AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
Burcu BAYSAL
HAYTA YÖRÜKLERİNİN FOLKLORU
(ANTALYA İLİ ÖRNEĞİNDE)
Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı
Yüksek Lisans Tezi
Antalya, 2019
AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
Burcu BAYSAL
HAYTA YÖRÜKLERİNİN FOLKLORU
(ANTALYA İLİ ÖRNEĞİNDE)
Danışman
Dr. Öğr. Üyesi Ünsal Yılmaz YEŞİLDAL
Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı
Yüksek Lisans Tezi
Antalya, 2019
Akdeniz Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğüne,
Burcu BAYSAL'ın bu çalışması, jürimiz tarafından Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim
Dalı Yüksek Lisans Programı tezi olarak kabul edilmiştir.
Başkan
: Doç. Dr. Seyfullah YILDIRIM
(İmza)
Üye (Danışmanı)
: Dr. Öğr. Üyesi Ünsal Yılmaz YEŞİLDAL
(İmza)
Üye
: Prof. Dr. Zekeriya KARADAVUT
(İmza)
Tez Başlığı:
Hayta Yörüklerinin Folkloru (Antalya İli Örneğinde)
Onay : Yukarıdaki imzaların, adı geçen öğretim üyelerine ait olduğunu onaylarım.
09
Tez Savunma Tarihi : 13
…./…./2019
Mezuniyet Tarihi
: 10/10/2019
(İmza)
Prof. Dr. İhsan BULUT
Müdür
AKADEMİK BEYAN
Yüksek Lisans Tezi olarak sunduğum “Antalya İli Aksu Yöresinde Yaşayan Hayta
Yörükleri Folkloru” adlı bu çalışmanın, akademik kural ve etik değerlere uygun bir biçimde
tarafımca yazıldığını, yararlandığım bütün eserlerin kaynakçada gösterildiğini ve çalışma
içerisinde bu eserlere atıf yapıldığını belirtir; bunu şerefimle doğrularım.
……/……/ 2017
İmza
Burcu BAYSAL
T.C.
AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TEZ ÇALIŞMASI ORİJİNALLİK RAPORU
BEYAN BELGESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜ’NE
ÖĞRENCİ BİLGİLERİ
Adı-Soyadı
Burcu BAYSAL
Öğrenci Numarası
20165242002
Enstitü Ana Bilim Dalı
Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı
Programı
Tezli Yüksek Lisans
Programın Türü
(X) Tezli Yüksek Lisans
Danışmanının Unvanı, Adı-Soyadı
Dr. Öğr. Üyesi Ünsal Yılmaz YEŞİLDAL
Tez Başlığı
Hayta Yörüklerinin Folkloru (Antalya İli Örneğinde)
Turnitin Ödev Numarası
(
) Doktora ( ) Tezsiz Yüksek Lisans
1187752851
Yukarıda başlığı belirtilen tez çalışmasının a) Kapak sayfası, b) Giriş, c) Ana Bölümler ve d) Sonuç
kısımlarından oluşan toplam 125 sayfalık kısmına ilişkin olarak, 07/10/2019 tarihinde tarafımdan Turnitin
adlı intihal tespit programından Sosyal Bilimler Enstitüsü Tez Çalışması Orijinallik Raporu Alınması ve
Kullanılması Uygulama Esasları’nda belirlenen filtrelemeler uygulanarak alınmış olan ve ekte sunulan rapora göre,
tezin/dönem projesinin benzerlik oranı;
alıntılar hariç % 7
alıntılar dahil % 10 ' dur.
Danışman tarafından uygun olan seçenek işaretlenmelidir:
(X) Benzerlik oranları belirlenen limitleri aşmıyor ise;
Yukarıda yer alan beyanın ve ekte sunulan Tez Çalışması Orijinallik Raporu’nun doğruluğunu onaylarım.
( ) Benzerlik oranları belirlenen limitleri aşıyor, ancak tez/dönem projesi danışmanı intihal yapılmadığı kanısında ise;
Yukarıda yer alan beyanın ve ekte sunulan Tez Çalışması Orijinallik Raporu’nun doğruluğunu onaylar ve
Uygulama Esasları’nda öngörülen yüzdelik sınırlarının aşılmasına karşın, aşağıda belirtilen gerekçe ile intihal
yapılmadığı kanısında olduğumu beyan ederim.
Gerekçe:
Benzerlik taraması yukarıda verilen ölçütlerin ışığı altında tarafımca yapılmıştır. İlgili tezin orijinallik
raporunun uygun olduğunu beyan ederim.
07/10/2019
(imzası)
Danışmanın Unvanı-Adı-Soyadı
Dr. Öğr. Üyesi Ünsal Yılmaz YEŞİLDAL
i
İÇİNDEKİLER
ÖZET ........................................................................................................................................ iv
SUMMARY ............................................................................................................................... v
TEŞEKKÜR ............................................................................................................................. vi
GİRİŞ ......................................................................................................................................... 2
BİRİNCİ BÖLÜM
SÖZLÜ - YAZILI EDEBİYAT MAHSULLERİ
1.1.
Halk Anlatmaları ........................................................................................................ 23
1.1.1.
Halk Hikâyeleri................................................................................................... 23
1.1.2.
Fıkralar ............................................................................................................... 37
1.1.2.1. Öldü Bile ......................................................................................................... 38
1.1.2.2. Çakıl Taşı ........................................................................................................ 38
1.1.2.3. Hazır Cevap Dede ........................................................................................... 38
1.1.2.4. Beydağı ........................................................................................................... 39
1.1.3.
1.2.
Masallar .............................................................................................................. 39
Halk Şiiri .................................................................................................................... 42
1.2.1.
Destanlar ............................................................................................................. 43
1.2.2.
Türkü .................................................................................................................. 44
1.2.2.1. Antalya’nın Mor Üzümü ................................................................................. 45
1.2.2.2. Altındandır Kapısının Eşiği ............................................................................ 46
1.2.2.3. Yayla Yolları ................................................................................................... 46
1.2.2.4. Gökte Yıldız Yüz Altmış ................................................................................ 47
1.2.2.5. Konyaltında Hasırım ....................................................................................... 47
1.2.2.6. Ah Kurşunlu’ya Giderken ............................................................................... 47
1.2.2.7. Çubukbeli Türküsü ......................................................................................... 48
1.2.2.8. Çaybaşına Bostan Ektim Yayıldı Türküsü ...................................................... 49
1.2.2.9. Deniz Dibinde Hatce’m Türküsü .................................................................... 50
1.2.3.
Ninni ................................................................................................................... 51
1.2.4.
Ağıt ..................................................................................................................... 52
1.2.4.1. Bebek Ağıtı ..................................................................................................... 54
1.2.4.2. Eşini Askerde Kaybeden Bir Kadının Ağıtı ................................................... 55
1.2.4.3. Kocası vefat etmiş iki aylık gelinin kocasının ardından yaktığı ağıt .............. 56
1.2.5.
Mani .................................................................................................................... 56
ii
1.3.
Küçük Ürünler ........................................................................................................... 58
1.3.1.
Bilmece ............................................................................................................... 58
1.3.2.
Atasözleri ............................................................................................................ 59
1.3.3.
Deyimler ............................................................................................................. 61
1.3.4.
Dualar (Dilekler) ve Beddualar (İlençler) .......................................................... 61
İKİNCİ BÖLÜM
GEÇİŞ DÖNEMLERİ
2.1.
Doğum ....................................................................................................................... 66
2.1.1.
Kısırlığı Giderme, Gebe Kalma .......................................................................... 67
2.1.2.
Aşerme ................................................................................................................ 68
2.1.3.
Gebe Kadının Kaçınma Ritüelleri ...................................................................... 68
2.1.4.
Çocuğun Cinsiyeti .............................................................................................. 69
2.1.5.
Doğum Sırası ...................................................................................................... 71
2.1.6.
Eş (plasenta) İle İlgili Ritüeller .......................................................................... 72
2.1.7.
Göbek Bağı ile İlgili Ritüeller ............................................................................ 72
2.1.8.
Ad Verme ........................................................................................................... 73
2.1.9.
Süt Verme ........................................................................................................... 74
2.1.10. Kırklama İşlemi-Albasması ................................................................................ 74
2.1.11. İlk Düş, İlk Tırnak, İlk Saç, İlk Yürüme İle İlgili Ritüeller ............................... 76
2.1.12. Diş Hediği ........................................................................................................... 77
2.1.13. Çocuğun Yürümesi ............................................................................................. 77
2.1.14. Çocuğun Tırnağının Kesilmesi ........................................................................... 78
2.1.15. Sünnet ................................................................................................................. 78
2.1.16. Askerlik .............................................................................................................. 79
2.2.
Evlenme ..................................................................................................................... 80
2.2.1.
Evlenme Biçimleri .............................................................................................. 82
2.2.2.
Kız İsteme ........................................................................................................... 83
2.2.3.
Nişan ................................................................................................................... 84
2.2.4.
Çeyiz Hazırlama ................................................................................................. 85
2.2.5.
Kına Gecesi......................................................................................................... 86
2.2.6.
Nikah .................................................................................................................. 87
2.2.7.
Gelini Baba Evinden Alma Ritüeli ..................................................................... 87
2.2.8.
Düğün ................................................................................................................. 88
iii
2.2.9.
2.3.
Düğün Sonrası .................................................................................................... 89
Ölüm .......................................................................................................................... 90
2.3.1.
Ölüm Öncesi ....................................................................................................... 91
2.3.2.
Ölümü Düşündüren Ön Belirtiler ....................................................................... 92
2.3.3.
Ölüm Esnasındaki Uygulamalar ......................................................................... 94
2.3.4.
Ölüm Sonrası Uygulamalar ................................................................................ 95
2.3.5.
Üçüncü Gün ........................................................................................................ 98
2.3.6.
Yedinci Gün ........................................................................................................ 99
2.3.7.
Kırkıncı Gün ....................................................................................................... 99
2.3.8.
Elli İkinci Gün .................................................................................................... 99
2.3.9.
Ölünün Ardından Ağıt Söyleme ve Yas Tutma Geleneği ................................ 100
2.3.10. Mezar ve Mezar Taşı Geleneği ......................................................................... 100
2.4.
Hayatın Diğer Alanlarıyla İlgili Geçiş Dönemi Ritüelleri ....................................... 101
2.4.1.
Hacca Gitme Ritüeli ......................................................................................... 101
SONUÇ .................................................................................................................................. 102
KAYNAK ŞAHISLARIN LİSTESİ .................................................................................... 103
KAYNAKÇA......................................................................................................................... 106
EKLER .................................................................................................................................. 109
ÖZGEÇMİŞ .......................................................................................................................... 114
iv
ÖZET
Folklor ya da bilinen adıyla halk bilimi; halkın günlük yaşamda yaşadığı her şeyi
konusu içine alır. Bu nedenle Anadolu Halk Bilimi üzerine yapılacak her çalışma, bize
milletimiz ve yaşadığımız coğrafya hakkında muhakkak yeni bilgiler verecektir. Ayrıca
folklor üzerine çalışma yapanların halk coğrafyasını daha yakından tanıma fırsatı elde ettikleri
gözlemlenmiştir.
11. asırda Antalya’ya yerleşen Yörük Türkmenler de yöredeki halk inanışlarına
kendilerine has gelenek- görenek ve inançlarını katmıştır. Biz bu inanmaların birçoğunu
bugün bile benimsemekteyiz. Hatta toplum içi kurallarımız bu inançlara göre devam
etmektedir. Toplumsal olguların düzenli yürütülmesinde, kuralların işlemesinde bu inançlar
etkili olmaktadır. Gelenekler genişletilmiş kapsamda bir kuşaktan diğer kuşağa aktarılan bilgi,
birikim, batıl inanç, yaşantı biçimi yani maddi olmayan kültür birikimidir. Dar manada ise
asırlar boyu süregelmiş bir topluluğun dinsel veya siyasi işleri gibi önem taşıyan detayları ve
olgularını kapsayan hayat felsefesi veya düşünceleridir. Bu gelenekler sözlü ve yazılı olmak
üzere iki başlık altında irdelenebilir. Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana folklor
araştırmacıları tarafından araştırma konusu edilen köy, kasaba folkloru konusunda toplanan
bilgiler, bize tez çalışmamızda yararı olan kaynaklar olmuştur.
Bu tezde bir araya getirilmeye çalışılan Antalya yöresinde yaşayan Hayta Yörükleri’ne
ait gelenek-görenek ve halk edebiyatı ürünleridir. Bazı inanmaların zamanla terk edilmesi
çoğu durumda şehirleşme olgusunun yaygınlaşmasından dolayıdır. Tezin amacı, Hayta
Yörükleri arasında unutulmaya yüz tutan ananeleri hatırlatmak ve gelecek nesillere
aktarmaktır.
Anahtar Kelimeler: Anane, Antalya, Derleme, Folklor, Geçiş Dönemleri, Hayta Yörükleri,
İnanç, Kültür.
v
SUMMARY
THE FOLKLORE OF HAYTA YORUKS LIVING IN ANTALYA CITY
Folklore includes everything that belongs to the public. Therefore, the smallest
occupation on Turkey Folklore, certainly, will teach us very new things about ourselves and
our lives. It is also important to state that the people, who make folklore compilations, have
opportunity to get to know our folk.
Teke Yoruks, also, who settled in Antalya in the eleventh century also added their own
unique traditions to folk beliefs in the region. We indigenise most of these beliefs even today,
and direct our social lifes according to our beliefs. Our traditions are influential in social life
regularly and follow the rules. Traditions, with a broade meaning, the knowledge be passed
from one generation to the other, design, superstition, life style, in a broader meaning, it is
nonmaterial culture. In the narrow sense, traditions is the views of a society over generations
on important issues, such as sacred or political affairs. Traditions are divided into two parts as
oral and written. The information about our country’s folklore certainly completes the pieces
that will represent a whole in the future. The information on the topic of village and small
town which were collected by researchers since the republic has shed light on us and helped
us on our study.
In this thesis, there are many traditions and folkways belonging to Hayta Yoruks living
in Antalya region. In most cases, the gradual abandonment of certain folkwyas is considered
to be more modernization than the benefit of new form. The aim of this thesis is to remind the
memoirs which are forgotten among the Hayta Yoruks, and to transfer them to the next
generations.
Keywords: Tradition, Antalya, Compilation, Folklore, Transition Periods, Hayta Yoruks,
Belief, Culture.
vi
TEŞEKKÜR
Bu tezin çalışılmasında; konu, materyal ve metot açısından bana sürekli yardımda
bulunarak çalışmalarıma ışık tutan, sabırla tezi takip eden danışman hocam Dr. Öğr. Üyesi
Ünsal Yılmaz YEŞİLDAL’a şükranlarımı sunarım. Kıymetli bilgilerini benden esirgemeyen,
kendisine ne zaman akıl danışsam bana her daim vakit ayırıp büyük bir fedakârlıkla yararlı
olabilmek için elinden geldiğince zaman tanıyan, bir mesele meydana geldiğinde odasına
çekinmeden girebildiğim güleç yüzünü ve babacanlığını tanıştığımız günden beri benden hiç
esirgemeyen; ilerideki meslek yaşamımda da bana aktardığı kazanımlardan faydalanacağımı
düşündüğüm saygıdeğer hocam Prof. Dr. Zekeriya KARADAVUT’a sonsuz teşekkür ve
minnettarlığımı sunarım.
Belirtmek isterim ki ne söylersem söyleyeyim binlerce şükürlerimin az kalacağı,
ömrüm boyunca bana kattıkları her şey için ve gelecek günlerime sağlam adımlarla gitmemi
sağlayacak her imkânı bana verdiklerini düşündüğüm, yeniden doğsam yine ailem olarak
seçeceğim, hayattaki en büyük şansıma teşekkür ederim. Yaşamımdaki en büyük emeğe sahip
olan annem Dilek BAYSAL’a, her şeyiyle kendisine benzediğim canım babam Mehmet
BAYSAL’a ve bana hayattaki en güzel hediye olan Lila’yı veren, zekâsıyla beni kendine
hayran bırakan ablam Gürcan Duygu BAYSAL’a sonsuz teşekkürler. İyi ki varsınız.
Burcu BAYSAL
Antalya, 2019
GİRİŞ
Yörük sözcüğü “yörümek” eyleminden türemiş bir kelimedir. Anadolu coğrafyasına
gelip bu toprakları mesken tutan Türkmenleri ifade eden bir terim olarak karşımıza
çıkmaktadır. Bazı halk bilimcilerin “yörük” sözcüğü yerine “yürük” kelimesini kullandıkları
da görülmüştür. Bu duruma gerekçe gösterilecek olursa bize göre; yörük kelimesinin yürümek
fiilinden türediğini varsaymış olmalarıdır. Bu düşünceyi kabul etmeyen araştırmacılar,
“yürük” kelimesinin kökünün “yüğrük” olduğunu, bu kelimenin ise ileri görüşlü, medeniyet
sahibi, bilgili, kültürlü bağlamında kullanıldığını belirtirler. 1 Anadolu’da yaşayan insanlar ise
bu terimi kabiliyetli ve cesur anlamında kullandıklarını söylerler.
Yörük sözcüğü ilk defa Ali Yazıcıoğlu’nun “Târîh-i Âl-i Selçûk” adlı eserinde
karşımıza çıkmıştır. Eserde “Sahra nişin ve göçküncü, yani yaban yurtlu ve yörük” terimleri
kullanılmıştır. Yukarıdaki açıklamalarımızda aktarıldığı üzere, Yörük kelimesinin konargöçer
topluluk anlamında kullanıldığı, on dördüncü yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıktığı ve
kullanıldığı belirtilebilir. Yirmi birinci yüzyılda ise Yörük kelimesi, konargöçer anlamında
kullanılmaya devam etmektedir. 2
Yörük diye adlandırdığımız Türkmenler; yaz aylarının sıcak günlerini serin
yaylalarında ve otlaklarında; kış mevsiminde ise kendine uygun koşullar olarak belirledikleri
yaylalarında geçirirler. Bu konargöçer topluluklar az sayıda aileler olabileceği gibi birey
sayısı çok olan büyük obalar hâlinde de olabilir. Kısaca özetlemek gerekirse “Yörük” terimi
Anadolu, Balkan ve Rumeli civarlarında yaşayan konargöçer olarak tabir edilen, geçim
kaynakları göçebe olmalarından kaynaklı hayvancılık olan, bazen ise hayvancılığın yanında
ziraat işleriyle de uğraşan, sıcaklık veya soğukluğa bağlı olarak göre mekânlarına ev ya da
çadır kurup oturan Türkmenlere verilen ad olduğunu belirtebiliriz. Bize göre yörük
sözcüğünün katiyen bir kavim veya bir topluluk adı olmadığı açıktır. Yörük sözcüğüyle
kastedilen aslında o toplumun yaşam felsefesinin aktarılmak istenmesidir. 3
Türkmen kelimesinin anlamını irdeleyecek olursak; bu kelime tam olarak Müslüman
Oğuz boylarını kasteder. On birinci yüyıldan bu yana kullanılan Türkmen sözcüğü; göçen,
gezen Oğuz boylarına yani henüz yerleşik hayatı benimsememiş topluluğa verilen isimdir.
Daha sonraları “Oğuz” sözcüğünün kullanımı tamamen es geçilmiş; yerleşik hayata geçen
Oğuz boyuna Türk, konargöçer yaşam tarzını devam ettiren boylara ise Türkmen adı
1
Seyirci, 2000; 25
Eröz, 1991;18
3
Abdulkadiroğlu, 1997; 39
2
2
verilmiştir. Bu manada bakacak olursak; Türk sözcüğünün anlamsal olarak Türkmen kelimesi
manasından daha iyi koşullarda hayat sürdüğü ortaya çıkmıştır. Türkmen teriminin sık
kullanılmasının temelindeki olay bu terimin Oğuz boylarında şamanizme inananları ve
inanmayanları ayırmak için türetildiği düşünülebilir. 4
Giriş kısmında belirttiğimiz konuları toparlayacak olursak, Yörük sözcüğü konargöçer
Türkleri karşılamak anlamıyla kullanılmıştır. Sözcüğün on dördüncü yüzyılın sonlarında
ortaya çıktığı söylenebilir. Çalışma yaptığımız bölgelerde (Antalya- Aksu bölgesi) yerleşik
hayata geçenlere Yörük denildiği tarafımızca tespit edilmiştir.
Aksu’nun Tarihi
“Antalya ilinde yer alan Aksu ilçesinin tarihi milattan önce iki binli yıllara kadar
uzanır. Şimdilerde Aksu ilçesinin Murtana üstünde bulunan Perge Antik Kenti’nin de milattan
önce iki bin yüz yıllarına uzandığı rivayet olunur. Arzava İmparatorluğu’na bağlı Pisidia
coğrafyanın önemli kültürel şehirlerinden biridir. Bu şehir sırasıyla Frigler, Lidyalılar, Pers
İmparatorluğu ve milattan önce son olarak Roma İmparatorluğu hâkimiyeti altına girmiştir.
Roma İmparatorluğu zamanında en şatafatlı dönemini yaşayan şehrin toprak sınırları
içerisinde bulunan sikke, yeraltı mezarları ve heykel parçaları üzerine yapılan çalışmalara
bakılarak milattan önce birinci veya ikinci asırlarda imparator adına para basıldığı görülür.
Şehir bu bakımından dikkate değer bir dönemin yaşantı merkezi olarak karşımıza çıkar.
Antik Roma Köprüsü ve diğer tarihi yapıların konumu dikkate alındığında Aksu Perge
bölgesinin Eski Romalılar zamanında savunması kolay olmasından ve önemli ticaret
merkezlerinin üzerinde bulunmasından dolayı ise dönemin kalbi denilebilecek nokta
olmuştur. 5
Hayta Yörüklerinin Tarihi
“Hayta yani diğer adı zannedilen Saçıkara Yörükleri; 1533 yılında Doğu Toros
dağlarından yazılan Osmanlı İmparatorluğu Tapu defterinde ilk defa ismi geçen en büyük
Yörük obasıdır. Haytalarla ilgili bu ilk yazılı kayıt, Toroslarda ve İstanbul’un fethinden önce
gerçekleşmiş Türk tarihinde önemli vazifeler üstlenmiştir. Bozdoğan Yörükleriyle ile birlikte
yaşayan Hacı Yunusluların bir boyu olarak tasvir edilmiştir. Karamanoğulları’ nın tarihi olan
Şikari Tarihi’nde 12. 13 ve 14. yüzyıllar da vuku bulan bazı hadiseleri aktarırken,
Bozdoğanların büyük dedesi Bozdoğan Yunus ve Hoca Yusuf hakkında birçok olaylara
karıştığı yazılmıştır. Bozdoğan içinde varolan obalarla ilişkisi hakkında tatmin edecek bilgiler
4
5
Antalya Antolojisi, 2016; 29
Antalya Tarihi, 1997; 35
3
kaynaklarda bulunamamıştır.
6
Haytaların bağlı oldukları Bozoğanlar, on dördüncü asrın
ikinci yarısında doğu ve batı kol olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Doğu kolu Urfa Musul arası
toprakları alırken, batı kolu teşkil eden topraklar Teke ve Taşeli yaylaları olmuştur.
Bozdoğanların doğu kolu yıllar sonra Karamanoğlu beyliği hükmünü kabul etmiştir.
Batı kolu ise Akkoyunlular içerisinde önemli işler için nüfus etmişler ve Karamanoğulları’na
yardımda bulunarak tarih defterlerinde adlarını sıklıkla duyurmuşlardır. On beşinci yüzyılın
başlarından itibaren Anamas yaylası içinden göç obalar, gittikleri yerlerde oldukça
güçlenmeye başlamışlardır. 1625’lerden sonra nüfus sahibi olan Saçıkaralılar kendi çizdikleri
göç yollarını takip ederek Hamitoğlu Beyliğine ve Teke dağlarına doğru göç etmeyi
seçmişlerdir. Kışlarını ılık iklim ortamı olan Teke yöresinde yani bugün Serik ilçesi olarak
bilinen Antalya il sınırlarında; yazın ise serin olsun diye Isparta ili içerisinde Şarkikaraağaç
çevresinde yaşamışlardır. Antalya ili Aksu yöresinde yaptığımız çalışmalar neticesinde Hayta
Yörükleri’nin isimlerinin kökeninde çevre obalarına karşı hırçın davranmaları, sert duruşları
ve 1699 yılında çıkan su kavgası yüzünden karşı tarafa şiddet uygulamış olmaları yatar.
7
Osmanlı Devleti başkentinde duyulan Hayta olayları; 1708 yılında bir ferman yayınlanmasına
sebep olmuş ve padişahın emriyle Haytaların yerleşik düzene geçmesi zorlanmıştır. Haytalar
ise 1708 yılında çıkan bu fermanla kitleler halinde yerleşik hayata yaşama geçmek zorunda
kaldılar.
Fermanda yerleşim yeri olarak; Anamas çevresi (Günümüz Isparta il sınırları)
gösterilmiştir. Şimdilerde ise Saçıkaralı torunları Antalya Serik ilçesi ve kuzeye doğru olan
bölgelerde yerleşik hayata geçmiştir. İskân fermanının uygulanması sırasında göçebe
yaşamdan yerleşik hayata geçmek istemeyen Haytalar; o an oldukları topraklardan firar
ederek başka diyarlara göçünce, gittikleri yerlerde daha büyük sorunlar teşkil etmeye
başlamışlardır. İskân fermanına riayet etmeyenlerin 1713’te Kıbrıs’a topluca sürgün
edilmeleri emri yayınlandı. Bu zamanlarda Teke dağlarına yerleşen eden Saçıkaralılar ise
1735 senesinde bu sancaklarına yerleşmesi emri verildi. Sonuç olarak Haytalar; Çukurova ve
Hamiteli Saçıkaralıları olmak üzere iki farklı kola ayrıldılar. Ancak bu iki resmi kayıtlar
üstünde öyle görüldü. Bu iki kol birbirinden hiç uzak kalmadılar ve birbirlerine hep destek
oldular. Batı Saçıkaralılar zaman içerisinde yayılma alanlarını fazlalaştırarak Nazilli
sınırlarına kadar vardılar. Teke bölgesinin batı kısmına giden eden bir kısım Hayta, Kumluca
ile Finike arasında kışlarını geçirip, yaz aylarını Elmalı yaylalarında geçirdiler. Bunlardan
bazılarının halen Elmalı’ya yerleştikleri ve bu ilçe nüfusuna bağlı oldukları görülmektedir.
6
7
Antalya Antolojisi, 2016; 39
Kaynak Kişi; Nuri Çoban (21.08.2019)
4
Veli Aba’nın “Yörükler ve Saçıkaralı Aşireti” kitabını incelediğimizde iki isim
üzerinde durduğunu gördük. Bu isimler “Hayta” ve “Saçıkaralı”dır. Saçıkara Yörüklerinden
bazılarının Hayta adıyla anılmayı sevmediklerinden söz edilir. Bu iki söylem daha çok
Antalya il sınırları içerisinde görülmektedir. Misal, 19. yüzyıl başlarında ve ortalarında
Antalya’ nın Serik kazasında yaşayan Türkmenler arasında hem Saçıkaralı hem de
Haytalardan söz edilir. 8
Akdeniz bölgesinin batı kısmında yaşamlarını sürdüren yörüklerin Saçıkaralı isminin
yanında Hayta olarak da tanınmalarının nedeni bizim görüşümüze göre; geçmiş yıllarda Hayta
olarak tabir edilen topluluğun çevresine olan bazı kötü davranışlarını toplum hafızasından
silmek için Saçıkaralı toplumunun içine girerek kötü imajlarını yok etme algısıdır. Örneğin
Antalya’nın Korkuteli ilçesi Yeşiloba köyüne yerleşen Haytalar kendilerini diğer toplumlara
Saçıkaralı olarak tanıtır.
9
Yine Antalya merkez Altıntaş köyüne yerleşen Haytalarda
kendilerini Saçıkaralı boyu olarak farz ederler. Antalya Murtana köyü, Burdur’un Çeltikçi
ilçesinde yaşayan Hayta toplumu ise isimlerini değiştirmeden benimsemişler kendilerini
Hayta Yörüğü olarak tanımlamışlardır. Saçıkaralı Köyünde de yaşayanlar, gördüğümüz
kadarıyla Hayta adını bilmemektedirler.
Özetleyecek olursak büyük bir yörük topluluğu olan Saçıkaralılar; zaman içinde
Haytaları Yörükleri Saçıkaralılara nüfus etmiş ve uzun zaman beraberlik içinde yaşam
sürdüklerinden dolayı birlikte anılır olmuşlardır. Birbirinin nüfusu içine girmeyen diğer yörük
teşkilatları ise kendine hususi isimleriyle yaşamlarını idame ettirmektedirler. Bundan bir asır
öncesine kadar Teke dağlıklarında yaşam süren Haytalar; kış mevsiminde Kumluca, Finike
taraflarında iken, yazlarını Kızılcadağ yaylası taraflarında geçiren Saçıkaralılar ve Hayta
Yörükleri birlikte sanılır olmuşlardır.
