiğinin ilgilendiği tüm
konuları bünyesinde barındıran spesifik bir uğraş alanıdır. Tıp
etiğini ve hukukunu ilgilendiren birçok farklı konu başlıkları‐
nın yanı sıra, psikiyatri hastalarının kimi zaman toplum ya‐
rarı için, ama çoğunlukla da kendi yararları açısından zorla
hastaneye yatırılması uygulaması, son derece güncel ve
önemli bir etik ve hukuk konusu olarak göze çarpmaktadır.
Dünyada birçok ülkede, konunun titizlikle incelenerek yasa‐
lara bağlandığını görüyoruz. Türkiye’de henüz bu konu ile
ilgili bir yasal düzenleme bulunmamaktadır. Bu makalede
Almanya örneği ve Türkiye’deki mevcut uygulamalar ince‐
lenip karşılaştırılarak konuyla ilgili farkındalık sağlanması
amaçlanmıştır. İncelemelerin ışığında, psikiyatri hastalarının
haklarını güvence altına alacak hukuksal düzenlemelerin
yapılması Türkiye için acil ve kaçınılmaz olarak göze çarp‐
maktadır.
Anahtar Kelimeler: Psikiyatri, Etik, Hukuk, Almanya, Türkiye
50
Tamamlayıcı Tıp Uygulamalarının Alman Sağlık Sistemine
Uyarlanması – Çigong’un Ortaya Çıkışı, Bilimi ve
Uygulaması
Johann BÖLTS
Geleneksel Çin Tıbbı’nın (GÇT) bir alt disiplini olan Çigong,
takriben 1980’li yılların başlarından bu yana Batı ülkelerinde
tanınmaktadır ve 1989 yılından bu yana da Alman hastalık
kasaları tarafından sağlık alanında en etkin koruyucu önlem‐
ler arasında sayılmakta ve kabul görmektedir. Bu makalede
bazı örnekler yardımıyla Çigong’un Alman sağlık tedarik
sistemine uyarlanması ana hatlarıyla anlatılacak, ayrıca sağlığı
desteklemeye yönelik bu yönteme akademik açıdan değinile‐
cektir.
Anahtar Kelimeler: Sağlık Tedariği, Temel Koruyucu Önlem,
Çigong Araştırması, Çigong Uygulaması, Geleneksel Çin Tıbbı
51
Meme Kanseri Ameliyatı Ardından Hastalarla Yapılan Yoga
Uygulamalarının Etkilerine Dair Rasgele ve Kontrollü bir
Araştırma
Ingrid KOLLAK, Isabell UTZ‐BILLING, Sabine GAIRING,
Heribert KENTENICH, Winfried SCHÖNEGG ve
Friederike SIEDENTOPF
Randomize kontrollü araştırma (RKA), kadın hastaların geçir‐
diği meme kanseri (mammakarzinom) ameliyatın ardından
yoganın gerek fiziksel gerekse psikolojik olarak ne gibi etki‐
lerde bulunduğunu ortaya koymaya yöneliktir. Meme kanseri
teşhisi yeni konmuş 93 kadının bir kısmı Müdahale Gru‐
bu’nda (Alm.: Interventionsgruppe = IG) bir kısmı ise Bekleme
Grubu’nda (Alm.: Wartegruppe = WG) randomize edildi. Mü‐
dahale Grubu mensupları ameliyat oldukları günden, bir gün
sonra yoga alıştırmaları yapmaya başlarken Bekleme Grubu
sözü edilen alıştırmalara başlamadan önce beş hafta bekletildi.
Araştırma boyunca bütün hastalar haftada iki kez olmak üzere
75’er dakikalık on derse katıldı. Katılımcılar müdahale öncesi
ve sonrası standartlaştırılmış soru kâğıtlarıyla ankete tabi tu‐
tulmuştur. Araştırma sonucunda ruh ve beden sağlığı algısı‐
nın yükseldiği, davranış tutumunda olumlu etkiler olduğu ve
yoga alıştırmalarına genel ilginin arttığı gözlemlenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Yoga, Meme Kanseri, Ruh Sağlığı, Fiziksel
Zindelik, FACT‐B+4
52
Münih Teknik Üniversitesi Spor ve Sağlık Bilimleri
Fakültesi’nde Geleneksel Çin Tıbbı Yüksek Lisans Progra‐
mı/ Master of Science (M.Sc.)
Carl‐Hermann HEMPEN
Halk arasında geleneksel sağaltma yöntemleri tercih edilmek‐
tedir. Özellikle de GÇT’ye karşı olan ilgi giderek artmaktadır.
Geleneksel Çin Tıbbı (GÇT) yüksek lisans dalı 2013 yılında
üniversite öğrenim programına dâhil edilmiştir. Onlarca yıl
süren titiz çalışmalar sonucunda orijinal kaynaklara dayandı‐
rılmak suretiyle bilimsel kriterlere uygun bir biçimde değer‐
lendirilen bu öğrenim dalının Batı Dünyası’nda bir benzeri
daha yoktur. Altı sömestr süren ve meslek hayatına eşlik eden
bu öğrenim dalı bütün hekimlerin işlerine ara vermeden ek bir
formasyon elde etme şansı sunmaktadır. Hempen’in 35 yılı
aşkın bir süredir Uluslararası Çin Tıbbı Cemiyeti (Societas
Medicinae Sinensis – SMS) bünyesinde yürüttüğü hazırlık
dönemi sonucunda, üniversite düzeyinde Çin Tıbbı eğitimi
sunulabilecek bir öğrenim dalının kurulması için gerekli olan
bütün koşullar yerine gelmiştir.
Anahtar Kelimeler: Geleneksel Çin Tıbbı Master Öğrenim Prog‐
ramı, Meslek Eşliğinde Öğrenim, Çin Tıbbı
53
Alman Federal Eğitim ve Araştırma Bakanlığı’nın Türkiye
ile İşbirliğine Yönelik Araştırma ve Eğitim Enstrümanlar
Oliver DILLY
Alman ve Türk kurum ve kuruluşları arasında bilim alanında
bilateral (iki taraflı) işbirliğin önünü açmak üzere Federal Al‐
man Eğitim ve Araştırma Bakanlığı (Bundesministeriums für
Bildung
und
Forschung
–
BMBF)
hükümetin
uluslararasılaşma stratejisi uyarınca hedefe yönelik enstrü‐
manları geliştirmiştir. Bunlar Uluslarası Büro (Internationales
Büro – IB) aracılığıyla Alman Havacılık ve Uzay Merkezi’nden
(Deutsches Zentrum für Luft‐ und Raumfahrt – DLR) bir yük‐
lenici ile birlikte uygulanmaktadır. İki ülke arasında süregelen
araştırma, eğitim ve teknoloji geliştirme çalışmaları Türkiye
Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) tarafın‐
dan da desteklenmektedir. Bu kapsamda şimdiye kadar geliş‐
tirilmiş olan enstrümanlar arasında projeye yönelik mobilite
desteği, stratejik araştırma çalışmaları ile araştırma ve eğitim
alanlarında müşterek altyapı oluşturma sayılabilir.
Anahtar Kelimeler: Bilateral İşbirliği, Araştırma, Eğitim ve Tek‐
noloji Geliştirme, Mobilite Teşviki, Uluslarasılaşma
54
Türkiye’de Alman Akademik Değişim Servisi (DAAD) ‐
Bireysel ve Proje Teşvik Programları
Sarah SCHACKERT‐FELD
Bu makale, Alman Akademik Değişim Servisi’nin (DAAD)
Türkiye’deki bireysel ve proje teşvik programlarını tanıtma
amacına yöneliktir. Alman Akademik Değişim Servisi
(DAAD), bireysel teşvik alanında Türk bursiyerlerin Alman‐
ya’da eğitim veya araştırma amaçlı ikametlerini ve Türkiye’de
eğitim almak, eğitim vermek veya araştırma yapmak isteyen
Alman bursiyerleri destekler. Alman Akademik Değişim Ser‐
visi (DAAD) programları, tüm bölümlerden adaylara yönelik‐
tir. Bireysel teşvik yanında Alman ve yabancı üniversiteler
arasındaki projelerin teşviki, Alman Akademik Değişim Servi‐
si’nin (DAAD) en önemli görevlerindedir.
Anahtar Kelimeler: Alman Akademik Değişim Servisi (DAAD),
Bireysel Teşvik, Proje Teşviki, Türk‐Alman Üniversite İşbirliği
55
Avrupa Ağları ve Lobi Faaliyetleri
Thomas HECKEBERG
Uzun vadeli bir işbirliğinden ve birlikte çalışmadan, sıkça
kişisel ilişkilere dayalı ve aynı zamanda mesleki yönelimi olan
ağlar doğar. Münferit kişilerin gönüllü angajmanlarıyla şekil‐
lenen bu ağlar, proje sonuçlarının profesyonel ve kurumsal
uygulamaları için gerekli diğer bir adımdan çoğu zaman yok‐
sundur. Ancak Avrupa düzeyinde yerleşmiş bir ağla kombine
edilmiş böyle bir adımın avantajı çok büyüktür. Bununla sa‐
dece yeni perspektifler ve işbirliği imkanları doğmaz, aynı
zamanda araştırmalardan, projelerden ve eğitimden elde edi‐
len sonuçlar, köklü ve sürdürülebilir şekilde “Avrupa’ya”
dahil edilebilir ve politik ve toplumsal bir değişim sağlayabi‐
lir. Avrupa seviyesinde bir lobicilik, ne şüpheli ne de çok kar‐
maşıktır ve bu konu, burada örneklerle açıklanacaktır.
Anahtar Kelimeler: Ağlar, Perspektifler, Avrupa, Değişim, Lobi
Faaliyetleri
56
Antalya Üniversite Destekleme Vakfı:
Eğitime Adanmış 42 Yıl
Fatmagül HESAPÇIOĞLU
1973 yılında “Akdeniz Üniversitesi Kurulmasına Yardım ve
Destekleme Vakfı” olarak kurulmasına zamanının Antalya
Valisi öncülük etmiştir. Birçok hayırsever Antalyalının yanı
sıra, Antalya Barosu, Antalya Ticaret ve Sanayi Odası ve İl
Özel İdaresi kurucu üyeler arasındadır. Akdeniz Üniversite‐
si’nin 1982 yılında kurulmasından sonra, Üniversite birimleri
ve öğretim elemanlarının akademik faaliyetlerini destekleme‐
ye devam eden Vakıf, 2000’li yılların başında Antalya Üniver‐
site Destekleme Vakfı olarak adını değiştirmiştir. III. Türk
Alman Bilimsel İşbirliği Forumu’nun gerçekleştirilmesine de
destek veren Vakıf, faaliyetlerini 42 yıldan bu yana sürdür‐
mektedir.
Anahtar Kelimeler: Akdeniz Üniversitesi, Akademik Faaliyetlerin
Desteklenmesi, Proje Destekleri
57
Türkiye ile Almanya Arasında İkili Bilimsel ve Teknolojik
İlişkiler ve Bilim, Araştırma ve İnovasyon Yılı 2014
Aslı AKÇAYÖZ
TÜBİTAK Uluslararası İşbirliği Daire Başkanlığı Türkiye’nin
bilim ve teknoloji yeteneğini ulusal önceliklerimiz ve dış poli‐
tikamız doğrultusunda geliştirmek ve sürdürülebilir kılmak
amacıyla 37 ülke ile yürüttüğü ikili işbirliklerine ek olarak,
Avrupa Birliği (AB) Çerçeve Programları (ÇP) Ulusal Koordi‐
nasyon Ofisi olarak da görev yapmaktadır. İşbirliği yürütülen
ülkeler arasında son derece önemli bir yere sahip olan Alman‐
ya ile ilişkilerimiz hem İkili İşbirliği Programları hem de AB
ÇP kanalı ile aktif bir şekilde yürütülmektedir. Ülkemiz ile
Almanya arasındaki bilimsel ve teknolojik işbirliğini görünür
hale getirmek ve bu işbirliğine bir ivme kazandırmak amacı ile
2014 yılı, “Türk‐Alman Araştırma, Eğitim ve İnovasyon Yılı”
olarak ilan edilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti Bilim, Sanayi ve
Teknoloji Bakanlığı ile Federal Almanya Eğitim ve Araştırma
Bakanlığı’nın (BMBF) koordinasyonunda yürütülen Bilim
Yılı’nda TÜBİTAK aktif rol üstlenen kurumların başında gel‐
miştir. Desteklenen etkinlikler ile Bilim Yılı, Türk ve Alman
bilim insanları arasındaki bilimsel ve teknolojik işbirliğini
görünür kılmış, işbirliklerine ivme kazandırmış ve yeni işbir‐
liklerinin oluşmasına katkı sağlamıştır. Bundan sonraki dö‐
nemde de bu ivmeden faydalanılarak, pek çok yeni mekaniz‐
manın Almanya ile oluşturularak yürürlüğe konulması plan‐
lanmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Türkiye – Almanya Bilimsel İşbirliği, Türk –
Alman Bilim Yılı, Ortak Araştırma Proje Programları
58
Alman Akademik Değişim Servisi’nin Türkiye’deki
Çalışmaları: Görev Alanları ve Hedefler
Sarah SCHACKERT‐FELD
Bu makale Alman Akademik Değişim Servisi (Deutscher
Akademischer Austauschdienst – DAAD) ağının Türkiye’deki
görev alanlarından, hedeflerinden ve yapılan çalışmaların
içeriklerinden bahsetmek üzere kaleme alınmıştır. DAAD,
„Değişim ile Dönüşüm“ şiarıyla üç ana alanda yoğunlaşmak‐
tadır: En iyilere verilecek burslar, kozmopolit yapılar ve bilim‐
sel kooperasyonlar için bilgiler. Türkiye açısından bunun an‐
lamı öncelikle en iyi öğrencilere verilecek olan burslarla, Al‐
manya ile Türkiye arasında bilimsel değişimin teşvik edilmesi
ve böylelikle iki ülke arasında kalıcı ilişkilerin hayata geçiril‐
mesidir. Araştırma ve öğretim kalitesini arttırmak ve güçlü
partnerlerle geleceğe yönelik çözümler üretmek üzere Alman
ve Türk yüksekokulları arasında işbirlikleri başlatmak da
amaçlardan biridir. Alman dilinin kültür ve bilim dili olarak
teşvik edilmesi de DAAD’nin önemli görevlerinden biridir. Bu
makale burada anılan konularda ayrıntılar sunar ve daha son‐
raki dönemlerde Türkiye çalışmaları kapsamında DAAD’ye
düşen görevleri tanımlar.
Anahtar Kelimeler: 2020 Stratejisi, En İyiler Bursu, Kozmopolit
Yapılar, Bilimsel İşbirlikleri İçin Bilgi, Alman Dilinin Yurtdışında
Teşvik Edilmesi
59
Türkiyeli ve Almanyalı Türk Siyaset Bilimcilerinin Türk‐
Alman Bilimsel İlişkilerine Katkıları
Burak GÜMÜŞ
Bu araştırma, Almanya dan Türkiye ye göç eden veya geri
dönen ve Türk Üniversiteleri nde çalışan Türkiyeli ve Alman‐
yalı Türk Siyaset Bilimcilerin, Türk‐Alman ilişkilerine katkısı‐
nı incelemektedir. Türk üniversitelerinde ders veren Siyaset
Bilimciler olarak onlar, çeşitli şekillerde Türk‐Alman İlişkileri‐
nin tasarımı, gelişimi ve ayakta tutulmasına katkıda bulun‐
maktadırlar. İki ülke arasında köprü işlevi gören bu akade‐
misyenlerin yerli meslektaşlarına nazaran rekabet avantajla‐
rının olup olmadığı ve varsa hangi şartlarda olduğuna dair
soruya cevap aranmaktadır. Bir başka araştırma sorusu da bu
akademisyenlerin Almanya dan Türkiye ye tecrübe transferi
esnasında yerli meslektaşları, jüri üyeleri ve resmi makamlar
tarafından ayrımcılığa maruz kalıp kalmadıklarıdır.
Anahtar Kelimeler: Türk Siyaset Bilimciler, Türk‐Alman İlişkile‐
rine Katkılar, Rekabet Avantajları, Tecrübe Transferi, Ayrımcılık
60
Türk‐Alman Yükseköğretim İşbirliğinde Yeni bir Oluşum:
BAU International Berlin – University of Applied Sciences
Süheyla SCHRÖDER
2014 Türk‐Alman Araştırma, Eğitim ve İnovasyon Yılı sadece
Türk‐Alman bilimsel işbirliklerine canlılık getirmekle kalmadı,
aynı zamanda yükseköğretim alanında gelişen işbirlikleri ve
yeni ulusaşırı kurumların oluşmasını sağladı. Bu makale, bu
alanda ilginç bir örnek olan ve ilk olma özelliğini taşıyan
“BAU International Berlin – University of Applied Sciences”
üzerine yoğunlaşıyor. Bu çalışmada, Türkiye’den bir eğitim
kurumunun uluslararası bir vizyonla Almanya’da kurduğu ve
Türk‐Alman yükseköğretim işbirliğinde dengeli bir etkileşi‐
min örneğini oluşturan üniversitenin eğitim modeli, amaçları
ve Alman‐Türk yükseköğretimine katkısı incelenecektir.
Anahtar Kelimeler: Türk‐Alman Yükseköğretim İşbirliği,
Uluslararasılaşma, Ulusaşırı Eğitim, BAU International Berlin
Üniversitesi, Kültürlerarası Yükseköğretim Modeli.
61
Türk‐Alman Kültür İlişkilerinde Yunus Emre Enstitüsü
Yılmaz BULUT
Yunus Emre Enstitüsü, Türkiye’yi tanıtan bir kültür kurumu‐
dur. Enstitünün görevleri arasında Türkçe öğretmek, Türkiye
hakkında bilgi vermek, Türk kültürel mirasını yurtdışında
tanıtmak sayılabilir. Bu makale, Almanya’da kurulmakta olan
Yunus Emre Türk Kültür Merkezlerinin, Türk‐Alman Kültür
ilişkilerine verebileceği katkılara değinmektedir. Merkezler
muhatap Alman kurumları ile işbirliğine, karşılıklı tecrübe,
bilgi ve insan kaynakları değişimine büyük önem vermekte‐
dir. Bu yöntemle iki ülke arasında yeni iletişim kanalları açıla‐
cak, kültür aktarımı güçlendirilecek, etkileşim artırılacaktır.
Merkezler toplumların birbirini daha iyi anlamasında, arala‐
rında işbirliği ve anlayış geliştirilmesi doğrultusunda çeşitli
roller üstlenecektir. Enstitü, düzenleyeceği etkinlikler ve kül‐
türel sunumlarla iki ülke arasındaki ilişkilerin gelişmesine
katkı sağlayacaktır.
Anahtar Kelimeler: Yunus Emre Vakfı, Yunus Emre Türk Kültür
Merkezleri, Türk‐ Alman Kültür İlişkileri, Kültürel Etkileşim, Türk
Alman İşbirliği
62
Almanya Türk Toplumu’nun Hedef ve Faaliyetleri
Safter ÇINAR
Almanya Türk Toplumu (TGD), Federal Almanya’da yaşayan
Türkiye kökenli insanların menfaat temsilciliği (lobi) kurulu‐
şudur. TGD, çoğulcudur ve Federal Almaya Cumhuriyeti’nin
özgürlükçü, demokratik, sosyal ve hukuk devleti prensiplerini
benimsemiştir. TGD, federal düzeyde bir çatı organizasyonu‐
dur. Üye kuruluşları da genellikle kendi üye derneklerine
sahip çatı organizasyonlarıdır. Toplam 200’ü aşkın dernek
TGD’de temsil edilmektedir. Bu makalede TGD’nin yapısı,
hedefleri ve görüşleri anlatılacaktır.
Anahtar Kelimeler: TGD, Türk Kökenli Vatandaşlar, Menfaat
Temsilciliği, Azınlıkların Hakları, TGD’nin Görüşleri
63
I. BÖLÜM
AVRUPA’DA ALMANYA VE
TÜRKİYE’NİN YERİ: STRATEJİ,
POLİTİKA VE UYGULAMALAR
65
Almanya ve Türkiye’de Bilim, Araştırma ve
Teknoloji Stratejileri1
Peter WEBERS
Bu forum, Antalya’da gerçekleşen üçüncü bilim forumudur.
Türk‐Alman bilim yılında burada sizlerle buluşmaktan çok
memnunum ve bu buluşmanın son olmamasını diliyorum.
Burada, Türk‐Alman Bilimsel İşbirliği Forumu’nu üçüncü
kez düzenleyen Akdeniz Üniversitesi Avrupa Birliği Araştırma
ve Uygulama Merkezi’ne (AKVAM) ve Berlin Alice Salomon
Uygulamalı Bilimler Üniversitesi’ne teşekkürlerimi sunarım. Bu
inisiyatif, Türk‐Alman bilimsel ve eğitim işbirliğinin değişik
şekillerinin alışverişi ve ağ kurmaları için önemlidir.
20122 ve 20133 yıllarındaki Toplum, Sağlık ve Eğitim ko‐
nulu iki panelden sonra Toplum, Sağlık ve Eğitimde Çeşitlilik
konulu üçüncü forum yapılmaktadır.
Türk‐Alman Bilim Yılı‘na daha önce değinmiştim. Türk‐
Alman Bilim Yılı, Federal Eğitim ve Araştırma Bakanı Bayan
Prof. Wanka ve Türk meslektaşı Fikri Işık tarafından Berlin‘de
törenle açıldı ve 12 Martta düzenlenen bir törenle sona erdi.
1
2
3
III. Türk‐Alman Bilimsel İşbirliği Forumu; Toplum, Sağlık ve Eğitimde
Çeşitlilik“ çerçevesindeki panel dolayısıyla, 6. Kasım 2014, Antalya
I. Türk‐Alman Bilimsel İşbirliği Forumu. Türk‐Alman Bilimsel İşbirliğinin
Aktüel Konuları, 15‐17 Mart 2012
II. Türk‐Alman Bilimsel İşbirliği Forumu, Toplum, Sağlık ve Eğitim, 2‐4
Mayıs 2013
67
Açılış dolayısıyla işbirliğinin yoğunlaştırılması için iki
ülkenin merkezi bilim politikası kurumları arasında birçok
bildiriye imza atıldı. Kararlaştırılan ikili yönetim grubu, Bilim
Yılı’nda hedeflenen Türk‐Alman ilişkilerindeki yeni kaliteyi
sağlamlaştırmak için Temmuz ayında toplandı. Bu toplantıda
„Teknoloji Transferi ve Uluslararası İşbirliği“ konusunu, gele‐
ceğin önemli bir konusu olarak belirledik. Bu konunun öne‐
minden dolayı bu günden şunu söyleyebilirim ki Federal Eği‐
tim ve Araştırma Bakanlığı, Türk‐Alman inovasyon projeleri‐
nin teşvikine yönelik başarılı „2+2“ ikili programını, yakında
Türkiye ile birlikte yayımlayacaktır (bu arada yayımlanmıştır).
İkili Türk‐Alman bilim yılı için, iki bakanlık arasında aşa‐
ğıdaki üç alan kararlaştırılmıştır:
1. Anahtar teknolojiler (sağlık araştırması dahil)
2. Küresel değişim
3. Kültür bilimleri ve sosyal bilimler
Ayrıca aşağıdaki birbirleriyle bağlantılı üç alan, özel bir
dikkatle ele alınmalıdır:
1. Araştırmanın endüstri ve ekonomiyle kesişme nokta‐
ları
2. Ekonomi, bilim ve araştırmada eğitim ve meslek içi
eğitim
3. Bilim ve toplum arasındaki kesişme noktası
Bugünkü forumun konusu „Toplum, Sağlık ve Eğitim“,
bu nedenle bilim yılında ortaklaşa koyulan ağırlık noktaları
için çok güzel örneklerdir.
Bu arada bilim yılı hakkında tüm bilgilere internet say‐
famızdan
erişilebilir:
www.deutsch‐tuerkisches‐wissens‐
chaftsjahr.de. Bilim yılı çatısı altında şimdiye kadar gerçekle‐
şen 180’i aşkın organizasyon ve aksiyon hakkında detaylı bil‐
gi, yine bu sitede toplanmıştır. Bunların sadece cüzi bir kısmı‐
68
nın Federal Eğitim ve Araştırma Bakanlığı veya TÜBİTAK
tarafından finansal yönden desteklenmiş olması, Türk‐Alman
işbirliğine olan yoğun angajmanı açıkça ortaya koymaktadır.
Bugünkü üçüncü forumumuz, çeşitlilik konusunu ele al‐
maktadır. Bu bağlamda öncelikle, sunulan tartışmaların konu‐
larını ele almak istiyorum: “Almanya’da ve Türkiye’de bilim,
araştırma ve teknoloji transferi”. Ben şahsen Alman stratejileri
ile sınırlı kalacağım.
Federal Eğitim ve Araştırma Bakanlığı, 2008 yılında eği‐
tim ve araştırma alanlarında uluslarasılaştırma stratejisini
geliştirdi. Bu stratejilerden sadece ikisini burada özellikle vur‐
gulamak istiyorum:
Dünyanın en iyileriyle araştırma işbirliğini güçlen‐
dirmek. Türkiye ile olan işbirliğimizde bundan zaten
uzun süredir faydalanıyoruz; ancak mükemmellikten
bu şekilde faydalanmayı iyi bir temelde genişletmek
istiyoruz.
Diğer bir hedef ise uluslararası sorumluluk üstlenmek
ve küresel zorlukları aşmaktır. Demografik, tıbbi ve
çevre, iklim ve enerji ile ilgili karşılaşacağımız zorluk‐
ları, sadece birlikte aşabiliriz.
Eğer bunu yapmazsak, problemler ‐henüz ulaşmadıysa
bile‐ yakında bize ulaşacaktır. Buna üç örnek:
En güncel örnek, ebola salgınıdır. Ebola salgını uzun süre
önemsenmedi, bölgesel ve böylece hakim olunabilir olarak
değerlendirildi. Pratik olarak sınırsız hareketliliğin hakim
olduğu çağımızda, bunun bir hata olduğu anlaşıldı. Hastalığın
bulaşma eğrisi güncel olarak zirveye ulaşmış gibi görünse de,
geniş kapsamlı bir pandeminin hemen önündeyiz. Böyle bü‐
yük tehlikeleri araştırma ve eğitim araçlarıyla da ‐ve özellikle
bunlarla‐ engellemek için, uzaklıkları ve problem durumlarını
69
küçümsememek ve zamanında işbirliği ve destek sunmak
faydalı olacaktır.
İkinci örnek: Dünya çapında 52 milyon mülteci var ve
bunların 5 milyonu, sadece Kuzey Afrika bölgesinde ve bir
milyonu ise Türk partnerimizin doğu sınırında hareket etmek‐
tedir. Her gün binlerce mülteci, katlanılabilir yaşam koşulları
arayışı içinde Akdeniz’i geçmektedir. Buradan hangi devasa
sorunların doğacağını, size anlatmama gerek yoktur. Mülteci
akımının bir sonu veya azalması ufukta görünmüyor. Aksine,
bu henüz başlangıç. Menşe ülkelerdeki nüfus artışını, iklim
değişikliğini ve kaynak yetersizliğini düşünün. Söz konusu
problemleri sürdürülebilir bir şekilde çözmek için tüm çabala‐
rın yetersiz kaldığını göreceksiniz. Burada sürdürülebilir çö‐
zümlerle krizden çıkmak için çok daha büyük bir çabaya ve
yeni konseptlere ihtiyaç vardır.
Üçüncü örnek: Akdeniz etrafında yaşayan insanların
%70’i, 30 yaşın altındadır. Bu durum, orada yaşanan genç
işsizliği dikkate alındığında, milyonlarca perspektifsizlik ve
milyonlarca çatışma potansiyeli demektir. Buna karşılık bizde
her geçen gün yaşlanan bir toplumla karşı karşıyayız ki 2050
yılında insanların üçte ikisi 65 yaşın üzerinde olacaktır. Bu
durum, bizi sadece yoğun bir işbirliği ve müşterek çabalarla
çözebileceğimiz ‐ve kesinlikle yalnız çözemeyeceğimiz‐ zor‐
luklarla karşı karşıya bırakmaktadır. Belki de her gün kötüle‐
şen çerçeve şartlarında hayat standartlarımızı koruyabilmemiz
için, az önce bahsi geçen mültecilere acilen ihtiyacımız var.
Konuya uygun olarak, Bilim Yılı’nın sloganını beraber be‐
lirledik. Araştırma işbirlikleri, sıkça aksi yönde ve başka tür‐
den anlayışlar ve değer yargıları sağlar. Bu sebepten „Science
Bridging Nations – bilim milletleri birleştirir“ başlığını seçtik.
70
Almanya, küresel hareket eden ve küresel ağlara sahip bir
ülkedir. Bu sebepten Federal Hükümet, sürdürülebilir gelişme
stratejisinin merkezine, haklı olarak uluslararasılaştırma konu‐
sunu koymuştur. Etkin uluslararası ağla donatım, başarılı milli
sistemlerin göstergelerinden biridir.
Federal Eğitim ve Araştırma Bakanlığı, yeni aksiyon planı
„Uluslararası İşbirliği“ ile Almanya’nın yüksek tasarlayıcı
potansiyelini tüm dünyaya yaymak için önemli bir katkı sun‐
maktadır. Aksiyon planı, eğitim, araştırma ve inovasyonu
Almanya’da güçlendirmek ve ülkemizin rekabet gücünü,
dünya pazarında başarılı bir şekilde korumak için uluslararası
işbirliğini gelecek yıllarda nasıl tasarlayacağımızı açıklığa
kavuşturmaktadır. Bilim ve araştırmada dünya çapında işbir‐
liği, sürdürülebilir ve barışçı bir gelişme için aynı zamanda
önemli bir anahtar sunmaktadır.
Araştırma, eğitim ve inovasyonun güçlendirilmesi için
diğer önemli unsurlar şunlardır:
Yüksek teknoloji stratejileri, bunların bu yasama dö‐
neminde geliştirilmesi sürdürülecek olan gelecek pro‐
jeleri ‐mesela “Endüstri 4.0” gibi‐.
İnovatif “mükemmellik”
İnovasyon ve Araştırma Paktı
Üniversite Paktı 2020
Bu stratejiler, etkileşimleriyle mükemmel, inovatif ve çok
yönlü bilim ve araştırma faaliyetlerini yaratmamıza yardımcı
olmaktadır. Bunlar, Alman eğitim ve araştırma kurumlarının
uluslararası bilim pazarında sadece var olmalarını değil, aynı
zamanda iyi uluslararası partnerlerle öncü olmalarını sağla‐
malıdır.
Bunlar bizim stratejilerimizdir ve bunlar bizim hedefle‐
rimizdir.
71
Türk‐Alman İnovasyon Ağlarında Bilgi
Transferi ve Entegrasyon1
Yeşim KUŞTEPELİ, Canan BALKIR, Yaprak GÜLCAN ve
Sedef AKGÜNGÖR
Giriş
Dünya ekonomisinin sürekli değişen dengeleri, karşılaştırmalı
üstünlüklerinin devamlılığını sağlayabilmek için firmaları
inovasyon yapmaya zorlamaktadır. Bir firmanın inovasyon
performansı, araştırma ve geliştirme faaliyetlerine verdiği
önemle doğru orantılıdır. Ürün ve süreç geliştirme açısından
firmaların iç kaynaklarının yanı sıra, dış kaynaklardan ve
sınırları genişleten bilgi ağlarından da faydalanması, onların
performansına olumlu katkıda bulunmaktadır.
Farklı aşamalarda birbirleriyle bağlantılı olan hızlı tekno‐
lojik ve ekonomik gelişmeler, inovasyon süreçlerinin gelişmiş
doğası ve ekonomik büyüme ortamı; inovasyon politikalarına
özel bir talep doğmasına sebep olmaktadır. Kişiler/kurumlar,
dışsal ağ aktiviteleri yoluyla yeni teknolojiler ve bilgilerden
haberdar olmaktadırlar. Bu bağlamda, uzun dönemli ilişkilerle
tanımlanan ağ sistemleri, inovasyon için önemlidir. Bu ağlar,
özellikle kısa dönem üretim çevrimleri olan ve hızlı pazar
1
72
Bu çalışma TÜBİTAK’ın IntenC programı 110K524 no’lu “Avrupa
Entegrasyonu Çerçevesinde Türk‐Alman İnovasyon Ağlarında Bilgi
Transferi” projesi kapsamında desteklenmiştir.
değişimleri yaşayan sektörlerde, inovasyon kapasitesi açısın‐
dan karşılaştırmalı üstünlük sağlamaktadır. Firmalar, zaman
zaman ikili ve/veya çoklu işbirliğine girerek, kendi birimleri
arasında yapay sınırlardan dolayı bilgi transfer edemeyen
firmalara kıyasla, daha fazla bilgi paylaşmakta ve deneysel
(örtük) bilginin transferini hızlandırmaktadırlar (Echeverri‐
Carroll, 1999: 298). Bu bağlamda inovasyon ağları, bir kurum‐
sal çerçeve dahilinde, zaman içinde başkaları ile bilgi alışverişi
sayesinde oluşan yapılar ve sosyal iletişim süreçleri olarak
kabul edilmektedir (Swan, vd., 1999: 262; Frenken, 2000: 258).
İnovasyon ağları, ekonomik birimlerin bilgiyi en zahmet‐
siz ve en ucuz şekilde değiş‐tokuş ettiği ortamlardır (Pyka,
2002: 4; Buchmann ve Pyka, 2011: 467). Bununla birlikte bilgi
transferi, bilginin yayılması ve paylaşılan bilgi ile öğrenme
sürecinin hızlanması, ekonomilerin gelişmesi ve entegrasyonu
açısından önemli bir rol oynamaktadır. Çokuluslu işletmelerin
doğrudan sermaye yatırımları yoluyla çevre bölgelere yatırım
yapmaları sayesinde oluşan bilgi transferinin pozitif etkileri ile
çevre bölgelerin ekonomik büyümesi hakkında geniş bir yazın
bulunmaktadır (Dachs ve Pyka, 2009: 72). Saxenian (2006: 10),
ekonomik gelişme yazınındaki eski merkez/çevre modelini,
bilgi ve yetkinlikleri merkezden çevreye aktaran gezginci giri‐
şimciler bağlamında açıklayarak, modele yeni bir bakış açısı
getirmiştir. Bilgi transferi, gezginci girişimcilerin, hem çevre
hem de merkez ile kurdukları ekonomik ilişkileri sayesinde,
iki taraftan aldıkları bilgileri yaymaları ile oluşmaktadır. Bilgi
transferi ve yayılması süreci ise, inovasyon ağlarının oluşumu
ve gelişimine katkıda bulunmaktadır. Öncelikle merkez yani
gelişmiş bölgelerde akademik eğitim alan gezginci girişimci‐
ler, daha sonra buralarda kendi işlerini kurmakta ve merkez
bölgelerde sosyal ağlarını yaratmaktadırlar. İlerleyen yıllarda‐
73
ki iş hayatları süresince ya bu merkezlerde kalmakta ya da
kendi çevre bölgelerine dönmektedirler. Her iki durumda da,
bilgi ve ekonomik alışverişin kapsandığı verimli ağ yapıları‐
nın gelişmesini tetiklemek suretiyle, çevre bölgenin gelişmesi‐
ne önemli ölçüde katkıda bulunmuş olmaktadırlar. (Saxenian,
2002; 2005: 38 ve 2006: 9).
Her yeni ve yaygın olarak kullanılabilecek teknolojinin
sadece yaratılmış olmakla kalmayıp, ekonomik bir değer ka‐
zanabilmesi için, toplum tarafından erişilebilir olması ayrıca
da gelir ve iş yaratabilmesi gerekmektedir. Bu bağlamda çevre
bölgelerin gelişmiş bölgeleri yakalama sürecindeki başarısı
için, çevre bölgelerde tamamlayıcı bilgi altyapılarının bulun‐
ması ve yeni sanayilerin ortaya çıkma süreci önem arz etmek‐
tedir. Çevre bölgelerde bulunan tamamlayıcı bilgi altyapıları
sayesinde, bu bölgelerdeki ekonomik birimler inovasyon ağla‐
rına dahil olabilmekte, yeni bilgi ve teknolojilere erişebilmek‐
tedirler.
İnovasyon ağları, firma ve bölgesel kapsamda bilgi ya‐
yılmasına doğrudan etki etmektedir. Ancak, ülke bazında bazı
başka faktörler de (teknoloji ve üretim kapasiteleri arasındaki
asimetri) bilginin yayılmasını etkilemektedir. Bu sebeple,
inovasyon ağları analizi yapılırken, ülkelerin değişik gelişme
süreçleri göz önüne alınarak modifikasyonlar yapılması gere‐
kebilmektedir. Literatürdeki birçok çalışma, birçok ülke için
inovasyon ağlarının bilgi yayılması, karşılıklı öğrenme ve
inovasyonu desteklediğini gösterse de, Türkiye ve Almanya
henüz bu örnekler arasında yer almamaktadır. Bu noktada,
Türk Alman inovasyon ağlarının nasıl oluştuğunu ortaya
koymak ve bu ağların bilgi transferi ve yenilikçiliğe olan etki‐
lerini incelemenin önemli bir vaka çalışması olduğu düşünül‐
mektedir.
74
Bu çalışma, “Avrupa Entegrasyonu Çerçevesinde Türk‐
Alman İnovasyon Ağlarında Bilgi Transferi Projesi” çerçeve‐
sinde Türkiye ve Almanya arasında ekonomik ilişkiler ve tica‐
ret yolu ile gerçekleşen inovatif faaliyetleri, Türk ve Alman
kuruluşları arasındaki bilgi transferi ve entegrasyonun yapısal
ve niteliksel özelliklerini, farklı sektörlere göre oluşan
inovasyon ağlarını incelemektedir.
Çalışmanın ikinci bölümünde, Türk‐Alman firmaları ve
kuruluşları arasındaki bilgi transferinin ve entegrasyonun
yapısal ve niteliksel özelliklerinin belirlenmesine yönelik ola‐
rak incelenen patent verileri sonuçları sunulmaktadır. Üçüncü
bölümde, Türk ve Alman kurumları arasındaki inovasyon
ağlarında sektörel bilgi tabanları açısından farklılık olup ol‐
madığı iki sektör (akademi ve yenilenebilir enerji) kapsamında
incelenmiştir. Türk‐Alman inovasyon ağlarındaki önemli ak‐
törler ve üstlendikleri roller, Almanya’daki Türk kökenli İşa‐
damları Dernekleri kapsamında dördüncü bölümde; sonuçlar
ise son bölümde irdelenmiştir.
Türk‐Alman Kuruluşları Arasındaki Bilgi Transferinin ve
Entegrasyonun Yapısal ve Niteliksel Özellikleri
Bu bölümde, Türk‐Alman firmaları ve kuruluşları arasındaki
bilgi transferinin ve entegrasyonun yapısal ve niteliksel özel‐
liklerinin belirlenmesi için patent verileri incelenmiştir. Patent
verileri, 2003‐2011 dönemi için Türk Patent Enstitüsü’nden
temin edilmiştir. Veriler, Uluslararası Patent Sınıflandırma‐
sı’na uyumlu olarak tüm teknoloji alanı 8 ana bölüme ayrıla‐
rak, aşağıdaki sınıflandırma kapsamında incelenmiştir:
A: İnsan İhtiyaçları
B: İşlemlerin Uygulanması; Taşıma
C: Kimya; Metalurji
75
D: Tekstil; Kâğıt
E: Sabit Yapılar (İnşaat)
F: Makine Mühendisliği; Aydınlatma; Isıtma; Silahlar;
Tahrip malzemeleri
G: Fizik
H: Elektrik
Uluslararası Patent Sınıflandırması’nda her bir bölüm ay‐
rıca sınıflara ayrılmıştır. Sınıfların sembolleri, bölüm sembo‐
lünü takip eden 2 basamaklı bir sayı içermektedir. Her sınıf ise
bir veya daha fazla alt sınıf içermektedir. Bu çalışmada, mev‐
cut patent sayılarındaki azlık sebebiyle sadece ilk sınıflandır‐
mada (harf) kullanılmıştır.
Türk Patent Enstitüsü’ne yapılan patent başvuruları, baş‐
vurunun hangi ülkeden yapıldığına göre farklı kategorize
edilmektedir. Bu sebeple, Türk Patent Enstitüsü’nden elde
edilen bilgiler ve veriler, Türk mucitli Alman Patent başvuru‐
ları ve Alman mucitli Türk Patent başvuruları şeklinde iki ayrı
ana başlık altında incelenmiştir.
2003‐2011 yılları arasında Alman mucidi olan Türk patent
başvurularının toplam sayısı 57’dir. Bu başlık altındaki en
yüksek başvuru sayısı 20 olup, hepsi 2005 yılında Tekirdağ’da
yerleşik Hüppe İnşaat Malzemeleri San. ve Tic. A.Ş. tarafından
yapılmıştır. 57 Alman mucidin içerisinde 7 tane Türk kökenli
Alman mucit bulunmaktadır. 2003‐2011 arası için Uluslararası
Patent Sınıflandırması’na göre, İnsan İhtiyaçlarında 19; Ope‐
rasyon, Gerçekleştirme ve Ulaşımda 15; Tekstil ve Kâğıtta 2;
Sabit Yapılarda 8; Makine Mühendisliği, Aydınlatma, Isıtma,
Silahlar ve Tahrip malzemelerinde 13 başvuru olurken; diğer
sektörlerde hiç başvuru olmamıştır. 2003‐2011 yılları için Al‐
man mucitli Türk patent başvurularında, Tekirdağ 28 başvuru
76
ile birinci, İstanbul 16 başvuru ile ikinci ve Ankara 7 başvuru
ile üçüncü sırada yer almaktadır.
Türk Patent Enstitüsü’nden sağlanan verilerde, Türk mu‐
citli Alman patent başvurularının verileri, 2004‐2011 yılları
için mevcuttur. Bu yıllar arasında, toplam 97 tane Türk mucitli
Alman patent başvurusu bulunmaktadır. Türk mucitli Alman
patent başvurusu en çok 2007 yılında 47 başvuru olarak ger‐
çekleşmiştir. Bunlardan 30’u Almanya, Stuttgart’ta yerleşik
Robert Bosch GmbH tarafından yapılmıştır. Türk mucitli Al‐
man patent başvurularının Uluslararası Patent Sınıflandırma‐
sı’na göre dağılımı açısından, İnsan İhtiyaçlarında 3; Operas‐
yon, Gerçekleştirme ve Ulaşımda 22; Yapı İşlerinde 2; Makine
Mühendisliği, Aydınlatma, Isıtma, Silahlar, Tahrip malzeme‐
lerinde 62; Fizikte 2; Elektrik sektöründe 6 olurken; diğer sek‐
törlerde hiç başvuru olmamıştır. Türk mucitli Alman patent
başvurularında, Stuttgart 71 başvuru ile birinci, Münih’in ise
11 başvuru ile ikinci sırada yer almaktadır.
Sonuç olarak, Türk ve Alman mucitli patent başvuruları‐
nın sayı olarak ekonometrik bir analiz yapılamayacak kadar
az olduğu, sadece belli ana sektörlerde yoğunlaştığı ve her iki
ülkede birer firmanın baskın olduğu görülmektedir. Dolayı‐
sıyla, başvuruları açısından iki ülke arasındaki bilgi paylaşımı,
ekonomik entegrasyon ve inovasyon ağ ilişkilerinin kuvvetli
ve yoğun olduğu söylenemez. Türkiye ve Almanya arasında
yıllardan beri süregelen bir ekonomik ilişki bulunmasına rağ‐
men, Almanya’nın gelişmiş bir ülke, Türkiye’nin ise halen
gelişmekte olan bir ülke olması, iki ülke arasında üretim tek‐
nolojileri ve yenilikçilik açısından farklılıklara yol açmaktadır.
Türk ve Alman mucitli patent başvuru sayılarının düşük çık‐
ması, büyük ölçüde bu farklılıklardan kaynaklanmaktadır.
Ancak, sadece patent sayılarına bakarak, söz konusu iki ülke
77
arasındaki bilgi transferi hakkında yeterli bilgi edinilemeyece‐
ği ve sağlıklı çıkarımlarda bulunulamayacağı da açıktır.
Sektörel Bilgi Tabanları Kapsamında Türk ve Alman
Kurumları Arasındaki İnovasyon Ağları
Bu bölümde, Türk ve Alman kurumları arasındaki inovasyon
ağlarında sektörel bilgi tabanları açısından farklılık olup ol‐
madığı, iki sektör (akademi ve yenilenebilir enerji) kapsamın‐
da incelenmiştir. Akademi sektörü sembolik bilgi tabanına,
yenilenebilir enerji sektörü ise analitik bilgi tabanına sahiptir.
Bu doğrultuda, 15 yenilenebilir enerji firması ile yüz yüze
görüşme ve anket çalışması yapılmıştır. Çalışmada, Gülcan,
Akgüngör ve Kuştepeli’nin (2009:5) bölgesel yapılandırılmış
avantajları tespit etmeye yönelik araştırmalarında kullanılan
anket sorularından yararlanılmış ve bu çalışmaya uygun ola‐
rak bazı değişiklikler ve eklemeler yapılmıştır. Firmalara, fir‐
manın kuruluş tarihi ve yeri, ortaklık anlaşmaları, ortaklık
yapısı, Alman ortakların ARGE, yaratıcılık, finans ve pazarla‐
ma üzerine etkisi, çalışanların eğitim düzeyi, firmanın rekabet
gücünü belirleyen unsurlar (AR‐GE, dizayn vb.), firmanın
bilgi kaynakları ve Almanya ile Türkiye arasındaki bilgi trans‐
ferinin nasıl geliştirilebileceği konuları sorulmuştur. Özellikle
firmaların, Alman ortaklı olup olmadıkları dikkate alınarak
analiz yapılmıştır.
Alman ortağı olmayan firmaların çoğunlukla hem rüzgâr
hem de güneş enerjisi alanlarında çalıştıkları, Alman ortaklı
firmaların ise bu alanlardan yalnızca birinde uzmanlaşmayı
seçebildikleri görülmüştür. Alman ortaklı firmaların ortalama
çalışan sayısı, Alman ortaklı olmayan firmalardan yüksektir
ve Alman ortaklı firmalar, diğerlerine göre daha yeni kurul‐
muş firmalardır. Alman ortağı olmayan firmalar ile Alman
78
ortaklı firmaların çalışanları arasında eğitim seviyesinde denk‐
lik olduğu tespit edilmiştir. Bu denklik, Almanya’da üretilen
bilginin kalifiye Türk mühendisleri tarafından içselleştirile‐
bilmesinin bir önkoşulu olduğu gibi, sektörel bir gereklilik de
teşkil etmektedir. Çalışanlar arasında eğitimlerinin türleri
bakımından da bir farklılık görülmemektedir.
İki firma grubu arasında, yaratıcı ve standart ürünle‐
rin/süreçlerin geliştirilmesi açısından bir fark olmamasına
rağmen, rekabet edebilirlik açısından temel faktörlerden olan
“tasarım” konusunda, Alman ortaksız firmalar Alman ortaklı
firmalara oranla daha aktiftir. Bu sonuca, Alman ortağı olma‐
yan Türk firmalarının, Türkiye’nin tüketici kesimine dair de‐
mografik ve kültürel özelliklerini daha iyi bilmeleri sayesinde,
ürünleri üzerinde modifikasyonlar yaparak yeni tasarımlar
geliştirebiliyor olmalarının sebep olduğu düşünülmektedir.
Alman ortaklı firmaların inovatif faaliyetlerde bulunmalarına
rağmen, bu faaliyetleri Türkiye’de değil de; Almanya’da yü‐
rütmektedirler. Yüz yüze yapılan görüşmelerde, Alman ortak‐
lı bir firma yetkilisi, daha güvenilir bir altyapı kurulması du‐
rumunda bu faaliyetlerin Türkiye’ye taşınabileceğini ifade
etmiştir.
Yenilenebilir enerji firmaları ile yapılan anketlerde, hangi
kurum ve kuruluşlarla bağlantılarının olduğu sorulmuştur.
Elde edilen bu verilerin NodeXL bilgisayar programı vasıtasıyla
dönüştürüldüğü ağ grafiği, Şekil 1’de yer almaktadır. Ağ anali‐
zine, sektörde yaygın olan bir uygulama doğrultusunda, gö‐
rüşme yapılan bir firmanın yaptığı projeler bazında üç firma
daha kurmuş olması ve projeler bittiğinde ise bu firmaların fes
edilmesi sebebiyle, 12 firma daha dahil edilmiştir. Anket yapı‐
lan firmalarla ilgili olarak elde edilen bilgilerin gizli tutulması
79
nedeniyle her firmaya ve bağlantılarına, konumlandığı ilin ilk
harflerini ve sıra numarasını içeren bir kod verilmiştir.
Ağ grafiğinde anket yapılan yenilenebilir enerji firmaları,
mavi renkli kare; firmaların bağlantıları ise yeşil renkli küreler
şeklinde temsil edilmektedir. Anket yapılan yenilenebilir ener‐
ji firmalarının bağlantılı olduğu üniversiteler, kırmızı renkli
üçgen; kamu kurum ve kuruluşları kahverengi elmas; banka‐
lar ise siyah küre şekliyle temsil edilmektedir.
Şekil 1, merkezde yer alan IST001 ve IZM003 firmalarının,
ağ sistemi açısından en önemli firmalar olduğunu göstermek‐
tedir. Bu firmaların hemen etrafında sadece iki üniversite (Do‐
kuz Eylül ve Ege Üniversitesi) varken, çoğunlukla kamu ku‐
rum ve kuruluşlarının bulunması, bu aktörlerin yenilenebilir
enerji sektörü açısından daha önemli olduklarını göstermek‐
tedir.
Yenilenebilir enerji sektörü ağ analizi sonuçları, bu sek‐
törde inovasyon ağının zayıf olduğunu ve ağ ilişkilerinin bilgi
transferi ve paylaşımı açısında yetersiz olduğunu göstermek‐
tedir. Yenilenebilir enerji sektörü Türkiye için gelişmekte olan
bir sektör olmakla beraber, sektörün gelişmesi için inovasyon
ağlarına dahil olmaları ve daha fazla bilgi transferi ve payla‐
şımı yapmaları gerekmektedir. Bu sektörde, teknik bilgi açı‐
sından ileri bir seviyede olan Almanya ile kurulacak bağlantı‐
lar ve ağ ilişkileri, sektörün gelişmesine ve yenilikçi faaliyetle‐
rin artmasına şüphesiz fayda sağlayacaktır.
Bu bölümde analiz edilen akademi sektörü için, Avrupa
Birliği çerçeve programlarından FP5, FP6, FP7 verileri kulla‐
nılmış ve Almanya ile Türkiye’nin beraber yer aldığı projeler
tespit edilerek, iki ülke arasındaki bilimsel araştırma ağları
tasvir edilmiştir. 5. Çerçeve Programları için 1999‐2002 yılları,
6. Çerçeve için 2002‐2006 yılları ve 7. Çerçeve Programları için
80
ise 2007‐2013 yılları arasındaki veriler kullanılmıştır. Almanya
ile Türkiye arasındaki bilimsel işbirliği, tarihsel bir süreç ola‐
rak meydana gelmiştir. Bu süreçte aktif rol oynayan aktörler
arasında en önemli unsurların başında akademik gruplar bu‐
lunmaktadır.
1999‐2002 yılları arasında Türkiye nin yer aldığı FP5 pro‐
jelerinin %46’sında Almanya da yer almıştır. Bu dönemde, FP5
Projeleri kapsamında Türkiye’nin koordinatör ve Alman‐
ya’nın katılımcı olduğu hiçbir proje bulunmazken; Alman‐
ya’nın koordinatör Türkiye’nin katılımcı olduğu 7 proje bu‐
lunmaktadır. Her iki ülkenin katılımcı olduğu proje sayısı ise
27’dir. Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ), 10 projede
aktif olarak katılım sağlayarak birinci sırada yer alırken; İstan‐
bul Üniversitesi 3 proje ile ikinci sırada yer almıştır. Bu proje‐
lerde en çok yer alan Alman katılımcı kuruluş ise 4 projenin
2’sinde koordinatör, 2’sinde katılımcı olarak yer alan
Fraunhofer Gesellschaft zur Förderung der Angewandten
Forschung E.V. olmuştur.
2002‐2006 yılları arasında Türkiye, toplam 374 adet FP6
projesinde yer almış olup; bunların 221 tanesinde Almanya ile
işbirliği yapmıştır. Bu dönemde Türkiye’nin katıldığı projele‐
rin %59’unda Almanya da yer almıştır. Türkiye’nin koordina‐
tör Almanya’nın katılımcı olduğu 9 proje bulunurken; Alman‐
ya’nın koordinatör Türkiye’nin katılımcı olduğu 42 proje bu‐
lunmaktadır. Her iki ülkenin katılımcı olduğu proje sayısı ise
170’dir. FP5 projeleri ile karşılaştırıldığında toplam ortak pro‐
jelerin sayısı %530 artmıştır. ODTÜ 44 proje ile FP6 progra‐
mında en fazla katılım yapan kuruluş olurken; Almanya tara‐
fında ise en fazla katılım yapan kuruluş 27 proje ile
Fraunhofer Gesellschaft zur Förderung der Angewandten
Forschung E.V. olmuştur.
81
Türkiye, 2007‐2013 yılları arasında toplam 955 adet FP7
projesinde yer almış olup, bunların 487 tanesinde Almanya ile
işbirliği yapılmıştır. FP7 Projeleri kapsamında Türkiye’nin
koordinatör Almanya’nın katılımcı olduğu 15 proje ve Al‐
manya’nın koordinatör Türkiye’nin katılımcı olduğu 96 proje
vardır. Her iki ülkenin katılımcı olduğu proje sayısı ise
376’dir. FP5 ve FP6 programları ile kıyaslandığında ağın ge‐
nişlediği ve toplam proje sayısının arttığı gözlemlenmektedir.
Türk ve Alman akademisyenlerin birlikte çalıştıkları dallar
FP5’de sadece 6 iken, bu sayı FP6’da 15’e, FP7’de ise 17’ye
çıkmıştır. Diğer programlarda olduğu gibi, yine ODTÜ 43
proje ile FP7 çerçevesinde en fazla katılım yapan kuruluş ol‐
muştur. Boğaziçi Üniversitesi 17 proje ile ikinci sırada, İTÜ 15
proje ile üçüncü sırada yer almıştır. FP7 kapsamında Alman‐
ya’dan en fazla proje katılımını 71 proje ile Deutsches
Zentrum Für Luft‐ und Raumfahrt E.V. gerçekleştirirken, ikin‐
ci sırayı 63 proje ile Fraunhofer Gesellschaft zur Förderung der
Angewandten Forschung E.V. almıştır.
Yenilenebilir enerji ve akademi sektörü için yapılan ana‐
lizler, Türk ve Alman kurumları arasındaki inovasyon ağla‐
rında sektörel bilgi tabanları açısından farklılık olduğunu
işaret etmektedir. Analitik bilgi tabanına sahip olan yenilene‐
bilir enerji sektöründe ağ yapısı ve dolayısıyla bilgi transferi
ve ekonomik entegrasyon, akademi sektörüne göre zayıftır.
Akademi sektöründe, çok aktörlü kuvvetli bir inovasyon ağı‐
nın bulunmasının yanı sıra, bilgi transferi ve ekonomik enteg‐
rasyonun yüksek seviyelerde olduğu görülmektedir. Yenile‐
nebilir enerji ile akademi sektörleri arasındaki bu farkların en
önemli sebepleri, Türkiye ve Almanya’nın akademi sektörün‐
deki işbirliğinin tarihsel olarak eskilere dayanması; yenilenebi‐
lir enerji sektöründe Türk çalışanların geri bildirimleri ile
82
inovasyon sürecine katkıda bulunmalarına rağmen Alman‐
ya’nın bu sektörde önemli derecede üstün olmasıdır.
Türk‐Alman İnovasyon Ağlarının Kurulması ve
Performansı için Katkıda Bulunan Girişimciler
Bu bölümde, Türk‐Alman inovasyon ağlarındaki önemli ak‐
törler ve üstlendikleri rollerin araştırılması için, Türkiye ve
Almanya’nın uzun bir geçmişe dayanan ilişkileri göz önüne
alınarak Almanya’daki Türk kökenli İşadamları Dernekle‐
ri’nin incelenmesi uygun görülmüştür.
Göçmenler tarafından hayata geçirilen girişimlerin, göç
alan ülkelerde ekonomik dinamizmin önemli bir unsuru ol‐
duğu görülmektedir. Zira bu kişilerin farklı kültürel geçmişle‐
re sahip olmaları, onların yerli işçilerden farklı bilgi ve beceri‐
lere de sahip olmalarını sağlamaktadır. Yenilik, birbirinden
farklı bilgiye ve beceriye sahip çeşitli aktörler arasındaki etki‐
leşimin ortaya koyduğu bir ürün olarak ortaya çıkmaktadır.
Fakat göçmen kökenli girişimcilerin karşılaştıkları birçok so‐
run vardır. Almanya’nın son derece düzenli/kurallarla dona‐
tılmış sistemi içinde, çoğunlukla iş kuranların belirli bir dü‐
zeyde mesleki eğitim almış olmaları beklenmektedir. Ayrıca
göçmen girişimciler ancak küçük miktarlarda krediler alabil‐
mekte ve geldikleri ülkelerdeki varlıklarının teminat olarak
kabul edilmemesi de, bu girişimcilerin mali olanaklara eriş‐
mede zorluk yaşamasına neden olmaktadır. Sonuç olarak,
mali, sosyal ve beşeri kısıtlamalar, göçmen kökenli potansiyel
girişimcilerin sermaye‐yoğun sanayilere girişini engellemekte
ve onları piyasaya giriş koşullarının bu denli zor olmadığı iş
alanlarına ve etnik pazara yönlendirmektedir.
Göçmen girişimcilerin iş hayatındaki bu ayrımcılığı aş‐
malarında sosyal ağlar çok önemlidir. Sosyal ağlar, bireyler
83
arasındaki kültürel, mesleki veya ailevi ilişkilerin bir bütünü
olup; bu ilişkiler ağı, bireylerin girişimcilik kararlarını şekil‐
lendirdiği gibi etnik düzlemde iş fırsatlarının ortaya çıkmasını
da sağlayabilir. Böylece bireyler, çeşitli toplumsal yapılara
veya sosyal ağlara olan bağları sayesinde kıt kaynaklara erişe‐
bilmekte ve bu kaynakları yönetebilmektedir.
Sosyal ağlar içinde göçmen derneklerinin yerinin ayrı bir
önemi vardır. Almanya’daki Türk göçmenlerin dernek faali‐
yetleri 1960’larda başlamıştır. Bu dernekler, ilk olarak işçi ve
öğrenci hareketleri ile mesleki örgütlenmeler/sendikalaşma
hareketleri çerçevesinde kendini göstermiştir. Kuruldukları ilk
zamanlarda bu dernekler, çalışma ve barınma koşulları,
dil/çeviri hizmetleri gibi bazı temel ihtiyaçlar çerçevesinde ve
genellikle bilgi paylaşımına yönelik olarak şekillenmiştir. 12
Eylül 1980’den sonra siyasi ortamın da etkisiyle, Alman‐
ya’daki Türk kökenli derneklerin gündemi göçmenlerin ihti‐
yaç ve sorunlarından ziyade Türkiye’deki siyasi olaylar doğ‐
rultusunda şekillenmiştir. 1990’larda ülkedeki göçmenleri ve
onlara yönelik politikaları etkileyen en önemli olay, Alman‐
ya’nın birleşmesi olmuştur. Rostock, Molln ve Solingen’de baş
gösteren ve göçmenleri hedef alan şiddet hareketleri ve Kohl
döneminde göçmenlere ve mültecilere yönelik olarak sosyal‐
refah devletinin getirdiği bazı olanakları kısıtlayıcı nitelikteki
politikaların tercih edilmesini müteakip, artan işsizlik oranı
Türk kökenli göçmenler arasında girişimcilik ruhunun yayıl‐
masını hızlandırmıştır. Kurulan işletmeler gıdanın alt sektör‐
leri başta olmak üzere, çeşitli sektörlere yayılmıştır. Bu gelişi‐
me paralel olarak, Türklerin kurduğu girişimci dernekleri de
artmıştır. Bunların bir kısmı, örneğin 1992’de kurulan Avrupa
Türk Girişimciler ve İşadamları Derneği ve 1994’de kurulan
Köln merkezli Türk‐Alman Ticaret ve Sanayi Odası, daha çok
84
orta ve üst gelir grubuna mensup kişilerin üye olduğu olu‐
şumlar olarak kurulmuştur. Almanya’daki Türk kökenli iş
camiasının çıkarlarını temsil etmek için kurulan bu dernekler,
girişimcilerin ekonomik faaliyetlerine ve onların faaliyet gös‐
terdikleri iş piyasasıyla bütünleşme çabalarına destek olmayı
hedeflemişse de, daha çok Almanya’daki Türk toplumuna
yönelik vize uygulamalarının serbestleştirilmesi, öğrencilere
ihtiyaçlarına yönelik yeni finansman kaynakları, “uzaktan
eğitim ve e‐öğrenme” gibi kavramlar üzerinden bürokratik
engelleri aşmak gibi konularda çalışmışlardır.
Süreç içinde sayıları yüzleri bulan dernekler, ABD’de Si‐
likon Vadisi’nde çalışan Çin ve Hint kökenli mühendisler ve
bilim insanlarının kurduğu türden oluşumları Almanya’da
gerçekleştirememişlerdir. ABD’deki bahsi geçen göçmen der‐
nekleri geleneksel/etnik unsurlar ile yüksek teknolojinin ge‐
rekliliklerini bir arada barındırabilen oluşumlardır. Böylece
teknolojik girişimler için gerekli olan bilgi, beceri ve sermayeyi
harekete geçirmek üzere bir sosyal ve mesleki ağ oluşturmuş‐
lardır (Saxenian, 2002). Silikon Vadisindeki Çinli Mühendisler
Derneği veya Hintli Girişimciler Derneği, ülkeye yeni gelen
göçmenler için gerekli kaynağı ve iş ağını sunmakta ve oluş‐
turdukları ağ içinde mesleki bilgi ve teknik becerilerin akta‐
rılmasını sağlamaktadırlar.
Avrupa’daki Türk girişimlerinin neredeyse yüzde 70’inin
Almanya’da bulunduğu ve bunların da büyük çoğunluğunun
gıda işletmeciliği ve turizm gibi birkaç sektörde geliştiği dü‐
şünülünce neden böyle bir ağ kuramadıkları düşündürücü‐
dür. Bu konuyu incelemek üzere derneklere gönderilen ankete
verilen yanıtların sayısının azlığı da önemli bir soruna işaret
etmektedir. Profesyonellik, uzmanlık ve uzmanlaşma desteği
ne ölçüde gelişmiştir sorusuna yanıt aranmış; ancak yapılan
85
mülakatlarda olumlu sonuç alınmamıştır. Görüşme yapılan
bazı işadamları “yaratıcı girişimci değiliz, taklitçi girişimciyiz”
demiştir. Türk‐Alman Ticaret ve Sanayi Odası gibi önemli bir
kuruluşun ise girişimcilere mal edilmediği, TOBB’un (Türkiye
Odalar ve Borsalar Birliği) sembolik elçiliğine dönüştüğünü
belirtmişlerdir. TÜSİAD’ın (Türk Sanayici ve İş Adamları
Derneği) Berlin temsilciliğinin olaya Berlin’den değil, Brük‐
sel’den baktığı belirtilmiştir. Bu noktada, biraz farklı bir du‐
rum MÜSİAD’da söz konusudur (Müstakil Sanayici ve İş
Adamları Derneği). MÜSAİD, kalifiye eleman eksikliğini ve
demografik değişimleri göz önünde tutarak sektör faaliyetle‐
rinin ve çıraklık eğitiminin yanı sıra, girişimcilik çalışmalarını
ve yenilikçilik programlarını (örn. Merhaba Ortak) geliştir‐
mektedir.
Sonuç olarak, Almanya’daki Türk kökenli işadamları
derneklerinin Türk‐Alman inovasyon ağları, bilgi paylaşımı
ve ekonomik entegrasyon açılarından, faaliyetlerinin yetersiz
olduğu görülmüştür. Bu dernekler, daha çok Almanya’da
yaşayan Türkler için sosyalleşmek, bürokratik sorunlara yar‐
dımcı olmak ve çözümler aramak alanlarında çalışmakta ve
yenilikçilik açısından katkı verememektedirler. Dolayısıyla,
Türk‐Alman inovasyon ağlarının gelişmesi açısından, bu so‐
nuç oldukça önemlidir ve büyük bir eksikliğe/aksaklığa işaret
etmektedir.
Sonuç
Firmalar, dünya ekonomisinde sahip oldukları karşılaştırmalı
üstünlüklerini ve rekabet güçlerini koruyabilmeleri için, yeni‐
likleri takip etmek ve yenilikçi faaliyetler yapmak zorundadır.
Bir firmanın bunları yapabilmesi için, firma iç kaynaklarının
yanı sıra, dış kaynaklardan ve sınırları genişleten bilgi ağla‐
86
rından faydalanarak takip etmesi gerekmektedir. İnovasyon
ağları, firmaların bilgiyi en zahmetsiz ve en ucuz şekilde de‐
ğiş‐tokuş ettiği ortamlar olarak tanımlanmaktadır (Pyka, 2002;
Pyka ve Buchmann, 2011).
Bu kapsamda, inovasyon ağlarında gerçekleşen bilgi ve
teknoloji transferi hakkında, yeni bir bakış açısı sunan
Saxenian (2006), ekonomik gelişme yazınındaki eski mer‐
kez/çevre modelini bilgi ve yetkinlikleri merkezden çevreye
aktaran gezginci girişimciler bağlamında açıklamaktadır. Bilgi
transferi, gezginci girişimcilerin hem çevre hem de merkez ile
kurdukları ekonomik/sosyal/politik ilişkileri sayesinde, iki
taraftan aldıkları bilgileri yaymaları ile oluşmaktadır. Bu bilgi
transferi ve yayılması süreci ise inovasyon ağlarının oluşumu
ve gelişimine katkıda bulunmaktadır.
“Avrupa Entegrasyonu Çerçevesinde Türk‐Alman
İnovasyon Ağlarında Bilgi Transferi Projesi”, yukarıda bahse‐
dilen model çerçevesinde, Türkiye ve Almanya arasındaki
inovasyon ağlarının oluşumunun, çözülmesi gereken sorunla‐
rın ve teşvik edilebilecek güçlü yanların tespit edilmesi temel
amacını gütmüştür.
Projenin sonuçlarından bazılarının özetlendiği bu çalış‐
manın ilk bölümünde, Türk‐Alman firmaları ve kuruluşları
arasındaki bilgi transferinin ve entegrasyonun yapısal ve nite‐
liksel özellikleri ekonomik anlamda patent verileri kullanıla‐
rak incelenmiştir. Sonuçlar, Türk ve Alman mucitli patent
başvurularının sayı olarak ekonometrik bir analiz
yapılamayacak kadar az olduğunu, sadece belli ana
sektörlerde yoğunlaştığını ve her iki ülkede sadece birer
firmanın baskın olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla, patent
başvuruları açısından iki ülke arasındaki bilgi paylaşımı,
ekonomik entegrasyon ve inovasyon ağ ilişkileri zayıftır.
Almanya’nın gelişmiş bir ülke, Türkiye’nin ise halen
87
gelişmekte olan bir ülke olması, iki ülke arasında üretim
teknolojileri ve yenilikçilik açısından farklılıklara yol
açmaktadır.
İkinci bölümde, Türk ve Alman kurumları arasındaki
inovasyon ağlarında sektörel bilgi tabanları açısından farklılık
olup olmadığı, bilgi tabanları açısından farklılık gösteren iki
sektör (akademi ve yenilenebilir enerji) incelenmiştir. Analiz‐
ler, analitik bilgi tabanına sahip olan yenilenebilir enerji sektö‐
ründe ağ yapısı ve dolayısıyla bilgi transferi ve ekonomik
entegrasyonun, akademi sektörüne göre zayıf olduğunu gös‐
termektedir. Türkiye ve Almanya’nın akademi sektöründeki
işbirliğinin tarihsel olarak eskilere dayanması (yol bağımlılı‐
ğı/path dependency), bugün ortak çalışmalar yapılmasına
temel teşkil etmektedir. Yenilenebilir enerji sektöründe Türk
çalışanların geri bildirimleri, pazar ve teknoloji alanlarında
inovasyon sürecine katkıda bulunduklarını gösterir nitelikte‐
dir. Ancak, Almanya bu sektörde önemli derecede üstündür.
Türk‐Alman inovasyon ağlarının kurulması, gelişmesi
için önemli rol oynayan aktörler ve rolleri, Almanya’daki Türk
kökenli İşadamları Dernekleri kapsamında, dördüncü bölüm‐
de, araştırılmıştır. Sonuçlar, Almanya’daki Türk kökenli İşa‐
damları Dernekleri’nin faaliyetlerinin Türk‐Alman inovasyon
ağları, bilgi paylaşımı ve ekonomik entegrasyon açılarından
yetersiz olduğunu göstermiştir. Bu dernekler, daha çok Al‐
manya’da yaşayan Türklerin sosyalleşmesi, bürokratik sorun‐
larına yardımcı olunması ve çözümler aranması alanlarında
çalışmakta ve yenilikçilik açısından katkı verememektedirler.
Genel olarak bulgular, Türkiye’de mühendislik alanla‐
rındaki işgücünün eğitim altyapısının yeterli olduğunu gös‐
termektedir. Türk çalışanlar, pazar ve teknoloji konularında
inovasyon sürecine önemli katkıda bulunmaktadırlar. Türki‐
ye’nin yenilenebilir enerji gibi yüksek derecede teknik bilgi
88
gerektiren sektörlerde, Almanya ile iletişimini, işbirliğini ve
dolayısıyla bilgi transferini artırması gerekmektedir. Bu da
inovasyon ağlarının kurulumu ve gelişimi ile mümkündür.
Ancak, bu tür sektörlerde iki ülke arasında inovasyon ağları‐
nın zayıf olduğu ve bireysel çabalarla birtakım bağlantılar
yapıldığı tespit edilmiştir. Buna karşılık, Türkiye ve Almanya
arasındaki iletişimin asırlara dayandığı akademi sektöründe,
inovasyon ağı oldukça gelişmiştir ve gelişmeye devam etmek‐
tedir. Bu sektörde her iki ülke aktörleri sıkı bir ilişki ve payla‐
şım içerisindedir. Bu da, bilgi transferinin ve ekonomik enteg‐
rasyonun yoğun olmasına ve bunların inovatif faaliyetlerle
sonuçlanmasına neden olmaktadır.
Türkiye ve Almanya arasında inovasyon ağları ve bilgi
transferi açısından önemli bir potansiyel bulunmakla beraber,
bu potansiyelin yenilikçiliğe dönüştürülebilmesi için karşılıklı
iletişimin ve güven ortamının iyileştirilmesi ve artırılması
gerekmektedir. Özellikle, Almanya’da yaşayan Türkler açısın‐
dan en büyük sorunun, Türk gruplar ve Türk dernekler ara‐
sında iletişim eksikliği olduğu tespit edilmiştir. Bunlara ek
olarak, mali, sosyal ve beşeri kısıtlamalar Türk kökenli giri‐
şimcilerin sermaye yoğun sanayilere girişini engellemekte;
onları piyasaya giriş koşullarının bu denli zor olmadığı iş
alanlarına ve etnik pazara yönlendirmekte, ayrıca “gezginci
girişimciler” potansiyelini de azaltmaktadır.
Almanya ve Türkiye arasında yıllardır süregelen sosyal,
ekonomik ve siyasi ilişkiler, her iki ülke için de önem taşımak‐
tadır. Bu alanlardaki işbirliğinin verimli bir şekilde artırılması,
var olan potansiyelin daha iyi kullanılabilmesi için, Türk işgü‐
cünün kuvvetli eğitim altyapısının ve adaptasyon kapasitesinin
karşı tarafa daha etkin bir şekilde iletilmesi; bir başka deyişle
karşılıklı iletişim ve etkileşimin artırılması gerekmektedir.
89
Kaynakça
DACHS, B., PYKA, A. (2009), “Hat Drives Theo internationalization
of innovation? Evidence from European patent data”,
Economics of Innovation and New Technology, 1, 71‐86
ECHEVERRI‐CARROLL, E. L. (1999), “Knowledge flows in
innovation networks: a comparative analysis of Japanese and
US high‐technology firms”, Journal of Knowledge
Management, 3 (4), 296‐303
FRENKEN, K. (2000), “A Complexity Approach to Innovation Net‐
works, The Case of Aircraft Industry (1909‐1997)”, Research
Policy, 29, 257‐272
GÜLCAN, Y., AKGÜNGÖR, S., KUŞTEPELİ, Y. (2009), “Regional
Innovation Systems and Knowledge Generation in Turkish
Textile Industry: A Comparison of İstanbul and Denizli
Regions”. 4th International Seminar on Innovation, Napier
University, Edinburgh
PYKA, A. (2002), “Innovation networks in economics: from the
incentive‐based to the knowledge‐based approaches”.
European Journal of Innovation Management, 5(3), 152‐163
BUCHMANN, T., PYKA, A. (2011), Innovation Networks, Handbook
on the Economics and Theory of Firms, Edward Elgar Publis‐
her, KRAFFT, J. und DIETRICH, M. (Hrsg.), Cheltenham, UK
SAXENIAN, A. (2002), “Brain Circulation: How High‐Skill
Immigration Makes Everyone Better Off”, The Brookings
Review, 20(1), 28‐31
SAXENIAN, A. (2005), “From Brain Drain to Brain Circulation:
Transnational Communities and Regional Upgrading in India
and China”, Comparative International Development, 40, 35‐61
SAXENIAN, A. (2006), The new Argonauts: Regional Advantage in a
Global Economy, Cambridge, MA: Harvard University Press
SWAN, J., NEWELL, S., SCARBROUGH, H., HISLOP, D. (1999),
“Knowledge management and innovation: networks and
networking”, Journal of Knowledge Management, 3(4), 62‐275.
90
Şekiller
Şekil 1: Yenilenebilir Enerji Sektörü Ağ Sistemi
91
Almanya ile Türkiye Arasında Gelecekte
Yapılacak İkili Bilimsel İşbirliklerinde
Fırsatlar ve Engeller
Dirk TRÖNDLE
Giriş
Söz konusu forum 2012 yılının Mart ayında, 2014 Türk Alman
Bilim Yılı (TABY) etkinliğinin resmî olarak açıklanmasından
bir yıl önce hayat bulmuştur. O zamana değin yapılagelen
işbirliklerinden derlenmiş olan çeşitli deneyimlerin yanı sıra
bu ilk forumdan elde edilmiş olan görüş ve sonuçlar da TABY
planlamasında değerlendirilmiş olsa gerek. Bu uygulamaya
hayat veren ileriyi görme becerisine sahip bütün sorumlulara
şükran duygularımı iletmek isterim.
Bu makalenin odağında Alman ve Türk kuruluşlarının
bilateral (iki taraflı) ve multilateral (çok taraflı)
kooperasyonlar kapsamında geliştirip derinleştirdiği bazı
konu ve bakış acılarını içeren bir liste yer almaktadır. Bu liste‐
de siyasi açıdan oldukça hassas ve hayata geçirilmesi güç ko‐
nuların yanı sıra öncelikli olarak ekonomi, çevre ve kalkınma
politikaları kapsamında ele alınabilecek konuların da yer aldı‐
ğına tanık olacaksınız. Lâkin makalenin başında TABY ve her
iki tarafta da yanlış algılama potansiyeli içeren taban tabana
zıt ülke çıkarlarına dair değerlendirmeler yer almaktadır.
92
Türk‐Alman Bilim Yılı ve Her İki Ülkenin Ortak Çıkarları –
Görselleştirme, Kalıcılık ve Mükemmeliyet
Türk‐Alman Bilim, Eğitim ve Yenilik Yılı 2014 (Türk Alman
Bilim Yılı – TABY), özellikle de bu kapsamda yapılan fikir
projesi yarışmaları, bilim, araştırma ve inovasyon alanlarında
yürütülen bilateral kooperasyonların konu çeşitliliği bakımın‐
dan ne denli geniş bir yelpazeye yayıldığını gözler önüne
sermektedir. Bir yandan TABY’nin sahip olduğu enstrümanlar
çift taraflı bilimsel ilişkilere hissedilir bir ivme katarken öte
yandan söz konusu bu başarılar her iki ülke arasında
yürütülegelmekte olan işbirliklerinin geçen zaman zarfında
gelenekleşmiş olmasına ve oturmuş bir yapı üzerinde cereyan
etmesine dayandırılabilir. Belki iddialı bir ifade olacak ama
fikir projesi yarışmalarının 1. turu kapsamında düzenlenen
etkinlik ve projelerin hiç de azımsanmayacak bir bölümü,
TABY çerçevesi olmaksızın da pekâlâ yapılabilirdi. Ancak
yeni konu ve dürtüler katılımcılara esin kaynağı olmuş, hâttâ
öyle ki TABY çatısı altında süregelen işbirliklerinin tematik
zenginliği ilk kez görülebilir bir hale getirilmiştir.
Berlin Humboldt Üniversitesi bünyesinde düzenlenen
Türkiye Yüksekokul Haftaları etkinliğinin sloganı „Birbirini
Değil – Birlikte Araştırmak“ idi. Siyasi sorumlular bu slogan‐
dan da yola çıkarak TABY etkinliğini adeta manivela gibi kul‐
lanmak suretiyle araştırma, bilim ve eğitim alanlarında yapı‐
lan iki taraflı işbirliklerini yeni, bambaşka bir düzeye çekme
hususunda hemfikirdiler. Artık gelenekselleşmiş olan ve
Erasmus adıyla bilinen yüksekokul kooperasyonlarının yerini
bilimsel mükemmeliyet içeren ve yeniliğe hizmet eden proje‐
ler almalıdır; hele bunların ortaklaşa yapılan ve ileriye dönük
teknolojiler üretilmesine önayak olan, keza bu bağlamda yeni‐
93
likçi çözüm önerileri getiren araştırma projeleri olması özellik‐
le arzulanan bir durumdur.
Niceliğin yerine nitelik ile mükemmeliyet geçmeli ve ye‐
nilik üreten ortaklar güçlendirilmelidir. Nitekim TABY uygu‐
lamasının başarısı mükemmel ArGE işbirliklerinin kalıcılığı ve
sürekliliğiyle ölçülmek zorundadır.
İki Ülke Arasındaki Çıkarlar, Ayrılıklar ve Birliktelikler
Her iki ülke de TABY kapsamında, Türkiye’nin Avrupa Birli‐
ği’ne (AB) uyumluluğu ve AB üyeliğine elverişliliği üzerine
yapılagelen tartışmaların, vize ile ilgili sorunların ya da her iki
ülkede yayınlanan olumsuz haberlerin ve kaydedilen siyasi
gelişmelerin çok ötesinde, olumlu bir ajanda belirleme çabası
içindedir. Görünen o ki Türkiye Cumhuriyeti Bilim, Sanayi ve
Teknoloji Bakanlığı (BSTB) Bilim Yılı’nın enstrüman ve yapıla‐
rını bünyesine geçirecektir. TABY uygulamasının modifiye
edilmiş halinin, Türk Dış Politikası’nın diğer bir ilintili unsu‐
runun, ortak ülkelerin kalkınma politikasının yanısıra genişle‐
tilmesi, bu bağlamda sözgelimi Türk‐Malezya Bilim Yılı ya da
Türk‐Güney Kore Bilim Yılı olarak yakın bir gelecekte lanse
edilmesi akla yakındır.
Fikir projesi yarışmaları bilimsel yönelimlerde ya da önce‐
lik belirlemede asimetri içermektedir ve farklı beklentilere yol
açmaktadır. Eğitim, çeşitlilik, göç ve uyum gibi sosyal içerikli
konular Almanya’nın ilgi alanlarını belirlerken Türkiye’den
gelen proje önerileri teknoloji ve inovasyon güdümlüdür.
Türkiye’nin Beklentileri
Türkiye’nin ekonomi politikaları açısından en önemli hedefi
gelişmekte olan ülke statüsünden inovasyon temelinde yükse‐
94
len kalkınmaya ve iç piyasadaki değer üretimine dayalı ileri
seviyede bir sanayi ülkesi statüsüne geçmektir. Türk Hüküme‐
ti „2011‐2016 Bilim ve Teknoloji İnsan Kaynağı Stratejisi ve
Eylem Planı“ ve „Ulusal Bilim, Teknoloji ve Yenilik Stratejisi
2011‐2016“ adlı strateji planı ile inovasyon ve teknoloji strateji‐
leri için gerekli ulusal ilkeleri belirlemiştir. Hedef, bilgiye da‐
yalı kalkınma ile yenilikçi, yüksek düzeyde teknolojik ve yerli
değer üretimi gelişmiş, rekabet yeteneği yüksek olan bir sana‐
yiye dönüşümünü hayata geçirmektir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. yılına tekabül
eden 2023 ajandası kapsamında hükümetin ArGe alanında
belirlediği şu hedefler yer almaktadır:
Yüksek düzeyde inovasyon becerisi, anahtar alanlarda
teknolojide önderlik, teknoloji transferlerinin hızlandı‐
rılması ve know‐how transferleri
Gayri safi milli hasıladan ArGe’ye ayrılan toplam büt‐
çenin 2023’e kadar aşamalı olarak yüzde 3’e çıkartıl‐
ması ile tam gün ya da ona muadil çalışan araştırmacı‐
ların sayısının 300 bine yükseltilmesi
„Orta Gelir Tuzağı“ söyleminden kaçınmak amacıyla
Tükiye’nin ekonomi ve bilim lokasyonu olarak gele‐
cek vaad eden ülke olma özelliğinin güvence altına
alınıp ülkede uzun soluklu bir dirlik ortamı hazırlan‐
ması
14 anahtar sektörde ArGe kapasitelerinin ve teknoloji
liderliğinin geliştirilmesi, 8 anahtar teknolojide reka‐
bet yeteneğinin artırılması. Türkiye’nin ArGe kapasi‐
teleri bağlamında otomotif, makine mühendisliği ve
BT (Bilgi Teknolojisi) gibi iyi olduğu alanların yanısıra
güvenlik/savunma, enerji/iklim ve sağlık/gıda gibi
stratejik alanlarda da yeni ArGe kapasiteleri gelişti‐
95
rilmeli. Bu kapsamda ülkenin kendi yeşil teknolojisi
de ön plana çıkmaktadır, zira yenilenebilir enerji kay‐
naklarında önemli bir potansiyel iç piyasanın değer
üretimiyle işlenebilir duruma gelecek, böylelikle de
özerk tedarik güvenilirliği temin edilmiş olacaktır.
Bu stratejiye dayanan sevkiyat konsepti araştırılacak
sorularla ilgili olarak bilim ve sanayinin birbirine daha
iyi kenetlenmesini öngörmektedir. Üniversitelerde
yürütülegelmekte olan temel araştırmalar kuşkusuz
çok önemlidir, ancak bilgi transferi araştırmalardan
uygulamaya doğru ziyadesiyle akarken ters yönde ol‐
dukça cılız bir seyir izler. Burada hedef bilim ve sana‐
yi arasında stratejik ittifak ile anahtar teknolojiler bağ‐
lamında
uluslararası
bilim‐teknoloji‐inovasyon
kooperasyonları yapmak olmalıdır. Genç bilim insan‐
larının teşvik edilmesinin yanı sıra, ArGe sonuçlarının
burs ve araştırma fonları vasıtasıyla ticarete uygun
ürünlere dönüştürülmesi, bir anlamda ticarileşmesi
teşvik edilmelidir.
Görüldüğü kadarıyla Türk Hükümeti’nin azimli strateji‐
lerinin teknoloji, doğa bilimleri ve FeTeMM disiplinlerini ka‐
yırması sorunlu bir durum oluşturmaktadır. Bilimsel başarı‐
nın patent sayısıyla ve pazarlanabilir ürünlerle ölçüldüğü
açıkça ortadadır. Oysa bilimin alanı toplum ve tarih bilimleri‐
ni de kapsamak zorundadır.
Almanya’nın Beklentileri
Federal Eğitim ve Araştırma Bakanı Johanna Wanka, ülkenin
uluslarasılaşma siyaseti bağlamında bakanlığının TABY uygu‐
lamasıyla hangi hedefleri güttüğünü vermiş olduğu bir de‐
meçte açıklamıştır.
96
Bir yandan Bilim Yılı ile ihale usülüyle eğitim ve araştır‐
ma alanlarında olduğu kadar öbür toplumsal alanlarda yapı‐
lan fikir projesi yarışmaları ülkenin diğer ülkede görünürlü‐
ğünü artıracaktır. Öte yandan araştırma, eğitim ve inovasyon
alanlarında var olan Türk‐Alman girişim ve teşviklerinin çeşit‐
liliği ve mükemmeliyeti de gözler önüne serilecektir. Eğer
Alman ve Türk araştırma kurum ve kuruluşlarının temsilcileri
arasında yeni ortaklıklar hayat bulacak olursa bu ülkelerin
inovasyon potansiyeli de kooperasyonlar bünyesinde bir o
oranda değerlendirilebilecek, bu ülkelerdeki araştırma ve
inovasyon bölgeleri adlarını daha iyi duyurabilecektir.
Karşılaşılan engeller ve ileri dönemlerde yapılacak işbir‐
likleriyle ilgili olarak, süregelen bu tür etkinlikler temelinde
geliştirilebilecek bir dizi bilimsel ortaklık burada aktarılacak‐
tır. İşbu liste ne bir ön inceleme içerir ne de son halini almıştır
ve uygulanmaya koyulması siyasi ve iktisadi açıdan güç olan
konular burada ele alınmaktadır.
Sınırlar Ötesi Su Kooperasyonu
Suriye’de sürmekte olan iç savaştan dolayı Fırat‐Dicle havza‐
sında Türkiye, Irak ve Suriye arasında yürütülmekte olan
trilateral (üç taraflı) su kooperasyonu arka plana düşmüştür.
Bu üç komşu ülke arasında çok sayıda anlaşma vardır, örne‐
ğin bölgedeki su miktarı ve kalitesini kapsayan türden anlaş‐
malar (Kibaroğlu, 2012: 70‐83). Bu üç ülkenin sorumlu bakan‐
ları durum değerlendirme toplantılarında sık sık buluşmak‐
taydı. Türkiye ile Suriye arasında ortaklaşa yapılacak olan Asi
Nehri Dostluk Barajı Projesi vardı. Su konusu, birçok insanın
endişelerinin tersine ihtilaf doğurmamakta, aksine, bölgesel
işbirlikleri açısından önemli bir fırsat teşkil etmektedir.
97
İklim değişikliği bağlamında yağış miktarlarını ve bu
alanda gözlenen azalma ve artışları inceleyen bilimsel çalışma‐
ların yapılması zaruridir. Bu alanda Alman ArGe kuruluşları
ve araştırma birimleriyle işbirliği yapılması mümkündür.
Varolan Bilateral Forumların Araştırma Konularıyla
Birbirine Daha iyi Bağlanması
İklim değişikliği ve Akdeniz havzasındaki ve Türkiye’deki
etkilerini içeren konulara (CO2 salınımının indirgenmesi, CO2
sertifikaları uygulamasına geçiş ve karbon ticareti) dair Al‐
manya Federal Çevre, Doğa Koruma, İmar ve Nükleer Güven‐
lik Bakanlığı (BMUB) ile muadili Türkiye Cumhuriyeti Çevre
ve Şehircilik Bakanlığı arasında forum bazında uzun yıllara
dayanan bir işbirliği yapılmaktadır. Ayrıca Federal Almanya
Ekonomi ve Enerji Bakanlığı (BMWi) ile Türkiye Cumhuriyeti
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı arasında beş çalışma gru‐
bunun katıldığı Türk‐Alman Enerji Forumu düzenlenmekte‐
dir. İşlenen konular arasında yenilenebilir enerjiler ve enerji
verimliliği yer almaktadır. Her iki forum da araştırmaya daha
fazla yönelebilir, araştırmalar buralarda geniş kapsamlı konu‐
lar arasına alınabilir.
Atom Enerjisi ve Nükleer Teknoloji
Dünya kamuoyu Fukushima’dan bu yana nükleer enerji mese‐
lesine daha eleştirel bir gözle baksa da birçok ülkede önemli
enerji kaynağı olma özelliğini sürdürmektedir. Nükleer ener‐
jinin yakın dönemde Türkiye’nin enerji portföyünde önemli
bir yer işgal etmesi planlanmaktadır. Bu bağlamda üç atom
reaktörünün inşaası hedeflenmektedir.
98
Almanya’nın enerji çevrimi çabalarından ötürü nükleer
enerji eskimiş teknoloji konumundadır. Burada işimiz Türk
Hükümeti’nin enerji portföyüne ilişkin aldığı bağımsız karar‐
ları değerlendirmek değildir. Ancak her iki ülke arasında ya‐
pılacak bir nükleer enerji işbirliği faydalı olacaktır. Alman‐
ya’da nükleer reaktör işletmiş sorumlu kişiler bu alandaki
deneyimlerini Türk tarafıyla paylaşabilirler. Ayrıca „ideal“
nükleer atık depolama yeri arama hususunda edinilmiş tecrü‐
beler de Türk uzmanların bilgisine sunulabilir.
Türkiye’de Almanya Araştırmalar Merkezi
Gezi Parkı protestolarından bu yana Alman basınında yer alan,
Türkiye’yle ilgili haberler tek taraflı ve çoğu zaman önyargıyla
kaleme alınmış türdendi. Haberler tarafsızlık ilkesinden yoksun
ve yeterince araştırılmaksızın yazılmaktadır. İki ülke arasındaki
çok yönlü ilişkilere rağmen Türkiye’de, Almanya hakkında ülke
genelinde mevcut ekspertizleri bir araya getiren kurumsal bir
geleneğin eksikliği duyulmaktadır. Nitekim burada da Alman‐
ya’daki „Türkiye ve Uyum Araştırmaları Merkezi“ veya „Bilim
ve Siyaset Vakfı“ örneklerinde olduğu gibi gerek haricî gerekse
dâhilî siyasi konularda araştırmalar yapacak, siyasileri ve ka‐
muoyunu aydınlatacak bağımsız bir kuruluş hayata geçirilme‐
lidir. Bu kurum Alman ve Türk kamuoyunu ve bunların görüş‐
lerini yoğun biçimde etkileyebileceğinden ötürü Alman kurum‐
larının da bu oluşumda görev üstlenip üstlenmeyeceği esaslı bir
denetlemeye tabi tutulmalıdır. Ancak ana sorumluluk her du‐
rumda daTürk tarafına aittir.
99
Kalkınma Siyaseti Açısından Üçlü Kooperasyon
Uluslararası kooperasyonların sunduğu katma değer ortada‐
dır. Bir taraftan giderler ve sorumluluklar paylaşılırken diğer
taraftan araları çok iyi olmayan ülkeler söz konusu olduğunda
bile uluslararası kooperasyonlar sayesinde uzman ve araştır‐
macıların birlikte çalışabilmesine olanak sağlayan bir zemin
oluşturulur.
Federal Almanya Eğitim ve Araştırma Bakanlığı (BMBF)
tarafından desteklenen Filistin domatesi biyogenetik araştırma
projesinde görüldüğü gibi işbirlikleri, barış ortamına olmasa
bile en azından güven ortamına katkı sunan birer enstrüman‐
dır. İsrailli, Filistinli ve Alman bilim insanları sıcağa dayanıklı
bir domates türü yetiştirmek üzere bir arada çalışmaktadırlar
(idw‐online, 2014).
Kalkınma politikası alanında üçlü kooperasyonların ya‐
pılmasıyla ilgili bazı atılımlar var. Türkiye, Resmi Kalkınma
Yardımları (Official Development Assistance, ODA) alabilecek
ülkeler listesinde yer almasına rağmen zamanla uluslararası
kalkınma projelerinde bol bağış yapan ülkeler arasına girmeyi
başarmıştır. Başbakanlığa bağlı Türk İşbirliği ve Kalkınma İda‐
resi Başkanlığı (TİKA) toplam 39 program bürosuyla neredeyse
120 ülkede aktiftir (bkz. TİKA ana sayfası). Devlet Bakanı ve
Başbakan Yardımcısı Ali Babacan Türkiye’nin 2013 yılında yap‐
tığı resmî kalkınma yardımlarının 3,3 milyar dolar olduğunu
açıkladı. Bu rakam bir önceki yıla kıyasla bu alanda yüze 30
artış kaydedildiği anlamına geliyor (Dünya gazetesi, ekonomi
sayfaları, 2014). Sayıları 1,6 milyonu aşan Suriyeli mülteciler
için harcanan paralar bu rakamda yer almamaktadır.
Üç taraflı kooperasyonların sunduğu potansiyeller kal‐
kınma alanından araştırma ve bilime de pekâlâ taşınabilir. AB
Horizon 2020 Çerçeve Programı kapsamında süregelen çoku‐
100
luslu (multilateral) kooperasyonların yanı sıra Almanya ve
Türkiye’nin birlikte üçüncü ülkelerle yürüteceği üçlü işbirlik‐
leri de keza yeni fırsatların önünü açmaktadır.
1915 Olaylarıyla Hesaplaşma
Ermeni halk grubunun 1914/1915 yıllarında zorla ülke sınırları
dışına çıkartılması sırasında katliamlara maruz kalmalarının,
tarihçilerin bir kısmı tarafından „soykırım“ diğer bir kısmı
tarafından ise „tehcir“ olarak nitelenmesi bir yana, Ermenile‐
rin Anadolu’dan uzaklaştırılması 20. Yüzyıl’da yaşanmış olan
en büyük trajedilerden biridir.
Tarihçi Prof. Dr. Klaus Kreise kendisiyle yapılan bir rö‐
portajda bir Alman yurttaşı olarak soykırım sözcüğünü kul‐
lanırken çok dikkatli olduğuna vurgu yapıyor (bkz. dtj‐
online, 2014). Türkiye’nin resmî beyanatı da keza buna ben‐
zer bir yönde. Tanımsal açıdan bakıldığında soykırımın hafi‐
fi, ortası ya da ağırı olamayacağından Türkiye otomatikman
Nazi Almanyası’nın soykırımıyla aynı kefeye konma endişesi
içindedir.
2015 yılında 1915 olaylarının 100. yıldönümü var. Gerçi
Türk Hükümeti geçtiğimiz yıllarda her iki ülkenin tarihçile‐
rinden oluşan bir komisyonun kurulması, arşivlerin açılması
ya da Recep Tayyip Erdoğan’ın başbakanlık görevini yürüttü‐
ğü sırada Ermenilerin acısını paylaştığını resmî kanaldan ifade
etmesi gibi bazı olumlu adımlar atmıştır fakat bu alanda
önemli ilerlemeler henüz kaydedilmemiştir. Türkiye’ye göre
bu durumun nedenlerinin başında Ermenistan’ın, iki ülke
arasında yürütülecek her türlü görüşmeyi soykırımın tanın‐
ması önkoşuluna bağlaması gelmektedir.
Bu konunun odağında hatırlama kültürü ve uzlaşma için
gerekli koşulların oluşturulması yer almaktadır. Almanya ve
101
Alman Tarih Bilimi bu alanda şimdiye değin olduğundan
daha fazla katkıda bulunabilir. Bu bağlamda Almanya’nın
imparatorluk döneminde Osmanlı’nın müttefiki olmasından,
Alman subaylarının 1. Dünya Savaşı sırasında Erkan‐ı Harbi‐
ye içerisinde önemli görevler üstlenmiş olmalarından gelen
tarihsel sorumluluğu bulunmaktadır. Tarihçi Prof. Dr. İlber
Ortaylı’nın başını çektiği bir grup Türk tarihçinin ortaya attığı,
tehcirin Alman tavsiyesiyle yapıldığı iddiası, Alman ve Türk
tarihçiler arasında Almanya’nın üstlendiği rolle ilgili ciddi bir
tartışmanın başlamasına neden olmuştur.
Burada Alman İmparatorluğu’nun sorumluluğu olduğu
tartışılmaz bir gerçektir. Söz konusu tarihsel sorumlulukla
siyasi açıdan hesaplaşmak üzere Almaya Federal Meclisi’ne
2005 yılında sunulmuş bir önerge vardır (bkz. dip21.bundestag,
2014). Alman İmparatorluğu’nun konuyla tarihsel süreçte ne
gibi ve hangi oranda ilgisi olduğu örneğin bilimsel değişim ve
konuk öğretim üyesi programlarıyla netleştirilebilir. Ermenile‐
rin sınır dışı edilmesini araştırmak üzere bu ülke ile bilateral
veya trilateral kooperasyonlar düzenlenebilir.
İnsan Merkezde Olmalıdır
Bilim ve araştırma konuları çoğunlukla halka karmaşık gelir.
O nedenle bilimsel konuların, halkın geniş kesimine hitap
etmesini temin etmek zorunluluğuyla karşı karşıyayız. Dola‐
yısıyla geniş bir tabanda kabul görmek için halkın bilimsel
konulara ilgisi artırılmalıdır.
Türkiye’de konuya ilişkin ciddi bir yapılanma gözlen‐
mektedir. An itibariyle Bilim ve Teknoloji Merkezi adı altında
belirli illerde bulunan bu yapıların ülke genelinde bütün illere
yayılması planlanmaktadır. TABY çerçevesinde hayat bulan
„Bilim Otobüsü“ uygulaması da halkın bilimsel konulara ilgi‐
102
sinin artmasında önemli bir rol üstlenmektedir. Bilimsel ve
teknolojik konulara yayınladığı çok sayıda yapıtla resmî an‐
lamda görsellik kazandırmak Türkiye Bilimsel ve Teknolojik
Araştırma Kurumu’nun (TÜBİTAK) görevleri arasında yer
almaktadır.
Bu bağlamda iki ülkenin halk okulu birliklerinin işbirliği
içine girmesi de düşünülebilir ve arzulanabilir bir durumdur.
Türkiye’de belli alanlarda, özellikle farklı bilim alanlarında,
uzman gazeteciliği geliştirme ve teşvik etme anlamında somut
işbirliği potansiyeli de keza mevcuttur.
Bilimin Özgürlüğü ve Bilim Örgütlerinin Yapısı
Bilim özgürlüğü konusunda iki ülke yakın işbirliği içine gire‐
bilir. Türkiye’de bu konu, Türkiye Bilimler Akademisi’nin
(TÜBA) 2011 yılında Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’na
yakınlaştırmak suretiyle yeniden yapılanma sürecinde ulusla‐
rarası boyutta özellikle seçim biçimleri, komiteler ve akademi
üyelerinin seçimi ile ilgili hususlarda tartışılmıştır. Bu değişik‐
liğin, bilimin özgürlüğünü kısıtlayacağı endişelerinin haklı
olup olmadığını bekleyip göreceğiz.
Ancak büyük Türk sosyoloğu Şerif Mardin gibi dünyaca
tanınan araştırmacılara üyelik yolu kapalı tutuluyorsa o vakit
TÜBA bünyesinde uygulanmakta olan üye aday gösterme
yöntemi her ahvalde eleştirel bakış açısından değerlendiril‐
mek zorundadır. Mardin, dinin işlevini bilimsel araştırmasının
merkezine yerleştirmek suretiyle modern Türk Cumhuriye‐
ti’nin kuruluş mitosuna eleştirel gözle yaklaşmış, bundan
ötürü de böyle bir uygulamaya maruz kalmıştır (bkz. Zaman,
2010).
103
Üniversite Harici, Gayriresmi ve Bağımsız bir Bilimsel
Kurum Alanı Eksikliği
Türkiye’de uygulamaya yönelik araştırma ile üniversitelerde
yapılan temel araştırmalar arasındaki geçişler eskiden olduğu
gibi bugün de düzeltilmeye muhtaç olup araştırma alanının
bölünmüşlüğüne hâlâ titizlikle devam edilmektedir. Ayrıca
gayrı resmî, üniversite harici ve bağımsız araştırma birimleri
de pratikte yok sayılabilir. Leibniz ve Helmholtz cemiyetleri
ile Max‐Planck ve Fraunhof Enstitüleri tarzında bilim kurum‐
larından oluşan bir araştırma alanının yapılacak ikili işbirliği
çerçevesinde Türkiye’de inşa edilip berkitilmesi hedeflenme‐
lidir. Bu yönde atılacak ilk adımda var olan üniversitelerin
araştırma birimlerini üniversite dışına çıkartıp bunlara azimle
yeniden kimlik kazandırmak olmalıdır. Araştırma enstitüleri‐
nin parasal açıdan bağımsızlığını elinde bulundurması doğ‐
rudan doğruya bilimin özgürleşmesine hizmet edecektir.
Teknoloji Transferi Mekanizmalarında / Teknoparklarda
Kurumsal İşbirlikleri
Son yıllarda hedefe yönelik birtakım enstrümanlara başvu‐
rulması ve yapılan yoğun yatırımlarla özel sektör ile akade‐
mik araştırma alanı arasında sıkı bir bağ oluşturulmuştur.
Teknopark ve Business Kuluçka Merkezleri türünden teknoloji
geliştirme bölgelerinde ağ ve küme oluşturmaya ivedilikle
teşvik önceliği verilmektedir. Bu öncelikler arasında bilgi
transferi ve bilimsel becerilerin şirketlere, bunun tam aksi
olarak nitelenebilecek çözüm bekleyen uygulamaya yönelik
sorunsalların da bilime aktarılması gelmektedir.
Bilim ve teknoloji transferi bağlamında üniversitelerle
endüstri arasında ArGe ve inovasyon konularında daha iyi bir
104
işbirliği kültürü oluşturmakta, üniversiteler bünyesinde faali‐
yet gösteren teknoloji geliştirme bölgelerine / teknoparklara
önemli görevler düşmektedir. Üst hedef bilimsel verilerin
piyasada geçerliliği olan ürünlere dönüştürülmesidir.
ArGe etkinliklerini bu tip bölgelere yönlendiren veya ye‐
ni kapasiteler yaratan şirketler vergi kolaylıkları, bina
inşaasında sübvansiyon ya da kendilerine inşaat yapabilecek‐
leri alanın hibe edilmesi gibi yatırımı özendirici uygulamalar‐
dan istifade edebilir. Üniversite araştırmacıları yarım gün
modeliyle şirketlerce işe alınır ya da kendileri bir şirket kura‐
bilirler, böylelikle teknoparklar da pekâlâ birer kuluçka mer‐
kezi işlevi görür.
Ancak yerleştirme konusundaki eleştirel durum hâlâ sür‐
mektedir. Bunun nedeni gerçek ArGe yeterliliklerini araştır‐
maksızın belli şirketlere destek vermek suretiyle daha ziyade
kâr odaklı simsar gibi davranan bazı üniversitelerin tutumudur.
Şirketler kısmen ArGe alanında kendini geliştirmeyi gütmek
yerine daha ziyade sübvansiyonlardan yararlanmayı planla‐
maktadır. Ayrıca burada bazı üniversite profesörlerinin tekno‐
parklardaki şirketlerinde aşırı vakit geçirdikleri, bu nedenle
öğretim görevlerini aksattıklarını da ifade etmek gerekir.
Genç Bilim İnsanlarının İş Olanaklarını Artırmak,
Toplumun Akademisyenleşmesiyle ilgili
Tutum Geliştirmek
Bilim Kuşağı Raporu 2013 Alman üniversitelerinde görev
yapan bilim insanlarının yüzde 80’ini aşkın bir bölümünün
süreli iş sözleşmesi ile çalıştığını ortaya koymaktadır. Hatta
birçoğunun sözleşmesi bir yıllık dahi değildir (bkz. bmbf,
2014: 15f).
105
Türkiye’de de buna benzer bir durum söz konusudur.
Gerçi genç kuşağa mensup birçok bilim insanının uzun süreli
iş sözleşmesi bulunmaktadır, fakat 35 yaş altı nüfusun ülke
nüfusundaki payının yüzde 70 olduğu göz önünde bulundu‐
rulacak olursa, burada ifade edilen demografik avantaj istih‐
dam politikası açısından bir bumerang etkisi yapmaktadır.
Son haberlere göre Türkiye’de 15‐24 yaşları arasında olan ve
sayıları 11,7 milyonu bulan gençlerin üçte biri ne bir işe ne de
herhangi bir okula gitmektedir (bkz. haber3, 2014).
Ancak Türkiye’de sarf edilen toplumun akademisyen‐
leşmesi çabalarının geniş kapsamlı sonuçları vardır. İki yıl
önce 4+4+4 Eğitim Reformu ile ilgili tartışmalar başladığında,
ilk ve ortaöğretim kurumlarının islamileşmesi eğilimine dair
endişeler ön plandaydı. Bütün din gruplarını kapsaması şar‐
tıyla Almanya’da mezhep derslerine geçilmesi büyük bir so‐
run teşkil etmese gerek.
Ancak okula gitme zorunluluğunun 8 yıldan 12 yıla çı‐
kartılması daha esaslı sonuçlar doğuracaktır. Eski sisteme göre
her bir okul dönemi bitiminde öğrencilerinin ancak üçte ikisi
orta öğrenimini tamamlarken yeni sisteme göre ileriki dönem‐
lerde üniversiteye girmeye aday gençlerin oranı yüzde 100’e
varacaktır.
Bu uygulama üniversite giriş politikasına herhangi bir ra‐
hatlama getirmediği gibi meslek eğitiminde yürürlükte olan
dual sistemi daha da zayıflatacaktır. Daha şimdiden Türkiye’de
gereğinden fazla sayıda inşaat mühendisi ve hekim var ve bu
gidişle kalifiye işçi yetersizliği çarpıcı boyutlara ulaşacak. Al‐
man şirketleri geçtiğimiz yıllarda dual eğitim sisteminin güç‐
lendirilmesine önemli rol üstlenerek çözüme öncülük etmiş,
ikili kalkınma işbirliklerinde projeler hayata geçirmişlerdir.
106
Türk ekonomisi dual eğitim sistemi ile kalifiye eleman ye‐
tiştirilebileceğini ve onlarla birlikte yüksek teknoloji çağına
geçilebileceğini, iç piyasada yüksek değer üretimine ulaşılabi‐
leceğini kavramıştır. Nitekim Türkiye’de dual eğitim sistemi‐
nin güçlendirilmesiyle ilgili olarak da Almanya etkin rol üst‐
lenebilir.
Diğer İşbirliği Olanakları
Biyolojik çeşitliliği koruma kapsamında alınacak ve özellikle
her iki ülkedeki çeşitliliğinin gerilemesini durduracak türden
önlemlere destek verilebilir. Orta Doğu’yu ve Kuzey Afrika
ülkelerini kapsayan MENA‐Bölgesi ülkelerinde iklim değişi‐
minden kaynaklanan önemli sorunlar bekleniyor. Daha şim‐
diden Doğu Akdeniz’de, normalde Hint Okyanusu’nda yaşa‐
yan ve bu bölgede doğal düşmanı bulunmayan bazı zehirli
balıklara rastlanmaktadır. Öte yandan Türkiye’de bazı
endojen ve gerilime dayanıklı bitki türleri mevcut ki bunlar
arasında Tuz Gölü çevresinde yetişen özel bir takım ot türleri
anılabilir, bunlar depo‐tabak rekabetini perçinlemeksizin
biyoyakıt üretiminde değerlendirilebilir.
Akü teknolojisi alanında yapılacak işbirliklerinin ise Tür‐
kiye’nin açıkladığı hedefler doğrultusunda otomotif
sanayiinde olumlu bir aşamaya gelindiği vakit başlatılması
stratejik açıdan daha anlamlı olacaktır. Türkiye 2023 Ajandası
kapsamında hibrid ve elektro araçlar üretilmesini de hedefle‐
mektedir.
107
Sonuç
İleri dönemlerde yapılacak olan kooperasyonlar sanayi ülkele‐
rinin ne oranda teknoloji transferi yapacaklarına ya da sahip
oldukları inovasyon avantajlarını ne denli paylaşmaya hazır
olacaklarına bağlıdır. İklim değişikliği konusunda da aynı
güçlükle karşı karşıyayız. Kalkınmakta olan ülkeler ancak
teknoloji transferi ve malî desteklerle eski teknolojileri kul‐
lanmaktan vazgeçirilebilir.
Kaynakça
BMBF
(2014),
Das
Deutsch‐Türkische
Wissenschaftsjahr,
http://www.bmbf.de/de/22881.php, (11.12.2014)
BMBF (2014), Bundesbericht Wissenschaftlicher Nachwuchs 2013, S.
15f.,
http://www.bmbf.de/pubRD/buwin_kurzfassung_
barrierefrei.pdf (09.12.2014)
DIP21.BUNDESTAG (2014), Beschlussantrag: „Erinnerung und Ge‐
denken an die Vertreibungen und Massaker an den
Armeniern 1915 ‐ Deutschland muss zur Versöhnung
zwischen
Türken
und
Armeniern
beitragen.“
http://dip21.bundestag.de
/dip21/btd/15/056/1505689.pdf
(29.11.2014)
DTJ‐ONLINE (2014), „Selbst viele Armenier sprechen nicht von
Völkermord“
http://dtj‐online.de/erster‐weltkrieg‐turkei‐
armenier‐39907 (14.12.2014)
HABER3 (2014), http://www.haber3.com/huseyin‐aslan‐12‐bucuk‐
milyon‐genc‐kotulugun‐pencesinde‐3052403h.htm (15.12.2014)
IDW‐ONLINE (2014), Deutsch‐israelisch‐palästinensisches Vorhaben
startet / Ein Ziel: hitzeresistentere Tomaten, https://www.idw‐
online.de/de/news596824 (14.12.2014)
KIBAROGLU, A. (2012), Fırat‐Dicle Havzası Sınıraşan Su Politikala‐
rının Evrimi: İşbirliği İçin Fırsatlar ve Tehditler, ORSAM
Ortadogu Analiz, Temmuz 2012 ‐ Cilt: 4 ‐ Sayı: 43, S‐70‐83,
108
http://www.orsam.org.tr/tr/trUploads/Yazilar/Dosyalar/20127
19_inceleme2.pdf
TUBITAK (2014), 2011‐2016 Bilim ve Teknoloji İnsan Kaynağı Strate‐
jisi ve Eylem Planı, http://www.tubitak.gov.tr/tubitak
_content_files/BTYPD/btyk/22/BTYK22_Ek3_BT_IK_Stratejisi_
2011_2016.pdf (29.11.2014)
WIRTSCHAFTSZEITUNG DÜNYA (07.11.2014), G20 de böylesine bir
taahhüde giren ülke yok , http://www.dunya.com/g20de‐
boylesine‐bir‐taahhude‐giren‐ulke‐yok‐243912h.htm
(14.12.2014)
ZAMAN (15.04.2010), Şerif Mardin, Bediüzzaman ve TÜBA,
Kolumne von Mümtazer Türkone, http://www.zaman.com.tr
/mumtazer‐turkone/serif‐mardin‐bediuzzaman‐ve‐
tuba_973174.html (14.12.2014)
109
Türk‐Alman Ekonomik İlişkileri Özel
Bağlamında Avrupa Birliği’nin (AB) Türkiye
Açısından Ekonomik Önemi
Meral AVCI
Giriş
Türkiye, Avrupa’ya dahil mi? AB ve Türk yurttaşları bu soru‐
ya uzun bir süredir yanıt aramaktadır. AB tarafından her de‐
fasında çıkartılan yeni güçlüklerden ötürü Türk halkı ülkenin
Avrupa Birliği’ne katılması talebine karşı genelde kayıtsız
kalırken AB sınırları içinde yaşayan ve sayıları hiç de azım‐
sanmayacak oranda bir nüfus kültürel farklılıklara işaret et‐
mek suretiyle Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkmaktadır
(Bacia, 2012: 454; Keskin, 2006, 71). Her ne denli AB üyesi ül‐
kelerle Türkiye arasında kültürel farklılıklar olduğu yadsına‐
mayacak bir gerçekse de söz konusu başkalıklar birlik üyesi
ülkeler arasında da vardır ve nitekim bu gerçek Lizbon Ant‐
laşması’nda da vurgulandığı üzere aslında arzulanan bir du‐
rumdur. Zira bu antlaşma AB üyesi ülkelerin homojenleşme‐
sini değil bütünleşmesini ve birbirlerine uyum sağlamalarını
öngörmektedir. Buna benzer fikirler Türk tarihinde de gözle‐
nebilir. Nitekim Mustafa Kemal Atatürk de Cumhuriyet’in
kuruluşu ile birlikte ülkede laikleşme ve batılılaşma sürecini
başlatmıştı. Bu fikri hayata geçirirken temelleri yeni atılan
cumhuriyet için Avrupa standartları ölçüt alınmış olsa da
110
ulusal kimliğin ön planda tutulmasına ve korunmasına özen
gösterilmişti. Türk devleti bu meşakkatli yolda ilerlerken kuş‐
kusuz ciddi birtakım demokrasi sınavlarından geçmek zorun‐
da kalmıştır. Her sınavı başarıyla verdiği söylenemez; kimi
sınavları ise halen vermekte. Bunlara örnek vermek gerekecek
olursa azınlık ve cinsler politikası burada zikredilebilir. Avru‐
pa’nın değer yargılarıyla çelişen bu demokrasi eksiklikleri AB
tarafından her yıl yayınlanmakta olan ilerleme raporlarında
Türkiye’nin AB üyeliğine karşı birer argüman olarak teşhir
edilmekte, bu durum da muhtemel üyeliği her seferinde güç
bir hale sokmaktadır.
Türkiye’nin AB kapsamına alınması salt siyasi değil iktisa‐
di kriterlere de dayanmaktadır. Türkiye her durumda Avrupa
Birliği açısından ‚vazgeçilmez’ olma özelliğine sahiptir. Ülkenin
coğrafi konumu ve sahip olduğu hammadde onu Avrupa’nın
dışsatımı açısından stratejik öneme haiz bir cazibe merkezi ha‐
line getirmektedir. Örneğin Türkiye, Kafkas petrolünün Avru‐
pa’ya aktarılmasında yegane güvenli nakliyat ülkesi olma özel‐
liğine sahiptir (Şen, 2006: 237). Bakü‐Tiflis‐Ceyhan Petrol Boru
Hattı Rusya’nın Avrupa petrol piyasalarını tekeline geçirmesi‐
nin önünü almaktadır. Keza Türkiye hammadde açısından
krom, demir ve çelik alanlarında zengin kaynaklara sahiptir.
Buradan da Türkiye’nin Avrupa açısından iktisadi önemi gayet
açık biçimde anlaşılabilir. Peki, Türkiye tarafından bakıldığı
vakit Avrupa ekonomisinin önemi nedir?
Bu makalede işte bu soruya makroekonomik çözümleme
yoluyla yanıt ya da yanıtlar aranacaktır. İlkin geçmişe bakış
yöntemiyle çıkartılan bir suret Türk ekonomisinin nasıl 1996
yılından bu yana Avrupa ekonomisinin bir parçası haline gel‐
diğini gösterecektir. Bir sonraki aşamada Avrupa’nın sahip
olduğu ekonomik potansiyel, AB ekonomisinin Türk ekono‐
111
misine yapabileceği katkıyı gayri safi milli hâsıla (GSMH)
bazında sağlıklı bir biçimde yerine getirebilmesi için 1996‐2012
yılları arasında Avrupa Birliği içerisinde çözülmesi gereken
iktisadi sorunlar tartışılacaktır. Alman ekonomisi, Avrupa
Gümrük Birliği (GB) çerçevesinde lokomotif rolü üstlendiğin‐
den ve bu nedenle temsilî bir işleve sahip olduğundan Türk‐
Alman ekonomik işbirliği bu anlamda yakinen incelenecektir.
Bu kapsamda karşımıza gelişmekte olan bir ülke olarak Türki‐
ye’nin dış etkenlerden, yani Avrupa bölgesinin içinde bulun‐
duğu ekonomik sorunlardan hangi oranda etkilendiği ya da
ülkenin iktisadi gelişiminde birtakım iç etkenlerin bulunup
bulunmadığı da sorgulanacaktır. Bu bağlamda salt yerli eko‐
nomiye değil siyasi verilere ilişkin etmenler de göz önünde
bulundurulacaktır. Çünkü siyasi ekonomi – siyasi ve ekono‐
mik düzlemlerin karşılıklı bağımlılığı – özellikle gelişmekte
olan ülkelerde iktisadi gelişimin değerlendirilmesinde büyük
öneme haizdir.
Gümrük Birliği Anlaşması’na Giden Uzun Yolda Türkiye –
Olaylar, Fırsatlar ve Çözüm Bekleyen Sorunlar
Almanya Federal Cumhuriyeti, İtalya, Belçika, Lüksemburg,
Fransa ve Hollanda 1957 yılında imzaladıkları Roma Anlaş‐
ması temelinde 1958 yılında Avrupa Ekonomi Topluluğu’nu
(AET) hayata geçirdiler (bkz. documentarchiv.de ‐ 1957). AET
Anlaşması ile kurucu ülkeler arasında gerçekleşecek olan ço‐
kuluslu ticaretin daha etkin ve verimli yapılabilmesinin önünü
açmak üzere aşağıdaki hususlara da çözümler sunabilen ortak
bir pazar kurulması kararlaştırılmıştır:
Birlik üyesi ülkeler arasında yapılan ticari işlemlerde
kota sisteminin ve gümrüğün kaldırılması
112
Üçüncü ülkelerle yürütülen ticari faaliyetlerde ortak
bir ticaret politikası kapsamında müşterek gümrük ta‐
rifesinin yürürlüğe girmesi
Üye ülkeler arasında cereyan eden bireysel hareketli‐
lik ile hizmet ve sermaye akışında bariyerlerin kaldı‐
rılması
Ziraat, ulaşım ve rekabet hukuku alanlarında ortak
politika uygulanması
Ortak pazarın kurallara uygun biçimde işlevini yerine
getirebilmesi için üye ülkelerin iç hukukuyla ilgili yö‐
netmeliklerinin yeniden düzenlenmesi
Bu gelişmede resmî olarak sadece ekonomik gerekçeler
belirleyici olmuştur ama ortak pazar en az bir o denli siyase‐
ten hayat bulmuştur. İlkin tarihi süreç göz önünde bulunduru‐
larak bu yolla Fransa ve Almanya arasında yeni bir uyuşmazlı‐
ğın önüne geçilmek istenmiştir (Pfetsch, 2001: 23). Öte yandan
yukarıda anılan altı kurucu ülke, Avrupa Kömür ve Çelik Top‐
luluğu’nun (AKÇT) başarılı bir biçimde hayata geçirilmesinin
ardından çözümü yeni bir iktisadi bütünleşme hamlesinde
bulmuşlardır. Zira daha önce askerî yakınlaşma yoluyla gerçek‐
leştirilmek istenen Avrupa Savunma Topluluğu (AST) başarıya
ulaşamamıştır (Schmidt ve Schünemann, 2013: 331‐333). Gerek
sol gerekse sağ görüşlü Fransız siyasetçiler söylemleriyle Al‐
manya’ya karşı gereğince temsil edilmediklerini düşündükle‐
rinden Fransa bu projede etkin bir rol üstlenmişti (Pfetsch, 2001:
32‐34). Ayrıca AET, Doğu Bloku ülkelerinin planlı ekonomisine
karşı Batı Avrupa’da kapitalist bir cazibe sistemi olarak değer‐
lendirilmelidir. Öyle ki AET anlaşmasının 2. maddesi, AET’nin
görevinin “daimi ve dengeli bir ekonomik gelişme, daha büyük
bir istikrara kavuşma, yaşam standartlarının hızlandırılarak
artırılması ve devletler arasında daha yakın ilişkiler kurulması‐
113
nı destekleme” (documentarchiv.de ‐ 1957) olduğuna vurgu
yapar. Bir başka deyişle: AET ulusal pazarların bütünleşmesini
sağlayarak refah düzeyinin kalıcı biçimde artışına olanak sağ‐
lamış, aynı zamanda komünizmi de Batı Avrupa’dan ilelebet
uzaklaştırmıştır.
Aynı zamanda NATO üyesi olan iki Güneydoğu Avrupa
ülkesi Yunanistan ile Türkiye’nin 1959 yılında AET’ye yaptık‐
ları ortaklık başvurularını (önce Yunanistan, ardından Türki‐
ye) kabul etmesinin asıl nedeni Batı Avrupa ülkelerinin ko‐
münizm ile yürüttüğü mücadele programı kapsamında değer‐
lendirilmelidir.
Yunanistan
ile
Türkiye
arasında
yaşanagelmekte olan gerginliği göz önünde bulunduran AET
her iki ülkenin yaptığı münferit başvuruları eşzamanlı değer‐
lendirmeye alma kararı verdi (Bacia, 2012: 436; Ayata, 2009:
80). Türkiye’nin yaptığı ortaklık başvurusu ülkede yaşanan
1960 İhtilâli nedeniyle sekteye uğradıysa da üç yıl sonra, 1963
başında, üyelik görüşmeleri yeniden başladı. Nihayet 12 Eylül
1963 tarihinde AET ile Türkiye arasında ‘Ankara Anlaşması’
diye bilinen bağlılık anlaşması imzalandı (Bacia, 2012: 436).
Ankara Anlaşması Türkiye’nin AET’ye katılım sürecinin
gerçekleşmesini üç aşamada değerlendiriyordu: İlkin başarılı
bir hazırlık dönemi ve ardından geçici safhalar üzerinden
AET’ye tam üyelik (Erhan ve Arat, 2001: 832). Bu safhaların
üst hedefleri ise Türkiye’nin sanayileşmesini hızlandırmak,
ziraî donanımlarını daha etkili biçimde işletmesini, daha ve‐
rimli kullanabilmesini ve ülkenin tarım ekonomisinde rekolte
artışı yaşanmasını sağlamaktır. Hazırlık dönemi toplam beş yıl
sürdü. Bu dönemde Türkiye’nin 2. Dünya Savaşı sonrası ilk
beş yıllık kalkınma planı Avrupa’dan yapılan parasal yardım‐
larla desteklenmiştir (Ayata, 2009: 80). Avrupa Ekonomi Top‐
luluğu Ortaklık Konseyi 9 Aralık 1968 tarihinde Türkiye ile
114
yürütülmekte olan görüşmeler kapsamında çok fasıllı geçici
döneme geçilmesine karar verdi. Her ne denli 23 Kasım
1970’te ek tutanak imzalanmasıyla bu dönem resmen başlamış
olduysa da söz konusu ek tutanak 12 Mart Muhtırası nedeniy‐
le ancak 1 Ocak 1973’te yürürlüğe girmiştir. Ek tutanak her iki
ekonominin birbirine uyum sağlayabilmesi için AET ile Tür‐
kiye arasında yapılan ticarette gümrük işlemlerinin uzun va‐
dede kaldırılmasını ön görüyordu (Erhan ve Arat, 2001: 844).
Çelişki de işte tam bu noktadaydı: AET bir yandan Türkiye’yi,
devletçi ekonomisinden arınıp Avrupa standartlarına uyar‐
lanmaktan mükellef tutuyordu. Diğer taraftan da Avrupa’dan
gelen ürünler piyasayı yoğun arza boğdukça ülkede yenilikçi‐
likten uzak anlayışla üretilmekte olan verimsiz ürünler ardı
ardına rekabet dışı kaldı. Başbakanlık Müsteşarı ve Devlet
Planlama Teşkilatı Müsteşar Vekili Turgut Özal’ın açıkladığı
24 Ocak 1980 tarihli ekonomik istikrar programı sorunun üste‐
sinden gelebilecek gibiydi (Tokgöz, 2008: 346). Türkiye, Özal
ile birlikte o güne kadar uyguladığı dışa kapalı devletçi eko‐
nomi politikalarından vazgeçmiş, planlı kalkınma modeli
uygulamasıyla ülkenin ihtiyaç duyduğu her türlü malın ülke
içinde üretilmesi anlayışından feragat etmiş, yani ithali ikame
yerine, dış aleme açılmayı tercih etmek ve özelleştirmelerin
önünü açmak suretiyle liberal ekonomi sistemine geçiş yap‐
mıştır. Bu yoldan elde edilen boş alanda özel sermayeye ciddi
bir iktisadi hareket serbestisi sağlanmış, onlara Avrupalı giri‐
şimcilerle rekabet edebilme olanağı sunulmuş oluyordu. Özal,
hayata geçirdiği istikrar programında yabancı yatırımcıların
beklentilerine de yanıt vermiş, Türkiye’ye doğrudan yatırım
yapacak olan yabancı girişimciler için bu pazarı cazip hale
getirmiştir.
115
Türkiye’de kaydedilen olumlu gelişmelerden olumlu iz‐
lenim edinen Avrupa Ekonomi Topluluğu Ortaklık Konseyi
1987 yılında, yani ek tutanağın imzalanmasından 17 yıl sonra,
Türkiye’nin yükümlülüklerini ne oranda yerine getirdiğini
denetledi. Bu gelişmeye eş zamanlı olarak Özal da AET’ye tam
üyelik için başvuruda bulundu. Hatırlanacağı üzere bu başvu‐
ru 1989 yılında, Türkiye’nin Avrupa iç pazarındaki rekabet
ortamına henüz tam anlamıyla hazır olmadığı gerekçesiyle
geri çevrilmişti (Bacia, 2012: 437).
Türkiye 1980’li yılların sonlarında iktisadi bir sisteme
müdahil olmak için çaba sarf ederken Doğu Bloku’nun komü‐
nist sistemleri hep birden ama kademeli olarak çökmeye baş‐
ladı (Weber, 2012: 107‐120). Her ne denli soğuk savaşın sonu
gelmiş gibi görünse de Avrupa’daki eski Doğu Bloku ülkeleri‐
nin siyasi ve iktisadi sistemleri dahilinde yeniden nüksetmesi‐
nin önünü almak gayesiyle, komünizm tehlikesinin kökünü
bir daha asla geri gelmemek üzere kazıyabilmek için bu ülke‐
ler olabildiğince hızlı biçimde AET sistemine müdahil edilme‐
liydiler. O nedenle AET’ye katılma sürecinde eski Doğu Bloku
ülkelerine öncelik tanınacaktı. Bu ülkelerin müflis sosyalist
iktisadi sistemleri bir an önce kapitalist sistemlere dönüştü‐
rülmeliydi. Tersinden bakıldığında ise bu durum Türkiye’nin
Sovyetler Birliği’nin askeri müdahalesine karşı tehdit altında
olmadığı anlamına gelmekteydi. Bu da Türkiye’nin başvuru‐
suyla ilgili görüşme ve işlemlerin ivedilikle halledilmesi zo‐
runluluğunu AET açısından ortadan kaldırmış, ötelenebilir
hale getirmişti. Ne var ki, gerek üye ülkeler olsun gerekse
Türkler olsun, taraflar eski Doğu Bloku ülkelerinin AET’ye
katılmasından önce geçici de olsa Türkiye’yi hoşnut kılacak
bir çözüm üretilmesinde mutabakat sağlamışlardı. Kaldı ki
Almanya başta olmak kaydıyla Avrupa ülkelerinden yapılan
116
doğrudan yatırımlar, Türkiye’nin liberal bir iktisadi yol izle‐
mesinden bu yana artmış, buna paralel olarak da AET ve AB
açısından yıldızı oldukça yükselmişti (Sönmezoğlu, 2000: 514).
Gümrük Birliği – Potansiyeller ve Çözüm
Bekleyen Sorunlar
Nitekim AB, 1996 yılında Türkiye ile Gümrük Birliği Anlaş‐
ması’nın altına imza koydu. Bundan sekiz yıl sonra, yani
2004’te, o güne değin AB‐15 diye anılan AB ülkeleri aralarına
Estonya, Letonya, Litvanya, Malta, Polonya, Slovakya, Slo‐
venya, Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Kıbrıs’ı da alarak EU‐
25 formasyonunu almıştır (bkz. Europa. Eu, 2014). 2007’de
Bulgaristan ve Romanya, 2013’te de Hırvatistan’ın birliğe ka‐
tılmasıyla üye sayısı 28’e ulaşmış bulunmaktadır.
1996‐2013 arasında kaydedilen bu coğrafi genişlemenin
Avro Bölgesi’ndeki ekonomik güce ne denli yansıdığını gayri
safi hâsıla ölçeğinde görebiliriz. Ancak bu ekonomik güç geli‐
şim sürecinde üç kriz atlatmak zorunda kalmıştı: Dot‐com
Balonu (2000), Mortgage Krizi (2007/08) ve Avro Krizi (2009)
(krş. Tab. 1).
Dot‐com Balonu’nu 1990’lı yılların iletişim ve teknoloji
branşının küresel anlamda kaydettiği gelişmelerin bir sonucu
olarak çıkar karşımıza. Birçok yatırımcı New Economy’de
geleceğe yönelik ve yüksek kâr getirisi olan bir pazar alanı
görmüş, dolayısıyla yatırımlarını bu alana yapmışlardı. Bura‐
da kesin ve tehlikeli olan bu yatırımcıların büyük bir bölümü‐
nün borsa piyasalarında tecrübesiz olmalarından dolayı gir‐
dikleri riski ayırt edememeleriydi. Alman Telekom şirketinin
borsaya açılmasıyla birlikte Almanya’da halk arasında belli bir
hisse senedi kültürü gelişmeye başladı: Alman Telekomu’nun
piyasaya sürdüğü hisse senetleri halkın ilgisini en çok çeken
117
menkul kıymetlerdi (wallstreet‐online.de, 2014). 2000 yılında
balon patladığında “Yeni Pazar” 100 milyar Avro kaybetti. Bu
kayıp 2000‐2001 yıllarında yaşanan ekonomik durgunluğu da
açıklamaya yeter (Seith, 2009).
ABD Merkez Bankası (FED) bu ekonomik durgunluğa
düşük faiz uygulamasıyla yanıt vermeye çalıştı. Bu da krizin
belli bir alandan başka bir alana, gayrimenkul sektörüne akta‐
rılmasından başka hiçbir anlama gelmiyordu. Faizlerin düşük
seviyede seyretmesi Amerikan halkının uygun koşullarda
gayrimenkul edinebilmesini sağlıyordu. Fakat yüksek düzey‐
de seyreden talep taşınmaz fiyatlarında şişme diye tabir edilen
suni ve aşırı artışı tetiklemiş, nihayet 2007’de Mortgage krizi‐
nin (ya da Subprime Krizi) gün yüzüne çıkmasıyla ancak du‐
rabilmişti (Seith, 2009). Taşınmaz sektörüyle bankacılık bran‐
şının birbirine aşırı girift olması nedeniyle Mortgage krizi çok
kısa sürede bankalara da sıçramış, nitekim 2008 yılında yatı‐
rım bankası Lehman Brothers’ın iflasını da beraberinde getir‐
mişti. Bu anlamda bankalar krizi ile mali kriz bir arada değer‐
lendirilmesi gereken bir olgudur. Almanya krizin bertaraf
edilebilmesi için oluşturulan uluslararası mali akıma yaklaşık
187 milyar Avro kaynak temin etti (Greive, 2013). Sadece em‐
lak kredisi bankası Hypo, Real Estate’in kurtarılması Alman
vergi mükelleflerine 19 milyar Avro’ya mal oldu (Greive,
2013). Ancak Tabela 1’in analiz edilmesiyle de görüleceği üze‐
re Avro Bölgesi’nde bariz bir krizden söz etmek mümkün
değil. Aksine, Avrupa genelinde gayri safi hâsıla küresel ban‐
kalar ve finans krizine rağmen artmıştır. Yalnız burada Bulga‐
ristan’ın ve Romanya’nın 2007 yılında Avrupa Birliği’ne ka‐
tılmış olduğu gerçeği göz ardı edilmemelidir. Buna istinaden
Avrupa’nın gayri safi hasılasında artış kaydedilmiştir fakat bu
durumun Avrupa’nın ekonomik gücüyle herhangi bir ilintisi
118
yoktur. Nitekim 2006/07 ile 2007/08 dönemleri karşılaştırmalı
biçimde değerlendirilecek olursa krizin temelindeki unsurlar
daha da netleşir: 2007/08 döneminde kaydedilen iktisadi geli‐
şim, 2006/07 dönemine kıyasla daha düşük seviyede kalmıştır.
2009 yılında yaşanan ‘Avro Krizi’ Avrupa iktisadi bölge‐
sinde çok daha derin izler bırakmıştır. Yunanistan’dan başla‐
yan ve çok sayıda Avro ülkesini de kapsayan bir devlet borç‐
ları krizi baş göstermiş, bundan etkilenen ülkeler ise farklı
yöntemler uygulamak suretiyle krize karşı önlemler almışlar‐
dır. Almanya, bankalar ve finans krizinin katlanarak yansıyan
çifte etkisine karşı 82 milyar Avro’luk konjonktür paketiyle
karşılık vermiştir (Greive, 2013; economist.com, 2013). Alman‐
ya’nın aldığı önlemler arasında en çok bilinen “hurda teşviki”
olsa gerek. Bu önlem, Alman otomotif sanayiine önemli bir
destek sunmuş, böylelikle sektörün –hayatta kalmaktan öte –
konjonktürel olarak ivme kazanmasına önayak olmuştur. Ül‐
kelerin birbirinden farklı ve münferit önlemlerine karşın Avro
Bölgesi’nde ekonomik durgunluk yaşanmasına engel oluna‐
mamışsa da daha derin ekonomik çöküntülerin piyasaları
sarsması engellenebilmiştir.
Türkiye ve Avro Bölgesi
Avro Bölgesi ile iktisadi anlamda uyumlu ilişkileri içinde olan
Türkiye de bu ülkelerde yaşanmakta olan mali krizden olum‐
suz anlamda etkilenmiş, bu harici etkiler nitekim Türkiye’nin
gayri safi hasılasına da yansımıştır (krş. grafik 2). Bunun dı‐
şında 1995‐2013 zaman dilimine yayılan gayri safi hasılanın,
bu krizin dolaylı yollardan ülke içinde meydana gelen iç et‐
menlerden de nasibini aldığı gözlenmektedir. Türkiye gibi
gelişmekte olan ülkelerde gözlenen iç etkiler salt iktisadi düz‐
lemde değerlendirilmemelidir. Siyaset boyutu da çok önemli
119
bir etkendir kuşkusuz. Nitekim Türkiye örneğinde de görül‐
düğü üzere, harici bir krizden ötürü alınan önlemler dahili
krize pekala zıt yönde etkileyebilmektedir. Bu olgu 2007/08
Mortgage krizinde de apaçık görülmektedir. Türk bankacılık
sistemi 2000/01 krizi sınavından çıkmıştı. Söz konusu krizin
başlangıç noktasını dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman De‐
mirel’in yeğeninin işlediği, Egebank mudilerinin paralarını
zimmetine geçirme suçunun su yüzüne çıkması oluşturmuştu.
Basın aracılığıyla kamuoyunun haberdar olduğu bu olayın
ardından kısa sürede benzeri olaylar silsilesi yaşanmış ve bü‐
tün bunların ardından içi kof bankacılık sistemi sarsılmaya
başlamıştı (Şahin, 2012). En nihayet Türk Bankacılığı 2001
baharıyla birlikte çökmüştü, ancak bu kez krize davetiye çı‐
kartanlar devletin en üst kademelerinde yer almaktaydı (Ay‐
dın, 2005: 122). Dönemin başbakanı Bülent Ecevit, kabinesinin
çıkarmak istediği bir yasanın Anayasa’ya uygunluğu ile ilgili
olarak Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’den almak istedi‐
ği onay konusunda uzlaşılamadığını belirtmiş, bu beyanat
sonucunda İstanbul Menkul Kıymetler Borsası ve bununla
birlikte Türk bankacılığı topyekün çökmüştü. Hükümetin bu
krizin üstesinden gelmek üzere Ekonomi Bakanı olarak görev‐
lendirdiği Dünya Bankası başkan yardımcılarından Kemal
Derviş, Türk bankacılığını onarmıştı (Hiç, 2008: 193‐194). Der‐
viş gerekli yasalar marifetiyle Merkez Bankası’na tarihinde ilk
kez özerklik statüsü kazandırmış ve fiyat dengelemesindeki
asli işine yönelmesini sağlamıştı. Ayrıca bankaların öz serma‐
ye payını artırmış, henüz hayat bulmuş olan Bankacılık Dü‐
zenleme ve Denetleme Kurulu’nun (BDDK) gerçek anlamda
kurumlaşmasına önayak olmuştur. Türk bankacılığında ken‐
dini gösteren krize cevaben alınan önlemler, 2007/08 döne‐
minde yaşanan küresel krizi kayda dahi değmeyecek denli
120
küçük hasarlarla atlatabilmesini sağlamıştır. Bununla ilgili
olarak bkz. Grafik 2. Avro Bölgesi’nde kriz kasıp kavururken
Türkiye’nin gayri safi milli hasılası 2007’den 2008’e geçiş dö‐
neminde 3 milyar dolar artmıştır.
Fakat Türk ekonomisi 2001 yılında sadece yurtiçi kökenli
etkenlerle değil aynı zamanda Dot‐com Balonu gibi dış kay‐
naklı bir etkenden ötürü de olumsuz yönde baskı altına gir‐
miştir (bkz. Grafik 2). Dot‐com Balonu ve Türk bankacılığında
yaşanan krizlerin ekonomide ne gibi sorunlara yol açtığını
kesin bir dille ifade etmek oldukça güç. Kesin olan bir şey
varsa o da söz konusu bu krizlerin, Türk ekonomisini olumsuz
yönde etkilediği ve bunun sonucunda da her iki sorunla aynı
anda mücadele edilmiş olmasıdır.
2009 yılında ortaya çıkan ekonomik krize gelince, bunun
sorumlusu Avro Krizi’dir. AKP ile birlikte 2002 yılından bu
yana iyi giden Türk ekonomisi kısa da olsa ilk kez bu yıl bir
durgunluk yaşamış ancak kendini süratle toparlayarak
2010’dan itibaren olumlu seyrini bir süre daha sürdürebilmiş‐
tir. Siyasi ve iktisadi düzlemde yaşanan dalgalanmalar ve
bunların birbirini karşılıklı olarak etki altına alması özellikle
AKP döneminde hissedilir olmuştur. AKP’nin parlamento
seçimlerinde başarılı olması, birçok seçmeni ülkeye siyasi is‐
tikrar geleceği umuduna sevk etti. Psikolojik de olsa böyle bir
yaklaşım ülkede ekonomik gidişatı olumlu yönde etkilemeye
yetti. O nedenle bu aşama, siyasi istikrarsızlıklarla geçen 90’lı
yıllardan tamamen farklıdır. Örneğin; beş yıllık bir parlamen‐
to dönemi için 1995‐2002 yılları arasında altı kez hükümet
değişmişti. Bu da doğal olarak ülkeyi ekonomik bağlamda
olumsuz yönde etkilemişti (mfa.gov.tr, 2014).
121
Gümrük Anlaşması’nın Türk Ekonomisindeki
Etkileri Nasıl Saptanabilir?
Türkiye ile Avrupa arasında ekonomik uyum, Türk ekonomi‐
sinin sadece Avrupa Bölgesi dahilinde cereyan eden her kriz‐
den etkileneceği anlamına gelmez, Avrupa’nın kaydettiği
ekonomik gelişmelerden yararlanacağı anlamına da gelir.
Geriye yanıt bekleyen bir tek soru kalıyor, o da Avrupa Bölge‐
si’nin iktisadi bağlamda Türkiye açısından nasıl bir anlam
taşıdığıdır. Bu soruya aranacak yanıt için en uygun ölçüm
değeri Türk‐Alman ticari hacmidir. Bu değeri göz önünde
bulundurmak suretiyle Gümrük Anlaşması’nın Türk ekono‐
misi üzerindeki etkileri pekala teşhir edilebilir. Yazının en
başlarında da değinildiği gibi Almanya, Avrupa Gümrük Bir‐
liği dâhilinde başat ve lokomotif konumlu ekonomik bir güç‐
tür. Dolayısıyla Avrupa ekonomisini temsil eden güç olarak
da değerlendirilebilir. Bu da demek oluyor ki Almanya ile
kaydedilen ticari gelişmelere ve bunların Türkiye’nin gayri
safi milli hasılasındaki yansımalarını karşılaştırarak, Avrupa
ekonomisinin Türk ekonomisindeki önemi pekala saptanabilir
(bkz. Grafik 3).
Türk‐Alman ticari ilişkileri 1996‐2002 yılları arasında ade‐
ta bir duraklama dönemi geçirirken 2002‐2012 yılları arasında
olumlu yönde ekonomik gelişmeler gözlenmektedir. Başka bir
ifadeyle: AKP’nin iktidara gelmesiyle psikolojik olarak algıla‐
nan siyasi istikrar Almanya ile yürütülmekte olan ekonomik
ilişkileri de olumlu yönde etkilemiştir. Türk‐Alman ticari
hacmini gösteren grafik eğrisinin izlediği güzergah Türki‐
ye’nin gayri safi milli hasılasını gösteren grafik eğrisi ile nere‐
deyse eş konumlu durumda. Bu da her iki makroekonomik
değer arasındaki olumlu serpilmenin bir karinesi olarak de‐
ğerlendirilmeli, bunun da ötesinde Alman ekonomisinin Tür‐
122
kiye açısından ne denli önemli olduğuna vurgu yapmaktadır.
Dolayısıyla Alman ekonomisi sadece Avro Bölgesi’nde değil,
aynı zamanda Türk ekonomisinde de lokomotif görevi üst‐
lenmiş durumdadır. Almanya’dan yapılan ithalatın bu ülkeye
yapılan ihracattan daha büyük olması gerçeğine de dayandırı‐
lamaz bunun nedeni. Endişelendirici olan ithalat ile ihracat
arasındaki makasın 2002’den bu yana Türkiye aleyhine gide‐
rek açılmasıdır. Üstelik her iki ülkenin ürettiği ticari malların
yapısal özellikleri göz önünde bulundurulduğunda bu durum,
Türkiye’nin Almanya karşısındaki teknolojik bağımlılığı ola‐
rak da değerlendirilebilir. Bir başka tabirle: Türk ekonomisi
kendi gücüyle değil, başkalarından aldığı yardımla büyüme
kaydetmektedir.
Türkiye’deki Doğrudan Alman Yatırımları
Doğrudan yatırımlar kapsamında yapılan Alman yatırımla‐
rında, miktar bağlamında da AKP öncesi ve AKP sonrası bi‐
çiminde farklılıklar gözlenmektedir (bkz. Grafik 4). Daha önce
değinilen, AKP’nin hükümeti oluşturmasıyla birlikte siyaset
ve ekonomi alanında hüküm süren psikolojik temelli algılama
ve bununla koşut seyreden ekonomik istikrar, Alman girişim‐
cilerin Türkiye’ye daha fazla yatırım yapmasını beraberinde
getirmiş, bu da Türkiye ekonomisini olumlu yönde etkilemiş,
ona ivme katmıştır. Gerçi 2004 yılında kaydedilen AB geniş‐
lemesi ve buna paralel olarak yeni AB ülkelerine uygulanan
yatırım önceliği Türk ekonomisini olumsuz etkilemiştir fakat
farklı hedef pazarların programa alınmasıyla bir sonraki yıl
Türkiye yeniden atağa geçerek bu olumlu trendi 2009 yılına
değin koruyabilmiştir. Küresel mali kriz dahi Türkiye’ye yapı‐
lan Alman yatırımlarını olumsuz etkilemedi, ancak Avro Krizi
için aynı şey iddia edilemez. 2009 yılında yatırımlarda kayde‐
123
dilen gerilemenin ardından 2010/11 yıllarında Alman yatırım‐
ları stabilize olmuştur. 2010’dan itibaren Orta Doğu’da sürege‐
len ve sürecin ne zaman biteceği kestirilemeyen “Arap Baha‐
rı”, 2012 yılında Türkiye’deki Alman yatırımlarının yeniden
gerilemesine sebep olmuştur. O zamandan beri yatırımların
498 milyar Dolar civarında kalması, Alman yatırımlarının
sadece Türkiye’nin siyasi istikrarına bağlı olmadığını, aynı
zamanda bölgeyle de ilintili olduğunu ortaya koymuştur. Bu
gerçek AKP Hükümeti’nin ülke çıkarları doğrultusunda bi‐
linçli davranıp elinden geldiğince çağın gereklerine uygun,
kararlı ve dengeli bir bölgesel politika izlemesi gerektiğine de
vurgu yapmaktadır. Türkiye her ne denli Başbakan Ahmet
Davutoğlu’nun “Stratejik Derinlik Konsepti” doğrultusunda,
Orta Doğu ve Avrupa ülkeleriyle – dolayısıyla Almanya ile de
– iyi ilişkiler yürütme çabası içindeyse de (Davutoğlu, 2011:
116), buradaki açıklamalardan da anlaşılacağı üzere bu durum
ekonomik çıkarlarla tezat oluşturmaktadır. Orta Doğu ülkele‐
riyle yürütülen ticari faaliyetler, Almanya ile süregelen eko‐
nomik ilişkilere seçenek olmaktan uzaktır; olsa olsa tamamla‐
yıcı işlevlerinden söz edilebilir bu ülkelerin.
