Location via proxy:   [ UP ]  
[Report a bug]   [Manage cookies]                

MADDİ KÜLTÜR VERİLERİNİN IŞIĞINDA GORALILARIN TÜRKLÜĞÜ MESELESİ

2017, PROCEEDINGS OF THE XXth INTERNATIONAL SYMPOSIUM OF THE MEDIEVAL AND TURKISH ERA EXCAVATIONS AND ART HISTORY RESEARCHES (02-05 NOVEMBER 2016)

361 MADDİ KÜLTÜR VERİLERİNİN IŞIĞINDA GORALILARIN TÜRKLÜĞÜ MESELESİ ÇORUHLU, Tülin TÜRKİYE/ТУРЦИЯ ÖZET Bu araştırmanın inceleme konusu Goralıların maddi kültür varlıklarıdır. Goralılar Kosova’nın Şar Dağları bölgesindeki yüksek dağ köylerinde yaşayan ve ‘Goralı’ adı ile bilinen, Gorançe adı verdikleri bir dil konuşan topluluktur. Yaylak-kışlak tarzı yaşam biçimini sürdürmekte olan topluluk hayvancılık, lokantacılık, dokumacılık, zenaatkarlık gibi işlerle geçinmektedir. Kültürel gelenekleri ve yaşam biçimleri ile çevrelerindeki Sırp, Bulgar, Makedon ve Arnavutlardan farklı özellikler gösteren bu Müslüman topluluk, dil özellikleri, örf ve adetleri ile Türk kültürünün içinde yerlerini almaktadır. Bütün bu özelliklerine maddi kültür varlıklarının özellikleri de eklenince – özellikle aile damgaları, halı ve kilim dokumacılığı ile ilgili kültürleri, mezar taşı gelenekleri, “canbala” veya “Curcan” adını verdikleri hıdrelez/ nevruz gelenekleri– Goralıların kavimler göçü sırasında Orta Asya’dan çıkıp, Karadeniz’in Kuzeyinden Balkanlara inmiş eski Türk topluluklarından oldukları düşüncesini ortaya çıkarmaktadır. Anahtar Kelimeler: Goralılar, halk sanatları, Türk kültürü, Türk sanatı, Şar Dağları, halı, kilim, damga, mezartaşı. ABSTRACT The Problem of Identification of Turkization of Goras Under the Ligth of Material Cultural Beings The subject of this research is the material cultural beings of Goras. Goras are the society that live in the villages of high mountains where are in the region of Şar Mountains, are known as “Goralı” and speak Gorance. They live in the style of mountain pasture–shelter place and live on by cattle breeding, restaurant keeping, textile, craftmanshippig. This 362 Musulman society that differs from Serbian, Bulgarian, Makedoian and Albian surroundings with its tradition and life style, takes place in Turkish culture with its language and custom. By the additions of material cultural beings in these features,-especially their damgas/tamgas of family,their cultures related with carpet and rug textile, their tradition of grave stones, their tradition of Newroz/Hıdrellez which is called by them as “Canbala” or “Curcan”- it can be said that Goras are one of the ancient Turkish society that came from Central Asia, moved down to the Balkans from North of the Black Sea during the Big Migration (Migration of Hordes) Key Words: Goranians, Public arts, Turkish cultur, Turkish art, Şar mountains, carpet,Kilims, Tamgas, grave stone. ----Araştırmamızın ortaya çıkışı Sakarya Üniversitesinden farklı bilim dallarından bir grup bilim adamı ile Kasım 2006 tarihinde Kosova’ya yapılan bir araştırma ve inceleme seyahati neticesinde oluşmuştur. Bu çalışma kapsamında, yüzey ve alan araştırmamızın yayılım alanı, Prizren, Dragaş ve köylerinde yaşayan Goralıların maddi kültür varlıklarıdır. Bu çalışmanın amacı ise; Kosova sınırları içinde yaşayan Goralıların kültürel kökenlerine ışık tutacak nitelikteki taşınır ve taşınmaz maddi kültür varlıklarının Sanat Tarihi bilimi açısından incelenmesidir. Maddi kültür varlıkları üzerinden, amacımıza yönelik tespitler yapmak üzere Goralılarla ilgili daha önce gerçekleştirilmiş bir araştırma ve yayının olmaması, bu çalışmanın en önemli problemidir. İkinci ve daha önemli problem ise Gora kültürünün ortadan kaldırılmasına yönelik olarak, 20. yüzyılda Sırplar tarafından bilinçli olarak tahrip edilmesidir. Üzerinden zaman geçmesine rağmen, bu durumun çarpıcı belgeleri yüzey araştırmalarımız sırasında sık sık karşımıza çıkmıştır. Bu araştırmaya konu olan Goralıların yaşadıkları bölge Balkanlarda ve eski Yugoslavya sınırları içinde Kosova Özerk bölgesinin Prizren şehrinin güneyinde yer almaktadır. Kosova, 1389 yılında Sultan Murat tarafından Osmanlı topraklarına katılmış ve 500 yıldan daha fazla süre İmparatorluğun balkan topraklarındaki önemli vilayetlerinden biri olmuştur. İmparatorluğun dağılmasından sonra, 20. yüzyıl başlarında Osmanlı topraklarından ayrılmıştır. Sanat ve kültürel yansımaları açısından bu gün hala eski kimliğini muhafaza ettiğine şahit olunan Prizren, 19. yüzyılın sonunda terzilik, kuyumculuk, saraçlık, dokumacılık, ağaç oymacılığı, 363 tüfenkçilik işleri ve ticaretinde önemli bir merkezdir. Gümüş ve sim işlemeleri, Baston ve masaları, ipekli, pamuklu ve aba kumaşları meşhurdu ve İstanbul pazarında da rağbet görürdü. Çevre köylerin ki, üzerinde çalıştığımız Şar Dağları bölgesi de buna dahildir, üretimleri Prizren’den pazar bulurdu. Goraya Prizren’den rahat bir yol ile tırmanılarak çıkılır. Bu yol yaklaşık 30 kilometrelik bir mesafeden sonra bölgenin merkez ilçesi Dragaş’a ulaşılır. İlçe adını Sultan Beyazıt döneminde, Osmanlı vassalı olan prens Konstantin Dragaş’ın adından almıştır. Ulaşımı oldukça zor olan Gora köylerine bu ilçeden ayrılan yollarla gidilir. Dragaş, Şar dağları denilen ve zaman zaman deniz seviyesinden yaklaşık 2600 metreye kadar yükselen ve Gora, denilen dağlık coğrafyanın merkez şehridir. Bölgenin asıl halkı Goralı adı ile anılan topluluktur. Ancak, Arnavut köyleri ve onların nüfusu da bölge halkı üzerinde etkilidir. 1877 yılında teşkil edilen Kosova Vilayetinin, H.1314 (M.1898) tarihli salnamesinde, Kosova beşinci fırkasının Priştine Redif Alayına bağlı ikinci Gora taburu askerlerinden bahsedilmekte ve Gora taburunun efradının hepsinin adları Müslüman Türk adları olduğu anlaşılmaktadır. Gora taburu içerisinde başarı gösterip Devlet-i Ali Osmani tarafından liyakat nişanları ve başarı madalyaları hak etmiş askerler de bulunmaktadır.1 Aynı Salnamede Gora bölgesinden de ve özellikle Şar dağlarından söz edilir. Aşağıdaki bilgiler 19. yüzyıl sonu Gora bölgesini anlatmaktadır. ‘Şar Balkanı, Rumeli’deki bütün Osmanlı memleketinin ve Balkan bölgesinin en yüksek dağıdır. Yüz kilometrelik alana yayılmış olan Şar dağlarının Deşan ismiyle anılan Güney kısmında Korob adı verilen en yüksek zirvesi bulunur. Bu dağın doğu etekleri ormanlar, çayırlar ve meralarla kaplıdır. Batı etekleri ise dik ve sarptır. Buralardan inen dere ve sular Vardar nehrine ulaşır. Doğu eteklerinden inen sular ise çayırlardan geçerek Kara dereye dökülür. Şar dağının kuzey batı eteğinden Akdere2 iner. Şar silsilesinden çıkan Korob’un, Kurukanık, Çalik adlı büyük yaylaları vardır ve bunlar Goransel karyelerinin köylülerinin tasarrufundadır. Bu yaylalarda külliyetli koyun ve keçi hayvanatı yetiştirilir. Bu halk sadece peynir ve yapağıdan senede 3500 lira ticaret yapar.’3 Kaynaklardan, seyislik/atbakıcılığı ve nalbantlık mesleklerinin de Goralılar arasında yaygın olduğu anlaşılmaktadır. H.Yıldırım Ağanoğlu (Hazırlayan), 1896 (H.1314) Kosova Vilayeti Salnamesi (Üsküp, Priştine, Prizren, İpek, Yenipazar, Taşlıca), İstanbul 2000, s. 94. 2 Ak derenin adı 20. yüzyılda değiştirilmiş olup, bu gün adı ‘Bistiça’dır. Bu derenin adının Türkler tarafından isimlendirilmiş olması ve ‘AK Dere’ adının özel seçilmiş olması düşünülmelidir. Şar dağı merkez kabul edildiğinde Ak dere batıda kalır. Eski Türklerin evren anlayışında ‘ak/beyaz’ batının rengidir. Ayrıntılı bilgi için bakınız bu eserde, Gora halılarının anlatıldığı bölümde ‘renk sembolleri’ ile ilgili kısıma . 3 H.Y. Ağanoğlu, a.g.e., s.261, 264-265. 