10
Osmanlı Devleti zamanında yaşamış yörüklerin
tarihini rahmetli Cevdet Türkay’a ait “Osmalı İmparatorluğu’nda Oymak, Aşiret ve
Cemaatlar” görebiliriz. Adı geçen eserin “Saçıkara-Saçıkaralı-Saçıkaralılar” bölümünde
Saçıkaralı Yörükleri’nin yerleşim yeri olarak; “Teke Yöresi, Taşeli Yöresi’nin yanı sıra
Manisa ve Aydın’da. gösterilir.
11
Söz konusu eserde dikkat çeken husus ise hiç Hayta
sözcüğünün kullanılmamış olmasıdır.
Sonuç olarak Hayta Yörükleri, Anadolu coğrafyasında Türklük bilincinin önemli
unsurlarını oluşturan temel topluluklardan biri olarak kabul edilir. Kıbrıs adasına yerleşmiş
Hayta Yörükleri de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde oluşan Türklük bilincine katkı
8
Aba, 2012; 74
Seyirci, 2007; 19
10
Türkay, 1979; 78
11
Seyirci, 2003; 82
9
5
sağlamışlardır. Taşeli Yöresi Saçıkaralı olarak bilinirken Antalya’nın batısı olan Teke
Platosu’nda ise Hayta adıyla yurdumuzun büyük bir bölümünün nüfus varlığında önemli bir
temsil oluşturmuşlardır.
Hayta Yörüklerinde Günlük Yaşam
Türklerin Orta Asya’dan getirdikleri geleneklerinin büyük bir kısmını Hayta Yörükleri
hâlen devam ettirmektedirler. Yaşamları, örfe bağlı olan belli kurallara bağlanmıştır. Hayta
Yörüklerinde aile yapısı, daha çok baba hâkimiyetine dayanmakla birlikte ailede annenin söz
hakkı ve etkisi belirgindir.
Hayta Yörüklerinde sıklıkla görülen, temel alınan tek eşliliktir. Evlenmiş olan gençler
oğlan tarafı evinde yaşayabileceği gibi kendileri de bağımsız ev kurabilirler. Hayta Yörükleri
içinde genellikle akraba evliliği yaygındır. Amca çocukları, dayı çocukları, teyze-hala
çocuklarıyla hayatlarını birleştirmişlerdir. Yaz mevsimini serin yaylalarında, kış aylarını ise
kar yağmayan ılık obalarında geçirirler. Yazlaktan kışlağa geçişleri belirli bir düzen içerisinde
meydana gelir. Yaylakları, oymaklarının malı olarak kabul ederler, oymaklarına mensup olan
herkesin hayvanları burada serbestçe otlar. Tarla statüsünü alamayacak bahçelerinin yer aldığı
ve çadırlarını kurdukları yere “Yurt Yeri” demişlerdir. Davar, koyun, at, eşek ve sığır gibi
hayvanlar besleyen Hayta Yörükleri, yayla ve obalarında arpa, buğday mısır, bakla, domates,
hıyar gibi sebzeler yetiştirseler de bunları daha çok köy pazarcılarından satın alırlar. Ev
düzenini düşündüren çadırlarında; oturulacak bölüm, yatılacak bölüm ve yemek pişirilecek
bölümler mevcuttur. Çadırın oturma bölümü, Hayta Yörüklerinin kendilerine has halı-kilim
ve dokumalarıyla döşenir. Çadırın içinde belli kesimlerde minder bulunur ve bu çadırda
yaşayan her bireyin oturup kalkacağı yer bellidir. 12
Hayta Yörüklerinin idari teşkilatlanmaları, oba, oymak, boy şeklindedir. Yayla ve
kışın geçirildiği, bir ailenin yaşam sürdüğü mekâna “Oba”, oba liderine ise “Yörük Beyi”
denmektedir. Hayta Yörüklerinde göç belli esaslara bağlanmıştır. Yaylalara göç bahar
mevsiminde yapılır; oymağın lideri veya boy beyleri göçün başlayacağı günü önceden
ayarlayarak obada yaşayanlara iletir. Kışın yaşadıkları yaylalara mayıs ayında göç etmeye
başlayan Haytalar da diğer yörüklerde olduğu gibi her zaman aynı yolu takip ederler. Antalya
ve çevresinde eski zamanlardan kalan göç yolu olarak kullanılan yollar vardır. Göç yolculuğu
sırasında kervanın başında, yeni entarilerini giymiş genç bir kız veya bir gelin gider. Ailelerin
ergenliğe henüz girmemiş çocukları, kadınları ve genç kızları; sürülerin yanında giderler.
12
Seyirci, 1998; 49
6
Uzun süren yolculuktan sonra yaylanacak yere varılır, yerleşilir. Eylül, ekim aylarında da
buna benzer bir törenle geri dönülür. 13
Günümüzde Hayta Yörükleri’nin yaşadığı alan denilince ilk akla gelen yerler
“Akdeniz Bölgesi ve Toros Dağları”dır. Çünkü “Doğu ve Batı Toroslar”ın güneyindeki
düzlüklerin, Toros çevresinde bulunan yüksek yaylaklar yörüklerin yoğun olduğu ve
kültürlerini gerektiği gibi yaşattığı ender yerlerdendir.14 Tüm konargöçer köylülerde olduğu
gibi, Hayta konargöçerleri de bu bölgede kasım ayından mayıs başına kadar olan dönemi
genellikle deniz kenarındaki (Antalya’nın doğusu şimdiki Aksu İlçe sınırları içerisinde ve
Antalya’nın şu anki şehir merkezi) geniş ovalarda kurulu olan kışlaklarda geçirirler. Mayıs ayı
başında ise yaylaklara çıkan Hayta Yörükleri yaz boyunca ekonomik faaliyetlerinin önemli bir
parçası olan hayvancılıkla geçimlerini sağlarlar. Hayta Yörükleri yazın çıktıkları yaylaklarda
besledikleri davar, koyun, sığır, deve gibi hayvanları kurban bayramına yakın zamanlarda
satarak yaşamlarını sürdürürürler. 15
Hayta Yörüklerinde Çadır Kültürü
Davar kılından dokunan kara çadır Hayta Yörüklerinin yuvasıdır. Altlarına da yine
davar kılından dokunan kara çul serilir. Keçilerin yazın “kırklık” denilen makasla kılları
kırkılır.16 Sonra kıllar demir taraktan geçirilerek temizlenir. “Kirmen” ile eğrilir.17 Çadırlar
genellikle beş direkten oluşur. “Yörüğün çadırında direk beştir, İslamın şartı da beştir”18
şeklinde bir deyim vardır. Direk sayısı çadır sahibinin varlığına göre çoğalır. Yeni dokunan
çadır kullanılmadan önce civar köylerde yaşayan akrabalara, komşuya, eşe dosta haber salınır.
Konuklara davar kesilir, yedirilir. Çadırın orta direği (üçüncü direk) dualarla dikilir. Böyle
olunca “O çadırda dua muskası var”19 denilir ve böylece içerisinde yaşayanlara musibet, iblis,
kötülük gelmeyeceğine inanılır; çoluk çocuk da böylece çadır içinde kötü ruhların
tehlikesinden korunmuş olurlar.
Beş direkli çadırın yaz sıcağında gözenekleri pencere gibi açılır; bu sayede içerisi
havadar ve serin olur. Kış mevsiminde ise yağmur ıslatınca şişer ve gözenekler kapanır, su
geçirmez. Çadırın üstü ve yanlarda iki karış uzunluğunda suyun akacağı alan bırakıldığından
yağmur dışarıya akar gider. Duman bacası olmamasına rağmen ateş yakılırsa duman içerde is
13
Kaynak Kişi; Ramazan Kıvrak (20.03.2018)
Aktan, 1996: 32
15
Kıvrak, 2000; 73
16
Kaynak Kişi; Veli Altıntaş (21.01.2018)
17
Kaynak Kişi; Veli Altıntaş (21.01.2018)
18
Kaynak Kişi; Veli Altıntaş (21.01.2018)
19
Kaynak Kişi; Veli Altıntaş (21.01.2018)
14
7
bırakmaz, kendiliğinden dışarı gider.20 Bir çadır en az yetmiş beş, seksen kilo ağırlığındadır.
Bükülmüş ipler dokunacak şekile getirilir. Direklerin ucunda tahtadan yapılmış bir şapka
bulunur. Bu şapkaya “çanak” adı verilir. Çadır serilmeden önce yere açılır. Bağlantı ipleri
birer birer, gevşek şekilde kazıklara iliştirilir. Daha sonra iliştirilen kısmın altına geçilir.
Direkler çanaklara uydurulur ve kaldırılır. Daha sonra bağlar gerdirilir.21 Bütün Türklerde
olduğu gibi, Hayta Yörükleri de nereye giderlerse gitsinler, çadırın içinde yaşayarak yolculuk
etmişlerdir.
Hayta Yörüklerinde Hayvancılık Faaliyetleri
Hayvancılık, Türklerin hayatı içerisinde kendine göre özel bir kültür olarak günümüze
kadar gelmiştir. Hayvancılık faaliyetleriyle uğraşan köy toplumları hayvan hastalıklarına karşı
kendi çözümlerini bulmuşlar ve alaylı olarak halk baytarı olmuşlardır. Bu alan üzerine eğitim
olanlar ise veteriner olarak adlandırılmıştır. Hayvancılıkla uğraşanlar her zaman veteriner
bulma şansına da sahip değillerdir. Toros dağları ve Teke bölgesinde pratik çözümler
geliştirmeyen bir çoban hayvanını kaybeder. İşte bu yüzden hayvanın bakımı ve sağlığında
karşılaşılan sorunlara pratik çözümler üretilmesi başlı başına bir kültür olarak karşımıza
çıkmaktadır. 22
Hayta Yörükleri arasında hayvancılıkla ilgili en önemli konulardan biri de “en vurma”
âdetidir. En vurma âdeti; çobanların kendi hayvanlarını tanımak için kullandıkları bir
yöntemdir. Çobanlar kendilerine ait işaretlerden oluşan çentiği küçükbaş kurbanlık
hayvanların kulağına atar. Atılan çentik; hayvanın hangi aileye ait olduğunu ortaya
koymaktadır.23
En vurma geleneği, bütün Anadolu’da küçükbaş hayvan besleyenler arasında
kullanılır. Teke ve Taşeli bölgesinde yaşayan bütün Yörük obaları da en vurma adetini
sürdürmektedirler. En vurmanın hayvancılıkta başka bir yararı daha bulunmaktadır. Sürüyü
hayvan hırsızlarından korumaya da yarar.24 En vurulmuş hayvan başka sürülerin içine
karıştığında kulağında bulunan özel çentiklerinden ayırt edilir, hırsızlık önlenmiş olur.
Hayta çobanları en vurma âdetini; yeni doğan kuzu ve oğlaklara yirmi gün içinde
yapar. Mevsim yaz ise en vurmak yaranın iyileşme ihtimalini azaltır. Havanın ılık veya soğuk
20
Kaynak Kişi; Teslime Altıntaş (13.02.2018)
Doğan, 2006: 19
22
Gelekçi, 2004; 17
23
Aktan, 1996: 15
24
Kaynak Kişi; Serdar Aynalı (22.03.2018)
21
8
olduğu günler ise en vurmak için en uygun zamandır. Ailenin özelliğine veya lakabına göre
çeşitli şekillerde çentikler atılmaktadır. En vurma genellikle tek kulağa yapılmaktadır.25
Günümüzde ekonomisini tarım ve hayvancılıkla sağlayan Haytaların neredeyse bütün
hepsinin tarlası vardır. Sebze meyve yetiştirmeye uygun arazisi olmayan aileler ise
hayvancılıkla geçimlerini sağlayıp bu hayvanlardan elde etmiş oldukları et, süt ve mamulleri
ile yünlerini satarak hayatlarını idame ettirirler.
Hayta Yörükleri’nin günlük yaşamında davarın önemli olmasının nedeni, davarların
çetin arazi şartlarına uygun olmasıdır. Koyunun çetin arazi şartlarına uyum sağlayamaması,
davarın Haytalar için yetiştirilmesi daha uygun olan bir hayvan olmasına sebep olmuştuır.
Şubat ayı içerisinde doğum yapan davar, sütlerinin oğlaklara ayrılmasından dolayı daha az süt
ürünü üretilmesine sebep olur. Bu yüzden peynir ve tereyağı gibi süt ürünleri üretimi için
Nisan, Mayıs ayları beklenmektedir. Ayrıca ilkbahar mevsimiyle kıl üretimi de artış
göstermektedir. Yaz mevsiminin bitip kışın yaşadıkları yerlere dönüşlerinde bu sütlerden elde
edilen süt ürünleri köy pazarlarında satılmaktadır. Elde edilen kılların belirli bir miktarı
satılırken, arta kalan kıllarla ise çadır ve minderler yapılır. Günümüzde Aksu, Serik,
Manavgat ve Alanya’daki bazı satış yerlerinde bu mesleki eylem süregelmekle birlikte,
yerleşik yaşama geçmiş Haytalar ihtiyaçlarını bu satış yerlerinden karşılamaktadırlar. Yapmış
olduğumuz gözlemler sonucu pazar yerleri ve satış yapılan mekânlar sayesinde halk kendi
arasında sosyalleşme imkânını sağlamıştır.
Aksu’da yaşayan Hayta Yörükleri büyük baş hayvanlardan daha çok sığır
beslemektedir. Tarımın yapıldığı alanlarda yetiştirilen sığır, yakın süre zarfında devletin
desteklemesi ve kalkındırma projeleriyle artmaya başlamıştır. Murtana, Pınarlı, Hacıaliler
köylerinde gerek kendi gereksinimleri için gerekse gereksinim dışında kalan ürünleri satmak
için aileler davar, sığır ve oğlak beslemektedir. Haytaların Antalya il merkezine yerleşmesiyle
birlikte bu gelenek unutulmaya yüz tutmuştur.
Hayta Yörüklerinde Yemek Kültürü
Bireyin beslenmesi, yaşamını devam ettirebilmesi adına yaptığı en önemli eylemdir.
Ancak yaşamın devam ettirilebilmesi için gerekli gıdaların temin edilmesi, bireyin tüketmesi
adına uygun şekle getirilmesi; yemek alışkanlığını biyolojik bir faaliyet olmaktan çıkarıp
kültürel bir olguya dönüştürmüştür. 26 Toplumun ekonomik yapısı ve bu yapıya ait tarımsal
25
26
Kaynak Kişi; Serdar Aynalı (22.03.2018)
Gözaydın, 1968; 217
9
üretim; mutfağın temel belirleyicisi konumundadır. Topluluğun yaşadığı coğrafyanın
özellikleri yemek kültürünü etkileyen diğer bir etmendir. 27
Göçebe olarak yaşayan yörüklerin bir özelliği de kolay ve çabuk yapılabilen yemekler
tüketmeleridir. Aksu yöresinde yaşayan Hayta Yörüklerinin yemeklerinde kullanılan temel
malzemeler; buğday, arpa, pirinç, mercimek, un, yumurta, keçi eti, tavuk eti, süt ve yoğurt
olarak sıralayabiliriz.
Hayta Yörükleri, yemek için “aş” kelimesini kullanmayı tercih etmişlerdir. Genellikle
Perşembe günleri kendi aralarında toplanan Hayta kadınları yufka açıp pişirirler. Ekmek
yerine kendi yaptıkları yufkaları yemeklerinin yanında tüketirler. Üst üste yığılan yufkalar bir
hafta boyunca yumuşasın diye hafif ıslatılır. Bunların dışında etli yemekler de yörükler için
önemli bir yer teşkil eder. Göçebe olarak yaşayan bir kısım Hayta yörüğü; yerleşik olarak
yaşamadıkları için tarım yerine hayvancılık faaliyetlerinde bulunur. Bu yüzden de kendi
yetiştirdikleri hayvanların et ve sütünden yararlanır. 28
Saha çalışmamıza konu edindiğimiz Antalya ili Aksu yöresinde yaşamlarını sürdüren
Hayta Yörükleri’nin topalak et yahnisi, keşkek, yörük kavurması, kelle paça, bulgur aşı(etli
pilav), hamur aşı, gaçamak, sıkma, yoğurt çorbası, çoban salatası, ısırganlı soğan kavurması,
gözleme, lokma, tarhana çorbası ve sütlü aş tükettiklerini gözlemledik. Hayta Yörükleri’nin
mutfak kültürü; et ve süt ürünlerinin ağırlıklı olduğu bir yapıya sahiptir. Yerleşmemiş
konargöçer Haytalar, ziraatten çok hayvancılıkla geçimlerini sağlamışlardır. Bu ekonomik
faaliyetten dolayı tükettikleri yiyecekler de hayvanlardan elde edilen besin ve hayvansal
kaynaklı içecekler olmuştur. Pişirilen besinlerin birçoğu et ve süt ürünlerinden elde edilen
yiyeceklerdir. Ayrıca pişirilen yemeklerde kullanılan malzemeler olarak bulgur, mercimek ve
çeşitli sebzeler, otlar görülmektedir. Mutfak için gerekli olan malzemeleri ise yetiştirdikleri
hayvanlardan elde ettikleri et ve süt ürünlerini yaşadıkları köylerde, yakın köy ve ilçelerde
kurulan pazar yerlerinde satarak ekonomik yaşamlarını sağlamışlardır. 29
Hayta Yörükleri üzerine yaptığımız araştırma ve gözlemler sonucu elde ettiğimiz
bilgilere göre; Hayta Yörüklerinin başlıca yiyecekleri arasında sebzeden ziyade; et ürünleri,
süt içeren gıdalar ve tahıl ürünleri olan buğday, mercimek ve arpa kullandıklarını da gördük.
İçecek olarak ise yaygın olarak kendi yetiştirdikleri hayvanlarının sütlerinden yapılan
yoğurttan elde ettikleri ayran olduğunu tespit ettik. Bunun yanı sıra çevredeki otlak
mekânlarına av faaliyeti sonucu yakaladıkları “tavşan, keklik, bozlak, çukka, çulluk, falak,
üveyik, bıldırcın, turaç, dağ keçisi ve geyik” gibi hayvan türlerinin etlerinden de
27
Ersavaş, 2018; 43
Kaynak Kişi; Arife Levent (22.02.2018)
29
Gözaydın, 1968; 216
28
10
yararanmaktadırlar.
Yayladan
topladıkları
ada
çayı
ve
kekiği
ise
çay
olarak
tüketmektedirler.30 Köylerinde en çok yapıp tükettikleri besinler olarak şunlar sıralanabilir:
Yörük çörek ekmeği; bazlama olarak da bilinen el yapımı saç ekmeğidir. Hamur
yoğurulur ve mayalanması için bekletilir. Şekli verilir ve toprak ateşin üzerindeki sıcak saça
pişirilmek üzere bırakılır. Piştikten hemen sonra üzerine tereyağı sürülür peynir veya
kaymakla tüketilir.
Topalak et yahnisi; bulgur ve kemikli davar etinden yapılan bir yemektir. Hayta
Yörükleri bu yemeği genellikle özel günlerinde pişirip misafirlerine ikram ederler. Bulgur
sıcak su içinde bekletilip şişmesi beklenilir. Bulgur şiştikten sonra baharatla yoğurulur. Daha
sonra küçük toplar haline getirilir. Kemikli etlerin pişirildiği tencerede bu misketler haşlanır.
Üzerinde salçasıyla yenilir.
Gözleme; Hayta Yörüklerinin vazgeçilmez yemeklerinden biri de gözlemedir. Odun
ateşi üzerinde ısıtılan saçta pişirilir.
Tuluk ayranı; göçebe yaşayan Haytaların vazgeçilmez içeceklerinden birisidir.
İşlenmiş davar derisinden yapılan “tuluk” içinde yapılır. Ayrıca tuluğun içinde dövülen
yoğurttan tereyağı ve çökelek de elde edilir. 31
Hayta Yörüklerinde Saz ve Diğer Çalgılar
Antalya ili Aksu yöresinde Hayta Yörükleri arasında çalınan halkın müzik aletleri
çeşitlilik gösterip, Aksu ilçesi köylerinde müzik zenginliğinin bir kanıtıdır. Bu coğrafyada
bulunan kendine has çalgı aletleri; sipsi, parmak curası, kabak kemane ve bağlamadır.32
Anadolu topraklarının çoğu yerinde var olan dilli ve dilsiz çoban kavalı yine Aksu’da da çalgı
aleti olarak kullanılmaktadır. Dağlık yayla bölgelerinde kuş türü olan kartalın kanat
kemiğinden yapılan çığırtma isminin verildiği dilsiz kaval bölgede çalgı aleti olarak
görülmektedir. Ritim tutmak amacıyla ise darbuka, def, zilli maşa, kaşık, kaval gibi müzik
aletleri mevcutken düğünlerde ise vazgeçilmez olarak zurnaya eşlik etmesi amacıyla davul
müzik aleti kullanılır.33
Hayta Yörüklerinde Batıl İnançlar
Batıl inanç denilen şey aslında gerçeklik temeline uymayan inanış ve davranışlardır.
Gerçekte var olmuş bir sonucu bulunmayan, bireye veya başka bir canlıya etkisi
30
Kaynak Kişi; Teslime Çetin (21.02.2018)
Ersavaş, 2018;44
32
Kaynak Kişi; Veli Altıntaş (04.03.2018)
33
Kaynak Kişi; Ali Aynalı (20.02.2018)
31
11
kanıtlanmamış mantık dışı hareketlerde bulunmak, sözler söylemek veya inanışlara inanmak
batıl inançlara örnek gösterilebilir. 34 Bu inanmaların geçmişten günümüze hep var olmasının
en büyük nedeni bireylere bilinmesi gereken şeyleri belli korku ve yaşanmış olduğunu
farzederek aktarılmış olmasıdır.
Çalışma yaptığımız Aksu bölgesinde yer alan köylerde de; bu tarz gerçekliği olmayan,
bireyi yapmadığı takdirde korkutan inanmalar saptadık. Bu inanmalar kısaca şöyle
sıralanabilir:
“Koçmar Taşlama”: Kertenkeleden daha büyük, kalın derili ve uzun kuyruklu
sürüngene koçmar denir. Olduğu yerde donuk bir şekilde başını aşağı yukarı sallar. Bu eylemi
gerçekleştirirken koçmar hayvanının Allah’a küfür ettiğine, karşı çıktığına dair bir inanış
vardır ve taşlanır.35
“Kara Yılanı Öldürülmez”: Birbirine sarılmış iki kara yılanlardan hiçbiri Hayta
Yörükleri tarafından öldürülmez ve yılanların onlara zarar vermemesi adına ortamdan
uzaklaşılır. Yılanların öldürülmemesinin nedeni ise yılan eşlerinden sağ kalanı ne olursa olsun
ölen eşinin intikamını alır inanışıdır.36
“Annenin Sütü Kesilirse”: Sütü gelmeyen anne adayının entari veya şalvar cebine
buğday taneleri doldurup bir ceviz ağacı altında “al gavırganı, ver südümü” diye söylenerek
beş kez ağacın çevresinde gezer ve buğdayı hem yer hem ceviz ağacı dibine gömer. Ardına
dönüp bakmadan ceviz ağacından uzaklaşarak evine gelirse sütün yeniden geleceğine inanış
vardır.37
“Ocakta Kurşun Eritip Kişi Üzerine Dökmek”: Birey bir hastalık geçirir veya olağan
dışı davranış sergilerse, ona nazar veya göz değmiş denir. Ocağın ateşinde tava içinde
eritilmiş kurşun, içinde kuyudan çekilmiş su bulunan bir kaba dökülür. Kurşunda oluşan şekil
gözü değen adama musallat olur, hasta ise kendine gelirmiş.38
“Kırk Karışması”: Aynı zamanda doğum yapan annelerden biri, doğumdan sonraki
kırk gün içinde diğerinin evine çocuğuyla gelirse kırkı karışmış olur. Kırkı karışan çocuk
değirmene götürülür. Değirmen taşına yatırılır ve beş kez döndürülür ya da loğusalar süt
değişirler ve sütler çocuklara içirilir.39
Diğer batıl inançlar ise şöyle sıralanabilir:
34
Atlas Dergisi, 2015, s. 266
Kaynak Kişi; Teslime Çetin (21.02.2018)
36
Kaynak Kişi; Teslime Çetin (21.02.2018)
37
Kaynak Kişi; Dudu Çetin (22.02.2018)
38
Kaynak Kişi; Dudu Çetin (22.02.2018)
39
Kaynak Kişi; Dudu Çetin (22.02.2018)
35
12
“-
Sülaleden birinin hanesi içinde bulunan tahta masada iki makas birbiriyle çakışırsa o
hane içerisinde huzursuzluk olacağı düşünülür.
-
Ayna, cam veya benzeri bir eşya kırıldığında o hanenin yedi yıl boyunca huzur içinde
olmayacağı düşünülür.
-
Nisan birden önce ağacın çiçeğini kopartmak ve birine vermek uğursuzluk sayılır.
-
Karşılık beklemeden sevdiğin birine eldiven armağan etmek karşındaki kişiye
bahtsızlık getirir.
-
Durmaksızın akan suyu taşlamak uğursuzluğu beraberinde getirir.
-
Hanenin masasına asla yeni ayakkabı konulmaz. 40
-
Hiç kullanılmamış eve eski hanenin süpürgesi getirilmez.
-
Nazar değmesi istenilmeyen olay anlatılırken üç kere sert bir cisme vurulur.
-
Şaka yoluyla da olsa kimseye süpürge ile dokunulmaz. Süpürgenin dokunduğu kişinin
iş yapmayacağı düşünülür.
-
Durumu iyi olmayan birine dereotu götürülmez. Dereotu götürenin şansının durumu
iyi olmayana benzeyeceği düşünülür.
-
Kişinin içtiği su bardağında kalanın üstüne konulup yeni kişiye verilmez. Suyu içen
kişinin tez vakitte öleceğine inanılır.
-
İncir ağacının tepesine çıkıp meyvesini toplarken dalı kırılıp düşen kişinin tez öleceği
düşünülür.
-
İncir ağacının gövdesinde salıncak kurulmaz. Doğramasından beşik yapılmaz.
-
İncir ağacı gölgesinde uyuyakalırsan şeytan ruhunu öteki tarafa götürür.
-
Üzümün giliği, ammenin çekirdeğini tüketn kişi çok sevdiği birini tez kaybeder.
-
Çocuğun kirli bezi yabani bir ağaca asılırsa çocuk asi olur. 41
-
Nar cennetin meyvesidir. Bereketli sayılır. Nar yiyen kişi tek bir tanesini bile israf
edilmez. İsraf edilen nar tanesinin haneye bereketsizlik getireceği düşünülür.
-
Çürüyüp çekilen diş veya süt dişi kimsenin göremeyip bulamayacağı bir yere gömülür.
Diş, büyüsel gücün en önemli simgelerinden sayılır.
-
Ellerini bağlayıp diz üstü oturan kişinin kaderi de bağlanır.
-
Parmaklarını çatırdatıp silkelenen kişi yetmiş yılın üstünde yaşar.
-
El yıkama işlemi sağ taraftan başlanmalıdır. Sol elden başlayan kişinin o gün işi rast
gitmez.
-
Yine tokalaşma işlemi sol elle gerçekleşmemelidir. Çünkü sol elle tokalaşmak
tokalaşan kişilerin kötü özelliklerini birbirine geçireceğine inanılır. 42
40
41
Kaynak Kişi; Dudu Çetin (22.02.2018)
Kaynak Kişi; Teslime Çetin (22.02.2018)
13
-
Taranırken dökülen saçlar hemen toplanmalıdır. Büyüsel işlemlerde kullanılan saç teli
hemen yakılmalı veya akan suya bırakılmalıdır.
-
Kişinin dökülen veya kesilen saçları mezarına gömülmez. Kabir günü kişinin saçları
tekrar çıkar.
-
Akşam ezanından sonra hane içerisinde çiğ soğan yenmez. Yenirse o evi şeytanlar
ziyaret eder.
-
Yatsı ezanından sonra birey ayna karşısında yüzünü incelerse göz bebeklerinin içinde
iblisi görür. Göz bebeği içerisinde iblisi görenin ömrü uzun olmaz.
-
Yatsı ezanı sonrası hane aşı başka haneye taşınmaz.
-
Yatsı ezanı sonrası süt ürünleri hane dışına üstüne kömür konularak çıkartılır. Kömür
konulmaz ise hanenin bereketinin kaçacağına inanılır.
-
Islık çalmak şeytanı çağırmaktır. 43
-
Akşam ezanı sonrası evden tuz, şeker, un gibi gıda malzemeleri çıkarılmaz.
-
Akşam ezanı sonrası kapı eşiği süpürülmez.
-
Yatsı ezanı sonrası ev içerisinde yaşayan çocuklar üç taş oynarlarsa çocukların
rüyasına iblis girer. Ruhlarına ölümü fısıldar.