Özet
Avrupa Ekonomi Topluluğu soğuk savaşın beraberinde getir‐
diği nedenlerden ötürü Türkiye ile 1963 yılında ortaklık an‐
laşması imzalamıştır. Nitekim bu anlaşma 1996 yılında imza‐
lanan Türkiye‐Avrupa Gümrük Anlaşması ile somut bir hale
bürünmüştür. AB, tarihinde ilk kez birlik üyesi olmayan bir
ülke ile Gümrük Birliği’ne imza atmıştır. Gümrük Birliği ile
birlikte Türkiye, Avrupa ekonomi bölgesinden hem olumlu
hem de olumsuz etkilenmiştir. Almanya ile yürütülegelmekte
olan ekonomik ilişkiler özel bir yere sahiptir fakat bu ilişkiler
124
de yer yer Avrupa’da yaşanan krizlerden nasibini almaktadır.
Somut birer örnek olarak Dot‐com ve Avro Krizi verilebilir.
Bunlara karşın 2007/08 döneminde ortaya çıkan küresel boyut‐
lu bankacılık ve finans krizini Türkiye, bankacılık ve finans
sektörlerinde 2000/01 yıllarında ulusal boyutta yaşayıp atlattı‐
ğı krizin ardından kendi bünyesinde aldığı önlemler sayesin‐
de gereğince göğüsleyebilmiştir. Bu süreçte alınan önlemler
ileriki yıllarda ekonomi alanında kaydedilen gelişmeleri de
olumlu yönde etkilemiştir. Önceki yıllarla kıyaslandığında
AKP ile birlikte 2002 yılından itibaren yaşanan siyasi değişim‐
le birlikte ortaya çıkan psikolojik algı ve buna paralel olarak
halkın geniş kesimlerine ulaşan siyasi huzur ve buna bağlı
ekonomik istikrar da keza olumlu göstergeleri desteklemiştir.
Alman yatırımcılar da AKP Hükümeti’ne güven duymuş,
2002’den itibaren Türkiye’deki yatırımlarını artırmışlardır.
Fakat bir süre sonra yatırımcılar için sadece Türkiye’nin siyasi
ve ekonomik istikrarının değil aynı zamanda coğrafi konu‐
munun da bağlayıcı olduğu anlaşılmıştır. 2010 yılında “Arap
Baharı” hareketinin baş göstermesiyle birlikte Türkiye’deki
yatırımlar gerilemeye başlamıştır. Buradan da Türkiye’nin
kendi ulusal çıkarları doğrultusunda bölgede güçlü ve dengeli
bir ülke rolüne bürünmesi gerekliliği ortaya çıkmıştır.
Kaynakça
AYATA, A. (2009) Balanceakt der Türkei zwischen der EU und den
USA, Berlin
AYDIN, Z. (2005) The Political Economy of Turkey, London
BACIA, H. (2012) Ausgang ungewiss – die Verhandlungen über
einen Beitritt zur EU, STEINBACH, U. (Hrsg.) Länderbericht
Türkei, Bonn, 431‐463
125
DATA.WORLDBANK.ORG (2014) GDP (current US$), URL:http:
//data.worldbank.org/indicator/NY.GDP.MKTP.CD
(30.07.2014)
DAVUTOĞLU, A. (2011) Stratejik Derinlik. Türkiye´nin Uluslararası
Konumu, Istanbul
DOCUMENTARCHIV.DE (25.03.1957) Vertrag zur Gründung der
Europäischen Wirtschaftsgemeinschaft („EWG‐Vertrag“) vom
25. März 1957, URL:http://www.documentarchiv.de/in
/ewg.html (12.11.2014)
ECONOMIST.COM (07.09.2013) The origins of the financial crisis,
URL:http://www.economist.com/news/schoolsbrief/21584534‐
effects‐financial‐crisis‐are‐still‐being‐felt‐five‐years‐article
(07.12.2014)
ERHAN, Ç. und ARAT, T. (2001) AET´yle Ilişkiler, ORAN, B. (Hrsg.),
Türk Dış Politikası 1919‐1980 (Cilt 1), Istanbul, 808‐853
EPP.EUROSTAT.EC.EUROPA.EU (2014) Glossar: EU‐Erweiterungen,
URL:http://epp.eurostat.ec.europa.eu/statistics_explained/inde
x.php/Glossary:EU_enlargements/de (23.11.2014)
GREIVE, M. Finanzkrise kostet Deutschland 187 Milliarden,
URL:http://www.welt.de/wirtschaft/article114944193/Finanzkr
ise‐kostet‐Deutschland‐187‐Milliarden.html (07.12.2014)
HİÇ, M. (2008) A Survey of Turkey´s Economy and Politics 1923 –
2007, Istanbul.
ILGÜN, E. (2009) Deutsche Direktinvestitionen in der Türkei und
deren Beitrag zum Wirtschaftswachstum, URL:http://d‐
nb.info/1010747002/34 (30.07.2014)
KESKIN, H. (2006) Die deutsch‐türkische Debatte über den EU‐
Beitritt der Türkei, FRECH, S. und ÖCAL, M. (Hrsg.), Europa
und die Türkei, Schwalbach, 69‐94
MFA.GOV.TR (2014) Türk Hükümetleri Kronolojisi, URL:http:
//www.mfa.gov.tr/turk‐hukumetleri‐kronolojisi.tr.mfa (30.11.
2014)
PFETSCH, F. (2001) Die Europäische Union, München
SEITH, A. (21.12.2009) Finanzkrisen der 2000er: Totentanz auf den
Trümmern,
126
URL:http://www.spiegel.de/wirtschaft/unternehmen/finanzkri
sen‐der‐2000er‐totentanz‐auf‐den‐truemmern‐a‐664815.html
(07.12.2014)
SEN, F. (2006) Die Türkei ist schon längst ein Teil Europas, FRECH, S.
und ÖCAL, M. (Hrsg.), Europa und die Türkei, Schwalbach,
231‐238
SÖNMEZOĞLU, F. (2000) Türk Dış Politikası, Istanbul
ŞAHIN, Ö. (18.05.2012) Yeğen Demirel e 17 yıl hapis, URL:http:
//www.radikal.com.tr/turkiye/yegen_demirele_17_yil_hapis‐
1088365 (07.12.2014)
SCHMIDT, S. und SCHÜNEMANN, W. (2013) Europäische Union,
Baden‐Baden
TÖKGÖZ, E. (2008) Cumhuriyet Döneminde Ekonomik Gelişmeler,
ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZI (Hrsg.), Türkiye Cumhu‐
riyet Tarihi II, Ankara, 319‐368
TREASURY.GOV.TR
(2014)
Undersecretariat
of
Treasury,
URL:http://www.treasury.gov.tr/ (30.07.2014)
TUIK (2013) Istatistik Göstergeler 1923‐2012, Ankara
VERTRAG VON LISSABON (2010) Berlin
WALLSTREET‐ONLINE.DE (2014) Die Telekom Aktie ist das Volks‐
Wertpapier schlechthin, URL:http://www.wallstreet‐online.
de/ratgeber/finanzen‐steuern‐versicherung/anlagen‐und‐
investitionen/die‐telekom‐aktie‐ist‐das‐volks‐wertpapier‐
schlechthin (07.12.2014)
WEBER, H. (2012) Die DDR 1945‐1990, München
127
Grafik 1: Avro Bölgesi’nde GSMH
Kaynak: data.worldbank.org, 2014
Grafik 2: Türkiye’de GSMH
Kaynak: data.worldbank.org, 2014
128
Grafik 3: 1995‐2012 arasında Türk‐Alman ticari hacmi ve
Türkiye’nin GSMH’sı
Kaynak: TÜIK, 2013: 441, 449; data.worldbank.org, 2014
Grafik 4: Türkiye’deki Alman direk yatırımları
Kaynak: İlgün, 2009: 151; treasury.gov.tr, 2014
129
Tarih, Politika ve İktisat Sacayağında
Almanya, Türkiye ve Ortadoğu
İrfan KALAYCI
Tarih: Sıcak ve Soğuk Savaşlar Arasında Almanya Hep
Sahnede
Henüz Prusya iken bile dünyayı değiştirme sevdasından vaz‐
geçmeyen şimdiki Almanya’yı, Almanya üzerine düşünen her
kimse bir yere sığdırmaya çalışacaktır fakat bunda başarılı
olma garantisi yoktur. Zira Almanya, hele de Türkiye ve Or‐
tadoğu ile bağlantısı kurulduğunda, herhangi bir ülke gibi
hemen bir yere sığdırılabilecek cinsten değildir. Özellikle 20.
yüzyılda da hangi taşı kaldırırsanız altında Almanya’nın çık‐
tığını görürsünüz. Örneğin, dünyanın başını bir başka açıdan
fena halde yakan “Soğuk Savaş”ın başlamasında da, bitmesin‐
de de Almanya birinci derecede sorumludur. Almanya’nın
Doğu ve Batı olarak ikiye ayrılmasıyla Soğuk Savaş başlarken,
tekrar birleşmesiyle de bitmiştir.
18. yüzyılın ortalarında, ünlü Fizyokrat iktisatçı D.
Hume, Almanya’nın, ‘birleşmesi halinde dünyanın en büyük gücü
olacağını’ söyler. Bismarck 1871’de Almanya’yı birleştirdi, Hit‐
ler, II. Dünya Savaşı bittiğinde tüm Avrupa’yı Almanya’ya
katacağını iddia ederken, Almanya’nın ikiye bölünmesine yol
açtı. Alman imparatorları ya da diktatörleri ne zaman daha
güçlü olmak istedilerse, yeni dünya savaşlarının çıkmasına ya
da yayılmasına neden oldular. Onların Dünya Savaşı’nın ilkin‐
130
de kısmen, ikincisinde ise tümüyle parmakları vardı. İşte Av‐
rupa Birliği (AB) projesi, sanki Almanya’nın bir daha kötü
niyetle kullanacağı parmaklarını ‘kırmak’ ve güçlü olma ihti‐
rasını bastırmak için yaratıldı.
Almanya, II. Dünya Savaşı’ndan sonra karşısında iki Av‐
rupa bulmuştur: Doğu Avrupa ve Batı Avrupa. İlki, Alman‐
ya’yı parçalamaya (Sovyet Bloku), diğeri ise birleşmeye (şim‐
diki AB) götürmüştür. Bir başka deyişle, Almanya toprakları
Batı kapitalizmiyle Sovyet tipi sosyalizm arasında sıkışıp kal‐
mıştı. Sovyetler’in (Stalinizmin) çöküşü ile Almanya’daki –iki
Almanya’nın birleşmesi ya da iç entegrasyon yönündeki‐
vuslat gerçekleşmiştir.
Almanya’nın ünlü yazarlarından olan Wellershoff (1990:
14), Sovyetler’de ve dolayısıyla Doğu Avrupa’da Stalinizmin
çöküşüyle “komünist solun, tarihte eşine rastlanmadık bir boyutta
yurtsuz kaldığını” belirtir. Ayrıca şu saptamayı da yapar: “Do‐
ğu, Orta ve Güney Doğu Avrupa’da, (yani Sovyetler’e bağlı uydu
devletlerde) Stalinizmin çöküşünün ardından tüm reel sosyalist
yapıların gözden düştüğünü” ve “bundan sıyrılmış bir sosyalizmin
nasıl olması gerektiği sorusunun mutlaka sorulması” gerektiğini
hatırlatır. Sonunda, “…bu, tek parti egemenliğinin, güce dayalı bir
ideolojinin, kendisinin yol açtığı eksiklikleri yöneten bürokratizmin
olmadığı bir sosyalizm olurdu” der.
Almanlar Hitler’in nasyonal sosyalizm doktrini ile II. Dün‐
ya Savaşı’nda rakipleriyle hesaplaştı ve Hitler öldüğünde
Avrupa’nın dağılmasıyla taşların yerinden oynaması tamam‐
lanmış oldu. Bu savaşın iki büyük faturasından birini Japonya,
diğerini Almanya ödedi. Bunun en açık göstergesi, Alman‐
ya’ya savaş mağlubu olarak hiçbir uluslararası örgütlenmede
(BM, IMF, Dünya Bankası, vb.) söz hakkı verilmemesi oldu.
Aynı Almanlar nasyonal olmayı büyük ölçüde terk etmek zo‐
131
runda
kaldılar.
Nasyonalizmi
inter‐nasyonalizm
(uluslararasılaşma) ile ikame etmeye çalıştılar. Yoksa AB pro‐
jesinde tüm barışçı ve birleştirici yaratıcılıklarını nasıl kulla‐
nabilirlerdi ki? Hitler bir şeyi daha başaramamıştı: Yeni kuru‐
lacak uluslararası para sistemi için önerdiği programını ne
Amerikalılara ne de İngilizlere kabul ettirebildi. Çünkü Al‐
manya savaş mağlubu idi. II. Dünya Savaşı’nın diğer galibi
İngilizlerin ünlü “Keynes Planı” bile ABD’nin Hazine Baka‐
nı’nın adıyla sunduğu “White Plan”nın yanında sönük kaldı.
Sonuçta ABD genetik müttefiki İngiltere ile anlaşarak IMF ve
Dünya Bankası’ndan oluşan Bretton Woods kurumlarını kendi
liderliğinde kurmayı ve pek çok ülkeyi üye yapmayı başardı.
Soğuk Savaş’ın sona erişini, Almanya’yı ikiye bölen Berlin
Duvarı’nın yıkılmasından ve iki Almanya’nın birleşmesinden
de anlayabiliriz. Bu duvarı büyük bir olasılıkla gelecek hesapla‐
rı büyük olan ABD yönetimi örmüştü. O duvarı, yine büyük bir
olasılıkla Almanlar bağımsız ve etkin diplomasiyle değil, gele‐
cek hesabını pek iyi yapamayan Gorbaçov Rusyası yıktı.
ABD, Rusya ile birlikte Soğuk Savaş’ın başlamasında
temel aktör idi, fakat hiçbir zaman birbirleriyle de sıcak sava‐
şa girmemişlerdir. Tersi de geçerlidir: ABD ve Rusya birbirle‐
riyle sıcak savaşa girselerdi; uzun bir süre küresel çıkarlarını
korumak ve kollamak yönünde Soğuk Savaşı yönetemeyecek‐
lerdi. Ürkütücü füzelerini karşılıklı üretmelerine ve daha fazla
silahlanmakta karşılıklı kışkırtıcılık yapmalarına karşın, bu iki
devletin birbirlerini doğrudan tehdit ettikleri görülmemiştir.
Belki bunda, yine karşılıklı olarak birbirlerinin gücünden
korkmalarının ya da iki devletin halklarının birbirlerine düş‐
manlık beslememiş olmalarının rolü vardır. Bir komplo kuramı
olarak, eğer halen Üçüncü Dünya Savaşı çıkmadıysa, bunu, “bi‐
ten” Soğuk Savaş konjonktürüne borçluyuz.
132
İlginçtir ki bu iki rakip devlet her iki paylaşım savaşında
da Almanya’ya karşı müttefiktirler. Lukacs’ın (1994: 60) bu
saptamasını pekiştirmek adına denilebilir ki, eğer, belki Al‐
manya olmasaydı, ABD ve Rusya Avrupa kıtasında büyük
savaşlar yapabilirlerdi. Doğal olarak bu savaşlardan dolayı
Ortadoğu haritası yeniden değişebilirdi. Böylece tüm Dünya,
yeni ulussuz devletler ve devletsiz uluslarla tanışabilirdi.
Öte yandan, Kennedy’nin işaret ettiği gibi eğer İngiltere
1870’lerden itibaren, önce Avrupa ve daha sonra dünya güç
dengesi üzerindeki denetimini yitirmeye başlamışsa, her iki
durumun belirleyici noktasında yeri olan Almanya’nın dünya
gücü konumuna yükselmesinin önemli payı vardı (Arrighi,
2000: 99‐100).
Politika: Mezopotamya Demiryolu Üzerinde Yürüyen
“Weltpolitik” Treni
Almanya’nın Ortadoğu’daki emperyal çıkarlarının reel boyu‐
tu, Almanların inşa ettiği Anadolu ve Bağdat Demiryolla‐
rı’ndan anlaşılabilir. Bu demiryolları, Ortadoğu’nun, Osman‐
lı/Alman ilişkileri ve diğer güçlü Avrupa devletleri bağlantılı
çıkar ilişkilerinde nasıl merkez alındığını göstermesi açısından
büyük önem taşımaktadır. Osmanlı topraklarının altında gö‐
mülü zenginliklerden ve Osmanlı askerlerden yararlanma
isteği, Almanların, İzmit’ten Bağdat’a uzanan dev bir demir‐
yolu projesini hayata geçirmesini zorunlu kılmıştı. Bu proje,
1880’lerde Alman İmparatoru II. Wilhelm’in “Weltpolitik” de‐
nilen emperyalist politikasına hizmet etmiştir.
Almanya’nın, Türkiye ve Ortadoğu için ne ifade ettiği
kadar ‐belki de ondan daha fazlasıyla‐, Türkiye ve Ortado‐
ğu’nun, Almanya için ne ifade ettiği daha çok önemlidir.
Kayzer’in “Doğu birini bekliyor…” sözü ya da Alman emperya‐
133
lizminin önde gelen kuramcısı P. Rohrbach’ın “Almanya’nın
geleceği nerededir” sorusuna”Doğu’dadır… Türkiye’de… Suri‐
ye’de… Mezopotamya’da…” şeklinde verdiği yanıt, yukarıdaki
önermeyi doğrular niteliktedir. Kayzer’in, I. Dünya Savaşı’nın
başında ortaya koyduğu politikalara bakılırsa, Büyük Britanya
İmparatorluğu’nu küçültmenin ve dahi yıkmanın, böylece
onun yerini almanın yollarından birinin, sadece Hindistan’ı
karıştırmaktan değil, Ortadoğu’ya da el atmaktan geçtiğini
görüyoruz. Avrupa’nın ‘hasta adamı’ Osmanlı çökerse, Alman‐
ya Avrupa’nın rakipsiz ekonomisi olacaktı! Kim Avrupa’da
rakipsiz olursa, o dünyaya kendi düzenini verecekti; tıpkı
Britanya gibi…
Almanya, Ortadoğu’daki geleceğini demiryolu yatırımla‐
rıyla aramaya çalışmıştır. 19. yüzyılda Anadolu’nun ve özel‐
likle Mezopotamya’nın zenginliklerine ulaşmak amacıyla
Bağdat‐Basra Demiryolu Projesini hayata geçirdi. Gerçekte
proje, Ortaylı’nın (2006: 109) deyimiyle, ‘Osmanlı İmparatorlu‐
ğu’nda Alman koridoru’ anlamına gelmekteydi. Osmanlı devle‐
tinin verdiği çekici imtiyazlarla Halep‐Bağdat ve Hicaz De‐
miryolları da Alman mühendislerinin eliyle yapıldı. İngilizler
ve Fransızlar da aynı bölgede ve aynı amaçlarla demiryolu
yatırımlarını hızlandırmışlardır. Osmanlı Asyası’nda da ge‐
lişmeler benzer yöndeydi. Demiryolları tartışmasız bir şekilde
artık hem kolonyalizmin ve hem de rekabetin ulaşım sistemi
olmuştu.
Pan‐Germenciler, Almanya’nın; Fransa ve İngiltere’nin
aksine, 1870’lerden itibaren gittikçe artan ve dinamik olan
nüfusunu besleyebilmek için mevcut yerli ve denizaşırı kay‐
naklara ek olarak, yeni ve verimli yabancı kaynaklara acilen
gereksinim olduğuna inanıyorlardı. O nedenle, iktisadi gele‐
ceklerini zengin ve çok kalabalık olmayan Osmanlı toprakla‐
134
rında aramak, Almanya için ‘dayatan’ bir tercihti. Berlin‘den
Bağdat’a ve ötesine uzanacak yeni Töton İmparatorluğu’nu
yaratmak amacıyla kurulan Pan‐Germen Birliği’ne göre, “Os‐
manlı İmparatorluğu dağıldığı anda, Almanya bundan payını iste‐
yecek olursa, hiçbir devlet buna ciddi olarak itiraz etmeyecekti”
(Hopkirk, 1995: 24).
Uygarlıklar beşiği Mezopotamya toprakları, yani bir öl‐
çüde verimli Ortadoğu toprakları, çalışkan Almanların elinde
‘Büyük Almanya’nın ekmek sepeti olabilirdi. Aşırı emperya‐
listler, Büyük Britanya gibi reel bir imparatorluk istiyorlardı;
buna göre nasıl ki Hintliler, Kraliçe Victoria’nın uyrukları
idiyse, aynı şekilde Sultan ve halkı da Kayzer’in uyrukları
olacaktı (Hopkirk, 1995: 26). Daha ılımlılar, belki de
Commonwealth benzeri yumuşak bir bütünleşme taraftarı idiler.
Hükümdarlık sözde Sultan’da kalabilirdi, önemli olan onun
imparatorluğunun
yıkıntıları
arasında
“Almanya’nın
Hindistanı”nı yaratmaktı.
İktisat: Yatırım, Ticaret ve Göç
Almanya, tıpkı pek çok ülke gibi, sanayileşmesini önemli öl‐
çüde İngiltere’ye borçludur. Şöyle ki (Heaton, 2005: 478):
i. Yeni sınai teknikleri Almanya’ya tanıtan öncüler; dev‐
lete ait madenleri, bakır fabrikalarını ve top dökümev‐
lerini işleten Prusyalı işçiler ile memurlardı. 1780’e ge‐
lindiğinde bunlardan bazıları, Britanya’nın yenilikle‐
riyle ilgilenmişler, açık ya da gizli, yeni üretim teknik‐
lerini öğrenebilmek için İngiltere’yi ziyaret etmişler‐
dir. 19. yüzyılın hemen başında, iki Prusya devlet mo‐
tor imalathanesi, imparatorluk sanayilerinin gereksi‐
nimlerini karşılamaktaydı.
135
ii.
I. Dünya Savaşı’nın başında ise, sanayi kollarında çalı‐
şan işçi sayısı, aktif işgücünün 2/3’üne ulaşmıştı, tarım
nüfusu toplam 68 milyonun 1/3’üne inmişti. Demir‐
çelik ve kömür üretiminde en yüksek noktayı yakala‐
mış olan Almanya, zengin tekstil bölgesi Alsace‐
Loraine’i ele geçirmekle İngiltere’yi yakalamak üzerey‐
di. Zira 1871’de nüfusun 20’de 1’i her birinde 100 bin‐
den fazla kişinin barındığı sadece 8 kentte yaşarken,
1914’te toplam nüfusun 4’te 1’i aynı büyüklükteki 48
kentte yaşamaktaydı.
Almanya, 19.yüzyılın yıldız ekonomisiydi ve 20.yüzyılda
da yıldızı parlamaya devam edecekti. Ancak yıldızlar, bazen
ışığını sönük hale getiren bazı olaylarla karşılaşırlar. Nitekim
Almanya da, I. Dünya Savaşı’nın ardından, Dünya iktisat tari‐
hine geçecek şekilde aşırı enflasyon ve devalüasyon kaynaklı
büyük mali krizlerle karşılaşmıştır. Örneğin, toptan eşya fiyat‐
ları endeksi (TEFE), (1913=1), Aralık 1919’da 8.3 iken, aşırı
derecede hızla artarak Ocak 1923’te 3286’ya çıkmış, Aralık
1923’te ise yaklaşık 1.2 trilyon olmuştur. Enflasyon paranın
satın alma gücünü aşındırdığı için, Alman Markı’nın (RM)
Amerikan Doları ($) karşısındaki değerini de hızla aşağıya
çekmiştir: 1913’te “$ endeksi = 1” iken; aynı tarihlerde, sırasıy‐
la, yaklaşık “11.1”, “11672.0” ve “1 trilyon” olarak gerçekleş‐
miştir. (Tablo ve yorum için bkz. Graham, 1973: 100.) Bir adet
ekmek için bir el arabası dolusu markla fırınların önünde kuy‐
rukların oluştuğu bu ülkeyi, ‐her yönüyle ‘iktisadi deprem’ sayı‐
lan bu durumdan daha kötüsünü, henüz birinci büyük savaşın
yaraları sarılamadan‐ ikinci büyük savaş bekleyecektir. İki
büyük savaş gördükten sonra aynı Mark, dünyanın en sağlam
ve en saygın birkaç para biriminden biri olacaktır.
136
Almanya için çok şey söylenebilir, ama eğer 1960’larda
başlayan ve 1970’lerde zirve yapan “iktisadi mucizesi” dikkate
alınmazsa, bu önemli şey eksik bırakılmış olur. Almanya’da
iktidara gelen Sosyal Demokrat Parti (SDP), serbest piyasa
ekonomisi ile devletçiliğin birleşimi olan sosyal piyasa ekonomi‐
sini uygulayarak ülkeyi hızla kalkındırmıştır. Sosyal piyasa
düzeninin kuramsal kaynağı, W. Eucken’in kurduğu Freiburg
Okulu’nun görüşlerine dayanan “ordo liberalizm” yani yeni‐
liberalizmdir. Röpke ve Rostow gibi büyük iktisatçılar tarafın‐
dan geliştirilen bu yaklaşıma göre, tam rekabet doğal düzen
(ordo naturel) içinde kendiliğinden var olmayıp sosyal düzen
(ordo social) olarak devletin yasal müdahalesi ile düzenlenen
ve uygulanması gereken bir düzendir. Bu, Alman usulü ilk
liberalizm deneyidir.
Avrupa’nın 1, dünyanın 3 numaralı bu ekonomisinde ya‐
tırım yapmak için her türlü çekicilik bulunmaktadır. Türki‐
ye’de de bazı dönemlerde Almanya mucizesi esin kaynağı
alınmaya çalışılmıştır. Almanya’da “yatırım yapmak” için,
günümüzde de geçerli olmak üzere, nitel anlamda başat on
neden (Deutschland, 4/2007: 44‐45; Dünya Bankası, 2015) sıra‐
lanabilir: (Aşağıdaki maddelerde geçen rakamların bugünkü‐
lerin altında olduğu unutulmamalıdır).
i. Geniş pazar: 2013 yılı verilerine göre, Almanya 82 milyon
nüfusu ve elde ettiği 2.7 trilyon euro (€)’yu aşan
GSYİH’si ile AB’nin en büyük ülkesidir.
ii. Merkezi coğrafi konum: Avrupa kıtasının ortasında yer
almakla Almanya, mal ve hizmet akışında bir ‘terminal’
olmak dışında, AB’nin genişlemesinden de en fazla ya‐
rar elde eden ülke durumuna gelmiştir.
137
iii. Dışa açık pazar: Yabancı yatırımcı ve işçi kitlesi için da‐
vetkâr bir ülke olarak Almanya’da 22 bin yabancı yatı‐
rımcı ve 2.7 milyon yabancı işçi çalışmaktadır.
iv. Dünyaya açıklık: Almanya’da günümüzde 7 milyondan
fazla yabancı insan ikamet etmektedir. Bu durum, Al‐
manya’nın dünya ile ne derece bütünleşmiş olduğu ko‐
nusunda ciddi bir fikir vermektedir.
v. Kaliteli işçiler: Bu ülkenin 383 tane üniversitesi var ve
meslek eğitiminde uygulanan ikili sistem sayesinde iş
dünyası, tüm ihtiyaçlarını buradan karşılayabilmekte‐
dir. Burada iş disiplini ve sorumluluk sahibi birinci kali‐
tede bir işçi sınıfı bulunmaktadır.
vi. Yüksek yenilikçilik gücü: Almanya’da küresel değere sa‐
hip patent sayısı, 82 milyon kişi başına 277’dir ve bu sa‐
yıyı yakalayan başka ülke yoktur. Patent üretiminde
Almanya’yı rakipsiz yapan, Max‐Planck türünde olduk‐
ça etkin araştırma enstitülerin varlığıdır.
vii. İleri düzeyde gelişmiş altyapı: Ülkenin her yerini ağ gibi
saran gelişmiş ulaşım ve iletişim yapıları kurulmuştur.
viii. Yüksek düzeyde hukuksal güvence: Alman hukuk sistemi
kolayca anlaşılabilir olup, Almanya dünyada hukuk
güvencesi en yüksek dördüncü ülkedir. Berlin’de adil
yargıçlar var!
ix. Güçlü orta sınıf: Alman ekonomisinde orta ölçekli (KOBİ
niteliğinde örgütlenmiş), esnek yapılı, rekabetçi ve tüm
işletmelere oranı %85’i bulan, çoğu kendi sektöründe
dünya liderliği yapan şirketler üretim yapmaktadır.
x. Dünyanın kabul ettiği marka: “Made in Germany”, özel‐
likle sanayi ürünlerinde bir dünya markasını temsil et‐
mektedir.
138
Almanya, Türkiye’nin en önemli ticaret ve yatırım orta‐
ğıdır. Şöyle ki (ATDT, 2015: 1):
i. İkili ticaret hacmi 2012’de %0,5 artarak toplam 33,8 mil‐
yar € ile yeni bir rekor kırmıştır. Türkiye’den Alman‐
ya’ya yapılan ihracat %7,1 (13,5 milyar €), Almanya’dan
yapılan ithalat ise %1,4 oranında (21,5 milyar €) artmış‐
tır. Konjonktürel nedenlerle, 2014 yılının ilk dokuz
ayında ikili ticaret hacmi önceki yılla kıyasla küçük dü‐
zeyde azalarak 24,5 milyar € olarak gerçekleşmiştir.
ii. Almanya, 1980’den beri 12,5 milyar $’lık yatırım hac‐
miyle de en büyük yabancı yatırımcıdır. Türkiye’de ya‐
tırım yapan Alman şirketlerinin ya da Alman sermaye
ortaklığıyla kurulan Türk şirketlerinin sayısı 6 bine yak‐
laşmıştır. Almanya’da Türkiye kökenli 75 bin şirketin
yıllık cirosu ise, yaklaşık 35 milyar € olup, bu şirketlerde
yaklaşık 375 bin kişi çalışmaktadır.
iii. Türkiye’deki turizmde de Almanya 1.sırada yer almak‐
tadır. 2013’te gelen Alman turist sayısı artarak yaklaşık
5 milyon kişiye yükselmiştir. Ocak‐Eylül 2014 döne‐
minde 5,1 milyon Alman turistin Türkiye’ye giriş yap‐
ması ile bu rekor sayının da üstüne çıkılmıştır.
iv. Almanya ile Türkiye arasında 1962’den beri bir “Yatırı‐
mı Koruma Sözleşmesi” geçerlidir. Türkiye’de “Milletlera‐
rası Tahkim Kanunu” Temmuz 2001’den beri yürürlük‐
tedir. İki ülke arasında 1985’te imzalanan “Çifte Vergi‐
lendirmeyi Önleme Anlaşması” 2011’in başında feshedil‐
miş ve yeni anlaşma bu tarihte yürürlüğe girmiştir.
v. Alman Sanayi ve Ticaret Odaları Birliği (DIHK) bir de‐
legasyon bürosuyla 1985’den beri Türkiye’de temsil
edilmektedir. 2004’te Köln’de kurulan ve orada bir şu‐
139
besi bulunan Türk‐Alman Sanayi ve Ticaret Odası’nın
ana merkezi (2012’den itibaren) Berlin’dedir.
İki ülke arasındaki yatırım ve ticaretin kaynaklarından
biri, kuşkusuz, tarihsel “göç” olgusudur. İlk önemli göç dalga‐
sı, “beyin göçü” şeklinde Almanya’dan Türkiye’ye doğru ya‐
şandı. Hitler’in 1933’te iktidara gelmesiyle Almanya’da faşist
rejim uygulamaları başladı. 1937’de çıkarılan bir yasa ile saf
kan taşıyıp da rejime muhalif olanlar ya da sermayelerini yurt
dışına taşıyarak milli ekonomiye zarar veren zengin Yahudiler
tasfiye edildiler. Diktatör Hitler’in baskısından dolayı Alman
bilim ve sanat insanlarının bir bölümü Türkiye’ye kaçmak
zorunda kalmıştır. İstanbul Üniversitesi’nde göreve başlayan
Alman profesörlerinden biri, Türkiye’yi, ‘Batı’nın pisliğinin
bulaşmadığı ülke’ olarak tanımlamıştır (Hatiboğlu, 2000: 128 ve
130). Alman öğretim üyeleri, kaldıkları süre içerisinde yaptık‐
ları kaliteli bilimsel araştırma ve yayınlarla Türkiye’de aka‐
demik gelişmeye ciddi bir hareket ve heyecan vermişlerdir. Bu
sonuca bakılırsa Hitler, Türkiye’ye tarihi –ama ironik‐ bir fay‐
da sağlamıştır.
İkinci önemli göç dalgası ise ‐bu kez‐ Türkiye’den Al‐
manya’ya doğru “emek göçü” şeklinde oldu. Almanya, II.
DS’nin iktisadi yaralarını sarmak için bol ve ucuz emek gücü‐
ne ihtiyaç duydu ve Türkiye, bu ihtiyacı 1950’lilerden itibaren
karşılayan ülkelerin başında yer aldı. AB sürecinde bu göç
ilişkisi, daha sistematik hale gelmiş ve bir dizi olumlu ve
olumsuz sonuçları beraberinde getirmiştir (Harita / Tablo 1).
Şu anda, Avrupa’da Türkiyeli göçmen nüfusunun en fazla
olduğu ülke Almanya’dır ve orada bir ‘Almancılar’ ya da ‘Al‐
manyalı Türkler’ topluluğu oluşmuştur. Almanya’da neredeyse
İzmir kenti kadar bir Türkiyeli nüfus yaşamaktadır, bir başka
deyişle, bir küçük Türkiye burada kurulmuştur.
140
Stelzenmüller (2007), ‘Türkiye’nin AB üyelik süreci”nde bir
belirleyici olarak, iki milyonu aşkın (ve aralarında dünya ça‐
pında ün yapmış siyasetçi, işadamı, akademisyen, sanatçı vb.
insanların bulunduğu) “Almancı nüfusu” odak alıp değerlen‐
dirirken, haklıdır. Schayan (2008: 43) ise, Almanya’da yaşayan
Türk ağırlıklı yabancı nüfusu –dolaylı‐ göz önünde bulundu‐
rarak, bunu bir “çeşitlilik” olarak kabul etmekte ve “çeşitliliğin
topluma bir zenginlik kattığını fakat aynı zamanda bir sürtüşme
getirdiğini” vurguladıktan sonra; “göçmenlerin bütünleşmesini
sağlamak üzere sürdürülen çabalar arasında dil ve eğitimin birer
anahtar olduğunu” belirtmektedir.
Almanya’da göç ve bütünleşme olgularını bir arada tartı‐
şan Bade’nin (Bade, et al., 2008: 50) bir raporuna göre, 83 mil‐
yon sınırına dayanan toplam Almanya nüfusunun %8.2’si
(=6.7 milyon) “yabancı” ve bunun da %25’ten fazlası (=1.8
milyon kişi) Türkiye kökenlidir. Türkiye kökenli göçmen nü‐
fus tek başına; İtalya, Polonya, Yunanistan ve Eski Yugoslav‐
ya’dan gelenlerin toplamı civarındadır. 1949’da ilk temel iltica
yasasını çıkaran, hızla konuk işçi istihdam etmeye başlayan ve
en son 2007’de Göçmen Yasası’nı değiştiren Almanya’da;
1964’te 1 milyonuncu yabancı işçi bir Portekizli iken; 1969’da
İtalyanlar, ‐işe alımın durdurulduğu‐ 1973’te (605 bine ulaşan)
Türkler en büyük yabancı işçi grubunu oluşturmaktaydı.
Bu durum Almanya’nın Türkiye’ye, Türkiye’nin Alman‐
ya’ya, varsa, sert bakış açısını yumuşatmıştır. Bir Türk devlet
adamı, Alman politikasını, ilginç bir şekilde “yapıştırılmış por‐
selen servis tabağı”na benzetir. I. Dünya Savaşı yıllarında, Türk‐
Alman ilişkileri yoğunken bir diyalog sırasında söylenmiş
olan bu çarpıcı sözün içeriği tam olarak şöyledir: “Siz, bize bir
servis tabağı hediye ediyorsunuz. Bunu bize ikircikli ve kerhen (zo‐
raki) veriyorsunuz. Bize verdiğiniz bu hediyeyi karşılıklı olarak çe‐
141
kiştiriyoruz. Bunun sonucunda tabak kırılıyor ve yapıştırılması
gerekiyor. Sonunda bu hediye tabağı iyi ve sağlam durumda almak
yerine yapıştırılmış durumda aldığımız için her gün buna kızıyo‐
ruz.” (Erichsen, 1999: 240).
Bütün dünyanın işçileri birleşsin diye “Kapital” eserini
yazan ‐Almanya doğumlu‐Marx’a karşı, AB’nin filozofları ile
teknokratları bütün dünyanın patronlarını Almanya’da ve
transAlmanya’da çoktan birleştirmiş durumdadır. Sermaye,
kendi doğasına uygun birleştirmeyi yaptı, yani kapitalistleri
birleştirirken işçileri böldü. Yoksa neden emek piyasası halen
büyük işsiz stoklarını barındırmaktadır? Nasyonal Sosyalizm‐
den, Enternasyonal Kapitalizme çoktan geçilmiştir.
Öyle anlaşılmaktadır ki; Almanya’nın iktisadi başarıları‐
nın kökeninde, Dünya iktisat tarihine geçen ve Amerikan
‘vahşi kapitalizmi’ne seçenek bir kapitalist model olan ‘Ren
kapitalizmi’ vardır. Bugün bir ‘nostalji’ olarak anılsa da, Ren
kapitalizmi, adını Ren nehri kıyılarında inşa edilmiş Alman
kentlerinden ve onların birer sanayi ve ticaret merkezleri ola‐
rak federal ekonomiye yaptıkları büyük katkılarından almak‐
tadır. Dev federal ekonomi onlara çok şey borçludur.
Sonuç Yerine
Almanya‐Türkiye ilişkilerinin Ortadoğu ile bağlantılı ya da
bağlantısız uzun bir geçmişi vardır ve günümüze yansımaları
da ikilemlerle doludur. Her şeye karşın, Almanya cephesinde
Türkiye’nin AB’ye katılımı ciddi olarak savunulmaktadır. Bu
savunu Almanya’da konjonktürel olup hükümetlerin rengine
ve duruşuna göre değişebilmektedir.
Federal Almanya’nın 1998‐2005 dönemindeki Şansölyesi
G. Schröder (Schröder, 2007: 183), yazdığı anı kitabında, Tür‐
142
kiye’nin üyeliğinin stratejik öneminin politik vaatlerden daha belir‐
leyici olduğunu şöyle belirtmiştir:
“Türkiye için AB’ye katılımı, Batı’ya yönelmenin doğru bir seçim
olduğunun en son tasdiki olacaktır. Ayrıca ülkenin modern ve demok‐
ratik topluma dönüşümünün artık geriye döndürülemeyeceğinin de
teminatı olacaktır. Türkiye’nin katılımının kesintiye uğraması, her iki
taraf için de sadece son derece büyük fırsatların kaçırılması anlamına
gelmeyecek, aynı zamanda Türkiye’yi ciddi bir kimlik krizine sürükle‐
yebilecek, politik huzursuzluklara ve birliğin tam yakınında istikrar‐
sızlıklara neden olabilecektir.”
Eski Şansölye Schröder, yine anılarında, Bağımsız Türki‐
ye Komisyonu’nun, Türkiye’nin bir Avrupa ülkesi olup olma‐
dığını sorgulayan ve Almanya’da pek yankı bulmayan fakat
klasik olanların dışında oldukça şeffaf saptamalar içeren, Ey‐
lül 2004’teki raporundan şu önemli alıntıyı yapmaktadır:
“Türkiye’nin Avrupa referanslarına gelince… kültürü ve tarihi Avru‐
pa’yla yakından bağlantılı olan, güçlü bir Avrupa yönelimi ve Avrupa
angajmanıyla onlarca yıldır Avrupa hükümetleri tarafından kabul gö‐
ren bir Avrasya ülkesi olarak değerlendirilir. Bu özelliğiyle Türkiye,
Avrupa’nın komşuluğunda hem Kuzey Afrika’daki hem de Ortado‐
ğu’daki ülkelerden önemli ölçüde ayrılır. Bu nedenle, Türkiye’nin
AB’ye olası katılımı, birliğin söz konusu bu devletlerle ilişkileri için
kaçınılmaz bir model olarak kullanılamaz.”
Şansölye’nin dikkatimize sunduğu aynı rapordan, Türki‐
ye’nin üyeliğine itiraz edilecek idiyse, 1959’da ilk, 1987’de
ikinci başvurusunu yaptığında ve hatta 1999’da aday statüsü‐
nü almadan önce yapılması gerektiğini; o nedenle, hiçbir hü‐
kümetin 2002’de Kopenhag’daki Avrupa Konseyi’nin katılım
müzakerelerine ilişkin sonuç kararlarının, tüm koşullar göz
143
önünde bulundurulmadan verildiğini iddia edemeyeceğini
öğrenmekteyiz.
Şu anda AB’nin lokomotifi ve hatta mucitlerin memleketi
olarak Almanya’nın, sınırdaş ülke olarak da Türkiye’nin birin‐
cil derdi, Irak ve Suriye ekseninde Ortadoğu’daki sönmeyen
ateştir. Bu ateş sadece masum insanları değil, onların yaşam
kaynağı olan her türlü iktisadi ve ticari planları da yakmakta‐
dır. Bu ateşin bir an önce söndürülmesinde Almanya’nın bi‐
rinci derecede tarihsel sorumluluğu bulunmaktadır. Eskiden
Ortadoğu’ya “demiryolu yatırımları” ile giden Almanya, bu kez
Türkiye’den ve ABD’den daha fazla “insani yardım” (gıda,
mobil konut, ilaç, göçmen kabulü, vs.) ve “mali destekler” (sıfır
faizli kredi, hibe, borç silme, vs.) ile gitmek zorundadır.
AB’nin en güçlü ekonomisinden başka ne beklenmelidir? Or‐
tadoğu, artık katıksız sömürgeleştirilmeyi değil, ivedilikle
“insani + iktisadi derman” beklemektedir.
Kaynakça
ATDT‐Almanya’nın Türkiye’deki Dış temsilcilikleri, “Ekonomik
İlişkiler”, 2015, www.tuerkei.diplo.de/ (20/3/2015)
ARRIGHI, G. (2000), Uzun Yirminci Yüzyıl: Para, Güç ve Çağımızın
Kökenleri, Çev. R. Boztemur, Ankara: İmge Kitabevi
BADE, K. J. (2008), “Immigration and Integration in Germany: The
Three Main Waves of Migration and Their Effects”,
Deutschland‐Forum on Politics, Culture and Business, E1 No 5
October/November, pp.50‐2
BBC, “Betasize, Impacts of migration ‐ economic migrants”,
http://www.bbc.co.uk/ (20/8/2014)
DEUTSCHLAND‐POLİTİKA KÜLTÜR VE EKONOMİ FORUMU
(2007), “Made in Germany!”, Frankfurt Societäts‐Druckerei
GmbH, S.4/2007, August‐September
144
ERICHSEN, R. (1999), “Birinci Dünya Savaşı Döneminde Alman‐
ya’daki Türk ve Türkiye İmajı”, Çev. N. Pala‐T. Turan,
Grenzfall Europa (Avrupa’nın İnce Eşiğinde) – Deutsch‐
Türkisches Symposium 1998, Körber‐Stiftung, Hamburg, (ss.
239‐240)
GRAHAM, F. D. (1973), “Hyperinflation: Germany 1919‐1923”, in
Readings in Economics, P.Samuelson (Hrsg.), 7th ed., New
York: McGraw‐Hill Book Co., pp. 98‐101
HATİBOĞLU, T. (2000), Türkiye Üniversite Tarihi, 2.b., Ankara: Selvi
Yayınevi
HEATON, H. (2005), Avrupa İktisat Tarihi, Çev. M. A. Kılıçbay ‐
O.Aydoğuş, Ankara: Paragraf Yayınevi
HOPKIRK, P. (1995), İstanbul’un Doğusunda Bitmeyen Oyun, Çev.
M. Harmancı, İstanbul: Sabah Kitapları
LUKACS, J. (1994), Yirminci Yüzyılın ve Modern Çağın Sonu, 2.b.,
Çev. M. Harmancı, İstanbul: Sabah Kitapları
ORTAYLI, İ. (2006), Osmanlı İmparatorluğu’nda Alman Nüfuzu, 9.b.,
İstanbul: Alkım Yayınevi
SCHAYAN, J. (2008), “Living Together in Germany: Opportunities
for Immigrants”, Deutschland‐Forum on Politics, Culture and
Business, E1 No 5, October/November, pp.43‐5
SCHRÖDER, G. (2007), Siyasi Hayatım, Çev. Ç. C. Dikmen, İstanbul:
Doğan Kitap
STELZENMÜLLER, C. (2007), “Turkey’s EU Bid: A View From
Germany”, in Conditionality, Impact and Prejudice in EU‐
Turkey Relations, edited by N. Tocci, IAI‐TEPAV Report,
pp.105‐118
WELLERSHOFF, D. (1990), “Demokratik Almanya Cumhuriye‐
ti’ndeki Devrim Üzerine”, iç. Almanya Nereye Gidiyor? (Hrg.)
DELİUS, GRASS, SCHNEİDER, WELLERSHOFF, Çev. F. Ant,
İstanbul
145
Harita / Tablo 1: Türkiye’den Almanya’ya doğrudan göç akışı
Olumsuz etki
Olumlu etki
Almanya
Bazı göçmenler Al‐
manca konuşamamak‐
ta ve bu durum ırkçı
gerilimlere yol açmak‐
tadır.
Almanya aldığı göçten
dolayı ucuz işgücü
kaynağı elde etmektedir.
Türkiye
Türkiye verdiği göçten
dolayı toplam işgücü‐
nün bir bölümünü
kaybetmektedir.
Göçmenler Türkiye’deki
ailelerine ve bankalara
döviz göndermektedir.
Kaynak: BBC, 2014.
146
Türk Hükümeti’nin Yeni Diaspora Politikası
Fırsatlar ve Riskler
Yaşar AYDIN
Röportaj: Elif Zehra KANDEMİR (Perspektif)
Perspektif: Sizi »Yeni Türk Diaspora Politikası« başlıklı bir
çalışma yapmaya iten neydi?
Çıkış noktam Almanya’daki tartışmalardı. Cumhurbaş‐
kanı Recep Tayyip Erdoğan’ın başbakanlığı dönemindeki
Almanya gezileri medyada tartışmalara yol açıyor, “Erdoğan
neden buradaki Türklere ilgi gösteriyor?” gibi sorular sorulu‐
yordu. Almanya’da buradaki Türkiyelilerin, Türkiye ile ilişki‐
sinden rahatsız olan bir kitle var ve bu görüş Alman siyase‐
tinde ve medyasında bir şekilde temsil ediliyor. Ben bunun
yanlış olduğunu ve ulusaşırı yönelimlerin Almanya için tehli‐
keli olmadığını düşünüyordum. Beni bu araştırmayı yapmaya
iten temel neden buydu. Almanya’daki söylemlerden ve tar‐
tışmalardan hareketle gerçekleştirdiğim araştırmamın hedef
kitlesi, Alman karar vericileri ve Alman medyasıydı.
SWP’nin (Stiftung Wissenschaft und Politik) konumu
göz önüne alınarak, ulusaşırı organizasyonların tehdit değil
şans olarak görülmesi yönündeki önerinizin dikkate alına‐
cağını düşünüyor musunuz?
SWP içindeki bilimsel forumlarda bunu tartışmaya açtım,
araştırma önerim gerek yöneticiler gerek diğer akademisyen‐
147
ler tarafından ilgiyle karşılandı. O noktada bir tepki görme‐
dim, bilakis birçok tezim onay gördü. Almanya’nın, buradaki
Türkiye kökenlilerin Türkiye ile ilişkilerini kabul etmesi ge‐
rektiğini savunan insanlar mevcut.
Alman medyasında ise konuyla ilgili ciddi bir araçsallaş‐
tırma söz konusu. Erdoğan’ın Köln’de yaptığı konuşmadan
cımbızla »asimilasyonun insanlık suçu« olduğuna dair bir
cümle çekilip alındı. Bu çok yanlış bir cümle, ancak aynı za‐
manda bir kurgu hatası da içeriyor. Çünkü öncesinde, »Sizin
asimilasyona karşı tavrınızı biliyor ve bunu destekliyoruz«,
diyor. Bu doğru, fakat Erdoğan, »Sizi zorla asimile etmek is‐
temeleri yanlıştır« deseydi, hiçbir problem ya da siyasi açıdan
tartışmalı olmayacaktı. Ama »Asimilasyon insanlığa karşı
işlenmiş bir suçtur« dediğiniz zaman bu problemli olur. Çün‐
kü bir göç araştırmacısı olarak tarihteki birçok örnekten bili‐
yorum ki göçün olduğu yerde her zaman asimilasyon da ol‐
muştur. Bu Türkiye için de geçerli. Bugün bizim Türk dediği‐
miz kitlenin hepsinin ataları Orta Asya’dan gelmiyor. Örneğin
Arnavut gelmiş, Müslümanlık üzerinden asimile olmuş. Peki,
bunlar suç mu işledi? Bu cümle o açıdan problemliydi, ama
yine de cımbızla çekilip alındı, bağlamından koparıldı. Ben de
şunu ifade etmeye çalıştım: O cümleyi eleştirelim, yanlış bir
cümle. Ama o cümlenin bir de sonrası var. Sonrasında diyor
ki: »Almanya’daki eğitim olanaklarından faydalanın, sosyal
olarak yükselin, Almancayı öğrenin, siyasete katılın«. Bunlar
göz ardı ediliyordu, ben buna da vurgu yaptım. Bu, Alman
karar vericileri ile yaptığım sohbetlerde ilgiyle karşılandı.
148
Diaspora kavramının tepkiyle karşılanmasını nasıl
açıklıyorsunuz?
»Diaspora« kavramı Alman karar vericilerini provoke
ediyor, kabullenmek istemiyorlar, çünkü »diaspora« kavramı
tarihsel olarak Yahudilerin deneyimiyle özdeşleşmiş bir kav‐
ram. Bu kavramla, geçmişte yaşadığı travmatik bir olayla,
katliam veya sürgünle, yurdundan ayrılmış, dünyanın dört
bucağına dağıtılmış olarak yaşayan bir etnik veya dinsel gruba
işaret ediliyordu. Ve hep Yahudiler veya yerinden yurdundan
sürgün edilmiş diğer topluluklar akla geliyordu. »Türkler için
neden böyle bir terim kullanılıyor?« gibi bir şaşkınlık da yara‐
tıyor »diaspora« kavramı. Oysa son 10‐20 yılda bu kavram bir
dönüşüm geçirdi ve günümüzde artık sadece travmatik bir
olayla yurdundan çıkarılmış, katliama uğramış kitleler için
değil, kendi anayurdundan başka bir ülkede yaşayan toplu‐
luklar için de kullanılıyor. Bunun bir takım parametreleri var.
Bir topluluğa diaspora diyebilmemiz için o toplumun içinde
yaşadığı toplumdan farklı bir kimliğe sahip olması gerekiyor.
Almanya’daki Türklerde, Müslüman‐Türk başlıklı farklı bir
kimlik var ve büyük çoğunluğu bu kimliğe sahip çıkıyor. Son‐
ra ciddi bir örgütlenme söz konusu. Hatta son dönemlerde bir
Türkiyeli göçmen medyası da oluştu. Bir de anavatanla canlı
ilişkileri var. Bunları hesaba kattığımız zaman bunlar modern
diaspora tanımının içine giriyor. Dolayısıyla buradaki Türk
topluluğunu »Türkiye diasporası« olarak tanımlayabiliriz.
Buna karşın Almanya’da özellikle karar vericilerin bakış açısı‐
nı büyük ölçüde 19. yüzyıldaki ulus devlet inşası esnasındaki
teoriler belirlemeye devam ediyor. Ulus devletler içlerinde
örgütlü bir etnik grup istemezler. Almancada »Staat im
Staate« diye bir tabir var; yani »devlet içinde devlet«. 19. yüz‐
yılda Alman Yahudilerine karşı gösterilen tepkilerin birçoğu
149
bu şekilde meşrulaştırılmaya çalışılıyordu. »Bunlar ulus içinde
ulus gibi davranıyor« deniliyordu. Şu an diaspora kavramına
ve diaspora oluşumlarına bakışlarda da bu tarihsel izler var.
Şimdiki paralel toplum iddiaları gibi yani...
Evet, paralel toplum tartışmalarının mantığı ile geçmişte‐
ki diaspora tartışmalarının mantığı birbirine çok benziyor.
»Bir Alman ulusu var, Türkiye kökenliler bunun içinde erimi‐
yorlar« diye kaygılanıyorlar. Daha da şüpheci olanlarda ise,
»Bunlar 5. kol, Truva atı« gibi yaklaşımlar mevcut; bunlar
açıkça ifade edilmeseler de... 19. yüzyılda uluslaşma, ulusal
kimlik oluşturma çağında azınlıklar tehlikeli olarak görülü‐
yordu. 1. Dünya Savaşı’na giren bütün uluslar kendi ulusal
devletlerinin sınırları içinde yaşayan azınlıkları dışlamışlar,
hatta Amerika örneğinde olduğu gibi kamplara koymuşlardır.
Bunu en demokratı da, daha az demokratı da yapmıştır. »5.
Kol«, »Truva atı« ya da »ulus içinde ulus« gibi düşüncelerin
tarihsel arka planı budur. Diaspora oluşumlarının »Truva atı«
olarak algılanması henüz aşılmış değil, bilinçaltında hâlâ var
olan çağrışımlardan dolayı »diaspora« kavramı insanların
hoşuna giden bir kavram değil. Mesela çalışmamda »ulusaşırı
cemiyet« (transnational community) deseydim farklı olurdu,
ama bilinçli kullandım bu kavramı. İnsanlara şunun mesajını
vermek istiyorum: »Günümüz küreselleşme koşullarında di‐
aspora oluşumları gayet normaldir. Buna engel olmanın bir
anlamı yok. Engel olacağım diye uğraşıp ilişkilere zarar vere‐
ceğine, bunu bir fayda olarak algıla!«
150
“Türk diasporası” kavramı Almanya dışında da çok
yaygın kullanılmıyor sanırım...
»Diaspora« bir öz tanım kavramı değil. Türkler kendile‐
rini tanımlarken »Türkiyeliyim« diyor, etnik bir gruba men‐
supsa »Türküm« veya »Kürdüm« diyor, ayrıca »Hamburglu
Türküm«, »Avrupalıyım« ya da »Türk kökenli Almanım«
diyenler de var. Bu tanım kaygısı Türkiye kökenli derneklerde
de var. Bazı kurumlar, »Başımıza iç açılmasın«, diye diaspora
kavramını kullanmamaya özen gösteriyorlar. Onlarla birebir
konuşmamızda aslında aynı tanımı yapıyoruz. Yani benim
diaspora kavramı ile ifade ettiklerim, onların söylediklerinin
aynısı. Ama yine de kullanmamayı tercih ediyorlar.
Almanya’da Türkiye kökenli derneklerin ulusaşırı ol‐
duğunu ifade ediyorsunuz. Bu Almanya’nın yanında elbette
Türkiye ile de iletişim halinde olmayı beraberinde getiriyor.
Türkiye kökenli dernekler, Türkiye’nin diaspora politikası
ile Almanya’nın İslam, azınlık ya da uyum politikası ara‐
sında ne tarz sorun ya da ikilemler yaşıyorlar?
Türkiye, Türkiye kökenli kitlenin iyi bir şekilde Alman‐
ya’daki toplumla bütünleşmesini istiyor. Şöyle düşünüyor:
İçinde yaşadığı toplumla bütünleşememiş bir Türk toplumu‐
nun hem kendine zararı olacaktır, hem de bu Türkiye için dış
politikada sorunlar yaratacaktır. Toplumla bütünleşmiş bir
Türk toplumunun ise Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne (AB) iti‐
razlarda bir gerekçeyi eksilteceğini ve yaşadığı ülkelerle bü‐
tünleşmiş Türk toplumunun Avrupalılara şu sinyali vereceği‐
ni düşünüyorlar: »Bakın Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girme‐
sinde bir sakınca yok; Türkler zaten yaşadıkları ülkelerle bü‐
tünleşmiş şekilde Avrupa’da yaşıyorlar. Dolayısıyla Türkiye
aslında Avrupalı bir ülkedir.« Bu konuda bir fikir ayrılığı yok,
151
buradaki Türkiye kökenli derneklerle uyuşma var. Örneğin;
Türklerin kendi kimliklerinden vazgeçmeden yaşadıkları top‐
lumla kaynaşmasını, sol, sağ, merkez sağ, muhafazakâr birçok
kitle kurumu savunuyor. İkincisi çifte vatandaşlık, bunu
IGMG ya da TGD gibi kurumlar savunuyor. Bazı federasyon‐
lar ise bunu savunmuyor. Ama bunun arkasında da aslında
Türkiye’ye, hükümetin politikasına tepki var. Daha uç gruplar
ise aslında çifte vatandaşlığa karşı bir argüman geliştiremiyor,
ama biraz kurcaladığınızda bunun hükümetin İslami bir gele‐
nekten gelmesine karşı bir tepki olduğu görülüyor. AB üyeli‐
ğini birçok dernek destekliyor. Kürt dernekler, »Türkiye
AB’ye girerse Kürtlerin durumunda iyileşme olur, demokratik
standartlar yükselir« ümidiyle istiyor. Kürt derneklerinin şöy‐
le bir ilginç boyutu da var; Türkiye’de milliyetçi Kürt hareketi
dediğimiz kesime yakın olanlar bile aslında bu konularda çok
pragmatistler. Bunların içinde, »Kürt sorunu çözülsün. Biz
kendimizi Türk diasporasına dâhil hissedebiliriz« diyenler
var. Tabii, bu grupların Türkiye tarafından kolay mobilize
olacakları anlamına gelmiyor bu. Türkiye’nin diaspora politi‐
kası ile Kürt hareketini mobilize etmesi çok zor. Ama Türkiye
doğru bir politikayla bu grupların tabanlarıyla iyi bir bağ ku‐
rabilir.
Başka bir ilginç nokta da şu: Erdoğan’ın buraya gelip
»Ben sizin arkanızdayım« sinyali vermesi Almanya’da tepki
çekiyor, buradaki Türklere zarar veren tartışmalara yol açıyor.
Ama içlerinde Erdoğan’ı ya da AKP’yi sevmeyen, hatta »Bir
an önce gitseler de kurtulsak« diyen birçok kişi de »Ben bu
adamları sevmem ama başbakan da gelip mertçe kafa tutu‐
yor« diye gizli bir hayranlık da besleyebiliyor. Ama Türkiyeli
dernekler ve kurumların burada yakalamış olduğu bir özerk‐
lik var. Onu kaybetmek istemiyorlar. Türk hükümetiyle çok
152
içli dışlı olduklarında buradaki işlevlerini yerine getiremeye‐
ceklerini çok iyi biliyorlar.
Hangi anlamda?
Örneğin, buradaki derneklerin Alman kurumlarıyla fi‐
nansal ilişkileri var. Türkiye kökenli hiçbir kurum finansal
olarak kendi kendine yeterli değil. O projeleri yapabilmesi için
kamusal kaynak alması gerekiyor. Kamusal kaynakları aldığı‐
nız zaman denetime de açık oluyorsunuz ve Türkiye Cumhu‐
riyeti devleti ve hükümeti ile organik bağlara sahip olma im‐
kânınız azalıyor. Bir seçim yapmak zorundasınız. Hem Türki‐
ye ile organik bağı olup, hem de Alman kamusal kaynakların‐
dan yararlanmak sorunlu. Türk yetkililerin de bunu bilmeleri
ve göz önünde bulundurmaları lazım.
Almanya, Romanya’daki, eski Sovyet ülkelerindeki ya
da Özbekistan’daki Almanlara kültürel kurumlar kurarak,
kiliseleri destekleyerek maddi olarak kaynak ayırıyor. Bu
durumda Türkiye kökenlilerin “Biz Türkiye ile organik
bağa sahip olursak buradan dışlanırız” korkusu taşıması bir
çifte standardın sonucu değil mi?
Mutlaka, ama bir zorunluluk var. Burada bir parantez
açalım. Almanların Romanya’daki durumları biraz farklı, ora‐
daki gruplar daha küçük gruplar ve onlara maddi destek sağ‐
lamak daha sorunsuz. Ama burada üç milyonluk Türkiye
kökenli bir kitle var. Bu kitlenin Türkiye ile çok organik bağı
olması da sağlıklı bir durum değil. Bir de Romanya’daki azın‐
lığın Roman kamusal kaynaklarından faydalanma durumuna
bakmak lazım. Roman kamusal kaynağından faydalanıp, Al‐
manlarla çok sıkı bağları olursa, Romanya sorun yaratır.
153
Ben Almanya’da hala bir Yunus Emre Kültür Merkezi’nin
olmamasını anlayamıyorum. Şunu sorguluyorum: Alman‐
ya’nın en fazla 100 bin Alman’ın yaşadığı Türkiye’de Konrad
Adenauer Vakfı, Friedrich Ebert Vakfı, Friedrich Naumann Vakfı ve
Rosa Luxemburg Vakfı var. Bunun yanında Goethe Enstitüsü ve
Alman okulları var. Bunlar Türkiye ile Almanya arasında birer
köprü işlevi görüyorlar ve dolayısıyla son derece önemliler.
Türkiye’nin neden Almanya’da bir vakfı, araştırma merkezi
yok, bunu sorguluyorum. Bu olmalı, bunu Türkiye de yapma‐
lı. Ama kitlesel örgütlerin Türkiye ile organik bağlarının olma‐
sı biraz sorunlu. Ben Türkiye kökenli biri olarak Türkiye ile
bağlarımın sürmesini istiyorum, buna ihtiyacım da var. O
yüzden çifte vatandaşlığı istiyorum. Diğer taraftan da ben Tür‐
kiye’nin resmi elçisi değilim. Alman toplumunun bir bireyi olan
benden, Türkiye bir elçi gibi davranmamı beklememeli.
Bu, Türk diasporasının, Türkiye’nin diaspora politikası
karşısındaki tavrı. Almanya’nın Türk diasporasına karşı
tutumu nedir?
Almanya’nın uzun zaman bir entegrasyon politikası yok‐
tu, daha çok bir geri dönüşü teşvik politikası vardı. Hatta geri
dönüş olanağını canlı tutmak için çocuklara Türkçe dersleri
veriliyordu. Bundan vazgeçildi, şimdi ise buradaki kitleyi
buradaki toplumla bütünleştirmek istiyorlar. İslam buranın
bir parçası olsun deniliyor. Bu ciddi bir değişim. Eskiden geri‐
ye dönebilsinler diye Türklerin Türkiye ile bağlarının canlı
kalmasını istiyorlardı. Şimdi ise Türkiyelilerin Türkiye ile
bağlarının mümkün olduğu kadar azalmasını istiyorlar. O
yüzden Türkçe teşvik edilmiyor, iki dillilik çok da istenmiyor
aslında ve ulusaşırı yönelimlere pek de iyi gözle bakılmıyor. O
nedenle Alman karar vericilerin büyük kesimi Türkiye’nin
154
diaspora politikasından rahatsız. O nedenle sıklıkla, »Burada‐
ki Türkiyelilerin başbakanı Tayyip Erdoğan değil, Merkel’dir«
deniyor.
Öte yandan Almanya »entegrasyon« ya da »İslam« der‐
ken, İslam’a millî güvenlik çerçevesinden bakıyor. Oradan
baktığı için de buradaki dinî kurum ve kuruluşlara, radikallik‐
le mücadele gibi bir takım görevler yüklüyor. »İslam, Avru‐
pa’nın ya da Almanya’nın bir parçasıdır« derken aslında sem‐
bolik bir sinyal veriliyor. Bu kuşkusuz son derece olumlu bir
yaklaşım ama aynı zamanda çok karışık bir durum da söz
konusu: Şu an Avrupa uygarlığı dediğimiz modern Avrupa
medeniyeti denilen oluşumda Hıristiyanlık ve Museviliğin
önemli bir payı var. Çünkü Aydınlanma her ne kadar dine
karşı eleştiri olsa da dinden hareket ediyor. Bir sürü Musevi
de Aydınlanma ya da Romantizm hareketi üzerinden buradaki
medeniyete eklemlendi. Sonra canlarına okudular, o ayrı konu
ama eklemlendi neticede. İslam’ın Batı Medeniyeti’ne katkıları
ise çok daha gerilere gittiği için toplumda pek bilinmiyor,
çünkü çok geride kalmış. İslam uygarlığının Avrupa felsefesi‐
ne ciddi katkıları unutulmuş, canlı değil. Dolayısıyla dışarıdan
bakıldığında İslam, Avrupa içerisinde olan bir din değil. Bir
de Avrupa’nın kendini bir bütün olarak kurgulayabilmesi için
bir ötekine ihtiyacı var. Aydınlanmanın ötekisi delilikti, irras‐
yonalizmdi. Şimdiki Avrupa’nın ötekisi de İslam. İslami coğ‐
rafyada çatışmalar ya da IŞİD gibi cihatçı formasyonların gad‐
darlıkları üzerinden insanları »tehlike var« diye bir araya geti‐
rebiliyorsunuz. Çetrefilli bir durum, ama özetle İslam Avrupa‐
lılar için bir rahatsızlık kaynağı.
155
Almanya’nın Türk diasporasının, Türkiye ile göbek ba‐
ğını kesme yolundaki çabalarının arkasında yatan motivas‐
yon nedir?
Türkiye’nin Türk diasporasıyla ilişkiye geçerek Almanya
karşısındaki konumunu güçlendirmesinden çekiniliyor. Tür‐
kiye ile Almanya’nın ilişkileri her zaman asimetrik olmuştur.
Güçlü Almanya, güçsüz Türkiye… Birçok Türk diplomat şöyle
örnekler verir: »Şu Alman kurumun temsilcisiyle randevu al‐
mak için problemler yaşıyorduk, gelmiyordu, ukala davranı‐
yordu vs.« Bir asimetriden bahsediliyor. Son yıllarda Türki‐
ye’nin gelişmesi ve ekonomik gücünün artması ile o asimetrinin
zayıfladığını görüyor bazı Alman karar vericileri, bu durumdan
kaygı duyuyorlar. Bir de Türkiye, Almanya ile ilişkilerini, dias‐
porası üzerinden daha simetrik bir hâle getirebiliyor. Bunun
getirdiği bir rahatsızlık var. Bu ilişkinin asimetrik kalması, gü‐
cün kendisinden yana olmasını istiyor Almanya. İkinci neden
ise demin bahsettiğim korkular, insanların Türkiye ile güçlü
bağları olursa, burası ile bütünleşemezler kaygısı...
Şunu da belirtmek gerekiyor: Göç ve bütünleşme tartış‐
malarında Almanya’da iki pozisyon vardır. Biri, benim de
savunduğum ulusaşırıcılık akımı. Bu pozisyona göre ulusaşırı
yönelimler, ulusaşırı göç, küreselleşmenin ve ulaşım ve ileti‐
şim alanındaki teknik olanakların getirdiği olağan şeyler. Kar‐
şıt görüşte olanlara ise biz sosyologlar, “asimilasyoncular”
diyoruz. İçinde Hartmut Esser ve Frank Kalter gibi isimlerin
olduğu bu görüş, ulusaşırı yönelimlerin iyi olmadığını, kişinin
marjinalleşmesine yol açtığını, kültürel, sosyal ve yapısal bü‐
tünleşmeyi engellediğini iddia ediyor. Hatta bu görüşe göre
iki dillilik de iyi değil. »İki dilliliği ancak diplomat çocukları
kotarabilir, ama büyük kitle için bu tehlikedir« diyorlar. Aynı
zamanda çifte vatandaşlığa da karşı çıkan bu görüşün arka‐
156
sında monist (tekçi) bir kültür anlayışı var. Çoğulculuğa yat‐
kın bir anlayış değil bu. Almanya’nın kaygılarının bir nedeni
de bilinçaltında yatan bu görüşün izdüşümleridir. »Bunları
toplumla bütünleştirebilmemiz için bunların Türkiye ile göbek
bağlarının kopması gerekir« diye düşünüyor bazı Alman ka‐
rar vericiler.
Bir de Türkiye ile Türk diasporası arasındaki ilişkilerde,
Türkiye’deki siyasal sorunların buraya taşınması gibi bir prob‐
lem var. Örneğin, Gezi Parkı Eylemleri sürerken, buradaki
Türkiyelilerin toplu tepki göstermeleri sonucu Türkiye’deki
sorunlar buraya yansıtıldı. Bu, bir ayrışmayı da beraberinde
getirdi. Bazı kesimler, kendilerine faydasının olacağını bilme‐
lerine rağmen çifte vatandaşlığa karşı çıkmaya başladılar, sırf
AKP hükümeti de istiyor diye.
Türkiye, diasporasına yönelik kurumsal adımları yeni
yeni atıyor. Türk diaspora politikasını nasıl değerlendiri‐
yorsunuz?
Türkiye’nin 1960’lardan beri yurt dışındaki Türklere yö‐
nelik bir politikası vardı. Ataşelikler üzerinden sunulan bu
desteğe bir de DİTİB üzerinden dini hizmet eklendi. Ama
bence kırılma noktası 1980 yılında gerçekleşti, 12 Eylül Darbe‐
si sonrasındaki anayasada çifte vatandaşlık serbest bırakıldı.
Bunun temelinde, »Bunlar dönmeyecek, dönmemeleri de bi‐
zim için iyi, oranın vatandaşı olsunlar« kanaati var. Son dö‐
nemdeki en başarılı adım ise »diaspora« teriminin kullanılma‐
sı. Bu kavramın kullanılması ile Türkiyelilerin buranın bir
parçası olduğu kabul edilmiş oluyor. Ama diğer taraftan hü‐
kümetin ciddi, şeffaf bir programı yok. Biz hükümetin attığı
adımlardan ve uygulamalarından bir diaspora politikası oldu‐
ğu sonucunu çıkartıyoruz. Kapsamlı bir eylem planı olmadığı
157
için hedefler de belli değil Türkiye açısından. Diasporaya ka‐
mu diplomasisi çerçevesinde bakılıyor. Bu önemli, bütün dev‐
letlerin var, Türkiye’nin de olması gerekiyor. Türkiye gibi bir
ülke, kamu diplomasisi uyguladığı zaman buradaki Türkiyeli‐
leri es geçemez. Ama hedef net değil! Bu olmayınca Türki‐
ye’den buraya gelen karar vericiler sembolik çıkışlarla işi gö‐
türmeye çalışıyor ve insanlara »Arkanızdayız« mesajı verili‐
yor. Örneğin; Bekir Bozdağ’ın koruyucu aileler bağlamındaki
»zoraki asimilasyon« söylemleri talihsiz açıklamalardı. Çünkü
Türk çocukların bakıcı ailelere verilmesinin nedeni belliydi:
Türk aileleri sorunluydu ve koruyucu olacak Türk ailesi bulu‐
namamıştı. Fazla somut bilgi olmadan yapılan »Türk çocukları
zorla Hıristiyanlaştırılıyor« gibi açıklamalar da ilişkilere zarar
verdi.
Öte yandan diaspora politikasında vurgulanan muhafa‐
zakar sosyal ahlak anlayışı da sorunlu. Buradaki toplumun
önemli bir kesimi muhafazakar, ama diğer önemli bir kesimi
değil. Örneğin; seküler, laik kesimden Türkiye’nin diasporası‐
na yönelik toplantılarına katılan biri şöyle bir şikâyette bu‐
lunmuştu: »Kendimi yalnız hissettim. Sanki biz seküler insan‐
lara, ‘Biz sizi temsil etmiyoruz’ sinyali vermek ister gibilerdi«
Almanya, Türkiye’ye akraba devlet olarak kendi dias‐
porasıyla alakalı sorumluluğunu yerine getirmesi için uy‐
gun alanı açıyor mu sizce? Yoksa Türk diaspora politikası
bütünüyle bir tehdit olarak mı algılanıyor?
Türkiye’nin buradaki Türkler için bir akraba devlet oldu‐
ğu gerçeği Alman yetkililerin büyük bölümünün hoşlandıkları
bir durum değil. Oysa akraba devlet meselesi için farklı bir
durum var: Türkiye, Alman vatandaşlığına geçmişler için
akraba devlet. Türk vatandaşlığına sahip olanlar için ise va‐
158
tandaşı olduğu devlet. Fakat bu gerçeği kabullenme eğilimi
görmüyor, Türkiye’ye uygun alanın açıldığını da düşünmüyo‐
rum. Almanya, Türkiye’nin diaspora politikasını rahatsız edi‐
ci, bütünleşmenin önünde bir engel olarak görüyor ve Türki‐
ye’nin buradakileri işlevselleştirdiğini öne sürüyor.
Burada eleştirilmesi gereken aslında Türkiye’nin çok
müdahil olmasından ziyade Almanya’ya kıyasla eksik an‐
gajman ortaya koyması değil mi?
Ben Türkiye’nin angajmanını doğru buluyor, sadece bazı
yöntem ve eğilimlerini eleştiriyorum. Yeteri kadar kapsayıcı
olmadığını, Türkiyeli diasporanın çoğulcu yapısını kucakla‐
yamadığını düşünüyorum – hangi nedenle olursa olsun. Belir‐
li gruplara »Siz de bizdensiniz.« mesajı verilemiyor. Verilse
bile, o gruplar tarafından bazen de haklı nedenlerle öyle algı‐
lanmıyor. Bunlardan birisi Alevilerdir. Aleviler şu an ilginç bir
tarihsel süreç yaşıyorlar: Alevilerin şu anda Almanya’daki
hukuki statüleri, anayurtları olan Türkiye’deki hukuki statüle‐
rinden daha ileri durumda. Türkiye, diaspora politikasıyla
bütün farklılıkları kapsayabilmeli. Dönemin Dışişleri Bakanı
Davutoğlu’nun bir konuşması var: »Anadolu’dan çıkan herkes
Türk diasporasıdır. Ermeni de Türk diasporasının bir unsuru‐
dur«, diyor. Burada aslında dâhil etme iradesi gösteriliyor, bu
önemli ama gerisi getirilemiyor, pratiğe dökülemiyor.
Ülkeler başka ülkelerin vatandaşlarıyla direkt iletişime
geçmek istiyorlar. Almanya bunu Goethe Enstitüleri ya da
vakıflarıyla çok iyi bir şekilde yapıyor. Türkiye’nin de bunu
Almanya’da yapması, Almanlarla iletişime geçmesi için kamu
diplomasisi uygulaması lazım. Bunu uygularken de buradaki
Türkiyelilerden faydalanabilir. Diaspora boyutunda beklenen
şey şu: Türkiye, buradaki Türkiyelilerle ilişkilerini geliştirsin,
159
ama onların özerkliği dikkate alınsın. Türk diasporası, Türki‐
ye’nin elçiliğini yaparsa işlevsizleşecek ve artık Türkiye için de
ilginç olmaktan çıkacaktır.
Birçok politikacı, Türkiye’nin Türkiye vatandaşı olan‐
larla ilgilenmesini normal bulurken, Alman vatandaşı olan
Türkiye kökenlilere ilgisini olumsuz değerlendiriyor. Öte
yandan »yurt dışı Alman« tanımına baktığımızda, Alman‐
ya’nın şu grupları »yurt dışı Alman« olarak tanımladığını
görüyoruz: »Uzun vadede Almanya dışında yaşayan Alman‐
lar, yurt dışında yaşayıp kendisini Alman dil ve kültürüne
bağlı hisseden ve Almanca konuşanlar ya da ataları bir za‐
manlar Almanya’dan başka bir ülkeye göç edenler«. Bu ta‐
nıma benzer bir tanım geliştiren Türkiye’nin, Almanya’daki
Türkiye kökenlileri, Türk vatandaşlığına sahip olmasalar da
kendi milletinden görmesi neden sorun olsun?
Almanya’nın aynısını aslında kendisi yaparken Türki‐
ye’ye karşı çıkmasının haklı bir gerekçesi yok, çıkarları açısın‐
dan istemiyor. İstemiyor, istemediğini de belirtiyor Almanya.
Bu bir çıkar çatışması, güç savaşı aynı zamanda. Öte yandan
yasal olarak Türkiye’nin öyle bir hakkı yok, Türkiye Alman
vatandaşı olan Türkiye kökenlilere diplomatik destek vere‐
mez. Ama benim Türkiye ile akraba devlet olarak bağım varsa
buna da kimse karışamaz. Her ne kadar biz ulusu siyasal ola‐
rak tanımlayalım desek de bu tarz anlaşmazlıklar oluyor. Ba‐
zıları Türklüğü siyasi tanımlayalım diyorlar ve Türklerin ör‐
neğin; Türkmenlere ya da Tatarlara ilgisini eleştiriyorlar. Ama
bunu eleştiren kişi, Kuzey Suriye’deki Kürtlere ilgi gösteriyor.
Bu tarz ilgiler, sadece insani nedenlere bağlı değil, bu ilgilerin
etnik boyutu da var. Ve bunu Yunanistan da, Rusya da yapı‐
160
yor. Türkiye’nin kendisine bir şekilde kültür olarak yakın
unsurlarla ilişki kurması da gayet normal.
Yani her ülke kendi girişimlerinin diğer ülkeler tara‐
fından yapılmasına karşı çıkıyor. Peki, Türk diasporası bu
çifte standarttan nasıl kurtulur?
Buradaki Türkiye toplumu, Türkiye’deki gelişmeleri bu‐
raya taşıyor ve siyasi olarak çok dağınıklar. Bu çifte standarda
itiraz; hükümet üzerinden yapılıyor genelde. Eğer ki Türk
hükümetinin politikalarından memnunsa, onun diaspora poli‐
tikasını savunuyor ve çifte standart diskuruna karşı çıkıyor.
Eğer hükümeti desteklemiyorsa, Türkler üzerindeki baskıcı
diskuru, baskıcı olarak bile görmüyor. Hatta AKP eleştirildiği
için hoşuna gidiyor. Bir de Türkiye toplumu içinde belirli ke‐
simlerde, »Biz iyi Türkleriz, dindar Müslümanlar gibi değiliz,
biz uyumluyuz. Bizimle iş yaparsanız daha rahat edersiniz«
gibi bir rekabet de var. Alman yetkililere karşı »İyi Türk«, »İyi
Müslüman« konumlandırılması var. Bu durumda bu çifte
standarttan kurtulmak için çaba sarf etmek daha da zorlaşıyor.
Armin Laschet (CDU), Türkiye kökenlilere oy hakkı ve‐
rilmesine karşı çıktı, oysa yurt dışı Almanlar hem genel hem
de Avrupa seçimlerinde oy kullanabiliyorlar. Almanya’nın
2014 Kasım ayında Romanya cumhurbaşkanı seçilen Klaus
Johannis’e desteği sorun olarak görülmezken, Türkiye’nin
kendi diasporasının siyasi katılımı ile ilgili destekleri so‐
runsallaştırılabiliyor. Buna ne dersiniz?
Türkiye’deki cumhurbaşkanlığı seçimlerine yurt dışından
katılımın az olması ile ilgili bir memnuniyet vardı Alman ka‐
rar vericilerinde. Ben de şöyle dedim: »Demek ki kaygılarınız
yersizmiş!« Bakın, diaspora toplulukları hiçbir zaman anava‐
161
tan tarafından tamamıyla araçsallaştırılıp kontrol edilemezler.
Bunu Türkiye de yapamaz, Almanya da yapamaz. Etkiler,
ama istediği gibi yönlendiremez, çünkü diaspora anavatan
tarafından kolayca yönlendirilebilen bir oluşum değildir. Öte
yandan Türkiyelilerin Türkiye’ye ilgisi sorgulanıyor. Ben bu
konuda şöyle düşünüyorum: Türk diasporasının, Türk siyase‐
tinde aktör olması ve buradan Türkiye’deki siyasete yön ver‐
mesi zor. Türkiyelilerin buradaki politikalara katılımı daha
mantıklı çünkü burada bir şeyleri değiştirebilirler. Bu Türki‐
ye’deki politikayı izlemesinler anlamına gelmiyor. »Türki‐
ye’deki politik süreçten etkilenmezken, o süreci etkilemeleri
mantıksız« gibi eleştirilere katılmıyorum. Seçme ve seçilme
hakkı vatandaşlığa bağlı bir haktır nihayetinde.
Almanya’nın kendisi yurt dışı Almanlara seçim hakkı ve‐
rirken Türkiye’den oy hakkı vermemesini istemesinin rasyo‐
nel bir gerekçesi yok. »Erdoğan buraya geliyor, seçim konuş‐
ması yapıyor. Ne hakkı var?« deniliyor. Ben de, »Obama’nınki
seçim konuşması değil mi?« diyorum. »Her dış politika biraz
da seçim politikasıdır. Bunu beğenmeyebilirsiniz, hoşunuza
gitmeyebilir ama buna alışın« diyorum. Buna yasal bir engel
çıkarılamaz ve bunun gerekçesi de yok. Merkel de gidip Alan‐
ya’da konuşabilir. Bunlar, iki ülke arasında zıtlaşmalara yol
açıyor, çünkü iki ülkenin dış politika hedefleri birebir örtüş‐
müyor. Öte yandan bazı Türk yetkililerin de eleştirilmesi ge‐
rekiyor, zira dikkatsizce, altını dolduramadıkları bazı söylem‐
lerde bulunuyorlar. Bu da haklı olarak Alman tarafında tepki‐
lere yol açıyor. Bu konuda birçok Alman yetkiliden, »Bu de‐
meçler halka yansıyınca halk karşısında zor durumda kalıyo‐
ruz ve bir şeyler söylemek ihtiyacı hissediyoruz» şeklinde
samimi olduğuna inandığım eleştiriler dinledim.
162
Araştırmanızda Türk kökenli derneklerin uyuma engel
olarak algılandığını ve Türkiye’nin sınır dışına açılma poli‐
tikasının bir enstrümanı olarak görüldüklerini belirtiyorsu‐
nuz. Bu algıya da Türk siyasetçilerin muhafazakâr retoriği‐
nin katkı sağladığını ifade ediyorsunuz.
Daha çok muhafazakâr dernekler üzerinden hareket et‐
meleri de bunda etkili oluyor. Daha kapsayıcı olsalar belki
daha az sorun olacak.
Peki, bu algıda etnosentrist yaklaşımların ne kadar payı
var sizce?
Ciddi payı var. İki ülkenin de Türkiye kökenli dernekler‐
den farklı beklentileri var. Türkiye’nin beklentilerine değin‐
dim; Türkiye, onları birtakım hak taleplerinde destekliyor,
karşılığında da Türkiye için lobi yapmalarını istiyor. Almanla‐
rın beklentileri, güvenlik alanında radikallikle mücadele gibi
bayağı geniş ve muğlâk talepler. Öte yandan Almanya, vatan‐
daşlığa geçişi hâlâ bir asimilasyon olarak görüyor. Türkiye
kökenlilerin Alman kültürünü öğrenmesi gerektiğini düşünü‐
yor. Yani, o etnosentrist damar hala var Almanya’da. Resmî
yetkililerde, »Türklerin Türklüklerini ne kadar zayıflatırsak o
kadar iyi olur« bakışı var. Yunanlara, İspanyollara karşı bu
kadar katı değiller. Bunun biraz sayıyla, biraz da dinle ilişkisi
var. Müslümanlığın, Türkleri başından beri farklı kıldığını
düşünüyorlar ve buna dair rahatsızlıkları var. Türkleri ve
hatta “İslam’ı ulusal kontekstten nasıl kopartırız ve buraya
bağlarız” sorusu soruluyor. O yüzden din adamlarını burada
yetiştirme isteği ve İslam’ı Almanlaştırma çabası kendisini
gösteriyor.
163
Türk diaspora politikası, Almanya’nın uyum politikası
kapsamında değerlendiriliyor. Öte yandan Almanya’nın dış
politikası, iç politikaya dönük bir işlev kazanıyor, Türkiye
kökenlilere yönelik iç politika da dış politikanın bir unsuru
hâline gelebiliyor. Bu hassasiyetler arasında nasıl bir denge
oluşturulabilir?
Burada Türkiyelilerin uyumu ve toplumla bütünleşme
sorunları, siyasete katılımlarının önündeki engeller tartışıldığı
zaman, bu Alman dış politikası için de sorun oluyor. Alman‐
ya’nın Irak’a yönelik dış politikasını ele alalım. Bu, tamamen
dış politikaya yönelik değil, aynı zamanda iç politikaya dönük
bir boyutu da var, çünkü Alman partilerine oy veren Kürt
kökenli insan var. Almanya çifte vatandaşlığa karşı çıkıyor, bu
dış politikada Türkiye ile bir gerilim yaratıyor. Ya da Şansölye
Merkel, Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkınca bu durum iç
politikada partisinin Türklerle ilişkisinde problemler çıkarı‐
yor. Bunu aşmanın yolu, Türkiye ile Almanya’nın birbirini
ortak olarak görmesi, işbirliğinin yollarını aramasıdır. Alman‐
ya’nın Türkiyelileri bir şans, bir köprü olarak görmesi; Türki‐
yelilerin Türkiye ile bağlarından korkmaması lazım. Türkiye
ile bağlarını kopartmış, Türkçe ile ilişkisini kesmiş, İslam’dan
tamamen kopmuş birinin, Almanlara da bir faydası olmaz.
Çünkü o kişi sıradan bir Alman olacaktır. Türklerin Türkiye
ile iyi ilişkilerinin olması Almanya için de bir fırsattır.
Türkiye’nin de Türk diasporasının bir özerkliğinin oldu‐
ğunu, Türklerin her şeyden önce yaşamlarını burada sürdür‐
düğünü görmesi gerekiyor. Türk diasporasını araçsallaştırma‐
dan işbirliğini sürdürürse iki taraf için de faydalı olur. Son
olarak bir noktanın altını çizmek isterim: Uyum süreci hep iki
boyutlu tartışıldı. Göçmen ve göç edilen devletin politikaları.
Hâlbuki bu süreçte üçüncü bir boyut daha var; o da göçmenin
164
geldiği ülkenin devleti. O devlet de bu uyum sürecinin bir
aktörü. Almanya’nın bunu kavrayıp Türkiye’yi bir partner
ülke olarak kazanmanın yollarını araması ve Türkiyelilerden,
Türkiye ile olan bağlarını zayıflatmasını talep etmekten vaz‐
geçmesi gerek.
165
II. BÖLÜM
TOPLUM, SAĞLIK, EĞİTİM ve
MESLEK ALANLARINDA
ÇEŞİTLİLİK
167
Almanya’da Sosyal Hizmet Kurumlarının
Gelişimi ve Göçmenlerin bu Alandaki
Örgütlenmesi
Kenan KOLAT
“Sosyal Hayır” ya da “Sosyal Hizmet” olarak çevrilen
“Wohlfahrt” kavramı, Almanya’da oldukça eskilere dayanır.
Sosyal hayır kavramı Almanya’da Hıristiyanların değerleri
arasında bulunan “Nächstenliebe”, yani çevrendekilere sev‐
giyle yaklaşma, onlarla empati kurma ve onlara yardımcı ol‐
ma yaklaşımından kaynaklanır. Ortaçağda manastırlar
(Kloster) tarafından özellikle hasta ve yaşlılara yönelik hizmet‐
ler sunulurdu. 19. yüzyılda endüstrileşmenin gelişmesiyle
insanların günlük yaşamlarında temel değişiklikler oldu. Kla‐
sik koruma sistemleri ve mekanizmaları insanları koruyamaz
olunca, kiliselerin yanı sıra bu tür hizmetleri sunan birçok
dernek oluştu.
Almanya’da sosyal hayır kurumlarının ortaya çıkışları
çok somut olaylara dayanır. Örnek vermek gerekirse, Arbeiter
Samariter Bund adlı işçi kuruluşu, Berlin’e yakın bir yerde
tamamlanmamış bir duvarın, çalışanların üzerine yıkılması
sonucunda onlara yardım edilmesinde sorunların çıkması
üzerine, diğer çalışanlar tarafından bu tür olaylara anında
müdahale edilebilmesi için “İlkyardım” denebilecek bir olu‐
şum olarak kuruldu. Musevi doktorlar, çalışanlara ücretsiz
169
olarak ilkyardım kursu verdiler. Onları yürekleri sızlayan
anlamında Samariter olarak eğittiler. Böylece ilk sosyal hayır
kurumu, 125 yıl önce oluşmaya başladı.
Protestan Kilisesi, 1848 yılında Diakoni adlı kurumu kur‐
du ve arkasından 1859 yılında Alman Kızılhaç Örgütü kuruldu.
Caritas ise 1897 yılında Katolik Kilisesi tarafından kuruldu.
1917 yılında Yahudi Sosyal Hayır Kurumu, 1919 yılında
Arbeiterwohlfahrt (AWO) adlı sosyal demokrat eğilimli kurum
ve 1924 yılında Paritaet adlı sosyal hayır kurumu kuruldu.
Türkiye coğrafyasında da benzer kurumlaşmaların oldu‐
ğunu görmekteyiz. Hilal‐i Ahmer (Kızılay), Darülaceze, Çocuk
Esirgeme Kurumu (Himaye‐i Etfal), Darulhayır ve birçok vakıf
olduğunu biliyoruz.
Tarihsel perspektiften bakıldığında Almanya’da;
1) bu oluşumların sosyal hayır işi tabanda başlayıp sivil
toplumda geliştiği,
2) tabandan başlayan bu oluşumlara daha sonra yasal
çerçeve verildiği,
3) sosyal hayır işinin devlet eliyle de yürütülebileceği,
ama daha çok sivil toplum tarafından sunulan hizmet‐
ler bütünü olduğu ve
4) sosyal hayır işinin gönüllülük temelinde yapılan ve
toplumsal angajmanı arttırıcı unsur olarak görüldüğü
söylenebilir.
Bugün ise 1945’den sonra sosyal devlet ilkesi çerçevesin‐
de sosyal hizmetler, sosyal politikaların temelini oluşturmak‐
tadır. Sosyal hayır kurumlarının amacı, sosyal farklılıkları
gidermek, toplumsal ve politik gelişmelere katılımı sağlamak,
insanlara temel sosyal güvenlik olanağını sunmak olarak ge‐
liştirildi.
170
Sosyal hayır kurumları, sosyal devletin vazgeçilmez bir
sütunu olarak zaman içinde yoğun olarak gelişti ve günü‐
müzde önemli bir sektör haline geldi. Devletten sonra ikinci
büyük işveren olarak toplam 1,67 milyon insanın çalıştığı bu
kurumlarda göçmen çalışan oranının oldukça düşük olduğu
bilinmektedir. Son yıllarda “kültürlerarası açılım” adı altında
gerek Alman çalışanların eğitimlerine önem vermeye ve ge‐
rekse göçmen kökenli çalışanların sayısının artırılmaya çalışıl‐
dığı görülmektedir.
Almanyalı göçmen örgütlerinin bu konuda geçmişte cid‐
di bir çaba içinde oldukları söylenemez. Ama son yıllarda
farklı platformlarda bir araya gelen değişik ulusların göçmen
örgütleri konuyu ele aldılar ve Almanya, Türk Toplumunun
öncü rol aldığı bir yapı içinde bir tartışma yaşadılar.
Nihayetinde 3 Haziran 2014 tarihinde 11 çatı örgütü bira‐
ya gelerek “Kültürlerarası Sosyal Hayır Kurumu” (VIW)
adında bir sosyal hayır kuruluşu oluşturdular.
Kültürlerarası Sosyal Hayır, Güçlendirme ve
Çeşitlilik Kurumu’nun (VIW) Kuruluşu
Temel düşünce: VIW, göçmen gruplarının ırklar ve kültürler
üstü perspektifini ülkemizin geleceğinin beraberce tasarlan‐
masına dahil etmeyi amaçlar.
Toplumun artan çoğullaşması göz önünde bulundurul‐
duğu zaman, tüm toplumla ilgili sosyal hizmet, göçmenlerin
veya vatandaşlığa alınan kişilerin ihmal edilen ihtiyaçlarını
onlara özel olarak uyarlanmış hizmetlerle tamamlayan kültür‐
lerarası bir organizasyon kültürüne ihtiyaç duyar. Kültürlera‐
rası Sosyal Hayır Kurumu’muz, kendisini sadece mevcut hiz‐
metlerin bir tamamlayıcısı değil, aynı zamanda göç toplu‐
mundaki sosyal hizmetler için inovatif bir güç olarak görür.
171
Kültürlerarası Sosyal Hayır Kurumu, tüm Almanya’da
çalışan göçmen derneklerinin bir ağıdır ve sosyal hizmet ala‐
nındaki çeşitlilik yeterliliğini artırmayı ve azınlık gruplarının
gönüllülük potansiyelini güçlendirme (empowerment) yoluy‐
la ortaya çıkarmayı ve etkili kılmayı amaçlar.
Gelecekte tüm yurdu kapsayan bir kurum yapısının ku‐
rulması ve sosyal hizmetlerin planlama süreçlerine katılım
öngörülmüştür; ancak bu, sağlanan kaynaklara ve yerleşik
organizasyonların işbirliğine hazır olmasına bağlıdır.
Almanya ve Alman nüfusu, son yıllarda önemli deği‐
şikliklere uğramıştır. Günümüz toplumunun çoğulculuğu,
sosyal hizmetlerin mevcut yapısında planlama ve karar alma
süreçlerinde yeteri kadar dikkate alınmamaktadır.
1.) 2005 yılı nüfus sayımı sonuçlarının yayımlanmasın‐
dan beri, ailevi göçmen geçmişine sahip olanların ve
göçmenlik biyografileri (ve bununla Almancanın
ikinci dil veya yabancı dil olması veya çok dilliliğin)
olağan karşılanan grupların tüm toplum içindeki payı
bilinmektedir1. Göçmen geçmişe sahip nüfusun tüm
topluma oranının artışı, mutlaka yerli Alman nüfu‐
sun oranının azalmasını gerektirir. Yerli Alman nüfu‐
sun dini aidiyete, yaş yapısına ve sosyal tabakaya gö‐
re bileşimi de değişikliğe uğramıştır. Bugün Alman‐
ya, 50‐60 yıl öncesine göre birçok açıdan daha hetero‐
jen bir nüfus bileşimine sahiptir.
1
Göçmen geçmişe sahip kişilerin yaşları dikkate alınmaksızın tüm Alman‐
ya’daki payı, %19‘dur. Hatta bu en genç grup olan 6 yaş altındaki çocuk‐
larda ise çoğunluğu oluşturmaktadır ve mesela Bremen veya Duisburg
gibi bazı şehirlerde %53’e Düseldorf, Köln ve Stuttgart veya Frankfurt am
Main ve Nürnberg gibi diğer bazı şehirlerde %60’ın üzerine çıkmıştır (Nü‐
fus sayımı 2009). Batı Almanya şehirleri ve sayıları her geçen gün artan il‐
çeler çok ırklı olmuşlardır.
172
2.) Yıllardan beri göçmen nüfusunda değişiklikler tespit
edilmektedir: Almanya’da doğanların ve Almanya’da
okula gidenlerin payı, her geçen gün artmaktadır.
Birçoğu eğitim ve iş hayatında başarılıdır ve özellikle
göçmen geçmişi olan akademisyenlerin ve kalifiye iş‐
çilerin sayısında dikkate değer bir artış vardır. Alman
vatandaşlığına geçenlerin ve böylece seçme ve seçil‐
me hakkına sahip olanların payı artmaktadır.
3.) Göçmen grupları, kendi derneklerini ve birliklerini
kurmuşlardır. Bunların sayısı ve önemi, göçmen
geçmişe sahip çocukların ve gençlerin sayısının ve
dar alanlı etnik toplulukların öneminin artmasından
ve göçmenlerin örgüt ve meslek elitlerinin öneminin
artmasından dolayı önümüzdeki dönemde artacaktır.
Göçmen birlikleri, etrafında gönüllü çalışmanın ger‐
çekleştirebileceği profesyonel çekirdeğe genellikle sa‐
hip değildir.
4.) Göçmen geçmişli kişiler (mesela yaşlılar) ve aileler,
şimdiye kadar sosyal hizmetlerin değişik alanlarına
yerli Almanlarla aynı boyutta ve kalitede ulaşama‐
makta ve hizmet alamamaktadır. Tüm yaş grupların‐
da, tüm sektörlerde ve sosyal yardımların tüm alan‐
larında şüphesiz yetersizlik mevcuttur2.
2
Birçok alanda yetersizlik mevcuttur. Mesela sakat yardımında, psiko‐
sosyal hizmetlerde, aile danışmanlığında, çocuk ve genç yardımlarında ve
genel olarak sağlık sistemine erişim açısından. (karşılaştır Knipper,
Michael & Bilgin, Yasar 2009 „Migration und Gesundheit“, Konrad
Adenauer‐Stiftung, Czock, Heidrund / Donges, Dominik (2010)
Auswertung Befragung zum Stand der interkulturellen Öffnung der
Behindertenhilfe in NRW, Prognos Düsseldorf)
173
5.) Sosyal hizmet, özellikle göçmenlik bağlamında (kül‐
türlerarası açılım) sosyal hizmetin geleneksel düzeni
içinde göçmen aileler ve çocuklarına yönelik danışma
ve yardımı iyileştirmek için büyük çabalar sarf etmiş‐
tir. Ancak nüfus gelişiminden3 dolayı gerekli hale ge‐
len sosyal hizmetlerin tüm alanlarında derinden bir
yeniden yapılanma, bugüne kadar gerçekleşmemiştir.
Kamu kaynaklarının azalması dikkate alındığında
bazı gerekli gelişimler (mesela yeni hizmet kuruluşla‐
rının yerleşmesi), yerleşik kurumların varlıklarının
korunmasına yönelik makul menfaatle derin bir tezat
oluşturmaktadır.
6.) Alman kurumlarında (çok az istisna dışında) ne göç‐
men dernekleri ne de göçmen geçmişe sahip kişiler
(birlikte) belirleyici bir rol oynamaktadırlar4. Alman
kuruluşları ve birlikleri, göçmen geçmişli kişilerin (ve
göçmen kuruluşlarının) menfaatlerini sanki vekaleten
gözetmektedir. Değişik hedef gruplarının çoğulculu‐
ğu ve kendi çevresinde (sosyal alan) angaje olma bi‐
çimlerinin çoğulculuğu, planlama ve ihale süreçle‐
rinde dikkate alınmamaktadır.
3
4
Mesela göçmenlerin gönüllü angajmanlarının belli ki geleneksel yapılara
(gönüllü itfaiye / Kızılhaç yerel örgütü) dahil edilemeyeceği, aksine farklı
formlara ihtiyaç duyduğu (mesela göçmen organizasyonları) gerçeği,
şimdiye kadar dikkate alınmamıştır.
Mesela Kuzey Ren Vestfalya eyaletindeki gençlik çalışmalarının %90’ını
yürüten bağımsız kurumlar arasında (gençlik grupları, gençlik kuruluşla‐
rı, gençlik birlikleri, sosyal hizmet kurumları; kiliseler/dini cemaatler ve
diğer kurumlar), göçmen dernekleri ve organizasyonları yok denecek ka‐
dar azdır. Diğer alanlarda da aynı durum mevcuttur.
174
Almanya’da birlikte yaşamın geleceği, toplumsal ya‐
şamda gönüllü görev üstlenmenin her şekline ihtiyaç duyar.
Bu angajmana destek olmak için yapılan her katkı, toplu‐
mumuzun geleceğine bir katkıdır.
1.) Gönüllü sosyal angajman, insanların huzur bulduğu,
değerlerinin anlaşıldığını hissettiği ve kendilerine
yakın hissettiği insanlarla buluştuğu mekanlara ihti‐
yaç duyar (bu konuda yeni Almanlar çoğunluk Al‐
man toplumundan farklı değildir). Bir organizasyo‐
nun mümkün olduğu kadar fazla insana böyle bir
mekan olma çabası (mesela kültürlerarası açılım ile)
aslında desteklenmelidir.
2.) Alman Dernekler Kanunu, insanların angajmanları
için mekan yaratabilmeleri ya da kendilerine uygun
mekanları bulabilmeleri için değişik derneklerin or‐
taya çıkmasını arzu eder. Burada hedef, toplumun
sosyal angajmanı için mümkün olduğu kadar geniş
bir temel atmaktır.
3.) Göç toplumunu tasarlamak, sosyal alanda gönüllü
görev üstlenme konusunda insandan insana her an‐
gajmanı hayır olarak tanımak, aynı derecede takdir
etmek ve desteklemek demektir.5 Ayrıca bu, yeni
Almanların daha ziyade yerleşik Alman derneklerin‐
5
Bir göçmen futbol kulübünün çalışması (Hedef: Gençleri sokaktan almak
ve spor yapmaya teşvik etmek), yerleşik bir Alman derneğinin yaptığı iş‐
ten daha az saygın değildir. Onların sosyal angajmanlarının, sadece mese‐
la Hırvat dilinde gerçekleşmesi gerekçesiyle, paralel toplumların oluşma‐
sına katkı olarak gözden düşürülmesi kabul edilemez. Ayrıca spor kulüp‐
leri diğer spor kulüpleriyle iletişime girdiklerinden & işbirliği yaptıkla‐
rından ve böylece birlikte gelişmeye önemli bir katkı sağladıklarından do‐
layı, bu suçlama anlamsızdır.
175
de ve kurumlarında angaje oldukları veya angaje ol‐
maları gerektiği düşüncesini terk etmek demektir.
4.) Göçmen geçmişe sahip kişiler, yerleşik yapılarda da‐
ha az görüldükleri için, onların ‐Alman toplumunun
geneline göre‐ sosyal alandaki gönüllü işlere daha az
yöneldikleri iddia edilir. Bu grupların etnik organi‐
zasyonlarda veya –özellikle kadınların‐ kendi organi‐
ze ettikleri toplantılarda yüksel angajmanlarına yöne‐
lik belirgin göstergeler vardır. Buna göre gönüllü ça‐
lışmalar için, şu anda görülmeyen, teşvik edilmeyen
ve büyük bir gelişim potansiyeline sahip bir alan
vardır.
5.) Göçmenler kendi toplumlarında ve kendi azınlık
grubuna bağlı olarak sıkça görevler üstlenmektedir‐
ler. Gerekli iç bilgilerle ve kendinden fedakarlık ya‐
parak kendisine yakın hissettiği insanlara –mesela
benzer göç tecrübeleri yaşadıkları için‐ yardım eden
onlardır. Bu insanları profesyonelleştirmek ve onları
yapısal olarak desteklemek, sosyal alanda gönüllü ça‐
lışmaların katma değerini ve etkisini fevkalade yük‐
seltebilir.
VIW, profesyonelleştirme ve kurumsal menfaat temsil‐
ciliğiyle azınlık grupların gönüllülüğünü desteklemek, geli‐
şimlerinin devamını sağlamak ve toplumsal planlama süreç‐
lerine kültürler üstü perspektifler sağlamak ister.
1.) Hedef kitlelerine ulaşmak ve gönüllü angajmanlarını
sosyal çevre yararına birleştirmek için, göçmen kuru‐
luşlarının potansiyeli güçlendirilmelidir. Almanya,
toplumumuzda bu kadar büyük ve sayıları her geçen
176
gün artan göçmen geçmişine sahip insanların angaj‐
manına kayıtsız kalamaz. Azınlık gruplardaki gönül‐
lü angajmanın güçlendirme yoluyla ‐yani sorumlu‐
lukların otonom ve özerklikle devredilerek‐ sisteme
dahil edilmesi toplumun çıkarınadır.
2.) (Kısmen) On yılları bulan Almanya ikametleriyle
göçmen geçmişli insanlara, organizasyon seviyesinde
eşit katılım için artık bir sinyal verilmelidir. Hızlı top‐
lumsal dönüşüm ve buna bağlı gelişen kültürel ço‐
ğulculuk dikkate alındığı zaman, mevcut sosyal hiz‐
met kuruluşları sisteminin, kültürlerarası organize
olmuş bir federal kurumun entegre edilmesiyle yeni‐
den yapılandırılmasının zamanı gelmiştir. Fonların
gelecekte verimli ve değişen sosyo‐kültürel ilişkilere
uygun kullanılması, sadece bu şekilde mümkündür.
3.) Kurumumuz, federal hükümete (ve perspektif olarak
eyaletlere) sosyal hizmet ve göçmen topluluklar ko‐
nusunda bir muhatap olabilir. Ayrıca federal hükü‐
met, sosyal hizmetin geleceğine yönelik toplumsal
dayanıklı konseptler geliştirmek için planlama süreç‐
lerine dahil edilebilecek önemli bir partner kazanmış
olur.
4.) Demografik gelişmeler dikkate alındığı zaman, yeni
göçler ekonomik gelişme açısından önemli bir rol oy‐
nadığı ve gelecek on yıllarda önemli derecede artaca‐
ğı için, Kültürlerarası Sosyal Hayır Kurumu, yeni ge‐
lenlerin doğrudan angaje edilmesi, onların ön enteg‐
rasyonları ve oryantasyonları için ve aynı zamanda
yabancılara yönelik açıklık yapısının geliştirilmesi
için gayet uygun bir muhataptır.
177
5.) Göçmen organizasyonlarının idari alanlardaki (müra‐
caat, hibe hukuku, fon idaresi) kısmi bilgi eksiklikle‐
rinin, onların çalışmalarının içerik kalitesinde yeter‐
sizlik olarak algılanması, yukarıda ifade edilen çevre
şartları altında çok düşündürücüdür. Kültürlerarası
Sosyal Hayır Kurumu’nda bir yetki merkezinin teşvik
edilmesi durumunda, özellikle göçmen organizas‐
yonlarını rekabet edebilir hale getirebilecek ve mer‐
kezde ve eyaletlerdeki fon sağlayıcıların işini kolay‐
laştıracak, fon idaresi için bir federal servis noktası
(takas noktası) oluşturulabilir.
6.) Serbest sosyal hizmetlerde yerleşik kurum ve kuru‐
luşlar, uzun dönemde kendi seviyelerinde, çok kül‐
türlü ve kültürler üstü perspektifleri planlama süreç‐
lerine katabilecek ve tüm hedef kitlelere ulaşımı sağ‐
layarak, her seviyede mantıklı işbirliklerini teşvik
edecek bir ortak kazanabilirler.
7.) Kültürlerarası Sosyal Hayır Kurumu, bu manada yer‐
leşik sunucularla işbirliği içinde gelecek için yapıcı
çözümler geliştirmek ister. Kurumun amacı, mevcut
çalışan yapıların yanında yeni yapılanmaların oluştu‐
rulması değildir. Azınlık gruplarında şu anda bazı
hizmetler için faydalanma engelleri olarak adlandırı‐
lan engellerin bulunduğu tahmin edilmektedir. Bazı
alanlarda sadece özel ilaveler (yönlendirici projeler –
aracı projeler) gerekliyken, diğer alanlarda köklü bir
değişiklik gerekmektedir. Verimli bir işbirliğinin te‐
meli, mevcut hizmetlerin samimi bir değerlendirme‐
siyle atılabilir.
8.) Dil ve kültür bilgilerine sahip ya da kültürlerarası
yetkinliklerle donatılmış göçmen geçmişli çalışanlar,
178
danışma projelerinde mutlaka gereklidirler. Kurum
çalışması çerçevesinde özellikle sosyal alandaki yöne‐
tici personel için yeni iş imkanları doğabilir.
Kurucu Üyeler:
Almanya’da İspanyol Ebeveyn Dernekleri Birliği
(Bund der spanischen Elternvereine in der BRD e.V.)
Almanya Vietnamlılar Federasyonu (Bundesverband
der Vietnamesen in Deutschland e. V.)
Almanya Alman‐Arap Dernekleri Federasyonu
(Bundesverband Deutsch‐Arabischer Vereine in
Deutschland)
Rusça Konuşan Ebeveyn Dernekleri Federasyonu
(Bundesverband russischsprachiger Eltern e. V.)
Asya‐Alman Kültür Derneği (Korientation e. V.)
Almanya’da Hırvat Dünya Kongresi Derneği
(Kroatischer Weltkongress in Deutschland e. V.)
Polonya Sosyal Konseyi Derneği (Polnischer Sozialrat
e. V.)
Almanya Türk Toplumu Derneği (Türkische
Gemeinde in Deutschland e. V.)
Almaya Yunan Toplumu Derneği (Verband
griechischer Gemeinden in Deutschland e. V.)
Genç Romenler ve Romen Olmayanlar Derneği
(Amaro Drom e. V.)
Almanya’da Afrika Toplumları Merkez Kurulu Der‐
neği (Zentralrat der Afrikanischen Gemeinde in
Deutschland e. V.)
179
Türkiye’de Sağlık Hizmetlerinde Yabancı
Personelle ilgili Uygulamalar
Mustafa ÇOBAN, M. Cumhur İZGİ ve
A. Ezel ESATOĞLU
Giriş
Yabancı sağlık personeli çalıştırılması tartışmaları, hizmetin ve
sermayenin dönüşümü ve hareketliliğindeki değişimle paralel‐
lik göstermektedir. Birçok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de
yabancı sağlık personeli çalıştırması ile ilgili sınırlamalar söz
konusudur ve daha çok hekim odaklı olarak yapılmaktadır
(García‐Pérez vd., 2007: 1‐8; Kopetsch, 2009: 33‐39; McPake vd.,
2013: 841‐846; Negin vd., 2013: 1‐9; Cometto, 2013: 841‐846).
Sağlık personelinin niceliksel yetersizliği sorununun ya‐
bancı sağlık personeli ile çözümlenebileceği düşüncesi ve Av‐
rupa Birliği uyum süreci kapsamında sağlık insan gücünün
serbest dolaşımının sağlanması gerekliliği, T.C. Başbakanlığı
tarafından Türkiye’de yabancı sağlık personeli çalıştırma ge‐
rekçesi olarak belirtilmektedir (T.C. Başbakanlık; 2006:4 akta‐
ran Özkan Sayan ve Küçük, 2012:195).
Ancak buna karşın Türk Tabipleri Birliği ve çeşitli sivil
toplum kuruluşları, Türkiye’de sağlık insan gücünde sayısal
ve niteliksel bir yetersizlik olmadığını, sorunun personel dağı‐
lımından kaynakladığını ve yasanın asıl gerekçesinin özel
180
sektör için ucuz insan gücü istihdamı olduğunu ifade etmek‐
tedirler (TTB, 2006; TTB, 2012; TTB, 2010).
Türkiye’de yabancı sağlık personeli istihdamı ile ilgili son
on yılda önemli değişimler yaşanmış ve bazı sağlık meslekle‐
rinin Türkiye’de istihdam edilmesinin önündeki engelleri
kaldırmaya ve kolaylaştırmaya yönelik düzenlemeler yapıl‐
mıştır (Özkal Sayan ve Küçük, 2012: 194‐199). Türkiye’de ya‐
bancı sağlık personeli istihdamı ile ilgili değişimler, 11.04.1928
tarihli ve 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı San atlarının Tarzı
İcrasına Dair Kanun ve 25 Şubat 1954 tarihli ve 6283 sayılı
Hemşirelik Kanununda yer alan yabancı hekim ve hemşire
çalıştırılmasını engelleyici düzenlemelerin değiştirilmesine
odaklanmıştır. Özellikle yabancı hekim istihdamının sağlan‐
masına ilişkin değişikliklere, Türk Tabipleri Birliği (TTB) ve
bazı sendikalar itiraz etmiş ve bu nedenle değişikliğin gerçek‐
leşmesi zaman almıştır. İtirazların temel gerekçesi, yabancı
sağlık personelinin ucuz insan gücü sağlama aracı olarak kul‐
lanılma riski, dil ve mesleki yetersizlikler nedeniyle oluşabile‐
cek sağlık risklerinin ve tıbbi malpraktislerin artması ve sağlık
hakkına erişimin engellenmesi olarak değerlendirilebilir (TTB,
2006; TTB, 2012; TTB, 2010)
Türkiye’de yabancı hekim çalıştırılması, 663 sayılı Sağlık
Bakanlığı ve Bağlı Kuruluşlarının Teşkilat ve Görevleri Hak‐
kında Kanun Hükmünde Kararname’nin 58. Maddesi 8. bendi
(RG, 2011) ile 11.04.1928 tarihli ve 1219 sayılı Tababet ve
Şuabatı San atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun’da (RG, 1928)
yer alan Türk hekimlerinin ifadesinin hekimlerin şeklinde
değiştirilmesi ile sağlanmıştır. Yabancı hemşire çalıştırılması
ise 663 sayılı KHK’nın 58. Maddesi 9. bendi ile (RG, 2011) 25
Şubat 1954 tarihli ve 6283 sayılı Hemşirelik Kanununun 3.
Maddesinde yer alan (RG, 1954) “Türkiye de hemşirelik sanatını
181
bu kanun hükümleri dâhilinde hemşire unvanını kazanmış Türk
kadınlarından başka hiçbir kimse yapamaz” hükmünün “Bu Kanun
hükümlerine göre hemşire unvanı kazanmış olanların dışında hiç
kimse Türkiye’de hemşirelik mesleğini icra edemez” şeklinde değiş‐
tirilmesi ile olanaklı hale gelmiştir.
Türkiye’de yabancı sağlık personelinin çalıştırılmasına
ilişkin yapılan değişikliklere rağmen diş hekimi, eczacı, ebe,
bakım personeli gibi bazı sağlık mensuplarının çalışması halen
yasaktır. Türkiye’de yabancılar için çalışma yasakları, sadece
sağlık sektörü için değil diğer sektörlerde de vardır. Özel sek‐
tör de dâhil olmak üzere Türkiye’de yabancılar için yasaklı
meslekler Çizelge 1’de belirtilmiştir.
Özellikle evde bakım alanında hastabakıcı olarak yabancı
personel istihdamı yaygın olarak karşımıza çıkmaktadır. Evde
bakım hizmetlerinin kurumsallaşmasındaki sorunlar ve bakım
hizmetlerinin 24 saatlik hizmeti kapsaması gerekliliği, yabancı
bakım personeline olan talebi artırmaktadır. Yine yapılan göz‐
lemlerde bu kişilerden yeterli mesleki eğitimden yoksun olanla‐
rının da sektörde çalıştıkları görülmüştür. Evde bakım alanında
çalışan söz konusu kişilerin kurumsal anlamda bir yapılanma
içinde olmamalarından dolayı denetlenmeleri de güçtür. Tüm
bunlar, bakım hizmeti alanların nitelikli hizmete ulaşımını ve
sonuçta sağlık hakkını elde etmelerini engellemektedir.
Gereç ve Yöntem
Bu çalışma kapsamında, Türkiye’de çalışma izni alan yabancı
sağlık personelinin sağlık hizmetlerindeki etkisinin incelen‐
mesi amaçlanmıştır. Söz konusu amacın gerekçeleştirilebilme‐
si için öncelikle Türkiye’deki yabancı sağlık personelinin sayı‐
sının ve geldikleri ülkelere göre dağılımının tespit edilmesi
gerektiği düşünülmüş ve bu verilerin elde edilebilmesi için de
182
Bilgi Edinme Kanunu kapsamında Sağlık Bakanlığı’na başvu‐
rulmuştur. Sağlık Bakanlığı’nın 28 Ekim 2014 tarihli cevabında
ise (SB, 2014a) Türkiye’de çalışma izni alan yabancı sağlık
personeli ile ilgili verilerin derlenmesi için özel bir çalışma
gerektiği ve bu nedenle bilgi verilemeyeceği, “başvurunuz üze‐
rinde özel çalışma, inceleme ve değerlendirme gerektiren bir bilgi
edinme talebi olduğundan 4982 sayılı Bilgi Edinme Kanunu kapsa‐
mında cevaplanamamaktadır” ifadesiyle bildirilmiştir.
Sağlık Bakanlığı ve Bağlı Kuruluşlarının Teşkilat ve Gö‐
revleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin görevler
başlıklı 2/e maddesinde “insan gücünde ve maddî kaynaklar‐
da tasarruf sağlamak ve verimi artırmak, sağlık insan gücü‐
nün ülke sathında dengeli dağılımını sağlamak ve bütün pay‐
daşlar arasında işbirliğini gerçekleştirmek suretiyle yurt sat‐
hında eşit, kaliteli ve verimli hizmet sunumunun sağlanması”
Sağlık Bakanlığı’nın görevi olarak belirtilmiştir. Bu görevin
sağlık çalışanı istatistiklerini düzenleme sorumluluğunu da
kaçınılmaz olarak Sağlık Bakanlığı’na vermesine karşın, söz
konusu çalışma için gerekli verilerin elde edilememesi üzerine
Türkiye Büyük Millet Meclisi tutanakları incelenmiş ve Anka‐
ra Milletvekili Özcan Yeniçeri’nin soru önergesine Sağlık Ba‐
kanlığı (SB) tarafından verilen 11.07.2014 tarihli cevabı yazı
(SB, 2014b), Kayseri Milletvekili Mehmet Şevki Kulluoğlu’nun
soru önergesine Sağlık Bakanlığı tarafından verilen 14.05.2014
tarih ve 557 sayılı cevabi yazı (SB, 2014c) ve Dr. M. Cumhur
İzgi tarafından Bilgi Edinme Kanunu kapsamında Türki‐
ye’deki sağlık personeli sayısına ilişkin soruya verilen SB’nin
25.09.2014 tarihli cevabi yazısı (SB, 2014d) kapsamında elde
edilen bilgiler birleştirilerek veri analizi gerçekleştirilmiştir.
183
Bulgular ve Tartışma
Türkiye’de 224 pratisyen hekim, 137 uzman hekim, 79 hemşire
ve 19 diğer sağlık personeli olmak üzere toplam 459 yabancı
sağlık personeli çalışmaktadır (SB, 2014b). Elde edilen veriler
değerlendirildiğinde; Türkiye’de çalışma izni alan 459 yabancı
sağlık personelinin 38 farklı ülke vatandaşı olduğu saptanmış‐
tır. Yabancı sağlık personelinin % 46’sı Türkiye’nin sınır kom‐
şuları olan Azerbaycan (%15,25), İran (%10,9), Suriye (%10,7),
Yunanistan (%5,2) ve Bulgaristan (%4)’dan gelmektedir. Av‐
rupa Birliği ülke vatandaşı yabancı sağlık personelinin ise
%9,9 (Yunanistan %5,2; Bulgaristan %4,1; Almanya %,0,4;
Avusturya %0,2) olduğu tespit edilmiştir. Sahra altı Afrika
ülkeleri vatandaşı yabancı sağlık personelinin de sadece %1’i
oluşturduğu belirlenmiştir (Çizelge 2).
Türkiye’de, yabancı pratisyen hekimlerin tüm pratisyen
hekimlere oranı % 0,6, yabancı uzman hekimlerin tüm uzman
hekimlere oranı % 0,2, yabancı hemşirelerin tüm hemşirelere
oranı ise % 0,06 olarak saptanmıştır.
Yabancı sağlık personelinin, Türkiye’de sadece özel sağ‐
lık kuruluşlarında çalışma hakları bulunmaktadır. Bu kap‐
samda yabancı sağlık personelinin özel sağlık kuruluşlarında‐
ki istihdam payları incelenmiştir. Türkiye’de istihdam edilen
yabancı uzman hekimlerin özel sağlık kuruluşlarında çalışan
uzman hekimler içindeki payı %0,6; pratisyen hekimlerin payı
%5,6 ve hemşirelerin özel sağlık kuruluşlarındaki istihdamda‐
ki payları ise sadece %0,4 olarak tespit edilmiştir.
Türkiye’de 42 ilde (%49,5) yabancı sağlık personeli (uz‐
man hekim, pratisyen hekim ve hemşire) istihdamı söz konu‐
dur. Yabancı pratisyen hekim istihdamı, Yunanistan, Bulgaris‐
tan, İran, Gürcistan sınır bölgelerindeki iller olan Edirne
(%50), Kırklareli (%13), Ağrı (%20) ve Van (%15,8)’da bulunan
184
özel sağlık kuruluşlarında görece önemli paya sahiptir. Bu
kapsamda sınır illerinde özel sağlık kuruluşları için yabancı
pratisyen hekimlerin insan kaynakları yönetimi için potansiyel
bir kaynak olarak kullanıldığı söylenebilir (Çizelge 3).
Türkiye’de çalışan yabancı sağlık personelinin %73’ü eği‐
timlerini Türkiye’de tamamlarken, sadece %27’sinin eğitimle‐
rini başka bir ülkede yaptıkları da tespit edilmiştir. Bu kap‐
samda Türkiye’de çalışma izni alarak çalışan yabancı sağlık
personelinin eğitimlerini Türkiye’de tamamlamaları sağlık
kuruluşlarında yaşanabilecek önemli sorunlardan biri olan dil
sorununu da azaltacağını düşündürtmektedir. Ancak yabancı
sağlık personelinin Türkiye’de eğitim almasını kaynak israfı
olarak gören yaklaşımlar da bulunmaktadır. Konuyla ilgili
olarak Cumhuriyet Halk Partisi Konya Milletvekili Atilla Kart,
tıpta uzmanlık eğitimi için ayrılan 2 bin 34 kişilik kontenjanın
438′inin yabancı uyruklular için ayrılmasının yurttaşların kazanım‐
larının gasp edilmesi ve yurttaşlar aleyhine ayrımcılık yapılması
endişesi yaratacağını belirtirken, Türkiye Cumhuriyeti Hükü‐
meti olarak Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının eğitim ve
istihdamına öncelik verilmesi gerekliliğini ifade etmektedir
(CHP, 2011).
Sonuç
Türkiye’de yabancı sağlık personelin çalıştırılmasının sağlan‐
ması ile ilgili olarak yasal düzenlemeler yapılmıştır. Ancak
yasal düzenlemelerin olmasına karşın yeterli sağlık personeli
istihdamı sağlanamamıştır. Yabancı sağlık personeli, daha çok
batı ve doğu sınır illeri ile İstanbul’da çalışmakta olup, perso‐
nelin yaklaşık %73’ü mesleki eğitimlerini Türkiye’de almışla‐
dır.
185
Türkiye’de çalışması yasak olmasına rağmen yabancı has‐
tabakıcılar ve bakım personeli sayısının oldukça yüksek oldu‐
ğu görülmekte ve bunlar ev ve temizlik işleri çalışma izni kap‐
samında çalıştıkları için kesin sayılarına ulaşılamamaktadır.
Ancak gözlemler sayılarının oldukça yüksek olduğunu dü‐
şündürtmektedir. Yabancı hasta bakıcı ve bakım personelinin
özellikle evde bakım hizmetinde çalıştıkları da gözlemlenmek‐
tedir. Çalışma yasağına rağmen kontrolsüz biçimde sayıları
artan yabancı bakım personeli, Türkiye için önemli bir sağlık
riski oluşturmaktadır. Bu nedenle illegal biçimde çalışan has‐
tabakıcı ve bakım personeli ile ilgili düzenlemelerin ivedilikle
yapılması gerekmektedir.
Tüm bunlarla birlikte, yabancı sağlık personeli gerçeği
tartışılırken, sadece gidilen ülke için ne kadar önemli ve gerek‐
li olduğu değil, geldiği ülke için de önemli bir kaynak israfı
olduğu ve o ülke için ne kadar gerekli olduğu da sağlık hakkı‐
nın evrenselliği bağlamında tartışılmalıdır. Özellikle geri kal‐
mış ve gelişmekte olan ülkelerden sağlık personeli ihracatının,
sadece arz talep düzleminde değil etik boyutlarını içerecek
biçimde ele alınması gereklidir.
Kaynaklar
GARCÍA‐PÉREZ M.A., AMAYA, C., OTERO Á. (2007), Physicians
migration in Europe: An overview of the current situation,
BMC Health Services Research., 7(201), 1‐8
KOPETSCH, T. (2009), The Migration of Doctors to and from
Germany, J. Public Health (2009) 17:33–39
MCPAKE, B., MAEDA, A., CORREIA ARAÚJO, E., LEMIERE, C., EL
MAGHRABYC, A., GIORGIO COMETTO, C. (2013), Why do
health labour market forces matter, Bull World Health Organ
91, 841–846
186
COMETTO, G. (2013), Why do health labour market forces matter?
Bull World Health Organ 91: 841–846
NEGIN, J., ROZEA, A., CLOYD B., MARTINIUK, A.L.C. (2013),
Foreign‐born health workers in Australia: an analysis of
census data, Human Resources for Health, 11(69), 1‐9
ÖZKAL SAYAN, İ., KÜÇÜK, A. (2012), Türkiye’de Kamu Personeli
İstihdamında Dönüşüm: Sağlık Bakanlığı Örneği, Ankara
Üniversitesi SBF Dergisi, (67(1), 171‐203
CHP (2011), Kart, yabancı uyruklu doktorları meclis gündemine
taşıdı, URL:http://www.chp.org.tr/?p=37133 (17.12.2014)
TTB (2010), Yabancı doktora değil ama yerli Sağlık Bakanı’na ihtiyaç
var, Basın Bildirisi, URL:http://www.ttb.org.tr/index.php
/Haberler/eb‐2257.html (17.12.2014)
TTB (2012), Yabancı hekim; kimin için?, Basın Bildirisi, URL:
http://www.ttb.org.tr/index.php/Haberler/yabancihekim‐
3066.html (17.12.2014)
TTB (2006), Yabancı sermaye için yabancı hekim ... Basın Bildirisi,
URL:http://www.ttb.org.tr/index.php/Haberler/qyabancrmaye
q‐i‐qyabanckimq‐78.html (17.12.2014)
RG (2011), Sağlık Bakanlığı ve Bağlı Kuruluşlarının Teşkilat ve Gö‐
revleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname, Sayı: 28103
(Mükerrer), TC Başbakanlık mevzuatı Geliştirme ve Yayın
Genel Müdürlüğü, Ankara
RG (1928), 11.04.1928 tarihli ve 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı
San atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun, 14.04.1928 Sayı:863
RG (1954), 25 Şubat 1954 tarihli ve 6283 sayılı Hemşirelik Kanunu,
2.31954, Sayı: 8647, TC Başbakanlık mevzuatı Geliştirme ve
Yayın Genel Müdürlüğü, Ankara
T.C. BAŞBAKANLIK (2006), 27.06.2006 tarihli Sağlık Hizmetleri Te‐
mel Kanunu, Sağlık Personelinin Tazminat ve Çalışma Esasla‐
rına Dair Kanun ile Tababet ve Şuabatı San atlarının Tarzı İc‐
rasına Dair Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Ta‐
sarısı, s.4, URL:http://www.basbakanlik.gov.tr /Forms/pDraft
OfALaw.aspx (16.01.2012)
187
SB (2014a), Türkiye’de Sağlık Bakanlığı Tarafından İzin Verilmiş
Yabancı Sağlık Personeli Sayısı, Başvuru No: 9492, 28.10.2014
SB (2014b), Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri’nin soru önergesine
Sağlık Bakanlığı tarafından verilen 11.07.2014 tarihli cevabi
yazısı
SB (2014c), Kayseri Milletvekili Mehmet Şevki Kulluoğlu’nun soru
önergesine Sağlık Bakanlığı tarafından verilen 14.05.2014 tarih
ve 557 sayılı cevabi yazısı
SB (2014d), 1219 Sayılı Yasada Yapılan Değişiklik Sonrası Ülkemizde
Çalışan Personelin Sayısı ve Mesleklere Göre Dağılımı, Başvu‐
ru No: 8352 (25.09.2014)
188
Çizelge 1: Türkiye’de Yabancılar İçin Yasaklı Meslekler ve
Hukuksal Dayanağı
Meslek
Diş Tabipliği
Hasta Bakıcılık
Eczacılık
Veteriner Hekimlik
Özel hastanelerde so‐
rumlu müdürlük
Avukatlık
Noterlik
Kara suları dahilinde
balık, istiridye, midye,
sünger, inci, mercan
ihracı, dalgıçlık, arayıcı‐
lık, kılavuzluk, kaptan‐
lık, çarkçılık, katiplik,
tayfalık vb
Gümrük Müşavirliği
Hukuki Dayanağı
04.1928 tarihli ve 1219 sayılı Tababet ve
Şuabatı San atlarının Tarzı İcrasına
Dair Kanun (Madde 30)
04.1928 tarihli ve 1219 sayılı Tababet ve
Şuabatı San atlarının Tarzı İcrasına
Dair Kanun (Madde 63)
24.12.1953 tarih ve 6197 sayılı Eczacılar
ve Eczaneler Hakkında Kanun (Madde
2)
18.3.1954 tarih 6343 sayılı Veteriner
Hekimliği Mesleğinin İcrasına, Türk
Veteriner Hekimleri Birliği ile Odaları‐
nın Teşekkül Tarzına ve Göreceği İşlere
Dair Kanun (Madde 2)
5.6.1933 tarih ve 2219 sayılı Hususî
Hastaneler Kanunu (Madde 9)
19.3.1969 tarih ve 1136 sayılı Avukatlık
Kanunu (Madde 3)
5.2.1972 ve 1512 sayılı Noterlik Kanu‐
nu
19.4.1926 tarih ve 815 sayılı Türkiye
Sahillerinde Nakliyatı Bahriye (Kabo‐
taj) ve Limanlarla Kara Suları Dahilin‐
de İcrayı San at ve Ticaret Hakkında
Kanun (Madde 3)
27.10.1999 tarih ve 4458 sayılı Gümrük
Kanunu (Madde 227)
189
Çizelge 2: Türkiye’de Çalışma İzni Alan Sağlık Personelinin
Mensup Olduğu Ülkelere Göre Dağılımı
Ülke
Sağlık
Personeli
Sayısı
n
Azerbaycan
İran
Suriye
Filistin
Makedonya
Kırgızistan
Yunanistan
Afganistan
Bulgaristan
Arnavutluk
Kosova
Türkmenistan
Kazakistan
Özbekistan
Irak
Moğolistan
Ürdün
KKTC
70
50
49
39
35
26
24
22
19
15
12
11
10
10
7
7
6
5
Tüm İzin
Alanlar
Arasındaki
Oranı
%
15,25
10,89
10,68
8,50
7,63
5,66
5,23
4,79
4,14
3,27
2,61
2,40
2,18
2,18
1,53
1,53
1,31
1,09
Gürcistan
Rusya
4
4
0,87
0,87
190
Ülke
Sağlık
Personeli
Sayısı
n
Moldova
Myanmar
Tacikistan
Ukrayna
Almanya
Etiyopya
Kenya
Lübnan
Pakistan
Tanzanya
Tataristan
Abhazya
Avusturya
Ermenistan
Moritanya
Polonya
Sırbistan
Tunus
Türk (Mavi
Kart)
Toplam
3
3
3
3
2
2
2
2
2
2
2
1
1
1
1
1
1
1
1
459
Tüm İzin
Alanlar
Arasındaki
Oranı
%
0,65
0,65
0,65
0,65
0,44
0,44
0,44
0,44
0,44
0,44
0,44
0,22
0,22
0,22
0,22
0,22
0,22
0,22
0,22
100
Çizelge 3: Türkiye’de Yabancı Uzman Hekim, Pratisyen
Hekim ve Hemşirelerin Özel Sağlık Kuruluşlardaki
İstihdam Oranları
İL
Edirne
Iğdır
Ağrı
Batman
Van
Kırklareli
Kırşehir
İstanbul
Bartın
Kastamonu
Antalya
Aydın
Sivas
Eskişehir
Giresun
Samsun
Bursa
Zonguldak
Kayseri
Muğla
Afyon
Şanlıurfa
Gaziantep
Tekirdağ
Ankara
Konya
Pratisyen Hekim
Oranı (%)
50,0
33,3
20,0
18,8
15,8
14,3
14,3
10,7
10,0
10,0
7,9
7,8
7,7
7,3
6,7
6,7
6,3
5,9
5,6
5,2
5,0
4,7
4,4
4,1
4,1
3,5
Uzman Hekim
Oranı (%)
0,0
0,0
0,0
0,0
0,0
1,3
0,0
1,1
0,0
0,0
0,3
0,0
0,0
0,0
0,0
0,3
0,5
0,0
0,3
0,0
0,0
1,9
0,6
0,0
0,2
0,3
Hemşire
Oranı (%)
2,9
0,0
0,0
0,0
0,0
0,0
0,0
0,9
0,0
0,0
0,0
0,0
0,0
0,0
0,0
0,0
0,9
0,0
0,2
0,0
0,0
0,0
0,0
0,4
0,3
0,0
191
Malatya
İzmir
Kocaeli
Sakarya
Diyarbakır
Hatay
Manisa
Balıkesir
Adana
Aksaray
Denizli
Erzurum
Karaman
Muş
Osmaniye
Rize
Toplam
192
2,9
2,7
2,5
2,4
2,0
1,7
1,6
1,5
1,3
0,0
0,0
0,0
0,0
0,0
0,0
0,0
5,6
0,5
0,6
1,1
0,0
0,0
0,0
1,0
0,5
0,5
0,0
0,3
1,6
2,2
3,8
0,9
0,0
0,6
0,0
0,3
0,1
0,0
0,0
0,0
0,0
0,0
0,0
1,5
0,0
0,0
0,0
0,0
0,0
2,3
0,4
Pilot Proje: Berlin Charité Üniversite
Hastanesi’nde Kültürlerarası Yetkinlik ve
Yapılanma için Mesleklerarası
Ağ Oluşturma
Jalid SEHOULI, Neşe Emine YÜKSEL, Theda BORDE ve
Zeki ÇAĞLAR
Arka Plan
Göç, Berlin metropolünde gözlenmekte olan demografik deği‐
şimin temel bir olgusudur. Söz konusu bu olgu Charité hasta‐
nesi personeline ve hasta çeşitliliğine de yoğun bir biçimde
yansımaktadır. „Berlin’de Doğum Öncesi Sağlık ve Göç“ baş‐
lığını taşıyan araştırma da göstermektedir ki; Charité doğum
kliniğinde bebeklerini dünyaya getiren annelerin yarısından
fazlası göçmen kökenli olup, bu kadınların da yüzde 30’undan
fazlası yetersiz Almanca bilgisine sahiptir (David / Borde vd.
2014). Tıp, hasta bakımı ve bilimsel araştırma alanlarında çalı‐
şan yabancı ülke kökenli personel ve keza farklı ülkelerden
gelen hasta çeşitliliği Charité’nin geleceği açısında oldukça
önemli faktörlerdir. Yetersiz, gereğinden fazla ya da yanlış
hasta bakımı sorunlarının yanı sıra sağlık sektöründe
yaşanagelen ve kültürlerarası iletişim yetmezliğinden kaynak‐
lanan çok sayıda problem bulunduğu yadsınamaz birer ger‐
çektir. Çözüm bekleyen kültürlerarası sorunlar arasında, hasta
ve çalışan memnuniyeti; multikültürel uzman terapistlerin
193
yapması gereken kooperasyonlar; bakım kalitesi ve adaleti ile
hasta güvenliği gibi hususları sayabiliriz.
Charité daha şimdiden dünyanın her tarafından gelen
geniş bir personel kaynağına sahiptir. Mamafih bu potansiyel,
yapılanma ve yetkinlikteki yetersizliklerden dolayı kültürlera‐
rası açılım bağlamında gereğince kullanılamamış, çeşitliliğe
koşut adalet anlayışından yoksun kalınmış ve nitekim geleceği
okumaya yönelik kararların alınmasında da iyi değerlendiri‐
lememiştir. Sunulacak meslekiçi bir eğitim ile mesleklerarası
bir ağ oluşturulup söz konusu eğitime katılan personelin deği‐
şim sürecine eşlik etmesi öngörülmektedir. Proje hayata geçi‐
rilmeden önce Charité bünyesinde görevli 5 klinik yöneticisi
bu proje için kazanılmış, Charite içinde bir ekip kurulmuş ve
meslekiçi eğitim için gerek duyulan müfredatın geliştirilebil‐
mesi ve uygulanabilmesine katkı vermek üzere dışarıdan bir‐
takım uzmanların da bu ekibe katılması sağlanmıştır. Projeye
katılan hastane bölümleri içinde birer ekip kurulmuş ve bun‐
lar gündelik görevlerinden alınıp sadece meslekiçi eğitim yö‐
netmeliği geliştirmek üzere yönlendirilmiştir. Nitekim ekiple‐
rin sıkı çalışması ve Berlin Alice Salomon Uygulamalı Bilimler
Üniversitesi (Alice Salomon Hochschule Berlin – ASH) işbirli‐
ği ile söz konusu müfredat kısa sürede geliştirilebilmiş, dola‐
yısıyla kalifikasyon da Ekim 2014 itibariyle başlamıştır.
Charité Dahilindeki Kaynaklar
Prof. Dr. Jalid Sehouli (Jinekoloji Bölümü), Prof. Dr. Keilholz
(Charité Comprehensive Cancer Center / Charité Genel Kanser
Merkezi), Dr. Christine Klapp (Doğum Tıbbı Kliniği), Prof.
Abdulgabar Salama (Transfüzyon Tıbbı Enstitüsü, 14. Merkez),
Baharan Naghavi (CCCC Projesi Kültürlerarası Açılım),
Franziska Grimm (Charité International), Işıl Yalçınkaya (Jine‐
194
koloji Bölümü), Judith Heepe (Bakım Yönetimi CC14 Tümör
Tıbbı)
Harici Kaynaklar
Prof. Dr. Theda Borde (ASH Berlin / Charité Öğretim Görevli‐
si), Zeki Çağlar (Prosistemik Danışma), Dr. Neşe Emine Yük‐
sel (Berlin Türk Tabipler Cemiyeti), Dr. Ute Siebert (Öğretim
Görevlisi / Çalıştırıcı), Nare Yeşilyurt (Deta‐Med), Kılavuzlar /
Tercümanlar, Berlin Eyaleti Çalışma, Aile ve Uyum Bakanı
Dilek Kolat (Berlin Senatosu / Proje Hamisi)
Proje Hedefleri
Bu proje ile kültürlerarası yetkinlik ve yapılanma becerisi edin‐
direcek dahili bir mesleklerarası ağın kalıcı olarak oluşturulma‐
sı öngörülmektedir. Böylelikle Charité’nin, toplumsal süreçte
kültür farklılıklarından doğan güncel sorunların sağlıklı biçim‐
de üstesinden gelinebilmesi için pratik çözümler üretilmesi ve
sağlık hizmetleri kapsamında izlediği bu kültürlerarası açılımda
konumunun güçlendirilmesi planlanmaktadır.
İlkin 12 alık bir süreye yayılan bu pilot proje birer model
niteliğindeki 5 hastane bölümünde kültürlerarası yetkinliği ve
yapılanmayı güçlendirmek üzere hayata geçirilmiştir. Proje şu
hususları kapsamaktadır:
1) Charité dahilinde meslekler ve bölümlerarası işlevi olan
bir ağ oluşturulması;
2) Belirlenmiş bazı çalışanların bilime dayanan ancak uygu‐
lamaya yönelik olarak meslekiçi eğitimi;
3) İlk aşamada beş Charité bölümünde „Kültürlerarası So‐
runlar Görevlisi“ (KüSG) merciinin hayata geçirilmesi.
195
Bu kapsamda bir hekim ile bir hastabakıcı ve gerekli du‐
rumlarda başka mesleklerden personel de KüSG vasfı edin‐
mek üzere meslekiçi eğitime tabi tutulur. Bu personel ilgili
terapi uzmanları, hastalar ve hasta yakınları arasında her türlü
interkültürel soru ve sorunlarda devreye girip iletişim sağla‐
mak ve çözüm üretmek üzere hazır bulunurlar. Bu sürecin
Charité bünyesinde kalıcılığını sağlayabilmek açısından KüSG
vasfı edinmiş personelin, aldıkları bu ek eğitimle hastane işle‐
yişinde önemli birer aktör olarak görev üstlenirler. Bu perso‐
nel düzenli olarak yapısal düzlemde gerekli özel adımların
atılabilmesi için lazım gelen unsurları analiz ederken birlikte
hareket ederler, tespitlerini ve alınması muhtemel önlemleri
Charitè’de görevli kalite menajerlerine öneri olarak sunarlar.
Ek vasıflı bu özel personel, hastane personelinin interkültürel
yetkinliğinin berkitilmesinde ve Charité’nin interkültürel açı‐
lımında motor görevi üstlenmektedir. Gerek meslekiçi eğitim
gerekse öngörülen sürecin etkileri, elde edilmiş deneyimleri ve
alınmış olan önlemler sayesinde ulaşılan başarı düzeyini baş‐
ka bölümlere de sağlıklı biçimde aktarabilmek için düzenli
olarak değerlendirmeye tabi tutulur. Bu uygulamadan bütün
hastalar, çalışanlar ve terapi uzmanları kadar her türlü
interkültürel sorunun üstesinden gelebilmek için yenilikçi ve
kalıcı tasarımlar geliştiren Charité de yararlanacaktır.
Yönelim ve Danışma Kurulu ile Sürece Eşlik
İşbu projenin koordinasyonundan Prof. Dr. Sehouli başkanlı‐
ğında faaliyet gösteren Yönelim Kurulu sorumludur. Projeye
müdahil bölümlerin başındaki kişilerle düzenli aralıklarla
geribildirim toplantıları yapılmaktadır. Ayrıca projeye bir
Danışma Kurulu da uzman desteği vermektedir.
196
Projeye Müdahil Charité Bölümleri
Jinekoloji Kliniği – CVK
Doğum Tıbbı Kliniği
Neonatoloji Kliniği
Merkez 17
Charité CCC
Charité International
Kaynakça
DAVID M, BORDE T, BRENNE S, RAMSAUER B, HENRICH
W, BRECKENKAMP J, RAZUM O. Comparison of Perinatal
Data of Immigrant Women of Turkish Origin and German
Women ‐ Results of a Prospective Study in Berlin.
Geburtshilfe Frauenheilkd. 2014; 74(5): 441–448
197
Demans Hasta Yakınlarının Katkı ve
İhtiyaçları: Almanya Bremen Deneyimleri
Funda KLEIN‐ELLINGHAUS, Tilman BRAND ve Hajo ZEEB
Giriş
Almanya’da yaşanan demografik dönüşümle birlikte “aile
fertlerinin bakımı” konusu yaşlanan toplumda özel bir öneme
sahiptir. Bu önem, yaşlılıkla birlikte gelen kronik hastalıkların
sayısının giderek artmasıyla daha da bir anlam kazanmakta‐
dır. Özellikle yoğun oranda yaşlılığa bağlı olarak gelişen
Demans hastalıklarında gözlenen artış sorunların başında
gelmektedir. Kronik demans hastalarının bakım üstlenen veya
üstlenmyen yakınlarının ihtiyaç ve kapasiteleri şimdiye değin
yeterince araştırılmadı. Bu durum Almanya’da yaşamakta
olan göçmen kökenli nüfus içinde geçerli. Burada 16 milyon
insandan söz edilmektedir ve bunların 2,5 milyonu Türk kö‐
kenlidir. Demografik öngörüler 2030 yılında Almanya’da hal‐
kın yüzde 29’unun 65 yaş üzerinde olacağı doğrultusunda.