1 364 Gora halkı arasında yaşayan bir rivayete göre, Dragaş merkez camisi yanındaki türbede yatan Hüseyin Efendi, Sultan Beyazıt’ın Kosova meydan muharebesine katılmış ve şehit düşmüş bir Goralı’dır. Bu bilgi doğru kabul edilirse, Goralılar Kosova savaşından önce burada yaşayan ve kendilerini Osmanlıya yakın sayan eski bir topluluk olduğu kabul edilmelidir. Gora halkı gerek Dragaş merkezinde gerekse daha yüksek dağlık bölgelerde ulaşım ve yük taşımada yaygın olarak at kullanmaktadır. Ayrıca ‘Şar Köpeği’ adını verdikleri kendilerine özgü bir köpekleri de vardır. Dayanıklı, iri ve sağlam vücutlu şar köpeği ‘kangal’ cinsi köpeğin daha tüylü olanı gibi görünmekte ve ‘çoban köpeği’ olarak kullanılmaktadır. Tüylerinin uzunluğu iklim özelliği olarak, soğuk ve dağlık bölgeye uyum sağlamış olmasından kaynaklanmaktadır. At, köpek ve sürüler(koyun, keçi, sığır), şar dağlarının tepelerinde otlak yapan yaylacı Goralıların yaşamının vaz geçilmez özelliğidir. Gora atları tanımlamalara göre, Tarpan veya Przewalski türü yarı yabani bodur atlarına benzemektedir. Dağ atı anlamında ‘tagi’ adı verilen Przewalski atları, dağlık bölgelerde ‘avcı atı’ veya ‘doğancı atı’ olarak da kullanılırdı. Büyük kafalı bodur ve uzun perçemli bu atlar, Asya steplerinden Avrupa’ya Hunların göçleri ile birlikte getirilmiş ve Avrupa Hunları, Avarlar ve Partlar tarafından kullanılmıştır. Tarpanlar hız ve sürat atı olarak değil uzun yol atı olarak son derece kullanışlıdır. Orta boy safkan atlar, bu Tarpan atlarından türetilmiştir.4 Goralılar atlarına eğer takarak yük sararlar. Goralıların “samar” adını verdikleri at eğerleri ahşap malzemeden yapılmış olup, eğerin ön-arka kaşları oldukça yüksektir. Eğerin altına ise atın bedenini korumak ve terini almak için eğer altı örtüsü (teğelti) örterler. Ayrıca at ve koşum takımlarıyla ilgili olarak Goralıların kullanmış olduğu terimlerin türkçe oluşuda dikkat çekicidir.5 Goralıların atları ile ilgili bu bilgilerden sonra E. Esin’in Türk at ve atçılığı konusunda verdiği bilgiler konumuz açısından aydınlatıcıdır. ‘Türk kültüründe atın önemli bir yeri vardır. Alnı akıtmalı atlar, kutlanmış kabul edilir ve at kuyruğu yada perçemi ‘tuğ’ olarak bayrak, sancak makamında kullanılır. Atın kuyruğunun yada yelelerinin bağlanması veya kesilmesi kurban işaretidir ve Türkler bu geleneği Avrupa’ya taşımıştır. Macaristan’da Nagy Szent Miklos hazinesindeki Peçenek Türklerine ait eserlerin üzerinde bu geleneğe işaret eden tasvirler bulunur. Türk süvariler kendi atlarının saracı, nalbantı ve veterineridir. Türk at eğerleri ahşaptan yapılmış ve ön-arka kaşları süvarinin rahat tutunması ve sadak ve kuburlar takılmak üzere yüksektir. Ahşap Emel Esin, Türk Sanatında İkonografik Motifler, İstanbul 2004, s. 291, 293-294, 296-297. Orçuca köyü Camisi görevlisinden ve Kukulana köyünden Semir Saidi’den derlenen bilgilere göre; eğer: semer, üzengi: uzengi, nal: nalça, yele: çuçka, heybe:pusat, koşum takımının diğer parçaları: baldırma, kuskun, yular, kolan, uzda olarak teyit edilmiştir. 4 5 365 eğerin altına eğer örtüsü örtülür. Eğer örtüsü yakın doğuya Türklerin gelişi ile gelir ve yayılır.6 Goralılar, yaylacılık geleneği ile yaşayan Türk topluluklarında olduğu gibi, baharın gelişini çeşitli etkinliklerle kutlarlar. Baharın geç geldiği bu dağ köylerinde, yayla mevsiminin başlangıcında yapılan bu şenlik ve kutlamaların en önemlisi mayıs ayının altıncı gününe rastlamakla birlikte öncesini ve sonrasını kapsayan bir haftalık süreye yayılmaktadır. “Curen”, “Canbulak” ve “Canbala” adı verilen bu bahar bayramı kutlama geleneği Dragaş’tan başka Kosova’nın Türk bölgelerinde, Makedonya’da, eski Yugoslavya Türkleri arasında oldukça yaygın olarak sürdürülmektedir.7 Goralıların gereek düğünlerinde gerekse Curcen/Canbala şenliklerinde kullandıkları millî müzik enstrumanları davul, zurna, büyük tef (daire) ve bağlamadır. Ayrıca düğün ya da bayram töreninin başlangıcında çiftler davul ve zurna ile çaldıkları toplanma müziğine aynı eski Türk topluluğunda olduğu gibi “Nibet (nevbet)” havası adını vermektedirler. Dragaş merkez olmak üzere toplam nüfusları yaklaşık 40.000 olan Gora köyleri aşağıdaki gibi sıralanır. Rapça, Küçük Kırstaç ve Büyük Kırstaç, Lubovişte(Lubivshte, Leştane (Leshtan), Aşağı Radeşa, Yukarı Radeşa8, Kukulana (Kukuljana), Dikance, Baçka, Brod 9, Viranişte (Viranishte), Melike (Mlike), Orçusa, Globoçica, Kruşeva, Zili Potok, Restelica10 . Yukarıda adı geçen yerleşimlerin hiç biri yeni kurulmuş bir yerleşim değildir. Osmanlı dönemi Arşiv belgeleri ve Evkaf kayıtlarında bir camisi de bulunan Zilipotok köyünün adı İzli Potok(dere)11 olarak geçmektedir.12 Ayrıca Kruşeva, Melike, Brod, Restelica ve Dragaş da en azından Osmanlı döneminde varlıkları bilinen eski yerleşimlerdir.13 Hepsi eski ve köklü merkezler olmasına rağmen, kentsel dokularını aksettiren izler, savaş sırasında Sırplar tarafından ortadan kaldırılmış, mezarlıklar bile yok edilmek üzere tahrip edilmiştir. Bazı köyler yeniden yapılaşma sürecine girerken, diğer bir kısmında çaresizlik ve yokluk tüm çıplaklığı ile ortadadır. Goralıların mimarlık sanatı ile ilgili fikir sahibi olabileceğimiz eserleri birkaç taş kitabe ile, bu gün bir kısmı ayakta kalabilmiş, köy mimarisi diyebileceğimiz, geleneksel konutlarıdır. Sivil mimarlık örneği olan konutE.Esin, a.g.e., s. 284-286 da Türklerde at kültürü ile ilgili Bilgilerini vermektedir. Muzaffer Tepekaya, Türk Kültüründe ve Tarihinde Nevruz, Türkler, C. 3, Ankara 2002, s. 603. 8 Luboviste yaklaşık 3 km., Radeşa 12 km mesafededir. 9 Ortalama olarak Kukulane 2 km., Baçka 8 km., Brod 12 km mesafededir. 10 Yaklaşık olarak Melike 6.km, Restelca 28 km mesafededir. 11 H.Y. Ağanoğlu, a.g.e., s. 263, 267-268/E.Hakkı Ayverdi, Avrupa’da Osmanlı Mimari Eserleri, Yugoslavya, C.III, İstanbul 1981, s. 213. 12 H.Y. Ağanoğlu, a.g.e., s. 263. 13 E. Hakkı Ayverdi, a.g.e., s.147, 212, 213, 217. 6 7 366 lar plan özellikleri, malzeme ve duvar işçiliği, iç mekan bölünmeleri, geniş saçakları, çıkma ve cumbaları, cephe düzenlemeleri açısından geleneksel Türk konut mimarisinin özelliklerini göstermektedir.14 Hiçbiri gerçek yerinde olmayan taş kitabeler ise Gora bölgesinde 18-19. yüzyıllarda yapılmış imar faaliyetlerinin önemli belgeleri olan Osmanlıca/ eski Türkçe yazıtlardır. Bu yazıtlar aslında, bir yapının sabit bir parçası olup, eserin adı, inşa veya onarım tarihi, banisi/yaptıranı veya sahibi ile ilgili önemli ip uçları veren, belgelerdir. Ait oldukları mimari eser, 20.yüzyılın sonlarında Sırplar tarafından ortadan kaldırılmıştır. Yaklaşık boyutları 35x50 santim olan bu taş yazıtlar, eski abidelerin kurtarılarak koruma altına alınabilmiş yegane parçalarıdır. Nüfus ile bağlantılı olarak bir orantı kurulduğunda, kuşkusuz Gora bölgesindeki mimari eserler, elimizdeki kitabelerin sayısı ile mukayese edilmeyecek kadar çok olmalıdır. Goralılar halı, kilim gibi yaygılarını ‘Hayran, Çerga, Çilim, Çarşaf, kantarlı’ gibi terimler ile adlandımıştır. Gora halk sanatlarının en önemli grubunu oluşturan dokumalar ile ilgili olarak, alanda derlenen bilgiler, Dragaş Hüseyin Efendi türbedarı Elam Şevket, Leştane’den Alisa Demiri(86), Brod köyünde Hatice Limançe (47), Hamide İskenderoski (78), Ayşe Maznikar (72), Mevza Maznikar (35) ve Dağ Derneği, Melike köyünden Nuhi Rahime (78), Sadria Yayın (50) ve Zinaide Elmasi (32), Restelitsa’da köyünde Elveda Reka (50) ve Bayram Koca ve ailesi, Zilipotok köyünden Halize Recepler (60), Binnaziye Hocalar, Rapça’dan Hediye Destani, Borye15 köyünden Dovleta Miftaralaray, Nevruz Mehmedi vd. Goralılardan sağlanmıştır. Bu gün hala genç kızların çeyizlerinin el tezgâhlarında dokunduğu Gora’da, bazı ip ve dokuma malzemeleri geçmişte olduğu gibi, İstanbul çarşısından satın alındığı ifade edilir. Gora halılarının iplikleri geçmişte kendi ürettikleri doğal boyalar ile hazırlanırken, bu gün genellikle çarşıdan satın alınan boyalar ile hazırlanmaktadır. Kullanılan renkler ise canlı tabiat renkleridir. Hakim renkler sırası ile kırmızı, sarı, yeşil, mavi siyah ve beyazdır. Halı ve kilimlerinde yaygın olarak sembolik motif ve kompozisyon düzenlemeleri de vardır. Goralılar yaşadıkları dünya ile ilgili tasavvurlarını, halı ve kilimlerine de ustaca yansıtmışlardır. Bu yansıtma biçimi de Türk sanatında binlerce yıldır işlenen şekli ile yapılmıştır. Özellikle halı ve kilimler üzerinde uygulanan sembolizim Gora sanatına Türk evren anlayışının yansıması gibidir. Buna bağlı olarak, motiflerin adları ve sembolik manaları da aynı bütün içinde yerini bulmaktadır. Üzerinde çalıştığımız Gora halıları 20. yüzyılın sonuna 14 15 Yüksel Sayan, Uşak Evleri, Ankara 1997, s.119,125. Bu köy bir Gora köyü olup, Arnavutluk sınırları içindedir. 