-
Kişi üzerinde sökük dikilirse kaderinin de ilmekleneceğine inanılır.
-
Hane temelinde kara tuğla konulması iyi sayılmaz.
-
Kapı eşiğinde oturup serinleyen kişinin iftiraya uğrayıp kendini aklayamayacağına
inanılır.
-
Kapı eşiğinde uyuyan kişinin üzerine şeytan basar.
-
Hane içerisi temiz olmazsa şeytanlarla komşu olunur.
-
Hane içerisinde yaşayan biri sılaya giderse kaldığı oda temizlenmez. Misafir de odaya
sokulmaz.
-
Kara iple oynayan çocuğun ömrünün kısa olacağı düşünülür.
-
Kapı eşiğinde oturan zengin kişi fakir ölür.
-
Kapı eşiğinde oturan bekar kızın kısmeti bağlanır.
-
Açık kalan makas ağzı düşmanın ağzının da hane hakkında konuşmasına izin verir. 44
Hayta Yörükleri Arasında Geleneksel Tedavi Yöntemleri (Halk Hekimliği)
Farklı birikim ve inanmalardan doğan, yaşamımızın vazgeçilmez parçalarından olan
ve yirmi birinci yüzyılda da devam eden halk hekimliği kökeninde, doğal yaşam alanından
42
Kaynak Kişi; Esma Kökalp (24.08.2018)
Kaynak Kişi; Zeynep Doğan (23.08.2018)
44
Kaynak Kişi; Hatice Çetin (25.08.2018)
43
14
elde edilmiş ilaçlar ve cerrahi pratikler bulunmaktadır. 45 Bu pratik uygulamaların şekli yıllar
geçtikçe farklılık gösterse de halk hekimliği Haytalar arasında da benzer bir işleyişe sahiptir.
Hayta yörüklerinin yaşam sürdüğü oba ve yaylalarda bilinen ve uygulanmakta olan halk
arasındaki
tedavi
uygulamalarında,
İslamiyet
öncesi
varlık
sürdürmüş
Türkmen
topluluklarının sıhhat anlayışlarına şekil vermiş ögelerin görülmesi; Türk kültürüne kaynaklık
etmesi hususunda oldukça dikkat çekicidir. 46
1970’lı yıllara kadar Aksu’da yaşayan Hayta Yörüklerinin hastalandıkları zaman
hemen doktora gitmek gibi bir alışkanlıkları yoktu. Yaylalarındaki otlaklardan topladıkları
bitkilerden elde ettikleri ilaç ve pratiklerle tedavi yöntemleri geliştirmişlerdir. Antalya ilinde
geleneksel tedavi yöntemlerine artık pek başvurulmamaktadır. Göçebe yaşayan Hayta
Yörüklerinin
yerleşik
hayata
geçmesi
ve
evlerinin
yakınlarında
sağlık
ocağının
bulunmasından dolayı geliştirilen pratik yöntemler unutulmaya yüz tutmuştur.
Aksu’da yaşayan Haytalar eski zamanlarda kendi çadırlarında bulundurdukları
sinameki otunun yapraklarını kaynatıp suyunu içerler, buharına da karın ağrısı çekenleri
oturturlardı. Soğuk algınlığı durumunda sülükle kan aldırma yöntemini kullanırlar. Daha ciddi
durumlarda ise işin ehli olan kişiler tarafından neşter ile kan akıtma durumu mevcuttur. 47
Geleneksel tedavi yöntemleri ile ilgili olarak halkın edindiği bilgiler genellikle geçmiş
yıllarda yapılan ritüeller olup şimdilerde çalışma yaptığımız köylerde sağlık koşullarının
iyileşmesiyle kaynak kişiler tarafından zorlukla anımsanmaktadır.
Günümüzde Aksu yaylaklarında olabildiği gibi konargöçer hayat tarzı yaşayan
Haytaların neredeyse tümü yerleşik düzenli yaşam tarzını benimsemişlerdir. Bu koşulun
sağlık, sıhhat ve hastalığa dair bilgi ve birikimlerde temelinde bir değişikliğe yol açmadığı
gözlemlenmiştir. Hayta Yörükleri arasında bilinen ve az da olsa devam eden halk tedavi
yöntemlerinden vereceğimiz örnek uygulamalar, Anadolu coğrafyasında çok yaygın şekilde
bilinip uygulanması bakımından çok ilginç bir durumdur.
“Ağız ekşimesi”, “Şaplama” olarak da bilinmektedir.48 Damak eti içinde beyaz oyuk
noktalar şeklinde yaralar meydana gelir. Bu yaraların sebebi olarak ise sıcaklık olduğuı
düşünülür. Tedavi etmek amacıyla kuyuya tükürtülür. Bu uygulamayı yapması gereken halk
hekimlerinin, kaynıyla evlenen kadınlar olması gerektiğine inanılır.49
45
Alptekin, 2010; 25
Şar, 2005; 69
47
Kaynak Kişi; Hatice Çetin (25.08.2018)
48
Ülger, 2013; 27
49
Kaynak Kişi; Serife Yıldırım (21.03.2018)
46
15
“Albastı- Al Basması” “Kırkbastı, unbastı” olarak da bilinir.50 Olağanüstü varlıkların
neden olduğuna, bu doğaüstü varlıkların da yeni doğum yapmış logusa annede korku, sıkıntı
ve kötü hislere yol açtığına inanış vardır. Tedavi yöntemi olarak; lohusanın yanında kırk gün
boyunca yakın bir kadın tanıdığı kalır; döşeğinin sol altında soğan, ekmek, çakı, nohut ve
Kuran-ı Kerim konulur. Odasının çeşitli yerlerinde ise tuz, sarımsak, bıçak, tarak gibi
maddeler yerleştirilir.51
“Aydeşlik” Haytalar arasında “Tekdamar, köstekli, gelincikkurusu, kavurmaca” olarak
da adlandırılmaktadır.52 Çocukların yürüme ve konuşma yetilerinde bir gerilik görülür. Yeterli
besin alamamaktan ve bazı olağanüstü güçlerden olduğuna dair inanış vardır. Tedavi yöntemi
olarak, beş yol ortasında kurulan kara kazanda çocuğun buğday aşı karıştırılır ve kazanın
üstündeki is karası hasta çocuğun yüzüne bulaştırılır; sığırın dışkısı kurutulur ve çocuğun
beline sarılır. Dışkı çocuğun beline sarıldıktan sonra köstek kesilir; ayakları kırmızı yünle
bağlanan çocuğun ayağındaki yün, obadaki diğer sağlıklı çocuklara şeker, leblebi tozu, lokum
ve benzeri şeyler dağıtılırken köstek kırmızı yünü kesilir. Kökleri üstte bulunan incir ağacın
toprağı aydeş çocuğun geçebileceği şekilde eşelenir ve aydeşliği olan çocuk yedi defa
geçirilir.53
“Baş ağrısı- Miğren” üzüntünün, kederin ve üstünde göz bulundurmasının neden
olduğuna dair bir inanış vardır. İyileştirme yöntemi olarak; hastanın alın hizasına soyulup
parçalanmış patates ve rendelenmiş sarımsak konur, bez üstünü örtecek şekilde sarılır. Hasta
başına soğuk sirkeli suyla bulanmış bez konur; kekik suyu içirilir. Tedavi işe yaramazsa
ağrının dişi cins kaynaklı olduğuna inanılır ve aynı işlem bu defa bir kocasını kaybetmiş yaşlı
dul kadın tarafından uygulanır.
“Çıban” “İncileşme, sazan” halk arasında bilinen adlarıdır. Pis bir şeyden veya göz
değmesinden kaynaklandığına inanılır. Tedavi amacıyla; kırk sinir otu yaprakları incileşmenin
üzerine kapatılır. Bu incileşmenin üzerine çeşitli ot ve yağ karışımları (damla
sakızı+bal+zeytinyağı), un helvası, dağ keçisi kanı, sığır dışkısı veya hastanın en yakını olan
bireyin dışkısı sürülür. 54
Ağrı:
-
Karalahananın yaprağı közlenir, ağrı yapan yere tülbentle sarılır.
-
Melengiç tohumu kaynatılarak mama haline getirilir. Bir miktar kına ve pamuk yağı
karıştırılarak ağrıyan yere sürülür.
50
Kaynak Kişi; Arife Levent (01.03.2018)
Kaynak Kişi; Arife Levent (01.03.2018)
52
Çimrin, 1984: 248
53
Kaynak kişi; Teslime Altıntaş, (11.01.2018)
54
Kaynak Kişi; Serife Yıldırım (21.03.2018)
51
16
-
Kuru nane ufalanarak bir miktar çiğ süte karıştırılıp krem haline getirilir. Ağrıyan yere
merhem olarak sürülür.
Akrep ve Yılan Sokması:
-
Sokulan yere bıçakla hafif bir şekilde yara açılır, kan akıtılır. Kan akıtıldıktan sonra
bal, süt ve incir içi sürülür.
Arı Sokması:
-
Salatalık rendelenir. Çamur, kına ve pekmezle birlikte rendelenmiş salatalık karıştırılır
ve arının soktuğu yere sürülür. Tülbentle sarılır.
-
Arının soktuğu yere buz konur.
-
Sarımsak ve soğan karıştırılıp zeytinyağı eklenir. Yaranın olduğu yere bez yardımıyla
yedirilir.
Astım:
-
Kırk gün boyunca bıldırcın yumurtası çiğ olarak tüketilir.
Ateş:
-
Patates, turp dilimlenip tülbentle alına sarılır.
-
Limon sıkılır içine aspirin ve iki damla zeytinyağı karıştırılır. Alın bölgesine sürülür.
Ayak Ağrısı:
-
Deniz tuzu sıcak su içinde eritilir. Ayak içinde bekletilir.
Bademcik:
-
Ekşi elma kaynatılır, kabuğu rendelenip limon kabuğuyla karıştırılıp yenir. Suyu içilir.
Bayılma:
-
Soğan, sarımsak dövülür. Baygın kişinin burun altına bir parmak sürülür.
Böbrek Taşı:
-
Maydanoz kaynatılır, suyu yoğurtla karıştırılır ve her sabah içilir.
-
Avakado yaprağı kaynatılır, içilir.
-
Bakla çiçeği çiğnenir.
Diş Ağrısı:
-
Kekik çiğnenir.
-
Tekenin eti közde pişirilir. Ağrıyan diş üzerine konur.
-
Pamuğa kekik yağı sürülüp dişe basılır.
İshal:
-
Yoğurdun içine nişasta karıştırılarak yenir.
-
Kahve çekirdeği limon suyuyla yenir.
-
Nar kabuğu havanda dövülür, sıcak suda demlenir. Hasta kişiye içirilir.
17
Kabakulak:
-
Hastaya helva yedilir, kulağına da tavanın isi sürülür.
Kansızlık:
-
Dalak pişirilir. Hasta kişiye şifa olsun diye yedirilir.
-
Ciğer kavrulur. Yedirilir.
-
Üzüm pekmezi içirilir.
Karın Ağrısı:
-
Karın ağrısına sebep olarak akla gelen ilk şey; ağır yük kaldırma sonucu öbeğin
düşmesidir. Bu durum meydana geldiyse işin ehli kişiler çağırılarak göbeğin yerine
oturtulması için uğraşırlar.
-
Çömlek ısıtılarak karın bölgesine konulur.
-
Çavdar kavrularak tülbent yardımıyla karın ve bele sarılır.
-
Çamsakızı ve un karıştırılarak çiğnenir.
Kireçlenme:
-
Kireçlenme durumunun olduğu eklem bölgesine sazan balığının yağı sürülür.
Kulak Ağrısı:
-
Kulak içine bir damla anne sütü damlatılır.
-
Zeytinyağı içerisinde sarımsak kavrulur, yağ soğuduktan sonra bir damla kulağa
damlatılır.
-
Soğan rendelenir, suyu damlatılır.
-
Kulak içine bir damla kereviz suyu damlatılır.
Köpek Isırması:
-
Köpeğin ısırıldığı yer soğanla temizlenir ve yaş maya sarılır.
Nasır:
-
Çavdar öğütülüp un kıvamına getirilir. Nasırın üzerine bezle sarılır.
Mide Ağrısı:
-
Taze kovan balı ılık sütle karıştırılarak tüketilir.
-
Aç karnına pekmez yenir.
-
Melengiç yaprağı çiğnenerek yutulur.
-
Kenevir kaynatılarak suyu içilir.
Nefes Darlığı:
-
Isırgan otu ve papatya birlikte kaynatılır. Özü içilir.
18
-
Kara turp içi oyularak bal ve biraz da pekmezle doldurulur. Turbun altına yağ ve
pekmezi süzdürmek adına bir delik açılır. İki gün bekletilir. Akan pekmez ve bal iki
gece sonra tüketilir.
-
Çam balı kaynatılarak çay gibi tüketilir.
Öksürük:
-
Bal ve limon suyu karıştırılarak hastalığın her sabahı aç karnına tüketilir.
-
Limon ve elma kabuğu kaynatılır. Hastaya içirilir.
-
Marulun sert kısımları tüketilir.
Romatizma:
-
İncir kabuğu kaynatılıp suyu içilir.
-
Sarımsak közlenir, bezle bağlanır.
-
Arpa kaynatılmış suyun içinde hasta bir saat bekletilir.
-
Kereviz yaprakları kaynatılır, suyu içilir.
-
Hayvan gübresi dolu kaba ayak sokulur, bekletilir.
Saçkıran:
-
Rendelenmiş sarımsak çiğ kerevizle birlikte dövülür. İçine sulandırılış birkaç damla
kezzap karıştırılarak saçkıran olmuş yere sürülür. Bu tedaviye beş gün boyunca devam
edilir. Saçkıran olan yerden ilk önce beyaz saç çıkar daha sonra saç kendi rengini alır.
-
Saçkıran olmuş yere tuz serpilir ve dövülmüş sarımsak sürülür.
Sarılık:
-
Kaşın üzeri jiletle çizilip kan akıtılması sağlanır. Kan akan yere sarımsak rendesi
sürülür.
-
Aç karnına her sabah pekmez yenir.
Sedef:
-
Isırgan otu ve kuzu kulağı birlikte kaynatılıp suyu tüketilir.
Sırt Ağrıları:
-
Bardak çekilir.
-
Yakı yakılır.
Şeker Hastalığı:
-
Kırk gün boyunca sadece sebze tüketilir, yayık ayran içilir ve çavdar yufkası yenir.
Yanık:
-
Kireç ve zeytinyağı karıştırılarak merhem yapılır. Yanığa sürülür.
-
Çiğ patates ve beyaz lahana rendelenip karıştırılır. Karışım yanık olan yere sürülür.
Yüksek Tansiyon:
19
-
Sarımsak tüketilir. Tansiyonu yükseltmek için ise tuzlu yayık ayran içilir.
-
Tansiyonu düşürmek için limon tüketilir.
Zehirlenme:
-
Zehirlenen kişiye ayran ve süt içirilerek zehiri kusması sağlanır.
-
Tuzla sarımsak rendesi karıştırılır. Yoğurda eklenir ve zehirlenen kişinin tüketmesi
sağlanır.
Zehirli Hayvan Isırması- Sokması:
-
Kibrit çöpünün kibrit taşı olan yeri soyulur, çıkan tozlar ısırığın olduğu yere sürülür. 55
Hayta Yörükleri Arasında Halk Baytarlığı (Veterinerliği)
Kültürel olarak hayvancılık Hayta Yörükleri arasında önemli bir yer tutar. Hayvancılık
faaliyetlerinin önemli olmasından dolayı veterinerlik alanında sahip oldukları bilgiler ve
deneyimler neticesinde hayvanlarda görülen hastalıkları gözlemlerine göre teşhis edip
isimlendirmişlerdir. Bu alana ait tedavi yönetmlerini geliştirmişler ve hayvanlarını
iyileştirmişlerdir.
Tedavide genellikle yararlı görülen yöntemler uygulanırken bitki türleri ile hazırlanan
karışımlar kullanılmış hatta yakarak dağlama ve kan alma yöntemi de tedavi amacıyla
uygulanmıştır.56 Bunların yanında koruyucu tedbirleri de alan Hayta Yörükleri, salgın
hastalıklardan sağlam hayvanlarını korumak için hasta hayvanlardan alınan canlı mikroplarla
aşılama yöntemini uygulayıp hayvanlara bağışıklık kazandırmaya çalışmışlardır. Yine
hayvanları hastalıklardan korumak için ağılları püse ile yağladıkları görülmüştür. Cerrahi
yöntemlere de başvuran Hayta toplumu; hayvan soyunun ıslahı, et ve süt ürünleri verimini
arttırmak üzere farklı şekillerde iğdişleme yöntemlerini uygulamışlardır. 57 Yine cerrahi bir
yöntemle bitik tedavisi58 yapılmıştır. Ayrıca hayvanlardaki yaraların tedavisinde birçok
alanda kullanılan püse önemli bir paya sahiptir.
Genel olarak Hayta Yörükleri, hayvancılık alanında zengin bir halk baytarlığı bilincine
sahip olup hastalıklara karşı çoğu zaman yaşanmışlıklar ve belirli bir birikimin sonucunda
çareler üretmişlerdir. Bu bağlamda hayvan sağlığı alanında yapılacak çalışmalar için önemli
bir veri tabanı oluşturabilmek adına koruyucu, cerrahi ve ilaçlı olmak üzere Haytaların
uyguladıkları her türlü tedavi yöntemlerini gelecek nesillere aktarmıştır.59
55
Kaynak Kişi; Esma Kökalp (21.03.2018)
Ak, 2017: 50- 51
57
Kaynak Kişi; Nuri Çoban (01.02.2018)
58
Kaynak Kişi; Ali Aynalı (20.02.2018)
59
Kaynak Kişi; Veli Altıntaş (23.10.2018)
56
20
Halk baytarlığı, temel geçimleri tarım ve hayvancılık olan Haytaların ilgisini daha çok
cezbetmektedir. Yaşamın vazgeçilmezleri arasında yer alan sağlık konusu hem insan hem de
hayvan için önem taşımakta olup Türk kültürü içerisinde de ayrı bir bilim dalı olarak
gelişmiştir. Geleneksel halk baytarlığının temelinde hayvancılık faaliyetleriyle uğraşan
toplumun uzun yıllar süresince elde ettiği tecrübe ve pratikler vardır. Günümüzde, modern
veteriner yöntemlerinin deva olmadığı veya insanoğlunun hayvan sağlığı biliminde
ulaşamadığı durumlarda alternatif olarak halk baytarlığı yapan alaylı kişilerin söylemlerine
başvurulmaktadır.
Aksu köylerinde yaşayan bazı Hayta Yörükleri’nin geçim kaynağı olarak hayvanların
tedavisini yapmayı meslek edinmiş alaylı veterinerlerin var olduğunu tespit ettik. Hayta
Yörükleri arasında alaylı olan tedavicilere “olçumcu” denir. Olçumcular hayvanların
tedavisinde yetkin kişiler olarak bilinirler. Aksu köylerinde halen hayvanların tedavisi
veterinerler yerine çoğunlukla olçumcular tarafından yapılmaktadır. 60
Hayta Yörükleri arasındaki olçumcuların uyguladığı tedavi yöntemlerinden tespit
ettiklerimizi şu şekilde sıralayabiliriz:
Yılan Isırığı: İlk önce hayvanın neresinden ısırıldığı olçumcu tarafından belirlenir.
Yaranın olduğu yer ısıtılıp soğutulan bıçakla kesilir. Baytar ağzıyla zehiri emip dışarı akıtır.
Bu işlem üç dört kez sırayla yapılır. En son olarak dağlanan demirle yara temizlenir ve sarılır.
61
Öküzün İğdiş Edilmesi (Kısırlaştırılması): Üç yaşına giren inek gebe kalmaya başlar.
Tarlada kullanılacak inek veya danalar kısırlaştırılır. Kısırlaştırılmayan dana ve inekler
herhangi bir güç işinde kullanılamaz. İğdişlenmeyen hayvan diğer hayvanları kovalar. Bu
yüzden tarlada gücü kullanılacak hayvanlar kısırlaştırılır. Azgınlaşan hayvana afyon
yutturulur. Hasta hayvan ise türbenin etrafında 7 kez dolaştırılır. Soğuk algınlığı olan
hayvanın göbeğine karabiber ve tozşeker karışımı sürülür. Yine kızgınlaşan hayvana acı
yavşan otu sürülür. Çok ağrılı geçen hastalık döneminde ise hayvanın sahibinin idrarıyla
yavşan otu karıştırılır bu karışım hayvanın karın bölgesine sürülür. Atın ayağına çivi batması
durumunda ise nalbant çağırılır. Nalbant çivinin girdiği yeri oyar, kuyruk yağı yakılır ve
oyulan yere sıvazlanır. 62
Hayta Yörükleri arasında “iğdiş edilme” kelimesinin yanında “enemek” denildiği de
tespit edilmiştir.
60
63
Derleme sözlüğünde de geçen “enemek” teriminin anlamı; kısırlaştırma
Kaynak Kişi; Ramazan Kıvrak (26.06.2018)
Kaynak Kişi; Veli Altıntaş (23.10.2018)
62
Kaynak Kişi; Ali Aynalı (24.10.2018)
63
Kaynak Kişi; Nuri Çoban (24.10.2018)
61
21
işlemi olarak açıklanmıştır. 64 Hayta çobanları sürülerinde bulunan damızlık erkek davar ve
koçların dışındaki hayvanlarını ener. Enenme işlemi ameliyat özelliği taşır. Eneme işleminin
temel amacı et verimini arttırmaktır. Enemesi yapılmış hayvanın eti daha çok çıkar ve kaliteli
olur. 65
Davarlarda gözlemlenen Keçebaş rahatsızlığında davarın ağzı durmadan köpürür,
salya akıtır, burnunu çeker ve kara sümük akıtır. Keçebaş olarak adlandırılan bu hastalığın
tedavisini yapamamışlardır. Bezeleme hastalığında ise davarın ön bacakları tutmaz arka
ayaklarının üzerine çömelip oturur. Hastalığa derman olsun diye hastalığa yakalanan davarın
kuyruk sokumunda kızgın demirle küçük şekilde dikdörtgen dağlanır. Dağlanan yere
kaynatılmış yoncanın suyu dökülür. 66
Koyun ve kuzularda gözlemlenen Evdirme hastalığının devası için koyun veya kuzuya
sabahın erken saatlerinde aç karına çeşitli baharatlar balla karıştırılarak yedirilir. Sindirmesi
için ise hayvanın suyuna zeytinyağı konulur. 67
Kelebek hastalığı koyun ve kuzularda görülen bir hastalık türüdür. Koyunlar bu
hastalığı otladığı meradan veya içtiği dere suyundan alır kuzularını emdirirken bulaştırır.
Kelebek hastalığının belirtileri olarak koyun veya kuzuların gıdığı ve karnı şişerken aynı
zamanda zayıflar ve tümseğe çıkamaz. Bu hastalığın en önemli belirtisi ise hayvanın
tüylerinin eskisinden farklı durması, çok su içmesi ve kuru saman yemesinden anlaşılır.
Tedavi olarak koyuna ince taze ot verilir. Suyu bol olan meralardan kaçınılır. Genellikle
ölümle sonuçlanan bir hastalıktır. Yine koyun veya kuzularda görülen Sanrağa rahatsızlığı bir
tür koyun nezlesi olup bu rahatsızlığa kurak olan yaz mevsiminde havaya kalkan toz ve toprak
neden olur. Şifa olarak bal ile karıştırılmış yonca hayvana yutturulur. 68
Çamurlu veya bataklık yerlerde gezdirilen koyun veya kuzularda gözlemlenen
çatalaksak rahatsızlığında hayvanın ayakları içinde sulu yaralar meydana gelir. Ölümcül
olmayan bu rahatsızlık hayvana çok kilo verdirir. Meydana çıkan sulu yaralar hayvanın
vücuduna kurt düşmesine sebep olabilir. Hayvana kurt düşmemesi adına ayaklar püselenir. 69
Hayta Yörükleri arasında genel olarak tabak hastalığı olarak adlandırılan şap hastalığı da çift
tırnaklı hayvanlarda görülen bir rahatsızlıktır. Bu hastalığın belirtisi olarak hayvanın tırnak
aralarında ve ağız içinde yaralar meydana çıkar. Tırnakları içinde ve ağzında çıkan yaralardan
dolayı hayvan yürüyemez, yemek yiyemez, merada ayaklarını içine çekerek oturur. Ağzındaki
64
Derleme Sözlüğü, 2009, III.Cilt;1750
Kaynak Kişi; Veli Altıntaş (23.10.2018)
66
Kaynak Kişi; Nuri Çoban (24.10.2018)
67
Kaynak Kişi; Nuri Çoban (24.10.2018)
68
Kaynak Kişi; Ramazan Kıvrak (26.06.2018)
69
Yardımcı, 2012; 53
65
22
yaranın acı vermesi sebebiyle hayvan yemek yiyemediğinden zayıflar. Hayvanın ağız içindeki
yarasına merhem olsun diye ağız bölgesi tuzlu su, kavun suyu ve sirkeli su ile yıkanılır. Kekik
ve nane karıştırılıp kaynatılır. Kaynatılan karışım soğuduktan sonra hayvana içirilir. Tırnak
aralarında meydana gelen yaraların iyileşmesi için ise tırnak içi yaralar tuzlu su ile yıkanır.
Temizlenen tırnağa püse sürülür. 70
Hayvanlara bahar ve yaz mevsimlerinde otlaklarda yemlenirken kene yapışır. Bir
hayvanda kene görülürse tüm hayvanlar kontrol edilir. İşin ehli tarafından demir şiş ateşte
dağlanır ve kenenin yapıştığı yerler bu kızgın şişle temizlenir. Hayvanların genelinde görülen
bir diğer hastalık ise uyuz olarak bilinir. Uyuz hastalığının belirtisi olarak hayvanın tüyleri
dökülür, sürekli olarak kanatır şekilde kaşınır, kaşınan yerlerde ise görülür şekilde kanlı
yaralar oluşur. Uyuza yakalanmış hayvanı tedavisi için püse ile yağlanır. Püsenin yanında
hayvanın derisine keneyi öldürmesi adına gaz yağı, sirke, tuzlu su sürülür. 71
Genel olarak incelendiğinde Antalya ili Aksu yöresinde yaşayan Hayta Yörükleri,
temel geçim kaynaklarının hayvancılık olmasından dolayı hayvan hastalıkları bağlamında
geniş bir hayvan sağlığı bilgisine sahiptirler. Hayvan hastalıklarına karşı deneyim ve
birikimlerle çare aramışlar; bu bağlamda baytarlık alanında yapılacak tedaviler içerisinde
hastalıkları önleyici, cerrahi işlemli ve ilaçlı olmak üzere her türlü iyileştirme yöntemlerini
geliştirmişlerdir.
70
71
Kaynak Kişi; Nuri Çoban (24.10.2018)
Kaynak Kişi; Nuri Çoban (25.03.2018)
23
BİRİNCİ BÖLÜM
1.
SÖZLÜ - YAZILI EDEBİYAT MAHSULLERİ
1.1. Halk Anlatmaları
Toplumda reel yani gerçek ya da gerçeğe çok yakın hadiselerin aktarıldığı uzun
soluklu anlatmalara “Halk Anlatmaları” diyoruz. 72 Geleneksel olgulara dayalı bir detayı olan,
asırlar boyunca sözlü veya yazılı olarak aktarılabilen bu anlatmalar çeşitli konular
içerebilmektedir. 73 Hayta Yörükleri arasında da icra eden bu sözlü anlatmalar nesilden nesile
aktarılsa da artık kültürel ‘Yörük’ benliğinden ‘Şehirleşmiş’ kavramına geçiş olduğundan bu
anlatımlar unutulmaya yüz tutmaktadır. Hayta Yörükleri arasında derlediğimiz bu halk
anlatmaları gözlemlediğimiz kadarıyla kendi aralarında daha kültürlü ve birikimli saydıkları
kişiler tarafından icra edilmektedir.
1.1.1. Halk Hikâyeleri
Anadolu’ya ait Halk Edebiyatı ürünleri içerisinde sözlü olarak aktarılan eserler
arasında masal, destan, efsane ve menkıbe gibi türlerden biri olan halk hikâyeleri; Pertev Naili
Boratav, Saim Sakaoğlu, Ali Berat Alptekin, Özkul Çobanoğlu ve daha birçok Türk Halk
Edebiyatı üzerine çalışma hocalarımız tarafından araştırılmış, irdelenmiş ve çeşitli
anlamlandırmalarda bulunmuşlardır. 74
Halk hikâyelerinin tanımlamalarından birini de Pertev Naili Boratav yapmıştır.