Keza 2030 yılında 60 yaş üzeri insanların yüzde 25’inin göç‐
men kökenli olacağı hesaplanmakta (Huismann / Raven, 2000
ve Federal İstatistik Dairesi, 2009). O nedenle bu makale Türk
kökenli Demans hastaları yakınlarının sahip olduğu birikim
ve kapasitelerini konu alacaktır.
198
Bu insanların içinde bulunduğu durumla ilgili genel bir
kanıya varmak üzere Bremen’de yaşayan Türk kökenli
Demans hastası yakınlarıyla, konuya odaklanıcı bir grup ko‐
nuşması düzenlenmiştir. Bu konuşmadan elde edilmiş olan
sonuçlar bu hasta yakınlarının durumuyla ilgili önemli birta‐
kım ipuçları sunmaktadır.
Yöntem
Bremen’de yaşayan Türk kökenli Demans hastası yakınlarıyla
sohbet tarzında bir konuşma düzenlenmiştir. Bu yöntemin
tercih edilmesinin nedeni, bu tarz bir konuşmanın dayanışma
grubunun iletişim doğallığına en yakın benzerlikte olmasıdır.
Grup içinde karşılıklı yöneltilen sorular ve ortaya çıkan fikir
ayrılıkları katılımcıları, sahip oldukları farklı görüşlerini
telafuz etmeye yöneltmek suretiyle belli bir grup dinamizmi
oluşturmaktadır (Lamnek, 1995).
Türk kökenli Demans hastalarının yakınlarından oluşan
ve kendi aralarında dayanışma içinde olan bu grup buluşma‐
ları, Bremen’de bulunan Demans Bilgi ve İletişim Merkezi
(Demenz Informations‐ und Koordinierungsstelle – DIKS)
tarafından organize edilmektedir. Ayda iki kez ve Türkçe
olarak düzenlenen ücretsiz grup buluşmaları Demans hastala‐
rının yakınlarına yöneliktir. Dayanışma grubunu, annesi de
keza Demans hastalığından muzdarip olan bir bayan yönet‐
mektedir.
Sadece Türkçe olarak yapılan bu sohbetler belli bir prog‐
ram (kılavuz) çerçevesinde yapılıp tartışma odaklı grup ko‐
nuşmaları niteliğindedir. Ancak konuşma sırasında yer yer
Almanca ve Türkçe dilleri arasında sıçramalar gözlenmiştir.
Sohbet programı aşağıda belirtilen kategorilere yanıt arayan
sorular içermektedir:
199
Sorumluluğun üstlenilmesiyle ilgili motivasyon
Yakınların Demans hastalığı süresince edinilen tecrü‐
beler
Sunulan teşviklerle ilgili görüşler ve bunlardan yarar‐
lanma
Gözlenen engeller ve zahmetler
Sorunların çözülmesinde başvurulacak stratejiler
İhtiyaçlar ve talepler
Sorumlu kişi ve kurumlara yönelik mesajlar
Konuşma audiodijital olarak kaydedilmiştir. Bu işitsel
kayıtlar konuşmanın ardından dinlenip analiz edilmiştir. Ka‐
yıtların analiz edilmesi şu şekilde gerçekleşmiştir:
1. Kayıtların dinlenmesi
2. Kayıtların yazıya geçirilmesi (transkripsiyon) ve metin
çevirisi (translasyon): Çiftdilli (Almanca ve Türkçe)
tartışmanın içeriğe katkı sunan işitsel sekanslarından
Almanca akıcı metin oluşturulması
3. Transkripsiyonun değerlendirilmesinde Mayring yön‐
temiyle özetleyici içerik analizine başvurulmuştur
(Mayring, 2003). İçerik analizinin gereği olan kategori
oluşumu ise söyleşi kılavuzunun, analiz programı
MAXQDA dayanaklı değerlendirilmesiyle yapıldı.
Yapılan analizin ardında elde edilen sonuçlar özetlenmiş
ve nitekim bunlar aşağıda sıralanmıştır:
Sonuçlar
Sohbet biçiminde yapılan tartışmaya Bremen’den veya çevre‐
sinden gelen üçü kadın (K1, K2, K3) biri de erkek (K1) toplam
dört kişi katılmıştır. Dayanışma grubunda yer alan katılımcı‐
ların eğitim düzeyi farklı seviyelerdedir. İki katılımcı (K2, K4)
yükseköğrenim mezunu iken biri (K1) meslek eğitimi görmüş
200
diğeri (K3) ise eğitim almamıştır. Katılımcıların üçü Demans
hastalığına yakalanan yakınlarının bakımını bizzat üstlenmiş
iken, birinin (K4) aynı hastalıktan muzdarip annesi İstan‐
bul’da yaşamaktadır.
Elde edilen sonuçlar aşağıda, soru topluluğu bağlamında
sunulacaktır. Her bölüm, grup sohbetinden devşirilen örnek
alıntılar marifetiyle beslenecektir.
Sorumluluğun üstlenilmesiyle ilgili motivasyon
Tartışma sohbeti, katılımcılara, neden aileden başka birisinin
değil de, kendilerinin hastanın bakım sorumluluğunu üstlen‐
miş olduğu sorusuyla başlatıldı.
Katılımcılar bu soruya aile içindeki konumları itibariyle ve
sorumuluğu bizzat üstlenmek istemeleriyle yanıtladılar. Özel‐
likle kardeşler arasında işgal ettikleri sıranın ve kurdukları aile‐
lerin konumunun da bu kararı almakta etken olduğuna işaret
ettiler. Kendi cinsiyetleri ile hasta cinsiyetinin de keza bakım
üstlenmede önemli rol oynadığını vurguladılar. Şöyle ki: ebe‐
veynlerinin yoğun bedensel bakımını da içeren hasta bakımının
erkekten ziyade bir kadın tarafından üstlenilmesi konusunda
grup içinde bir mutabakat gözlenmiştir.
“Zaten aile yönetiminden sorumlu konumdaydım. Annem hastalandı‐
ğı vakit bakımının üstlenilmesi sorgusuz sualsiz bana düştü. Tartışma
konusu dahi edilmedi. Ben kardeşlerin en büyüğüyüm […, eğer kar‐
deşlerin en büyüğü isen, ister istemez kendini daha bir sorumlu hisse‐
diyorsun ve onların bu işin üstesinden layığıyla gelemeyeceğini düşü‐
nüyorsun.“ (K3)
„[…] bir kızkardeşim var. Ama daha önce de annemle çok sıkı
ilişkilerm vardı […], benim de bir kızım var. Kızkardeşimin ise iki ço‐
cuğu var. Sonra kız kardeşim daha uzakta oturuyor. […] Ayrıca miza‐
201
cı gereği biraz sabırsızdır. O nedenle annemin bakımını üstlenmeyi
kendim istedim. Annemi yanıma aldım, bu konuda çok da fazla kafa
yormadım.“ (K2)
„[...] benim sadece erkek kardeşlerim var ve kardeşler arasında tek kız
ve en genç benim, üstelik kardeşler arasında kendi ailesini kurmayan
da bir tek benim […]. Annem hastalanmadan önce onunla birlikte otu‐
ruyordum, […] o nedenle bakımını da benim üstlenmem son derece
doğaldı. (K1)
„Bir erkek çocuğu, kız çocuğu kadar annesine bakmayı beceremez. (K2)
Katılımcıların üçü (K1,K2, K3) hastalanan yakınlarının
bakım ve iaşesini üstlenmenin kendileri açısından doğal oldu‐
ğuna işaret ettiler. Yakınlarının vücut bakımlarını da onlar
üstlenmiş durumdalar. Demans hastası annesi İstanbul’da
yaşayan dördüncü katılımcı (K4) ise İstanbul ve Bremen ara‐
sındaki mesafenin uzaklığından yakınıp ne denli çaresiz oldu‐
ğunu dile getirmekte.
„Seve seve bakımı üstlenebilirim, ama ondan çok uzakta yaşadığım
için bunu yapamıyorum. […] Elimden hiçbir şey gelmemesi ağrıma
gidiyor. […] Kendimi adeta hapishanedeymişim gibi hissediyorum.
Beni için için kemiriyor bu durum. Elimden geldiğince bu konuya kafa
yormamaya çalışıyorum. Hiç olmazsa arada bir bu konuyu düşünme‐
meyi deniyorum. Ne zaman hatırlasam, kendimi çaresiz hissediyo‐
rum.“ (K4)
Diğer katılımcılar (K1, K2, K3), annesi İstanbul’da kendisi
Bremen’de yaşayan katılımcının (K4) uzak mesafeden dolayı
içinde bulunduğu durumun, kendi durumlarından daha va‐
him olduğunu belirtiyorlar.
202
„Senin durumun daha da kötü […] biz yine birşeyler yapabiliyoruz,
senin ise elinden hiçbir şey gelmez.“ (K3)
Sorumluluk üstlenme ve ebeveyn bakımı grup içinde bir
şeref meselesi ve fırsat olarak değerlendirilmekte.
„[…] Ebevey bakımı bir lütuftur. İnançlı bir insan için Tanrı tarafın‐
dan verilen bir fırsattır; herkese aynı fırsat verilmemiştir.“ (K2)
Tecrübeler
Bakım üstlenen bu kişilerin, yakınlarının hastalığı boyunca
yaptığı tecrübeler yaşamın farklı alanlarında değişikliklere yol
açacak türden ve oldukça geniş kapsamlı. Söz konusu değişik‐
likler gerek kişisel görüş, değer, öncelik ve beklentilerle ilgili
gerekse yaşanılan çevre (örneğin; akrabalar, arkadaşlar, kom‐
şular vd.) ile doğrudan ilgili türden.
Hasta yakınlarının gününü 24 saati bakıma muhtaç olma‐
sı gerçeği kişinin zamanını kendine veya diğer insanlara da
ayırmasının önüne geçmekte.
„İnsan sadece Demans hastası bir annenin kızı değil ki, aynı zamanda
bir anne ve eş de.“ (K3)
„[…] insanın aynı zamanda bir ailesi ve ev düzeni var.“ (K2)
„[…] kendin için hiç vaktin yok.“ (K1)
Çevrelerindeki birçok insanın bir şekilde hayatlarından
geri çekilmesinden ve kendilerini, hastaya karşı üstlendikleri
sorumlulukla başbaşa bırakmalarından yakınıyorlar.
„Bakımın gereği olan işler bir kişinin üstüne yıkılıyor, […] diğerleri
keyifle arkalarına yaslanıp hayatın keyfini sürüyor.“ (K4)
203
Katılımcılar aynı zamanda kendi kişisel gereksinimleriyle
ilgili kayıplar yaşadıkları hissine de işaret etmekte. Bu his
kaybı, çevrelerinden yardım istemeyi güçlendiriyor.
“[…] başkalarının yardım etmesi bizim için tabii ki iyi bir şey, lâkin o
vakit kendine biçtiğin değerden ödün veriyorsun” (K3)
Yakınlarının tutulduğu Demans hastalığından ötürü mes‐
lek hayatlarına son vermek zorunda kaldıklarını belirtiyorlar.
“Denedim ama mümkün olmadı. Tam bir parçalanma yaşıyorsun. Ya
çalışıp kendi hayatını tanzim edeceksin ya da bakımı üstleneceksin.
İkisi birden olmuyor. En başlarda biraz oluyor ama bir süre sonra git‐
miyor. Hastalık ilerledikçe daha fazla iş üstüne yıkılıyor.” (K1)
“Hep severek iş hayatının içinde oldum ve çalıştım. Çalışmayı çok
isterim. Bakımı günde birkaç saatliğine üstlenecek birisini bulsam
hergün o kadar süreliğine işe giderdim. Annemin bakımını ne kadar
severek yapsam da özgürlüğüm kısıtlı.” (K3)
Katılımcılar ileriye dönük düşüncelerinin de değişikliğe
uğradığını ifade etmekteler. Belirttiklerine göre gelecek artık
onlar için pek de planabilecek türden bir mefhum değil ve
sadece Demans olan yakınlarının hastalığına paralel gelişim
gösterebilmekte.
“Bazen öyle şeyler oluyor ki hayal bile edemezdim. O nedenle hiçbir
şeyi tahayyül etmek istemiyorum […] bu hastalık beni bazen hayrete
düşürüyor […] artık herşeyi oluruna bıraktım.” (K3)
“Hastalık herşeyi değiştiriyor.” (K2)
“[…] gelecekle ilgili düşünmeye vaktin yok. Çünkü gün sabahla birlik‐
te başlıyor, sonra fizik tedavisi sırada, ardından hastabakıcı geliyor,
sonra şu, sonra bu derken bir de bakmışsın gün bitivermiş ama senin
204
de işin bitmiş oluyor. Akşam olup da artık yatağa gitme vakti geldiği‐
ne seviniyorsun. Fakat uyuyamazsın çünkü annen uyanmıştır yine.”
(K1)
Sunulan Teşviklerle ilgili Görüşler ve
Bunlardan Yararlanma
Katılımcılar sunulan teşviklerden farklı düzey ve biçimlerde
yararlanmakta. Bilgi ve hizmet kalitesi de bunları sunana göre
değerlendirilmekte. Herhangi bir dilekçe vermek çoğu zaman
aşırı efor gerektiriyor ve yapılan başvurular sıkça reddedil‐
mekte. Katılımcılar “yalvaran konumunda” olmayı nahoş
bulmaktalar ve bu nedenle verdikleri dilekçelere aldıkları red
cevaplarına itiraz etmekten imtina ediyorlar.
„Bakım sandığından gelen görevli kadınla yaptığımız tecrübe korkunç‐
tu. Herşeyi bilmek istiyordu […] nazik değildi. Yaptığım işler için ne
kadar zamana ihtiyacım olduğunu bilememiştim; saç taramak, duş
alırken yardımcı olmak vs. […] benim için herşey yapılması gereken
doğal işlerdi […] ağladım o an. Yaptığımız başvuru reddedildi. Uzun
bir süre yeni bir dilekçe veremedim […] yeni bir dilekçe vermeye beni
görümcem ikna edebildi. […] Nitekim görümcemin de desteğiyle bir
dilekçe verebildim. Bakım için gerekli bütün saatleri bu dilekçede be‐
lirttim. Çok heyecanlanmıştım. Bakım sandığından bu kez başka bir
kadın geldi, farklıydı, oldukça anlayışlı biriydi.“ (K2)
„Annemin emekli maaşı sadece 280 Euro olduğundan belki de yasala‐
rın kendisine tanıdığı asgarî güvence için başvuru hakkımız vardı ama
bunun için herhangi bir girişimde bulunmadık.“ (K3)
Fizyoterapi gibi hekimler tarafından yazılan tıbbi önlem
paketlerinden talep etme konusunda da sıkıntı yaşadıklarına
işaret ediyorlar.
205
„[…] Annemin kolları ve bacakları epeyi kötüleşmişti. […] doktor
‚fiyzyoterapi ile iyileşmez’ diyor ama kendini kasmamasından anlıyo‐
rum ki anneme çok iyi geliyor. […] sürekli kaskatı biçimde durursa
onu hareket ettiremiyorum, giydirirken güçlük çekiyorum. […] hal
böyle olunca fizyoterapiyi kendi cebimden ödüyorum ki, bakım işi ko‐
laylaşsın.“ (K1)
„Doktorlar pek reçete yazmak istemiyor, peşlerisıra yalvarmak gereki‐
yor.“ (K3)
Hekimler ve hastalık kasaları başta olmak üzere yürütü‐
len iletişim ve edinilen bilginin kalitesinin yetersiz olduğu
belirtilmekte. Hastalıkla ve teşviklerle ilgili sağlıklı bir bilgi‐
lendirme yapmıyorlar. Buna karşın ambulans bakım servisle‐
rinin gayet geniş kapsamlı ve işe yarar türden bilgiler verdi‐
ğinden söz ediyorlar. Yine de en önemli bilgileri dost, komşu
veya akrabalar üzerinden edinebildiklerine, bunlara dayana‐
rak da profesyonel yardım için başvuruda bulunabildiklerine
vurgu yapıyorlar.
„Oldukça bilgisiziz. Eğer somut bir soru yöneltmezseniz sorumlu
kurumlar da bilgi vermiyor. Sadece sordugunuz sorulara yanıt alabi‐
lirsiniz, daha farklı mevcut teşviklerden söz eden olmuyor. Özellikle de
söz konusu para olduğunda. Eğer ucu paraya dayanan bir fırsat varsa,
hiçbir şey söylemiyorlar. Şimdiye kadar bu yönde tecrübeler edindim.“
(K3)
„[…] işin aslını bilemediğin için ne dilekçesi vereceğini de bilemiyor‐
sun. Aslında bizim bizzat başvuruda bulunmamızı beklemek yerine ne
gibi teşvikler olduğunu tek tek anlatmaları gerekir.“ (K1)
„[…] benzeri tecrübeleri kendisi de yaşamış olan birisinden işitmen ya
da tesadüfen internette ya da gazetede okuman gerekiyor.“ (K2)
„[…] ne gibi teşvikler bulunduğunu kendi başına araştırman gereki‐
yor […] sadece ambulans bakım servisleri iyi bilgilendiriyor.“ (K3)
206
„[…] özellikle hastalık kasaları var olan fırsatlarla ilgili bilgi vermiyor.
Sigortaların programlarında sunulan teşviklerle ilgili bilgilerden doğ‐
rudan değil de başkaları üzerinden haberdar oluyoruz.“ (K1)
Verilen bakım parasının az olduğu, gerçek masrafları kar‐
şılamadığı, ilaçlar ve sağlık donanımı için üstlenilen sigortalı
payının bakım parasının yerini tutamayacağı hususunda bütün
katılımcılar mutabık. Ayrıca meslekten kopma durumunun da
ek bir güçlük unsuru oluşturduğuna işaret edilmekte.
Mevcut bütün ek teşvikler içinde yedek bakım parasının
gerçek anlamda yükü azaltan yerinde bir uygulama olduğu
konusunda gruptaki bütün katılımcılar hemfikir. Bu ortak
görüşlerine gerekçe olarak kendilerini desteklemek suretiyle
temsil edecek olan kişiyi yine kendilerinin tayin edebiliyor
olmasını gösteriyorlar.
„Bakım kasasından yıllık 1500 Euro yedek bakım parası alma hakkımız
var. Bu durumda yardım için kimi tuttuğumun bir önemi yok. Saati
10 Euro’ya birisini bulabiliyorsam, ondan, saatine 20 Euro vereceğim
birisinden daha fazla istifade edebilirim doğal olarak.“ (K1)
Hasta yakınlarından oluşturulmuş bu dayanışma grubu‐
nun önemli bir destek teşkil ettiğini, diğer birçok teşvikte de
söz konusu olduğu gibi kendilerine çok yararlı olduğunu be‐
lirtiyorlar.
Gözlenen Engeller ve Zahmetler
Demans hastalığının tanı aşaması bile katılımcılar tarafından
engellerle dolu olarak tanımlanıyor.
„[…] annem okuyup yazamadığı için, hastalığa kesin bir tanı koyula‐
mayacağını söylediler.“ (K1)
207
„Doktor, üstünde tanı yazan bir kâğıt tutuşturdu elimize.“ (K2)
„Bize onu dahi vermediler. Doktor ‚demans bu, hadi güle güle’ dedi.“
(K3)
Hayatın çeşitli alanlarındaki değişik sıkıntılardan söz
ediyorlar. Kendi kişilikleri veya dil sorunlarıyla ilintili bireysel
sıkıntılar dile getiriliyor.
„Allah’tan Almancam iyi de bilgi edinebildim. Ama iyi Alman‐
ca bilmeyenlerin işi çok zor. Türk kurumları üzerinden de bilgi
edinemezsiniz. Onların da bu konularda bilgisi yok.“ (K3)
Bu bağlamda bürokrasi ve terminoloji ile bağıntılı sıkıntı‐
lardan söz edilmekte. Bunların yanısıra Türkiye’den gelecek
olan akrabalara uygulanan vize güçlüklerinden de yakınıl‐
makta. Hasta bakımında destek olmak üzere Türkiye’den
Almanya’ya gelmeyi göze alan akrabaların karşı karşıya kal‐
dıkları bürokratik engellerden dolayı bu niyetlerinden vazgeç‐
tiklerini belirtiyorlar. Kaldı ki hasta bakımını desteklemek
üzere yapılacak böyle bir akraba ziyaretinin uzun zaman alan
vize süreci nedeniyle kısa vadede gerçekleşmesinin zaten ola‐
naksız olduğuna işaret ediyorlar.
„Basit bir iş olsa kızkardeşim yılda bir kez de olsa gelip bana destek
olacak. Onun gelmesinden doğan masrafları da üstlenebiliriz, buna
değer çünkü.“(K3)
„Ben bir ara kendim de hastalandığım vakit pekâlâ kız kardeşim Tür‐
kiye’den gelip bana destek olabilirdi.“ (K3)
„Almanya’ya gelmek çok zor.“ (K4)
208
Hasta bakımı nedeniyle çalışamamaktan kaynaklanan pa‐
rasal darboğazın bütün ailenin hayatını etkilediğini ve
güçleştirdigini söylüyorlar.
“Çalıştığımda ayda 1700 Euro kazanıyordum ve akşamları mesai yok‐
tu. Oysa şimdi 700 Euro bakım parası alıyoruz ve paydos diye birşey
tanımıyorum.” (K3)
“[...] çalışırken kesintilerden sonra elime 1200 Euro geçiyordu. Bakım
için 700 Euro alıyorum. Elime 500 Euro daha az geçiyor, üstüne üst‐
lük masraflarım da işim de arttı. […] Bakım işi daha kolay olsun diye,
farklı kıyafetler alıyorsun. […] Sonra onlardan da pahalı bakım araç
gereçleri alınıyor.” (K1)
Bir başka sıkıntı da aslında bakım için uygun olmayan
dar evlerde hasta bakmak zorunda olmaktan kaynaklaıyor.
„Başka bir eve çıkmak mümkün değil. Kendi evin dar. Kapılardan en‐
gelli arabası geçmiyor. Banyo hem küçük hem de engellinin gereksi‐
nimleri için planlanmamış türden. Gerçi ev içinde tadilat için teşvik
veriliyor ama çok az.“ (K3)
“[…] Eğer bakım derecesi 3 ise banyo tadilatı için teşvik veriyorlar.
2500 Euro’ya varan yardımlar söz konusu ama bu da yeterli değil.
Çünkü bazı durumlarda engelli ihtiyaçları doğrultusunda duvar yı‐
kılması gerekebiliyor.” (K1)
Dilsel ve kültürel anlamda iletişim engelleri var olan
teşvikleriden yararlanmakta çoğu zaman sıkıntılara sebep
oluyor. Özellikle demans hastalarının düşük Almanca seviyesi
Türkçe bilmeyi adeta zorunlu kılıyor. Bu da Almanca konuşan
ambulans bakım elemanlarının üstesinden gelebileceği bir iş
değil.
209
„Bir süre Türkçe konuşan bir bakıcı geldi. Harikaydı bu. Annemle ko‐
nuşup anlaşabiliyordu. Ben de o sırada biraz olsun kendime gelebili‐
yordum. […] şimdi bir Alman bakıcı geliyor, belirtmeliyim ki anneme
sevgiyle yaklaşıyor ama Türkçe bilmemesi bir noktada hep sorun olu‐
yor. Basit bir örnek olarak yemek yedirme sahnesinden bahsedeyim.
Hastalığın bu aşamasında her lokmada anneme „Ağzını aç!“ demek
gerekiyor, ancak o zaman ağzını açıyor. Onun için komut nitelikli bazı
cümleleri Türkçe öğrettim. Ama yine de zorluklar yaşanıyor.“ (K3)
„[…] Eğer Türkçe sayılacak olursa annem merdivenlerden çıkabiliyor.
[…] Bakıcı annemle birlikte merdivenden çıkabilmek için Türkçe say‐
mayı öğrenmek zorunda kaldı.“ (K2)
Katılımcılar bedensel ve ruhsal rahatsızlıklardan da bah‐
sediyor.
„Bir süre deprespondaydım; bu zaman zarfında hiçbir şey yap‐
madım. […] diğerleri aç mı tok mu hiç umurumda değildi.
Ama annemin durumu farklıydı. […] annem için gereken
herşeyi yaptım.“ (K3)
„[…] bazen saçlarım dökülüyor, hele de çok stres alındaysam
[…] doktor kendime de bakmamı salık verdi.“ (K1)
Toplumsal ilişkilerin ciddi biçimde sekteye uğradığını,
kendilerine ayıracak hiç zamanları olmadığından yakınıyorlar.
„Bazen öyle zamanlar oluyor ki günlerce dışarıya çıkamıyor‐
sun, çünkü hep birşeyler oluyor ya da senden nöbeti devralma‐
ya kimsenin zamanı olmuyor.“ (K1)
210
Aile içinde de rol ve beklentilerin sıkıntı veren boyutlara
varmasından söz ediliyor. Katılımcıların çoğu diğer insanlar‐
dan yardım istemekte güçlük çekiyor.
„Bir Türk kadını olarak ortaya atılıp yardım dilenmek gücüme gidiyor.
(K2)
„[…] bakıyor ve görüyorsun, işin sonu yok. Yap işle ama kimse yerin‐
den kıpırdamasın.” (K3)
Özellikle demans hastası anne ya da babaya duyulan
kaygının insanı en çok yıpratan faktör olduğunu belirtiyorlar.
Birikimler
Katılımcılar için maneviyat, beslendikleri en önemli güç kay‐
nağı.
„Cennet, annelerin ayakları altındadır.“ (K2)
„Allah’a olan inancım bana kuvvet veriyor.“ (K3)
Kişisel olarak yaptıkları bazı sıradan şeyler de keza birer
güç kaynağı olarak değerlendirilmekte. Ayrıca sosyal çevrele‐
riyle olan ilişkilerini de yapıcı olarak nitelmekteler.
„Hoşuma giden birşeyler yapıyorum […] gezintiye çıkıyorum ya da
bir kitap okuyorum.” (K1)
“Arkadaşlarımla buluşuyorum ya da akrabalarımı ziyaret ediyorum.
[…] yemek yapmaktan hoşlanıyorum ve mutfakta çalışırken dinlendi‐
ğimi hissediyorum.“ (K2)
“Epey bir süre televizyon dizilerini izledim. Şimdilerde Candy Crush
oynuyorum. […] eğer düğüne çağrılırsam giderim […] o zaman ailem
benim yerime bakım işini üstlenir.” (K3)
211
“Seyahat etmeyi seviyorum. […] Bir keresinde kızkardeşim geldiydi
Türkiye’den, ben de güzel bir tatil yaptım [...] bana o kadar iyi geldiydi
ki…“ (K3)
Yapılan bu grup toplantılarının da çok faydalı ve rahatla‐
tıcı olduğunu söylemekte bütün katılımcılar.
„Buraya geliyorum […] her geldiğimde burada anlayışlı bir ortam bu‐
luyorum ve diğer katılımcılardan çok şey öğreniyorum, faydalı bilgiler
ediniyorum.“ (K2)
„Diğerleri gündelik hayatlarından bahsettikçe […] sanki anneme ya‐
kınmışım gibi geliyor bana“ (K2)
Gereksinimler
Dayanışma grubu katılımcıları yaşamın pek çok alanına dair
gereksinimlerden bahsediyor. En başlarda, hastalıkla tanışma
dönemlerinde hissettikleri yoğun bilgi eksikliğini anlatıyorlar.
Ayrıca çevrelerinde toplum düzeyinde bilgilenme gereksinimi
olduğuna da dikkat çekiyorlar.
„Türkler, hastanın yatakta yatması gerektiğini düşünüyor, bu yanlış.“
(K3)
„[…] çoğu insanın Demanstan haberi yok, bu hastalığın adını dahi
duymamışlar daha önce.“ (K2)
O nedenle Demans hastalığı hakkında kamuoyunun bil‐
gilendirilmesi için talepleri var. Kendi konumlarında olan
insanlar için ise ilk elden bütün haklarıyla ve var olan teşvik‐
lerle ilgili bilgi talebinde bulunuyorlar, üstelik de kendileri
somut soru yöneltmek zorunda kalmaksızın.
212
„Mevcut programlarla ilgili daha nitelikli bilgilendirme çok iyi olur.
Biz de o zaman biliriz ne gibi imkânlar olduğunu, neyi nasıl kullanabi‐
leceğimizi.“ (K1)
Türkçe konuşulan bakıcı kuruluşlar, komşu dayanışma
dernekleri ve bakıcı elemanlara acil gerek duyulmaktadır.
„Türkçe konuşan hastabakıcı eleman sayısı çok az.“ (K2)
„Türkçe konuşulan hastabakıcı kuruluş yok, günlük hasta bakımı için
düzenli olarak telefon geliyor bize. Evde hasta bakımı ardından yeni‐
den çalışma hayatına atılmak isteyen insan yeteri kadar var ama baş‐
vuru yapılabilecek yer yok. […] Bana bir kadın telefon açtıydı ve
Türkçe hasta bakımı yapılıp yapılmadığını sorduydu. Annesini bir
Alman kuruluşuna emanet etmiş ama annesi orada yapamamış.“ (K1)
Türkçe konuşan hastabakıcı personeli işe almanın pek
akıllıca olmadığı ya da Türkçe bilen personel sayısının çok az
olduğu yönünde argümanlar işittiklerini ancak bu argümanla‐
rın doğru olmadığını, zira bu personelin Alman hastaların
bakımını da pekâlâ üstlenebileceğini ifade ediyorlar.
Aile içinde yardım talebinde bulunduklarında her ne
denli kendilerine destek olunsa da daha fazla aile desteğine
ihtiyaç duyulduğunu belirtiyorlar.
„Şikâyetçi değilim ama ricacı olmama gerek kalmadan diğer aile fertle‐
rinin yardım etmelerini arzu ederdim.“ (K3)
Mesajlar
Grup katılımcılarının Türk ve Alman siyasetine birtakım me‐
sajları var. Almanya’dan Türkiye’ye dönecek insanlar açısın‐
dan Türkiye’deki hasta bakımının daha iyi bir düzeye gelmesi
gerekmekte.
213
„İsterdim ki birileri onun (annemin) yanına gitsin, yanıbaşına otur‐
sun, onunla konuşsun, onunla ilgilensin veya ona birşeyler okusun.
Eskiden hep severek okurdu. Birisinin günde birkaç saat de olsa onun‐
la ilgilenmesi gibi bir fırsat Türkiye’de de sağlansa çok mutlu olur‐
dum. Ama bu işi yapacak kimse yok.“ (K4)
Hiç değilse bakıma muhtaç hasta ailelerinin Almanya’ya
yapacakları ziyaret seyahatlerinin kolaylaştırılması gerekir.
“Tatile ihtiyacım olduğu vakit burada herkesin düzenini altüst ediyo‐
rum ama kızkardeşimi buraya çağırabilecek olsam bütün masrafları
üstlenirdim. Hem annem seyahat edecek durumda olmadığından belki
de hiçbir zaman görüşemeyecek olan kızkardeşim ve annem birbirlerini
görmüş olurdu hem de ben o esnada tatil yapıp dinlenebilme olanağına
kavuşurdum.” (K3)
“Ailede bakıma muhtaç bir birey olması durumunda seyahat ile ilgili
formalitelerin daha kolay olması gerekir diye düşünüyorum.” (K4)
Bütün kurum ve kişilerin (örneğin hastaneler ve hekim‐
ler) Demans hastalarına karşı anlayışlı olması gerekir. Bura‐
larda çalışan insanların bu hastalara karşı kültürel açıdan daha
duyarlı olması gerekliliği artık tartışılamaz bir gerçek olarak
kabul edilmelidir. Ayrıca Türkçe konuşan hastabakıcı personel
sayısının artırılması da gereklidir.
Türkçe konuşan bakım elemanı yetersizliğiyle başa çıka‐
bilmek için Almanya’da yaşayan Türk kökenli genç insanların
bu mesleği yapmaya özendirilmesi gerektiğine keza Türki‐
ye’den de hastabakıcı personelin Almanya’ya gelmesinin
önünün açılabileceğine işaret ediyorlar.
„Polonya ya da birtakım başka ülkeler yerine Türkiye’den de
pekala hastabakıcı personel buraya getirtilebilir.“ (K1)
214
Tartışma ve Sonuç
Özet olarak, katılımcıların, yakınlarının yakalandığı Demans
hastalığının ailenin geri kalan fertlerinin tamamının yaşamın‐
da köklü değişikliklere yol açan bir hastalık olarak tanımladı‐
ğını görüyoruz.
İşbu dayanışma grubu gerek çevresel gerekse bireysel bir‐
takım birikimlere vurgu yapmaktadır. Sözü edilen bu birikim
ve kaynaklar onlara, üstlendikleri bakım işinin üstesinden
gelebilmek üzere güç vermektedir. Ailenin diğer fertlerinin
yardımlarına ve bakım sistemi dâhilindeki teşviklere rağmen
mevcut bazı engel ve sorunlarla yalnız başlarına mücadele
etmek zorundalar.
Dayanışma grubu katılımcıları mevcut teşviklerden farklı
düzeylerde yararlanmaktadır; bu teşviklerle ilgili görüşleri de
keza farklıdır. İstifade edebilecekleri teşvikler bağlamında
sistemik olarak ya da muhatap oldukları kişiden kaynaklanan
bireysel engellemelere maruz kalmışlar. Devlet eliyle sunulan
yardımlara başvurmaktan çekiniyorlar. Bu durum keza „Al‐
man Yaşlılık Yardımı Danışma Meclisi“ (Kuratorium Deutsche
Altershilfe – KDA) tarafından yayına hazırlatılan “Migration
und Demenz“ (Göç ve Demans) başlıklı broşürde de (Jonas,
2007) vurgulanmaktadır. Teşviklerden yeteri kadar yararla‐
nılmaması ek sorunlara yol açmaktadır. Nitekim bu sorunlar
da hasta yakınlarında birtakım huzursuzluk ve rahatsızlıklara
neden olmaktadır. Türk kökenli Demans hastalarının bakımını
üstlenmiş olan aile fertlerinin karşı karşıya kaldığı sorunlar ve
çözüm stratejileri üzerine Berlin’de yapılan niteliksel bir araş‐
tırma da keza benzeri sonuçlara ulaşmıştır. Bu araştırmayı
yapan bilim insanları da bu hasta yakınlarının zaman yetmez‐
liğinden muzdarip ve şikayetçi olduğunu, çevre ilişkilerinin
son derece sınırlı olduğunu, mesleğe devam etmenin ise nere‐
215
deyse imkânsız bir hale geldiğini ortaya koymuştur. Bir de aile
mensuplarının maruz kaldığı bedensel, zihinsel ve ailevi tür‐
den sorunlarını dile getirmektedirler. Sorunların üstesinden
gelmek üzere başvurulan kaynaklar arasında maneviyat, baş‐
kalarıyla yapılan yapıcı konuşmalar ve Demans hastalığıyla
ilgili bilgi platformları sayılmaktadır (Küçük, 2008).
Burada ayrıntılarını aktardığımız araştırmanın sonuçları
da gösteriyor ki Demans hastası yakınlarının hayatın çeşitli
alanlarında yoğun desteğe ihtiyaçları vardır. Türkçe konuşan
personel yetersizliği, en önde gelen sıkıntılar arasında sayıl‐
maktadır. Katılımcılar bireysel ve toplumsal aydınlatma ve
bilgilendirme olanaklarından yoğun biçimde istifade etseler
de toplum tarafından daha fazla duyarlılık ve desteğe ihtiyaç
duymaktalar. Bu bağlamda hem Almanya’daki hem de Türki‐
ye’deki bilim insanlarına sağlık, toplum sistemlerinden so‐
rumlu kişi ve kurumlara ve nitekim politikacılara çağrıda
bulunmaktalar.
Çağrı yapan bu insanların taleplerinin yerine getirilmesi
toplumun bu alandaki duyarlılığına ve sorumluluk sahibi
taşıyıcı kurumların geliştirecekleri kültüre duyarlı koşul ve
ortamlara bağlı. Özellikle her iki ülkenin siyasi iradesi bu so‐
runun üstesinden gelmek üzere kolları sıvamalıdır. Keza farklı
aktörlerin çözüm arama aşamasında işbirliği yapması zorun‐
luluğu da ortaya çıkmıştır.
Elde edilmiş olan sonuçlar, Demans hastalarının bakım
yapan Türk kökenli yakınları ile ilgili subjektif olarak algılan‐
mış olan bakışları yansıtmaktadır. Bu insanların içinde bulun‐
duğu durumla ilgili sağlam temellere dayanan bulgulara ula‐
şabilmek için sistematik bir araştırma yapılması zorunludur.
Her iki ülkeden biraraya gelen bilim insanları, siyasetçiler ve
uygulayıcılar hedef odaklı çözüm önerileri geliştirebilirler.
216
Kaynakça
JONAS I. (2007) Vergessen in der Heimat. Migration und Demenz
Vergessen in der 2. Heimat. Themenheft Kuratorium Deutsche
Altershilfe. Nr. 2/2007, 36
KÜÇÜK F. (2008) Belastungserleben und Bewältigungsstrategien bei
pflegenden Angehörigen von demenziell erkannten
türkischen
Migranten/‐innen.
Zeitschrift
für
Gerontopsychologie & Psychiatrie, 21 (2), 2008, 105‐116
LAMNEK (1995) Qualitative Sozialforschung. Band 2 Methoden und
Techniken. Weinheim: Betz Psychologie Verlags Union
MAYRING, P. (2003) Qualitative Inhaltsanalyse ‐ Grundlagen und
Techniken. Weinheim und Basel: Beltz Verlag
RAVEN, U., HUISMANN, A. (2000) Zur Situation ausländischer
Demenzkranker und deren Pflege durch Familienangehörige
in der Bundesrepublik Deutschland. Pflege. Nr.13:187‐196
STATISTISCHES
BUNDESAMT
(2009)
Bevölkerung
und
Erwerbstätigkeit: Bevölkerung mit Migrationshintergrund –
Ergebnisse des Mikrozensus: https://www.destatis.de/DE/
Publikationen/Thematisch/Bevoelkerung/MigrationIntegratio
n/Migrationshintergrund2010220097004.pdf?__blob=publicati
onFile (02.12.2014)
217
Uzun Süreli Bakım ve Bakım Politikalarında
Değişen Eğilimler
Sema OĞLAK
Giriş
Küresel bir önem kazanan nüfusun hızla yaşlanması ve de‐
mografik dönüşüm, bugün ve gelecekte birçok ülkeyi üstesin‐
den gelmekte zorlanacakları bir durumla karşı karşıya bıraka‐
caktır. Demografik dönüşümün en belirgin yönü ise, 80 yaş
üstündeki bireylerin artış oranının, 65 yaş üstündekilere göre
daha yüksek seyretmesidir. Örneğin; 2010‐2050 arasında Av‐
rupa Ülkeleri’nde 65 yaş üstündeki bireylerin artış oranının iki
kat, 80 yaş üstündeki bireylerin artış oranının ise, üç kat ola‐
cağı öngörülmektedir (European Commission, 2012; Damiani
vd., 2011; Swartz, 2013: 399‐400).
Yaşlanmanın ortaya çıkaracağı en önemli sorunların ba‐
şında “bakıma muhtaçlık” sorunu gelmektedir. Çünkü nüfu‐
sun yaşlanması ve beraberinde artan çoklu kronik hastalıklar
ve fonksiyonel yetersizlikler, yaşlıların günlük yaşam faaliyet‐
lerini yerine getirmelerinde birçok açıdan başkalarının bakım
desteğine gereksinimlerini ve bakım talebini artırmaktadır
(Damiani vd., 2011; Nolte ve McKee, 2008:2‐3). Üstelik bu ba‐
kım talepleri, hem daha fazla hem de daha uzun süreli olabil‐
mektedir (WHO, 2002). Yapılan araştırmalarda, 65 yaş üstün‐
218
deki bireylerin %70’inde; 80 yaş üstündeki bireylerin ise yak‐
laşık %90’ında çeşitli düzeylerde sosyal destek ve bakım ihti‐
yacının varlığı tespit edilmiştir (European Commission, 2013;
Swartz, 2013: 400; Lipszyc, Sail & Xavier, 2012; Leone, 2010: 1).
Geleneksel olarak yaşlının bakımı ailenin sorumluluğun‐
da olmakla birlikte, kadınların çalışma hayatı içinde daha
fazla yer almaları, göç, coğrafi uzaklık ve geniş aile yapısından
çekirdek aile yapısına dönüşüm, ailenin bakım rolünün azal‐
masına ve profesyonel bakım hizmetlerine talebin artmasına
neden olmaktadır (Geerts & Willemé, 2012: 7; OECD, 2011a;
Rostgard vd., 201: 8‐12; WHO, 2012). Yaşlıların bakım ve göze‐
timine destek olacak sistemleri oluşturmak, sosyal refah poli‐
tikalarını benimsemiş devletlerin temel görevleri arasında yer
almaktadır (Lipszyc, Sail & Xavier, 2012). Bir başka deyişle,
yaşlıya sunulan her türlü sağlık ve sosyal hizmet odaklı bakım
politikaları; yaşlının uzun süreli bakımını tümüyle ailenin
üzerine yıkmayan ve toplumsal dayanışma anlayışı çerçeve‐
sinde yaşam kalitesinin ve fonksiyonel bağımsızlığın korun‐
masının da sağlamasını hedef alan politikaları içermektedir.
Özellikle hastalık ve bakıma muhtaçlık nedeniyle bireylerin
karşılaşacağı zararlara yönelik yüksek düzeyli korumanın
hayata geçirilmesi, temel hayati değerler olarak benimsenmek‐
tedir. Bu bağlamda uzun süreli bakıma ihtiyaç duyma ve bakıma
muhtaçlık, Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) tarafından da
sosyal bir risk olarak tanımlanmış (MISSOC, 2009) ve uzun
süreli bakım ihtiyacının karşılanmasında devlete önemli gö‐
revler yüklemiş, bakıma muhtaçlık riski ve bunun gerçekleş‐
mesi sonucunda oluşabilecek maddi ve manevi sorunların
çözümünde sosyal güvenlik sistemi içinde bakımı güvenceye
alan politikalar geliştirilmesi, bakış açısının kazanılması sağ‐
lanmıştır (Swartz, 2013: 409; Colombo & Mercier, 2012: 318).
219
Bakıma muhtaçlıkta göz önünde bulundurulması gereken
bir başka boyut ise, ülkelerin “yaşlı bağımlılık” oranlarının
yükselmesidir. Bağımlılık oranının artışı, ailenin, çalışma ya‐
şındaki grubun ve ülkenin bakım yükünün daha fazla artacağı
anlamına gelmektedir (Wang & Tsay, 2012). Hatta azalan aile
bakımı ile birlikte bakım hizmetlerinin sağlanmasında profes‐
yonel bakım (formal care) elemanlarına ihtiyaç da artacaktır.
Tüm bunlar değerlendirildiğinde, gelecekte yaşlıların uzun
süreli bakım (USB) harcamalarının, sosyal güvenlik sistemin‐
de ve ülke ekonomilerinin yapısında ciddi bir zorlama yapa‐
cağı, sağlık ve sosyal bakım harcamalarını yükselteceği öngö‐
rülmektedir. Bu bağlamda OECD ülkelerinde USB harcamala‐
rı, 2009’da GSYİH’nin %1.8’ini oluştururken, gerekli önleyici
tedbirler alınmadığı takdirde bu oranın, 2050’de üç katına
çıkacağı tahmin edilmektedir (Colombo & Mercier, 2012:322).
Bu çerçeveden bakıldığında, USB hizmetlerinin sunulabilmesi
için, kamu kaynaklarından daha fazla pay ayrılması gerekir.
USB hizmetlerinde işgücünün ve istihdamın artırılmasında
yeterli kaynağın olmaması, USB hizmetlerinin sürdürülebilir‐
liği açısından birçok kaygıları da beraberinde getirmektedir
(Rodriges & Nies, 2013; Trigg, 2011: 1‐2).
Uzun Süreli Bakım ile ilgili Genel Özellikler
USB, ‐tanımı ülkelere göre değişiklik göstermekle birlikte‐
genel olarak fiziksel ve/veya zihinsel kısıtlılığı nedeniyle gün‐
lük temel ihtiyaçlarını yerine getirmekte başkalarına bağımlı
olan bireylere destek ve yardım hizmetlerinin düzenlenmesi
ve sunulmasını içine alan tüm etkinliklerdir (Lipszyc, Sail &
Xavier, 2012). Dünya Sağlık Örgütü’ne göre ise uzun süreli
bakım (USB), “Kişisel bakım ihtiyaçlarını tek başına yerine getire‐
meyen bireyin yaşam kalitesini mümkün olan en yüksek seviyede
220
koruyacak şekilde, duygusal, manevi ve psikolojik tercihleri doğrul‐
tusunda, topluma katılım ve kişisel doyum sağlama ve onurunun
korunması ile başkalarına bağımlılığının mümkün olabildiğince
azaltılmasını sağlamak üzere ihtiyaç duyduğu bakımın aile bireyleri
ve/veya profesyonel (sağlık, sosyal vd.) bakım elemanları tarafından
yerine getirildiği aktiviteler bütünüdür” (WHO, 2002a: 1).
Bu açıdan bakıldığında USB, bakıma muhtaç bireylere
günlük yaşam faaliyetlerinin (yeme, giyinme, tuvalete gitme
vb.) yerine getirilmesine yardım etmenin yanı sıra temel tıbbi
tedavi, ev hemşireliği, sosyal bakım, ev işleri, ulaşım, mesleki
destek ve günlük yaşam ile ilgili diğer işleri de kapsamaktadır
(Swartz, 2013:400; Lipszyc, Sail & Xavier, 2012). Dolayısıyla
USB hizmetlerinin amacı, yaşlılıktaki bakıma muhtaçlığı
azaltmak, yaşlının işlevsel kapasitesini olabildiğince yüksek
tutmak ve daha etkili bir bakım hizmeti sunumunu sağlamak‐
tır (European Commission, 2013; MISSOC, 2009).
USB; evde, kurumda (bakımevi, huzurevi, hastane)
veya topluma dayalı bakım kurumlarında (gündüz bakımı,
gece bakımı vb.) sunulabilmektedir. USB; aile bireyleri, kom‐
şu, arkadaş, gönüllü kişiler (informal bakım) tarafından ücret‐
siz olarak verilebildiği gibi, alanında uzman ya da yarı uzman
meslek elemanları tarafından (formal bakım) ücret karşılığın‐
da da yerine getirilebilen hizmetlerdir (Swartz, 2013: 409;
WHO, 2002a: 3; Bettio & Verashchagina, 2012). Öte yandan
sağlık hizmetlerinin yüksek uzmanlık gerektirmesine karşın
USB, genellikle aile bireyleri ya da alanında herhangi bir uz‐
manlık eğitimi almamış çalışanların yapabileceği veya arala‐
rında göçmenlerin de yer aldığı, düşük ücret, düşük statü ve
çalışma koşullarının güçlüğü ile karakterize olan hizmetlerdir
(European Commission, 2013).
221
USB hizmetleri hem tıbbi hem de sosyal bakım hizmetle‐
rini ilgilendirmekle birlikte, karmaşık ve iç içe olan yapısı
nedeniyle sağlık ve sosyal bakım sınırlarının açık, kesin ve
anlaşılabilir bir ayrımının yapılması oldukça güçtür. Bununla
birlikte hizmetlerin büyük ağırlığı, tıbbi olmayan sosyal bakım
ve diğer destek hizmetleriyle sınırlıdır (Lipszyc, Sail, & Xavier,
2012; Oğlak, 2008: 22). Bu nedenle birçok ülkede USB, “sosyal
bakım” olarak da tanımlanmaktadır (Department of Health
UK, 2012; Oğlak, 2007: 103). Öte yandan devletlerin
organizasyonel yapısının düzenlemesi bu iki hizmetle ilişkili
olmakla birlikte USB ile ilgili organizasyonel yapının tam an‐
lamıyla belirginleşmediği görülmektedir. Başka bir anlatımla,
ülkelerin sağlık hizmetlerindeki yapılarının oldukça merkezi
ve profesyonel düzenlenmiş olmasına karşın USB, karmaşık,
dağınık, parçalı ve/veya çok başlı bir yapı sergilemektedir
(Rodriges & Nies, 2013: 193).
Uzun Süreli Bakım Finansmanının
Sosyal Politika İçindeki Yeri
Bakıma muhtaç yaşlılar için USB, gelişmiş ülkelerin en önemli
sosyal politika konularından biridir. Gelişmiş ülkelerde bakı‐
ma muhtaçlığın gerçekleşmesi sonucunda oluşabilecek sorun‐
ların çözümünde, sosyal güvenlik sistemi içinde bakım gü‐
vencesi oluşturmaya yönelik sistemin kurulduğunun örnekleri
görülmektedir. Çünkü bireyin günlük yaşam aktivitelerine
yardımcı olacak kişisel bakım ve hemşirelik bakımını kapsa‐
yan USB hizmetleri için yapılan harcamaları önemli düzeyde
artırmak, yalnızca gelir düzeyi düşük yaşlılar için değil; geliri
iyi olanlar için de altından kalkılamayacak bir yük oluşmasına
neden olabilmektedir (Colombo & Mercier, 2012: 325). Bakıma
muhtaç yaşlının USB hizmetlerine ne kadar süreliğine ihtiyaç
222
duyabileceği konusundaki öngörülemezliğin yanı sıra, yaşam
kalitesinin korunması ve insan onuruna uygun yaşamın de‐
vam ettirilmesi düşüncesi, uzun süreli bakımla ilişkili etkin bir
finansal risk havuzunun nasıl oluşturulması gerektiği ile ilgili
çabaları artırmaktadır. Bu bağlamda USB ihtiyacının gerçek‐
leşmesi durumunda ülkenin, bireylere en azından temel dü‐
zeyde koruma sağlaması önem kazanmaktadır (Colombo &
Mercier, 2012: 325; Barr, 2010: 365). Bu nedenle yaşlının bakı‐
ma muhtaçlığı durumunda devletin ulusal düzeyde bakım
güvencesi politikalarını hayata geçirmesi, hem adaleti sağlama
hem de etkililik zemininde arzu edilen bir durumdur. Geliş‐
miş ve gelişmekte olan ülkelerde yaşlılık ile ilgili benzer so‐
runlar olmasına karşın, sosyal koruma sağlanması kapsamın‐
da sosyal refah politikaları, ülkelerin sosyo‐ekonomik yapıları,
sosyo‐kültürel değerleri ve tarihsel geçmişlerinin yanı sıra,
bakım sorumluluğunun devlet, aile, piyasa (pazar) ve sivil
toplum kuruluşları arasında paylaşılması açısından dikkate
değer bir farklılık görülmektedir (Hieda, 2012:260; European
Commission, 2013; Lipszyc, Sail, & Xavier, 2012; Rodriges &
Nies, 2013: 198).
Bakıma muhtaç olan yaşlıların ve ailelerinin karşılaşacak‐
ları ciddi mali risklerle ilgili ülkelerin çözmeye çalıştıkları en
temel soru; USB hizmetlerinin sosyal güvenlik sistemi içindeki
yeri ve yapılanmasının nasıl olması gerektiğidir (Oğlak, 2008:
47). Bu nedenle finansman kaynakları da birbirinden farklı bir
yapı ortaya çıkarabilmektedir. Bu kapsamda genel olarak 4
yaklaşımın uygulandığını görmekteyiz;
1. Vergi yoluyla; USB hizmetleri, geleneksel sağlık sigor‐
tası kapsamı dışında tutulmakta ve çoğu kez sosyal
koruma kapsamında, vergilerle finanse edilmektedir
223
(İskandinav ülkeleri, Avusturya) (Colombo & Mercier,
2012; Bettio & Verashchagina, 2012).
2. Zorunlu sosyal sigorta: Zorunlu sosyal sigorta kapsa‐
mında belirli oranda alınan primlerle sağlanmaktadır.
Çoğu kez sağlık sigortası dışında bağımsız bir “bakım
sigortası” olarak yapılandırılmaktadır (Almanya, Ja‐
ponya, İsrail, Hollanda ve Lüksemburg)
3. Sosyal yardım: USB hizmetlerinde bireylerin gelirlerine
veya gelir/varlık düzeyine (means‐tested) göre belirli
oranlarda katkı payı ödemelerinin oldukça yaygın ola‐
rak uygulandığı bir sistemdir (İngiltere) (Colombo &
Mercier, 2012).
4. Özel Bakım Sigortası: Bu durum, çoğu kez yaşlı veya ai‐
lesi tarafından bakıma muhtaçlık riskine karşı “özel
bakım sigortası” ile korumanın sağlanmasıdır. Çoğu
kez mevcut bakım güvencesinde sağlanamayan hiz‐
metler için tamamlayıcı sigorta olarak da uygulan‐
maktadır (Hollanda, Fransa, ABD, İsviçre).
Önemle vurgulanması gereken konu ise, ülkelerin USB
finansmanında genellikle tek bir yöntemi değil, sosyal sigorta,
vergiler, katkı payı, cepten ödeme ve özel bakım sigortasının
bulunduğu karma bir düzenlemeyi daha fazla tercih etmekte
olduklarıdır (Colombo & Mercier, 2012; European
Commission, 2013; Hieda, 2012: 261; MISSOC, 2009).
Uzun Süreli Bakım Politikalarında Finansal
Sürdürülebilirlik Çabaları ve Ortaya Çıkan Genel Eğilimler
Herkes için erişilebilir, finansal açıdan sürdürülebilir ve insan
onuruna yakışır düzeyde kaliteli bakım hizmetinin sağlanma‐
sı, uzun süreli bakım politikalarının temel amacını oluştur‐
maktadır (European Commission, 2013). Demografik dönü‐
224
şüm ve buna bağlı olarak yaşlı bağımlılık oranlarının yüksel‐
mesi; düşük maliyetli bakım ile bakım kalitesi arasında çözüm
arayışlarını ve sürdürülebilirliğin sağlanmasını daha önemli
hale getirmiştir (Simonnazzi ve Picci, 2013: 109‐110). Çünkü
yaşlının uzun süreli bakım harcamalarının ülkelerin
GSYİH’sini artırması, gelecekte yaşlıların bakımı ve sosyal
refah hizmetlerinin sürdürülebilirliği açısından önemli bir
tehdit olarak görülmektedir (Lloyd‐ Sherlock, 2004; Standart &
Poor’s, 2010; Bettio & Verashchagina, 2012). Örneğin ülkeler
bazında bakıldığında da, ‐iyimser senaryolarla bile‐ 2000‐2050
yılları arasında uzun süreli bakım harcamalarının GSYİH
içindeki payının, Almanya’da yüzde 168, İspanya’da yüzde
149, İtalya’da yüzde 138 ve İngiltere’de yüzde 112 artacağı
görülmektedir (Geerts & Willemé, 2012). Bu bağlamda daha
önceleri etkinlik ve bakım kalitesinin geliştirilmesi öncelikli
iken, bugün gelinen noktada mali sürdürülebilirliğin daha
fazla nasıl sağlanabileceğine yönelik çözümler öne çıkmakta‐
dır. Benzer şekilde, bakıma muhtaç bireylerin hizmete eşit
erişebilmelerinin sağlanması ve finansal yapısının doğru yapı‐
landırılması halinde USB hizmetlerinin, hem etkililik‐
verimlilik hem de manevi zararların en aza indirilmesi açısın‐
dan güçlü bir avantaj sağlayacağı savunulmaktadır (Barr,
2010). Bu açıdan bakıldığında ülkelerin, mali kriz ve yaşlılık
sorunlarına, bakım harcamalarını mümkün olabildiğince azal‐
tıcı ve/veya önleyici yaklaşımlarla çözüm bulmaya çalıştıkları
görülmektedir (Colombo & Mercier, 2012).
Geçmişte öncelikle kurumsal bakım çözümleri ön planda
yer almaktayken, yaşlıların mümkün olabildiğince evlerinde
kalmayı ve ihtiyaç duydukları hizmetlerin evde sunulması
yönündeki tercihlerinin yanı sıra yaşlı nüfus artışının bakım
harcamalarını artırması ve bakım işgücünde yaşanan sıkıntı‐
225
lar, sadece kalite ve erişilebilirliğin sağlanması değil, mali
sürdürülebilirlik açısından da ülkeleri farklı çözüm arayışları‐
na yönlendirmeye başlamıştır. Bu bağlamda ortaya çıkan ge‐
nel yönelimler, şu şekilde sınıflandırılmaktadır:
1.
Kurum Bakımı Yerine Evde Bakım ve Toplum Te‐
melli Bakım Hizmetlerine Yönelim
Devletler, finansal anlamda sürdürülebilir yaşlı bakım
programlarında, daha büyük ve daha fazla bakımevi, huzure‐
vi inşa etmek yerine, bakıma muhtaç kişilerin hizmeti evde ve
yaşadıkları çevrede alabilmelerine yönelik politikaları benim‐
semişlerdir (Swartz, 2013). Bu bağlamda başta birçok AB ülke‐
si olmak üzere, ABD, Kanada, Japonya, Danimarka ve İsrail
gibi diğer bazı devletler, sosyal politikalarını yaşlının uzun
süreli bakımında pahalı olan yatılı kurumsal (huzurevi, bakı‐
mevi vb.) çözümler yerine ağırlıklı olarak bireyin, yaşadığı
toplumda ve evinde alabileceği daha az maliyetli hizmetlere
odaklamaya başlamışlardır (Bilsen van vd., 2008; Damiani vd.,
2011; OECD, 2011a; OECD, 2011b; WHO Europe, 2008). Tablo
1’de, bazı OECD ülkelerinin 1999‐2009 yılları arasında evde
bakım hizmetlerindeki artış görülmektedir.
Diğer yandan Tablo 2’de görüleceği gibi, Danimarka,
Norveç, Hollanda ve Avusturya’da evde bakım alanların sayı‐
sı, kurum bakımına göre neredeyse üç veya dört kat daha
fazla olmuştur (Lipszyc, Sail & Xavier, 2012; Bettio &
Verashchagina, 2012).
2.
Aile Bireyleri Tarafından Yapılan Bakımın Destek‐
lenmesi
Uzun süreli bakım politikalarında öne çıkan konulardan
biri de, hizmetin sunumunda mevcut mekanizmaların nasıl
226
harekete geçirileceği ile ilgilidir. Burada gözden uzak tutul‐
maması gereken konu, uzun süreli bakım politikalarının ana
ekseninin, aile bakım desteği olduğudur (Rodriges & Nies, 2013:
198).
Yaşlının uzun süreli bakımında aile, tüm dünya ülkeleri
için hala önemli ve vazgeçilmez bir kaynak ve aynı zamanda
en belirleyici aktör olarak yerini korumaktadır (Golinowska &
Sowa, 2013; European Commission, 2013; Simonnazzi ve
Picci:, 2013: 110‐115; Rodriges & Nies H, 2013; Damiani vd.,
2011). OECD ülkelerinde USB gereksinimi olan bireylerin bü‐
yük çoğunluğuna (%60‐70), aileleri, komşuları ya da arkadaş‐
ları tarafından bakılmaktadır (Swartz, 2013; Damiani vd.,
2011). Profesyonel bakım ise, yalnızca aile bakımının bir ta‐
mamlayıcısı/destekleyicisi olarak yer almaktadır. AB’de aile
bakımının ekonomik değeri, 2007 yılı verilerine göre,
GSYİH’nin yüzde 2.6’sına karşılık gelmektedir (OECD, 2011b;
European Commission, 2013).
Akdeniz ülkeleri (İtalya, İspanya, Yunanistan, Portekiz ve
Türkiye) ve Doğu Avrupa ülkeleri (Polonya, Macaristan, Slo‐
venya, Romanya, Bulgaristan) ile Asya ülkeleri (Japonya, Tay‐
van, Güney Kore) gibi aile desteğinin daha fazla görüldüğü
ülkelerde, öncelikle ailenin desteklenmesini esas alan düzen‐
lemelere ve politikalara önem verildiği görülmektedir
(Damiani vd., 2011; OECD, 2011a). Polonya, Bulgaristan,
Estonya, Romanya ve Slovenya gibi eski sosyalist ülkelerde de
kurum bakımı yerine aile bakımını esas alan düzenlemelere
daha fazla yer verildiği görülmektedir (Golinowska & Sowa,
2013).
Öte yandan aile bakımının daha önce belirttiğimiz neden‐
lerle azalması, aileyi destekleyen tamamlayıcı kamu politika‐
larının daha fazla uygulamaya konulması eğilimini ortaya
227
çıkarmıştır. Bu düzenlemeler, aile bireyinin kendi resmi işi ile
bakım sorumluluğunu yerine getirme görevi arasındaki den‐
geyi sağlamayı hedefleyen yaklaşımlardır. Bu düzenlemeler
bakım hizmetlerinin yürütülmesine destek sağlarken, aynı
zamanda bakım verme yükümlülüğünü yerine getirmek için
işinden ayrılmak zorunda olanlara da mali ve sosyal destek
sağlamayı hedeflemektedir (OECD, 2011b; WHO Europe,
2008). Aşağıda, devletin aile bireylerinin uzun süreli bakım
hizmeti vermeleri konusunda sağlamış olduğu destekleme
stratejileri yer almaktadır:
Bakım parası
Hizmet çeki
Evde profesyonel bakım hizmetleri ile aileye destek
Çalışma yaşamında esnek çalışma düzenlemeleri
Yarı zamanlı çalışma
Emeklilik hakkı
Ücretsiz/ ücretli bakım izni
Danışmanlık ve eğitim desteği
Gündüz bakımı (adult day care), gece bakımı (night
care)
Geçici süreli bakım (respite care)
Evde rehabilitasyon hizmetleri
Araç ve gereç temini
Evin yaşam güvenliğinin sağlanması, telecare ve evde
teknoloji desteğinin sağlanması (Lipszyc, Sail &
Xavier, 2012; European Commission, 2013; Colombo &
Mercier, 2012; OECD, 2011b).
228
3.
Devletin Doğrudan Hizmet Sunumu Yerine “Bakım
Parası” veya “Hizmet Çeki” gibi Desteklerin Tercih
Edilmesi
Birçok ülkenin bakım politikaları içinde maliyet etkili ve
verimli bir hizmetin sağlanmasının yolu olarak öne çıkan ve
hizmet sunumu odaklı bakım hizmetlerinin çok pahalı ve
ihtiyacı karşılamakta yetersiz olması nedeniyle, bakım parası
ve hizmet çeki uygulamaları, USB politikaları düzenlemeleri
içinde giderek daha fazla yer almaktadır (Damiani vd., 2011;
Lipszyc, Sail & Xavier, 2012; Bettio & Verashchagina, 2012;
Rostgaard vd., 2011:86). Bakım parası; Fransa, Almanya Avus‐
turya, Belçika, İtalya Yunanistan, Norveç, İngiltere, İsveç, Hol‐
landa, Çek Cumhuriyeti ve İspanya gibi birçok ülkede etkin
biçimde uygulanmaktadır (Lipszyc, Sail & Xavier, 2012; Le
Bihan, 2012).
Bakım parası; doğrudan yaşlının kendisine, bakıcı aile bi‐
reyine veya ücretli bakıcıya verilebilmektedir. Bu uygulama,
aile bireylerinin vermiş oldukları çabanın ve emeğin takdir
edilmesi, bakım veren aile bireyi veya bakım elemanının yap‐
tığı işin öneminin maddi olarak desteklenmesi olarak değer‐
lendirilebilir. Bununla birlikte bu uygulamanın amacı, bakım
hizmeti vermek üzere işinden ayrılan aile bireylerinin maruz
kaldıkları gelir kaybının telafi edilmesidir. (OECD, 2011b;
European Commission, 2013; Simonazzi, 2012). Ayrıca bu
uygulama, ailenin veya bakım ihtiyacı olan bireyin, ihtiyaç
duydukları hizmeti serbest piyasa koşullarında satın almasına,
bakım elemanı istihdamının sağlanmasına ve profesyonel
bakım sektörünün (piyasasının) gelişmesine de destek sağla‐
maktadır (Damiani vd., 2011; Le Bihan, 2012).
Hizmet çeki uygulaması ise, Fransa, Belçika, Finlandiya,
İsveç ve İspanya’da yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu uygu‐
229
lama, yeni iş alanlarının ve istihdamın yaratılması, işsizliğin
azaltılması, bakım işgücü alanında uzmanlaşmanın artırılması
ve hatta kayıt dışı istihdamın önlenmesi için önemli katkı sağ‐
lamaktadır. Özellikle Fransa’da hizmet çeki uygulamasının
bakım sektöründe kayıt dışı istihdamı yüzde 40 oranında
azalttığı, yeni iş alanlarını artırdığı ve bakım sektöründe
önemli
büyüme
sağladığı
görülmüştür
(Bettio
&
Verashchagina 2012). Ayrıca bu uygulama, bakım hizmetle‐
rinden yararlanabilmek için uzayan bekleme sürelerinin kı‐
saltması ve ihtiyaca göre özel sektörden hizmet satın almayı
kolaylaştırması açısından da giderek daha fazla tercih edilme‐
ye başlanmıştır (Bettio & Verashchagina 2012).
Bakım parası ve hizmet çeki uygulamalarının hizmet su‐
numuna göre daha düşük maliyetli oluşu, tercih edilme nede‐
ni olarak daha fazla yaygınlaşma eğilimi göstermektedir.
4. Göçmen İşgücünden Yararlanma Eğilimi
Son yıllarda yaşlı nüfus artışı ile birlikte hemen hemen
birçok gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde, artan bakım
talebinin yanı sıra bakım hizmetlerinde eleman bulma güçlük‐
leri, göçmen işgücüne yönelimi artırmıştır (Bettio, Simonazzi
& Villa, 2006:275; Simmonazi ve Picci, 2013:110‐120). Diğer
yandan ülkelerin bakım parası uygulamaları ile yasal olmayan
“göçmen bakıcı” sektörünün gelişmesinin önü açılmıştır. Bu
bağlamda İtalya, Avusturya, Almanya ve İngiltere gibi ülke‐
lerde yaşlının bakımında göçmen bakım elemanlarının düzen‐
li/ düzensiz işgücü olarak daha fazla yer almalarına neden
olunmuştur (Bettio &Verashchagina, 2012; Simonnazzi ve
Picci 2013; Simonnazzi, 2012; Colombo & Mercier 2012; OECD,
2011a).
230
5.
Kamu Kaynaklarıyla Bakım Yerine Özel Bakım Si‐
gortası ve/veya Katkı Payının Yaygınlaştırılması
USB hizmetleri, büyük oranda sosyal koruma kapsamın‐
da kamu kaynaklarıyla karşılanmaktadır. Bu kapsamda birçok
ülke (Almanya, Hollanda, Japonya, Lüksemburg, İsrail, Güney
Kore, Fransa, Belçika, Danimarka, Norveç, İsveç, Finlandiya),
bakıma muhtaçlık riski ile karşılaşılması durumunda USB
hizmetlerinin sosyal güvenlik sistemi içinde ulusal düzeyde
yerine getirilmeleri ile ilgili “bakım güvencesi” düzenlemele‐
rine yer vermişlerdir. Ancak bakım hizmetlerinin sadece kamu
kaynaklarıyla finanse edilmesi halinde, özellikle artan yaşlı
nüfus ve artan bakım ihtiyacı göz önünde tutulduğunda, hak‐
kaniyetli, uygun, kapsamlı ve kaliteli hizmetlerin verilmesinde
karşılaşılan güçlükler, özel bakım sigortası uygulamalarının
da hayata geçirilmesi tartışmalarını gündeme getirmiştir. Fi‐
nansman açısından genel eğilim ise, bakım sigortası kapsamı
dışında kalan harcamaların özel bakım sigortasıyla tamam‐
lanması yönündedir (Colombo & Mercier, 2012:325; van
Hooren ve Becke, 2012). Özel bakım sigortası, ‐Fransa, Hol‐
landa, İsviçre ve ABD dışında henüz tam anlamıyla gelişme‐
miş olmakla birlikte‐ ülkeler için önemli bir seçenek olarak
değerlendirilmekte ve USB harcamaları ile birlikte ortaya çı‐
kan önemli risklerin daha etkin yönetilmesinde de bireye ve
ailesine yardımcı olma potansiyeli yaratmaktadır (OECD,
2011b; Colombo & Mercier, 2012: 325; Oğlak, 2008: 48).
Diğer yandan uzun süreli bakım hizmetinden yararlan‐
mada, gelir/servet seviyesine göre belirli oranda katkı payı
ödemesi, oldukça kabul gören bir uygulamadır. Örneğin hu‐
zurevi‐bakımevi gibi yerlerde yaşlının almış olduğu otelcilik
hizmetlerinin (konaklama ve yiyecek) tümü veya belirli bir
oranı için katkı payı ödemesi yapılmaktadır. Hatta Japon‐
231
ya’da hizmetten yararlanmada %10 katkı payı ödenmesi zo‐
runludur (Oğlak, 2008; 119).
Bir başka önemli nokta ise, ülkelerin birçoğunda huzurevle‐
rindeki yemek‐konaklama giderlerinin, bakım güvencesi kapsa‐
mı dışında tutulması ve bu giderlerin, yaşlının gelir durumuna
göre ya yaşlı tarafından kendi tasarrufları ile cepten ödenmesi ya
da sosyal yardım çerçevesinde ele alınması eğilimidir (Swartz,
2013; OECD, 2011a; Colombo & Mercier, 2012).
6.
Hizmet Sunumunun Devlet Yerine Kar Amaçlı Ol‐
mayan veya Özel Kar Amaçlı Kurumlar Tarafından
Yerine Getirilmesi
Artan USB maliyetleri karşısında devletler, hizmetin su‐
numunda önemli sorumluluklarını piyasaya devretme eğilimi
içine girmiştir. Her ne kadar İskandinav ülkelerinde hali ha‐
zırda devletin temel rolü devam ediyor olsa da, birçok ülkenin
USB politikalarında devletlerin, hizmeti yerine getirme işle‐
vinden giderek vazgeçmeye başladıkları ve piyasa temelli, kar
amaçlı ya da kar amaçsız kuruluşların hizmet vermesini des‐
tekleyen çözümlere yöneldikleri söylenebilir (Rodriges & Nies,
2013). Örneğin Avusturya, Almanya, Hollanda, İngiltere, ABD
ve Avustralya gibi ülkelerde özellikle dini kuruluşlar geçmiş‐
ten bu yana bakımın sağlanması ile ilgili çok önemli roller
üstlenmişlerdir. Bunların dışında, diğer sivil toplum örgütleri
ve kar amaçlı kuruluşlar da, sosyal refah rejimleri içinde ba‐
kımın sağlanmasında önemli sorumluluklar yüklenmeye baş‐
lamışlardır (Rodriges & Nies, 2013). Örneğin, Tablo 3’de, İngil‐
tere’nin evde ve kurum bakımında kar amaçlı kuruluşlara
yöneldiği; Finlandiya’da evde bakımda devletin çok önemli
rolünün devam ettiği, Fransa’nın ise, evde ve kurum bakımın‐
da ağırlığını kar amaçlı olmayan kuruluşlar yönünde değer‐
lendirdiği görülmektedir.
232
Öne çıkan bir başka konu ise, ‐merkezi ve yerel yönetim
yapılanması açısından bakıldığında uzun süreli bakım hizmet‐
lerinde organizasyon, yürütme ve sorumluluğun genellikle
yerel yönetimlere ve/veya belediyelere devredilmiş olması ve
devletin yalnızca USB ile ilgili finansmanın sağlanmasında
(birçok ülkede finansmanın sağlanmasında da yerel yönetim‐
ler katkı sağlamaktadır) ve politikaların düzenlenmesinde rol
almasıdır (MISSOC, 2009; Bettio & Verashchagina, 2012).
7. Diğer Çözüm Yaklaşımları
Bireylerin uzun süreli bakım ihtiyaçlarının ve bakım ta‐
leplerinin azaltılmasına yönelik olarak; koruyucu sağlık hiz‐
metleri, sağlığın yükseltilmesi (health promotion) çabaları,
aktif yaşlanma, başarılı yaşlanma, pozitif yaşlanma, yaşlıların
gönüllü faaliyetlerde yer alması, kuşaklararası yardımlaşma
kapsamında gençlerin sosyal bakım kurumlarında gönüllü
çalışmalara teşvik edilmeleri ve evde teknoloji kullanımının
yaygınlaştırılması gibi girişimler, maliyetleri azaltıcı çabaların
bir başka yönünü oluşturmaktadır (European Commission,
2013; Lipszyc, Sail & Xavier, 2012; WHO, 2002b).
Sonuç
Aile bakım desteğinde azalma ile birlikte USB harcamaları,
birçok ülkenin GSYİH’si üzerinde önemli baskı unsuru olma‐
ya başlamıştır. Ülkelerin uzun sureli bakım politikalarında;
kurum bakımı yerine evde bakıma yönelme, aile bireylerine
bakım desteğinin artırılması, sadece en fazla bakım ihtiyacı
olanlara odaklanma, katkı payı oranlarının artırılması, ge‐
lir/servet düzeyi üst limitini yükseltme ve vergi teşviki, vergi
indirimleri gibi maliyeti azaltıcı çözümlere yönelinmektedir
(Colombo & Mercier, 2012). Bakım taleplerinin gelecekte daha
233
da artacağı düşünülürse, gerek maliyetlerin artacak olması ve
gerekse insan gücünün arzu edilen seviyede olamayacağı,
bireylerin bakım taleplerinin ve kaliteli bakım beklentilerinin
karşılanamayacağı ve kamu maliyesinin gelecek 30 yılda çık‐
maza gireceği öngörülmektedir (Simonnazzi ve Picci,
2013:220; Lipszyc, Sail & Xavier, 2012). Bu nedenle ülkelerin,
karşılaşacakları USB sorunlarını ve mali sıkıntıları aşacak, tüm
vatandaşlar için kolay erişilebilir, ödenebilir ve aynı zamanda
yaşam kalitesini ve insan onurunu koruyacak uzun süreli ba‐
kım hizmetlerinin sağlam bir çerçeve veya mevzuata oturtula‐
rak oluşturulacak yeni yaşlı politikalarını hayata geçirmeleri
beklenmelidir.
Kaynaklar
BARR, N. (2010), Long‐Term Care: A Suitable Case for Social Insur‐
ance, Social Policy u. Administration, 44, (4), 359–374
BETTIO, F, SIMONAZZI, A und VILLA P. (2006), Change in care
regimes and female migration: the ‘care drain’ in the Mediter‐
ranean. Journal of European Social Policy, 16, (3), 271‐285
BETTIO, F und VERASHCHAGINA, A. (2012), Long‐Term Care for the
Elderly. Provisions and Providers in 33 European countries. Euro‐
pean Union, EGGE – European Network of Experts on Em‐
ployment and Gender Equality issues – VC/2009/1015. Lux‐
embourg: Publications Office of the European Union
BILSEN van P.M.A, HAMERS, J.P.H, GROOT, W und
SPREEUWENBERG, C. (2008), The use of community‐based
social services by elderly people at risk of institutionalization:
An evaluation, Health Policy, 87, 285–295
COLOMBO, F und MERCIER, J. (2012), Help Wanted? Fair and Sus‐
tainable Financing of Long‐Term Care Services, Applied Eco‐
nomic Perspectives and Policy, 34, (2), 316–332
DAMIANI, G, FARELLI, V, ANSELMI, A, SICURO L, SOLIPACA A,
BURGIO A, FIOREDISTELLA Iezzi D und RICCIARDI W.
234
(2011), Patterns of Long Term Care in 29 European Countries:
Evidence from an exploratory study, BMC Health Services Re‐
search,
11:316.
http://www.biomedcentral.com/1472‐
6963/11/316
DEPARTMENT OF HEALTH UK (2012), Reform of adult social care
legislation Accompanying IA for the White Paper Caring for
our future: reforming care and support . UK
EUROPEAN COMMISSION (2012), The 2012 Ageing Report Eco‐
nomic and budgetary projections for the 27 EU Member States
(2010‐2060). European Economy Series 2, European Commission
Directorate‐General for Economic and Financial Affairs Pub‐
lishing
EUROPEAN COMMISSION (2013), Long‐Term Care in Ageing So‐
cieties ‐ Challenges and Policy Options. SWD (2013) 41 final.
Commission Staff Working Document, European Commission
Publishing, Brussels‐Belgium
GEERTS, J und WILLEMÉ, P. (2012), Projections of use and Supply of
Long‐Term Care in Europe: Policy Implications, ENEPRI Poli‐
cy Brief No. 12, CEPS, Brussels
GOLINOWSKA, S und SOWA, A. (2013), The Development of Long‐
Term Care in Post‐Socialist Member States of the EU, CASE
Network Studies u. Analyses No.451, CASE‐Center for Social
and Economic Research CASE Network Publishing, Warsaw,
Poland
HIEDA, T. (2012), Comparative Political Economy of Long‐Term Care
for Elderly People: Political Logic of Universalistic Social Care
Policy Development, Social Policy u. Administration, 46, 3,
258–279
Le BIHAN, B. (2012), The Redefinition of the Familialist Home Care
Model in France: The Complex Formalization of Care Through
Cash Payment, Health and Social Care in the Community,
20(3), 238–246
LiPSZYC, B, SAIL, E und XAVIER, A. (2012), Long‐Term Care: Need,
Use and Expenditure in the EU‐27, Economic Papers 469, Euro‐
pean Commission Directorate‐Genaral for Economic and fi‐
235
nancial Affairs Publication, Brussels, Belgium, Erişim:
ec.europa.eu/economy_finance/publications
LLOYD‐ SHERLOCK, P. (2004), Ageing, Developoment and Social
Protection: Generalisations, Myths and Stereotypes, Living
Longer: Ageing, Development and Social Protection. Edt: Lloyd‐
Sherlock P. Zedbooks Publication. London, UK
LEONE, T. (2010), Measuring the quality of long‐term care: an intro‐
duction, Eurohealth, 16, (2), 1‐2
MISSOC (2009), MISSOC Analysis 2009: Long‐Term Care. European
Commission and Mutual Information System on Social Protec‐
tion (MISSOC) Secretariat, European Commission DG Employ‐
ment, Social Affairs u. Equal Opportunities, Brussels, Belgium
NOLTE, E und McKEE, M. (2008), Caring for people with chronic
conditions, A health system perspective, (Der: Nolte E, McKee
M), Caring for people with chronic conditions: an introduction, Eu‐
ropean Observatory on Health Systems and Policies Seies,
Open University Press,ss.1‐15
OECD. (2011a), Health at a Glance 2011: OECD Indicators. OECD Pub‐
lishing. http://dx.doi.org/10.1787/health_glance‐2011‐en
OECD. (2011b), OECD Ministerial Meeting on Social Policy Paris, 2‐3
May 2011. Session 3 Paying for the Past, Providing for the Fu‐
ture: Intergenerational Solidarity, Paris: OECD, Erişim:
http://www.oecd.org/dataoecd/8/42/ 47712019.pdf
OĞLAK, S. (2008), Eet al.e Bakım Hizmetleri ve Bakım Sigortası (Ülke
Örnekleri ve Türkiye), İskenderun Belediyesi Kültür Yayınları,
Ofset Matbaacılık, 2.Basım, İskenderun
OĞLAK, S. (2007), Uzun Süreli Eet al.e Bakım Hizmetleri ve Bakım
Sigortası, Turkish Journal of Geriatrics, 10, (2), 100‐108
RODRIGES, R und NIES, H. (2013), “Making Sense of Differences‐
The Mix Economy of Funding and Delivering Long‐Term
Care”, in K.Leichsenring, J Billings ve H Nies (edts), Long‐
Term Care in Europe, Improving Policy and Practice, Palgrave
Mcmillan, Basingstoke, ss:191‐222
ROSTGAARD, T, GLENDINNING, C, GORI, C, KRÖGER, T,
ÖSTERLE, A, SZEBEHELY, M, THEOBALD, H, TIMONEN,
V ve VABØ, M. (2011), Living Independently at Home Re‐
236
forms in Home Care in 9 European Countries, The Danish Na‐
tional Centre for Social Research (SFI), Copenhagen, Denmark
SIMONAZZI A. (2012), Time, cash and services: Reforms for a future
sustainable long‐term care. Futures, 44 (2012) 687–695
SIMONNAZZI, A. PICCI, S.(2013), Affordability of Care and Quality of
Work, New Trends in Elderly Care, Gender and the European
Labour Market,(Eds.) Bettio F, Plantenga J, Smith M).
Routledge Publishing, New York, USA, pp.108‐127
Standard u. Poor’s. (2010), Global Aging 2010: An Irreversible Truth,
http://www.apapr.ro/images/stories/materiale/COMUNICAT
E/ 2010/2010%2031%20attach.pdf
SWARTZ, K. (2013), Searching for a Balance of Responsibilities:
OECD Countries’ Changing Elderly Assistance Policies, An‐
nual Review of Public Health, 34:397‐412
TRIGG, L. (2011), Introduction: The demand for long‐term care for
older people, Eurohealth, 17, (2), 1‐2
UNECE. (2010), Towards community long‐term care, UNECE Policy
Brief on Ageing No. 7, United Nations Economic Commission
for Europe (UNECE). www.unece.org/pau
WANG, H.H ve TSAY, S.F. (2012), Elderly and long‐term care trends
and policy in Taiwan: Challenges and opportunities for health
care professionals, Kaohsiung Journal of Medical Sciences, 28,
465‐469
WHO Europe. (2008), Home Care in Europe. The Solid Facts, (Der.)
Tarricone R, Tsourus A.D). Universita Commerciale Luigi
Bocconi, WHO Regional Office Publications. Copenhagen,
Denmark
World Health Organization (2002a). Current and Future Long‐Term
Care Needs, http://www.who.int/chp/knowledge/ publica‐
tions/ltc_needs.pdf
World Health Organization. (2002b), Active Ageing: A Policy Frame‐
work, WHO Publishing. Geneva, Switzerland
van HOOREN, F und BECKE, U. (2012), One Welfare State, Two Care
Regimes: Understanding Developments in Child and Elderly
Care Policies in the Netherland, Social Policy u. Administration,
46 (1), 83‐107
237
Tablo 1: Bazı OECD ülkelerinde 1999‐2009 yılları arasında
evde bakım hizmeti alanlar ve artış oranları:
Ülkeler
1999
%
71.7
70.4
58.0
59.2
52.8
62.5
Polonya
Norveç
İsveç
Lüksemburg
İtalya
OECD
2009
%
77.0
76.7
67.7
66.9
59.4
64.6
Artış
5.3
6.3
9.7
7.7
6.6
2.1
Kaynak: OECD. (2011), Health at a Glance 2011: OECD Indicators. Düzenleme
S. Oglak
Tablo 2: Evde bakım ve kurum bakımının ülkelere
göre dağılımı:
Türkiye
Macaristan
Avusturya
İngiltere
EVDE BAKIM
Norveç
KURUM BAKIMI
Hollanda
Fransa
İzlanda
,
,
,
,
Kaynak: Bettio F, Verashchagina A. (2012). Long‐Term Care for the Elderly.
Provisions and Providers in 33 European countries (ss.71‐73)”den yararlana‐
rak S. Oğlak tarafından düzenlenmiştir.
238
Tablo 3: Uzun süreli bakım hizmetlerinin sunumunun
ülkelere göre dağılımı:
Ülke
Avusturya
İngiltere
Finlandiya
Almanya
Hollanda
Fransa
İsviçre
Devlet
Kurum
bakım
%
55
7
56
5
0
23
Kar amaçlı
olmayan
kuruluş
Kar amaçlı
kuruluş
Evde
bakım
%
8
14
93
2
Kurum
bakım
%
24
13
‐
55
Kurum
bakım
%
21
80
44
40
15
30
55
Evde
bakım
%
91
11
‐
37
80
65
30
22
Evde
bakım
%
1
74
7
62
20
20
40
Kaynak: (Rodriges & Nies H, 2013)
239
„Öğretmen Odasında Çeşitlilik“
Araştırması
Nurten KARAKAŞ
Giriş
Alman okullarında görev yapan öğretmenler arasında göçmen
kökenli1 olanların oranı yüzde 6 olarak (Georgi, 2011: 17f.)
tahmin edilmektedir. Bu da göçmen kökenli öğretmenlerin
genele göre oranının, Almanya’daki demografik değerlerle
karşılaştırıldığında çok düşük olduğu gerçeğini ortaya koy‐
makta. Son nüfus sayımı ülkedeki yabancı kökenli insanların
oranının yüzde 19, orta öğrenim gören yabancı kökenli öğren‐
ci payının ise yüzde 25 olduğunu ortaya koydu. Büyük kent‐
lerdeki yabancı kökenli öğrenci payı yüzde 50 olarak tahmin
edilmektedir. Örneğin, Kuzey Ren Vestfalya (KRV) eyaletinde
yabancı kökenli öğrenci oranı yüzde 30 iken yine yabancı kö‐
kenli öğretmenlerin payı yaklaşık yüzde 1 olarak saptanmıştır
(KRV Okul ve Meslekiçi Eğitim Bakanlığı, 2007).
1
Nüfus sayımında belirtilen tanıma göre „göcmen kökenli“ ifadesi „1949
yılından sonra Federal Almanya Cumhuriyeti’ne gelerek yerleşenler ve
Almanya’da doğan bütün yabancılar için veya Alman olarak dünyaya
geldiği halde anne veya babasından en az birinin göçmen olarak bu ülke‐
ye gelmiş olması ya da yabancı olarak Almanya’da doğmuş olması duru‐
munda“ kullanılmaktadır.
http://www.bamf.de/DE/Service/Left/Glossary/_function/glossar.html?lv2
=1364186&lv3=3198544 (1.12.2014 tarihinde elde edilen verilere göre).
240
Bu oransızlığı bertaraf etmek için birçok eyalette göçmen
kökenli öğretmenlerin oranını artırmak önemli eğitim politi‐
kası hedefi olarak belirlenmiştir. Öğretmenlik mesleğini icra
eden göçmenlerin sayısının artırılması talebine eğitim politi‐
kasını biçimlendiren aktörler tarafından bir de farklı beklenti‐
ler eklenmiştir. Örneğin göçmen kökenli öğretmenlerin birer
model kişi, uyum yardımcısı ya da „köprü“ işlevi gören aracı
olarak görev üstlenmesi, özellikle de interkültürel bilgi ve
birikimlerini öğrencilerin mesleki geleceklerini inşa etmede,
yabancı kökenli öğrencilerin aleyhine eğitim alanında varolan
dengesizliği ve kurumsal ayrımcılığı elden geldiğince indir‐
gemede değerlendirmeleri öngörülmektedir (Akbaba, Bräu,
Zimmer, 2013: 46). Bu beklentilerin ne denli gerekli olduğu,
göçmen kökenli öğretmenler üzerine şimdiye kadar yapılmış
olan ampirik araştırmalardan elde edilmiş cılız veriler ışığında
somut ve sağlıklı biçimde değerlendirilemez.
Özellikle benzerleriyle uluslararası düzlemde karşılaştırı‐
lacak olursa yabancı kökenli öğretmenleri konu alan ampirik
temelli araştırmaların sayısı yok denecek denli azdır2. ABD
(Sleeter, 1992), Kanada (Carr / Klassen, 1997) ve İngiltere
(Hargreaves / Cunningham, 2007) gibi Anglosakson ülkele‐
rinde yapılmış olan araştırmaların sonuç ve çıkarsamaları
Almanya düzeyinde var olan özel sorunsala ancak kısıtlı bir
biçimde indirgenebilir. Almanya’da eğitim politikasına yöne‐
lik giderek artan merak ve ilgi göz önünde bulundurulacak
olursa, ülke genelinde birçok üniversitede kalifikasyon çalış‐
2
Konuyla ilgili Almanca ve İngilizce yayınlanmış genel bakış icin bkz.
Strasser / Steber (2009). Ayrıca şu sıralarda göçmen kökenli öğretmenlerle
ilgili olarak çesitli üniversitelerde kalifikasyon önlemleri üzerine bir dizi
çalışma ve araştırma yürütülmektedir.
241
ması ve araştırmaları sürse de eskiden olduğu gibi bugün de
bu alanda yoğun bir açıktan söz edilebilir.
Uluslararası araştırmalardan yola çıkarak Berlin Hür
Üniversitesi’nde yapılmış “Öğretmen Odasında Çeşitlilik”
(Georgi, Ackermann, Karakaş, 2011) araştırması ilk kez Al‐
manca olarak somut sonuçlar ortaya koymuştur. Biyografik
olarak kurgulanmış olan bu araştırma göçmen kökenli öğret‐
menler üzerine ülke genelinde yapılan kontrol özellikli ilk
araştırmadır. Gerek nicel veriler (çevrimiçi anketler) gerekse
sayısal veriler (biyografik söyleşiler) işbu araştırmanın ampi‐
rik temelini oluşturmaktadır. Burada farklı yabancı kökenli
öğretmenlerin davranış örnekleri ve stratejileri geliştirilmiştir.
Söz konusu araştırma 2009 ve 2010 yıllarında yapılmış olup
çevrimiçi soru kağıdından (N=198) elde edilen 45 nitelikli söy‐
leşinin değerlendirilmesine dayanmaktadır. Bu yöntemle
göçmen kökenli öğretmenlerle ilgili bağlayıcı ve sağlıklı ista‐
tistiksel verilere erişilmiştir. Ankete katılanların hemen hemen
yarısı Türk kökenli olup işçi göçü kapsamında 60’lı yıllardan
itibaren Almanya’ya gelmiş olan ailelerin çocuklarıdır. Keza
bunların dörtte üçü “eğitim yerlisi” diye nitelenen, eğitim ve
mesleki öğrenim sürecini Almanya dahilinde tamamlamış
kişilerdir.
Aşağıda bu araştırmadan elde edilmiş bazı sonuçlar tanı‐
tılacak, bunların Almanya’da kültürlerarası okul gelişimi tara‐
fından önemi de tartışılacaktır.
Aile Yönelimi ve Eğitim Başarısı
Göçmen kökenli öğretmenler biyografik anlatımlarında, ailele‐
rinin, aldıkları eğitimde ne denli önemli bir rol üstlendiğine
ısrarla vurgu yapmaktadırlar. Bu öğretmenler, ailelerinin,
onları eğitim görmeye özendirdiğini, desteklediğini ve nite‐
242
kim var güçleriyle onların arkalarında durduklarını belirtiyor‐
lar. Ebeveyn kuşağın beklenti ve eğitim emelleri genç kuşak
tarafından adeta ailevi bir “görev” olarak anlaşılmış, nitekim
bu görev eğitimde başarıya endeksli dürtü veya güdüm gibi
bir işlev görmüştür. Ebeveynin duygusal desteği şu sekansta
da açıkça görülmektedir:
Kendine güven bende sıfır düzeyindeydi (...), çünkü okumuş bir
ailenin çocuğu değildim (...) evimizde kitap yoktu, sadece anne
ve babamızın bize her fırsatta söylediği standart bir cümle var‐
dı: “Gidebildiğiniz kadar gidin.” Bize ille de doktor olacaksınız
gibi ya da ona benzer diretmelerde bulunmadılar hiçbir zaman
(...). Nasıl becerirdik bilemiyorum ama istediğimiz her mesleği
öğrenebilirdik. Ama verdikleri moral ve destek ile hep arka‐
mızda oldular (Bayan Güney, 48 yaşında, meslek okulu öğret‐
meni).
Bu öğretmen her ne denli şeklen tahsilli bir aileden gel‐
mese de, ailesinin eğitime atfettiği önemin okuldaki başarısın‐
da göz ardı edilemeyecek bir etken olduğunu belirtiyor.
Araştırmayla birlikte ortaya çıkartılan, aileye matuf bu
değer, Almanya’da “eğitimsiz” ebeveyn meselesinde yürü‐
tülmekte olan fikir alışverişinin (eleştirel bağlamda bkz.
Karakayalı / zur Nieden, 2013) ne denli yersiz olduğunu da
kanıtlamış oluyor. Yapılan bu araştırma genel olarak akade‐
mik ya da herhangi başka bir yüksek eğitim almamış olmala‐
rına rağmen ebeveynlerin, çocuklarının eğitim sürecine son
derece olumlu katkı vermek suretiyle eğitime büyük önem
atfettikleri gerçeğini ortaya koyuyor. Buradan da eğitimde
başarı açısından ailenin önemli bir kaynak işlevi gördüğü
anlaşılmaktadır (Georgi, 2011:138). Bu yerel araştırma her ne
denli aldıkları eğitimde başarılı olmuş öğretmenlerden oluşan
243
ve örnek teşkil eden küçük bir grup üzerine yapılmış olsa da,
Almanya’da göçmen kökenli ailelerin okula giden çocuklarıy‐
la ilgili olarak yürütülen tartışmalar kapsamında kullanılage‐
len “eğitimsizlik” kavramının, elde edilen sonuçların ardından
eleştirel gözle yeniden sorgulanması gerekmektedir.
“Yaşam Kültürü Çok Dilliliği” ve “Okul Tekdilliliği”
Arasında Öğretmenler
Genelde geçirdikleri iki dilli sosyalizasyon ve göç bağlamında
edindikleri deneyimlerden ötürü göçmen kökenli öğretmenler,
çok dilliğe karşı olumlu bir yaklaşım içindedirler (bkz. Georgi,
2011:199; Karakaş, 2013) ve sahip oldukları bu özellikleriyle
Alman okullarında süregelen tek kültürlülük ve tek dillilik
bağlamında yapılacak değişiklikleri uygulamada en yetkin
konumdadırlar. Çünkü genelde ya iki kültür içinde ya da ara‐
sında yetişmişlerdir ve varlıklarıyla çoğu zaman adeta geçiş‐
ken kimliği temsil etmektedirler. İşbu kimlik, farklı kültürleri
ve dilsel etkileşimleri başarıyla bünyesinde barındırmaktadır.
Öğretmenler çoğu zaman öğrencilerinin dilsel fonlarının pay‐
daşıdır. Fakat yine de bir ikilem içindedirler: Bir taraftan me‐
mur olmalarına mahsuben profesyonel bir rol üstlenmişlerdir
ve bundan ötürü yerine getirmek zorunda oldukları – ulus
devletçi okul geleneği uyarınca – Alman Okulu’nun tek dillili‐
ğini dolayısıyla da tek dilli tutumunu3 yansıtmak durumun‐
3
“Tek Dilli Tutm” kavramı Ingrid Gogolin’in Hamburg’da yaptığı bir
araştırmaya dayanmaktadır. Gogolin, henüz 90’lı yıllarda eğitim politikası
bazında var olan bir çelişkiye işaret etmiştir. Bu araştırma kapsamında
“yaşam kültürü bağlamında çok dilli” olan öğrencilerin konuştuğu top‐
lam 100 köken dil saptamış ancak hem okulların hem de öğretmenlerin
tek dilli yönelim içinde bulunmasından ötür bu dillerin hiçbirinin ne kaale
alındığını ne de takdir gördüğünü ortaya koymuştur. Gogolin,
244
dadırlar, öte taraftan da göçmen geçmişlerinden gelen kişisel
deneyimleriyle “Yaşam Kültürü Çok Dilliliği” ile alabildiğine
donanmış durumdadırlar. Kısmen de olsa birbirlerine tezat
oluşturan bu bakış açıları arasında denge kurma çabaları in‐
sanları çok farklı uygulamalara yönlendirmektedir. Bunlar
arasında köken dilin okul dahilinde konuşulmasının tamamen
reddinden (bkz. Georgi, 2011:267) tutun, yine bu dilin, hele de
Türkçe’nin (Karakaş, 2013), konuşulmasını yasaklayan anlayı‐
şın ayrımcılık yaptığını savunmak suretiyle meslektaşları ve
okul yönetimine karşı mücadele vermeye kadar uzanan uygu‐
lama farkları gözlenmektedir.
“Öğretmen Odasında Çeşitlilik” araştırmasının sonuçları
her nedenli bu öğretmenlerin çok dilliliğe karşı olumlu bir
yaklaşım içinde bulunduklarını gösterse de köken dillerini
ders esnasında pek kullanmadıklarını ortaya koymuştur.
Göçmen geçmişli öğrencilerle iletişim kuracak oldukları vakit
ise onlara destek olmak, onları takdir etmek ya da onlarla
güven ortamı oluşturmak anlamında pekala köken dillerini
kullandıklarına tanık oluyoruz. Burada sergilenen örneklerde
de görülüyor ki; köken dilin reddi ile pragmatik kullanımı
(disiplin verme, meslekî sorulara yanıt arama) arasında uza‐
nan bir yelpaze söz konusu. Ne var ki, bu öğretmenler arasın‐
da göçmen geçmişli öğrencileri Almanca’nın eğitim dili oldu‐
Bourdieu’den esinlenerek bu durumu “Alman okulunun tek dilli tutumu”
olarak nitelemiştir (Gogolin, 1994). Göçmenlerin anadilleri saygınlık gören
meşru okul dilleri olara kabul edilmemekte, dolayısıyla toplumsal anlam‐
da pek de kabul görmemektedir. Üstelik bu durumu savunan tez olarak
gerek bireylerin gerekse toplumların veya (Ulusal‐) Toplumların normal
şartlarda tek dilli olması normalliği ortaya konmaktadır. Gogolin’in bura‐
dan vardığı netice ise Alman devletinin bu resmi tutumunun, yani göç‐
menlerin beraberlerinde getirdikleri dillerin hiçe sayılmasının, sermaye im‐
hası ve hoyratca savrulan zenginlik anlamına geldiğidir (Gogolin, 2003).
245
ğu hususunda uyarma ve köken dillerini okul içerisinde asgari
düzeyde kullanmaları yönünde uyarma geleneği de keza göz‐
lenmektedir.
Aile toplantılarında hem Almanca hem Türkçe konuşu‐
yorum. Böylesi daha iyi, çünkü anadilimde konuştuğum vakit
cümlelerim daha anlaşılır oluyor (...). Ancak derste hiçbir za‐
man Türkçe konuşmam. Oysa öğrenciler bunu hep arzular (...)
isterler ki (...) onlarla Türkçe konuşayım. Ben hep şunu söyle‐
dim onlara: “Okulda olmaz. Çok istiyorsanız, sokakta” (Bayan
Tekin, 38 yaşında, lise öğretmeni).
Türkçe bilen öğrenciler açık bir biçimde kendisiyle Türk‐
çe konuşmak istemelerine rağmen öğretmen, Türkçe’nin ders
esnasında kullanımına karşı çıkar. Öğretmenler köken dilin
derste kullanımına karşı çıkmalarının nedenini öğrencilerinin
ileride buradan kaynaklı bir dezavantaj yaşayabilecekleri ya
da sınıf içinde Türkçe bilmeyen öğrencilerin güvensizliğine
(öğretmen acaba Türkçe konuşarak ne demiş olabilir?) yol
açabileceği endişesiyle yanaşmadıklarını ifade etmekteler.
Araştırmanın başında dile getirilmiş olan, göçmen köken‐
li öğretmenlerin “yaşam kültürü çok dilliliği” donanımların‐
dan ötürü “tek dilli tutum” kategorisinde değerlendirilemeye‐
ceği hipotezi de böylelikle çürütülmüş oldu (Georgi,
2011:205f.). Bu bağlamda belirginleşen sonuca göre göçmen
öğretmenler, Alman okulunun “tek dilli tutumunu” kendileri‐
ni işe katmadan kalıcı biçimde yaşama yansıtabildiklerinden
dolayı sahip oldukları çok dillilik birikimini okul yapısına
aksettirmemekte (Georgi, 2011:266). İşte göçmen kökenli öğ‐
retmenlerin karşı karşıya kaldığı bu durumun heterojenlik
karşısında takınılacak tutumla ve köken dillerin sunduğu
kaynakların kullanımıyla ilgili olarak belirsizliğe neden ol‐
246
makta, zira okulsal yapılar çok dilliliği gözetmeksizin kurgu‐
lanmıştır.
Göçmen Kökenli Öğretmenlerin Staj Aşamasında
Edindikleri Ayrımcılık Deneyimleri
Göçmen kökenli öğretmenlerin edindiği ayrımcılık deneyim‐
leri4 “Öğretmen Odasında Çeşitlilik” araştırması sonuçları
arasında sayılabilir. Bu tür deneyimler okul çağlarından mes‐
lek hayatlarına değin biyografyalarının her döneminde göz‐
lemlenmektedir. Bu olumsuz deneyimler onların hayatında
belirleyici hatta kimi zaman kendini algılamada dönüm nok‐
tası niteliğinde ya da siyasete atılma kararında güdümleyici
olmuştur. Araştırma bulguları ankete katılan bu öğretmenle‐
rin mesleki çevrelerinde ama çoğu zaman öğretmen odasında
meslektaşları tarafından farklı belirti, vurgu veya yoğunlukta
ayrımcılığa maruz kaldığını göstermektedir. Bu insanlar öğre‐
nimleri sırasında lise ya da staj dönemlerinde de etno‐kültürel
kimlikleri nedeniyle ayrımcılık, basmakalıpçılık, önyargı, kül‐
türel ya da egzotik dışlama gibi olumsuzluklarla karşılaştıkla‐
rını belirtmektedirler.
Soru kağıdı marifetiyle yapılan nicel araştırma çerçeve‐
sinde de göçmen kökenli öğretmenlerin hayatlarının çeşitli
dönemlerinde maruz kaldıkları ayrımcılık tecrübelerine dair
somut sorular yöneltilmiştir. Öğretmenlerin yüzde 29’u, lise
eğitimleri başta olmak üzere ayrımcılık yaşadığını ifade etmiş‐
4
Göcmen kökenli ögretmenlerin yasadıgı ayrımcılık tecrübeleri ile ilgili
olarak bkz. Karakas (2011:214ff.). Burada farklı düzeylerde, örnegin
fenotipik özellikler (örnegin deri veya sac rengi gibi), etno‐kültürel fon, dil
(dile muktedir olma, aksan), dinsel kimlik (islam karsıtı ırkcılık) nedeniyle
ya da kurumsal düzeyde yasanılan ayrımcılık tecrübeleri analiz edilmek‐
tedir.
247
tir. Yine bu öğretmenlerin yüzde 13’ü yükseköğrenim esna‐
sında ya da mesleklerini icra ederken ayrımcılığa maruz kal‐
dığını belirtirken, yüzde 23’ü staj döneminde aynı türden tec‐
rübeler yaptığını vurgulamıştır. Özellikle staj dönemi5 yaşa‐
nan ayrımcılık deneyimleriyle birlikte yoğun biçimde anıl‐
maktadır.
Örneğin, Türk kökenli kadın bir stajyer, henüz stajının bi‐
rinci gününde okul müdürü tarafından anne ve babasının
kökeni sorulmak suretiyle selamlanmış, bir süre sonra da yine
aynı müdür tarafından kendisine “müslüman” olup olmadığı
sorusunu yöneltilmiştir. Bu öğretmen duygularını şu sözlerle
dile getiriyor: “Hep kendimi ispatlamak zorunda kaldım. Bir
duvarları var bunların, önce o duvarı tarumar etmen gerek.”
Türk kökenli diğer bir kadın öğretmen ise staj döneminde
kendisinden sorumlu öğretim görevlisinin, az evvel yediği
sarımsak soslu bir dönerden ötürü “Bayan Gülen’in6 yanına
oturayım, ne de olsa sarımsak kokusuna alışkındır” ifadesine
maruz kaldığını anlatmakta.
Başörtülü başka bir stajyer ise dersine refakat etmesi ge‐
reken öğretmen tarafından refakatten men edilmiş: “Stajımın
son haftasında, baskı gördüğümü iddia eden öğretmen dersi
izlememe izin vermedi. Aslında o an başkaları tarafından de‐
ğil de, sadece onun tarafından baskı gördüğümü hissettim.”
Bu örnekler öğretmen adaylarının maruz kaldığı dilsel,
etnik, kültürel ya da dinsel koloritli ayrımcılığın nasıl farklı
biçimlerde tezahür ettiğini bize gayet açık biçimde yansıtıyor.
Öğretmenler staj sırasında yaşadıkları ayrımcılık dene‐
yimlerini staj hocalarına ve okul yönetimine bağımlılığa, ayrı‐
5
6
Bununla ilgili sekanslar için bkz.: GEW Üye Dergisi, Nr. 1/2012.
Cevrimici: http://www.gew‐berlin.de/967_1128.php
İsimlerin hepsi anonimize edilmiştir.
248
ca stajyere aşırı görev yüklenmesine bağlıyorlar. Stajyerler bu
duruma aciz ve şaşkınlık içinde afallayarak karşılık vermele‐
rini onlara biçilen umarsızlık rolüyle açıklıyor. Güçler asimet‐
risi olarak öğrenci‐öğretmen, genç‐yaşlı ilişkilerinde ve top‐
lumsal düzlemde çoğunluk ve azınlık arasında cereyan eden
çok boyutlu hiyerarşi, ankete katılan göçmen kökenli öğret‐
menlerde haksızlık karşısında çaresizlik hissinin yayılmasına
neden olmakta. Ayrımcılık mağduru göçmen kökenli stajyer‐
lerin alabileceği kurumsal destek7 yok denecek denli azdır.
Ayrımcılık tecrübeleri göçmen kökenli öğretmenlerin
okullarda “change agents” rolüne soyunmak suretiyle deği‐
şimciliğe önayak olmalarını da birlikte getirebilir. Yapılan
söyleşilerde kendilerini sık sık eleştirel gözlemci ve ırkçılık
karşıtı olarak tanımlayan bu öğretmenler kültürlerarası okul
gelişiminde önemli birer aktördürler.
Sonuç
Göçmen kökenli öğretmenlerin sahip olduğu potansiyel, eği‐
tim sürecine yapabilecekleri çok dillilik içeren kültürlerarası
yönelimli katkı ve nitekim genç göçmenlerin eğitim kariyerle‐
rinde örnek teşkil etmeleri ülke genelinde giderek takdir gör‐
mektedir. Güncel uyum ve eğitim politikalarının hedefi, göç‐
men kökenli öğretmenlerin oranını ciddi miktarda artırmaktır
(Federal Almanya Cumhuriyeti Hükümeti’nin İkinci Ulusal
Uyum Zirvesi, Haziran 2007). Bu hedefe ulaşılıp ulaşılamaya‐
cağı, okullar gibi kurumların göçmen kökenli öğretmenlerin
7
Okullar Almanya’da federal ilke anlayışına göre işlediğinden, simdiye
kadar okulların büyük bir bölümünde, ayrıcalık yaşanması durumunda
Genel Esitlik Yasası’nın (Allgemeine Gleichbehandlungsgesetzt – AGG)
13. paragrafının 1. maddesi uyarınca başvuru yapılabilecek herhangi bir
şikayet mercii bulunmamaktadır.
249
yaşayageldiği ayrımcılığın önlenmesinde ciddi bir tutum be‐
nimseyebilmesine ve bu öğretmenlerin, kültürlerarası yetkin‐
liğini kültürlerarası açılım yönünde yapıcı bir biçimde değer‐
lendirebilmesine bağlıdır.
Kaynakça
AKBABA, Y.; BRÄU, K.; ZIMMER, M. (2013) Erwartungen und
Zuschreibungen. Eine Analyse und kritische Reflexion der
bildungspolitischen Debatte zu Lehrer/innen mit
Migrationshintergrund, BRÄU, GEORGI, KARAKAŞOĞLU,
ROTTER, (Hrsg.), Lehrerinnen und Lehrer mit
Migrationshintergrund. Zur Relevanz eines Merkmals in
Theorie, Empirie und Praxis, Münster/ New York/ München/
Berlin, S. 37‐57
CARR, P., KLASSEN, T. R. (1997) Different perceptions of race in
education: racial minority and white teachers, Canadian
Journal of Education, 22(1), 67‐81
GEORGI, V. B., ACKERMANN, L., KARAKAŞ, N. (2011) Vielfalt im
Lehrerzimmer. Selbstverständnis und schulische Integration
von Lehrenden mit Migrationshintergrund in Deutschland,
Münster
GEORGI, V. B. (2011) Theoretischer Bezugsrahmen der Studie und
Stand der Forschung zu Lehrenden mit
Migrationshintergrund und minority teachers, GEORGI, V. B.,
ACKERMANN, L., KARAKAŞ, N. (2011), Vielfalt im
Lehrerzimmer. Selbstverständnis und schulische Integration
von Lehrenden mit Migrationshintergrund in Deutschland,
Münster, S.16‐34
GEORGI, V. B. (2011) Zusammenfassung zentraler
Forschungsergebnisse und Schlussbetrachtung, GEORGI, B.
V., ACKERMANN, L., KARAKAŞ, N. (2011), Vielfalt im
Lehrerzimmer. Selbstverständnis und schulische Integration
von Lehrenden mit Migrationshintergrund in Deutschland,
Münster, S.265‐274
250
GEORGI, V. B. (2011), Umgang mit Heterogenität in der Schule:
Vertrauensbildung, Disziplinierung, Anerkennung, GEORGI,
B. V., ACKERMANN, L., KARAKAŞ, N. (2011) Vielfalt im
Lehrerzimmer. Selbstverständnis und schulische Integration
von Lehrenden mit Migrationshintergrund in Deutschland,
Münster, S.196‐213
GEORGI, V. B. (2011) Familienorientierung und Bildungserfolg, in
GEORGI, B. V., ACKERMANN, L., KARAKAŞ, N. (2011)
Vielfalt im Lehrerzimmer. Selbstverständnis und schulische
Integration von Lehrenden mit Migrationshintergrund in
Deutschland, Münster, S.138‐144
GOGOLIN, I. (1994) Der monolinguale Habitus der multilingualen
Schule, Münster, New York
GOGOLIN, I. (2003) Sprachvielfalt‐Ein verschenktes Reichtum,
Berufliche Qualifizierung von Jugendlichen mit
Migrationshintergrund ‐ Voraussetzung für Integration ,
http://www.migration‐
online.de/beitrag._aWQ9MTUwNA_.html (1.12.2014)
HARGREAVES, L., Cunnigham, M. (2007) Minority ethnic teachers’
professional experiences: Evidence from the teacher’s status
project, HARGREAVES, L., CUNNINGHAM, M., HANSEN,
A., MCINTYRE, D., OLIVER, C., & PELL, T. (Hrsg.) The status
of teacher and the teaching profession in England: View from
inside and outside the profession‐evidence base for teacher
status project. Cambridge: Department for Education and
Skills
KARAKAŞ, N. (2011) Benachteiliungs‐ und Diskriminierung‐
serfahrungen, GEORGI, V. B., ACKERMANN, L., KARAKAŞ.
N., Vielfalt im Lehrerzimmer. Selbstverständnis und
schulische Integration von Lehrenden mit
Migrationshintergrund in Deutschland, Münster/ New York/
München/ Berlin, S. 214–241
KARAKAŞ, N. (2012) Vielfalt im Lehrerzimmer.
Diskriminierungserfahrungen von Lehrenden mit Migration‐
251
shintergrund im Referendariat, blz. Mitgliederzeitschrift der
GEW Nr. 1 /2012, http://www.gew‐berlin.de/967_1128.php
KARAKAŞ, N. (2013) Assessing the Potential of Minority Ethnic
Teachers from a Transnational Perspective “Multilingualism is
my Capital”, Journal of Contemporary European Studies.
Special Issuses on Transnationalism and Education, Dec. 2013,
Routledge
KARAKAYALI, J., ZUR NIEDEN, B. (2013) Rassismus und Klassen‐
Raum. Segregation nach Herkunft an Berliner Grundschulen,
Sub\Urban. Zeitschrift FüR Kritische Stadtforschung, 1(2), 61‐78,
http://www.zeitschrift‐suburban.de/sys/index.php/suburban
/article/view/96/135 (27.01.2015)
SLEETER, C. E. (1992) Keepers of the American Dream, Washington
STRASSER, J., STEBER, C. (2009) Lehrerinnen und Lehrer mit
Migrationshintergrund – Eine empirische Reflexion einer
bildungspolitischen Forderung, HAGEDORN, J., SCHURT, V.,
STEBER, C., WABURG, W. (Hrsg.), Ethnizität, Geschlecht,
Familie und Schule, S. 97‐126, Wiesbaden
252
Prestij ve Stigma Kıskacındaki
“Göçmenlik”: Göçmen Kökenli Alman
Milletvekillerin Gözünden
Devrimsel Deniz NERGİZ
Giriş
Araştırmanın başladığı 2008 yılının ilkbaharında, en fazla
göçmen nüfusa sahip olan Kuzey Ren‐Westfalya, Baden‐
Württemberg ve Bavyera eyaletlerinin eyalet parlamentola‐
rında genelde göçmen kökenli, özelde ise Türkiye kökenli
tek bir siyasetçi bulunmamaktaydı. Bu durum, 2010, 2011
ve 2013 yıllarında eyalet düzeyinde yapılan seçimlerde
olumlu yönde değişti. Federal parlamentonun 16. yasama
döneminde on bir olan göçmen kökenli vekil sayısı, Eylül
2009’da yapılan seçimlerden sonra oluşan 17. yasama dö‐
neminde yirmiye yükselmiştir. Bunun yanı sıra geçtiğimiz
iki sene içinde Aşağı Saksonya, Baden‐Württemberg ve
Kuzey Ren‐Westfalya eyaletlerinde atanmış üç bakan ve iki
senatör (eyalet düzeyinde bakan) göçmen kökenlidir. Ça‐
lışmanın devam ettiği süre içinde göçmen kökenli bir siya‐
setçi kendi partisinin eş başkanı olurken, başka bir partide
de yine göçmen kökenli bir politikacı başkan yardımcısı
olmayı başardı.
253
Özellikle Türkiye kökenli siyasetçilere olan ilgiye en
güzel örnek olarak ise 2009 yılında Berlin Eyalet Seçimle‐
ri’nde, farklı partilerde siyaset yapan altı Türkiye kökenli
adayın birbirleriyle rekabet ettikleri Kreuzberg seçim böl‐
gesi gösterilebilir. Bu tarihe kadar tüm ana akım siyasi par‐
tilerin (ki bunlara yeni kurulan nispeten küçük Korsan Par‐
tisi ve BIG de dahil) göçmen kökenli ve özellikle Türkiye
kökenli siyasetçileri, aynı seçim bölgesi için aday gösterdik‐
lerine şahit olunmamıştı. Yine 2013 federal seçimlerinde
göçmen kökenli siyasetçilere yönelik artan ilgi çok net göz‐
lemlendi: Alman siyasi tarihinde ilk defa Türk kökenli bir
Müslüman kadın ve siyahi bir Alman erkek, Hristiyan De‐
mokrat Birliği’ni (CDU) federal seviyede temsil etmek için
seçildiler. 18. yasama döneminde göçmen kökenli milletvekil‐
lerinin sayısı da böylece toplamda 22’den 37’ye çıkmış bulun‐
maktadır.
Almanya’daki nüfus yapısındaki değişimle ortaya çı‐
kan bu örnekler, siyasi temsilcilerin yapısında meydana
gelen bir dönüşümü de simgelemektedir. Bu durum, nere‐
deyse tüm siyasi partilerin, göçmen kökenli siyasileri gerek
seçim listelerinde gerekse parti yönetiminde önemli pozis‐
yonlara da getirmeye başladıklarını göstermektedir.
Göçmen kökenli siyasetçilerin kimi temsil ettikleri, bu
temsili nasıl yerine getirdikleri ve siyasi etkinlikleri, yalnız‐
ca normatif ve ampirik kaynaklarla değerlendirilecek aka‐
demik bir konu değildir. Bilakis göç toplumunun kamuoyu
algısı açısından da önemli ve güncel bir konu olarak değer‐
lendirilmelidir. Örneğin; 2010 yılında Hristiyan Demokrat
Parti Hamburg eyalet milletvekili Aygül Özkan, Aşağı Sak‐
sonya eyaletinde bakanlığa atandığında medyada Müslü‐
man olarak partisi arasındaki varsayılan zıtlıktan, göreve
254
başlarken edeceği yemini de Müslüman ve Türkiyeli köke‐
nine atıfla vurgulamıştı. Bu örneğin de öne çıkardığı gibi
kamuoyunda göçmen kökenli siyasiler, üç temel alanda
tematize edilir: parti tercihleri, dini eğilimleri ve ebeveynle‐
rinin veya kendilerinin göç deneyimi1.
Bu açıdan bakıldığında bu makale, bu siyasetçilerin
göçmen kökenlilik etiketini nasıl algılandıklarına ve bu
etiketin siyasal pratikteki yerine dair bilgi eksikliğine dik‐
kat çekmektedir. Bu amaçla çalışma, siyasilerin siyasi pratik
ve kariyerlerinde göçmenlik olgusuna sosyoloji biliminin
araçlarıyla ışık tutmaktadır. Araştırmanın bulguları, “dam‐
galar (etiketler) siyaseti nasıl etkiler” olarak özetlenebilecek
öncül çalışmaların (Swain, 1993; Phillips, 1998) sorularının
aksinde bir bakış açısıyla etiketlerin farklılık yaratmamak
adına nasıl kullanılabileceğini sergiler. Zira analiz kısmında
görüleceği gibi siyasetçiler, “göçmen kökenli” etiketini si‐
yasal eylemselliklerinde çoğu kez etiketi taşımayan Alman
vekillerden farklı olmamak amacıyla konuşlandırmaktadır.
Önceki çalışmaların tersini gösteren bu bulgu, çalışmayı
özgün ve benzersiz kılmakta; etiketin rolünü, vekillerin
siyasal süreçteki deneyimlerine ilişkin yorumlarına dayan‐
dırarak özneyi, yani vekillerin bakışını araştırmanın mer‐
kezine koymaktadır.
Yöntem
Göçmen kökenli 14 federal veya eyalet milletvekiliyle ya‐
pılmış görüşmelerin2 çözümleri, kelime kelime ve cümle
1
2
Diğer yandan özellikle Türkçe basın da siyasilerin Türkiye ye ilişkin tutum‐
larını ihanet veya aidiyet çerçevesinde ele almaktadır.
Görüşme yapılacak kişiler şu kriterlere göre seçildi: meclislerde üst düzey
noktalarda bulunmaları (2009‐11) ve isimlerinde Alman kökenli olmayan
255
cümle analiz edilip kodlanmıştır. Analizi sağlamlaştırmak
için nitel araştırma tasarımı ve temele dayalı kuramlar
(Glaser ve Strauss, 1967; Strauss ve Corbin, 1990; 1996) kul‐
lanılarak araştırma sorusu formüle edilmiş, veriler toplan‐
mış ve analiz edilmiştir. Kodlama sürecinde genel olarak
vekillerin kullandıkları kavramlar kullanılmış ve bir sonra‐
ki aşamada soyutlanmıştır. Bu yöntemle birbiriyle ilişkili
bağlamları içeren analitik bir yapı kurulmuştur.
Görüşmelerin analizi, dökümlerin birbiriyle karşılaştı‐
rılması esasına dayanarak yapılmış ve bu sayede analiz
belli bir çerçeveye oturtulup bir örgü şemasını çıkarmak
mümkün olmuştur. Analizin sonunda beş tematik blok
belirlenerek etiketin yönetimi olarak tanımlanan ana kate‐
gori etrafında bu yönetimin farklı bağlamları açıklanmıştır.
Bu beş tematik bloğun içerikleri, birbirleriyle olan ilgi ve
bağlantıları ve göçmen kökenli olma etiketinin, siyasetçile‐
rin siyasal yaşantısında oynadığı rol aşağıda detaylandı‐
rılmaktadır. Araştırmanın sonuçları, göçmen kökenlilik
hakkında bilinen siyah‐beyaz algının aksine alternatif bir
yaklaşım sunar ve bu etiketin “ya hep ya hiç” (zero‐sum
game) aksine stigma ve prestij ekseninde bir “normallik”
arayışı hatta özlemi (Mülakat 10) olduğuna dikkat çeker.
Diğer bir ifadeyle göçmen‐kökenlilik vekiller için ya kaza‐
nım ya dezavantaj değil, “normal” olmak için bir denge
sürecidir.
bir kelimenin bulunması. Bu veriler, kişilerin çevrimiçi biyografilerine
bakılarak da kontrol edilmiştir.
256
Siyasal Pratikte Göçmenlik: “Göçmen Kimliği” Etiketine
Yaklaşımlar
Nötrleştirme Stratejisi: “Herkes gibi bir vekilim”
Doğrudan ve dolaylı nötrleştirme teknikleri, bazı ça‐
lışmalarda farklı şekillerde isimlendirilmiştir: önemsizmiş
gibi göstermek (Taub v.d., 2004), eşitleme (Lamont ve
Molnar, 2001) ya da burada uygulandığı gibi, nötrleştirme.
Bu yöntemler, aktörlerin dış algılardan etkilenmelerini ya
da rahatsızlıklarını idare etmelerini ve bu sayede kendi
kişiliklerine, eylemlerine ya da kendilerine iliştirilen etiket‐
lere atfedilen olumsuzlukları azaltmayı amaçlamaktadır
(Satore ve Cunningham, 2009; Ryan, 2010). Bazı sapmalara
rağmen bu kavramlar, Erving Goffman’ın yön değiştirme
ve normalleştirme kavramlarına dayanmaktadır. Yön de‐
ğiştirme yöntemiyle ankete katılanlar, utanma öğesinin
katsayısının azaltılmasına teşebbüs etmişler (Goffman,
1963); öte yandan nötrleştirme stratejileriyle aktörler, kendi
statülerinin ya da kendilerine iliştirilen etiketlerin istenme‐
yen etkilerini ortadan kaldırma yöntemini seçmişlerdir‐
örneğin etiketin önemsiz bir konu haline gelmesini sağla‐
yacak şekilde diğerlerini yeniden eğitmek gibi.
Özellikle görüşmecilere dair kullanılan nötrleştirme,
siyasetle ilgili fırsatlara eşit erişim hakkı ve temsil oranı
düşük gruplara sunulan alternatif standartlar yerine, siya‐
setteki normlar çerçevesinde, herkese aynı şekilde davran‐
mak gibi bir örüntüyü açıklamaya çalışmaktadır. Diğer bir
deyişle nötrleştirme, göçmenlik etiketini siyasi beceri veya
siyasetin genel geçer kuralları ile dengelemeye çalışma giri‐
şimidir. Öte yandan bu strateji ya da yaklaşım sayesinde,
vekille onun siyasal kariyerinin gelişimi ve seçim adaylığı‐
nın göçmen kökeni arasında, sanıldığı gibi bir nedensellik
257
olmadığı vurgulanmaktadır. Yani nötralizasyon, siyasetin
hakları ve imkanları eşit üyelerden oluşan bir eylem oldu‐
ğuna ve genel geçer “siyaset sadece bir güç oyunudur”,
fikrinin kabulüne dayanır. Zira vekillere göre siyasal parti‐
ler sistemi, sosyal etiketleri göz ardı eden, herkesin tabi
olduğu kesin kurallarla işlemektedir. Görüşülen vekiller,
sadece siyasetçi olarak tanınmayı tercih etmekte ve nötr‐
leşme stratejilerini de bu şekilde mobilize etmektedirler.
Nötrleştirmeye ilişkin temel çıkış noktaları, içinde yer
aldıkları grubun, yani meclisin üyeleri arasındaki varsayı‐
lan eşitliktir. Bu eşitliğin temelinde Alman vatandaşları
olarak siyaset yapıyor olmak başta gelir. Yani göçmen kö‐
kenleri, vatandaşlık paydasıyla ortadan kalkmaktadır.
Özetle bu yaklaşım, profesyonellik, siyasi deneyim ve/veya
yeterlilik, vatandaşlık ve sosyalleşme gibi bir topluluğa ait
olma hissini belirleyici göstergelere ve göçmen geçmişine
sahip olmanın dışındaki faktörlerle tanımlanarak gelişti‐
rilmektedir.
Burada açıklandığı şekliyle nötrleştirmenin iki temel
tartışma çizgisinde devam ettiği görülür. Birincisi, röportaj
yapılan kişilerin üyesi oldukları siyasi partilerde geçerli
olan katı ve kesin kurallar bütününe atıf yapan ortak özel‐
liklerdir. İkincisi ise vekillerin kişisel geçmişlerinden hare‐
ketle, örneğin; onların hem kişisel hem de siyasal olarak
Almanya’da sosyalleştikleri gerçeğinden hareket ederek
meşrulaştırılan bir yoldur. Bu durum, göçmen kimliği ol‐
mayan diğer meslektaşlarıyla karşılaştırıldıklarında bu
kişilerin siyasal aktivitelerini de bir anlamda sıradanlaştırır.
Bu açıklamalardan ayrı olarak, röportaj yapılan kişilerin
siyasetle ilgilenmelerini mümkün kılan ikinci boyuttaki
öznel açıklamalar; bu kişilerin Alman vatandaşlığı kavra‐
258
mıyla kendilerini özdeşleştirerek motive olmalarını sağla‐
yan faktörler olarak ön plana çıkmaktadır.
Örneğin; 6 numaralı mülakattaki alıntı, yukarıda belir‐
tilen duruma doğrudan uyan çok önemli bir profil sergiler.
Kendisi, herhangi bir adaylığı söz konusu olmaksızın parti‐
sinde on seneden fazla siyaset yapmıştır:
Parti örgütünün farklı boyutlarında aktif olarak çalışıyordum.
Yerel bir örgütte (Ortsverein), parti bölge yöneticisi olarak
(Kreisvorstand) ve bölgesel parti kongresinde (Landesparteitag) gö‐
rev aldım. Bir kere eyalet seçimlerinde de aday oldum, ancak sıram
çok iyi bir yerde değildi. Bunun sebebi, o dönem yaşımın genç ol‐
ması ve güç temelimin (Hausmacht) olmamasından kaynaklanmak‐
taydı. Aday olduğum sıra ise delegeler arasında elde edeceğim bu
ağırlığa göre belirleniyordu. Diğer bir deyişle, uzun süredir partiye
üye olan ve çalışan, dolayısıyla merdivenin üst basamaklarında bu‐
lunan grubun henüz içinde değildim. Engelim göçmen kökenim
değil, deneyimsizliğimdi [...] (85‐107. satırlar).
Buna benzer şekilde, 10 numaralı vekil de parti içi se‐
viyelerdeki işlevine bağlı olarak siyasi kariyerinin geliştiği‐
ne, siyasal deneyimin seçimlerde adaylık için oynadığı role
parmak basmaktadır. Adaylık yönündeki ilk girişimi ise
deneyim engeline takılmıştır:
[...] Federal aşamada bakıldığında çok yeni olduğum için listenin
üst sıralarında yer alamayacağım çok belliydi ve benim için sürpriz
olmadı. Bu kimsenin suçu değildi, hatta anlaşılabilir bir durumdu.
Henüz benim zamanım değildi, parti içinde yeteri kadar tanınmı‐
yordum. Seçim kampanyalarında deneyim kazanmak istemiştim.
Bir sonraki seçimlere dek siyasetin farklı alanlarında daha çok de‐
neyim kazanmak için çok çalıştım ve parti içindeki ağlarımı geniş‐
lettim. (Mülakat 10, 115‐122. satırlar).
259
Bu alıntılarda, seçimlerdeki adayları seçmekle görevli
parti delegelerinin desteği için kanıtlanması gereken siyasal
yeterliliğin önemine vurgu yapmaktadır. Özellikle seçim
deneyiminin, kuşakların değişiminin ve kendi sırasını bek‐
lemekle ilgili anlayışın yaygınlığını ve genel kabulünü gös‐
termektedir. Özel olarak, “siyaset bir güç oyunudur” deyi‐
şinin sabit ilkelerle tanımlanması; göçmen geçmişi olan
adaylar için sosyal bir etiketin ötesinde tartışılmaz bir ger‐
çek olarak ön plana çıkmaktadır. Bu nedenle röportaj ve‐
renler, kendilerini içinde çalıştıkları profesyonel çembere ait
hissedip hissetmedikleri sorusunu, oyunu kuralına göre
oynamaları durumunda göçmen kimliklerinin gereksiz bir
nokta olarak görüldüğünü ifade ederek cevaplandırmışlar‐
dır. Siyasi kariyer yollarını profesyonellikle ve katı örgütsel
kurallarla, örneğin; delegeler arasında tanınmakla sonuçla‐
nacak çalışmalarla başaracaklarını ifade eden vekiller; kendi‐
lerini potansiyel çatışmalardan ve buna bağlı olarak ortaya
çıkacak sınıf‐ırk‐cinsiyet eşitsizliklerinden uzak tutmaktadır‐
lar (Bottomley, 1997). Kendilerini diğer politikacılarla yakın
konuma getirerek “eşit konumda” (Mülakat 1 ve 3) hisset‐
mektedirler. Bu değerlere dayalı bir siyasi kariyer, zaman
içerisinde bir normlaştırmaya tabi olmakta ve kişi kendisini
siyasi olarak mobil olan “normal, sıradan biri […]” olarak
tanımlar hale gelmektedir (Goffman, 1963: 30). Mülakat ya‐
pılanların ifadesiyle bu, “Meclisteki herhangi birisi kadar
Alman” (1, 4 ve 5 numaralı mülakatlardan alıntıdır) olmak‐
tır. Bu durumu yaratan ise Almanya’da doğmak veya bura‐
da sosyalleşmiş olmaktır.
Bu bölümde sunulan argüman iki koldan oluşmakta‐
dır. Birincisi, nötrleşme stratejilerinin, gayet düzenli bir yol
izleyen ve göçmen geçmişi olmayan kişilerle aynı süreçler‐
260
den geçerek ilerleyen siyasi kariyer çizgisidir. Argümanın
ikinci kolu ise parti içi merdivende hiç yükselmemiş olan,
joker adayların deneyimlerinin dillendirildiği bölümdür.
İlginç olan, bu ikinci grubun da siyasal kariyerlerinin geli‐
şiminde etikete vurgu yapmak yerine cinsiyet, ilişkiler ağı
ve eğitim gibi tamamlayıcı unsurları dile getirmiş olmala‐
rıdır. Yani joker adaylar da siyasi rollerinin başlangıcında
etiketin rolünü nötrleştirmeyi tercih etmişlerdir.
Nötrleştirme stratejilerinin uygulanmasını, deneklerin
siyasal kariyerlerinde dönemsel olarak ayırt edebilmek
mümkündür. Sonraki dönemde, yani temsili göreve seçil‐
dikten sonra etiket yönetimi başka bir rotaya sapmaktadır.
Göçmen kökenliliği, kendi belirledikleri roller ve işlevlerle
açıklayan denekler, göçmen kökenli bireyler olarak siyasal
pratiğin önemini keşfetmiş ya da yeniden ortaya çıkarmış‐
lardır ki bu durumun aynı zamanda sürdürülebilir bir siya‐
sal kariyer için gerekli olduğu da görülmektedir.
Yeniden Tanımlama Stratejisi
Bu bölüm, deneklerin çeşitli ilgi ve seçmen gruplarının
beklentilerine yanıt verebilmek için kullandıkları dinamik,
ilişkisel ve daimi olarak dönüşen kategorik tanımlamalara
ilişkindir. Zira vekiller anlatımlarında göçmen kökenlerine
kimi zaman birbirleriyle zıt, değişken ve dışarıdan kendile‐
rine atfedilen rollerden bağımsız anlamlar yüklemektedir‐
ler. Sosyal olarak üretilen ve negatif unsurlar taşıyan
“göçmenlik” fenomeninden kaçınmak adına bu çalışmada‐
ki katılımcılar, ileri derecede paradoksal ve çelişkili senar‐
yolarda sembolik roller ve görevler almaktalar ve bu senar‐
yolar içinde birden fazla kimlik seçeneği sunmaktadırlar.
261
Bu roller ve işlevler, belirli bir çerçevede etikete olumlu bir
bağlamlaştırma sağlamaktadır.
Daha yakından bakıldığında nötrleştirme konusunda
göçmenliğe bakış açısında gözle görülür bir değişim tespit
etmek mümkündür. Şöyle ki, siyasete atılırken etiket üzeri‐
ne kurulan ilişki minimum seviyededir. Temsiliyetin baş‐
lamasıyla birlikte, hatta henüz seçim kampanyası aşama‐
sında ise etiket, pozitif bir veri olarak değerlendirilip olum‐
lu anlamlarla donatılmaktadır. Politik pratiğin bu aşama‐
sında, vekil açısından paralel bir süreç de görülebilir. İlk
olarak “göçmen kökenin” ana payda olduğu seçmen grup‐
larına ithafen veya onlara yönelik olarak ve (iyi) ilişkilerin
sürdürülmesi amacıyla rol ve sorumluluklar tanımlanmak‐
tadır. Bu noktada, göçmenlik damgası ve bununla bağlantı‐
lı önyargılar, politikacının karizmasının bir unsuru olarak
yeniden değerlendirilip şekil değiştirmektedir. Bu karizma,
temel olarak sosyal yükselişin ve toplumda fırsat eşitliğinin
timsali olma ana fikrine dayanır. İkinci olaraksa göçmenli‐
ğe ithaf edilen olumlu ve olumsuz yargılar arasında denge
sağlamanın daha hassas bir hal aldığı söylenebilir. Çünkü
bir rol model olarak davranma ve göçmen çevreye ana
akımda değer verilen nitelikleri (Almanca bilgisi, sosyal
bağlar ve toplumsal statü vb.) kullanarak örnek olma isteği
ön plana çıkar.
Rol modeli göçmen olma olgusu değişik temellerde
açıklanabilir. Bazı görüşmeciler için eğitim durumları, genç
göçmenler için özendirici olarak değerlendirilirken, bazıları
için siyaset kariyerlerinin, göçmenlerin yaşadıkları ülkeye
aidiyeti artırarak onlara ilerlemeleri için gerekli motivasyo‐
nu sağlaması ön plana çıkmaktadır. Rol model fonksiyonu,
daha genel bir durumu daha içermektedir. Buna göre cinsi‐
262
yete odaklı bir rol modeli olma, hem göçmen gruba hem de
parti üyelerine yönelik bir davranıştır. Bu durumu, 3. gö‐
rüşmecinin şu sözleri daha iyi açıklamaktadır:
Parti yetkililerinin beni seçimlerde aday göstermelerinin en
önemli nedeninin üyesi olduğum siyasi partinin, pek çok
göçmen geçmişli insanın yaşadığı Almanya’yı temsil etmek
istemesi olduğunu düşünüyorum. Beni mecliste aday olarak
seçmelerinin nedeninin de bundan kaynaklandığına inanıyo‐
rum. Parti beni bir rol model olarak sunmakta, çünkü bizler
kaçınılmaz olarak rol modelleriz. Bu tamamen doğal bir sü‐
reçtir. Bunun yanı sıra profesyonel hayatta iyi bir yeri olan
Müslüman bir kadın olarak partinin göçmen topluluğa gös‐
terebileceği olumlu bir örneğiz. Üstelik sadece göçmenlere
değil Alman toplumuna da bu özelliklerin bir arada var ola‐
bileceğine dair bir örnek teşkil ediyoruz. (Görüşme 3, 115‐
123. satırlar)
Yukarıdaki bu alıntı göz önüne alındığında söz konusu
politikacılar, Alman toplumundaki rol model durumlarını
sosyal pratikte kendini ispatlamış olumlu örnekleri kulla‐
narak, kafalardaki kalıplaşmış göçmen prototipini yıkmak
üzerine kurmaya çalışmaktadırlar. Fakat bu durum, olum‐
suz örneklerden daha az ilgi çekmektedir. Diğer yandan,
politikacıların belirttiği ve hem politik parti hem de göç‐
men topluluğu için yerine getireceği sembolik ödevleri
kapsayan görevler de vardır. Bunların arasında “köprü” ya
da “aracı” olma konumu öne çıkar. Köprü fonksiyonu yal‐
nızca politik parti ve göçmen topluluk arasında bağlantı
kurmakla ilgili değil, aynı zamanda Alman toplumunun
büyük bir kısmıyla da kültürel diplomasi kurmayı gerekti‐
rir. Bu aracılık rolünü üstlenmiş olan görüşmecilerin ifade‐
lerinde öne çıkan noktalardan biri, göçmen geçmişi olan
263
siyasetçiler olarak siyasi partilerinin mesajlarını göçmen
geçmişi olmayan siyasetçi arkadaşlarından daha etkili ilet‐
me yeteneklerine dair düşünceleridir. Yani vekillerin siya‐
sal rasyonalitesi çerçevesinde kendilerine bir rol biçtikleri
gözlemlenebilir. Yine de, vekiller kendilerine böyle bir rol
biçerlerken, göçmen toplulukla aralarına mesafe koymaya
devam etmektedirler. İletişimsel köprüler kurmaya yarar
sağladığında göçmenlerle olan benzerliklerine vurgu ya‐
parlarken; göçmen terimine yapılan olumsuz vurgular söz
konusu olduğunda, o göçmen profilinin dışında kaldıklarını
vurgulamak adına hemen kendilerini farklılaştırma çabası
içine girmişlerdir. Böyle bir durumda görüşmeciler kendi
mesleki kimlikleri ışığında hareket etmekte ve siyasal ve
sosyal alanlardaki boşluğu kapatmaya çalışmaktadırlar. Bu
açıdan bakıldığında, işlevleri kültürel arabuluculuk olmakta
ve çoğulcu bir kültürdeki ana akım kültürle alt kültürler
arasında bağ kurma çabasına girmektedirler. Bu çalışmada
görülen rol, kültürel içerik yerine siyasi içeriği kültürel kod‐
lara atıf yaparak aktarmak olarak görülmektedir.
Arabuluculuk sürecinde görülen en etkili araç, denek‐
lerin mesajlarını kendi ana dillerinde yayan Türkçe medya
olmuştur. Denekler, kendilerinin iki kültür tarafından sos‐
yalleştirilmiş olmalarının bir sonucu olarak söz konusu bağ
kurma işlevini yerine getirme hususunda en yetkin kişiler
olduklarını düşünmektedirler. Açıklamalarının ortaya
koyduğu bir diğer bulgu da göçmen geçmişli siyasetçilerin
sadece iletişim işlevini yerine getirmekle kalmayıp, aynı
zamanda temsilcisi oldukları etnik topluluk için ana akım
faaliyetlere katılabilme hususunda bir rol model oldukları‐
nı düşünüyor olduklarıdır.
264
Sosyal olarak inşa edilmiş kimlik kategorilerinden
uzak durmaya çalışan katılımcıların, kendi siyasi kariyerle‐
rinde yüksek derecede paradoksal ve çelişkili bağlamlarda
çalıştıkları gözlemlenmiştir. Yukarıdaki bölüm deneklerin
farklı kitlelerle diyalog kurabilmek için uygulamaya çalış‐
tığı dinamik, ilişkisel ve eksik yollara atıf yapmaktadır.
Göçmen geçmişin olması bu durumda istenmeyen bir özel‐
lik olmaktan çıkıp göçmen toplulukla aralarında düzeyli
bir ilişki kuran karizmatik bir özelliğe dönüşmüştür. Yuka‐
rıdaki bölümde incelenen işlevler ve rollerin analizi, denek‐
lerin kendi “oluşturulmuş” geçmişleri ile Alman toplumu‐
na şu anki üyelik ve aidiyetleri arasındaki dengeli ilişkiyi
göstermekte ve pek çok deneğin şu andaki prestijli pozis‐
yonlarıyla beraber gelen statü, güç ve durumdan çok
memnun oldukları sonucunu ortaya koymaktadır.
İkame Stratejisi: Mecbur kaldığım ekstra çabalarım bana
yaradı...
İkame stratejisi, etikete yeni bir açıdan bakma fırsatı
sağlar. Bu durumda esas vurgu, siyasetçilerin kendi siyasal
ve kişisel tarihlerine bakarken, kendi göçmen geçmişleriyle
olan ilişkilerine farklı bir yaklaşım ortaya konmasıdır. İka‐
me, bu nedenle, geçmişten kopuşu ve şu andaki konumun
hak edilişini temsil etmektedir.
Burada ortaya koyulan, siyasetçilerin daha önce önem‐
siz olduğu düşünülen; siyasete ve partiye giriş süreleri ile
göçmen geçmişleri arasındaki ilişkiyi yeniden gözden geçi‐
riyor olmalarıdır. Her ne kadar daha önce aktif siyasete
girişlerinin etiketle bağdaştırılamayacağı söyleniyor olsa da
bu aşamada siyasetçilerin göçmen geçmişleri, onların artı
değeri haline dönüşmektedir. Başarının bedeli, “diğerlerin‐
265
den daha çok mesafe kat ederek” ve adeta silinmez göç‐
menlilik etiketini, pozitif bir unsura dönüştürerek siyaseten
etkinleşmek olarak ortaya konmuştur.
Kısaca ikame stratejisinin özelliği, şu andaki konumla‐
rına gelmelerini göçmen kimlikleriyle ve geçmişleriyle
meşrulaştıran deneklerin; yine de “ekstra mesafeyi kat
edip” çok çalışmalarını vurgulayarak kendilerini ayrıştır‐
malarında saklı denebilir. İkame, bir bakıma rol modeli
işlevinin de oluşumunu açıklamaktadır. Burada göçmen
geçmişin siyasal aktivizmin tersine, devre dışı bırakabilen
bir etiket olabileceği vurgulanmıştır. Bu durum, göçmenli‐
ğin tematikleştirilmesine farklı boyutlar katmaktadır. Siya‐
sete girmelerini ve siyasette başarılı olmalarını neyin kolay‐
laştırdığı sorulduğunda deneklerin cevapları, birbiriyle
bağlantılı üç kategoride ele alınabilir.
Burada kullanıldığı şekliyle ikame, politikacılar açısın‐
dan içselleştirilmiş bir ispat yükü olmakta, zaman zaman
eşit değerlendirme önünde bir engel olabilmekte ve hatta
bazı zamanlarda göçmenler gibi azınlıklara yönelik dışlayı‐
cı pratiklerin tanımlanmasında kullanılmaktadır. Röportaj
yapılan siyasetçiler, genelde iş etiğini, ekstra yol kat etme
arzusunu ve aldıkları eğitimi, ayrımcılığa karşı önemli bir
koz olarak sıralamışlardır. Hatta bu vasıflarını, sosyal dış‐
lanmadan kurtulmanın yolları olarak bile gördükleri ol‐
muştur.
Görüşmecilerin önem verdiği bir diğer ikame, Almancaya
hakimiyetleri olmuştur. Alman siyasetinde ve kamuoyu algı‐
sında göçmenlerin, entegrasyon seviyeleri, özellikle Almanca‐
ya hakimiyetlerine bağlı olarak değerlendirilmektedir. Dolayı‐
sıyla görüşmecilerin Almancaya en az anadilleri kadar hakim
olduklarını vurgulamaları, bir yandan Alman kimliğini ne
266
kadar içselleştirdiklerini belirtir. Diğer yandan ise Almancası
yetersiz olmasına rağmen vekil seçilen kimselere yönelik gizli
bir eleştiri içermektedir. Bu nedenle, Almanca becerilerinin
siyaset hayatlarında normalleşmeyi kolaylaştırıcı etken
olarak değerlendirilmesi şaşırtıcı değildir. Örneğin, Al‐
manya’ya eğitim amaçlı gelen ve daha sonra kalmaya karar
veren Vekil 7, kısmen de olsa Alman edebiyatı konusunda‐
ki gelişiminin, politikada var olma ve siyasi kimliğini oluş‐
turmakta etkili olduğunu belirtir. Kendisinin göçmenlik
geçmişini daha çok “kim olduğumun bir parçası” (Görüş‐
me 7) olarak tanımlayan denek, dil yeterliliğinin onun siya‐
si girişimlerinin ve hedeflerinin, meslektaşları için anlaşılır
olması açısından çok önemli bir etken olduğunu vurgula‐
mıştır. Göçmen kökenli vekiller olarak dil sürçmelerinin
dahi dil açısından yetersizlik olarak görüldüğü ortamlarda,
7 numaralı görüşmeciye edebi anlamda da dile hakim ol‐
mak bir üstünlük kazandırmaktadır. Bu sayede göçmen
olduğuyla ilgili siyasi boşluklara düşmediğini düşünmek‐
tedir. Buna benzer olarak, Almanya’da doğan ve okula
giden denekler, iyi Almanca hakimiyetinin onları nasıl “di‐
ğerlerinden biri” olarak göstermeye yardımcı olduğunu
çeşitli defalar vurgulamışlardır.