367 ait örneklerdir ve desimetre karesine düşen düğüm sayıları ortalama olarak 1500-1600 civarındadır. Halıların düğüm sayıları kalite anlamında yeterli sıklıkta olmasa da düğümleme tekniği ‘Türk Düğümü’dür. Düz bez ayağı ilikli dokuma ve cicim teknikleri ile üretilmiş olan Gora kilimlerinde 10x10 santimetrelik alanda ortalama 35 çözgü ve 70 atkı ipi vardır. Çarşaf adını verdikleri döşek ve yatak örtüsü olarak kullanılan ve cicim tekniği ile işlenen yaygılarda 10x10 santimetrelik alana 25 atkı ve 25 çözgü düşmektedir. Atkı ipleri iki-üç katlı bükme olup, motifler bu renkli yün ipleri ile işlenmiştir. Bu renkli işleme iplerinin her biri, çarşafın arkasında ortalama 10-15 cm uzunlukta kesilerek bırakılmaktadır. Dolayısıyla nakışlı taraf üste gelecek şekilde serildiğinde, altı havalı ve yumuşak, döşek etkisi vermektedir. Kilimlerde ve çarşaflarda atkı ve çözgü ipleri yündür. Kilimde tekli bükme ip, çarşaflarda iki-üç bükme ip/fitil kullanılmıştır. Kimlerde olduğu gibi ilikli düz dokuma tekniğinde16 işlenen yaygıların ise çözgü ipleri keten/pamuk, atkı ipleri ince ve kaliteli yündür. Bu yaygılarda 10x10 santimetrelik alana ortalama 100 çözgü, 125 atkı ipi düşmektedir. El dokuması kalın yün kumaş kalitesinde olan bu bezlerden, yaygı ve örtüden başka, giyim ve kuşamda da yararlanılmaktadır. Bu dokuma türü, kışı ağır Şar dağlarında sıcak bir örtünme malzemesidir. Kilimlerde ana taban rengi kırmızı iken, çarşaf ve yaygılarda sarı renk ağılıklı olarak kullanılmıştır. Her üçünde de geometrik üslupta hayvansal ve sembolik motiflerin uygulandığı görülür. Kilim ve diğer yaygılarda motifler yatay/enine bordürler halinde uygulanırken, çarşaflarda dört kenarda bordürler oluşacak şekilde, aynı halılarda olduğu gibi, kompozisyon çerçeve ile sınırlanmıştır. Ayrıca çarşafların üzeride kilim ve yaygılardan farklı olarak sonsuzluk prensibinde genişleyen dörtgenlerden oluşan ve birbirine bağlanmış geometrik düzenlemeler vardır. Kilim ve çarşaflarda tarak genişliği ortalama 57 cm., yaygılarda ise 45 cm. dir. dar şeritler halinde dokunan parçalar, motif tamamlanacak şekilde yan yana getirilip, birleştirilerek istenen büyüklüğe getirilir. Kilim ve yaygılar ortalama üç parçanın, çarşaflar ise iki parçanın birleşiminden oluşur. Renkler kımızı ve tonları, sarı, yeşil mavi ve beyazdır. Kilimlerin kısa kenarlarına, çarşafların bir kenarına, yaygıların dört kenarına kendi renklerinde ve düzenli aralıklarla saçak bağlanır. Çeyizlik olan örneklerin saçakları arasına gelin teli veya sim ipler de ilave edilir. Çarşaf dokumaların üzerinde uygulanan dörtgenler şeklinde tekrarlanan motiflerden her birine kola adı verilmekte olup, bunların yarım olanla16 Belkıs Balpınar Acar, Türk Düz Dokuma Yaygıları, İstanbul 1982, s. 47. 368 rına ise yarım kola denmektedir. Kola’nın anlamı, halka, hora, horon, halay halkası şeklinde açıklanmıştır. Halka şeklinde bir araya gelmek olarak ifade edilmiştir. Aynı motif Türk kilim ve halılarında da kullanılmaktadır.17 Ayrıca Gora kilim ve yaygılarında karşılaştığımız koç boynuzu, rog (boynuz), sekiritçe (basamak), testeriçe(testere dişi), aşace(aşık) ve meçka(ayı postu) vuk(kurt-börü), kola (kare, baklava, halka), balık, ejder, lotus türü motifler de Türkmen motifleri arasında sık rastlanan süsleme unsurlarındandır.18 Gora kilimlerinde kullanılan motifleri, isimleri farklı olsa da Türk kilimlerinde tamamının karşılığı bulabilmek mümkündür.19 Gora kilim ve halılarında kullanılan bazı runik işaretler ve damgaların da Türk damgaları arasında yeri vardır.20 Gora bez dokumaları, ağırlıklı olarak yün, keten ve ibrişim ipleri ile dokunmaktadır. İç giyimde keten/pamuk, dış giyim de yün, keçe, törensel kıyafetler ve özel elbiselerde ipekli/atlas dokumalar tercih edilmektedir. Yünlü bez dokumlarda tarak genişliği ortalama 45 cm., keten dokumalarda 38, ipeklilerde ise 30 cm.dir. Gorada giyim kuşamın çeyizlik örtü bezlerinin malzemesini oluşturan, düz veya jagarlı bez dokumalarının üretimi halı ve kilimlere oranla daha yaygın olarak sürdüğü gözlemlenmektedir. Bunun nedeni ise evliliklerin töre ve adetlere uygun olarak sürdürülmesinden kaynaklanmaktadır. Araştırmanın sürdüğü aşamada tespit edilmiş olan bez tezgahları bunun en güzel belgesi olmuştur. Evlerde çalışır halde görülmüş olan razboylarda kısa süre sonra evlenecek olan genç kızların çeyizleri dokunmaktaydı. Üstelik bu işlem, aynı Anadolu ve diğer Türk yurtlarında olduğu gibi, gelin adayının komşu ve yakın arkadaşlarının yardımıyla imece usulünde gerçekleşiyordu. Özellikle desenli dokuma bezlerin motiflerinin yer aldığı nakış tasarım kağıtları(çeşni) dokuyucunun karşısına, tezgahın üst levendine asılı halde durur. Dokuyucu bu taslağa bakarak motifleri bezine aktarır. Yani motifler tesadüfen değil, kuralları olan tasarımlar sistemi şeklinde uygulanır Son derece temiz ve titiz çalışan dokuyucu daima, tezgahtaki bezinin üzerini örterek, dış etkenlerden korur. Neriman Görgünay Kırzıoğlu, Eşme kilimleri, Ankara 1994, s. 116-117,110-111/ . Anonim, Türkmen Halıları ve Halı Yınımleri , Carpets and Carpet Products of Turkmenistan, Aşkabat 1983, s. 50, 52, 92-93, 106, 122, 124. 19 Tülin Çoruhlu, Kaynarca Dokumalarının Türk Kilim Sanatındaki Yeri, Uluslararası Geleneksel Sanatlar Sempozyumu , Bildiriler Kitabı 2, İzmir 2006, s.596/ Yusuf Durul, Türk Kilim Motifleri, Ankara 1987. 20 S.Ya. Bayçatov, Avrupa’nın Eski Türk Runik Abideleri,(Çev.Muvaffak Duranlı), Ankara 1996, s.42,46, 150,212, 222,236/Tuncer Gülensoy, Orhun’dan Anadolu’ya Türk Damgaları, İstanbul 1980, s.91, 99, 120, 124, 124,130,131, 142, 143/Neriman Görgünay Kırzıoğlu, Altaylardan Anadolu’ya Türk Dünyasında Ortak Yanışlar, Ankara 2001, s.8, 118, 124/Emel Esin, a.g.e., resim 62,76. 17 18 369 Bir topluluğun giyim-kuşamını inceleyebilmek için, onların giyimle ilgili inançlarını; sosyal çevre ve tabiatla olan ilişkilerini göz önünde bulundurmak gerekir. Tarih içinde değerlendirdiğimizde, Türk kültüründe, giyim ve kuşamın yalnızca örtünmek özelliği yoktur. Giyim-Kuşam kişinin toplumdaki konumunu, inançlarını, ait olduğu bütünün ve bireyin duygularının da dışa vurumudur. Bu dışavurum genellikle, biçimlerle, renklerle, sayılarla, bezemelerle sağlanır. Araştırmacı Tansuğ Türkmen giyimini şöyle özetlemektedir. ‘Türkmen giyimi demek, inanç demektir, gelenek demektir’.21 Goralıların geleneksel kıyafetleri Türkmen kıyafetleri ile çok benzer özellikler gösterdiği, araştırmalarımız sırasında anlaşılmıştır. Gora kadınlarında gelin başı törensel biçimde hazırlanır. Saçlar örülür ve her bir saç örgüsüne boncuk ve pullardan saç süsleri takılır. Özel boyalarla yüz makyajı yapılır, yüz, el ve ayaklara boya ve kına ile nakışlar çizilir. Başa, ‘Kapa’ adı verilen fes gibi yüksek başlık takılır. Bu başlığın ön kısmında gümüş yada altın paralar dizilidir. Başlığın iki yanından aşağıya yanaklara doğru inen ve furkeçe adı verilen boncuk ve pullarla işlenmiş yanak süsleri sarkıtılır. Kapanın üzerine marama denilen örtme bağlanır. Bunun üzerine de ince ve renkli ipek çevreler örtülür. Anadolu’da pullu örtme de denilen bu kırmızı veya yeşil ipek çevreler pul ve boncuklarla işli olup, genellikle üzerlerinde eski Türk inanışlarının sembollerini taşıyan güneş ve ay motifleri işlenmiştir. Bu başlığı çeşitli renkli tüy ve çiçeklerle süslenmesi de söz konusudur. Yakalık gibi boyuna sarılan hamayil ve göğüs kısmını örtecek şekilde boncuklarla işlenmiş çapraz gerdanlıklar üzerinde de altın veya gümüş paralar asılıdır. Bunlar gelin kıyafetinin tamamlayıcı paçalarıdır. Kundak bebeklerinin yüzlerini de aynı pullu örtme ile örterler. Geleneksel Gora kadın kıyafetinde içe keten/pamuk bezinden dikilmiş, kollu, yırtmaçlı yakalı, bol kesimli uzun elbise giyilir. Koşula adı verilen bu elbisenin yırtmaçlı kolları ve yakasının çevresi iğne işi ile işlenmiştir. Koşulanın işlemelerinde motifler, genlikle ortak özellik olarak bir araya geldiklerinde bütünlenen güneş ve ay nakışıdır. Bu elbisenin alt kısmına pamuklu veya keten bezinden diz boyunda şalvar giyilir. Şalvarın altına, orta yaş ve üzeri kadınlar, günlük hayatta yün örme uzun çoraplar giyerler. Gençler nogaiçe adı verilen baldırlık veya tozluk geçirirler. Nogaiçeler ipekli kumaşlardan dikilmiş ve üzerleri işlemelidir. Koşulanın üstüne, bele sukutaçe adı verilen önlük bağlanır. Günlük hayatta keten çözgülü yün dokuma bezden yapılmış sukutaçe giyilirken, özel günlerde ve özellikle 21 Sabiha Tansuğ, Türkmen Giyimi, İstanbul 1985, s.5. 