Boratav’a göre halk hikâyesi bir türdür ve “Eski zamanlarda uzun anlatımlı olan destanların
işlevini ve yükümlülüklerini üstüne toplamış yenilenmiş, kendine has yapıların ürünleri”
olarak tanımı yapılmıştır.75 “Halk anlatmalarının kendine has olarak bir özelliği bulunur ancak
bu halk anlatmalarının bir vasfı ve karakteri olduğu için geçiş dönemi özelliklerinide kendi
içinde barındırır. Arap dilinde “kıssa” ve “rivayet” olarak tanımlanan, zaman içerisinde anlam
değişimine uğrayarak eğlendirmek amacı ile “taklid” manasında tanımlanan “hikâye”
sözcüğü, gerçek veya gerçek dışı olayların, kahramanların yaşadığı fantastik durumların özel
edebi bir dil ile aktarılmasıdır. 76 Bu tanım, minimum şekilde değişikliğe uğrayarak bugün
tanımladığımız kadarıyla “halk” ve “modern” öykü şekli için kabul görebilir niteliktedir. 77
72
Alptekin, 2000; 39
Uysal, 2008; 37
74
Şirin, 2008; 19
75
Boratav, 2015; 28
76
Alptekin, 2012; 72
77
Boratav, 2013; 50
73
24
Bu açıklamalar doğrultusunda; Aksu yöresinde yaşayan Hayta Yörükleri arasında
sözlü olarak icra edilen anlatmalar olduğunu ve Haytaların içinde var olan âşıkların köy
odalarında, erkek toplantılarında, köylerin, kasabaların ve Aksu içi kent kahvehanelerinde
sazları eşliğinde anlattıkları hikâyelere çalışmamızın bu kısmında yer vereceğiz.
Yaralı Geyik
Elmalı yöresi, asırlar boyunca farklı uygarlıklara şahitlik yapmıştır. Zaman içerisinde
Anadolu Şelçuklu Devleti ve Osmanlı İmparatorluğu içerisinde yer almış ve yörüklere yuva
olmuştur. Kötekliler, Karakoyunlular, Saçıkaralılar ve Haytalar burayı mesken edinmiş,
sürülerini burada otlatmış. Işık yaylası olarak da bilinen bu köy daha sonra Elmalı adını almış.
Elmalı; dere, nehir, otlak ve yaylalarla doludur. 78
Osmanlı Devleti zamanında bu yöreyi yöneten bir Teke beyinin Gaybi adlı bir oğlu
varmış. Gaybi adlı bu oğlan diğer çocuklardan farklıymış. Okunu, yayını alır dağ tepe
dolaşırmış. Bey Dağları’nda çıkmadığı, gezmediği yer, inmediği kanyon ve yamaç kalmamış.
Kayalıkların zirvesindeki yırtıcı kuşların yuvasına bile çıkar, derelerdeki kazlarla birlikte
yüzermiş. Yine bir gün bey dağlarında gezerken bir geyikle karşılaşmış. Kayanın altında
bekleyen geyik ve kayanın üstündeki Gaybi göz göze gelmişler. Yayını çıkartıp eline
aldığında geyik bir anda kaçmış, geyik önde Gaybi arkasında dağ eteklerini, dereleri aşıp
geçmişler. Elmalı ormanlarında geçmedik yol bırakmamışlar. Dağların tepesinde ormanlarla
çevrili bir dere kıyısında geyiği su içerken vurmuş Gaybi. Geyik bir anda olduğu yerden
sıçramış, bir damla kan pıhtısı düşmüş derenin suyuna. Derenin rengi değişmiş, orman
içindeki ağaçlar bir anda kurumuş, hava kararmış, gökyüzünün rengi kaybolmuş… Yaralı
geyik vurulduğu yerden zor bela uzaklaşmış Elmalı’nın ovasına inmiş. Gaybi de onu izlemiş.
Geyik bir bahçeye girmiş, bu bahçe Abdal Musa adlı bir bilgenin evinin bahçesi imiş. Abdal
Musa adlı bu bilge hoca Elmalı halkı tarafından sevilen biriymiş. Gaybi, Abdal Musa’nın
kapısını çalmış ve kapıyı açan kişiye avının buraya geldiğini söylemiş. Kapıyı açan kişi
Gaybi’yi alıp Abdal Musa’nın karşısına çıkarmış. Gaybi Abdal Musa’ya avda yaşadıklarını bu
bilge kişiye aktarmış. Abdal Musa olan biteni dinledikten sonra attığı oku tanıyıp
tanıyamacağını Gaybi’ye sormuş. Gaybi ise tanırım okumu diye cevaplamış. Abdal Musa ise
bu cevap üzerine sırtına saplanmış oku Gaybi’ye uzatmış.
Bu keramete tanık olan Teke beyi oğlu Gaybi, Abdal Musa’nın önünde diz çökerek
onun yanında kalmak istediğini söylemiş. Hiçbir şüphe duymadan artık Abdal Musa’nın
78
Seyirci, 2001; 31
25
dervişleri arasına girmiş. Gaybi bu olaydan sonra artık Gaybi olarak değil Kaygusuz Abdal
olarak anılır olmuş. 79
Kirli Ayşa Turp Kara Hikâyesi
Antalya'dan yaylaya göçen Veli isminde bir şahsın, çok esmer olmasından Turp kara
lakabıyla anılan bir oğlu varmış. Kara Osman adlı şahsında temizliğe hiç özen göstermeyen
ve aldırmayan bir kızı varmış. Oba sakinleri buna kirli Ayşa lakabını takmışlar. Birisi çirkin
olduğu, biri de temiz olmadığından ne isteyen olmuş ne de varan olmuş. Yaşları kırka
yaklaşınca obanın ileri gelenleri aralarında toplanarak Turp Karayla Kirli Ayşa'yı
evlendirmeye karar vermişler.
Kör topalı beğenmez misali Kirli Ayşa'da Turp Karayı beğenmezmiş. Obanın ileri
gelenleri Turp Karadan para alarak, sen yanına iki genç al, Kirli Ayşa çayıra koyun sağmaya
gitti. Sen onu kaçır başka varan olmaz derler. Bunun üzerineTurp Kara yanına iki genç alıp,
çayırın yolunu tutarak soluğu Kirli Ayşa'nın yanında alır. Kirli Ayşa’yı kolundan tuttukları
gibi sürüklemeye başlarlar. Kirli Ayşa entarisindeki iğneyi çıkarıp Turp Karayı yaralar, oba
bunun üzerine şöyle der.
Oba ile Çayırın arası
Eli iğne yarası
Kirli Ayşa'ya yar oldu
Velinin Turp Karası
Daha sonra Turp Kara Kirli Ayşa'nın gönlünü yapar, obaya haber salınır, düğün
dernek için hazırlıklar başlar. Sonra kasabaya inilip urba, çeyiz alınır. O güne kadar bu obada
hiç bir kıza altın takılmamıştır. Kirli Ayşa, illa ki bana altın takacaksın der tutturur. Turp Kara
da Kirli Ayşa’ya altın takar ve obada altın takmak adet haline gelir. Turp Kara’nın evi
olmadığı için oba sakinleri birleşerek ağaçlardan derme çatma bir ev yaparak Turp Kara’ya
hediye ederler. Bu olaylardan sonra oba halkı arasında şu dörtlükler söylenir.
Çayırdan geçtin mi
Soğuk sular içtin mi
Koca obanın içinden
Kirli Ayşayı seçtin mi
79
Kaynak Kişi; Serdar Aynalı (24.07.2019)
26
Çayırın yolundan
Aşamadım belinden
Kirli Ayşa var Turp Karaya
Kurtul Kara Osman’ın dilinden
Pelidi pelide çattılar
Çifte mavzer attılar
Obanın ileri gelenleri
Kirli Ayşa’yı sattılar
Alkanları akışdı
Kene gibi yapıştı
Turp Kara’nın fistanı
Kirli Ayşa’ya yakıştı.
Ay Kirli Ayşa, Kirli Ayşa
İnat ette çık başa
Turp Kara altın takmazsa
Çıkda dama, atla aşsa
Çatma damı çattılar
Bir gecede yaptılar
Altın adet değildi
Kirli Ayşaya taktılar
Urba görüldükten sonra obaya gelinip, çifte davullar vurulur, düğün başlar. Sıra Kirli
Ayşaya kına yakmaya gelir. Kirli Ayşayı temizlemek için iki kadın on kalıp sabun alıp bir
güzel yıkarlar. Fakat elindeki kirler bir türlü çıkmaz. Bunun üzerine Obacılar:
Kazanları kurdular
Sabunları kıydılar
İki kadın bir oldu
Kirli Ayşa’yı yudular
Çayırın belinden
Gidemedim yolundan
İstanbul kınası almadı
Ellerinin kirinden
27
Kına yakıldıktan sonra misafirlere ikram yapılır, takılar takılır, gelin alıcılar uğurlanır.
Çifte davul dövdüler Okucular geldiler Zorla gerdeğe koydular Gelin iğdeğilmiş dediler.
Aradan günler gelip geçer, Turp Kara’yla Kirli Ayşa anlaşamazlar. Her gün kavga, hergün
dövüş. Birgün Turp Kara, Kirli Ayşa’nın kolundan tuttuğu gibi babasının evine götürür, al
kızını der. Kara Osman buna karşı çıkar. Turp Kara ile arkadaşları Kara Osmanı bir güzel
döverler. İşte bu iki gencin hazin evlilik öyküsüde böylece sona ermiş olur. Bunun üzerine:
Kirli Ayşayı kovdular
Çiğ iplikle bunalttılar
Kirli Ayşanın yüzünden
Kara Osmanı Dövdüler
Olay üzerine Kara Osman feryad eder, konu komşuya dert yanar durumunu anlatır. Fakat
Kara Osman konu komşunun Turp Kara’yı vurması için söylediklerini aldırmaz. Kızını
yanına alır, oba sakinleri bunun üzerine:
Ay Kara Osman Kara Osman
Dünya sana dar Osman
Al mavzeri eline
Turp Karayı vur Osman.80
Anamı As
Bu halk anlatısında Haytaların yazın konup göçtükleri şu an Isparta il sınırları
içerisinde yer alan beldenin ismi olan Anamas’ın neden bu adla anıldığını anlatmaktadır.
Bir zamanlar kimsenin yaşamadığı deyim yerindeyse inin cinin birbiriyle top oynadığı
bir köyde babasını kaybetmiş bir çocuk varmış. Yoksulluktan ne yapacaklarını şaşıran bu
çocuğun anası, oğluna yanlış yol gösterip hırsızlığa teşvik etmiş. Çocuk köy köy gezip haram
yumurtları çalıp eve getirmiş anası ise o haram malı aş diye pişirmiş. Bu haram mal işi o
kadar ilerlemiş ki çocuk her yaşını aldığında daha büyük hırsızlıklara meyletmiş.
Zaman geçtikçe babasını kaybetmiş fakir yetim çocuk yaptığı hırsızlıklarla çevre
köylere nam salmış ve zenginleşmiş. Köy girişlerinde bekleyip haraç kesmeye başlamış, haraç
vermeyenlere işkence etmiş. Sonunda devlete yakasını ele vermiş. Acımasızca aldığı
mazlumun ahları sonuç olarak yetim çocuğu dar ağacına getirmiş. Bu yetim çocuk tam
asılacağı vakit abdest alıp iki rekât namaz kılmış. Namazdan sonra günahları affolsun diye iki
elini açıp Allah’a "Yücelerin en yücesi Allah’ım. Benim eşkiya olup adam öldürmemde,
80
Kaynak Kişi; Teslime Çetin (30.03.2018)
28
haram mallarda günahım yok.
Beni haram mala, mazlumun ahına iten anamdır. Sen
günahlarımı bağışla.” demiş. Can korkusundan yetim oğlan bu sefer de halkın huzurunda beni
asmayın, günahsızım, cahildim anama inandım. Suçlu anamdır "Anamı As" diye yalvarıp
yakarmaya başlamış. Yakarışları duyan cellatlar bu garip oğlana inanmışlar ve onun canını
bağışlamışlardır. Haram, helal nedir bilmeyen ananın öğüdüyle dağlarda eşkıyalık yapıp yurt
edinmiş oğlanın yaşadığı dağlara bundan sonra Anamas dağı, köye de Anamas Köyü ismi
verilmiştir. 81
Dört Kardeşler
Malk mülk sahibi bir yörük ağası var imiş. Bu ağa zenginliğinden dolayı hep söz hakkı
olduğunu düşünür ve diğer oba sakinleri üzerinde üstünlük kurmaya çalışırmış.
Abdurrahmanlar ve Toros dağlarının birleştiği Azaplar beline davar sürüleriyle gelip çadırını
kurmuş. Davar sürüsü de çok fazla olduğundan Azaplar köyünde yaşayan eli yüzü düzgün
temiz pak yüzlü bir çoban tutmuş bu çoban aynı zamanda köyünün en yakışıklısı imiş.
Çobanın çok meziyeti varmış, öyle bir kaval çalarmış ki çaldığı melodiyle kızların kalbinde
yer edinir, inatçı davarları sıraya sokarmış. Hikâye bu ya; bu zengin ağanın da bir kızı varmış
ve çobanı görür görmez meftun olmuş. Bizim Azaplar çobanı da kıza vurulmuş tabi. Bu
ağanın da dört oğlu var imiş. Dört koca oğlandan gizlenip her gün çambelinde buluşurlarmış.
Bir sabah bizim canına susamış deli çoban oğlan, kaval çala çala davarları yaylağa
doğru gütmeye, otlatmaya götürüyormuş. Ağanın kızının içine bir sıkıntı basmış ve kavalın bu
gün farklı çaldığını acıklı acıklı ağladığını hissedivermiş. Tam bu hisse kapıldığında çobanın
da önünü eşkıyalar kesivermiş ve bizim çobanın kolunu bacağını bağlayıp ağaca asıvermişler.
Çobanın cesut iti de eşkıyalara saldırınca sapkın eşkıyalar güzelim iti öldürüvermişler
oracıkta. Ölüm sırası bizim pak yüzlü çobana gelmiş, eşkıyalar ölmeden önce son isteğin
nedir diye sormuşlr bizim çoban da illa son defa bir kaval çalayım demiş. Başlamış çalmaya
kavalını… Kavalın sesi her zamankinden farklıdır. Kaval çalarken aslında çoban başına
gelenleri anlatır melodisinde adeta…
Obanın ipleri kopuk serserileri
Çobanı astı
Kıl inceliğinde kolumu kesti
Yetişin obanın beyleri
Kara it kan kustu.”
81
Kaynak Kişi; Nuri Çoban (24.06.2019)
29
Melodiyi dinleyen ağa kızı sevdiceğinin mafyalar tarafından öldürüleceğini anlar.
Abilerine çobanı çok sevdiğini ve o ölürse yaşayamayacağını haykırır. Dört erkek kardeş
başta kız kardeşlerine inanamazlar ancak bacılarının dır dır etmesine dayanamayıp bizim pak
yüzlü çobanın izini sürerler. Gözlerine inanamazlar çünkü bacıları haklıdır. Mafya herifler
çobanın elini kolunu düğümlemiş, güzelim iti de öldürüvermişler. Durum gerektirince de
eşkıyalara saldırmışlar. Maalesef ki lanet mafya herifler dört biraderi bir çam ağacının altında
gebertmişler. Azaplar sakini bu olaydan sonra kırk gün kırk gece yas tutmuş ağlaşmışlardır.
Dört birader ise öldürüldükleri yerde namaz kılınıp gömülmüşler. Burada şu an dört çam
ağacı vardır, hepsi aynı boyutta, aynı ebatlara sahiptir. Bu çamlığa bu gün dört kardaşlar
denmektedir. 82
Yusufçuk Hikâyesi
Hacıaliler köyünü denize bağlayan belde de asırlar önce “orta halli köylü yörüğün bir
kızı ve bir de oğlu var imiş. Bu bebelerin ikisi de çok sevimlilermiş. Bu iki kardeş
birbirlerinden hiç ayrılmaz annelerinin hazır ettiği azıkları bel hizalarına düğümleyip,
düşerlermiş davar sürülerinin peşine. Davarları gütmek için her gün başka bir otlağa yol
tutarlarmış. Birbirlerini çok seven iki kardeş, diğerini incitmezmiş. Bu bebelerin babası denen
herif oldukça gaddar bir adammış, en ufak hatadan çocuklarını eşek sudan gelinceye kadar
döver, sopalarmış.
Sonra bir gün bu iki küçük kardeş davarlarını köyün çok uzağında otlatıyorlarmış.
Öğle vakti gelince, analarının yaptığı bazlamayı yiyip başında oturdukları pınardan buz gibi
suyu içtikten sonra kızcağızın uykusu gelmiş.”
"Yusuf ağabeyim, benim çok uykum var. Azıcık uyuyayım mı?”
"Olur demiş ağabey Yusuf. Uzanıvermiş kavağın serin koca gölgesine. Uzanması ile
uyuyakalması bir anda oluvermiş. Yusuf ağabey ise küçük çoban bıçağıyla ile yeni bir sipsi
yapmaya uğraşıyormuş. Yapmaya çalıştığı sipsi istediği gibi melodi çıkarmayınca çıkmış
kurumuş kargı aramaya… Kız kardeşi ve sürüsünden hayli ırak bir yerde kurumuş kargıyı
bulmuş lakin aradan da sular seller gibi zaman akıp gitmiş.
Yeni yaptığı sipsisinden mutlu bir melodi çalarak gelen ağabey Yusuf, ne görsün!
Davarların otladığı yerde inle cin top oynamakta. Hemencecik kız kardeşini uyandırmış.
Başlamışlar birlikte sürülerini arayıp taramaya.
Nereye bakarlarsa baksınlar davar sürülerini bulamamışlar. Gece bastırınca,” davarları
bulmak uğruna ümitleri kaybolmuş. Yüksek bir tepenin zirvesine çıkıp, başlamışlar
82
Kaynak kişi; Teslime Altıntaş (29.03.2018)
30
kendilerini yerden yere atıp ağlaşmaya. Davarları “eve götürmezlerse babaları onların canı
çıkasıya kadar sopalayacaktı çünkü.
İki kardeş çareyi Allah’tan bulmak ümidiyle ve ellerini açarak şöyle dua etmişler.
"- Yüce Allahım, bizi iki kuş yap da, hem babamızın sopasından kurtulalım, hem de
davarlarımızı arayalım. Tam dualar, bitince Allah onların bu dualarını kabul edip ikisini de
birer kuş yapıvermiş. Halk da bu kuşlara Yusufçuk ismini vermiş. İşte Yusufçuk, kış
gecelerinde öten, birbirine seslenen bu iki kardeştir. O gün bu gün, iki kardeş bazen
davarlarını arar dururlarmış.”
- Yusuf, davarları buldun mu? Bulamadım, sen buldun mu?”83
Çoban Taşı
Teke yöresinden sürüleriyle birlikte Bey dağına yaylaya çıkan yörük ağası Teke mal
mülk düşkünü, servet sahibidir. Davarlarını otlaklarda yemletmek parasının gücüyle iki çoban
tutar. Ağanın bir kızı vardır ki dünya güzelidir. Genç kızda öyle bir saf güzellik vardır ki
gören onu peri kızı zanneder. Abdurrahmanlar yaşayanlar arasında bu güzelliği dilden dile
dolaşmış, tatlı diliyle ve mütevazı oluşuyla da bütün Aksu ve Serik halkında saygı görmüştür.
Ağanın tuttuğu çobanlar aynı anda bu peri kızına görür görmez vurulmuşlardır. Kızçeye
dibinde bitmek ve konuşmak koklaşmak için hep dövüşmüşler. Bu dövüşün sebebini anlamsk
için gözlem yapan ağa bey sonunda bu zibidi çobanların güzeller güzeli kızına vurulduklarını
öğrenmiş.
Bu iki zibidiyi oba meydanına getirterek “İşittiğime göre ikinizde kızıma aşık
olmuşsunuz, ikinizi de severim fakat benim bir kızım var, kızımı almak icin su şartı yerine
getirmeniz gerekiyor: Şu gördüğünüz kayalığı önce dolaşıp kim çadırıma gelirse kızımı ona
vereceğim” der. Aşkından dellenmiş çobanlar peri kızıyla evlenmek için davar kılı çadırdan
dik kayalara doğru hızla koşar adımla giderler. Çobanın biri çadıra varacam derken sarp
yerden düşüp Tahtalı Köye varır. Diğer çobanda sarp kayalarıı dolasıp, davar kılı çadıra varır.
Çiçek kızı alır. Ölen çoban düştüğü sarplığın eteğine defnedilir. Sevdiği kız uğruna hayatını
feda eden bu dik yamaçlar çobanın anısını hep yaşar kılmak için Çoban Taşı adıyla anılmıştır.
84
Yedili
Eskiden Serik Abddurahmanlar’da mısır tarlaları olurdu. Harman zamanı olunca, konu
komşu toplanır, imece usulüyle soyulur. Darıdaki renklerle sayı yarışması yapılırdı. Darının
dişlerinin hepsi karaya kaçık renkli olursa buna “arap”, değişik sıralarda tek renkli olursa
83
84
Kaynak kişi; Dudu Çetin (24.03.2018)
Kaynak kişi; Nuri Çoban (25.03.2018)
31
“danalı” denirdi. Tek sıra renkli olursa “yedili” denirdi. O köyde darılar hep yedili çıktığı için
köye de “Yedili” demişler. En çok yediliyi bulana da, “Yedili” lakabını takmışlar.
Azaplar’da sonraki yedinci köyün adı “Yedili” köyüydü ve köyün yedi mahallesi
vardı. Köyün en yukarısındaki yedinci mahallede yaşayan Yedili ailesinin yedinci çocuğu
yedi yaşındaki Kara Hasan, yedinci ayın yedinci günü saat yedide evden çıktı; yedi keçiyle
yedi oğlağı gütmeye gitti. Akşam eve dönmedi. Köylü yediden yetmişe toplandı; köyün
etrafında ki yedi tepeyi yedi kere dolaştı. Yedi tepede yedi kökten püren dalı kopardılar, yedi
yerde ateş yaktılar… Bulamadılar. Yemin ettiler, aramaya devam ettiler. Yedi dereyi aştılar.
Herkes yedi çalının dibine yedi yöne, yedi kere baktı. Aranan yerleri yedi kere daha aradılar.
Sonra “yetti gari” dediler. Yedişer yedişer evlerine dönmeye karar verdiler. Yedi saatli arama
sonuç vermedi. “Çocuk gitti gayrı” deyi düşünürken, gökteki yedinci yıldız doğduğunda
başladıkları aramaya yıldız kayboluncaya kadar devam ettiler. Yedi köyden yedi hocaya haber
saldılar. Yedi hoca her duayı yedişer kere okudu, yedişer kere üfledi, beklemeye başladı.
Yemeklerini yediler. Yetmiş yaşındaki Kara Hasan’ın babası, yedi hocanın cebine yedişer lira
para koydu. Hocalar birleşti, ağlaştı; yedi buğday tanesini yedi kere okudular. Yedinci
tarladaki yedinci ağacın dibine buğdayı, yedi yaşındaki başka bir çocuğa ektirdiler. Daha yedi
dakika geçmeden gökten yedi kuş geldi; tarlanın üzerinde yedi kere dolanarak uçtular,
aşağıları gözlediler. Tarlaya indiler, buğdayı yediler. Yedişer adım attılar, yedi kere kanat
çırpıp yedi ayrı yere uçup gittiler. Köyün yedi kahvesinde yedili oynayanlar geldi. Köylü
şaşırdı kaldı bu işe. Çaresiz baktılar yedi ayrı yere uçan yedi kuşun ardından. Yedi hocanın
üfürüğü daha kuvvetli olur deyi gene umutlandılar.
Köylüler toplandılar, yedi kere düşündüler, yedişer yedişer guruba ayrılıp, kuşların
gittiği yedi yere gitmeye karar verdiler. Yedişer gün yetecek ekmek, erzak aldılar yanlarına;
yedi yönde yedişer kişi, yedişer tepe, yedişer ırmak, yedişer ova, yedişer köy geçtiler. Yedinci
gün oldu, yedi günlük yemekleri, yedi günlük umutları tükendi. Yedi ayrı ağacın altına
dinlenelim diye oturdular; yedi saat uyudular. Gök yedi yerden gürledi, yedi yerden şimşek
çaktı, yedi yerden yağış gelmeye başladı. Yedişer kişilik gruplar yağmurun ortasında kaldılar.
Etraflarına bakındılar, yağmurda üşüyüp hasta olacaklarını anladılar. Etrafa, uzaklara
bakındılar. Yedi yeri sis kaplamıştı. Gidecekleri yerleri şaşırdılar, en yakın köye gidip “Yedi
eve misafir olalım” dediler. Herkes kapıyı yedi kere çaldı, yedi kere seslendi; kapılar açıldı.
“Donduk buyduk, yorulduk; acıktık; yedi gündür yedi yaşındaki çocuğu aradık, bulamadık.
Açın kapıları girelim, yedi vakte kalmaz gederiz” dediler. “Fazla yük olmayalım diyerek yedi
arkadaş, yedi ayrı eve dağıldık.” Dediler. Kapılar açıldı. Ocağa ev sahibi yedi odun daha attı,
“Isının” dedi. Sofrayı hazırladılar, önlerine yedi çeşit yemek koydular. Misafir yemekten
32
yedişer lokma yedi. Her lokma gırtlağının yedi boğumundan geçti, karnına indi. Adam karnını
yedi kere sıvazladı, “Doydum” dedi. Su istedi, yedi yudum su içti. Sonra yedi yamalıklı yatak
serildi, yedi saniyede uzandı, yedi dakikada uyudu. Sabah yedide uyandı. Sabah yedi lokma
yedi. Yedi yudum su içti, yedi kere teşekkür etti, yedi adım yürüdü. Geri baktı, gülümsedi.
Tekrar yürüdü, köyün meydanında yedi arkadaş buluştu. Düşündüler taşındılar. Köyün
erkekleri yediye ayrılıp yedişer yedişer aramaya çıkmışlardı, hâlâ bulunamamıştı Kara Hasan.
Yedi kişi de kendi aralarında yediye ayrılıp “arayalım” dediler. Böylece yedi hafta geçti...Bu
sefer aramaya gedenler birbirini kaybetti. Kara Hasan’ı hem birbirlerini yedi ay aradılar,
bulamadılar.
Birbirlerinden haber alsalar da, hiç biri durdukları yerde durmadıklarından birbirlerini
bulamadılar. Aradan yedi yıl daha geçti. Yedi şehir, yedi bölge, yedi ülke derken, yedi göl,
yedi deniz derken, herkes herkesi kaybetti. Hatırladıkları tek şey, yedi yaşındaki Kara Hasan
ve Yedili Köyü. Gerisini unuttular. Açlığa, yokluğa, uykusuzluğa, vara yoğa, dayandılar.
Boşa doluya, dünyanın yedi bölgesinde yetmiş yıl daha birbirlerini aradılar. Duydukları her
yerde, “yedi” adı varsa o yöne gittiler; yoksa geri döndüler. Arayanların sakallarına ak düştü.
Yaşlandılar. Günü dolanı, öleni kalanı oldu, kala kala yedi kişi kaldılar. Arama yetmiş yıl
sürmüş, her köylü, “Bulmadan dönmeyelim” diye yemin etmişti. Yıllar yılı kovalamış,
bakmışlar olacak gibi değil, “Geri dönelim de neslimizi bari sürdürelim” demişler. Yedi
yaşında bir çocuk için, Yedili Köyün yedi mahallesinin yetmiş yedi hanesinde yaşayanlar
kırılıp yok olup gidecek deyip yetmiş yıl sonra köye dönmüşler. Köyün girişinde ak sakallı bir
adam gördüler. Aralarında şöyle bir diyalog geçti.
“Adın ne”
“Kara Hasan. Siz kimsiniz?”
“Biz yedi yaşında kaybolan Kara Hasan’ı yetmiş yıldır arayanlarız.”
“Yaşın kaç?”
“Yetmiş yedi.”
“Kimlerdensin?”
“Yedililerden.”
“Sen kaybolan Kara Hasan mısın?”
“Evet, ben kaybolduydum. Siz beni aramaya gitmişsiniz. Sizden yedi saat sonra
kendiliğimden eve geldim, köyüme kavuştum.”
Sonra haber saldık, sizi aramaya gedenleri arkasından yedi sefer. Bir önce gideni
aramaya gideni aramak için yedişer kişiyi aramaya gönderdik. Köyde erkek kalmadı. Bir ben
33
kaldım. Gelen benim bulunduğumu bilsin. Bir daha “bulunmamış” diye yeniden aramaya
gitmesinler dedi. Öfkelenen yedi kişi, yetmiş yıldır aradıkları Kara Hasan’a yedişer tokat
attılar; yedi kere küfrettiler. Yedi kere tükürdüler, yedi kere ilendiler. “Yerin yedi kat
altındaki cehennemin dibine git. Seni göğün yedi kat yukarısındaki affetsin” dediler. Daha
sonra “yedi sene bize gözükme. Yedi köy aşırıdan beri gelme” diye kovaladılar. “Seni
ararken, yedi neslimiz harap oldu” deyi öykündüler, dövündüler durdular.