Alman siyasetçi için kolektif bir zihinsel imajın içinde
Almanca’ya hakim olmak önemli bir yer tuttuğundan, bu
yeteneklerine vurgu yapıyor olmaları deneklerin kendi
siyasal gelişmelerinin normalleştiği anlamını taşımakta ve
nötralizasyon, yeniden tanımlama ve ikame stratejileri ara‐
sındaki bağı ortaya çıkarmaktadır. Bazı göstergelerin birbi‐
riyle karıştırılmaması gerektiği gerçeği, bu durumda göç‐
men geçmişi olan politikacılara yönelik önyargıların hep
olabileceği, ancak bu kişilerin Alman nüfusuyla aralarında‐
267
ki farklılıkları ortadan kaldırdıkları ölçüde bu önyargıları
yıkılabileceği örneğiyle bir kez daha ortaya çıkmaktadır.
Farklılık tamamen silinmese de, bir artı değer olarak kulla‐
nılabilir ve dil yeterliliği bu durum için iyi bir testtir.
Kategorideki bulgular, ikame stratejisinde birbiriyle
ilintili üç alanı ortaya koymuştur: diğerlerinden daha fazla
çalışıp onlardan en az iki kat daha iyi olmak, “çaba ve çok
çalışma” ve “Almanca’yı iyi ve doğru bir şekilde kullana‐
bilmek”. Bu unsurlar, neredeyse tüm vekiller tarafından
farklı yoğunluklarda dile getirilmişlerdir. Bunlar, utancın
yerine konan yetenekler olarak görülebilir ya da etiketi ve
onun dezavantajlarını yeniden şekillendiren unsurlar ola‐
rak değerlendirilebilirler. Önceki bölümlerde de gösterildi‐
ği üzere deneklerin hikayeleri, genel kaygılarının kendi
siyasi kariyerlerinin başarısı açısından bakıldığında bunun
sebebinin kendi sıkı çalışmaları olduğunu düşünmeleri
etrafında şekillenmiştir.
Farklılaştırma Stratejisi
Ana kategoriyi oluşturan farklı kategorileri belirlerken
aralarındaki sınırlar belirlenmiş ve bu da kavramların yo‐
ğunluğu ve soyutluğunu netleştirmekle mümkün hale
gelmiştir. Bu açılardan bakıldığında farklılaştırma kategori‐
sinin zor olduğu, zira bir ayırma unsurunun diğerlerine
oranla her zaman daha belirgin olarak göründüğü söylene‐
bilir. Bu kategoriyi diğerlerinden ayıran öyleyse nedir? Bu
özellik, ayırmanın farklı üç boyutta vukuu bulmasında
gizlidir.
Bu üç boyut şöyle sıralanabilir: göçmen topluluklar‐
dan, göçmen geçmişi olan diğer siyasetçilerden ve genel
olarak çevreden ayrışma. Farklılaştırma stratejisi, vekillerin
268
kendilerini ve siyasal kimliklerini nasıl ayırdıkları ve göç‐
men kimliği olmayan Alman meslektaşlarıyla aralarındaki
farkları nasıl belirlediklerini de ortaya koymaktadır.
Görüşmeciler, bu alanda özellikle eğitime çok büyük
önem vermişler ve kendi oluşturdukları göçmen kökenli
siyasetçi tiplemesiyle genel olarak göçmenler arasındaki en
önemli farklılık etiketi olduğunu vurgulamışlardır. Kendi‐
lerini düşük eğitim seviyesi olan gruplardan ve özellikle
Türklerden ayrıştıran denekler, kariyerlerindeki başarıları‐
nın nedeni olarak eğitimi göstermekte ve bu sayede o grup‐
ların kimliğini paylaşmadıklarını söylemektedirler. Göç‐
men kategorisinin kendisi geçirgen değilken, göçmen geç‐
mişi kategorisi geçirgendir. Bu nedenle göçmen üçüncü bir
boyutu temsil etmekte ve denekler için öteki olarak adlandı‐
rılmaktadır. Denekler, mecliste yer alan Alman vatandaşlar
olarak sosyal çevredeki bu ayrıcalıklı konumlarından çok
memnun olduklarını vurgulamakta ve bu sayede toplumun
temel zayıflıklarının üstünde bir yerde konumlandıklarını
düşünmektedirler.
Farklılaşma stratejisi, akademik sıfatlar ve sosyal statü
(elitlik) göstergeleri şeklinde kristalleşmektedir. Elitlik ko‐
nusunda beliren bir özellik de göçmen grupların menşe
ülkelerine göre nasıl sınıflandırıldıkları sorusuna verdikleri
cevaplarla ortaya çıkmaktadır. Tüm denekler, Türkiye kö‐
kenli göçmen grupların olumsuz stereotipler olduklarını
düşünmekte ve bunun sebebini hem çok kalabalık olmaları
hem de eğitim seviyelerinin düşük olmasına bağlamakta‐
dırlar. Yani görüşmeciler de ana akım tarafından yapılan
etiketlendirmelerden faydalanarak kendi konumlarını fark‐
lılaştırmaktadırlar. Bu savlarını aşağıdaki örnekler en iyi
şekilde göstermektedir:
269
Adaylığımın başında gazeteciler ismime denk geldiklerinde, hem
benim hem de ailemin geçmişi üzerine haberler yaptılar [...] ancak
beni hiçbir zaman tipik bir göçmen ailenin oğluymuşum gibi nite‐
lendirmediler [...] böyle bir şey yapmaları doğru olmazdı [...] Tipik
bir göçmen çocuğu değilim [...] Kimin tipik bir göçmen olduğunu,
en azından istatistiksel olarak, tanımlayacak olsaydık; ortalama eği‐
tim ve sosyo‐ekonomik statüleri olmayan ailelerde doğan göçmen
geçmişli kişiler olduğunu söyleyebilirdik. Bu nedenle ben bu kate‐
goride değilim [...] (Görüşme 6, 283‐ 295 ve 366‐369. satırlar)
Göçmen klişesine doğrudan uyduğumu söylemek biraz zor. Ben
halen göçmenler arasında bir azınlığım. Üniversiteye giden pek
fazla göçmen yok. Almanya’daki genel kabul, göçmenlerin mavi
yakalı ailelerde doğduğu ve hep öyle kalacakları yönünde. Ben top‐
lumun bu alt gelir sınıfından gelmiyorum ve biz eğitimli insanla‐
rın siyasette daha etkin bir işlevi yerine getirerek, göçmenlerin yeni
ortaya çıkan bir yüzünü, yani elit sınıf yüzünü temsil etmemiz ge‐
rektiğini düşünüyorum. (Görüşme 10, 688‐700. satırlar)
Toplumda artık mesleki çeşitliliğin ortaya çıktığını ka‐
bul eden bu deneğin söyledikleri, Türkiye kökenli bir elit
sınıfın oluştuğunu ve Türkiye’den gelen göçmenlerle ilgili
olumsuz algıları yıkma hedefi taşıyan bir söylem içinde
olduğunu göstermektedir. Kendileriyle “tipik göçmenler”
arasında bir sınır çizilmiştir. Bu, tipik göçmenlerin bir türlü
entegre olamadıkları ve bunun nedeninin de toplumun
gerçeklerinden uzakta yaşıyor olmaları olduğunu dile ge‐
tirmektedirler. Türkiye’den gelen denekler, Türkiye kökenli
göçmen toplulukla Alman devleti arasındaki durumu eleş‐
tirmekte ve Türkler hakkındaki grup kimliğinin ve önyargı‐
ların kendi özellerinde geçerli olmadığını, kendilerinin
ciddi birer istisna olduklarını vurgulamaktadırlar.
270
Siyasetçiler farklılaştırma stratejisini kullandıklarında,
eskiden beri siyasi kariyer yapmakta olanlarla bir anda
joker olarak öne sürülenler arasında da kesin bir çizgi çiz‐
mektedirler. Bir diğer ayrım ise göçmen kökenli siyasetçile‐
re karşı daha ılımlı yaklaşan siyasi partilerle diğerleri, yani
muhafazakar ve liberal partiler arasındaki ayrımdır. Zira
ikinci gruba mensup görüşmeciler, çok daha zor bir dene‐
yimi başardıkları için kendilerini ilk gruptaki göçmen kö‐
kenli vekillerden daha üstün görürler. Denekler arasındaki
farklılaştırma stratejileri, içinde bulundukları siyasal örgüt
açısından bakıldığında ayrıma maruz kalıp kalmadıklarına
göre de anlam kazanmaktadır.
Farklılaşma stratejisinin üçüncü boyutu, egzotik teri‐
minin kullanılmasıyla alakalıdır. Normal olarak görülmeye
yönelik isteklerine vurgu yapan denekler, her ne kadar
toplumun pek çok kesiminde göçmen geçmişli bireylerin
oldukları gibi kabul edildiklerini düşünseler de, siyasi top‐
lulukta halen bu anlayışın tam olarak oturmadığını dü‐
şünmektedirler. Normallik3 arayışının etiketlerinden kopu‐
şun bir parçası olarak önemli bir yer kapladığı görülebilen
bir gerçektir.
Siyasal Çeşitlilik Stratejisi
Bu son konu, ana kategorilerin en iç çemberini temsil
eder. Bunun nedeni, göçmen kökenin belirli işlevlerde, ör‐
neğin göç politikaları sözcüsü olup olmama üzerine kurgu‐
lanmasıdır. Bu konu dar bir etkiye sahip olsa da, önemi
nedeniyle göz ardı edilemeyecek bir konudur. Bunun da
3
Egzotiklik, özgünlük ve normallik arasındaki bağ çalışmada daha geniş
biçimde anlatılmış olsa da burada yer kıtlığından dolayı konuya ancak bu
kadar yer ayrılabilmiştir. DDN
271
ötesinde, göçmen deneyimine dair algının hem partiler hem
bireyler açısını dillendirmesidir. Bir yanda göçmen deneyim‐
lerine dayanarak partilerin bu görevi vermesi, diğer yanda
göçmen olduğu için görevi alma‐almama hatta diğer vekille‐
rin tercihini değerlendirmesini içeren bir örüntü ortaya çık‐
maktadır. Göçmen kökeni, üstlenilen siyasal fonksiyonlarda,
eylemlerde ya da karar alma süreçlerinde siyasiler için tetik‐
te bulunulması gereken bir unsur olarak algılanabilmektedir.
Bahsedilen görevin reddinde, kabulünde ve eylemselliğinde
etiketin dengesi hep gözetilmektedir.
Stuart Hall (1996) bu durumu temsil yükü olarak tanım‐
lar ve kendi guruplarını temsil etme yüküyle karşı karşıya
kalan siyahilere atıfta bulunur. Temsil yükü, baskın topluluk
tarafından inşa edilmiş olan “siyahlık” kavramının grup içi
farklılıkları neredeyse görünmez bir hale getirmiş olmasın‐
dan kaynaklanır (Lamont ve Molnar 2001). Çalışmadaki
vekiller de tartışmanın iki noktasına odaklanır: eğer kabul
ederlerse bunun kökenle değil nesnel yeterlilikle ilişkilen‐
dirilmesi ve sırf göçmen kökeni nedeniyle herhangi bir
siyasetçiyle ikame edilmeme kaygısı. Bu strateji, bir başka
makale konusunu içeren özgünlük ile göçmenlik geçmişine
indirgenme arasındaki ikileme de zemin oluşturur.
Sonuç
Bu makalede, göçmen kökenli Alman vekillerin göçmen‐
kökenliliğe dair bakışı incelenmektedir. Milletvekilleri, kendi
siyasal kariyerlerinde retrospektif bir yolculuk yaparak göç‐
men geçmişlerini siyasi pratikleri içinde bağlamsallaştırmış‐
lardır.
272
Bu açıdan bakıldığında, araştırmanın bulguları “etiket‐
ler siyasette ne gibi farklılıklar yaratır” sorusuna verilen
öncül yanıtların (Swain, 1993) aksine, etiketin farklılık oluş‐
turmamak adına ne şekilde kullanıldığını göstermektedir.
Buna bağlı olarak, üç temel sonuca ulaşılmıştır:
Birincisi, beklentilerin aksine, farklı siyasi partilerden
siyasetçiler, kendi etiketleri olan göçmen geçmişlerini nasıl
algıladıkları ve dillendirdikleri hususunda neredeyse ben‐
zer örüntüler sergilemişlerdir. İkinci olarak, tüm vekiller
Alman kimliğine daha çok vurgu yapmışlar ve göçmen
geçmişli kişiler hakkında oluşan istenmeyen imajı da orta‐
dan kaldırma çabası içinde girmişlerdir. Bu, göçmenlere
yapılan eleştirinin kilit noktası olan, eğitim ve dil hususun‐
da hem çok iyi bir eğitim alarak hem de dille ilgili tüm ge‐
reklilikleri en iyi şekilde yerine getirerek başardıkları
önemli bir adım olmuştur. Bu durum, aslında dışarında
bakıldığında söz konusu etikete olumsuz pek çok anlamlar
yüklendiği ve siyasetçilerin de ciddi biçimde kaçındıkları
bir tablo çizmiştir. Göçmen geçmişi ile siyasal kimliğin
kombinasyonu, etiketin yönetim stratejilerini hızlandır‐
makta ve söz konusu etiketin bir edilgenleştirme aracı ola‐
rak kullanılmasını engellemektedir. Üçüncü olarak, etiketin
işe alınma aşamasında daha az etkili olduğu gerçeği üze‐
rinde anlaşmışlardır. İlerleyen aşamalarda söz konusu eti‐
ket, bir engel yerine kaynak olarak görülmektedir. Bu bul‐
gu, etiketin siyasetçiler için bir kararsızlık unsuru taşıdığını
ortaya koymaktadır.
Zaman zaman bu göçmenlik etiketi olumsuz anlamlar
taşırken; siyasal yetenek, dil yeterliliği ve eğitim profili gibi
ayırt edici nitelikler açısından ele alındığında oldukça
olumlu anlamlar da taşıyabilmektedir. Bunun da ötesinde,
273
bu etiket dışarıdan bakanlar için önem taşıdığı sürece, ya
da deneklerin deyişiyle, normal hale geçilinceye dek; bu
kararsızlığın söz konusu göçmenlik etiketi için hem bir
utanma hem de faydalı bir kaynak olarak algılanma aşama‐
sında uzun süre daha devam edeceği görülmüştür.
Analiz, ana kategori olarak belirlenen etiketin yöneti‐
miyle ilgili olan beş ana strateji/konu ortaya koymuştur. Bu
konular: nötralizasyon, yeniden tanımlama, ikame, farklı‐
laştırma ve siyasal çeşitliliktir. Röportaj yapılan siyasetçiler,
siyasal kariyerlerini sürdürebilmek için; çeşitli kitlelere,
çeşitli konularda, çeşitli stratejiler sunmaktadırlar. Daha
sonraki aşamada, her konuyu birleştiren mantık bağları
vardır. Analiz, siyasal çıkar ve yasamada işe alınma aşama‐
larıyla başlar ki bu durumda etiket, göçmen geçmişi
olan/olmayan tüm parti delegeleri ve siyasal etkenler üze‐
rinde uygulanır. Öte yandan ikinci aşamada farklılık, siya‐
sal çevrenin bir parçası olarak sunulmaktadır. Bu aşamada
etiket, siyasal pratik esnasında daha sık vurgulanır. Diğer
aşamalarda siyasal pratik, etiketin beraberinde getirdiği
olumsuz anlamlar ve avantajlar arasında bir denge kurma‐
ya çalışır. Stratejiler oldukça önemli bilgiler ortaya koymak‐
ta ve bu çalışmanın, göçmen geçmişlerinin bir etiket olarak
siyasette kullanılması ile ilgili ciddi bir boşluğu doldur‐
maktadır.
Etiketin yönetimi bu çalışmaya katılan tüm vekiller
için oldukça önemlidir, zira göçmen kimliği olan her siya‐
setçi kendi sosyal geçmişleriyle, her gün olumlu ya da
olumsuz yollardan pek çok şekilde karşı karşıya gelmekte‐
dir. Katılımcılar göçmen kökenliliğin siyasi pratiklerinde
nasıl bir oynadığını, bu pratiklerin nasıl algılandığını ve
neden bu etiketin olumlu veya olumsuz olarak nitelendiri‐
274
lebileceğini yansıtmışlardır. Bakış açılarının ortaya koydu‐
ğu bir diğer gerçeklik ise, göçmen kimliği geçmişi içinde de
bir hiyerarşik sıralama ve farklılık olduğu; belli başlı ülke‐
lerden gelen göçmenlerin diğerlerine oranla daha olumsuz
değerlendirildikleridir. Özellikle nüfusta oldukça önemli
bir yer kapladıkları için Türkiye kökenli siyasetçiler, bu
olumsuzlanmaya maruz kalmaktadırlar.
Kaynakça
BIRD, K., SAALFELD, T. und WÜST, A. (2011), The Political Repre‐
sentation of Immigrants and Minorities. Voters, parties and
parliaments in liberal democracies, Routledge. NY
BOTTOMLEY, G. (1997), Identification: Ethnicity, gender and culture,
Journal of Intercultural Studies, 18(1), 41–48
GLASER, B. und STRAUSS, A. (1967), The Discovery of Grounded
Theory: Strategies for Qualitative Research, Chicago: Aldine
GOFFMAN, E. (1963), Stigma: Notes on the Management of Spoiled
Identity, Englewood Cliffs, NJ: Prentice Hall
HALL, S. (1996), New ethnicities, MORLEY, D. und CHEN K. Hsing
(Hrsg.), Stuart Hall – Critical Dialogues in Cultural studies,
Routledge, London
LAMONT, M. und MOLNÀR, Virág (2001), How Blacks Use Con‐
sumption to Shape Their Collective Identity: Evidence from
African‐American Marketing Specialists, Journal of Consumer
Culture, (1), 31–45
MILLER, C. T. und MAJOR, B. (2000), Coping with stigma and preju‐
dice, HEATHERTON T. F., KLECK R. E., HEBL, M. R. und
HULL J. G. (Der.), The Social Psychology of Stigma, New
York: Guilford, 243‐72
PHILLIPS, A. (1998), Democracy and Representation: Or, Why
Should It Matter Who Our Representatives Are?, PHILLIPS,
A. (Der.), Feminism & Politics, Oxford: Oxford University
Press. 224–40
275
RYAN, M. (2010), The Culture of Homelessness, Critical Social Policy,
Februar, Band 30 No. 1, 151‐153
SAALFELD, T. und WÜST, A. (2010), Abgeordnete mit Migrations‐
hintergrund im Vereinigten Königreich, Frankreich, Deutsch‐
land und Schweden: Opportunitäten und Politikschwerpunk‐
te, EDINGER, M. und PATZELT, W. J. (Der.), Politische Vier‐
teljahresschrift Sonderheft 44 Politik als Beruf , 312‐333
SATORE, M. L. und CUNNINGHAM, G. B. (2009), The Lesbian
Stigma in the Sport Context: Implications for Women of Every
Sexual Orientation, Quest, 61, 289‐305
SCHÖNWALDER, K. (2010), Einwanderer in Räten und Parlamenten,
Aus Politik und Zeitgeschichte (ApuZ), No: 46‐47, 29‐35
STRAUSS, A. und CORBIN, J. (1996), Grounded Theory: Grundlagen
Qualitativer Sozialforschung. Weinheim: Beltz
‐ (1990), Basics of qualitative research: Grounded theory proce‐
dures and techniques, Newbury Park, CA: Sage Publications
SWAIN, C. M. (1993), Black Faces, Black Interests: The Representation
of African Americans in Congress, Cambridge, MA: Harvard
University Press
TAUB, D. E., MC LORG, P. A. und FANFLIK, P. L. (2004), Stigma
Management Strategies among Women with Physical Disabili‐
ties: Contrasting Approaches of Downplaying or Claiming
Disability Status, Deviant Behavior, 25, 169–90
276
İş Yaşamında Göçmenlik Olgusu:
Geçmiş mi, Gelecek mi?
Jason HOLDSWORTH
Türkiye’de Göçmen Eğitimci Olmak
Yabancı uyruklu bir eğitimci olarak çektiğim sıkıntıları ve
perspektiflerimi paylaşmak isterim:
Kendimi kısaca tanıtayım. Ne kadar Urfalı olduğumu
söylesem de, aslen Amerikalıyım! 1995 yılından beri Türki‐
ye’de bulunmaktayım. Kanadalı eşimle İstanbul’da tanıştık ve
4 çocuğumuzla Antalya’da yaşıyoruz. Akdeniz Üniversitesi,
Edebiyat Fakültesine bağlı Gerontoloji bölümünde öğretim
elemanıyım.
Türkiye’ye ilk kez yetişkin birey olarak geldiğimde,
Türkçe öğrenmekte çok zorlanmıştım. Şimdi de Türkçem iste‐
diğim seviyede olmasa da Allah’a şükrediyorum.
Şahsi olarak zorlandığım konularından biri: Türkçe’m
akıcı düzeydedir. Türkçem ana dilim gibi değil tabii ama ha‐
ber izlerken veya birileriyle sohbet ederken ayrıntıları genel‐
likle kaçırmıyorum. Ama bir öğretim elemanı olarak, dersle‐
rimizde bazen ayrıntıları kaçırıyorum. Örneğin; bir konu üze‐
rine odaklanırken öğrenciler başka açıdan soru sorduklarında,
çok sık olmasa da “Tekrarlar mısınız?” demem gerekiyor.
Ayaküstü cevap vermekte de konuya göre zorlanabiliyorum.
277
Önceden hazırladığım ders içeriklerini sunmak problem değil,
ama serbest konuşmalarda ayaküstü düşünüp düzgün bir
cevap vermek başka bir şey; bu ileri düzeyde dil bilgisi ve
yeteneği ister.
Türkler ise katı davranmıyor bu konuda. Yaptığım hata‐
larım karşısında ince ve merhametli davranıyorlar. Öğrencile‐
rimiz olsun, komşularımız olsun bu konuda iyi niyetliler.
Hocalar ve öğrenciler arasında statü farkı gözledim:
Hocalar ve öğrencilerin arasındaki mesafeyi, Amerika
veya Almanya ile kıyaslarsak, Türkiye’de daha fazla.
Örneğin:
a) farklı asansöre binmek veya
b) merkez yemekhanemizde hocalar ve öğrenciler aynı
bölümde değil, ayrı ayrı bölümlerde yemek yemeleri, gibi.
Ayrıca, hocalar ve öğrenciler arasındaki iş paylaşma yak‐
laşımı da farklı. Türkiye’de hocalar, öğrencileri rahat rahat
görevlendirebilirken; ben kültürel açıdan bunu rahat rahat
yapamıyorum.
Türkiye’deki Üniversitelerde Eğitimin Hoş Tarafları
Benzer şekilde bazı seçkin öğrenciler, bir veya birkaç hoca ile
yakından resmi olmayan bir şekilde usta‐çırak ilişkisi sürdür‐
mekteler. Bunun güzel tarafı, hocalar öğrencilere derslerin
dışında bir takım pratik bilgi ve genel yaşamlarında ve mesle‐
ki hayatlarında tecrübe ve beceri kazanma olanağı sağlıyor.
Yine pozitif olarak algıladığım farklılıklar arasında sa‐
mimiyet düzeyi vardır:
Türk toplumundaki sıcakkanlılık hoş bir farklılık oluyor.
Kampüste hocalar ve öğrenciler arasındaki resmi ilişkilerin
dışında samimi ilişkiler var ve bu istisna olmayan, yaygın bir
ilişki tarzıdır. Komşular arasındaki samimiyet düzeyi de öyle
278
olmalı ki bir atasözünde, “Ev alma, komşu al.” deniliyor, çün‐
kü candan ilişkiler sürdürmek mümkündür ve burada yay‐
gındır.
Üniversitemizde Gerontoloji Bölümü’nün dışında pek
tecrübem yok. Gerontoloji Bölümü’nde yaşadığım tecrübeler‐
den paylaşacak olursam da, öğrencilerimiz hayli motive olu‐
yor ve öğrencilerin çoğu, ders dışında proje ve faaliyetlerde
yer alıyorlar. Olağanüstü bir paylaşım var hocalar ve öğrenci‐
lerimiz arasında.
279
Yazarlar Almanca Yazıyor
Yadé KARA
En eski eğlendirme biçimidir anlatmak. İnsanoğlu var oldukça
anlatıldı. Benim göçebe ceddim anlattı her daim, harikulade
masallar anlattılar. Ağızdan ağıza anlatma kültürü…
Ben ise Almanca anlatıyorum, yazılı anlatım kültürüyle.
Benim sülalemde yeni bir şey bu. Fark etmez. Önemli olan
anlatmak. Evet, anlatmak eskilerden, o eski Batı Berlin’den,
Almanya’dan, ne bileyim belki de yeninin Avrupa’sından.
Orada bir dur! Bunun üzerine bir gidelim hele.
Şimdi her şey ardı ardına anlatılmalı. “Selam Berlin” adlı
roman yayımlandığı vakit kimi gazeteciler “Türk perspekti‐
finden” kaleme alınmış “dönüm romanı” saptamasında bu‐
lundu.
Çoğu kez olduğu gibi, verdiğim birçok röportajda aydın‐
latmak, anlatmak ve nitekim kendimi anlatmak zorunda kal‐
mıştım.
Şöyle ki: “Selam Berlin”, Batı Berlin perspektifinden an‐
cak Türk arka planıyla yazıya dökülmüştür. Eğer salt Türk
perspektifinden yazılmış olsaydı, bir başka ifadeyle örneğin;
İzmirli veya Antalyalı genç bir adam söz konusu olsaydı, ro‐
man kahramanı kitabın bir yerinde geçen „… sanki Pankow’a
giden son tren“ ifadesine yüklenen çağrışımı kavrayamazdı ki.
Udo Lindenberg’in Erich Honecker’e göndermesini içeren bu
280
şarkıyla ilgili Antalyalı genç bir adamda bir duyarlılık bekle‐
nemeyeceğinden bir çağrışım uyandırması da beklenemez!
Kısa sürede fark ettim ki, medya dual düşünceyi benim‐
semiş durumdaydı, yani siz‐biz veya Türk‐Alman kutupları
dahilinde. Onların anlayamadığı yeni bir perspektifin ortaya
çıkmış olduğuydu: Türk arka planlı Batı Berlinli.
Alman kamuoyu, anadillerinde yazmayan yazarların ye‐
ni perspektifler açmaya muktedir olduğunu henüz algılaya‐
mamıştı.
Evet, bu yazarların çoğu yeni perspektifler açmış, medya
ve kamuoyu bu gerçeği sindirmeyi öğrenmek ya da hiç değil‐
se farklılıkları, ayırtıları görmek ve algılamak durumundaydı.
Zihniyet değişikliğine gitmek. Yeni bir öğrenme süreci. Hayır‐
lısıyla...
Aradan geçen zamanın ardından „Selam Berlin“, okul‐
larda Almanca derslerinde okutulmakta. Bu roman, Berlin
Duvarı’nı, devrimi ve Dönüm’ü konu alıyor kendine. Yabancı
ülkelerden gelen genç üniversiteliler bu kitaba ilgi gösteriyor,
çünkü 1989 olaylarını içeren Berlin tarihini ve 19 yaşında ara‐
yış içindeki Berlinli bir gencin gözünden bir aile dramını dil‐
lendiriyor. Çünkü her bir şeyi biraz daha anlaşılır kılıyor. Bel‐
ki.
Bu „uluslararası ilgi“, Goethe Enstitüsü’nün dikkatini
çekti. Yazarlar Almanca yazıyor ve „Anadillerinde“ değil.
Bu yazarların büyük bir kısmı Yeni Alman Edebiyatı’nın
birer temsilcisi olarak Goethe Enstitüsü tarafından New York,
Montreal veya Torino gibi kentlere kitap fuarlarına veya ede‐
biyat festivallerine gönderildi. Bu bağlamda bu meslektaşlar
yabancı ülkelerde 1945 sonrası Alman Edebiyatı’nın birer tem‐
silcisi olarak bulundular. Goethe Enstitüsü’nün edebiyat otori‐
telerini pek kale almayan başına buyruk bu tutumunu seviyo‐
281
rum ben. Üstelik Goethe Enstitüsü’nün stratejisi apaçık ortada
olsa bile: Uluslararası DÜZLEM’de Almanya’ya yeni imaj.
Fark etmez.
Yazarların anadillerinde yazmaması İngiliz Edebiyatı’nda
yeni bir olgu değil. Bu yazarlara örnek olarak Nobel ödüllü
Vidiadhar Surajprasad Naipaul, Salman Rushdie ya da
Monica Ali sayılabilir. Bu yazarlar da William Shakespeare ve
Ernest Hemingway gibi İngilizce yazan yazarlar topluluğu
arasında sayılmakta. Üstelik bu da günün olmazsa olmazı
„cup of tea“ gibi çoktan kabullenilmiş durumda.
Oysa buralarda anadillerinde yazmayan yazarlar söz ko‐
nusu olduğunda „kök“ ısrarla ön planda tutulup „köken“
vurgulanmakta. Edebiyat tarihi Nobel ödülü almış veya al‐
mamış yazarlarla dolu olmasına rağmen: V. S. Naipaul,
Samuel Beckett vd.
Almanya bağlamında ise o gevşek ve kayıtsız doğallığın
eksikliği gözleniyor; özellikle de kimi medya mensuplarıyla
Germanistlerde ve özellikle kurul ve kurum başkanlarında.
Malum, Almanca’da bir tanımlama merakı vardır. Ancak
tanımlamak için ister istemez sınırlarlar çekilir, kimileri ya da
bir şeyler sınırın ötesinde diğerleriyse berisinde kalır. Bu iş
özellikle seminerlerde, TV programlarında ve yayınlarda icra
edilir. Bu durumda „Göçmen Edebiyatı“ veya „Göç Edebiyatı“
gibi kavramlar uçuşur ortalıkta. “Göçmen” sanatçılardan bek‐
lenen vatansızlıktan, sıla özleminden dem vurmalarıdır. Da‐
hası var: Onlardan kültürler arasında durmaları, eksikliklere
ve paralel toplulukların varlığına vurgu yapmaları beklenir.
İşbu edebiyatın toplum siyaseti açısından kullanılabilirliğiyle
dengelerin gerçekçi ve eleştirel gösterilip gösterilmediğine
özenle bakılır.
282
Anlatım üslubu, dil, metin estetiği gibi unsurlar her anla‐
tının temelini oluşturdukları halde önemsizmişler gibi arka
plana düşüverirler.
Burada üzerinde durmaya değer bulduğum bir tar‐
tışmaya İstanbul Üniversitesi’nde düzenlenen uluslararası
Germanistler toplantısında bizzat tanık oldum. Fransa’dan
gelen bir bayan Germanist bana “Neden göçmenlerin köksüz‐
lüğü, krizleri ya da sıkıntıları üzerine yazmıyorsunuz?” diye
sordu. Bunu sormasının nedeni kuşkusuz “Selam Berlin” ro‐
manımın başkahramanının alışılmışın dışında nüktedan bir
kişiliğe ve olaylar karşısında gevşek kalabilen bir yapıya sahip
olmasıydı. Benim bu soruya yanıt vermeme fırsat bırakmayan
Kahireli ve Puneli (Hindistan) iki Germanist atıldı:
“Göçmenleri neden her daim gam ve kasvet içinde gör‐
mek istiyorsunuz? Kriz içinde, sıkıntılarla boğuşurken… Ne‐
den göçmen kökenli bir roman kahramanı nüktedan ve şakacı
tarzıyla hikâyeye baştan sona eşlik edemesin? Neden her şeye
alaycı bir cepheden bakamasın?
Daha sonra, Pune Üniversitesi’nde (Hint Oxford’u) Ger‐
manistik okuyan öğrencilerin öğrenimleri için Feridun
Zaimoğlu, Yade Kara ve Emine Özdamar’ın kitaplarını tercih
etmeleri hoş bir sürpriz oldu bana. Bu “Hint fenomeni”nin
nedenlerinden biri burada adı geçen yazarların kaleme aldığı
roman figürlerinin “Batı kökenli” olmadıkları halde BATI’da
hayatlarını sürdürmek zorunda olmalarıydı kuşkusuz. Pek
tabii ki sosyolojik ve tarihsel birtakım gerekçeler de burada
sıralanabilir ancak bu yazının çerçevesine sığmayacağından
bunlara burada değinmiyorum.
Edebiyat eleştirmeni Sigrid Löfflers “Yeni Dünya Edebi‐
yatı ve Büyük Anlatıcıları” (Alm.: Die neue Weltliteratur und
ihre großen Erzähler) başlıklı yeni kitabında değiniyor bu
283
konuya. Yaşam hikayeleri salt tek ülke, tek dil ve tek kültür
paradigması üzerinden izah edilemeyen yazarlar üzerine ka‐
leme alınan makalelerde çok dil, çok sayıda yaşama ortamı ve
farklı kültürler ön planda olmalı ister istemez. Onların çok
yönlü varlığıyla birlikte siz de oralı olup çıkıveriyorsunuz
adeta. Üstelik her şey tüm doğallığıyla gelişiyor. Gary
Shteyngart, Michael Ondaatje (“İngiliz Hasta” filmi onun ka‐
leme aldığı bir hikâyeden sinemaya uyarlanmıştır), Monica
Ali ve Salman Rushdie gibi isimler bu yazarlara birer örnek
teşkil etmektedir.
Bu arada anımsatmak isterim ki Alman Edebiyatı’nın son
dönemlerde Nobel ödülüne layık görülen iki önemli temsilcisi
Günther Grass (Polonya) ve Herta Müller (Romanya) göçmen
kökenlidir.
Nobel ödülü almayı başarmış her iki yazar da yapıtlarında
göçmenlik konusuna değinir. Fakat onların göçmen kökenliğiy‐
le ilgili herhangi bir yerde tek bir ibareyle karşılaşamazsınız.
Ortalığı bulandıracak tek bir etiketleme hatası bulamazsınız.
Belki Bay Grass Polonya aksanıyla konuşuyordu. Belki
Bayan Müller Romanya aksanı ile düşünüyordu. Aksanı var…
Aksanlı düşünüyor… Kim bilir sınır koyucu medya insanları‐
nın kafasında neler var.
284
III. BÖLÜM
TÜRK‐ALMAN BİLİMSEL
İŞBİRLİĞİNE BAKIŞ AÇILARI VE
MEVCUT POTANSİYELLER
Kısım 1: Toplum ve Sağlık
285
Sezaryenle Doğum – Almanya ve Türkiye
Arasında Transnasyonal ve Transkültürel
Gerçekler ve Tartışmalar
Theda BORDE, Silke BRENNE, Jürgen BRECKENKAMP,
Oliver RAZUM ve Matthias DAVID
Giriş
Doğum öncesi ve sonrası dönemlerde anne ve bebek sağlığı,
sağlık tedariki ve tedarik adaletinin kalitesi bakımından
önemli bir göstergedir (Betrán vd. 2007, Rio vd. 2010). Göç‐
menliğin yoğun yaşandığı ülkelerde hamilelik ve doğumla
ilintili göç, etnisite ve akültürasyonun (kültürleşme) yanı sıra
diğer bazı toplumsal ve yapısal etmenler üzerine ayrıntılı bil‐
gilere ihtiyaç var. Ancak bu şekilde sağlıklı bir tedarik uygu‐
laması ve adaleti temin edilebilir. Daha önceki dönemlerde
Almanya’da yapılmış olan araştırmalar, Alman kadınlara kı‐
yasla yabancı kadınlar arasında daha yüksek seviyede sezar‐
yen ve erken doğum riski, daha düşük seviyede de doğum
öncesi tedbirlere başvurulduğunu tespit ederken, nispeten
yeni araştırmalar, çocuk ve anne ölümleri ve erken doğum
oranları gibi önemli perinatal kalite verilerinde bu değerlerin
birbirine giderek yaklaştığını göstermekte (Kolleck vd. 1979,
Welsch vd. 2004). 1993 ile 1999 yılları arasında Berlin genelin‐
de elde edilmiş olan perinatal veri statistiklerinin analizi, Al‐
man kadınlara kıyasla, kökenleri Türkiye’ye dayanan kadın‐
larda doğum esnasında daha az sayıda epidural anesteziye
287
(ağrısız doğum) başvurulduğunu, daha yüksek seviyede ane‐
mi (kansızlık) durumuyla karşılaşıldığını ve sezaryen tercihi‐
nin düşük seviyede kaldığını göstermekte (David vd. 2006).
Yine birçok uluslararası araştırmada da perinatal tedarik ve
doğum desteği bağlamında elde edilmiş sonuçlarda göçmen
kadınlarla Alman kadınlar arasında farklılıklar tespit edilmiş‐
tir. Perinatal verilerin göçmen kadınlarda daha kötü seyretme‐
sinin nedeninin göçmenliğin getirdiği stres, sosyal çevrenin
eksikliği, düşük seviyeli sosyal statü, sağlık tedariğinden ya‐
rarlanmakta engellerle karşılaşmak ya da tedarik sistemindeki
ayrımcılıklar olabileceğine işaret edilmektedir. Bu perinatal
sonuçları daha olumlu açıklayabilmek için healthy migrant
effect (herhangi bir sağlık sorunu bulunmayan insanların göç‐
men olarak seçilmesi) sonuçlarına başvurulmuştur (Gissler vd.
2009, Bollini vd. 2009, Razum vd. 2008).
Elde edilmiş olan bilgiler birbirine uyumsuz bir tablo ser‐
gilediği gibi söz konusu verilerin uluslararası karşılaştırılabi‐
lirliği de sınırlı düzeydedir. Uluslararası düzeyde yayınlanmış
birçok araştırmada yurtdışında bulunan bir doğum yeri göç‐
menliğe işaret ederken, son 10 yılda Almanya’da yaygınlaşan
„göçmen kökenli“ belirteci en azından bu bağlamda belirsizli‐
ğe yol açmaktadır. Aslına bakacak olunursa sadece göçmenliği
bizzat yaşamış olan birinci kuşak değil onların soyundan ge‐
lenler, yani ikinci kuşak da „göçmen kökenli“ sayılmaktadır.
2012 yılında 80,2 milyona denk gelen Alman nüfusunun 15,3
milyonu göçmen kökenliydi. Bu grubun içinde 2,8 milyon ile
Türkiye kökenliler ilk sırayı almaktaydı. Bunların da yarısı
sayılabilecek bir bölümü olan 1,3 milyon insan Türkiye do‐
ğumlu idi. Geri kalan 1,5 milyonluk kesim ise göç süreci dahil
göçmenlik deneyimi olmayanlardır ve Türkiye kökenli birinci
kuşağın soyundan olma çocukları veya torunlarıdır
288
(Statistisches Bundesamt 2015). Bu da demek oluyor ki, göç‐
menlik geçmişleri uzun yıllara dayanan ‚Türkiye kökenli“
göçmenlerin, diğer sosyo‐demografik etmenler dışında göç‐
menlik konumlarını ve bununla ilintili akültürasyon süreçleri‐
ni de göz önünde bulundurmak gerekmektedir.
Son dönemlerde dünyanın pek çok ülkesinde olduğu gibi
Türkiye ve Almanya’da da sezaryen yöntemiyle yapılan do‐
ğumlarda artış trendi gözlenmektedir. Almanya genelinde
sezaryen doğumların oranı yüzde 31,8 iken, bu oran Türki‐
ye’de aynı yıl içinde yüzde 50,4 olarak kayıtlara geçmiştir
(Statistisches Bundesamt 2014 / T.C. Sağlık Bakanlığı 2014a).
Yüksek ve orta gelirli ülkelerdeki sezaryen artışının nedeni
olarak anne yaşının, önceki dönemlere kıyasla yüksek olması
gibi risk artırıcı etmenlerin yoğunluğu ve sezaryene olan yük‐
sek talep belirtilmektedir (Mylonas ve Friese, 2015). Konuyla
ilgili bilimsel yayınların analiz edilmesi, gerek tıbbi personelin
gerekse anne adaylarının tutumunun sezaryen sayısını doğ‐
rudan belirlediği gerçeğini apaçık ortaya koymaktadır
(Lavender vd. 2012, Kolip vd. 2012).
Sezaryen gerçekten hayat kurtaran bir ameliyat olabilir.
Ancak bu ameliyat riskli olabilir; o nedenle sadece anne veya
çocuğun endikasyonu kapsamında başvurulacak bir yöntem
olmalıdır (Mylonas ve Friese, 2015). WHO 1985 yılında anne
ve bebek ölümlerinin düşük olduğu ülkelerde yüzde 15 düze‐
yinde sezaryeni en uygun oran olarak önermişse de bu oran
da tartışmalıdır. Nitekim son dönemlerde yapılan bir araştır‐
ma, sezaryen oranının bu ülkelerde yüzde 10’un altında kal‐
ması gerektiğine işaret eder (Ye vd., 2015). Düşük sezaryen
oranları genelde yetersiz düzeyde sağlık tedariki olarak kabul
edilirken yüksek sezaryen oranları da anne adaylarından ge‐
len aşırı taleplere bağıntılandırılmaktadır. Ancak Türkiye’den
289
gelen ve Almanya’da doğum yapan göçmen kadınların, Tür‐
kiye’deki sezaryen oranları bu denli yüksek iken, Alman ka‐
dınlara oranla daha az düzeyde sezaryen olmasının nedenleri
burada tartışılacak ve değerlendirilecektir.
Bu makale, göçmen kökenli olmayan annelerle Türkiye
kökenli anneler ve Alman Araştırma Topluluğu (Deutsche
Forschungsgesellschaft – DFG) tarafından desteklenen
„Perinatal Sağlık & Berlin’de Göç“ başlıklı araştırmayı baz
alarak ikinci kuşak mensubu kadınlarla herhangi bir göç süre‐
ci yaşamamış Alman kadınların, doğum biçimlerini karşılaş‐
tırma üzerinde yoğunlaşacaktır. Göçmen kadınlarda doğum
biçimleri üzerine yapılmış olan uluslararası araştırmaları göz
ardı etmeksizin derlediğimiz sonuçlara yer vereceğiz, fakat
daha önce Türkiye’de sezaryen oranını düşürme konusunda
kaydedilen gelişme ve tartışmalara da değineceğiz. Bu kap‐
samda hangi türden transkültürel ve transnasyonal etmenlerin
ya da yapısal değerlerin doğum biçimi üzerinde etki yapmış
olabileceği tartışılacaktır.
Perinatal Sağlık & Berlin’de Göç
Yöntem
Burada ortaya konan sonuçlar geniş kapsamlı veri tespit‐
lerine ve analizlere dayanmaktadır. Alman doğum klinikle‐
rinde düzenli olarak derlenen perinatal veriler1, toplumsal
etmenlerin hamileliğe ve doğuma etkisini derinlemesine çö‐
zümlemeye yarayacak ayrıntılı sosyodemografik ve göç içerik‐
li bilgiler barındırmadığından dolayı, araştırmamız kapsa‐
1
Bütün hastanelerde elde edilen perinatal veriler kalite güvencesi kapsa‐
mında Göttingen’de bulunan AQUA‐Institut GmbH adlı sirkete bildiril‐
mektedir.
290
mında Ocak 2011 ile Ocak 2012 arasında Berlin’deki üç doğum
kliniğinde (Charité Campus Virchow‐Klinikum, Vivantes
Klinikum Neukölln, Vivantes Klinikum am Urban) tamamla‐
yıcı nitelikli anket yapılmıştır. Burada adı geçen üç hastane‐
den birinde söz konusu zaman zarfında doğum yapan her
kadının katılmasını öngörüyordu araştırmamız. Henüz 18
yaşına gelmemiş genç anneler, Almanya dahilinde ikamet
etmeyen ve turist olarak niteleyebileceğimiz anneler ile düşük
yapan ya da bebeği ölü doğan kadınlar burada istisna oluş‐
turmaktadır. Birden çok lisan konuşan anketörlerle proje kap‐
samında çalışan öğrenciler 12 ay boyunca her gün bu üç has‐
tanenin doğumhanelerinde ve loğusa bölümlerinde çift vardi‐
ya usulüyle annelerle 20 dakikalık soru kağıtlı yüz yüze anket‐
ler yapmışlardır. Anket belgeleri sosyodemografik verilere ve
hamilelikte sağlık tedarikine yönelik sorular içerdiği gibi göç‐
men kökenli kadınlarda ilaveten göç ve akültürasyon süreçle‐
riyle ilgili sorular da içermektedir (Bongard vd., Frankfurter
Akkulturationsskala, 2002). Anketlerden elde edilen veriler,
doğum yapan kadınların „Anne Kimliği“nde („Mutterpass“)
yer alan bilgilerle pekiştirilmiş, kliniğin saptadığı perinatal
verilerle de ilintilendirilmiştir. Kadınların göçmenlik konumu
ise annenin kendisinin doğduğu ülke, keza anne ve babasının
doğduğu ülke ya da ülkeler, Almanya’da yaşadığı süre ve
anadili üzerinden tespit edilmiştir (Schenk vd., 2006).
Betimleyici nitelikli bir değerlendirmeyle birlikte göç
ve akültürasyon süreçlerini derecelendirmeye yönelik çok
değişkenli (multivariat) analizler de yapılmıştır. Çok değişkenli
parametre tahmini için genelleştirilmiş doğrusal modeller
(Generalized Linear Model ‐ GLM) ile ikili (binary) ya da katlı
terimli lojistik regresyon (multinomial logistic regression) analiz‐
leri kullanılmıştır. Anlamlılık düzeyi olarak p<0,05 belirlen‐
291
miştir. Bütün değerlendirmeler istatistik yazılımı SAS 9.2 ile
yapılmıştır. Anket sırasında, birincil (primer) ve ikincil
(sekunder) verilerin bir araya getirilmesinde ve veri değerlen‐
dirme işlemleri esnasında bilgi koruma yönetmeliğinde öngö‐
rülen bütün kurallara riayet edilmiştir. Bu bağlamda sorumlu
etik komisyonunun onayı mevcuttur.
Sonuçlar
Denek tanımlaması
Rastgele örnekler: Verilerin toplandığı zaman diliminde
üç hastanede toplam 8157 doğum gerçekleşmiştir. Doğum
yapan kadınların yüzde 9,4’lük bölümüne ya ulaşılamamış ya
da bu kadınlar ankete katılmayı reddetmiştir. Araştırma için
belirlenen profile uygun 7.100 kadının katılımıyla 89,6 oranın‐
da bir geri dönüş elde edilmiştir.
Göç konumuyla ilgili olarak dört kıyaslama grubu oluş‐
turulmuştur: Kadınların yüzde 42,1’inin herhangi bir göçmen‐
lik süreci yaşamadığı saptandı. Yine bu kadınların yüzde
39,7’sini Almanya dışında, yüzde 13,5’inin ise Almanya’da
doğmuş göçmenler (2. ve 3. kuşak) oluşturmakta. Deneklerin
geri kalan 4,7’lik bölümünün ise anne veya babasından birinin
yurtdışında doğmuş (tek taraflı göçmen kökenlilik durumu)
olduğu bilgisine ulaşıldı. Araştırmaya katılan deneklerin yak‐
laşık yüzde 60’ı Almanya doğumluyken, Türkiye’de doğdu‐
ğunu belirtenlerin oranı yüzde 10’a tekabül etmekte. Batı ve
Doğu Avrupa ülkeleriyle Balkan ve Arap ülkelerinin yanı sıra
Lübnan, deneklerin doğduğu diğer ülke ve bölgeler arasında
öne çıkanlar olarak nitelenebilir.
Kısmi örnekler: Bu makale, Türkiye kökenli annelerle
(n=1.277) göçmen kökenli olmayan annelerin (n=2.991) doğum
biçimlerini karşılaştırma üzerinde yoğunlaştığı için aşağıda,
292
öne çıkan sosyodemografik ve göçmen içerikli veriler kısmi
örnekleme yoluyla betimlenecektir. Göçmen kökenli annelerin
tamamı Türkiye kökenli olup 697’si birinci kuşaktandır ve
Türkiye’de doğmuştur, 580’i ise ikinci kuşaktan olup Alman‐
ya’da doğmuştur. Bu kadınların yaşları 18 ile 49 arasındadır.
Göçmen kökenli annelerin ortalama yaşı 29,7 ve ikinci kuşak
göçmen annelerde 28,0 iken, göçmen kökenli olmayan annele‐
rin yaş ortalaması 30,9 ile biraz daha yukarıdadır. Araştırma‐
nın yapıldığı zaman diliminde göçmen olmayan kadınların
yüzde 56,3’ü, göçmen kadınların arasında ikinci kuşak men‐
suplarının yüzde 43,5’i göçmenliği bizzat yaşayan annelerin
ise yüzde 24,7’si ilk çocuğunu doğurmuştu. Annelerin eğitim
düzeyiyle ilgili farklılıklar da göze çarpmaktadır. Göçmen
olmayan annelerin hemen hemen yarısı lise ya da üniversite
düzeyinde eğitim aldığını belirtirken, bu oran göçmen kökenli
annelerde yüzde 13,5 ve göçmen annelerde ise yüzde 11,6
olarak kayıtlara geçmiştir. Almanya’da doğan göçmen kökenli
deneklerin yüzde 80’i ortaokul mezunu olduğunu belirtirken,
Türkiye’den göçen annelerin yüzde 40’ı temel eğitim aldığını
ya da hiç eğitim almadığını belirtmiştir. Göçmen kökenli ka‐
dınların Almanca bilgilerinin, göç statüleriyle ilintili olduğu
ortaya çıkmıştır. İkinci kuşak annelerin yüzde 90’ı kendi ifade‐
leriyle „çok iyi“ ya da „iyi“ derecede Almanca bilgisine sahip‐
ken, göçmenlik sürecini bizzat yaşamış olan annelerin yüzde
27’si aynı yanıtı vermiştir. Ancak bu annelerin de yüzde 36’sı
„orta derecede“, yüzde 37’si ise „yok“ ya da „çok az“ seçenek‐
lerini işaretlemiştir. Türkiye’den gelen göçmen kökenli kadın‐
ların kültürasyon derecesi ikinci kuşak kadınlarda daha yük‐
sek düzeyde olup Almanya’da kalış süresi uzadıkça doğru
orantılı artış kaydetmektedir.
293
Önlem ve doğum yardımına dair sonuçların karşılaştırılması
Araştırma grubumuzun yayınladığı diğer bazı araştırma‐
larda sunulan analizlere ait ayrıntıların (Brenne vd. 2013,
Brenne vd. 2015, David vd. 2014, David vd. 2015) perinatal
göstergeler bazında kıyaslama yapıldığında, Türkiye kökenli
göçmen kadınların iyi, hatta kimi durumlarda çok daha iyi
perinatal gösterge sonuçlarına ulaştırdığı gözlenmektedir.
Nitekim göçmenlik olgusu göz önünde bulundurulmaksızın,
hamilelik sırasında önlem nitelikli kontroller bütün gruplar
tarafından adet bazında 11,2 ile eşit oranda belirtilmiştir.
Dünyaya gelen bebeklerin sağlık durumları da eşit düzeyde
iyi olarak belirlenmiştir. „Türkiye kökenli göçmen“ kategori‐
sindeki kadınlar, diğerleriyle kıyaslandığı vakit daha az sayı‐
da riskli gebelik durumuyla karşılaşmıştır. Öte taraftan gerek
göçmen profilli kadınların gerekse, ikinci kuşağa mensup
kadınların doğum öncesi ve sonrası dönemlerde eşit düzeyde
anemi (kansızlık) sorunuyla karşılaşması asıl dikkat çeken
husustur.
Göçmenlik konumu ve kökenle ilintili doğum biçimi
Araştırmaya katılan 7100 kadından göçmen kökenli ol‐
mayan kadınların yüzde 60,8’i, ikinci kuşak kadınların yüzde
70’i ve göçmen profilli kadınların da yüzde 69,8’i doğal biçim‐
de vajinal doğum yapmıştır. Göçmenlik süreci çok eskiye da‐
yanan kadınlarla göçmen olmayan kadınlar arasında doğum
biçimi açısından büyük farklar gözlenmemesinden dolayı bu
iki grup birlikte değerlendirmeye alınmıştır. Köken ülkeler
bazında ise Türkiye’den gelen kadınların yüzde 78,1’i, Lüb‐
nan’dan gelen kadınların yüzde 77,8’i ve Eski Yugoslavya’dan
gelen kadınların da yüzde 72,2’si vajinal doğum yapmıştır.
Yine köken ülkeler bazında Afrika’nın kuzey, orta ve güney
294
bölgelerinden gelen göçmen kadınların yüzde 47,3’ünün se‐
zaryenle doğum yaptığı görülmektedir. Ancak bu oranın yüz‐
de 33,3’lük bölümü ikincil sezaryenlerdir, yani doğum sıra‐
sında acilen alınan sezaryen kararlarının sonucudur. Avrupa
15 ve Avrupa Serbest Ticaret Birliği2 (European Free Trade
Association – EFTA) yurttaşı olan kadınlar arasında ikincil
sezaryen oranı yüzde 30,9 ile 7,2’lik birincil (primer), yani
planlanmış sezaryene kıyasla oldukça yüksek.
Kadınların göçmen konumları göz önünde bulundurul‐
mak kaydıyla ve kısmi örnekleme suretiyle yapılan doğum
biçimi karşılaştırması istatistiksel açıdan yüksek seviyede
farklılıklar göstermektedir (p < 0,001). Türkiye’den Alman‐
ya’ya göçen kadınların yüzde 22’lik oranla, ikinci kuşak ka‐
dınlara ve göçmen olmayan kadınlara göre daha az sezaryen
ameliyatı oldukları görülmektedir. Bu oran diğer ülkelerden
gelen göçmen kadınlarla karşılaştırıldığında da oldukça düşük
seviyededir (Tab. 1).
2
Avrupa 15: Belcika, Danimarka, Almanya, Finlanda, Fransa, Yunanistan,
İngiltere, İtalya, İrlanda, Lüksemburg, Hollanda, Avusturya, Portekiz,
İsvec, İspanya EFTA (European Free Trade Association): İzlanda,
Lihtenstayn, Norvec, İsvicre
295
Tab.1: Kadınların göçmenlik konumu bazında sezaryen
oranları
Türkiye kökenli göçmenlik bağlamında rastgele ve
kısmi örnekler
sezaryen
doğumları
toplam
%
göçmen kökenli olmayan*
(n=3321)
ikinci kuşak göçmen
(n=958)
∟ Türkiye kökenli 2. kuşak
göçmen (n=580)
toplam göçmen (n=2821)
∟ Türkiye’den gelen
göçmen payı (n=697)
39,2
bunlardan
primer
(birincil)
sezaryen
%
15,2
bunlardan
sekunder
(ikincil)
sezaryen
%
24,0
30,0
11,2
18,8
31,7
12,2
19,5
30,2
12,0
18,2
22,0
10,5
11,5
* Kadının tek taraflı göçmen kökenlilik durumu dahil
İkinci kuşak göçmen kadınlardaki sezaryen oranlarına
bakacak olursak bunların göçmen kökene sahip olmayan, yerli
diye nitelendirebileceğimiz kadınlardaki oranlara yaklaştığını
gözlemleyebiliyoruz. Ne var ki ilk kategoriye giren kadınların,
gerek birincil (elektiv, seçici) gerekse ikincil (elektiv ya da
seçici olmayan) sezaryenlerde halen diğerlerinin ulaştığı oran‐
ların çok altında kaldığına tanık olmaktayız (Tab. 1). Katlı
terimli türden bir lojistik regresyon analizi, „Türkiye kökenli
göçmen“ kadınların birincil türden, yani planlanmış sezaryen
(Odds Ratio [OR]: 0,73; 95%‐Konfidenzenterval [95%‐KI: 0,55‐
0,96]) ve ikincil sezaryen (OR: 0,69; 95%‐KI: 0,54‐0,87) olanak‐
larından çok daha az oranda istifade edebilmektedirler. „Tür‐
296
kiye kökenli göçmen“ kadınların yeterli derecede Almanca
bilgisine sahip olmaması durumu da planlı bir sezaryenin
önünü kesen olgu olarak akıllara gelmekte (OR: 0,47; KI: 0,23‐
0,96).
Türkiye’de doğum yapan kadınlarla Türkiye’den Alman‐
ya’ya göçüp de bu ülkede doğum yapan kadınların karşılaştı‐
rılması durumunda ikinci gruptaki kadınların çok daha seyrek
sezaryen talebinde bulunması, Türkiye’de sezaryen oranının
bu denli yüksek çıkmasının gerekçelerinden birini oluşturu‐
yor. Bu durum da ister istemez ülkeler bazındaki sezaryen
oranlarını bir kez daha tartışmaların odağına yerleştiriyor.
Sezaryen oranlarıyla ilgili gelişme ve tartışmalar
Uluslararası
Yüksek ve orta düzeyde gelir elde eden insanların yaşa‐
dığı ülkelerde son yıllarda sezaryen talebinin giderek arttığını
gözlemliyoruz. Dünya genelinde yapılacak bir karşılaştırma
özellikle Brezilya, Çin, Meksika ve Türkiye gibi ülkelerde se‐
zaryende adeta bir talep patlaması yaşandığını göstermekte.
Öyle ki, bu ülkelerde her iki kadından biri bebeğini sezaryenle
dünyaya getirmektedir. Öte taraftan sezaryen oranının yüzde
20 altında kalarak en düşük seviyelerde seyrettiği ülkeler ara‐
sında Hollanda, Finlandiya, İsveç ve Norveç sayılabilir (OECD
2011, OECD 2013) (Şekil 1).
297
298
Şekil 1: 2011 yılı sezaryen oranları (veya bir sonraki yıl)
Kaynak: OECD. Health at a Glance 2013.
Son yıllarda sezaryen oranını aşağı seviyelere çekmek
üzere dünya çapında efor sarfedilmekte. Dünya Sağlık Örgütü
(World Health Organization – WHO), 2015 Nisanı’nda yayın‐
ladığı bir basın açıklamasında, sadece tıbben gerekli olması
durumunda sezaryene başvurulması gerektiğini ifade etmesi‐
ne rağmen sezaryen seksiyonun tıbben zaruriyetini belirleyen
ve uluslararası geçerliliği olan bir klasifikasyon sisteminin
eksikliğinden de yakınmaktadır (WHO 2015). Keza anne ve
bebeğin beden ve ruh sağlığını tıbbi açıdan riske etmeyen
sezaryen ve vajinal doğumları karşılaştırmak suretiyle konuya
açıklık getirecek araştırmalar da şu aşamada yetersiz kalmak‐
tadır (Lavender vd., 2012). Tartışma götürmeyen tıbbi
endikasyonların ötesindeki hareket alanları, bunların da öte‐
sinde sezaryen bağlamında anne ve bebeğin sağlıklarını riske
edecek tehlikeli durumlar, bilimsel yayınlarda giderek daha
sık ele alınıp değerlendirilmekte. Özellikle insan sağlığını
riske eden ısmarlama sezaryenler mercek altına yatırılmakta‐
dır (örneğin Souza, 2010, Mylonas ve Friese, 2015 ile Schild,
2015).
Brezilya’da özel sağlık kurumlarında doğum yapan anne‐
lerin yüzde 85’i, kamu hastanelerinde doğum yapanların ise
yüzde 45’i sezaryeni tercih etmekte. Bu ülkede, gereksiz se‐
zaryen ameliyatlarının önünü almak üzere Haziran 2015 tari‐
hinde yeni kurallar yürürlüğe girdi. Bu tarihten beri ameliyatı
yapacak hekimler, anne adayını muhtemel risklerle ilgili bilgi‐
lendirip imzasını almak, keza doğum sırasında sezaryene
başvurulması durumunda bunun tıbbi, makul gerekçelerinin
ayrıntılı dökümünü yapmak zorundalar (Latin America &
Caribbean, 7.7.2015).
Sezaryen oranlarının artış nedenlerinin başında her ne
denli anne adaylarından gelen aşırı talep gösterilmekteyse de
299
bunun bir açıklayıcı faktör olarak kale alınması doğru değil.
Nitekim Mazzoni vd. (2010) yaptıkları sistematik bir yayın
tetkikinde kadınların sadece yüzde 15,6’sının doğrudan bir
sezaryen talebi olduğunu saptamışlardır. Bundan daha yük‐
sek seviyede seyreden sezaryen oranları ise sadece daha önce
sezaryenle doğum yapmış olan kadınlarda ve orta düzeyde
gelir elde eden ülkelerden geldikleri halde yüksek gelirli ülke‐
lerle yaşayan kadınlarda tespit edilmiştir.
Almanya
Almanya’da 1997’de yüzde 18,1 olan sezaryen oranı 2013
yılında 31,8’e çıkarak kayda değer biçimde artış göstermiştir.
Aileler tarafından özellikle sezaryen talebinde bulunulması
durumu Almanya için de yüzde 2 ile oldukça aşağı seviyeler‐
de seyretmektedir (Kolip vd., 2012). Çalışma grubu “Kadın
Sağlığı Derneği” (Arbeitskreis Frauengesundheit e.V. – AKF)
tarafından hazırlattırılan uzmanlar raporunun sonuçları, se‐
zaryen oranlarındaki asıl artış nedenlerini ortaya koymuştur.
Buna göre tazminat davalarından çekinen tıbbın adeta sa‐
vunmaya yönelik pozisyon benimsemesi; fizyolojik doğuma
yeteri kadar hazırlıklı olmayan, olmadıklarından ötürü de
riskleri doğru tartamayan hekimlerin oranının yüksekliği;
bilimsel olarak güvence altına alınmış sezaryen yönetmeliği‐
nin eksikliği ya da yetersizliği ve nitekim tıbbın giderek meta‐
laşmasından kaynaklanan büyük baskı (AKF, 2015).
Sezaryen oranı Federal Almanya’da eyaletten eyalete
farklılıklar göstermekte. Örneğin bu oran Saarland’da yüzde
38 iken Saksonya’da yüzde 23,8 olarak kayıtlara geçmiştir
(Statistisches Bundesamt 2014). Kadınların anne olma yaşının
artması ya da anne adaylarından gelen sezaryen talebi bölge‐
sel farklılıkları açıklamak için yeterli değil. Jinekolog ve ebele‐
300
rin tıbbi riskleri farklı değerlendirme alışkanlıkları, değişik
eyalet ve bölgelerde farklı doğum kliniklerinin farklı öncelik‐
lere sahip olması ve nitekim sorumluluk hukuku açısından
farklı bakış açıları, eyaletlerarası değişiklikleri açıklayacak
gerekçeler arasında sayılabilir. Gayri tıbbi nedenlerden dolayı
anne adaylarının sezaryen seksiyo tercihinde bulunması, uz‐
man hekimler tarafından da giderek daha fazla eleştirilmekte‐
dir (Kolip vd. 2012, Mylonas ve Friese 2015).
Doğal yoldan doğumun teşvik edilmesi fikri büyük oran‐
da kadın inisiyatiflerinden kaynaklanmaktadır. Kalifiye ve
uzman kişilere yönelik kaleme alınmış olan ve “Gebelik, Do‐
ğum ve Loğusa Alışkanlıklarını Gözden Geçirmenin Tam Za‐
manı” başlığını taşıyan bir deklarasyonda AKF 2010 yılında
oturmuş uygulamaları açık bir dille eleştirmiş, 2012 yılında da
halka açık bir kampanya ile sezaryen oranlarının düşürülme‐
sine yönelik taleplerini dile getirmiştir (AKF, 2012). Yine AKF
bir sonraki yıl, uzmanların görüşlerini içeren rapor nitelikli bir
derlemeden yola çıkarak “Sezaryenle İlgili Bir Şeyler Yapmak”
başlıklı broşürü çıkarttı (Otto ve Wagner, 2013). 2014 yılında
Berlin’de düzenlenen uzmanlar toplantısının “Doğal Doğu‐
mun Yeniden Doğuşu” adlı belgelendirme etkinliğinde AKF,
uzman görüşlerini, bazı kampanya, araştırma ve faaliyetleri
tek çatı altında toplamış, sezaryen oranının düşürülmesi ala‐
nında aktif rol üstlenen aktörlerden oluşan geniş bir ağa dik‐
katleri çekmiş ve şu şekilde iyimser bir tablo çizmişti:
“Doğal doğumu teşvik etmek amacıyla Federal Meclis’e ve eya‐
let meclislerine verilen çeşitli siyasi soru önergeleri, eyaletler nez‐
dinde yürütülen kampanyalar, keza çok sayıda inceleme, araştırma,
kongre ve etkinlikler konuya dair hassasiyeti ve geniş kapsamlı hare‐
keti gözler önüne sererek, değişiklik talebinin yoğunluğuna işaret
etmektedir.” (AKF, 215: 4)
301
Türkiye
Sezaryen oranının ülke genelinde yüksek olması Türki‐
ye’de de son dönemlerde tartışılmakta. Konuya dair yapılmış
olan bazı bilimsel araştırmaların ve siyasi girişimlerin, Al‐
manya’da olduğu gibi Türkiye’de de (henüz) olumlu bir sonu‐
ca ulaştırmadığı görülmekte. Güncel verilere bakılacak olursa
sezaryenle doğum oranı artarak 2013 yılı itibariyle yüzde
50,4’e ulaşmış durumda (OECD, 2013; T.C. Sağlık Bakanlığı
2014a). Tablo 2’de de gösterildiği gibi sağlık kurumlarında
doğum sayısı ve doğum öncesi önlemlerden faydalanma oranı
son 10 yılda oldukça artmış durumda. Ancak aynı tablo 2002
yılında yüzde 21 civarında seyreden sezaryen oranının müthiş
bir artış kaydettiğine de işaret etmekte.
Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı’nın ve Devlet Plan‐
lama Teşkilatı’nın (DPT) 1993, 1998, 2003 ve 2008 yıllarında
yapılan nüfus sayımlarını göz önünde bulundurarak yaptığı
bir analize dayanarak Dr. Pelin Çağatay Seçkiner ile Hacettepe
Nüfus Etütleri Enstitüsü Müdiresi ve Hacettepe Halk Sağlığı
Vakfı Başkanı Prof. Dr. Sabahat Tezcan, 2010 yılında sezaryen
oranı artışıyla ilgili olarak şu aşağıdaki etmenlerin önemli rol
üstlendiğine işaret ettiler: annenin ileri yaşlarda olması, riskli
gebelik, önlem amaçlı kontrollerin çok sayıda olması ve do‐
ğumda bebek ağırlığının düşüklüğü. Buradan da annelerin
eğitim düzeyinin sezaryen tercihleriyle doğrudan ilintili ol‐
madığı ortaya çıkmış oluyor. Ancak burada zikredilenler dı‐
şında bazı bölgesel ve yapısal faktörler de var. Coğrafi koşul‐
lara dayanan farklılıklar ülke ortalamasının neredeyse yarısına
tekabül eden yüzde 22 ile Türkiye’nin doğusunda gözlenmek‐
te. Sezaryenle doğum riski sadece Türkiye’de kırsal kesimde
yaşayan ve anadili Kürtçe olan kadınlar arasında genele göre
daha az. Seçkiner ve Tezcan perinatal mortalite (doğum öncesi
302
Tab. 2: Yıllara Göre Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Göstergeleri, Türkiye
303
ölüm) vakalarının Türkiye’de son dönemlerde ciddi biçimde
azaldığına, ancak sezaryenle doğumun anne ve çocuk sağlığı‐
na ne gibi zararlar verdiğinin henüz tam olarak açıklığa ka‐
vuşmadığına işaret etmekle birlikte doğumlarda ebelere daha
çok görev verilmesini ve sezaryen oranını azaltmak için siyasi
çözümler üretilmesini ivedilikle salık vermekteler.
Nitekim Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı’nın bil‐
dirdiği veriler de ülkede sezaryen oranlarıyla ilgili bölgelera‐
rası yoğun farklılıklar bulunduğunu onaylamakta. 2013 yılı
itibariyle ülkenin batı, güney ve kuzey kısımlarında bu oran
yüzde 49 ile 60 arasında değişirken, doğu kesimlerde yüzde 30
ile 38 arasında kalmıştır. Ancak Türkiye’nin genelinde olduğu
gibi bu bölgede de sezaryenle doğum oranı 2002 yılından do‐
ğuda da ciddi bir tırmanış trendinde (T.C. Sağlık Bakanlığı,
2014a).
Türkiye’de son dönemlerde gerileyen doğum oranları
karşısında da sosyal muhafazakar siyasi çizgisini sürdüren
AKP Hükümeti, annelik ve üreme konusunu 2008 yılından bu
yana giderek artan bir biçimde tartışmaya açmış, böylelikle
kadın bedenini siyasi odağa yerleştirmiştir. Cumhurbaşkanı
Erdoğan’ın pronatal (doğum yanlısı) ve milliyetçi siyaseti
kapsamında sarf ettiği kimi provokatif söylemler Alman bası‐
nının da dikkatini çekmişti. “Genç nüfusumuzun azalmaması
için en az üç çocuk yapın” (Süddeutsche Zeitung, 17.5.2010) ya
da “Kürtaj cinayettir” (Gümüşay, 2012) gibi söylemlerin ar‐
dından hükümetin gebelik sonlandırmaya yönelik yasaklayıcı
çabaları ve sezaryen oranını düşürme yönündeki tutumu ken‐
dini iyiden iyiye hissettirmeye başladı. Gerileyen doğum ora‐
nının sorumlusu olarak yüksek oranda uygulanan sezaryen
ameliyatları görüldü, özellikle de ilk sezaryeni ikincisi izlediy‐
se. Hükümetin, 10 hafta olan gebelik sonlandırma süresini 5
304
haftaya (yani çoğu zaman kadının gebe olduğunu öğrenme
süresinden daha öne) çekme girişimi yoğun protestoların ar‐
dından rafa kaldırıldı. Fakat bugün devlet hastanelerinde ge‐
belik sonlandırma işlemlerini yaptırmak neredeyse olanaksız
(Salt 2015).
2012 Temmuz’unda TBMM kararıyla doğum yapacak ka‐
dını tıbbi gerekçeler haricinde planlı sezaryen olmaya ikna
eden hekimlere cezai yaptırım uygulanmasına geçilmiş, ancak
sezaryen seksiyonun ne derece elzem olduğuna kimin karar
vereceği hususunda kesin bir tanımlama yapılmamıştır (Salt
2015). Nitekim bununla ilgili olarak şiddetli protesto olayları
yaşanmış, kadın inisiyatifleri özellikle kadının doğum biçimini
kendi tayin etme hakkına dokunulmaması yönünde taleplerini
dile getirmişlerdir (Gümüşay, 2012, Güsten, 2012, Letsch, 2012,
Deutsch‐Türkische Nachrichten 4.7.2012, Maluda, 2013). Ana
muhalefet partisi CHP’nin Anayasa Mahkemesi’ne yapmış
olduğu temyiz başvurusu 2013 Ekim’inde karara bağlanmış,
mahkeme, çıkartılmış olan yasanın anayasa hükümleriyle
uyumlu olduğu kararına varmıştır (Hürriyet, 4.10.2013).
Sağlık Bakanlığı’nın aktüel verileri, söz konusu bu yasaya
ve uzun süre gündemi meşgul eden tartışmalara rağmen se‐
zaryen oranlarının son beş yıl içinde düşüş eğilimine girmedi‐
ğini göstermekte (T.C. Sağlık Bakanlığı, 2014a). Nitekim 3
numaralı tablo 2009‐2013 zaman diliminde sezaryen oranlarıy‐
la, bunların hastane türlerine dağılımını göstermektedir. 2014
yılında sağlık kurumlarındaki doğumların yüzde 53’ü devlet
hastanelerinde, yüzde 42’si özel sağlık kurumlarında ve yüzde
5’i üniversite kliniklerinde gerçekleşmiştir (T.C. Sağlık Bakan‐
lığı, 2014b).
305
306
Tab. 3: Yıllara ve Sektörlere Göre Hastanede Yapılan Sezaryen ve Primer
Sezaryen Oranları
Sezaryenle ilgili olarak devlet hastanelerinde hafif bir dü‐
şüş gözlenirken, ülke genelinde oransal bağlamda yüzde
61,8’den (2009) yüzde 67,9’a (2013) doğru bir artış gözlenmek‐
te. Özellikle özel sağlık kurumlarında yapılan doğumların bu
oranı artırdığı düşünülebilir. Gerçi primer (planlı) sezaryenle‐
rin oranı her üç klinik tipinde de düşmüş ancak 2013 yılında
devlet hastanelerindeki yüzde 15,5’lik oranla kıyaslandığında
özel hastanelerde aynı yıl itibariyle yüzde 38,4 ile iki mislin‐
den de fazla bir oran söz konusu.
Sezaryenle yapılan doğumlarda, daha önce uygulanan
sezaryen seksiyo, fertilite (üreme) tedavisi ya da kadınların
yüksek tahsil yapmış olmaları gibi birtakım faktörlerin öne
çıktığı saptanmıştır (Yılmaz vd., 2013). Son yıllarda, planlanan
ya da tıbbi endikasyon olmaksızın yapılan sezaryenlerle ilgili
olarak anne adaylarının görüşlerini derleyen araştırmalar üze‐
rinde yoğunlaşılmıştır. Nitekim bu araştırmalar, kadınların
büyük bölümünün doğal doğumun en iyi doğum biçimi oldu‐
ğunu peşinen kabul etmekle birlikte, yarısına denk gelen bir
oranda kadının, yapacakları ilk doğumda sezaryeni tercih
ettiklerini ortaya koymaktadır. Doğum sancıları, enkontinens
(idrar kaçırma) ve vajinal doğumun ardından oluşabilecek
rahim sarkması, bu duruma yol açan çekinceler arasında sa‐
yılmaktadır (Akarsu ve Mucuk, 2014, Dursun, 2011). Öte yan‐
dan Atan vd. (2013) doğum biçimi ile ilgili kararın, yüzde 90
oranında sorumlu hekim tarafından verildiğine işaret etmekte‐
ler. Türkiye’de jinekologlarla yüzyüze yapılan bir anket ise
deneklerin ya da onların eşlerinin yüzde 60’ının sezaryen ile
en az bir çocuk dünyaya getirdiğini, yine deneklerin üçte iki‐
sinin sezaryen yöntemini kendileri veya eşleri için en uygun
doğum biçimi olarak tercih ettiklerini ortaya koymuştur. Yine
bu araştırma jinekologların yarısından fazlasının, kadınların
307
ya da eşlerinin ısrarcı olması durumunda tıbbi endikasyon
olmaksızın da sezaryen yapmaya hazır olduğunu göstermek‐
tedir (Arıkan vd., 2011).
Yürütülegelen politik tartışmalar nedeniyle olsa gerek,
sezaryen konusunu ele alan bazı yeni araştırmalar, artış trendi
içindeki sezaryen endikasyonlarından söz etmekte. Buna ge‐
rekçe olarak hekimlerin tazminat davalarında çekinmeleri,
kadınlardan gelen eşzamanlı kısırlaştırılma talebi ve repro‐
düksiyon (üreme) tedavisine olumlu yanıt verenlerin oranın‐
daki artış belirtilmekte (Özdemirci vd., 2015). Ancak burada
sezaryen oranını düşürmeye yönelik çaba da gözlenmekte.
Zira ardı ardına sezaryen yaptıran annelerin göze aldığı sağlık
riski ön plana çıkartılırken daha önce sezaryen deneyimi olan
kadınların hiç olmazsa bir bölümüne vajinal doğum öneril‐
mekte (Kaplanoğlu vd. 2015, Şentürk vd., 2015).
Tartışma
„Perinatal Sağlık & Berlin’de Göç“ başlığını taşıyan araştır‐
mamız sezaryen göstergeleri ve çocuk parametreleriyle ilgili
olarak ikinci kuşak kadınlarıyla, göçmenlik profili olmayan
kadınlar arasında toplamda istatistiksel öneme haiz farklar
ortaya koymamıştır. Buradan da Berlin’de doğum alanında
kaliteli sağlık hizmetleri sunulduğu sonucuna varılabilir.
Göçmen geçmişi olmayan kadınlar, diğer ülkelerden gelen
göçmen kadınlarla karşılaştırıldığında Türkiye’de doğup da
Almanya’ya göçen kadınların çok daha az primer ve sekunder
sezaryenle doğum yaptığı görülüyor. Ortaya çıkan bu sonuç
Türkiye ile Almanya arasında olası uluslarötesi süreçler ve
Türkiye’deki sezaryen oranlarının bu denli yüksek olması göz
önünde bulundurulacak olursa epeyi ilginç ve dolayısıyla
yanıt bekleyen yeni soruları da beraberinde getiriyor.
308
Portekiz’de, Brezilyalı göçmen kadınlarla Portekizli ka‐
dınları, sezaryen oranları bağlamında karşılaştıran bir araş‐
tırmada ise gerek primer gerekse sekunder sezaryenlerde Bre‐
zilyalı kadınlarda bu oranın önemli bir derecede yüksek oldu‐
ğu tespit edilmiştir. Araştırmayı yapanlar buradan hareketle
kültürel arkaplanın doğum biçimi tercihinde rol oynadığı
kanısına varmışlardır (Teixeira vd., 2013). Öte yandan Türki‐
ye’den Almanya’ya göçen kadınlar bağlamında transnasyonal
süreçler ‐ görüldüğü kadarıyla ‐ doğum tercihi bakımından
benzeri bir duruma yol açmamaktadır. Diğer Avrupa ülkele‐
rinde yapılan benzeri araştırmalar da göçmen kadınların se‐
zaryen tercihlerinin, bu ülkelere göçmeden önce yaşadıkları
yerlere göre değişiklikler sergilediğini ortaya koymuştur. Ni‐
tekim İspanya’da yapılan diğer bir araştırma, İspanyol kadın‐
larla karşılaştırıldıkları vakit bu ülkede yaşayan göçmen ka‐
dınların daha az sezaryen riskiyle karşı karşıya olduğunu
ancak Latin Amerika’dan gelen kadınların, örneğin Doğu Av‐
rupa’dan ya da Fas’tan gelen kadınlara göre çok daha yüksek
sezaryen oranına sahip olduğu gözlenmekte (Rio vd., 2010).
Norveç doğum kayıtları analiz edildiği vakit bu ülkeye göçüp
bebeklerini buralarda dünyaya getiren Hint, Afrikalı ya da
Latin Amarikalı kadınların, yine bu ülkede yaşayan Türkiye
kökenli kadınlarla karşılaştırılması durumunda, tıpkı Norveçli
kadınlarda olduğu gibi Türkiye kökenli kadınların da burada
bahse konu bölgelerden gelen kadınlardan çok daha düşük
sezaryen oranlarına sahip olduğu görülüyor (Vangen vd.,
2000). Bizim yaptığımız araştırmanınkine benzer bulgulara
ulaşan bir başka araştırma da Avusturya da gerçekleştirilmiş.
Türkiye’den ve Eski Yugoslavya’dan gelen göçmen kadınların
Avusturyalı kadınlarla karşılaştırıldığı bu araştırmada göç‐
men kadınların, diğerlerine kıyasla çok daha az birincil veya
309
ikincil sezaryene tabi tutulduğunu, üstelik bunların Almanca
bilgisi ne denli az ise o denli düşük düzeyde sezaryen olduk‐
ları gerçeğini gözler önüne seriyor (Oberaigner vd., 2013).
Belçika’da yapılmış başka bir araştırmada ise bu ülkede yaşa‐
yan Türkiye ve Fas kökenli göçmen kadınların, Belçikalı ka‐
dınlara kıyasla daha az sezaryen olduğu tespit edilmiş. Ancak
aynı araştırmada sekunder (planlanmamıs/gerekçeli) sezar‐
yenler bağlamında herhangi bir fark olmadığı bulgusu elde
edilmiş (Jacquemyn vd., 2012).
Uluslararası göç ve sezaryenle doğum bağlamında kale‐
me alınmış yayınları ve araştırma sonuçlarını tarayan oldukça
geniş kapsamlı bir çalışma, analiz edilen araştırmaların yüzde
69’unda göçmen kadınlarla yerli kadınlar arasında, sezaryen
oranlarında farklılıklar tespit etmiş, ancak derlenmiş olan
verilerin, farklılıklara işaret eden bulguları gereğince açıkla‐
maya yetmediğine de işaret edilmiştir (Merry vd., 2013). Do‐
ğum sırasında tıbbi zaruriyetten ötürü kararlaştırılan
sekunder, yani planlanmamış/gerekçeli sezaryenlerle ilgili
olarak araştırmaların birçoğu daha yüksek ya da en azından eş
düzeyde sezaryen oranları tespit ederken primer, yani doğum
öncesinde kararlaştırılmış sezaryenler bağlamında önemli
değişiklikler gözlenmiştir. Sahra Çölü’nün güneyindeki Afrika
ülkelerinden, Somali’den ve Güney Asya ülkelerinden gelen
göçmen kadınlar, göç edilen ülkelerde yaşayan yerli kadınlara
göre daha yüksek, Doğu Avrupa ve Vietnam kökenli göçmen
kadınlar ise, primer ve sekunder seksiyoların tamamı dahil,
daha düşük seviyede sezaryen oranı sergilemekte. Kuzey Af‐
rika, Batı Asya ve Latin Amerika bölgelerinden gelen göçmen
kadınların sekunder sezaryen oranları daha yüksek seviyede.
Göçmen kadınlarda sezaryen riskini yükselten nedenler ara‐
sında dil ve iletişim sorunları, sosyoekonomik düzeyin düşük‐
310
lüğü, anne sağlığının kötü durumda olması; aşırı kilo, fetüs ile
kalça arasındaki oransızlık ve gebelik aşamasında önlem
amaçlı muayenelerin yetersiz ya da yaptırılmamış olması;
koruyucu
ve
kollayıcı
etmenler
arasında
ise
healthy migrant effect, vajinal doğumun tercih edilmesi, sağlıklı
yaşam tarzı ve genç yaşta annelik gibi unsurlar sayılmaktadır
(Merry vd., 2013).
Bunun dışında Latin Amerika’dan İspanya’ya, Brezil‐
ya’dan da Portekiz’e göçen kadınların karşılaştığı dil engelle‐
rinin pek önemi olmasa gerek. Hatta bizim araştırmamızda
Türkiye’den gelen göçmen kadınların yetersiz Almanca bilgi‐
sinin ve düşük eğitim seviyelerinin sezaryenden koruyucu
birer etmen olarak öne çıktığını görmekteyiz. Değişik ülkeler‐
den Avrupa ülkelerine gelen göçmen kadınlara uygulanan
sezaryen türlerini yorumlarken burada sözü edilen Avrupa
ülkelerinde genel sezaryen oranlarının ciddi farklılıklar gös‐
terdiğini de göz önünden ayırmamak gerekiyor (bkz. Şekil 1).
Dolayısıyla bakım sisteminin ve göç alan ülkelerdeki farklı
uygulamaların yerli ve göçmen kadınların doğum seçimleri
üzerinde merkezi bir öneme haiz olduğu varsayılabilir.
Türkiye’de özel sağlık sektörü son yıllarda ciddi gelişme‐
ler kaydetti. Bu zaman zarfında gerek özel hastanelerde do‐
ğum yapan kadınların gerekse sezaryen seksiyonlu doğumla‐
rın sayısı önemli ölçüde artış gösterdi. Özel bir hastanede ço‐
cuğunu dünyaya getirme arzusu, belki devletin sunduğu sağ‐
lık sistemine duyulan güvensizlik, sigortalılık durumu veya
sosyoekonomik durumla açıklanabilir ama Türkiye’deki özel
sağlık kurumlarında sezaryen oranının bu denli yüksek olma‐
sının asıl nedenlerini makul ve kesin bir biçimde ortaya koya‐
bilecek bilimsel araştırmalar hala eksiktir.
311
Ismarlama sezaryen, yukarıda da gösterildiği gibi, oran
artışında önemli bir rol üstlenmemektedir. Ayrıca doğum
biçimiyle ilgili kararların Türkiye’de de genellikle sorumlu
hekim tarafından alınmadığı da tespit edilmiştir Atan vd.
2013, Kılıç, 2012). Hekimlerin sezaryen doğum biçimine kimi
durumlarda öncelik vermesinin nedenleriyle ilgili olarak Türk
Jinekoloji ve Obstetrik Derneği (TJOD) İstanbul Şubesi Başkanı
Prof. Dr. Atıl Yüksel, özellikle hukuksal risklerin önünü almak
kaygısına ve sorumluluk hukuku kapsamında açılan dava
sayısının giderek artması gerçeğine dayandığını ifade etmekte
(Hürriyet Daily News, 21.07.2012).
Nitekim doğumların büyük bir bölümünün devlet sağlık
kurumlarında gerçekleştiği Almanya’da da doğum biçimi,
sorumluluk hukuku çerçevesinde belirlenen talimatnamelerle
risk odaklı ve savunma anlayışlı bir doğum yardımına dö‐
nüşmüş durumda (Mylonas ve Friese, 2015). Keza doğal yol‐
dan doğumla ilgili eğitim noksanlığı da sezaryen doğumların
artış nedenlerinden biri olarak gösterilmekte (Kolip 2012, AKF
2015).
Avrupa ülkelerinde yapılan çok sayıda araştırma, Türki‐
ye’den gelen göçmen kadınların, yerli kadınlara nispeten daha
az oranda sezaryenle doğum yaptığı gerçeğinin altını çizdiği‐
ne göre, Türkiye kökenli kadınların, yaşadıkları göç ülkeleri‐
nin sunmakta olduğu doğum yardımı ve neonatal hizmetlere
(yeni doğan hizmetlerine) daha çok güven duyduğunu, dola‐
yısıyla doğum bağlamında daha soğukkanlı kalabildiklerini
ortaya koymaktadır. Fakat bu kadınların daha önce yapmış
olduğu diğer doğum tecrübelerine veya çevrelerinde doğum
yapan diğer kadınların elde ettiği tecrübelere dayanarak da
böylesi rahat kalabildikleri düşünülebilir.
312
Ancak bakım sisteminin asıl sorunu göçmen kökenli ol‐
mayan kadınların bu derece yüksek seviyede sezaryenle do‐
ğum yapmasıdır. Ülkelerinde yaşayan İtalyan kadınların, yine
bu ülkede yaşayan göçmen kadınlarla mukayese edildiğinde,
çok daha fazla sayıda sezaryen ameliyatı olduğunu kanıtla‐
mayı başaran Rizzo ve ekibi (2004), göçmenler söz konusu
olduğu vakit hekimlerin hukuksal çekincelerinin biraz daha
azaldığına, bu anlamda spontane doğumun sebep olabileceği
hukuksal riskleri daha kolay „göze alma“ durumunda olduk‐
larına işaret etmekte.
Hekimlerin korku ve çekincelerinin doğum yapacak ka‐
dına, yine bu kadınların endişelerinin de hekimlere sirayet
ettiğinden söz edilebilir. Sonuç itibariyle talimatnamelerin
geliştirilmesi, sezaryen için net endikasyon uygulanması, he‐
kim ve ebelerin gerekli kalifikasyonları edinmesi ve en nihayet
kadınların – eğer endikasyonlar yoksa – doğal yoldan doğum
yapmaya yüreklendirilmesi sezaryen oranının düşmesine
katkı sunabilir.
Değişik ülkelerden gelen göçmen kadınlarla göçmen pro‐
fili olmayan kadınlar arasındaki sezaryen oranları farklılıkları
olduğu ve tıbbi bir gerekçesi olmadığı halde belli bir göçmen
kadın kesimi için özel koruyucu ve riskli etmenlerin bulundu‐
ğu, araştırmamızın elde ettiği bulgular ışığında kesin bir dille
ifade edemeyiz. Dolayısıyla, örneğin bu kadınların ne gibi
etnik sosyal çevreye ya da sağlık sistemleriyle ilgili ne kadar
bilgiye sahip olduğu yanıtsız kalan sorular arasında sayılabi‐
lir. Göçmen geçmişi olmayan kadınlarla, farklı ülkelerden
gelen göçmen kadınlar bağlamında hekimlerin farklı danış‐
manlık tutumları benimseyip benimsemediği ve kadınların
dilsel iletişim yeterliliğiyle eğitim düzeylerinin bu anlamda ne
313
kadar öneme haiz olduğu da yanıt bekleyen diğer sorular
arasında.
Köken ülke ile göç edilen ülkeler arasında, dolayısıyla bu
kapsamda
doğum
biçimine
dair
alınan
kararlara
transnasyonal ve transkültürel bağlamda ne tür süreçlerin etki
ettiği konusuna yanıt arayan çok az sayıda araştırma var. Elde
edilmiş bilgileri geliştirmek, doğum öncesinde, esnasında ve
sonrasında göçmen kökenli ve yerli kadınların tutumlarını,
içinde bulundukları yapı ve süreçleri kavrayabilmek için özel‐
likle nitelikli türden transnasyonal araştırmalara gerek du‐
yulmaktadır.
Türkiye’deki kadın örgütleri, doğum oranlarının gerile‐
mesi karşısında pronatal (doğum yanlısı) siyaset izleyen hü‐
kümetin çıkarttığı Sezaryen Yasası’nı protesto edip doğum
biçimini kadının özgürce seçebilme hakkından yana talepte
bulunurken, Almanya’daki kadın örgütleri sezaryen oranının
düşmesi ve “Doğal Doğumun Yeniden Doğuşu” yönünde
arzularını dile getirmekteler. Aslına bakacak olursak bunlar
birbiriyle çelişen talepler. Dolayısıyla bu çelişki her iki ülkede
etkinlik gösteren kadın örgütleri, bilim insanları ve ebeler
tarafından uluslarötesi işbirlikleri kapsamında gereğince ma‐
saya yatırılıp tartışılmalı. Gebelik, doğum ve doğum biçimi
üzerine alınacak kararlar siyaset, sağlık siyaseti ve ekonomi
gergeflerinde değil de, net bir biçimde tanımlanmış olup ulus‐
lararası geçerli kabul edilen tıbbi göstergeler temelinde davra‐
nan ve hamile kadınları yeterince bilgilendiren uzman perso‐
nelce biçimlenmesi en uygun olandır. Böylelikle hamile kadın‐
lar her türlü korku ve çekimserliği üzerlerinden atmak sure‐
tiyle doğumla ilgili alınacak kararlara bilfiil iştirak edebilir,
huzur içinde doğuma konsantre olabilirler.
314
Sezaryen oranının dünya genelinde artışına neden olan
ve bu makalede değinilen çeşitli etmenlerden ötürü, Türki‐
ye’de çıkartılan Sezaryen Yasası’nın ve Almanya’da yürütül‐
mekte olan kampanyaların sezaryen oranlarının düşürülme‐
sinde ne tür bir rol üstleneceğini bekleyip göreceğiz.
Bu araştırma 2010‐2013 yılları arasında DA 1199/2‐1 proje
numarasıyla Alman Araştırma Topluluğu (Deutsche
Forschungsgemeinschaft – DFG) tarafından desteklenmiştir.
Kaynakça
AKARSU RH, MUCUK S. Turkish women s opinions about
cesarean delivery. Pak J Med Sci. 2014 Nov‐Dec: 30(6):1308‐13
ARIKAN DC, OZER A, ARIKAN I, COSKUN A, KIRAN H.
Turkish obstetricians personal preference for mode of
delivery and attitude toward cesarean delivery on maternal
request. Arch Gynecol Obstet. 2011 Sep; 284(3):543‐9
AKF 2012. Kaiserschnitt‐Kampagne http://www.akf‐kaiserschnitt‐
kampagne.de/cms/kaiserschnitt‐kampagne/
AKF 2015. Für die Wiedergeburt der normalen Geburt.
Dokumentation des Fachtags 2014
ATAN SÜ, DURAN ET, KAVLAK O, DONMEZ S, SEVIL U.
Spontaneous vaginal delivery or caesarean section? What
do Turkish women think? Int J Nurs Pract. 2013,19 (1):1‐7
BETRÁN AP, MERIALDI M, LAUER JA, BING‐SHUN W, THOMAS
J, VAN LOOK P, WAGNER M. Rates of caesarean section:
analysis of global, regional and national estimates. Paed
Perinatal Epidemiol 2007; 21, 98‐11
BOLLINI P, PAMPALLONA S, WANNER P, KUPELNICK B.
Pregnancy outcome of migrant women and integration policy:
a systematic review of the international literature. Soc Sci
Med. 2009; 68: 452‐461
BONGARD S, POGGE SF, ARSLANER H, ROHRMANN S,
HODAPP V. Acculturation and cardiovascular reactivity of
315
second‐generation Turkish migrants in Germany. J Psychosom
Res 2002; 53: 795– 803
BRENNE S, BRECKENKAMP J, RAZUM O, DAVID M, BORDE T.
Kadin Göcmenlere Nasil Ulasabilir? Arastirma Sprecleri ve
Berlin Dogum Öncesi (Gebeklik) Dönemi Arastirmasinin Ilk
Sunuclari. Esen E, Borde T (Ed.) Türkiye ve Almanya ‐ Cilt
II.Toplum, Saglik ve Egitime. Arastirma, Ögretim ve Isbirligi.
Ankara: Siyasal Kitabevi, 2013: 166‐181
BRENNE S, DAVID M, BORDE T, BRECKENKAMP J, RAZUM O.
Werden Frauen mit und ohne Migrationshintergrund von den
Gesundheitsdiensten gleich gut erreicht? Das Beispiel
Schwangerenvorsorge in Berlin. Bundesgesundheitsblatt ‐
Gesundheitsforschung ‐ Gesundheitsschutz 04/2015
ÇAĞATAY SEÇKINER P, TEZCAN S. Turkey’s rising trend in
caesarean section: who are these women? (2010)
http://epc2010.princeton.edu/papers/100551
DAVID M, PACHALY J, VETTER K. Perinatal outcome in Berlin
(Germany) among immigrants. Arch Gynecol Obstet 2006;
274: 271‐278
DAVID
M, BORDE T, BRENNE S, RAMSAUER B, HENRICH
W, BRECKENKAMP J, RAZUM O. Comparison of Perinatal
Data of Immigrant Women of Turkish Origin and German
Women ‐ Results of a Prospective Study in Berlin.
Geburtshilfe Frauenheilkd. 2014;74(5): 441‐448
DAVID M, BORDE T, BRENNE S, HENRICH W, BRECKENKAMP J,
RAZUM O (2015) Caesarean Section Frequency among
Immigrants, Second‐ and Third‐Generation Women, and Non‐
Immigrants: Prospective Study in Berlin/Germany. PLoS ONE
10(5): e0127489
DEUTSCH TÜRKISCHE NACHRICHTEN 4.7.2012. Türkei:
Kaiserschnitt nur noch mit medizinischer Indikation.
http://www.deutsch‐tuerkische‐
nachrichten.de/2012/07/456222/tuerkei‐kaiserschnitt‐nur‐noch‐
mit‐medizinischer‐indikation/
316
DURSUN P, YANIK FB, ZEYNELOGLU HB, BASER E, KUSCU
E, AYHAN A. Why women request cesarean section without
medical indication? J Matern Fetal Neonatal Med. 2011 Sep;
24(9):1133‐7
GISSLER M, ALEXANDER S, MACFARLANE A, SMALL R, STRAY‐
PEDERSEN B, ZEITLIN J, ZIMBECK M, GAGNON A.
Stillbirths and infant deaths among migrants in industrialized
countries. Acta Obstet Gynecol Scand 2009, 88: 134‐148
GÜMÜSAY, K. (2012) Dein Bauch gehört mir. Die Zeit, 24/20126
http://www.zeit.de/2012/24/Tuerkei
GÜSTEN S. Bevölkerungswachstum in der Türkei. Erdogan will
Abtreibungen
erschweren.
Tagesspiegel
30.5.2012
http://www.tagesspiegel.de/politik/bevoelkerungswachstum‐
in‐der‐tuerkei‐erdogan‐will‐abtreibungen‐
erschweren/6689978.html
HÜRRIYET DAILY NEWS, 21.07.2012, ‘Rise in C‐sections coincides
with more private hospitals’http://www.hurriyetdailynews.
com/rise‐in‐c‐sections‐coincides‐with‐more‐private‐
hospitals.aspx?pageID=238&nID=25989&NewsCatID=338
HÜRRIYET, 04.10.2013. http://www.hurriyetdailynews.com/turkish‐
court‐gives‐green‐light‐to‐law‐to‐regulate‐c‐
sections.aspx?pageID=238&nID=55692&NewsCatID=339
JACQUEMYN Y1, BENJAHIA N, MARTENS G, YÜKSEL H, VAN
EGMOND K, TEMMERMAN M. Pregnancy outcome of
Moroccan and Turkish women in Belgium. Clin Exp Obstet
Gynecol. 2012;39(2):181‐5
KAPLANOGLU M, BULBUL M, KAPLANOGLU D, BAKACAK SM.
Effect of multiple repeat cesarean sections on maternal
morbidity:
data
from
southeast Turkey.
Med
Sci
Monit. 21,2015:1447‐53
KILIÇ M. The Delivery Methods and the Factors Affecting Among
Giving Birth in Hospitals in Turkey International Journal of
Caring Sciences, 5(2) 2012: 157‐161
317
KOLIP P, NOLTING HD, ZICH K. Kaiserschnittgeburten –
Entwicklung und regionale Verteilung. Faktencheck
Gesundheit. Bertelsmann‐Stiftung, Gütersloh 2012
KOLLECK B, KORPORAL J, ZINK A (1979) Totgeburtlichkeit und
Säuglingssterblichkeit ausländischer Kinder in West‐Berlin.
Gynäkologe 12:181‐190
LETSCH C. Turkish Doctors Face Fines for Elective
Caesareans. Guardian, July 13, 2012.
LATIN AMERICA & CARIBBEAN. 7 July 2015. Brazil introduces
new caesarean birth rules. http://www.bbc.com/news/world‐
latin‐america‐33421376
LAVENDER T, HOFMEYR GJ, NEILSON JP, KINGDOM C, GYTE
GML. Caesarean section for non‐medical reasons at term.
Cochrane Pregnancy and Childbirth Group. Published Online:
14 Mar 2012. DOI:10.1002/14651858.CD004660.pub3
MALUDA AT. “We Ask the Prime Minister: Where is the Justice in
that?” An Analysis of the Justice and Development Party and
the Impact of Social Conservatism on Women in
Contemporary Turkey. April 2013. http://deepblue.lib.
umich.edu/bitstream/handle/2027.42/98940/amaluda.pdf?sequ
ence=1&isAllowed=y
MARGIOULA‐SIARKOU C, PETOUSIS S, KALOGIANNIDIS I,
DAGKLIS T, TRAIANOS V, GOUTZIOULIS M, PRAPAS N,
AGORASTOS T. Immigrants present improved obstetric and
neonatal outcomes compared to native women. A northern
Greek population analysis. J Immigr Minor Health 2013; 15:
249‐254
MARTÍNEZ‐GARCÍA E, OLVERA‐PORCEL MC, DE DIOS LUNA‐
DEL CASTILLO J, JIMÉNEZ‐MEJÍAS E, AMEZCUA‐PRIETO
C, BUENO‐CAVANILLAS A. Inadequate prenatal care and
maternal country of birth: a retrospective study of southeast
Spain. Eur J Obstet Gynecol Reprod Biol. 2012; 165: 199‐204
MAZZONI A, ALTHABE F, LIU NH, BONOTTI AM, GIBBONS L,
SÁNCHEZ AJ, BELIZÁN JM. Women’s preference for
caesarean section: a systematic review and meta‐analysis of
318
observational studies BJOG: An International Journal of
Obstetrics & Gynaecology, Volume 118, Issue 4, 7 2010a
MERRY L, SMALL R, BLONDEL B, GAGNON AJ. International
migration and caesarean birth: a systematic review and meta‐
analysis. BMC Pregnancy Childbirth. 2013 Jan 30;13:27
MYLONAS I, FRIESE K. Indikationen, Vorzüge und Risiken einer
elektiven Kaiserschnittoperation. Deutsches Ärzteblatt, Jg 112,
Heft 29‐30, 20. Juli 2015
OBERAIGNER W, LEITNER H, OBERAIGNER K, MARTH C,
PINZGER G, CONCIN H, STEINER H, HOFMANN H,
WAGNER T, MÖRTL M, RAMONI A. Migrants and obstetrics
in Austria—applying a new questionnaire shows differences
in obstetric care and outcome. Wien Klin Wochenschr 2013;
125: 34‐40
OECD. Health at a glance. 2011. http://www.oecd‐ilibrary.org
/sites/health_glance‐2011‐en/04/09/index.html?itemId=/content
/chapter/health_glance‐2011‐37‐en
OECD. Health at a Glance 2013. http://www.oecd.org/els/health‐
systems/Health‐at‐a‐Glance‐2013.pdf
OECD Health Data 2013. https://data.oecd.org/healthcare/caesarean‐
sections.htm
OTTO P, WAGNER T (2013) Handlungsbedarf Kaiserschnitt.
Ursachen der steigenden Kaiserschnittrate in Deutschland ‐
Maßnahmen zur Senkung der Kaiserschnittrate. Ergebnisse
der Online‐Umfrage und ExpertInnenInterviews 2012/2013.
http://www.akf‐
info.de/fileadmin/aktuelles/KaiserschnittBroschuereEndfassun
g.pdf
OZDEMIRCI S, KASAPOGLU T, BASER E, DEMIRDAG E,
KANDEMIR O, YALVAC S, TAPISIZ OL. Reassessment of
caesarean section rates between 2011 and 2014 with ROBSON
classification
system.
https://fetalmedicine.org/abstracts
/2015/var/pdf/abstracts/1113.pdf
RAZUM, O., H. ZEEB, U. MEESMANN, L. SCHENK, M.
BREDEHORST, P. BRZOSKA, T. DERCKS, S. GLODNY, B.
319
MENKHAUS, R. SALMAN, A. C. SASS AND R. E. ULRICH
(2008). Migration und Gesundheit. Schwerpunktbericht der
Gesundheitsberichterstattung des Bundes. Berlin, Robert
Koch‐Institut.
RÍO I, CASTELLÓ A, BARONA C, JANÉ M, MÁS R, REBAGLIATO
M, BOSCH S, MARTÍNEZ E, BOLÚMAR F. Caesarean section
rates in immigrant and native women in Spain: the
importance of geographical origin and type of hospital for
delivery. European Journal of Public Health, 2010; 20: 524–529
RIZZO N, CIARDELLI V, GANDOLFI COLLEONI G, BONAVITA B,
PARISIO C, FARINA A, BOVICELLI L. Delivery and
immigration: the experience of an Italian hospital. Europ J
Obstet Gynecol Reprod Biol 2004; 116: 170‐172
SALT J. Turkey s Counterrevolution: Notes from the Dark Side.
Middle East Policy. Volume 22, Issue 1, 2015: 123–141
SCHILD RL. Steigende Sectioraten – Risiko oder Segen? Geburtshilfe
und Frauenheilkunde 2015;75
SCHENK L, BAU AM, BORDE T, BUTLER J, LAMPERT T,
NEUHAUSER
H,
RAZUM
O,
WEILANDT
C.
Mindestindikatorensatz zur Erfassung des Migrationsstatus.
Empfehlungen
für
die
epidemiologische
Praxis.
Bundesgesundheitsbl Gesundheitsforsch Gesundheitsschutz
2006; 9: 853‐860
SENTÜRK MB, CAKMAK Y, ATAC H, BUDAK MS. Factors
associated with successful vaginal birth after cesarean section
and outcomes in rural area of Anatolia. Int J Womens Health.
2015; 7: 693–697
STATISTISCHES BUNDESAMT (2015) Statistisches Bundesamt,
Fachserie 1, Reihe 2.2, 2012. Erschienen am 29. November
2013, Komplette Neuerstellung der Fachserie am 04.03.2015.
www.destatis.de/DE/Publikationen/Thematisch/Bevoelkerung
/MigrationIntegration/Migrationshintergrund2010220127004.p
df?__blob=publicationFile
320
STATISTA 2015. http://de.statista.com/statistik/daten/studie /297616
/umfrage/anteil‐von‐kaiserschnittgeburten‐an‐allen‐geburten‐
in‐deutschland/ (Zugriff, 01.09.2015)
STATISTISCHES BUNDESAMT 2014. Pressemitteilung vom 26.
September 2014 – 341/14. www.destatis.de/DE/PresseService
/Presse/Pressemitteilungen/2014/09/PD14_341_231pdf.pdf
SOUZA JP, GULMEZOGLU A, LUMBIGANON P et al. Caesarean
sction without medical indications is associated with an
increased risk of adverse short‐term maternal outcomes: The
2004‐2008 WHO Global Survey on Maternal and Perinatal
Health. BMC Med 2010, 8: 71
T.C. SAGLIK BAKANLIGI (2014a). Saglik Istatistikleri Yilligi, Ankara
2014 www.saglik.gov.tr/TR/dosya/1‐97020/h/saglik‐istatistik‐
yilligi‐2013.pdf
T.C. SAGLIK BAKANLIGI (2014b) Türkiye Kamu Hataneleri Kuru‐
mu.
Genel
Saglik
Istatistikleri
2014
(Tab.
31)
http://rapor.saglik.gov.tr/istatistik/rapor/index.php
TEIXEIRA C, CORREIA S, VICTORA CG, BARROS H. The Brazilian
preference: cesarean delivery among immigrants in Portugal.
PLoS One. 2013;8(3):e60168
SÜDDEUTSCHE ZEITUNG, 17. Mai 2010. Erdogan und die
türkischen Frauen. Weltgebärtag in der Türkei
VANGEN S, STOLTENBERG C, SKRONDAL A, MAGNUS P,
STRAY‐PEDERSEN B. Caesarean section among immigrants
in Norway. Acta Obstet Gynecol Scand 2000; 79: 553‐558
YE J, ZHANG J, MIKOLAJCZYK R, TORLONI MR, GÜLMEZOGLU
AM, BETRAN AP. Association between rates of caesarean
section and maternal and neonatal mortality in the 21st
century: a worldwide population‐based ecological study with
longitudinal data. BJOG. 2015 Aug 24.
YILMAZ SD, BAL MD, BEJI NK, ULUDAG S. Women s Preferences
of Method of Delivery and Influencing Factors. Iran Red
Crescent Med J. 2013 Aug;15(8):683‐9
321
WELSCH H, KRONE HA, WISSER J. Maternal mortality in Bavaria
between 1983 and 2000. Am J Obstet Gynecol 2004; 191: 304‐
308
WHO 2015. http://www.who.int/mediacentre/news /releases /2015/
caesarean‐sections/en/
ZIZZA A, TINELLI A, MALVASI A, BARBONE E, STARK M, DE
DONNO A, GUIDO M. Caesarean Section in the World: a new
ecological approach. J Prev Med Hyg 2011; 52: 161‐17
322
Hastane Kapasiteleri ve Hizmet
Göstergeleri Açısından Almanya ve
Türkiye’nin Karşılaştırmalı Analizi
Yasemin AKBULUT, Ömer R. ÖNDER, Çağdaş Erkan AKYÜREK,
Ece UĞURLUOĞLU ALDOĞAN, Bayram GÖKTAŞ,
Gamze KUTLU, Jebağı Canberk AYDIN ve Walter SWOBODA
Giriş
Sağlık sistemleri ve bu sistemlerin en önemli bileşenlerinden
biri olan hastanelerin, sürekli bir değişim ve gelişim içinde
olduğu gözlenmektedir. Sağlık hizmetlerinin sunumu bu de‐
ğişim ve gelişim içinde ekonomik, sosyo‐kültürel, doğal, poli‐
tik ve yasal çevrelerden etkilenmektedir (Çelik, 2012: 110‐112).
Bu bağlamda politikacılar, hastane hizmetleri performansın‐
daki farklılıkları ölçmeye, saptadıkları farklılıklara neden olan
faktörleri tanımlamaya, değerlendirmeye ve bunlardan fayda‐
lanarak daha iyi sonuçlar verecek politikaları belirlemeye ge‐
reksinim duymaktadırlar (Timor ve Lorcu, 2010: 27).
1950’li yıllardan sonra hastaneler, ölmek üzere gidilen
kurumlardan, organ nakliyle yeniden hayata dönebilmeyi
sağlayan kurumlar haline dönüşmüştür (Rachel vd., 2009: 5).
Hastane hizmetlerinde ve toplumun sağlık ihtiyaçlarında
meydana gelen değişimler sonucunda, maliyetleri düşürmeye
yönelik çalışmalar hız kazanmıştır. Bu kapsamda hastaneler
323
ile ilgili yapılan reformlarda; kullanım incelemeleri yapılmış,
klinik uygulama rehberleri geliştirilmiş, kalite ve elde edilecek
sonuçlar için teşvikler verilmiş, global bütçe ve kişi başına
ödeme, Teşhis İlintili Gruplar (DRGs), hastanın maliyet payla‐
şımı, ilaç fiyat düzenlemeleri, klinik, yönetsel ve yardımcı
hizmetlerin dış kaynaklardan sağlanması, hekim arzının sınır‐
landırılması, koordinasyon ve bakımın entegrasyonu, hizmet
sunucuları arasında rekabet, birlikte çalışma modelleri, kamu
özel ortaklığı gibi mekanizmalara başvurulmuştur (Cooper
vd., 2012: 7).
Sağlık sistemlerinin, ülkeler arasında farklılıklar göster‐
mesine karşın, birçok ortak özelliğe sahip olduğu bilinmekte‐
dir. Almanya ve Türkiye’nin nüfus büyüklüğü ve sağlık sigor‐
tasına dayalı finansman yapısı gibi ortak özellikleri bulun‐
maktadır. Sağlık sistemlerinde önemli bir yeri olan hastanele‐
rin daha etkili, verimli, kaliteli bir hizmet sunulabilmesini
sağlayacak, değişimi yönetebilecek stratejiler geliştirmesi bek‐
lenmektedir. Buna göre çalışmanın amacı, Türkiye ve Alman‐
ya’daki hastanelerin kapasitelerini, hizmet göstergelerini kar‐
şılaştırmalı olarak analiz etmek ve iki ülkenin mevcut duru‐
munu kıyaslamak, bu yolla hastane yöneticilerinin sağlık sis‐
temlerindeki değişime uyum sağlama kabiliyetlerini geliştir‐
mektir. Bu amaçla OECD ve Dünaya Sağlık Örgütü (DSÖ)
verilerine dayalı olarak hastane sayıları, yatak sayıları, yatak
türleri, yatak doluluk oranları, hastanede kalış günü ve polik‐
linik başvuru sayıları birer karşılaştırma göstergesi olarak ele
alınmıştır.
Hastanelerin Türlerine göre Değerlendirilmesi
Almanya ve Türkiye’deki hastane sayılarının sunulduğu Tab‐
lo 1’de hastaneler kamu hastaneleri, kar amacı gütmeyen özel
324
hastaneler ve kar elde etmek üzere faaliyet gösteren özel has‐
taneler olmak üzere gruplandırılıp, “hastaneler” ve “genel
hastaneler” olmak üzere sınıflandırılmıştır. OECD sınıflan‐
dırmasına göre “genel hastaneler” özel dal hastanelerini
(specialised hospital) kapsamazken “hastaneler” ülkedeki
tüm hastaneleri içermektedir (OECD vd., 2011: 131‐132). Al‐
manya’da 2012 yılında toplam hastane sayısında 2008 yılına
göre azalma görülmektedir. Bu azalmanın kamu hastaneleri
ve kar amacı gütmeyen özel hastanelerden kaynaklandığı
söylenebilir. 2008 yılında 885 kamu hastanesi bulunan Alman‐
ya’da 2012 yılına gelindiğinde 833 kamu hastanesi bulunduğu
görülmektedir. Almanya’da kamu hastaneleri kapsamında
olan ve önemli sayıda bulunan yerel ve bölgesel yönetimlere
ait hastaneler, 1995 yılından bu yana kar amacı güden veya
gütmeyen özel kişilere satılmıştır (Tiemann ve Schreyögg,
2011: 311). 2008‐2012 yılları arasında kamu hastaneleri ve kâr
amacı gütmeyen özel hastanelerin sayısında azalma söz konu‐
suyken, kar amacı güden özel hastanelerin sayısı 1334’ten
1356’ya yükselmiştir.
Almanya’da bir milyon kişiye düşen kamu hastanesi sa‐
yısı 2008 yılında 10,78 iken, 2012 yılında 10,36 olarak gözlem‐
lenmiştir. Komersiyel çalışan özel hastaneler incelendiğinde,
2008 yılında 1 milyon kişiye 16,25, 2012 yılında ise 16,86 has‐
tane düştüğü görülmektedir. 2008 yılında 1 milyon kişiye
13,43 kâr amacı gütmeyen özel hastane düşerken, 2012 yılında
bu sayının 12,93’e düştüğü izlenmektedir. Genel hastaneler
incelendiğinde 2008 yılında 1 milyon kişiye 21,69 genel hasta‐
ne, 2012 yılında ise 21,04 genel hastane düştüğü görülmekte‐
dir (oecd.org, 2014).Yapılan araştırmalar özelleştirme sonra‐
sında kar elde etmek üzere dönüşüm geçiren hastanelerin
verimliliklerinde artış olduğunu göstermekte, aynı zamanda
325
hastanelerin kar amacı güden hastanelere çevrilmesinin hasta‐
ne sektöründe daha uygun kaynak tahsisi sağlanacağını vur‐
gulamaktadır (Tiemann ve Schreyögg, 2011: 321).
Türkiye’de toplam hastane sayısında süreğen bir artış ol‐
duğu gözlenmektedir. 2008 yılında toplam 2.437 hastane bu‐
lunurken, 2012 yılında bu sayı 2.824’e yükselmiştir. Bu artış
her bir hastane grubu için söz konusudur; ancak en büyük
artışın sağlıkta özel yatırımların artmasına bağlı olarak kar
amaçlı özel hastanelerde olduğu görülmektedir. Türkiye’de,
özel hastanelerin yataklı tedavi kurumları içindeki payı belir‐
ginleşmiştir. 2008 yılında 897 kamu hastanesi bulunurken, bu
sayı 2012 yılında 928’e yükselmiştir. Türkiye’de kar amacı
gütmeyen özel hastane bulunmamaktadır. Özel hastanelerin
sayısı 2008 yılında 411 iken, 2012 yılında bu sayı 555’e yük‐
selmiştir (Tablo 1).
Türkiye’de 1 milyon kişiye düşen kamu hastanesi sayısı
2008 yılında 12,62 iken, 2012 yılında 12,34 olarak gözlemlen‐
miştir. Özel hastaneler incelendiğinde, 2008 yılında 1 milyon
kişiye 5,78; 2012 yılında ise 7,38 hastane düştüğü görülmekte‐
dir. 2008 yılında 1 milyon kişiye 15,89 genel hastane düşerken
2012 yılında bu sayının 17,84’e çıktığı izlenmektedir (oecd.org,
2014). Daha fazla sayıda ve daha iyi donanımlı hastanelere
olan talep artıkça, Türkiye’de hastane yatırımlarında da önem‐
li artışlar kaydedilmiştir. Özel hastanelerin sayısında özellikle
son on yılda hızlı bir artış gözlenmiştir. Bu dönemde Türki‐
ye’deki hastanelerin bileşik yıllık büyüme oranı yüzde 1,7
iken, özel hastaneler için bu oran yüzde 6,5 olarak gerçekleş‐
miştir. Türkiye’de özel sektörde faaliyet gösteren, aralarında
450‐500 yataklı büyük tedavi kurumları kadar 40‐50 yataklı
küçük hastaneler de bulunmaktadır. Türkiye’de özellikle kısa
süreli tedavi sunumlarında önemli bir paya sahip olan özel
326
hastaneler sağlık sisteminin önemli bir parçası konumundadır.
Özel hastane sayısındaki artışın önemli bir nedeni de özel
hastanelerin Sosyal Güvenlik Kurumu ile anlaşma yapabilme‐
leridir (Deloitte, 2014: 52).
Hasta Yataklarının Türlerine göre Değerlendirilmesi
Hasta yatağı, bir hastanenin düzenli olarak bünyesinde bu‐
lundurduğu ve mevcut zaman diliminde hastanın kullanıma
açık olan yataklardır (oecd.org, 2014). Tarihsel olarak hasta
yatak sayısının fazlalığı, birçok ülkede sağlık sistemleri için bir
statü göstergesi olarak kabul edilmektedir (Billings vd., 1996:
82). Hasta yataklarının kapsamına çoğunlukla genel hastane‐
ler, ruh sağlığı hastaneleri ve diğer özel dal hastanelerindeki
hasta yatakları dahil edilmekte, uzun dönemli bakım tesisleri
ise bu kapsam dışında tutulmaktadır (oecd.org, 2014).
OECD ülkeleri arasında hasta yatak sayısının en yüksek
olduğu ülkeler Japonya ve Kore’dir. Son on yıllık zaman dili‐
minde, kişi başına düşen hasta yatağı sayısında OECD ülkele‐
rinin çoğunda düşüşler yaşanmıştır. 2000 yılında 1.000 kişiye
düşen hasta yatağı sayısı 5,6 iken, 2011 yılına gelindiğinde bu
oran 5,0’a düşmüştür (oecd.org, 2014). Azalan devlet desteği,
yasal düzenlemeler, artan rekabet ve akut sağlık hizmetlerine
yönelik talebin azalacağı yönündeki öngörüler, sağlık sistem‐
leri ve doğal olarak hastaneleri yeniden yapılanmaya itmiştir
(Barro ve Cutler, 1997: 9‐50). Bu sürecin temel yansımaların‐
dan biri de hasta yatağı sayılarındaki azalmalar olmuştur. Bu
bağlamda kaydedilen temel gelişmelerden biri, medikal tekno‐
lojideki ilerlemelerin hastaları günlük cerrahiye yönlendirmesi
ve yatarak tedaviye yönelik eğilimin giderek azalmasıdır.
OECD ülkelerinde görülen bu genel eğilimin aksine Türki‐
327
ye’de ve Yunanistan’da yatak sayısında artışlar olmuştur
(oecd.org, 2014).
Tablo 2’de Almanya ve Türkiye’nin 2000 – 2012 yılları
arasındaki hasta yataklarının türlerine göre dağılımı görül‐
mektedir. Tablo 2’de yer alan toplam hasta yataklarının sayı‐
sına, ameliyathane yatakları, sedyeler, günü birlik cerrahide
kullanılan yataklar, sağlıklı bebekler için kullanılan beşikler,
herhangi bir sebeple kapatılmış olan odalardaki yataklar, geçi‐
ci yataklar ve uzun süreli bakım tesislerindeki yataklar dahil
edilmemiştir (oecd.org, 2014). 2000 yılında Almanya’da
749.473 adet olan toplam hasta yatağı sayısı, 2012 yılına kadar
sürekli azalarak 670.443’e kadar gerilemiştir. Türkiye’de ise
aynı yıllarda hasta yatağı sayısı sürekli ve ciddi bir artış gös‐
termiş, 2000 yılında 134.950 olan hasta yatağı sayısı 2012 yılın‐
da 200.000’i aşmıştır. Hasta yataklarında görülen bu sayısal
artışa rağmen, 2012 yılında Türkiye’de 1.000 kişiye 2,66 hasta
yatağı düşerken, Almanya’da bu oran 8,34 olarak gerçekleş‐
miştir. Tablo 2’de yer alan “Akut Bakım Hasta Yatakları”nın
kapsamına hastalıklar ve yaralanma, cerrahi alanlarla ilgili
işlemlerin gerçekleştirilmesi için kullanılan hasta yatakları
dahildir. Kadın Hastalıkları, doğum, psikiyatri, rehabilitasyon,
uzun dönemli bakım ve palyatif bakım hizmetleri için kullanı‐
lan yataklar bu kısmın dışında tutulmuştur (oecd.org, 2014).
Almanya’daki sayısal azalmaya karşılık Türkiye’de bu sayının
arttığı görülmektedir. Hem toplam yatak sayısı hem de 1.000
kişiye düşen hasta yatağı bakımından Almanya lehine ciddi
bir farklılık bulunmaktadır.
Ruh sağlığı hastanelerindeki hasta yataklarına ek olarak
diğer hastanelerin psikiyatri bölümlerindeki yatakların dahil
edildiği “Psikiyatri Yatakları” incelendiğinde (oecd.org, 2014)
hem nicel hem de oransal olarak iki ülke arasında gerçek bir
328
uçurum bulunmaktadır. Öyle ki 2012 yılında Almanya’da
100.000’in üzerinde psikiyatri yatağı mevcutken, Türkiye’de
bu sayı sadece 4.393’tür. Benzer şekilde 1.000 kişiye düşen
psikiyatri yatağı sayısı bakımından önemli bir farklılık bu‐
lunmaktadır.
Tablo 2’de yer alan “Diğer Hastane Yatakları” kategori‐
sinde rehabilitasyon amaçlı ve diğer kategorilerde sınıflandı‐
rılmamış hasta yatakları gruplandırılmıştır (oecd.org, 2014).
Diğer hastane yatakları açısından iki ülke arasında Almanya
lehine önemli farklılıklar bulunmaktadır. Karşılaştırılan has‐
ta yatağı türleri içerisinde göreceli olarak her iki ülkenin
birbirine en yakın olduğu alan, kamu hastanelerinde yer alan
hasta yataklarıdır. Kamu sağlık sektörüne ait hasta yatakları
nicel ve oransal olarak incelendiğinde, iki ülke arasındaki
farkın diğer yatak türlerine kıyasla daha az olduğu görül‐
mektedir. 2002 yılında Almanya’da kamu hastanelerine ait
hasta yatağı sayısı 329.102 iken, 2012 yılına gelindiğinde bu
sayı 270.813’e kadar gerilemiştir. Türkiye’de 2002 yılında
135.358 olan yatak sayısı 2012 yılında 161.358’e ulaşmıştır.
1.000 kişiye düşen hasta yatağı açısından Almanya’nın lehine
bir farklılık bulunmaktadır.
Özel sektör kapsamındaki hasta yatakları incelendiğinde,
diğer hasta yataklarından farklı olarak her iki ülkede de bir
artış eğilimi izlenmiştir. 2002 yılında Almanya’da 171.722 olan
özel sektör hasta yatağı sayısı, 2012 yılında 201.218’e kadar
yükselmiştir. Türkiye’de aynı zaman diliminde 13.213 olan
yatak sayısı, 2012 yılına gelindiğinde 38.714 olmuştur. Benzer
şekilde 1.000 kişiye düşen hasta yatağı açısından da dikkat
çeken bir artış gözlemlenmiştir (Tablo 2).
329
Yatış Gün Sayısı ve Yatak Doluluk Oranlarının
Değerlendirilmesi
Grafik 1’de, hastanede yatan hastaların ortalama yatış günü
sayısı iki ülkeyi karşılaştırma suretiyle verilmektedir. Ortala‐
ma yatış günü sayısı, kaynak kullanımı ve hastanelerin verimli
hizmet sunumunun en önemli göstergesidir (Sung‐Hyun vd.,
2014: 199). Son beş yılda iki ülkenin ortalama yatış günü sayı‐
larında önemli değişimler olmadığı gözlenmektedir. Bunun
yanında, Türkiye’de ortalama yatış günü sayısı 4, Almanya’da
9,2 gün olarak gerçekleşmiştir.
İki ülke arasında yatış günü sayılarında gözlenen farklılı‐
ğın Almanya’da uzun dönemli bakım veren yataklı tedavi
kurumlarından kaynaklandığı söylenebilir. Türkiye’de uzun
dönemli bakım hizmeti veren sağlık kurumlarının bulunma‐
ması, ortalama yatış günü sayısının düşük olmasını açıklaya‐
bilir. Ayrıca ortalama hasta yatış günü azaldıkça daha fazla
hastaya hizmet sunulabilmesi mümkün olacaktır. Avrupa
Birliği ülkelerinde hastane ödeme sistemlerinin değişmesi ve
erken taburcu etme programlarının yaygınlaşması sonucu
ayakta tedavi tercih edilmeye başlanmış ve hastanelerde yatış
günü sayısı azalmıştır (Cooper vd., 2012: 20). Öte yandan,
Türkiye’de ortalama yatış günü sayısının OECD ülkelerinin de
(7,2 gün) altında olmasının, hizmetin iyiliği ve hızına işaret
etmediği, hizmet kapasitesinin yetersizliğinden kaynaklandığı
ve sisteme ek maliyetler getirdiği ileri sürülmektedir (YASED,
2012: 26). Hemşireler üzerinde yapılan bir araştırmada yatış
sürelerinin kısalığının, hemşirelerin iş yükünün artmasına,
bunun da tükenmişlik, iş tatminsizliği ve işten ayrılma niyeti‐
nin artmasına neden olduğu sonucuna varılmıştır (Sung‐Hyun
vd., 2014: 199). Türkiye’de ortalama yatış günü sayısının has‐
tane türlerine, uzmanlık alanlarına ve yeniden yatış oranlarına
330
göre incelenmesine ve kısa yatış nedenlerinin açıklanmasına
ihtiyaç olduğu vurgulanmalıdır.
Grafik 2’de iki ülkenin son beş yıldaki yatak doluluk
oranları verilmektedir. Yatak doluluk oranı, hasta yataklarının
kullanım kapasitesini ifade eden bir göstergedir. Yatak dolu‐
luk oranının genel hastanelerde % 80‐85 düzeylerinde olması,
hastane yataklarının atıl kalmaması açısından kabul edilebilir
bir değerdir (Ağırbaş, 2012: 33). Almanya’da 2012 yılında
yüzde 79,2 olan yatak doluluğu, Türkiye’de yüzde 64,1’dir.
Türkiye’de yatak doluluk oranının düşük olması, yatakların
yaklaşık yüzde 36’sının kullanılmadığı anlamına gelmektedir.
Bunun yanı sıra yatak doluluk oranının özellikle ilçe devlet
hastanelerinde düşük olduğu bilinmektedir. Türkiye’de eğitim
ve araştırma hastanelerinde yatak doluluk oranı yüzde 75’in
üzerindedir (T.C. Sağlık Bakanlığı, 2013: 108). Kaynakların
verimli kullanımının sağlanması açısından yatak doluluk ora‐
nının yükseltilmesi, kullanılmayan yatakların farklı hizmet
türlerine yönelik olarak yeniden düzenlenmesine yönelik poli‐
tikaların geliştirilmesi gerekmektedir. Diğer yandan Alman‐
ya’da yapılan bir çalışmada yatak doluluk oranı yüzde 75 olan
hastaneler verimsiz olarak kabul edilmiştir (Ludwig vd., 2007:
213‐223). Bu değer dikkate alındığında Almanya’da hastane
yataklarının verimli kullanıldığı söylenebilir.
Poliklinik Sayılarının Değerlendirilmesi
Polikliniklere başvuru sayısı, hizmete erişimin bir göstergesi
olarak değerlendirilmektedir. Bu kapsamda poliklinik muaye‐
neleri, hem birinci basamak sağlık kurumlarında hem de has‐
tanelerde verilmektedir. Özellikle, birinci basamak sağlık hiz‐
metlerinin güçlü olması, toplumun sağlık ihtiyaçlarının karşı‐
lanmasında ve adil bir hizmet sunumunun sağlanmasında
331
önemli rol oynamaktadır (Akman, 2014: 70). Türkiye’de 2002‐
2013 yılları arasında birinci basamak sağlık hizmetlerine başvu‐
ran hasta sayısı yaklaşık 3 kat artmıştır (T.C. Sağlık Bakanlığı,
2013: 99). Bu artış ile birlikte, 2011 yılında tüm sağlık kurumla‐
rına kişi başına düşen poliklinik sayısı 8,2 olmuştur. Bu değer
aynı yılın OECD ülkeleri ortalaması olan 6,4’ün üzerindedir.
Almanya’da da kişi başına düşen poliklinik sayısı, 2008‐ 2010
yıllarında sürekli artış göstererek, 9,7’ye ulaşmıştır (Tablo 3).
Sonuç
Bu çalışmada, Türkiye ve Almanya’daki hastanelerin kapasite‐
leri ve hizmet göstergeleri karşılaştırmalı olarak analiz edil‐
miştir. Almanya’da kamu hastane sayısının azalmasına karşın
Türkiye’de bu sayının arttığı bilinmektedir. Öte yandan her iki
ülkede de (kar amacı güden) özel hastane sayısının arttığı
ancak bu artışın Türkiye’de daha yüksek olduğu gözlenmiştir.
Hastane sayılarındaki bu artış eğiliminin her iki ülkede de
gelecek yıllarda devam edeceği öngörülmektedir. Almanya’da
bin kişiye düşen hasta yatağı oranında son on yıllık dönemde
görülen azalmaya ve bunun yanında Türkiye’de yaşanan artı‐
şa rağmen, iki ülke arasında halen Almanya lehine ciddi bir
fark bulunmaktadır. Bu nedenle, gelecekte Türkiye’deki psiki‐
yatri ve uzun dönemli bakım yataklarının artırılması bir zo‐
runluluk olarak ortaya çıkmaktadır.
Hastanelerin önemli kalite ve verimlilik göstergelerinden
olan yatak doluluk oranı ve ortalama yatış günü sayısı her iki
ülke için incelendiğinde Almanya’ya ait değerlerin daha yük‐
sek olduğu görülmüştür. Türkiye’de kısa yatış sürelerinin
nedenlerinin açıklanmasına ve düşük yatak doluluk oranları‐
nın yükseltilmesine yönelik politikaların geliştirilmesi gerek‐
mektedir.
332
Her iki ülkede son on yılda sağlık hizmetlerine erişimin
kolaylaşması ile kişi başına düşen poliklinik başvuru sayıları‐
nın arttığı gözlenmiştir. Bu noktada vurgulanması gereken,
artan poliklinik sayıları yanında bakım kalitesinin yükseltil‐
mesine yönelik çabaların ortaya konulmasının zorunlu oldu‐
ğudur.
Kaynaklar
AĞIRBAŞ, İ. (2012), Sağlık Kurumları Yönetiminde Temel Kavramlar,
TATAR, M. (Der), Sağlık Kurumları Yönetimi 1, Anadolu
Üniversitesi Yayınları, Yayın No: 2631, Eskişehir, 26‐45
AKMAN, M. (2014), Türkiye’de Birinci Basamağın Gücü. Türk Aile
Hekimliği Dergisi, 18(2), 70‐78
BARRO, J. ve CUTLER, M. D. (2014), Consolidation in
TheMedicalCare MarketPlace, A Case Study From Massachu‐
setts. NBER Working Paper, Cambridge Mass, National Bu‐
reau of Economic Research.No: 5957, 9‐50
BILLINGS, T., KAPLAN, S. A., MIJANOVIC, M. (1996), Projecting
Hospital Utilization and Bed Need in New York City for the
year 2000. HRP Reports: New York Univercity, 82
COOPER, Z., GIBBONS, S., JONES S., McGUIRE A. (2012), Does
Competition Improve Public Hospitals’ Efficiency? Evidence
from a Quasi‐Experiment in the English National Health Ser‐
vice. CEP Discussion Paper. Centre for Economic Performance
London School of Economics and Political Science. No: 1125,
1‐43.
ÇELİK, Y. (2012), Sağlık Kurumları ve Değişen Çevresi, TATAR, M.
(Der), Sağlık Kurumları Yönetimi 1, M. Anadolu Üniversitesi
Yayınları, Yayın No: 2631, 108‐137.
DELOITTE. (2014), Healthcare Industry in Turkey Investment
Supportand
Promotion
Agency
of
Turkey,
URL:
http://www.invest.gov.tr/ko‐
333
KR/infocenter/publications/Documents/HEALTHCARE.INDU
STRY.pdf (14.12.2014)
DÜNYA SAĞLIK ÖRGÜTÜ. (2013), Sağlık İstatistikleri Veri Tabanı.
URL: http://www.who.int (14.12.2014)
LUDWIG, K., STEFAN, S., ANTONIO V. (2007), Incorporating Effi‐
ciency in Hospital‐Capacity Planning in Germany,Eur J
HealthEconomics, 8, 213–223.
OECD ‐ EKONOMİK KALKINMA VE İŞBİRLİĞİ ÖRGÜTÜ. (2013),
Sağlık İstatistikleri Veri Tabanı. Erişim: http://www.oecd.org
(14.12.2014)
OECD, Eurostat, WHO (2011), A System of Health Accounts, OECD
Publishing.doi: 10.1787/9789264116016‐en
RECHEL, B., WRIGHT, S., EDWARDS, N., DOWDESWELL, B.,
McKEE, M. (2009), Investingin Hospitals Of The Future, Euro‐
pean Observatory on Health Systems and Policies, World
Health Organization, no: 16, 3‐25
SUNG‐HYUN, C., MIHYUN P., SANG‐HEE, J., YOUNG, E.C.,
HYUN‐JA, H. (2014)AverageHospital Length of Stay, Nurses’
Work Demands, and Their Healthand Job Outcomes. Journal
of Nursing Scholarship, 46(3), 199–206
T.C. SAĞLIK BAKANLIĞI. (2013), Sağlık İstatistikleri Yıllığı. Ankara.
URL:
http://www.saglik.gov.tr/TR/belge/1‐32083/saglik‐
istatistikleri‐yilligi‐2012.html (14.12.2014)
TIEMANN, O. ve SCHREYÖGG, J. (2011), Changes in Hospi‐
tal Efficiency After Privatization, HCHE Research Paper,
Hamburg Center for Health Economics, No: 2011/02, 310‐326
TİMOR, M. und LORCU, F. (2010), Türkiye Ve Avrupa Birliğine Üye
Ülkelerin Sağlık Sistem Performanslarının Kümeleme Ve Veri
Zarflama Analizi İle Karşılaştırılması, İstanbul Üniversitesi
İşletme Fakültesi İşletme İktisadı Enstitüsü Dergisi‐Yönetim,
21(65), 25‐46
YASED ULUSLARARASI YATIRIMCILAR DERNEĞİ (2012),
Türkiye Sağlık Sektörü Raporu: Sürdürülebilir ve Kaliteli bir
Sağlık Sektörü için Genel Bakış ve Potansiyel İyileştirme
Alanları. URL: http://www.deloitte.com/ (14.12.2014)
334
Tablo 1: Hastanelerin Türlerine Göre Dağılımı,
Almanya‐Türkiye
Göstergeler
Birim
Hastaneler
Sayı
‐Kamu
hastaneleri
‐Kar amacı
gütmeyen
özel hasta‐
neler
‐Kar amacı
güden özel
hastaneler
Genel has‐
taneler
Sayı
Sayı
Sayı
Sayı
Ülkeler
Almanya
Türkiye
Almanya
Türkiye
Almanya
2008
3322
1308
885
897
1103
2009
3324
1347
872
886
1093
2010
3301
1397
852
896
1076
2011
3278
1410
854
893
1066
2012
3229
1483
833
928
1040
Türkiye
0
0
0
0
0
Almanya
1334
1359
1373
1358
1356
Türkiye
411
461
501
517
555
Almanya
Türkiye
1781
1129
1780
1177
1758
1224
1736
1262
1692
1341
Kaynak: OECD Sağlık İstatistikleri Veri Tabanı, 2013
335
Tablo 2: Hasta Yataklarının Türlerine Göre Dağılımı
Değişken Birim Ülkeler
Toplam
Hasta
Yatağı
Sayı
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
2009
2010
2011
2012
Almanya 749.473 741.933 731.919 721.690 707.806 698.303 683.484 677.799 674.420 674.830 674.473 672.573 670.443
Türkiye 134.950
1000 Almanya 9,12
Kişiye Türkiye 2,00
Almanya 497.146
Akut
Sayı
Bakım
Türkiye 129.983
Hasta
1000 Almanya 6,05
Yatakları Kişiye Türkiye 1,93
Almanya 88.345
Sayı
Psikiyatri
Türkiye 3.627
Yatakları 1000 Almanya 1,07
Kişiye Türkiye 0,05
Almanya 163.982
Sayı
Diğer
Türkiye 1.340
Hastane
Yatakları 1000 Almanya 1,99
Kişiye Türkiye 0,02
Almanya ‐
Sayı
Kamu
Türkiye 122.208
Hastanesi
Yatakları 1000 Almanya ‐
Kişiye Türkiye 1,81
Almanya ‐
Kâr Amaç‐ Sayı
Türkiye 12.742
lı Özel
Almanya
‐
1000
Hastaneler
Kişiye Türkiye 0,19
140.710 148.571 149.565 150.807 155.072 158.442 162.100 167.283 172.738 184.339 188.047 200.072
9,01
8,87
8,74
8,58
8,47
8,30
8,24
8,21
8,24
8,25
8,22
8,34
2,06
2,14
2,13
2,12
2,15
2,17
2,31
2,35
2,40
2,52
2,53
2,66
490.615 485.722 479.961 469.065 460.848 447.285 442.818 438.903 437.863 435.954 434.087 432.606
134.971 142.381 143.741 145.278 143.395 152.357 156.889 161.264 166.336 177.911 181.732 193.670
5,96
5,89
5,82
5,68
5,59
5,43
5,38
5,35
5,35
5,33
5,31
5,38
1,97
2,05
2,05
2,04
2,07
2,09
2,24
2,27
2,31
2,43
2,45
2,58
88.494 87.213 87.965 88.116 88.284 89.352 90.574 92.537 93.982 96.426 98.719 100.675
4.332
1,07
0,06
4356
1,06
0,06
4149
1,07
0,06
3913
1,07
0,05
4042
1,07
0,06
4443
1,08
0,06
3507
1,10
0,05
4359
1,13
0,06
4742
1,15
0,07
4692
1,18
0,06
4542
1,21
0,06
4393
1,25
0,06
162,824 158.984 153.764 150.625 149.171 146.847 144.407 142.980 142.985 142.093 139.767 137.162
1.407
1,98
0,02
1.834
1,93
0,03
1.675
1,86
0,02
1.616
1,83
0,02
1.635
1,81
0,02
1.642
1,78
0,02
1.704
1,76
0,02
1.660
1,74
0,02
1.660
1,75
0,02
1.736
1,74
0,02
1.773
1,71
0,02
2.009
1,71
0,03
‐
329.102 320.581 310.904 303.247 290.672 279.170 275.390 274.502 273.789 273.382 270.813
128.087 135.358 135.749 137.164 140.115 142.259 143.125 144.803 146.018 153.856 153.449 161.358
‐
3,99
3,88
3,77
3,68
3,53
3,39
3,35
3,35
3,35
3,34
3,37
1,87
1,95
1,93
1,93
1,94
1,95
2,04
2,04
2,03
2,10
2,07
2,15
‐
171.722 174.798 179.215 182.894 184.991 193.724 194.267 198.207 200.012 200.280 201.218
12.623 13.213 13.816 13.643 14.957 16.183 18.975 22.480 26.720 30.483 34.598 38.714
‐
2,08
2,12
2,17
2,22
2,25
2,35
2,37
2,42
2,45
2,45
2,50
0,18
0,19
0,20
0,19
0,21
0,22
0,27
0,32
0,37
0,42
0,47
0,51
Kaynak: OECD Sağlık İstatistikleri Veri Tabanı, 2013
Grafik 1: Ortalama Yatış Gün Sayısı
Kaynak: OECD Sağlık İstatistikleri Veri Tabanı, 2013
Grafik 2: Yatak Doluluk Oranı
Kaynak: OECD Sağlık İstatistikleri Veri Tabanı,2013
337
Tabelle 3: Bir yılda kişi başına düşen poliklinik sayısı
Länder
Deutschland
Türkei
2008
8.6
6.7
2009
9.2
7.3
Kaynak:: Dünya Sağlık Örgütü İstatistik Veri Tabanı, 2014
338
2010
9.9
7.3
2011
9.7
8.2
Türkiye ile Almanya Sağlık İnsan Gücünün
Sayısal Yeterliliği ve Mesleki Beceri
Dağılımındaki Dengesizliği
Türkan YILDIRIM, Afsun Ezel ESATOĞLU, Gözde YEŞİLAYDIN,
İpek CAMUZ, Deniz Tugay ARSLAN ve
Sylvia SCHAFMEISTER
Giriş
Sağlık sisteminin temel amacı; hastalıkları tedavi etmek, nüfu‐
sun sağlığını korumak ve geliştirmektir. Yeterli sayı ve nitelik‐
te sağlık insan gücü kapasitesine sahip olmak, bu amaca eriş‐
menin temel aracı olarak görülmektedir. İnsan kaynakları,
sağlık sisteminin en önemli kaynağıdır. Sağlık sisteminin gir‐
dileri arasında yer alan araç‐gereç ve makineler de insan gücü
kullanımını ve uzmanlığını gerektirmektedir. Bu nedenle in‐
san kaynakları planlanması, sağlık hizmeti sunumu için temel
teşkil etmektedir.
Sağlık sisteminin varlığı ve sürdürülebilirliğinde insan
gücünün öneminin ülkeler tarafından anlaşılmasıyla birlikte,
sağlık politikası belirleyicileri ve sağlık yöneticileri, sağlık
insan gücü yönetimi konularına odaklanmaya başlamışlardır
(Daviaud ve Chopra, 2008: 46). Böylece bu alandaki çalışmalar
son yıllarda artmaya başlamıştır. Çünkü insan gücü ile ilgili
konular, sağlık reformlarının fizibilitesini ve sürdürülebilirli‐
339
ğini etkilediği kadar, tüm sistemin performansını da etkile‐
mektedir (Fritzen, 2007: 1). Personel maliyetleri, toplam sağlık
harcamalarının yaklaşık %70’ini oluşturmaktadır. Yöneticiler,
maksimum kaliteye, verimliliğe ve hakkaniyete ulaşmak için
sağlık insan gücünün doğru sayıda ve nitelikte tahsis edilmesi
yönünde yoğun bir baskıyla karşı karşıyadır (Daviaud ve
Chopra, 2008: 46).
Sağlık insan gücü ile ilgili olarak ülkelerin uğraştığı ko‐
nuların temelinde hekimlerin, hemşirelerin ve diğer sağlık
çalışanlarının dağılım dengesizliği yatmaktadır. Halk sağlığı
literatürünün ortaya koyduğu bir argümana göre, ülkelerde
eğitimleri daha pahalı olan hekimlere göre diğer sağlık perso‐
nelinin, hemşirelerin ve asistan doktorların yetiştirilmesine
genelde daha az yatırım yapılmaktadır (Fritzen, 2007:1).
Sağlık hizmetlerinin erişilebilirliği; coğrafi, ekonomik, ör‐
gütsel ve kültürel faktörlerden oluşan çok yönlü bir kavramdır
ve bu faktörler, hizmet kullanımını kolaylaştırabilir ya da zor‐
laştırabilir. Bunlardan özellikle yeterli sayı ve nitelikte sağlık
insan gücünün bulunabilirliği, hizmete erişimi önemli ölçüde
etkileyen bir faktördür. Özellikle düşük gelirli ülkelerde bu
probleme daha sık rastlanmaktadır. Bu ülkelerde sağlık insan
gücü yetersizliği nedeniyle hizmete sınırlı erişim vardır. Den‐
geli dağılmış sağlık altyapısı, doğal olarak yine dengeli dağı‐
lımı sağlanmış sağlık insan gücü gerektirmesine rağmen
(Dussault ve Franceschini, 2006: 1), pek çok ülkede yetersiz
sağlık insan gücü ve insan gücünün dengesiz dağılım prob‐
lemleri bulunmaktadır. Teorik olarak insan gücü sayısı, sağlık
sektörü için politika belirleyiciler tarafından talebe göre belir‐
lenmelidir. Uygulamada ise, insan gücünün yetiştirilmesinde‐
ki değişimler ve sağlık personelinin eğitimi ve istihdamı ara‐
340
sındaki uzun dönemli gecikme gibi çok sayıda faktör süreci
etkileyebilmektedir (Fritzen, 2007: 2).