370 gençler ipekli yada ipek işlemeli sukutaçe bağlarlar. Gelin sukutaçeleri pul ve harçlarla da zenginleştirilmiştir. Bir kenarında bel bağı bulunan bu giyim parçasının kenarları harçla çevrelenmiş dikdörtgen biçimindedir. Bele, yırtmacı sağ tarafta kalacak şekilde sarılarak bağlanır. Koşulanın üzerine Türkmen üç eteklerinde olduğu gibi taraklı ve atlas bezden yapılmış mintan adı verilen uzun üç etek giyilir. Kollu olan mintanın yenleri işlemelidir. Kadınlar sokağa çıkarken skutaçeyi mintanın üzerine bağlarlar. Kızlar mintan yerine sokağa çıkarken mintan yelek giyerler. Mintan yelek önden açık, uzun kollu ve bel boyunda bir dışarlık giyimidir. Üzeri suzeni tekniğinde sim ve kaytanlarla işlenmiştir. Evde mintan yelek yerine yelek giyilir. Yelek, geniş kol oyuklu, kısa cepken gibidir. Yelekler pamuklu astarlı olup ipekli kumaşlardan dikilmiştir. Üzerleri sim ve kaytan ile işlemelidir. Kadınlar yün dokuma ve keçeden dikilmiş, etek ve yaka kenarları işli kolsuz hırka giyerler. Hırkaların da içi pamuklu bezlerle astarlıdır. Yeleğin üstüne kadınlar sokağa çıkarken terlik giyerler. Terlik yuvarlak ve dik yakalı, önden açık ve kancalarla kapatılan, bele oturacak şekilde kesilmiştir. Yakaların ve etek kenarları işlemelidir. Aynı eski Türklerde olduğu gibi, Kızlar saçlarını iki yada daha fazla örgü yaparken, kadınlar tek örgü yaparlar. Saç örgülerini preplet adı verdikleri iplerle birlikte örer ve uçlarını bağlarlar. Ayrıca kadınlar, saçlarına gümüş para ve boncuklarla süslü, komar adını verdikleri sallantılı saç tokaları da takarlar. Kadın yürürken, birbirine çarpan bu paralar ve bocuklar çıngıraklı ses çıkarır. Kadınların kıyafetlerini tamamlayan başka takıları da vardır. Boyun ve yaka kısımlarını örtecek şekilde bağladıkları hamayli ve gerdanlıklar, furke adını verdikleri uzun saç gibi başlığın iki yanına asılan süsler, başlıklarına tutturdukları ve yanaklarından aşağı sallandırdıkları ve furkeçe22 adını verdikleri yanak dövenler ve bellerine bağladıkları gümüş kemerler kadın kıyafetini tamamlayan ayrıntılardır. Başa marama adı verilen başörtüsü bağlanır. Marama kelimesi Osmanlı döneminin örtme ve iç giyimde kullanılan mahrama23 bezinin adından dönüşmüş olması mümkündür. Maramanın kenar ve köşeleri pul ve boncuklarla işlenmiştir. Ayaklara köy yerlerinde opençe adı verilen çarık, şehir yerinde ve törensel günlerde kundura, başmak giyerler. Yüksek dağ köylerinde soğuktan daha iyi koruması açısından, günlük işler yaparken keçeden yapılmış şalvar giyildiği de gözlemlenmiştir. Gora erkekleri keten yada pamuklu bezden, yaka ve kolları sade işli Furkeçe kelimesi Türkçe’de kullanılan ‘firkete’ kelimesi ile ilişkili olabilir. Firkete bir çeşit çengelli iğnedir ve oya işlemek için kullanılan bir alet olup, iki şeyi birbirine tutturmak için de kullanılır. 23 ‘Mahrama’ mahrem kelimesinden türemiştir ve Sakarya Kaynarca ilçesinde de örtme adı olarak kullanılan çözme bezinin adıdır. Tülin Çoruhlu, ‘Kaynarca Dokumaları, Irmak Dergisi, S.70, Sakarya 2006, s. 110-115 22 371 veya işlemesiz mintan gömlek üzerine sıcak havalarda cübe denilen kısa yelek, soğuk havalarda keçe veya abadan yapılmış, mavi ya da koyu kırmızı, kaytan işlemeli mintan yelek veya camadan giyerler. Altta ise abadan dikilmiş benebrek adı verilen şalvar pantolon giyip, ayak kısımlarına vırfke adı verilen bir çeşit tozluk takarlar. Bellerine Puaz denilen kuşak sarıp, kama, bıçak gibi eşyalarını bu kuşağın içine geçirirler. Başlarında yine keçeden yapılmış külah veya fes başlık vardır. Başlığın üzerine ipeklı bez veya mahramadan, dört bir tarafı işlemeli kare şeklinde çevre sararlar. Çevre, üçgen şeklinde katlanıp, boyna da asılır. Camedanın üzerine ise, Guna denilen ve kaba keçeden yapılmış bir çeşit palto giyerler. Ayakkabı olarak günlük yaşamda, köy yerlerinde opençe/çarık, özel günlerde ve şehir yerinde kundura kullanılır. Bu kıyafet Osmanlı/Türk erkeğinin geleneksel kıyafetidir. ‘Camedan’; iki sıra düğmeli, çuha yada abadan dikilip, kaytanla işlenmiş kısa üst giyeceğidir, kolsuz olanlarına cepken denir ve potur(şalvar pantolon) üstüne giyilir’.24 Külah ve fes de eski Türk başlığıdır. Özellikle Fes 18. yüzyıl sonunda Sultan III. Selim döneminden Cumhuriyetin kuruluşuna kadar askeri başlık olarak kullanılmıştır. Örneğin Anadolu ve Rumeli zaptiyesinin kıyafeti şöyledir: başta fes, üstte mintan yelek/camedan, altta keçeden şalvar pantolon, belde kuşak ve ayak bileklerinde tozluklar, ayaklarında ise çapula/yemeni vardır25. Bu örnekden de anlaşılacağı gibi Gora erkek kıyafetini de Eski Türk kıyafetlerinden farklı düşünmek mümkün değildir. Bu kıyafet at üzerinde veya yaya, hareket kabiliyeti rahat olan bir bozkır ve dağlık bölge kıyafetidir. Goralı kadınlar bebeklerini de kundağa sarmakta ve kundaktaki bebeğin yüzünü özel işlemeli yüz bezi ile örterek, aynı Anadolu Türklerinde olduğu gibi, sallanan tahta beşikte veya salıncakta büyütmektedirler. Ağaç oymacılık sanatı Gora kültüründe ata mesleği olarak yaşamaktadır. Gora dağlık bir bölge olup, ağaç oymacılık sanatının ham maddesi açısından zengindir. Ağaç mimari yapı malzemesi olarak kullanılmaktan başka, mihrap, minber, kürsü, kapı, pencere şebekesi, dolap ve yüklük kapakları, tavan göbekleri gibi mimari elemanların yapımında da kullanılmaktadır. Ağaç oymacılık sanatının güzel örnekleri mobilya olarak kullanımında masa, sandık, iskemle, beşik gibi taşınabilir örneklerde de karşımıza çıkar. Ayrıca baston, süs eşyaları, biblolar ve duvar panoları da sanatkarın marifetini ortaya koymasını sağlayan kullanışlı nesnelerdir. M.Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul 1993, s. 255. Arifi Paşa, Los Anciens Costumes de L’empire Otoman(Osmanlı KıyafetAlbümü), Paris 1863/Mahmud Şevket Paşa, Osmanlı Askeri Teşkilatı ve Kıyafetleri(1876-1908), İstanbul 1986 s.63/Anonim, Jandarma Genel Komutanlığı Tarihi, Ankara 2002, s.143. 24 25 372 Türk sanatında uygulanan ağaç işçiliğinde, üslup belirleyen iki önemli teknik vardır. bulardan birincisi yüksek kabartma etkisi veren ve bir çeşit oyma tekniği olan ‘eğri kesim’, diğeri ‘kündekari’ tekniğidir. Küdekari çakmasız (mıhsız) kakma tekniğidir. Bu teknik kendini İslami döneme gelindiğinde kapı, mihrap, minber ve kürsülerde en iyi şekilde göstermiştir. Özellikle Selçuklu çağı, bu tekniğin en olgun dönemidir. Erken Osmanlı döneminde de kullanılan kündekari tekniği, ilerleyen zamanlarda çakmalı (mıhlı) kakma şekline dönüşmüştür. Ahşap ürün diğer birçok eşyaya göre daha hafif ve dayanıklıdır. Bu nedenle ömrü at üzerinde geçmiş ve yaylak-kışlak tarzı yaşayan eski Türk toplulukları için ağaç günlük kullanım eşyası, yaşamı kolaylaştıran bir nesnedir. Mobilya ve dinsel amaçlı objelerden başka, kaşıktan çorba tasına, beşikten sandukaya kadar birçok eşyalarını ağaçtan yapmak bir gelenek olmuştur. Bu durum bu gün dahi Orta Asya ve Anadoluda yazın yaylaya çıkan bazı Türk topluluklarında sürdürülmektedir. Toros dağlarında ve batı Anadolu’da yaşayan ve ‘tahtacı’ olarak adlandırılan Türkmenler de, ahşap işçiliği sanatını uyguladıkları ve bu konuda yetenekli oldukları için tahtacı adı onlara yakıştırılmıştır. Dokumacılık gibi ahşap oymacılığı da babadan oğluna geçen, göçer kültür zenaattır.26 Gorada ağaç oymacılığını geleneksel bir sanat olduğu anlaşılmaktadır. Camilerin mihrap ve minberleri ile vaaz kürsüleri ağaç malzemeden yapılmıştır. Sadece Dragaş bölgesinde değil, Prizren’deki bazı camilerin de minber ve kürsüleri Goralı sanatkarlar tarafından yapılmıştır. Yani Goralıların Tatlıcılık, lokantacılık gibi meslekleri yanında ağaç oymacılık mesleğindeki başarıları da Balkanlarda tescil edilmiş bir durumdur. 19. yüzyıl İstanbul piyasasında, bu bölgede işlenen ayna, çerçeve, baston, masa ve yazı takımları gibi işlerin beğeni kazanıp, tercih edildiği anlaşılmaktadır.27 Halen Prizren’de yaşayan Ramazan Recepler aslında pastanecilikle, yaşamını sürdürmekte olup, evinin avlusunda kurduğu atölyesinde babasından öğrendiği sanatını, ticari kaygı gütmeden, oğlu ve torunu ile birlikte sürdüren bir Goralıdır. Eski bir oyma sanatı üslubu olan eğri kesim tekniğini ve zemin çökertme usulü ile kompozisyon kurmayı başarı ile uygulamaktadır. Motif repertuarı ise, bize hiç yabancı değildir. İri rozet çiçekler, lotuslar, hatayi çiçekler, hançer yaprakları, rumi yapraklar, ay-yıldız, Türk damgaları, kahramanlık öyküleri bu atölyede işlenen konu ve motifler arasında yer almaktadır. Tülin Çoruhlu, Sakarya İli Geleneksel Türk El Sanatlarına Giriş, IV.Ortaçağ veTürk Dönemi Kazıları ve Araştırmaları Sempozyumu Bildiriler Kitabı, 24-27 Nisan 2000, Van 2000, s. 297-315 27 H.Yıldırım Ayanoğlu, a.g.e., s. 263. 