Köyü yeniden derleyip toparlamak, kadını erkeği eşitlemek, işleri yoluna koymak için
bir yetmiş yıl daha geçti. Duydukları, gördükleri, başlarına gelen her olayda, yedi kere
düşündüler. Köyün en yaşlı yedi kişisine danıştılar. Bir daha kaybolanların arkasından
gitmediler. Kaybolana, yitene, kaçana, gidene dönüp bakmadılar. Kendi kendilerine de
kızdılar; “Geden geder, gelen gelir…” deyip, köydeki herkes, yedişer kere, “Akıllandık
gayrı,” dediler.85
Dayak Irgını
Iscak bir yaz günüydü. Etrafımda dinlenivecek bir ağaç gölgesi yok. Gözcezimi güneş
alıyor. Elimi kölge ettim de dağların yamaçlarını bi teledim (baktım). “Höle bi dolaşan gelen”
dedim. Ayakta yırtık bi babıç, bacamda gara bi doncaz… Sırtımda da, işcezinde ak göynek
olan yamalı bi kecek var. Dedecimden gamla çakı bıçacım… Babacımdan galma kehlibar
tesbicim. Anacımın ben çocukan olan boncuğu… Oldum da Elekçi Hoca’ya yaptırdığı eski
yazılı muskacım var. Bencez vara yoğa daban döven, elin günün gapısında meçcane hizmet
eden, hiçarine (boşuna) yaşayan bir zıpırım.
Dabı (geçmiş) seneydi. İskeleden yola çıkıvedim. Bi seyittim, bi seyittim, zeytinli
beleni’ni dolaştım. Bi da zapırayvedim. Çakırdikenlik’i tüyelek tüyelek geçivedim. Emme,
ayaklarım dikenden gan ileş oldu. Yolun gıranında şapkayı düşürdecek kadar olan selvinin
dipcezindeki “Şimşir Çeşmesi”nden dınnacık su içip, ınnacık dinlenivedim. Ovada harman
zamanı bitip gederi. İnsanlar tarlaya tokada, harmana dermene, hızlı hızlı gediboturur. Gelene
geçene aldırış etmeden çatak’tan tepeleri aşarak, yüksek depeleri dolanarak soluk soluğa
varıvedim Yellice köyüne.
Davul zurna sesi geliyoru köyün öte bacından. Garılar gızlar, cicili bicili geyinmişler,
geçi geçivediler. Gıymanaları atmışlar, çalımlı çalımlı yörüyüp batırırlar. Ardı sıra getcen
emme, zaten yorgun argın, yalınayak, başı gabak seyidip gelmişiyin. “Gavenin önünde ikicik
oturup dinlenen; bi çaycaz içip iki lafcaz eden,” dedim içimden.
85
Kaynak Kişi; Nuri Çoban (24.03.2018)
34
Orda goca heriflerden Deli Bozuk Hasan Amca anlatıyor; “Ola voyn! Elek
tıngıramadan, sini şıngıramadan eve varan!.. Gocarı, anamdan emdim südü burnumdan
getiriyoru! “Nerde galdın; evin yolunu bilemeyon mu?’ deyi çekişiyoru. “Gocadın yaşta
utanman mı sen?’ deyi sabaha kadar dırdır ediyordu. Yaşlandıkça kafam kaldımarı arkadaş.
Biraz da gocarının suyuna geden de, geberinceye kadar rahat eden bari. “Hasan amca dikeldi,
yan keydiği Beşkaza takkasının önünü yukarı doğru ganırttı, deyneni omzuna arttı, ardına
bakmadan, goca bacaklarıyla abcallayarak yörüyüp getti. Gediş o gediş. Ordanlar Deli Bozuk
Hasan Amca için, kıs kıs gülerek, “Eski kula kesiklerdendir. Göğe merdiven dayamış
adamdır. Ömrü davulun öttü, dumanın tüttü yere getmekle geçmiş. Yerde alıp gökte
savurmuş. Daha sıçtığı boklar kurumamıştır. Köpen ayandan dikeni çıkarır, emme kendini
ısırtmaz… Emme insan çömbüldediğinde garıya yuları gaptırıyor” dediler.
Iççık da oturuvedik. Aç mısın, susuz musun, deyi soran yok. “Ola bu köy nolmuş
böyle?” dedim. “Eveli eveli, eski adamlardan duyardım. “Bunlar geleni gedeni yediri, içiri”
deyi. Bakıyom kimsenin aldırış etti yok” Bi kafam attı; Tepesi aşşa lep deyveren, başka köy
mü yok? deyi. Emme nacap edeen, oba çana olmuşuyuz, sırttan alışmışıyız bi kere.
Derken oturanlarla tanıştık; Sığıroğlağı, Garabıza, Gırteke, Eşeksıpası, Daşkelle,
Aladana, Çakaleni, Târasapı, Tarnagebeşi, Yalabıkkelle, Gabçıkkafa, Garacibi, Gocadaban,
Kelekçi, Çatıkgaş… Hepicine yaşına, boyuna, cınsına, gelmişine geçmişine göre ayrı ayrı
lakap dakmışlar.
Sarıdüve’nin oğlu Amat, sağa sola, ötekine berikine baktı, sonra bana seslendi; “Ola
bizim olan, kalk gedelim, Nallı Hatma’nın oğluyla Çöpesiğen’in gızının düğün yerinde
yemecik yeyelim. “Yellice’ye gettimde aç susuz, panguduz döndüm’deyi elin günün yanında
ökünme”
Yörüyerek varıvedik düğün yerine. Delbekçi garılar delbek çalarak söyleyevediler.
Tımbak tımbak, tümbek tümbek çalıboturular. Gulamın dibinde çalıp söyleyolar. Gulamın
zarını patlatacak gibi ataşta gerdirilmiş delbek derisine, kınalı tahta gibi olmuş ellerinle
huruboturlar. Beni kelli felli adam sandılar, etrafımda fır fır dönüyorlar. Çam akması gibi
yapıştılar. Baktım olacak gibi değil; elimde üç beş kuruşu onlara veriverdim. Eli koynumda
kalıvedim. Cürümüm ne zaten, benim. Davullar gümbür gümbür ötüyor. Zurnalar çığırıyor.
Oynayanlar tengerek gibi dönüyor. Bi çöküyorlar, bi dikeliyorlar. Bi tüyor, bi sekiyorlar.
Kimin netti belli değil. Ortaya da odun ataşını yakmışlar; ısanları zor seçiyon. Yaranlık gırla.
Ola! Ben bu köye davulun sesi uzaktan eyi geliyor deyi geliverdiydim zaten.
Sarıdüve’nin oğlu Amat’la düğün evine yemek gazanlarının yancazına geldik. Odun
ataşında, gara gazanlarda, gocarıların pişirdiği yemekleri çanaklara doldurdular, siniyle bi
35
odaya götürdüler, bizde ardı sıra gettik. Irahat yeyen deyi bağdaş guruvedim. Bi yeme attım
(çok yedim) emme gırtlama kadar yedim. Bayâ acıkmışıyım! Yarının ne olacağı belli olmaz
deyi iki yukayı dürge yapıp, yağla sarıp, habarsızca goynuma gatıvedim. Sonra duvara
dengiliverdiydim bi uykum geldi; geçenneyvermişiyn.
Bi gürültüyle uyandım. Tüfekler sıkılıboturu. Herkes barıp çarıp duru. Çıkıverdim
dışarı, babıcı geydim de varıvedim milletin yanına. Arap oyunu oynayorlar. Ola ben de
seyreden dediydim. Arap, içi küllü saman torasını belime bi yapıştırdı; belimi alamayvedim.
Yere yıkılıvedim. Arap denen deyyus, saman torasının içine daş koymuş… Annadım, emme
geç kaldım. Baya bi kendime gelemedim. Belimi sülüyerek, apalayarak doğruldum. Arap
denen gahba garının gunnadığını evire çevire dövecen emme, ossad annayıvedi; benden
kaçıyor. Tam yakalayacadım, elinde pıynar deynekli bi “dana döven”, “Garıyı gaçıranı
buldum.” deyi dolayı dolayıvedi pıynar deyneni ayaklarıma, Susam çırpıyor gibi vuru
vuruvedi. Bacaklarım gabarı gabarıvedi. Ayam dutmayvedi; olduğum yere yığıldım. Orta
oyununda; arap, dede, gız, goca garı, mıhtar, deştimen, bekçi, kâtip, doktor, jandarma var.
Köyün şebekleri, tak garının bızaladıkları, bene sormadan, köyün yabancısı olduğumu bilip
“dayağa dayanır” deyi, garıyı gaçırmak isteyen “çalı efesi” de bu olsun deyvemişler.
İpini goparan ortada. Kim vurduya getmeyen deyi kıyılayıveren dedim. Yamalayarak
tam gediyonu, “Ola bulduk, ola bulduk!” deyi üstüme biri biniyor, biri iniyor. Altlarına alıp
çıkıçıkıvediler… Hiç acımadılar da voyn. Cebimden çakıyı çıkarıp denk gelene çakı
çakıvecen emme kurtulamasam imamın gayına bindirip tahtalıköye gönderiler deyi de
çekiniyon. Ne gadar garı dekişi (kadın sözü tutan) varsa hepici, beni dutup ateşin yanına
götürüp eşek sudan gelinceye kadar dövecekler. Aradan sıyrıldım da dabanları bi yağladım, bi
zapıradım; garıların oynadı yere gelivermişiyn! Garılar, “Erkek var” deyi çokaşıvediler;
ocaklıkta yanık odunları gapan huruyor! O zamanlar garıların kına yerine erkek giremeri.
Emme ben netimi biliyom mu? Gaçıyom, ardıma önüme bakmadan. Gınada garılık ellerine ne
geçirdiyse hem vuruyorlarhem çırıyorlar. “Ola bunun ne işi var garıların yanında? Daş alama
anasının kül döktüğü yere gadar govalayın” deyip durular. Tut tut edivediler. Bi gaçtım!
Daşlar gulamın dibinden vııyn deyi geçi geçivediler. Goca daşın biri, apış aramdan bacamı
sildi de bi geçti. Tam gurtuldum dediydim, daşın biri yargınıma bi denk geldi, böbreklerim
döküleyazdı. Gaçmaya devam ediyon emme! Gocarayı duyan, ardımdan seyidiboturu.
Gaçtığım yolun kestirmesini bilenler harımdan atlayıp önüme bi geçtiler! Bi yakaladılar!
Gocabacak Hasan iki dene dekme yapıştırdı. Daşkelle bi gafa attı, Tosun Memet bi yumruk
attı, iki de tokat yapıştırdı, gözlerimden şavk çıktı yere dürüleyivemişiyn. Öküz süsse, belli ki
aya galkardım emme gaklamadım. Evire çevire, döndüre döndüre bi dayak attılar, dekmeleyi
36
dekmeleyivediler. Çapıttan yıkar gibi çırk çırkıvediler! Çiynediler, sürüdüler. “Ola bu geberi
de başımıza bele olur” deyip, sonra yolun gıranına gaktırıvediler.
Kendime gelir gelmez ıccık daha “Çakal ödlüye” yatıp etrafı kontrol ettim. Baktım
gelen geden, arayan soran yok. zorla doğruldum; ordan tepesi aşa eğilivedim. Ayamda babıcın
teki bile çıkmış. Ayamın birinin üstüne basamayon; yara bere içinde galmış, topallayarak
yekkek yekkek yörüyon. Yıkıldım yıkılacan, gettim gedecen. Yer yamaç. Aşşa düşsem tersek
türsek yuvarlanıp dereye inivecen. Hırlı hırıçka olacan. Elle dutulur yerim galmayacak.
Gece yarısı oldu; gettim yolda önümü göremeyon. Her sivri daşı, kesik çam gazını, kör
şeytan sanıyon. Bilivediğim duacıkların hepicini okuyon emme gorkudan ödüm gopuyor gene
de, gök şavkına gediyon.
Köyden bayrak ıraklaştıktan sonra takadım galmadı. Çalı dipcezinde guytucukta bi
uyumuşuyun, neçen sonra uyanıverdiydim; dayak ırgını olmuşuyn!.. Gara bere içinde
galmışıyn. Guşluk vakti olmuş. Ayaca kalktım; toparlayarak, sendeleyerek kendi köycezime
varı varmaz ayacım tutmaz, dilcezim dönmez, göscezim görmez oldu. Kendimden geçip
bayılmışıyn.
Köylüler konuşuyorlar; “Ola bu bizim üsen!” “Ölmüş mü bakın” deyen de
“Geberdiyse hemen gömelim aşam olmadan” deyen de... “Bu etini çekesiceyi kim netmiş”
deyen de, “Bayâ daya dayanıklıymış ola bu Üsen” deyen de… Kimisi de “Ola bu onmaz
emme uraşalım bari” deyor. Hısımcıklarım da beni ıralayıp batırı, gurtarır mıyız deyi.
Kendime zar zor geldim. Gonu gomşu, hısım akraba toplandı. Yaş deriye gattılar. Hamır
sardılar. Sarmalığa gömdüler. Okudular, üflediler… Bir haftada ayağa zor kalktım.
Köy yerinde herkesin bir lakabı vardır. “Deve hamıdıyla, er lakabıyla alınır”.
Kızdıklarına kızdıkları hayvana, sevdiklerini sevdikleri hayvana benzetirler. Baya evvelleri
bizim köyde Gaddar Veli deyi bir muhtar varmış. Lastik babıç ağzı, boğasaklı tosun gibi
enseli, gabız olup ıkınan adam suratlı; süsecek boynuzlu camız gibi duran, daylak deve gibi
geviş getiren, bızalacı sığır gibi garnı olan, dana kelleli, kibirinden burnundan kıl aldırmayan,
ısıracak köpek gibi herkese sırtaran bir adammış bu Gaddar Veli.
Gaddar Veli’nin muhtarlığı döneminde, biz cıllık cıbırıka, babam köyün tokatçısıymış.
Yellice köyünün geçisini goyununu, sığırını devesini, atını eşeni, malını maşakkatını örüme
girdi deyi hayvan tokadına katar, köylülere eyri eyri iş kesermiş. Köylülerin ellerinde
avuçlarında ne varsa almış. Ortalığı tak tak dayamış, eline geçirdiğini iğnenin deliğinden
geçirirmiş. Anasını danasını, kızını kısranı dayaktan gırmış geçirmiş. Adamların içine işlemiş,
bunları unutmamışlar.
37
Bi gün, kendisi olmasa bile çolunu çocunu ele geçiri, gapana kıstırız deyi beklemişler.
Benim de Bozçakal’ın oğlu Yalınayak Üsen olduğumu anlayınca babamın attı dayakların
hepicini bir eşek yükü olarak bene atıvediler. Er geç gerisin geri gedip hepicini höcerenlik
edip hunevine çevirecen emme, yüreğimin yağı bayâ eridi gayrı, yeniden yağlanmasını
beklemem ılazım.
Babam Tokatçı Bozçakal, çalıp çırptığı paracıkların ıççını Muhtar Gaddar Veli’ye,
ıççını Deştimen Kel Memet’e vermiş. Kalanını da yemiş yümüş; bize tamtakır bi evcez
kalmış. Bencezin ne kapıda dakılı danası var, ne ovada ekili tenesi… İp ile kuşam kalmış. İp
ullah sivri külah kalmışıyn. Evimiz elin günün hinliğinden hun evine dönmüş. Gardaşcak tun
tun dağılmışıyız. Ben neden elin üç oğlaklı beş keçisini? Kimsenin varında yoğunda, yedinde
yüdünde gözüm yok.
Hindi var a, Yellice Köyünün kıyısından bile geçmeyon. Ben tek duruyon emme;
babam Bozçakal tek durmamış. Babam etmiş, ben çekiyon. Vardım kapıdan kovuluyon.
Gaçmaktan govalamaya vakit bulamayon. Innak da kimseye çatmacan emme; bene çatarlarsa,
gabat benden geder. Çarı çorabı geyip, Beşkaza takasını yan takıp, önünü yokarı ganırdıp,
gözünü gızardıp, tekme tokat, daş alama, ortalığı daraman toz ederin ha!.. Babam Boz
Çakal’dan daha beter olurun valla! Herkes usluca dursun. Beni zıvanadan çıkarman. Benim de
kendime göre fendim var. Ekleşmen bene de, tek durun ula voyn! 86
1.1.2. Fıkralar
Türk kültüründe “latife” ve “anekdot” sözcükleriyle tanımlanmış olan ve Cumhuriyet
döneminden itibaren bugünkü adıyla anılan fıkra, kısa ve yoğun anlatımıyla günlük hayatın
mizahi yönlerini ortaya çıkaran mensur bir anlatı türüdür. 87 Hikaye temelini hayattan almış;
“bir düşüncenin oluştuğu öz ve yoğun anlatımı bulunan, günlük yaşantıda meydana gelen iyi
olmayan ve komik olayları, tezatlıkları, eski ve yeni nesil arasında var olan çatışmaları alaya
almaya dayanmış, ince bir mizah yeteneği gerektiren kutsal” bir sözle yansıtan anlatılara fıkra
denir. 88 Hayta köylerinde derlediğimiz fıkralardan anladığımız kadarıyla; fıkra türü aslında
bir toplum eleştirisidir.
Fıkralar günlük hayatta yaşanmış ya da yaşanması muhtemel olay ve durumlar ile
davranış, düşünce ve fikir ayrılıklarından doğan zıtlıkları da konu edinir.
89
Yani bireyin
başka bir birey ya da bir toplulukla veya bir topluluğun başka bir toplumla arasında cereyan
eden ve farklılıklarından ortaya çıkan sosyal çatışmalar, mizahi bir hüviyete bürünerek
86
Kaynak Kişi; Teslime Çetin (25.01.2018)
Abalı, 2016; 28
88
Uysal, 2008: 28
89
Boratav, 2018: 15
87
38
fıkralarda kendini gösterebilir.
90
Yaptığımız derlemelerde görülmektedir ki yörük fıkraları;
Türk kültürü, mitolojisi ve halk inanışlarından birçok izler barındırmaktadır.
1.1.2.1. Öldü Bile
Bizim eski obada koca yörüğün biri uzun süredir hasta yatağında yatmaktaymış.
Başından bir an ayrılmayan oğlu bir gün sürüyü otlatmak için dağa çıkmış. O gün de babası
ölmüş. Obadan bir genci oğlana haberci olarak göndermişler. Ancak çocuğu sıkı sıkı
tembihlemişler:
- Aman oğlum birden öldü deme sakın. Durumu kötüleşti diye söyle, derler.
Dağda sürünün başında duran Yörük obadan gelen haberci çocuğu görünce hemen
şüpheleniverir ve çocuğa:
-
Ne oldu babam mı kötüleşti? Diye sorunca çocuk hemen:
-
Ne kötüleşmesi, ölüverdi bile, der.91
1.1.2.2. Çakıl Taşı
Obadan birisi bir yerde eşkıya olduğu haberini alır. “Herkesi soyar ama beni soyamaz”
diye düşünerek eşkiyayı yakalamak ister. Bunun için de çakmak taşlarını düzerek beline sarar.
Neyse eşkiyanın olduğu bölgeye gelip dolanmaya başlar. Bayağı gezdikten sonra oradan
geçen birine dönerek:
- Oğlum burada eşkıya var, geleni gideni soyuyor dediler. Aha para kuşağın altında bir
haftadır dolaşıyorum kimse yaklaşmadı bu nasıl iş? Diye sorunca oğlan hemen cevap verir.
- Ula amca sen ilk geldiğinde baktık biz ona onların hepsi çakıl taşı! 92
1.1.2.3. Hazır Cevap Dede
Kocamış bir yörük amca, kızının hanesine konuk olmuş. Kız da kocamış yörük
babasının bir an önce kendi hanesine gitmesini istiyormuş. Ancak saygısından da gitmesi
gerektiğini, misafir istemediğini belirtememiş. Yörük kocası kızının yavrusunu öpüvermek
isteyivermiş. Torun ise koca ağadan korkup anasının kucağına kaçmış.
Anası:
-Kızım bak hele kocamış ak sakallı büyük babanın senden buse alası gelmiş. Buseni aldıktan
sonra da gidesi gelmiş.
90
Sakaoğlu, 1992: 83
Kaynak Kişi; Nuri Çoban (28.03.2018)
92
Kaynak Kişi; Serdar Aynalı (17.03.2018)
91
39
Koca herif de lafı hemen anlayıvermiş tabi, oysaki hiç de kendi hanesine gitmeye niyetli
değilmiş.
Hanesine konuk olduğu kızına cevabı yapıştırmış;
-Dedenin adı Dur Ali. Hiç de gidesi gelmiyi.
1.1.2.4. Beydağı
Yörük Veli Ağa’nın incirin daldan aşağı düşüş vakti kadar da olsa yerine geçme isteği
oba liderine fısıldanır ve Veli Ağa’yı boy beyinin huzuruna çağırırlar. Bir inciri ağaçtan
koparıp yere düşme vakti kadar lider olmak isteyen Veli Ağa bu kısa sürede ne yapabileceğini
merak eden ve bu saçma hareketiyle onu rezil edeceğini farzeden boy beyi yörüğün cevabı
karşısında şaşırır kalır:
-Beydağı’nı vakıf yapacağım! 93
1.1.3. Masallar
Arapça “mesel” kelimesinden Anadolu’ya “masal” olarak aktarılmış bu kelimenin
tanımı, “genellikle yaşanılan coğrafyanın insanları tarafından yaratılan, dilden dile, kuşaktan
kuşağa aktarılan çoğunlukla olağnüstü özelliklere sahip insanların veya tanrıların başından
geçen, olağandışı konuları ele alan hikâye” olarak yapılmıştır.
94
Türk milletine ait Anonim
Halk Edebiyatı mahsul türlerinden biri de şüphesiz ki masallardır. Özellikle, okuma ve yazma
kültürünün sık olarak görülmediği yörükler arasında genellikle geceleri söylenerek vakit
geçirilirdi. Dilden dile, nesilden nesile aktarılan masallar Hayta Yörükleri tarafından da icra
edilmiş; olay ve kişilerle olan yargılarını hayali veya gerçeğe yakın bir şekilde iletmişlerdir.
Şehzade Kurbağa ve Kız
Evvel zaman içinde kalbur zaman biçiminde develer tellal şıçanlar berber iken,
beşikteki bebek dedesini tıngır mıngır sallar iken zamanın birinde bir padişah, padişahın ise
gözünden bile sakındığı bir şehzadesi var imiş. Şehzade bir gün gezmeye çıkmış. Uzun yollar
yürümüş, atıyla gezmiş. Bir dere başına gelmiş, derenin kenarında kaya üstünde kurbağa
görmüş. Bu kurbağanın çok güzel gözleri varmış. Padişahın oğlu bir anda bu kurbağanın
gözlerine vurulmuş. O halde saraya aklı kurbağada kalmış bir şekilde dönmüş.,
Saraya geldiğinde padişah babasının huzuruna çıkmış şehzade. Padişah babasına
“Sevgili babacığım, ben Aksu köyünde bulunan bir derenin kenarında gördüğüm kurbağaya
93
94
Kaynak Kişi; Nuri Çoban (21.03.2018)
Sakaoğlu, 1999: 45
40
âşık oldum. Onunla evlenmek istiyorum.” der. Padişah duydukları üzerine şaşkına döner ve
“Oğlum, hiç kurbağayla evlenilir mi? Olmaz öyle şey.” diyerek hiddetle karşı çıkar.
Şehzade bu olaydan sonra yemeden içmeden kesilir, kendisini odasına kilitler ve
kimseyle konuşmaz olmuştur. Bu durum üzerine padişah emir verir ve kurbağayı saraya
getirtir. Saraya adım atan kurbağa ayağını padişahın odasına bastığı an güzeller güzeli bir kız
oluverir. Padişah hemen kızı kolundan tutup oğlunun yanına götürür. Şehzade kızı
gördüğünde şaşkın bir şekilde “Ben o gözlerine vurulduğum kurbağayla evlenmek istiyorum.”
der. Kız ise “Ben bir kralın kızıyım, babamın düşmanları bana büyü yaparak kurbağaya
dönüştü. Sen benim gözlerime vurulunca büyü bozuldu eski halime döndüm.” diye
açıkladığında şehzade çok sevindi. Padişah da olan biteni öğrenince Rum kralından kızı
şehzadesine isteyip kırk gün kırk gece düğün yaptı. Onlar ermiş muradına biz çıkalım
kerevetine…95
Yörük Beyi ve Şahmaran
Bir varmış bir yokmuş. Mırtına (Murtana) köyünün dere kenarında yaşayan bir yörük
beyi varmış. Bu bey cesur, mert ve hakkaniyetli oluşuyla bilinirmiş. Yörük beyi ve ataları çok
uzun süreden beri bu dağlarda yaşamaktaydı. Bu beyin dedesi Hızır Peygamberden
hayvanlarla konuşma yeteneğini edinmiş. Bu dedenin soyundan gelenler sayesinde yaşadığı
dağlara “Bey Dağları” denilmeye başlanmış.
Bey Dağları’ndaki yörük obalarının bireyleri “Saçıkara” denen yörük beyinin
hükümdarlığında huzur içinde yaşarlarmış. Amma gelin görün ki bu yörükler bir durumdan
çok muzdaripmiş. Masala göre Beydağları’nın zehirli yılanları insan kanıyla beslenirlermiş.
Bu durum köyde yaşayan yörüklerin ölümü-ne yol açmaktaymış. Bu duruma çözüm üretmek
için yörük obası Şaçıkara’nın çadırını ziyaret ederek bu duruma bir çare bulmasını istemişler.
Saçıkara biraz zaman isteyip bu durumu nasıl çözerim diye düşünmeye başlamış. Aylarca
düşünmüş ama çare bulamamış. En sonunda Rum diyarında gezerken gözlerine vurulup
hanım olarak aldığı Gökkız çare bulmuş ve “Beyim bu meseleyi ancak yılanların şahı
Şahmaran ile konuşarak çözebilirsin.” demiş.
Saçıkara, Şahmaran yılanı bulmak için adamlarını göndermiş. Adamlar en sonunda
Şahmaran’ı Karain diye adlandırılan inde bulmuşlar. Bu in çok büyükmüş ve içinde yüzlerce
yılan varmış. Saçıkara Karain’e gidip Şahmaran’la konuşmuş. Şahmaran bir şartla kabul
ederim demiş “Bize insan kanından daha lezzetli bir kan bulacaksın.” Şahmaran bu iş için
sivrisinek ve serçeyi görevlendirmiş. Sivrisinek ve serçe birlikte dünyanın en lezzetli kanını
aramaya başlamışlar ama sivrisinek insan kanı dışında hiçbir kanı beğenmemiş ve Şahmaran’a
95
Kaynak Kişi; Teslime Çetin (25.01.2018)
41
bunu iletmek için yola çıkmış. Serçe ise çok üzülmüş çünkü insanları çok seviyormuş.
Yuvalarını hep onların çadırlarına yakın yapıyormuş. Masal bu ya serçe, Şahmaran’a insan
kanından lezzetli kan bulamadığını söylemesin diye sivrisineğin dilini kopartmış. O günden
sonra sivrisinek vızıldayıp durmuş dediği hiçbir şey anlaşılmamış. En sonunda Şahmaran ve
yörük beyi Saçıkara’nın huzuruna çıkmışlar. Sivrisinek bir şeyler vızıldamış ama kimse
anlamamış bunun üzerine serçe demiş ki “Yol arkadaşım sivri kardeşimle dünyanın dört
bucağını gezdik. Sivri bütün mahlûkatların kanının tadına baktı ve yolda dönerken hastalandı,
konuşamaz oldu. Hastalanmadan önce bana söylediğine göre en lezzetli kan fare kanıymış.”
Şahmaran serçenin dediklerine inanmamış ve üstüne atlamış fakat serçe uçuvermiş. Sadece
kuyruğu Şahmaran’da kalmış bu yüzden şerçelerin kuyrukları hep çatal şeklinde olmuş.
Şahmaran ise verdiği sözden dönemediği için yılanlar hep fare kanıyla beslenmiş. İnsanlar ise
Saçıkara’ya dua edip şükranlarını sunmuşlar.
Gökten üç elma düşmüş: biri yörük beyi Saçıkara’ya biri anlatana biri de
dinleyene…96
Ayşe Fatma Kuzular
“Bir varmış, bir yokmuş. Köyün birinde bir koyun sürüsü ve içinde daha yeni
yavrulamış bir koyun varmış. Yeni doğan bu yavru kuzular gün geçtikçe güzelleşmişler. Bu
koyun sürüsü hergün çobanları tarafından otlatılmaya çıkarmış. Yavru kuzular ise ahırlarında
kalır ve annelerini beklerlermiş. Anne koyun Giderken gözü arkada kalsa da kuzularına süt
verebilmek için zorlanarak da olsa otlamaya gidermiş ancak gitmeden hep kuzularını “ sakın
benden başkasını takip etmeyin. Ben gelince “memelerim sütle dolu derim” demiş. “Böylece
siz de benim geldiğimi anlarsınız” diye eklemiş.