Özet olarak sağlık sektöründe insan gücünün, hizmet su‐
num kalitesi, mesleki beceri ve değişen koşullara uyum sağla‐
yabilme esnekliği açısından yeterli olması gerekmektedir.
Bunun yanı sıra etkili ve verimli bir sağlık hizmeti sunulabil‐
mesi için, yeterli nicelik ve nitelikte sağlık personelinin doğru
zamanda ve doğru yerde istihdam edilmesi gerekir (Sağlık
Bakanlığı, 2011:vi). Dolayısıyla sağlık insan gücünün dengeli
dağılımı, önemli bir husus olarak ele alınmalıdır. Ülkeler ara‐
sında ve içinde görülen sağlık insan gücünün dengesiz dağı‐
lımı, dünya çapında uzun süreden beri bilinen temel problem‐
ler arasında yer almaktadır (Dussault ve Franceschini, 2006: 1).
Sağlık insan gücünün dengesiz dağılımı, sağlık hizmetlerinin
kalitesinin düşmesi, verimliliğinin azalması, hastanelerin ka‐
panması, bekleme sürelerinin artması, personel başına düşen
yatak sayılarının azalması veya eğitimli bireylerin yetersiz
kullanımı gibi pek çok probleme neden olmaktadır. Sağlık
insan gücü dengesizliği, genellikle beş temel kategori çerçeve‐
sinde sınıflandırılmakta veya ele alınmaktadır: 1) Mesle‐
ki/uzmanlık dengesizlikleri, 2) Coğrafi dengesizlikler, 3) Ku‐
rumsal ve hizmet dengesizlikleri, 4) Kamu/özel dengesizlikleri
ve 5) Cinsiyete ilişkin dengesizlikler (Zurn vd., 2002: 1‐2). Bu
çalışmada Türkiye’de ve Almanya’da sağlık insan gücü ile
ilgili temel bazı göstergeler dikkate alınarak, sağlık insan gü‐
cünün niceliksel yeterliliğini ve farklı kategorilerdeki sağlık
profesyonellerinin sayısal dengesini (profesyonel beceri karı‐
şımı yeterliliği/skill mix) karşılaştırmalı olarak incelemek ve
ülkelerde görülen mevcut durumu ortaya koymak amaçlan‐
mıştır.
341
Yeterli Sayı ve Nitelikte Sağlık İnsan Gücü
Sağlık insan gücündeki dengesizlikleri ‐ eksiklik ve fazlalık
düzeyini ‐ ölçmede, kadro boşluk oranları, reel ücret artışı,
getiri oranı ve nüfus başına sağlık personeli oranı gibi çeşitli
göstergeler bulunmaktadır. Bunlardan, hekim/nüfus oranı gibi
nüfus temelli göstergeler, sağlık insan gücü boyutunun belir‐
lenmesinde veya ölçülmesinde sıkça kullanılmaktadır (Zurn
vd., 2002: 32‐29).
Her ne kadar ekonomik, tarihi, siyasi, kültürel ve benzeri
nedenlerden dolayı ülkelerin birbirinden farklı olduğu ve
bundan dolayı sağlık profesyoneli ihtiyacını ortaya koymak
için bütün ülkeler için geçerli bir “altın standart”ın olmadığı
yaygın bir şekilde kabul ediliyorsa da, bu oranları standartlaş‐
tırmak için bazı girişimler de bulunulmaktadır. Örneğin,
DSÖ’ye göre, (WHO, 2006: xviii) bazı temel sağlık müdahale‐
leri düzeyine erişmek için 1.000 kişiye minimum 2,28 sağlık
çalışanı (hekim, hemşire ve ebe dahil) düşmesi gerektiği belir‐
tilmektedir. Diğer taraftan, benzer sosyo‐ekonomik düzeydeki
ülkeler veya Avrupa Birliği ve İktisadi İşbirliği ve Gelişme
Teşkilatı (OECD) gibi ülke gruplarının ortalamaları, karşılaş‐
tırma için birer kriter olarak kullanılabilmektedir. Bu kriterler,
Türkiye’de de sağlık insan gücü yönetimi alanında kullanıl‐
maktadır. Bu çalışmada Türkiye’nin ve Almanya’nın sağlık
insan gücü sayıları karşılaştırılırken yukarıda sözü edilen eşik
değer, OECD ve/veya AB ortalaması dikkate alınmıştır.
Türkiye’de ve Almanya’da 2000 ile 2011 yılları arasında
100.000 kişiye düşen hekim sayısındaki değişim, Grafik 1’de
verilmiştir. Türkiye’de bu sayı 2000 yılında 132 iken, 2011
yılına gelindiğinde yaklaşık 170’e ulaşmıştır. Türkiye’de
100.000 kişiye düşen toplam hekim sayısı 1990’ların başında
yaklaşık 100 kişinin altında iken (euro.who.int, 2014) özellikle
342
2000’li yıllardan itibaren önemli artışlar göstererek, OECD
verilerine göre 2013 yılında 174’e ulaşmıştır. Ülkede 2000’li
yıllardan önce görülen toplam hekim sayısındaki düşüklüğün
en önemli nedenleri arasında, tıp fakültelerine alınan öğrenci
sayısının uzun yıllar ortalama 5.000’in altında sabit tutulmuş
olması olduğu ortaya çıkmaktadır. Ancak 2003 yılından bu
yana, Sağlık Bakanlığı tarafından sağlık reformları kapsamın‐
da gerçekleştirilen çeşitli çalışmalar sonucunda nüfus başına
düşen personel oranlarındaki iyileşmelerle birlikte, hekim
sayısındaki eksiklikler de giderilmeye çalışılmaktadır. Türki‐
ye’de tıp fakültelerinin kontenjanları son yıllarda hızlı bir artış
göstermekte olup, 2008 yılında 6492 öğrenci iken 2012’de
8453’e ulaşmıştır (Sağlık Bakanlığı, 2011: 23).
Almanya’da 100.000 kişiye düşen hekim sayısı sürekli
olarak artış göstermiş ve 2000 yılında 326,04 iken 2011 yılında
382,36’ya ulaşmıştır. Verilere göre, Almanya’daki hekim sayı‐
sının Türkiye’nin iki katından fazla olduğu ifade edilebilir.
Almanya Federal Sağlık Bakanlığı görüşüne göre
(bmg.bund.de, 2005) Almanya’daki bu durum, genel olarak
ülkedeki eğitim sisteminden kaynaklanmaktadır. Eğer bir kişi
akademik olarak yeterlilikleri karşılıyorsa, onun tıp fakültesi‐
ne girme olasılığı yasal olarak garanti edilmektedir (Kabene,
2006: 8). Ancak bu durum, hekim sayısının gereğinden fazla
olmasına neden olarak hekimlerin ciddi bir işsizlik problemiy‐
le karşı karşıya kalmalarına neden olmuştur. İstihdam edile‐
memelerinden dolayı 2001 yılında hekimlerin %2,1’i başka bir
ülkeye (Norveç, İsveç ve Birleşik Krallık gibi) çalışmak ama‐
cıyla gitmişlerdir (Kabene, 2006: 8).
Ülkelerde sağlık insan gücünde gözlenen sayısal artış,
personel‐nüfus oranında da artışla sonuçlanmıştır. Ancak
OECD ülkeleri ile karşılaştırıldığında, Türkiye’deki personel‐
343
nüfus oranları düşük kalmaktadır. Türkiye’de 2013 yılında
100.000 nüfusa düşen hekim sayısı 174 iken, 2013 yılı Dünya
Sağlık Örgütü (DSÖ) Avrupa Bölge ortalaması 331’dir. Dünya
ortalamasında ise 100.000 kişiye düşen hekim sayısı 141’dir.
Avrupa Birliği ortalaması ise 325’dir. Bu açıdan bakıldığında
100.000 kişiye düşen toplam hekim sayısı açısından Türkiye
dünya ortalamalarının üzerinde olup, AB ortalamasının yakla‐
şık yarısı kadardır (saglik.gov.tr, 2013) (bkz. Grafik 2). Dolayı‐
sıyla Türkiye’de sağlık insan gücünün sayısal trendinin, DSÖ
eşik değerinin gerisinde olduğu ortaya çıkmaktadır. Alman‐
ya’da hekim, diş hekimi ve hemşire sayısı, üyesi olduğu Av‐
rupa Birliği ülkelerinin üzerinde seyretmektedir (Busse ve
Blümel, 2014: 172).
Hemşire sayıları incelendiğinde, her iki ülkede de yıllar
içinde sayısal bir artış görülmektedir. Almanya’daki artış özel‐
likle 2005 yılından sonra daha keskin olmuştur. Türkiye’de
100.000 kişiye düşen hemşire sayısı, 2000 yılında 173 iken;
2011’e gelindiğinde 238’e çıkmıştır. Almanya’nın 100.000 kişi‐
ye düşen hemşire sayısı, 2000‐2011 yılları arasında sürekli bir
artış göstererek 2000‐2011 yıllarında 978,25’den 1154,33’e yük‐
selmiştir (data.euro.who.int, 2014) (Grafik 3).
Türkiye’de ve Almanya’da 2000 ile 2011 yılları arasındaki
hekim ve hemşire dışı sağlık çalışanlarının 100.000 nüfusa
düşen dağılımları Tablo 1’de verilmektedir. Türkiye’de
100.000 kişiye düşen ebe sayısı yıllar itibariyle genel olarak bir
artış gösterse de, hemşirelerle kıyaslandığında artış çok daha
düşüktür. 100.000 kişiye düşen ebe sayısı, 2000 yılında yakla‐
şık 65 iken; 2011 yılında 70’e ulaşmıştır. Almanya’daki ebe
sayısı ise 18,25’den 23,23’e çıkmıştır (data.euro.who.int, 2014).
Türkiye’de 100.000 kişiye düşen diş hekimi ve eczacı sayı‐
ları, 2000‐2011 yılları arasında diğer sağlık çalışanlarına kıyas‐
344
la daha az bir artış göstermiştir. Diş hekimlerinde bu sayı 2000
yılında 24,76’dan 2011’de 28,43’e çıkarken, eczacılarda ise
yıllar içinde dalgalı bir trend yaşanmış ve gelinen noktada bu
sayı 2000’de 34’den 2011 yılında 35 olarak belirlenmiştir. Al‐
manya’da da yıllar itibariyle artışlar yaşanarak diş hekimi
sayısı 73’den 80’e, eczacı sayısı da 58’den yaklaşık 62’ye ulaş‐
mıştır (data.euro.who.int, 2014).
Bir ülkedeki hekim, hemşire ve ebe sayılarının yeterli
olup olmaması, o ülkede anne ölümü, bebek ölümü ve beş yaş
altı ölüm oranlarındaki değişimde önemli bir role sahiptir. Bir
ülkedeki sağlık insan gücü yoğunluğunun (hekim, hemşire ve
ebe), özellikle anne ölüm oranını diğer iki göstergeye göre
yani bebek ölüm hızı ve beş yaş altı ölüm hızına göre çok daha
fazla etkilediği belirlenmiştir (Anand ve Bärnighausen, 2004:
1607). Bunun nedeni, büyük olasılıkla nitelikli ve yeterli sağlık
insan gücünün, annelerde risk yaratabilecek durumlarla daha
iyi mücadele edebilmeleridir. Dolayısıyla yeterli sayı ve nite‐
likte sağlık insan gücünün, anne ölüm oranlarını önemli ölçü‐
de azalttığı ortaya çıkmıştır. Bu yaklaşımın doğruluğu, Türki‐
ye ve Almanya anne ölüm oranlarına bakıldığında daha iyi
ortaya çıkmaktadır. Örneğin OECD (2013) verilerine göre 2012
yılında sağlık insan gücü sayısı Türkiye’den yaklaşık 2 kattan
daha fazla olan Almanya’da anne ölüm oranı, 100.000 canlı
doğumda 4,6 iken, Türkiye’de bu oran 15,4 olarak hesaplan‐
mıştır (dx.doi.org, 2013).
Profesyonel Becerilerin Dağılımındaki Dengesizlikler
Mesleki becerilerin dağılımı, bir ülkenin ihtiyaçları bakımın‐
dan farklı sağlık insan gücü tipleri arasında becerilerin karışı‐
mının uygunluğu şeklinde ifade edilebilir. Bu çalışmada iki
ana profesyonel becerideki dengesizlik türü üzerinde durul‐
345
maktadır. Bunların ilki hekim ve hemşireler arasında, ikincisi
de uzman hekim ve genel pratisyenler arasındadır.
Yıllar itibariyle Türkiye’de sağlık insan gücü sayılarında
bir artış gözlenmesine rağmen, sağlık profesyonelleri arasında
önemli düzeyde bir dengesizlik söz konusudur. Örneğin,
2000’den 2011 yılına kadar hekim sayısı yaklaşık 1,27 kat artış
göstermiştir. Fakat hemşire sayısı yıllar itibariyle artış gösterse
de, hekim sayısının çok gerisinde kalmıştır.
Türkiye’deki sağlık insan gücünün, beceri dağılımına
(personel oranları) bakıldığında 2011 yılında (ya da en yakın
yıl) Türkiye’de bir hekime 0,99 hemşire düşmektedir. Alman‐
ya’daki hekim hemşire oranı 2,96’dır. OECD oranı ise 2,81
olarak kaydedilmiştir. OECD ülkeleri ile karşılaştırıldığında,
OECD’de hekim başına düşen hemşire sayısı Türkiye’dekinin
yaklaşık 2,5 katı üzerinde olup, Almanya’nın gerisinde sey‐
retmektedir (bkz. Grafik 4, dx.doi.org, 2013).
Türkiye’de hemşire sayısı, hekim sayısı ile karşılaştırıldı‐
ğında çok düşüktür ve bu durum, sağlık hizmetlerinin sunu‐
munu olumsuz yönde etkilemektedir. Örneğin, hemşire sayı‐
sının yetersiz olması, mevcut hemşireler üzerindeki iş yükünü
artırarak hemşireler üzerinde ve hastalar üzerinde olumsuz
sonuçlar yaratabilmektedir. Hemşireler üzerindeki sorunların
başında iş doyumunda azalma, performans düşüklüğü ve
personel devir oranlarında artış gelmektedir. Hastalar üzerin‐
deki olumsuz sonuçlar ise, mortalite artışı, hastalarda yara‐
lanmalar (düşmeler sonucu), enfeksiyon oranlarında ve hasta
memnuniyetliğinde artıştır (Carayon ve Gurses, 2008).
Hekimlerin sayısal durumunun yanı sıra farklı hekim ka‐
tegorileri arasındaki karmaşa da, mevcut ve gelecekteki sağlık
hizmetlerinin arzı üzerinde önemli etkilere sahiptir. Genel
pratisyenler ve uzman hekimler arasındaki hekim işgücü den‐
346
gesi, son yıllarda uzman hekimlerin sayısında görülen hızlı
artışla birlikte hem Türkiye’de hem de Almanya’da oldukça
değişmiştir. Örneğin, 2008 yılında Türkiye’de uzman hekimle‐
rin yüzdesi %60 iken, 2009 yılında %63,7; 2010 yılında %66,7
ve 2011 yılında %66,8’e yükselmiştir. Benzer şekilde Alman‐
ya’da da 2008 yılında uzman hekimlerin yüzdesi 56,7 iken, bu
değer yıllar geçtikçe artmış ve 2009 yılında %56,9; 2010 yılında
%58, 2011 yılında ise %58,1’e ulaşmıştır (dx.doi.org, 2009,
2010, 2011, 2012). Yapılan sağlık hizmeti araştırmalarında ge‐
nel pratisyenlerin maliyet etkililiğinin öneminin vurgulanma‐
sına rağmen, OECD ülkelerinde tüm hekimler içinde genel
pratisyenlerin oranı %30’ları geçememektedir. Türkiye’de ve
Almanya’daki uzman hekim ve genel pratisyen hekim yüzdesi
Grafik 5’de verilmiştir. Türkiye’de toplam hekim sayısı içinde
genel pratisyenlerin yüzdesi %33,2 iken, Almanya da yaklaşık
%42’dir (OECD, 2013: 67).
OECD ülkeleri ve Almanya ile karşılaştırıldığında, ger‐
çekleştirilen analizler gösteriyor ki, Türkiye’de uzman hekim
ve genel pratisyen hekim arasındaki ve hemşireler ve hekimler
arasındaki dengesiz dağılımın iki kat olduğunu göstermekte‐
dir. Aktif olarak çalışan hekimlerin sadece yarısı, genel pratis‐
yenlerden (uzmanlık eğitimi alan 17.000 asistan hekimi ve
hastanelerde ve acil hizmetlerde hizmet veren 10.000 hekimi
içermekte) oluşmaktadır (Sağlık Bakanlığı, 2007: 14). Yani
Türkiye’de tüm hekimlerin sadece dörtte biri, aktif olarak
birinci basamak sağlık hizmetlerinde çalışmaktadır (Vujicic,
2009: 18). Bu verilere dayalı olarak sağlık çalışanlarının fonk‐
siyonel dağılımının yetersiz olduğu söylenebilir. Örneğin;
uzman hekimlerin çok fazla olduğu ülkelerde, uzman hekim‐
ler daha karmaşık hastalıkları bulunan, tedavisinde özel
ekipman ve teknoloji gerektiren hastaları tercih etmektedirler.
347
Bu durum ise sağlık sistemlerinin kentsel ve hastane odaklı
hale gelmesine sebep olmaktadır (Hall, 2014).
Göreli düşük hemşire yoğunluk oranı, bir hemşire tara‐
fından yapılması gereken bazı klinik görevlerin hekimler tara‐
fından gerçekleştirilmesine neden olmaktadır ki bu durum
mesleki becerilerin verimsiz kullanılmasına yol açmaktadır.
Ayrıca Türkiye’nin göreli yüksek bebek ölüm oranı, birinci
basamak sağlık hizmetlerine ve bu hizmetleri veren hemşirele‐
re odaklanılması ihtiyacına işaret etmektedir (Vujicic vd., 2009:
18; Sağlık Bakanlığı, 2007: 14). Maaş farklılıkları ve hekim
kaynaklarını daha etkin bir şekilde tahsis etme ihtiyacı göz
önüne alındığında, bu düşük oran, Türkiye’de insan kaynak‐
larının etkililiği önünde büyük bir kısıtlama olarak değerlen‐
dirilebilir (Sağlık Bakanlığı, 2007: 14).
DRESS (2013) tarafından ortaya konulan bir çalışmada,
bir ülkede uzman hekim sayısının genel pratisyen hekim sayı‐
sına göre daha fazla olmasını etkileyen pek çok faktör bulun‐
maktadır. Çalışma koşulları ve mesleki saygınlık gibi faktörle‐
rin de hekimlerin tercihlerini etkilemelerine rağmen, uzman‐
laşmayı güdüleyen temel unsurlardan birisi finansal kazançtır.
Uzman hekimler, genel pratisyenlere göre daha iyi kazanmak‐
tadırlar. Ülkelerde görülen uzman‐genel pratisyen hekim
dengesizliği tıp fakültelerinin sayılarının çoğaltılması ya da
genel tıbbın (general medicine) çekiciliğinin artırılması yoluy‐
la giderilmeye çalışılmaktadır (OECD, 2013: 66).
Sağlık sektöründe istihdam edilen hemşire ve ebelerin
farklı düzeylerde eğitim almış olmaları ve buna rağmen aynı
statüde istihdam ediliyor olmaları, beceri dağılımı açısından
önemli bir diğer konudur. Değişik düzeylerde hemşirelik ve
ebelik eğitimi almış personeli, birbirinden ayırt edecek bir
sistem henüz kurulamamıştır. Aktif çalışan mevcut hemşire ve
348
ebeler; 4 yıllık üniversite, 2 yıllık yüksekokul, açık öğretim
(yalnızca sağlık meslek lisesi mezunlarına yönelik), 18 aylık
kurs ve sağlık meslek lisesi mezunlarından oluşmaktadır. Tüm
bu farklı eğitimlere sahip hemşire ve ebeler, aynı kategoride
değerlendirilmektedir ki bu durum mesleklerin gelişimini
etkilemektedir (Sağlık Bakanlığı, 2011: 26).
Sonuç
Gerçekçi olmayan ve yetersiz sağlık hizmeti ve sağlık insan
gücü planlamalarının yapılması, sağlık sisteminin hizmet kali‐
tesini düşürmekle beraber işleyişine de zarar vermektedir.
Bunun dışında maliyetler artmakta ve sağlık için ayrılan kay‐
nakların dengesiz dağılımına da neden olunmaktadır. Bu du‐
rum, toplumun ihtiyaç duyduğu yerde ve zamanda ve hak
ettiği nitelikte sağlık hizmeti almasını güçleştirmektedir. Tüm
bu nedenler göz önünde bulundurulduğunda; devlet tarafın‐
dan gerçekçi, uygulanabilir, kısa, orta ve uzun vadeli sağlık
insan gücü planlamalarının yapılması, temel ve yönetsel bir
zorunluluk haline gelmektedir (YÖK, 2010: 3‐4). Türkiye’de
kaynağın uygun kullanımı yönünden sağlık çalışanlarının
farklı kategorilerdeki sağlık profesyonellerinin sayısal denge‐
sinin (profesyonel beceri karışımı yeterliliklerinin/skill mix) ve
sağlık insan gücünün nicel olarak desteklenmesi aciliyet gös‐
termektedir. Bu nedenle makro ve mikro düzeyde sağlık insan
gücü planlamasının, ülkedeki demografik ve ekonomik gös‐
tergelerin, işgücü çeşitliliğinin, toplumun sağlık gereksinimle‐
rinin ve sağlık hizmeti kullanım düzeylerinin en iyi şekilde
analiz edilerek yapılması gerekmektedir.
349
Kaynaklar
ANAND, S, BÄRNIGHAUSEN, T. (2004), Human Resources and
Health Outcomes: Cross‐Country, Lancet, 364 (9445), 1603‐09
BUNDESMINISTERIUM FÜR GESUNDHEIT (2005), Information on
Medical Training in the Federal Republic of Germany, URL: http:/ /
www.bmg.bund.de/ cln_041/ nn_617014/ EN/ Health/ health
node, param=.html_nnn=true (30.12.2014)
BUSSE, R., BLÜMEL, M. (2014), Germany: Health System Review,
Health Systems in Transition, 16(2), 1–296
CARAYON, P, GURSES, A. P. (2008), Nursing Workload and Patient
Safety‐
A
Human
Factors
Engineering
Perspec‐
tive, İçinde: (Ed). Patient Safety and Quality: An Evidence‐
Based Handbook for Nurses (Ed. Hughes R.G.), Rockville
(MD): Agency for Healthcare Research and Quality
(US), URL:http://www.ahrq.gov/qual/nurseshdbk (29 Aralık
2014).
DAVIAUD, E, CHOPRA, M. (2008), How Much İs Not Enough? Hu‐
man Resources Requirements for Primary Health Care: A
Case Study from South Africa, Bull Word Health Organ, 86(1),
46‐51
DELOITTE (2012), Türkiye Sağlık Sektörü Raporu
DREES (2013), Direction de la recherche, des études, de l’évaluation
et des statistiques, Document de travail, Série statistiques, 179
DUSSAULT, G. ve FRANCESCHINI, M. C. (2006), Not Enough
There, Too Many Here: Understanding Geographical
İmbalances İn The Distribution of the Health Workforce, Hu‐
man Resources for Health, 4 (12), 1‐16
FRITZEN, Scott A. (2007), Strategic Management Of The Health
Workforce In Developing Countries: What Have We Learned?
Human Resources for Health, 5(4), 1‐9
HALL, T. L. (2014), Why Plan Human Resources for Health? URL:
http://www.who.int/hrh/en/HRDJ_2_2_01.pdf (30.12.2014)
KABENE, S., ORCHARD, C., HOWARD, J. M., SORİANO, M. A.,
LEDUC, R. (2006), The Importance Of Human Resources
350
Management In Health Care: A Global Context, Human Re‐
sources for Health, 4(20), 1‐17
OECD (2009), Health at a Glance 2009, OECD Indicators, OECD Pub‐
lishing, DOI: 10.1787/health_glance‐2009‐en (23.12.2014)
OECD (2010), Health at a Glance Europe 2010, OECD Publishing,
URL: http://dx.doi.org/10.1787/health_glance‐2010‐
en (23.12.2014)
OECD (2011), Health at a Glance 2011, OECD Indicators, OECD Pub‐
lishing,
URL: http://dx.doi.org/10.1787/health_glance‐2011‐
en (23.12.2014)
OECD (2012), Health at a Glance Europe 2012, OECD Publishing,
URL: http://dx.doi.org/10.1787/9789264183896‐en (23.12.2014)
OECD (2013), Health at a Glance 2013, OECD Indicators, OECD Pub‐
lishing, URL: http://dx.doi.org/10.1787/health_glance‐2013‐en
(23.12.2014)
T.C. SAĞLIK BAKANLIĞI (2007), Sağlıkta İnsan Kaynakları Mevcut
Durum Analizi, Ankara
T.C. SAĞLIK BAKANLIĞI (2011), Sağlıkta İnsan Kaynakları 2023
Vizyonu, Ankara
T.C. Sağlık Bakanlığı (2013), Sağlık İstatistikleri Yıllığı, Ankara
VUJICIC, M., SPARKES, S., MOLLAHALİLOĞLU, S. (2009), Health
Workforce Policy in Turkey: Recent Reforms and Issues for
the Future, Hnp Dıscussıon Paper, World Bank, Washington
DC
WHO (2006), Working Together for Health, World Health Report,
Genava
WHO Regional Office for Europe (2014), European Health for All
Database (HFA‐DB), URL: http://data.euro.who.int/hfadb/
(03.12.2014) Office for Europ
YÖK (2010), Türkiye de Sağlık Eğitimi ve Sağlık İnsangücü Durum
Raporu, YÖK Yayın No: 2010/1, 3‐4
ZURN, P., DAL, P. M., STİEWELL, B., ADAMS, O. (2002), Imbalances
in The Health Workforce, Briefing paper, World Health Or‐
ganization, Geneva
351
Grafikler
Grafik 1. 100.000 Kişiye Düşen Hekim Sayısı
Kaynak: WHO European Health for All Database, 2014
Grafik 2. 100.000 Kişiye Düşen Toplam Hekim Sayısının Ulus‐
lararası Karşılaştırması, 2013
Kaynak: Sağlık Bakanlığı Sağlık İstatistik Yıllığı, 2013
352
Grafik 3. 100.000 Kişiye Düşen Hemşire Sayısı
Kaynak: WHO European Health for All Database, 2014.
353
Tablolar
Tablo 1. 100.000 Kişiye Düşen Ebe, Diş Hekimi
ve Eczacı Sayısı
Türkiye
Yıllar
100.000
Kişiye
Düşen
Ebe
Sayısı
Almanya
100.000
Kişiye
Düşen
Diş
Hekimi
Sayısı
100.000
Kişiye
Düşen
Eczacı
Sayısı
100.000
Kişiye
Düşen
Ebe
Sayısı
100.000
Kişiye
Düşen
Diş
Hekimi
Sayısı
100.000
Kişiye
Düşen
Eczacı
Sayısı
2000
64,74
24,76
34,13
18,25
73,45
58,29
2001
64,01
24,68
33,96
18,22
73,91
57,92
2002
62,84
24,8
33,77
19,4
74,02
58,63
2003
62,3
26,53
33,45
19,39
74,81
58,11
2004
63,83
26,42
33,38
20,61
75,33
57,97
2005
63,5
26,47
33,19
20,61
75,58
58,28
2006
64,1
26,42
33,35
20,64
75,92
59,16
2007
66,83
27,31
33,97
21,88
76,57
60,21
2008
66,66
27,91
34,65
21,92
77,37
60,77
2009
68,51
28,58
34,98
23,21
78,52
60,94
2010
68,83
29,3
36,24
23,24
79,47
61,9
2011
69,93
28,43
35,15
23,23
80,1
61,94
Kaynak: WHO European Health for All Database, 2014
354
Türkiye ve Almanya Sağlık Harcamalarının
Karşılaştırmalı Analizi
Gülbiye YENİMAHALLELİ YAŞAR, Okan ÖZKAN,
Pınar DOĞANAY PAYZİNER, İzzet AYDEMİR, İsmail AĞIRBAŞ,
Marly SHWENDLER ve Patrick DA‐CRUZ
Giriş
Ankara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Sağlık Kurum‐
ları Yöneticiliği Bölümü, 2014 yılının Türk‐Alman Bilim Yılı
ilan edilmesi vesilesiyle, 16‐18 Mayıs 2014 tarihleri arasında
TÜBİTAK desteği ile Ankara‐Beypazarı’nda “Değişen Sağlık
Sistemlerinin Hastane Yönetim Yapısına Etkileri: Almanya ve
Türkiye nin Karşılaştırmalı Analizi Çalıştayı”nı gerçekleştir‐
miştir. Çalıştay, Almanya Neu Ulm Uygulamalı Bilimler Üni‐
versitesi Sağlık Hizmetleri Yönetimi Bölümü ile birlikte dü‐
zenlenmiştir.
Çalıştay’da, Türkiye ve Almanya sağlık sistemlerindeki
değişimi ortaya koyabilmek amacıyla bir teorik analiz çerçeve‐
si kullanılmıştır. Bu teorik analiz çerçevesi, Birleşik Devletler
Uluslararası Kalkınma Dairesi’nin (United States Agency for
International Development‐USAID) sağlık sistemlerini anlama
ve güçlendirme amacıyla geliştirdiği değerlendirme yaklaşı‐
mıdır (healthsystemassessment.com, 2012). Bu yaklaşım kap‐
samında Türkiye ve Almanya sağlık sistemleri; insan kaynak‐
ları, finansman ve sağlık hizmetleri sunumu olmak üzere üç
alt başlık altında grup çalışması yöntemiyle incelenmiştir.
355
Çalıştay’da sağlık finansmanı kapsamında Türkiye’deki ve
Almanya’daki durumu ortaya koyabilmek amacıyla yapılan
çalışmalar; sağlığa ayrılan finansal kaynakların miktarları ve
türleri, Sağlık Bakanlığı bütçesi ve harcamaları, sağlık sigortası
ve cepten sağlık harcamalarını içeren dört alt başlıkla ve yirmi
iki ölçüt değerlendirilerek ele alınmıştır. Bu makalede, yalnızca
“sağlığa ayrılan finansal kaynakların miktarları ve türleri” ile
ilgili alt başlık altında yapılan çalışmalar yer almaktadır.
Türkiye ve Almanya Sağlık Harcamalarına İlişkin
Genel Bilgiler
Sağlık sistemleri finansmanı, yaklaşık çeyrek yüzyıldır tüm
dünya ülkelerinin gündemindedir. Dünya ölçeğinde 1970’li
yılların ortalarından itibaren baş gösteren makroekonomik
daralma, gözlerin sağlık harcamalarının hızlı artışına çevril‐
mesine neden olmuştur. Bu nedenle sağlık hizmetleri için ye‐
terli ve adil bir şekilde kaynak yaratmak, mevcut kaynakları
daha verimli kullanmak, sağlık hizmetlerine erişimdeki finan‐
sal engelleri ortadan kaldırmak ve sağlık güvencesini tüm
nüfusa yaygınlaştırmak başta Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ)
olmak üzere, tüm dünya ülkelerinin gündemindedir. 2010 ve
2013 tarihli Dünya Sağlık Raporları’nın sağlık finansmanı
konusuna ayrılması, bu durumun en açık göstergesidir
(who.int, 2010; who.int, 2013).
DSÖ’ye göre 2010 yılında tüm dünyada sağlığa 6,5 trilyon
$ harcanmıştır ve sağlık harcamaları hem refah düzeyi hem de
sağlık durumu göstergeleri ile yakından ilişkilidir (who.int,
2012). Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, 2012
yılında Türkiye 75,6 milyonluk bir nüfusa sahiptir. Türkiye
ekonomisi 2012 yılında 1.416 Milyar TL (786,3 Milyon $) tuta‐
rında bir hacme sahiptir ve kişi başına düşen Gayrı Safi Yurtiçi
356
Hasıla (GSYH) düzeyi 10.459 $’dır. TÜİK’e göre Türkiye 2012
yılında toplam 72.820 Milyon TL (40.456 Milyon $) sağlık har‐
caması yapmıştır. Bu rakam GSYH’nin %5,4’üne denk düş‐
mektedir (Sağlık Bakanlığı Sağlık İstatistikleri Yıllığı, 2013‐
2014: 165).
Aralık 2011 verilerine göre 81,8 milyon nüfusa sahip olan
Almanya, 2012 yılında kişi başına yaklaşık 32.554 € GSYH’ye
sahiptir (Busse ve Blümel, 2014: 23). Federal İstatistik Bürosu
verilerine göre, 2012 yılında 300,4 milyar € toplam sağlık har‐
caması yapan Almanya’nın, servetinin (gelirinin) önemli bir
kısmını sağlığa ayırdığı görülmektedir (Busse ve Blümel, 2014:
107). Almanya’da toplam sağlık harcamalarının GSYH içinde‐
ki payı, %11,4 ile birçok OECD ve Avrupa Birliği ülkesinden
daha yüksektir. Almanya’da sağlık harcamaları, OECD sağlık
hesapları sistemine göre hesaplanmaktadır. Türkiye’de yalnız‐
ca 1999 ve 2000 yıllarına ait veriler bu sisteme göre hesaplan‐
mıştır. Her iki ülkenin sağlık finansman sistemi de ağırlıklı
olarak sosyal sigortacılık modeline dayanmaktadır.
Türkiye’de ve Almanya’da sağlık harcamalarını ele alan
bu çalışma; her iki ülkenin toplam sağlık harcamalarının
GSYH içindeki paylarının, kişi başına düşen sağlık harcaması
düzeylerinin, kamu sağlık harcamalarının toplam kamu har‐
camalarına oranlarının, kamu sağlık harcamalarının toplam
sağlık harcamalarına oranlarının ve cepten yapılan sağlık har‐
camalarının toplam sağlık harcamaları içindeki paylarının
değerlendirilmesi ile sınırlı tutulmuştur.
Çalışmada kullanılan veriler 1995‐2012 yıllarını kapsaya‐
cak şekilde seçilmiştir. Bu tercihin her iki ülke için nedenleri
farklıdır. Türkiye için nedeni, 2003 yılından bu yana uygu‐
lanmakta olan ve sağlık hizmetlerinin örgütlenmesi, sunumu,
finansmanı ve sağlık insan gücü ile ilgili politikaları topyekun
357
değiştiren Sağlıkta Dönüşüm Programı sonrası veriler ile kar‐
şılaştırma yapabilme olanağını sunmasıdır. Bu seçimin Al‐
manya için nedeni ise, Almanya sağlık sisteminde son on yılda
meydana gelen özellikle hastanelerin mülkiyet yapılarındaki
farklılaşmanın sonuçlarını karşılaştırabilme fırsatı tanımasıdır.
Türkiye’de ve Almanya’da Toplam Sağlık Harcamalarının
Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’ya Oranı
Türkiye’nin sağlık harcamaları verileri, ilk kez 1999 ve 2000
yılları için OECD ulusal sağlık hesapları (national health
accounts ‐ NHA) sistemine uygun olarak hesaplanmış (Sağlık
Bakanlığı Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı Hıf‐
zıssıhha Mektebi Müdürlüğü, 2004), böylece bu tarihten itiba‐
ren uluslararası karşılaştırmalara olanak tanınmıştır. Bu tarih‐
ten önceki hesaplamalar Sağlık Bakanlığı tarafından gerçekleş‐
tirilmiş olmakla birlikte1, NHA çalışması 1999 öncesi harcama‐
ların oldukça düşük hesaplandığını ortaya çıkarmıştır. 2000
yılından sonraki hesaplamalar ise TÜİK tarafından yapılmakta
olup, bu hesaplamalarda Avrupa İstatistik Bürosu Eurostat’ın
ölçütlerine uyulmaya çalışılmıştır.
Tablo 1, Türkiye’de ve Almanya’da toplam sağlık harca‐
malarının GSYH içindeki paylarını göstermektedir. Ancak
Türkiye için yapılacak olan değerlendirmelerde yukarıda be‐
lirtilen farklı metodolojilere dayalı hesaplamalar nedeniyle
temkinli olmakta fayda vardır. Bu uyarılar akılda tutulmak
1
1999 tarihinden önceki hesaplamalar için bakınız. Sağlık Bakanlığı: Türkiye
Sağlık Harcamaları ve Finansmanı 1992‐1996, Sağlık Projesi Genel
Koordinatörlüğü, 1998, Ankara. Sağlık Bakanlığı: Türkiye Sağlık
Harcamaları ve Finansmanı 1997, Sağlık Projesi Genel Koordinatörlüğü,
2001a, Ankara. Sağlık Bakanlığı: Türkiye Sağlık Harcamaları ve Finansmanı
1998, Sağlık Projesi Genel Koordinatörlüğü, 2001b. Ankara.
358
kaydıyla Tablo 1’e bakıldığında, Türkiye’de toplam sağlık
harcamalarının GSYH içindeki payının 1995 ile 2009 yılları
arasında sürekli bir artış içinde olduğu görülmektedir. 1995
yılında GSYH’nin yalnızca % 2,5’i düzeyinde olan toplam
sağlık harcamalarının, 2000 yılına gelindiğinde neredeyse iki
katına ulaştığı (% 4,9), 2008 ve 2009 yıllarına gelindiğinde ise
% 6,1’e çıktığı görülmektedir. Bu tarihten itibaren gerilemeye
başlayan oran, 2012 yılında %5,4 olarak gerçekleşmiştir.
Bazı yazarlara göre Türkiye sağlık harcamalarındaki artış,
sağlık hizmetlerine erişimdeki artışa ve hizmet sunuculara
ödeme yöntemlerindeki değişikliklere neden olan birçok re‐
form girişiminden kaynaklanmaktadır. Aynı yazarlar kamu
hizmet sunumunun ve cepten ödemeleri azaltan sağlık fi‐
nansman sisteminin de bu artışta rolü olduğunu düşünmekte‐
dirler (Tatar vd., 2011: 40). Başka bazı yazarlar ise, sağlık har‐
camalarının yaşamın son yıllarında arttığını öne sürerek sağlık
harcamalarının demografik değişim sonucu artacağını iddia
etmektedirler (Boyacıoğlu, 2012: 147‐158). Sağlık harcamala‐
rındaki artışa rağmen, Türkiye, sağlık harcamalarının GSYH
içindeki payı açısından OECD ülkeleri arasında en son sırada
yer almaktadır. 2012 yılında OECD ülkelerinde toplam sağlık
harcamalarının GSYH içindeki payı, ortalama %9,3 olarak
gerçekleşmiştir. Türkiye’den sonra en düşük harcama düzeyi‐
ne sahip ikinci OECD ülkesi %5,9 ile Estonya, en yüksek har‐
cama oranına sahip OECD ülkesi ise %16,9 ile ABD’dir (Sağlık
Bakanlığı, 2014: 166).
Almanya’da toplam sağlık harcamalarının GSYH içindeki
payı, 2012 yılında %11,3 olarak gerçekleşmiştir (Tablo 1). Bu
oranın 1995‐2012 yılları arasındaki gelişimine bakıldığında,
Almanya’nın toplam sağlık harcamalarının yaklaşık %1’lik bir
büyüme kaydettiği, en yüksek sağlık harcaması artışının ise
359
2008 yılından 2009 yılına geçildiğinde (%10,7’den %11,8’e)
gerçekleştiği gözlenmektedir. Almanya, OECD ülkeleri ara‐
sında en yüksek sağlık harcaması yapan ilk beş ülke arasında‐
dır (Sağlık Bakanlığı, 2014: 166).
Türkiye’nin ve Almanya’nın 2012 yılına ait GSYH içinde
toplam sağlık harcamaları payları karşılaştırıldığında, Türki‐
ye’nin %5,4 ile %11,3 olarak gerçekleşen Almanya’nın yarısın‐
dan bile daha az sağlık harcaması yaptığı görülmektedir. Bu
çalışmada, sağlık harcaması nedenlerine ayrıntılı olarak deği‐
nilmeyecek olmasına rağmen, Almanya ve Türkiye arasındaki
bu farkın büyük ölçüde sosyo‐ekonomik ve demografik farklı‐
lıklardan kaynaklandığı düşünülmektedir. Nitekim DSÖ de
refah düzeyi yüksek ülkelerin daha yüksek sağlık harcaması
yaptığını tespit etmektedir. Kişi başına düşen GSYH kıyaslan‐
dığında, Almanya ile Türkiye arasında yaklaşık dört katlık bir
fark gözlenmektedir. Ayrıca Almanya gelişmiş ülkelerin ço‐
ğunda gözlenen ve sağlık harcamalarını önemli oranda artır‐
dığı bilinen yaşlı nüfus oranı açısından da Türkiye’den daha
dezavantajlı durumdadır. TÜİK verilerine göre, 2012 yılında
Türkiye’de 65 yaş üstü nüfus, toplam nüfusun yalnızca
%7,5’ini oluşturmaktadır. Dolayısıyla Türkiye oldukça genç
bir nüfusa sahiptir. Oysa Almanya’da 65 yaş üstü nüfusun
toplam nüfusa oranı, 2011 yılında %20,7 ile Türkiye’nin nere‐
deyse üç katıdır (Busse ve Blümel, 2014: 3).
Türkiye’de ve Almanya’da Kişi Başına Düşen
Sağlık Harcaması
Türkiye’de satın alım gücü paritesi (SAGP) üzerinden kişi başı
sağlık harcamasının Dolar cinsinden değerine bakıldığında,
1995 yılında 173 $ olarak gerçekleşen harcamanın ilerleyen
yıllarda çarpıcı bir şekilde arttığı, 2012 yılında 1995’teki tutarın
360
5,7 katına ulaşarak, 984 $’a yükseldiği görülmektedir (Tablo
2).
Türkiye, SAGP üzerinden kişi başı sağlık harcamasının
Dolar cinsinden değeri dikkate alındığında, 2012 yılında yine
OECD ülkeleri arasında en son sırada yer almaktadır. 2012 yılı
için OECD ortalaması 3.484 $ ile Türkiye’deki rakamın yakla‐
şık üç buçuk katıdır. Türkiye’yi bu kez 1.048 $ ile Meksika
izlemektedir. OECD ülkeleri içerisinde SAGP bazında Dolar
cinsinden en yüksek kişi başı sağlık harcaması yapan ülke ise
8.745 $ ile yine ABD’dir (Sağlık Bakanlığı, 2014: 169).
Almanya’da SAGP üzerinden kişi başı sağlık harcaması‐
nın Dolar cinsinden değeri 1995 yılında 2.272 $ olarak gerçek‐
leşirken, iki katı aşan bir artış göstererek 2012 yılında 4.811 $
olarak gerçekleşmiştir. Almanya bu rakamla bu kez OECD
sıralamasında altıncı sıraya gerilemektedir. Ancak hala 3.484 $
olarak gerçekleşen OECD ortalamasının oldukça üzerindedir
(Sağlık Bakanlığı, 2014: 169).
Türkiye’nin ve Almanya’nın 2012 yılına ait verileri karşı‐
laştırıldığında, Türkiye’de SAGP üzerinden kişi başı sağlık
harcamasının Dolar cinsinden değerinin 984 $ ile Almanya’da
4.811 $ olarak gerçekleşen tutarın yaklaşık beşte biri kadar
olduğu gözlenmektedir.
Türkiye’de ve Almanya’da Kamu Sağlık Harcamalarının
Toplam Kamu Harcamalarına Oranı
Türkiye’de 1995 – 2012 dönemi incelendiğinde, kamu sağlık
harcamalarının toplam kamu harcamaları içindeki payının
1995 yılında %10,7 olarak gerçekleştiği, ancak 2000 ve 2003
yıllarında sırasıyla %9,8 ve %9,7’ye gerilediği gözlenmektedir
(Tablo 3). 2004 yılında tekrar %10,8’e yükselen oran, 2008 yılı‐
na kadar artış eğiliminde olmuş olup, 2008 yılında %12,8’e
361
yükselmiş ve 2008‐2012 yılları boyunca sabit kalmıştır. 1995
yılına kıyasla 2012 yılında %2’lik bir artış olduğu görülmekte‐
dir. Bu artışın, aynı dönem içerisinde sağlık harcamalarının
oldukça artmış olması ile ilişkili olduğu düşünülmektedir.
Almanya’da kamu sağlık harcamalarının toplam kamu
harcamaları içindeki payı incelendiğinde, 1995 yılında %15
olan oranın, 2012 yılında %4’lük bir artışla %19,1 olarak ger‐
çekleştiği görülmektedir (Tablo 3).
Türkiye’nin ve Almanya’nın 2012 yılına ait verileri karşı‐
laştırıldığında, kamu sağlık harcamalarının toplam kamu har‐
camaları içindeki payı, Türkiye’de %12,8 iken Almanya’da
%19,1 olarak gerçekleşmiştir. Türkiye’deki oranın Alman‐
ya’daki oranın üçte ikisi oranında gerçekleştiği, ayrıca 1995‐
2012 dönemi incelendiğinde Almanya’daki artışın Türki‐
ye’deki artıştan biraz daha fazla olduğu görülmektedir.
Türkiye’de ve Almanya’da Kamu Sağlık Harcamalarının
Toplam Sağlık Harcamalarına Oranı
Türkiye’de kamu sağlık harcamalarının toplam sağlık harca‐
maları içindeki payı, 1995 yılında %70,3 olarak gerçekleşmiştir
(Tablo 4). 2000 yılında yaklaşık %7’lik bir azalma görülmekte‐
dir. Bu azalma, Türkiye ekonomisinde 1999 ve 2001 yıllarında
görülen ekonomik daralmalar ile açıklanabilir. Nitekim bu
oran, 2003 yılından itibaren tekrar %70’lerin üzerine çıkmış,
2003 ve 2004 yıllarında sırasıyla %71,9 ve %71,2 olarak gerçek‐
leşmiştir. 2008 yılına kadar olan dönemde %3‐4 puan gerileye‐
rek % 68’ler civarında seyretmiştir. 2008 yılında tekrar %73’e
yükselen oran, en yüksek seviyesini 2009 yılında % 81 olarak
görmüştür. Daha sonra yine gerileyerek 2010 yılında %78,6’ya
düşmüştür. 2011 yılında 1 puan artarak %79,6’ya ulaşmış ol‐
masına rağmen, 2012 yılında tekrar gerileyerek %76,8’e düş‐
362
müştür. Türkiye’de kamu sağlık harcamalarının önemli bir
kısmı, Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından yapılmak‐
tadır. 2012 yılı verilerine göre SGK sağlık harcamalarının ka‐
mu sağlık harcamaları içerisindeki payı %73,1’dir
(Hamzaoğlu, 2013: 43).
Almanya’da kamu sağlık harcamalarının toplam sağlık
harcamaları içindeki payı, 1995 yılında %81,4 iken, 2004 yılın‐
da %77’ye gerilemiş ve bu tarihten itibaren %76‐77 aralığında
seyretmiştir (Tablo 4). DSÖ Avrupa Bölgesine üye ülkelerin
verilerine bakıldığında, Almanya bu oran ile ortalarda yer
almaktadır (Busse ve Blümel, 2014: 112). Tablo 4’te yer alma‐
makla birlikte, Almanya’nın 1990 yılında %76,2 olan toplam
sağlık harcamaları içinde kamu sağlık harcamalarının payının
1995 yılında %81,4’e çıkmış olmasının, zorunlu uzun dönem
bakım sigortasına yeni yardımların eklenmesinin sonucu ol‐
duğu belirtilmektedir. 1995 sonrasındaki azalmanın ise özel
finansman kaynaklarının göreli artışı ve vergilere dayalı har‐
camaların azalması ile açıklanmaktadır. Nitekim Almanya’da
1995‐2011 döneminde toplam sağlık harcamaları içindeki özel
finansman kaynaklarının %18,3’ten %23,5’e çıktığı vurgulan‐
maktadır. Öte yandan vergilerin toplam finansman kaynakla‐
rına oranı ise 1996 yılında %10,8 iken, 2012 yılında %4,8’e geri‐
lemiştir (Busse ve Blümel, 2014: xxiv, 110‐113). Almanya’da
toplam sağlık harcamalarının %57,4’ü sosyal sağlık sigortası
sistemine harcanmaktadır, dolayısıyla kamu harcamaları için‐
deki en büyük kalemi de oluşturmaktadır. Kamu sağlık har‐
camalarının ikinci önemli kalemini ise zorunlu uzun dönem
bakım sigortası oluşturmaktadır. Almanya’da kamu sağlık
harcaması payının azalmasında 1993 yılında uygulanmaya
başlanan zorunlu uzun dönem bakım sigortasının da etkili
olduğu belirtilmektedir. Nitekim bu uygulamadan sonra daha
363
önce ihtiyaç testi ve sosyal yardım yoluyla sağlanan uzun
dönem bakım, zorunlu sosyal sigorta kolu olarak sisteme ek‐
lemlenmiştir (Busse ve Blümel, 2014: xxiv).
Türkiye’nin ve Almanya’nın 2012 yılına ait verileri karşı‐
laştırıldığında, her iki ülkenin kamu sağlık harcamalarının
toplam sağlık harcamaları içindeki payının aynı olduğu gö‐
rülmektedir.
Türkiye’de ve Almanya’da Cepten Sağlık Harcamalarının
Toplam Sağlık Harcamalarına Oranı
Cepten harcamalar, birçok ülkede değişen boyutlarda sağlık
sistemi finansman aracı olarak kullanılmaktadır. Özellikle
düşük gelirli ülkeler açısından önemli bir finansman kaynağı
olan cepten harcamalar, finansal güvence sağlamadıkları için,
ülkelerin temel finansman politikaları ile ilgili sorunlarından
biridir (Özgen, 2008: 201‐228).
Türkiye’de cepten sağlık harcamalarının toplam sağlık
harcamaları içindeki payının 1995 – 2012 yılları arasında ol‐
dukça dalgalı bir seyir izlediği görülmektedir. 1995 yılında
%29,7 olan oran, özellikle Genel Sağlık Sigortası sisteminin
uygulanmaya başlandığı 2008 yılından itibaren oldukça düşük
seviyelere gerileyerek 2012 yılında % 15,4’e düşmüştür (Tablo
5). Ancak 1995‐2012 döneminde toplam sağlık harcamalarının
artışının cepten sağlık harcamalarının artışını aşması, oransal
gerilemeyi açıklayabilecek bir diğer nedendir. Nitekim
TÜİK’in harcamalara göre GSYH verilerine bakıldığında, hane
halkı tüketim harcamaları içinde sağlık harcamalarının payı‐
nın 1998’de %2,6’dan 2012’de %5,6’ya çıktığı görülmektedir.
Türkiye’de sağlık harcamalarının farklı yöntemlerle hesaplan‐
dığı dikkate alınarak, yıllar arasında kıyaslama yapmaktan
kaçınmakta yarar görülmektedir.
364
Bir araştırma, Türkiye’de sigortalıların cepten harcama
yapma olasılıkları ile cepten harcama miktarlarının 2003‐2009
yılları arasında arttığını, buna rağmen katastrofik sağlık har‐
camalarında azalma eğilimi görüldüğünü tespit etmiştir. Aynı
araştırmaya göre, hane halkı tüketim harcamalarında cepten
yapılan sağlık harcamaları payı da artmıştır (Yardım vd., 2014:
177‐192). Öte yandan 2003 ve 2006 yılı verilerini kullanan bir
başka araştırma, 2006 yılında hiç cepten harcama yapmadan
sağlık hizmeti alan hane sayısının arttığını göstermiştir. Araş‐
tırmaya göre cepten harcamaların payı ve düzeyi azalmıştır.
Bu durumun etkisi gelir düzeyine göre değişmekle birlikte,
cepten yapılan harcamaların azalması yüksek gelirli bireyler
lehinedir (Erus ve Aktakke, 2012: 337‐346).
Almanya’da cepten sağlık harcamalarının toplam sağlık
harcamaları içindeki payının 1995–2012 döneminde %10‐13
aralığında seyrettiği, 1995 yılında %10 olarak gerçekleşmişken,
2012 yılında 3 puanlık bir artışla %13’e yükseldiği görülmek‐
tedir (Tablo 5). Türkiye’nin ve Almanya’nın 2012 yılına ait
verilerinin birbirine yakın olması dikkat çekicidir.
Sonuç
Sonuç olarak, her iki ülkenin de sağlık hizmetlerini ağırlıklı
olarak sosyal sağlık sigortacılığına dayalı modeller ile finanse
etmelerine rağmen, gerek sosyo‐ekonomik farklılıklar ve ge‐
rekse demografik farklılıklar nedeniyle, sağlık harcama düzeyi
ve yapılarında önemli farklılıkların bulunduğu görülmektedir.
Her şeyden önce Almanya, sağlığa GSYH’sinden Türkiye’nin
ayırdığının iki katı kaynak aktarmaktadır. Kişi başı düşen
sağlık harcamasına bakıldığında ise bu fark beş kata ulaşmak‐
tadır. Almanya, toplam kamu harcamaları içinde ise sağlığa
neredeyse beşte bir oranında kaynak ayırmaktadır. Türki‐
365
ye’nin ve Almanya’nın birbirine en benzer harcama düzeyine
sahip olduğu veri, toplam sağlık harcamaları içinde kamu
sağlık harcamalarının payıdır. Cepten yapılan sağlık harcama‐
ları karşılaştırıldığında ise, Türkiye’nin Almanya’ya epey yak‐
laştığı görülmektedir.
Kaynakça
BOYACIOĞLU, E. Z. (2012), The Importance of Health Expenditures
on Sustainable Development. International Journal of Social
Sciences and Humanity Studies, 4 (2): 147‐158
BUSSE, R., BLÜMEL, M. (2014), Germany: Health System Review,
European Observatory on Health Systems and Policies, Health
Systems in Transition, 16 (2), 1‐296
ERUS, B., AKTAKKE, N. (2012), Impact of Healthcare Reforms on
Out‐of‐Pocket Health Expenditures in Turkey for Public
Insurees. The European Journal of Health Economics, 13(3):
337‐346
HAMZAOĞLU, O. (2013), Türkiye’de Sağlık Harcamaları Kim Kimin
İçin Harcıyor? ARPAT, H., SÖNMEZ, E., GÜVEN, O.,
YALÇIN, K. (Hrsg.), Sağlık(sızlık) Yıllığı 2013‐Sağlıkta
Yıkımın Güncesi‐, Yazılama Yayınları, İstanbul, 35‐51
SAĞLIK BAKANLIĞI, (1998), Türkiye Sağlık Harcamaları ve
Finansmanı 1992‐1996, Sağlık Projesi Genel Koordinatörlüğü,
Ankara
SAĞLIK BAKANLIĞI, (2001a), Türkiye Sağlık Harcamaları ve
Finansmanı 1997, Sağlık Projesi Genel Koordinatörlüğü, An‐
kara
SAĞLIK BAKANLIĞI, (2001b), Türkiye Sağlık Harcamaları ve
Finansmanı 1998, Sağlık Projesi Genel Koordinatörlüğü, An‐
kara
SAĞLIK BAKANLIĞI, (2004), OECD Sağlık Hesapları Sistemine Göre
Türkiye Ulusal Sağlık Hesapları 1999‐2000, Refik Saydam
Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı Hıfzıssıhha Mektebi
Müdürlüğü, Ankara
366
SAĞLIK BAKANLIĞI, (2014), Sağlık İstatistikleri Yıllığı 2013, Ankara
TATAR, M., MOLLAHALİLOĞLU, S., ŞAHİN, B., AYDIN, S.,
MARESSO, A., HERNANDEZ‐QUEVEDO, C. (2011), Turkey:
Health System Review, European Observatory on Health Sys‐
tems and Policies, Health Systems in Transition, 13 (6), 1‐186
USAID, (2012), Health System Assessment Approach: A How‐To
Manual, Version 2.0, http://www.healthsystemassessment.
com/wpcontent/uploads/2012/06/HSAA_Manual_Version_2_S
ept_2012.pdf (25.12.2014)
WHO, (2010), The World Health Report: Health Systems Financing.
The Path to Universal Coverage, Geneva
WHO, (2012), Spending on Health: A Global Overview, Geneva.
(http://www.who.int/mediacentre/factsheets/fs319/en/ (15. 12.
2014)
WHO, (2013), The World Health Report: Reaching for Universal
Health Coverage, Geneva
WHO, (2014), Global Health Observatory Data Repository,
(http://apps.who.int/gho/data/node.country.country‐
DEU?lang=en (29.12.2014)
YARDIM, M., ÇILINGIROĞLU, N., YARDIM, N. (2014), Financial
Protection in Health in Turkey: The Effects of the Health
Transformation Programme. Health Policy and Planning, 29
(2), 177‐192
367
Tablolar
Tablo 1: Türkiye’de ve Almanya’da Toplam Sağlık Harcama‐
larının GSYH’ye Oranları (1995‐2012) (%)
Yıllar
1995 2000 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012
Ülkeler
Türkiye 2,5 4,9 5,3 5,4 5,4 5,8 6,0 6,1 6,1 5,6 5,3 5,4
Almanya 10,1 10,4 10,9 10,7 10,8 10,6 10,5 10,7 11,8 11,6 11,2 11,3
Kaynak: OECD Health Statistics 2014
Tablo 2: Türkiye ve Almanya’da Kişi Başına Düşen Sağlık
Harcaması (SAGP ‐ $) (1995‐2012)
Yıllar 1995 2000 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012
Ülkeler
Türkiye 173 433 447 519 591 713 839 913 885 897 937 984
Almanya 2.272 2.681 3.097 3.165 3.363 3.572 3.720 3.973 4.227 4.427 4.610 4.811
Kaynak: OECD Health Statistics 2014.
Tablo 3: Türkiye’de ve Almanya’da Kamu Sağlık
Harcamalarının Toplam Kamu Harcamalarına Oranı (%)
(1995‐2012)
Yıllar
1995 2000 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012
Ülkeler
Türkiye 10,7 9,8 9,7 10,8 11,3 11,9 12,1 12,8 12,8 12,8 12,8 12,8
Almanya 15 18,3 17,7 17,4 17,7 17,9 18,4 18,6 18,7 18,6 19,1 19,1
Kaynak: WHO, Global Health Observatory Data Repository, 2014
(apps.who.int, 2014)
368
Tablo 4: Türkiye’de ve Almanya’da Kamu Sağlık Harcama‐
larının Toplam Sağlık Harcamalarına Oranı (%)
(1995‐2012)
Yıllar 1995 2000 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012
Ülkeler
Türkiye 70,3 62,9 71,9 71,2 67,8 68,3 67,8 73 81 78,6 79,6 76,8
Almanya 81,4 79,5 78,5 76,8 76,6 76,4 76,4 76,4 76,8 76,7 76,5 76,7
Kaynak: OECD Health Statistics 2014
Tablo 5: Türkiye’de ve Almanya’da Cepten Yapılan Sağlık
Harcamalarının Toplam Sağlık Harcamalarına Oranı (%)
(1995‐2012)
Yıllar
1995 2000 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012
Ülkeler
Türkiye 29,7 27,6 18,5 19,2 22,8 22 21,8 17,4 14,1 16,3 15,4 15,4
Almanya 10,0 11,4 12,1 13,5 13,5 13,7 13,6 13,3 13,1 13,1 13,1 13
Kaynak: OECD Health Statistics 2014
369
Türkiye ve Almanya’da Sağlık Kurumları
İşletmeciliği Eğitim Programları
Karşılaştırmalı Analizi
Kemal YAMAN ve Sabahattin TEKİNGÜNDÜZ
Giriş
Ekonomik kriz dönemlerinde bile büyüyen sağlık sektöründe
harcamalar, demografik değişim, tıbbi alandaki yeni bulgular,
teknolojik gelişmeler ve eczacılık alanındaki gelişmeler nede‐
niyle her geçen gün artmaktadır. Bundan dolayı sağlık sektö‐
ründeki kurumlar ve işletmelerin sundukları sağlık hizmetle‐
rinin sürdürülebilir olması önem arz etmektedir. Bu kurumla‐
rın ekonomik yönden iyi işletilmesi problemi, gittikçe tartış‐
maların merkezine yerleşmektedir. Türkiye’de çoğu üniversite
hastaneleri olmak üzere, devlet hastaneleri ve özel hastaneler,
finansal sıkıntıdan dolayı büyük zorluklar yaşamaktadırlar.
Türkiye’de hastanelerin karşı karşıya olduğu finansal sıkıntı‐
lar altyapı yatırımlarını olumsuz yönde etkileyerek, hizmetle‐
rin verimli ve etkili bir şekilde sunulmasına engel olabilmek‐
tedir. Sözü edilen sıkıntılar, bir yandan hastalara sunulan
hizmetin kalitesini olumsuz yönde etkilerken diğer yandan da
çalışanların iş tatminini, bağlılığını, güven duygusunu, moti‐
vasyonunu, adalet duygusunu ve örgüt ve iş psikolojilerini
olumsuz yönde etkileyerek, iş performanslarının düşmesine
yol açmaktadır. Bu noktadan bakıldığında, hastanelerde yöne‐
tim kademelerinde görev yapan kişilerin, sağlık kurumlarının
370
yönetimine özgü eğitim almış olmalarının önemi ortaya çık‐
maktadır. Hastane yönetim kadrolarına getirilecek kişilerin
üniversitelerin sağlık yönetimi/sağlık işletmeciliği bölümü
mezunları olmasının yanında, işletme/finans vb. bölümü me‐
zunu olup hastane yönetimi konusunda lisansüstü eğitim alan
kişiler olması, sistemin sağlıklı işlemesine anlamlı katkı sağla‐
yabilecektir. Nitekim Almanya’da hastane yönetiminde görev
yapan yöneticiler, sağlık kurumlarına yönelik spesifik eğitim
almak durumundadırlar. Böylece yeni ve daha iyi bir sisteme
geçiş süreci daha hızlı sağlanabilir. Alman özel sağlık sektörü‐
nün 2013 yılında 190 milyar Avro rezervi bulunurken
(Verband der Privaten Krankenversicherung, 2014), devlet
tarafından sağlanan zorunlu sağlık sisteminin ise 30 milyar
Avro rezerv kaynakları bulunmaktaydı (Bundesministerium
für Gesundheit, 2014). Almanya’da sunulan sağlık hizmetleri‐
nin kaliteli şekilde sunulmasında, finansal kaynakların yeterli‐
liğinin ve eğitimli yöneticilerin varlığının etkileri olduğu söy‐
lenilebilir. Bu sebeplerden dolayı bu çalışmada, Alman sağlık
sektörü örnek model olarak seçilmiştir.
Alman Üniversitelerinde Verilen Sağlık Kurumları
İşletmeciliği Eğitimi
Sağlık Kurumları İşletmeciliği’nin Almanya’daki dengi,
“Gesundheitsmanagement” veya “Gesundheitswirtschaft”
bölümüdür. Sağlık sektörünün giderek ekonomikleşmesi ve
karmaşıklaşması nedeniyle, işletme ve sağlık bilimleri alanla‐
rında bilgi ve beceriye sahip nitelikli uzman personele ihtiyaç
da artmaktadır. Bu yüzden Alman eğitim kurumları, söz ko‐
nusu kurumlar için gerekli olan kalifiye personel eğitmekte‐
dirler.
371
Almanya’da sağlık kurumları işletmeciliğine denk olan
‘Gesundheitsmanagement’ ve ‘Gesundheitswirtschaft’, lisans
ve yüksek lisans seviyesinde verilmektedir. Lisans eğitimi
genellikle üç yıllık bir zaman dilimini kapsarken, sadece bir
üniversitede dört yıl, bir diğerinde ise üç buçuk yıllık eğitim
verilmektedir. Yüksek lisans eğitimi iki veya iki buçuk yıl
sürmektedir (Tablo 1).
Alman üniversitelerinin sağlık kurumları işletmeciliğine
denk olan programlarının ders yapısı incelendiğinde, aşağıda‐
ki ana uzmanlaşma alanları ortaya çıkmaktadır (Tablo 2):
1. Sayısal Yöntemler
2. İşletme
3. Sağlık Bilimleri
4. Sigorta ve Hukuk dersleri (örneğin: iş hukuku, sosyal
hukuk, ticari hukuk ve medeni hukuk)
5. Bilgisayar Bilimi
6. İletişim becerileri (Soft Skills)
Programı veren Alman kurumlarının ders yapısı incelen‐
diğinde eğitimleri, sayısal yöntemler, işletme, sigorta ve hu‐
kuk, sağlık bilimleri, iletişim becerileri ve bilgisayar bilimi gibi
ders yapılarından oluştuğu görülmektedir. Örneğin; Duale
Hochschule Baden‐Würtemberg Stuttgart incelendiğinde,
işletme, iktisat, hukuk, matematik, istatistik, muhasebe ve
ayrıca iki alanda daha uzmanlaşma göze çarpmaktadır: Birin‐
cisi klinik yönetimi, ikincisi ise sağlık hizmetleri yönetimidir.
Her iki alanda sekiz ayrı ders, uzmanlık dersi olarak sunul‐
maktadır. Klinik yönetim ders kataloğunda ise aşağıdaki uz‐
manlaşma dersleri bulunmaktadır:
1. Klinik yönetimine giriş
2. Hastane finansmanı
3. Hastane muhasebesi
372
4. Hastanede Controlling
5. Hastanede personel yönetimi
6. Tıpta Controlling
7. Sağlık tesisleri yönetimi
8. Stratejik klinik yönetimi
İkinci uzmanlaşma alanı olarak, eczaneler, özel muaye‐
nehaneler, tıbbi ürünlerin satıldığı dükkânlar, sağlık sigortala‐
rı, ilaç üreticileri, laboratuvarlar, diş teknisyenleri ve tıbbi
cihaz üreticilerine yönelik sağlık hizmetleri yönetimi konu‐
sunda kısa süreli eğitimler verilmektedir.
Bu programdan anlaşıldığı üzere sağlık kurumları işlet‐
meciliğine denk olan programda, sağlık sektöründeki önemli
aktörler hakkında detaylı bilgi yanında, klinik veya hastane
yönetimi için gerekli bilgi ve beceri verilmektedir. Ayrıca;
hastalarla veya kurum içinde personel arasında meydana ge‐
lebilecek anlaşmazlıklar esnasında gerekli olacak iletişim bece‐
rileri için bilgi ve donanım eğitimi sunulmaktadır.
Alman üniversitelerinde sağlık kurumları işletmeciliği
program çıktıları incelendiğinde göze çarpan en önemli bulgu‐
lar aşağıdaki gibi listelenebilir:
Öğrenciler, sosyal politik alanlarda piyasa katılımcıla‐
rını ve para hareketlerini tanırlar.
İşletme alanında muhasebenin temelleri ve Controlling
dersi ön plandadır.
Tıp alanında ise öğrenciler, sık görülen hastalıkların
tedavi yöntemleri ve tıbbi etik konular hakkında bilgi
sahibi olurlar.
Finans matematiği, istatistiki bilgi ve beceri ile çatışma
yönetimi ve iletişimi, öğrencilere aktarılır.
373
Öğrenciler, sağlık sektöründe yönetim ve kontrol
görevleri için hazırlanırlar. Burada öne çıkan husus,
ürün gelişimi ve yeniliklerdir.
Özellikle pazarlama, organizasyon, personel ve iş
sağlığı yönetimi alanlarında öğrenciler, sağlık
kurumları yönetimine yönelik eğitim almaktadırlar.
Ayrıca, Alman üniversitelerindeki yüksek lisans ders
program seçimine bakıldığında, çok spesifik ders başlıklarının
seçildiği görülmektedir. Örneğin, Hochschule Osnabrück’de
insan kaynakları yönetimi, katma değer odaklı yönetim
(wertorientiertes Management), sağlık sistemleri finansmanı ve
düzenlemesi, stratejik finansal yönetim, kalite ve risk yöneti‐
mi, süreç yönetimi ve tedarik zinciri yönetimi gibi çok özel
ders başlıklarıyla mezunlarına hastane yönetimi için gerekli
kabiliyetler verilmektedir.
Türk Üniversitelerinde Verilen Sağlık Kurumları
İşletmeciliği Eğitimi
Sağlık kurumları yönetimi, sağlık sektöründe yaşanan hızlı ve
sürekli değişimden dolayı dinamik bir yapıya sahip olmak
zorundadır. Diğer bir deyişle, hızlı gelişmelere ayak uydura‐
bilmeleri için yöneticilerin, bilgi ve beceri yönünden yeterli
birikime sahip olmaları gerekmektedir. Özel ve devlet sağlık
kurumları sayısının gün geçtikçe artması, Türkiye’deki de‐
mografik değişim nedeniyle sağlık sektöründeki bakım ve
tedavi hizmet taleplerinin artmasından dolayı sağlık kurumla‐
rı yöneticilerinin kıt olan kaynakları daha etkin ve verimli
kullanmalarını zorunlu kılmaktadır. Sağlık hizmetleri ve tıbbi
terminoloji kavramlarını bilen, epidemiyolojik çalışmalara
önem veren, muhasebe, sağlık finansmanı, sağlık ekonomisi,
sağlık pazarlaması, sağlık hukuku gibi alanlarda bilgi ve bece‐
374
riye sahip mezunlar, profesyonel yöneticiliğe hazırlanma im‐
kanına kavuşurlar (Gazi Üniversitesi, 2014, Ankara Üniversi‐
tesi, 2014, Başkent Üniversitesi, 2014). Türkiye’de sağlık ku‐
rumları işletmeciliği veya sağlık kurumları yöneticiliği prog‐
ramları adı altında öğrencilere eğitim verilmektedir. Türk
üniversitelerinin tanıtım sayfaları incelendiğinde, sağlık re‐
formlarından, politikalarından, uygulamalarından ve sağlık
sektöründeki hızlı gelişmelerden dolayı sağlık kurumları iş‐
letmelerinin yönetiminde yeterli derecede beceri ve yeterliliğe
sahip mezunlara ihtiyaç duyulduğu ortaya çıkmaktadır.
Türkiye’de sağlık yönetimi alanında eğitim veren ilk yük‐
seköğretim kurumu, 1963 yılında Sağlık ve Sosyal Yardım
Bakanlığı (SSYB) tarafından kurulan “Sağlık İdaresi Yükseko‐
kulu” dur (Şener vd., 2010:31). Sağlık İdaresi Yüksekokulu, 3
yıllık meslek yüksekokulu olarak kurulmuştur ve birinci Beş
Yıllık Kalkınma Planında böyle bir okulun açılması öngörül‐
müştür (Tengilimoğlu vd., 2009:425). 1982 yılına kadar bu
alanda eğitim vererek 500 kadar öğrenci mezun eden bu okul,
1975 yılında kurulan Hacettepe Üniversitesi Sağlık İdaresi
Yüksek Okulu ile birleşerek, halen günümüzde de lisans, yük‐
sek lisans ve doktora düzeyinde eğitim vermeye devam et‐
mektedir (Şener vd., 2010:31). 1980’li yılların sonunda başta
Marmara, Ankara, Başkent Üniversiteleri olmak üzere birçok
üniversitede lisans sonrası eğitim etkinlikleri de yaygınlaşmış‐
tır. Türkiye’de ciddi anlamda sağlık yöneticiliğinin gereksinim
duyduğu eğitim, teorik ve pratik bilgi birikimi, 1990’lı yıllara
doğru oluşmaya başlamıştır (Koçak, 2013:2). Sağlık sistemini
etkinleştirmeye büyük katkısı olduğuna kuşku olmayan yöne‐
tim olgusunun, sağlık hizmetleri alanında yeni bir meslek
olarak ele alınması ve bu mesleği yerleştirmeye ve geliştirme‐
ye yönelik çabaların son dönemlerde hız kazanması ile üni‐
375
versiteler bünyesinde yeni bölümler açılmıştır (Çimen, 2010:
137). 2013 yılı itibariyle ÖSYM kaynaklarına göre Türkiye’de
38 üniversitenin sağlık yönetimi/idaresi, sağlık kurumları yö‐
neticiliği, sağlık kurumları işletmeciliği bölümlerine öğrenci
kabul edildiği tespit edilmiştir. 2009 ve öncesinde ÖSYM tara‐
fından öğrenci yerleştirilen 9 devlet ve 3 vakıf üniversitesi
bulunmaktadır. 2013 yılında ise bu sayı 38’e yükselmiştir.
Özellikle 2012 ve 2013 yıllarında bu alanda eğitim veren bö‐
lümlerin sayısında ciddi bir artış gözlenmektedir (Koçak,
2013:3) (Tablo 3).
Sağlık yönetimi eğitimi veren üniversite sayısının gün
geçtikçe artmasına rağmen bölümler, Sağlık Bilimleri, İktisadi
ve İdari Bilimler Fakültesi, Sağlık Yüksekokulu gibi farklı bi‐
rimlerin bünyesinde bulunmaktadır (Tablo 4).
Sağlık hizmetleri yöneticiliğinin ülkemizde bir meslek
olarak tanınması ve gelişmesi, açılan programların yeterli
öğretim elemanlarına sahip olmasına ve bu programlardan
yeterlilikleri yüksek elemanların yetişmesine bağlıdır
(Tengilimoğlu vd., 2004: 12). Bu sebeple sağlık yönetimi ala‐
nında eğitim veren programların, öncelikle fiziki koşulları
uygun ve bilgiye rahat ulaşılabilen binalarda, yetkin öğretim
üyelerinin olduğu kadroyla eğitim vermesi ve müfredatın
sağlık yöneticisinde olmazsa olmaz bilgi ve donanım kazandı‐
racağı tarzda olması gerekir. Programların öğrenim hedefleri
belirlenmeli ve sektördeki güncel gelişmeler takip edilerek,
ders içerikleri yenilenebilir olmalıdır. Sağlık profesyonelleri ile
etkileşim içinde öğrencilere deneyimler sunulmalıdır. Oluştu‐
rulan programlardaki ders içerikleri aşağıdaki şekilde olabilir
(Sağlık Düşüncesi ve Tıp Kültürü Dergisi, 2013: 30‐33):
376
1. Toplum sağlığı ve durum değerlendirmesi
2. Sağlıkta politika oluşturma, uygulama ve değerlen‐
dirme
3. Örgüt geliştirme / örgütsel davranış teori ve uygula‐
ması
4. Yönetim ve sağlık örgütlerinin değerlendirme ve ye‐
niden tasarımı da dahil olmak üzere yapısal analizi
5. Operasyonel değerlendirme ve iyileştirme
6. İnsan kaynakları ve sağlık profesyonellerinin yöneti‐
mi
7. Bilgi sistemleri yönetimi ve değerlendirme
8. Hukuk ilkeleri geliştirme, uygulama ve değerlendir‐
me
9. Yönetim: yapısı, rolleri, sorumlulukları ve liderliğe
uyum
10. Liderlik: vizyon, değişim yönetimi ve takım geliştir‐
me
11. Yazılı, sözlü ve kişilerarası iletişim becerileri
12. İstatistiksel analiz ve uygulama
13. Ekonomik analiz ve karar verme uygulamaları
14. Piyasa analizi, araştırma ve değerlendirmesi
15. Finansal analiz ve yönetimi
16. İş Etiği ve klinik karar verme
17. Strateji oluşturma ve uygulama
18. Hasta bakımı gelişimi için kalite değerlendirmesi
19. Profesyonel beceri geliştirme
Türkiye’deki bölümlerin ders yapıları incelediğinde aşa‐
ğıdaki ana alanlarda uzmanlaşma konuları ortaya çıkmaktadır
(Tablo 5):
1. Sayısal Yöntemler
2. İşletme
377
3. Sağlık Bilimleri
4. Sağlık Hukuku
5. Bilgisayar Bilimi
6. İletişim Becerileri
Ülkemizdeki üniversitelerde farklı isimler altında sunu‐
lan sağlık kurumları işletmeciliği ile ilgili programlar, Alman‐
ya’da olduğu gibi yedi değişik alanı kapsayan dersleri bünye‐
lerinde bulundurmaktadırlar. Ders isimleri incelendiğinde,
programların daha çok hastanenin karşılaşabileceği riskleri
tespit etmek için gerekli araçları sunmaya yönelik derslerden
oluştuğu söylenebilir. Burada önemli olan unsur, derslerin
içerik yönünden incelenmesidir. Bu incelemenin bir makale
çalışması ile açıkça ortaya çıkamayacağı gerçeği kendini gös‐
termektedir. Daha belirgin sonuçlar ancak kapsamlı bir proje
ile elde edilebilir. Proje sayesinde eğitim içeriği daha seçkin
olurken, kullanılan materyaller ve iki ülkede kullanılan öğre‐
tim biçimi de detaylıca incelenebilecektir. Bu makalede, mev‐
cut programların ilk bakışta içerik ve ders seçimi mantığı irde‐
lenmektedir. Lisans eğitim programlarından mezun olan öğ‐
renciler, sağlık kurumları işletmeciliği alanı ile ilgili konularda
kurumların organizasyonunda işlevsel, makro ve mikro eko‐
nomik sorunlarla karşılaşmaları halinde sorumluluk alarak
yapıcı çözümler üretebilirler. Öğrenciler sayısal yöntemler
sayesinde analitik düşünme becerilerini geliştirirken, sağlık
kurumunun karşılaşabileceği ekonomik sorunları anlamak ve
çözmek için gerekli araç ve metotları işletme derslerinde ala‐
caklardır. Ayrıca sağlık bilimleri dersleri sağlık sektörü hak‐
kında genel bilgi verirken, diğer yandan da öğrenciye bazı
sağlık konularına ilişkin spesifik bilgiler sunmaktadır. Bu
dersler, örneğin epidemiyoloji, sağlık ve etik, sağlık hizmetle‐
378
rinde halkla ilişkiler, sağlık politikası ve planlaması, Avrupa
Birliği ve sağlık politikalarıdır.
Türk üniversitelerinin sağlık kurumları işletmeciliği
program çıktıları incelendiğinde mezunlar hakkında göze
çarpan en önemli bulgular aşağıdaki gibi listelenebilir:
Sağlık işletmeciliğinin temel kavramlarını ve temel
fonksiyonlarını uzmanlık düzeyinde kavrar ve açıklar.
Bilimsel bilgiye ulaşma, güncel literatürü izleme, de‐
ğerlendirme ve uygulayabilme bilgisine sahip olur.
Sağlık kurumunu alanı ile ilgili bilgilendirebilir ve so‐
runlara ilişkin çözüm önerileri sunabilir.
Bilgi birikimini kullanarak bir çalışmayı bağımsız ola‐
rak yürütür ve bu alanda proje kapsamında diğer ekip
üyeleri ile sorumluluk alır.
Stratejik planlama ve karar verme amaçları için bilgi‐
leri analiz eder.
İstatistik, kalitatif ve kantitatif analizleri gerçekleştir‐
mek için kullanılan araçlarda yeterlilik gösterir.
Eğitimi süresinde edindiği ileri düzeydeki bilgi ve be‐
cerileri kullanarak sağlık kurumlarına ilişkin verileri
yorumlayabilir ve değerlendirebilir. Ayrıca, sağlık iş‐
letmelerinin sorunlarını tanımlayabilir, analiz edebilir
ve araştırmalara dayalı çözüm önerileri geliştirebilir.
Kalitatif ve kantitatif bilgilerin niteliğini değerlendire‐
bilir.
Ayrıca, sağlık kurumları işletmeciliği programı saye‐
sinde mesleki İngilizce dil eğitimini Avrupa Dil Port‐
föyü B1 düzeyinde kullanarak alanındaki yabancı in‐
ternet siteleri ve kitapları takip edebilir.
379
Mezun öğrenci görev, hak ve sorumlulukları ile ilgili
yasa, yönetmelik, mevzuat ve mesleki etik kurallarını
öğrenir ve uygular.
Türk üniversitelerinin yüksek lisans eğitim programları
incelendiğinde, genel konuların program çerçevesinde ince‐
lendiği ve lisans ders kapsamında olması gereken bazı ders
başlıkları da göze çarpmaktadır. Burada hastane yönetimi için
gerekli daha spesifik konuların seçilmesi önemlidir. Örneğin;
Atılım Üniversitesi’nin vermiş olduğu “Envanter Kontrol ve
Malzeme Yönetimi” benzeri derslerin verilmesi gibi.
Türk ve Alman Üniversitelerinde Verilen Eğitimde Göze
Çarpan Önemli Bulgular
Her iki ülkedeki eğitim programları incelendiğinde en önemli
bulgu, Türkiye’de bu programın çok sayıda üniversitede eği‐
tim programı olarak sunulmasıdır. 11/10/2011 tarihinde resmi
gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 663 sayılı “Sağlık Ba‐
kanlığı ve Bağlı Kuruluşlarının Teşkilat ve Görevleri Hakkın‐
da Kanun Hükmünde Kararname” ile hastaneler yeniden
yapılandırılmış ve bu yapılandırma ile beraber bu programa
olan talep artmış olduğundan, üniversitelerdeki sağlık kurum‐
ları işletmeciliği veya yöneticiliği bölümü sayısında artış ol‐
muştur (Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu, 2011). Türk üni‐
versitelerinin bu alandaki eksikliği gidermek için atmış olduk‐
ları adımlar önemlidir. Fakat pek çok üniversitede seçilen
eğitim derecesinin ön lisans seviyesinde olması, üniversitele‐
rin bu programa verdikleri değerde bir eksiklik olduğunu
göstermektedir. Ayrıca yasayla beraber bu alanda yüksek
lisans eğitimi veren özel üniversitelerin sayısında ciddi bir
artış olmuş; ancak gerek eğitimi veren akademik kadronun
nitelik olarak yetersiz olması ve gerekse bu alanda yetişmiş
380
akademisyenlerin sayıca az olması nedeniyle, verilen eğitimle‐
rin içeriği sorgulanır hale gelmiştir. Türkiye gerçeğine fazla bir
şekilde odaklanma olmadığı düşünülmektedir. Sağlık sektö‐
ründe görev yapan kurumlarımızın çoğu finansal sıkıntılar
içinde iken, bu kurumlara yeterli seviyede beceri ve bilgi do‐
nanımına sahip olmayan öğrencileri piyasada görev almaları
için mezun etmenin yeterli bir destek olmayacağı açıktır. Di‐
ğer yönden lisans eğitimi veren kurumların etkin bir eğitim
programına sahip olmalarına rağmen, lisans programlarında
eksiklikler ortaya çıkmaktadır. Almanya’da bu program kap‐
samında Soft Skills dersleri verilmektedir. Hastaneler stresli bir
çalışma ortamı olduğu ve gelen hasta ve hasta yakınları ile
sıkıntılı durumlar yaşanma olasılığı yüksek olduğu için, ku‐
rumda görev yapan personelin karşılaşılan durumlarda nasıl
bir davranış sergileyeceklerini bilmeleri gerekmektedir. Sağlık
iletişimi dersleri ile bu alanda çalışmaya aday olan bireylerin
farkındalıkları geliştirilebilir. Dikkat çeken diğer önemli bir
bulgu ise Alman üniversitelerinin hukuk derslerine verdikleri
önemdir. Analitik düşünmeyi ve analiz etmeyi destekleyen
dersler yönünden Türk ve Alman üniversitelerindeki seçimler
uyumludur. Ancak bu araştırmada, ders içerik ve öğretim
yöntemleri yönünden Türkiye’de kapsamlı bir çalışma yapıl‐
masının faydalı olacağı ortaya çıkmıştır. Bu nedenle Alman
üniversiteleriyle direkt görüşmeler yapılarak planlanacak bir
proje ile bu konunun detaylı bir şekilde incelenmesi gerek‐
mektedir.
Sonuç
Sağlık sektörü, insanlara zor ekonomik zamanlarda bile iş
imkanları sunmaktadır. Diğer taraftan da hastalara verdiği
hizmetler ile hastanelerin finansal yönden kuvvetli olması,
381
hastanenin daimi kaliteli ve güvenilir hizmet sunması için
önem arz etmektedir. Alman sağlık sektörünün 2013 yılında
190 milyar Avro birikiminin ve devlet tarafından sağlanan
zorunlu sağlık sektörünün aynı yılda 30 milyar Avro rezervi‐
nin olması, ülkenin sağlık sektörüne verdiği önemi göstermek‐
tedir. Aynı zamanda sağlık göstergeleri bakımından, dünya‐
nın en iyi ülkelerinden birisi olması da bu durumun kanıtı
olarak gösterilebilir. Sözü edilen miktarlar bir yandan hastane‐
lerin finansal alt yapılarını güçlendirirken, buna bağlı olarak
kaliteli sağlık hizmetinin sunulmasına da olanak sağlamıştır.
Bu çalışmada, Türkiye ve Almanya’nın sağlık kurumları iş‐
letmeciliği eğitim programları incelenmiştir. Alman ve Türk
eğitim kurumlarının program yapıları birbirlerine benzemek‐
tedir. Bunlar, sayısal yöntemler, işletme, sağlık bilimleri, sağlık
hukuku, iletişim becerileri, bilgisayar bilimi ve yabancı dilden
oluşmaktadır. Burada göze çarpan en önemli husus, Türk
üniversitelerinde ön lisans eğitim seviyesinin de sunulmakta
olduğudur. Sadece ön lisans eğitimi alıp meslek hayatına baş‐
layan mezunların lisans eğitimi alan kişilerden daha az dona‐
nımlı olmalarından dolayı, bu durumda kalifikasyonu daha
düşük mezunlar hastane bünyelerinde çalışacaklardır. Oysa
Almanya’daki gibi lisans eğitimine ağırlık verilmesi, daha
nitelikli mezunların verilmesi ile daha sağlıklı sonuçların
alınmasını sağlayabilir. Bazı Türk üniversiteleri sağlık alanı ile
ilgili hukuk derslerine detaylıca yer verirken, diğer Türk üni‐
versitelerinin bunu yapamamaları insan kaynakları eksikliğine
bağlanabilir. Ankara veya İstanbul gibi büyük şehirlerde sağ‐
lık sektörüne yönelik uzmanlaşmış hukukçuların bulunması
mümkün olabilirken, küçük şehirlerde bulunan üniversiteler‐
de bu alanda çalışan hukukçu öğretim üyesi eksikliğinden
dolayı hukuk dersleri programlarda fazla yer bulamamakta‐
382
dır. Ayrıca Türkiye’de sınırlı sayıda üniversitenin sağlık ku‐
rumları işletmeciliği bölümü, sağlık iletişimi dersini progra‐
mına almıştır. Almanya’da ise sağlık iletişimi dersleri, nere‐
deyse her üniversite programında yer almaktadır.
Alman hastanelerinde Controlling birimi bünyesinde gö‐
rev alan işletmeciler veya sağlık kurumları işletmeciliği eğiti‐
mi almış uzmanlar, hastane yönetimini hastanenin karşılaşa‐
cağı finansal riskler hakkında bilgilendirerek hastaneye büyük
destek vermektedirler. Alman sağlık sektörünün kaliteli sağlık
hizmeti sunmasının en önemli etkenlerinden biri, bu sektörün
finansal yönden güçlü olmasıdır. Bundan dolayı sağlık ku‐
rumlarına yönelik eğitim almış işletmecilerin hastaneler bün‐
yesinde görev almaları önem arz etmektedir. Bu sistemin Tür‐
kiye’de sağlık kurumlarında uygulanmasında gerekli persone‐
lin eğitimi yönünden engel bulunmamaktadır. Türkiye’de
sağlık kurumları işletmeciliği veya yöneticiliği lisans ve yük‐
sek lisans programlarının, ilk bakışta bünyelerinde bazı eksik‐
ler bulundurmalarına rağmen, genellikle yeterli seviyede bilgi
ve beceri sundukları düşünülmektedir. Sonuç olarak, Türki‐
ye’deki sağlık kurumlarının yönetimine getirilecek kişilerin
lisans ve lisansüstü eğitimlerinin bu alanda olmasının veya
işletme/finans mezunlarına bu alanda lisansüstü eğitimler
verilmesinin, finansal yönden sıkıntı içinde olan hastanelere
katkısının büyük olacağı kanaatine varılmıştır.
383
Kaynakça
AFYON KOCATEPE ÜNİVERSİTESİ (2014) Sağlık Kurumları Yöneti‐
ciliği,
http://www.aku.edu.tr/
anasayfa/saglikyonet.aspx,
(20.10.2014)
AHMET YESEVİ ÜNİVERSİTESİ (2014) Sağlık Kurumları İşletmecili‐
ği, http://www.yesevi.net/#! akademik‐programlar‐saglik‐
kurumlari‐isletmeciligi‐yuksek‐lisans, (20.10.2014)
ANKARA ÜNİVERSİTESİ (2014) Sağlık Kurumları Yöneticiliği,
http://www.health.ankara.edu.tr/saglik‐kurumlari‐
yoneticiligi‐bolumu/, (21.10.2014)
ATILIM ÜNİVERSİTESİ (2014) Sağlık Kurumları İşletmeciliği,
http://management.atilim.edu.tr/saglik‐kurumlari‐
isletmeciligi‐yuksek‐lisans‐programi, (18.10.2014)
ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ (2014) Sağlık Kurumları İşletmeciliği,
http://www.atauni.edu.tr/#!birim=saglik‐kurumlari‐
isletmeciligi‐onlisans‐programi, (17.10.2014)
BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ (2014) Bilgi Paketi, http://angora.
baskent.edu.tr/bilgipaketi/?dil=TR&
menu=akademik&inner=genelBilgi&birim=614, (17.10.2014)
BUNDESMİNİSTERİUM FÜR GESUNDHEİT ( 2014) Pressemittei‐
lung: Vorläufige Finanzergebnisse 2013 – Gute Ausgangsbasis
für die Finanzierungsreform der gesetzlichen Krankenversi‐
cherung,http://www.bmg.bund.de/ministerium/presse
/pressemitteilungen/2014‐01/vorlaeufige‐finanzergebnisse‐
2013.html, (22.10.2014)
BÜLENT ECEVİT ÜNİVERSİTESİ (2014) Sağlık Kurumları
İşletmeciliği,
http://w3.beun.edu.tr/index.php/2013/01/30/
17484/, (22.10.2014)
ÇİMEN, M. (2010) Sağlık Yönetimi ve Sağlık Yönetimi Eğitimi,
Acıbadem Üniversitesi Sağlık Bilimleri Dergisi, Cilt:1, Sayı:3,
Temmuz 2010
DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ (2014) Sağlık Kurumları
İşletmeciliği,
http://www.deu.edu.tr/DEUWeb/Icerik/Icerik.
php ?KOD=11350, (23.10.2014)
384
DUALE HOCHSCHULE BADEN‐WÜRTTEMBERG (STUTTGART)
(2014) BWL‐Gesundheitsmanagement, http://www.dhbw‐
stuttgart.de/themen/bachelor/fakultaet‐wirtschaft/bwl‐
gesundheitsmanagement/konzeption‐und‐zielsetzung.html,
(25.10.2014)
DUALE HOCHSCHULE BADEN‐WÜRTTEMBERG (MANNHEİM)
(2014) Gesundheitsmanagement (BWL), http://www.gs.dhbw‐
mannheim.de/index.php?id=242, (10.10.2014)
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ (2014) Sağlık Kurumları
Yöneticiliği, http://esyo.ogu.edu.tr/sagkuryon.html, (12.10.
2014)
GAZİ ÜNİVERSİTESİ (2014) Sağlık Kurumları İşletmeciliği,
http://iibf.gazi.edu.tr/posts/view/title/saglik‐kurumlari‐
isletmeciligi‐59444, (12.10.2014)
FACHHOCHSCHULE
MÜNSTER
(2014)
https://www.fh‐
muenster.de/fb12/studienbewerber/ba_pgm. php, (13.10.2014)
HOCHSCHULE
AALEN
(2014)
Gesundheitsmanagement,
http://www.htw‐aalen.de/studium/gm/, (16.10.2014)
HOCHSCHULE BBW (BERLİN) (2014) Gesundheitsmanagement,
http://www.bbw‐hochschule.de/ Studiengang_ Wirtschafts‐
wissenschaften_Spezialisierung_Gesundheit.html, Erişim (14.
10.2014)
HOCHSCHULE
FULDA
(2014)
Gesundheitsmanagement,
http://www.hs‐fulda.de/fileadmin/ Fachbereich_PG/GM/ Stu‐
dienplan_GM_27_7_2010.pdf, Erişim (08.10.2014)
HOCHSCHULE OSNABRÜCK (2014) Gesundheitsmanagement,
https://www.wiso.hs‐osnabrueck.de/health‐mba.html,
(09.10.2014)
HOCHSCHULE RHEİNMAİN (WİESBADEN) (2014) Gesundheits‐
ökonomie,
http://www.hs‐rm.de/hochschule/bewerben‐
studieren/infos‐fuer‐studieninteressierte/studienangebot‐im‐
ueberblick/gesundheitsoekonomie‐bsc/index.html,
(14.10.2014)
HOCHSCHULE ROSENHEİM (2014). Gesundheitswirtschaft,
http://www.fh‐rosenheim.de/ gesundheit/management‐in‐der‐
gesundheitswirtschaft‐bachelor/, (15.10.2014)
385
HOCHSCHULE ZİTTAU/GÖRLİTZ (2014) Management im Gesund‐
heitswesen, http://f‐mk.hszg.de/ studiengaenge/management‐
im‐gesundheitswesen‐bachelor.html, (16.10.2014)
İSTANBUL GELİŞİM ÜNİVERSİTESİ (2014) Sağlık Kurumları
İşletmeciliği,
http://www.gelisim.edu.tr/Bolumdetey‐26‐1‐
saglikkurumlariisletmeciligi‐.html, (17.10.2014)
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ (2014) Sağlık Kurumları İşletmeciliği,
http://ikincidiploma.istanbul.edu.tr/saglik‐kurumlari‐
isletmeciligi‐onlisans.html, (02.10.2014)
KAFKAS ÜNİVERSİTESİ (2014) Sağlık Kurumları İşletmeciliği,
http://www.kafkas.edu.tr/dosyalar
/susuzmyo/file/SA%C4%9ELIK%20KURUMLARI%20%C4%B
0%C5%9ELETMEC%C4%B0L%C4%B0%C4%9E%C4%B0%20P
ROGRAMI(1).pdf, (05.10.2014)
KOÇAK M. (2013) Türkiye’de Sağlık ve Hastane İdaresi Alanındaki
Bölümlerin Akademik Performans Değerlendirmesi, ,
http://www.academia.edu/8758219/T%C3%
BCrkiye_de_Sa%C4%9Fl%C4%B1k_ve_Hastane_%C4%B0dare
si_Alan%C4%B1ndaki_B%C3%B6l%C3%BCmlerin_Akademik
_Performans_De%C4%9Ferlendirmesi, (05.10.2014)
MERSİN ÜNİVERSİTESİ (2014) Bilgi Paketi Ders Kataloğu,
http://www.mersin.edu.tr/, (07.10.2014)
SAĞLIK DÜŞÜNCESİ VE TIP KÜLTÜRÜ DERGİSİ (2013) Sağlık
yönetimi eğitimi: Durum ve öneriler, http://www.sdplatform.
com/Sayi/27.aspx, (06.10.2014)
ŞENER E. RAMAZAN E. TAHSİN A. (2010) Türkiye’de Lisans
Düzeyinde Sağlık Yöneticisi Yetiştiren Kurumların Akademik
ve Eğitsel Profili, Hacettepe Sağlık İdaresi Dergisi, Cilt:13,
Sayı:1, 2010
SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ (2014) Sağlık Kurumları
İşletmeciliği, http://ispartamyo.sdu.edu.tr/tr/yonetim‐ve‐
organizasyon/saglik‐kurumlari‐isletmeciligi‐738s.html,
(06.10.2014)
TENGİLİMOĞLU D. MAHMUT A. OĞUZ I. (2009), Sağlık İşletmeleri
Yönetimi, Nobel Yayıncılık, Ankara
386
TENGİLİMOĞU D. MİTHAT Ü. ASUMAN M. AKINCI, F. (2004)
Graduate and Postgraduate Health Care Management Educa‐
tion in Turkey: Present Situation and Challenges’, Business
and Health Adninistration Association Meeting, Chicago
TÜRKİYE KAMU HASTANELERİ KURUMU (2011) Sağlık Bakanlığı
Ve Bağlı Kuruluşlarının Teşkilat ve Görevleri Hakkında
Kanun
Hükmünde
Kararname
(663
Sayılı),
http:
//www.tkhk.gov.tr/Dosyalar/fc244a7a38f745398e8d7dde3d9a0
767.pdf, (09.10.2014)
UFUK ÜNİVERSİTESİ (2014) Sağlık Kurumları İşletmeciliği,
http://www2.ufuk.edu.tr/? page_id=389, (09.10.2014)
UNİVERSİTÄT BIELEFELD (2014) Health Administration,
http://www.uni‐bielefeld.de/(es)/ gesundhw/studienangebote
/mha/index.html, (10.10.2014)
UŞAK ÜNİVERSİTESİ (2014) Uşak Üniversitesi Bologna Web
Platformu, http://ebs.usak.edu.tr /program.aspx? ProgramId
=1246, (15.10.2014)
ÜSKÜDAR ÜNİVERSİTESİ (2014) Sağlık Kurumları İşletmeciliği,
http://www.uskudar.edu.tr/saglik‐kurumlari‐isletmeciligi.
php, (14.10.2014)
VERBAND DER PRİVATEN KRANKENVERSİCHERUNG (2014)
Zahlen und Fakten, https://www.pkv.de /service/zahlen‐und‐
fakten/, (16.10.2014)
WESTSÄCHSİSCHE HOCHSCHULE ZWİCKAU (2014) Gesund‐
heitsmanagement,http://www.fh‐zwickau.de/index.php?id
=gesundheit_pflege0, (11.10.2014)
YALOVA ÜNİVERSİTESİ (2014) Sağlık Kurumları İşletmeciliği,
http://www.yalova.edu.tr/kategori/3894/0/saglik‐kurumlari‐
isletmeciligi.aspx, (19.10.2014)
ZİRVE ÜNİVERSİTESİ (2014) Sağlık Kurumları İşletmeciliği,
http://sbe.zirve.edu.tr/tr/tezsiz‐yuksek‐lisans/mbasprogram‐
tanitimi, (19.10.2014)
387
Tablolar
Tablo 1: Almanya’da Sağlık Kurumları İşletmeciliği Eğitimi
Veren Bazı Önemli Kurumlar ve Eğitim Dereceleri (Bilgi, Üni‐
versitelerin web sayfalarından alınmıştır)
Kurum Adı
Program
Derece
Duale Hochschule
Baden‐Württemberg
(Stuttgart und
Mannheim)
Fachhochschule
Münster
Hochschule Aalen
Hochschule BBW
(Berlin)
İşletme‐ Sağlık
Yönetimi
Lisans
Eğitim
Süresi
3 yıl
Bakım ve Sağlık
Yönetimi
Sağlık Yönetimi
Sağlık Yönetimi
Lisans
3 yıl
Lisans
Lisans
4 yıl
3 yıl
Hochschule Fulda
Hochschule
RheinMain
(Wiesbaden)
Hochschule
Rosenheim
Hochschule
Zittau/Görlitz
Westsächsische
Hochschule Zwickau
Hochschule
Osnabrück
Hochschule
RheinMain
(Wiesbaden)
Universität Bielefeld
Sağlık Yönetimi
Sağlık Ekonomisi
Lisans
Lisans
3 yıl
3 yıl
Sağlık Sektöründe
Yönetim
Sağlık Hizmetleri
Yönetimi
Sağlık Yönetimi
Lisans
3,5 yıl
Lisans
3 yıl
Lisans
3 yıl
Yüksek
Lisans
Yüksek
Lisans
2,5 yıl
Yüksek
Lisans
2 yıl
388
Sağlık Yönetimi
Sağlık Ekonomisi
Sağlık İdaresi
2,5 yıl
Tablo 2: Almanya’da Sağlık Yönetimi Eğitiminde Uzmanlaş‐
ma Alanları ve Bazı Dersler (Bilgi, Üniversitelerin web sayfa‐
larından alınmıştır)
Sayısal Yöntemler
* İşletme Matematiği
* Betimsel İstatistik
* Çıkarımsal İstatistik
* Kalitatif Araştırma
Sigorta ve Hukuk
* Ticaret Hukuku
* Medeni Hukuk
* Sosyal Hukuk
* İdari Hukuk
* Rekabet Hukuku
* Çalışma Hukuku
Soft Skills
* İletişim ve Sunum
* Mesleki Hazırlık
* Müzakere Teknikleri
Bilgisayar Bilimi
İşletme
* İktisat Temelleri
* İşletme Temelleri
* Muhasebe
* Pazarlama
* Sağlık Ekonomisi
* Maliyet ve Performans Muhasebesi
* Finansman ve Yatırımlar
* Hizmet Sektörü için Pazarlama
* Controlling’e Giriş
* Personel Yönetimi
* Proje Yönetimi
* Kalite Yönetimi
* Stratejik Planlama
* Sağlık Kurumlarında Controlling
* Personel Yönetimi
Sağlık Bilimleri
* Bilimsel Çalışmalar
* Sağlık Sistemi
* Sağlık Sosyolojisi
* İnsan Biyolojisi
* Sağlık Psikolojisi
* Epidemiyoloji
* Pratik Proje Hazırlama
* Bilgisayar Bilimine Giriş
* Organizasyon
Yabancı Dil
* Önlem ve Sağlığın Teşviki
* İşletme ve Sağlık Politikası
* Güncel Hastalık Konuları
* İngilizce
* Pratik Proje Çalışması
* E‐Sağlık
* İş Sağlığı Yönetimi
389
Tablo 3: Türkiye’de Sağlık Kurumları İşletmeciliği veya Yöne‐
ticiliği Eğitimi Veren Bazı Kurumlar ve Eğitim Dereceleri (Bil‐
gi, Üniversitelerin web sayfalarından alınmıştır)
Üniversite
Atatürk Üniversitesi
Dokuz Eylül
Üniversitesi
İstanbul Üniversitesi
Uşak Üniversitesi
Yalova Üniversitesi
Kafkas Üniversitesi
Üsküdar Üniversitesi
İstanbul Gelişim
Üniversitesi
Dicle Üniversitesi
Doğu Akdeniz Üniversitesi
Düzce Üniversitesi
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi
Gaziosmanpaşa Üniversitesi
Gümüşhane Üniversitesi
Hacettepe Üniversitesi
İstanbul Üniversitesi
İstanbul Aydın Üniversitesi
İstanbul Medipol
Üniversitesi
İstanbul Bilim Üniversitesi
İzmir Ekonomi Üniversitesi
Kırıkkale Üniversitesi
Lefke Avrupa Üniversitesi
Marmara Üniversitesi
Muş Alpaslan Üniversitesi
Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi
Necmettin Erbakan Üniversitesi
Nişantaşı Üniversitesi
Okan Üniversitesi
Trakya Üniversitesi
Sakarya Üniversitesi
390
Bölüm
Sağlık Kurumları İşletmeciliği
Sağlık Kurumları İşletmeciliği
Derece
Ön lisans
Ön lisans
Sağlık Kurumları İşletmeciliği
Sağlık Kurumları İşletmeciliği
Sağlık Kurumları İşletmeciliği
Sağlık Kurumları İşletmeciliği
Sağlık Kurumları İşletmeciliği
Sağlık Kurumları İşletmeciliği
Ön lisans
Ön lisans
Ön lisans
Ön lisans
Ön lisans
Ön lisans
Sağlık Yönetimi
Sağlık Yönetimi
Sağlık Kurumları Yöneticiliği
Sağlık Kurumları Yöneticiliği
Sağlık Kurumları Yöneticiliği
Sağlık Yönetimi
Sağlık İdaresi
Sağlık Yönetimi
Sağlık Kurumları Yöneticiliği
Sağlık Yönetimi
Lisans
Lisans
Lisans
Lisans
Lisans
Lisans
Lisans
Lisans
Lisans
Lisans
Sağlık Kurumları Yöneticiliği
Sağlık Yönetimi
Sağlık Yönetimi
Sağlık Yönetimi
Sağlık Yönetimi
Sağlık Kurumları Yöneticiliği
Sağlık Yönetimi
Sağlık Yönetimi
Sağlık Yönetimi
Sağlık Yönetimi
Sağlık Yönetimi
Sağlık Yönetimi
Lisans
Lisans
Lisans
Lisans
Lisans
Lisans
Lisans
Lisans
Lisans
Lisans
Lisans
Lisans
Selçuk Üniversitesi
Süleyman Demirel Üniversitesi
Yakın Doğu Üniversitesi
Yeni yüzyıl üniversitesi
Atılım Üniversitesi
Bülent Ecevit
Üniversitesi
Zirve Üniversitesi
Sağlık yönetimi
Sağlık Yönetimi
Sağlık Kurumları Yöneticiliği
Sağlık Yönetimi
Sağlık Kurumları İşletmeciliği
Sağlık Kurumları İşletmeciliği
Ahmet Yesevi
Üniversitesi
Atılım Üniversitesi
Sağlık Kurumları İşletmeciliği
Sağlık Kurumları İşletmeciliği
Ufuk Üniversitesi
Sağlık Kurumları İşletmeciliği
Marmara Üniversitesi
Ankara Üniversitesi
Gazi Üniversitesi
Hacettepe Üniversitesi
Sağlık Yönetimi
Sağlık Kurumları Yöneticiliği
Sağlık Kurumları İşletmeciliği
Sağlık İdaresi
Sağlık Kurumları İşletmeciliği
Lisans
Lisans
Lisans
Lisans
Yüksek Lisans
Yüksek Lisans
(Tezsiz)
Yüksek Lisans
(Tezsiz)
Yüksek Lisans
(Tezsiz)
Yüksek Lisans
(Tezsiz)
Yüksek Lisans
(Tezsiz/Tezli)
Doktora
Doktora
Doktora
Doktora
391
Tablo 4: Bölümlerin Fakülte Veya Yüksekokullara
Göre Dağılımı
Sağlık
İdaresi
İktisadi ve İdari 1
Bilimler Fakül‐
tesi
İşletme Fakülte‐
si
Sağlık Bilimleri
Fakültesi
Sağlık Yükseko‐
kulu
Toplam
1
Sağlık
Kurumları
İşletmeciliği
1
Sağlık
Kurumları
Yöneticiliği
Sağlık
Yönetimi
4
1
1
2
4
14
1
6
3
4
11
22
Kaynak: Koçak Murat, Türkiye’de Sağlık ve Hastane İdaresi Alanındaki
Bölümlerin Akademik Performans Değerlendirmesi, 2013
392
Tablo 5: Türkiye’de Sağlık Kurumları İşletmeciliği veya Yöne‐
ticiliği Eğitiminde Uzmanlaşma Alanları ve Bazı Dersler (Bilgi,
Üniversitelerin web sayfalarından alınmıştır)
Sayısal Yöntemler
Yabancı Dil
* İngilizce
Matematik
İşletme İstatistiği
Sağlık İşletmelerinde Kantitatif
Teknikler
Çok Değişkenli İstatistiksel
Analiz
Biyoistatistik
Sağlık Bilimleri
Sağlık Hizmetleri Yönetimi
Sosyal Psikoloji
Epidemiyoloji
Örgüt Kuramı ve Tasarımı
Türk Sağlık Hizmetleri
Hastane Örgüt ve Yönetimi
Politikaları
Sağlık Sosyolojisi
Avrupa Birliği ve Sağlık
Sağlık Hizmetlerinde Halkla
İlişkiler
Sağlık Politikası ve Planlaması
Sağlık ve Etik
Yaşlılık ve Evde Bakım
Karşılaştırmalı Sağlık Sistemleri
Tıbbi Dokümantasyon
Hizmetleri
İletişim Becerileri
İletişim Becerileri
Sağlık Kurumlarında Kriz
Sağlık İşletmelerinde halkla
İletişim
Yönetimi
ilişkiler ve
İşletme
Araştırma Teknikleri
Sağlık İşletmelerinde İnsan
Sağlık İşletmelerinde Kalite
İşletme
Muhasebe İlkeleri
Kaynakları Yönetimi
Yönetimi
Ekonomi/İktisat
Sağlık İşletmelerinde Üretim
Sağlık Kurumlarında Maliyet
Muhasebe Uygulama
Yönetim
Yönetimi
Analizi
Sağlık Hizmetlerinde Finansal
Sağlık Ekonomisi
393
Sağlık Hukuku
Hukuka Giriş / Hukukun Temel
Kavramları
Sağlık Hukuku
İdare Hukuku
İş Hukuk Bilgisi
İşletme Hukuku
Bilgisayar Bilimi
Bilgisayara Giriş
Bilgisayar Paket Programı
Bilgisayar Okuryazarlığı
Kullanımı
Bilişim ve İletişim Teknolojileri
394
Sağlık Hizmetlerinde Yeni
Finansman Teknikleri
Sağlık Hizmetlerinde Ekonomik
Analiz Teknikleri
Sağlık Hizmetlerinde Finansal
Tablo Analizi
Yönetim Ve Pazarlama
Sağlık Kurumlarında Pazarlama
Sağlık İşletmelerinde Finansal
Farmako Ekonomi
Sağlık İşletmelerinde Stratejik
Sağlık ve Ekonomik Kalkınma
Performans Değerlendirmesi
Satın Alma ve Malzeme Yönetimi
Kamu Maliyesi
Almanya ve Türkiye’de Organ Bağışı ve
Uluslararası Organ Ticareti: Bazı Özverisel
Etmenlerin Azalan Organ Bağışlama
Gönüllülüğünü Nasıl Canlandırdığı Üzerine
Rolf WIRSING
Organ Nakli Tanımı
Beyin ölümü gerçekleşmiş olan ya da yaşayan donörlerden
alınan sağlıklı organın, hastalığın son aşamasında organı ya
da organları iflas etmek üzere olan ağır hastalara ameliyatla
nakledilmesine organ nakli denir. Burada amaç, alıcının hasta
organının sağlıklısıyla değiştirilmesidir.
Beyin Ölümünün Ardından Yerine Gelmiş Olması
Gereken Koşullar
Organ nakli birçok ülkede yasalarla düzenlenmiştir. Konuya
dair Almanya’da 1997 yılında yürürlüğe giren Transplantas‐
yon Yasası (bkz. gesetze‐im‐internet, 1997)1 hukuki çerçeveyi
düzenlemektedir. Türkiye’nin bu alanda daha çabuk davran‐
dığına da burada işaret edelim. Türkiye henüz 1979 yılında
yürürlüğe giren Organ ve Doku Nakli Kanunu ile beyin ölü‐
mü gerçekleşmiş hastalardan organ ve doku alımını düzenle‐
1
http://www.gesetze‐im‐internet.de/bundesrecht/tpg/gesamt.pdf (1.9.2014)
395
mektedir (bkz. saglik.gov.tr, 1979)2. Almanya’da potansiyel
vericinin beyin ölümünün iki hekim tarafından onaylanmış
olması gerekmekte. Ayrıca ölen kişinin, henüz ölmeden önce,
ölümünün ardından organlarının alınmasına razı olduğunu
belirten bir belge gerekiyor, örneğin organ bağışçı kimliği gibi.
Halihazırda bu kimliğe sahip çok az insan bulunmasından
ötürü, organın bağışlanması kararı mevtanın yakınları tara‐
fından alınır. Organ bağışlama süreci Almanya’da her 10 va‐
kadan 9’unda bu şekilde işler. Bu düzenleme “Genişletilmiş
Gönüllülük Yöntemi” (bkz. tr.wikipedia.org, o.J.)3 olarak ad‐
landırılmaktadır. Postmortal bağışçılar için Türkiye’de de bu
düzenleme işlemektedir.
Almanya’da ve Türkiye’de Organ Aracılığı
Almanya’da kalp, akciğer, karaciğer, böbrek, pankreas ve
bağırsak gibi organlara yapılan postmortal aracılıkta, aracılı‐
ğın gerektirdiği yükümlülüklerin (bkz. bundesaerzte‐
kammer.de, 2013)4 tıbbi kıstaslara uygun ve adil biçimde yeri‐
ne getirilebilmesi için üç kuruluş ve sorumlu hekim işlemlere
refakat eder. Bunlardan ilki, 8 Avrupa ülkesinin katıldığı
Eurotransplant (bkz. eurotransplant.org, yayın yılı belirsiz)5
adlı birlik. Bu birlik, bağışçı ile alıcı arasındaki biyotıbbi buluş‐
turma (matching) işini üstlenir ve organ bekleme listelerini
tutar. İkincisi, transport işlemi başta olmak üzere organ bağış‐
lama sürecini organize eden Alman Organ Nakli Vakfı’dır
2
3
4
5
http://www.saglik.gov.tr/TR/belge/1‐445/tarihi29051979‐‐sayisi2238‐‐rg‐
tarihi03061979‐‐rg‐sayis‐.html (1.9.2014)
http://tr.wikipedia.org/wiki/Türkiye%27de_organ_bağışı (3.9.2014)
http://www.bundesaerztekammer.de/downloads/Herz‐
Lunge_09122013.pdf (3.9.2014)
https://www.eurotransplant.org/cms/index.php?page=home (3.9.2014)
396
(Deutsche Stiftung Organtransplantation DSO, bkz. dso.de,
yayın yılı belirsiz)6. Üçüncüsü ise transplantasyon işleminden
sorumlu olan ve Almanya’da sayıları 50’ye yaklaşan trans‐
plantasyon merkezleridir (bkz. dso.de, yayın yılı belirsiz)7. Bir
bağışçının bekleme listesine alınması hususunda kararı hasta‐
dan sorumlu olan hekimlerle transplantasyon merkezinde
görevli hekimler birlikte verir. Bu şekilde işleyen sistem
“foolproof”, yani kesinlikle güvenilir değildir ve kolaylıkla
manipülasyona uğratılabilir. Nitekim Almanya’da bazı hekim‐
lerin aldatma niyetiyle bazı hastalarla ilgili yanlış bilgiler ve‐
rip onları bekleme listelerinde haksız yere imtiyazlı kılmaları‐
nın yol açtığı iki skandal var ki, bunların üzerinden henüz iki
yıl geçti geçmedi [örneğin 2013 yılında vuku bulan Göttingen
organ nakil skandalı (bkz. de. wikipedia.org, yayın yılı belir‐
siz)8 ile 2014 yılında Berlin Kalp Merkezi’nde ortaya çıkan
tutarsızlıklar (bkz. Wilms, 2014)]. Görüşler, ortaya çıkan bu
skandalların halk arasında organların dürüst biçimde ihtiyaç
sahiplerine verilmediği inancını pekiştirdiği dolayısıyla insan‐
ların organ bağışlamaya eskisinden daha az sıcak baktığı yö‐
nünde (bkz. Bernd, 2014).
Türkiye’de ise Organ ve Doku Nakli Merkezi adlı kurum
organ dağıtımını, bünyesinde bulunan bölgesel koordinasyon
merkezlerinden yönetir (bkz. saglik.gov.tr, 2008)9. Bu oluşum‐
6
7
8
9
http://www.dso.de (3.9.2014)
http://www.dso.de/dso/gemeinschaftsaufgabe‐
organspende/transplantationszentren.html (4.9.2014)
http://de.wikipedia.org/wiki/Organspendeskandal_in_Deutschland
(4.9.2014)
http://www.saglik.gov.tr/TR/dosya/1‐51443/h/organyonerge.doc (4.9.2014)
ayrıca
http://www.saglikturizmi.gov.tr/ge/organ‐tissue‐cell‐transplan‐
tation.php (4.9.2014)
397
da ayrı ayrı böbrek, karaciğer, kalp ve akciğer nakil merkezleri
bulunmaktadır.
Canlı Bağış, Almanya ve Türkiye’deki Koşullar
Canlı olarak örneğin, böbrek ya da karaciğerin kısmi ba‐
ğışı Almanya’da Transplantasyon Yasası ile düzenlenmiştir
(bkz. Gesetze‐im_Internet, 1997)10. Bağışı yapan kişinin önce‐
likle en az 16 yaşında ve sağlıklı bir durumda olması gerek‐
mektedir. Organı herhangi parasal bir beklentisi olmaksızın
serbest iradesiyle bağışlamalıdır. Alman yasası, 1991 yılına
dayanan WHO Guiding Principles uyarınca işlemektedir. Yani
organ, doku ve hücrelerin sadece gönüllü olarak ve parasal bir
karşılık beklemeksizin bağışlanması ilkesidir söz konusu olan
(bkz. Fasting U. vd. 2008: 524, Garcia Garcia G. 2011: 158).
Donörün fedakar (altrüist) motivasyonunu garanti altına al‐
mak ve organı verenle alan arasında biyolojik uyumluluk ola‐
sılığını artırmak için, vericinin alıcıyla akraba ya da onunla
yakın bir ilişki içinde olması istenir. Örneğin; birinci ya da
ikinci dereceden akrabalar, eşler, müseccel birliktelikler, nişan‐
lılar ya da çok yakın arkadaşlar bu tür yakınlıklar arasında
sayılabilir. Zira ancak bu gibi durumlarda donörün parasal
çıkar gözetmeden gönüllülük ve fedakarlık prensibiyle hare‐
ket etmesi beklenebilir.
Türkiye’de de durum pek farklı sayılmaz. Almanya’daki
uygulamadan farklı olan donörün en az 18 yaşında olması,
organ bağışlama arzusunu iki şahit önünde açıklaması ve eğer
evli ise bu duruma eşinin buna rıza göstermesi zorunluluğu
var (bkz. Bagheri 2005: 4161). Öte yandan tıpkı Almanya’daki
gibi alıcı ile akraba ilişkileri içinde olması zorunluluğu var,
10
Krs. dipnot no 1.
398
fakat burada akrabalık dördüncü dereceye kadar olabilmekte
(bkz. bobreknakli.info, yayın yılı belirsiz)11. Fedakarlık motifi
burada da önkoşuldur.
Tarihçe
Organ naklinin başarılı bir biçimde uygulanması Almanya ve
Türkiye’de oldukça yakın bir geçmişe sahiptir. Bilindiği kada‐
rıyla canlı donörden alınan bir böbrek ilk kez Berlin’de 1963
yılında nakledildi (bkz. bpb, 2011)12. Türkiye’de ise aynı tür‐
den ve aynı koşullarda yapılan bir ameliyatın ise 12 yıl sonra‐
sına, 1975 yılına tarihlendiğini görmekteyiz (bkz. Akgün 2003:
1274). Kalıtımsal uyumun, nakil ameliyatının başarısı açısın‐
dan ne denli önemli olduğu daha o yıllarda bilinmekteydi.
Fakat ilaç sanayinin 1981 yılında Cyclosporin A adlı maddeyi
piyasaya sürmesiyle hastanın gösterdiği bağışıksal tepki azal‐
tılabilmiştir (bkz. Nagel vd. 2011). Eurotransplant kurumunun
1967 yılında hayat bulması da organ nakli ameliyatlarının
tarihi açısından önemli bir gelişmedir. Bu kurumun görevi,
doğru organın doğru alıcıya naklini koordine etmektir. Türki‐
ye’de ölü bir donörden alınıp başarıyla uygulanan ilk böbrek
nakli de 1979 yılında bu organizasyon tarafından koordine
edilmiştir. Bu nakil ameliyatı Türkiye’de aynı yıl yürürlüğe
giren organ nakli yasası uyarınca yapılmıştır. Bu ameliyatı
Türk donörlerden alınan organlarla yapılan diğer ameliyatlar
izlemiştir: ilkin böbrek (1979) ardından dokuzar yıl arayla
karaciğer (1988) ve kalp (1997) ameliyatları (bkz. Ambagtsheer
11
12
http://www.bobreknakli.info/sik‐sorulan‐sorular/kimler‐bobrek‐verebilir
(6.9.2014)
http://www.bpb.de/apuz/33315/transplantationsmedizin‐zwischen‐
fortschritt‐und‐organknappheit‐geschichte‐und‐aktuelle‐fragen‐der‐
organspende?p=all . Ayrıca bkz. Nagel vd. 2011
399
ve Weimar 2012: 571). Yıllar geçtikçe Türkiye dünya çapında
üne sahip bir organ nakli merkezi haline geldi. Almanya ile
karşılaştırıldığı vakit Türkiye henüz 2006 yılında dahi (gerek
genel gerekse ortalama nüfus verileri kategorilerinde) çok
daha fazla canlı böbrek nakli yapan ülke konumundaydı (bkz.
Horvat vd. 2009). Örneğin ilk kez yapılan rahim ve yüz nakil‐
leriyle 2011 yılında iki kol ve bir bacağın aynı anda bir hastaya
nakledilmesi sansasyonel nitelikli ameliyatlar olarak ülkede
heyecan ve gurur kaynağı olmuştur (bkz. deutsch‐tuerkische‐
nachrichten.de, 28.01.2012)13.
Organ sıkıntısı
Dünyanın bütün ülkelerinde beyin ölümü gerçekleşmiş veya
canlı donörlerden alınıp nakledilebilecek türden sağlıklı organ
bulma konusunda sıkıntılar yaşanmaktadır. Sadece Alman‐
ya’da 2013 yılında 8.000’i böbrek olmak üzere 10.900 hasta
organ bağışı için beklemekteydi (bkz. deutsch‐tuerkische‐
nachrichten.de, 17.07.2014)14. Medya, bekleme listelerinde adı
geçen insanların sayılarına vurgu yaparak ya da insanların
beklediği organları bulamamasından ötürü her yıl [ya da her
gün; günde 3 hasta (bkz. Bernd, 2014)] öldüğü haberlerini
yaymak suretiyle var olan sıkıntıları daha da dramatize et‐
mektedir.
Benzer durum Türkiye’de de söz konusu. 2012 yılında
diğer Avrupa ülkelerine kıyasla Türkiye’de organ bağış sayı‐
sında azalma gözlenmektedir. Böbrek nakli için 18.000, karaci‐
ğer nakli için ise 1.700 hastanın adı aynı yıl bekleme listelerin‐
13
14
http://www.deutsch‐tuerkische‐nachrichten.de/2012/01/360701/krise‐in‐
der‐tuerkei‐organspender‐dringend‐gesucht/ (07.09.2014)
http://www.deutsch‐tuerkische‐nachrichten.de/2014/07/503444/tv‐serien‐
schaden‐der‐organspendebereitschaft/ (07.09.2014)
400
de kayıtlıydı. 2011’de „sadece“ 3.000 böbrek nakli uygulan‐
mıştır [Almanya’da 1.862 (bkz. de.statistica.com, 2013)15]. Böb‐
rek Vakfı Başkanı’nın ifadesine göre bu sayı azdır (bkz.
deutsch‐tuerkische‐Nachrichten.de, 28.01.2012)16.
Organ Sıkıntısının Nedenleri ve Almanya
Organ sıkıntısının sebepleri nasıl açıklanabilir? Bu nedenler
arasında ilk sırada Almanya ve Türkiye’de insanların organ
bağışlamaya sıcak bakmaması anılabilir, üstelik bu insanlara
tıp alanında çalışan personeli de katabiliriz (bkz. Akgün vd.
2003: 1273). Türkiye’deki gönülsüzlüğü bir ölçüde insanların
transplantasyon tıbbıyla ilgili yeteri kadar bilgilenmemiş ol‐
malarıyla açıklayabiliriz. Buna ilaveten her iki ülkede de or‐
gan ticaretini kesinlikle engellemeye yönelik yürürlükte olan
sıkı yasalara işaret edebiliriz, zira bu yasalar fedakarlık pren‐
sibi yerine ticari amaçla hareket edecek olan potansiyel canlı
donörlerin devreye girmesine engel olmaktadır. Yeni organ
temin etme isteğinin hekimleri hayat kurtarma önlemlerinden
alıkoymaya iteceği endişesini de burada zikretmek gerekiyor.
Bir başka sebep ise özellikle Almanya’da yaşanan bir takım
yasadışı uygulamalardan ötürü dağıtım adaletine duyulan
güvensizliktir. Keza yoksul ülkelerdeki sağlıklı donörlerle,
zengin ülkelerde yaşayan varlıklı ama hasta alıcılar arasında
uluslararası yasadışı canlı böbrek ticaretinin yol açtığı güven‐
sizlik ortamından da bu bağlamda söz etmemiz gerekmekte.
Bir de gelecek vadeden transplantasyon tıbbının bu sıkıntıları
üretmekteki katkısına değinelim. Bu tıp alanının yakaladığı
15
16
http://de.statista.com/statistik/daten/studie/226648/umfrage/anzahl‐der‐
nierentransplantationen‐in‐deutschland (10.09.2014)
http://www.deutsch‐tuerkische‐nachrichten.de/2012/01/360701/krise‐in‐
der‐tuerkei‐organspender‐dringend‐gesucht/ (10.09.2014)
401
başarı düzeyi, daha önce nakillerde göz önünde bulundurul‐
mayan birçok hastanın artık organ bekleyenler listesine gir‐
mekte ısrarcı olmalarına neden oldu. Bu insanlar arasında 70
yaş üstü olanlar ile Hepatit C ve HIV hastalarını sayabiliriz
(bkz. Scheper‐Hughes 2002: 66). Bu durum ister istemez organ
bekleyenlerin sayısını artırıyor, zira Türkiye örneğinde görül‐
düğü gibi nakil işlemlerinin koordinasyonunu veya ameliyatla
ilgili her türlü yürütmeyi yönetecek uzman personel sayısı
yetersiz kalmaktadır (bkz. deutsch‐tuerkische‐nachrichten,
28.01.2012)17.
Yasadışı Organ Ticareti
Dünya Sağlık Örgütü (World Health Organization – WHO)
1991 yılında kendisine üye ülkelere ancak herhangi bir ücret
ya da karşılık beklemeksizin yapılan hücre, doku ve organ
bağışlarına izin vermeleri yönünde öneride bulunmuştu (bkz.
who.int, 2010)18. Burada söz konusu olan 5 nolu “Guiding
Principle” tavsiyesi hemen hemen bütün üye ülkelerin yasala‐
rına deruhte edilmiş, nitekim 2010 yılında Dünya Sağlık
Asamblesi (World Health Assembly – WHA) tarafından onay‐
lanmıştır. Ancak ne bu uluslararası organizasyonun şurası ne
de buraya istinat eden ulusal yasalar, 2009 yılına gelindiğinde
dünya genelinde yapılan organ nakli ameliyatlarının yaklaşık
yüzde 10’unun yasadışı organ ticareti kapsamında gerçekleş‐
miş olmasını engellemeye yetmemiştir (bkz. Horvat vd. 2009:
1002). Bu tarz yasadışı organ ticareti, organ yetersizliğinin
mantıkla kavranabilir türden bir sonucudur. Bu ticaret, organa
17
18
http://www.deutsch‐tuerkische‐nachrichten.de/2012/01/360701/krise‐in‐
der‐tuerkei‐organspender‐dringend‐gesucht/ (10.09.2014)
http://www.who.int/transplantation/Guiding_ PrinciplesTransplantation_
WHA63.22en.pdf (10.09.2014)
402
duyulan aşırı ihtiyaçtan kaynaklanmakla birlikte hukuksuz‐
dur ve kriminologların görüşüne göre salt yasalar ve yasakla‐
malar marifetiyle de önlenecek türden değildir (bkz.
Ambagtsheer and Weimar 2012: 571).
Peki, hastaları ve organ tacirlerini böylesi bir suça iten ge‐
rekçeler nelerdir? Uzun organ listelerinde sırasını beklerken
hastaların içinde bulunduğu çaresizliği ve ölüm korkusunu
canlandırın bir gözünüzün önünde. Nitekim kadavradan
alınmış bir böbrek için Almanya’da bekleme süresi ortalama
beş ile altı yıl arasında (bkz. dso.de, 2013)19 değişmektedir.
Bekleme süresi Türkiye’de de pek farklı değil. Bu yöndeki
tahminler iki buçuk ile beş yıl arasında değişmekte (bkz.
niertransplantatie.info, yayın yılı belirsiz)20. Organ bekleyen
hastalara, özellikle de içlerinde hali vakti yerinde olanlara,
kimi zaman kendi hekimleri kimi zaman da internette karan‐
lık işler çeviren aracılar tarafından uluslararası karaborsadan
kaçak organ edinmeleri salık verilir. Amerika Birleşik Devlet‐
leri (ABD) menşeili birçok internet sayfasında organ nakli için
Çin’den gelecek bir böbrek, karaciğer ya da pankreas için 70
ile 160 bin Dolar arasında “her şey dahil” paket ücreti teklif
edildiği bilinmekte (bkz. Shimazonoa, 2007: 956). Karaborsada
insan organlarının mal haline getirildiğine tanık oluyoruz.
Yoksul ülkelerin sağlıklı insanlarının potansiyel birer tedarikçi
olarak görüldüğü bu piyasada organlar, ekonomik durumu iyi
olan alıcıların ihtiyaçları doğrultusunda mala indirgenerek
satın alınır, satılır, çalınır (bkz. Scheper‐Hughes 2002: 62). Ge‐
nelde bu organlar güneyden kuzeye, fakir bedenlerden zengin
bedenlere, koyu tenli insanlardan açık tenli insanlara, kadın‐
19
20
http://www.dso.de/organspende‐und‐transplantation/warteliste‐und‐
vermittlung/niere.html (10.09.2014)
https://www.niertransplantatie.info/tr (12.09.2014)
403
lardan erkeklere biçiminde bir güzergah izlemektedir (a.g.y.,
S. 70). Organ simsarları yaptıkları işi, piyasada giderek açılan
arz‐talep makasını kapatma becerileriyle savunurlar. Ücreti
ödeyen hastaların, örneğin Eurotransplant tarafından tutulan
organ bekleme listelerinde en üst sıralara çıkmalarını da sağ‐
layabilmekteler. Küresel organ pazarında bağışlandığını iddia
ettikleri bir organ için para ödenmesini ise sözüm ona her iki
tarafın da karlı çıkması anlamına gelen kazan‐kazandır pren‐
sibiyle (win‐win‐situation) açıklamaya çalışmaktalar. Bu bakış
açısında sosyal koşullar tamamen göz ardı edilir, sosyal adalet
ile organ ticaretini reddeden uluslararası ahlak anlayışı fütur‐
suzca ayaklar altına alınır (a.g.y., S. 62).
Bavulları bu tür tekliflerle dolup taşan vicdansız organ
komisyoncuları, örneğin Türkiye, Moldova, Brezilya ya da
Hindistan gibi ülkelerde yaşayan fakir ve saf insanları kandı‐
rıp organlarını satmaya ikna etmek için uğraşırlar. Organ nak‐
linin alıcıya deniz ötesi bir ülkede yapılmasından kaynaklanan
yasadışı bir transplantasyon turizmidir21 sürüp gitmekte olan.
Simsarlar bunun gelişmesine de giderek daha çok katkı ver‐
mektedirler. Alıcı ister organ ticareti üzerinden isterse başka
bir yoldan özlemini çektiği organı temin etmiş olsun, her ah‐
valde hem kendi ülkesinin hem de donörün ülkesinin yasala‐
rına karşı gelmiş olur.
Transplantasyon turizmi söz konusu olduğunda üç kıta‐
dan dört ülke işin içinde olabilir. Örneğin alıcı ABD’den, verici
Türkiye’den, komisyoncu İsrail’den ve alıcıyla vericinin kaçak
yollardan getirildiği, nakil ameliyatının yapılacağı ülke de
Güney Afrika olabilir.
21
“Transplantasyon turizmi” kavramı icin bkz. Shimazonoa 2007: 956.
404
Seyahate Hazır İsrailliler
Bütün bunlar olup biterken organ ithal eden ülkerden İsrail’in
yurttaşlarının en çok seyahat etmeye hazır hastalar olduğunu
gözlemliyoruz. Bu ülke yok denecek kadar az sayıda kayıtlı
ancak halen yaşayan organ bağışçısı olmasıyla ve ölmüş ancak
organları bağışlanmış kişilerin en az sayıda olmasıyla tanın‐
makta (bkz. Shimazonoa 2007: 957). Bu sayının bu denli düşük
(2012 yılında 1 milyon kişiye 7,4 ölmüş organ bağışçısı düş‐
mekteydi) olmasının nedenleri, beyin ölümünün ülkede kabul
görmemesine ve dindar halkın, cenazenin murdar olacağına
inanmasına bağlanabilir. Dolayısıyla İsrail, dünya çapında
faaliyet göstererek alıcıyla vericiyi bir araya getiren, içinde
tercümanlar ve seyahat acentalarının da bulunduğu bir ağ
oluşturdu (bkz. Scheper‐Hughes 2002; 73; Weir 2009: 15). Yeni
bir uygulamanın devreye sokulmasıyla insanların organ bağışı
yapma konusunda biraz daha motive olması bekleniyor. Bu
uygulama uyarınca organ bağışçısı olarak kayıtlı olan kişile‐
rin, günün birinde kendilerinin de herhangi bir organa ihtiyacı
olması durumunda imtiyazlı muameleye tabi tutulmalarını
öngörüyor (bkz. Sack, 2014).
İsrail, denizaşırı ülkelerde yasadışı yollardan yapılan
transplantasyon masraflarının hastalık sigortalarınca üstlenil‐
mesini 2006 yılında resmen yasakladı. İsrail 2008 yılında, yani
77 ülkenin altına imza koyduğu Organ Kaçakçılığı ve Organ
Nakli Turizmi İstanbul Deklarasyonu’nun (Istanbul
Declaration on Organ Trafficking and Transplant Tourism)
yayınlanmasının ardından, organ ticaretinin ve arabuluculu‐
ğunun kriminalize olmasının önünü açmıştır (bkz. Sack, 2014).
405
Türkiye’nin İşin İçine Girmesi
Organ ticareti Türkiye’de resmen yasak olmasına rağmen
medya, bu ülkeye – Hindistan, Filipin ve Çin’in yanı sıra – en
önemli organ piyasalarından biri gözüyle bakıyor. Özellikle
Türk medyası, ülkede organ mafyasının işbaşında olduğu
konusunda emin bir tavır içinde. Türk medyasının varsayım‐
ları, karanlık işler çeviren birtakım insanların, 1999 depremi‐
nin kayıp ya da isimsiz kurbanlarının organlarının alınıp sa‐
tıldığı yönünde (bkz. Sanal 2004: 294). Bu tahmin bir komplo
teorisi olmaktan öteye gitmeyebilir ancak Alman basınında da
Türk organ mafyasıyla ilgili haberlerin ardı arkası kesilme‐
mekte (bkz. Güsten, 2014). Şu bir gerçek ki, Türkiye – kimi
zaman akrabalar ve arkadaşlar arasında (bkz. Sanal 2004: 291)
– yasadışı yollardan organ alışverişi ve ihracatı yapılan ülkeler
arasında yer almaktadır (bkz. Shimazonoa 2007: 957). Organ
“ihracatı” üzerine kaleme alınan ilk raporlarda dahi Türk kö‐
kenli birtakım insanların adları, para karşılığında gönüllü
bağış yapan donörler olarak geçmekteydi. Nitekim 1989 yılın‐
da tanınmış British Medical Journal (BMJ) dergisinde, Türk
uyruklu iki erkeğin 2000’er Pound karşılığında Londra’ya
gelerek tanımadıkları insanlara birer böbrek bağışladıkların‐
dan bahsedilmektedir (bkz. BMJ, vol. 298, 04.02.1989: 276)22.
Söz konusu nakil ameliyatlarının yapıldığı Wellington Hasta‐
nesi çalışanları bu bağlamda herhangi bir düzensizlikle karşı‐
laşmadıklarını ifade etmekteler. Belirtildiği kadarıyla her iki
donör de gönüllü olarak böbreklerini vermişler. Daha kısa
süre önce Türkiye’de borç içinde yüzen birçok çaresiz insan
karaciğerlerinin bir parçasının ya da böbreğinin alınıp biyolo‐
22
http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC1835635/pdf/bmj00217‐
0011.pdf (11.09.2014)
406
jik açıdan uyumlu ama para sıkıntısı çekmeyen alıcılara satıl‐
ması için adeta yalvarmaktaydı, hatta durum belki de bugün
bile farksız (bkz. Scheper‐Hughes 2002: 70). Potansiyel bağışçı‐
lara bir böbrek karşılığında teklif edilen fiyatlar arz talep iliş‐
kisiyle ve ülkeden ülkeye değişiklik göstermekte. Forbes der‐
gisinde 2007 yılında yayınlanan bir habere göre (bkz. Morais,
2007) Brezilya’nın Recife kentine gelen ve burada böbreğini
satacak potansiyel donör arayan İsrailli bir komisyoncu ile
onun Brezilyalı iş ortağı insanlara ilkin 10.000 Dolar teklif
ederler. Ancak tekliflerinin kısa sürede çok sayıda yoksulun
ilgisini çekmesinden ötürü fiyatlar 3.000 Dolar’a kadar geriler.
Fiyatlar ülkeden ülkeye de değişmekte: Canlı böbrek bağışı
yapana Filipin’de 1.500, Moldova’da 2.700, Türkiye’de 7.500,
ABD’de ise 30.000 Dolar kazandırmakta (a.g.y). Böbreğini
satan birçok yoksul kısa bir süre sonra, üstelik böbreğinin
birinden de yoksun durumda, yeniden borç sarmalına girmek‐
te (bkz. Shimazonoa 2007: 960). Zamanla birlikte uygun fiyat‐
larla ilgili kriterler de değişiklik göstermekte: Nitekim 2013
yılında Habertürk kanalında yayınlanan bir haberde (n24.de,
2013)23 Türk polisi, maddi imkansızlık nedeniyle aralarında
“sağlıklı köy böbreğini” ilanla satışa çıkartan birisinin de bu‐
lunduğu sekiz kişiyi incelemeye aldı. Bu olayda 55.000
Avro’ya varan fiyatlar talep edildiği de keza haberlere yansıdı.
Alman yurttaşları bir şekilde bu tür işlerin içindeyse ge‐
nelde ya alıcı olarak ya da bu tür ticaretten kar eden tüccar
olarak karşımıza çıkmaktalar. Örneğin bir Türk cerrahla birlik‐
te çalışan bazı Almanlar bir ara uluslararası boyutlara sahip
bir organ alışverişine karışmıştı. Kosova’da Almanlar tarafın‐
dan finanse edilen ancak geçen zaman zarfında polisce kapatı‐
23
http://www.n24.de/n24/Nachrichten/Panorama/d/3925652/tuerken‐bieten‐
‐dorf‐nieren‐‐im‐internet‐an.html (12.09.2014)
407
lan Medicus adlı hastanede Türk cerrahı Dr. Yusuf Sönmez
(namı diğer Dr. Frankenstein) çalışmaktaydı. Bu doktorun işi,
dünyanın her bucağından gelen ve para sıkıntısı çekmeyen
hastalara menşei belirsiz organları nakletmekti (bkz. Ginzel
vd. 2012, 22pp.). Donörler Türkiye, Moldova ve Rusya gibi
ülkelerin yurttaşlarıydı. Bu donörler Kosova’nın başkenti
Priştine’ye kaçak yoldan getirildikten sonra, insani nedenler‐
den ötürü organlarını bağışladıklarını onaylayan birer belge
imzalamak, kendilerine 20.000 Avro’ya kadar paralar vaad
edildiği halde bazı durumlarda Medicus Hastanesi’ni elleri
boş terk etmek zorunda bırakılmışlar (bkz. Lewis, 2010). Yıl‐
maz Altun adındaki bir Türk yurttaşının Priştine Havaala‐
nı’nda fenalaşmasının ardından böbreklerinden birinin çalın‐
dığını iddia etmesiyle bu klinik, polisin ilgisini çekmeye baş‐
ladı. İnterpol tarafından hala aranan Dr. Sönmez’in, çok sayı‐
da yasadışı organ nakli yapılan başka bir ülkede, Güney Afri‐
ka’da yaşadığı sanılmakta (bkz. Ginzel vd. 2012: 29).
Organ Ticareti ve Transplantasyonlar
Türkiye’de gizli saklı birçok yasadışı transplantasyon yapılan
ülkeler arasında sayılmaktaydı. Kendilerine organ nakli yapı‐
lan İsrailli hastaların da içinde rol aldığı başka bir senaryo ise
şöyle: Nefroloji uzmanlarından ve cerrahlardan oluşan bir
ekip, hastalarını da yanlarına alıp, kaynağın ifadesiyle “Türki‐
ye dahilinde ancak Irak sınırında küçük bir kente” (bkz.
Scheper‐Hughes 2002: 73) varırlar, genç Iraklı askerlerden
alınan böbrekleri burada gece yarısından sabahın erken saatle‐
rine kadar çalışarak transplante ederler. Keza İstanbul’daki
bazı özel hastanelerin, hali vakti yerinde İsrailli hastaların
sağlıklı böbrek edinmesine yardımcı olduğu anlatılmaktadır
(bkz. Scheper‐Hughes 2004: 53). Türkiye’de yapılan bu tarz
408
ticaretin ortaya çıkmasının ardından, faaliyetler Pakistan ve
“hot spot” (sıcak/tehlikeli bölge) olarak nitelenen dört ülkeye,
Hindistan, Brezilya, Çin ve Güney Afrika’ya kaydırıldı (bkz.
Watters 2014). Özellikle Çin, yüzde 90’a varan oranda, infaz
edilen mahkumların organlarının alınıp satılmasıyla bilinen
bir ülkeydi (bkz. a.g.y., Diflo 2004). Çin Halk Cumhuriyeti
Sağlık Bakanı 1.1.2015 tarihinden itibaren bu uygulamanın
kaldırılacağı yönünde açıklama yaptı (bkz. Caplan 2015: 1).
Hekimlerin Rolü
Yasaların öngördüğü alanı terk etmek suretiyle organ nakli
yapan ve bu nedenle mahkemeye çıkartılan hekimler, verdik‐
leri ifadelerde kötü bir şey yapmadıklarını belirtiyor. Bu he‐
kimlerin bir kısmı bilgileri dışında yasadışı bir organ nakli
işleminde kullanılmış, diğerleri ise para hırsıyla bilerek ve
isteyerek bu işe katılmış olabilir. Birçoğu başarıyla yaptıkları
ameliyatlara ve bir hayatı uzattıklarına vurgu yapmakta. Oysa
bu işlere bulaşmış hekimlerin ilgi alanında genellikle, tıp per‐
soneli tarafından özenle bakılan ve sakınılan zengin alıcılar
vardır. Oysa organı alınan donörün de ameliyat sonrasında en
az bir o kadar bakıma ve ilgiye ihtiyacı vardır. (bkz. Watters
2014). Donörler kendilerine vaad edilen paralar ve kocaman
birer yarayla evlerine gönderilir. Bunların büyük bir bölümü
ileriki yıllarda ağır işler yapabilme becerilerinin azaldığından
ve genel sağlık durumlarının kötüleştiğinden yakınmaktadır
(Shimazonoa 2007: 958).