26 373 Mezar taşları insanı bu dünyadaki yaşam serüveninin bitiminde, öbür dünyaya yolculuğunun somut belgesidir. Merhum bireyin, kendi yaşanmışlığı ile ilgili dünyada bıraktığı son belgesidir. ‘Şahideler sadece mezarda yatanın kimliğine değil, bir medeniyete, bir var oluşa da şahitlik ederler’28. Yaşanmışlığa şahitlik eden mezar taşları, Türklerin Müslümanlığı kabul etmesi neticesinde, İslam sanatına kazandırdıkları bir gelenek mahsülüdür. Mezar taşı dikme geleneği, Türkler tarafından, Müslüman kültürüne adapte edilmiş ve bu kültür potasında mezar taşları kendini bulmuştur. Mezar taşlarının yok edilmesi, nüfusu ortadan kaldırmak, yani sessiz bir soykırım yapmaktır. Sesiz diyoruz, çünkü yaşayanın kendini savunma ve sesini duyurma şansı vardır. Ölüler savunmasızdır. Mezar taşı tahrip etmek ve yok etmek geçmişi silmektir. Bu konu üzerinde duruş sebebimiz, Goralıların geçmişi, mezar taşlarının yok edilmesi ile kısmen silinmiş olmasıdır. Bu araştırmanın giriş bölümlerinde de belirtildiği gibi yüzey araştırması yapmış olduğumuz bölgede bu günkü nüfusları yaklaşık 40.000 olan Gora halkının29, atalarına ait ve ayakta kalabilmiş mezar taşı sayısı tüm köyler dahil yüzü adedi geçmemektedir. Bunların da belgelenebilir nitelikteki 75 adedi detaylı incelenmiştir. Diğerleri belgelenemeyecek nitelikte parçalanmış ve etrafa saçılmış örneklerdir. Örneğin bu gün nüfusu yaklaşık sekiz bin olan Restilisa köyünde sadece bir tane, o da kırılarak bir tarafa atılmış mezar taşı örneği kalmıştır. Bu durum bir soykırım belgesidir. Mezarlıklarda hala tahribatı yapan iş makinalarının palet izleri fark edilmektedir. Gora bölgesinde tespit edilen gömü ile ilgili taşınmaz kültür varlıklarının tamamı iki türbe ve yukarıda beyan edilen sayıda mezar taşlarından ibarettir. Bunlar da Türk-İslam gömü geleneğinde ortaya koyulmuş eserlerdir. Türbelerin her ikisi de Yugoslavya’nın parçalanması sırasında çıkan kargaşa ortamında Sırplar tarafından yıkılmış ve 2000 yılı başlarında yerlerine, kısmen eski geleneklere bağlı olarak, yenileri yapılmıştır. Her iki Türbenin de çevresinde eski definlerin kalıntıları vardır. Türbelerden birincisi Dragaş merkezinde Hüseyin Efendi, ikincisi Restelica köyünde Sinan Dede Türbesidir (Resim 196-197). Prizren-Dragaş yolu üzerinde Plave yerleşimi kıyısında da yine yenilenmiş Sarı Saltuk makam türbesi bulunmaktadır. Bu makamın etrafında da mezarlık vardır, ancak eski mezar taşları ortadan kaldırılmıştır. Gora bölgesinde karşılaşılan mezar taşları, tespit sırasına göre Dragaş, Beşir Ayvazoğlu, ‘Mezar Taşlar: Eşsiz Bilgi Kaynakları’, Zaman Aşan Taşlar, İstanbul 2006, s.11 bu sayıya sürgüne zorlanan ve kendilerine yeni yurt kurmak için Şar dağlarında göç etmek zorunda bırakılanlar dahil değildir. 28 29 374 Zilipotok, Melike, Brod, Leştane, Restelica, Kukulane, Baçka yerleşmelerinde bulunmaktadır. Mezar taşlarının baş şahideleri üzerinde yer alan kitabelerin istinasız tamamı eski Türkçe(Osmanlıca) yazılmıştır. İncelenen mezar taşlarından 25 adedi kadın baş şahidesi, 50 adedi erkek mezarı baş şahidesidir. Çoğunun ayak şahidesi yoktur. Mevcut olan ayak taşlarının tepelikleri sivri kemer tepeliklidir ve kemer alınlıklarında dairesel form içinde güneş veya çarkı felek motifi vardır. 75 adet baş şahidesinde 12 adedinin şahide tepeliği yani başlığı kırılarak kaybolduğu için bu gün yoktur. Ancak kırık ve parçalanmış olduğu için değerlendirmeye dahil edilmemiş olan parça taşlarla birlikte, toplam 81 adet baş şahide tepeliği belgelenmiştir. Bunlara göre Erkek mezar taşlarında kullanılan sekiz farklı çeşit mezar taşı ile karşılaşılır. Erkek mezar taşı başlıkları içinde en kalabalık grubu sivri külah ve külahın alt kısmına dolama sarılmış örnekler oluşturur. İkinci sırada takke üzerine dolama sarılmış örnekler vardır. Bu iki gruptaki başlık biçimleri Goralıların bu gün dahi yaygın olarak kullandığı halk işi geleneksel başlıklardır. Üçüncü sıradaki başlık tipi püsküllü feslerdir. Püsküllü fes Sultan III. Selim’in Nizam-ı Cedid ıslahatlarından sonra kısmen, Sultan II.Mahmud’un yeniliklerinden sonra ise tamamen askeri kıyafet başlığı olarak Osmanlı ordusunda kullanılan başlık türüdür. Zaman içinde önce memurlar arasında ve sonra halk arasında da kullanılmıştır. 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra modern Osmanlılığın simgesi haline gelmiştir. Aynı yaygınlıkla mezar taşlarında da kullanılmıştır. Kullanıldıkları çokluk sırasına göre verilen bu gruplardan sonra üçer adetlik iki grup gelir. Bu küçük grupları her ikisi de Melike köyü camisi haziresinde görülmüştür. Bu gruplardan ilki silindirik ve yüksek bir başlık üzerine kare bir çevre bezi sarılmış gibidir. İkincisi ise kaba şekillendirilmiş bir taş levha şeklindedir(eser no.76-77). Diğer küçük grup iki örnekten oluşan katibi sarıklı başlıklardır. Bunlardan biri Melike köyünde, diğeri ise Zilipotok’da kırık durumda tespit edilmiştir. Münferit iki ayrı örnekten biri silindirik gövdeli ve başlıksız ser levha, son örnek ise ‘nakşi tacı’ şeklinde tarikat başlığı olan baş şahidesidir. Her iki örnek de Brod köyü merkez camisi haziresindedir. Erkek mezar taşı kitabelerinde karşımıza çıkan isimlere bakıldığında aşağıdaki tablo karşımıza çıkar. Abdülvahap, Abdi, Abidin, Abdullah, Adem Adil, Ahmet, Ali, Arif, Avko, Ayvaz, Azmi, Bayram, Bilal, Cafer, Can, Celil, Derviş, Emin, Eyüp, Fadıl, Ferhat, Feyzi, Hafız, Hamid, Hasan, Hayrettin, Hayrullah, Hamid, Hamza, Hilmi, Hüseyin, İbrahim, İdris, İlyas, İshak, İskender, İslam, İsmail, Kahraman, Kahya, Kanber, Mahmut, 375 Mehmet, Metin, Musa, Mustafa, Osman, Ömer, Ramazan, Rüstem, Sadık, Salih, Salko, Süleyman, Şahan, Tarık, Veysel, Yakub, Yiğit, Yunus, Yusuf, Zakir, Zeynel, Zührab.Yukarıda sayılan isimler eski Goralılara ait isimlerdir. Hepsi Türkçe yada Türkçeleşmiş Müslüman isimleridir. Aynı sınıflama Kadın Mezar taşları için de yapıldığında, en kalabalık başlık biçimini dışa genişleyerek yükselen silindirik başlıklar grubu oluşturur. Üzeri adeta ziynetlerle süslenmiş gibi işlenen bu başlıklar Goralı kadınların orijinal başlığıdır. Bu formun İstisnai olarak bir erkek mezarında da kullanıldığı fark edilmiştir. Bu başlığın aslı, Goralı kadınların, üzerine ‘kapa’ bağladığı başlıktır. Bu başlık tipinin kaynağı İskit ve Hunlarla bağlantlıdır ve güzel örneklerini Kuzey Karadeniz Kurganlarında bulabiliyoruz. M.Ö.4.yüzyıla aittir Bir soylu İskit kadınının başında, yukarıda sözü edilen özellikte ve üzeri altın levhalar üzerinde kabartma figür ve süslemeleriyle, Chertomlyk Kurganı’ nda ele geçmiştir. Eser St.Petersburg Ermitaj Müzesinde sergilenmektedir30. Aynı başlığa yanlardan kanca ile takılarak, aşağıya sallanacak şekilde kullanılan saç süsleri Goralı kadınların taktığı ‘furke’ler gibidir.31 Kadın mezar taşlarında ikinci kalabalık grubu tepelikleri iri dairesel formda güneş veya çark-ı felek motifinin kullanıldığı örneklerdir. Bu iki kalabalık grup mezar taşı bölgesel üretimdir. Ancak ikinci grupdaki güneş motifli örnekler, aynı dönemin başkent(İstanbul) mezar taşlarının taklididir. Sultan II.Mahmud döneminde askeri rütbelendirme amacıyla ihdas edilen madalya şemselerinden geliştirilmiş ve bu form kadın mezar taşlarına uyarlanmıştır. İstanbul mezarlıklarında başkent üslubunda örnekleri görülür. Gora örnekleri aynı taşların taşra üslubunda işlenmiş bir çeşit kopyalarıdır. Sıradaki grup sadece sağlam üç örneği tespit edilen, sivri kemer tepelikli ser levhalardır. Kadın mezar taşlarında yaygın kullanılan bir formdur. Son örnek tek ve Gora taşları arasında ünik bir örnektir. Ser levhasındaki yazıt eseri daha da ilgi çekici hale sokmaktadır. Barok üsluptaki taşın tepeliği çiçek buketi şeklindedir. Taş muhtemelen İstanbul atölyelerinde işlenmiştir. Üzerinde ait olduğu kişinin adı yerine, sevdasından öldüğü aşığının adı yazılıdır. Bu taşlar hazin bir aşk hikayesinin de belgeleri gibidir. Kadın mezar taşı kitabelerinde aşağıdaki isimlerle karşılaşılır. ‘Ayşe, Azize, Bağda, Beluğşah, Cihan, Gülşah, Havva, Kamile, Nafize, Naile, Rabiya, Reyhan, Saliha, Sulbiye, Zehra, Zeynep, Zişan, Zührab, Zülal. Erkek isimlerinde olduğu gibi kadın isimleri de Türkçe veya Türkçeleşmiş Müslüman isimleridir. 