Ahıra gelen anne koyunun “kuzularım memem sütle dolu” dediğini ahır yakınlarında
gezinen bir kurt duymuş. Yavru kuzuların anneleri yine bir sabah otlamaya sürüyle birlikte
gittiğini gören kurt ahıra gitmiş ve kapıdan “memem sütle dolu” diye seslenmiş. Koyunun
yavruları kurdun sesinin annelerininkinden kalın olması sebebiyle kurda inanmamışlar. Kurt
ise bu ses tonuyla kuzuları kandıramayacağını anlamış. Kireç tozunun sesi incelttiğini
öğrenmiş olan kurt kireç tozunu yemiş. Böylece sesini incelterek kuzuları kandırabileceğini
düşünmüş. Kireç tozuyla sesini incelten kurt yine ahıra gitmiş ve kapışan “memem sütle dolu”
demiş. Kuzular da içeriden “senin sesin annemize benziyor ama biz emin olalım ayağını
kapının altından göster” demişler. Kurt ise başka çaresinin olmadığını anlayarak ayağını
kapıdan göstermiş. Kuzular ise “annemizin ayağı pamuk gibi bembetaz sen bizim annemiz
değilsin.” diyerek kurdun yanına gitmemişler.
96
Kaynak Kişi; Hatice Çetin (08.08.2019)
42
Kurt ise ertesi gün kireç tozunu yemiş ayaklarını ise un çuvalının içine sokmuş. Tam
olarak koyuna benzediğini düşünerek ahırın kapısına gitmiş “memelerim sütle dolu” diye
seslenmiş. Kuzular sesini ve ayaklarını annesine benzettikleri kurdun yanına gitmişler. Kurt
ise kandırdığı kuzular hemen orada yemiş.
Akşam olunca koyun ahıra gelmiş “memem sütle dolu” diye seslenmiş fakat kuzuları
yanına gelmemiş. Kuzularını bulamayan koyun en sonunda ahırın dışındaki bahçeye gitmiş,
yavrularının derisini ve kan izlerini görmüş. Yavrularını kurdun yediğini görmüş.
Yavrularının yenildiği yerde günlerce ağlamış. Düşünmüş taşınmış ve kurttan intikam almaya
karar vermiş. Aramış taramış ve kurdun izini bulmuş.
Plan yapan koyun bir gün kurda sürünün çoban köpeğiylehaber yollamış “koyun seni
akşam yemeğine davet ediyor.” diye. Kurt bu davete çok sevinmiş “yavrularını yedim şimdi
de koyunu yerim.” diye düşünmüş. Daveti kabul ettiğini koyuna bildirmiş.
Koyun ise hazırlıklarını yapmış. Kümeste ölü bulunmuş tavuğu haşlamış, içine fare
zehrini koymuş bir de kurdu oturtacağı yerin altına derin bir çukur kazıp içinede ateş koymuş.
Çukurun üzerini tahtayla kapatıp çul sermiş.
Kurt gelmiş. Koyun pişirdiği tavuğu kurdun önüne koymuş. Kurt önüne gelen yemeği
görünce sevinmiş ve içinden “önce tavuğu yiyeyim daha sonra da koyunu yerim” diye
düşünmüş. Kurt tavuğu yerken koyun kurdun altındaki çulu ve tahtayı çekmiş böylece kurt
ateşin içine düşmüş. Ateşin içine düşünce tutuşmaya başlayan kurt “yandım Allah” diye
haykırmış. Koyun ise “ben evlat acısıyla yandım sen de yan.” Demiş. Böylece koyun
çocuklarının intikamını almış. Kurt ise koyundan aldığı vebal ile cehennemi boylamış.
Gökten üç elma düşmüş biri intikamını alan koyuna, biri cehennemi boylayan kurda
diğeri ise masalı dinleyenlere…97
1.2. Halk Şiiri
Halk şiiri; duyuş, düşünüş ve söyleyiş özellikleriyle, geniş halk yığınlarını yansıtır. Bir
ulusun en gerçek benliğini halk şiirlerinde bulabiliriz. 98 Halk şiirinde çok güzel mısraların
yanı sıra çok zayıf mısralara da rastlanmaktadır. Hayta Yörükleri arasında icra edilen halk
şiirleri; biçim olgunluğu, sözcüklerdeki uyum tesadüflere, geleneğe bağlıdır. Bu bölümde;
Hayta Yörükleri arasında derlenen halk şiirleri örneklendirilecektir.
97
98
Kaynak Kişi; Fatma Çakmak (27.08.2019)
Oğuz, 2001; 27
43
1.2.1. Destanlar
Destan kavramı halk edebiyatında geniş kapsamlı kullanılan bir terimdir.
Çalışmamızda konu aldığımız destan; belli olaylar üzerine yazılmış, söylenmiş halk şiirleridir.
99
At ve binicilik, Hayta Yörüklerinde hem merak hem de sosyal bir ihtiyaçtan
kaynaklanmaktadır. Eskiden mali durumu iyi olan her aile bir binek atı besler, düğünlere, cirit
oynamalarına at ile katılırdı. Derlediğimiz destan; 1700’lü yıllarda Hayta Aşiret Lideri
Tugayzade’nin Farsak Bey’inden at istemeye gidişini anlatır. Bu destanı Hasan adlı bir ozan
yazıya aktarmıştır. Yazıya geçirilen bu destan, saz eşliğinde Murtana Kahvehanesinde halen
söylenmektedir.
Devletli halinle daim olasın
Saadet mülkünde ebed kalasın
Hasan’ın muradı nedir bilesin
Cümle ahbapların yargar olsun.
İzzetli eşidirim adı sanını
Mürüvvetli derler senin şanını
Afaddan saklasın mevla canını
Mürüvvet edenler berhudar olsun.
Gönülaynasına bir nazar kıldım
İsmini ismine mutabık buldum
Hüsnü zan eyleyip bir haber saldım
Kadir bilmeyene ahüzar olsun
Elime almışım çürük kalemi
Size tahrir ettim biraz kelamı
Hediye eyledim yüz bin selamı
Kabul etmeyene külli ar olsun.
Mahdumunuz olan alnı kemerler
Beline kuşansın altın kemerler
Onlar da bizden selam umarlar
Senamız onlara bisumar olsun.
99
Elçin, 1988; 67
44
Biraderlerine çok selam söyle
İncitme onları rıfkiyle söyle
Selamı tebliğ et, cümlesin toyla
Cümlesi yerinde berkarar olsun.
Hususa içinde Ahmet Efendi
Zahire muhtardır, Muhdar’dır kendi
Zannederim o da sehabet bendi
Hüsnü hal üzere daim var olsun.
Sözümüz red olsa bizlere vaydır
Muradım at değil bir doru taydır
Dilersen akçesin peşince saydır
Geri kalsın deyen derbeder olsun.
Bazıları dediler kendin varmalı
Farsakların yüzün batmalı
Evvela akçeyi peşin vermeli
Bazı kimselerin eli dar olsun.
Ben dedim ki âdem âdemi bilir
Hocanın üstüne para mı kalır
Dilerse akçesin peşin alır
Sözün bilmeyenler turumar olsun.100
1.2.2. Türkü
Türkü kelimesinin sözlükte anlam karşılığı olarak; hece ölçüsüyle yazılmış ve halk
ezgileriyle bestelenmiş nazım şekilleridir. 101 Divan-ı Lügati’t Türk’te Türkü türü için “ır” ve
“yır” terimleri kullanılmıştır. 102 Türkü diye adlandırdığımız bu tür aslında Türklerin siyasi,
sosyal, kültürel boyutlarıyla yaşamın her safhasında varlığı kabul edilmiş bir birikimdir.
103
Türküler genellikle herkesin anlayabildiği ortak, sade, süssüz ve halk dilinde hece vezni ile
söylenip yazıya geçirilmiştir. Az da olsa aruzla yazılmış türküler de mevcutken hece ile
oluşturulmuş türküler mani ve koşma tipine bağlı olarak şekil özellikleri gösterir. 104
100
Kaynak Kişi; Nuri Çoban (22.05.2028)
Yeşil, 2014: 58
102
Akkoyunlu, 2014; 88
103
Yakıcı, 2013; 44
104
Yeşil, 2014: 58
101
45
Halk Edebiyatı’nın sık olarak kullanılan bir şekli de sözlü ve yazılı olarak karşımıza
çıkan halkımıza ait türkü yani ezgilerdir.
105
Haytalar arasında özel olarak bestelenen ezgi
anlamına gelen türkükler, genellikle bütün halkın anlayabildiği bir dilde, kulağa hoş gelecek
şekilde icra edilmektedir.
Yörede söylenen türkülerin çoğu yaşanmış olaylardan kaynaklanır. Ölüm olaylarının
ardından kişisel ve topluca, acıyı anlatmak amacıyla ağıtlar yakılır.
106
Ölünün sağlığında
yaptığı olumlu yönleri maniler şeklinde anlatılır. Manileri tezimizde ayrı bir bölümde
aktaracağız.
1.2.2.1. Antalya’nın Mor Üzümü
Mor üzüm Anadolu’nun çeşitli yerlerinde yetişebilen bir meyvedir. Fakat mor üzüm
yetişiminde iklim şartlarının en uygun olduğu yer Antalya’dır. Anadolu hatta dünyanın çoğu
ülkesine mor üzüm Antalya’dan gönderilmektedir. Bu yüzden mor üzümün Antalya’nın tarım
ekonomisinde oldukça hatırı sayılır bir yeri vardır. 107 Maddi olarak değerli olan mor üzüm
için muhtemelen tarım işçileri arasında icra edilmiş bu türkü zamanla Hayta Yörükleri
arasında yer edinmiş ve dilden dile aktarılmıştır. Türkünün sözleri şu şekildedir;
Antalya'nın mor üzümü
Severler selvi uzunu aleylim
Hoca efendimin küçük kızını
Seven kollar yorulur mu aleylim
Antalya'nın kuyuları derin
Çayır çimen kıyıları serin
Avdan gelir emmioğulları
Antalya'nın altı bakır üstü çakıl
Atlar gelir çakıl yoldan aleylim
Sevdiğimin gözü çakır
Sarsam ne zaman
Sevsem ne zaman aleylim.
105
108
Boratav, 2000; 36
Oğuz, 1993; 48
107
Kartalcık, 2008: 28
108
Kaynak Kişi; Ali Çakmak (25.09.2018)
106
46
1.2.2.2. Altındandır Kapısının Eşiği
Altındadır kapının eşiği
Yan yanadır anacığımın döşeği
Benim yârim Antalya’nın çiçeği
Al karanfil mor şişede ıslanır
Bir gün deli gönül uslanır
Nazlı yârim pencereden bakıyor
Hasta olmuş döşeklerde yatıyor
Hekim gelmiş yarasına bakıyor. 109
1.2.2.3. Yayla Yolları
Yayla yollarında yürüyen gelin
Allı şalvarını sürüyen gelin
Ünledim Ayşe diye
Odayı döşe diye
Ünledim Fatma diye
Kaşların çatma diye
Yanıma gelsin diye
Yayla yollarında biter naneler
İnce belli kız doğursun anneler
Ben varmam oralıya
Orada duralıya
Allah nasip eylesin
Davullu zurnalıya
Yayla yollarında menevşe açmış
Sevdiğim o güzel ellere kaçmış
Ben varmam inekliye
Yoğurdu sinekliye
Allah nasip eylesin
Omuzu tüfekliye. 110
109
110
Kaynak Kişi; Nuri Çoban (22.05.2028)
Kaynak Kişi; Esma Kökalp (30.07.2019)
47
1.2.2.4. Gökte Yıldız Yüz Altmış
Gökte yıldız yüz altmış
Mevlam neler yaratmış
Anasını çerden çöpten
Kızını huri melek yaratmış
Gökte yıldız ellidir
Ellisi de bellidir
Küçükken yar sevenin
Gözlerinden bellidir
Gökte yıldız sayılmaz
Çiğ yumurta soyulmaz
Yâri güzel olanın
Yüreğinde yağ olmaz. 111
1.2.2.5. Konyaltında Hasırım
Konyaltında hasırım
Despina’ya yesirim
Despina’m halı dokur
Mekiğe masurum
O yana döner sar beni
Bu yana dönünce sor beni
Sağ yanım yastık ister
Sol yanım sevdiğimi diler. 112
1.2.2.6. Ah Kurşunlu’ya Giderken
Osman Kaya, Aksu’nun Topallı köyünde oturan bir gençtir. Çobanlık yaptığı için
sabahtan akşama kadar davar sürüsü güder. Çobanlık yaptığı için yakın köylerde gezer.
Kurşunlu köyünde yaşayan Dudu’ya âşık olur. Dudu da onu Osman’ı sever ama hayatın
şartları ve aile baskısı nedeniyle birbirlerine açılamazlar. Dilden dile dolaşan aşkları bilenler
tarafından saygı görür. Bu iki genç birbirlerine kavuşamazlar, her ikisi de farklı kişilerle
evlenmek zorunda kalırlar. Ne var ki kavuşamayan âşıkları anlatan bu türkü şimdilerde Aksu
düğünlerinde oyun havası olarak çalınmaktadır. 113
111
Kaynak Kişi; Şerife Yıldırım (01.08.2019)
Kaynak Kişi; Nuri Çoban (22.05.2028)
113
Kaynak Kişi; Emine İçtüzer (02.08.2019)
112
48
Ah Kurşunlu’ya giderken
Yolda bayram ederken
Ben Dudu’ya vurgun oldum
Dağda keçi güderken
Ah Kurşunlu’ya giderken
Gök cevizdir yedikleri
Hiç aklımdan gitmiyor
Dudu kızın dedikleri
Ah Kurşunlu’ya giderken
Suyu arğa böğerler
Seviğim kalk gidelim
Öldürmezler en fazla döverler. 114
1.2.2.7. Çubukbeli Türküsü
Çubukbeli türküsü bir Antalya türküsüdür. Hayta Yörükleri bu türküyü çok severler ve
düğünlerde dinlemek için çok isteklerde bulunurlar. Çubukbeli türküsünün Serik ilçesinde
ortaya çıktığına dair kayıtlar vardır. Serik'in bir köyü olan Karıncalı Köyü'nde Yanıkoğlu
Şevket adlı biri yaşamış. Çubukbeli türküsü bu kişiye aitmiş. Türkü Yanıkoğlu Şevket'ten,
onun oğlu olan ve Cevat Ağa diye de bilinen Cevat Uyanık tarafından derlenmiş. Yani oğul,
babasının türküsünü derlemiş. Bununla birlikte türkünün babaya değil tamamen oğula ait
olduğunu söyleyen kayıtlar da mevcut. Bu kayıtlara göre Çubukbeli türküsü müziğiyle ve
sözleriyle tamamen Cevat Ağa'ya ait. Yani Çubukbeli türküsü derleme değildir.
Çubukbeli türküsünde Cevat Ağa yörüklerin göçünü anlatır. Türküde ayrıca bir yörük
olan Akçakız'dan söz eder. Akçakız'ın gerçek olup olmadığı bilinmez. Yani Cevat Ağa'nın
onu gerçekten görüp görmediğine ya da hayalinde yaratıp yaratmadığına dair bir bilgi yoktur.
Yalnız Cevat Ağa'nın Akçakız'a yaklaşamadığı bilinir.115 Aksu Hacıaliler köyünde dilden dile
dolaşan bu türkünün sözleri şu şekildedir;
“Çekemedim Akça kızın göçünü; of göçünü
Sırma saçlar bırak dövsün döşünü; ah kız döşünü
Gülüver de göreyim sırma dişini de of dişini,
Yol ver Çubuk Beli geçeyim; geçeyim ah kız geçeyim
Hey, hey, Yaylaların yeli soğuk esmez mi, of esmez mi?
Sevdiğim de rüyalara girmez mi ah kız girmez mi?
114
115
Kaynak Kişi; Emine İçtüzer (02.08.2019)
Çimrin, 1984: 431
49
Yol ver bana çubuk beli geçeyim
Ah kız geçeyim. 116
1.2.2.8. Çaybaşına Bostan Ektim Yayıldı Türküsü
Çaybaşı Antalya Merkez’de bir semttir. Doğu Garajı ile Burhanettin Onat Caddesi
arasında yer alıyor. 1900’lü yıllarda Hayta Yörükleri buralara gelip ekin ekerlermiş. Daha
sonra ise erkekler tarlalarda çalışmaktan yorgun düştükleri için o zamanların meşhur ‘Çaybaşı
Kahvehanesi’ne gidip soluklanırlarmış.
117
Bu türkünün sözleri de soluklanma molalarında
sazlarını alıp doğaçlama söyledikleri sözlü icralarından kalmadır. Türkünün sözleri şu
şekildedir.
Çaybaşına bostan ektim yayıldı
Efe başı aman bir bıçakta
Gadınım da gözümde bayıldı
Gitme dedi aman aman
Yâr boynuma sarıldı
İnme durnam enme susuz da selsiz
Gadınım da çöllere
Ben ölürsem aman meyil verme
Güzelim de ellere
İstanbul'a aman aman
Cura yazdım saz geldi
Telli potin aman gar topuğa
Gara gözlüm dar geldi
Sevip sevip aman aman
Ayrılması zor geldi
İnme durnam enme susuz da selsiz
Gadınım da çöllere
Ben ölürsem aman meyil verme
Gadınım da ellere.”118
116
Kaynak Kişi; Veli Altıntaş (22.05.2028)
Kaynak Kişi; Nuri Çoban (22.05.2028)
118
Kaynak Kişi; Veli Altıntaş (24.06.2019)
117
50
1.2.2.9. Deniz Dibinde Hatce’m Türküsü
Bu türkünün öyküsü şu an Alanya ilçesine bağlı Avsallı köyünde yaşayanlar arasında
icra etmiştir. Avsallı köyü Alanya’ya yirmi kilometre uzaklıkta bulunur. Burası 1950’lere
kadar bir köyken daha sonra işler kolay yürüsün diye devlet tarafından belediye kurulmuş ve
şimdilerde Alanya ilçe sınırları içerisinde turizm adına önemli bir yere sahip olan köy
olmuştur. Avsallı çevresi bağ ve muz bahçeleri bulundurur. Avsalların merkezinde duvara
bitişik ve iki ağızlı çeşmesi olan bir ev vardır. Bu ev türkünün asıl konusu durumuna gelmiş
Hatice’nin evidir.
Hatice ailesinin zoruyla görücü usulü evlenmiş, çoluk çocuk sahibi olmuş bir kadındır.
Dilden dili, köyden köye dolaşmış bir güzelliğe sahiptir. Avsalların ismi bilinmez bir çobanı
da her gün davar sürülerini Hatice’nin evinin kenarındaki sulak yerde otlatırmış. Hatice bir
gün çamaşırlarını yıkayıp döverken çobanı görmüş. Evli olmasına rağmen çobana abayı
yakmış, sırılsıklam âşık olmuş. Gel zaman git zaman çoban da kalbini bu evli güzeller güzeli
Hatice’ye bahşetmiş. Günler su gibi akıp geçerken bu kara sevda kör bela gönüllerine ateş
olmuş. Evli ve çoluk çocuk sahibi Hatice ise gönlüne engel olamayıp gözünü karartmış.
Zamanın şartlarında sadece erkeklerin rızası alınarak boşanma olduğu için Hatice görücü
usulü evlendiği kocasından boşanamamış ve çareyi kaçmakta bulmuştur. Çoban, sevdalısı
Hatice’yi alıp Aksu kazasının Murtana köyüne yerleşir.
Bu hadisenin cereyan etmesinden bir yıl sonra da Türkler kazasından başka bir Hatice
isimli kadın, Hasan Emmi’nin Osman adında oğuluna kaçmıştır. İki Hatice’nin de kara sevda
uğruna kaçmaları artık bu köylerde Hatice ismini bebeklerine koyarken çekinmelerine sebep
olmuş ve bu nesilden nesile aktarılarak türkü halini almasına sebep olmuştur. Murtana; Hayta
Yörüklerinin mesken tuttuğu, yaşadığı bir köydür. Olayın geçmesi sebebiyle midir bilinmez
ama Hayta Yörükleri arasında yaygın bir türküdür. Türkü sözleri şu şekilde icra edilir;
“Denizin dibinde hatcam demirden evler
Ak gerdanın altında da çiftedir benler
O kınalı parmaklar da o beyaz eller
Yolcuyu yolundan eyleyen dilber
Ovalara duman çökmüş göremedin mi?
A kız kendi saçını öremedin mi?
Dalga dalga dalga dalga dalgalanıyor
Hatçayı görenler sevdalanıyor
Arvallı'nın önünde de pınarlar harlar
51
Hatçam çıkmış pencereye ay gibi parlar
Ben hatçamı yitirdim de dumanalı dağlar
Gözlerimin pınarları durmadan çağlar
Alçaklara karlar yağmış yükseklere buz
Gel seninle gezelim ince belli kız
Onu onu onu onu onu onuna
Ben de yandım hatçenin mor fistanına.
Yüce dağ başına hatçam ekin ekilmez
Yağmur yağmayınca anam kökü sökülmez
Ellerin köyünde hatçam kahır çekilmez
Doldur ağıları içelim hatçam
Ovalara duman çökmüş göremedin mi?
A kız kendi saçını öremedin mi?
Dalga dalga dalga dalga dalgalanıyor
Hatçayı görenler aman sevdalanıyor
Dalga dalga dalga dalga dalgalanıyor
Hatçayı görenler aman sevdalanıyor.” 119
1.2.3. Ninni
Annelerin yavrularını uyutmak veya mahur kılmak maksadıyla mırıldandığı “şiir”
manasına gelen ninni, Türk Edebiyatı içersinde Anonim ürünler içersinde irdelenen bir nazım
türü kabul edilebilir. 120 Türk Edebiyatı’nda ninni türüyle ilgili ilk bilgilere “Divanü Lügati’tTürk”te rastlamaktayız. Divanü Lügati’- Türk’te ninni türü için “balu balu” ibaresii geçer ve
bu ibareyle ilgili olarak Mahmud, “Analar beşikte bebelerini mayıştırmak için söylerler.” der.
Türk Dünyasında ve Anadolu coğrafyasında annelerin söyledikleri ninnilerde genellikle
annenin yavrusuna duyduğu sonsuz sevgiyle birlikte çocuğu için dualar ve nasihatlerden
oluşur.
121
Bütün Anadolu Yörükleri arasında olduğu gibi Aksu yöresinde yaşayan Hayta
Yörükleri arasında da yüzyıllar boyu nice nesiller, annelerinin kucağında onların söyledikleri
ninnilerle büyümüşlerdir.
Bu ninnilerin söylenişinde bazen en büyük neşe, bazen de derin bir hüzün vardır.
Bebeğin uyuması için lazım olan ninniler vazgeçilmez bir ihtiyaçtır. Aksu Yöresi Hayta
Yörükleri arasında yapılan tez çalışmamızda tespit edebildiklerimizi bu bölümde aktaracağız.
119
Kaynak Kişi; Veli Altıntaş (24.06.2019)
Elçin, 2008; 72
121
Alptekin, 2011; 126
120
52
“I. Hey eşekler eşekler
Fırında pişen pideler
Yedi yedi doymadı nineler
Hani bize nerde dediler
Kızına uyku verdiler.”122
“II. Gökte yıldız oynuyor
Gözüm yavruma doymuyor
Ellerde yavruma doymuyor
Ellerde yavru çok amma
Benim yavrum uyumuyor
Ninni, ninni bebeğim ninni.”123
III. Bebeğin beşiği çam ağacından
Yuvarlandı düştü cam kenarından
Bey babası gelir Ağrı Dağı’ndan
Nenni, nenni yavrum, nenni.124
IV. Hayta’nın oyunları
Çayır çimen karaları
Avdan gelir dayıları
Tavşan kovar tazıları nenni
Küçükoba’nın kestanesi
Okka basar beş tanesi
Yavrum annesinin bir tanesi.125
1.2.4. Ağıt
İnsanlığın ortak kederinin canlı bir şekilde ifade edildiği ağıtlar insanların acılarını
biraz da olsa hafifletebilmek ve kaybettikleri kişileri hatırlayabilmek için birer sembol
olmuşlardır. 126 İnsanoğlunun ölüm gerçeği karşısında sevdiği bir varlığını kaybetmesi üzerine
hissettiği korku ve üzüntü haline bağlı feryat ve isyanlarını ifade ettikleri söz ve ezgilerin
122
Kaynak kişi; Arife Levent (15.05.2018)
Kaynak kişi; Arife Levent (15.05.2018)
124
Kaynak kişi; Teslime Altıntaş (13.02.2018)
125
Kaynak kişi; Arife Levent (15.05.2018)
126
Görkem, 2001; 19
123
53
genel adıdır. Ağıt terimi bir törene bağlı olsun veya olmasın acıklı bir olayı konu olarak ele
alır. Ölüm olayını hatırlatmaya ve o acı hissi yaşatmaya yönelik söylenirler.
Ağıt bir ölüm olayı üzerine belli bir geleneğe uyularak yapılan törenlerde yakılmış ve
acı hissiyatı üzerine söylenmişlerdir. Türk Dünyası üzerinde söylenmiş ilk ağıt örneğini
Divan-ı Lügati’t Türk’te “Sagu” olarak geçen Alper Tunga’ya ithafen söylenmiş feryat olarak
karşımıza çıkmıştır. Eski zamanlarda var olan ağıt türü zaman içerisinde türküleşmiş Hayta
Yörükleri arasında türküleşmiştir. Hatta zaman içinde bu ağıtlar acı hissiyatını kaybedip bazı
kutlama törenlerinde söylenmeye başlanmıştır.
Ağıtlar belli bir ezgiyle dile getirilir. Ölüm; acı gibi konularda söylenen iki türün
ayrımı tamamen ezgileriyle ayrılırlar. Ağıtlar hece vezniyle söylenir. Mani, destan, türkü
şekillerinde olmaktadır. Yöreye göre değişmekle beraber 7,8 ve 11’li hece ölçüsüyle söylenir.
Sözlü kültürde yaşayan ağıtlar çağlar boyu değişmiştir. Değişen ve gelişen milletle birlikte
ağıtlar da şekil ve biçim özelliği kazanmıştır. 127
“Ağıt terimsel anlam olarak; bir acıklı olaya bağlı gelişen konular bütünüdür. Ağıt
metni bu acıklı olayı her daim canlı tutmaya ve tüm içeriğiyle o acıyı anımsatmaya meyilli
metinlerin tümünü kapsar.”128 İnsanların, vefat etme korkusu karşısında dile getirdikleri
çaresizlik olgusunun anlamlandırılmasıdır bir nevi ağıt. Terim olarak karşılığı “Ağlamak”
eylemini niteler. Ağıt söylenmesine neden olan duygular evrenseldir bu yüzden ağıt yakma
olgusu tüm Anadolu’nun geçmiş ve şimdiki kültüründe olduğu gibi Aksu çevresinde yaşayan
Hayta Yörükleri arasında da varlığını korumaktadır.
Sözlü ritüellerde töreni adlandırmak veya ağıt diye nitelendirilen acı çığırışları ve ona
özgü ezgisini isimlendirme için kendine has söylemler vardır. Ancak bu söylemlerde kesin bir
anlamlandırma yoktur. Ağıt kelimesi yerine Hayta Yörükleri bazen acıklı türkü, deme, bozlak,
gelin ağıtı, gelin yası, ölüm acısı gibi terimler de kullandığını gördük. Genel olarak ölenin
arkasından kadınların söylediği bozlaklarda, vefat edenin yaptığı hayırlı işler, iyi özellikleri,
kalbinin güzel oluşu anlatılır. Bu acıklı türkülerde hiçbir zaman vefat eden kişinin kötü
özellikleri dile ve küçük düşürücü sözler dile getirilmez. Bazı bozlaklarda ise, bireyin vefat
etmediği gibi düşünülerek yaptığı işlerden, giyinişinden, vb. bahsedilmiştir. Bu bölümde Aksu
çevresi köylerinde yaşayan Hayta Yörükleri arasında kaydettiğimiz ağıtlardan örnek
sunacağız.
127
128
Oğuz, 1993; 47
Artun, 2008: 32
54
1.2.4.1. Bebek Ağıtı
Antalya yöresinde yaşayan Haytalar arasında yaygın olan ağıtlardan biri Bebek
Ağıtı’dır. Anlatılanlara göre, Antalya’nın Aksu ilçesinden yaylak olarak gittikleri Elmalı’da
bir ananın yedi yılsonunda nihayet Ali isimli bir oğlu olmuştur. Oba Aksu’dan Elmalı
yaylasına göçmektedir. Çocuk bir kundağa sarılı olarak bir devenin üzerine konmuştur.
Yolculuk sırasında nasılsa, ormanda ağaçlardan birine takılan kundak, dalda asılı kalmış, daha
sonra Elmalı’ya varılınca mola yerinde çocuğun yokluğu fark edilmiştir. Geri dönen oba
yiğitleri, onun ancak kanlı kundağını bulabilmişler; yırtıcı kuşlar çocuğu bu arada
parçalamışlardır.129 Bu obanın Hayta ya da Kötekli Yörükleri olabilecekleri düşünülmektedir.