409
Sonuç
Organ nakli ameliyatları Türkiye’de 45, Almanya’da ise 50 yıl
sonra, özellikle bağışıksal tepkinin (vücudun organı dışlaması)
dizginlenmesiyle, üstesinden gelinebilir türden tıbbi ve teknik
bir süreç haline gelmiştir. Bu gelişmeye rağmen dünyanın her
tarafında bir an önce organ edinmeyi uman ve gerçek anlam‐
da fedakarlık ilkesiyle, örneğin böbreğinin birini vermeye
hazır ya da beyin ölümü gerçekleşmiş olan bir yakınının or‐
ganlarını bağışlayacak insanlar arasındaki sayısal uçurum
daha da açılmakta. Organ sıkıntısı olarak adlandırılan bu du‐
rum – Almanya’da da olduğu gibi – kimi hekimler tarafından
bazı hastaların lehine manipüle edildi. Dünya genelinde ya‐
saklanmış olmasına rağmen (ya da tam da bu nedenle?) mafya
tarzı çeteler, vicdansız organ komisyoncuları, klinikler ve he‐
kimler piyasadaki bu organ sıkıntısından kendi maddi çıkarla‐
rı doğrultusunda hayasızca faydalanmaktadır. Organ sıkıntısı
dünya genelinde gerçekleştirilen transplantasyonların yüzde
10’unun yasadışı yollardan yapılmasına yol açmaktadır. Piya‐
salardaki bu yetersizlik ve bundan nemalanan tüccarlar insa‐
nın ve organın metalaşmasına davetiye çıkartır. Daha da kötü‐
sü, bu ticaret dünyanın bir bölümünü, zengin ama organ so‐
runundan muzdarip hastaların yaşadığı, organ ithalatı yapan
ülkeler, diğer bölümünü ise sağlıklı olmakla birlikte ekonomik
darboğazda olan insanların yaşadığı organ ihracatı yapan
ülkeler biçiminde ikiye ayırmaktadır. Bu sınıflandırmaya göre
Almanya organ ithalatı, Türkiye ise organ ihracatı yapan ülke‐
ler arasında yer almaktadır. Eğer ciddi biçimde kafa yorulup
organ ithalatı yapan ülkeler başta olmak üzere organ bağışı
sayısı artırılamazsa ileriki dönemlerde bu anlamda pek fazla
değişiklik olması da beklenmemeli.
410
Kaynakça
AKGÜN H.S, BILGIN N,. TOKALAK I., KUT A., HABERAL M.
(2003), Organ donation: a cross‐sectional survey of the
knowledge and personal views of Turkish health care. Profes‐
sionals. Proceedings, Vol 35 (4): 1273‐75
AMBAGTSHEER F. AND WEIMAR W. (2012), A Criminological
Perspective: Why Prohibition of Organ Trade Is Not Effective
and How the Declaration of Istanbul Can Move Forward.
American Journal of Transplantation 2012(12): 571–575
BAGHERI, A. (2005), Organ Transplantation Laws in Asian Coun‐
tries: a Comparative Study. Transplantation Proceedings, 37:
4159–4162
BERNDT, C. Nach Organspende‐Skandal: Weniger Menschen warten
auf Organe. Süddeutsche Zeitung. 10.06.2014. URL:
http://www.sueddeutsche.de/politik/nach‐organspende‐
skandal‐weniger‐menschen‐warten‐auf‐organe‐1.1991788
(07.09.2014)
BMJ (1989). Kidneys for Cash? London and Turkey. Vol 298:276
(02.02.1989). URL:
http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC1835635/pdf/b
mj00217‐0011.pdf (11.09.2014)
CAPLAN A. Weaning China off organs from executed prisoners.
www.thelancet.com, 385, 03.01.2015:1
DELMONICO F. L. (2009), The implications of Istanbul Declaration
on organ trafficking and transplant tourism. Current Opinion
in Organ Transplantation, 14:116–119
DELMONICO F. L., CAPRON A.M., DANOVITCH G.M., LEVIN. A.,
O’CONNELL P.J. (2014), Organ Transplantation in China: Not
yet a New Era. www.thelancet.com, 384: 741
DIFLO, T. (2004), Use of Organs from Executed Prisoners.
www.thelancet.com Medicine, Crime, and Punishment, 364:
30‐31
FASTING, U., GLENDING, S. AND AMNESTY INTERNATIONAL –
DANISH WORKING GROUP FOR CHILDREN. (1998), Chil‐
411
dren Sold for Transplants: medical and legal aspects. Nursing
Ethics 5: 518‐526
GARCIA GARCIA G. HARDEN P., CHAPMAN J. (2011) The Global
Role of Kidney Transplantation. Acta Nephrologica 25(4): 155‐
160,
GINZEL, A., KRAUSHAAR M. WINTER S. (2012). Die gekaufte Nie‐
re. Der Spiegel 31: 22‐30. URL:
http://magazin.spiegel.de/EpubDelivery/spiegel/pdf/87561960
(20.08.2014)
GÜSTEN, S. Türkei: Das Land der verlorenen Kinder. Der Tagesspie‐
gel. 29.01.2010. URL:
http://www.tagesspiegel.de/politik/international/vermisstenm
eldungen‐tuerkei‐das‐land‐der‐verlorenen‐
kinder/1673124.html (11.09.2014)
HORVAT, L.D.; SHARIFF, S.Z. AND GARG, A.X. (2009), Global
trends in the rates of living kidney donation. Kidney Interna‐
tional 75: 1088–1098: URL:
http://www.nature.com/ki/journal/v75/n10/pdf/ki200920a.pdf
(10.09.12014)
LEWIS, P. The doctor at the heart of Kosovo s organ scandal. The
Guardian, 17.12.2010: URL:
http://www.theguardian.com/world/2010/dec/17/kosovo‐
medicus‐organ‐clinic (10.09.2014)
MORAIS, R.C. (2007), Desperate Arrangements. Forbes, 29.1.2007;
URL:
http://www.forbes.com/free_forbes/2007/0129/072_2.html
(20.08.2014)
NAGEL, E.; ALBER, K., BAYERL B. (2011), Transplantationsmedizin
zwischen Fortschritt und Organknappheit. Geschichte und ak‐
tuelle Fragen der Organspende. Bundeszentrale für politische
Bildung (09.05.2011): URL:
http://www.bpb.de/apuz/33315/transplantationsmedizin‐
zwischen‐fortschritt‐und‐organknappheit‐geschichte‐und‐
aktuelle‐fragen‐der‐organspende?p=all (11.09.2014)
SACK, K. (2014) A clash of religion and bioethics complicates organ
donation in Israel. The New York Times, 17.08.2014. URL:
412
http://www.nytimes.com/2014/08/17/world/middleeast/a‐
clash‐of‐religion‐and‐bioethics‐complicates‐organ‐donation‐
in‐israel.html?_r=0 (11.09.2014)
SANAL A. (2004) Robin Hood” Of Techno‐Turkey Or Organ Traffick‐
ing In The State Of Ethical Beings. Culture, Medicine and Psy‐
chiatry 28(3):281–309
SCHEPER‐HUGHES N. (2002) The Ends of the Body: Commodity
Fetishism and the Global Traffic in Organs. SAIS Review 22(1):
61‐80.
SCHEPER‐HUGHES N. (2004) Parts unknown: Undercover ethnog‐
raphy of theorgans‐trafficking underworld. Ethnography 5(1):
29‐73
SHIMAZONOA Y. (2007) The state of the international organ trade: a
provisional picture based on integration of available infor‐
mation. Bulletin of the World Health Organization 85:955–962.
URL: http://www.who.int/bulletin/volumes/85/12/06‐
039370.pdf (08.09.2014)
WATTERS E. (2014) The Organ Detective; A Career Spent Uncover‐
ing a Hidden Global Market in Human Flesh. Pacific Stand‐
ard. The Science of Society. URL:
http://www.psmag.com/navigation/business‐
economics/nancy‐scheper‐hughes‐black‐market‐trade‐organ‐
detective‐84351/ (12.09.2014)
WEIR, A. Israeli Organ Harvesting: From Moldova to Palestine.
Washington Report on Middle East Affairs.:November 2009:
15. URL: http://www.wrmea.org/2009‐november/israeli‐
organ‐harvesting‐from‐moldova‐to‐palestine.html (13.09.2014)
WHO. (2010), WHO Guiding Principles on Human Cell, Tissue and
Organ Transplantation.
URL:http://www.who.int/transplantation/Guiding_Principles
Transplantation_WHA63.22en.pdf. (14,09.2014)
WILMS, M. Prüfer decken Organspende‐Skandal auf. Berliner Kurier
30.09.2014. URL: http://www.berliner‐kurier.de/polizei‐
justiz/herzzentrum‐pruefer‐decken‐organspende‐skandal‐
auf,7169126,28579488.html (05.09.2014)
413
Tıp Hukuku ve Etik Açıdan Almanya ve
Türkiye’de Psikiyatri Hastalarına
Yaklaşım Farkı
E. Elif VATANOĞLU‐LUTZ
Giriş
Felsefenin bir dalı olan etik, ‘iyi‐kötü’ ve ‘doğru‐yanlış’ kav‐
ramlarına odaklanır. Mutlak iyinin ve doğrunun olanağını
araştırır (Demirhan‐Erdemir, 2003: 4). Bu kuramsal etkinliğin
uygulama alanlarındaki karşılıklarından biri olan uğraş etikle‐
ri, son yıllarda giderek üzerinde daha çok çalışılan bir konu
durumuna gelmiştir. Uğraş etiği, etik disiplininin farklı mes‐
leklere uygulanmış hali demektir; basın etiği, mühendislik
etiği, tıp etiği gibi... Dolayısıyla, tıp etiği bir uğraş etiği alt
alanı olarak özellikle hekimlik uygulamalarını temel alan en
gelişmiş uğraş etiği alanlarından biridir. Tıbbın tüm dalları
arasında ise psikiyatri, kendi etkinliklerinde ortaya çıkan etik
sorunları en çok sorgulayan alandır (Oğuz, 1997: 54). Öte yan‐
dan, tıp pratiğinde yer alan birçok etik soruna hukuki bir yanıt
ve çözüm arayan tıp hukuku alanı, son yıllarda tüm dünyada
ve Türkiye’de çok önemli ve yeni bir alan olarak göze çarp‐
maktadır. Türkiye’nin birçok hukuk alanında olduğu gibi tıp
hukuku alanında da büyük ölçüde Alman hukuku doktrinle‐
rinden etkilendiği görülmektedir. Yazının ana konusunu oluş‐
turan psikiyatri disiplinine baktığımızda, Türkiye’de konunun
bilgilendirme, sır saklama, zorla hastaneye yatırma ve zor‐
414
la tedavi, hastanın hekimle paylaşımcı bir ilişki kurma hak‐
kı, aydınlatılmış onam uygulaması, hekim‐hasta ilişkisinde
cinsellik sorunu, tedavi görme hakkı ve tedaviyi ret hakkı
gibi birçok etik ve hukuki sorunu içerdiğini görüyoruz
(Oğuz, 1997: 55). Bu etik sorunların her biri tek tek ele alı‐
nacak olursa, her birinin çok yönlü ve çok boyutlu olduğu
görülür, her bir başlık bir makalenin konusu olabilecek
derinlikte ve niteliktedir. Konumuz bağlamında; özellikle
Almanya’daki ruh sağlığı literatürü ve Alman Ruh Sağlığı
Yasası incelendiğinde, en temel farklılık olarak göze çar‐
pan psikiyatri alanında zorla hastaneye yatırma ve zorla
tedavi konusuna odaklanılacaktır.
Yirminci yüzyılın ikinci yarısından sonra Batı Avrupa’da
psikiyatrik hizmetler, kavramsal ve yapısal olarak köklü deği‐
şiklikler yaşamıştır. En önemli dönüşüm, hastaların toplum
içinde tedavi edilmesi görüşünün ortaya çıkması ile büyük
psikiyatri hastanelerinin kapatılmasıdır (Munk‐Jorgensen,
1999: 138). Örneğin; Almanya’da 1960’lı yıllarda başlayan bu
dönüşüm sonrası, psikiyatri hastanelerindeki yatak sayısı
yaklaşık yüzde 50 oranında azalmıştır. Bu nedenle hastaların
toplum içerisinde tedavi edilebilmesi amacıyla toplum psiki‐
yatrisi hizmetlerine ağırlık verilmiştir (Priebe vd, 2005: 124).
Ciddi psikiyatrik hastalar, ayakta tedavi birimlerinde ve top‐
lum psikiyatrisi birimlerinde tedavi edilmeye başlanmıştır.
Hastaların tedavi amacıyla psikiyatri kliniklerine yatışları,
krize müdahale ya da hastanın kendisine ya da çevresine zarar
verme potansiyeli taşıdığında sağlanmaktadır (Priebe vd,
2005: 25).
Türkiye’deki uygulamada ise, psikiyatri hastalarının kli‐
nikte tedavisi görüşü halen baskındır ve zorla hastaneye yatı‐
rılan hastanın, hemen zoraki tedavisine başlanmaktadır. Bu
415
uygulamanın tamamen paternalist bir yaklaşım olduğu ve
hasta haklarını gözetmediği, hatta ihlal ettiği önemle vurgu‐
lanmalıdır. Zaten Türk psikiyatri uygulamasında psikiyatri
hastası‐hekim ilişkisinin paternalist yaklaşımın etkisinde ol‐
duğu gözden kaçmamaktadır. Çağdaş tıp uygulamasında ise,
hastanın istek ve görüşlerinin ön plana alınması ve hastayla
hekim arasında bilgi paylaşımının merkezi konumda bulun‐
ması esastır. Bu bağlamda hastanın kendi geleceğini belirleme
hakkı çerçevesinde, hastanın hastalıklarıyla yaşamını sürdür‐
me hakkının kabulü gerekir (Hakeri, 2013: 78 ). Aksi takdirde,
yani rıza ehliyeti bulunmayan hastaya, karşı koymasına rağ‐
men zoraki tedavi uygulamak “kişilik haklarının ihlali” ve
ayrıca ceza hukuku bakımından da “yaralama suçu” sayılır.
Böylesine önemli ve hassas bir konunun Alman hukukunda
iki farklı kanunda düzenlendiğini görüyoruz (Temel, 2012:
S.775). Buna karşılık Türk Hukuku’nda, psikiyatri hastalarının
hastaneye sevki, çeşitli resmi kurum veya makamlar tarafın‐
dan sağlanmaktadır ve konuya ilişkin yasal boşluk olduğun‐
dan, psikiyatri hastasının hastaneye zorla yatırılması ve zorla
tedavisi hekimlerin inisiyatifine bırakılmış durumdadır
(Hakeri, 2013: 178).
Alman Hukukunda Zorla Yatırma Uygulamaları
Alman hukukunda psikiyatri hastasının zorla hastaneye yatı‐
rılması için iki ayrı kanuni dayanak bulunmaktadır. Bunlar:
(1) Alman Medeni Kanunu’na (BGB) göre zorla hastaneye
yatırılma, (2) Eyalet Yasalarında (PsychKG) düzenlenen zorla
yatırma. Psikiyatri hastası hekim ilişkisi çeşitli yönleriyle özel
hukuk alanına girdiği için, özel hukuka göre, yani Alman Me‐
deni Kanunu’na göre zorla yatırma ve tedaviyi daha ayrıntılı
ele almak yerinde olacaktır (Temel, 2012). Alman Medeni Ka‐
416
nunu § 1906’da, reşit olmasına rağmen, psikiyatrik hastalık
veya bedensel, zihinsel ya da ruhsal engellilikten dolayı kendi
işlerinin bir kısmını ya da tamamını idare edemeyecek, yürü‐
temeyecek durumda olan ve bu sebeple kendilerine mahkeme
kararıyla danışman atanan kimselerin zorla yatırılması düzen‐
lenmektedir. Danışman bakıcılık kurumu (“Betreuer”), vasi‐
den farklı bir anlama gelmektedir. Buna göre reşit olan bir
kimse psikiyatrik hastalık veya bedensel, zihinsel ya da ruhsal
engellilik nedeniyle kendi işlerini kısmen ya da tamamen yü‐
rütemeyecek durumda ise, talep üzerine veya re’sen kendisine
bir danışman atanır (Alman MK § 1896 f. 1). Reşit olmayanla‐
rın zorla yatırılması ise, Alman MK § 1631b’ye göre anne ba‐
banın (yasal temsilcinin) rızasından sonra alınması gereken
aile mahkemesi kararıyla mümkündür. Burada çocuğun zorla
yatırılması için aile mahkemesinde talepte bulunmaya, çocu‐
ğun kanuni temsilcisi yetkilidir (Temel, 2012: 776 ; Jenkins &
Strathdee, 2000: 279).
Temyiz kudretine sahip olmayan bir kişi de talepte bulu‐
nabilir. Kişinin işlerini idare edememesi durumu, onun be‐
densel engelliğinden kaynaklanıyorsa, danışman sadece kişi‐
nin talebi üzerine atanabilir (Alman MK § 1896 f. 1). Danışman
olarak atanan kimse, bir gerçek kişi olabileceği gibi, danışman‐
lık konusunda uzmanlaşmış ve bu işi meslek olarak icra eden
bir dernek de olabilir (Alman MK § 1897 vd., § 1900; Temel,
2012: 776).
Psikiyatri hastalarının kendi istekleriyle bir psikiyatri
uzmanına veya kliniğine teşhis ya da tedavi amaçlı başvurma‐
sı ve burada ayakta veya yatılı tedavi hizmeti alması olağan,
hukuksal ve etik açıdan sorun oluşturmayan durumdur. An‐
cak uygulamada özellikle hastanın hastalığını kabul etmediği
ya da kendisine veya üçüncü kişilere zarar verebileceği du‐
417
rumlarda, hasta istemediği halde kapalı bir psikiyatri kliniğine
veya kliniğin kapalı bir katına yatırılmaktadır. Yatırma işlemi
hastanın geçici veya sürekli olarak hürriyetini bağladığından,
kişilik hakları ve anayasal haklar (serbest dolaşım hakkı vb.)
açısından hukuksal bir sorun oluşturmaktadır (Temel, 2012:
777). Alman MK § 1906 şu hükmü içermektedir:
Fıkra 1: “Danışman bakıcı tarafından hastanın hürriyetini
bağlayacak şekilde (hastaneye) yatırılması, sadece hastanın
esenliği için gerekli ise meşrudur.
Bu durumlar:
1. Hastanın psişik hastalık, zihinsel ya da ruhsal engellilik
nedeniyle kendisini öldürme ve kendisine önemli derecede
zarar verme tehlikesinin bulunması veya
2. Hastanın sağlık durumunun tespiti (muayenesi), teda‐
visi ya da tıbbi müdahale zorunlu ise ve bu hastaneye yatırıl‐
madan mümkün değilse ve hastanın psişik (ruhsal) hastalık,
zihinsel ya da ruhsal engellilik nedeniyle hastaneye yatma
zorunluluğunu anlayacak ya da bunun gereğine göre hareket
edecek durumda olmamasıdır (Temel, 2012: 778; Kallert vd,
2004: 780).
Fıkra 2: “Yatırılma, ancak danışmanlık mahkemesinin
(“Betreuungsgericht”) onayı ile mümkündür. Danışman yatı‐
rılma şartları ortadan kalktığında, hastanın yatırılmasına son
verir. Danışman yatırmanın sona erdiğini danışmanlık mah‐
kemesine bildirmek zorundadır. (Temel, 2012: 778)
Alman MK § 1906’ya baktığımızda, danışmanın hastayı
isteği dışında yatırabilmesi iki durumda mümkündür: (a)
Psikiyatri hastasının kendini öldürme veya kendine önemli
derecede zarar verme tehlikesinin bulunması durumunda, (b)
418
Psikiyatri hastasının muayene veya tedavisinin gerekli olması
ve bunun ancak yatırılarak mümkün olması durumunda. Has‐
tanın kendisini öldürme veya kendisine zarar verme tehlikesi
nedeniyle zorla yatırma konusuna baktığımızda, zorla yatırma
için gerekli ilk şart, bunun hastanın esenliği (“Wohl des
Patienten”) için gerekli olmasıdır. Bu itibarla kendisine da‐
nışman bakıcı atanan psikiyatri hastası, belirli üçüncü kişilere
(örneğin aile fertlerine) ya da genel olarak kamuya zarar ver‐
me tehlikesi bulunsa dahi, Medeni Kanuna dayanarak zoraki
kapalı bir kliniğe yatırılamaz. İkinci şart ise, hastanın psikiyat‐
rik rahatsızlığı veya zihinsel engelliliği nedeniyle kendisini
öldürme veya kendine önemli derecede zarar verme tehlikesi‐
nin bulunmasıdır. Hasta bir defa intihara teşebbüs ettiyse veya
bunun hazırlıklarını yapmışsa ya da hasta ölmek istiyor ve
sürekli intihar etmeyi aklından geçiriyorsa, hastanın kendini
öldürme riskinin yüksek olduğu kabul edilmelidir. Burada
öldürme tehlikesinin kabulü için, bu yöndeki objektif somut
verilerin olayda var olması gerekir. Zorla yatırılan hastanın,
fiziki olarak karşı koyması durumunda zorla tedavisi hukuk‐
sal olarak mümkün değildir. Gerek yargıda ve gerekse dokt‐
rinde haklı olarak üçüncü bir şart daha aranmaktadır: Sağlığa
yönelik önemli zarar tehlikesi ile hastanın özgürlüğünün kısıt‐
lanması
arasında
dengeli
bir
orantı
olmalıdır
(“Verhaeltnismaessigkeit”). Yani hastanın kendine vereceği
zararın, onun anayasal (=temel) hakkı olan özgürlüğünü kısıt‐
lamayı haklı kılacak derecede önemli olması, başka bir ifadey‐
le hastaneye yatırma ile ulaşılan menfaatin, hastaneye yatır‐
maktan dolayı kısıtlanan özgürlükle orantılı olması gerekir
(Temel, 2012: 779). Yatırma işleminin geçerli olabilmesi için
nihayet son şart, danışmanlık mahkemesinin bu konuda karar
vermesidir. Mahkemenin karar verebilmesi için ise, danışman
419
tarafından konusu yatırılma izni olan bir davanın açılması
gerekir. Bu davayı sadece danışman açabilir. Bu konuda, ne
idarenin ne de psikiyatri hekimlerinin dava açma yetkisi var‐
dır (Temel, 2012). Gerekli olmasına rağmen danışman bu da‐
vayı açmamışsa, psikiyatri hastasının ancak kaynağı kamu
hukuku olan yetkiye dayanarak yatırılması söz konusu olabi‐
lir. Mahkeme, Aileyi İlgilendiren Davaların Usulü Hakkında
Kanun’un (MAIDK=“Gesetz über das Verfahren in
Familiensachen=FamFG”) § 312 Nr. 1 ve Nr. 2 gereğince bilir‐
kişi raporuna başvurmalıdır. Psikiyatri uzmanı hekim, hastayı
muayene ettikten ve onunla konuştuktan sonra, psikiyatrik
teşhisini ve hastanın kendisine zarar vermesiyle veya sağlı‐
ğında ciddi zararların meydana gelmesiyle ilgili prognozlarını
(öngörülerini) içeren bir bilirkişi raporu hazırlar. Mahkeme,
yatırılmadan önce hastayı dinleyebilir (MAIDK § 319). Bu
sayede hakim, psikiyatri hastasının –her ne kadar rıza ehliyeti
olmasa da – görüşünü almış olur. Buna ek olarak, hakimin
hastayı bizzat görerek hakkında bir kanı sahibi olması sağ‐
lanmış olur (Temel, 2012: 780; Priebe vd, 2008: 572).
Muayene veya tedavi amaçlı zorla yatırılma durumunda
da orantılılık prensibi geçerliliğini korur. O halde hastaneye
zorla yatırılarak gerçekleşen tedavi sonunda hastanın elde
ettiği menfaatin, onun kısıtlanan özgürlüğüyle orantılı olması
gerekir. Orantılılığı belirlemede, hastalığın türü, hastanede
kalma süresi ile tedavi ve iyileşme ihtimalleri gibi faktörler
dikkate alınmalıdır. Alman Federal Anayasa Mahkemesi’nin
haklı olarak belirttiği gibi, ancak orantılılık prensibi sayesinde,
psikiyatri hastalarının da hastalıklarıyla yaşama hakkı garanti
altına alınmış olur (Temel, 2012: 781). Orantılılığın kabul edil‐
mesi için başka bir faktör ise, hastalığın hastanede tedavi
edilmemesi durumunda hastanın sağlığında ciddi ve ağır
420
zararların ortaya çıkması tehlikesinin bulunmasıdır. Nihayet
zoraki yatırılma için gerekli olan son şart, “hastanın psikiyat‐
rik rahatsızlık veya zihinsel engellilik nedeniyle hastanede
tedavinin gerekliliğini anlayacak durumda olmaması ya da
anlamış olmasına rağmen hastaneye yatmaya karar verecek
durumda olmaması” şeklindedir (Temel, 2012: 785).
Psikiyatri hastasının kapalı sağlık kuruluşlarında zorla
tedavisinin hangi durumlarda yasal olduğunu belirlemeden
önce, zorla tedavi kavramından ne anlaşılması gerektiğini
tespit etmek faydalı olacaktır. Burada tedavi kavramını geniş
yorumlamak gerekir. Buna göre tedavi kavramından anlaşıl‐
ması gereken, kendisine danışman atanan psikiyatri hastası‐
nın, hem kendisine danışman atanmasını gerektiren hem de
diğer hastalıklardan dolayı ilaçla, ameliyatla veya psikoterapi
ile tedavisidir (Temel, 2012: 786; Jenkins & Strathdee, 2000:
281). Bu itibarla kendisine danışman atanan kimseye diş he‐
kimi tarafından cerrahi müdahale uygulanması da, zorla te‐
davi kapsamında değerlendirilmektedir. Buna karşılık tedavi‐
nin “zoraki” olarak nitelendirilebilmesi için, rıza ehliyetinden
yoksun olan psikiyatri hastasının fiziki olarak tedaviye karşı
koymuş olmasına rağmen, bu direncin sağlık personeli (ya da
danışman) tarafından güç kullanılarak kırılmış olması ve te‐
davinin bu şekilde yapılmış olması gerekir (Kallert vd, 2004:
782 ). Örneğin psikiyatrik ilaç ya da enjeksiyon almak isteme‐
yen hastanın, elleri bağlanılarak kendisine zorla ilaç verilmesi
ya da iğne yapılması psikiyatri kliniklerinde rastlanan yaygın
zoraki tedavi örneğidir. Hastaya ilaçlarını almazsa kendisine
dışarı çıkma izni verilmeyeceği, başka servise nakledileceği
tehdidi de zorla tedavi olarak değerlendirilmelidir. Bunun
dışında hastanın yemeğine veya içeceğine gizlice ilaç koymak
veya hastaya psikiyatrik ilacı ağrı kesiciymiş gibi gösterip
421
kullandırtmak da, yine zoraki tedavi olarak kabul edilmekte‐
dir. Psikiyatri hastasına uygulanacak ilaçsız tedavi yöntemle‐
rinde de hastanın rızasının alınması gerekir. Bu itibarla hasta‐
ya psikanaliz veya konuşma tedavisi uygulayan psikiyatrist,
seanslara başlamadan önce hastayı aydınlatarak onun rızasını
almak zorundadır (Temel, 2012: 787; Munk‐Jorgensen, 1999:
139). Rıza ehliyeti mutlak bir kavram olmadığından, hastaya
uygulanması düşünülen her tıbbi müdahaleden önce, hastanın
ehliyete sahip olup olmadığı kontrol edilmelidir. Psikiyatrik
bozukluğu olan hastalar da rıza ehliyetine sahip olabilir. Rıza
ehliyetinin kabulü için aranan ölçü, “hastanın, gerçekleştiril‐
mesi düşünülen tıbbi müdahalenin amaç ve anlamını, etki ve
risklerini en azından ana hatlarıyla idrak edip, artı ve eksileri‐
ni değerlendirebilme yeteneğine sahip olup olmadığıdır”.
Psikiyatri hastası rıza ehliyetine sahip olmasına rağmen, ge‐
rekli tıbbi müdahale için rıza vermek istemezse, bu durumda
hekimin normal hastaya gösterdiği sabır ve harcadığı zaman‐
dan daha fazlasını sarf etmesi ve hastasını tedaviye ikna etme‐
si gerekir. Hekimin bu ikna ve tedaviye yönlendirme yüküm‐
lülüğü, sadece psikiyatrik hastalıklar için değil, hastanın diğer
tüm somatik hastalıklarını da kapsamaktadır (Temel, 2012:
790; Priebe vd., 2008: 571). Hekimin bütün çabalarına rağmen,
hasta tedavi olmak istemezse, hekim hastanın kararına saygı
duymalıdır. Çünkü Alman hukuku doktrinine göre, hastanın
kaynağı anayasaya dayanan hastalıkla yaşama hakkı vardır
(Temel, 2012: 791).
Türkiye’de Mevcut Durum
Yukarıda Alman Hukuku’na göre konunun ele alınışını kısaca
özetlemeye çalıştıktan sonra, ülkemizde ruh hastaları ile ilgili
yasal düzenlemelerin yok denecek kadar az olduğunu görmek‐
422
teyiz. Ruh hastasının suç işlemesi durumunda işlev gören
Ceza Yasası maddeleri bir yana bırakılırsa, psikiyatri hastala‐
rından yalnızca, kimlerin ruh hastasını zorla hastaneye götü‐
rebileceği konusunda bazı kamu hizmetlilerinin ve kolluk
güçlerinin yetkileri ile ilgili yasalardan söz edilmektedir (T.C.
Sağlık Bakanlığı, 2011: 58). Yasaların, bu konuda oldukça ge‐
niş yetkiler dağıtması sonucunda, neredeyse herkes, ruh
hastası olduğuna inandığı bir başkasını zorla hastaneye götü‐
rebilmekte veya gönderebilmektedir. Üstelik yasa tarafından
onaylanan bu durum, bireyin anayasal haklarına aykırıdır ve
hatta anayasaya göre suçtur. Psikiyatri hastaları açısından
baktığımızda, onların özerklik bakımından öteki insanlardan
farksız olan sınırlılıklara sahip oldukları halde, ülkemizde
gelenek haline gelen zorla yatırma uygulamaları sonucunda
özerkliklerinin gerçekleştirilmesinin olanaksız hale geldiğini
görmekteyiz (T.C. Sağlık Bakanlığı, 2011: 59).
Ülkemizde psikiyatri hekiminin zorla yatırma uygulama‐
larındaki sorumluluğu çok ağırdır, çünkü uygulamanın yasal
düzenlemesi de yapılmamıştır. Hangi nedenle olursa olsun
zorla hastaneye yatırma hastanın özgürlüğünü kısıtlayan ve
onun özerkliğine karşı saldırı anlamına gelen bir uygulama‐
dır (Aydın‐Er & Şehrialtı, 2010: 42).
Türkiye Psikiyatri Derneği’nin 22 Haziran 2002 tarihli
“Psikiyatri Meslek Etiği Kuralları” nın 17. ve 18. maddelerinde
hastanın zorla tedavisi, zorla hastaneye yatırılması konuların‐
da belli düzenlemeler bulunmaktadır (T.C. Sağlık Bakanlığı,
2011: 59). “İstemsiz Yatış” başlıklı 17. madde, “hastanın ya da
temsilcisinin yatırılmaya karşı çıktığı durumlarda, hekim,
tıbbi‐psikiyatrik gerekçeleri değerlendirerek istem dışı yatış
kararını hekimlik bilgisi ve vicdanına göre kendi vermelidir.
Hasta, ruhsal bir bozukluk nedeniyle uygun karar verme yeti‐
423
sini yitirmişse, istem dışı hastaneye yatırma ve sağaltım uygu‐
lama kararında, ülkemizdeki yasalar uyarınca hareket etmek
ruh hekiminin görevidir. Hastanın insanlık onurunu ve yasal
haklarını güvenceye almak için ruh hekimi aileyle görüşmeli
ve gerekiyorsa yasal yollara başvurulmasında rehberlik etme‐
lidir (T.C. Sağlık Bakanlığı, 2011: 60). Hastanın isteği dışında
sağaltım uygulanması durumunda önce hastanın sağlığı dü‐
şünülmeli, ancak insan hakları ilkelerine de özen gösterilmeli‐
dir.” şeklindedir. “Sağaltımı Reddetme” başlıklı 18. madde ise;
“Ruh hekimi, hastanın kendisi ya da çevresi için tehlikelilik
hali söz konusu olmadığı durumlarda hastanın sağaltımı red‐
detme hakkını tanımalıdır” şeklindedir (T.C. Sağlık Bakanlığı,
2011: 60).
Konuyla ilgili Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası söz‐
leşme ve bildirgeler bulunmaktadır. Anayasa’nın 90. madde‐
sinde düzenlenen “...Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel
hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanun‐
ların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabile‐
cek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas
alınır.” hükmü uyarınca Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası
sözleşmeler mevzuat hiyerarşisi kapsamında kanunların üze‐
rindedir (Aydın‐Er & Şehrialtı, 2010: 49). Özellikle Biyoloji ve
Tıbbın Uygulanması Bakımından İnsan Hakları ve İnsan Hay‐
siyetinin Korunması Sözleşmesi’nin (İnsan Hakları ve Biyotıp
Sözleşmesi) “Muvafakat” başlıklı ikinci bölümünün 6. ve 7.
maddelerinde özetle; akıl sağlığı yerinde olmayanlara hasta‐
nın karar verme sürecine mümkün olduğunca katılması husu‐
su dikkate alınarak yasal temsilcisinin veya kanun tarafından
belirlenecek makam ya da kuruluşun izni ile müdahalede
bulunulacağı ve akıl sağlığı yerinde olmayanlara onay alın‐
madan yapılacak tıbbi girişimin ancak kişinin sağlığına ciddi
424
bir zararın gelmesini engellemek amacıyla yapılabileceği belir‐
tilmiştir. Ancak böyle durumlar da dahil, tıbbi müdahalenin,
gözetim, denetim ve başka bir makama başvurma süreçlerini
içermesi gerektiği hususuna değinilmiştir (Hakeri, 2013: 179).
Avrupa Konseyi İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi’nin “Ki‐
şilerin Onayı” başlıklı ikinci kısmında “akıl sağlığı yerinde
olmayanlara yapılacak tıbbi girişim ancak kişinin iyiliği için
yapılır” hükmü düzenlenmiştir (T.C. Sağlık Bakanlığı, 2011:
60). Yasal bir düzenleme olmaması sebebiyle, Türkiye’de zorla
hastaneye yatırma konusunda mahkemeye iletilen vakalar çok
azdır. Yine zorla hastaneye yatırılmanın gerekli olmadığı hal‐
lerde zorla hastaneye yatırılan hastalar tarafından özgürlükle‐
rinin kısıtlanması, tıbbi uygulama hatası temelli maddi ve
manevi tazminat davalarına da Türkiye’de nadiren rastlanıl‐
dığı görülmektedir (Hakeri, 2013: 179). Bu nedenle, dünyadaki
uygulamalar dikkate alınarak ‐özellikle Alman Hukuku’nda
detaylı şekilde bulunduğu gibi‐, psikiyatride zorla tedavinin,
yasal bir düzenleme altına alınması gerekmektedir. Nitekim
Anayasa’daki 17. madde uyarınca, kişinin bedensel ve ruhsal
bütünlüğü hukuksal koruma altına alınmış olup, kişinin kendi
isteği ve özellikle de yasal dayanağı olmadan maddi ve mane‐
vi varlığına girişimde bulunmak suçtur (Ulaş, 2008: 5). İstem
dışı psikiyatrik tedavi, kişinin özgürlüğünün kısıtlandığı or‐
tam ve koşullarda uygulanmaktadır. Dolayısıyla psikiyatri
hekimleri, Anayasa’nın 19. ve 3. Maddeleri kapsamında aslın‐
da sadece mahkemelere verilmiş bir yetkiyi kullanmaktadır‐
lar. Bu nedenle psikiyatri hekimleri, hastaların tedavisini sağ‐
lamakla sınırlı olan mesleki görevlerinin üstünde bir sorumlu‐
luk taşımak zorunda kalmaktadır (Hakeri, 2013: 179).
425
Sonuç
Psikiyatri alanında hasta haklarını zedeleyen en önemli tu‐
tum, zorla hastaneye yatırma uygulamasıdır. Psikiyatri, bir
hastanın zorla tedavi edilebildiği ender uzmanlık alanların‐
dan biridir, aslında böyle bir uygulamanın yapılabildiği tek
alandır diyebiliriz. Alman Hukuku’nda bu konudaki çözüm
ve metotlar, Türk Hukuku’na da model teşkil edecek nitelik‐
tedir. Türkiye’de psikiyatri hastalarına ilişkin kapsamlı bir
yasal düzenlemenin gerekli olduğu, hem psikiyatri uzmanları
hem de tıp hukukçuları tarafından dile getirilmektedir. En
yakın zamanda yürürlüğe sokulmasında fayda olan yeni dü‐
zenlemelerde Alman mevzuatının kaynak alınması, hasta ve
psikiyatrist arasındaki ilişkinin tarafların menfaat ve hakları‐
nın en etkin şekilde korunması bakımından özellikle tavsiye
edilebilir. Söz konusu yasal düzenlemenin yapılması, hem
psikiyatri alanının etik ve hukuki sorunlara köklü çözüm geti‐
rilmesi, hem de Türkiye’nin zaten örnek aldığı Alman Hukuk
doktrinleri ile uyumunun güçlendirilmesi açısından son dere‐
ce önemlidir. Sağlık Bakanlığı’nın öncülüğünde, ilgili tıp ve
eğitim çevrelerinin görüşleri alındıktan sonra içerisinde etikçi
ve hukukçuların da bulunduğu bir komisyon oluşturularak
ilgili yasa metnini olgunlaştırmak ve yürürlüğe koymak yo‐
lunda adımlar atılması en büyük dileğimizdir.
426
Kaynakça
AYDIN‐ER, R. und ŞEHİRALTI, M. (2010), Çözümlenmemiş Bir Ko‐
nu: Psikiyatrik Bozukluğu Olan Hastanın Gönülsüz/Zorla Te‐
davi Edilmesi, Psikiyatri Hemşireliği Dergisi, 1 (1)
DEMİRHAN‐ERDEMİR, A. (2003), Çağdaş Tıp Etiği, İstanbul
HAKERİ, H. (2013), Tıp Hukuku El Kitabı, Ankara
JENKINS, R. und STRATHDEE, G. (2000), The integration of mental
health care with primary care, Int J Law Psychiatry, 23 (3‐4)
KALLERT, T. W., GLÖCKNER M., PRIEBE S. et al. (2004) ,A compar‐
ison of psychiatric day hospitals in five European countries,
Soc Psychiatry Psychiatr Epidemiol, 39
MUNK‐JORGENSEN, P. (1999), Has deinstitutionalization gone too
far? Eur Arch Psychiatry Clin Neurosci, 249
OĞUZ, N.Y. (1997), Psikiyatri özelinde klinik araştırmalarda insan
denekler ve etik sorunlar, 3P dergisi, 5(1)
OĞUZ, N.Y. (1993), Temel yönleriyle psikiyatride hasta hakları,
Psikiyatri Psikoloji ve Psikofarmakoloji Dergisi, 1 (3)
PRIEBE, S., BADESCONYI , A. , FIORITTI, A. et al. (2005),
Reinstitutionalisation inb mental health care: comparison of
data on service provision from six European countries, BMJ,
330
PRIEBE, S., FROTTIER, P., GADDINI, A. et al. (2008), Mental health
care institutions in nine European countries, 2002 to 2006,
Psychiatr Serv, 59
T.C. Sağlık Bakanlığı (2011), Türkiye Cumhuriyeti Ulusal Ruh Sağlığı
Politikası. T.C. Sağlık Bakanlığı, Temel Sağlık Hizmetleri
Genel Müdürlüğü; Ankara. http://www.saglik.gov.tr/TR
/dosya/1‐73168/h/ulusal‐ruh‐sagligi‐eylem‐plani.pdf
(10.12.2014)
TEMEL, E. (2012), Relationship of Psychiatry Patient‐Doctor in Ger‐
man Law, AÜHFD, 61(2)
ULAŞ, H. (2008), Batı Avrupa Ülkelerinde ve Türkiye’de Psikiyatrik
Hizmetler, Türkiye Psikiyatri Derneği Bülteni, 11 (2)
427
Tamamlayıcı Tıp Uygulamalarının Alman
Sağlık Tedarik Sistemine Uyarlanması –
Çigong’un Ortaya Çıkışı,
Bilimi ve Uygulaması
Johann BÖLTS
Çigong: Geleneksel Çin Tıbbı’nın (GÇT) Kendi Kendini
Düzenleyen Tasarımı
Çigong, Geleneksel Çin Tıbbı’nın kendi kendini düzenleyen
bölümüdür. Bu niteleme ‚çi’ = ‚yaşama gücü’ ve ‚gong’ = ‚ye‐
terlilik’ sözcüklerinden oluşmaktadır. Dolayısıyla Çigong
terimiyle yaşama gücünü koruma ve geliştirme becerisine
sahip olma ifade edilmektedir. Çigong, egzersiz uygulamala‐
rıyla vücut duruşunu, hareketleri, nefesi ve gerek zihni gerek‐
se duygusal olsun tinsel etkinlikleri düzenler. Hele tinsel kı‐
mıltıların düzenlenmesi Çigong alıştırmaları kapsamında
önemli bir yer tutmaktadır, çünkü GÇT’ye göre iç huzursuz‐
luğu, büyük oranda güç yitimine sebep olur.
Çigong egzersizi yapanlar beden, nefes ve tinlerini gün‐
delik hayatlarında nasıl etkin biçimde kullanacaklarını öğre‐
nirler. Böylelikle yaşama gücü hedeflere ulaşmada gereğince
devreye girebilecek; yanlış vücut duruşu, disfonksiyonal nefes
alıp verme ve tinsel huzursuzluk gibi etmenlerden ötürü aşırı
zorlamaya maruz kalmayacaktır. Kısacası: Çigong psişik ve
fiziksel düzenlemeleri elden geçirir. GÇT’nin diğer modülleri
428
hekim aracılığıyla uygulanırken Çigong egzersizleri yapanlar
öngörülen teknikleri uygulamak suretiyle sağlıklarını muha‐
faza ettikleri gibi hastalanmaları durumunda da bir an önce
iyileşebilme becerisi ile donanırlar.
Çigong 70’li yılların ortalarında Almanya’da tanınmaya
başladı. ‚Gölge Boksu’ adıyla da anılan Taijiquan (‚Tai Chi
Chuan’, kısaca ‚Tai Chi’) sporu da işte bu yıllarda ülkede in‐
sanların ilgi alanına girmeye başlamıştı. Her ne kadar o dö‐
nemde bu şekilde anılmasa da Tai Chi derslerinde Çigong
alıştırmalarına başvurulmaktaydı. Bu alıştırmalar ders öncesi
ısınma amacıyla uygulanmaktaydı. Çigong’un münferit bir
spor dalı olarak tanınması ise 80’lerin başlarına denk gelir. Bu
aşamada J. Zöller’in 1984 yılında yayınlanan „Kendini İyileş‐
tirme Tao’su“ adlı kitabı, geleneksel Çigong yöntemlerinin
geniş kapsamlı bir şekilde derlenmesinde önemli bir rol üst‐
lenmiştir.
Alman Sağlık Tedarikinde Temel Koruyucu Önlemler
WHO ve SGY‐5
WHO (Dünya Sağlık Örgütü) Almanya’da sağlık politikaları
bağlamında zihniyet değişikliğine gidilmesinde oldukça etkin
rol almıştır. WHO 1986 yılında “Herkese Sağlık“ başlıklı
Ottawa Antlaşması ile sağlığın, hasta olmama durumundan
daha öte bir şey olduğunu yanlış anlamaya mahal vermeyecek
bir biçimde ortaya koydu. Sağlığa verilen destek, insanlara
kendi sağlıkları konusunda yüksek düzeyde bireysel katkı
payı sunmak yoluyla onu daha da güçlendirme yolunda yet‐
kin kılmayı hedeflemektedir. Geniş kapsamlı olmak kaydıyla
bedensel, ruhsal ve sosyal bir huzura kavuşmak için gerek
gruplar düzeyinde gerekse bireysel anlamda her türlü talep ve
umudu dikkate alıp bunlara yanıt verilmesi, insanların bu
429
yöndeki ihtiyaçlarının karşılanması gerekmektedir. Bu bağ‐
lamda sağlık, gündelik hayatın bir parçası olarak anlaşılmalı‐
dır. Önlem düzeneğini güçlendirmek için 1989 yılında Federal
Almanya Sosyal Güvenlik Yasası’nın (Sozialgesetzbuch ‐ SGB)
5. numaralı Hastalık Sigortaları Düzenlemesi’ne 20. madde
eklenmiştir. Bu ek yasa hastalık sigortalarına, uyguladıkları
temel koruma ve önlem paketlerine ek olarak profilaksi (ko‐
ruyucu önlem) modülü eklemek suretiyle etkinliği tabana
yayma olanağı sağlamıştır. Bu gelişme hastalık sigortalarını,
işlevleriyle ilgili yeni saptamalarda bulunmaya sevk etmiş,
yaşanan sürecin ardından yeni pazarlama stratejileri ortaya
çıkmıştır. Bu bağlamda cereyan eden gelişmelere örnek olarak
o zamana değin „Allgemeine Ortskrankenkasse AOK” (Türk.:
Umumi Hastalık Kasası) adı altında faaliyet gösteren sigorta
şirketi, adını “AOK – Die Gesundheitskasse” (AOK – Sağlık
Kasası) olarak değiştirmiştir.
Örnek 1)
Bu yeni profilin sahip olduğu cazibeyi halka gereğince
aktarabilmek için Çigong’a başvuruldu. Ülke genelinde hayata
geçen bir aksiyon kapsamında bir Çigong uygulaması poster
üzerinde görünür kılınıp ilgili olan kişi ve kuruluşlara dağıtıl‐
dı (bkz. Grafik 1).
Birçok bölgede Çigong kursları başlatılmış, talepte adeta
patlama yaşanmasının önü açılmıştır.
Örnek 2)
Alman
Hizmetliler
Hastalık
Kasası
(Deutsche
Angestelltenkrankenkasse – DAK) Oldenburg Carl von
Ossietzky Üniversitesi bünyesinde faaliyet gösteren Yaşam
Boyu Öğrenme Merkezi (Center für lebenlanges Lernen – C3L)
430
adlı bilim merkezinin “Geleneksel Çin İyileştirme Yöntem ve
Konseptleri Projesi – GÇİP” (Projekt Traditionelle Chinesische
Heilmethoden und Heilkonzepte – PTCH) masasına, insanları
Çigong alıştırmaları yapmaya teşvik edecek bir motivasyon
DVD’si hazırlatmak üzere görev vermiştir. DVD’nin amacı
insanların gündelik rejenerasyon davranışlarını gözden ge‐
çirmelerini, gerektiğinde de düzeltmeye yönelmelerini sağla‐
maktı. Bunun da nedeni işyerlerinden ve psişik nedenlerden
kaynaklanan birtakım hastalıkların yüksek düzeyde sağlık
sorunlarını beraberinde getirmesi, dolayısıyla da aşırı masrafa
yol açmasıydı (bkz. Grafik 2). Söz konusu DVD 2007 yılından
bu yana DAK sigorta şirketi tarafından konuya ilgi duyan
herkese dağıtılmaktadır.
Hastalık Kasalarının Davranış Kılavuzu
Kamusal hastalık kasaları 2001 yılında bir araya gelip temel
koruyucu önlemlerle ilgili strateji ve yöntemleri saptayıp müş‐
tereken riayet edilecek davranış kılavuzu niteliğinde bir ko‐
deks oluşturmuşlardır. Dört farklı aksiyon alanı (haraket alış‐
kanlıkları, beslenme, bağımlılık maddeleri, stres) dahilinde
belirledikleri koşullar eşliğinde ve üye aidatlarının bir kısmıy‐
la hayata geçirdikleri önlem paketlerini hazırlayan sigortalar
bunları üyelirine kısmi bir ücret karşılığı sunmaya başladılar.
Uzak Doğu kökenli Yoga, Taijiquan ve Çigong gibi yöntemler
palyatif ve rejeneratif özellikli stres yönetimleri altında değer‐
lendirildiğinden bunlar temel koruma ve önlemeye yönelik
strateji kapsamında birer sağlık destekleme yöntemi olarak
kabul görmektedir.
431
GÇİP – Geleneksel Çin İyileştirme Yöntem ve
Konseptleri Projesi
GÇİP, Oldenburg Carl von Ossietzky Üniversitesi bünye‐
sinde 1991 yılında, o sıralar adı “Bilimsel Meslek İçi Eğitim
Merkezi” olan enstitü dahilinde hayat bulmuştu. Aradan ge‐
çen 20 yılı aşkın sürenin ardından proje öğrenim içinde de
kendine uygulama sahası bulmuş, proje çalışanları doğrudan
araştırmalar yapmış, Çigong’un uygulama alanlarına yönelik
özel meslek içi eğitim konseptleri geliştirmiş, alanda denemiş
ve değerlendirmiştir.
Öğrenim
Genel Kültür
Genel Kültür dalı kapsamında 1988 kış sömestrinden bu
yana “Çigong – Kendi Kendini Düzenleyen GÇT Teknikleri”
başlığı altında seminerler sunulmaktadır. Bir saat süren uygu‐
lama semineri Üniversite’nin kapalı spor salonunda sabah
saatlerinde 8 ile 9 arasında yapılmaktadır. Büyük bölümünün
50 yaş üzerinde olduğu katılımcılar genel kültür dersleri kap‐
samında sunulan diğer seminerlere de ilgi göstermektedir. En
baştan beri bu seminerlere aksatmadan devem eden bazı katı‐
lımcılar var ki bunlar aradan geçen zaman zarfında 80’e mer‐
diven dayamış durumdalar.
Kontak Öğrenimi Çigong
Kontak Öğrenimi Çigong tıp ve pedagoji alanlarında çalı‐
şan ya da danışmanlık mesleğini icra eden kişilerin mesleki
gereksinimlerine cevap vermek üzere oluşturulmuş bir meslek
içi eğitim programıdır. Müfredatı 308 ders biriminden oluşan
bu öğrenim Oldenburg yakınlarında bulunan bir seminer ote‐
432
linde 7 akademik aşamada öğrenciye sunulur. Akademik özel‐
liğe sahip bu eğitim kapsamında gerek kuramsal gerekse alış‐
tırma‐uygulamaya yönelik dal konuları Almanya’dan ya da
Çin’den, yüksekokul düzeyinde ya da bu seviyeye yakın ko‐
numlu yetkin öğretim görevlileri tarafından daha önce titizlik‐
le belirlenmiş Çigong yöntemlerinden derlenmiş örnekler
eşliğinde öğretilmektedir. Sinoloji dersinin ağırlık noktasını
Çin Felsefesi’nde sağlık ve bilinç konseptleri oluşturmaktadır.
Tıp bölümünde GÇT’nin temel tasarımları ve bunların klinik
uygulamaları aktarılırken, sağlık psikolojisinde ise sağlık ve
yaşam tarzına dair konular işlenmektedir. Kuramın müfredat‐
taki payı yüzde 50’dir. Diğer yüzde 50’nin ise kuramsal olarak
öğrenilenlerin, pratik Çigong alıştırmalarıyla pekiştirilmesine
ve ileride öğrenilecek yöntemler için gerekli özel becerinin
elde edilmesine ayrıldığını söyleyebiliriz.
Bu kontak öğrenimi 1991 yılından bu yana kesintisiz her
yıl 20 öğrencilik sınıflarda verilmektedir. Bu türden akademik
yönelimli bir eğitimin sadece Oldenburg Carl von Ossietzky
Üniversitesi’nde sunuluyor olmasından ötürü öğrenciler Al‐
manya’nın her tarafından gelip iştirak etmektedirler. Hatta
ülke dışından, örneğin Hollanda, Avusturya, Danimarka, İs‐
veç, Portekiz, Türkiye ve Polonya’dan gelen öğrenciler de
seminerlere katılmıştır ve katılmaktadırlar.
Söz konusu kontak öğrenimi Almanya’daki bütün hasta‐
lık kasalarınca vasıflı eğitim olarak kabul görmektedir. Bu
öğrenim ilgili meslek odalarınca akredite edilmiş olduğundan
seminerlere katılan hekimler ve psikolojik psikoterapistler
hizmetiçi eğitim puanlarını da sorunsuz biçimde toplayabilir‐
ler. Ayrıca öğrenim, modüler yapılandırılmış olmasından
ötürü “Bologna uyumlu” olma özelliğine sahiptir ve dolayısıy‐
la mezunların öğrenimleri boyunca elde ettikleri kredi puanla‐
433
rı Avrupa Kredi Transfer Sistemi (AKTS) uyarınca, yani aka‐
demik denklik kapsamında almış olur.
Olgunlaşma ve Geliştirme Eğitimi
Ayrıca münferit olgunlaşma ve geliştirme kurslarında
GÇT ve Çigong ile ilgili özel konulara değinilmektedir. Bu
seminerler de keza meslek odalarınca kabul görmektedir.
Araştırma
Sağlık Psikolojisi
Carl von Ossietzky Üniversitesi’nde psikoloji dalında
kürsüsü olan Profesör Belschner 90’lı yılların ortasında
‘Çigong uygulamak suretiyle insanlar ne öğrenmiş olur?’ ve
‘Sağlık bilincine dair belli bir sağlık tutumu var mıdır?’ sorula‐
rına yanıt aramaya başladı. Araştırmalarına dayanarak elde
ettiği ilk sonuçlar toplam 18 bileşende yansıdı. Nitekim bütün
bu bileşenler Çigong alıştırmaları sürecinde üzerinde ısrarla
durulan ve sağlığı teşvik eden kişilik bileşenleri olarak da
nitelendirilen türdendi:
Ferdi etkinlik, ototerapi yetkinliği ve kendi kendini
iyileştirme
Etkileşim kuralı olarak kendine yeterlilik
İstenç gücü – Sağlığı teşvik eden türden bir günlük
programın biçimlendirilmesi
Kendine zaman ayırma – Kendi kişiliğini olurlama
anlamında dinginleşme
Özünü algılama – Kendinle iletişim kurmayı
geliştirme
Gevşeme ile gerilme arasında esnekliği sağlama
Yetkin olma hususunda kendine olanak tanıma
434
Kendi yaşam tasarımının yaşama yansıtılması ve
direnme gücünün tesisi
Olumlu bir genel hava tesisi ve yeterlilik beklentisi
Bedeni sevecenlik ve sorumluluk bilinci ile tanımaya
çaba sarf etme
Daha farklı ve Ben’e daha yakın mevzilenmiş beden
imajını canlı tutma çabası
Bedendeki enerjetik süreçleri önlemsel birer
özsağaltma
emaresi
olarak
okuma
yolunda
duyarlılaşma
Meditasyon yapma yeteneğini oluşturup geliştirme
Kendini kişilik ötesi boyuta (garami aleme) açabilme
Toplumsal uyumu teşvik etme
Çigong’un tasviri bir metot olarak algılanması
Beden semantiğinin keşfi
Sistemin işlediği yapının teşvik edilmesi
(bkz. Belschner vd.,1996: 7‐14)
Alımlama Araştırması
1980’lerin başlarında Çigong’un münferit bir disiplin ola‐
rak Almanya’da algılanmasının ardından 2000’lerin ortasın‐
dan itibaren Çigong alımlamasına dair hangi bakış açılarının
var olduğu sorusu oluşmaya başladı. Bu bağlamda üç temel
bakış açısı bulunduğuna işaret edilebilir:
Çigong, semptomatik alanlı tedavide doğrudan uygu‐
lanan bir tekniktir
Çigong, belirlenmiş yaşam ereklerini gerçekleştirmede
başvurulan genel bir yöntemdir
Çigong, kendini araştırma ve dönüştürme yolunda iz‐
lenen bir yoldur
(bkz. Belschner vd.,2008: 9)
435
Günümüzde, 2014 yılında dahi bu saptamalar geçerliliği‐
ni olduğu gibi muhafaza etmektedir.
Okulda Çigong
Çocukların okullarda giderek artan sorumluluğuna dair
sürdürülmekte olan tartışmalarla birlikte Çigong’un, güç kul‐
lanımı ve dinlenme arasındaki dengeleri sağlamada hangi
oranda başvurulabilecek etkin bir yöntem olduğu sorusu da
keza zihinlerde oluştu. Hatta bu soruyla birlikte Çigong alış‐
tırmalarının öğrencilerde öğrenme becerisine olumlu etkiler
katıp katmayacağı sorusu da zihinleri meşgul etmeye başladı.
Konuyla ilgili kimi kitap ve yazılarda bu sorulara münferit
birtakım değinmeler olmadı değil. 2004 yılında başlatılan ve
bir okul yılı boyunca süren bir araştırma kapsamında
Oldenburg’da bir okulun 3 tane 7. sınıfından birinde ‘Çigong
sınıfı’ oluşturuldu. Gerçi bu sınıfta, diğer iki ‘Kontrol sınıfı’ ile
karşılaştırıldığı vakit öğrenme becerisi bağlamında herhangi
bir beceri artışı gözlenmedi ama ilaveten değerlendirmeye
alınan iki kategoride önemli değişiklikler göze çarptı.
Konvesiyonel kontrol sınıflarında “psişik kargaşa” ve “coş‐
kunluk” kategorileri benzer güzergah izlerken Çigong sınıfın‐
da önemli ve olumlu değişiklikler kaydedildi (bkz. Grafik 3 ve
Grafik 4).
Konsept Geliştirme
Yaklaşık 90’ların sonlarından itibaren GÇİP, konsept geliştir‐
me konusunda aranan bir kurum olma özelliğine sahiptir.
GÇİP proje merkezi gerek hizmetiçi eğitim gerekse özel
Çigong uygulamaları alanlarında, aralarında ödül verilmeye
layık görülmüş birçok öğrenme programını hayata geçirmede
436
ve temel koruyucu önlemler kapsamında standartları belirle‐
mede öncülük etmiştir.
Çigong Eğitiminde Standartlar
Çigong eğitiminde kaliteyi güvence altına almak için eği‐
tim süreci boyunca belirli şartlara riayet edilmesi gerekmekte‐
dir. Şimdi burada 2002’nin Ağustos ayında belirlenmiş
“Çigong Kalifikasyonu Eğitim Normları” başlıklı ilk düzen‐
leme metninden kısa bir alıntıyı aktarıyorum:
“Yasa koyucu, temel koruyucu önlemler çerçevesinde ve
bireylerin kendi kendine yardımcı olmasını destekleyen ön‐
lemler paketi bağlamında hastalık kasalarına aleniyete daya‐
nan ve kendi kendini düzenleyen yöntemlere başvurmak sure‐
tiyle sağlık teşvik programlarına katkıda bulunma olanağı
sağladı. Bunun üzerine önde gelen hastalık kasaları Çigong’u
stres indirgeme ve gevşeme alanında teşvik edilmeye değer
bularak belli birtakım unsurların da yerine gelmesi koşuluyla
portföylerine kattılar. Bu koşullar eğitimi verecek olan öğretim
üyelerinin ilgili mesleki temel vasıflara uygunluğu ve yöntem
uygulamasında tutarlı bir eğitim almış olmasıdır.”
Rejenerasyon Yeterlilik Alıştırması – RYA (RKT®)
Daha önce Çigong eğitiminin tamamlanmış olmasını ge‐
rektiren bu ek kalifikasyon ile öğrencilere iş dünyasında bi‐
reysel ve profesyonel rejenerasyon yönetimi için gerek duyu‐
lan bilgi ve yöntemsel beceriler aktarılmaktadır. Böylesi bir
alıştırmanın zaruriyetini elde edilmiş olan bilgiler apaçık orta‐
ya koymaktadır. İş hayatının beraberinde getirdiği klasik has‐
talıkların (kardiyovasküler hastalıklar, solunum yolları hasta‐
lıkları, destek ve hareket sistemi hastalıkları) sayısı giderek
azalmaktadır. Buna karşın iş hayatından kaynaklanan psişik
437
hastalıkların sayısı giderek artmaktadır. Stres yüklemesinin
yaşandığı durumlarda güç sarfiyatı ve dinlenme arasında
ilişki kurup denge gözetilmesi bireyi, oluşabilecek muhtemel
rahatsızlıklardan koruduğu gibi bir tür burnout‐profilaksisi
(tükenmişlikten korunma) olarak da işlev görür.
Burnon – Sağlam Bir Yönetim İçin Zinde
İş hayatında yöneticilerin, işletmenin başarısında üstlen‐
dikleri rolün önemi su götürmez bir gerçektir. Fakat çalışanla‐
rın sağlığı da bu bağlamda göz önünde bulundurulduğu va‐
kit, yönetici tutumunun, kadronun dayanma düzeyi ve kesiti‐
ni belirgin biçimde etkilediğini görmekteyiz. Elde edilen bu
bilgi doğrultusunda GÇİP bünyesinde “BurnOn – Sağlam bir
yönetim için zinde” adıyla yöneticilere yönelik bir alıştırma
programı hayata geçirilmiştir. Alıştırmanın merkezinde kişisel
ve örgütsel tükenmişlik profilaksisi yer almaktadır. İşbu alış‐
tırma sınanmış ve değerlendirmeye tabi tutulmuş olup 2014
yılı başında Alman Hizmetiçi Eğitimi İkincilik Ödülü’nü al‐
mıştır. Burada kullanılan bütün rejenerayon stratejileri Çigong
yönetmeliğinden alınmıştır.
Burnlong – İş Hayatında Yaşlılık
Alman toplumunda yaşanan demografik dönüşüm şirket
çalışanlarının giderek yaşlanması olgusunu da beraberinde
getiriyor. Verimli bir biçimde bu gelişmenin üstesinden gele‐
bilmek için uygun konseptler gerekmektedir. Bunların, yaşla‐
nan personele ve bu insanların geçen yıllarla birlikte daha
uzun bir süre çalışması gerekeceği iktisadi gerçeğine de uygun
biçimlenmiş olması zorunludur. Almanya’da emeklilik yaşı‐
nın 65’ten 67’ye çıkartılmış olmasının üzerinden henüz uzun
438
bir süre geçmedi. Nitekim GÇİP de bu alanda hizmetiçi eğitim
projeleri geliştirme yönünde çaba sarf etmektedir.
Geleceğin Sağlık Tedariki
Tıbbın görevi hastalık durumunda sağlığı yeniden tesis etmek
ve güvence altına almaktır. Ne var ki günümüzün sağlık so‐
runlarının büyük bir bölümü bedenin hoyratça kullanıldığı bir
yaşam tarzından kaynaklanmakta. Stres ile yanlış beslenme ve
davranış alışkanlıkları bedeni aşırı derecede yıpratan başat
unsurlar. GÇT özellikle de burada üzerinde durduğumuz
Çigong sağlığın korunmasına (temel koruma önlemi) yönelik
geleneklerdir. Çünkü her ikisi de bireyi, sağlığı adına aktif
davranma yolunda teşvik eder. Sağlık açısından bireysel ye‐
terlilik ile özbakım becerisi, sağlık tedariği bakımından gele‐
ceğin iki önemli anahtarıdır.
(Kaynakça için yazara başvurunuz)
439
Grafik ve Tabela Dökümü
Grafik 1
(1989)
440
Grafik 2
441
Grafik 3
Psişik Kargaşa
[Öğrencilere dağıtılan “Stres Anketi”, sonuç 2: Grafikte Çigong 7. sınıfındaki
istikrarlı grafik eğrisi ile psişik kargaşa oranındaki azalma da da keza
parallelik göstermektedir.]
442
Grafik 4
Coşkunluk
[Öğrencilere dağıtılan “Stres Anketi”, sonuç 1: Grafikte Çigong 7. sınıfındaki
istikrarlı grafik eğrisi ile coşkunluk oranındaki azalma parallelik göstermek‐
tedir.]
443
Meme Kanseri Ameliyatı Ardından
Hastalarla Yapılan Yoga Uygulamalarının
Etkilerine Dair Rasgele ve
Kontrollü bir Araştırma
Ingrid KOLLAK, Isabell UTZ‐BILLING, Sabine GAIRING,
Heribert KENTENICH, Winfried SCHÖNEGG ve
Friederike SIEDENTOPF
Araştırma Soruları
Meme kanseri ameliyatı ardından yapılan yoga alıştırmaları
beden ve ruh sağlığına olumlu etkide bulunuyor mu? Araş‐
tırmamızın merkezindeki soru buydu. Ayrıca ameliyatın ar‐
dından yoga alıştırmalarına başlamak için en uygun zamanın
hangisi olduğu ve alınacak yoga dersinin, tedavi sürecine ne
oranda uyarlanabileceği de bizi meşgul eden diğer sorulardı.
Keza araştırma boyunca hastaların yaptığı düzenli yoga alış‐
tırmalarının davranış tutumuna etkide bulunup bulunmadı‐
ğını, bunun da ötesinde araştırma sonrasında kadınlarda yo‐
gaya ilgi uyanıp uyanmadığını saptamak istedik.
Arka Plan
Aşağıda meme kanserine yakalanma sıklıkları, bilinen
allopatik tedavi yöntemleri, tamamlayıcı ve alternatif tedavi
biçimleri ve nitekim meme kanseri ve yoga bağlamında yapı‐
lan güncel meta araştırmalar üzerinde durulacaktır.
444
Ensidans Oranı Ve Tedavi
Son tahminler Avrupa’da 3,2 milyon civarında kanser hastası
olduğu yönünde. 436 bin (% 13,6) bağırsak kanseri vakasının
ardından 421 bin (% 13,1) ile meme kanseri ikinci sırada gel‐
mekte. Ölüm oranları göz önünde bulundurulduğunda ise 342
bin (% 19,9) akciğer kanseri ve 212 bin (% 12,3) bağırsak kan‐
seri neticesinde ölüm vakası kayıtlara geçmiştir. Meme kanseri
sonucunda 129 bin (% 7,5) kişinin hayatını kaybetmesi de bu
kanser türünün üçüncü sırada yer almasına neden olmaktadır
(Ferlay et al., 2010: 765‐781). Almanya’da her yıl 70 bin kadının
meme kanserine yakalandığı göz önünde bulundurulursa
kadınların açık bir farkla en çok bu kanser türüne yakalandığı
tespit edilmektedir. Hastalık teşhisiyle ilgili olarak da meme
kanserine yakalanan her dört kadından birinin 55 yaş altında
her 10 kadından birinin ise 45 yaş altında olması dikkat çeki‐
cidir (Robert Koch Enstitüsü, 2013).
Konan teşhis birçok kadının hayatına en beklenmedik
anda gelmektedir. Ortada hiçbir belirti yokken ansızın yaşamı
tehdit eden bir durumla karşı karşıya kalınır. Meme kanseri
teşhisi konan kadınlara uygulanan tedavide epeyi yol kat
edilmesine rağmen hastaların üzerindeki bedensel, ruhsal ve
toplumsal yük oldukça ağırdır. Özellikle hastalığın gidişatına
dair belirsizliğini koruyan öngörü, hasta kadar hastanın ailesi
ve yakın çevresinde de aşırı ruhsal yıpranmaya neden olur.
Sürdürülegelen iş hayatından ve gündelik hayattan birden
bire koparılmak gerek hastalarda gerekse hasta yakınlarında
toplumsal bir erozyona yol açar.
Meme kanseri teşhisi ardından yapılacak ameliyatlarda
tümörün büyüklüğü ve kanserin, yakında bulunan lenf
nodlarına (beze) ne oranda sıçradığı önemlidir. Ameliyat sıra‐
sında memenin alınmaması tümörün ve memenin büyüklü‐
445
ğüyle doğru orantılıdır. Göğüs kaslarının alınmasını da kap‐
sayan bir ameliyat olan „total mastektomi“ günümüzde sey‐
rek uygulanmaktadır. Bunun yerine uygulanan yönteme ise
„modifiye radikal mastektomi“ denir. Bu tür ameliyatta cerrah
meme bezi dokusunu, bu dokunun üzerindeki deriyi ve göğüs
kası üzerindeki fasyayı alır. Bu ameliyat göğüs üstünde 15
santimetrelik çapraz bir yara izi bırakır. Her ameliyatta meme
ile koltukaltı arasında yerleşik sentinel lenf nodu alınır. Kolay
bulunabilsin diye söz konusu lenf nodu radyoaktif malzeme
ile işaretlenir ve henüz ameliyat sırasında patolojik olarak
kontrol edilir. Bu lenf nodlarının kanser hücrelerinden etki‐
lenmesi durumunda koltukaltında bulunan bir sonraki lenf
nodu grubu da cerrahi müdahaleyle alınır.
Bedensel ve ruhsal olarak hastayı zaten yoğun biçimde
yıpratan ameliyatın ardından ilaveten güç kaybına neden olan
yardımcı tedavilere başvurulur: kemoterapi, radyoterapi,
hormon ve bağışıklık terapisi. Bu tedavi yöntemleri ağır so‐
nuçları olan yan etkilere yol açabilir. Sık rastlanan yan etkile‐
rin bazıları şunlardır: saç dökülmesi, istifra, bitkinlik, deri
yanması, lenf ödemi, ani sıcak basması, mukoza kuruması ve
kemik dokusu değişimi. Burada sözü edilen tedavilerin yol
açtığı yan etkiler haftalarca (radyoterapi), aylarca (kemoterapi)
ya da yıllarca (hormon tedavisi) gözlenebilir. Bu tedavi yön‐
temlerine hastanın kendisinin ve yakınlarının istemesi duru‐
munda başvurulur. Bu aşamada alınacak kararlar hem hasta‐
da hem de hasta yakınlarında ziyadesiyle sıkıntıya yol açar
[bkz. Tabela 1: Teşhisin Yol Açtığı Stres, (Yardımcı)
Tedaviler ve Yan Etkileri]
446
Tamamlayıcı ve Alternatif Tedavi
Yöntemlerine Olan İlgi
Kanser hastaları arasında tamamlayıcı ve alternatif tedavi
yöntemlerine (Complementary and Alternative Medicine –
CAM) karşı büyük bir ilgi gözlenmektedir. Bu ilginin çoğu
zaman kanser hastalığıyla birlikte oluştuğu düşünülmektedir.
Standartlaşmış tedavinin yanı sıra kendi sağlığı için bir şeyler
yapma arzusu bu ilgiyi özellikle uyandırıyor olsa gerek. Me‐
me kanserine yakalanan kadınlarda CAM Tıbbı’na karşı özel
bir ilgi gözlenmekte. Alternatif sağlık olanaklarını yakından
tanıyan oldukça genç kadınların da meme kanserine yakalanı‐
yor olması bu durumun nedeni olabilir.
Kanser hastası kadınların tamamlayıcı ve alternatif tedavi
yöntemlerine başvuru kapsamları ve gerekçeleri ile ilgili çok
sayıda araştırma yapılmıştır. Matthews vd. (2007) Chicago
Üniversite Kliniği’nde bir yıllık tıbbi tedavilerinin ardından
rutin kontrollerini yaptıran 115 kadın arasında gerçekleştirdiği
ankette CAM Tıbbı’na ne oranda başvurduklarını sormuştur.
Ankete katılan kadınların yüzde 69’u tamamlayıcı ve alternatif
tıp olanaklarından yararlandıklarını ifade etmiştir. CAM Tıb‐
bı’na başvuran kadınların yüzde 73’ü ise meme kanseri dola‐
yısıyla bu tedavi yöntemleriyle tanıştıklarını belirtmiştir. Ya‐
zarlar CAM Tıbbı’na olan bu yoğun ilginin hastalanma yaşı‐
nın genelde oldukça düşük olmasından kaynaklanabileceğine
işaret etmektedirler (Matthews vd., 2007: 555‐562).
Boon vd. (2007) CAM kullanımının arttığını tespit etmiştir.
Boon ve ekibi Kanada’daki Ontario Cancer Registry’den tesadü‐
fen seçtikleri 1434 kadına (1998 n=557 und 2005 n=987) CAM
ürünleri ve tedavi yöntemleriyle ilgili sorular yöneltmiş, onları
CAM tedavileri boyunca ziyaret etmişlerdir. Bu tıp türünün
kullanım ve konsültasyonunun önemli oranda arttığı tespit
447
edilmiştir. 1998 yılında hastaların yüzde 62’si CAM ürün ve
terapilerinden yararlandığını belirtirken bu oran 2005 yılında
yüzde 71’e çıkmıştır. Konsültasyona yönelik soruya verilen
yanıtlar ise 1998’deki yüzde 39’a karşın 2005’te yüzde 57 olarak
tecelli etmiştir (Boon vd. 2007: 4).
Randomize Kontrollü Yoga Alıştırmaları
Fouladbakhsh ve Stommel, 2002 yılında National Health
Interview Survey (NHIS) bünyesinde yaptıkları ikincil datalar
analizinde (2010) tamamlayıcı ve alternatif tedavi yöntemle‐
rinden ne oranda yararlanıldığını araştırmışlar ve yoganın en
sık başvurulan yöntem olduğu bulgusuna ulaşmışlardır
(Fouladbakhsh und Stommel, 2010: E7‐E15). Nihayet Cramer
vd. 2014 yılında yoga alıştırmaları üzerine kaleme alınmış
yapıtlarla ilgili kapsamlı bir bibliyografik değerlendirme ya‐
yınlamıştır. Araştırmacılar bu çalışmalarında 1975 ile 2014
yılları arasında alana dair yayınlanmış olan 366 yapıt tespit
etmiştir. Bu yapıtların 312 tanesinin kanser tedavisi sırasında
yoga üzerine yapılmış RKA olduğu da keza ortaya çıkmıştır.
Bu randomize kontrollü yoga araştırmaları 23 farklı ülkede
yapılmış olup toplamda 22.548 katılımcının görüşleri alınmış‐
tır. Bu araştırmaları yapan bilim insanları söz konusu çalışma‐
ların çeşitli nedenlerden ötürü konuya yeterince açıklık geti‐
remediğine hükmetmişler ancak RKA türünden araştırmaların
sayısının da son yıllarda arttığına işaret etmişlerdir (Cramer
vd., 2014: 328).
Yoga ve meme kanseri ilintisini konu edinen bir RKA me‐
ta‐analizi Cramer vd. tarafından 2012 yılında yayınlanmıştı.
Burada toplam 742 katılımcıyla yapılmış olan 12 RKA değer‐
lendirilmiştir. Bunların 12 tanesi Kuzey Amerika’da biri Av‐
rupa’da diğer üç tanesi ise Hindistan’da yapılmıştır. Söz ko‐
448
nusu meta‐analiz, tedavi sırasında uygulanan yoga ile meme
kanserine yakalanmış olan kadınların ruhsal sağlığı üzerinde
olumlu etkiler sağlandığını ispatlamıştır. Cramer ve ekibinin
bu meta‐analiz kapsamında değerlendirdiği araştırmalar, biri
dışında tamamı yoga duruşları (asana) desteklidir. Yedi araş‐
tırmada müdahale ve bekleme grupları mevcut (daha iyi kav‐
ramak üzere araştırma yapılanmamızı karşılaştırınız), üç araş‐
tırma yogayı destekleyici tedavilerle karşılaştırmakta, bir araş‐
tırmada sağlık danışmanlığı sunuluyor, bir diğerinde ise sade‐
ce fizyoterapi uygulanan yönteme karşı yoga ve fizyoterapi
kombinasyonuna başvurulmaktadır (Cramer vd., 2012: 412).
Yöntemsel Yol Haritası
Hedefimiz, randomize kontrollü araştırma yapmaktı. Yogayı
diğer gevşeme egzersizleriyle karşılaştırmaksızın tesadüfen
elde edilmiş müdahale ve kontrol gruplarıyla çalışmak isti‐
yorduk. Bu hastalığa yakalanmış bütün kadınların aktif ola‐
bilmesi için geniş çaplı bir CAM olanakları sunulmasından
yanayız. Aynı zamanda Göğüs Merkezi’nde kayıtlı bütün
kadınların yoga dersi almasını da arzuladık. Bu bağlamda
müdahale ve bekleme gruplarının araştırmaya uyarlanması,
bütün kadınların yoga derslerine katılmasına rağmen sağlıklı
bir randomize yöntemini olası kılmıştır.
Araştırma Yapısı
Berlin’deki Westend Hastanesi bünyesinde yer alan Göğüs
Merkezi’nde tedavi gören kadınlar çektikleri kapalı zarflarla
müdahale ve bekleme gruplarına randomize edilmişlerdir.
Müdahale Grubu’ndaki (IG) kadınlar geçirdikleri ameliyattan
iki gün sonra, Bekleme Grubu (WG) mensubu kadınlar ise bu
449
derslere beş hafta sonra başlamıştır. Bekleme Grubu’ndaki
kadınlar bu beş haftalık dönemde 10 derslik yoga kursuna
katıldı. Ameliyatın ardından ayrıca 10 derslik yoga kursunun
öncesinde ve sonrasında yöneltilen sorularla yoganın muhte‐
mel etkilerinin belirlenmesi planlandı. Bunlar dışında yoga
kursunun bitiminden üç ay sonra uzun vadeli etkileri sapta‐
mak üzere katılımcılara son bir kez daha sorular yöneltildi.
[bkz. Grafik 1: Yoga RKA Gelişimi]
Dahil Etme ve Hariç Bırakma Kıstasları
Araştırmaya katılan kadınlar DRK Westend Hastahanesi’nde
ameliyat geçirmiş meme kanseri hastaları olup kendilerine
mastektomi uygulanmış ya da ameliyat sırasında memeleri
alınmamış kadınlardı. Bu hastalara ayrıca sentinel (gözlemci)
lenf nodu biyopsisi (SLN) ve/veya tıpta aksiller diseksiyon
(ALND) biçiminde anılan lenf nodlarının alınması ameliyatı
da uygulanmıştı. Hastaların, yaklaşık beş hafta süren 10 ders‐
lik yoga kursuna katılabilecek düzeyde olmaları ve ayrıca ya
geçirdikleri ameliyattan sonra en geç iki gün içinde (IG) ya da
yaklaşık beş hafta sonra (WG) yoga derslerine başlayabilmele‐
ri, ankete katılabilme koşullarını belirlemekteydi. Bunun dı‐
şında hastaların, şartlar el verdiğince yeterli sağlık düzeyine
(Karnofsky endeksine göre en az yüzde 70 oranında) sahip
olması da keza yerine getirilmesi gereken koşullar arasınday‐
dı. Araştırmaya katılamamayı gerektiren koşullar arasında ise
burada sözü edilen iki ameliyattan birini geçirmemiş olmak,
düzenli olarak yoga alıştırmaları yapmıyor olmak, dersi izle‐
yebilecek kadar Almanca bilgisine sahip olmamak ve sağlığın
genel olarak yeterli sayılmaması (Karnofsky endeksine göre
yüzde 70’in altında kalınması) durumları sayılabilir.
450
Soru Kağıtları ve Anket Biçimi
Yoga duruşlarının etkisini, varsa bu etkiler arasındaki farkları
hemen ameliyat öncesinde ve gecikmeli olarak ölçebilmek için
daha önce onkolojik araştırmalarda, yapılan müdahalenin
etkilerini tespit etmek üzere denenmiş soru kağıtları kullanıl‐
dı: 4. versiyondaki meme kanseri hastaları için Functional
Assessment of Cancer Therapy (FACT‐B+4) (Cella vd., 1993:
570‐579). Yoganın etkileri dışında yaşam kalitesine dair geliş‐
melerle ilgili açıklamalara da yer verilmesi planlanmıştır. Bu
amaçla kanser hastalarında yaşam kalitesini ölçmek üzere
European Organization for Research and Treatment of Cancer
tarafından geliştirilmiş olan C 23 versiyonlu EORTC QLQ soru
kâğıdı kullanılmıştır (Aaronson et al., 1993: 365‐376). Aradan
üç aylık bir süre geçtikten sonra hastalara, yoganın davranış
tutumlarına herhangi bir etkisi olup olmadığı ve yogayı ileriki
dönemlerde uygulayıp uygulamayacakları yönünde sorular
yöneltilmiştir.
Müdahale: 10 Saatlik Yoga Dersi
Dersler klinik sahası içinde bulunan ahşap zeminli, büyük
pencereli büyükçe bir spor salonunda yapılmıştır. Ders prog‐
ramı meme kanseri ameliyatı geçirmiş kadınlar için özel ola‐
rak geliştirilmiş, duruşların yapılabilmesi için yardımcı mal‐
zeme kullanılmasını da kapsayan türden olup her bir ders 75
dakika sürmüştür. Araştırma süresince toplam 122 kez yoga
dersleri verilmiş, hiçbir ders herhangi bir nedenle iptal edil‐
memiştir.
Dersler eğitim almış iki bayan yoga öğretmeni tarafından
verilmiştir. Farklı yoga geleneklerinden gelen öğretmenler
program ve ders biçimine dair kendi aralarında mutabakat
451
sağlamışlardır. Yoga öğretmenin biri hareketleri önceden gös‐
terir ve klasik yoga duruşlarına (asana) dair çeşitlemeler sergi‐
lerken diğeri yardımcı malzemeler dağıtmak suretiyle yapıla‐
cak hareketlerde, katılımcıların kendi versiyon ve hızlarını
bulmalarına eşlik etmiştir.
Her bir kadının en az 10 kez yoga dersine katılması gere‐
kiyordu. Kadınların çoğu yoga derslerine bu sayının da üs‐
tünde katılmıştır. Hatta içlerinden bazıları araştırma boyunca
bütün derslere katılmıştır. Yoga kursunu yapıldığı yerin bü‐
yük bir salon olması bunu mümkün kılmıştır. Araştırma bo‐
yunca yapılan bütün yoga alıştırmaları ve bunların klasik
uygulamaları (referans pozisyonları) yayınlanmış olup ayrıntı‐
larıyla okunabilir (Kollak ve Utz‐Billing, 2011).
Dersler açık yoga sınıflarında yapıldığı için, yani her ders
sırasında yeni öğrenciler de katılabildiğinden, henüz ameliyat
geçirmiş yeni hastalar da mütemadiyen kursa katılma olanağı
buldu. Bir kısmı drenaj torbalarıyla (drenaj uygulaması muh‐
temel bir yara salgısını biriktirmek için yapılır) derslere katılan
kadınlara en yüksek düzeyde güvenlik sağlayabilmek için her
ders yerde sırtüstü konumda başlatılmıştır. Ayrıca yerdeki bu
alıştırma bütün katılımcılara doğru vücut duruşu için sağlıklı
bir başlangıç konumu sunmuştur. Sayıları kimi zaman 28’e
ulaşan farklı terapi aşamalarındaki katılımcılarla yapılan yoga
derslerinde, bu başlangıç konumu öğretmenler için de sağlıklı
bir başlangıç olanağı sunmuştur.
Sırtüstü konumdayken kol ve bacaklarla başlayan koor‐
dinasyon alıştırmaları hastanın kendi bedeni üzerinde yoğun‐
laşmasına fırsat tanımıştır. Bu konum üzerinden sistematik bir
biçimde ayak, diz ve kalça eklemleri ile el, kol ve omuz eklem‐
leri mobilize edilmiş bunlara bağlı kas, kiriş ve bantlar geril‐
452
miştir. Omurga ise minder üstündeki bu duruşta esneyip bü‐
tün alıştırmaların taşıyıcısı olmuştur.
Bu başlangıç duruşlarının ardından nefes alıştırmaları ge‐
lir ki burada amaç nefes mahallini genişletmek ve varolan
gerilimi vücuttan uzaklaştırmaktır. Baş, omuzlar ve kollar
arasındaki koordinasyon belirli bir nefes tekniğiyle yönlendiri‐
lip desteklenir. Nefesle güç kazanan, hareket ve nefesin eşza‐
manlılığına konsantre olabilen kadınlar alıştırmaların öngör‐
düğünün de ötesinde esneme hareketleri yapmaya cesaret
eder. Kol hareketlerini de kapsayan göz alıştırmalarıyla yoga
dersinin bu bölümü bitirilir. Bütün yoga derslerinin önemli
birer parçası olan göz alıştırmaları bu grup için özellikle ge‐
rekliydi, zira kendilerine uygulanan kemoterapiden sonra
birçok kadın görme bozukluğundan şikayetçi olmuştur. Göz‐
leri yakına ve uzağa odaklama alıştırmalarıyla bu sorunun
üzerine gidilmiştir.
Göz alıştırmalarının ardından ayakta duruşlar başlar. Bu
alıştırmalar bacakların güçlenmesine ve dengenin iyileştiril‐
mesine yöneliktir. Ancak aynı zamanda daha iyi bir kol‐omuz
hareketliliğine ulaşma, cenahları esnetme ve nitekim bedenin
içerden ve dışardan düzenlenmesi de hedeflenmekteydi. Bu
alıştırmaları, aralarda basit kalça çevirme hareketleriyle pekiş‐
tirilmiş savaşçı duruşu gibi daha güç duruşlar izledi. Henüz
tam bir kol esnemesine ulaşılamamışsa da kadınların, kollara
çok fazla yüklenilmeyecek türden değişkin yoga alıştırmaları
yapmaları önerilmiştir.
Dersin bu dinamik kısmından sonra yeniden minderlere
oturulur. Bu kez oturma pozisyonunda karın kasları çalıştırı‐
lır, zira kollardaki güçsüzlük karna ziyadesiyle yüklenilmesi‐
ne neden olacaktır (örneğin yataktan kalkmak için doğrulur‐
ken).
453
Doğal olarak başlangıçta kadınlarda vücut gevşekliği
yoktu. Teşhis ve terapi sürecinde sürekli bir gerilim içindeydi‐
ler; onları alabildiğine meşgul eden endişe ve korku adeta
yüzlerinden okunuyordu. Kendini bırakmak, herhangi bir şey
üzerinde yoğunlaşmak, daldıkları düşünce aleminden kop‐
mak çok zor geliyordu onlara. Bu nedenle derslerin sonunda
hep bedeni algılama ve gevşeme alıştırmaları yapılmıştır.
Her bir yoga dersinin bitişinde oturma pozisyonunda yo‐
ğunlaşma ve enerji alıştırmaları programa dahil edilmiştir.
Hep birlikte nüanslarla şarkı söylemek gerek hastaya gerekse
gruba, sahip olunan güç ve enerji hakkında bir fikir verir.
[bkz. Tabela 2: Yoga Alıştırmalarına Genel Bakış (Kollak
2014: IX‐XII)]
Numune Büyüklüğü
Planlanan istatistiksel yöntem bağlamında gerekli olan numu‐
ne büyüklüğünü saptamak için G*Power 3.1 yardımıyla he‐
saplama yapılmıştır. Nitekim bu hesaplama, ispatlanabilir etki
(effect size d=0,8) için bizleri her bir grupta 35‐37 katılımcı
sonucuna ulaştırmıştır (Siedentopf et al., 2013: 313).
Numunenin Sosyo‐Demografik ve Klinik Belirtileri
Numunemizin sosyo‐demografik ve klinik belirtileri Tabela
3’te sıralanmıştır. Eksik verilerden ötürü bütün değişkenler
n=49 (IG) ve n=44 (WG) ya da n=93 (numunenin tamamı) ola‐
rak yekun oluşturmaz. Ortalama yaş 56 olarak tespit edilmiş‐
tir. Her iki grubun sosyo‐demografik değişkenleri mukayese
edilebilir türdendir.
Milliyet, eğitim ve istihdam durumu göz önünde bulun‐
durulduğunda, numune Berlinli kadınların ortalamasından
454
farklılıklar göstermektedir. Numunemizle kıyasladığımızda
Berlinli kadınlar arasında işsizlik daha yüksek ve eğitim dü‐
zeyi nispeten daha düşük, ayrıca numunemiz çokuluslu ve
daha fazla halk içermekte. Klinik, kentin sosyal açıdan itibarlı
bir bölgesinde bulunuyor. Araştırmaya katılan kadınların
çoğu özel sigortalıydı ya da en azından yasal sigortalı olsalar
da yüksek tarifeler ödemekteydiler.
[bkz. Tabela 3: Numunenin sosyo‐demografik ve klinik
belirtileri (Siedentopf vd., 2013: 314)]
Yoga Alıştırmasının Sonuçları
C 23 versiyonlu EORTC QLQ soru kağıdı marifetiyle derlen‐
miş olan yaşam kalitesi iyileştirme endeksi „Geburtshilfe und
Frauenheilkunde“ (Doğum Yardımı ve Jinekoloji) adlı dergide
makale olarak yayınlandı (Siedentopf et al., 2013: 313). Yoga
alıştırmalarının bedensel ve ruhsal sağlığa etkileri konusu ele
alındı burada. Bu da 4. versiyondaki meme kanseri hastaları
için Functional Assessment of Cancer Therapy (FACT‐B+4)
yardımıyla tespit edildi.
FACT‐B+4 soru kağıdının beş boyutu bulunmaktadır: be‐
densel sağlık; ruhsal sağlık; arkadaşlar, tanıdıklar ve aile bi‐
reyleriyle olan ilişkiler; işlevsellik ve hastalığın bu biçimiyle
ilintili diğer etmenler. Her boyut yedi ile dokuz arasında
maddeden oluşmakta olup toplamda 27 genel ve 9 özel madde
bulunmaktadır.
Muhtemel cevap şıkları şunlardır: 0 (kesin değil), 1 (bi‐
raz), 2 (vasat), 3 (oldukça) ve 4 (çok). İki örnek vermek gere‐
kirse, beden sağlığına dair yöneltilen soruya “enerjim yeter‐
siz”, ruh sağlığıyla ilgili soruya ise “üzüntülüyüm” mesajı
verildi. Şimdi aşağıda bu iki boyutun sonuçlarına değinilecek‐
tir. Beden sağlığı boyutunda 7 madde ve 28 azami puan
455
(score), ruh sağlığı boyutunda ise 6 madde ve 24 azami puan
(score) örnek olarak gösterilecektir.
Beden Sağlığı Algısı
Aşağıdaki grafik ve buna ilişkin açıklamalar müdahale ve
bekleme gruplarındaki kadınlarda genel beden sağlığı algıla‐
masına dair elde edilmiş olan anket sonuçları hakkında fikir
verecektir.
Grafik 2: Ameliyat Sonrası Beden Sağlığı Algısı
Grafik 2’nin sergilediği sonuçlar:
IG1 ve WG1: Ameliyatın hemen ardından beden sağlığı
algılamasıyla ilgili olarak tespit edilmiş olan puanlar arasında
farklılıklar görülmektedir. Müdahale Grubu’nda 14,6 puan
saptanırken Bekleme Grubu’nda bu puan 15,5 olarak gözlen‐
miştir.
IG2 ve WG2: Müdahale Grubu’ndaki kadınlar 10 derslik
yoga kursunun ardından 17,5 puana ulaşır. Bekleme Gru‐
bu’nda henüz yoga yapmamış olan kadınların puanı ise 16,1
olarak tespit edilmiştir.
WG3: Bekleme Grubu’ndaki kadınlar 10 derslik yoga
kursundan sonra 17,2 puan elde etmiştir.
IG3 ve WG4: Müdahale Grubu’ndaki kadınlar üç ay son‐
ra 18,0 puan, Bekleme Grubu’ndaki kadınlar ise aynı sürede
19,6 puan elde etmiştir.
Ruh Sağlığı Algısı
Aşağıdaki grafik ve buna ilişkin açıklamalar müdahale ve
bekleme gruplarındaki kadınlarda genel ruh sağlığı algılama‐
sına dair elde edilmiş olan anket sonuçları hakkında fikir ve‐
recektir.
456
[bkz. Grafik 3: Ameliyat Sonrası Ruh Sağlığı Algısı]
[bkz. Grafik 3’ün sergilediği sonuçlar]
IG1 ve WG1: Ameliyatın hemen ardından ruh sağlığı al‐
gılamasıyla ilgili olarak tespit edilmiş olan puanlar arasında
farklılıklar görülmektedir. Müdahale Grubu’nda 15,8 puan
saptanırken Bekleme Grubu’nda bu puan 15,4 olarak gözlen‐
miştir.
IG2 ve WG2: Müdahale Grubu’ndaki kadınlar 10 derslik
yoga kursunun ardından 18,3 puana ulaşır. Bekleme Gru‐
bu’nda henüz yoga yapmamış olan kadınların puanı ise 17,1
olarak tespit edilmiştir.
WG3: Bekleme Grubu’ndaki kadınlar 10 derslik yoga
kursundan sonra 17,9 puan elde etmiştir.
IG3 ve WG4: Müdahale Grubu’ndaki kadınlar üç ay son‐
ra 17,6 puan, Bekleme Grubu’ndaki kadınlar ise aynı sürede
18,5 puan elde etmiştir.
Yanıt Bekleyen Soruların Yanıtları
Yanıt bekleyen soruları ankete katılan 93 kadının 53’ü üç ay
sonra yanıtladı (Müdahale Grubu’ndaki 49 kadının 30’u ile
Bekleme Grubu’ndaki 43 kadının 23’ü).
Yoga alıştırmalarının hareket tutumuna olumlu etki ya‐
pıp yapmadığı sorusuna Müdahale Grubu’ndan yanıt veren
30 kadından 26’sı olumlu değişiklik yaşadıklarını belirtirken
Bekleme Grubu’ndan yanıt veren 23 kadının 14’ü olumlu de‐
ğişikliler saptadıklarını belirtmiştir.
Yoganın hastalar arasında kabul görüp görmediğini tes‐
pit etmek amacıyla üç ayın ardından kadınlara „Araştırma
bittikten sonra yogaya devam etmek ister miydiniz?“ sorusu
yöneltildi. Müdahale Grubu’nda bulunan 30 kadının 29’u
yoga alıştırmalarına bilahare devam etmek istediği yönünde
457
yanıt verdi. Bekleme Grubu’na mensup 23 kadından ise 11’i
aynı soruya aynı yanıtı verdi.
Tartışma
Sonuçlar daha önce denenmiş olan FACT‐B+4 soru kağıdı
marifetiyle ve yoga derslerinin bitiminden üç ay geçmesinin
ardından belirsizliğini koruyan sorulara verilen yanıtlardan
derlendi.
FACT‐B+4 ile Yapılan Anketten Elde Edilen Sonuçlar
Grafik 2 ve 3 beden sağlığı algılaması (IG1: 14,6 iken WG1:
15,5) ve ruh sağlığı algılaması bağlamında (IG1: 15,4 iken
WG1: 15,8) Müdahale ve Bekleme Grupları arasında farklı
çıkış noktalarına işaret etmektedir. Tabela 3’te gösterilen klinik
veriler Müdahale Grubu mensubu kadınların her iki boyutta
da neden belirgin bir biçimde düşük başlangıç puanı olduğu‐
na dair fikir verebilir: Müdahale Grubu’ndaki 15 (yüzde 29)
kadın, aksiller diseksiyon ameliyatı geçirmişti. Bekleme Gru‐
bu’nda aynı ameliyatı geçiren kadın sayısı ise 9 (yüzde 22)
olarak tespit edilmiştir. Aksiller diseksiyon diye anılan ameli‐
yat biçimi kanser hücrelerinin vücuda çok daha yayılmış ol‐
duğuna işaret etmektedir. Dolayısıyla hastalığın ileri safhada
olması çok daha yoğun bir cerrahi müdahale gerektirir ve o
oranda da vücutta ameliyat izleri ve yaraları bırakır. Bunun
dışında kol ve ellerin hareketliliği aşırı derecede kısıtlı bir hal
alır ve çoğu zaman ilaveten yardımcı terapilere başvurulması
gerekebilir.
Müdahale Grubu’ndaki kadınlar diğerlerine göre başlan‐
gıçta daha kötü durumda olmalarına rağmen 10 derslik yoga
kursunun ardından bedensel ve ruhsal olarak çok daha sağlık‐
458
lı bir haldeydiler. Bedensel sağlık algılaması bağlamında Mü‐
dahale Grubu kadınları 17,5 (IG2) puana ulaşırken Bekleme
Grubu’ndaki kadınlar 16,1 (WG2) puanda kaldı. Ruh sağlığı
algılamasına gelince, Müdahale Grubu üyeleri 18,3 (IG2) puan
elde ederken, Bekleme Grubu’nun puanı 17,1 (WG2) olarak
gerçekleşti.
Bekleme Grubu’nda bulunan kadınlar her iki boyutta da
10 derslik yoga kursu ardından diğerlerini geçmiştir. Bu grup‐
takilerin puan sayısı beden sağlığında 17,2 ruh sağlığında ise
17,9 olarak tespit edilmiştir. Her iki puan da 10 derslik yoga
kursuna katılan Müdahale Grubu’ndaki kadınların elde ettiği
puanların açık farkla altında kalmıştır. Bu da gösteriyor ki
olabildiğince erken başlanan yoga alıştırmaları iyileşme süre‐
cinde hastaya büyük bir avantaj sağlamaktadır.
Üç ay geçtikten sonra her iki grupta bulunan kadınların
sağlık durumu ameliyat sonrasından çok daha iyidir. Müda‐
hale Grubu hastalarının beden sağlığı puanları IG1: 14,6 ve
IG3: 18,0 ruh sağlığı puanları ise IG1: 15,4 ve IG3: 17,6 biçi‐
minde tezahür etmiştir. Öte yandan Bekleme Grubu hastaları‐
nın puanları belirgin bir biçimde artış göstermiştir. Bu hastala‐
rın beden sağlığı puanları WG1: 15,5 ve WG4: 19,6 ruh sağlığı
puanları ise WG1: 15,8 ve WG4: 18,5 olarak saptanmıştır.
Tabela 3’te yer alan klinik veriler ışığında Bekleme Gru‐
bu’nda bulunan kadınların kemoterapi veya radyoterapi gibi
yardımcı terapi türlerinden olumsuz anlamda daha az etki‐
lendiği saptamasına varılabilir.
Yoga derslerine başlamak için en uygun zamanın hangisi
olduğuyla ilgili soruya da yanıt verebilmektedir araştırmamız.
Kontrol Grubu (Bekleme Grubu) hastaları diğerlerine göre
yogaya daha geç başlamalarına ve başlangıçtaki konumlarına
göre beden ve ruh sağlığında puanlarını belirgin bir biçimde
459
artırmalarına rağmen puan düzeyi bakımından yogaya erken
başlayan Müdahale Grubu hastalarının arkasında kalmışlar‐
dır. Buradan şu sonuç çıkartılabilir: Yoga dersi ne kadar erken
başlarsa o kadar iyi olacaktır.
Belirsizliğini Koruyan Sorulara İlişkin Yapılan
Anketin Sonuçları
Yoga kurslarına katılan kadınların sadece yarısından biraz
fazlası (93’ten 53’ü) yoganın benimsenmesine ve bedensel
hareket yeteneği üzerindeki etkilerine ve anket formunda
bununla ilgili sorulara verdikleri yanıtlardan olumlu işaretler
elde edebilmekteyiz. Çoğunluk, hareketlilikle ilgili olarak
olumlu etkilere vurgu yapmakta ve yogaya devam etme arzu‐
sunu dile getirmektedir.
Kadınlardan Gelen Olumlu Geri Bildirimler
Araştırma sonuçları katılımcı kadınlardan gelen sübjektif bil‐
dirimlerle de görselleştirilebilir. Bedensel zindelikle ilgili ola‐
rak katılımcılardan biri şöyle diyor: „Sürekli kaybetmekte
olduğunuz bir dönemde bir şeyler öğrenmek harika bir duy‐
gu. Kendimi ameliyat olmadan önceki halimle kıyasladığımda
bugün çok daha hareketliyim.“ Yoga alıştırmalarına doğru
zamanda başlamayla ilgili olarak bir diğeri şöyle diyor: „Yoga
derslerine ne kadar çabuk başlanırsa o kadar iyi. Ben ameliyat‐
tan 5 hafta sonra başladım. Üstlerinde drenaj torbaları olduğu
halde yoga yapan kadınlar gördüğümde keşke daha önce
başlamış olsaydım dedim kendi kendime. Ameliyat geçirdik‐
ten sonra epey bir süre neredeyse tamamen hareketsizdim.“
Ruh sağlığı algılaması bağlamında da çok önemli açıklama‐
larda bulunuyor hastalar. „Meselenin aslı (…) içinde bulunu‐
460
lan durumu kabullenmek ve bu durumu yoga marifetiyle
biraz da olsa yumuşatmak ki kendine yeni bir şans verip özü‐
nü yeniden bulasın.“ Diğer bir kadın da yoganın psikolojik
etkilerine dair algılamasıyla ilintili olarak şu ifadeyi kullanı‐
yor: „Gevşeme, sağlamlaşma. Yoga yaptığım günlerde kendi‐
mi nasıl hissettiğimi çok daha iyi değerlendirebiliyorum.“
Elde Ettiğimiz Sonuçlar Diğer Araştırma Sonuçlarıyla
Karşılaştırıldığında
Araştırmamız sonucunda ulaştığımız bulgular daha önce ya‐
pılan araştırmalardan elde edilen bulgularla örtüşmektedir.
Güncel sayılabilecek şu araştırmalara da burada işaret etmek
isteriz: Duke University Medical School beden sağlığı kapsa‐
mında yaptığı bir araştırmada metastatik mammakarzinom
geçiren ancak yoga yapan hastaların belirgin bir biçimde daha
az ağrı çektiğini ortaya koymuştur (Carson vd., 2007: 331‐341).
New Yorklu 164 kadınla yapılan bir yoga müdahale araştır‐
ması yaşam kalitesinde artışlar tespit etmiştir (Moadel vd.,
2007: 4387‐4395). University of Calgary ve Tom Baker Cancer
Center işbirliğiyle yapılan bir diğer araştırmada ise 7 haftalık
bir yoga antrenman programının ardından yoganın psiko‐
sosyal ve bedensel sağlık durumuna dair olumlu etkilerinden
söz edilmektedir (Culos‐Reed vd., 2006: 891‐897). ABD’nin
North Carolina eyaletindeki Winston‐Salem kentinde meme
kanseri ameliyatı geçirmiş 44 kadınla yapılan restoratif yoga
(Restorative Yoga, RY) sonuçları, yoganın sağlığa dair yaşam
kalitesini olumlu biçimde etkilediğini ortaya koymuştur
(Danhauer vd., 2009: 360‐368).
461
Araştırma Başka Neleri Ortaya Koymuştur?
Biz farklı yaşlarda olan kadınların farklı güçlük derecelerinde
ameliyatlar geçirip her an yoga sınıfında kursa başlayabileceği
türden güvenli ve iyi bir yoga tarzını tercih ettik. Burada başa‐
rıyı getiren anahtar bireyle uyumlu yoga alıştırmaları ile tabu‐
re, yastık ve benzeri yardımcı malzemelerdir. Bunun dışında
yoga dersi düzenli yapılmalıdır ve belirgin bir yapıya sahip
olmalıdır. Böylelikle yoga özbakımın sağlam bir öğesi olarak
kalacaktır.
Gerçekten bütün kadınların düzenli olarak yoga dersleri‐
ne katılabilmesi için programın tanıtılması ve erişilebilir olma‐
sı gerekmektedir. İyi bir yoga dersi fazla külfet gerektirmediği
için cerrahi müdahalenin akabinde ya da öngörülmesi duru‐
munda artçı tedaviler sürdükçe sorunsuz biçimde yapılabilir.
Sonuç
Meme kanseri ameliyatı ardından başlanan yoga alıştırmaları‐
nın beden ve ruh sağlığına etkilerine yönelik temel sorumuz
olumlu yanıtlanabilir. Müdahale Grubu’ndaki kadınların 10
derslik yoga kursu ardından beden ve ruh sağlığı algısında
ulaştığı puanın (IG1: 15,4 iken WG1: 15,8), Kontrol Grubu
(Bekleme Grubu) hastalarının elde ettiği puanlardan belirgin
biçimde yüksek olması da keza bu saptamayı destekliyor.
Müdahale Grubu mensubu kadınlar daha sık aksillar
diseksiyona maruz kaldıkları ve diğer gruptakilere kıyasla,
geçirdikleri ameliyatın hemen ardından daha az puan aldıkla‐
rı halde katıldıkları 10 derslik yoga idmanı ardından çok daha
yüksek puanlara ulaşmışlardır. Uygulanan yardımcı tedavile‐
rin yan etkileri soru kağıdı aracılığıyla görselleştirilebilir. Be‐
den ve ruh sağlığını muhafaza edebilmek için yoga idmanla‐
rının uzun vadeli yapılması gerekmektedir. Yoga yapmaya
462
erken başlanması iyileşme sürecine destek verir ve gerek be‐
densel gerekse ruhsal huzuru bir an önce bulmaya aracı olur.
Bu vesileyle metnin biçem el kitabına göre uyarlanması
işini üstlenen Steven Kranz’a teşekkür ederim.
Kaynakça
AARONSON, N.K., AHMEDZAI, S., BERGMAN, B., BULLINGER,
M., CULL, A., DUEZ, N.J., FILIBERTI, A., FLECHTNER, H.,
FLEISHMAN, S.B., DE HAES, J.C.J.M., KAASA, S., KLEE, M.,
OSOBA, D., RAZAVI, D., ROFE, P.B., SCHRAUB, S.,
SNEEUW, K., SULLIVAN, M. und TAKEDA, F. (1993), The
European Organization for Research and Treatment of Cancer
QLQ‐C30: a quality of life instrument for use in international
clinic trials in oncology, Journal of the National Cancer Insti‐
tute, 85, 365‐376
BOON, H.S., OLATUNDE, F. und ZICK, S. M. (2007), Trends in com‐
plementary/ alternative medicine use by breast cancer survi‐
vors: comparing survey data from 1998 and 2005, BMC
Womens Health, 7, 4
CARSON, J.W., CARSON, K.M., PORTER, L.S., KEEFE, F.J., SHAW,
H. und MILLER, J. M. (2007), Yoga for women with metastatic
breast cancer: results from a pilot study, Journal of Pain and
Symptom Management, 33(3), 331‐341
CELLA, D.F., TULSKY, D.S., GRAY, G., SARAFIAN, B., LINN, E.,
BONOMI, A., SILBERMAN, M., YELLEN, S.B., WINICOUR,
P. und BRANNON, J. (1993), The Functional Assessment of
Cancer Therapy scale: development and validation of the gen‐
eral measure, Journal of Clinical Oncology, 11(3), 570‐579
CRAMER, H., LAUCHE, R. und DOBOS, G. (2014), Characteristics of
randomized controlled trials of yoga: a bibliometric analysis,
BMC Complementary and Alternative Medicine, 14, 328
CRAMER, H., LANGE, S., KLOSE, P., PAUL, A. und DOBOS, G.
(2012), Yoga for breast cancer patients and survivors: a sys‐
tematic review and meta‐analysis, BMC Cancer, 12, 412
463
CULOS‐REED, S.N., CARLSON, L.E., CAROUX, L.M. und HATELY‐
ALDOUS, S. (2006), A pilot study of yoga for breast cancer
survivors: physical and psychological Benefits, Psycho‐
Oncology, 15(10), 891‐897
DANHAUER, S.C., MIHALKO, S.L., RUSSELL, G.B., CAMPBELL,
C.R., FELDER, L., DALEY, K. und LAVINE, E.A. (2009), Re‐
storative yoga for women with breast cancer: findings from a
randomized pilot study, Psycho‐Oncology, 18(4), 360‐368
FERLAY, J., PARKIN, D.M. und STELIAROVA‐FOUCHER, E. (2010),
Estimates of cancer incidence and mortality in Europe 2008,
European Journal of Cancer, 46(4), 765‐781
FOULADBAKHSH, J.M. und STOMMEL, M. (2010), Gender, symp‐
tom experience, and use of complementary and alternative
medicine practices among cancer survivors in the U.S. cancer
population, Oncology Nursing Forum, 37(1), E7‐E15
KOLLAK, I. (2014), Time‐out. Übungen zur Selbstsorge und Ent‐
spannung für Gesundheitsberufe, Berlin
KOLLAK, I. und UTZ‐BILLING, I. (2011), Yoga and breast cancer – a
journey to health and healing, New York
MATTHEWS, A.K., SELLERGREN, S.A., HUO, D., LIST, M. und
FLEMING, G. (2007), Complementary and alternative medi‐
cine use among breast cancer survivors, The Journal of Alter‐
native and Complementary Medicine, 13(5), 555‐562
MOADEL, S.B., SHAH, J., WYLIE‐ROSETT, J., HARRIS, M.S.,
PATEL, S.R., HALL, C. B. und SPARANO, J.A. (2007), Ran‐
domized controlled trial of yoga among a multiethnic sample
of breast cancer patients: effects on quality of life, Journal of
Clinical Oncology, 25(28), 4387‐4395
ROBERT KOCH INSTITUT (2013), Brustkrebs (Mammakarzinom)
ICD‐10 C50, URL: http://www.krebsdaten.de/Krebs/DE
/Content/Krebsarten/Brustkrebs/brustkrebs.html (20.11.2014)
SIEDENTOPF, F., UTZ‐BILLING, I., GAIRING, S., SCHOENEGG, W.,
KENTENICH, H. und KOLLAK, I. (2013), Yoga for patients
with early breast cancer and its impact on quality of life – a
randomized
controlled
trial,
Geburtshilfe
und
Frauenheilkunde, 73(4), 313‐317
464
Tablo 1: Teşhisin Yol Açtığı Stres,
(Yardımcı) Tedaviler ve Yan Etkileri
Hastalık safhaları
Etkileri
Teşhis ve ameliyat
Stres ve travma
Kemoterapi
Bulantı, bitkinlik, saç dökülmesi
Radyoterapi
Lenf ödemi, öksürük, deride yara‐
lanmalar
Sıcak basması ya da uyku bozuk‐
luğu gibi menopoz belirtileri
Ateş, baş ağrısı, ishal
Hormon terapisi
Bağışıklık terapisi
465
Tablo 2: Yoga Alıştırmalarına Genel Bakış
(Kollak 2014: IX‐XII)
Yoga aşamaları
Sırtüstü başlama pozisyonu
– Sağlam başlangıç konu‐
munda hareketliliğin des‐
teklenmesi ve doğru duruş
Nefes alıştırmaları – Nefes
mahalini genişletme ve
esnemeyi kolaylaştırma
Dinamik aşama – Oturma
ve dikilme duruşları, hare‐
ketliliğin desteklenmesi,
kasların güçlendirilmesi,
kirişlerin esnemesi, denge‐
nin teşvik edilmesi
Görme alıştırması – Göz
kaslarının gerilmesi ve
gevşetilmesi
Yoğunlaşma alıştırmaları –
Rehberli meditasyon, vücut
algılama ve gevşeme, alış‐
tırma etkilerini hissetme
Bitiriş alıştırması – Kendi‐
nin ve grubun enerjisini
algılama
466
Yoga alıştırmaları
Derin gevşeme (Shavasana)
Ağaç duruşu (Vrikshasana)
Kalça çevirme (Pada Sanchalanasana)
Dizleri göğse çekme (Apanasana)
Nefes ve hareket (Yoga Mudra)
Deve duruşu (Ushtrasana)
Kaplan soluğu (Chakravakasana)
El‐bakış‐koordinasyonu (Skandha
Chakra)
Başı yana döndürme (Greeva Chakra)
Başı yana yatırma (Greeva Sancha‐
lana)
Savaşçı duruşu 1 ve 2 (Virab‐
hadrasana)
Yıldız gözlemcisi (Hasta Utthanasana)
Üçgen pozisyonu (Utthita Trikona‐
sana)
Yakın‐uzak‐bakışları, yatan sekiz,
gözleri gevşetme ve göz kırpma
(Nasikagra Dishti)
Vücudu dolaşma (Yoga Nidra)
Ayak‐kol‐baş koordinasyonu (Kaya
Kriya)
Burun‐değişimli‐nefes (Nadi
Shodhana)
Oturma pozisyonunda nüanslarla
şarkı söylemek (Virasana/Sukhasana)
Tablo 3: Numunenin Sosyodemografik ve Klinik Belirtileri
(Siedentopf vd., 2013: 314)
Parametre
Milliyet
Alman
Diğer
IG n
(%)
WG n
(%)
Toplam n
(%)
0.71a
46 (96)
36 (97)
82 (97)
2 (4)
1 (3)
3 (3)
Evlilik benzeri ilişki
0.37b
Evet
30 (64)
27 (73)
57 (68)
Hayır
17 (36)
10 (27)
27 (32)
Medeni durumu
0.93c
Bekâr
13 (27)
9 (24)
22 (24)
Evli
22 (46)
19 (51)
41 (44)
Boşanmış
7 (15)
4 (11)
11 (12)
Dul
6 (12)
5 (14)
11 (12)
Eğitim durumu
Yüksek
p
0.15c
22 (51)
22 (67)
44 (58)
Orta
14 (33)
9 (27)
23 (30)
Düşük
7 (16)
2 (6)
9 (12)
Çalışma durumu
0.52a
Çalışıyor
32 (71)
25 (66)
57 (70)
İşsiz
13 (29)
12 (33)
25 (30)
Ameliyat‐Türü*
BCT
29 (62)
24 (60)
53 (61)
Mastektomi
18 (38)
16 (40)
34 (39)
SLN
37 (71)
32 (78)
69 (74)
ALND
15 (29)
9 (22)
24 (26)
Yardımcı tedavi*
Kemoterapi
Evet
0.14a
17 (53)
7 (30)
24 (44)
467
Hayır
15 (47)
16 (70)
31 (56)
Radyoterapi
0.65b
Evet
23 (70)
16 (64)
39 (67)
Hayır
10 (30)
9 (36)
19 (33)
Likelihood Ratio Test
Chi‐Quadrat‐Test
c Mann‐Whitney U Test
M= Mean R= Range SD= Standart Sapma
IG=Müdahale Grubu WG=Bekleme Grubu BCT=Meme
Koruyucu Tedavi SLN=Sentinel Lenf Nodu Biyopsisi
ALND=Aksillar Diseksiyon
* Birden fazla yanıt münkün
a
b
Grafik 1: Yoga RKA Gelişimi
468
Grafik 2: Ameliyat Sonrası Beden Sağlığı Algısı
Bu boyutta ulaşılabilecek azami puan (score) 28’dir
469
Grafik 3: Ameliyat Sonrası Ruh Sağlığı Algısı
Bu boyutta ulaşılabilecek azami puan (score) 24’tür
470
Münih Teknik Üniversitesi Spor ve Sağlık
Bilimleri Fakültesi’nde Geleneksel Çin
Tıbbı Yüksek Lisans Programı – Master of
Science (M.Sc.)
Carl‐Hermann HEMPEN
Münih Teknik Üniversitesi’nde Geleneksel Çin Tıbbı
Geleneksel Çin Tıbbı (GÇT) yüksek lisans dalı 2013 yılında
üniversite öğrenim programına dahil edilmiştir. Bölüm baş‐
kanlığı görevini iç hastalıklar uzmanı olan ve 40 yıldan bu
yana Çin Tıbbı ile yoğun bir biçimde ilgilenen Prof. Dr. Carl‐
Hermann Hempen yürütmektedir.
Hempen’in 35 yılı aşkın bir süredir Uluslararası Çin Tıbbı
Cemiyeti (Societas Medicinae Sinensis – SMS) bünyesinde
yürüttüğü hazırlık dönemi sonucunda, üniversite düzeyinde
Çin Tıbbı eğitimi sunulabilecek bir öğrenim dalının kurulması
için gerekli olan bütün koşullar yerine gelmiştir.
Söz konusu öğrenim altı sömestir sürmekte olup
mesleğini icra etmekte olan hekimler için geliştirilmiştir. Yani
bu da Batı Tıbbı uygulayan hekimlerin Avrupa dahilinde
Bologna sertifikalı Çin Tıbbı eğitimi alma olanağına ilk kez
kavuştukları anlamına gelmektedir.
Öğrenim, modüler yapısıyla GÇT’nin, özellikle “Beş Sü‐
tun” olarak telaffuz edilen alt disiplinleri başta olmak üzere,
bütün alanlarını kapsayan meslekî bilgi ve becerilerini aktar‐
471
maktadır. Söz konusu disiplinler şunlardır: Akupunktur, Çin
Pitoterapisi (Çin Usulü Şifalı Ot Terapisi), Çin Perhiz Bilgisi,
Manüel Tıp (Tuina), Hareket Terapisi (Çigong, Taiji).
Öğrenim dalına dair ayrıntıları içeren görselden altı dö‐
nemin derslere dağılımını görmek mümkün olacaktır:
Onlarca yıl süren titiz çalışmalar sonucunda orijinal kay‐
naklara dayandırılmak suretiyle bilimsel kriterlere uygun bir
biçimde değerlendirilen bu öğrenim dalının Batı Dünyası’nda
bir benzeri daha yoktur. Altı sömestir süren ve meslek hayatı‐
na eşlik eden bu öğrenim dalı bütün hekimlere işlerine ara
vermeden ek bir formasyon elde etme şansı sunmaktadır.
Bologna süreci sözleşmesine uygun biçimde öğrencilerin
toplamda 120 kredi puanı (her bir eğitim birimi için 1 CP = 30
saat) elde edebilmesi öngörülmektedir. Oldukça kısıtlı bir süre
zarfında tamamlanması öngörülen ve buna karşın geniş kap‐
samlı tutulan bu öğrenimde dersler bloklar halinde sunulmak‐
tadır. Bu da yıla dağılmış biçimde 4 ile 9 gün arasında süren
10 blokluk ders anlamına gelmektedir.
472
Münih Teknik Üniversitesi GÇT Yüksek Lisans Dalı
Öğretim Planı
1. Sömestir
GÇT’ye Giriş
Diagnostik ve
Fizyoloji
Akupunktur I
Akupunktur Temel
Bilgiler
2 . Sömestir
Çin İlaç Tedavisi
Münferit İlaçlar / İlaç
Hazırlama
Akupunktur II
Akupunktur
Uygulamaları
3. Sömestir
Pratik Çin İlaç Teda‐
visi
(modern tamamlama‐
lar)
Klinik ve Uygulama
GÇT II
Dermatoloji, KBB,
Göz,
Mide‐Bağırsak,
Pediatri
Klinik ve Uygulama
GÇT III
Kalp‐Dolaşım, Jineko‐
loji, Üroloji, Onkoloji
Çin Perhiz ‖ Klinik ve
Bilgisi
‖ Uygulama
Temel
‖ GÇT I
Bilgileri
‖
‖ Hareket
‖ Organları
→
‖ ve Ağrı
‖
‖
Uygulama ‖ Yüksek
(Staj)
‖ Lisans
‖ Bitirme
‖ Tezi
‖
4. Sömestir
5. Sömestir
6. Sömestir
Yüksek Lisans
Bitirme Tezi
→
Çin manüel terapisi Tuina,
Çigong
Taiji
473
Bu öğrenim dalı neden özellikle Münih Teknik
Üniversitesi müfredatına alındı?
Halk arasında geleneksel sağaltma yöntemleri tercih
edilmektedir. Özellikle de GÇT’ye karşı olan ilgi giderek art‐
maktadır. Öyle ki, yapılan istatistikler sadece Almanya’da
hastaların yüzde 70’inin mutedil ve doğal bir tıp biçimini ter‐
cih ettiğini göstermektedir.
Batı’da Çin medeniyetinin ortaya koyduğu birikimlerden
yararlanmak üzere bilimsel düzlemde çaba sürdürülmesinin
gerekliliği su götürmez bir gerçektir. Bu birikimlerden biri
olan GÇT’de kökleri 2000 yıl geçmişe dayanan ulu bir bilim
ağacıdır. GÇT günümüzde Çin’de insanların yoğun ve etkin
bir biçimde başvurup yararlandığı bilim dalıdır.
Çin metropollerinde GÇT uygulayan ve halkın da yakın
ilgi gösterdiği üniversite klinik ve poliklinikleri bulunmakta‐
dır. Ülkeden aktarılan verilere göre buralara günde sayıları 10
bine yaklaşan hasta şifa bulmak amacıyla başvurmaktadır.
Batı ülkelerinde mesleklerini icra eden hekimler için GÇT
fevkalade iyi bir ek iyileştirme kulvarı oluşturmaktadır, zira
batı tıp geleneğinin bilimsel düzeyine destek sunan münferit
ve etkili bir tamamlayıcı sistem olarak GÇT, hasta için de etkin
bir seçenek oluşturmaktadır.
Çin’de yapılan gözlemler modern tıbbın günümüzde bu
ülkede uygulanmakta ve gelişmekte olduğu yönünde. Bu da
şu anlama geliyor: İyi yetişmiş batılı hekimleri (bu da Çin’de
zaten mevcut) ve sağlam temellere sahip Çinli terapistlerinden
oluşan kombinasyonun tıp alanında yepyeni ufuklar açtığını
göstermektedir.
Gerçekten de uyumlu olma özelliğine haiz bu sağaltma
sanatı geleceğin tıbbı olmaya aday olarak gösterilebilir.
474
Bu sentezin geliştirilmesine katkıda bulunmak bizim öğ‐
renim dalımızın da amaçlarından biridir. Öğrenciler ve dola‐
yısıyla mezunlar devrim niteliğindeki bu yenilikçilikte etkin
rol üstlenip gerek diagnostik gerekse terapi alanlarında katkı
sunmak gibi önemli bir olanağa sahiptirler.
Dersler sömestir boyunca 30 dolayında öğrencinin katıl‐
dığı oldukça küçük sınıflarda derslere katılmaktadırlar. Bu da
öğretim görevlisinin bireysel değeri yüksek ders verme şansı‐
na sahip olması anlamına gelmektedir. Ayrıca bütün ders
malzeme ve notları
öğrencilere en modern
biçimiyle server üze‐
rinden çevrimiçi su‐
nulmaktadır. Böylelik‐
le bütün öğrenciler
nerede olurlarsa olsun‐
lar günün her saatinde
bu ders malzemelerine
kolaylıkla erişebilirler.
Öğrenim neredey‐
se batı tıp geleneğine
paralel biçimde düzen‐
lenmiştir.
Birinci
sömestir
Diagnostik,
Fizyoloji ve en yaygın
terapi dalı olan Akupunktur’a dair temel bilgiler içerir.
İkinci sömestirden itibaren buna ek olarak terapi anla‐
mında en büyük birikimleri barındıran ilaçla tedavi yöntemle‐
ri ile Akupunktur uygulamaları aktarılır öğrencilere.
Üçüncü sömestirde ilaçla tedavi yöntemi derinlemesine
ele alınır. Bu aşamada modern bilimsel değerler Farmakolojik
475
Biyoloji Anabilim Dalı tarafından aktarılır. Fakat bunun yanı
sıra geleneksel ilaç hazırlama birikimleri de ayrıntılı bir bi‐
çimde öğrenciye öğretilmektedir.
GÇT’nin sacayaklarından bir olan Çin Perhiz Bilgisi (Di‐
yetetik) bu sömestirin önemli bir yapı taşını oluşturmaktadır.
Üçüncü sömestirde başlayan bu bilim dalının ilk aşamasında
hareket organları hastalıkları ve tipik ağrı sendromları klinik
eğitimle öğrencilere aktarılmaktadır.
Günümüzde Çin’deki herhangi bir üniversite kliniğinde
GÇT öğretilmesinden farksız bir biçimde, dördüncü
sömestirden itibaren bütün klinik dallar özel olarak öğretil‐
mektedir. Bizlerin batı tıp biliminden tanıdığı biçimde kardi‐
yoloji, nefroloji, romatoloji, dermatoloji, KBB hastalıkları, göz
hastalıkları, pediatri, jinekoloji vs. tıbbın bütün alt disiplinleri
ayrıntılı ve yoğun bir biçimde ele alınıp patofizyolojik bağlam‐
larında alıştırmaları yapılıp bütün tedavi yöntemleri denene‐
rek öğretilmektedir.
Öğrenimin beşinci sömestiri uygulama için düzenlenmiş
olan staja ayrılmıştır. İşbu stajın elden geldiğince GÇT’nin
anavatanı olan Çin’de yapılması öngörülmektedir. Bu bağ‐
lamda elden geldiğince öğrenim dalımız nezdinde Çin ile
gerek duyulan bağlantılar öğrencilere sunulmaktadır.
Öğrenimin son sömestiri ise yüksek lisans tezinin kaleme
alınabilmesine ayrılmıştır. Tez konusu henüz ilk sömestirlerde
öğretim görevlileri ile birlikte uzlaşı içinde değerlendirilip
seçilmiştir.
Öğrenim boyunca paralel kısa ders sunumlarıyla “Çin
usulü manüel terapiler” ve “Çin usulü hareket terapileri”
Tuina, Taiji, Çigong öğrencilere aktarılmaktadır.
476
Böylelikle öğrenci Çin Tıb‐
bı ile ilgili genel bir kanıya sa‐
hip olabilecek, öğrenim gördü‐
ğü altı sömestirin ardından bu
tıbbın Akupunktur uygulama‐
sının ve Çin usulü ilaç tedavisi‐
nin gereklerini kendi başına
icra edebilecek her türlü beceri,
donanım ve bilgiye sahip ola‐
caktır.
Genelde akademik geçmiş
ve donanıma sahip olan öğre‐
tim görevlilerinin tamamı Çin
Tıbbı ile bizzat ilgilenmiş olup
bu alanda gerekli vasıflara sa‐
hiptirler. Münih Teknik Üni‐
versitesi, Charité Berlin Üniver‐
site Kliniği, Zürich Üniversite
Kliniği ve Graz Üniversite‐
si’nden gelen çok sayıda öğretim görevlisi halen derslere ka‐
tılmaktadır.
Öğretim görevlilerinin bir bölümü yıllarını verdikleri öğ‐
renimlerini Uluslararası Çin Tıbbı Cemiyeti (Societas
Medicinae Sinensis – SMS) bünyesinde görmüştür. Burada
elde etmiş oldukları köklü bilgi, beceri ve uzun yıllara daya‐
nan deneyimleri ile öğrenim dalında ders vermeye özellikle
yetkin konumdadırlar.
Bu öğrenim dalının Münih Teknik Üniversitesi
(Technische Universität München – TUM) bünyesinde hayata
geçebilmesi, burada yönetici konumunda görev üstlenmiş
öğretim görevlilerinin kararlılığı sayesinde mümkün olabil‐
477
miştir. Dolayısıyla Münih Teknik Üniversitesi Rektörü Sayın
Prof. Dr. Wolfgang Herrmann, Spor ve Sağlık Bilimleri Fakül‐
tesi Eski Dekanı Sayın Jürgen Beckmann, Spor ve Sağlık Bilim‐
leri Dekan Yardımcısı Prof. Dr. Renate Oberhofer, Tamamlayı‐
cı Tıp Kürsü Başkanı Prof. Dr. Dieter Melchart ve halen Spor
ve Sağlık Bilimleri Fakültesi’nde dekanlık görevini yürütmek‐
te olan Sayın Prof. Dr. Ansgar Schwirtz’in adlarını burada
şükran ve minnet ile anmak isterim.
Bu öğrenim dalının Bologna kurallarına uygun bir biçim‐
de hayat bulmasında sahip olduğu bilgi ve deneyimle en fazla
emeği geçen kişilerin başında Yüksekokul Öğretim Şube‐
si’nden Sayın Rudolf A. Bauer’in adını anmalıyım.
Bunca yoğun emeğin ardından kurulabilen bu öğrenim
üç sömestirden bu yana öğrencilerine bilgi ve beceri aktar‐
maktadır. Öğrencilerden gelen yapıcı yaklaşım ve dışarıdan
gelen rağbet oldukça olumlu seyretmektedir.
478
III. BÖLÜM
TÜRK‐ALMAN BİLİMSEL
İŞBİRLİĞİNE BAKIŞ AÇILARI VE
MEVCUT POTANSİYELLER
Kısım 2: Yapılar ve Programlar
479
Alman Federal Eğitim ve Araştırma
Bakanlığı’nın Türkiye ile İşbirliğine Yönelik
Araştırma ve Eğitim Enstrümanları
Oliver DILLY
Giriş
Türkiye, dünyanın en büyük 20 ekonomisi arasında sayılmak‐
tadır. Türk Hükümeti, 2023’te, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuru‐
luşunun 100. yılında, 2023 hedefleri kapsamında dünyanın ilk
10 ekonomisi arasında yerini almak arzusundadır. Türkiye’nin
ekonomik gelişimi genel hatlarıyla iç tüketim ve kamu yatı‐
rımlarına dayanmaktadır. Nispeten sağlam ekonomik gelişimi
ve bilime yaptığı yatırımlar giderek artan Türkiye, gerek Al‐
manya gerekse Avrupa için de oldukça cazip bir partner hali‐
ne gelmiştir.
Yüksekokul ve araştırma alanlarında uzun süredir dina‐
mik birtakım faaliyetler yürütmekte olan Türk Hükümeti bu
bağlamda büyük projeleri de hayata geçirmiş durumda. Bir‐
çok üniversite kurulmuş, bilime hizmet eden personel ve araş‐
tırmaya ayrılan bütçe hissedilir derecede artırılmıştır. Nitekim
bu çabaların yansıması, uluslararası dergilerde yayınlanan
makaleler ve yapılan patent başvurularından da açıkça gö‐
rülmektedir. Eğitim ve araştırma alanlarında Türkiye ile Al‐
manya arasında yapılagelen işbirliğinin geçmişi 1923 yılında
Cumhuriyet’in kurulmasından öncelere, Osmanlı İmparator‐
luğu dönemlerine kadar uzanmaktadır. Türkiye’nin uyum
481
süreci nezdinde Avrupa’ya yakınlaşma süreci, bilateral Türk‐
Alman ilişkilerine de olumlu biçimde yansımıştır. Alman bi‐
limi Türkiye’de yüksek bir saygınlığa sahiptir. 1951 yılından
bu yana Türkiye ile yapılan bilimsel değişime destek veril‐
mektedir.
Ekonomik ilişkiler de bu ülke ile oldukça girifttir: Sayıları
5.500’ü geçen Alman şirketinin Türkiye’de bir şube ya da bir
biçimde uzantısı vardır ve bir bu ülkede yatırımlarını sürdür‐
mektedirler. Bu şirketlerin birçoğu cazip yatırım destek fonla‐
rından ve Türkiye’nin coğrafi konumundan istifade etmektedir‐
ler. Almanya, eskiden de olduğu gibi Türkiye’nin en önemli
ticari ortağıdır. Bu arada Türk‐Alman ticari ilişkilerinin tek
istikametli bir yol olduğu da iddia edilemez. Zira 75.000 Türk
ya da Türkiye kökenli işletmenin 375.000’in üzerinde çalışanı
Almanya’da yıllık 35 milyar Avro ciro yapmak suretiyle istih‐
dam etmesi ve Alman iktisadi hayatına katkı sunması pek de
yabana atılacak türden bir ayrıntı olmasa gerek.
En nihayet Almanya’da yaklaşık 3 milyon Türkiye köken‐
li insanın yaşıyor olması da her iki ülke arasındaki ilişkinin
özelliğine vurgu yapmaktadır. 1961 yılında imzalanıp 1964
yılında yenilenen “Türk İşgücü Anlaşması” uyarınca birçok
insan Almanya’ya geldi. Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile Al‐
manya Federal Cumhuriyeti Devleti arasında 1957 yılından
beri muhafaza eden bir kültür anlaşması vardır. 2002 ile 2012
yılları arasında Almanya’da vatandaşlık başvurusunda bulu‐
nup da başvuruları kabul edilmiş olan kişilerin yüzde 30’u
Türkiye kökenlidir. Bu bağlamda Avrupa Birliği’nin (AB)
uyum politikası da oldukça önemli bir yer tutmaktadır.
482
Bilimsel‐Teknolojik İşbirliğinin Siyasi Çerçevesi
Federal Almanya Bilim Bakanı Prof. Dr. Johanna Wanka ve
Türk meslektaşı Bilim, Sanayi ve Teknoloji (BSTB) Bakanı Fikri
Işık’ın katılımıyla 23 Ocak 2014 tarihinde başkent Berlin’de
törenle açılışı yapılan Türk‐Alman Bilim Yılı’nda ortak proje‐
ler hayata geçirilecek. Bu ortaklık anlaşması her iki ülke ara‐
sında zaten var olan işbirliğini geliştirmeye; araştırma, eğitim
ve yenilikçilik alanlarında yürütülen ortak projeleri pekiştir‐
meye ve genel anlamda her iki ülkenin uluslararasılaşma stra‐
tejileri için gerek duyulan aksiyon planlarına uygun zemin
hazırlamaya yöneliktir.
Bilim Yılı “Bilim, Ulusları Birbirine Bağlar – Science
Bridging Nations” söylemini kendisine şiar edinmiştir. Düzen‐
lenen açılış töreninde her iki ülkenin BMBF ve BSTB bakanlık‐
ları arasında atılan imzalar dışında Alman Araştırma Cemiyeti
(Deutsche Forschungsgemeinschaft – DFG) ile Türkiye Bilim‐
sel ve Teknolojik Araştırma Kurumu arasında 1984 yılında
imzalanmış olan işbirliği anlaşması yinelendi. Ayrıca Alman
Akademik Değişim Servisi (Deutscher Akademischer
Auslandsdienst – DAAD) ile Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK)
arasında da işbirliği anlaşmasına imzalar atıldı. Bu üç anlaşma
da Türkiye ve Almanya arasındaki bilimsel işbirliğine ne denli
önem verildiğini gayet açık bir biçimde göstermektedir.
Türkiye ile Almanya arasında yapılacak olan Bilimsel‐
Teknolojik İşbirliği (BTİ) için gereken hukuki çerçeve
TÜBİTAK ile Federal Alman Eğitim ve Araştırma Bakanlığı
(BMBF) adına sorumluluk yüklenecek olan kurum ya da kuru‐
luş arasında 10 Ocak 1997 tarihinde münferit bir sözleşme ile
güvence altına alınmıştır. BMBF’nin Türkiye ile yürüttüğü
bilimsel‐teknolojik işbirliği, bakanlığın “Eğitim ve Araştırma
Avrupa ve Uluslararası İşbirliği” masasınca koordine edilmek‐
483
tedir. İşbirliği yapılan alanlar arasında meslek eğitimleri, yük‐
sekokul öğreniminde uluslararası değişim programları, IT
sistemleri vs. sayılabilir. Bunların dışında Türkiye ile Almanya
arasında eğitim ve araştırma alanlarında cereyan eden birta‐
kım işbirlikleri de diğer federal bakanlıkların (Federal Eko‐
nomi ve Enerji Bakanlığı = Bundesministerium für Wirtschaft
und Energie – MMWi ile Federal Çevre, Doğa Koruma, İnşaat
ve Nükleer Güvenlik Bakanlığı – BMUB) yanısıra DAAD, DFG
ya da Alexander von Humbold (AvH), Mercator ve Herz gibi
özel ya da siyasi vakıfların desteğiyle gerçekleştirilmektedir.
Almanya, Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) hemen ar‐
dından ikinci sırada gelen kooperasyon ortağıdır Türkiye’nin.
Temel İşbirliği Alanları
Türk‐Alman işbirliği şimdiye değin genellikle tıp, enerji, çevre
araştırması ve çevre teknolojileri ile biyobilimler ve
biyoteknoloji alanlarında yapıldı (bkz. Şekil 1). Bilim Yılı’nda
bu alanlar şu şekilde geliştirildi:
Anahtar teknolojiler (örneğin bilgi ve iletişim tekniği,
üretim teknolojileri, nanoteknoloji, kimyasal ve fizik‐
sel teknolojiler, mobilite, taşımacılık ve lojistik)
Küresel dönüşüm (örneğin biyoteknoloji dahil sağlık
araştırması, yenilenebilir enerjiler, enerji verimliliği,
besin ve ziraat ekonomisi, çevre teknolojileri, iklim
değişikliği, iklim koruma, su)
Toplumun gereksinimlerine yanıt verebilecek tarzda
tinsel ve toplumsal bilimler (örneğin demografi, beyin
dolaşımı, çeşitlilik, göç)
Burada sanayiin ve ekonominin araştırma ile kesiştiği
arabirim özellikle nazarı dikkate alınmalıdır. Zira bu kesişme
noktası, istihdam piyasası ayrıca ekonomi, bilim ve araştırma
484
alanlarında eğitim ve hizmetiçi eğitim alacak olan kişilerle
yakından ilintilidir.
Şekil 1: Türk‐Alman İşbirliği kapsamında 2012 yılında BMBF
tarafından destek verilen alanlar
Teşvik Enstrümanları
Türkiye adına TÜBİTAK ile yürütülen bilimsel işbirliğini baş‐
latma ve yoğunlaştırma işlemleri şu şekilde gelişti:
1) Mobilite programı (güncel tanıtım için bkz. unter
www.internationales‐buero.de/de/2511.php); 2004 yı‐
lından bu yana 100’ü aşkın mobilite projesine teşvik
verilmiştir.
2) Güçlendirilmiş “IntenC” bilimsel işbirliğine destek
verilmesi (güncel tanıtım için bkz. www.
internationales‐buero.de/de/6070.php); 2007 yılından
bu yana 41 tandem projesi toplam 6 milyon Avro ile
teşvik edilmiştir.
3) Bilimadamları ve iktisatçıların da katıldığı bilimsel‐
teknolojik işbirliği “2+2” (yayınlanan son tanıtım için
485
bkz.
www.internationales‐buero.de/de/7129.php);
2009 yılından beri dört proje Almanya tarafından top‐
lam 1,8 milyon Avro ile teşvik edildi.
Şekil 2: BMBF’in “Türk‐Alman Bilimsel İşbirliği”
kapsamında desteklediği projelerin kronolojik dağılımı
* 2015 ve 2016
Şekil 2, 2000 yılından sonra ilk zamanlar yeni projeler
açmaya ve mobilite merkezli projelere destek sunulduğunu
gösteriyor. Bunları 2007’den itibaren IntenC ve ilk “2+2” proje‐
leri izledi. BMBF departmanları üzerinden Türkiye ile yapılan
projeler burada göz önünde bulundurulmamıştır.
Mobiliteyle ve proje açmayla ilgili teşvikler üzerine gün‐
cel bir duyuru ilgili kamuoyunu bilgilendirmektedir (Şubat
2015 itibariyle). Burada riayet edilen kural şudur: Uzmanların
seyahat etmesini gerektiren durumlarda, uzmanı gönderen
ülke (yani Almanya adına BMBF/IB) masrafları karşılamakla
yükümlüdür. IB, işbirliği esnasında ortaya ilaveten çıkan mas‐
rafları yüklenecektir. Burada önkoşul, işbirliği yürüten ortak‐
ların gerek yurtiçinde gerekse yurtdışında oluşan personel ve
486
tüketim maddeleri dahil her türlü masrafı kendi bütçelerinden
karşılamasıdır.
“2+2” projesiyle ilgili son ilan 2014 Kasım’ında yayınlan‐
dı. Bu ihale kapsamında somut sonuçlar ve değerlendirilebile‐
cek tarzda araştırma sonuçlarına ve nitekim teknoloji, ürün
ve/veya hizmetlere ulaştıracak ortak projeler teşvik edilebile‐
cektir. Burada kıstas Almanya’nın ve Türkiye’nin kazançlı
çıkacağının önceden kestirilebilmesidir. Hedef “2+2” projeleri
üzerinden Almanya ve Türkiye’de bilim ve ekonomi alanla‐
rında faaliyet göstermekte olan aktörler arasındaki ilişkilerin
yoğunlaştırılmasıdır. Burada sözü edilen “2+2” projeleri en az
bir Alman ve bir Türk araştırma kurumunun ya da üniversite‐
sinin ve yine bir Alman ve bir Türk ticari işletmesinin araştır‐
ma ve geliştirme alanlarında ortaklaşa çalışmasıyla hayata
geçmektedir. Verilmesi onaylanan teşvikler kalıcı ve yenilikçi
ortaklıkların temellerini atmaya yöneliktir. İşbu projelerin,
örneğin bilişim ve iletişim tekniği, üretim teknolojisi, taşımacı‐
lık alanlarında anahtar teknoloji üreten bilateral ve uygulama‐
ya yönelik araştırma ve geliştirmeyi; keza yenilenebilir enerji‐
ler, sağlık araştırmaları, biyoteknoloji, beslenme ve ziraat eko‐
nomileri ve çevre teknolojileri gibi alanlarda küresel değişime
öncülük etmesi beklenmektedir. Proje teşvikleri geri ödenmesi
beklenmeyen hibe biçimindeki parasal yardımlardır. Her bir
projeye ülke başına azami 450.000 Avro para yardımı yapılabi‐
lir; ancak gerek görüldüğünde yüksekokullar bazında yüzde
20 oranında sabit bir meblağ da ek olarak ödenebilir. Ortak
araştırma projelerinin BMBF ve TÜBİTAK’ın hedeflerine ya da
AB’nin “2020 Ufku” başlıklı çerçeve programına katkı sağla‐
ması beklenmektedir.
Bunun dışında 2015 için de yeni bir “IntenC” ilanının ya‐
yınlanması planlanmaktadır. Bu kapsamda tahsis edilecek
487
fonların Almanya ile Türkiye arasında karşılıklı olarak yarar‐
lanma ve uygulama ilkesiyle her iki ülkede ilgili yüksekokul‐
ların ve araştırma enstitülerinin birlikte ArGe etkinlikleri yü‐
rütmesi suretiyle kullanması arzu edilmektedir.
Teşvik fonları tahsis edilecek Türk‐Alman projelerinin
yenilikçi araştırma alanlarında elde edilecek yeni veri ve işbir‐
liklerine ulaştırması gerekmektedir. Böylelikle ortaklar arasın‐
da yürütülegelmekte olan ArGe ilişkilerinin özellikle yeni
yetişmekte olan bilim insanları arasında geliştirilmesine hiz‐
met edilmiş olacaktır.
Bilateral İşbirliğinin Tepe Noktaları
Araştırma, Eğitim ve Yenilikçilik Alanlarında Türk‐Alman Bi‐
lim Yılı 2014
“Bilim, Ulusları Birbirine Bağlar – Science Bridging
Nations” sloganlı ortak bilim yılı kapsamında Almanya ve
Türkiye, işbirliğinin önem ve başarısına vurgu yapmak; halen
yürütülmekte olan kooperasyonu pekiştirmek üzere araştır‐
ma, eğitim ve yenilikçilik alanlarında çığır açacak projeler
eşliğinde ortaklaşa çaba sarf etmektedirler. Bu bağlamda Fe‐
deral Almanya Eğitim ve Araştırma Bakanı ile Türk meslektaşı
Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı araştırma, eğitim ve
inovasyon alanlarında yapılagelmekte olan işbirliğinin daha
da pekiştirileceğini ortak bir açıklamayla duyurmuşlardı.
İstanbul Türk‐Alman Üniversitesi (TAÜ)
Türk‐Alman Üniversitesi, 2013/14 kış sömestirinde 3
bachelor ve 3 master programı kapsamında öğrenim gören
yaklaşık 120 öğrencilik kapasiteyle öğretime başlamasının
ardından 29 Nisan 2014 tarihinde Federal Almanya Cumhur‐
başkanı Joachim Gauck ve Türkiye Cumhuriyeti 11. Cumhur‐
488
başkanı Abdullah Gül tarafından Federal Almanya Bilim Ba‐
kanı Prof. Dr. Johanna Wanka’nın da hazır bulunduğu bir
törenle resmen açıldı. Alman tarafından kurucu rektörlük
görevini Prof. Dr. Rita Süssmuth üstlendi. Bu aşamaya gelin‐
meden önce 2008 yılında “Türkiye’de bir Türk‐Alman Üniver‐
sitesi Kurulmasına Dair Anlaşma” her iki ülkenin dışişleri
bakanlarınca Berlin’de imzalanmış temel atma töreni de 2010
Ekim’inde İstanbul’da cumhurbaşkanları tarafından yapılmış‐
tır. Fen, Hukuk, İktisadi ve İdari Bilimler, Kültür ve Sosyal
Bilimler ile Mühendislik Bilimleri olmak üzere toplam beş
fakülte bulunmaktadır. Üniversite’nin kurulması BMBF’nin
“Eğitim ve Araştırma Avrupa ve Uluslararası İşbirliği” de‐
partmanı ile 416 nolu “Yüksekokul ve Uluslararasılaşma Alan‐
larında Uluslararası Değişim” şubesi nezdinde gerçekleşmiş
olup DAAD de projenin hayata geçiş aşamasında etkin rol
üstlenmiştir.