30 31 B.Pıotrovsky-L.Galanina-N.Grach, Scythian Art, Leningrad 1987, R.233. B.Pıotrovsky-L.Galanina-N.Grach, a.g.e., Leningrad 1987, R. 243. 376 Mezar taşları üzerindeki motiflerde, dekoratif amaçla işlenmiş nakışlardan ziyade, damga, runik harfler, bazı semboller içeren nakışlar şeklindedir. Bu semboller ise eski Türk kültürü ve inanış biçimleri ile ilgili damgalardır. Motifleri genel olarak grupladığımızda; ay-güneş, çark-ı felek, mührü Süleyman, üç benek, ok-yay, koç boynuzu, alem gibi sembolik motifler, Gora mezar taşlarının karakteristik özelliğidir. Bunlar da Türklerin erken devirlerden beri kullandığı sembollerdir. Bu gün Gora bölgesi mezar taşları Priştine ve Üsküp’ten getirilmekle birlikte az da olsa Gora bölgesinde de kısmen üretim devam etmektedir. Halen Dubovişte köyünde mezar taşı yapımı devam ederken, bütün ekonomik zorluklara rağmen, Glaboçica köyünde Muas Tücari adlı Goralı, baba mesleği olarak köy içinde yol kenarındaki atölyesinde mezar taşı ustası mesleğini icra etmektedir. Gora mezar taşlarında hala ay-yıldız, kadın başlıklarında hala güneş, erkeklerde hala fes kullanılmaktadır. Bu gelenekleri Müslümanlıkla değil hissettikleri ile ilgilidir. Aynı bölgedeki başka bir Müslüman topluluğun yeni örnekleri Goralıların taşlarından farklıdır. Onlar da Müslümandır, ancak ay-yıldızı artık kullanmamaktadırlar. Gora halk sanatlarında kullanılan motifleri genellikle geometrik formlarda üsluplaştırılmış yada soyutlanmış, daha çok hayvansal figürler tercih edilmiştir. Ayrıca bitkisel motifleri arasında en çok rastlanan nakışlar lotus, gül, lale çiçekleri, yaprak, dal ve ağaç motifi, dikkat çeker. Özellikle 19. yüzyıl mezar taşlarında bazı baroklaşmış yaprak motifleri ile de karşılaşılır. Bitkisel motifler merkezi kompozisyonlar, bordürle veya tekli motif olarak tekrarlanmak suretiyle uygulanmıştır. Nesnel olarak soyutlanan birkaç motif dışında, büyük bir kısmı göksel cisimler ve kozmolojik tasarımlardır. Eski Türk inanışları ile ilgili olarak süsleme sanatlarında kullanılan ay, güneş ve diğer gök cisimleri ile ilgili tasvirler Gora halk sanatlarında kullanılan en hakim motiflerdir. Tam daire veya yarım daire şeklinde işlenen ay ve güneş motifleri istinasız olarak kadınların giydiği ve ‘koşula’ adını verdikleri elbiselerin kol ve yaka çevrelerinde işleme olarak kullanılmıştır. Bazen sadece güneş, bazen ay ve güneş yan yana alternatif olarak tekrarlanmıştır. Bu motiflerin en çok kullanıldığı ikinci alan ise mezar taşlarıdır. Bunlardan başka diğer giyim-kuşam ile halı ve kilimlerde de daire şeklinde tasvir edilmiş ay ve güneş motifleri ile karşılaşılır. Daire mükemmellik, bütünlük, sonsuzluk, güneş, gök demektir. Ay ve Güneş tasvirleri, sanatta genellikle daire şeklinde görülür. Türklerde ev- 377 ren tasavvuruna göre yer yani toprak kare veya dörtgen, gök ise daire ile tanımlanır. Yerin dört bucağı vardır ve bunlar dört yönü oluşturur. Dört yönün birleştiği orta merkez dünyanın da merkezidir. Türkler tam burada yaşarlar. Dairenin temsil ettiği gök yüzü ise katlardan oluşan sonsuzluktur. Ay ve güneşin kutsallığı ile ilgili erken Türk inanışları ile ilgili bazı hususlar, Müslüman Türk topluluklarında hala izlerini sürdürmektedir. Sabah gün doğumunda ve akşam gün batımında uyumanın bereketsizliğe ve kötülüklere sebep olabileceği, dolunay ilk göründüğünde özel bir dua okumak gibi inanışlar Anadolu’da bazı yörelerde yaşayan inanışlardır. Gora halk sanatlarında görülen ay ve güneş motiflerinde; ay daire veya hilal şeklinde işlenmiştir. Hilal şeklinde işlenen ay motiflerinde mutlaka yanında dört veya altı kollu yıldız ile birlikte kompozisyon kurulmuş ve bir çok Türk topluluğunda olduğu gibi, bağımsızlık sembolü olan Türk bayrağına gönderme yapılmıştır Burada özellikle ikinci sırada ele alacağımız motif Goralı kadınların ‘kola’ yada ‘Kofça’adını verdikleri kare yada eşkenar dörtgen şeklindeki kapalı formdur. Köşeli bir geometrik form olmasına rağmen, kelime manası ‘halka’ anlamındadır. Gora kilimlerinin temel motifidir. Diğer motif ve bordürler, bu merkezi formdaki ‘kola’ motifinin etrafında gelişir. Özellikle çarşaflarda ise yan yana ve çapraz eksenlerde çoğaltılan baklava yada kare biçimindeki bu motifler, yaygının kenarlarında bordürlerle sınırlanır. Türkmenler bu motife ‘ocak’, ‘hane’ anlamında ‘kül/köl’ adını vermektedir. Ocak hane ve aile, aynı amaç etrafında toplanan insanların bir araya geldikleri yerdir. Ocağın sıcaklığında bir araya gelinmektedir. Sembolik manası ile ocak burada yurt, toprak, yaşanan yer yani dünyadır. Ay ve güneşle ilgili olarak yukarıda da bahsedildiği gibi kare yada dörtgenin anlamı da Türklerin evren anlayışı içerisinde önemlidir. Daire ne kadar sonsuzluğu ve tanrısallığı temsil ediyorsa, dörtgen de dünyayı ve yaşanılan yeri temsil etmektedir.Türklerde evren tasavvuruna göre yer yani toprak kare veya dörtgendir ve dört bucaklı olan bu dörtgenin içi Türklerin yurdudur.32 Koladan sonra üzerinde durulacak olan diğer motif Türk sanatında yaygın olarak kullanılan ve ‘çintemani’ adı verilen ‘üç benek’ motifidir. Bu da Gora sanatında sıklıkla kullanılan sembolik motiftir. Giyim kuşamda işleme motifi olarak karşılaşılan çintemaniler, mezar taşlarında serlevhanın üzerinde de uygulanmıştır. Eski Türk sanatında olduğu kadar, Osmanlı 32 Y.Çoruhlu, a.g.e., s. 95. 378 sanatında da görülen ‘üç benek’ motifinin adı Budist inanıştaki ‘trinatra’ dan gelmektedir. Motifin adı, Osmanlıda çintemani olmuştur. Saray çevresi süsleme sanatlarında sık kullanılan bu motif, özellikle Padişah ve şehzade kıyafetlerinde ve saray kumaşlarında ve halılarda, çinilerde yaygın şekilde görülmektedir. ‘Kızıl Elma’, Dünya Hakimiyeti’ ve ‘isteğe kavuşturan mücevher’ anlamları ile ilişkilidir. Tek yada üç küre şeklinde tasvir edilir.33 Bu motifin temel diziliş kuralı altta yan yana iki eşit daire ve onların üzerinde aynı büyüklükte üçüncü daire şeklindedir. Üçü bir araya geldiklerinde eşkenar üçgen oluştururlar. Bu da sağlam bir denge formudur. Üç benek yada çintemani bazı Türk topluluklarında örneğin Timur ve Osmanlılarda damga olarak da kullanılmıştır.34 Gökle ilgili bir motif olan çarkı felek motifi Gora mezar taşlarında en çok kullanılan motiftir. Türk mitolojisine göre Gök kubbeye gök çarkı deniliyordu. Bu çarkın içinde yedişer gruba ayrılan yirmi sekiz burç bulunmaktaydı. Bu çark dönerdi ve bu çarkı ise bir çift gök ejderi çevirirdi. Çarkın çemberi felektir. Türklerin İslam sanatına da uyarladığı bu motif, genellikle dairesel bir çember ve çemberin merkezinde kenarına doğru ışınsal olarak yayılan çizgilerden oluşur. Bu çizgiler, rüzgar gülü gibi hep aynı yöne dönüktür. Motif anlam olarak, dünyanın dönüşü, düzeni ve yaşamın devir daimini ifade eder. İnsan yaşamı için, başlayıp devam eden ve biten, her devirde yeni bir turu başlatan bu çark, yaşam düzenini temsil eder. Bu neden daha çok mezar taşlarında karşımıza çıkar.35 Gökle ilgili olarak eski Türk eserlerinde Sibirya’da, Altaylarda,Tuva’da ve başka yerlerde bu motifle sıklıkla karşılaşılır.36 Bazen güneş motifi ile aynı anlamı taşır. Bu duruma uyan çark tasvirlerinin örneklerini Bezeklik ve Kızıl’daki Uygur duvar resimlerinde, Kuşanlar da görmek mümkündür.37 Sadece Asya Türk bölgelerinde değil Avrupa’da Osmanlı öncesi Türk topluluklarının da kullandıkları motifler arasında yer almaktadır.38 Çarkı felek Anadolu Türk sanatında da yaygın kullanım alanı bulan bir motiftir. Osmanlı dönemi tasvirlerinde ‘çark-ı felek’ adını almıştır. Yuvarlak daire içine alınmış motifi sadece mezar taşlarında değil konut mimarisinde, pencere alınlıklarında da karşımıza çıkar. Örneğin, Bitlis’de müftüler evi baş oda penceresi alınlığında görülen motifler, Goradaki örneklerin ait olduğu Y. Çoruhlu, Türk Sanatındaki İnsan Figürlerine Ellerinde Tuttukları Nesneler Açısından bir Bakış, Sanatta Anadolu Asya İlişkileri, Ankara 2006, s.157. 