Bu yüzden bu ağıt Hayta Yörükleri arasında önemli bir yere sahiptir. Ağıtın sözleri şu
şekildedir;
“Elmalı'dan çıktım yayanan
Dayan hey diz kemiklerim dayan
Emmimin atı var dayıcığım yayan
Bebeğim beni mahveyledi
Yaktı yaktı canımı külden eyledi
Bel bezini ağaç dalında bulduğum
Adını Ali koyduğum
Yedi yılda zor bulduğum
Bebe canımı mahveyledi
Yaktı derinimden kül eyledi
Gökte bulutlar ağlaşır
Kuzgunlar ulur düğüşür
Çadırda düşman gülüşür
Bebem beni mahveyledi
Yaktı bağrımı kül eyledi
Devran var deveden yüce
Deveye yükledim konar göçe
Ni ideyim anam nide
Bebem beni mahveyledi
Yaktı ciğerimi kül eyledi
Kaynanam üstümde şalvardan
Devesinde oğlanı aladan
129
Kaynak kişi; Teslime Çetin (19.05.2018)
55
Yad etmez Yörük kabasından
Bebem Ali beni mahveyledi
Yaktı bağrımdan kül eyledi
Tabancamın yorgan ipi
Babamdır aşiretin beyi
Kanlı mı oldu Beydağı
Bebem beni mahveyledi
Yaktı canımı kül eyledi”
Otağı davar kılından
Çadırından çıkmaz bağından
Kurtulamam kayınatamın dilinden
Bebem Ali beni del eyledi
Yaktı bağrımı canımı kül eyledi. 130
1.2.4.2. Eşini Askerde Kaybeden Bir Kadının Ağıtı
Ağlarım oğlum özümden
Esme esen, yağma yağmur
Kanlar domurdu gözümden
Koz dibinde Esadım var
Ben de ayrıldım Allahım
Hoşundu tifo derdi hoşundu
Pek çok sevgili kuzumdan
Gel git yavrum ayakların üşüdü
Pek sevdiğim bal bülücüm
Hepisinin içinde sevgisi baş idi.
Yanakları al bülücüm
Anan sensiz duramayacak
Öpmeye kıyamazken
Sevmeye doyamazken
Yitirdim güzel bülücüm
Toprağa döşediğim bülücüm.
Deydi mi ki nazar bülücüm
Durmaz anan aklını bozar bülücüm.”131
130
Kaynak Kişi; Teslime Çetin (19.05.2018)
56
Öldüm Allah yana yana
Çıktığım merdiveni ine ine
Ben bu kaderi ne işleyeyim.”132
1.2.4.3. Kocası Vefat Etmiş İki Aylık Gelinin Kocasının Ardından Yaktığı Ağıt
Al dediler gül dediler,
Al başıma dul dediler.
Eyiye kötüye gayıl ol dediler,
Eyiye kötüye gayıl olamazsan,
Geldiğin yolu bul dediler.”133
1.2.5. Mani
Türk sözlü kültüründe önemli bir yere sahip olan mani Anonim Halk Edebiyatı
içerisinde değerlendirilir ve grubun en küçük yapılı türü olarak kabul edilir. Mani sözcüğünün
kelime karşılığı sözlükte; “dört mısralı ve kendine mahsus makamları olan manzume” olarak
geçer.
Anadolu ve dünyanın çeşitli yerlerinde yaşayan Türk boyları içerisinde mani söyleme
geleneği yüzyılların deneyim ve tecrübelerinden süzülerek şekillenmiş belirli kurallara
bağlanmış ve kuşaktan kuşağa aktarılmıştır.
134
Mani geleneği atalarımızın tecrübelerinden
süzülerek şekil almış, belirli kuralları belirlenmiş, kuşaktan kuşağa aktarılarak günümüze
ulaşmış bir gelenektir. Manilerde Anadolu insanının düşünce dünyanı ve yapısını, hayat
felsefesini görmek mümkündür. Mani geleneği, islamiyetten önce yaşayan Türk
toplumlarından günümüze kadar sürmüştür. Türklerin günlük yaşamlarını, bayramlarını,
düğün geleneklerini, toplumun inancını hatta Türklük bilincini mani türünde görmek
mümkündür. Ayrıca yöresel, geleneksel izleri manilerde görülür. 135
Mani ve benzeri edebiyat ürünlerinde halkın ortak kültürleri gözler önüne serilir.
Bahsettiğimiz mani türü 7 veya 8’li hece ölçüsüyle ve genellikle 4 mısradan oluşacak şekilde
icra edilir. Manzum eserler olan mani türü geçmişe göre Hayta Yörükleri arasında eskiye
oranla önemini kaybedip azalmaya başlamıştır. Haytalar arasında maniler genellikle; ekin
131
Kaynak Kişi; Teslime Altıntaş (20.03.2018)
Kaynak kişi; Arife Levent(15.05.2018)
133
Kaynak kişi; Teslime Çetin (21.03.2018)
134
Artun, 2006; 11
135
Elçin, 2001; 15
132
57
ekerken, davar güderken, hasat yaparlarken ya da bayramlarda, düğünlerde, Hıdırellez ve
Nevruz gibi Türklerin önem arz ettiği günlerde söylenmektedir. 136
Genellikle düğünlerde, bayramlarda ve toplantılarda söylenen maniler dört mısralık
bağımsız şiirlerdir. Hayta Yörükleri arasında yaygın olan mani söyleme geleneği özellikle
bayramlarda ve kendi aralarında taşlamalarda icra edilmektedir. Haytaların ortak malı olarak
kabul ettikleri bu maniler; sevgilerini, sitemlerini ve taşlamalarını anlatır. Hayta Yörükleri
arasında çok sıklıkla söylenen manilere örnek vermek gerekirse;
“Karpuzun kökeniyim
Dibine dökeniyim
Güzelle başım bozgun
Çirkine tövbeliyim.” 137
“Masa üstünde bıçak
Bıçak sapından tutulacak
Anne haberin olsun
Abim kız kaçıracak.”138
“Al çuha boydan artar
Yüzük parmağı tartar
Benim yarim çok güzel
Baktıkça ömrün artar.”139
Makinemin ipliği
Sökülmüyor diktiği
Benim sevdiceğim
Azaplar’ın kekliği.140
Kavun var karpuz var
Üstümde ev hali var
Bana böyle zulüm etme
Vallahi vebali var.141
136
Yeşil, 2014: 56
Kaynak kişi; Arife Levent (15.05.2018)
138
Kaynak kişi; Arife Levent (15.05.2018)
139
Kaynak kişi; Fatma Çakmak (16.05.2018)
140
Kaynak kişi; Serdar Aynalı (14.05.2018)
141
Kaynak kişi; Ali Aynalı (14.05.2018)
137
58
“Antalya’dan almışım toz kınayı
Mekke’den de bal tadında hurmayı
Yakma anam yakma sen bu kınayı
Yaktığın kınaya pişman olursun”. 142
1.3. Küçük Ürünler
Çalışmamızda küçük ürünlerden kastımız, herhangi sınıflandırmaya dahil olmayan
belli başlı sözlü ürünlerdir. Küçük ürünler diye adlandırdığımız ürünler arasında; bilmece,
atasözleri, deyimler, dualar ve ilençler bulunmaktadır.
1.3.1. Bilmece
İnsanı eğlendirip hoşça vakit geçirmesini sağlayan, soyut ve somut olguları ayırt
etmesine yardımcı olan bilmeceler dolaylı anlatımlarıyla da bireyi düşünmeye sevk eder.
Kendine özgü şekli, anlatımı ve kuralları olan bilmeceler geçmiş tarihin izlerini taşır ve
yaratıldığı halkın kültürünü gelecek nesillere taşır. Sade görüntülerinin ardında derin bir mana
taşıyan bilmeceler halkın manevi değerlerini de içinde barındırır. 143
Bilmece; her türlü kavram, olgu veya nesneyi buldurmak için sorulan sorulardır.
Kendi kuralları çerçevesinde manzum mensur karışık şekilde icra edilen bilmeceler
kalıplaşmış söz gruplarından oluşur. Bu söz grupları ses benzerliğinden dolayı dinleyen kişiye
şiirsel bir yapı arz eder. 144
Bilmeceler yüzyıllardan beri Türk Folkloru’nun değişmez bir özelliği olarak nesillere
aktarılmak yoluyla dillerde dolaşmış ve yedisinden yetmişine kadar bütün Haytalar arasında
sosyal yaşantıya ayrı bir tat ve renk katmıştır.
İnsan Uzuvlarıyla İlgili Bilmeceler
“Başa yapışık, iki sapsız kaşık. (Kulak)
Küçücük mil taşı, dolaşır dağı taşı. (Göz)
Benim bir oğlum var, yer yer doymaz. (Ağız)
Biz biz idik. 32 kız idik. Ezildik, büzüldük; iki duvara dizildik. (Diş)
Altı mermer üstü mermer. İçinde bir gelin oynar (Dil)”145
Doğa İle İlgili Bilmeceler
“Ev üstünde yarım çörek. (Ay)
Karşı tarafından bakınca çok, yanından baktım zerre yok. (Duman)
142
Kaynak kişi; Ali Aynalı (14.05.2018)
Öksüz, 1995, 61
144
Balta, 2013; 12
145
Kaynak kişi; Ali Çakmak (16.05.2018)
143
59
Orta tarafı ateş, üstüde bir taş, içinde milyonla kol baş. (Dünya)
Mavi bir atlas, içine iğne soksan batmaz, makas bile kesmez, terzi ise hiç biçemez.
(Gökyüzü)
Eli yok ayağı yok ama hep kapı açar. (Rüzgâr)”146
Meyvelerle İlgili Bilmeceler
“Dal içinde yeşil yaprak ucunda kilitli sandık. (Ceviz)
Bir yeşil fidan, içi doldurulmuş kesede mercan. (İncir)
Sarı sarı sarkar, daldan düşerim diye korkar.(Kayısı)
Sıra sıra dükkanlar, içinde bezirganlar. (Keçi Boynuzu)
Hanım kadın uyandı, camdan cama dayandı. Cam yere düştü patladı, yerde kana
boyandı. (Nar)”147
Eşyalarla İlgili Bilmeceler
“Küçücük mezar, dünyayı gezer. (Ayakkabı)
Kıllı uyanıp esnedi, çıplak korktu yorganın altına gizlendi. (Çorap)
Parmağı var kanı yok, yünden damarı var canı yok. (Eldiven)
Kara davar çöküp oturur, zülfünü döküp kurulur. (Çadır)”148
Diğer Bilmeceler
“Nar tanesi nur tanesi, dünyanın bir tanesi. (Kur’an-ı Kerim)
Bir adam bin kişiyi yatırır. (İmam)
Babasının uzun oğlu. (Sera Bacası)”149
1.3.2. Atasözleri
Türk dilinin en büyük zenginliklerinden biri hiç şüphesiz ki, dünyanın hemen hiçbir
dilinde böylesine bol olmayan; hepsi birbirinden güzel atasözleridir. Asırlar önce yaşamış
dedelerimizden, ninelerimizden şimdiki zamana kadar gelen, belli yargı ve eylemler
barındıran, söyleyeni belli olmayan özlü sözlerdir.
150
Halkın yüzlerce yıllık yaşam
deneyimlerinden doğmuştur. Biz bu bölümde, Hayta Yörükleri arasında en çok kullanılan
atasözlerini dermeye çalıştık.
-
Çoban isen yalı dibinde kışla, ileşber isen ağustosta tarlayı üçle, geçincemeyi
bozacaksan karıyı ikile.
146
Kaynak kişi; Ali Aynalı (25.02.2018)
Kaynak kişi; Ali Aynalı (25.02.2018)
148
Kaynak kişi; Ali Aynalı (14.05.2018)
149
Kaynak kişi; Arife Levent (15.05.2018)
150
Boratav, 2013; 88
147
60
151
152
-
Bin ağız bir olursa, bir ağız boka döner.
-
Taç giyen baş akıllanır.
-
Ek buğdayın hasını, çekme yokluk yasını.
-
Babıç burnundan insan ağzından eskir.
-
Kuş düneğinde korkmaz.
-
Yazın başı pişenin, kışın aşı pişer.
-
Harman kabarır sahibi kubarır, kara kile verir haberi.
-
Gündüz yağar gece açarsa yıl fenası, tüyü sarı, gözü gök olursa kul fenası.
-
Yıkılacak dağa, dayak dayanmaz.
-
Öğleden sonra gün uzamaz.
-
Yar yıkıldığı yerde tozar.
-
Başlanan iş uçlanır.
-
Öküz çift sorarken köpeğin boynu ağrır.
-
Çok sıpa başında ipimiz kaldı.
-
Fakirin tavuğu tek yumurtlar.
-
Alçak alaftan su içmez.
-
Katran kaynatmazla olmaz şeker, cınsının s…. cınsına çeker.
-
Yırtıcı kuşun alayı bulunmaz.
-
Sığır bızalayamadığında, öküzün kıçı acırmış.
-
Her daşın bir keleri vardır.151
-
Goduklu eşekle, çocuklu karıyla yola çıkanın hali bu kadar olur.
-
Yüksek dağlara yıldırım düşer.
-
Devenin yükünden onmayan eşeğinkinden hiç onmaz.
-
Her koyun bir çubukla dövülmez.
-
Her üren köpeğe taş atılmaz.152
-
Akrabanın önünde eşeğinin kuyruğunu dahi kesme, kimi kısa der kimi uzun.
-
Sülalenin akıllısı ailenin dümeninden uzak kalır.
-
Ben çalarım zurnayı, o toplar parayı.
-
Denizde darısı olanın yaylada havası olur
-
Sen ağa, ben paşa, bu ineği kim sağa.
-
Züğürt olup düşünmektense uyuz olup kaşınıp kaşıtmak yeridir.
-
Zenginin horozu bile tavuk gibi yumurtlar. 153
Kaynak Kişi; Serdar Aynalı (22.05.2018)
Kaynak Kişi; Veli Altıntaş (03.03.2018)
61
1.3.3. Deyimler
Antalya, turizm sayesinde Türkiye’nin birçok kentine oranla oldukça dışa açık bir kent
olmasına karşın, kentin kırsal kesimlerinde yöreye özgü birçok deyim yaşamaktadır. Hayta
Yörükleri’nin yaşadıkları yerler olarak Güzelbağ, Hacıaliler, Yurtpınar, Altıntaş, Azaplar gibi
köylerde bu deyişler oldukça fazla kullanılmaktadır.
-
Elini erdirmemek
-
Kepeğ varsa, köpeğide var olmak
-
Aslanı kediye boğdurmak
-
Çerçi sakızı gibi geveleyip durmak
-
Koyun yayıldı, koşu dağıldı.
-
Alvardaya çatma koşmak 154
-
Ek buğdayın hasını, çekme yokluk yasını
-
Davulun öttüğü yere, dumanın tüttüğü yere gitmek
-
Yeninden alıp yakasına yamamak
-
Her harmanda dirgen yemek
-
Boynuz kulağı kor geçmek
-
Bal yapmaz arı gibi vızıldamak. 155
1.3.4. Dualar (Dilekler) ve Beddualar (İlençler)
Dua ve beddualar diye adlandırdığımız söz öbekleri; bir medeniyetin maddi ve manevi
kültür öğelerini, hayat felsefesini, inanmalarını yansıtan; kısa, öz, etkileyici özelliği bulunan,
anlam yüklü kalıplaşmış cümlelerdir. 156 Dua yani Alkışlar mutluluğu, minnettarlığı, karşıda
söylenen kişiye sevgi ve saygıyı dile getirirken; Beddualar diğer bir adıyla kargışlar ise acı
hissiyatını, kin ve öfkeyi, söylenen kişiye duyulan intikam duygusunu ele alır. Sevdiklerine ve
hoşnut olduklarına, en içten dileklerini sunan Arapçadan dilimize geçen “Dua” kelimenin
anlamı “çağırmak” olarak nitelendirilir. Terim olarak ise; Allah’a yalvarma, yakarış ya da
ibadet etme ve yakarma amacıyla okunan dinsel metinlerdir.
157
Hayta Yörükleri arasında
geçiş dönemlerinde yapılan bazı uygulamalarda; müzik eşliğinde ya da müzik olmadan
kişilerin içinde bulundukları durumu ifade etmek ya da ruh hallerini yansıtmak için geçiş
törenlerinde dualar okunur. Aksu yöresinde kullanılan ilençler arasında en yaygınları şu
şekilde sıralanabilir;
153
Kaynak kişi; Ali Aynalı (14.05.2018)
Kaynak kişi; Nuri Çoban (15.05.2018)
155
Kaynak kişi; Serdar Aynalı (14.05.2018)
156
Oğuz, 2001; 83
157
Boratav, 2013; 33
154
62
Alkış, Hayır Dua Örnekleri;
-
Acı yüzü görmeyesin.
-
Allah kimseyi aç, açık, yoklukta bırakmasın.
-
Bahtın, kaderin, yolun açık olsun.
-
Başına devlet kuşu kona.
-
Bereketi uludan olsun.
-
Beytullaha yüzün sürsün.
-
Bolluğun başından aşsın.
-
Ciğerine ateş düşmesin.
-
İstek çıran her zaman yakılı olsun.
-
Darlık yüzü görme.
-
Ekenin, doğuranın, sürenin eksik olmasın.
-
Ermişlerden olasın.
-
Evladınla hayırlı ömür yaşa.
-
Gurbete gitmeyesin.
-
Hatır soranların, su verenlerin çok olsun.
-
Hızır yol arkadaşın olsun.
-
Ateşin küllensin, bahçen güllensin.
-
Ömrün uzun kısmetin bol olsun.
-
Siftahı senden, bereketi Allahtan.
-
Tâlih kuşu başına konsun.
-
Üreyesin, türeyesin, hayırlara vesile olasın.
-
Allah yokluk yüzü göstermesin. 158
İlenç, Beddua, Kargış Örnekleri:
158
-
Adı batasıca.
-
Ağzına sapanla taş vursunlar.
-
Dilinden od çıksın.
-
Su verenin olmasın, ağzın kuru kalsın.
-
Ah diye inleyip kül eyleyesin.
-
Anan baban başının ucundayken yardım edemesin.
-
Ayağın çolak, başın kabak olsun.
-
Azrailin ocağına düşesin.
-
Bağrına kor ateş düşsün.
Kaynak kişi; Fatma Çakmak (15.05.2018)
63
159
-
Bahtın kararsın.
-
Çocukların ardından baka kalsın.
-
Saçına bit düşsün.
-
Başının derisinden davul etsinler.
-
Arefe pazarına çıkamayasın.
-
Ağzın kurusun da bir yudum su verenin olmasın.
-
Canın çıksın, canın cehenneme.
-
Ciğerine ateş düşsün.
-
Aşın olsun da yiyecek halin olmasın.
-
Elin aş, belin al kuşak görmesin.
-
Evine baykuşlar yuva etsin.
-
Çocuklarının hayrını görmeyesin.
-
Fidan iken devrilesin, boyun devrilsin.
-
Gidişin olsun, dönüşün olmasın yolundan.
-
Gorunda dik oturakalasın.
-
Gözünü toprak doyursun, eline dizine dursun. 159
Kaynak Kişi; Teslime Çetin (23.05.2019)
64
İKİNCİ BÖLÜM
2.
GEÇİŞ DÖNEMLERİ
Geçiş evreleri veya ritüelleri, bireyin ait sayıldığı sosyal çevreden tam anlamıyla
ayrılışı ve yeni sosyal gruba ait oluş zamanını adlandırır. Tam anlamıyla eski veya yeni
statüsüne sahip olamayan bireyin bu konum kayması meselesi geçiş dönnemleri dediğimiz
olguyu kapsar. Geçiş dönemleri; o topluma ait olarak dünyaya gelen insanın ömrü boyunca
yaşadığı bazı değişimlerin çevresine aktarılması, o çevre tarafından kabul görmesi ve farkında
olunması amacıyla gerçekleştirilmiş ritüeller topluluğudur. 160
İnsanoğlunun üç önemli “geçiş” evresi vardır. Bu evreler “Doğum”, “Evlenme” ve
“Ölüm” olarak nitelendirilir. Hayatımızın üç önemli geçiş ritüeli çerçevesi etrafında bir takım
gelenek- görenek, ayin, tören gibi din kaynaklı ve bazı yerlerde ise şaman inancından kalma
büyüsel
işlem
uygulanmaktadır.
Bu
pratik
uygulamalar
ise
geçiş
ritüellerini
yönlendirmektedir. Doğum evresi çevresini sevindirirken ölüm eşiği ise üzüntü ve bu hislerin
dile getirildiği acı ağıtların söylenmesi şeklinde ritüellerden oluşur. Bu ritüellerin amacı;
genel olarak bireyin yeni kazandığı statüsünü kutlamak ve o statüye ait olguları
anlamlandırmakdır.161 Kutlamalar veya törenler sırasında bireyin “geçiş” esnasında üzerinde
olduğuna inanılan tehlike ve var olduğu kanıksanan büyüsel olgulardan korumaktır. Bu
durumdan dolayı geçiş ritüellerinde gruplandırılan gelenek- görenekler ve törenler; üzerine
çalışma yapılan medeniyetin, coğrafyanın veya il, ilçe, köy, kaza gibi daha ufak toplumların
farklı kültürlere sahip oluşlarının ana sebebini göstermektedir. Bireyin hayatında yaşadığı
topluluk tarafından önemli sayılan, bireyin bulunduğu halden başka bir duruma geçmesi için
şart konulan zamanlar vardır. Bunlar kimi zaman olgunluk, yaş olarak benimsense de kimi
zaman törenlerle de değişmektedir. 162
Geçiş dönemlerinde uygulanan, yapılan pratik ve kutlamalar; bireyin değişen
statüsünü yaşadığı çevresine duyurma amacı taşır. Geçiş dönemi adlandırmasını ilk defa
tanımlayan veya kullanan kişi; Arnold Van Gennep’tir. Gennep’e göre geçiş törenleri “yer,
durum(statü), sosyal pozisyon ve yaş ile ilgili değişmelere eşlik eden törenlerdir.
163
Geçiş
törenleri; genel olarak bireyin statüsündeki yani konumundaki önemli geçişlerde düzenlenen
uygulamalar olarak tanımlanabilir. Geçiş törenleri halk bilimi içerisinde; bireyin yaşamında
160
Örnek, 1971; 61
Yeşil, 2014: 66
162
Örnek, 1971; 63
163
Yeşil, 2014; 68
161
65
bir durumdan çıkıp başka bir statüye girmesini gösteren uygulamalar olarak yerini almıştır.
Geçiş Dönemleri; kendi içerisinde bir toplumun kültürel mirasını barındıran uygulamalardır.
İnsan yaşamında başlıca üç önemli geçiş aşaması olarak değerlendirilen doğum,
evlenme ve ölüm basamakları kişinin kendi bünyesi içerisinde bir takım alt bölümlere ve
basamaklara ayrılır. Birçok inanç, adet, töre, tören yani dinsel ve büyüsel işlemler bu geçiş
dönemlerinin basamaklarını oluşturur. Bu uygulamaların amacı bireyin yeni durumunu
benimsemek, zararlı faktörlerden kutsamak, yeni durumunu kutlamak aynı zamanda da kişiyi
bu sırada etki altına aldığına inanılan tehlikelerden korumaktır. Bu ritüeller; kişinin o evrenin
olgunluğuna eriştiğinde uygulanır. Böylece kişinin yeni rolü belirlenir. Bu rol belirlendikten
sonra kişi eski rolü gibi davranamaz, yeni konumuna uygun davranmak zorundadır. Aynı
zamanda bu uygulamaların kişiyi onurlandırmak, onu topluluğun bir üyesi olduğunu kabul
ettirmek gibi işlemleri vardır. 164
Geçiş dönemi için yapılan kutlama veya törenlerde dikkati çeken bir unsur da bu
kutlama ve törenlere gelen konuklara yemek sunulmasıdır. Yemekli tören ve kutlamalar
Hayta Yörükleri arasında bir gelenek haline gelmiştir. Hayta Yörükleri arasında benimsenen
pratik uygulamaların yanı sıra diş hediği, sünnet, askere gitme gibi hayat safhalarını ve
çıraklık, ustalık, kalfalık gibi yeteneklerini ispatlama dönemlerinin de birer geçiş dönemi
olarak değerlendirilmesi gerektiğini gördük. Her geçiş döneminin kendine özgü yapısı ve
adetleri vardır. Bu uygulamalardan yola çıkılarak Hayta Yörüklerinin değer yargılarını,
kültürel birikimini ve hayata bakış açıları hakkında bilgi sahibi olmaya çalışarak, geçmişten
bu güne yapılan ritüel uygulamalarla geçiş dönemleri hakkında bilgiler sunmaya çalışacağız.
Ritüel
Sözlükteki karşılığı; ayin olarak verilir. Ayin ise; dini tören, kutlama, ibadet olarak
karşılık bulur. Ritüelin halk biliminde karşılığı; bir topluluğun ya da grubun dini topluluk
üyelerinin belirli aralıklarla meydana getirdikleri kuralları önceden karşılaştırılmış ve
özümsenmiş davranış kalıplarıdır. Ritüel ismiyle adlandırılan uygulamalar; uygun zaman
dilimlerinde yerine getirilen ve simgelerin kullanıldığı, sürekli tekrarlanan davranış
biçimleridir. 165
Ritüellerin etkili olduğu başlıca konu dindir. Ancak Hayta Yörükleri arasında ritüel
kavramı günlük yaşam davranışlarına kadar dayanır. Örneğin; bir çocuğun dünyaya gözlerini
açması dünyada meydana gelen biyolojik bir durumdur. Bebek dünyaya geldiğinde sadece
maddesel olarak var olmuştur. Henüz çevresi tarafından tanınmamış, isimlendirilmemiştir.
164
165
Yeşil, 2014: 67
Kahraman, 2010; 13
66
Yeni doğmuş bebeğe “Canlı” statüsü ancak ritüel olarak tanımladığımız törenlerle
sağlanmaktadır. Bu tören ve kutlamalar sayesinde bebek ait olduğu toplumca benimsenir ve
tanınır. Evlilik geçiş eşiği de aynı şekilde; bir grubun başka bir statüye geçişidir. Genç erkek,
bekarlık statüsünden koca statüsüne geçer. Yani evin çocuğu konumundan başka bir evin reisi
konumuna geçer. 166
Geçiş dönemlerinde düzenlenen kutlama ya da törenlerin sosyokültürel ve toplum
psikolojisi olarak işlevleri vardır. Toplumun bireyleri bu kutlama ve törenler sayesinde
birbirinden haberdar olur. Toplum bu törenlerde kendi aralarında muhabbet edip
sosyalleşirler. Milletin kültürel özellikleri hakkında bilgileri memleketlerindeki tanıdıklarına
taşır buna bağlı olarak gelenekleri gelecek nesillere aktarır. 167
Tüm Anadolu’da olduğu gibi Hayta Yörükleri arasında da geçiş ritüelleri kişi
merkezlidir. Bunun nedeni olarak; ritüelin esası kişinin durumunda meydana gelen
değişiklikleri kutsamak ve bireyin yeni statüsüne hazırlanmasını sağlamaktır. Yani bu
ritüellerle birey yeni konumuna tecrübe edinmiş olur.
2.1. Doğum
İnsan hayatında üç önemli eşiklerde ilk sırada yer alan “doğum” hemen hemen her
millet ve toplulukta mutlu bir olay olarak kabul edilmiştir. İnsan ömrü doğum evresi ile
başlar. Bu başlangıç halkın kültür ve geleneğine bağlı yüzlerce kutsama veya kutlamalarla
duyurulur. Doğumla birlikte çocuk hayata adım atar ve topluma katılır.
Çocuk, Anadolu’nun diğer yörelerinde olduğu gibi, Aksu bölgesinde de ailelerin
evlilikten bekledikleri ilk şeydir. Yaşam dediğimiz olgunun geçiş eşiklerinden birincisi;
gözlerimizi dünyaya ilk açtığımız an yani “Doğum”dur. Doğum; tüm dünyada olduğu gibi
Anadolu’da yaşayan Hayta Yörükleri arasında da sevinç, mutluluk hissiyatı veren bir hadise
olarak cereyan eder. Hayta Yörükleri; bebek bekleyen kadına “gebe, yüklü, gövdeli, iki canlı”
gibi terimler kullanmışlardır. Yine Hayta toplumu arasında çocuğu olmayan kadın ve erkeğe
de “kısır” terimi kullanılır.
Dünyaya gözlerini açan çocuk; yalnızca annesi ve babasını değil çevresindeki herkesi
mutlu etmektedir.