German‐Turkish Advanced ICT Research Center [GT‐ARC]
Federal Almanya Bilim Bakanı, Türk meslektaşı Bilim,
Sanayi ve Teknoloji Bakanı ile 2010 Ekim’inde Bilimsel‐
Teknolojik İşbirliği (BTİ) kapsamında bilişim ve iletişim tekno‐
lojileri alanında bir anlaşmaya imza atmışlardır. İstanbul ve
Berlin lokasyonlu araştırma merkezi Alman ve Türk ekonomi
çevrelerince etkin bir biçimde desteklenmektedir. BMBF, “Eği‐
tim ve Araştırma Avrupa ve Uluslararası İşbirliği” departmanı
ve 514 nolu “IT Sistemleri” uzmanlık şubesi ile bu işbirliğine
katkı sağlamaktadır.
Türk‐Alman Araştırma ve Eğitim İşbirliği Katma Değeri
Alman ve Türk partnerler arasında yürütülen ortak projeler,
kaynak, altyapı ve partnerin etkin olduğu bölgenin sunduğu
489
olanaklardan gerektiğince yararlanabilme fırsatını da berabe‐
rinde getirmektedir. Teşvik fonlarından yararlanan Alman
işletme ve kurumlarla 2012 yılında yapılan bir anket bunu
açıkça ortaya koymuştur. Ankete katılanların büyük bir bölü‐
mü (yüzde 74’ü) gerek kendilerinin gerekse Türk partnerleri‐
nin – IntenC projeleri başta olmak üzere – sunulan teşvikler
sayesinde işbirliğinden aynı düzeyde istifade ettiğine vurgu
yapmıştır. Ayrıca kooperasyon projelerinin, uluslararası bo‐
yutta kooperasyon ağı ve projelerinde yer alabilme olanağının
da önünü açtığı görülmüştür. Yapılan anket, BMBF tarafından
sunulan bilateral teşvik programıyla aynı ayarda başka bir
programın bulunmadığını da göstermiştir. Teşvik alanların
yüzde 70’ini aşan bir kesim, proje realizasyonunda “başarılı”
hatta “çok başarılı” oldukları yönünde görüş belirtmiştir. Fa‐
kat dilsel engeller, ticari ve fikri koruma hakları (İng.:
Intellectual Property Rights – IPR) ve kültürel güçlükler po‐
tansiyel sorun alanları olarak gereğince ciddiye alınmalıdır.
Aynı şekilde yapılan vize başvurularında kimi zaman gecik‐
meler yaşanmakta, bilimsel ekipman girişinde karmaşık güm‐
rük işlemleriyle karşılaşılmakta ve örneğin toprak numunesi
gibi malzemelerin diğer ülkeye sokulmasında bürokratik ne‐
denlerden ötürü sürüncemelere maruz kalınmaktadır. Genel
hatlarıyla bakıldığında Türk‐Alman projeleri uzun vadeli iş‐
birlikleri ile taçlanmıştır.
Kaynakça
INTERNATIONALES BÜRO (IB) ‐ http://internationales‐buero.de,
Türkei … de/1930.php
DEUTSCH‐TÜRKISCHES WISSENSCHAFTSJAHR ‐ www.deutsch‐
tuerkisches‐wissenschaftsjahr.de
490
ERÖFFNUNG DER DEUTSCH‐TÜRKISCHEN UNIVERSITÄT ‐
www.bmbf.de/de/5857.php
KOOPERATION INTERNATIONAL MIT
INTERNATIONALISIERUNGSSTRATEGIE‐
www.kooperation‐international.de / de‐
tail/info/internationalisierungsstrategie‐der‐bundesregierung‐
deutschlands‐rolle‐in‐der‐globalen‐wissensgesel.html
THE BMBF`S INTERNATIONAL COOPERATION ACTION PLAN ‐
www.bmbf.de/pub/International_Cooperation_action_plan.pdf
HIGHTECH‐STRATEGIE ‐ www.hightech‐strategie.de
EXZELLENZ‐INITIATIVE ‐ www.bmbf.de/de/1321.php ; EN www.
bmbf.de/en/1321.php
PAKT FÜR INNOVATION UND FORSCHUNG ‐ www.bmbf.de
/de/3215.php
HOCHSCHULPAKT 2020 ‐ www.bmbf.de/de/6142.php; EN www.
bmbf.de/en/6142.php
NATIONALE BIOÖKONOMIE STRATEGIE 2030/BIOÖKONOMIE
INTERNATIONAL
‐ www.bmbf.de/pub/biooekonimie.pdf /
www.bmbf.de/de/20197.php; EN www.bmbf.de/en/20197.php
491
Türkiye’de Alman Akademik Değişim
Servisi (DAAD) ‐Bireysel Teşvik ve Proje
Teşvik Programları
Sarah SCHACKERT‐FELD
1. Alman Akademik Değişim Servisi ‐
Amaçlar ve Görevler
Alman Akademik Değişim Servisi (DAAD), Alman üniversite‐
leri ve üniversite öğrencilerinin desteklediği bir dernek olarak
çalışan ve Alman üniversitelerinin kendi kendini idare eden
bir kurumudur. Akademik değişim alanında dünyanın en
büyük teşvik kurumudur. Alman Akademik Değişim Servisi
(DAAD), 1925 yılında kuruluşundan bu yana Almanya’da ve
yurtdışında yaklaşık 2 milyon akademisyeni desteklemiştir.
Alman Akademik Değişim Servisi (DAAD), Federal Almanya
Cumhuriyeti’nin yurtdışı kültür, eğitim ve bilim politikasın ve
kalkınma işbirliğinin bir aracı kurumudur. Programları ve
partner üniversiteleriyle sosyal, ekonomik ve politik gelişimi
ve gelişmekte olan ülkelerde verimli üniversite sistemlerinin
kurulmasını desteklemekte ve kültürlerarası diyaloğu teşvik
etmektedir.
Alman Akademik Değişim Servisi (DAAD), değişik ba‐
kanlıkların federal kaynakları tarafından finanse edilmektedir.
Burada özellikle Dışişleri Bakanlığı (AA), Federal Eğitim ve
Araştırma Bakanlığı (MMBF) ve Federal Ekonomik İşbirliği
492
Bakanlığı (BMZ) sayılmalıdır. Ayrıca Avrupa Birliği (AB),
şirketler, kurumlar ve yabancı hükümet kaynakları da eklen‐
mektedir. Alman Akademik Değişim Servisi (DAAD) 2013 yılı
bütçesi 420 milyon AVRO büyüklüğündeydi (karş. DAAD,
2013a).
Şekil: 1 DAAD Bütçesi 2013* Avro
DAAD, “mübadeleyle değişim” sloganıyla üç stratejik
hedefe ulaşmak istemektedir: Alman üniversitelerinin
uluslararasılaşması, başarılı öğrencilere ve bilim adamlarına
burs verme ve Alman dili ve edebiyatının yurtdışında geliş‐
mesi.
DAAD, 2013 yılında, EU programları da dahil olmak üze‐
re, tüm dünyada 119.906 Alman ve yabancıyı desteklemiştir.
Hizmetler, genç öğrencilerin yurtdışında bir sene ikametinden
doktora eğitimine, stajdan misafir öğretim elemanlığına, bilgi
493
değişiminden yurtdışında üniversite kurulmasına kadar geniş
bir alanı kapsamaktadır (karş. DAAD, 2013).
2. Türkiye’de DAAD
DAAD, Türkiye’de İstanbul ve Ankara’daki danışma merkez‐
leriyle (IC) ve Türk üniversitelerinde 19 okutmanlık ve 18 dil
asistanlığıyla temsil edilmektedir.1 Danışma merkezleri, eği‐
tim ve araştırma alanı olarak Almanya ve DAAD ve diğer
teşvik organizasyonlarının burs programları konularında bilgi
vermekte ve danışmalık yapmaktadır. Danışma merkezleri,
okullarda, üniversitelerde ve eğitim ve araştırma kurumların‐
da bilgilendirme toplantıları düzenlemekte ve eğitim fuarları‐
na katılmaktadır. Ayrıca Alman üniversitelerinin Türk mezun‐
larıyla ve eğitim ve araştırma piyasasının önde gelenleriyle
iletişimi sürdürmektedir. Bu iki merkez, değişik formatlarda
network imkanları ve bilimsel değişim sunmaktadır. Ayrıca,
Türk ve Alman üniversiteleri arasında çift diplomalı bölümle‐
rin kurulması gibi ortaklıkların geliştirilmesini desteklemek‐
tedir.
18 Türk üniversitesinde ve Eylül 2013’te İstanbul’da ku‐
rulan Türk‐Alman Üniversitesi’nde (TAÜ) görev yapan okut‐
manların görevleri arasında Alman dili ve edebiyatı ve Al‐
manca öğretmeni eğitimi yanında, eğitim ve burs danışmanlı‐
ğı ve yurtdışı kültür ve eğitim politikasının değişik görevleri‐
nin yerine getirilmesi bulunmaktadır.
1
Türkiye›deki okutmanlıkların konumlarına genel bakış için bakınız
www.daad‐turkiye.org (Durum: 09.01.2015)
494
3. Almanya ve Türkiye Arasında Akademik Değişim
3.1. Genel Olarak
Eğitim, bilim ve araştırmada Türk‐Alman işbirliği, Osmanlı
İmparatorluğu dönemine kadar uzanan uzun bir geçmişe sa‐
hiptir.
Bugün Üniversite Rektörleri Konferansının üniversite pu‐
sulasında Türk ve Alman üniversiteleri arasında toplam 963
üniversite işbirliği kaydedilmiştir ki, bunlardan 847 tanesi
Erasmus anlaşmalarıdır (karş. HRK, 2014).
Böylece Türk ve Alman üniversiteleri arasındaki işbirlik‐
lerinin sayısı son dört yıl içinde neredeyse %150 oranında
artmıştır ve Türkiye, Alman üniversitelerinin en sevilen işbir‐
liği ülkeleri arasında yedinci sırada bulunmaktadır (Fransa,
İspanya, ABD, Büyük Britanya, İtalya ve Polonya’dan sonra).
Üniversite ortaklıklarına ve araştırma işbirliklerine olan ilgi
hala yüksektir.
Öğrenci hareketliliği alanında da artan ilgi belirginleş‐
mektedir: Almanya, 2012 yılında 12.222 öğrenci sayısıyla Türk
öğrencilerinin (orta öğretimini Almanya dışında tamamlayan‐
lar) en popüler hedef ülkesiydi. ABD (11.597 öğrenci), Bulga‐
ristan (5.015 öğrenci), ve Büyük Britanya’dan (3.320 öğrenci)
önce (karş. UNESCO, 2012).
Erasmus programı tarafından desteklenen 14.412 öğrenci,
2012/13 akademik yılında yurtdışında eğitim görmüştür. Al‐
manya, Polonya’nın hemen arkasından Türk Erasmus öğrenci‐
lerinin en popüler ikinci hedef ülkesidir (karş. Europäische
Kommission, 2013).
495
Şekil 2: Türk Erasmus öğrencilerinin hedef ülkeleri
Hedef ülke
Polonya
Almanya
İspanya
Fransa
Türk öğrencilerin sayısı
2705
2472
1207
657
2012/13 akademik yılında 6.145 yabancı öğrenci, Erasmus
programları için Türkiye’yi hedef ülke olarak seçmişlerdir.
Alman öğrenciler, Türkiye’deki en büyük Erasmus milli öğ‐
renci
grubunu
oluşturmaktadır
(karş.
Europäische
Kommission, 2013).
Şekil 3: Alman Erasmus öğrencilerinin hedef ülkeleri
Gelinen ülke
Almanya
Polonya
Hollanda
İtalya
Öğrenci sayısı
1649
623
479
453
3.2. Türk‐Alman Bilim, Araştırma ve İnovasyon Yılı
Almanya ve Türkiye, 2014 yılında bilim ilişkilerinin 30. yıldö‐
nümünü kutladılar. Yıldönümü nedeniyle 23 Ocak 2014 tari‐
hinde Türk‐Alman Bilim, Eğitim ve İnovasyon Yılı (TABY)
Science Bridging Nations» sloganıyla hayata geçirildi. Bu
süreçte Türk ve Alman işbirliği ortaklarının çok sayıda projesi,
Alman tarafında Federal Bilim ve Araştırma Bakanlığı ve Türk
tarafında ise Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı (MoSIT) tara‐
fından teşvik edildi.
496
Türk‐Alman Bilim, Eğitim ve İnovasyon Yılı’nın (TABY)
amaçları, Türk‐Alman aktivitelerinin çeşitliliğini ve mükem‐
melliğini görünür kılmak, yeni ortaklıklara öncülük etmek ve
müşterek inovasyon potansiyelini daha güçlü kullanmaktır.
Bu arada özellikle her iki ülkenin genç nesli, işbirliğinin kalite‐
li bir şekilde yoğunlaştırılması için kazanılmalıdır (karş.
BMBF, 2014a).
Aşağıdaki ağırlık noktaları Türk‐Alman Bilim, Eğitim ve
İnovasyon Yılı (TABY) çerçevesinde özellikle teşvik destek‐
lenmiştir.
- Anahtar teknolojiler (mesela Bilgi ve İletişim Tekno‐
lojileri (BİT), üretim teknolojileri, nano teknolojisi, kimyasal ve
fiziksel teknolojiler, mobilite, taşımacılık, lojistik ve
biyoteknoloji de dâhil olmak üzere sağlık araştırmaları)
- Global değişim (mesela yenilenebilir enerjiler, enerji
verşmliliği, gıda ve tarım, çevre teknolojileri, iklim değişimi,
iklim koruma, atık su yönetimi)
- Toplumsal meydan okumalar için felsefi ve sosyal
bilimler (mesela demografi, beyin dolaşımı, çeşitlilik, göç)
3.3. Türk‐Alman Üniversitesi (TAÜ)
Türk‐Alman üniversite işbirliğinin amiral gemisi, 2013 kış
döneminde 135 öğrenciyle eğitim hayatına başlayan İstanbul
Türk‐Alman Üniversitesi’dir (TAÜ).2 Bu devlet üniversitesi,
Türkiye ve Federal Almanya Cumhuriyeti arasında yapılan bir
anlaşma temelinde kurulmuştur. 29 üye üniversiteden ve
DAAD’den oluşan bir Alman üniversite konsorsiyumu, Türk
2
İmalat teknolojisi yüksek lisans programının (MMT) ilk öğrencileri,
eğitimlerine 2012/2013 kış sömestrinde zaten Dortmund Teknik
Üniversitesi’nde başlamışlardı.
497
işbirliği ortağını TAÜ’nün kurulması ve gelişmesinde destek‐
lemektedir.
Beş fakültenin ve yabancı diller merkezinin her birinin
koordinasyonunu, bir Alman üniversitesi üstlendi:
Hukuk Fakültesi: Berlin Hür Üniversitesi (Prof. Dr.
Philip Kunig)
Fen Fakültesi: Potsdam Üniversitesi (Prof. Dr. Robert
Seckler)
Mühendislik Fakültesi: Berlin Teknik Üniversitesi
(Prof. Dr.‐Ing. Jörg Steinbach)
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi: Münster Üniversi‐
tesi işbirliğinde Köln Üniversitesi (Köln Üniversite‐
si’nden Prof. Dr. Wolfgang Wessels)
Kültür ve Sosyal Bilimler Fakültesi: Heidelberg Üni‐
versitesi (Prof. Dr. Vera Nünning)
Yabancı Diller Merkezi: Bielefeld Üniversitesi (Prof.
Dr. Uwe Koreik)
2014/15 akademik yılında 274 lisans ve 43 yüksek lisans
olmak üzere toplam 317 öğrenci olmak üzere kayıtlıydı. Şu
anda 3 lisans ve 2 yüksek lisans programı sunulmaktadır.3
4. Teşvik Programları:
4.1. Bireysel teşvik programları:
DAAD, 1993 ve 2013 yılları arasında Türkiye ile değişimle
16.500’ün üzerinde öğrenciyi, akademisyeni ve bilimadamını
Türkiye’de ya da Almanya’da bireysel burs ile destekledi.
3
Bölümler hakkında
09.01.2015)
498
ayrıntılı
bilg,
http://www.tau.edu.tr/
(Devam:
Şekil. 4: Türkiye’de 1993‐2013 yılları arasında DAAD
tarafından desteklenenler
2013 yılında toplam 1.094 kişi desteklendi (Avrupa
mobilite programları hariç) Bunlardan 651 Almanya’dan ve
443’ü Türkiye’den gelmiştir.
Şekil 5: 2013 yılında DAAD tarafından desteklenenler
499
DAAD, Türkiye’de akademisyenlere, doktora öğrencile‐
rine, doktora sonrası eğitim alanlara ve üniversite hocalarına
burs imkanı sağlamaktadır. DAAD bireysel teşvikleri, bu grup
için aşağıdaki hizmetleri kapsamaktadır: Almanya’da üniver‐
site yaz kursu ya da yoğun dil kursu bursları, öğrenci grupları
için eğitim seyahatleri ve eğitim stajları, doktora yapanlar ve
genç bilim adamları için araştırma bursları, üniversite öğretim
elemanlarına ve eski bursiyerlere araştırma ikametleri (karş.
DAAD, 2014a). Ayrıca DAAD, Türk Eğitim Vakfı’yla (TEV)
işbirliği içinde yüksek lisans programları için eğitim bursu
sağlamaktadır. 1998 yılından bu yana verilen yüksek lisans
bursları, bir Alman üniversitende yüksek lisans yapmak iste‐
yen tüm bölümlerin lisans öğrencilerine yöneliktir. 2011 yılın‐
dan beri yıllık yaklaşık 40 burs verilmektedir. Programın mas‐
rafları, TEV ve DAAD tarafından ortak karşılanmaktadır.
DAAD, ayrıca Almanya’da genellikle iki ay süren ve hazırlık
amaçlı olan dil kursu masraflarını da üstlenmektedir (karş.
TEV, 2014).
Şekil 6: 1996‐2013 yılları arasında
DAAD‐TEV bursiyerleri
500
DAAD, bir ilk diploma veren bölümlerin öğrencilerini,
üniversite yaz kursu ya da yoğun dil kursu ve staj burslarıyla
desteklemektedir.
4.2. Kurumsal Teşvik – Türk Üniversite Partneri ile
İşbirliğinde DAAD Üniversite Projeleri
DAAD, Türk ve Alman üniversitelerinin işbirliği için toplam
27 program sunmaktadır.
Geçtiğimiz yıl bu programlar üzerinden Alman üniversi‐
telerinin Türkiye’deki 13 projesi desteklenmiştir. Bu projeler
arasında mesela çift diploma programları, Alman filolojisiyle
ilgili ve stratejik üniversite ortaklıkları ve Alman üniversitele‐
rinin yurtdışı senesi entegre edilmiş bölümleri vardır. Aşağıda
kurumsal teşvikin bazı programları tanıtılacaktır.
4.2.1. Proje Teşviki – Bachelor plus
Federal Eğitim ve Araştırma Bakanlığı (BMBF) tarafından
finanse edilen bu programın amacı, öğrencilerin eğitim süre‐
sinin kural olarak bir yılını bir yurtdışı üniversitesinde ta‐
mamlayacakları dört yıllık lisans programlarının açılması ve
böylece özel disiplinlerarası ve/veya meslek kazandıran yeter‐
lilikler kazanmalarıdır. Destek, Alman üniversitesi için seya‐
hat, eşya ve personel masraflarını ve Alman öğrenci için yurt‐
dışı ikameti boyunca yurtdışında yaşamanın getirdiği ek mas‐
rafların karşılanması için bir kısmi bursu kapsamaktadır. Ay‐
rıca proje fonları üzerinden karşılıklı kısa dönem öğretim gö‐
revleri veya yabancı öğrencilerin Alman partner üniversitele‐
rindeki dil kurslarına veya yaz okullarına katılımları finanse
edilebilir. Teşvik süresi, yıllık azami teşvik miktarı 80.000
Avro olmak üzere 8+4 yıldır (karş. DAAD, 2014b). Şu anda
501
Türk ve Alman üniversiteleri arasında iki işbirliği, DAAD’nin
bu programı üzerinden finanse edilmektedir:
1. Sosyal işlerde uluslararası lisans4
Kurum: Berlin Alice Salomon Üniversitesi
Partner: Hacettepe Üniversitesi Ankara
Teşvik 2014 yaz dönemine kadar
2. Sosyal işler plus ‐ Göç ve küreselleşme (BA)5
Başlangıç 2013/14 kış dönemi
Kurum: Darmstadt Meslek Yüksek Okulu
Partner: İstanbul Maltepe Üniversitesi
4.2.3. Çift Diplomalı Entegre Uluslararası Bölümler
Federal Eğitim ve Araştırma Bakanlığı tarafından finanse edi‐
len bu program, üniversiteler ve meslek yüksekokullarının
Alman veya yabancı bir üniversitede tamamlanan eğitimden
sonra bir Joint veya Double Degree imkânı sağlayan bölümlerini
destekler. Azami teşvik süresi sekiz yılı kapsar6, ancak daha
sonra teşvikin genel olarak 4 yıllık bir devamı için başvurula‐
bilir.
Bu programın amacı, üniversitelerin daha fazla
uluslararasılaşmasına ve eğitim programlarının yapısal olu‐
4
5
6
Bölüm hakkında diğer bilgiler: http://www.ash‐bi.eu/ studieninformation
/ablauf.html (Durum: 06.10.2014)
Bölüm hakkında diğer bilgiler: https://www.h‐da.de/studium/ studienan‐
gebot/studiengaenge/wirtschaft‐und‐gesellschaft/soziale‐arbeit‐plus‐
migration‐und‐globalisierung‐ba/ (Durum: 06.10.2014)
Sekiz yıl, üç aşamaya ayrılır: hazırlık aşaması (bir yıl), deneme aşaması
(iki yıla kadar) ve yerleşme aşaması (üç yıl). Program, teşvik şartları ve
teşvik içeriği hakkında diğer bilgiler, https://www.daad.de/hochschulen
/programme‐weltweit/studiengaenge/de/23193‐integrierte‐internationale‐
studiengaenge‐mit‐doppelabschluss/ adresinden elde edilebilir (Durum:
09.01.2015)
502
şumuna katkı sağlamak ve öğrencilerin ve öğretim elemanla‐
rının değişimini teşvik etmektir (karş. DAAD, 2014d).
2014/15 akademik yılında 115 bölüm, bu programla des‐
teklenmiştir. Şu anda Türkiye’de dört Türk‐Alman bölümü
desteklenmektedir:7
Şekil 7: Çift diplomalı entegre uluslararası bölümler: 2014/15
döneminde Türk üniversiteleriyle teşvik edilen projeler
Partner‐
Üniversite
1 Kadir Has
Üniversitesi
(Istanbul)
Alman
Fakülte
Üniversitesi
Bremen
Fakülte B 9,
Üniversitesi Etnoloji ve
Kültür
Bilimleri
Enstitüsü
2 İstanbul Bilgi Frankfurt Kültür
Bilimleri
Üniversitesi (Oder)
Üniversitesi Fakültesi
3 İstanbul Bilgi Köln
Uluslararası
Üniversitesi Üniversitesi ve Yabancı
Özel Hu‐
kuk Ensti‐
tüsü
Uluslararası
4 Kemerburgaz Köln
Üniversitesi Üniversitesi ve Yabancı
Özel Hu‐
(Istanbul)
kuk Ensti‐
tüsü
Bölüm
Etnoloji
Diploma
BA/MA Teşvik
aşaması
Inter:/Transcultural MA
TA
Comminication
Avrupa
European Studies
Araştırmaları
MA
YA
Hukuk
Fakültesi
Ekonomi Hukuku
MA
TA
Hukuk
Fakültesi
Hukuk Bilimleri
BA
TA
HA=Hazırlık aşaması/ DA=Deneme Aşaması/ YA=Yerleşme
TA=Teşvik aşaması (2014/15kış döneminden itibaren)
7
aşaması/
Münferit
bölümler
için
bakınız
https://www.daad.de/medien
/hochschulen/ww/studiengaenge/doppelabschlussprogramm/2014‐
15_foerderprojekte_da.pdf (Durum: 09.01.2015)
503
4.2.4. Alman Filolojisi Enstitü Ortaklığı (GIP)
Alman filolojisi enstitü ortaklığının (GIP) amacı, Orta ve Batı
Avrupa’da, Bağımsız Devletler Topluluğu’nda (BDT), Asya,
Latin Amerika ve Afrika ülkelerinde ve Türkiye’de Alman
dilini ve kültürünü desteklemektir. Yerel Alman filolojisi bö‐
lümlerinin ve genç nesil bilim adamlarının eğitim ve araştır‐
mada desteklenmesi burada özel bir öneme sahiptir. Böylece
geleceğin üniversite hocaları, bölümlerini eğitim ve araştır‐
mada bağımsız olarak temsil etme konumuna gelecek ve bi‐
limsel tartışmalara içerik ve metot açısından katılabilecekler‐
dir. Ayrıca Alman Filolojisi Enstitü Ortaklığı’nın yakın bölüm‐
lere bölümler üstü ve enstitüler üstü etkileri amaçlanmaktadır.
Alman Filolojisi Enstitü Ortaklığı, katılan öğrenci ve öğretim
elemanlarının kültürel işbirliği üzerinden konuları hakkında
yeni bir perspektif geliştirmeleriyle, ayni yamanda Alman
partner enstitünün eğitim ve araştırmasına geri etki yapacaktır
(vgl. DAAD, 2014c). Şu anda dünya çapında 60 adet Alman
Filolojisi Enstitü Ortaklığı desteklenmektedir. Türk ve Alman
üniversiteleri arasında şimdiye kadar üç Alman Filolojisi Ens‐
titü Ortaklığı DAAD tarafından desteklenmiştir.
1. İstanbul Üniversitesi – Hamburg Üniversitesi (2013
yaz dönemine kadar)
2. Ankara Üniversitesi – Saarland Üniversitesi (2013/14
kış dönemine kadar)
3. Ege Üniversitesi İzmir – Paderborn Üniversitesi
(2014 yaz döneminden itibaren)
504
4.3. Geleceğe Bakış
Türk ve Alman öğrencilerin sürekli artan yurtdışı eğitim, araş‐
tırma ve uluslararası bölüm talepleri, ancak müşterek teşvik
programlarıyla karşılanabilir. DAAD, hem bireysel hem de
kurumsal teşvik imkânlarıyla buna katkı sağlamaktadır. An‐
cak Türkiye’deki öğrenci sayısındaki dinamik gelişme ve bu‐
nun beraberinde getirdiği iyi yetişmiş akademik personel ihti‐
yacı dikkate alındığında, bu grubun yurtiçinde ve yurtdışında
yeterlilik kazanmasında ve ek eğitimlerinde başka programla‐
rın da yerleşmesi gerektiği görülmektedir. Bu arada gelecek‐
teki teşvik hizmetleri, adayların ve üniversitelerin gelecekteki
yaşam dünyalarına, hayat şartlarına ve ihtiyaçlarına göre be‐
lirlenmelidir.
İşbirliği arayan üniversiteler, özellikle kurumsal işbirliği
alanında zorluklarla karşılaşmaktadır. Buna örnek olarak,
işbirliğinin hukuki temelleri ve şartları ve yetki alanları hak‐
kında bilgi yetersizliği ve iletişimin devamlılığındaki eksiklik‐
ler sayılabilir. Konferanslar ve sempozyumlar, Alman üniver‐
sitelerine ağlarını genişletme ve işbirliği partnerleri bulma
imkanı tanıyacaktır. Türk‐Alman Bilim Yılı çerçevesindeki
organizasyonlar, özellikle yeni işbirliklerine öncülük etmeye
ya da mevcut işbirlikleri hakkında bilgi almaya katkı yapmak‐
tadır.
Ayrıca Ankara ve İstanbul’daki iki DAAD danışma mer‐
kezi, işbirliklerinin oluşturulması ve geliştirilmesi konularında
müracaat edilecek yerdir.
Kaynakça
BMBF (2014a), Webseite des deutsch‐türkischen Jahres der Wissen‐
schaft, Forschung und Innovation, http://www.deutsch‐
tuerkisches‐wissenschaftsjahr.de (09.01.2015)
505
BMBF (2014b), Webseite des internationalen Büros, Ausschreibung
Ideenwettbewerb DTWJ, http://www.internationales‐
buero.de/de/6440.php (09.01.2015)
DAAD (2014a), DAAD‐Stipendiendatenbank,
https://www.daad.de/deutschland/stipendium/datenbank/de/
21148‐stipendiendatenbank/ (09.01.2015)
DAAD (2014b), Bachelor plus,
https://www.daad.de/hochschulen/programme‐
weltweit/studiengaenge/de/23473‐bachelor‐plus/ (09.01.2015)
DAAD (2014c), Germanistische Institutspartnerschaften,
https://www.daad.de/hochschulen/programme‐
weltweit/hochschulpartnerschaften/de/13905‐germanistische‐
institutspartnerschaften‐gip/ (09.01.2015)
DAAD (2014d), Integrierte Internationale Studiengänge mit
Doppelabschluss,
https://www.daad.de/hochschulen/programme‐
weltweit/studiengaenge/de/23193‐integrierte‐internationale‐
studiengaenge‐mit‐doppelabschluss/ (09.01.2015)
DAAD (2013a), DAAD‐Budget 2013, https://www.daad.de/der‐
daad/zahlen‐und‐fakten/de/30736‐budget‐und‐geldgeber/
(09.01.2015)
DAAD (2013b), Förderzahlen 2013, https://www.daad.de/der‐
daad/zahlen‐und‐fakten/de/ (20.11.2015)
Europäische Kommission (2013), Erasmus‐Statistiken,
http://ec.europa.eu/education/library/statistics/ay‐12‐
13/annex‐2_en.pdf (20.11.2014)
HRK (2014): Hochschulkompass, www.hochschulkompass.de
(08.08.2014)
TEV (2014), Informationen zu den DAAD‐TEV‐Masterstipendien,
www.tev.org.tr (09.01.2015)
Türkisch‐Deutsche Universität (2015), Webseite,
http://www.tau.edu.tr/ (09.01.2015)
UNESCO (2012), Zielländer türkischer Studierender,
http://www.uis.unesco.org/Education/Pages/tertiary‐
education.aspx (09.01.2015)
506
Avrupa Ağları ve Lobi Faaliyetleri
Thomas HECKEBERG
Avrupa Ağları
Bu makalenin başlığı, ilk önce üç soruyu ortaya atmaktadır.
Neden “Avrupalı”, neden “ağlar” ve bunların lobicilikle ne
ilgisi var?
“Avrupalı”, kulağa hoş geliyor ve bu sebepten kendisi bir
amaç gibi görünüyor. Ancak biraz daha derinliğine incelendi‐
ği zaman, Avrupalı ağlarda çalışmanın ve araştırmanın bazı
belirgin avantajları ortaya çıkmaktadır. Uluslararası bir işbirli‐
ği, öğretmenin ve öğrenmenin farklı hukuki ve organizasyonel
yönlerini öne çıkarır. Değişik kültürlerin birikimleri ve tecrü‐
beleri, ufku genişletir ve eşyaya faklı açılardan bakmayı teşvik
eder. Ulus seviyesinde (henüz) önemli olmayan konular, odak
noktasına yerleşir ve bilgi ve bilgilendirme avantajı sağlar.
Avrupa ve özellikle Avrupa Birliği, bilim ve araştırma için en
büyük kaynak sağlayıcıdır. Bu, aynı zamanda birliğe komşu
devletler için de geçerlidir. Özellikle Türkiye, Avrupa Birliği
tarafından mali açıdan teşvik edilen birçok öğrenme, öğretme
ve araştırma programıyla bir “program ülkesidir”. Bu, aynı
zamanda sıkça rastlandığı gibi birçok projenin ve düşüncenin
teşvik hukukuna bağlı nedenlerden dolayı, neden sadece “Av‐
rupa düzeyinde” gerçekleştirilebilir olduğunun da sebebidir
507
ki özel fon sağlayıcılarda birçok vakada bir Avrupa yaklaşımı
talep etmektedirler.
Yani bir Avrupa işbirliği, içerik olarak mantıklı ve çoğu
zaman finansal açıdan zorunludur. Bunun için bir ağa gerek
var mı? Hayır, proje bazında bir işbirliği, belli bir dereceye
kadar arkasında bir ağ olmadan da problemsiz uygulanabilir.
Ancak pratik göstermektedir ki ağlar ‐özellikle uluslararası bir
bileşime sahip olduklarında‐, proje süresince ve özellikle bir
projenin sone ermesinden sonra hiç göz ardı edilemeyecek bir
katkı değer sağlamaktadır.
Bir ağ, öncelikle tecrübelerin, pratiklerin ve konseptlerin
değişim alanıdır. Bir ağ bilinçli olarak kurulabilir; ancak sıkça
bir projeyle birlikte kendiliğinden oluşur. Bu tür formel ağlar,
daha çok önce kişisel seviyede gelişir. Neredeyse herkes gün‐
lük hayatta aşağı yukarı önemli rol oynayan böyle kişisel,
mesleki bir ağa sahiptir. Kişiye bağlı informel ağın, kendi or‐
ganizasyonuna veya kurumuna aktarıldığı durumlar hiç de az
değildir. Temel işbirliği anlaşmaları, projelerde birlikte çalış‐
manın şekli ifadesi ve irade beyanıdır. Hala informel olan ağ,
kişisel ilişki seviyesini terk eder ve kurumsallaşmanın ilk adı‐
mını atar. Bu, genellikle gönüllü angajman tarafından taşınıp
şekillendirilir. Böyle bir ağın başarısız olma tehlikesi de tam
bu noktadadır. Belirli ölçüdeki şekli birlikteliğe rağmen bu
aşamadaki ağlar, önemli ölçüde münferit kişilerin heyecanına
ve gayretine bağımlıdır. Böyle bir ağa can vermek başarılsa
bile, yine de bu ağların imkanlarının zorlanması çok hızlı geli‐
şir. Kişisel angajman mevcuttur; ait oluna kurum işbirliğini
desteklemektedir; birlikte başarılı projeler geliştirilmiş ve uy‐
gulanmıştır; ancak ağ, burada çökme tehlikesiyle karşı karşı‐
yadır. Neden?
508
Varsayalım ki böyle bir ağ, çalışarak kendisine yönelik
olmayan, aksine sonuçları başka birileri için önemli olan bir
şeyler elde etti. Bu sonuçların, bilimde, idarede, toplumda
veya politikada bir şeyler değiştirmesi gereksin. Bunlar, gev‐
şek ağların kapasitesini aşmaktadır. Bu ağlar, genellikle “deği‐
şim” aşamasında kalmaktadır. Elde edilen sonuçları enerjik bir
şekilde yaymak ve uygulamak için gerekli olan idari, mali ve
personel kapasiteleri eksik kalmaktadır. Bu durum ‐sıkça rast‐
landığı şekliyle‐, teşviki sadece proje süresiyle sınırlayan ve
sonuç yönetimi için destek öngörmeyen kamu veya özel fon
sağlayıcılarının mali teşvikleri ile ek olarak zorlaştırılmakta‐
dır. Bu noktada, böyle gevşek ağların ne kadar etkili ve sürdü‐
rülebilir olduğu ve hangi amaçları güttüğü sorusu ortaya çı‐
kar. Bunun sebepleri var; değişim platformu olarak çok iyi
çalışır, insanları bir araya getirir ve müşterek projeleri müm‐
kün kılar; ancak bunun dışında imkanlar sınırlıdır.
Eğer söz konusu olan, proje sonuçlarını yaymak, kazanı‐
lan bilgileri savunmak ve böylece bir değişim sağlamaksa, bu
durumda kurumsallaşmanın diğer bir aşaması kaçınılmazdır.
Ağ; kişisel ilişkiler düzeyini, gönüllü angajman düzeyini ve
kurumlar arasında işbirliği düzeyini terk eder ve bağımsız
hale gelir. Kendi yapısını, hukuk çerçevesini, personelini,
açıkça belirlenmiş hedeflerini ve görevlerini kazanır. Ağlarda
en önemli adım ilk adım değil, aksine son adımdır. Son adı‐
mın atılmamasının, yani bir ağın şeklen kurulmamasının ne‐
deni, finansal kaynakların eksikliğidir. Ancak bu adım gerçek‐
leşirse, bu durumda bağımsız bir ağ, kendi çalışmasının ürün‐
lerini almak ve yeni yollar açmak için çeşitli imkanlar sunar ve
proje sonuçlarının sürdürülebilir şekilde uygulanmasını sağ‐
lar. Bu sonuncuyu lobi faaliyetleri ile de gerçekleştirir.
509
Lobi Faaliyetleri
Avrupa ağlarının lobicilikle ne ilgisi var? Eğer doğru yaparsa‐
nız, çok ilgisi var. Lobiciliği, politikadaki ve idaredeki karar
vericilerin meşru yollarla amaca yönelik etkilenmesi olarak
tanımlayalım. Lobicilik kavramına negatif bir anlam yüklenir
ve bazıları tarafında bir nefeste rüşvet olarak adlandırılır. Lo‐
biciliğin bu hastalığı vardır ve hep olacaktır. Bunlar hukuk
dışıdır ve kınanmalıdır. Bu sebepten belirgin bir şekilde ayır‐
mak amacıyla, hükümet dışı kuruluşlarda “menfaat temsilcili‐
ği” kavramı kullanılır. Bu kavram da bizi tekrar bizim şimdi
şeklen mevcut olan Avrupa ağı kavramımıza yaklaştırır. Onun
amaçları ve görevleri, takip edilmesi gereken menfaatlerden
başka bir şey değildir. Yani ağ, üyelerinin menfaatlerini üçün‐
cü kişilere karşı temsil eder ve böylece ağın amaçları doğrul‐
tusunda değişiklikler yapmaya çalışır Bunun adresleri çok
farklı olabilir; ancak daha çok politik değişiklikler ve toplum‐
sal tasarımlar için sivil toplumun organizasyonu alanındadır.
Bir ağ bunu gerçekleştirebilir mi? Evet, gerçekleştirebilir.
Başarılı bir menfaat temsilciliği için, yaygın kanaatin aksine
çok para gerekli değil, aksine iyi argümanlar ve sebat gerekli‐
dir ‐ve biraz da know‐how‐.
Farklı türde değişikliklerin çerçeve şartları, genellikle po‐
litik düzleme koyulur. Yani ağ, kendisinin üyelerinin menfaat‐
lerini politik sürece dahil etmeye çalışmalıdır. Avrupa ağları,
burada zorunlu olarak Avrupa düzeyinde hareket etmektedir‐
ler. Bu, olayı daha kolay hale getirmez. Bölgesel ve milli karar
alma süreçlerindeki uygulamalar aşağı yukarı bilinse bile,
“Avrupa” karmaşık, erişilemez ve muhtemelen korkutucu
olarak hissedilir. Ancak bu sübjektif algı gerçekle bağdaşmaz.
Avrupa Konseyi gibi diğer Avrupa kurumlarının yanında
Avrupa Birliği (AB), isteklerinizi bildirmek için elbette en
510
önemli adrestir. Avrupa Birliği (AB), birçok kuruma, organa
süreçlere sahiptir. Ve bunlar, çoğu zaman AB üyesi ülkelerde
olduğundan daha şeffaftır.
Avrupa Birliği’nde menfaat temsilciliğinin nasıl işlediği,
aşağıda örneklerle anlatılacaktır. Bu anlatım, ne bilimsel kesin‐
lik ne de eksiksizlik iddiasındadır ve Avrupa mevzuatının
nüanslarını aydınlatmaz, aksine pratikten pratiğe bir oryan‐
tasyon desteğidir. Bu anlatım, “Brüksel”i daha iyi anlama ve
çekinceleri aşmaya yardım etmek amacını güder
AB’de Çıkar Temsilciliği
Önce Avrupa yasama sürecinin temel aktörlerini ele almak
gerekir. Bunlar, Avrupa Komisyonu, Avrupa Parlamentosu ve
Avrupa Konseyidir.
Basit bir ifadeyle Avrupa Komisyonu, AB’nin işleyişini
sağlayan “AB memurları” olarak ifade edilebilir. Avrupa Par‐
lamentosu, her beş yılda bir seçilen halk temsilcilerinden olu‐
şur. Genellikle sadece Konsey olarak kısaltılan Avrupa Konse‐
yi üye ülkelerdir. Üç kurumun da AB bünyesi içinde belirli
rolleri ve görevleri vardır. Menfaat temsilcileri için şu temel
fark önemlidir: Avrupa Komisyonu kanunların ve kuralların
taslaklarını hazırlar, Avrupa Parlamentosu ve Konseyi ise bu
taslaklar hakkında karar verir. Kurumların tek bir kanun için
ekip oyunu, 2‐3 yıl bile sürebilir. Bu süre, kendi arzularını
“Avrupa’da” tanıtmak için uzun bir süre gibi görünür; ancak
öyle değildir. Başarılı bir menfaat temsilciliği için süreci ba‐
şından itibaren takip etmek önemlidir. Avrupa Komisyonu,
kanunların ve kuralların taslağını hazırladığı için ilk uğrak
yeridir.
‐Burada anlatılmayan nedenlerden dolayı‐ komisyonun
belirli bir konuda bir yönetmelik veya yönerge için taslak ha‐
511
zırlaması gerektiği zaman, komisyonun bir memuru buna
öncülük etmekle görevlendirilir. Bu kişinin o alanda mutlaka
uzman olması gerekmez. Bu memur, mümkün oldukça sağ‐
lam ve konunun tüm yönlerini ele alan bir taslak hazırlamak
için, sahip olduğu ön bilgiden bağımsız olarak konuyla ilgili
ek bilgiler toplayacaktır. Tam da burada ve bu anda, kendi
isteklerimizin ifade edilmesi gerekir. Tüm yasama sürecinde
olduğu gibi burada da istekleri ifade etme yönünde hukuki bir
hak olmadığı için, komisyonun işbirliğine muhtaçlık söz ko‐
nusudur. Bu, pratikte bazen daha iyi, bazen daha kötü işler ve
daima taslağı hazırlamakla görevli tek bir kişiye bağlıdır.
Yani ideal durumda, taslağın oluşmasında bile istekler
dahil edilebilir. Gerçekçi olmak gerekirse bu kısmen doğru
olabilir ya da buradaki çabalar boşuna olabilir. Sonuç nasıl
olursa olsun, tamamlanan taslak, komisyon tarafından görü‐
şülmek üzere parlamentoya gönderilir.
Birçok parlamentoda olduğu gibi, Avrupa Parlamento‐
sunda da (AP) milletvekilleri büyük ölçüde uzmanlardan olu‐
şur. Bu nedenle AP, işini daha iyi organize edebilmek için
birçok konuda alt komisyonlara sahiptir. Yani burada ilkönce
hangi alt komisyonun yukarıda hazırlanan taslak konusunda
yetkili olduğu bulunmalıdır. Yetkili alt komisyon, komisyo‐
nun her bir taslağı için bir raportör tayin eder. Bu raportör,
mutlaka bir parti üyesidir ve politik bir düşünceye sahiptir. Bu
nedenle diğer partiler, gölge raportör olarak adlandırılan ken‐
di raportörlerini tayin ederler. Raportör ve gölge raportörler,
alt komisyon adına komisyonun taslağına bir rapor veya deği‐
şiklik teklifi hazırlarlar. Raportörlerin bu işbirliği aşamasında,
düşünceleri ifade etmek ve belki de rapora dahil edebilmek
için tekrar fırsat doğar. Avrupa ağı olarak burada da milletve‐
killerinin parlamento dışı bilgilere olan ilgisine muhtaçlık
512
devam eder. Burada genellikle ağlar ve sivil toplum kuruluş‐
ları gibi hükümet dışı kurumlara imkan tanınır. Çünkü hem
milletvekilleri hem de ağlar halk menfaatlerini temsil ederler.
Başarılı bir menfaat temsilciliği için düşüncelerin bir kıs‐
mının komisyonun taslağına dahil etmiş olmak gerekir ve
diğer istekler de parlamento komisyonunun rapor taslağına
dahil edilmiş olmalıdır.
Ancak bir yönetmeliğin ya da yönergenin yolu daha
uzundur. Şimdiye kadar başarılı olunduysa, her şeyi kaybet‐
mek için daha birçok risk vardır. Şimdiye kadar harcanan
çabalar arzu edilen başarıyı sağlamadıysa, bu durumda arzu
edilen başarıyı sağlamak için muhtemel başka imkanlar var‐
dır. Ancak bundan sonraki süreç, şimdiye kadarki başarıya
bağlıdır. Şimdi bazıları için elde edilen başarıları koruma
aşaması, yani süreci takip etmek ve kendi isteklerinin formel
veya informel oylamalarda silinmemesini sağlama aşaması
başlar. Bu aşamada bahsedilen üç kurumdan sonuncusu ola‐
rak öne çıkar: Konsey.
Komisyon ve parlamentonun tüm dokümanları ve proto‐
kolleri çevrimiçi erişilebilirken, konseyin çalışmaları şeffaf
değildir. Buna ek olarak ilk bakışta çok karmaşık görünen bir
çalışma yapısı vardır. Ancak burada da açık yetki alanları ve
çıkış noktaları vardır. Yine basite indirgeyecek olursak, kon‐
sey, üye ülkelerin menfaatlerinin AB yasamasında dikkate
alınmasını sağlar. Keskin bir ifadeyle şu söylenebilir: Komis‐
yonda ve parlamentoda Avrupa ön plandayken, konseyde
milli menfaatler ön plana çıkar. Ve bunlar 28 değişik menfaat
olabilir.
Konseyde aynı derecede önemli iki başvuru yeri vardır:
Konsey başkanlığı ve üye ülkelerin daimi temsilcileri. Konsey
başkanlığı her altı ayda bir değişir ve belirli bir sıraya göre bir
513
üye ülke tarafından yürütülür. Her konsey başkanlığı kendi
ajandasına sahiptir. Bu ikisinden iki problem ortaya çıkar.
Kendi isteklerimiz belki konsey başkanlığının ajandasına uy‐
mayacak ve ilgisizlikle karşılanacaktır. Yasama sürecinin
uzunluğu sebebiyle ve altı aylık sürelerde değişim nedeniyle,
çoğu kez birçok başkanlıkla muhatap olunur. Bu sebepten
yetkili personel de her altı ayda bir değişir ve argümentasyona
sıfırdan başlamak gerekir. Tecrübelere göre konsey başkanlı‐
ğıyla işbirliği, tamamen ilgisizlikten tüm kapıları açmaya ka‐
dar değişik şekillerde olabilir.
Daha çok süreklilik, daimi temsilciliklerde vardır. Daimi
temsilcilikler, üye ülkelerin resmi temsilcilikleridir (eğer AB
bir ülke olsaydı, onlar büyükelçi olarak adlandırılırlardı) ve
çoğu zaman bir ülkenin en büyük yurt dışı temsilciliğidir.
Temsilcilikler, ülkelerin bakanlık yapısının bir minyatürüdür.
Burada tekrar bir kişi, komisyon tasarısı, parlamentonun deği‐
şiklikleri ve bizim isteklerimiz için sorumlu olacaktır. Menfaat
temsilciliği, genellikle iki veya üç daimi temsilcilik ile sınırlı
kalmak durumundadır. Daha fazlası için, genellikle organi‐
zasyondaki çok uluslu personel yetersiz kalır.
Yani kendi düşüncelerini konseye aktarmak, diğer iki ku‐
rumdan daha zordur. Bu çaba niye? Bu, daha önce de değini‐
len münferit kurumların rollerinden kaynaklanır. Komisyon
teklif sunar, parlamento ve konsey karar verirler. Hem parla‐
mentonun hem de konseyin düşüncelerine uygun nihai bir
dokümanın ortaya çıkması gerekliliği, sıkça kararın bu ku‐
rumlar tarafından birlikte verilmesini gerektirir. Bu koordi‐
nasyon sürecinde bir uzlaşma sağlamak için, başlangıçtaki
taslakta bazen çok önemli değişiklikler yapılır. Bu sırada ne
parlamento ne de konsey tarafından geliştirilmemiş, aksine
menfaat temsilcilerinden kaynaklanan pozisyonlar, elbette
514
diğerlerinden daha önce terk edilir. Yani kendi düşünceleri‐
mizin dokümanda kalabilmesi için, hem parlamentoyu hem
de konseyi düşüncelerimiz hakkında ikna etmek zorunludur.
Yani bu aşamada menfaat temsilciliğinin türü değişir; ya “elde
edilenlerin korunması” ya da “son bir deneme”.
Bir menfaat temsilciliğinin sıkça hoşa gitmeyen bir tarafı
vardır. Bu, çoğu zaman sorulardaki şeffaflığın eksikliğinden
kaynaklanır, “Kim ne istiyor?”, “Kim kimle konuştu?”. Bu
sebepten Avrupa Birliği seviyesinde bir şeffaflık sicili hayata
geçirildi. Bu sicil, ilk önce Avrupa politikasını etkilemek iste‐
yen organizasyonlar, şirketler vb. hakkında bir genel bakış
sunar. Şimdi AB komiserleri, hangi menfaat temsilcileriyle
konuştuklarını yayımlamak zorundadır. Her ikisi de olumlu‐
dur ve genişletilmelidir. Avrupa ağlarıyla menfaat temsilciliği
çerçevesinde daha çok şeffaflık sağlayan ve hedeflenmesi ge‐
reken bir özel durum vardır ki bu, kamuya açık toplantılardır.
Avrupa Parlamentosu milletvekillerinin böyle kamuya açık bir
toplantıya davet etme yetkisi vardır. En iyisi bunun raportör
tarafından yapılmasıdır. İyi hazırlanmış bir kamuya açık top‐
lantıya, değişik menfaat temsilcilerinin yanı sıra diğer AB
kurumlarının temsilcileri de katılırlar. Bir Avrupa ağı olarak
düşünceler aktarılabilir ve ideal durumda yasama sürecine
katılan herkese ulaşılabilir. Bu, ağ için önemli bir andır ve iyi
hazırlanılmış olmalıdır.
Sonuç
Hangi sonuç çıkarılabilir? Kişisel seviyedeki işbirliğiyle geli‐
şen ağlar, bu aşamada bırakılmamalı ve kurumsallaştırılmalı‐
dır. Bu şekilde, Sonuçlar, bilgiler, fikirler vb., diğer bir çevreye
sunulabilir, benimsenebilir ve yayılabilir. Teşvik kriterleri ve
artan uluslararasılaşma, ağların “Avrupalılaştırılması” için
515
uygun görülmektedir. Çabaların ağ içinde sonuçsuz kalma‐
ması için, ağlar sayesinde, açık amaca sahip bir menfaat tem‐
silciliği makuldür. Bunun için gerekli bilgi öğrenilebilir; an‐
cak uygulama yerleşmiş yapılar gerektirir ve gönüllü ek iş
olarak yapmaya uygun değildir. Menfaat temsilciliğinde de
şu basit hikmetli söz geçerlidir: “Grup, daime tek tek kişiler‐
den daha güçlüdür”. Diğer Avrupa ağlarıyla birleşme, çaba‐
lamaya değer.
516
Antalya Üniversite Destekleme Vakfı:
Eğitime Adanmış 42 Yıl
Fatmagül HESAPÇIOĞLU
Akdeniz Üniversitesi Kurulmasına Yardım ve
Destekleme Vakfı
Vakıf; insanlığın hayırseverlik özelliklerini yine insana ulaştıran
ilk ve en etkili sivil toplum organizasyonudur. Türkiye’de kay‐
nağını İslam Kültürü’nden alan ve Osmanlı Döneminde altın
çağını yaşayan vakıfçılık; sosyal yardımlaşma ve dayanışma
olgusunu nesilden nesile aktaran önemli bir oluşumdur.
Antalya Üniversite Destekleme Vakfı da; aynı ruhla, 1973
yılında, “Akdeniz Üniversitesi Kurulmasına Yardım ve Des‐
tekleme Vakfı” adıyla, zamanın Antalya Valisi öncülüğünde,
53 hayırsever Antalyalı, Antalya Barosu, Antalya Ticaret ve
Sanayii Odası ve İl Özel İdare’nin katkılarıyla kurulmuş bir
vakıftır.
Vakfımız; adından anlaşılacağı üzere, o dönemde, Antalya
ilinde “Akdeniz Üniversitesi” adı ile bir üniversite kurulmasına
yardımcı olmak ve desteklemek amacıyla kurulmuştur.
Vakfımızın misyonu; Antalya’daki akademik ortamı ça‐
ğın uluslararası standartlarına kavuşturmak, ön lisans, lisans
ve yüksek lisans eğitimine yurtdışındaki emsalleriyle eşdeğer
koşulları sağlamak, böylece gerek şehrin ve gerekse üniversi‐
517
tenin, ulusal ve uluslararası alanda, yüksek eğitim kalitesi ile
öne çıkmasına katkıda bulunmaktır.
Antalya Üniversite Destekleme Vakfı’nın bu amaçla bu‐
güne dek gerçekleştirdiği ve gerçekleştirmeye devam ettiği
başlıca faaliyetler; ekonomik desteğe ihtiyacı olan üstün başa‐
rılı öğrencilere karşılıksız burs vermek, yardımcı doçentlerin
uluslararası bilimsel eğitim ve araştırma çalışmalarına destek‐
te bulunmak, Akdeniz Üniversitesi’nin birçok bölümüne aka‐
demik çalışmalarında ihtiyaç duyduğu yüksek maliyetli tek‐
nik ekipmanları sağlamak, fakültelere yeni derslikler,
laboratuvarlar ve benzeri eğitim alanları yaptırmak, ulusal
veya uluslararası düzeydeki yarışma, proje ve etkinlikleri
destekleyerek öğrencilerin bilimsel, kültürel ve sportif gelişim‐
lerine katkıda bulunmaktır.
Antalya Üniversite Destekleme Vakfı, ileri görüşlü, yurdu‐
nu ve şehrini seven, eğitimin önemini ve değerini bilen Antal‐
yalılar sayesinde, dün olduğu gibi bugün de, Akdeniz Üniversi‐
tesi’nin en önemli destekçisi olmaya devam etmektedir.
Antalya Üniversite Destekleme Vakfı, kuruluşundan bu
yana, faaliyetlerini Atatürk ilke ve inkılapları ışığında, çağın
dünya standartlarına uygun şekilde yürütmeye özen göster‐
mektedir.
Merkezi Antalya’da bulunan Vakfımız, kuruluş amacına
ayni/nakdi yardımları ile katkıda bulunmaya talip olan bağış‐
çılarını memnuniyet ve minnetle karşılamaya, aynı zamanda
ihtiyaç sahibi fakülte, öğrenci ve/veya öğretim görevlilerini
mevzuatı çerçevesinde desteklemeye her zaman hazırdır.
Antalya Üniversite Destekleme Vakfı’nın faaliyetleri ve
Vakfımız ile ilgili diğer her türlü detaylı bilgiye
www.auv.org.tr adresinden ulaşılabilir.
518
Türkiye ile Almanya Arasında İkili Bilimsel
ve Teknolojik İlişkiler ve Bilim, Araştırma
ve İnovasyon Yılı 2014
Aslı AKÇAYÖZ
Almanya ile Kurumumuz İkili İlişkileri:
TÜBİTAK Uluslararası İşbirliği Daire Başkanlığı’nın misyonu,
Türkiye’nin bilim ve teknoloji yeteneğini ulusal önceliklerimiz
ve dış politikamız doğrultusunda geliştirmek ve sürdürülebi‐
lir kılmak amacıyla, uluslararası işbirliği ve projeler geliştir‐
mek, uygulamak ve desteklemek; bilim insanı değişimi yap‐
mak ve gerekli politika ve stratejilerin oluşturulmasına yar‐
dımcı olmak olarak belirlenmiştir. Bu kapsamda TÜBİTAK, 37
ülke ile akademik veya sanayi ikili işbirliği programları yü‐
rütmektedir.
İkili İşbirliği Programlarına ilaveten, TÜBİTAK Uluslara‐
rası İşbirliği Daire Başkanlığı Avrupa Birliği (AB) Çerçeve
Programları (ÇP) Ulusal Koordinasyon Ofisi olarak da görev
yapmaktadır. AB Çerçeve Programları, sosyal ve ekonomik
kalkınmayı sağlamak üzere bilimsel ve teknolojik araştırma
kapasitesini arttırmak amacıyla oluşturulmuş, dünyanın en
büyük bütçeli sivil Ar‐Ge programıdır. Çok yıllı programlar
olan AB Çerçeve Programların 7.’si, (7. Çerçeve Programı
7.ÇP) 53,2 Milyar Avro bütçe ile 2007‐2013 yılları arasında
yürütülmüştür. AB’nin yeni dönem Araştırma ve Yenilik Çer‐
519
çeve Programı olan Ufuk2020 (U2020) ise 2014‐2020 yılları
arasında Avrupa Komisyonu tarafından yürütülecektir. U2020
Programı’na katılımı artırmak amacıyla TÜBİTAK tarafından
U2020 Seyahat Desteği Programı, U2020 Koordinatörlüğü
Destekleme Programı, Avrupa Araştırma Konseyi (ERC) Baş
Araştırmacı Geliştirme Programı, Marie Sklodowska Curie
(MSC) Ön Değerlendirme Desteği Programı ile Başarı ve Eşik
Üstü ödüllerini içeren destek ve ödül programları oluşturul‐
muştur.
Bu ülkeler arasında son derece önemli bir yere sahip olan
Almanya ile ilişkilerimiz hem İkili İşbirliği Programları hem
de AB ÇP kanalı ile aktif bir şekilde yürütülmektedir. 7. Çer‐
çeve Programı kapsamında Türk araştırmacılar 1.012 projede
1.206 ortaklık geliştirmiş, 200 KOBİ 2.000 Avrupalı Ar‐Ge ak‐
törü ile ortaklık kurmuş ve 350 Türk araştırmacı Avrupa araş‐
tırma merkezlerinde çalışmıştır. Almanya ile olan BTY işbirli‐
ğimiz bu düzlemde de yine dikkat çekici bir seviyede devam
etmiş ve Türkiye, program boyunca en fazla işbirliğini 500
proje ile Almanya ile yapmıştır.
İkili İşbirliği Programları kapsamında ise Alman Araş‐
tırma Vakfı (DFG) ve Federal Eğitim ve Araştırma Bakanlığı
(BMBF) ile toplam dört ayrı program oluşturulmuş olup,
programlar kapsamında desteklenen bu projeler dahilinde
bilim insanlarına en çok 36 ay süre için ortak araştırma çalış‐
maları ve bilimsel seyahatleri için destek verilmektedir. Prog‐
ramların özelliklerine ilişkin tablo aşağıda verilmektedir:
520
Program
Süre
TÜBİTAK
Karşı Ülke
Çağrı
Dönemi
BMBF‐IB
(2525)
36 ay
Araştırma
& Seyahat
Desteği
Seyahat
Desteği
Sürekli Açık
DFG
(2507)
36 ay
Araştırma
& Seyahat
Desteği
Araştırma
& Seyahat
Desteği
Sürekli Açık
BMBF
IntenC
(2527)
36 ay
Araştırma
& Seyahat
Desteği
Araştırma
& Seyahat
Desteği
İki
senede
bir
kere
açılır. Çağrı
dönemi
önceden
duyurulur.
BMBF 2+2
(2534)
36 ay
+ 18
ay
Araştırma
& Seyahat
Desteği
Araştırma
& Seyahat
Desteği
İki
senede
bir
kere
açılır. Çağrı
dönemi
önceden
duyurulur.
Türk – Alman Bilim, Araştırma ve İnovasyon Yılı 2014
Ülkemiz ile Almanya arasındaki bilimsel ve teknolojik iş‐
birliğini görünür hale getirmek ve bu işbirliğine bir ivme ka‐
zandırmak amacı ile 2014 yılı, “Türk‐Alman Araştırma, Eğitim
ve İnovasyon Yılı” olarak ilan edilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti
Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ile Federal Almanya Eği‐
tim ve Araştırma Bakanlığı’nın (BMBF) koordinasyonunda
521
yürütülen Bilim Yılı’nda TÜBİTAK aktif rol üstlenen kurumla‐
rın başında gelmiştir.
İlk olarak, 23 Ocak 2014 tarihinde 2014 Türk‐Alman Bilim
Yılı’nın Açılış Toplantısı’nın gerçekleştirilecek olması sebebiy‐
le, daha çok araştırmacının Türkiye’ye dönerken “Avrupa ve
Ulusal Destekli Fon Fırsatları”ndan faydalanmaları için “He‐
def Türkiye” çalıştaylarının Avrupa’daki ilk etkinliği 24 Ocak
2014 tarihinde Berlin Türk Evi’nde düzenlenen çalıştay ile
sağlanmıştır. Bu çalıştay kapsamında Almanya’daki üniversite
ve sanayi kuruluşlarında araştırmalarını yürüten yaklaşık 260
Türk ve yabancı araştırmacıya TÜBİTAK ve Avrupa Birliği
fonlarının ülkeye geri dönüş için sunduğu cazip imkanlar ile
İkili İşbirliği Programlarımız hakkında bilgiler aktarılmıştır.
“2014 Türk‐Alman Bilim Yılı” kapsamında bilimsel ve
teknolojik işbirliğini geliştirmeyi hedefleyen ortak araştırma
projeleri geliştirme ve işbirliğinde ortak öncelikli alanlar belir‐
lemeye yönelik, Kamu Kurum/Kuruluşları ve üniversiteler
tarafından yurtiçinde düzenlenen ulusal ve uluslararası
çalıştay, seminer ve toplantılar için TÜBİTAK – BİDEB tara‐
fından 2223 D – İşbirliği ve Öncelikli Alanlarla İlgili Etkinlik
Düzenleme Desteği Programı açılmıştır. Bilim Yılı süresince
Türkiye’de gerçekleştirilen etkinliklerin büyük çoğunluğu bu
program üzerinden desteklenmiştir. Program çerçevesinde iki
kere çağrıya çıkılmıştır. Programa toplam 177 etkinlik için
başvuru yapılmış ve bu etkinlikler kapsamında 2.000 civarın‐
da Türk ve Alman araştırmacının bir araya gelmesi sağlanmış‐
tır. Yapılan bilimsel değerlendirme sonucu 74 etkinlik için
destek kararı verilmiştir.
Ayrıca, araştırmacılar için farklı bir nitelik taşıyan ve üni‐
versite‐sanayi Ar‐Ge işbirliğini teşvik etmeyi amaçlayan 2+2
programının tekrar açılmasına karar verilmiştir. 2+2 programı
522
çerçevesinde Türkiye’den en az bir üniversite/araştırma kuru‐
luşu ile bir sanayi kuruluşu; Almanya’dan da en az bir üniver‐
site/araştırma kuruluşu ile bir sanayi kuruluşu tarafından
sunulan Ar‐Ge projeleri desteklenmektedir. TÜBİTAK, Proje
Konsorsiyumunda yer alan Türk proje katılımcılarının oluş‐
turduğu her bir projeye en az 150.000 Euro olmak üzere
450.000 Euro karşılığı Türk Lirasını geçmeyecek şekilde destek
sağlamaktadır. BMBF de proje konsorsiyumundaki Alman
katılımcılara yukarıda belirtilen kısıtlar çerçevesinde fon sağ‐
lamaktadır.
Türkiye ve Almanya’nın açtığı ortak EUREKA çağrısı 12
Mart 2015 tarihinde Ankara’da gerçekleştirilen Türk‐Alman
Bilim Yılı Kapanış Etkinliği sırasında ilan edilmiştir. Türk‐
Alman Bilim Yılı’nın iki ülke arasındaki bilimsel etkinliklere ve
işbirliğine kazandırdığı ivmenin sürdürülebilmesi için açılan
çağrı kapsamında, ticarileşme potansiyeli yüksek ve pazara
yönelik ürün ve süreçlerin geliştirilmesine yönelik, her iki ülke‐
den en az birer kuruluşun katılmasıyla oluşturulacak projelere
destek verilecektir. Ülkemizde Üniversite ve Araştırma Merkez‐
leri, EUREKA projelerinde yalnızca büyük firmaların veya
KOBİ’lerin alt yüklenicisi olarak yer alabilmektedirler.
Almanya ile Kurumumuz arasında en çok ilgi çeken
programlardan bir tanesi olan Intensified Cooperation
(IntenC) çağrısının açılması için de gerekli hazırlıklar başla‐
tılmıştır. Bu program kapsamında Türk ve Alman ekibe belir‐
lenecek tematik alanlarda hem seyahat hem araştırma desteği
sağlanmaktadır. Program bütçesi her ekip için toplamda
150.000 Euro olarak belirlenmiştir.
Son olarak, Türk‐Alman Bilim Yılı Kapanış Toplantısı 12
Mart 2015 tarihinde Ankara’da Meyra Palace Otel’de yaklaşık
650 katılımcı ile gerçekleştirilmiştir. Kapanış Etkinliğinde iki
523
ülke arasındaki işbirliği deneyimleri, ikili işbirliği programları
ile Avrupa Birliği Ufuk 2020 Programı nın sunduğu fırsatları
ve ArGe yapan özel sektör kuruluşlarının bir araya getirilmesi
konulu 3 farklı oturum düzenlenmiştir. Paneller kapsamında,
Bilim Yılı ile başlatılan işbirliklerinin devamlılığı hakkında
fikir alışverişinde bulunulmuştur. Bilim, Sanayi ve Teknoloji
Bakanımız Sayın Fikri IŞIK ile Federal Almanya Eğitim ve
Araştırma Bakanı Johanna WANKA nın teşrif ederek açılış
konuşmalarını yaptıkları etkinlik, Türkiye ve Almanya dan
alanlarında başarılı bilim insanları ile üniversite, araştırma
merkezi, ArGe yönü öne çıkan özel sektör temsilcileri ve kamu
kurum/kuruluş yetkililerinin bir araya gelmelerine olanak
sağlamıştır.
Bilim Yılı Türk ve Alman bilim insanları arasındaki bi‐
limsel ve teknolojik işbirliğini görünür kılmış, işbirliklerine
ivme kazandırmış ve yeni işbirliklerinin oluşmasına katkı
sağlamıştır. Bundan sonraki dönemde de bu ivmeden fayda‐
lanılarak, pek çok yeni mekanizmanın Almanya ile oluşturula‐
rak yürürlüğe konulması planlanmaktadır.
524
Alman Akademik Değişim Servisi’nin
Türkiye’deki Çalışmaları:
Görev Alanları ve Hedefler
Sarah SCHACKERT‐FELD
Strateji 2020
Alman Akademik Değişim Servisi „Değişim ile Dönüşüm“
şiarıyla özellikle üç alanda, ileriki dönemlerde uluslararası
bilimsel sistemin karşısına çıkması olası sorunların üstesinden
gelmek üzere şimdiden çaba sarf etmektedir. Anahtar niteli‐
ğindeki konu başlıkları „Strateji 2020“ programında açıklan‐
mıştır (bkz. DAAD, 2013):
• En İyiler Bursu
• Kozmopolit Yapılar
• Bilimsel İşbirlikleri İçin Bilgi
DAAD’nin Türkiye şubesi açısından bunun anlamı Al‐
manya ile Türkiye arasındaki bilimsel değişime personel ve
proje desteği vermek, Alman ve Türk yüksekokulları arasın‐
daki işbirliklerine yol açmak ve bir kültür ve bilim dili olarak
Alman dilini olabildiğince teşvik etmektir. Bunu ve diğer bir‐
takım alanları da kapsayan Türkiye’deki DAAD faaliyetlerine
burada ayrıntılarıyla değinilecektir.
525
En İyiler Bursu
Federal Hükümet ve eyaletler „Alman Yüksekokulları
Uluslararasılaşması Sürecinde Bilim Bakanları Stratejisi“ kap‐
samında 2013 Nisanı’nda bir araya gelerek şu hedefi belirledi‐
ler: „ (…) on yıl sonuna [2020 yılına] değin Almanya’da yük‐
seköğrenim gören yabancı öğrenci sayısını üçte bir oranında
artırmak suretiyle yaklaşık 350.000’e çıkartmak“ (bkz. BMBF,
2013, 8). UNESCO’nun verilerine göre şu an itibariyle 206.986
öğrenci Alman yüksekokullarında öğrenim görmektedir. Bu
da Almanya’nın bu kategoride ABD (740.482), İngiltere
(427.686), Fransa (271.399) ve Avustralya’nın (249.588) ardın‐
dan dünya genelinde beşinci sırada yer aldığı anlamına gel‐
mektedir (bkz. UNESCO, 2012).
DAAD bu hedefe ulaşmak için elinden gelen katkıyı
vermektedir. DAAD geniş kapsamlı bireysel burs olanaklarıy‐
la, araştırma ve öğrenim ülkesi Almanya hakkında sunduğu
çeşitli bilgilendirme ve danışma servisleriyle ve nitekim gerek
kendi destek programlarıyla gerekse yüksekokullar ve okul‐
lardaki partner kuruluşlarla elele bu hedefe kitlenmiş durum‐
dadır. DAAD ayrıca programı kapsamında sunduğu „Mezun‐
lar Servisi“ ile Almanya genelinde alansal ve kültürel ağı ko‐
ordine eder, böylelikle dünyanın bütün bölgeleriyle bağlantı‐
lar kurulmasına ve var olan bağlantıların da pekiştirilmesine
önayak olur (bkz. aşağıda).
Kozmopolit Yapılar
Araştırma ve öğretim kalitesinin yükseltilebilmesi için yurtiçi
ve yurtdışında uluslararası kalifikasyon, hareketlilik ve diya‐
loga olanak sağlamak üzere yüksekokul nezdinde faaliyet gös‐
terecek (uluslararası yükseköğrenim dallarından tutun da
526
bilateral üniversite kurmaya ve alansal ağlar oluşturmaya ka‐
dar) bazı yapıların hayata geçirilmesi planlanmaktadır (bkz.
DAAD, 2013: 6). Sınır ötesi projelerin yanı sıra Alman dilinin
teşvik edilmesi, bir öğrenim ve araştırma ülkesi olarak Alman‐
ya’nın eğitim alanında tanıtılması da DAAD’nin Türkiye’de
yerine getirmeye çabaladığı görevleri arasında sayılabilir.
Sınır Ötesi Eğitim
Bazı münferit öğrenim dallarından bilateral üniversitelere
kadar olan alan içinde yapılacak sınır ötesi eğitim projeleriyle
Alman yüksekokullarının uluslararasılaşması ve keza ulusla‐
rarası zeminde görülebilir olması planlanmaktadır (bkz.
DAAD, 2013: 11). Halihazırda Türkiye’de çifte mezuniyet
sunan dört Türk‐Alman öğrenim dalı teşvik edilmektedir
(bkz. DAAD, 2014a). Yükseköğrenim alanında Almanya ile
Türkiye arasında yürütülmekte olan ortaklaşa projeler arasın‐
da 2013 yılında faaliyete başlayan Türk‐Alman Üniversitesi’ni
(TAÜ) „Işıldak Proje“ olarak değerlendirebiliriz. DAAD, Al‐
man Üniversiteler Konsorsiyumu (AÜK) üyesi olması hasebiy‐
le TAÜ’nün kuruluşunda etkin görev üstlenmiştir ve bu pro‐
jenin geliştirilmesine de katkıda bulunacaktır.
Alman Dilinin Teşvik Edilmesi
2020 Stratejisi kapsamında Alman dilinin yurtdışında teşvik
edilmesiyle ilgili olarak DAAD’nin şu hedefleri var: Bir taraf‐
tan Alman dilinin küresel anlamda tanınırlığıyla kültür ve
bilim dili olarak cazibesi artırılırken diğer taraftan yabancı
ülke üniversitelerinde genç insanlara ekonomi, politika ve
kültür alanlarında pratik amaçlar için ve Alman bilim kültürü
dünyasına girebilmeleri için Almanca’nın değeri anlatılacaktır
527
(bkz. DAAD, 2013: 14). Bu amacı gerçeğe dönüştürmek için
çok sayıda destek araçları mevcuttur:
Okutman, bölgesel okutman ve dil asistanı programları
Yoğunlaştırılmış kurs ve üniversite yaz kursları için öngö‐
rülen burslar
Germanistik alanında kurumsal ortaklıklar
Yurtdışında Almanca öğrenim dalları
Almanca eğitim veren yabancı ülkelerdeki okullardan,
lisan diploması veren okullardan ve alıştırma okullarından
mezun olanlara verilen burslar
Germanistik alanında faaliyet gösteren çatı birliklerin des‐
teklenmesi
Alman diline katkı sunan çalıştay ve konferansların teşvik
edilmesi
Görev Alanları ve Türkiye’deki DAAD Okutmanlarının
Hedef Grupları
DAAD, Türkiye sınırları içinde Ankara ve İstanbul’da bulu‐
nan iki Bilgi Merkezi ile Adana, Ankara, Bursa, Erzurum, İs‐
tanbul, Eskişehir, Trabzon ve 2014 yılının eylül ayından bu
yana Antalya Akdeniz Üniversitesi’nde bulunan 13 düzenli
okutmanlık ve dil asistanlıklarıyla temsil edilmekte. Ayrıca
Kültür Üniversitesi Hukuk Fakültesi bünyesinde ve Bilgi Üni‐
versitesi Siyasal Bilimler Fakültesi’nde de iki DAAD branş
okutmanlığı yer almaktadır. Dört DAAD okutmanı ve 12
DAAD dil asistanı TDÜ Yabancı Diller Yüksekokulu’nun ça‐
lışmalarına destek vermektedir.
528
Şekil 1: Türkiye’de DAAD
Açıklamaların Türkçe karşılıkları:
2 Bilgi Merkezi (IC)
13 Düzenli Okutmanlık
6 Dil Asistanlığı
2 Branş Okutmanı
4 TDU’da 4 Düzenli Okutmanlık ve 12 Dil Asistanlığı
Okutmanlar Yabancı Diller Yüksekokullarında, Almanca
öğretmeni yetiştirme bölümlerinde, Germanistik bölümlerinde
ya da Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde (KTÜ) olduğu gibi
üniversitelerde doğrudan rektörlük bünyesinde hizmet ver‐
mektedirler. DAAD okutmanlarının Türkiye’deki hedef kitlesi
arasında Almanca öğretmenliği, Germanistik ya da herhangi
bir öğrenim dalında (Karadeniz Teknik Üniversitesi veya Orta
Doğu Teknik Üniversitesi) birinci veya ikinci yılında öğrenim
gören öğrenciler sayılabilir. Bunlar arasında yüksek lisans,
doktora ve postdoc öğrencileri olduğu gibi diğer bölümlerden
birinde okuduğu halde yan dalında ya da seçmeli dersinde
Almanca’yı yabancı dil olarak tercih etmiş öğrenciler de bu‐
lunmaktadır. Okutmanlar öğrenim dallarının daha iyi işleme‐
sini sağlamak üzere kurulmuş enstitü ve fakülte heyetlerinde
529
yer alır; örneğin tiyatro çalışmaları, başvuru alıştırmaları ve
müzik metni çevirileri yapmak için oluşturulmuş gruplarda
görev üstlenirler. Okutmanlar ayrıca üniversite haricinde dü‐
zenlenen sohbet buluşmalarına ve okuma gruplarına katılırlar.
Bütün bu etkinliklerinin yanı sıra okutmanlar, çalıştıkları üni‐
versitelerde geniş kapsamlı danışmanlık ve kültür hizmetleri
de sunarlar.
Eylül 2014’te Antalya Akdeniz Üniversitesi’nin ardından
2015 Eylül’ünden itibaren Erzurum Atatürk Üniversitesi ile
Ankara Hacettepe Üniversitesi’nde birer okutman görevleri‐
nin başına geçmiş, iki öğrenim dalı altında faaliyete başlamış
bulunmaktadırlar (örneğin Germanistik, Almanca Öğretmen‐
liği veya Yabancı Diller Yüksekokulu’nda). Okutmanlar sade‐
ce Germanistik ve Almanca öğretmenliği bölümlerindeki öğ‐
rencilere değil, üniversitede öğrenim gören bütün öğrencilere
yönelik ders programı sunmaktadırlar (bkz. DAAD, 2013: 14).
Germanistik ve Almanca Öğretmenliği
Bölümlerinin Desteklenmesi
DAAD, Germanistik alanında faaliyet gösteren her türlü yerel
oluşumun çalışmalarına destek verir. Amaç Türkiye’de bir
Germanistik ağı oluşturmak ve bu ağın sadece ülke değil,
dünya genelinde etkin olmasını sağlamaktır. Yeni yetişen
akademisyen kuşağa fikirlerini tartışabilecekleri yapıtlarını
yayınlayabilecekleri, bunun da ötesinde tartışma yoluyla bu
dalın sorunlarının ele alınabileceği bir zemin hazırlamak da
DAAD’nin görevleri arasındadır. DAAD, Türkiye’nin birçok
kentinde düzenlenen Germanistik ve Almanca öğretmenliği
kongre ve çalıştaylarında bölüme dair güncel konuları işler,
Türkiye’de Germanist fihristinin oluşması ve tutulmasında
yardımcı olur.
530
Germanistik Enstitü Partnerliği (GEP)
Alman dilini teşvik etme anlamında DAAD’nin elinde bulu‐
nan bir diğer araç da Germanistik Enstitü Partnerliği’dir
(GEP). Özellikle öğretim ve araştırma bağlamında yöresel
Germanistik teşviki ile bu alanda yetişen yeni kuşak bilim
insanlarının desteklenmesi DAAD’nin öne çıkan görevleri
arasında yer almaktadır. Burada sözü edilen programın amacı
yurtdışında bu alanda görev yapan yüksekokul öğretim gö‐
revlilerine hizmetiçi eğitim, ileri dönemlerde görev üstlenecek
ortaöğretim öğretmenlerine de kalifikasyon kursları verilme‐
sidir. Keza güncel ve mesleki gereksinimlere cevap verebilen
müfredat ve okul malzemesi geliştirmek, ortak araştırma pro‐
jelerini realize etmek, öğrenci değişimini koordine etmek, genç
kuşak bilimcilere danışmanlık hizmeti, doktora ve
habilitasyon düzeyinde destek sunmak da işbu programın
varlık sebepleri arasında sayılabilir.
GEP (Alm.: Germanistische Institutspartnerschaften –
GIP) programı kapsamında elde edilen veri ve deneyimlerin
Almanya’daki partner enstitü tarafından değerlendirilmesi
öngörülmektedir. Böylelikle çalışmalara katılan öğrenciler ve
öğretim görevlileri bu interkültürel işbirliği kapsamında alan‐
larında yeni bakış açıları edinmiş, yeni fikirler geliştirmiş ola‐
caklar (bkz. DAAD, 2014b). Türk ve Alman üniversiteleri ara‐
sında şimdiye değin üç Germanistik Enstitü Partnerliği (GEP)
DAAD tarafından teşvik edilmiştir:
İstanbul Üniversitesi – Hamburg Üniversitesi (2013 yaz
sömestirine kadar)
Ankara Üniversitesi – Saarland Üniversitesi (2013/14 kış
sömestirine kadar)
İzmir Ege Üniversitesi – Paderborn Üniversitesi (2014 yaz
sömestirinden itibaren)
531
GEP çerçevesinde yapılan bu etkinlikler Almanya ve
Türkiye’de ortaklaşa düzenlenen konferans ve çalıştayları,
ortaklaşa çıkartılan yayınları, nitekim partner enstitüleriyle
doktora adayları ve konuk öğretim görevlileri için yapılan
toplantıları da kapsamaktadır.
Üniversite Yaz Kursları ve
Yoğunlaştırılmış Dil Kursu Bursları
Üniversite yaz kursu programı bütün dallarda lisans ve yük‐
sek lisans öğrenimi gören öğrencilere yöneliktir. Dil, ülke bil‐
gisi ya da uzman dili edinmek üzere resmi ya da devlet tara‐
fından kabul gören Alman üniversitelerinde ya da bunlara
bağlı dil okullarında kurslara katılan öğrenciler burslarla teş‐
vik edilir. Söz konusu burslar, bir kereye mahsus ödemeyle
olabileceği gibi seyahat giderleriyle hastalık, kaza ya da yü‐
kümlülük sigortalarını üstlenme suretiyle de yapılabilir. Bu‐
rada öne çıkan tercih kriterleri şimdiye kadarki akademik
başarılar, öğrenim ve branş seçimine dair inandırıcı sebepler
ile burs başvurusu yapan öğrencinin Almanca bilgi düzeyidir
(bkz. DAAD, 2014c).
Yoğunlaştırılmış dil kursu programı Almanca’nın ve ülke
bilgisinin daha derin işlenmesine olanak sağlar ve bütün dal‐
larda lisans ve yüksek lisans öğrencileriyle doktora safhasında
bulunan herkese yöneliktir. Ancak Germanistik, Almanca ve
çeviri bölümlerinden başvuru yapacak olan öğrenciler bu uy‐
gulamadan müstesnadır. Bu dil ve ülke bilgisi kursları Al‐
manya sınırları içinde faaliyet gösteren bir Alman dil okulu
tarafından sekiz haftalık dilimlerle sunulur (bkz. DAAD,
2014d).
532
Yükseköğrenim ve Araştırma Ülkesi Olarak Almanya’nın
Eğitim Alanında Pazarlanması
Üniversiteler konsorsiyumu GATE ile bilim kurumları arasın‐
da yapılan işbirlikleri kapsamında Türkiye’deki DAAD olu‐
şumu da Almanya’nın bir bilim ülkesi olduğunu öne çıkartan
pazarlama etkinlikleri yürütmektedir. Alman üniversiteleri
adına devreye giren DAAD Bilgi Merkezleri (IC), eğitim paza‐
rı araştırmaları ve öğrenim dalları açısından potansiyel analiz‐
leri yapmak, IC internet sayfasında belirli dalların başvurula‐
rına yer vermek ve yarım yıllık periyotlarla bülten yayınlamak
suretiyle pazarlama görevlerini yerine getirir. Ayrıca GATE,
burada bahsi geçen Bilgi Merkezleri ile birlikte 10 Alman üni‐
versitesinin Ankara ve İstanbul’da düzenlenen uluslararası
nitelikli eğitim fuarlarına katılmasına önayak olmuştur.
Bilimsel İşbirlikleri için Bilgi
Uluslararası düzeyde başarılı işbirliklerine imza atabilmek için
farklı eğitim kültürleri ve bilimsel sistemler hakkında bilgi
sahibi olmak gerekir. Bu anlamda DAAD gücünü dünyanın
her tarafına uzanan ağından, Bilgi Merkezi ve okutmanlık
kurumlarından aldığı gibi bilimsel sistemleri uluslararası hale
getirmek yolunda üstlendiği güdümleyici işlevini daha da
pekiştirmek için sahip olduğu bilgi birikimini ileriye dönük
daha verimli biçimde derlemek arzusundadır. Bilgi Merkezleri
ve okutmanlık kurumlarıyla DAAD’nin Türkiye şubesi gerek
danışmanlık hizmeti sunmak suretiyle gerekse fuarlar, toplan‐
tılar, konferanslar veya farklı birtakım etkinlikler düzenleye‐
rek Almanya ile Türkiye arasındaki bilimsel değişime destek
verir, ilgili kişileri olası teşvik programları hakkında bilgilen‐
533
dirir. Bu kurumlar bu tür etkinliklerde her daim hazır bulu‐
nurlar.
Sonuç ve gelecek
Burada değinilen görev alanları ve hedefler kapsamında özel‐
likle üç husus DAAD’nin Türkiye’deki görevleri arasında ön
plana çıkmaktadır:
“En İyiler Bursu” ile ilgili olarak daha esnek, günümüz
öğrencilerinin uluslararası ve çok yönlü biyografilerine yöne‐
lik türden teşvik programlarına gereksinim var. Bu bir taraftan
DAAD’nin sunduğu teşvik olanaklarının öğrencinin uyruğuna
bakmaksızın salt Alman üniversitesi ya da yabancı ülke üni‐
versitesi kriteri göz önünde bulundurularak verilmesi, diğer
taraftan öğrenimlerini Türkiye’de sürdürmekte olan yabancı
uyruklu öğrencilerin de Türk öğrencilere sunulan DAAD teş‐
viklerinden aynı şekilde yararlanabilmelerine olanak sağla‐
mak anlamına geliyor. Öte yandan sınır ötesi öğrenim ve araş‐
tırma olanakları sunan daha esnek burslar verilebilmesini
kapsayan bir uygulamaya geçilmelidir.
Alman ve Türk üniversitelerinin kooperasyon ve ortak
projelerle daha yoğun biçimde teşvik edilmesi, mevcut sınır
ötesi ağların pekiştirilip genişletilmesi ve Alman üniversitele‐
rinin Türkiye’deki tanıtımının artırılması ise anahtar konu
başlığı “Kozmopolit Yapılar” altında anılabilir. “Bilimsel İşbir‐
likleri İçin Bilgi” alanında ise DAAD ağının, Türkiye’deki
üniversitelerle ilgili bilgi edinme ve Türkiye bağlamında stra‐
teji geliştirme anlamında daha iyi değerlendirilmesi gerek‐
mektedir.
Bunun dışında DAAD Türkiye şubesi tarafından Türk‐
Alman akademik işbirliği alanında önkoşul, koşul ve engeller‐
le ilgili hukuki, idari ve kültürel her türlü bilgi, ilgililerin kul‐
534
lanımına açılmalıdır. Sözgelimi bu amaçla yükseköğrenim
dalları bağlamında Türk‐Alman çifte mezuniyet yönetmeliği‐
ne dair hukuki ve kültürel çerçeveye açıklık getiren bir kılavuz
yayınlanabilir, farklı kooperasyon biçimleri ve Best‐Practice
örnekleri broşürler ya da Bilgi Merkezlerinin internet sayfaları
aracılığıyla tanıtılabilir.
Sadece yoğun değişim, halkların birbirlerini anlamasını
sağlar ve bilim marifetiyle elde edilmiş bilgiler küresel sorun‐
lara çözüm üretmekte bizlere yardımcı olabilir. Bunun için de
siyasi ve toplumsal ilerlemenin temellerini oluşturan çok yön‐
lü kooperasyonlar hayata geçirilmelidir.
Kaynakça
DAAD (2013): Strategie 2020, URL: ic.daad.de/imperia/md/content
/.../icyaounde/strategie2020_1_.pdf (09.11.2014)
DAAD (2014a): Integrierte Internationale Studiengänge mit
Doppelabschluss, URL: https://www.daad.de /hochschulen
/programme‐weltweit/studiengaenge/de/23193‐integrierte‐
internationale‐studiengaenge‐mit‐doppelabschluss/
(09.01.2015)
DAAD (2014b): Germanistische Institutspartnerschaften, URL:
https://www.daad.de/hochschulen/programme‐
weltweit/hochschulpartnerschaften/de/13905‐germanistische‐
institutspartnerschaften‐gip/ (09.01.2015)
DAAD (2014c): Informationen zum Hochschulsommerkurssti‐
pendium, URL: https://www.daad.de/deutschland /
stipendium/datenbank/de/21148‐stipendiendatenbank
/?status=&origin=&subjectGrps=&daad=1&q=hochschulsomm
erkurs&page=1&detail=10000011 (20.11.2014)
DAAD (2014d): Informationen zum Intensivsprachkursstipendium,
URL:
https://www.daad.de/deutschland/stipendium/datenbank/de/
21148‐
535
stipendiendatenbank/?status=&origin=&subjectGrps=&daad=1
&q=intensivsprachkurse&page=1&detail=10000015
(20.11.2014)
BMBF (2013): Strategie der Wissenschaftsminister/innen von Bund
und Ländern für die Internationalisierung der Hochschulen,
URL: www.bmbf.de/.../Internationalisierungsstrategie_GWK‐
Beschluss_12_04.(09.11.2014)
UNESCO Institute for Statistics (2012): International flows of mobile
students 2012. URL:
www.uis.unesco.org/Documents/outbound‐mobility‐
tableA.xls (20.11.2015)
536
Türkiyeli ve Almanyalı Türk Siyaset
Bilimcilerinin Türk‐Alman
Bilimsel İlişkilerine Katkıları
Burak GÜMÜŞ
Giriş
Türk üniversitelerinde ders veren Almanyalı ve Türkiyeli
Türkler, Türk‐Alman bilimsel ilişkilerinin düzenlenmesine ve
ayakta tutulmasına çeşitli açılardan katkıda bulunmaktalar ve
bilimsel işbirliği çerçevesinde Almanya ve Türkiye arasında
bir köprü işlevi görmektedirler.
Almanyalı veya Türkiyeli Türk Akademisyenlerin, Tür‐
kiye ye gelişlerinden ya da geri dönüşlerinden sonra Türk
üniversitelerine katkıları hakkındaki araştırmalar nerdeyse
yok denecek kadar azdır. Belirli bir süreden beri yüksek do‐
nanımlı kişilerin planlanan veya gerçekleşen Almanya dan
Türkiye ye göçleri hakkındaki araştırmalar çoğalmaktadır;
fakat bu araştırma, Almanya da üniversite eğitimi almış veya
doktora yapmış Türkiyeli ve Almanyalı Türk siyaset bilimcile‐
rinin, Türkiye’deki üniversitelere katkılarını göstermeyi hedef‐
lemektedir. Alkan, bu kişilerin Türkiye ye gelişlerinden sonra,
dil bilgilerini ve Almanya da edindikleri becerileri (Alkan,
2012: 174) kendi mesleki yükselmeleri için kullandıklarını
tespit etmektedir.
537
Bu bağlamda akademisyenlik mesleği, birçok ulus aşırı göçmen için
kendilerinin ağırlıklı olarak mutlu oldukları bir çalışma alanıdır. Bunun
sebebi, Almanya dan gelen Türk akademisyenlerin kendilerini Almanya
ve Türkiye arasında bir köprü olarak görmeleridir. Alman‐Türk örgüt‐
lenmelerini kuranlar, Alman‐Türk projelerini uygulayanlar ve Alman‐
Türk kongrelerini ve seminerlerini organize edenler onlardır. (Alkan,
2012: 175).
Türkiyeli Türk1 ve Almanyalı Türk2 Bilim İnsanları
Bu araştırma için gerçekleştirilip analiz edilen görüşmelerden,
Almanya da en azından üniversite okumuş ve daha sonra
Türkiye ye gelip bir Türk üniversitesinde çalışmaya başlayan
kişileri konu alan dokuz örnek olay kısaca izah edilecektir.
Bu kişiler, Şükrü Tandoğan ve Canan Bostan haricinde
Almanya da doktora yapmış ve Türkiye ye gelişlerinden sonra
bir Türk üniversitesinde akademisyen olarak çalışmaktadırlar.
Bu araştırmada aktarılan ifadeler, kodlama amacıyla sık rast‐
lanan değişik anlam birimlerine ayrılmış, analiz edilmiş ve
kategorize edilmiştir.
Bu çalışmada araştırılan grubun ulusaşırı göçmen
( Transmigrant ), geri dönen ( Remigrant ) veya gelen mu‐
hacir ( Immigrant ) veya giden muhacir ( Emigrant ) kate‐
1
2
Türkiye Türkleri kavramı, genellikle Türkiye de doğup büyüyen, top‐
lumsallaşan ve üniversite eğitimi almak ve/veya doktora yapmak üzere
Almanya ya giden bir grubu kapsamaktadır. Bu grup, Almanya Türkle‐
rinden farklıdır.
Bu kavram da genellikle Almanya da doğup büyüyen, toplumsallaşan ve
ataları Türkiye den gelmiş olan bir grubu kastetmektedir. Bu grup, Al‐
manya da ilk, orta ve yükseköğrenimini tamamlamıştır (veya doktora
yapmıştır). Bu grubun etnik kökeni, bu araştırma için önemli sayılmamak‐
tadır.
538
gorilerine3 dahil olması, bilinçli şekilde göz ardı edilecektir.
Zaten söz konusu kişiler, Türkiye ye intikal etmelerinden son‐
raki yıllarda başka büyük bir mekan değişikliği yaşamamış‐
lardır ve bunların önemli bir kısmı, 2010 yılından önceki (on)
yıllarda Türkiye ye gelmiştir. Bu kişilerin zaman ufuklarının
ve şu anda bulundukları ve daha önce geldikleri ülkeler ile
ilişki biçimlerinin belirsiz olup olmadığı da bu bağlamda
önemsenmemektedir. Bu arada yeni bilgi ve iletişim teknikle‐
rinin kullanımı dikkate alınmamıştır. Örneklemde yer alanla‐
rın çoğunluğu, birincil ve okul toplumsallaşmasını Türkiye de
yaşamıştır. Yener ve Bostan haricinde görüşülenlerden hiç
birinin orta öğrenimlerini Almanya da tamamlamamış oldu‐
ğunu göz önünde bulundurursak, mülakat yapılanların Al‐
manya açısından Alman eğitim sistemi vatandaşı
( Bildungsinländer ) olmadıkları varsayılabilir. Onların çoğun‐
luğunun doktora veya üniversite eğitimi ardından belirli bir
3
Geri dönenler , dışarıya göç etme ve göçmen olarak gelme veya Ulus
aşırı göçmen gibi kavramların anlam(sızlığ)ı hakkındaki tartışma için
Aydın a bakınız (2013: 90‐97). Geri dönme (remigration), geri dönüş göçü
ya da geçici ülke değişimi ve daha uzun bir süreden sonra memleketine
geri dönme” şeklinde olabilir (Pries, 2003: 28). Dışarıya göç etme
(emigration) veya göçmen olarak bir yere gelme (immigration) durumların‐
da göçmenler, bulundukları ülkede sürekli kalmak için yerleşirler ve gel‐
dikleri ülkeyle irtibatlarını sürdürmelerine rağmen, göçmen olarak adım
adım oradaki topluma ‐belki nice kuşaklar sonra ‐entegre ve asimile olur‐
lar. (Pries, 2003: 28). Ulus aşırı göç (transnational migration) veya
transmigration , ‐sürekli İmmigrasyon ve Emigrasyon veya memlekete
geri dönmeye karşılık‐, “bir ülkeden diğer ülkeye ikametgâhın sürekli de‐
ğişmesi kavramıyla ikametgâhın sık ya da belirli bir süre manasına ge‐
len sürekli değişiminin (Pries, 2003: 28) kastedilmesi halinde söz konusu‐
dur: Ulus aşırı göçmenler için değişik ülkelerde mekan değişikliği, belirli
bir zamanla kısıtlanmış tek seferlik istisnai bir olay olmayıp, ulus aşırı ya‐
şam stratejisinin ya da çoğu zaman hayatta kalma stratejisinin normal bir
parçasıdır.
539
süre Almanya’da çalıştıktan sonra Türkiye’ye geri dönmüş
olmaları, bu grubun aslında geri dönenler”den oluştuğuna
işaret etmektedir. Saha araştırmaları çerçevesinde şimdiye
kadar telefonla dört, yüz yüze görüşme yoluyla iki ve e‐posta
ile üç siyaset bilimciyle söyleşi yapılmıştır. Bunlar, ya Türkiye
kökenli “eğitim göçmeni” olarak Almanya’ya göç ettiler ya da
Türk işçi aileleri çocukları olarak Alman eğitim sistemi vatan‐
daşı Bildungsinländer olarak Almanya’da büyüyüp orada
üniversite tahsillerini veya doktora eğitimlerini tamamladılar.
Örneklemi oluşturan kişilere, yerli Türk akademisyenlere
karşı rekabet avantajına sahip olup olmadıkları ve hangi ölçü‐
de ve hangi alanda iki ülke arasında köprü işlevi gördükleri
(Alkan, 2012: 177) sorulmuştur. Bu akademisyenler, örgütleri,
becerileri, donanımları ve Almanya’daki toplumsallaşmaları
nedeniyle, üniversitede istihdam edilmeleri ve elverişsiz ko‐
şullarla karşılaşmamaları halinde (yerli meslektaşlarının onları
kıskanmaları veya profesyonel olmayan davranışları), Alman‐
ya ve Türkiye arasında bir köprü işlevi görebilirler.
Diğer bir araştırma sorusu ise onların Almanya’da edin‐
dikleri bilgi ve tecrübenin, Türkiye’ye transferi konusunda
dışlanmaya maruz kalıp kalmadıkları veya teşvik edilip edil‐
medikleri ile ilgilidir. Mülakat yapılan kişilerin Türk üniversi‐
telerinde çalışıyor olmaları gerekliliği, örneklem için bir kriter
idi; ancak kontrol grubunu oluşturmak için herhangi bir ne‐
denden dolayı üniversitede istihdam edilemeyenler ile de
söyleşi yapılmıştır. Bu bilimsel araştırmada teorik doyuma
ulaşılacak kadar adayla görüşülmüştür.
Metin ifadeleri, veri kaybını mümkün olduğu kadar az
tutmak için yazılı döküm haline getirilmiştir. Örneklemde yer
alan insanların tanınmasını önlemek için, görüşmelerde yer
alan bütün isimler ve üniversiteler özel hayata saygıdan dola‐
540
yı değiştirilmiştir. Veri toplama ve çözümleme için niteliksel
yöntemler kullanılmıştır. Söyleşi dökümleri, Glaser/Strauss
kodlama ve kategori oluşturma yöntemine göre sık tekrarla‐
nan anlam birimlerine ayrıldı (Glaser ve Strauss, 1967). Gö‐
rüşmelerde sık sık tekrarlanan motifler, “merkezi konulara”
toplanıp bu kodlar metinlere tasnif edildi. Seçilen kategoriler,
ilgili metin ifadeleriyle ilişkilendirildi ya da metin kısımları
merkezi konulara tasnif edildi. Daha sonra araştırma soruları‐
nın cevaplandırılmasında önemli görülen “merkezi konular”
ya da “kodlar” seçildi.
Söyleşi yapılanlar mülakat için seçilmiş olup, araştırıl‐
mak istenen grubu istatistiksel veri açısından temsil etme im‐
kânı söz konusu değildir. Bunun nedeni, bu araştırmanın as‐
lında bir ön araştırma niteliği taşımasıdır. Bundan dolayı man‐
tıksal açıdan özel münferit bir vakanın geneli temsil ettiği öne
sürülemez, fakat genel konuların özel vakalarda da yer aldığı‐
na dair tahmin yürütülebilir. Teorik açıdan doyum noktasına
ulaşıldığından (theoretical saturation), bu ön araştırma için mü‐
lakat yapılması gereken başka kişiler aranmamıştır. Elbette,
araştırma evreni açısından tipik olmayan münferit olaylar da
örneklem içinde yer alabilirler. Bu çalışmada istatistiksel
temsiliyet ten ziyade tipolojik temsiliyet e öncelik tanınmak‐
tadır. İstatistiksel açıdan hesaplanabilen göreceli dağılımdan
ziyade vakaların çeşitliliği ön planda yer almaktadır. Bir kişi
hariç tüm söyleşi yapılanlar erkektir.
Prof. Dr. Kardelen Ben Türkiye’de son Prusyalıyım
Türkiye nin kuzey batısında küçük bir kasabada doğan
Prof. Dr. Kardelen, Ankara’daki saygın bir üniversitenin Ulus‐
lararası İlişkiler Bölümünde bölüm başkanı olarak çalışmakta‐
dır. Kardelen, 1979 ile 1988 yılları arasında Almanya nın X
541
Üniversitesi’nde Konrad Adenauer Vakfı (Konrad‐Adenauer‐
Stiftung, KAS) tarafından finanse edilip başarıyla sonuçlanan
Siyaset Bilimi dalında üniversite eğitimi ve Demokrat Parti
döneminde Türkiye Dış Politikası üzerine kaleme aldığı dok‐
tora tezi sonrasında Türkiye’ye döndü ve kısa süre sonra 27
yaşındayken X Üniversitesi nde Yardımcı Doçent olarak ça‐
lışmaya başladı (1988‐1992). Kardelen dört sene sonra Doçent
Doktor unvanına layık görüldü. 1998 yılında da 38 yaşınday‐
ken profesör oldu. Kardelen, ayrıca Almanya, Avusturya,
Belçika, Büyük Britanya ve ABD’de misafir araştırmacı veya
misafir profesör olarak çalıştı.
Prof. Dr. Üzeyir: Avrupa’daki ve Türkiye’deki tartış‐
maların eşitlenmesine katkıda bulunduğumu düşünüyo‐
rum
Türkiye doğumlu Prof. Dr. Üzeyir, 2000 senesinden bu‐
güne değin Türkiye nin Güney’inde bir üniversitede Yönetim
Bilimi alanında ders vermektedir. Üzeyir, 1978 yılında Al‐
manya’ya gidip bir yıl Almanca öğrenmiş ve ardından bir
Gençlik Merkezi’nde staj yapmıştır. Sonrasında Friedrich
Ebert Vakfı’ndan (Friedrich‐Ebert‐Stiftung, FES) burs alan Üze‐
yir, 1981 ila 1986 yılları arasında Almanya nın X Üniversite‐
si’nde Siyaset Bilimi ve Sosyoloji okuyup, 1990’a kadar da
Türkiye‐AB İlişkileri üzerine doktora tezi yazmıştır. Türki‐
ye’ye dönmeden önce Üzeyir, AB Komisyonu’nun Almanya
Temsilciliği’nde ve Federal Parlamento için çalışmıştır. Ayrıca
proje danışmanı olarak yine Almanya da çalışmış, proje da‐
nışmanı ve müdürü olarak faaliyette bulunmuştur. Üzeyir,
2000 yılında Türkiye’ye gelişinden kısa süre sonra bugün ça‐
lıştığı üniversitenin Kamu Yönetimi Bölümü Yönetim Bilimi
Ana Bilim Dalı’nda Yardımcı Doçent Dr. olarak çalışmaya
542
başlamış, yabancı dil ve yeterli düzeyde bilimsel eserlerine
rağmen ancak 2009 yılında doçentliğe terfi edebilmiştir.
Prof. Dr. Hendek: Türkiye’ye geldiğimde ‘Burası Tür‐
kiye, bir Türk nasıl davranıyorsa öyle davranmalıyım’; Al‐
manya’ya gittiğimde ise ‘burası Almanya. Almanlar nasıl
davranıyorsa öyle davranmalıyım’ diye düşündüm”
Doğu Anadolu doğumlu Prof. Dr. Hendek, lise eğitimini
tamamladıktan sonra 1979 yılında Almanya’ya gidip iki yıl
Almanca öğrenmiştir. Almanya’daki bir üniversitenin Alman‐
ca Hazırlık sınıfı işlevini gören Studienkolleg’e iştirak etmiştir.
1985 yılında Üniversitesi’nde başladığı Siyaset Bilimi eğitimi‐
ni, 1990 yılında Kıbrıs Sorunu hakkında yazdığı bir Yüksek
Lisans tezi ile tamamlamıştır. 1990 ila 1995 yılları arasında
Hendek, Türkiye konulu doktora çalışmasını kaleme almıştır.
Üniversiteden iş teklifi almış olmasına rağmen Hendek, dok‐
torasından sonra Türkiye’ye dönmüştür. Hendek, 2006 yılında
Doçent, 2011 senesinde Profesör oldu. Hendek, X Üniversite‐
si’nde Bölüm başkanı olarak çalışmaktadır.
Doç. Dr. Yener: Ben Almanlardan üç tane D öğrendim:
Düzen, Dakiklik, Disiplin
1964 yılında bir İç Anadolu şehrinde doğan Doç. Dr. Ye‐
ner, çocukluğunu Almanya’da geçirdi. Böylece Almanya Tür‐
kü olduğu söylenebilir. Almanya’da büyüyüp göçmen işçi
ailesi çocuğu olarak ilk ve orta öğrenimi görmüştür. 1983 ile
1988 yılları arasında Almanya nın X Üniversitesi’nde Ulusla‐
rarası İlişkiler ağırlıklı Siyaset Bilimi okuyan ve bitirme tezini
Türk‐Alman İlişkileri hakkında yazan Yener, 1988 ile 1993
arasında Konrad Adenauer Vakfı’nın (KAS) bursiyeri olarak
Türkiye’nin Batı Almanya yazılı medyasındaki imajı konu‐
543
sunda doktorasını yazmıştır. Başarıyla sonuçlanan doktora
tezinden sonra Yener, Türkiye’ye dönmüştür. Yener’in tüm
diplomaları Türkiye’de kabul edilmiş ve 1994 yılında saygın B
Üniversitesi’nin Uluslararası İlişkiler bölümünde Yardımcı
Doçent olarak çalışmaya başlayıp bu görevini 2005 yılına ka‐
dar sürdürmüştür. Yener, 2005 yılında özel C Üniversitesi’ne
geçmiş ve 2008 yılına kadar çalışmıştır. 2009 yılında beri An‐
kara’nın yine saygın F Üniversitesi’nde çalışmaktadır. Yener,
2010 yılında Doçentlik unvanını alabilmiştir. 2004 ile 2006
yılları arasında AB Komisyonu danışmanı olarak çalışmıştır.
Yener Almanya ve Hollanda‘da bulunan iki üniversitede de
misafir araştırmacı ve misafir profesör olarak çalışmıştır (2011,
2012).
Doç. Dr. Bayraktar: Yüksek lisans ve doktora öğrenci‐
lerine uyguladığım Alman sistemi, meslektaşlarım arasında
da büyük bir takdir ve teveccühe mazhar olmaktadır
Bir İç Anadolu şehrinde dünyaya gelen Doç. Dr. Bayrak‐
tar, liseyi tamamladıktan sonra 1989 yılında Almanca öğren‐
mek, üniversitede okumak ve doktora yapmak için Alman‐
ya’ya gitmiştir. H Üniversitesi’nde 1997 yılına kadar Siyaset
Bilimi okuyan Bayraktar, tarih alanında askeri ilişkiler hak‐
kında doktora tezi yazmıştır. Üniversite ve Yüksek Lisans
Bitirme tezi de, yine İttihat ve Terakki dönemine kadar Geç
Osmanlı İmparatorluğu ve Wilhelm İmparatorluğu ilişkilerini
konu almıştır. Bayraktar, doktora unvanını aldıktan sonra
2006 yılının sonunda Türkiye’ye dönüp, 2007’de J Üniversitesi
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölü‐
mü’nde Yardımcı Doçent olarak çalışmaya başlamıştır. Bay‐
raktar, 2011 yılında Doçent unvanına layık görülmüştür. Bay‐
raktar Türk‐Alman İlişkileri ve Orta Asya hakkında ulusal ve
544
uluslararası kongrelere iştirak etmiş ve ABD’de misafir araş‐
tırmacı olarak çalışmıştır.
Doç. Dr. Erdem: Avrupa’da eğitim görmeyenlerin bü‐
yük bir kısmı (hepsi için bunu söylemek doğru değil), sizi
kendilerine tehdit olarak görüyorlar
Bir İç Anadolu şehrinde doğan Doç. Dr. Erdem, lise eği‐
timinin bitiminden sonra 90’lı yılların başında Almanca öğ‐
renmek, üniversitede okumak ve doktora yapmak için Avus‐
turya’ya gitmiştir. Erdem 1992 ile 1996 yılları arasında Y Üni‐
versitesi’nde Siyaset Bilimi, İktisat, Örgüt ve Yönetim Bilimi
okuyup 2000 senesinde Y Üniversitesi Siyaset Bilimi dalında
doktora çalışmasını tamamlamıştır. Doktora tezinin konusu
Türk Kamu Yönetimi ile ilişkilidir. Ardından bir Kamuoyu
Araştırma Enstitüsü’nde çalışan Erdem, 2003 yılında Türki‐
ye’ye göç etmiştir ve M Üniversitesi İİBF Uluslararası İlişkiler
Bölümü bünyesinde Yardımcı Doçent olarak çalışmaya başla‐
mıştır. Erdem, Doçentliğini 2013 yılında almıştır.
Dr. Tandoğan
İç Anadolu da doğan Dr. Tandoğan, saygın bir kolejde
okumuş ve 1972 yılında mezun olmuştur. Tandoğan, 1973
yılında M Üniversitesinde Siyaset Bilimi, İletişim Bilimleri ve
Türkoloji okumak için Almanya’ya gitmiştir. Tandoğan’ın
Master Tezi, batıya karşı Türk Dış Politikasıdır (1974‐1979).
Tandoğan, tahsilini hem çalışarak hem de Türkiye’nin bir
Almanya fahri konsolosunun yönettiği bir özel şirketin
bursiyeri olarak finanse etmiştir. Tandoğan, 1979 yılından
2007 yılında emekli oluncaya kadar genellikle Almanya’da
Türkiye Cumhuriyeti Devleti için üst düzey bürokrat olarak
545
çalışmıştır4. Tandoğan, 2003 yılında doktorasını L Üniversite‐
sinde Oryantalizm üzerine yapmıştır. Dr. Tandoğan, emeklili‐
ğinden önce ve sonra yüksek düzeyde bürokrat olarak F Üni‐
versitesi’nde Public Policy (2002‐2003), G Üniversitesi’nde
(2008‐2009) yine Public Policy ve L Üniversitesi’nde (2009‐
2010) uluslararası ilişkiler üzerine dersleri yarı zamanlı Öğre‐
tim Görevlisi Dr. olarak vermiştir. Geç akademisyen ve emekli
Tandoğan, bu günlerde özel bir üniversitede Yardımcı Doçent
olarak atanma aşamasındadır.
Yrd. Doç. Dr. Fırat: Vurgulamak istediğim nokta; ça‐
lışma hayatında akademik çalışmaların değil, daha ziyade
klik ilişkilerin geçerli olduğudur
Doçent Dr. Fırat, Türkiye’deki Lisans eğitiminden sonra
Master ve doktora tahsilini Almanya’da tamamlamıştır (2002‐
2005; 2007‐2011). Orada göçmenlerin uyumu ve Türkiye‐AB
İlişkileri hakkında çeşitli araştırmalara imza atmıştır. Doktora
tezini tamamladıktan sonra Türkiye’ye geri dönmüştür. Tür‐
kiye’ye dönüşünden ancak iki yıl sonra bir üniversitede Yar‐
dımcı Doçent Dr. olarak çalışmaya başlamıştır.
4
1979 ve 1983 yılları arasında dil bilgisinin de yardımıyla bir T.C. Başkon‐
solosluğu nda çalışma ataşeliği bünyesinde sosyal yardımcı olarak çalıştı.
Türk Dış Politikası hakkındaki Master Tezini, 1981 yılında başarıyla bitir‐
di. Tandoğan, ardından Almanya nın farklı kentlerinde bulunan Türkiye
başkonsolosluklarında ataşe ve büyükelçilikte büyükelçi danışmanı olarak
çalıştı. Türkiye’ye döndükten sonra emekli oldu. Tandoğan, ayrıca Başba‐
kanlık Yurtdışı Vatandaş Konuları Müşavirliği, Milli Güvenlik Kurulu
Genel Sekreterliği’nde Müşavir, bir bakanlıkta Genel Müdür Yardımcılığı
ve Genel Müdürlük görevlerini yürüttü. Türkiye ye geri dönüşü sonra‐
sında emekliye ayrıldı.
546
Okutman Bostan: Türkiye de hiyerarşik durum beceri‐
den daha önemlidir.
Türkiye‘de doğup anne babasıyla ilkokul öğrencisi olarak
Almanya’ya giden Bayan Bostan, Almanya’da liseyi tamamla‐
dıktan sonra yine bir Alman üniversitesinde Türkoloji ve Al‐
man Dili ve Edebiyatı okudu. 2008 yılından bugüne kadar
Türkiye’nin Güney sahilinde bulunan bir şehirdeki bir özel
okulda okutman olarak çalışmaktadır. Engellenen akademis‐
yenlerin durumunu ortaya çıkarmak için, Master diplomasıyla
eşdeğer sayılan Türkoloji ve Alman Dili ve Edebiyatı mezunu
olup bir özel okulda okutman sıfatıyla ders veren Bostan va‐
kasına değinilmiştir. Gerçi kendisi Siyaset Bilimcisi değildir;
ancak onun vakası bilgi ve tecrübe transferi engellenen aka‐
demisyenlere bir örnek olarak görülmelidir ve Türkiye’ye göç,
Almanya’da yükseköğrenim ve akademisyen olma isteği hari‐
cinde diğer vakalarla ortak bir yönü olmamasına rağmen, bu
vaka o kadar önem arz etmektedir ki, örnekleme karşıt örnek
olarak dâhil edilmiştir5.
Bulguların Değerlendirilmesi
Mülakata katılanların Almanya’da kaleme aldıkları Diploma,
Master ve Doktora tezlerinin tümünün, Türkiye ile ilişkili
veya Türk‐Alman veya Türkiye‐AB ilişkilerinin konu edinmiş
olmaları göze çarpmaktadır.
5
Almanya daki Türkoloji dersleri, Türkiye özelinde Siyasal Bilimler kursla‐
rı da içermektedir. Bu arada genel Siyaset Biliminin Türk kökenli mezun‐
ları, bitirme, master, diploma ve de doktora tezlerinde edindikleri
politolojik bilgileri Türkiye odaklı konuların analizinde kullanmaktadır‐
lar.
547
Görüşülenlerin Köprü İşlevi hakkında
Türkiye’de Siyaset Bilimci olarak çalışanlar, çeşitli şekil ve
boyutlarda Türkiye ve Almanya arasında köprü işlevi gör‐
mektedirler.
Birincisi, bu kişilerin (okutman Bostan haricinde) Türkiye
iç ve dış politikası hakkında Almanca, Türkçe ve İngilizce
yayınlarının yanında, yine İngilizce ve Almanca dilinde kay‐
nakların kullanıldığı Türkiye‐Avrupa ve Türkiye Almanya
ilişkileri hakkında eserleri de bulunmaktadır.
İkincisi, örneklemde yer alanların neredeyse tümünün,
Alman, İngiliz, Fransız ve Yener örneğinde Latin ve Bayraktar
örneğinde Rus dili ve kültür bilgileri ve yöntem bilimsel ve
teorik alt yapıları olması nedeniyle, söz konusu ülkelerde bi‐
limsel ve toplumsal tartışmaları takip ettikleri, uluslararası
projelerde yer aldıkları, akademik mübadele programlarına
katıldıkları, üniversiteler, enstitüler veya kurumların düzen‐
lediği kongrelere iştirak edebildikleri ve bu yolla oradaki Tür‐
kiye, Türk‐Alman ve Türk‐AB ilişkileri hakkındaki tartışmala‐
ra katıldıkları ve bu tartışmaları Türkiye’deki yerel söylemlere
dâhil ettikleri söylenebilir6.
Üçüncü olarak, mülakat yapılanların büyük bir kısmı,
Almanya ile ilişkisini Türk üniversitelerinde Türk‐Alman veya
Türkiye‐AB İlişkileri hakkında dersler vererek veya Türki‐
ye’deki üniversite öğrencilerinin eğitimlerini Almanya’da
devam etmelerini teşvik ederek yad etmektedir. Kardelen ve
Bayraktar, öğrencilerine üniversite eğitimlerini Almanya’da
sürdürmelerini ve Almanca öğrenmelerini önermektedirler.
6
Üzeyir bu konuyu şöyle yorumlamaktadır: Genelde Avrupa’daki ve
özelde Almanya’daki ve Türkiye’deki tartışmaların eşitlenmesine katkıda
bulunduğumu düşünüyorum.
548
Kardelen, iki ülkedeki meslektaşların diğer ülkeye misafir
araştırmacı veya konuşmacı olarak davet edildiği Türk‐Alman
Akademik Değişim Programlarına önemli katkılarda bulun‐
maktadır. Bayraktar, hatta kendi öğrencilerine bir zamanlar
ücretsiz olarak Almanca dil kursu vermiştir. Ayrıca onların
eğittikleri doktora öğrencileri, onların tavsiyeleri üzerine araş‐
tırma amacıyla Almanya’da bulunmuşlardır. Alman Dış Poli‐
tikası hakkında da ders veren, 15 büyükelçi, 36 başkonsolos ve
onlarca üst düzey müdür ve bürokrat ve Siyaset Bilimi ve
Uluslararası İlişkiler dallarında nice meslektaşları olan ve
onlarla hala irtibatta bulunan Kardelen, 26 yıllık bir kariyere
sahiptir.
Dördüncü olarak Tandoğan, Yener, Fırat, Üzeyir ve Bay‐
raktar, dil bilgileri ve Almanya’daki eğitimleri nedeniyle ensti‐
tülerde de görev almaktadırlar. Mülakata katılanların çoğu,
yurt dışı tecrübeleri sebebiyle AB ile Türkiye arasında öğrenci
değişim programlarının koordinatörlüğü yapmışlar veya ken‐
di üniversitelerinin Erasmus programlarının oluşumunda
bulunmuşlardır. Mesela Yener, yabancı dil bilgisi ve Alman‐
ya’da eğitimi nedeniyle 1997 yılında kendi çalıştığı üniversite‐
de bulunan bir Avrupa Birliği Araştırma Merkezi’nin Müdür
Yardımcısı oldu ve 2000 yılında bu üniversitede görevinin
bittiği 2005 yılına kadar bu merkezin müdürlüğünü yaptı.
Beşinci olarak Yener, Üzeyir ve Kardelen’in aktif katkıla‐
rıyla Türk‐Alman kongreleri düzenlenmektedir. Alman Fede‐
ral Cumhurbaşkanı Joachim Gauck, Almanya Savunma eski
Bakanı veya üst düzey diğer Türk ve Alman bürokratların bir
üniversite kongresine konuşmacı olarak davet edilmeleri,
Kardelen’in kişisel çabalarından kaynaklanmıştır. Üzeyir ken‐
549
di önderliğinde kurduğu AB Araştırma Enstitüsü7 üzerinden
ve Yener kendi liderliğinde kurduğu bir dernek8 üzerinden,
Alman‐Türk ilişkileri hakkında çift uluslu kongreler, paneller
ve seminerler organize ederken, Tandoğan bir vakfın9 Genel
Müdür yardımcısı olarak Türk‐Alman ilişkileri hakkında çift‐
uluslu seminerler düzenlemektedir. Bu konuya sonra değini‐
lecektir.
Geri Dönenlerin Yerli Meslektaşlarına Karşı Rekabet
Avantajı Üzerine: Teşvik, Beceri ve Ağ Kurma
Geri dönenlerin çoğu, yabancı dil olarak sadece İngilizce bilen
yerli meslektaşlarına karşı Almanca dili becerileri nedeniyle
bir avantaja sahiptir. Kardelen e göre Herkes İngilizce konu‐
şabilir, ama herkes Almanca konuşamaz . Mülakata katılanla‐
7
8
9
Onun arkadaşlarıyla kurduğu bu AB Araştırmaları ve Uygulamaları
Merkezi, AB bütünleşme sürecinin yanında, Türkiye‐AB ve Türk‐Alman
ilişkilerini araştırmakta, aralarında FES vakfının da bulunduğu çeşitli ku‐
rum ve kuruluşun maddi destekleriyle düzenli olarak çalıştay, paneller ve
kongreler tertiplemektedir ve Üzeyir in önderliğinde bu konular hakkında
çift dilli bilimsel yayınlar yayımlamaktadır.
Yener nerdeyse on yıldır Türk‐Alman ilişkileriyle ilgilenen bir derneğinin
kurucu başkanıdır. Bu dernek, Türkiye bakanlıkları, DAAD, KAS ve Al‐
man büyükelçiliği ile birlikte AB seminerleri, kongreleri ve panelleri tertip
etmektedir.
Tandoğan, bir vakfın başkan yardımcısı olarak Almanyalı üniversite
öğrencilerine siyasal ve toplumsal konularda seminerlerin sunulduğu
uluslararası bir yaz akademisi organize etmektedir. Kendisi ayrıca Türki‐
yeli ve Almanyalı Türk akademisyenler ile beraber Türk‐Alman bilimsel
işbirliğine katkıda bulunmak için ulus aşırı ve çift uluslu bir akademik ağ
kurmayı hedeflemektedir. Kendisi, yine bir düşünce kuruluşunun Göç
Araştırma Enstitüsünü yönetmektedir. Bunun dışında kendisi, bazı özel
üniversitelerin göç araştırma merkezlerinde bilimsel kurul üyesidir ve bir
radyo programının danışmanı ve uzmanıdır.
550
rın çoğu, Almanca dil becerisinin yanında düzenli ve disiplinli
çalışma şeklinde ortaya çıkan Almanya daki sosyalleşmelerini
de yerli meslektaşlarına karşı bir avantaj olarak görmektedir.
Örneğin; Bayraktar kendi üniversitesinin Yabancı Diller Ensti‐
tüsü nden faydalanarak Rusça da öğrendi. Bayraktar ayrıca
Rusya, Kazakistan, Kırgızistan ve Birleşik Krallık ta birçok
araştırma ziyaretlerinde bulunmuştur. Ayrıca tipik Alman
erdemleri olarak sayılan performans, disiplin ve düzenli olma
ve öğretme stilindeki kesinlik gibi değerler ve normlar, araş‐
tırmalarda ve yayınlarda fayda sağlamakta ve meslektaşlar
nezdinde prestij sağlamaktadır10. Bayraktar ın Almanya da
edindiği çalışma disiplini, dil becerisiyle beraber, sıkı takip
ettiği düzenli ders planında, yabancı kaynakların kullanıldığı
bilimsel eserlerinde, verdiği sözleri zamanında tutmasında ve
öğrencilere karşı sertliğinde kendini göstermektedir. Kardelen,
çalışma disiplini ve hedefe odaklı kalması nedeniyle hem mes‐
lektaşları hem de öğrencileri nezdinde Alman Tank ı ve
Türkiye de son Prusyalı olma itibarına sahip olduğunu dile
getirmektedir. “İş hayatındaki engelleri aşmayı bilmesi”, ona
göre Almanya da edindiği bilgi ve becerilerden kaynaklan‐
maktadır. Almanca ve İngilizce bilgisi sayesinde, Türkiye nin
Almanya da ve uluslararası camiada algılanmasına katkı sağ‐
layabilmekte ve elbette Almanya daki diğer bilimsel tartışma‐
ları da yakından takip edebilmektedir. Yener, taşı gediğine
10
Bayraktar şöyle der: Almanya’da edindiğim bilgileri ve özellikle yeni
yöntemleri derslerimde mümkün mertebe uyguluyorum. Şimdiye kadar
bu konuda herhangi bir engellemeyle karşılaştığımı söyleyemem. Alman
sistemi Türkiye’de iyi ve kaliteli olarak görüldüğünden, karakterimde bu‐
lunan disiplin ve düzenlilik gibi özellikler dahi bazen Almanya’da eğitim
ve öğretim görmeme bağlanmaktadır. Söz gelimi, yüksek lisans ve dokto‐
ra öğrencilerine uyguladığım Alman sistemi, meslektaşlarım arasında da
büyük bir takdir ve teveccühe mazhar olmaktadır .
551
koyar ve şöyle der: Almanya bana üç D kazandırdı; Disiplin,
Düzenlilik ve Dakiklik. Bu prensipler, ortakları, meslektaşları ve
amirleri nezdinde kendine güven sağlamış ve çeşitli işlerin
halledilmesinde verimliliğe katkıda bulunmuştur. Kardelen ve
Bayraktar da Alman erdemleri , meslektaşların gözünde say‐
gınlık sağlamıştır. Mesela Tandoğan, bir derleme kitap proje‐
sinde “Alman ekolüne” mensup olduğu için yazarlar listesine
alınmıştır
Eğitim ülkesi, yaşam dünyası ve vakıfların ya da eğitim fi‐
nansmanı fırsatları ülkesi olarak Almanya, öğrencilere mesleki
ve kişisel eğitimlerini sürdürmeleri ve mesleki, akademik ve
sosyal beceriler edinmeleri için imkanlar sunmaktadır. Bu çer‐
çeve koşulları, akademisyenlere kendi kendini geliştirme ola‐
nağı da tanımaktadır. Üzeyir e göre Almanya daki eğitim kalite‐
si Türkiye dekinden daha iyidir. Zaten burs alanlar, kendine
burs veren vakıfların sunduğu eğitim programlarında diğer
sosyal beceriler edinebilmekte ve kendileri gibi başka genç bi‐
lim insanlarıyla tanışma olanaklarına sahip olmaktadırlar.
Alman eğitim sisteminin kalitesi bir tarafa, Almanya daki
üniversite eğitimi, yurt dışı tecrübesi ve dil becerileri sağlama‐
sı yanında esneklik, bağımsızlık, ekip içinde çalışma kabiliyeti,
yabancı ağlar kurma ve disiplinler arası düşünceyi teşvik et‐
mektedir. Yener, Hendek veya Üzeyir de, kendi ifadelerine
göre öğrencilere karşı davranışı kendi hocalarından öğrenmiş‐
lerdir. Üzeyir e göre Türkiye deki öğrenciler, bu yetenek ve
becerileri taşradan ziyade büyük metropollerde kısmen öğre‐
nebilirler. Yener, Almanya da yaşamış olması ve eğitimi nede‐
niyle dil becerisinin yanında (Almanca, Latince, İngilizce ve
Fransızca) bir konuyu değişik açılardan görebilmek için pers‐
pektif değiştirme becerisi kazandığını söyler. Böylece onun
dünyayı algılama çerçevesi, sadece Türkiye de sosyalleşmiş ve
552
eğitim görmüş kişilere nazaran daha geniş gibi görünüyor ve
bilhassa sadece İngilizce bilen meslektaşlarına karşılık başka
metinlere de erişme olanağı sunmaktadır. Vakıfların (veya
özel şirketlerin) Türk‐Alman ilişkileri konulu konferansların
düzenlenmesine önemli katkılarda bulunan ve “köprü kuru‐
cu” (Brückenbauer) olarak çalışan kişilerin teşvik edilmesin‐
deki rolleri önemlidir.
Kardelen, Yener, Üzeyir (ve Tandoğan) gibi görüşülen‐
lerden bazıları özel burs almışlar veya Bayraktar BaföG adı
verilen üniversite kredisinden faydalanmıştır. Bayraktar, ken‐
di yetenek ve becerilerini finansal öğrenci teşvik programları
(BaFöG), üniversitenin ücretsiz Almanca, Rusça ve İngilizce
dil kursları ve BDT yöneticileri hakkında ücretsiz kurslar sa‐
yesinde önemli ölçüde geliştirmiş ve Türkiye de sunulamayan
şekilde bilimsel yöntemler ve eleştirel bakış tarzı edinmiştir.
Friedrich‐Ebert Vakfı (Friedrich‐Ebert‐Stiftung ‐ FES) ve
Konrad‐Adenauer Vakfı (Konrad‐Adenauer Stiftung – KAS)
gibi vakıflar, doktora sonrasında da bursiyerlerin köprü işlevi
görmesine yardımcı olmaktadır. Üzeyir, Almanya da edindiği
takım ruhu ve ağ kurma becerileri sayesinde, kendi yönlen‐
dirdiği bir çalışma grubuyla daha sonra AB Araştırmaları
Merkezi olan AB Araştırma Enstitüsünü kurabilmiştir. Bu
araştırma merkezini kendi ağları sayesinde kurmuş ve kısmen
Friedrich‐Ebert‐Vakfı (FES) tarafından finanse edilen, geniş
katılımlı, medyada yer bulan Almanya‐Türkiye ve Avrupa‐
Türkiye konulu uluslararası konferansları kendi üniversite‐
sinde de düzenlemiştir.
Yener in öncülüğünde kurulan dernek, KAS, Alman
Akademik Değişim Servisi (DAAD), Alman Büyükelçiliği,
çeşitli Türk bakanlıkları ve AB kurumları ile birlikte, Türkiye ‐
nin AB becerilerini arttırmak için Türk üniversitelerinde AB
553
hakkında seminerler vermektedir. Bu derneğin kuruluşunda
Yener, kendi tecrübesinden faydalanmıştır. Yener, Almanya ‐
da faaliyet gösteren bir Türk‐Alman Üniversite Öğrencileri
Derneği bünyesinde yönetici ve yerel yabancılar meclisinde
vekil idi.
Kardelen, doğru zamanda, doğru yerde, doğru kişileri
tanıdığı için kendini şanslı hissetmektedir. Kardelen in çalış‐
ma yeri Ankara olduğundan, milli ve milletlerarası ilişkilerin
sürdürülmesi, bu kesişme noktasında kenar bölgelere göre
daha kolaydır. Kardelen, güncel olaylarda çeşitli radyo ve TV
kanallarına uzman olarak davet edilmektedir. Kardelen, dev‐
let, ekonomi, bilim, medya dünyası ve toplumdaki hem Türk
hem de Alman muhatapları nezdinde Türk‐Alman ve Türki‐
ye‐AB ilişkileri ve Türkiye’nin iç ve dış politikası hakkında
uzman olarak iyi bir saygınlığa sahiptir.
Mülakat yapılanların çoğu, kendilerini Almanya’daki
konferanslara davet eden Alman derneklerinin üyesidir. Böy‐
lece Kardelen, Almanya yla olan ilişkisini doktorasından sonra
da Alman Milli Güvenlik Akademisi ve Alman Dış Politikası
Cemiyeti gibi örgütlerin aktif üyesi olarak gerçekleştirdiği
çeşitli bilimsel gezi ve kongre ziyaretleri vasıtasıyla beslemek‐
tedir. Bayraktar yerli ve yabancı meslektaşlarıyla beraber üç
dilli bir Siyaset Bilimi Dergisi çıkarmaktadır. Bundan dolayı
Almanya da toplumsallaşma, sosyal ağlar ve burslar, rekabet
avantajı olarak görülebilir.
Engelle(n)me: Kıskanma, Ayrımcılık ve
Profesyonel Olmama
Bu faaliyetler ve rekabet avantajları, yerli meslektaşların bir
kısmı tarafından rekabet sebebiyle tehdit olarak algılanmıştır
ki, görüşülen kişiler Üzeyir, Bostan ve Erdem’in yaşadıkları
554
gibi sıkça kıskançlık ve çekememezlikle mücadele etmek zo‐
runda kalmışlardır. Üzeyir in yerel şartlara göre avantajlı ol‐
duğu dil becerileri, çalışma şekli ve disiplini, bazı meslektaşla‐
rı tarafından sürekli kıskançlık ve çekememezlikle olumsuz
karşılandı. Böylece Üzeyir, yerel ağların sağladığı avantajlar‐
dan dışlanması nedeniyle yeterince faydalanma olanağına
sahip olamamıştır. Ayrıca, Yener e Ankara Üniversitesi ne ait
olmadığı hissi verilmiştir. Aynı üniversitenin Yener den
Erasmus Koordinatörü ve AB araştırma merkezi müdürü ola‐
rak akademik çalışmalarından istifade etmesine rağmen, bazı
arkadaşları tarafından, ona sen bizden değilsin, üstelik Al‐
mancısın” ifadelerinde bulunulmuştur. Bostan, Hendek ve
Erdem örneğinde olduğu gibi, yerli meslektaşların profesyo‐
nel olmaması veya ilgisizliği, onların Almanya ve Türkiye
arasında köprü işlevi görmelerini engellemekte ve onları yıl‐
dırmaktadır. Hendek de diğerleri gibi kendi köprü işlevinin
bilincindeydi; ancak yerel otoritelerin davranışlarındaki yeter‐
sizliklerin ve profesyonel olmamalarının ortaya çıkardığı en‐
geller nedeniyle bu işlevi yeterince yerine getirememiştir11.
Kendisine sıkça Burası Türkiye ifadesiyle karşılık verilmiştir
ki, bugün zorluklarla karşılaşmamak için yılgın bir kaçınma
davranışı gözlenmektedir. Profesyonellik konusunda Türkiye
ve Almanya arasındaki farklar, Almanya da edinilen bilgilerin
Türkiye de kullanılamayacağı şekilde Bostan, Hendek, veya
11
Hendek kendi üniversitesinde Türk‐Alman bilimsel işbirliği ve Alman
panelistlerin daveti ile akademik değişim programının hayata geçirilme‐
sini istemiş, fakat bu projenin boyutunu idrak edemeyen yerli meslektaş‐
larının bu projeye karşı ilgisizliği nedeniyle işbirliği sonuçsuz kalmıştır.
Böylece Alman üniversitelerinin çeşitli işbirliği isteklerinin yerli meslek‐
taşlarının uluslararası işbirliğine karşı isteksizliği ve beceriksizliği yüzün‐
den kendi üniversitesi tarafından cevaplandırılamamasıyla köprü işlevini
sadece kısmen yerine getirebilmiştir.
555
Erdem de köprü işlevini engellemektedir. Almanya ve Türkiye
arasındaki bu farklar, Bostan ı çok rahatsız etmektedir: Bazen
görünür hale gelen profesyonel olmama ve yüzeysellik. Bura‐
da hiyerarşik konum, beceriden daha önemlidir. Türkiye nor‐
malliği, Alman kaos anlayışına çok benzemektedir. Bu alıntı‐
ya göre Bostan, kazandığı bilgileri üstlerinin engellemesi ne‐
deniyle Türkiye de uygulayamamakta, bilgi transferine katkı‐
da bulunamamakta ve böylece Türkiye deki yerel gelişmeleri
etkileyememektedir. Erdem e göre Avusturya da öğrendiği
yöntemlerin çoğu Türkiye de uygulanamamıştır. Ayrıca Bos‐
tan Alman disiplinini uygulamaya çalışınca, Hendek ve Bos‐
tan’ında yaşadığı gibi, meslektaşlarının Burası Türkiye paro‐
lasıyla engellemelerine maruz kalmıştır. Yener gibi Bostan da
yerli meslektaşlarının kıskançlığı ve çekememezliğiyle karşı‐
laşmıştır: Avrupa’da eğitim görmeyenlerin büyük bir kısmı … sizi
kendilerine tehdit olarak görüyorlar. Ders yönetimine gelince,
Fırat a göre, Türk üniversite öğrencilerinin Türkiye de toplum‐
sallaşması ve toplumda hakim olan milli, dini ve ideolojik
hassasiyetler, analitik‐eleştirel bir düşünce tarzını engelleyip
eğitim başarısını azaltmaktadır.
İş Arayışında, Diplomaların Tanınmasında ve Doçentlik
Sınavında Engellemeler
Fırat ın uzun süre iş bulamayışı ve Bostan ın diplomasına
denklik verilmemesi, onların etkinlik alanlarını büyütüp köp‐
rü işlevi görmelerini engellemektedir. Yardımcı Doçent Dr.
Fırat’ın iş araması sırasında dini bir cemaatten bir referans
istendi. Fırat şöyle söyler: Etkili bir özgeçmişim olmasına rağ‐
men…., bunu ne adaletli ne de ahlaki buluyorum”. Kastedilen
cemaat, etkili Gülen hareketiydi. Fırat, ancak bir buçuk yıl
sonra Türkiye‐Avrupa ilişkileri hakkında ders verdiği bir Türk
556
üniversitesinde iş bulabilmiştir. Bu ilişkiler, kendi üyelerinin
tekelleşmesiyle kaynakları karlı bir şekilde kullanarak dışarıda
kalanların iş arayışını zorlaştırmaktadır. “Türkiye deki çalışma
hayatında daha ziyade klik ilişkiler geçerlidir. Bostan ın du‐
rumunu özel kılan şey, kendi diplomasına YÖK tarafından
tenzili bir denkliğin verilmesidir12. Böylece onu Yardımcı Do‐
çentliğe götüren doktora yapma yeterliliği yolu şimdilik ka‐
panmış bulunmaktadır, çünkü ALES sınavından ziyade ken‐
disinin bir de Türk lisansüstü, yani master diplomasına sahip
olması gerekmektedir ve bu zaman almaktadır13. Bostan hari‐
cinde soru sorulanların tümü, Alman diplomalarına kolaylıkla
denklik bulabildiler ve Fırat ve de Tandoğan haricindekiler, iş
bulmada zorluk çekmediler. Bostan ın diploması yanlış denk‐
lik alırken ve Fırat tan cemaat referansı talep edilirken, Tan‐
doğan ın emeklilik durumu ve yaşı, Türk devlet üniversitele‐
rinde iş ararken sorun çıkarmıştır. Bu arada özel üniversiteler
de daha yüksek akademik unvana sahip olan akademisyenleri
tercih etmektedirler. Sözleşmeli ve sözleşmeleri üç yılda bir
yenilenmesi gereken ve bundan dolayı güvenli olmayan bir
12
13
Alman Diplom ve Magister diplomaları ve ilk devlet sınavı üzerine
verilen üniversite diplomaları, Master seviyesine eşit olan Yüksek Lisans
olarak denklik alırken, Bostan ın diploması hiç bir yazılı neden öne sü‐
rülmeksizin yanlışlıkla Lisans olarak denklik aldı. Bu da Bachelor sevi‐
yesine karşılık gelmektedir.
Durumu daha karmaşık hale getiren husus da, Türkiyeli Türk akademis‐
yenlerin Bostan a doktora yazmasını önermeleriydi. Bu tenzili denklik ne‐
deniyle Bostan üniversitede öğretim görevlisi olarak da çalışamamakta‐
dır, çünkü bu kadroda çalışanların en azından Master seviyesine eş değer
Yüksek Lisans diplomasına sahip olmaları gerekmektedir. Bundan dola‐
yı kendisi sadece Okutman olarak bir üniversitede çalışabilecek durum‐
dadır ve böylece hak ettiğinden daha düşük bir maaş alabilecektir. Bu en‐
gellemeler nedeniyle kendisi Türk‐Alman işbirliği için bir katkıda bulu‐
namamaktadır. Bundan dolayı özel bir kolejde çalışmaktadır.
557
statüye sahip olan Yardımcı Doçentler için, Doçentlik sınavı
kritik bir önem taşımaktadır14. Doçentlik jüri komisyonlarının
yeterince Almanca bilmeyen veya yabancı dildeki eserlere
eleştirel yaklaşan üyelerden oluşması yaygın bir durum olarak
görülmektedir. Bunun sonucu, Almanca eserlerin ya puantajın
dışında tutulması veya Erdem15 ve Üzeyir16 örneklerinde ol‐
duğu gibi olumsuz değerlendirilmesidir.
14
15
16
Doçentlik unvanının, sözleşmeli Yardımcı Doçent Dr. unvanına karşı avan‐
tajı, Doçent Dr. kadrosunun kalıcı olmasıdır ve doçentlerin iş akdinin daha
zor fesih edilebilir olmasıdır.
Bunun dışında kendisinin terfi ettirilmesi doçentlik sınavında bırakılması
nedeniyle beş yıl ertelenmiştir, çünkü doçentlik sınavı jüri üyelerinin hiç‐
biri Almanca bilmemekteydi. Jüri üyeleri Üzeyir örneğinde olduğu gibi
Almanca olan eserleri eleştirip Erdem i bırakmışlardır. Böylece Erdem hu‐
kuk yoluyla hakkını arama yoluna gitti ve başardı. Bundan dolayı Erdem,
Üzeyir, Yener ve doçentlik sınavına çok geç başvuran Hendek gibi, ner‐
deyse en az on yıl boyunca kadrolu olmayan sözleşmeli Yardımcı Doçent
statüsüyle çalışmış ve böylece köprü işlevini daha zor yerine getirebilmiş‐
tir.
Kendisi Doçentlik Sınavında jüri üyeleriyle sorunlar yaşamıştır, çünkü
onlar Almanca bilmediklerinden dolayı Almanca eserlerden rahatsız olup,
eserlerini yetersiz oldukları gerekçesiyle reddederek kendisini bırakmış‐
lardır. Doçentlik jüri üyeliğinden çekilerek başka bir üyenin seçilmesini
sağlamak yerine, Üzeyir in Almanca yayınlarını olumsuz karşılayarak
reddetmişlerdir. Hatta bir jüri üyesi Üzeyir in Almanca kaleme alınan tüm
yayınlarının komple Türkçe ye tercüme edilmesini istemiş ve Almanya da
eğitim görmüş insanların Almanca yayınlarının doçentlik unvanını almak
için önemli olan yabancı yayın olarak değerlendirilmemesi gerektiğini öne
sürmüştür. Almanya ya nazaran Türkiye deki bilim alanları birbirlerinden
daha keskin ayrıt edildiğinden (örneğin Siyaset Bilimi bölümünün Ulusla‐
rarası İlişkiler bölümünden ayrılması) Almanya gibi, farklı bir eğitim ve
öğretim geleneğine sahip olan ülke üniversiteleri mezunları, disiplinler
arası çalışmış olarak sorunlarla karşılaşmaktadır. Araştırma konularının
tabiatına mültidisipliner çalışmanın daha uygun olmasına rağmen onlar
disiplinler arası çalıştığından dolayı doçentlik sınavında sıkıntı yaşamak‐
558
Sonuç
Görüşülenlerinin çoğunun ortak yönü, Almanya da edindikle‐
ri bilgi, tecrübe ve becerileri nedeniyle Almanya ve Türkiye
arasında köprü işlevi görebilmeleridir. Bu köprü işlevi, onların
derslerinde, yayınlarında veya kendi kurdukları araştırma
merkezleri, dernek ve ağların organize ettiği iki uluslu kongre‐
lerde kendini göstermektedir. Bazıları, hala Türk‐Alman ilişki‐
leri konulu beraber projeler gerçekleştirdikleri Alman vakıfla‐
rının eski bursiyerleridirler ya da iki uluslu ilişkilerin tasarı‐
mını yapan diplomatlar gibi kişiler yetiştirmektedirler. Ancak
bu, ağlarda başarı ve olumlu çevre şartları gerektirmektedir.
Meslektaşlarının ilgisizliği veya doçentlik sınavında ayrımcı‐
lıkla karşılaşan veya diplomalarına doğru denklik alamayan
diğer kişiler, bu köprü işlevini yeteri kadar yerine getireme‐
mektedirler.
Kaynakça
ALKAN, M. N. (2012), Transmigranten als eine Bereicherung in den
deutsch‐türkischen Wissenschaftsbeziehungen, Esen E,
Gümüş B (Hrsg.), Deutschland und die Türkei. Band I. Aktu‐
elle Aspekte Deutsch‐Türkischer Wissenschaftskooperation, S.
169‐180
AYDIN, Yener (2013), Zur Bedeutung von gesellschaftlichen Verän‐
derungen und transnationalen Orientierungen bei Mobilitäts‐
entscheidungen: Abwanderung türkeistämmiger Hochqualifi‐
zierter aus Deutschland nach Istanbul, Pusch, B (Hrsg.),
Transnationale Migration am Beispiel Deutschland und Tür‐
kei, S. 147‐171
tadırlar. Üzeyir ancak kendi girişimiyle jüri üyelerinin değiştirilmesini
sağlayarak yıllar sonra doçentliğe terfi edebilmiştir.
559
GLASER, B, & STRAUSS, A. (1967) The Discovery of Grounded The‐
ory. Chicago: Aldine
PRIES, L. (2003), Transnationalismus, Migration und Inkorporation.
Herausforderungen an Raum‐und Sozialwissenschaften, Geo‐
graphische Revue 2, S. 23‐39 http://opus.kobv.de/ubp / volltex‐
te/2009/3064/pdf/gr2_03_Ess02.pdf (18.08.2014)
560
Tablo 1: Mülakat yapılan şahısların ampirik verileri
İsim
Almanya da
bulunma
süresi
Kardelen 9 Yıl
Üzeyir
22 Yıl
Hendek
17 Yıl
Yener
30 Yıl
Bayraktar 17 Yıl
Erdem
11 Yıl
Tandoğan 24 Yıl
Fırat
11 Yıl
Bostan
27 Yıl
Yardımcı Almanya dan Almanya da
Doçentlik gelişten sonra alınan eğitim
süresi
Türkiye de
bulunma süre‐
si
4 Yıl
26 Yıl
Diploma/
Magister (lisans
üstü), Doktora
9 Yıl
14 Yıl
Diploma/
Magister (lisans
üstü), Doktora
9 Yıl
19 Yıl
Diploma/
Magister (lisans
üstü), Doktora
14 Yıl
20 Yıl
İlkokul,
Lise
Diploma
Magister (lisans
üstü), doktora
4 Yıl
7 Yıl
Diploma/
Magister (lisans
üstü), Doktora
10 Yıl
14 Yıl
Diploma/
Magister (lisans
üstü), Doktora
‐
10 Yıl
Magister
‐
2 Yıl
Diploma/
Magister (lisans
üstü), Doktora
‐
6 Yıl
İlkokul, Lise,
Magister
Akademik
unvan
Prof. Dr.
Prof. Dr.
Prof. Dr.
Doç. Dr.
Doç. Dr.
Doç. Dr.
Öğr. Gör.