34 T.Gülensoy. a.g.e., s. 137. 35 E.Danık, a.g.m., s. 190. 36 Ç. Omuraliuulı, Tengricilik, Bişkek 1994, s. 40. 37 E.Esin, a.g.e., r.64,81,144. 38 S.Ya.Bayçarov, Avrupanın Eski Türk Runik Abideleri, Ankara 1996, s. 217,271. 33 379 ortak kültüre bir kez daha işaret etmektedir.39 Çarkı felekler, Gora Mezar taşlarında baş şahidelerde tepelik, serlevhanın üst köşelerinde daire formu içinde iki, dört, alt, yedi ve daha fazla kollu olarak tasvir edilmişlerdir. Mezar ayak şahidelerinde de tepelik kemerinin ortasında yer alılar. Geometrik esaslı bir diğer motif ‘Mühr-Süleyman’dir. Motifin esası iki üçgenden oluşmaktadır. Tabanları birbirine paralel gelecek şekilde üst üste yerleştirilen iki eşkenar üçgenin oluşturduğu altı kollu yıldızdır. Yıldız motifi Gök inanışları ilgili olarak Hunlardan beri Türk sanatında kullanılan bir motiftir. Selçuklu döneminde Süleyman Şah, Alaaddin Keykubat ve Sultan Keyhüsrev adına darb edilmiş sikkeler üzerinde altı kollu yıldızlar kullanılmıştır.40Osmanlı döneminde de sevilerek yaygın bir şekilde kullanılan motif, mezar taşlar, maden eserler, ağaç işçiliği, mimari gibi alanlarda uygulanmıştır. 41 Ayrıca yençeri bayraklarında orta işareti olarak da görülür. Bazı örneklerde merkezinde ay, güneş, yıldız veya başka bir sembol de bulunur. Motif, Hz. Süleyman’ın mührüne benzediği için ‘mühr-ü Süleyman’olarak adlandırılmıştır. Türk sanatına özgü olan bu motif, ilişkisi olmamasına rağmen, zaman zaman Siyonist yıldızı ile karıştırılır. Gora eserlerinde, özellikle mezar taşlarında, ser levhanın alt kısmında bir yada iki adet olmak üzere, güneş motifinin içine yerleştirilmiş mühr-ü Süleyman motifleri vardır ve altı kollu yıldızın merkezinde damga motifleri işlenmiştir. Yukarıdakilerden başka geometrik çizgilerle ifade edilen nesne adlarına işaret eden ve Goralıların kullandığı ve adına ‘teyyare’, ‘testeriçe’, ‘zibalke, çine’, ‘sektiriçe, ‘aşace’ ,‘alem’, ‘çeşel’ ‘muska, hamayli’, dedikleri çeşitli motifler de bulunmaktadır. Bu motiflerin adları Türkçe veya Türkçeye yakın isimlerdir. Testeriçe motifi testere dişi gibi işlenen zik-zak nakışıdır. Zibalke ve çine motifi diş gibi yan yana dizilmiş ve çift taraflı birbiri içine geçmiş eril-dişil bir bezemedir. Sektiriçe, seki yada basamak şeklinde motiftir. Aşace Türkçe aşık kemiğinin karşılığı bir kelime olup, aşık kemiğine benzeyen bezemenin adıdır. Alem bir gönderin tepesine takılan sembol olup, Gora motiflerinde koç boynuzu şeklinde olan türü kullanılmıştır. Çeşel tarak demektir ve özellikle düz dokumalarda kullanılan, tarak benzeri motiftir. Muska ve hamayli ise, üçgen şeklinde hamayil veya muskaya benzeyen nakıştır. Bütün bu nakışlar örneklemeye gerek kalmayacak kadar yaygın ve aynı isimlerle Türk süsleme sanatlarında kullanılan motiflerdir Gora halk sanatlarında damga olarak kullanılan motiflerden biri de şe- 39 40 41 Yüksel Sayan-Sebahattin Öztürk, Bitlis Evleri, Ankara 2001, s. 117. E.Esin, a.g.e., r.175-177. Y. Sayan-S. Öztürk, a.g.e., s.117. 380 malaştırılmış ok-yay motifidir. Ok-yay avla ilgili bir semboldür. Aynı zamanda bir savaş idmanı olan av, Türk kültüründe Hun devrinden itibaren kurumsallaşmış bir hale gelmiştir. Osmanlı döneminde ise mükemmelleşmiş bir müessese olmuştur. At üzerinde süratle koşar halde iken, geriye dönerek yay gerip, ok atarak, hedef vurabilen Türk okçuları, Türk sanatına en çok yansıtılan av sahnelerinden biridir. Komşu toplulukların Türk okçularının ok ve yayı kullanmalarına duydukları hayranlık ise tarihi kaynaklarda sık karşımıza çıkmaktadır. Ok ve yayın Türk kültüründe yeri çok önemlidir. Bu nedenle damga ve armalarda ok-yay en sık kullanılan motiftir. Türk savaş taktiği, okçulukla gelişen av taktiklerinden doğmuştur.42 Türk kültüründeki öneminin etkisi ile ok-yay motifi sıklıkla boy işareti, askeri flama, damga gibi kullanılmıştır. Birkaç örnek vermek gerekirse, ilk örnek olarak M.Ö.2.yüzyıla ait Karasuk Kültüründen ok-yay damgasıdır.43 Tuva’dan Kırgızlara atfedilen ok-yay damgaları44, Karaçay Türklerinde, Koço’da bulunan Uygurlara ait bir hukuk belgesi üzerindeki ok-yay damgası45, Romanya’da Köstence yakınlarında, Murfatlarda eski Türklere ait runik yazılarında, Doğu Avrupa’da Hasaut’da taş yazıtlarda ok-yay motifli damgalara rastlanır. Ok-yay ile ilgili araştırmalar bu motifin Oğuz boylarının damgası olduğu şeklindedir. Boy damgası olması yanında sanattın her alanında sıklıkla ve yaygın şekilde karşılaşılan bir motiftir. Ok-yay motifi Gora kültüründe de damga olarak dokumalara, ahşaba, mezar taşlarına ve evlerin kapılarına işlenmiştir. Ayrıca sembol olarak kullanılan ve nazara karşı koruyucu olduğu düşünülen ‘nal’ motifinin de özellikle evlerin kapılarına asılmış olduğu görülür. Koç boynuzu da damga ve sembol olarak kullanılmaktadır. Yukarıda sözü edilen motifler dışında bazı tarikat sembolleri ve Osmanlı askeri kıyafetleri ile ilgili motiflerin de kullanımı söz konusudur. Örneğin; Mintan yeleklerin ve camadanların sırt ve kol yenlerindeki motifler Nizam-ı Cedid ve Meşrutiyet dönemi askeri setrelerinde bulunan bazı rütbe işaretleri ile benzerlik gösterirler. Ay- yıldız, şemse , fes, katibi başlık, gibi Osmanlı askeri kıyafet arma ve motifleri ile de karşılaşılır. Örneğin Zaptiye Feriğinin setresinin kolundaki düğümlü, üç yapraklı çiçek motifi, Gora’da bir mintan yeleğin sırtında yer almaktadır.46 42 43 44 45 46 Tülin ÇORUHLU,‘Osmanlı-Türk Kültüründe Savaş ve Sanat’, P, İstanbul 2003, S.30, s.80-95. E.Esin, a.g.e., r.76. Ç.Omuraliuuli, a.g.e., s.201. T.Gülensoy, a.g.e., s.69. Anonim, Jandarma Genel Komutanlığı Tarihi, Ankara 2002, s.143. 381 Değerlendirme Gora bölgesinin maddi kültür varlıklarından yola çıkarak, Goralıların sanat ve kültürüne ışık tutma çabasına girdiğimiz bu araştırmada en büyük sıkıntı günümüze gelebilmiş maddi kültür varlıklarının yok denecek kadar az kalmış olmasıdır. Bu konuda araştırmaya katkıda bulunan en önemli deliller bir grubu taş kitabe ve mezar taşıdır. Diğer grubu ise halk plastik sanatları oluşturmaktadır. Ayrıca mimari özellikleri ve yerleşim planları da önemli delillerdir. Çalışmada konu ile ilişkilendirilebilecek şekilde 133 adet kültür varlığı belgelenmiştir. Halk sanatı eserlerinde, buluntu yetersizliği nedeni ile seçici davranılmamış, elde edilen tüm veriler imkanlar dahilinde değerlendirilmeye çalışılmıştır. Tamamı halk işi üretim olan maddi kültür varlıklarından 37 adedi dokuma, halı, kilim ve giyim-kuşam, 4 adedi takı, 3 adet madeni eser statüsünde etnografik obje, 3 adet dokuma tezgahı ve beşik, 4 adet ahşap oyma işi, iki türbe ve 5 adet taş kitabe, 75 adedi mezar taşıdır. Örnekler 18.yüzyıl ile 20.yüzyıl arasındaki tarihsel süreç içine yayılmıştır. Eserler, malzeme, teknik, biçim ve süsleme motifleri açısından ele alınmıştır. Objelerin üzerinde bulunan motif ve sembollerden başka, eski Türkçe kitabelerin transkriptleri yapılmış ve yazıtlarda yer alan ve araştırmaya katkısı olabilecek bilgiler değerlendirilmiştir. Arazi çalışmaları sırasında Goralıların, günlük yaşam, örf, adet ve gelenekleri ile ilgili gözlemler yapılmış, çevre kültürler ile ilişkileri araştırılmıştır. Çalışmanın en önemli kaynağını, eserlerin kendileri ve Gora halkından elde edilen bilgiler sağlamıştır. Tamamı yüzey araştırması ile elde edilen bilgilerden oluşan veri tabanı üzerinden, karşılaştırma ve mukayese yöntemi ile rota çizilmiştir. Bu yöntemin uygulanması, konu ile ilgili literatürün zayıf olmasından doğan bir zorunluluk olmuştur. Alan araştırması sırasında karşılaşılan ilk bulgular, karşılaştırma ve mukayesenin yönünü öncelikle, Goralıların yaşadığı kültür çevrelerine yöneltmiştir. Ancak teknik, motif ve formların erken Türk sanatı ile olan yakın ilişkisi, bağlantıların diğer Avrupa Türk toplulukları, Anadolu, Kuzey Karadeniz ve Asya’ya doğru olduğu gerçeğini ortaya koymuştur. Bu geri dönen akış içerisinde, tespit edilen teknik ve motifler, taşıdıkları sembolik manalar, biçimler ve uygulama yöntemleri ile yukarıda adı geçen coğrafyalarda bulunan Türk sanatı eserleri örnekleri ile karşılaştırılmıştır. Ortaya çıkan sonuç ise şaşırtıcı derecedeki benzerliktir. Yaşam biçimi olarak, hayvancılıkla geçinmeleri, yaylacılık yapmaları, atı yaşamlarının her aşamasında kullanmaları, Nevruz geleneklerinin olması, çayır güreşleri yapmaları, göçer kültüre özgü zenaatlarla uğraşmaları, 382 giyim kuşam özellikleri, doğum, düğün, bayram, ölüm ile ilgili örf adet ve gelenekleri47 kullandıkları dilin eklemeli bir dil oluşu ve kelime köklerinin Türkçe veya Türkçeleşmiş kelimeler oluşu, Dillerinde çok fazla Türkçe kelime bulunması, gibi durumlar, Goralıları Türk kültürünün içinde değerlendirmemiz için önemli ölçülerdir. Gora halk sanatları ile ilgili olarak Gorançe’de kullanılan kelimelerin tamamına yakını Türkçe veya Türkçe mantığında üretilmiş kelimelerdir. Hayran, Kilim, Çerga, çarşaf, mintan, yelek, cüppe, marama, çevre, terlik, koşula, razboy, buka, vb isimler 48 ve motif isimleri Gora dokumacılık sanatındaki teknik, malzeme ve ürün adlarının Türk kültüründen ayrı düşünülmeyeceğine vurgu yapmaktadır. Buna halk sanatlarının özellikleri ve uygulamaları da eklenince konu daha da kuvvetlenmektedir. Goralıların dokumacılık konusunda ortaya koyduğu özellikler ve bu konuda uygulamayı sürdürdükleri gelenekler, onların Türk sanatı çevresinden ayrı düşünülmemelerinin en önemli delilidir. Özellikle halı, kilim ve diğer yaygılarda uyguladıkları düğüm ve dokuma teknikleri, kompozisyon şemaları, renkler, motif ve semboller bu konuda kendini ortaya koymaktadır. Geometrikleşmiş figürler, bunların anlamsal dizilişleri ve soyutlanmaları Türk sanatının içinden doğmuş bir üslup bütünüdür. Goralıların halk kültürü seviyesinde yaşamlarında devam eden bazı Şamanik unsurlar göz ardı edilmemelidir. Bu özellikler özellikle gelin makyajlarında, saç ve başlık düzenlemelerinde, kullandıkları bazı törensel malzemelerde ve süsleme motiflerinde açıkça ortadadır. Ayrıca mezar taşları ile dokuma ve işlemelerde karşılaşılan eski Türklerin yer ve gök inanışları ile ilgili sembolik motifler de Gora halk sanatlarında ön plana çıkan bir özelliktir. Bütün bu özellikler temellerini milattan önceki asırlarda Orta Asya’da doğmuş proto Türk kültürlerinden başlayan köklü bir geleneğe bağlıdır. Bu konuda mezar taşları da önemli belgelerdir. Ne yazık ki onlarda yok edilmeye çalışılmıştır. Günümüze gelebilmiş örnekler değerlendirildiğinde, Gora mezar taşlarının hepsinin Türk-İslam geleneğinde yapılmış mezar taşları oldukları görülür. Bu mezar taşlarına, sadece İslam mezar taşı diyemiyoruz, çünkü üzerlerinde İslamlığın ifadesi olarak kullanılan yazıtlar ve içlerinde geçen dini ibarelerden başka bir bilgi yoktur. İfadeler Arapça değil eski Türkçe/Osmanlıca yazılmıştır. Bunun dışında taşların, genel formu ve süsleme motifleri tamamen Türk sanatı içinde yerini bulmaktadır. Bu konuda ilgili alanın bilim adamları projemiz kapsamında çalışmaktadır ve çalışmaları yakın zamanda neşredilecektir. 48 Örneklerin çoğaltılması mümkündür. Bakınız bu çalışmanın seçme sözlük bölümüne Bu araştırmanın daha sonraki detaylandırmalarında bu tespitlere yenilerinin eklenmesi de mümkün olacaktır. Ayrıca bu konuya dilbilimcilerin de katkısı da söz konusudur. 47 383 Yani, bir Müslüman mezar taşında, Türk sanatı üslupları ile İslami öğelerin bütünleşmesi söz konusudur. Şöyle ki, bu durum Goralıların kökenlerinin eski Slav toplulukları ile bağlantısı olduğu ve asimilasyona uğradıkları tezini savunanlara karşı bir delildir. Osmanlı halkının arasında, bütün ilahi dinlerden, hatta bunun dışındaki inanç çevrelerinden topluluklar da olmuştur. İslam dininin öğretisi gereği, kendi rızası ve özgür iradesi ile bu inancı seçme ortamı sağlamış, seçmeyenlere de hiçbir baskı uygulamamıştır. Dolayısıyla Goralıların Osmanlıdan öğrenebileceği tek şey Müslümanlıktı ve öyle de olmuştur. Diğer kültürel unsurları Goralıların kendilerinde zaten varolan eski Türk kültürü değerleriydi. Yukarıdaki örnekten de anlaşılacağı üzere, inanç kültürün tamamı değil, bir dilimidir. İnancın insan yaşamına yansımaları tartışılmaz bir gerçektir. Ancak din, eğer bir topluluğun tüm kültürel değerlerini oluştursaydı, yer yüzündeki bu zengin çeşitlilik yerine, bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıda ve özellikte medeniyet olurdu. Yine mezar taşları ve diğer kitabeler üzerindeki yazıtlardan elde edilen bilgiler, hazirelerde yatan kişilerin akrabalık ilişkileri ile meslek ve ünvanlar konusunda fikir vermektedir. Bu bilgi ise bize 18.-19.yüzyıllarda Gora halkın meslekleri, eğitim düzeyleri ve nufus durumu ile ilgili yorum yapabilmemize zemin hazırlamaktadır. Bu değerlendirme ancak 75 mezar taşı üzerinden yapılabilinir. Kaldı ki, taşları bir kısmında da isim ve ünvanlar okunamayacak şekilde tahrip edilmiştir. Mevcut olanların da söz konusu döneme ait Gora mezar taşlarının çok az bir kısmını oluşturduğunu da göz ardı etmemek gerekir. Buna rağmen yaklaşık 50 adet mezar taşından elde edilen delillere göre Goralı bazı Ağa ve Efendilerin adları aşağıdaki gibidir. Serengeçti Ahmed Ağa, Şerif Ahmed Ağa, Yunus Ağa, Hacı Musa Ağa, Hacı Kanber Ağa, Süleyman Ağa, Rüstem Ağa, Hüseyin efendi, Adem Efendi, Cafer Efendi, Musa Efendi. Ağa ve Efendi ünvanları Osmanlı Devleti teşkilatında devlet memuriyeti rütbeleridir. Bu ünvanlar askeri rütbe olarak kullanıldığında Kaymakam (Yüzbaşı), Kolağası (Yarbay) ve Binbaşı rütbeleri arasındaki askeri zevata verilen bir ünvandır. Efendi ise Ön yüzbaşı, Mülazımı Sani (Üs teğmen), mülazım-ı evvel( teğmen) rütbelerindeki askerlere verilen ünvandır. Bu meslek erbabları Osmanlı Ordusunun 19.yüzyıl ıslahatlarından önce alaydan veya ocaktan yetişirlerdi. 19. yüzyıl ortalarından itibaren ise kademeli olarak modern askeri eğitim alıp, Harbiye ve Bahriye mekteplerinden yetişmeye başlamışlardır.Tarihi belgelerden de bildiğimiz gibi, 19. yüzyıl sonunda Piriştine 20. Redif Livası bünyesindeki 39. Alayın Gora Taburu idi 384 ve Bu tabur 4 bölükten oluşuyordu49. Bir bölük askerin yüz kişi olduğunu kabul edersek Gora taburunda yaklaşık 400 Goralı asker vardı. Bu da bu günkü nüfusu dahi 40 bin olan Goralılar için oldukça yüksek bir rakamdır. Bu da şunu gösterir ki, ‘Goralılar ataları gibi asker bir millettir’. Bu taburda görev alan ve duhulü H.1280, nasbı H.1289 olan Yüzbaşı rütbesindeki Süleyman Ağa muhtemelen Dragaş mezarlığında bulunan bir mezar taşı üzerinde yer alan işim ile aynı kişidir. Söz konusu taş 1918 tarihli ve Süleyman Ağa oğlu Rüstem’e aittir. aynı mezarlıkta Rüstem Ağa’nın kızına ait mezar taşı da vardır Melike mezarlığındaki katibi sarıklı taşın sahibi Veysel’de muhtemelen bir memurdur ve belki de tabur katibidir. Öte yanda atçılık ve kahyalıkla ilgili meslekleri iyi icra ettiğini bildiğimiz Goralıların mezar taşlarında bu mesleğin de adı geçer. Bir mezar taşı da Süleyman Kahya’nın kızı Sülbiye’ye aittir. Bunun dışında Şeyh, Derviş ve din görevlileri de söz konusudur. Şeyh Yakub, Şeyh Abdülvahab, Yakub Molla, Arif Hoca, Deviş Zeynel gibi meslekler de vardır. Ayrıca yine Türk kültüründe askerlik ile ilgili olarak kullanılan ‘Yiğit, Kahraman, Üstün, Şerefli’ gibi, bazı sıfatlar da dikkat çeker. Sonuç olarak, Gora halk sanatlarında Türk kültürünün evren tasavvuru, renk ve motif sembolizminin izleri aşikardır. Bunda kuşku yoktur. Eski Türk inanış biçimlerinin sanatsal motiflere yansımış formları ve bunların İslami gelenek ile harmanlanmış biçimleri ortadadır. Bu kültürel gerçeklikleri tarih sahnesinden silme çabası içinde olanlar bilmelidirler ki, Goralıların bütün benliklerine işlemiş olan bu kültürel özellikleri, ancak onların soylarının yok olması halinde ortadan kalkabilir. Goralılar Asya steplerinden at üzerinde uzun bir yolculukla engin coğrafyalar aşmış, Karadenizin kuzeyinden geçerek Balkanlara inmiş ve kendilerine Şar dağlarını yurt seçmişlerdir. Eski yurtlarındaki yaşamlarını Goraya taşımışlar ve doğal olarak aynı coğrafyayı paylaştıkları diğer topluluklarla kültürel etkileşim içerisinde de bulunmuşlardır. Ayrıca, asker bir millet olan Hunların torunları ve muhtemelen Kıpçakların devamı olduğunu savunduğumuz Goralılar, kendileri gibi yurt edinme amacıyla ve ancak farklı bir rotayla bölgelerine ulaşan Osmanlıları benimsemiş, onlarla kaynaşmış ve onların askeri olmuşlardır. 49 H.Yıldırım Ağanoğlu(Yayına Hazırlayan), Salname-i Vilayet-i Kosova, Üsküp 1314, s.91.94.