Yardımcı
Doçent
Okutman
Öz tasarım
561
Tablo 2: Soru sorulanların karşılaştığı problemler
Kardelen
Üzeyir
Hendek
Yener
Bayraktar
Erdem
Tandoğan
Fırat
Bostan
Diploma
denkliğinde
İş paza‐
rında
Doçentlik
sınavında
Kıskanma
ve reka‐
bet
‐
‐
‐
‐
‐
‐
‐
‐
X
‐
‐
‐
‐
‐
‐
X
X
‐
‐
X
‐
X
‐
X
*
X
*
‐
X
Öz tasarım
562
Meslektaşların
yeterince
profesyonel
olmaması
‐
X
‐
X
*
X
‐
‐
X
*
*
X
Tablo 3: Köprü İşlevinin Boyutları
Köprü işlevi
Kardelen
Üzeyir
Hendek
Yener
Tez
Yayınlar
Ders
Konferans Tertibi
Panelci
Uzman söyleşisi
Dernek çalışması
Misafir profesör
Misafir araştırmacı
Öğrencilerin Almanca öğ‐
renmeleri ve Almanya da
okumaları için teşviki
Tez
Yayınlar
Ders
Konferans Tertibi
Panelci
Erasmus danışmanlığı
Enstitünün kurulması ve
yönetilmesi
Tez
Yayınlar
Ders
Alman meslektaşlarla işbir‐
liği (yerli meslektaşların
ilgisizlik ve profesyonel
olmaması nedeniyle durdu)
Tez
Yayınlar
Ders
Konferanslar
Konferans Tertibi
Panelci
Üniversitenin konumu
Ağlar
Diğer faktörler
Merkez kapıda du‐
ran ların ağları
Vakıf
12 Eylül den sonra aka‐
demisyen ihtiyacı
Ankara
Meslektaşlar ve aynı
düşünenler ile ağlar
Vakıf
Kenar
Merkez
Vakıf
563
Uzman söyleşisi
Bir derneğinin kurulması ve
yönetilmesi
Erasmus koordinatörlüğü
Enstitün Yöneticiliği
Bayraktar
Erdem
Tandoğan
Fırat
Bostan
Öz tasarım
564
Tez
Yayınlar
Ders
Konferans Tertibi
Panelcilik
Öğrencilerinin Almanca
öğrenmesi veya yüksek
lisans için Almanya ya git‐
mesi için teşvik
Dergi kurulması ve yönetimi
Tez
Yayınlar
Alman Sosyal Bilimcilerinin
eserlerin Türkçe ye kazandı‐
rılmaları
Tez
Yayınlar
Ders
Panelci
Vakıf faaliyetleri
Yeni ulus aşırı ağların ku‐
rulması
Vakıf başkan yardımcılığı
Marmaris te yaz akademisi
Enstitülerde çalışma
Tez
Yayınlar
Ders
X
Kenar
Meslektaş ve aynı düşü‐
nenler ile ağlar
‐
*
Güney Sahil
Türk‐Alman Yükseköğretim İşbirliğinde
Yeni bir Oluşum:
BAU International Berlin – University of
Applied Sciences
Süheyla SCHROEDER
Giriş
Küreselleşme, bilginin küresel paylaşımına, öğrencilerin ve
akademisyenlerin uluslararası hareketliliğine, yükseköğreti‐
min ulusaşırı yapılanmasına ve pek çok girişimci ve uluslara‐
rası ortaklık türlerinin oluşmasına zemin hazırlamıştır. Özel‐
likle son otuz yılda kitlesel eğitime geçişle birlikte artan öğ‐
renci sayısı ve yükseköğretimde artan rekabet, üniversitelerin
rolünü ve yapısını derinden etkilemiştir. Küreselleşme süreci
ve neo‐liberal yönetme politikalarının üniversitelere uyarlan‐
ması, geleneksel üniversite anlayışını dönüştürerek üniversite‐
leri “girişimci” olma yolunda harekete geçirdi1. Günümüz
bilgi toplumunun ihtiyacını karşılayacak donanımlı insan
yetiştirme konusunda üniversitelerin üstlendiği rol, hem ulu‐
sal hem uluslararası boyutta gittikçe daha fazla önem kazanı‐
1
“Girişimci” üniversite, küreselleşme sürecinin beraberinde getirdiği
deregülasyon ve özelleştirme eğilimleriyle, üniversitelerin kamu kaynak‐
larına olan bağımlılığının azaldığını, piyasa açısından daha girişimci ve
rekabetçi yapıya dönüştüklerini ifade eden bir kavramdır. Konuyla ilgili
ayrıntılı bilgi için bkz. Altbach vd., 2009.
565
yor. Bu gelişmelere paralel olarak uluslararası işbirlikleri, gü‐
nümüz üniversitelerinin eğitim ve araştırma faaliyetlerinin
önemli bir parçasını oluşturuyor. Uluslararası bağlantıları
oluşturmak ve genişletmek, yeni öğrenci kitlesi kazanmak
amacıyla geliştirilen bazı modeller, üniversitelerin ulusaşırı
yapılanmalarına, eğitim ve araştırma faaliyetlerini yeni coğ‐
rafyalara taşımalarına neden oluyor.
Üniversitelerin ulusaşırı yapılanmaları, genel olarak irti‐
bat merkezleri ve yurtdışında kurulan şube kampüslerden
oluşuyor. Bu alanda yapılan araştırmalar, şube kampüslerin
%81’inin Amerika Birleşik Devletleri, Avusturalya ve Britanya
üniversiteleri tarafından dünyanın çeşitli bölgelerinde kurul‐
duğuna işaret eder (C‐BERT listesi, Ağustos 2014). Bu tür
ulusaşırı eğitim modeli Türk ve Alman üniversiteleri arasında
yaygın olmamakla beraber, son yıllarda atılan adımlarla iki
ülke arasındaki işbirliğinin kurumsallaşarak geliştiğini görü‐
yoruz. Bu makale, Türk‐Alman yükseköğretim faaliyetlerini
ve akademik ilişkilerini bu açıdan ele alıp genel bir çerçeveye
oturttuktan sonra, Türkiye’den bir eğitim kurumunun Al‐
manya’da yükseköğretim alanında yaptığı özel bir girişim
sonucu oluşan eğitim kurumlarını ve bunların iki ülke açısın‐
dan yarattığı olanakları tartışmayı amaçlıyor. Bahçeşehir Üni‐
versitesi nin 2012 yılında yurtdışı şube kampüsü olarak Ber‐
lin de kurduğu kampüste yürütülen eğitim faaliyetleri, kısa
sürede yeni bir eğitim kurumunun oluşması için gerekli zemi‐
ni hazırladı. Uluslararası bir kimliğe ve vizyona sahip, BAU
Küresel Üniversite Ağı’nın bir kurumu olan “BAU International
Berlin – University of Applied Sciences”2, 2014 yılında Ber‐
2
BAU International Berlin – University of Applied Sciences, 2014 yılında
Alman yasalarına göre Berlin’de kurulan üniversitenin resmi ismidir ve
tüm resmi dokümanlarda İngilizce olarak kullanılmaktadır. Makalenin
566
lin’de, bir Alman üniversitesi olarak kuruldu. Bu çalışmada,
kuruluşu Türk‐Alman Araştırma, Eğitim ve İnovasyon Yılı’na
denk gelen ve bu alanda ilk örneği teşkil eden bu üniversite‐
nin kurulma sürecindeki etkenler, eğitim modeli ve amaçları
incelenecek, Alman‐Türk yükseköğretimine katkısı değerlen‐
dirilecektir.
Türk‐Alman Ulusaşırı Yükseköğretim Faaliyetlerine Ve
İşbirliklerine Genel Bakış:
Geçen yüzyıldan beri devam eden beyin göçü ve dolaşımı,
1960’lardan sonra iş gücü olarak Türkiye’den Almanya’ya hız
kazanan göç ve karşılıklı yapılan sanayi yatırımları, günümüz
Türkiye ve Almanya’sında kültür, eğitim ve bilim alanında
yaşanan gelişmelere ve işbirliğine zemin hazırlamıştır. Uzun
bir geçmişe ve geleneğe sahip Türk‐Alman akademik ve bi‐
limsel işbirliği, 21. yüzyılda kurumsallaşarak yoğunluk ka‐
zanmaktadır. Her iki ülkenin hem devlet hem özel kurum ve
kuruluşları, bu işbirliğinin gelişmesine destek vererek yeni
girişimlerin ve kurumların oluşmasını sağladılar. Son yıllar‐
daki en önemli oluşumlar arasında, Ernst‐Reuter‐İnisiyatifi
Kültürlerarası Diyalog ve Anlayış (2006), Tarabya Kültür
Akademisi (2011), son olarak da Türk‐Alman Üniversitesi nin
İstanbul’da kurulması (2013) yer almaktadır. Kültürel ve bi‐
limsel alanlarda devam eden işbirliğini daha da güçlendirme‐
yi, iki toplumun birbirini anlayarak yakınlaşmasını ve verimli
bir diyaloğun geliştirilmesini amaçlayan bu çalışmaları ve
kurumları, iki ülkenin dış siyaseti ve yükseköğretimde uygu‐
ladığı uluslararasılaşma stratejilerini biçimlendirmiştir.
bundan sonraki kısmında ismi kısaltılarak “BAU International Berlin Üni‐
versitesi” olarak kullanılacaktır.
567
Bilim ve Araştırma Bakanlığı temsilcisi Peter Webers 2013
yılında yaptığı bir konuşmada, Almanya’nın uluslar‐
arasılaşma stratejilerinin esas amacının, hem gelişmekte olan
ülkelerle hem de ileri teknolojiye sahip ülkelerle eğitim, araş‐
tırma ve gelişme alanlarındaki işbirliğini güçlendirmek oldu‐
ğunu vurguladı. Webers, “uluslararasılaşma stratejisinin te‐
meli, kendi gelişmemizin yanında ortaklık yaptığımız ülkenin
çıkarına da uzun vadeli ilgi duymamızdır” (Esen & Borde,
2013: 18) sözleriyle Almanya’nın yaklaşımını özetliyor. Bu
kapsamda Almanya’nın yükseköğretimde ulusaşırı faaliyetleri
açısından öne çıkan kurumları, Alman devletinin desteği ve
işbirliğiyle Almata, Amman, Kahire ve İstanbul’da kurulan
üniversitelerdir. Yurtdışından en iyi araştırmacıları ve üniver‐
site öğrencilerini Almanya’ya çekmeyi hedefleyen ve iki ülke
işbirliğinde kurulan bu üniversitelerin yoğunlaştığı coğrafya‐
lar, aynı zamanda Almanya’nın teknoloji, araştırma ve eğitim
alanında gelecekte yapmayı planladığı yatırımların da göster‐
gesidir. Almanya nın sahip olduğu yüksek teknoloji ve bilgi
transferiyle yeni coğrafyalarda dil yetkinliği de kazanan do‐
nanımlı iş gücü yetiştirme çabasını, hem o ülkeler hem de
Almanya açısından bir kazanım olarak değerlendirmek müm‐
kündür.
Türkiye yükseköğretiminin uluslararasılaşması, öncelikle
öğrenci ve öğretim elemanı hareketliliği olmak üzere çeşitli
biçimlerde gerçekleşmiştir. Türkiye yükseköğretim alanının
Bologna süreciyle uyumlulaştırılması, Türk ve Avrupa üniver‐
siteleri arasındaki işbirliklerinin gelişmesini sağlamıştır.
SUNY programları dahil, 2005’ten bu yana Türk ve dünya
üniversiteleri arasında 176 adet ortak diploma programı pro‐
568
tokolü imzalanmıştır3. Uluslararasılaşma çalışmalarına ku‐
rumsallaşmaya dayalı yeni bir boyut kazandıran model ise,
1990’lardan bu yana Türkiye’nin yurt dışında üniversite aç‐
ması ve diğer ülkelerle birlikte Türkiye sınırları içerisinde
ortak üniversiteler kurması olmuştur. Bu kapsamda Türki‐
ye’nin Fransa, Kazakistan, Kırgızistan ve Almanya ile yaptığı
ikili anlaşmalar yoluyla Galatasaray Üniversitesi (İstanbul),
Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Turk‐Kazak Universitesi
(Türkistan), Turkiye‐Kırgızistan Manas Universitesi (Bişkek)
ve Türk‐Alman Üniversitesi (İstanbul) kurulmuştur. Türki‐
ye’de bu alanda yapılan işbirliklerinde, ikili ülkelerle mevzuat
uyuşmazlıkları ve yönetişim anlayışı farklılıklarından dolayı
pek çok sorunla karşılaşıldığı gözleniyor. Aynı şekilde, Türki‐
ye üniversitelerinin yurtdışında, dünya üniversitelerinin Tür‐
kiye’de şube‐kampüs açabilmeleri için mevzuat değişikliğine
ihtiyaç olduğu görülmektedir. Bu nedenle, devlet üniversitele‐
rinin bu alandaki girişimleri ODTÜ ve İTÜ’nün KKTC’de
kurduğu kampüslerle sınırlıdır. Vakıf üniversiteleri arasında
ulusaşırı yükseköğretim modelini hataya geçiren ilk ve tek
örnek ise Bahçeşehir Üniversitesi’nin Türkiye dışında kurdu‐
ğu şube kampüslerdir. Ayrıca, Bahçeşehir Üniversitesi nin de
üyesi olduğu BAU Küresel Üniversite Ağı çatısı altında, biri
Almanya da (BAU International Berlin – University of Applied
Sciences) diğeri Amerika Birleşik Devletlerin de (BAU
International University Washington D.C.) kurulan iki üniver‐
site bulunmaktadır.
3
Türk üniversitelerinin uluslararası işbirlikleriyle ilgili ayrıntılı bilgiye
YÖK web sayfasından ulaşılabilir: http://yolharitasi.yok.gov.tr/docs/
YuksekogretiminUluslararasilasmasi.pdf
569
BAU International Berlin ‐ University of Applied Sciences:
Süreçler, Hedefler ve Fırsatlar
Sanat ve kültürel açıdan dünyanın en zengin merkezlerinden
biri olan, Avrupa’nın en güçlü ekonomisine sahip Almanya ‐
nın başkentinde yer alan Bahçeşehir Üniversitesi Berlin
Kampüsü, 2012 yılında kuruldu. Berlin Kampüsü’nün amacı,
bir taraftan, bir dönemlik eğitim programları veya yaz okulla‐
rıyla Bahçeşehir Üniversitesi öğrencilerine Berlin de eğitim
imkanı sunarak kültürlerarası deneyim kazandırmak ve eği‐
tim gördükleri alanlarda küresel bir bakış açısı sağlamaktır;
diğer taraftan, Almanya’dan kayıt yaptıran Bahçeşehir Üni‐
versitesi öğrencilerine, Mimarlık, İç Mimarlık, İşletme, Sine‐
ma‐Televizyon ve Hukuk dahil beş bölümün programlarına
Berlin’de başlayıp İstanbul’da devam etmelerini sağlamak ve
mezun olana kadar diğer yurtdışı şube kampüslerde de eğitim
alma imkanı sunmaktır. Ayrıca, Türk‐Alman eğitim ve kültü‐
rel işbirliklerini geliştirmeye yönelik programlar, etkinlikler ve
projeler yürütmek de bu kampüsün hedefleri arasında yer alır.
Bahçeşehir Üniversitesi nin Berlin Kampüsü’nde, hukuk,
mühendislik, işletme, mimarlık ve tasarım, iletişim gibi olduk‐
ça geniş disiplinleri kapsayan alanlarda, İstanbul da yürütülen
programlara paralel eğitim veriliyor. Bulunduğu ülkenin ta‐
rih, dil, kültür gibi toplumsal özelliklerini öğretmeye yönelik
kültürlerarası ve disiplinlerarası ‐Almanca dil dersleri; Ber‐
lin’in sosyo‐kültürel tarihi; ikinci dünya savaşı sonrası Al‐
manya gibi konuları kapsayan‐ seçmeli dersler de sunularak
öğrencilerin uluslararası yetkinlik ve donanım kazanmaları
hedefleniyor. Ağırlıklı olarak Berlin ve çevresinden gelen öğ‐
retim üyeleriyle yürütülen dersler, saha ve sektör gezileriyle
ve uzmanların katılımıyla zenginleştirilerek öğrencilerin eği‐
570
tim aldıkları alanlarda Almanya yı daha yakından tanımaları‐
nı ve bu alanlarda staj yapma imkanı da sağlanıyor.
Berlin Kampüsü, çeşitli alanlarda verdiği eğitimin yanı sı‐
ra özellikle Berlin ve çevresinde bulunan üniversiteler ve ku‐
rumlarla işbirliğinde projeler ve akademik faaliyetler de yü‐
rütmektedir. Örneğin, Bahçeşehir Üniversitesi’nin Berlin Dev‐
let Müzeleri Genel Müdürlüğü‘yle imzaladığı işbirliği çerçe‐
vesinde, Berlin Kampüsü, Berlin İslam Eserleri Müzesiyle
birlikte iki yıldır devam eden Kültür Öyküleri ortak eğitim
projesini yürütmektedir4. Çok kültürlülüğü, İslam sanat ve
kültür tarihini, kültürlerarası etkileşimi vurgulayan, Türkçe ve
Almanca olmak üzere iki dilde üretilen eğitim malzemeleri
hali hazırda Almanya’nın yüzlerce orta dereceli okullarında
ek eğitim malzemesi olarak kullanılmaktadır.
Bahçeşehir Üniversitesi Berlin Kampüsü nün fiziksel var‐
lığı ve yüzyüze ikili görüşmeler açısından ulaşılabilir olması,
Alman üniversiteleri ve bilimsel kurumlarıyla Bahçeşehir
Üniversitesi ve diğer Türk kurumları arasında işbirliği ve or‐
tak projeler geliştirme konusunda önemli bir iletişim ağı oluş‐
turmuş ve aracı rol üstlenmiştir. Örneğin, Max Planck
Society’nin “Bilim Tüneli“ sergisini Türkiye’ye getirme proje‐
si, sergi direktörünün Berlin Kampüsüyle temasa geçmesi ve
işbirliği talebinde bulunmasıyla başlamıştır.5 2014 Türk‐Alman
Araştırma, Eğitim ve İnovasyon Yılı kapsamında, Berlin
4
5
Kültür Öyküleri projesiyle ilgili daha geniş bilgiye web sayfasından ulaşı‐
labilir: www.kulturgeschichten.info
Dünyanın çeşitli ülkelerini dolaşan Bilim Tüneli sergisi, Bahçeşehir Üni‐
versitesi ve Max Planck Society işbirliğinde 18 Ekim 2014 – 12 Şubat 2015
tarihleri arasında İstanbul’da sergilenmiş ve dünyada başka benzeri ol‐
mayan bu sergi yeni yüzyılın bilim ve teknolojileriyle ilgilenen yeni ziya‐
retçilere kapılarını açmıştır. Sergiyle ilgili ayrıntılı bilgi için bkz.
http://www.sciencetunnel.de
571
Kampüsü, Humboldt Üniversitesi, Bremen Üniversitesi, Berlin
Teknik Üniversitesi, Köln Üniversitesi gibi Almanya nın köklü
üniversiteleriyle işbirliğinde, Türk ‐ Alman ilişkileri üzerine
çeşitli akademik ve kültürel etkinlikler organize etmiştir. Yine
2014 Türk‐Alman Araştırma, Eğitim ve İnovasyon Yılı kapsa‐
mında, Alman Bilim ve Araştırma Bakanlığı nın sağladığı
destekle, Duisburg‐Essen Üniversitesi ortaklığıyla Türk ve
Alman toplumları arasındaki basmakalıp imgeleri ve önyargı‐
ları inceleyen bir araştırma projesi yürütmektedir.6 Bu araş‐
tırmanın ikinci aşamasında, farklılıkların iki toplumu birbi‐
rinden uzaklaştırmak yerine zenginleştirici bir kültür oluşma‐
sına yönelik, strateji ve politikalar üretebilecek ilgili kurumlar‐
la işbirliğinde çalışmayı amaçlayan uzun süreli bir projenin
geliştirilmesi planlanmaktadır.
Bahçeşehir Üniversitesi Berlin Kampüsü çatısı altında son
iki yıldır yürütülen bu çalışmalarla, iki ülke arasında eğitim,
sosyal ve kültürel alanlarda var olan ilişkilerin güçlendirilme‐
sine katkıda bulunmak, aynı zamanda Almanya daki Türk
toplumunun gençlerine Berlin ve İstanbul’da eğitim alabile‐
cekleri yeni imkanlar sunarak, her iki ülkenin ihtiyaçlarına
yönelik nitelikli insan gücü kazandırmak ve beyin dolaşımını
mümkün kılmak hedeflendi. Berlin Kampüsü nün Alman‐
ya’da ilk kurulan (ve hala başka örneği olmayan) bir Türk
üniversitesinin şube kampüsü olarak yukarıda belirtilen faali‐
yetleri başarılı bir şekilde yürütmesinde, Almanya’nın yükse‐
köğretim ve bilimsel kurumlarının gösterdiği işbirliğinin ve
verdiği desteğin önemli rol oynadığını vurgulamak gerekir.
Bu süreçte, Alman bilim kurumları, üniversiteleri ve Berlin
6
“Almanya‐Türkiye Stereotip“projesiyle ilgili detaylı bilgiye proje web
sayfasından ulaşılabilir:
https://www.uni‐due.de/daz‐daf/beschreibungstereotype.php
572
Eğitim Senatosu’yla yakından çalışmak, Türk‐Alman yükse‐
köğretim sistemlerinin karşılaştırmasını ve sentezini yapma‐
mızı sağladı. Kazanılan son derece değerli bu deneyim, ulus‐
lararası vizyonu olan, uluslararası öğrenci profilini hedefleyen
BAU International Berlin ‐ Uygulamalı Bilimler Üniversitesi’ni
kurmaya götüren yolu açtı. Alman kanunlarına göre kurulan
BAU International Berlin Üniversitesi 2014‐2015 akademik yılı
güz döneminde ilk öğrencilerini kabul ederek Berlin’de eğitim
hayatına başladı.
2014 yılı itibarıyla Berlin eyaletinde kurulan 31. özel üni‐
versite statüsüne sahip BAU International Berlin’i, diğer üni‐
versitelerden farklılaştıran pek çok özelliği bulunuyor. Önce‐
likle, Bahçeşehir Üniversitesi´nin oluşturduğu BAU Küresel
Üniversite Ağı içerisinde yer alan bir üniversite olduğundan,
BAU International Berlin bu ağın çatısı altında Kuzey Ameri‐
ka’da, Avrupa’da ve Asya’da kurulan üniversite ve şube
kampüslerin sunduğu olanaklardan ‐eğitim, araştırma ve staj
alanlarında‐ yararlanabileceği çok geniş uluslararası işbirlikle‐
rine sahiptir. Uluslararası vizyonunun temelinde yatan böyle
bir avantaj ile BAU International Berlin Üniversitesi, Ber‐
lin’deki yükseköğretim dünyası içerisindeki yerini almıştır.
Dünyanın çeşitli ülkelerinde bulunan BAU kurumlarında,
kültürlerarası deneyim de kazandırarak öğrencilerin eğitim
aldıkları alanlara uzmanlaşmasını sağlayan bu eğitim modeli,
öğrenciler açısından bir ayrıcalık oluşturur. Aşağıda incelene‐
ceği üzere, küresel üniversite ağına ait bir kurum olan BAU
International Berlin’in eğitim programlarının içeriği, eğitim
dili ve öğrenci hedef kitlesi de uluslararası bir niteliğe sahiptir.
Alman yükseköğretim yasası ve standartlarıyla kurulan
BAU International Berlin Üniversitesi’nin eğitim anlayışı,
“uluslararası, disiplinlerarası ve kültürlerarası“ olmak üzere
573
üç temel unsura sahiptir. Akademik birimleri dört bölüm ‐İç
Mimarlık, Ürün Tasarımı, İletişim Tasarımı, İşletme‐ ve bir
araştırma enstitüsünden oluşuyor. BAU International Berlin’in
vizyonunu ve eğitim modelini oluşturan temel unsurlar, prog‐
ramların hazırlanma sürecinde de belirleyici olup ders prog‐
ramlarının içeriğine yansıtıldı. Eğitim dili günümüz dünyası‐
nın lingua franca’sı olarak kabul gören İngilizcedir. Ancak,
bölümlerin ders programlarına ek olarak yabancı öğrenciler
için Almanca dil dersleri sunulmaktadır. Burada amaç, Al‐
manca bilmeyen yabancı öğrencileri üç veya dört yıl (İngilizce
Hazırlık yılıyla birlikte) BAU International Berlin’de eğitim
gördükten sonra Almanca dil yeterliliğine sahip bir şekilde
mezun etmektir. BAU International Berlin Üniversitesi’nin
eğitim dilinin İngilizce olması ve Almanca öğretme konusun‐
daki
stratejisi,
DAAD’nin
Alman
üniversitelerinin
uluslararasılaşma strateji ve politikalarına yönelik önerileriyle
uyum gösterir (detaylı bilgi için bkz. GWK, 2013). Dolasıyla,
BAU International Berlin Üniversitesi’nin Almanya’da az sa‐
yıda sunulan İngilizce lisans programlarının çeşitliliğini artıra‐
rak, Almanya’nın uluslararası yükseköğretim pazarındaki
seçeneklerine küçük ölçekli de olsa katkıda bulunduğunu
iddia etmek yanlış olmaz.
BAU International Berlin Üniversitesi’nin vizyonunu ve
hedeflerini oluşturan özellikler, doğal olarak öğrenci hedef
kitlesini de biçimlendirmektedir. Yerel ve uluslararası öğrenci‐
lerin yanı sıra üçüncü ve ayrı bir kategori olarak hem Türki‐
ye’de hem de Almanya’da yaşan Türk toplumunun gençleri
tanımlanabilir. Bu öğrenci grubunun ayrı bir kategori olarak
tanımlanmasının nedeni, BAU Küresel Üniversite Ağı‘nın mer‐
kezinin İstanbul olması, dolayısıyla bu organik bağdan dolayı
Türkiye’den gelecek öğrenciler için ayrı bir cazibesinin olması,
574
aynı zamanda 2012’den bu yana Berlin Kampüsü’nün hem
Bahçeşehir Üniversitesi öğrencilerine hem de Almanya’da
yaşayan Türk toplumuna yönelik sunduğu eğitim çalışmaları‐
dır. Yaklaşık 3 milyon nüfusa sahip bu topluma iki ülkenin
eğitim sistemlerini ve kültürlerini bir araya getirerek sunabi‐
len, çeşitli iletişim araçlarıyla ve eğitim faaliyetleriyle bilgilen‐
dirilen ve kabul gören Almanya’daki tek yükseköğretim ku‐
rumu olmasıdır. Bu özellikler ve deneyim üzerine inşa edilen
BAU International Berlin Üniversitesi’nin, Türk toplumunun
gençlerine sunduğu yükseköğrenim olanakları, Almanya’nın
diğer üniversitelerinden farklı bir konuma sahiptir. BAU
International Berlin’de okumayı tercih eden Türkiye kökenli
bu öğrencilere ileri derece Türkçe dil dersi imkanı da sağlana‐
rak, üç dile ‐Almanca, Türkçe ve İngilizce‐ hakim bir şekilde
mezun olmaları amaçlanıyor. Sonuç olarak, BAU International
Berlin Üniversitesi bu öğrencilere, Almanya ve Türkiye´nin
yanı sıra dünyanın çeşitli yerlerinde çalışabilecekleri donanı‐
ma sahip kültürlerarası yetkinliklere önem veren, kariyer se‐
çeneklerini genişleten bir eğitim anlayışı sunuyor.
BAU International Berlin Üniversitesi nin yukarıda anlatı‐
lan özellikleri ve eğitim modeli, Wissenschaftsrat (Alman Bi‐
lim Kurulu) tarafından son derece olumlu karşılanmış ve de‐
ğerlendirme raporunda şu şekilde ifade edilmiştir: Küresel
bir yükseköğretim ağına sahip BAU International Berlin Üni‐
versitesi, çeşitli ülkelerde öğrencilerine sunduğu eğitim ve staj
imkanlarıyla diğer özel üniversiteler arasında fark yaratmak‐
tadır. Üniversitenin yenilikçi, iddialı ve uygulamaya yönelik
eğitim programları, öğrencilerin aynı zamanda kültürel ve dil
potansiyellerini geliştirmeyi, sosyal gelişmelere ve kültürlera‐
rası becerilere sahip mezunlar yetiştirmeyi hedefliyor.
Bahçeşehir Üniversitesi ile olan organik bağı ve bir süredir
575
Berlin de şube‐kampüs olarak devam eden faaliyetlerin ka‐
zandırdığı deneyimle kurulmuş olması nedeniyle, BAU
International Berlin Üniversitesi nin, Türkiye‐Almanya ara‐
sındaki akademik işbirliğinin gelişimi açısından önemli bir
etki yaratacağına inanıyoruz . Alman yükseköğretiminin en
üst makamının, Türk‐Alman ulusaşırı bir üniversitenin kuru‐
luşundaki bu olumlu değerlendirmesi, BAU International
Berlin Üniversitesi ni iki ülkenin yükseköğretimi bağlamında
belli bir yere oturtmuş ve önemli anlamlar ve sorumluluklar
yüklemiştir.
Eğitim hayatına yeni başlayan BAU International Berlin
Üniversitesi, günümüz bilgi toplumunun değişim ve ihtiyaçla‐
rına yanıt verebilecek, uluslararası rekabetin dinamiklerini
verimli işbirliklerine dönüştürebilecek bir eğitim modeli uygu‐
lamayı hedeflemektedir. Bu çerçevede, yukarıda belirtilen
bölümlere ek olarak orta vadede, okul öncesi eğitmenliği, has‐
ta bakımı ve psikoloji gibi Almanya’nın gittikçe yaşlanan refah
toplumunun ihtiyaçlarını ve bu alanlardaki çok dilli uzman
açığını karşılamayı amaçlayan yeni lisans programlarının
açılması planlanıyor. Aynı şekilde, bilişim ve teknoloji alanın‐
da yaşanan gelişmelerin zemin hazırladığı bilgi ekonomisi için
‐özellikle Almanya ve Türkiye için‐ ihtiyaç duyulan uzmanlık
alanlarına yönelik eğitimli, analiz edebilen, gelişmiş genç be‐
yinler yetiştirmeyi hedefleyen yüksek lisans programlarının
hazırlıkları devam ediyor.
BAU International Berlin Üniversitesi’nin eğitime başla‐
dığı ilk yılda kurulan araştırma enstitüsünü de üniversitenin
misyon ve hedefleri bağlamında değerlendirmek gerekir.
Araştırma enstitüsünün iki temel amacı bulunmaktadır: birin‐
cisi, hem öğrenciler hem öğretim üyeleri açısından araştırma
projeleriyle eğitimin niteliğini artırmak; ikincisi, özellikle Tür‐
576
kiye ve Almanya üzerine yoğunlaşan karşılaştırmalı araştır‐
malar yapılmasını sağlamak için genç araştırmacılara yeni bir
platform ve fırsat sunarak uluslararası ve kültürlerarası araş‐
tırmaların yapıldığı merkez kurumlardan biri haline gelmek.
Bu çerçevede araştırma enstitüsü, özellikle 2014 Türk‐Alman
Araştırma, Eğitim ve İnovasyon yılı kapsamında sağlanan
araştırma ve işbirliği fonlarının ve girişimlerinin devamı ve
sistematik bir şekilde gelişimi için iki ülke arasında etkin bir
rol üstlenmeyi de hedeflemektedir. Devlet kurumları, üniver‐
siteler ve sanayi işbirlikleri faaliyetlerinin her iki ülkede daha
etkin ve karşılıklı etkileşim içerisinde yürütülmesi, yeni tekno‐
lojik yatırımları ve bilimsel ortaklıkları teşvik ederek beyin
dolaşımına hız kazandıracaktır.
Sonuç
Uluslararası bir yapılanmaya ve vizyona sahip Türkiye’den
bir eğitim kurumunun kurduğu ve alanında tek örnek olan
BAU International Berlin Üniversitesi, Türk‐Alman yükseköğ‐
retim işbirliklerine yeni bir boyut kazandırmıştır. İki ülkenin
yükseköğretim kültür ve geleneklerini bir araya getirerek
oluşturduğu sentezi, yenilikçi bir modelle uluslararası üniver‐
site pazarına taşıyan BAU International Berlin Üniversitesi,
Türk‐Alman işbirliğinde dengeli bir etkileşimin örneğini oluş‐
turur. İstanbul’da kurulan Türk‐Alman Üniversitesi yle, nere‐
deyse eş zamanlı, özel bir girişimle Berlin’de BAU
International Berlin Üniversitesi’nin kurulması, Türk‐Alman
yükseköğretim alanındaki işbirliğinin kurumsallaşarak geliş‐
tiğini gösteren önemli bir adımdır. İki devletin işbirliğiyle
kurulan kurumların üstlendiği lokomotif roller gibi, BAU
International Berlin Üniversitesi de mevcut işbirliğini derinleş‐
tirecek lokomotiflerden biri olmayı hedeflemektedir. Uzun bir
577
geçmişe ve geleneğe sahip Türk‐Alman akademik ve bilimsel
işbirliğinin verimli bir şekilde devam etmesi için, 21. yüzyılın
ihtiyaçlarına cevap verebilen, kültürlerarası değerleri ve dene‐
yimleri yeni nesillere aktarabilen, uluslararası rekabetin dina‐
miklerini başarılı bir şekilde analiz edebilen, bu çalışmada
verilen örneklere benzer, daha fazla eğitim kurumlarına ihti‐
yaç vardır.
UNESCO verilerine göre 4 milyona yaklaşan uluslararası
öğrenci pazarının 2020 yılında 7 milyona ulaşması bekleniyor.
Küreselleşmenin yükseköğretim alanındaki göstergeleri olan
uluslararası öğrenci hareketliliğinin artışı, bilginin çok yönlü
akışkanlığı gibi etkenler, tüm ülkelerin yükseköğretim strateji ve
politikalarını yeniden değerlendirmelerini ve küresel değişimlere
kendi çıkarları doğrultusunda yanıt vermelerini gerektirecektir.
Bu gelişmeler, bilgi toplumunun ihtiyaçlarını karşılayacak nite‐
likli insan gücü yetiştirmenin ve beyin dolaşımını mümkün kıla‐
cak unsurları sağlamanın daha da önem kazanacağına işaret
ediyor. Dolayısıyla, Türk‐Alman yükseköğretim işbirliklerinin
orta ve uzun vadede bir sinerji oluşturup daha fazla kurumsalla‐
şarak devam etmesi kaçınılmaz görünmektedir.
Kaynakça
“Almanya‐Türkiye Stereotip” projesi: https://www.uni‐due.de/daz‐
daf/beschreibungstereotype.php
ALTBACH, P.G., REİSBERG, L. & RUMBLEY, L.E. (2009), Trends in
Global Higher Education: Traking an Academic Revolution.
UNESCO 2009 World Conference on Higher Education,
France
C‐BERT Branch Campus Listing (August 2014), http: //www.
globalhighered.org/branchcampuses.php
Gemeinsame Wissenschaftskonferenz (GWK) (2013), Strategie der
Wissenschaftsminister/innen von Bund und Ländern für die
578
Internationalisierung der Hochschulen in Deutschland 2013.
http://www.kmk.org/fileadmin/veroeffentlichungen_beschlue
sse/2013/2013_Strategiepapier_Internationalisierung_Hochsch
ulen.pdf
Projekt „Kulturelle Erzählungen“, www.kulturgeschichten.info
Science‐Tunnel‐Ausstellung, Max Planck Society, http://www.
sciencetunnel.de
WEBERS, P. (2013), Eröffnungsrede, Türkei und Deutschland, Band
II: Gesellschaft, Gesundheit und Forschung in der Bildung,
Schulwesen und Zusammenarbeit, Esen E. & Borde T. (Hrsg.),
Druckerei Sisal, Ankara, 15‐21
YÖK website: http://yolharitasi.yok.gov.tr/docs/Yuksekogretimin
Uluslararasilasmasi.pdf
579
Türk‐Alman Kültür İlişkilerinde
Yunus Emre Enstitüsü
Yılmaz BULUT
Yunus Emre Vakfı ve Yunus Emre Enstitüsü
Yunus Emre Vakfı Türkiye’yi tanıtmak amacıyla kurulmuş bir
kamu vakfıdır. Vakfın amaçları arasında kültürel mirası başta
olmak üzere Türkiye’yi, Türk dilini, sanatını tanıtmak; Türki‐
ye’nin diğer ülkeler ile dostluğunu geliştirmek; kültürel alış‐
verişini artırmak, bununla ilgili yurt içi ve yurt dışındaki bilgi
ve belgeleri dünya halklarının istifadesine sunmak; Türk dili,
kültürü ve sanatı alanlarında eğitim almak isteyenlere yurt
dışında hizmet vermek bulunmaktadır.
Vakfın amaçlarını gerçekleştirmek üzere merkezi Anka‐
ra’da bulunan Yunus Emre Enstitüsü kurulmuştur. Enstitü
yurt dışında Yunus Emre Türk Kültür Merkezleri aracılığıyla
faaliyet yapmaktadır. Almanya’da kültür merkezleri resmi
olarak faaliyete geçmemiştir. Berlin ve Köln’de iki temsilcilik
bulunmaktadır. Bu temsilcilikler ağırlıklı olarak altyapı hazır‐
lamakta ve kültür faaliyetlerine destek sağlamaktadır. Dolayı‐
sıyla Almanya bağlamında tecrübe alanı henüz sınırlıdır. Aşa‐
ğıda Yunus Emre Enstitüsü’nün faaliyet alanları ve Türk Al‐
man ilişkileri bağlamında zamanla görebileceği işlevler tanıtı‐
580
lacaktır. Ardından Türk‐Alman bilimsel işbirliği bağlamında
enstitünün verebileceği katkılara değinilecektir.
Türk Kültür Merkezlerinin Faaliyet Alanları
Yunus Emre Türk Kültür Merkezleri genelde Türkçe öğretimi
ve Türk kültürünün tanıtımı faaliyetlerinde bulunmakta ve
ülkeler arasında kültürel işbirliği geliştirmektedir. Bu bağlam‐
da gösterilen faaliyetler genel hatlarıyla şöyle sıralanabilir:
Merkezler,
1. Türkiye ile diğer ülkeler arasında kültürel ilişkilerde
yeni imkanlar üretmektedir. Dünya halklarının birbir‐
lerinin dil ve kültürlerini tanıdıkça daha hoşgörülü
olacaklarına inanarak, bu doğrultuda kültürlerarası
anlayışı ve diyaloğu artırmak istemektedir.
2. Vakıf amaçları doğrultusunda Türk kültürünün, tari‐
hinin, dilinin ve edebiyatının daha iyi tanıtılması ve
öğretilmesi için çalışmalar yapmaktadır.
3. Türk kültürü, tarihi ve edebiyatının yurtdışında tanı‐
tılması için çalışmaktadır.
4. Avrupa Birliği Dil Portfolyosu çerçevesinde, özel im‐
kanlarla donatılmış sınıflarda, yetkin okutmanlar ara‐
cılığıyla isteyen herkese Türkçe öğrenimi hizmeti
vermektedir.
5. İlgilenenlere yemek kültüründen el sanatlarına, sine‐
madan edebiyata kadar Türkiye’ye ilişkin hemen her
alanda bilgi sunmaktadır.
6. İşbirliği anlaşmaları çerçevesinde, öğrenimini Türki‐
ye’de yapmak isteyenlere danışmanlık hizmeti ver‐
mektedir.
7. Türkiye’ye ilişkin önemli bir kaynak işlevi görmekte‐
dir. Uzmanlar tarafından içeriği belirlenen kütüphane
581
ve çalışma odalarıyla araştırmacılara hizmet vermek‐
te, Türkiye’yi tanımak isteyenlere imkan sağlamakta‐
dır.
8. Türkçe Yeterlik Sınavı oluşturarak Türkçe öğretimi ve
sertifikalandırma
standartlarını
belirlemektedir.
Türkçe Yeterlik Sınavı, Türkiye üniversitelerinde ge‐
çerli uluslararası bir sınav sistemidir.
9. Konser, sergi, panel, söyleşi ve fuar gibi etkinliklerle
Türkiye’nin kültürel birikimini dünya halklarına ta‐
nıtmaktadır.
10. Yaz okullarında dünyada konuşulan Türkçeyi Türki‐
ye’de buluşturmaktadır.
11. Düzenlenen kurslarla hem Türk sanatının dünyaca
tanınmasına yardım etmekte hem de gençlerin kişisel
gelişimlerine katkıda bulunmaktadır.
12. Farklı kurumlarla işbirliği içerisine girerek bilimsel
çalışmaları desteklemekte ve ortaya çıkan sonuçları
çeşitli yayınlar vasıtasıyla kamuoyuna duyurmak
amacına yönelik faaliyetler gerçekleştirmektedir.
Yunus Emre Enstitüsü, çok dilli, çok kültürlü demokratik
ve barışçıl bir dünya tasarımının ürünüdür. Enstitü, dünyaya,
büyük Türk mutasavvıfı Yunus Emre’nin bütün halklara sev‐
giyle bakan gözüyle bakıyor. Yunus Emre gibi tanışmayı bi‐
lişmeyi hedefliyor.
Türk‐Alman İlişkilerinde ‘İmaj Ve Algı’ Sorunu
Türk‐Alman ilişkileri tarihsel olduğu kadar güncel öneme de
sahiptir. İki ülkeyi birbirine bağlayan çok boyutlu yoğun iliş‐
kiler mevcuttur. Ticaret, turizm, Almanya’da yaşayan Türkiye
kökenli insanlar, II. Dünya savaşında Türkiye’ye sığınan Al‐
manlar, Batı ile bütünleşme siyasetleri, Türkiye’nin Avrupa
582
Birliği ile yürüttüğü müzakereler gibi önemli ortak paydalar
bulunmaktadır. İki ülkenin birbirine atfettiği önem, uluslara‐
rası alanda ilişkileri canlı tutmaktadır.
Yoğunluğuna rağmen, siyasi ilişkilerin kırılgan ve inişli
çıkışlı olduğu tespit edilebilir. Bunda iki ülke arasında sosyal
ve kültürel mesafenin yol açtığı iletişim engellerinin pay sahi‐
bi olduğu gözden kaçmaz. İletişim zorluklarına yol açan genel
sebepler ise şöyle sıralanabilir:
1) Alman kamuoyunda olumsuz Türk ve Türkiye algısı,
imajı ve önyargıları mevcuttur. Bunların tarihsel ze‐
mini ve gelişimi bulunmaktadır. Türkler tarihte
Hristiyan kimliğinin zıttı ve bir tehlike kaynağı ola‐
rak algılanmışlardır.
2) Türkiye’den Almanya’ya gelen göçmen işçiler ve kü‐
reselleşme sonucu, uzakta olan ‘ötekiler’ ile fiziki me‐
safe kalkmıştır. Ortaya çıkan bu yakınlık, adeta tehli‐
kenin de yakına gelmiş olması gibi algılanmaktadır.
Türk ve Müslüman kimliğinden farklılık, etkili grup‐
lar tarafından kendi kimliğinin güçlendirilmesi için
araçsallaştırılmaktadır.
3) Kültürel farklılık algılayışının doğurduğu sosyo‐
psikolojik mesafe sonucu, Alman Toplumunun gene‐
li, Türk kültürüyle empati kuramamakta ve bu kesim
Türkler ile kültürlerarası iletişime kayıtsız kalmakta‐
dır. İlgili gözüken gruplar ise genelde ya taraflı yak‐
laşmakta ya da adeta “moral terbiyecilik” tavrı içinde
bulunmaktadırlar.
4) Almanya’da yaşayan Türkler sebebiyle medya, siya‐
set ve kamuoyunda Türkiye’nin sorunları sık tartı‐
şılmaktadır. Tartışma şeklinin hissi olması ve olgu
583
5)
6)
7)
8)
9)
584
temelinden yoksun olması, tartışmanın niteliksiz ve
suni kalması sonucunu doğurmaktadır.
Almanya’da yaşayan Türklerin uyumu bağlamında
olumsuzlaştırılan Türk imajı, Türkiye algısına da
yansıtılmaktadır. Biri diğerinden bağımsız algılana‐
mamaktadır.
Göçmenlerin uyumu konusu, Almanya’da toplumsal
bir sorun olarak görülmektedir. Neticede uyum me‐
seleleri kültür endeksli algılanmaktadır. Türk kökenli
göçmenlerin anadil ve öz kültürden beslenmesi, onla‐
rın Türkiye’nin güdümüne girmesi ile eşdeğer kabul
edilmektedir. Dolayısıyla bu algılayış, uyum bağla‐
mındaki sorunların uluslararası düzeye taşınması so‐
nucunu beraberinde getirmektedir.
Avrupa Birliği müzakere sürecindeki Türkiye’nin ve
Almanya’da yaşayan Türk Topluluğunun sorunları,
bazı çevrelerde olumsuz anlamda seçim malzemesi
olarak kullanılmaktadır. Böylece uluslararası sorun‐
lar, iç siyaset konusu ve iç siyaset sorunları dış siya‐
set konusu yapılmaktadır.
Almanya’nın Türkiye’de faaliyet gösteren birçok kül‐
tür kuruluşu bulunmaktadır. Türk kamuoyu nezdin‐
de, söz konusu kuruluşların yanlı ve menfaatçi bir si‐
yaset güttüğü, Türkiye’de Alman nüfuzunu arttırma‐
yı hedeflediği şüpheleri ve kanaatleri ifade edilmek‐
tedir. Bu kuruluşların toplumun genel beklentilerini
dikkate almadığı ve resmi birimlerle iyi ilişki kura‐
madığı düşüncesi, güvensizlik sorunu doğurmakta‐
dır.
Alman kamuoyunda Türkiye’den gelen kurum ve
kuruluşların faaliyetlerine karşı şüphe ve önyargı ile
10)
11)
12)
13)
bakılması, aslında olması gereken işbirliği imkânları‐
nın atıl kalmasına yol açmaktadır.
Almanya’da medya, siyaset ve kamuoyuna göçmen
kökenli Türkler ve Türkiye bağlamında taraflı ve
olumsuz söylemler taşınmaktadır. Bunların yaşanılan
gerçeği tanımlama çabası yerine, genelde kendi ön‐
yargılarını perçinlediği ve kendi imajını ürettiği tespit
edilebilir. Yani olgulara kendi tasavvurlarını bürün‐
dürme çabası, imaj yanlışlıklarının oluşmasına, per‐
çinleşmesine ve kamuoyunun yanlış görüş oluştur‐
masına yol açmaktadır.
Türkiye ve Avrupa’da yaşayan Türklerin, toplumda
yeterince kabul görmeme hissiyatından kaynaklanan,
Alman siyaset, medya ve kamuoyuna yönelik tepki‐
sel davranışları bulunmaktadır.
İki ülke arasındaki ilişkiler asimetrik bir düzeyde de‐
vam etmektedir. Bu durumun kendine göre haklı se‐
bepleri bulunmaktadır. Almanya açısından Türkiye,
uzun yıllar kalkınma yardımlarına ihtiyaç duyan ülke
olarak görülmüştür. Fakat ekonomik kalkınmayla
bağlantılı daha bağımsız ve kendine özgü siyaseti
olan Türkiye’ye karşı eşit şartlarda iletişim ve deği‐
şim kanalları hala açılmayı beklemektedir.
Din ve kültür ile ilişkili davranış ve farklılıklar yete‐
rince anlaşılamamaktadır. Bu nedenle günlük hayatta
yanlış anlamalar meydana gelmektedir. Almanlar ül‐
kede yaşayan Türkleri oldukları gibi kabul etmekte
güçlük çekmektedirler. Türkler ise bu durumu kendi
öz kültürlerinin, anadillerinin dolayısıyla da kimlik‐
lerinin Almanlar tarafından itibarsızlaştırılması ola‐
rak algılamaktadır.
585
Türk‐Alman Kültürel İşbirliğine Olası Katkılar
Türkiye ve Almanya birbirleriyle sıkı bağları bulunan, bu se‐
beple de aralarında stratejik işbirliği olması gereken iki ülke‐
dir. Yukarıda zikredilen sorun alanları dikkate alındığında
yeni anlayış köprüleri kurulmalı ve olumlu imaj geliştirmenin
çareleri aranmalıdır. Ortak perspektif oluşturacak ve iletişim
kanalları geliştirecek atılımlar giderek önem kazanmaktadır.
Bu bağlamda kültürel bağlantıların güçlendirilmesi en önemli
faktör olacaktır. Türk‐Alman ilişkilerinde siyasi ve ticari men‐
faatlere odaklanıldığı ve kültürel ilişkilerin ihmal edildiği
iddia edilebilir. Kültürel işbirliği, iki ülke arasında önemli bir
ortaklık faktörü haline getirilmelidir.
Yukarıda bahsedilen iletişim engelleri, Yunus Emre Ensti‐
tüsü’ne Türkiye ve Almanya arasında diyalog ve kültürlerara‐
sı iletişim geliştirilmesinde kilit görevler yüklemektedir. Kül‐
tür Enstitüleri ülkeler arasında kalıcı ilişkilerin kurulması
bakımından anlamlıdır. Alman kültür kurumları, Türkiye’de
uzun yıllardır faaliyet göstermektedir ve sahalarına göre uz‐
manlaşmıştır. Türkiye bu gelişmeye uluslararası alanda Yunus
Emre Kültür Merkezleri aracılığıyla karşılık vermiştir. Bu ne‐
denle Yunus Emre Kültür Merkezleri işlevsel olarak çok amaç‐
lı bir kurum halinde çeşitli görevler üstlenebilir. Bunun için
çok amaçlı ve boyutlu faaliyetlerin geliştirilmesi doğru olacak‐
tır. Bu bağlamda Kültür Merkezlerinin yapacağı anlamlı katkı‐
lar, başlıklar halinde şöyle özetlenebilir:
Almanya’da mevcut önyargıların ve etkileşim engelle‐
rinin azaltılmasına katkı sağlayacaktır.
Bu amaç için çok yönlü diyalog kanalları açmaya çalı‐
şacaktır.
İsteyene Türkçe öğreterek, Türk kültürel mirasını tanı‐
tan kültür programları düzenleyerek, iki toplum ara‐
586
sında kültürlerarası anlayış ve toleransı arttırmaya ve
diyaloğu güçlendirmeye çalışacaktır.
Saygın yerleşik kurum ve kuruluşlarla sosyal bağları
geliştirecek, uzun vadeli işbirliklerin kurulmasını ve
ortak projelerin yapılması teşvik edecektir.
İsteyene çeşitli yöntemlerle Türkiye hakkında güveni‐
lir bilgi sağlayacaktır.
Türkçe dili öğretimi ve Türkçeden çeviri faaliyetleri
artırılacaktır.
Küresel bir boyut alan göç ve uyum sorunlarına karşı
muhatap kuruluşlarla ortak projeler yürütecektir.
Türkiye’nin Avrupa Birliği müzakere sürecinde, AB
ile kültürel diyaloğun artması ortaklık perspektifine
katkı sağlayacaktır.
İki ülke arasında insan kaynakları ve bilgi değişimine
ve sosyal projelerin artırılmasına gayret edecektir.
Türk‐Alman Bilim İşbirliği Bağlamında Katkılar
Yunus Emre Enstitüsü, özünde dil ve kültür kuruluşu olmakla
beraber, bilim kuruluşlarıyla kesişme noktalarına sahiptir. Bu
kesişme noktaları, Türk Dili ve Edebiyatı, Türk Tarihi, Kültü‐
rü, Sanatı, Müziği ve Mimarisi gibi alanlarda bilimsel araştır‐
ma ve öğretim faaliyetlerini kapsamaktadır. Genelde Alman‐
ya’da Türkiyat ve Şarkiyat, Müzik Tarihi, Mimarlık, Güzel
Sanatlar, Sanat Tarihi, Arkeoloji, Tiyatro gibi bölümler ile ya‐
kın çalışmak istenmektedir.
Enstitü, Türk Dili, Tarihi, Kültürü, Sanatı ve Müziği alan‐
larında yetkin akademisyen ve araştırmacıların yetişmesine;
sertifika programları ve eğitim‐öğretim uygulamalarıyla katkı
sağlamak istemektedir. İlgili alanlarda, Türkiye’de araştırma
yapacak bilim adamlarına dil destekleme programları ve burs‐
587
ları verilmekte, Türkiyat araştırmacılarına araştırma bursları
sağlanmakta ve bilim adamı değişimine destek verilmektedir.
Başarılı öğrencilere yaz okullarına katılım destekleri sunul‐
maktadır.
Üniversite bünyesinde kütüphanelere kitap hibe etmekte
ve konu odaklı forumlar oluşturan bilimsel sempozyum,
çalıştay, konferans gibi etkinliklere destek verilmektedir.
Türkçe’nin yabancı ve ikinci dil olarak okullarda öğretilmesi
konusunda üniversitelerle ortak çalışmak ve katkı sunmak
istenmektedir.
Geleceğe Dair Perspektifler
Türk Alman ilişkilerinin tarihsel ve güncel önemi ve yoğunlu‐
ğuna rağmen, arada iletişim bozuklukları dikkati çekmektedir.
Bunlar iki ülke arasındaki kültürel alışverişin artırılması ve
ortak perspektif oluşturulması ile aşılabilir. Geleceğe yönelik
ortak Türk‐Alman kültürel ilişkiler perspektifi oluşturacak
atılımların önemi giderek artmaktadır. Türk‐Alman kültür
kurumları, kendi aralarında sosyal bağları artırarak, iki ülke
arasındaki kültürel ilişkilerin daha olumlu, sağlıklı, üretken ve
sürdürülebilir şekillendirilmesine katkı sağlamalıdır.
Bu çerçevede gerekli olan konular şöyle sıralanabilir:
Türk‐Alman kültürel ilişkilerinin daha anlamlı geliştiril‐
mesi için sunulacak katkıların birlikte düşünülmesi,
İki ülke ilişkilerinde karşılıklı güven tesisi, karşılıklı anla‐
yışın arttırılması ve yanlış anlaşılmaların giderilmesine
katkı sunulması,
Kültür kurumları arasında karşılıklı işbirliklerinin derin‐
leştirilmesi yoluyla kapasitelerinin birlikte artırılması ve
paydaşlıkların oluşturulması,
588
Önyargılı ve stereotip bakış açılarına karşı birlikte hareket
edebilme bilinci ve yeteneği kazanılması,
Kültürlerarası iletişimi artıran ortak konu ve programların
planlanması,
Diğerinin kültürü hakkında daha fazla bilgiye sahip olu‐
narak, karşılıklı iletişim sorunlarının giderilmesi,
Kurumlar arası karşılıklı güvenin, bilgi alışverişinin ve
ortaklıkların teşvik edilmesi,
İlişkilerin karşılıklı saygı ve eşitlik ilkesinde kurulmasıyla
projelerin sürdürülebilirliğinin sağlanması.
Türkiye ve Almanya arasındaki kültürel ilişkilerin simet‐
rik ve aynı göz hizasında gelişmesinin önemi giderek büyü‐
mektedir. Yunus Emre Türk Kültür Merkezleri bu doğrultuda
önemli bir boşluğu doldurmaya çalışacaktır.
589
Almanya Türk Toplumu’nun
Hedef ve Faaliyetleri
Safter ÇINAR
TGD Tüzüğü’nün Giriş Bölümü
“Bizler, Türk kökenli vatandaşlar olarak artık Federal Alman‐
ya´ya yerleştik ve kalıcılaştık. Federal Almanya bizlerin yeni
vatanı, burada doğan ve büyüyen çocuklarımızın ve gelecek ku‐
şaklarımızın ise vatanı olmuştur.
Amacımız, Federal Almanya´daki tüm toplumsal gruplarla eşit,
onurumuzla, yaşam güvencesine sahip, barış, dostluk ve daya‐
nışma içinde yaşamaktır. Eşit haklar ve eşit uygulama temelin‐
de kültürel azınlık olarak haklarımızı tüm sosyal, politik, eko‐
nomik ve kültürel alanlarda sağlayabilmek için uğraşlarımızı
sürdüreceğiz. Bizler, geliştirerek yaşatmak istediğimiz kimliği‐
mizin kültürel azınlık olarak devlet tarafından korunup, destek‐
lenmesini istiyoruz.”
Almanya Türk Toplumu (TGD), Almanya’da yaşayan
Türkiye kökenli insanların haklarını savunan bir kuruluştur. 2
Aralık 1995 tarihinde Hamburg’da kurulmuştur. Çoğulculuk
anlayışına bağlı olan TGD, Federal Almanya’nın özgürlükçü,
demokratik, sosyal ve hukuk devleti anlayışından hareketle,
siyasal ve dinsel anlayışlardan bağımsız olarak, muhafazakar,
590
liberal, sosyal demokrat ve dini temeldeki işçilerden akade‐
misyenlere, serbest meslek mensuplarından işverenlere kadar
tüm kuruluşları kapsar.
TGD’nin ana politikası, göç ve onun beraberinde getirdiği
sorunları ve çözümleri kapsar. Türkiye iç politikası ve dünya
politikasına ilişkin tartışmalar görev alanına girmez. Ancak
Almanya Türk Toplumu, Türkiye’deki olaylara ve gelişmelere
özellikle Almanya’daki Türkiye kökenli azınlığın durumunu
etkilemesi ve ilgilendirmesi halinde tavır alabilir. TGD aynı
zamanda bir insan hakları kuruluşudur: “Birleşmiş Milletler
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, bu tüzüğün bir parçasıdır. Der‐
nek, diğer uluslararası insan hakları bildirgelerini de kabul eder.“
(Tüzük, Madde 3 (2)).
Partiler üstü bir kuruluş olan TGD, tüm demokratik par‐
tiler, sivil toplum kuruluşları ve derneklerle ilişki içindedir.
TGD, Federal düzeyinde bir çatı kuruluşudur. Üyeleri de çatı
kuruluşları olup bünyelerinde genellikle dernekler barındır‐
maktadır. TGD’ye üye derneklerin sayısı 200’ün üstündedir.
TGD’nin yapısı iki sütun üzerine kurulmuştur:
Eyalet Örgütleri
Baden‐Württemberg Türk Toplumu
Bavyera Türk Toplumu
Berlin‐Brandenburg Türkiye Toplumu
Bremen ve Çevresi Türk Toplumu
Hamburg ve Çevresi Türk Toplumu
Rhein Ruhr Türk Toplumu
Aşağı Saksonya Türk Toplumu
Hessen Türk Toplumu
Schleswig‐Holstein Türk Toplumu
Kuzeyren‐Westfalya Türk Cemaati
591
Kuzeyren‐Westfalya Türk Toplumu
Federasyonlar ve Uzmanlık Kuruluşları
o FÖTED‐Almanya Türk Veli Dernekleri Federasyonu
o ATÖF‐Almanya Türk Öğretmenler Birliği
o Young Voice TGD
o Academic Voice
o BTEU‐Avrupa Türk İşadamları Birliği
o Alman‐Türk Hekimleri Birliği
o VZT‐Almanya Türk Diş Hekimleri Birliği
o TEB‐ Türkiye‐Avrupa İlişkileri Enstitüsü
TGD Yönetimi iki yılda bir seçilmektedir.
TGD Yönetim Organları:
Yürütme Kurulu
2 Genel Başkan
7 Başkan Yardımcısı
Yönetim Kurulu
Temsilciler Kurulu
Sayman
Etik Kurulu
Genel Kurul
592
Irkçılık ve dışlanmaya karşı mücadele TGD’nin ana he‐
deflerinden biridir: „Dernek, ırkçılık veya dışlamayla karşılaşan
kişilerin haklarını korumak için mahkeme ve şikayet süreçlerini des‐
tekler ve teşvik eder. Dışlanma ve ırkçılık bağlamında tüketici koru‐
ma hukukuna ilişkin sorunlar hakkında bilgilendirme ve danışma da
buna dahildir. TGD’nin üye dernekleri, Genel Eşit Muamele Kanu‐
nu (AAG) § 23 manasında TGD adına hukuki danışma hizmeti
sunmaya yetkilidir“ (Tüzük § 2 (4)).
TGD, çıkar savunmasının yanı sıra göçmen toplumlarını
ve kuruluşlarını güçlendirici ve bir arada yaşamalarını destek‐
leyici projelerin taşıyıcısıdır.
Almanya Türk Toplumu’nun Ana Yaklaşımları
TGD “uyum” kavramını reddetmekte ve eşit haklar, katılım ve
fırsat eşitliğini savunmaktadır.
Katılım:
- Tüm katılım organlarına (örneğin, radyo‐televizyon
kurumları, yaşlılar danışma kurulları) göçmen tem‐
silcilerinin seçilmesi veya atanması
- Federal düzeyde temsil yetkisi olan bir Göç Konseyi‐
nin oluşturulması
Vatandaşlık hukukunun yenilenmesi:
- Çifte vatandaşlığı olağan kabul eden çağdaş bir va‐
tandaşlık yasası
- Vatandaşlığa geçilirken dil ve sosyal bilgiler sınavla‐
rının kaldırılması
- İşsizlerin de vatandaşlığa geçebilmeleri
- Vatandaşlık harçlarının düşürülmesi
593
-
Doğum yeri ilkesinin yenilenmesi: Alman vatandaşı
olmayan anne ve babadan Federal Almanya’da do‐
ğan çocuklar, anne ve babanın vatandaşlıklarına ek
olarak Alman vatandaşlığını da elde edeceklerdir
(opsiyon modelinin tümden kaldırılması)
Üçüncü ülke vatandaşlarına yerel düzeyde seçme
ve seçilme hakkı
Çağdaş bir göç ve oturum yasası
- Federal Almanya bir göç ülkesidir
- Her türlü kıstastan arınmış aile birleşimi hakkı
- Federal Almanya’da doğmuş veya yetişmiş veya
uzun süredir ikamet edenlere kesin sınır dışı edilme
yasağı
- Göç politikalarına ilişkin tüm yetkilerin Federal İçiş‐
leri Bakanlığından alınarak oluşturulacak bir “Fede‐
ral Göç Bakanlığına” devir edilmesi
- Eyaletlerdeki Yabancılar Dairelerinin İçişleri Bakan‐
lıklarından alınarak “Göç Bakanlıklarına” devir edil‐
mesi
Genel eşit muamele kanununun reformu
- Derneklere üyeleri için dava açma hakkı verilmesi
- Konutlara ilişkin istisnaların kaldırılması
- Federal Dışlanmaya Karşı Büronun yetkilerinin arttı‐
rılması (dışlanma şikayetlerini izleme için bağımsız
hak ve dosyalara bakma hakkı)
- Dışlanmaya karşı eyalet yasaları ve büroları
- Kamu sektörünün çok kültürlülüğe açılımı (Kamuda
görevli göçmen kökenlilerinin sayının toplumdaki
oranlara uyumu, anonim işe alma başvuruları)
594
Eğitim
- Yuva ve okullarda kültürler arası eğitim ve ana dille‐
rin desteklenmesi
- Lise sonuna kadar notlu ve sınıf geçme dersi olarak
seçmeli ana dil dersleri
- Eğitici ve öğretmen yetiştirilmesinde kültürler arası
eğitim
- Eğitim alanında dışlanmaya karşı bağımsız şikayet
daireleri
- Tüm eğitim araç ve kitaplarının dışlanma içeren ifa‐
deler olup olmadığının incelenmesi.
TGD diğer göçmen kuruluşları ve STK’larla birlikte bu
hedefler için çalışmalarını sürdürecektir.
595
YAZARLAR DİZİNİ
Prof. Dr. İsmail AĞIRBAŞ
1966 Ovacık doğumludur. İlk ve orta öğrenimini Ovacık Temel Eği‐
tim Yatılı Bölge Okulunda tamamlayıp Ovacık Lisesini bitirmiştir.
Hacettepe Üniversitesi Sağlık İdaresi Yüksek Okulu mezunu olup
Hacettepe Üniversitesi’nde Sağlık Kurumları Yönetimi alanında
yüksek lisans ve doktora yapmıştır. Yönetim ve Organizasyon ala‐
nında doçent ünvanını 2007 yılında almış, halen Ankara Üniversitesi
Sağlık Bilimleri Fakültesi Sağlık Kurumları Yöneticiliği Bölümü’nde
görev yapmaktadır. Üniversite Başhekim Yardımcılığı, Dekan Yar‐
dımcılığı ve Yüksekokul Müdürlüğü görevlerini yürütmüştür. Lisans
ve lisansüstü düzeyde, Hastane Örgüt ve Yönetimi, Sağlık Ekonomi‐
si, Sağlık Kurumlarında Finansal Yönetim ve Sağlık Kurumlarında
Yönetim Muhasebesi derslerini vermektedir.
agirbasismail@yahoo.com
Doç. Dr. Yasemin AKBULUT
Yasemin Akbulut, lisans öğrenimini Hacettepe Üniversitesi İktisadi
İdari Bilimler Fakültesi Sağlık İdaresi Bölümü’nde; lisansüstü öğreni‐
mini aynı üniversitenin Sağlık Bilimleri Enstitüsü Sağlık Kurumları
Yönetimi Anabilim Dalı’nda tamamlamıştır. Yönetim ve Strateji ala‐
nında doçentlik derecesini 2012 yılında alan Dr. Yasemin Akbulut,
Ankara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Sağlık Kurumları Yöne‐
timi Anabilim Dalı’nda öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Fa‐
kültede sağlık kurumları yönetimi, sağlık politikası, sağlık sigortacılığı
üzerine dersler vermekte, konu ile ilgili araştırmalar yürütmektedir.
akbulut2001tr@hotmail.com
597
Aslı AKÇAYÖZ
Aslı Akçayöz 2008 Yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi Uluslara‐
rası İlişkiler Bölümü’nden mezun olmuştur. 2013 yılında Ankara
Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden yüksek lisans derecesini alan
Akçayöz, 2010 yılında TÜBİTAK Uluslararası İşbirliği Daire Başkan‐
lığı’nda göreve başlamıştır. 2010 yılından bu yana öncelikli olarak
Kurumun Almanya ile ikili işbirliği yürütülmesinden sorumludur. Şu
an Almanya ile ikili işbirliğinin yanısıra, Avrupa Birliği 7. Çerçeve
Programı INCO Projesi olan KONNECT (Strengthening STI
Cooperation between the EU and Korea, Promoting Innovation and
the Enhancement of Communication for Technology‐related Policy
Dialogue) Projesi İş Paketi liderliği görevini üstlenmiştir. Aslı
Akçayöz görev süresi boyunca, Avrupa Birliği COST Programları,
Birleşmiş Milletler ve En Az Gelişmiş Ülkeler ile yürütülen çalışma‐
lar, European Science Foundation ve benzeri çok taraflı kuruluşlar
konusunda da sorumluluklar üstlenmiştir.
asli.akcayoz@tubitak.gov.tr
Prof. Dr. Sedef AKGÜNGÖR
Sedef Akgüngör, lisans ve yüksek lisans eğitimini Ege Üniversitesi
Tarım Ekonomisi Bölümü’nde, doktora eğitimini ise Michigan State
Üniversitesi Tarım Ekonomisi Bölümü’nde tamamlamıştır. 1996 yı‐
lında doçent ve 2005 yılında profesör ünvanını alan Akgüngör, Do‐
kuz Eylül Üniversitesi İşletme Fakültesi’nde Fakülte Yönetim Kurulu
Profesör Üyesi, İktisat Tarihi Anabilim Dalı Başkanı, Dekan Yardım‐
cılığı ve İktisat Bölümü Bölüm Başkanı olarak görev yapmıştır. Sedef
Akgüngör’ün tüketici davranışları, kümelenme, bölgesel kalkınma,
sosyal ağ analizi, ve yenilikçilik konularında çeşitli makaleleri ve
kitap bölümleri bulunmaktadır.
sedef.akgungor@deu.edu.tr
598
Yrd. Doç. Dr. Çağdaş Erkan AKYÜREK
1980 yılında Ordu da dünyaya gelen Çağdaş Erkan Akyürek, Anado‐
lu Üniversitesi nde Halkla İlişkiler üzerine ön lisans ve Hacettepe
Üniversitesi Sağlık İdaresi Yüksekokulu nda lisans eğitimini tamam‐
ladıktan sonra, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sağ‐
lık Kurumları Yönetimi Anabilim Dalı ndan 2007 yılında yüksek
lisans ve 2013 yılında Doktora derecelerini almıştır. Yabancı di‐
li İngilizce olan Çağdaş Erkan Akyürek, halen Ankara Üniversitesi
Sağlık Bilimleri Fakültesi Sağlık Kurumları Yöneticiliği Bölümü nde
öğretim üyesi olarak çalışmalarını sürdürmektedir.
erkanakyurek52@hotmail.com
Arş. Gör. Deniz Tugay ARSLAN
Deniz Tugay Arslan, lisans öğrenimini 2012 yılında Hacettepe Üni‐
versitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Sağlık İdaresi Bölü‐
mü’nde tamamlamıştır. Lisansüstü öğrenimine 2012 yılında Ankara
Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Sağlık Kurumları Yönetimi
Anabilim Dalı’nda başlamış olup yüksek lisans tez aşamasındadır.
Deniz Tugay Arslan, Ankara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi
Sağlık Kurumları Yönetimi Anabilim Dalı’nda araştırma görevlisi
olarak görev yapmaktadır.
d.tugayarslan@gmail.com
Dr. Meral AVCI
Meral Avcı, Kuzey Ren‐Vestfalya Aachen Teknik Üniversitesi
(RWTH, Rheinisch‐Westfälische Technische Hochschule) Ekonomi,
Sosyoloji ve Teknoloji Tarihi Fakültesi’nde öğretim ve araştırma
alanında görevlidir ve ayrıca eğitim öğretimden sorumlu Dekan
Asistanı olarak çalışmaktadır. „Siyasi Gelişmeler Işığında 1923‐1945
Yılları Arasında Türk‐Alman Ekonomik İşbirliği“ baslıklı teziyle
doktorasını tamamlayan Avcı’nın ağırlıklı konuları uluslararası eko‐
nomik ilişkiler, göç ve toplumsal cinsiyettir. Avcı halen, Alman‐
599
ya’dan Türkiye’ye göç hareketinin tarihi ile 1945’ten sonra ABD,
Almanya ve Türkiye arasında devam eden ekonomik ilişkileri konu
alan iki ayrı araştırma üzerinde çalışmaktadır.
meral.avci@wiso.rwth‐aachen.de
Arş. Gör. İzzet AYDEMİR
İzzet Aydemir, 2006 yılında Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari
Bilimler Fakültesi Sağlık İdaresi Bölümü’nde başladığı lisans eğitimi‐
ni 2012 yılında tamamladı. Lisans eğitimi sürecinde 2011 yılında
Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığında memurluğa atandı. 2012 yı‐
lında Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı (ÖYP) kapsamında Bingöl
Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Sağlık İdaresi Prog‐
ramı’na yerleşti. İzzet Aydemir 2013 yılı itibari ile Ankara Üniversite‐
si Sağlık Bilimleri Fakültesi Sağlık Kurumları Yöneticiliği bölümünde
lisansüstü eğitimine devam etmektedir.
izzeta‐21@hotmail.com
Arş. Gör. Jebağı Canberk AYDIN
Jebağı Canberk Aydın, İzmir’de doğdu. Lise öğrenimini 2008 yılında
İzmir Atatürk Lisesi’nde tamamladı. Lisans eğitimine 2008 yılında
Ankara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Sağlık Kurumları Yö‐
neticiliği Bölümü’nde başladı ve 2012 yılında mezun oldu. Lisansüstü
eğitimine 2013 yılında Sağlık Bilimleri Enstitüsü Sağlık Kurumları
Yönetimi Anabilim Dalı’nda başlayan Jebağı Canberk Aydın’ın yük‐
sek lisans tezi bitme aşamasındadır. Aydın halen aynı birimde araş‐
tırma görevlisi olarak çalışmaktadır.
jcanberkaydin@gmail.com
Dr. Yaşar AYDIN
Dr. Yaşar Aydın Hamburg Üniversitesi’nde Sosyoloji ve Ulusal Eko‐
nomi eğitimini (mezuniyet 2001) ve İngiltere’deki Lancaster Üniversi‐
tesi’nde Sosyoloji Bölümü’nde masterini tamamladı (2002). 2009
600
yılında Hamburg Üniversitesi’nde Sosyoloji dalında „Yabancı Motifi:
Toplumsal Bir Yapının Cözümlemesi ve Elestirisi“ başlıklı teziyle
doktorasını tamamladı. Doktorasının ardından „Hamburg Dünya
Ekonomi
Enstitüsü“nde
(HWWI,
Hamburgisches
WeltWirtschaftsInstitut) daha sonra da Hamburg Üniversitesi’nde
araştırma görevlisi olarak çalıştı. Bilim ve Siyaset Vakfı (SWP –
Stiftung Wissenschaft und Politik) ile Mercator Vakfı’nın IPC‐
Fellowship programı kapsamında „Türkiye’nin Yeni Diyaspora Poli‐
tikası“ üzerine araştırma yaptı. Güncel araştırma alanları arasında
Göçmenlik, Uyum ve Türkiye konulu araştırmalar bulunuyor.
yasar.aydin@gmx.de
Prof. Dr. Canan BALKIR
Canan BALKIR, lisans eğitimini Orta Doğu Teknik Üniversitesi İkti‐
sadi ve İdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü’nde, yüksek
lisans ve doktora eğitimini ise Ege Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde
tamamlamıştır. 1984 yılında doçent ve 1990 yılında profesör ünvanını
alan Balkır, Dokuz Eylül Üniversitesi İşletme Fakültesi’nde Avrupa
Topluluğu, Uluslararası Ekonomik İlişkiler Araştırma Uygulama
Merkezi Müdürü, İngilizce İktisat Bölümü Bölüm Başkanı olarak
görev yapmış; halen Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Ensti‐
tüsü Jean Monnet Mükemmeliyet Merkezi Avrupa Birliği Anabilim
Dalı Başkanlığı’nı yürütmektedir. Uluslarası iktisat ve Avrupa Birliği
konularında çok sayıda makale ve kitap bölümü bulunmaktadır.
canan.balkir@deu.edu.tr
Dr. Johann BÖLTS
Dr. Phil. Johann Bölts, Oldenburg Carl von Ossietzky Üniversitesi
bünyesindeki “,”Hayat Boyu Öğrenme Merkezi’nde bilimsel araştır‐
macı olarak görev yapmaktadır. Ayrıca buradaki “Geleneksel Çin
İyileşirme Yöntem ve Konseptleri Projesi – GÇİP” (Projekt Traditionelle
chinesische Heilmethoden und Heilkonzepte – PTCH) yöneticiliği
görevini de üstlenmiş bulunmaktadır. 10 yıldan bu yana Alman Yedek
601
Hastalık Sigortaları Birliği (Verband der Ersatzkassen – vdek) bünye‐
sinde faaliyet gösteren Çigong Kalifikasyonları Masası’nda bilirkişilik
de yapan Johann Bölts, Geleneksel Çin Tıbbı (GCT) üzerine gerek basılı
gerekse görsel alanda birçok yayına imza atmıştır.
johann.boeltz@uni‐oldenburg.de
Prof. Dr. Theda BORDE
2004 yılından beri ASH Berlin’de Sosyal Tıp/ Sosyal Çalışmanın Tıp
Sosyolojik Temelleri kürsüsünde profesör olarak çalışmaktadır. 2010‐
2014 yıllarında Berlin Alice Salomon Uygulamalı Bilimler Üniversite‐
si (ASH Berlin) rektörlüğü yapmıştır. Prof. Borde, Siyaset Bilimi ve
Sağlık Bilimleri alanında öğrenimini görmüş, Halk Sağlığı alanında
doktora yapmıştır. Uzun Yıllar, Berlin Kadın Göçmenler İçin Ulusla‐
rarası Eğitim ve Danışmanlık Merkezi’nde çeşitli alanlarda ve Berlin
Charité Üniversitesi’ndeki araştırma projelerinde asistan olarak ça‐
lışmıştır. Temel araştırma konuları şunlardır: Göç ve sağlık, bakım
araştırması, sağlık koruma, çeşitlilik, sağlık ve sosyal çalışma.
borde@ash‐berlin.eu
Dr. Phil. Tilman BRAND
Dr. phil. Tilman Brand, Sosyolog ve Leibniz Önleme Araştırması ve
Epidemiyoloji
Enstitüsünde
(Leibniz‐Institut
für
Präventionsforschung und Epidemiologie –BIPS) 2012 yılından bu
yana sosyal epidemiyoloji uzmanlar grubu başkanıdır. Brand, Aşağı
Saksonya Kriminalojik Araştırmalar Enstitüsü’nde uzun yıllar çalış‐
malarını sürdürmüştür. Araştırmaları göç, cinsiyet ağırlıklı olmak
kaydıyla sağlık, sosyal eşitsizlik ve önleyici programlar gibi alanlar
üzerinde yoğunlaşmaktadır.
brand@bips.uni‐bremen.de
Dr. Jürgen BRECKENKAMP
Sağlıkbilimci ve epidemiyolog olan Dr. Breckenkamp 1994 yılından
bu yana Bielefeld Üniversitesi’nde görevlidir. Breckenkamp 2004
602
yılından beri aynı üniversitenin Sağlıkbilimleri Fakültesi’nde “Epi‐
demiyoloji ve Uluslararası Halk Sağlığı” adını taşıyan çalışma gru‐
bunda araştırmacı asistan olarak etkinlik göstermektedir. Jürgen
Breckenkamp
Alman
Araştırma
Topluluğu
(Deutsche
Forschungsgesellschaft – DFG) tarafından desteklenen ve Berlin
Charité Üniversite Kliniği’nde yürütülen “Göç ve akültürasyon sü‐
reçlerinin gebeliğe ve doğuma etkileri: Göçmen ve Alman kadınların
perinatal verilerinin karşılaştırılması” başlıklı proje kapsamında da
çalışmıştır.
juergen.breckenkamp@uni‐bielefeld.de
Silke BRENNE (MPH)
1971 yılında dünyaya gelen Silke Brenne sosyal hizmetler uzmanı,
sağlıkbilimci ve aynı zamanda uzman hemşiredir. 2010‐2013 yılları
arasında
Alman
Araştırma
Topluluğu
(Deutsche
Forschungsgesellschaft – DFG) tarafından desteklenen ve Berlin
Charité Üniverisite Kliniği’nde yürütülen “Göç ve akültürasyon
süreçlerinin gebeliğe ve doğuma etkileri: Göçmen ve Alman kadınla‐
rın perinatal verilerinin karşılaştırılması” başlıklı projenin koordina‐
törü olarak çalışmıştır. 2012 yılından bu yana Bilefeld Üniversite‐
si’nde doktora çalışmaları üzerinde yoğunlaşan Brenne aynı zaman‐
da Alice Salomon Yüksekokulu’nun sunduğu Alice Salomon Burs
Programı’ndan yararlanan bir bursiyerdir. Silke Brenne’nin diğer
mesleki etkinlikleri arasında değişik sağlık kurumlarının ayakta veya
yatılı sağlık hizmetleri kapsamında sosyal hizmet uzmanı, sosyal
pedagog ya da hemşire olarak çalışmak ve 2002/2003 yıllarında Gua‐
temala’da kalkınma işbirliği kapsamında etkinliklere katılmak sayı‐
labilir.
silke.brenne@charite.de
Dr. Yılmaz BULUT
Yılmaz Bulut, Yunus Emre Kültür Merkezi Almanya Kolu Başka‐
nı’dır. 1971 yılında Akhisar’da doğan Bulut Ankara, Giessen ve
603
Frankfurt am Main kentlerinde Sosyoloji, Kamu Yönetimi ve Siyaset
Bilimi öğrenimi görmüştür. Öğreniminin bir kısmını Fransa, Belçika
ve İsviçre gibi ülkelerde geçiren Bulut, doktora tezini Frankfurt’ta
kaleme almış, yine aynı kentte doktora sonrası dönemde araştırma‐
larda bulunmuştur. Almanya’da Siegen Üniversitesi’nde konferans
dersleri ve seminerler veren Dr. Yılmaz Bulut halen Köln Üniversite‐
si’nde profeserörlük tezi üzerinde çalışmaktadır. Müslümanların
Almanya’ya uyumu ve Almanya’daki müslüman gençlik gibi konu‐
larda çok sayıda makaleye imza atan Bulut, Köln’deki Yunus Emre
Kültür Enstitüsü’nü yönetmektedir.
y.bulut45@gmail.com
Arş. Gör. İpek CAMUZ
İpek CAMUZ, lisans öğrenimini 2011 yılında Ankara Üniversitesi
Sağlık Bilimleri Fakültesi Sağlık Kurumları Yöneticiliği Bölümü’nde
tamamlamıştır. Lisansüstü öğrenimine 2012 yılında aynı üniversite‐
nin Sağlık Bilimleri Enstitüsü Sağlık Kurumları Yönetimi Anabilim
Dalı’nda başlamış olup yüksek lisans tez aşamasındadır. Ankara
Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Sağlık Kurumları Yönetimi
Anabilim Dalı’nda araştırma görevlisi olarak görev yapmaktadır.
ipekcamuz@hotmail.com
Zeki ÇAĞLAR
Adana’da dünyaya gelen Zeki Çağlar 1980 yılından bu yana Berlin’de
yaşamaktadır. Berlin Teknik Üniversitesi’nde Eğitim Bilimi, Sosyoloji
ve Psikoloji öğrenimi gören Çağlar, öğreniminin ardından 10 yıl
boyunca öğretim görevlisi olarak Eğitim Bilimi ve Ders Bilimi alanla‐
rında dersler vermiştir. Alanında, yetişmiş süpervizör ve koç (coach)
olma vasfıyla 90’lardan bu yana özellikle interkültürel bağlamda
danışmanlık, süpervizörlük, koçluk ve çalıştırıcılık hizmetleri sun‐
maktadır. 2007 yılında “Prosystemische Beratung” (Prosistemik Da‐
nışmanlık) adlı şirketi kuran Zeki Çağlar, kültürlerarası bağlamda
organizasyon danışmanlığı yapmaktadır.
zeki.caglar@prosystemisch.de
604
Safter ÇINAR
Almanya Türk Toplumu (TGD) Eş Genel Başkanı’dır. Brüksel do‐
ğumlu Safter Çınar, 1967 yılından beri Federal Almanya’da yaşıyor.
Berlin’de İşletme İktisadı öğrenimi yapmıştır. Çalışma yaşamına 1979
yılında Gençlik ve Eğitim Danışma Merkezi görevlisi olarak başlayan
Çınar, 1991 yılından 2006 yılına kadar Alman Sendikalar Birliği DGB
Berlin‐Brandenburg Örgütü Yabancılar Danışmanlığı Yöneticisi ola‐
rak çalışmalarını devam ettirmiştir. Bununla birlikte 1983 ‐ 1991 yılla‐
rında DGB’ye bağlı Eğitim ve Bilim Sendikası (GEW) Berlin Başkan
vekilliği yapmıştır. Daha sonra başkanlığı üstlenmiştir. 1985 –
1991’de GEW Merkez Yönetim Kurulu üyeliği yapmıştır. Çeşitli sivil
toplum kuruluşlarında görev yapan Çınar, 1991‐2011 yılları arası
Berlin‐Brandenburg Türkiye Toplumu (TBB) Sözcülüğü yapmıştır.
2003–2012 Berlin Senatosu Eyalet Uyum ve Göç Kurulu üyesi (DGB
Berlin‐Brandenburg adına), DGB Berlin‐Brandenburg Göç ve Uyum
Görevlisi olarak faaliyetlerini sürdürmüştür. 2005 Federal Almanya
Cumhurbaşkanlığı Liyakat nişanı ve 2010 Berlin Eyaleti (Başkent)
Liyakat nişanı sahibidir.
safter.cinar@gmx.net
Öğr. Gör. Mustafa ÇOBAN
2000 yılında Ankara Üniversitesi Sağlık Eğitim Fakültesi Sağlık Yöne‐
timi Bölümü’nden mezun oldu. 2003 yılında Ankara Üniversitesi
Sağlık Bilimleri Enstitüsü Sağlık Yönetimi Anabilim Dalı nda yüksek
lisans programını Evde Bakım Hizmetlerinde Doktor ve Hemşirele‐
rin Görüşlerinin Belirlenmesi konulu tezini savunarak bitirdi. 2004
yılında Ankara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Disiplinlerarası
Sosyal Psikiyatri Anabilim Dalı nda yüksek lisans programını Med‐
ya ve İntihar konulu tezini savunarak bitirdi ve Bilim Uzmanı
ünvanını aldı. Halen Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Sağlık Yönetimi Anabilim Dalında Türkiye’de Evde Bakım Hizmetle‐
ri için Model Geliştirme konulu doktora tez çalışmasına devam et‐
mektedir. 2006 yılından beri Akdeniz Üniversitesi Sağlık Hizmetleri
Meslek Yüksekokulu Yaşlı Bakım Programında öğretim elemanı
605
olarak çalışan Çoban’ın çalışma konuları arasında evde bakım hiz‐
metleri ve yaşlı bakım hizmetlerinin yönetimi bulunmaktadır.
mustafacoban@akdeniz.edu.tr
Patrick Da CRUZ
Patrick Da‐Cruz Neu‐Ulm Yüksekokulu’nda Sağlık Yönetimi alanın‐
da profesör olarak çalışmakta olup buradaki “Sağlık Şebekesi
Kompatans Merkezi” üyesidir ve ayrıca hekimlere uygulanan MBA
(Master of Business Administration / İşletme Yönetimi Yüksek Lisan‐
sı) programının yöneticiliğini de yapmaktadır. Almanya’nın
Dusiburg ve Essen kentleriyle İrlanda’nın başkenti Dublin’de bulu‐
nan Michael Smurfit Graduate School of Business’da aldığı işletme
ekonomisi eğitiminin ardından yine Almanya’da, Bayreuth Üniversi‐
tesi’nde doktora eğitimini tamamlamıştır. Sağlık Ekonomisi ve ticari
danışmanlık alanlarında 10 yıllık mesleki deneyime sahip olan Da
Cruz, Bayreuth Üniversitesi, Tanzanya Üniversitesi, Şanghay SISU
Üniversitesi (Shanghai International Studies University / Şanghay
Yabancıdiller Üniversitesi), Ankara Üniversitesi ve Nordwestschweiz
Fachhochschule – FHNW (Kuzeybatı İsviçre Meslek Yüksekokulu)
bünyelerinde öğretim üyesi olarak da etkinlik göstermiştir. Çeşitli
kuruluşlara danışmanlık hizmeti vermiş ve bunların idari kadrolarını
eğitmiş olan Patrick Da Cruz’un yoğunlaştığı araştırma alanları sağ‐
lık ekonomisi, stratejik yöneticilik, liderlik, personel yönetimi ve
sağlık kuruluşlarında Supply Chain Management – SCM (Tedarik
Zinciri Yönetimi) olarak ön plana çıkmaktadır.
patrick.Da‐cruz@hs‐neu‐ulm.de
Prof. Dr. med. Matthias DAVID
1961 doğumlu olan Profesör David tıp öğrenimini Berlin Humbold
Üniversitesi’nde tamamladıktan sonra devlet, lisans ve doktora sı‐
navlarını 1989 yılında tamamlamıştır. Jinekolog, doğum uzmanı ve
aynı zamanda Charité sağlık kurumuna bağlı Kampüs Virchow Kli‐
niği bünyesinde aynı alanda habilitasyonunu tamamlamış, 2010 yı‐
606
lından bu yana kadro dışı profesör (apl. Prof.) olarak çalışmaktadır.
Tedarik araştırmaları/Göç, psikosomatik, tıp tarihi ve miyom tedavi‐
siyle ilgili klinik çalışmalar Matthias David’in mesleki ilgi alanları
arasında öne çıkmaktadır.
matthias.david@charite.de
Dr. Oliver DILLY
Dr. Oliver Dilly 2013 yılından bu yana Alman Havacılık ve Uzay
Merkezi’nde (Deutsches Zentrum für Luft‐ und Raumfahrt – DLR)
Almanya, Türkiye ve Fas arasında yapılan bilimsel işbirlikleri kap‐
samında proje yüklenicilerine danışmanlık hizmeti vermektedir.
Almanya’da çeşitli üniversitelerde çalışan Dr. Dilly’nin bundan ön‐
ceki son iki görevi ve görev yeri sırasıyla Cottbus’taki Brandenburg
Teknik Üniversitesi’nde „Sustainability Impact Assessment: Tools for
Environmental, Social and Economic Effects of Multifunctional Land
Use in European Regions“ başlıklı EUFP6 I projesinde bilimsel koor‐
dinatörlük ve Hamburg Üniversitesi bünyesindeki „School of
Integrated Climate System Sciences“ kurumunda yöneticilik idi.
Bonn ve Stuttgart‐Hohenheim’da Genel Zirai Bilimler yükseköğre‐
nimi gören Dilly, Toprak Değerlendirme, Biyoçeşitlilik, Toprak Kali‐
tesi gibi zirai alanlarda faaliyet göstermiştir. 1994 yılında Kiel Üni‐
versitesi’nde doktora sürecini tamamlayan Dilly, 2002 yılında Münih
Teknik Üniversitesi’nde Toprak Ekolojiasi dalında “Venia Legendi”
(alanında ömür boyu ders verme) yetkisi elde etmiştir.
oliver.dilly@dlr.de
Öğr. Gör. Pınar DOĞANAY PAYZINER
Pınar Doğaner Payzıner, 1999 yılında Muğla Üniversitesi İktisadi ve
İdari Bilimler Fakültesi İşletme bölümünde başladığı lisans eğitimini
2002 yılında tamamladıktan sonra, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü İşletme ABD, Hastane İşletmeciliği bilim dalından 2008
yılında yüksek lisans derecesini aldı. Aynı üniversitede Muhasebe‐
Finansman alanında yaptığı doktora eğitimine tez aşamasında devam
607
etmektedir. Doğaner Payzıner 2009 yılında araştırma görevlisi olarak
başlamış olduğu Ankara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Sağlık
Kurumları Yöneticiliği bölümünde öğretim görevlisi olarak görev
yapmaktadır. Muhasebe, maliyet muhasebesi, yönetim muhasebesi,
finansal yönetim Doğaner Payzıner’in başlıca çalışma alanlarını oluş‐
turmaktadır.
pdoganay@yahoo.com
Prof. Dr. Afsun Ezel ESATOĞLU
Prof. Dr. Afsun Ezel ESATOĞLU, Ankara Üniversitesi Sağlık Bilimle‐
ri Fakültesi Sağlık Kurumları Yönetimi Anabilim Dalında öğretim
üyesi olarak çalışmakta, Bölüm ve Anabilim Dalı Başkanlığını yü‐
rütmektedir. Lisans ve lisansüstü eğitimini, sağlık kurumları yöneti‐
mi alanında Hacettepe Üniversitesinde tamamlamıştır. Ankara Üni‐
versitesi’nde 1994 yılından beri çalışmakta, dört yıldır Ankara Üni‐
versitesi’nin Kurumsal Bologna Koordinatörü olarak görev yapmak‐
tadır. Çalışma alanları sağlık kurumlarında yönetim ve organizasyon,
örgütsel davranış, kalite yönetimi, insan kaynakları yönetimi ve sağ‐
lık bilgi sistemi yönetimidir. Bu konularda uzun süredir örgün ve
uzaktan eğitim programlarında ön lisans, lisans ve lisansüstü ders
vermekte ve bu konulara ilişkin çok sayıda Türkçe ve yabancı dilde
akademik yayını bulunmaktadır.
esatoglu@health.ankara.edu.tr
Prof. Dr. Erol ESEN
Prof. Dr. Erol Esen, lisans öğrenimini Bonn’da Friedrich‐Wilhelms‐
Üniversitesi Siyaset Bilimi, Sosyoloji ve Kalkınma Politikası alanla‐
rında yapmıştır. Esen, Friedrich Ebert Vakfı Bursiyeri olarak 1990
yılından Türkiye‐AB İlişkileri üzerine Doktora öğrenimini tamamla‐
mış ve Berlin’e geçmiştir. Orada çeşitli eğitim kuruluşları adına se‐
miner ve eğitim programları geliştirmiş ve yoğunlukla Almanya’nın
yeni eyaletlerinde gerçekleştirmiştir. 1995‐1998 yılları arasında
608
Potsdam’da Arbeit und Leben (Eğitim Kuruluşunun) Brandenburg
Eyalet Şubesi’nin genel sekreterliğini yürütmüştür. Onun arkasından
Esen eğitim programları geliştirmiş, AB destekli de olmak üzere
çeşitli projeler yürütmüş ve çokkültürlü hizmetler ve Avrupa bütün‐
leşmesi alanlarında çalışma ekiplerine başkanlık yapmıştır. Esen,
2000 yılından beri Akdeniz Üniveristesi Kamu Yönetimi Bölümü’nde
öğretim üyesi olarak çalışmaktadır. 2014 yılında Yönetim Bilimleri
Profesörü olan Esen, yanı yıl Kamu Yönetimi Bölüm Başkanlığını
üstlenmiştir. Avrupa bütünleşmesi, Türk‐Alman işbirliği, yerel yöne‐
timler ve ulusüstü ve kültürlerüstü süreçler, Prof. Esen’in çalışma
alanlarının bazılarını oluşturmaktadır. 2003 yılında Akdeniz Üniver‐
sitesi Avrupa Birliği Araştırma ve Uygulama Merkezi’ni (AKVAM)
kuran Prof. Esen, o zamandan beri Merkezin müdürlüğünü yürüt‐
mektedir.
esen@akdeniz.edu.tr
Sabine GAIRING
Sabine Gairing şu sıralarda Doktora çalışmalarını yürütmekte olup
“Westend Kliniği’nde, göğüs kanserine yakalanmış kadınların be‐
densel ve ruhsal zindeliğine yoga ile katkı sağlamak üzere yapılan
araştırma” kapsamında faaliyetlerini sürdürmektedir. Gairing ayrıca
Berlin’deki Westend hastanesinin jinekoloji bölümünde ve doğum‐
hanesinde de çalışmaktadır.
frauenklinik@drk‐kliniken‐westend.de
Öğr. Gör. Uzm. Bayram GÖKTAŞ
Bayram Göktaş, lisans öğrenimini Hacettepe Üniversitesi İktisadi
İdari Bilimler Fakültesi Sağlık İdaresi Bölümü’nde; lisansüstü öğre‐
nimini Ankara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Sağlık Yönetimi
Anabilim Dalı’nda tamamlamıştır. Ankara Üniversitesi Sağlık Bilim‐
leri Fakültesi Sağlık Kurumları Yönetimi Anabilim Dalı’nda öğretim
görevlisi olarak görev yapmaktadır. Fakültede sağlık ölçütleri, halkla
609
ilişkiler, yönetimde insan ilişkileri, sağlık enformasyon yönetimi
üzerine dersler vermekte, konu ile ilgili araştırmalar yürütmektedir.
bgoktas@ankara.edu.tr
Prof. Dr. Yaprak GÜLCAN
Yaprak Gülcan, lisans eğitimini Kansas Üniversitesi Ekonomi Bölü‐
mü’nde, yüksek lisans ve doktora eğitimini ise Dokuz Eylül Üniversi‐
tesi İktisat Bölümü’nde tamamlamıştır. 2005 yılında doçent ve 2010
yılında profesör ünvanını alan Gülcan, Dokuz Eylül Üniversitesi
İşletme Fakültesi’nde Fakülte Yönetim Kurulu Profesör Üyesi ve
İktisat Bölümü Bölüm Başkanı olarak görev yapmış; halen Dokuz
Eylül Üniversitesi İşletme Fakültesi İktisat Bölümü Uluslararası İkti‐
sat ve İktisadi Gelişme Anabilim Dalı Başkanlığı’nı yürütmektedir.
Doğrudan yabancı yatırımlar, ekonomik kalkınma, uluslararası ikti‐
sat ve bölgesel gelişme konularında makaleleri ve kitap bölümleri
bulunmaktadır.
yaprak.gulcan@deu.edu.tr
Doç. Dr. Burak GÜMÜŞ
1974 yılında doğan Gümüş, Konstanz Üniversitesi nde göç ve marji‐
nal gruplar ağırlıklı Toplum Bilim ve Uluslararası İlişkiler ve Devlet
Teorileri ağırlıklı Siyaset Bilimi okuyup, Türkiye ve Almanya da
Alevi Rönesansı hakkında doktora tezini kaleme almıştır. Burak
Gümüş, Trakya Üniversitesi nde Doçent Dr. olarak Toplum Bilimi ve
Siyaset Bilimine Giriş Dersi vermektedir. Alevi Sorunu, etnik gruplar
arası ilişkiler, dış politika analizi, hafıza politikası, göç ve Türk‐
Alman ilişkileri Gümüş ün ilgi alanındadır. Bu bağlamda Prof. Dr.
Erol Esen ile Türkiye ve Almanya – Türk‐Alman Bilimsel İşbirliğinin
Güncel Konuları derlemesini çıkartmıştır (2012).
burak.guemues@googlemail.com
610
Thomas HECKEBERG
Thomas Heckeberg 20 yıldan bu yana Avrupa politikası kapsamında
genç ve yetişkin eğitimi alanında calışmaktadır. 1995 yılında Bavyera
Avrupa Akademisi’nde (Europäische Akademi Bayern e.V. – EAB)
öğrenim müdürü ve ticari müdür olarak isş başayan Heckeberg,
2001’den itibaren Otzenhausen Avrupa Akademisi’ne geçmiş ve
burada, yüksekokulun eğitim programının sorumluluğunu üstlen‐
miştir. 2004 yılında buradan Kuzey Ren‐Vestfalya Avrupa Akademi‐
si’ne geçen Thomas Heckeberg burada müdür yardımcılığı görevine
getirilmiştir. Aynı yıldan itibaren önce fahri olarak EUNET’te
(European Network for Education and Training / Avrupa Eğitim ve
Alıştırma Ağı) çalışmalara müdahil olmuş, nitekim daha sonraki
dönemlerde bu kurumda genel sekreter olarak göreve getirilmiştir.
EUNET’in temsilcisi olma vasfıyla sivil toplum kuruluşları tarafından
Avrupa nezdinde düzenlenen çok sayıda resmi ve gayriresmi nitelik‐
li kurultaylara katılmaktadır. Thomas Heckeberg 2009‐2012 yılları
arasında, toplam 70 sivil toplum örgütünün çıkarlarını gözeten bir
inisyatifin, Avrupa Birliği bütçe belirleme çalışmalarında temsili
yetki vermek üzere oluşturduğu Avrupa Komisyonu bünyesindeki
çalışma grubunun başkan yardımcılığını da yapmıştır.
heckeberg@european‐net.org
Prof. Dr. Carl Hermann HEMPEN
1948 yılında Emden’de dünyaya gelen Prof. Carl‐Hermann Hempen, tıp
ögreniminden mezun olduktan sonra 1973 yılında Ludwig Maximilians
Üniversitesi’nde doktorasını tamamladı. Doktora sürecinin ardından
içhastalıkları alanında uzmanlaşan Hempen, hocası Manfred Porkert
aracılığıyla Sinoloji dünyasıyla tanıştı. Uluslararası Çin Tıbbı Cemiye‐
ti’nin kurucularından olan Hempen’in Geleneksel Çin Tıbbı’na (GÇT)
duydugu ilgi ona bu alanda uzmanlaşma zemini hazırladı. Yaptığı ya‐
yınlarla Çin tıbbının Almanya’daki saygınlığının artmasında büyük
emekleri olan Hempen, doğal olarak Haziran 2011’den bu yana Münih
Teknik Üniversitesi’nde GÇT dalında Fahri Profesörlük ünvanına sahip‐
611
tir. Ayrıca Bavyera Eyalet Tabibler Odası Akapunktur Uzmanlık Ala‐
nı’nda denetleyici olarak etkinlik göstermektedir.
ch@hempen.de
Fatma Gül HESAPÇIOĞLU
Antalya Üniversite Destekleme Vakfı Kurucularından Mehmet Zeki
Balcı’nın kızı olan Fatma Gül Hesapcıoğlu, Antalya doğumludur.
Ortaokul ve lise eğitimini Antalya Koleji’nde tamamlayan
Hesapcıoğlu, Boğaziçi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve
Edebiyatı Bölümü mezunu olup, Akdeniz Üniversitesi’nin çeşitli
fakülte ve bölümlerinde, öğretim görevlisi olarak Türk Dili dersleri
vermiştir. Halen Bahçeşehir Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Psi‐
koloji Bölümü lisans öğrencisidir. 2006 yılından beri Antalya Üniver‐
site Destekleme Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi olan Fatma Gül
Hesapcıoğlu; 2006 yılında Muhasip Üye, 2007‐2013 yılları arasında
Genel Sekreter, 2014 yılından beri Başkan Yardımcısı olarak Va‐
kıf’taki görevine devam etmektedir.
gulhesapci@superonline.com
Dr. Jason HOLDSWORTH
1969 yılında ABD’nin Virjinya eyaletinde doğan Jason Holdsworth,
James Madison Üniversitesi’nde öğrenim gördü. Mezun olduktan
sonra Boston ve civarında çalıştı ve 1995 yılında Türkiye’ye taşındı.
Eşiyle tanıştığı İstanbul’da değişik sektörlerde çalıştı ve Aile Danış‐
manlığı alanında yüksek lisans öğrenimini başarıyla tamamladı. 2008
yılında Gerontoloji alanında eğitim almak için ailesiyle beraber Antal‐
ya’ya taşındı. Antalya’nın kırsal ve kentsel bölgelerinde aile yakınlarını
etkileyen bakım yükü ve bakıcı sorunları üzerine kapsamlı bir alan
çalışması gerçekleştirdi. 2013 yılının Mart ayında Almanya’nın Dort‐
mund Teknik Üniversitesi’nde Sosyal Gerontoloji ana bilim dalında
doktora eğitimini tamamlayan Holdsworth, Eylül 2013’den beri Akde‐
niz Üniversitesi’nin Gerontoloji Bölümü’nde öğretim görevlisi olarak
çalışmaktadır. Holdsworth’un ilgi alanlarını yaşlı bakımı ile yaşlıların
612
aile bakıcılarının üzerindeki yükü, ekolojik/çevresel gerontoloji ve
yaşlılara yönelik danışmanlık hizmetleri oluşturmaktadır.
jasonholds@gmail.com
Öğr. Gör. Dr. M. Cumhur İZGİ
27.10.1961 tarihinde Kuyucak/Aydın’da doğdu. 1986 yılında Ege
Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. Posof/Ardahan ve An‐
talya Devlet Hastanelerinde acil servis hekimi, Göynük/Kemer Sağlık
Ocağı sorumlu hekimi olarak 1. Basamak sağlık hizmeti alanlarında
çalıştı. Antalya’daki hizmet süreci içinde ayrıca turizm alanında
işyeri hekimi olarak da görev yaptı. Sağlık Ocağı hekimliği yaptığı
süreçte, 2004‐2009 yılları arasında Ankara Üniversitesi Sağlık Bilimle‐
ri Enstitüsü ne bağlı olarak Tıp Fakültesi Deontoloji Anabilim Dalı n‐
da Tıp Tarihi ve Etik alanında doktora eğitimini sürdürdü ve Haziran
2009’da bilim doktoru unvanı aldı. Halen Eylül 2010 tarihinden itiba‐
ren Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik Anabilim
Dalında öğretim görevlisi olarak çalışmaktadır.
cizgi@akdeniz.edu.tr
Doç. Dr. İrfan KALAYCI
Malatya doğumlu. Çukurova Üniversitesi lisans, İnönü Üniversitesi
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi (İİBF) İktisat Anabilim Dalında
Yüksek lisans ve doktora mezunu. YÖK‐ÜAK tan Makro İktisat bilim
dalından doçentliğini aldı. Onlarca makalesinin dışında, 2 si telif 5
kitabı, 13 tane bilimsel araştırma ve makale ödülü sahibi. Evli ve 3
çocuk babası. Halen İnönü Üniversitesi İİBF İktisat Bölümü nde öğre‐
tim üyesi.
irfan.kalayci@inonu.edu.tr
Yadé KARA
İki Almanya’nın birleşmesinden önce Batı Berlin’de yetişen Yadé
Kara, orta öğreniminin ardından İngiliz ve Alman filolojileri okudu.
Yükseköğrenimi sırasında Berlin’deki Schillertheater adlı tiyatroda
613
çalıştı. Londra, İstanbul ve Hongkong gibi kentlerde sahne sanatcısı,
öğretmen ve gazeteci olarak faaliyetlerde bulundu. Çeşitli radyo ve
televizyon kurumları için programlar hazırladı. Kara 2003 yılında
yayınlanan ilk romanı „Selam Berlin“ ile 2004 yılında Alman Kitap
Ödülü’nü aldı. Yine aynı yıl Adelbert Chamisso Ödülü’nü de alan
Yadé Kara’nın 2008 yılında, ilk kitabının devamı olarak nitelendirile‐
bilecek „Café Cyprus“ adlı ikinci romanı yayınlandı.
Nurten KARAKAŞ
Pedagog olan Nurten Karakaş, Berlin Teknik Üniversitesi’nde Eğitim
Bilimleri bölümünden mezun olmuştur. Mezuniyetinin ardından
Berlin’de interkültürel ve sosyal alanlarda faaliyet sürdüren
“Jugendhilfe Evin” adlı derneği hayata geçirmiştir. Berlin’de Alice
Salomon Yüksekokulu’nda (Alice Salomon Hochschule – ASH) “Sos‐
yal Çalışma” alanında dersler veren Nurten Karakaş, su sıralar
Hildesheim Üniversitesi’nde bir yandan öğretim görevlisi olarak ders
verirken öte yandan da doktorasını tamamlamak üzere çalışmalarını
sürdürmektedir. Araştırmaları kültürlerarası pedagoji, göç araştırma‐
sı ve ırkçılık gibi alanlarda yoğunlaşmaktadır.
nurten_karakas@hotmail.com
Prof. Dr. med. Heribert KENTENICH
Prof. Kentenich, Fertility Center Berlin adını taşıyan çocuk arzusu
merkezinin kurucularından olup, kuruluşun şu anki yönetici hekimi‐
dir. 1995‐2011 yılları arasında Berlin Westend Hastanesi’nin Kadın
Doğum Kliniği’nin başhekimliğini yaptı. Heribert Kentenich
“Westend Kliniği’nde, göğüs kanserine yakalanmış kadınların be‐
densel ve ruhsal zindeliğine yoga ile katkı sağlamak üzere yapılan
araştırma”dan sorumludur. Üreme Tıbbı ve Psikosomatik Jinekoloji
Kentenich’in mesleki ilgi alanlarını oluşturmaktadır.
info@fertilitycenterberlin.de
614
Funda KLEIN‐ELLINGHAUS
Funda Klein‐Ellinghaus hemşirelik eğitiminin ardından uzun yıllar
Bremen Sağlık Dairesi’nin Sosyal Pediatri bölümünde çalıştı. SOS‐
Çocukköyü yardım kuruluşunda sosyal pedagojik aile yardımı ala‐
nında tecrübeler edinen Klein‐Ellinghausen, mesleğinin yanısıra
Arabulucuk Egitimi ve Nörolinguistik Programlama (Neuro‐
linguistic programming – NLP) adlı psikolojik terapi kurslarına ka‐
tılmış, keza İnsan Bakım Bilimi ve Halk Sağlığı alanlarında Bachelor
ve Master öğrenimlerini tamamlamıştır. 2011 yılından bu yana bilim‐
sel personel vasfıyla Leibnitz Prevansiyon Araştırma ve Epidemiyo‐
loji Enstitüsü’nde (Leibniz‐Institut für Präventionsforschung und
Epidemiologie – BIPS) çalışmaktadır. Prevansiyon ve Evalüasyon
Bölümü’ndeki ve Sosyal Epidemiyoloji Uzmanlar Ekibi’ndeki uz‐
manlık alanını, prevansiyon araştırmasında yüksek vasıflı yöntemle‐
rin kültürel duyarlılık kıstası uyarınca kullanılması kapsamaktadır.
Klein‐Ellinghaus’un araştırmaları ise daha ziyade göçmen kökenli
insanların sağlık baglamındaki konumları ve çocuk‐aile sağlığı gibi
konulara yöneliktir.
funda.klein‐ellinghaus@bips.uni‐bremen.de
Kenan KOLAT
1959 yılında İstanbul da dünyaya gelen Y. Kenan Kolat, ilk, orta, ve
lise öğrenimini İstanbul da tamamladıktan sonra 1981 yılında İstan‐
bul Teknik Üniversitesi Gemi İnşaatı Fakültesi nden mezun oldu.
1994 yılında Berlin Teknik Üniversitesi Deniz Taşımacılığı bölümünü
bitirdikten sonra HDB Berlin, Berlin Türk Veliler Birliği, Berlin‐
Brandenburg Türkiye Toplumu nun da içinde bulunduğu kurumlar‐
da danışmanlık ve genel sekreterlik görevlerinde bulundu. 2012 yı‐
lından itibaren Kolat, Politika ve Strateji Danışmanlık Şirketi nde
görevini sürdürmekte olup, Almanya Türk Toplumu Genel Başkanlı‐
ğı da yapmış olan Kolat’ın, birçok yazılı yayını ve makalesi bulun‐
maktadır.
kenan.kolat@tgd.de
615
Prof. Dr. phil. Ingrid KOLLAK
Ingrid Kollak Berlin’de bulunan Alice Salomon Yüksekokulu’nda
İnsan Bakım Bilimi profesörü olarak çalışmalarını sürdürmektedir.
“Westend Klinigi’nde, göğüs kanserine yakalanmış kadınların be‐
densel ve ruhsal zindeliğine yoga ile katkı sağlamak üzere yapılan
araştırma”yı yönetmektedir. Güncel araştırma projeleriyle ilgili ola‐
rak bkz.: www.ash‐berlin.eu/hsl/kollak.
kollak@ash‐berlin.eu
Prof. Dr. Yeşim KUŞTEPELİ
Yeşim Kuştepeli, lisans eğitimini Orta Doğu Teknik Üniversitesi
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat Bölümü’nde, yüksek lisans
ve doktora eğitimini ise Clemson Üniversitesi İktisat Bölümü’nde
tamamlamıştır. 2006 yılında doçent ve 2011 yılında profesör ünvanını
alan Kuştepeli, Dokuz Eylül Üniversitesi İşletme Fakültesi’nde Dekan
Yardımcılığı ve İktisat Bölümü Başkan Yardımcısı olarak görev yap‐
mıştır. Halen Dokuz Eylül Üniversitesi İşletme Fakültesi İktisat bö‐
lümü İktisat Politikası Anabilim Dalı Başkanlığı’nı yürütmektedir.
Kuştepeli’nin kamu iktisadı, Avrupa Birliği entegrasyonu, gelir dağı‐
lımı ve yenilikçilik konularında makaleleri ve kitap bölümleri bu‐
lunmaktadır.
yesim.kustepeli@gmail.com
Arş. Gör. Gamze KUTLU
Gamze Kutlu, lisans öğrenimini 2012 yılında Ankara Üniversitesi
Sağlık Bilimleri Fakültesi Sağlık Kurumları Yöneticiliği Bölümü’nde
tamamlamıştır. Lisansüstü öğrenimine 2013 yılında aynı üniversite‐
nin Sağlık Bilimleri Enstitüsü Sağlık Kurumları Yönetimi Anabilim
Dalı’nda başlamış olup yüksek lisans tez aşamasındadır. Kutlu, An‐
kara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Sağlık Kurumları Yöneti‐
mi Anabilim Dalı’nda araştırma görevlisi olarak görev yapmaktadır.
gamze_kutlu65@hotmail.com
616
Dr. Devrimsel Deniz NERGİZ
D. Deniz Nergiz, lisans ve yüksek lisans eğitimini İstanbul Bilgi Üni‐
versitesi ve Koç Üniversitesi’nde tamamladı. Master tezinde Avru‐
pa’da göçmen entegrasyon politikalarını inceleyen Nergiz, 2008 yı‐
lında Alman Araştırma Vakfı (DFG)’nın Exzellenz bursuyla Bielefeld
Üniversitesi Sosyoloji Fakültesi’nde doktorasına başladı. 2012 yılında
‘I Long for Normality: A Study on German Politicians with
Migrationbackgrounds’ başlıklı teziyle doktorasını tamamladı ve
aynı üniversitede 6 ay post‐doktora çalışmalarında bulundu. 2008
yılından beri Bielefeld Ünivesitesi Sosyoloji Fakültesi’nde lisans ve
yüksek lisans düzeyinde Batı Avrupa’da Göç Politikaları dersi veren
Dr. Nergiz’in doktora tezi 2014 yılında ilk kez Almanya Türk Toplu‐
mu ve Akdeniz Üniversitesi AB Araştırma ve Uygulama Merkezi
tarafında ortaklaşa düzenlenen “Bilim Ödülleri” Göç kategorisinde
birincilik ödülü aldı. Nergiz ayrıca geçtiğimiz dönem Bahçeşehir
Üniversitesi Berlin Kampüsü’nde de Türk Alman Bilim Yılı kapsa‐
mında sunulan “1945 sonrası Almanya: Toplum, Kültür, Siyaset”
dersini verdi. Dr. Nergiz akademik çalışmaların yanısıra 2010 yılın‐
dan bu yana Almanya Federal Meclisi’nde milletvekili siyaset danış‐
manlığı yapmakta. Dr. Nergiz’in tez çalışmasını içeren kitabı ve kitap
bölümlerinin yanısıra sınırlararası ve ötesi araştırmalarda metodoloji‐
leri inceleyen iki derleme kitabın yazarları arasında bulunmaktadır.
devrimseld@gmail.com
Doç Dr. Sema OĞLAK
Sema OĞLAK, Adnan Menderes İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
Çalışma Ekonomisi Bölümü’ndeçalışmaktadır. Çalışma alanları;
yaşlılarda uzun süreli bakım ve sosyal politikalar, evde bakım, bakım
elemanı eğitimi, göçmen bakım işgücü, gönüllülük ve yaşlılık ve
yaşam kalitesi. İngiltere King’s College London Sosyal Bakım İşgücü
Araştırmaları Birimi’nde Londra’da yaşayan Türk toplumunda uzun
süreli bakım gereksinimleri ile ilgili mevcut proje kapsamında dokto‐
ra sonrası çalışma yapmıştır. 2009 yılında, Avrupa Birliği ve Türkiye
İş Kurumu finansmanı ile sağlanan, İzmir Valiliği ev sahipliğinde
İzmir’de işsiz kadınlar için yaşlı bakım elemanı eğitim projesinin
617
koordinatörlüğünü yürütmüştür. Yaşlıların uzun süreli bakım hiz‐
metlerini ve uygulama örneklerini yerinde gözlemek amacıyla Hol‐
landa, İtalya, Almanya ve Yunanistan başta olmak üzere çeşitli Av‐
rupa ülkelerinde bulunmuştur. Yaşlının uzun süreli bakım modelleri,
bakım sigortası, yaşlılık ve gönüllülük, göçmen işgücü konusunda
yayınlanmış makaleleri ve kitapları bulunmaktadır.
sema.oglak7@gmail.com
Doç. Dr. Ömer Rıfkı ÖNDER
Ömer R. Önder, 1979’da Gevher Nesibe Sağlık Eğitim Enstitüsü Top‐
lum Sağlığı Bölümü’nü, 1981’de Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri
Fakültesi Psikoloji Bölümünü bitirdi. Hacettepe Üniversitesi Sağlık
Bilimleri Enstitüsü Halk Sağlığı Programı’nda bilim uzmanlığını,
Hacettepe Üniversitesi Çocuk Sağlığı Enstitüsü Aile Sağlığı Progra‐
mı’nda doktorasını aldı. 2010 yılında Yönetim ve Organizasyon do‐
çenti oldu. On bir projede yürütücü ya da araştırıcı olarak çalıştı.
Türkçe ve yabancı dilde birçok makalesi yayınlanan Önder, ulusal ya
da uluslar arası birçok bilimsel toplantılarda da bildiri sundu. Halen
Ankara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Sağlık Kurumları Yö‐
neticiliği Bölümü’nde öğretim üyesi olarak görev yapan Önder’in
yabancı dili İngilizce’dir.
onder@health.ankara.edu.tr
Prof. Dr. Burhan ÖZKAN
Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü’nden
1983 yılında mezun olan Prof. Dr. Özkan İngiltere’de Reading Üni‐
versitesi’nde Master eğitimini, Çukurova Üniversitesi’nde de doktora
eğitimini tamamlamıştır. Akdeniz Üniversitesi’nde Tarım Ekonomisi
Bölümü Kurucu Bölüm Başkanı olan Prof. Dr. Özkan’ın tarım eko‐
nomisi alanında çok sayıda yayını bulunmaktadır. Araştırma alanları
içerisinde tarım ekonomisi, üniversitelerde uluslararasılaşma,
Bologna Süreci çalışmaları, üniversitelerde kalite süreçleri ve AB
Eğitim ve Gençlik Programları yer almaktadır. Halen Akdeniz Üni‐
618
versitesi Tarım Ekonomisi bölümünde öğretim üyesi olup aynı za‐
manda Akdeniz Üniversitesi Rektör Danışmanı ve Uluslararası İlişki‐
ler Koordinatörü görevlerini yürüten Prof. Özkan birçok bilimsel
kuruluşta ve akademik komisyonlarda da önemli görevler üstlenmiş‐
tir. İleri düzeyde İngilizce bilen Özkan evli ve iki çocuk sahibidir.
bozkan@akdeniz.edu.tr
Arş. Gör. Okan ÖZKAN
1979 yılında Ankara’da doğan Okan ÖZKAN, 2002 yılında Başkent
Üniversitesi Sağlık Kurumları İşletmeciliği Bölümü lisans programı‐
nı, 2011 yılında Selçuk Üniversitesi İşletme ve 2014 yılında da Ankara
Üniversitesi Sağlık Kurumları Yönetimi yüksek lisans programlarını
tamamlamıştır. 2012 yılından beri Ankara Üniversitesi Sağlık Bilimle‐
ri Fakültesi Sağlık Kurumları Yöneticiliği Bölümü’nde araştırma
görevlisi olarak çalışmaktadır.
ozkanokan@yahoo.com
Prof. Dr. med. Oliver RAZUM
Prof. Razum hekim ve epidemiyologdur. Bilefeld Üniversitesi Sağlık
Bilimleri Fakültesi’nin dekanı da olan Prof. Razum, 2004 yılından bu
yana aynı üniversite bünyesinde yer alan 3 numaralı “Epidemiyoloji
ve Uluslararası Halk Sağlığı” çalışma grubunu da yönetmektedir.
Çalışma alanlarının başında, sosyal eşitsizlik ve sağlık, küçük çaplı
etkenlerin yol açtığı sağlık sorunları ile göç/sağlık gelmektedir. 1989‐
1992 yılları arasında Zimbabve’de hekim olarak çalışan Razum, bu
dönemin iki yılını “District Medical Officer” olarak ülkenin kırsal
bölgelerinde geçirmiştir.
oliver.razum@uni‐bielefeld.de
Sarah SCHACKERT‐FELD
Sarah Schackert‐Feld, Philipps‐Universität Marburg’da Kültürlerarası
Pedagoji Bölümü Kürsü Başkanlığı kadrosundaki işinin ardından
619
2013 Eylülü’nde Alman Akademik Değişim Servisi’nin (Deutscher
Akademischer Austauschdients – DAAD) Ankara’daki Bilgi ve Da‐
nışma Merkezi ne yeni müdür olarak atanmıştır. 2009‐2010 yıllarında
New Yorkta bulunan Binghampton Üniversitesi’nde çalışmalarını
sürdüren Sarah Schakert‐Feld’in üzerinde yoğunlaştığı güncel ilgi
alanları şunlardır: azınlıkların göç, kültür ve cinsiyet olguları bağla‐
mında geliştirdiği ortak bellek; kültürlerarası edebiyatta kimlik; kül‐
türlerarası öğrenme ve yurt kavrayışı.
schackert@daad‐turkiye.org
Prof. Dr. Sylvia SCHAFMEISTER
Neu‐ULM Uygulamalı Bilimler Üniversitesi’nde Lisansüsüstü ve
Mesleki Çalışmalar Merkezinin (Head of the Centre for Postgraduate
and Professional Studies) başkanı olan Profesor Schafmeister, aynı
zamanda Sağlık Yönetimi Bölümü Çalışmaları (Studies of the
Department of Health Management) Dekanı olarak görev
yapmaktadır. Sylvia Schafmeister doktora eğitimini Wuppertal Üni‐
versitesi nde 1988 yılında tamamlamıştır. Araştırma konuları açısın‐
dan özellikle kurumsal strateji, insan kaynakları ve organizasyon
alanlarına ilgi duyan Schafmeister’in bu alanda çok sayıda bilimsel
yayını bulunmaktadır.
sylvia.schafmeister@hs‐neu‐ulm.de
Dr. med. Winfried SCHÖNEGG
Berlin’deki Martin Luther Hastanesi’nin göğüs cerrahisi bölümünde
konsültan hekim olarak görev yapan Dr. Winfried Schönegg aynı
zamanda Berlin Westend Hastanesi’ndeki Göğüs Merkezi’nin başhe‐
kimidir. “Westend Kliniği’nde, göğüs kanserine yakalanmış kadınla‐
rın bedensel ve ruhsal zindeliğine yoga ile katkı sağlamak üzere
yapılan araştırma” kapsamında da yoğun faaliyet göstermektedir.
winfried.schoenegg@pgdiakonie.de
620
Prof. Dr. Süheyla SCHROEDER
İstanbul da Antropoloji lisans eğitimi alan Prof. Schroreder, İskoçya
ve İngiltere’de medya ve kültür bilimleri yükseköğrenimini
tamalayıp, Warwick Üniversitesi nden doktara ünvanını aldı. İstan‐
bul British Council’da akademik koordinatör ve öğretim üyesi olarak
çalıştıktan sonra, Bahçeşehir Üniversitesi’nin kuruluş yılından itiba‐
ren ‐1999 dan 2014 yılına kadar İletişim Fakültesi’nde öğretim üyesi
olarak çalıştı. Aynı zamanda, 2008‐2012 yılları arasında Potsdam
Üniversitesi ve Berlin Free Universitesi nde misafir profesör olarak
ders verdi. 2012’den itibaren Bahçeşehir Üniversitesi Berlin Yerleşkesi
Direktörlüğünü de yürüten Prof. Schroeder, Berlin’de 2014 yılında
kurulan BAU International Berlin ‐ University of Applied Sciences
isimli Alman üniversitenin kurucu rektörü olarak görevini sürdür‐
mektedir.
suheyla.schroeder@gmail.com
Marly SCHWENDLER
Marly Schwendler 2012 yılının Ocak ayından bu yana Neu‐Ulm Yük‐
sekokulu, Sağlık Yönetimi Fakültesi’nde akademik eleman olarak
görev yapmaktadır. 1990‐1995 yılları arasında Augsburg Üniversite‐
si’nde işletme eğitimi alan Schwendler’in yoğunlaştığı alanlar piyasa
araştırmaları ve yöneylem araştırması. Yükseköğreniminin ardından
sanayi alanında uygulamaya yönelik deneyimler toplayan Marly
Schwendler 2012 yılından bu yana Greifswald Üniversitesi, Genel
İşletme ve Saglık Yönetimi Fakültesi’nde doktora çalışmalarını sür‐
dürmektedir.
marly.schwendler@hs‐neu‐ulm.de
Prof. Dr. Med. Jalid SEHOULI
Prof. Dr. med. Jalid Sehouli, 1968’de Fas asıllı bir göçmen ailenin oğlu
olarak Almanya’nın Berlin kentinde doğmuştur. Halen Berlin’de
Charité hastahanesinde jinekoloji kliniği müdürü olarak çalışmakta‐
dır. Prof. Sehouli ayrıca Charité hastahanesi Benjamin Franklin
621
kampüsünde ‚Europaischen Kompetenzzentrums fur Eierstockkrebs’
müdürü olarak çalışmaktadır.
jalid.sehouli@charite.de
Ahmet Başar ŞEN
Birinci Sınıf Başkonsolos Ahmet Başar Şen, 1967 yılında Ezine’de
doğmuştur. İstanbul Kabataş Erkek Lisesi (1984) ve Ankara Üniversi‐
tesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü (1988)
mezunudur. İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü nde Av‐
rupa Birliği’nin Hukuki Yapısı (1989‐1990) ve Stuttgart Üniversitesi
Siyasal Bilimler ve Alman Dili ve Edebiyatı (1991‐1996) bölümlerinde
yüksek Lisans çalışmaları yapmıştır. Çok iyi derecede Almanca ve
İngilizce bilmektedir. Dışişleri Bakanlığı’ndaki kariyerine 1996 yılın‐
da Çok Taraflı Ekonomik İşler Genel Müdürlüğü Uluslararası Eko‐
nomik Örgütler Dairesi’nde Aday Meslek Memuru olarak başlayan
Birinci Sınıf Başkonsolos Şen, daha sonra sırasıyla İkili Ekonomik
İşler Genel Müdürlüğü’nde (1998‐2000), T.C. Berlin Büyükelçiliği’nde
(2000‐2003), T.C. Minsk Büyükelçiliği’nde (2003‐2005) gibi çeşitli
görevlerde bulunmuştur. Son olarak Dışişleri Bakanlığı Ortadoğu ve
Güney Asya Genel Müdürlüğü’nde (2010‐2012) Daire Başkanı göre‐
vinde bulunmuş, 15 Kasım 2012 tarihinden itibaren Berlin Başkonso‐
losu olarak atanmıştır.
konsulat.berlin@mfa.gov.tr
PD Dr. med. Friederike SIEDENTOPF
Berlin’deki Martin Luther Hastanesi’nin göğüs cerrahisi bölümünde
yönetici hekim olarak görev yapan Dr. Friederike Siedentopf,
“Westend Kliniği’nde, göğüs kanserine yakalanmış kadınların be‐
densel ve ruhsal zindeliğine yoga ile katkı sağlamak üzere yapılan
araştırma” kapsamında da başhekim olarak çalışmaktadır. Martin
Luther Hastanesi’ndeki görevinden önce Berlin’de başka bir göğüs
merkezinde başhekim olarak çalışmış olan Siedentopf aynı zamanda
araştırma merkezi yöneticiliği deneyimine de sahiptir.
friederike.siedentopf@pgdiakonie.de
622
Prof. Dr. Walter SWOBODA
Dr. Swoboda, lisans öğrenimini Münih Ludwig Maximilian Üniversi‐
tesi Tıp Fakültesinde tamamlamıştır. Ayrıca Hagen Üniversitesi bilgi‐
sayar bilimleri bölümünü de tamamlamıştır. Münih Üniversitesi’nde
Tıbbi Bilişim, Biyometri ve Epidemiyoloji Anabilim Dalı nda Profesör
olmuştur. İç hastalıkları ve nöroloji bölümünde hekimlik, Münih
Üniversite Hastanesi Tıp Teknoloji Başkanı olarak görev yapmıştır.
Şu anda Neu‐Ulm Uygulamalı Bilimler Üniversitesi, Sağlık Yönetimi
Fakültesi’nde görev yapmakta, Bilgi Yönetimi, Sağlık Hizmetlerinde
Bilgi Yönetimi, Sağlık Hizmetlerinde Bilgi ve İletişim, Sağlık Hizmet‐
lerinde Proje ve Kalite Yönetimi, Tıp Bilimlerine Giriş dersleri ver‐
mektedir.
walter.swoboda@hs‐neu‐ulm.de
Yrd. Doç. Dr. Sabahattin TEKİNGÜNDÜZ
Sabahattin Tekingündüz, Lisans eğitimini Ankara Üniversitesi Sağlık
Eğitim Fakültesi, Sağlık Yönetimi Bölümünde (1996‐2000); Yüksek
Lisans eğitimini Ankara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Sağlık
Yönetimi Bölümünde (2000–2003); Doktora eğitimini Gazi Üniversi‐
tesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İşletme Bilim Dalı Sağlık Kurumları
İşletmeciliği Anabilim Dalı’nda (2006‐2012) tamamlamıştır. 2008‐2010
yılları arasında Sağlık Bakanlığı Performans Yönetimi ve Kalite Geliş‐
tirme Daire Başkanlığı, Kalite Standartları Geliştirme Şubesinde gö‐
rev yaptı. Tekingündüz, 2010‐2013 yılları arasında Diyarbakır Hani
İlçe Hastanesi’nde Hastane Müdürü olarak çalıştı. 2013 yılından beri
Mersin Üniversitesi, Sağlık Yüksekokulu Sağlık İşletmeciliği Yöneti‐
mi bölümünde Yardımcı Doçent olarak görev yapmaktadır. 2013‐
2014 yıllarında Neu‐Ulm Uygulamalı Bilimler Üniversitesi’nde misa‐
fir araştırmacı olarak bulundu. Yazarın çalışma alanları; Sağlık Ku‐
rumları İşletmeciliği, Hizmet Kalitesi, Örgütsel Davranış, Yönetim ve
Organizasyon konularıdır.
stekingunduz@gmail.com
623
Dirk TRÖNDLE (M.A.)
Dirk Tröndle, İstanbul, Münih ve Konstanz’da Yakın Doğu Tarihi ve
Kültürü, Türkoloji, siyaset bilimi ve ulusal ekonomi öğrenimi gör‐
müş, 1999 yılında ‘Magister Artium’ ünvanı elde ederek mezun ol‐
muştur. 1998‐2013 yılları arasında Türkiye’de yaşamış, önce Konrad
Adenauer Stiftung Derneği’nde daha sonra Ankara’da, Almanya’nın
Türkiye Büyükelçiliği’nde ekonomik işbirliği, çevre, araştırma ve
teknoloji konusunda raportör olarak faaliyet göstermiştir. Dirk
Tröndle 2013 yılından bu yana Berlin’de serbest danışman olarak
çalışmaktadır. Araştırmalarında ağırlıklı olarak üzerinde durduğu
konular arasında, başta araştırma, yenilikçilik, çevre ve yenilenebilir
enerji gibi alanlar olmak üzere, ekonomi ve bilim bağlamında yapılan
iki uluslu projeler bulunmaktadır. Tröndle bu dalların kapsama ala‐
nına giren birçok konunun yanısıra TBMM çevreleri, Türkiye’de
seçim hakkı ve parlamentarizm ile göç ve dinlerarası diyalog gibi
alanlarda da çeşitli yayınlara imza atmıştır. Tröndle halen “Türki‐
ye’de Muhafazakârlık” başlıklı doktora çalışmasını kaleme alma
aşamasında bulunmaktadır.
dirk.troendle@gmail.com
Doç. Dr. Ece UĞURLUOĞLU ALDOĞAN
Ece Uğurluoğlu Aldoğan, lisans öğrenimini Ankara Üniversitesi
Sağlık Eğitim Fakültesi Sağlık Yönetimi Bölümü’nde; lisansüstü öğ‐
renimini Strayer Üniversitesi İşletme Anabilim Dalı’nda; doktora
öğrenimini Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Sağlık
Kurumları Yönetimi alanında tamamlamıştır. Sağlık Kurumları Yöne‐
timi alanında doçentlik derecesini 2014 yılında alan Dr. Uğurluoğlu
Aldoğan, Ankara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Sağlık Ku‐
rumları Yönetimi Anabilim Dalı’nda öğretim üyesi olarak görev
yapmaktadır. Fakültede işletme, sağlık kurumlarında pazarlama
üzerine dersler vermekte, konu ile ilgili araştırmalar yürütmektedir.
eceugurluoglu@yahoo.com
624
Dr. med. Isabell UTZ‐BILLING
Berlin Westend Hastenesi, Göğüs Merkezi’nde ve aynı hastanenin
doğumhanesinde başhekim olarak görev yapan Utz‐Billing jinokoliji
ve doğum yardımı alanlarında uzman hekimdir. “Westend
Klinigi’nde, göğüs kanserine yakalanmış kadınların bedensel ve
ruhsal zindeliğine yoga ile katkı sağlamak üzere yapılan araştırma”yı
da keza yönetmektedir.
frauenklinik@drk‐kliniken‐westend.de
Doç. Dr. Emine Elif VATANOĞLU‐LUTZ
E. Elif Vatanoğlu‐Lutz, 1999 yılında Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden
mezun oldu. 2007 yılında Tıp Tarihi ve Deontoloji Anabilim Dalı’nda
doktora eğitimini tamamladı. Doktora tezinde ‘Türkiye’de Yasal ve
Etik Boyutuyla Organ Nakli Hakkında Anket Araştırması ve Sonuç‐
ları’ başlığı altında 2005 yılında yürürlüğe giren Yeni Türk Ceza
Yasası’nın organ nakliyle ilgili maddelerini tıp etiği ve hukuku açı‐
sından incelemiştir. 2008 yılından beri Yeditepe Üniversitesi Tıp
Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı’nda ders vermektedir.
Ayrıca dört sene boyunca Kadir Has Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Sağlık Hukuku Yüksek Lisans Programında ‘Sağlık Hukuku ve Etik’
başlıklı dersi vermiştir. Journal of Turkish German Gynecological
Association dergisinin etik editörlüğünü yapmaktadır. Ulusal ve
uluslararası yayın konuları arasında organ nakli, yaşamın son döne‐
mine ait etik ve yasal konular, genetik ve etik yer almaktadır.
drvatanoglu@yahoo.com
Peter WEBERS
1974 yılında Trier Üniversitesi’nde Alman Dili Edebiyatı ve Felesefe
Bölümlerindeki ögrenimini tamamlamıştır. 1976 yılında Köln Üniver‐
sitesi’nde Hukuk ögrenimine başlayan Webers, 1982’de birinci,
1985’de de ikinci devlet sınavlarında başarılı oldu. 1986’dan bu yana
Federal Eğitim ve Araştırma Bakanlığı’nda önce (1986‐89) halkla
iliskiler, daha sonraki dönemde (1989‐2000) ise yine aynı bakanlık
625
bünyesinde ögrenci birlikleri teşvik alanında ve diğer birtakım alan‐
larda çalıştı. Peter Webers Bakanlık’ta 2000‐2007 arasında Personel
Şefliği görevini yürütmüştür. Webers 2007’den bu yana da Ortadoğu
Masası Şefi olarak çalışmaktadır.
peter.webers@bmbf.bund.de
Prof. Dr. Rolf L. WIRSING
Rolf L. Wirsing Etnoloji, Toplumsal Tıp (Halk Sağlığı ve Tıp Etnoloji‐
si) ile Deneysel Sosyal Araştırma Yöntemleri, İstatistik ve Bilgisayar
Kullanımı alanlarında uzun yıllara dayanan öğretim ve araştırma
deneyimine sahiptir. Wirsing öğrenim deneyimlerini 1971’den bu
yana Amerika’daki üniversitelerde, Almanya, Venezuale, Brezilya ve
İsviçre’de edinmiştir. 1974 yılında Kültür Antropolojisi dalında Felse‐
fe Doktoru (Ph D) ünvanını elde etmiştir. 1990 yılından bu yana Tıp
Antropolojisi dalında “Venia Legendi” (alanında ömür boyu ders
verme yetkisi) sahibi olan Rolf L. Wirsing’in, “Gesundheits‐ und
Krankheitsverhalten und seine kulturelle Einbettung in einer
Kleinstadt im Südosten der Türkei” (“Sağlık ve Hastalık Tutumu ve
Türkiye’nin Güneydoğusundaki bir Kasabada Bunların Kültürel
Örtüşümü”) başlığını taşıyan habilitasyon yapıtı 1992 yılında Köln’de
yayınlanmıştır. 1993 yılından itibaren Zittau/Görlitz Yüksekoku‐
lu’nda Toplumsal Tıp ve Antropolji alanlarında profesör olarak aka‐
demik hayatına devam eden Wirsing’in, Almanca ve İngilizce olarak
kaleme aldığı çok sayıda bilimsel yapıtı bulunmaktadır. “Derlenmiş
Aksiyon” (Alm.: konzertierte Aktion, İng.: concerted action) biçimin‐
de nitelenen uluslararası araştırma kooperasyonları çerçevesinde
faaliyetlere katılmıştır. 2008 yılında profesör emeklisi olmasına rağ‐
men Berlin Alice Salomon Yüksekokulu’nda ve Berlin İktisat ve Hu‐
kuk Yüksekokulu’nda (Hochschule für Wirtschaft und Recht – HWR)
dersler vermektedir.
wiersingrolf@gmail.com
626
Yrd. Doç. Dr. Kemal YAMAN
Kemal Yaman, Dortmund Teknik Üniversitesi’nde Ekonomi Matema‐
tiği bölümünde öğrenim gördükten sonra Nürnberg’de 2002‐2006
yıllarında sigorta hesap uzmanı olarak çalışmıştır. Doktorasını 2010
yılında tamamlayan Yaman 2014 yılından bu yana Mersin Üniversi‐
tesi’nde öğretim görevlisi olarak akademik faaliyetlerini sürdürmek‐
tedir. Yaman’ın araştırma alanları arasında sağlık ve sigorta kurum‐
ları finansmanı ile bankacılık sektörü ve denetleme (controlling) ön
plana çıkmaktadır.
kemal_yaman@yahoo.com
Doç. Dr. Gülbiye YENİMAHALLELİ YAŞAR
Gülbiye Yenimahalleli Yaşar, 1990 yılında Ankara Üniversitesi Siya‐
sal Bilgiler Fakültesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri bölü‐
münde başladığı lisans eğitimini 1994 yılında tamamladıktan sonra,
aynı bölümden 1999 yılında yüksek lisans, 2007 yılında ise doktora
derecesi aldı. Doktora öğrenimi sırasında altı ay süre ile İngiltere’de
London School of Economics’in Sosyal Politika (LSE Health) bölü‐
münde tez çalışmasını sürdürdü. 1988‐2001 tarihleri arasında Sağlık
Bakanlığı’nda değişik görevlerde bulundu, Bakanlıktan ayrılmadan
önce Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın Kosova Misyonu’nda
altı ay süre ile Sağlık Müfettişi olarak görev yaptı. 2001 yılından bu
yana Ankara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Sağlık Kurumları
Yöneticiliği bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır.
Sosyal politika, sosyal güvenlik, sağlık politikası, sağlığın ekonomi
politiği ve sağlık finansmanı başlıca çalışma alanlarını oluşturmakta‐
dır.
gulbiye@health.ankara.edu.tr
Öğr. Gör. Gözde YEŞİLAYDIN
Gözde Yeşilaydın, Ankara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi
Sağlık Kurumları Yöneticiliği bölümünde öğretim görevlisi olarak
çalışmaktadır. Lisans eğitimini, 2008 yılında Eskişehir Osmangazi
627
Üniversitesi Endüstri Mühendisliği bölümünde; yüksek lisans eğiti‐
mini ise 2010 yılında Anadolu Üniversitesi İşletme Anabilim Dalı
Yönetim ve Organizasyon Bilim dalında tamamlamıştır. 2012 yılında
Anadolu Üniversitesi İşletme Anabilim Dalı Sayısal Yöntemler Bilim
Dalı’nda başlamış olduğu doktora eğitimine halen devam etmektedir.
Kalite Yönetimi, Halkla İlişkiler, Kantitatif Yöntemler, İşletme Mate‐
matiği gibi dersleri yürütmekte olup; başlıca ilgi alanları arasında
Toplam Kalite Yönetimi, İstatistiksel Kalite Kontrol, Yöneylem Araş‐
tırması, Örgütsel Davranış ve Halkla İlişkiler konuları sayılabilir.
Yeşilaydın’ın bu konulara ilişkin çok sayıda ulusal ve uluslararası
yayını bulunmaktadır.
gterekli@gmail.com
Doç. Dr. Türkan YILDIRIM
Ankara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Sağlık Kurumları Yö‐
neticiliği bölümünde öğretim üyesi olarak çalışmakta olan Yıldırım,
lisans eğitimini, 2000 yılında Hacettepe Üniversitesi Sağlık İdaresi
Yüksekokulu’nda tamamladı. Yüksek lisans eğitimini 2004 yılında
Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Sağlık Kurumları
Yönetimi Anabilim Dalı’nda; doktora eğitimini ise aynı bilim dalının
doktora programında 2009 yılında tamamladı. Yıldırım, London
School of Hygiene and Tropical Medicine, ECOHOST Araştırma
Merkezi ve London School of Economics and Political Science, LSE
Health Araştırma Merkezin’de eş zamanlı (2005‐2006) ziyaretçi dok‐
tora öğrencisi olarak bulunmuştur. Yıldırım aynı zamanda Hacettepe
Teknokent’te faaliyet gösteren ABSAM Sağlık Araştırmaları Merkezi
Ltd. Şti.de kıdemli danışman ve araştırmacı olarak çalışmaktadır.
Araştırmaları sağlık sistemleri, insan kaynakları yönetimi, Avrupa
Birliği sağlık ve sağlık politikaları üzerine yoğunlaşan Yıldırım’ın ilgi
alanına giren konularda çok sayıda ulusal ve uluslararası akademik
yayınları mevcuttur.
turyildirim2003@yahoo.com
628
Dr. med. Neşe Emine YÜKSEL
Berlin de yaşayan Neşe Emine Yüksel doğum uzmanı ve jinekolog
hekim olarak çalışmaktadır. Neşe Emine Yüksel doktora çalışmasını
“Kısır Türk Çiftlerde Psikosomatik Danışmanlık Konsepti” üzerine
tamamlamıştır. Yüksel, göçmenlik bağlamında jinekolojik uygulama‐
lar üzerine çalışmalar yapmaktadır. Bu çalışmalar arasında, uzun
yıllardır organize edip yönettiği Berlin Türk Sağlık Günleri (Berliner
Türkische Gesundheitstage) adını taşıyan etkinliği ve Türkiye kökenli
genç kızların bilgilendirilmesi yönündeki yoğun çabalarını sayabili‐
riz. Aynı zamanda Berlin Türk Sağlık Elemenları Derneği nin
(Berliner Gesellschaft Türkischer Mediziner e. V. – BGTM) başkanlı‐
ğını yapmaktadır. Bayan Yüksel 1 Ekim 2013 tarihinde dönemin
Eyalet Başbakanı Klaus Wowereit in elinden Berlin Liyakat Nişanı nı
almıştır.
info@gyn‐gp.de
Prof. Dr. Hajo ZEEB
Prof. Dr. Hajo Zeeb, 3 yıllığına sağlık görevlisi olarak Namibya’ya
gitmeden önce Aachen Kuzey‐Ren Vestfalya Teknik Yüksekoku‐
lu’nda (Die Rheinisch‐Westfälische Technische Hochschule Aachen –
RWTH) ihtisasını yapıp Dr. med. ünvanını elde etmiş ve birkaç yıl
Almanya’da ve İngiltere’de bazı klinik çalışmalarına katılmıştır.
Heidelberg Üniversitesi’nde halk sağlığı alanında yükseköğrenimini
tamamladıktan sonra Heidelberg’de bulunan Alman Kanser Araş‐
tırma Merkezi’nde (DKFZ) ve daha sonra Bielefeld Üniversitesi’nde
çalışmıştır. Zeeb 2006 yılında Mainz Üniversite Hastanesi Tıbbi
Biyometri, Epidemiloji ve İnformatik (IMBEI) Enstitüsü’ne geçmeden
önce Cenevre’deki Dünya Sağlık Organizasyonu’nda (WHO) Halk
Sağlığı ve Çevre departmanında faaliyetlerini sürdürmüştür. Prof.
Zeeb, Uluslararası Epidemiyoloji Derneği, Alman Epidemiyoli Birliği
gibi meslek örgütlerinde üyedir. Temel araştırma konuları arasında
kronik hastalıkların kanıta dayalı önlenmesi ve değerlendirilmesi ile
göçmen sağlığına ilişkin epidemiyoloji sayılabilir.
zeep@bips.uni‐bremen.de
629