Doğum olayı evdeki birey sayısına bağlı olarak kuvvetin artmasıyla birlikte tanınır
olmayı sağlar. Özellikle küçük yapıya sahip toplumlarda ve toplumda tanınır olmanın önemli
olduğu geleneksel aile yapısında aile sayısının fazla olması, hanleri etkin kılar.
166
167
Ölçer, 2014; 188
Kahraman, 2010; 230
67
Hayta Yörükleri arasında kullanılan “Çocuk ailenin ocağı tüttürür.” cümlesi genel
olarak bakıldığında hane içerisinde birey sayısının fazla olmasından dolayı saygınlığı
belirttiği gibi ayrıca çocuk olan ailenin bereketli olacağını da kasdetmektedir. Farklı bir bakış
açısıyla olayı incelediğimizde ise; Hayta Yörükleri arasında doğum olayının gelinin hane
içerisinde saygınlık durumunu arttırdığı dişinin toplum içerisindeki yerini de belirginleştirir.
Özellikle kadının erkek evlat doğurmuş olması toplumdaki statüsünü zirveye taşımaktadır.
Üç önemli geçiş aşamasından biri olan “Doğum” evresi birçok adetin, törenin
uygulanması, kutsanması ve ritüellerin uygulanmasıyla devam eder. Bu pratik ve uygulmalar
bağlı bulunduğu kültür dairesinin hayat felsefesi ve beklentilerine göre şekillenir. Doğum anı
eşiğinde yapılan pratik uygulamalar,
bireyin geçiş dönemi diye adlandırılan bu zaman
diliminde yerini, statüsünü ve durumunu belirlerken ayrıca kişiyi bu anda başına gelebilecek
kötü olaylardan korumaya çalışır. Temeline inecek olursak geçmişten günümüze insanoğlu
yeni doğum yapmış anneyi ve bebeğinin zayıf anı olarak kabul edilen bu geçiş aşamasında
onları kötü ruhlardan korumaya çalışmıştır.
Bu bölümde bireyin doğumuyla başlayıp evlenme eşiğine kadar olan hayatı ile ilgili
geçiş uygulamaları ve bu uygulamalar etkisiyle yapılan ritüeller irdelenecektir.
2.1.1. Kısırlığı Giderme, Gebe Kalma
Evlenme olayının ardından yaşanılan çevre ve genç çiftin yakınlarının beklentisi bebek
sahibi olmalarıdır. Yeni evlenmiş kızın gelin gittiği evde saygınlık kazanabilmesi ve yine
erkeğin de soyunu devam ettirme statüsünü kazanabilmesi için çocuk sahibi olmaları gerekir.
Kısır diye adlandırılan gelin hor görülür, aşağılanır. Bu nedenle gelin saygınlık kazanabilmek
adına hamile kalabilmek için çeşitli yollara başvurur.
Evliliğin üstünden uzun bir zaman geçmesine rağmen gebe kalamayan kadına Haytalar
“kısır” demektedir.168 Hayta Yörükleri arasında kısır diye tanımlanan kişiye tedavi amaçlı
başvurulan yollar akılcı ve olağanüstü (büyüsel) işlemler olarak iki ana gruba ayırabiliriz.
Olağanüstü (Büyüsel) güçlerden yararlanma başlığı altında; çocuğu olmayan kısır diye
tanımlanan kişiler çevresindeki yatır ve türbelere giderler, çocukları olması karşılığında
adaklarda bulunurlar. Murtana köyü içerisinde bulunan türbe içerisinde çabut adı verilen
bezleri ağaçlara bağlarlar. Aslına bakılacak olursa ağaca bez bağlama geleneği; Türklerdeki
Şamanizm inancından gelen bir uygulama olarak açıklanabilir. Kısır olan kadın Doğu
Garajı’nda bulunan türbeye ziyarete gider burada dua okur. Ailesi tarafından kadının hamile
168
Kaynak Kişi; Fatma Çakmak (29.04.2018)
68
kalması için kurban kesilir, adak adanır. Ayrıca bir kazan içerisinde hayvan gübresi kaynatılır,
buharına kısır kadın oturtulur. Buhar üstünde oturan kadının beli çekilir, kasıkları sarılır. 169
Bebeği olmayan çiftler; türbelerden ve hocalardan yardım umması Hayta Yörükleri
arasında başvurulan bir uygulamadır. Murtuna, Hacıaliler ve İhsaniye köylerinde yaşayan
Hayta Yörükleri arasında çocuğu olmayan kadınlar için Aksu deresi üzerinde yer alan köprü
başı yanındaki ağaca salıncak kurup sallandıkları da gözlemlenmiştir.
Yıllar boyu süregelen zaman zarfında farklı yöntem, uygulama ve tedaviler yapılmış
ve genellikle kadını kısırlıktan kurtarmanın yolları aranmıştır. Kaynak kişiye göre, “eskiden
çocuğu olmayan kadınlar koca karılara giderlerdi. İncir kaynatırlar, içine sigara atar içerlerdi.
Çocuğu çok düşen kadına ise tıbıka muskası yaptırır.” 170
2.1.2. Aşerme
Hamile kadınların bazı yemeklere aşırı zaafı oluşu ya da tam tersi bazı yemeklere karşı
tiksinmesi Hayta Yörükleri arasında “Aşermek” ya da “Aşarma” olarak tanımlanır. Bu
tanımlamaların aş arzulama anlamını taşıdığı düşünülmektedir. Yılların geçmesiyle bu terim
anlam değiştirmiş ve hamile kadının canının bir şey çekmesi olarak işlev kazanmıştır. Hayta
Yörükleri arasında hamilenin aşermesi durumunda istediğini muhakkak yemesi gerekir. Bu
istenilen şeyler çoğunlukla mevsimi olmayan sebze veya meyvelerdir.
Hamile kadının bu istediklerini yememesi halinde bebekte bir eksiklik olacağı inanışı
mevcuttur. Hatta Güzelyurt köyünde aşerme konusuyla ilgili bir hikâye kaydedilmiştir. Bu
hikâyeye göre yoksul bir kadın aşerdiği için kapı komşusundan et istemiştir. Evinde eti, satın
alamayacak bir parası olmadığı için evinde bulunan köpeği kestiği rivayet olunur. Köpek
etinin tüketilmesi günah olmasına rağmen hamile kadına yardım ettiği için sevap kazandığı
dillendirilir. 171
Aksu ilçesi ve ilçeye bağlı köylerde “Yesin ekşiyi çıkarsın Ayşe’yi, yedir tatlıyı
doğursun atlıyı” sözü aşeren kadınlar için söylenir. Hamile kadın canının çektiğini yemelidir.
Canının çektiğini yiyemeyen kadın bunun zararını sonradan çocuğunda görür. Bu inanca göre
çocuk; şaşı, kör, kepçe kulaklı, kambur, bacağı kısa, saçı az doğar.
172
2.1.3. Gebe Kadının Kaçınma Ritüelleri
Gebe kadının hamilelik döneminde sıkıntı yaşamadan çocuğunu sağlıklı bir biçimde
kucağına alabilmesi için yediklerine ve içtiklerine dikkat etmesi gerekir. Dünyaya gözlerini
169
Kaynak Kişi; Fatma Çakmak (29.04.2018)
Kaynak Kişi; Arife Levent (01.04.2018)
171
Kaynak kişi; Emine İçtüzer (30.07.2019)
172
Kaynak kişi; Teslime Çetin (29.07.2019)
170
69
açacak bebeğin güzel ve sağlıklı olabilmesi için Hayta Yörükleri arasında bazı uygulamalar
yapılır. 173 Aksu yöresinde yaşayan Haytalara göre gebe kadın tatlı yerse, çocuğu da tatlı olur.
Güzel birine bakanın güzel evladı olur ya da güzel bir kadın veya erkeğin resmine bakanın
güzel çocuğu olur gibi farklı düşünceler mevcuttur. Hayta Yörükleri özellikle kız çocuğuna
gebe olan anne adayını geceleri dolunaya baktırırlar. Bunun sebebi doğacak kız bebeğin
parlak ve güzel yüzlü olmasını sağlamak içindir. Ayrıca hamile kadına maymun, yarasa gibi
çirkin hayvanlar gösterilmez. 174
Murtana ve İhsaniye köylerinde konuştuğumuz iki anne adayının; çocuklarının
gamzeli olmasını sağlamak amacıyla gün içerisinde ayva tükettiğini tespit ettik. Bu inanç
sadece Hayta Yörükleri arasında değil aynı zamanda tüm Anadolu’da var olan bir gelenektir.
Yine benzer bir inanmaya göre gebe kadın hamilelik sürecinde sık sık kırmızı elma tüketirse
bebeğinin de al yanaklı olacağına inanır.
Gebe kadının bazı yiyecekleri tüketirken bazılarından ise kaçınması gerekir.
Hamileliğinin altıncı ayından sonra ekşi ve acı şeylerden kaçınır. Gebenin ciğer yerken
yüzüne dokunması, bebeğinin yüzünde leke bırakacağına inanılmıştır. Ayrıca gebe kadına aile
halkı tarafından iş yaptırılmaz. Ağır işler yaparsa düşük yapma ihtimali olur. Düşük tehlikesi
altında bulunan gebe sırt üstü yatırılır ve ayaklarının altına sert yastık konur. 175
Gebe kadının asla saçları kesilmez, çünkü anne adayının saçıyla bebeğinin arasında
ömür ilişkisi kurulmuştur. Hayta Yörüklerine göre gebenin saçları kesilirse, bebeğin de ömrü
kısa olur görüşü yaygındır. Ayrıca; bebeğin sağlıklı dünyaya gelebilmesi sadece anne
adayının değil baba adayının da sorumluluğu altındadır. İnanışa göre; baba adayı bir canlıya
zarar verirse bebeğin engel teşkil eden sorunlarla dünyaya gözlerini açacağına inanılır. 176
2.1.4. Çocuğun Cinsiyeti
Geçmiş ve şimdiki toplumlarda hamile olduğunu anlayan kadının ilk merak ettiği konu
bebeğinin cinsiyetidir. Hayta Yörükleri arasında ilkel koşularla bebeğin cinsiyetini
öğrenebilmek için bazı uygulamalar saptanmıştır. Gebe karnının şekli, yediği yemekler,
hamilenin davranışları ve vücudundaki değişimler bebeğin cinsiyeti hakkında fikirler
vermiştir. 177
Haytalar arasında soyun devamını sağlaması yönünden erkek evlat önem arz
etmektedir. Bu yüzden bebek haberi sevincini beraberinde getirse de erkek bebek haberi
173
Yeşil, 2014: 80
Kaynak Kişi; Arife Levent (01.04.2018)
175
Kaynak kişi; Teslime Çetin (26.07.2019)
176
Kaynak kişi; Emine İçtüzer (30.07.2019)
177
Yeşil, 2014: 78
174
70
coşkuyla kutlanmaktadır. Bu yüzden gebe kadınlar bebeklerinin erkek olması için bazı
uygulamalarda bulunurlar. Örneğin; erkek evlat sahibi olmak isteyen gebe kadın karnına kara
tavuğun yumurtasının sarısını sürer.
Cinsiyet tahlili yapabilmek adına da Haytalar arasında bazı inanmalar mevcuttur.
Gebenin üstüne kocası tuz serper. Eğer kafasını veya saç içlerini kaşırsa bebek erkek,
vücudunu veya burnunu kaşırsa bebeği kız olacak diye düşünülür.
Güzelyurt köyünde ise bebeğin cinsiyetinin anlaşılmasında gebe kadının dış özellikleri
dikkate alınarak yorumlama getirildiğine şahit olduk. Buna göre gebe kadının kalça kısmında
değişim olursa bebeğin kız, göğüs kısmında değişim olursa ve gebenin omuzları genişlerse
bebeğin erkek olacağı inanışı vardır. İhsaniye köyünde gebe kadının sağında kız bebeğin,
solda ise erkek bebeğin yer aldığı inanışı yaygındır. Eğer ki sağ tarafta oynama oluyorsa
bebek kız, sol tarafta oynama oluyorsa bebeğin erkek olacağı inancı vardır. 178
Haytalar arasında başka bir inanca göre gebe kadının yüzünde lekeler oluşuyorsa
bebeğin erkek olarak doğacağı düşünülür.
179
Yine Hayta Yörükleri arasında çocuğun
cinsiyetini anlamak adına birçok yorumlamalar dile getirilmiş ve kendi aralarında yöntemler
bulunmuştur. Bu yöntem ve yorumlara örnek verilecek olursa;
a. Düz nakışsız bir yüzüğe ip geçiriyor gebenin sol elini kaldırıyoruz. Cinsiyete
bakan kişi yüzüğü tutuyor, yüzük daireler çizerse kız, ileri geri giderse erkek
oluyor. Eğer çocuk varsa çocuk sayısını ve cinsiyetlerini veriyor daire çizerse ilk
çocuk kızdır gibi yorumlar getiriyoruz.
b. “Hamile kadına elini göster dediğimizde, avuç içini bize döndürüp gösterirse kızı,
elinin ter yüzünü gösterirse oğlu olacak demektir.
c. Hamile kadın tek diş sarımsak tükettiğinde, teninden sarımsak kokusu geliyorsa
bebeğin cinsiyeti erkek, teninden sarımsak kokusu gelmiyorsa bebeğinin cinsiyeti
kız olur.
d. Anne adayı ekmeğin çıtır dış tarafını tüketmeyi arzu ediyorsa oğlu, hamur kısmını
tüketmeyi istiyo ve seviyorsa kızı olur.
e. Hamile bayanın elleri kuruyorsa bebek erkek, nemli ve yumuşak ise bebek kızdır.
f. Hamilelik döneminde hamile kadının ayakları ve dizleri hep üşüyorsa bebeğin
cinsiyetinin erkek olduğu düşünülür.
g. Anne adayının güneş ışığına çıktığında saçları kızıl rengini alıyorsa bebeğin
cinsiyeti kızdır.
178
179
Kaynak kişi; Teslime Altıntaş (25.07.2019)
Kaynak kişi; Dudu Çetin (30.09.2018)
71
h. Anne adayı; süt ve peynir gibi hayvansal gıda kaynaklı besleniyorsa bebeğin
cinsiyeti erkek, meyve ağırlıklı besleniyorsa beklenen bebeğin cinsiyeti kız olur.”
180
i. Anne karnında tüylenme varsa bebek erkektir.
Gibi inanmalar doğacak bebeğin cinsiyeti hakkında bilgi sahibi olmalarını
sağlamıştır.181
2.1.5. Doğum Sırası
Hayta Yörükleri arasında doğum olayı tüm Anadolu’da olduğu gibi mutlulukla
karşılanır. Evlenildikten sonra hasretle beklenen bebeğin anne kucağına alınacağı an sevinç
gözyaşları ile izlenir. İşte bu mutlu olayın sorunsuz bir şekilde geçmesi için hem gebe kadın
hem de aileler bazı hazırlıklar yapar.
Doğum yapacak gebe kadına sancısını azaltması adına nane ve kekik suyu içirilir.
Gebenin doğuracağı zaman; bütün akraba ve komşuları yurt adı verdikleri çadırları veya
evlerinin içinde toplanır, erkekler bahçede kalır. Gebe kadının sancıları başlar başlamaz evde
bulunan kadınlar yardımda bulunur su kaynatır, dışarıda kalan erkekler ise tüfek patlatır.
Erkeklerin dışarıda gürültü yapmasının sebebi; “Albastı” diye adlandırılan kötü ruhu korkutup
kovalamak ve gebe kadına musallat olmasını engellemek içindir. 182
Haytalar; annenin, erkek çocuğunu aş pişirilen ocağın başında doğurursa şanlı
olacağına, davar güderlen sürünün başında doğurursa kutlu olacağına, kış için odun kırarken
sancısı gelip doğum yaparsa yiğit olacağına, yabanda doğurursa obanın lideri olacağına
inanmışlardır. “Bebek doğduğu an tuza bulanır, mersin yapraklarıyla kaplanır. 183 Tombulak
kökü öğütülerek toz haline getirilir. Kırk bir gün boyunca öğütülmüş tombulak tozu katılmış
suyla çimdirilir. Bebek kırk bir günlük olunca göbek ve bel kısmına bal sürülüp bezle
bağlanır. Ak toprak bulunur ve bebeğin kundağına serpilerek bağlanır.”184
Hamile kadınlar, lohusalar Hayta obalarında çok saygı görürler. Bebek doğmadan
önce niyetler tutulur. Bütün akrabalardan anne adayına hediyeler gelir. Bu hediyeler
genellikle elbise, davar, altın, bal gibi şeylerdir. Doğumdan sonra evin erkeğinin elbisesinden
dikilmiş çamaşır bebeğe giydirilir. Bunun nedeni uzun ömürlü ve kısmetli olmasının
istenmesinden dolayıdır.
180
Kaynak Kişi; Dudu Çetin (29.09.2018)
Kaynak kişi; Teslime Çetin (30.09.2018)
182
Seyirci, 2000: 106
183
Mecek, 2014: 51
184
Uysal, 2008: 24
181
72
Hayta Yörüklerinde, bebeğin göbek bağının gömüldüğü yerle ilişkili birey olacağı
inancı vardır. Bebeğin göbek bağını üniversiteye gömmelerinin sebebi, eğitimli olmasının
istenmesidir. Göbek bağını evde saklarlarsa sadık olacağına inanırlar. Mahkeme bahçesine
gömenler çocuklarının adaletli, ahlaklı olacağını düşünürler.
Dünya genelinde; bebek sahibi olan aile ve çevresi bebeğin doğumunu çeşitli
şekillerde kutlamakta ve büyük bit mutluluk yaşamaktadırlar. Türk toplumunda olduğu gibi
Hayta toplumunda bebeğin doğum sevincinin yanında cinsiyetinin erkek olduğunun
öğrenilmesi bu sevinci daha da çok arttırmaktadır. Bebeğin doğumu ailesi ve çevresi
tarafından kutlanırken belli başlı kalıplaşmış cümlelerin kullanıldığı tespit edilmiştir. “Hayırlı
olsun, Allah analı babalı büyütsün. Vatanına milletine hayırlı evlat olsun.” Gibi cümle
grupları en sık kullanılanlar arasındadır.
Bebeği görmeye gidenler kıyafet alırlar. Durumu iyi olanlar ise altın veya para takısı
yaparlar. Gelen misafirler için “Lohusa Şerbeti” ikramı yapılır ve bu şerbet doğumdan yedi
gün sonraya kadar ziyaretçilere ikram edilmeye devam eder. Bu şerbetin dağıtılmasının bir
diğer nedeni ise yine “Alkarası” olarak tabir edilen ruhun lohusa kadın ve bebeğinden uzak
tutulması amacındadır.
2.1.6. Eş (Plasenta) İle İlgili Ritüeller
Eş yani plasenta dediğimiz şey, bebeğin anne karnından çıkarken birlikte çıktığı bir
parçadır. Doğum olayının ardından bebek kundaklanır ve eş dediğimiz et parçası gömülür.
Hayta Yörükleri arasında önem arzeden bu olay çoğu zaman ölü doğan bebeğe de çare
bulmak adına kullanılmıştır. Nefes almayan bebeğin eşi kavrulur ve ocakta küçücük kalması
sağlanır. Bu durumda bebeğin nefes alıp yaşayacağına inanılır. 185
2.1.7. Göbek Bağı ile İlgili Ritüeller
Bebeğin annesine bağlı olan göbeğinin kesilmesinden sonra geriye kalan damar
parçasına “göbek bağı” ismi verilir. Hayta Yörükleri göbek bağını çok önemsemiş ve
bebeklerinin geleceklerini tayin etmesini düşündükleri için bebek bağını gömme âdetini
önemsemişlerdir. Bir nevi göbek bağı ile kader arasında ilişki kurmuşlardır. 186
185
186
Yeşil, 2014: 81
Kaynak kişi; Emine İçtüzer (16.05.2018)
73
Dürüst, adaletli ve ibadetli olsun diye cami avlusuna gömerler, doktor olmasını
istiyorlarsa tıp fakültesi bahçesine gömerler ya da kız çocuğunun evine düşkün olması için
evin bahçesine gömdükleri gözlemlenmiştir.
187
2.1.8. Ad Verme
Türklere ait kültürel olgularda isim, bireyin kişiliği ve gelecek yaşamındaki yerini
belirleyen bir unsur olarak görülmüştür. Bu yüzden Türk kültüründe isim koyma yani ad
verme sıradan bir olay değildir. Bir başka deyişle isim verme insanın ileride elde edeceği
yaşamsal özelliklere yön veren bir durumdur. 188 İsim; bireyi veya canlı ya da cansız varlıkları
tanımlamaya, nitelemeye ve anlamlandırmaya yarayan kelimedir. Her bireyin mutlaka onu
niteleyen, anlamlandıran ve onu tanıtmaya yarayan bir ismi yani adı olmalıdır. İsimsiz
herhangi bir varlık, bir vuku veya hadise yaşadığımız evrende korku ve tedirginlik meydana
getirir. Geleneksel olarak toplumumuzda yeni doğmuş bebeğe ad; genellikle dinimizin
emrettiği törenlerde dualar okunarak konur. 189 Zaman içerisinde bu törenler bazı toplumlarda
yerini başka bir olguya bıraksa da araştırma yaptığımız Hayta Yörükleri arasında bu gelenek
devam etmektedir.
Antalya ili Aksu yöresinde yaşayan Hayta Yörükleri; çocuğun doğumundan bir hafta
geçmeden bebeğe isim koyarlar. Bebeğe ad koymak için ise ağzı dualı birini seçerler. Böylece
ağzı dualı kişi bebeği kucağına alır ve sağ kulağına ezan eşliğinde üç kere ismini fısıldar.
Çocuğa ad koyma ritüelinde aslında ebeveynlerin bebeklerinin geleceğinden ümitleri,
hedefleri ve güzel niyetleri yatar. Hayta Yörükleri de Anadolu insanları gibi isim ile insan
arasında bir bağ kurmuş ve o ismin anlamının bireyde yaşayacağına inanmışlardır. Aksu da
yaşayan Haytalar arasında gözlemlediğimiz kadarıyla bebeğe ilk olarak göbek adı verilmiştir.
Göbek adı olarak genellikle gelinin kaynanası veya kayınbabasının ismi verilmektedir. İslam
inanışına göre birey öteki tarafa göbek adıyla çağırılacaktır. Bu yüzden resmi isimden önce
göbek ismi verilir. Göbek isminden bir hafta sonrasına kadar ise nüfustaki ad bebeğe
verilir.190
Bebeğe isim verme, sıradan bir iş değildir. Bebek doğduktan sonra hoca tarafından
okunulup dua edilerek isim konulması uyundur. Bu amaçla çağrılan hoca, din bütünlüğü, iyi
niyetli oluşu ve saygınlığıyla tanınması gerekir. İşlem esnasında hoca ezan okur ve bebeğin
187
Seyirci, 2000: 66
Yeşil, 2014: 85
189
Örnek, 1979; 113
190
Kaynak Kişi; Hasibe Altıntaş (27.07.2019)
188
74
kulağına üç kere adını fısıldar. İsim; o an hoca bulunamadıysa bebeğin babası veya dedesi
tarafından dua okunarak konur. 191
Haytalar arasında yeni doğan ön isim (göbek ismi) verme ritüeli yaşanmaktadır.
“Anasından ayrılan bebeğin göbek bağı kesilirken konan ön isime göbek adı denilmiştir.” “Bu
ön isim; kişinin öteki dünyada bu isimle çağrılacağı inanılmasına dayanır. Bireyin öz adı
dışında
özellikle
yakınları
ve
bağlı
bulunduğu
toplum
tarafından
“Takma
ad”
konulabilmektedir.192 Bu uygulama daha çok geleneklerini devam ettiren topluluklarda ve köy
yaşamında gözlemlenmektedir.
2.1.9. Süt Verme
21. yüzyıl sağlık bilimi ve geleneksel olgular; bebeğin en sıhhatli beslenme biçiminin
anne sütü olduğunu kanıtlamıştır. Bebeğin beslenmesinde, sağlıklı bir hayat sürmesinde anne
sütünün önemi büyüktür. Aksu yöresinde yaşayan Hayta Yörüklerinin kültüründe de çocuğa
ilk süt “üç ezanın ardından baba adayının namaz kılması ve dua edişinden sonra”
verilmektedir. Bu gelenek aslında bebeğin gelecekte sabırlı olacağına inanılmasından
kaynaklanır. Annenin ilk sütüne “ağız” denilmektedir.
193
Ağız sütünü bebek emmelidir,
emmeyen çocuğun ilerleyen yaşlarında çelimsiz ve gücü olmayacağı gibi bir inanış söz
konusudur.
194
Çalışma yaptığımız köylerde gözlemlediğimiz kadarıyla; loğusa kadına
sütünün fazla gelmesi için tatlı şeyler özellikle pekmez ve bal yedirildiği görülmüştür. Ekşi
veya acı şeylerin ise loğusa kadından uzak tutulması sağlanmıştır. Bunun nedeni ise bu
tatların sütü keseceğine inanılmasıdır.
Hayta Yörükleri; sütü gelmeyen anneye “göğsü körleşmiş” hitabında bulunurlar. Sütü
gelmeyen kadına köyün ileri gelen bir hocası muska yazar ve dua okuyarak zemzem suyu
içirir. 195
2.1.10. Kırklama İşlemi-Albasması
Loğusa ve bebeğe kırk basmaması, loğusa ile bebeğin serbeste çıkmasını sağlamak
amacıyla kırk gün içerisinde genellikle anne ve bebeğinin yıkanması şeklinde gerçekleştirilen
bu pratiğe “kırklama” adı verilmektedir.196 Sıklıkla yapılan bu pratik Haytalar arasında “kır
dökme, kırk çıkarma” isimleriyle de anılır. “Albasması” diye tabir ettiğimiz şey; halk arasında
inanılan, yeni doğum yapmış kadına musallat olduğu düşünülen kötü ruhlardır. Bu kötü
191
Kaynak Kişi; Dudu Çetin (29.09.2018)
Kaynak Kişi; Arife Levent (01.02.2018)
193
Yeşil, 2014: 78
194
Kaynak kişi; Arife Levent (15.05.2018)
195
Kaynak kişi; Mümine Kocabıyık (26.07.2019)
196
Kaynak kişi; Hatice Çelik(05.04.2018)
192
75
ruhların, kadının üzerine çökmesiyle birlikte yeni doğum yapmış kadın buhrana girer ve tuhaf
davranışlarda bulunmaya başlar. 197
Hayta Yörükleri arasında albasması ya da alkarası diye tabir edilen kötü ruhlar;
genellikle loğusa ve bebeklerine musallat olurlar. Anadolu inanışına göre bu ruhlar tamamen
üreme ve çoğalmaya karşıdır. Bu inancın temeli Orta Asya Türkleri’ne hatta Şamanizm
inancına dayanır. Şamanizm inancına gör ise bu kötü ruhlar musallat olduğu kişiye zara verir
hatta onları öldürür.
Aksu yöresinde yaşayan Haytalar; loğusa kadın ve bebeğini
albasmasından korumak için onları yalnız bırakmazlar, loğusanın odasında yaşlı bir kadın
bulundururlar. Ayrıca bu odanın yüksek bir kısmına Kur’an-ı Kerim konulur. Kaynak kişiye
göre albasması, derin uykuya dalmış annenin veya bebeğin üzerine çökülmesi, boğazısın
güçlü bir şekilde sıkılması şeklinde tasvir edilmiştir. Albasması genellikle bir kişi
görünümüne sahiptir. Kırk basmasına karşı Hayta Yörükleri arasında bazı önlemler alınır.
Bunlara örnek vermek gerekirse; kırk basan bebeğin vücuduna iğne batırılır böylece vücuttan
kan çıkması sağlanır. Çıkan kan ile birlikte bebeğin vücudundan da kırk çıkar. 198
Bebeğin üzerinde doğum sırasında kalan kalıntıları temizlemek ve bebeği pisliklerden
arındırmak için tuzla yıkanır. Tüm Anadolu halkında olduğu gibi Hayta Yörükleri arasında da
bebeğin tuzla yıkanmasının amacı; bebeğin kokmaması, terlememesi ve inanış olarak da
kibirli olmamasını sağlamak amaçlıdır. Tuzlanmayan bebekte bazı rahatsızlıklar görülür.
Bebeğin yıkanması görevini ebe, doğum yapmış annenin ninesi ya da eli yatkın olan tanıdık
bir kişi yapar. Bebeğin güzel kokması için yıkanacağı ılık suya gül yaprakları, karanfil
konulur. Loğusa kadın ve bebeğini temizlemek, arındırmak adına bebeğin doğumundan kırk
gün sonra bazı uygulamalar yapılır. Bu uygulamaların geneline “kırklama” denilir. Yapılan bu
işlemlere Hayta Yörükleri arasında “kırk uçurma” da denilmiştir. Kırklama işlemi yapıldıktan
sonra bebek ve anne artık kısıtlamalara uymak zorunda kalmaz, toplum içinde serbestçe
dolaşabilirler. Kırklama işleminden sonra bebek ve annenin kötü ruhlardan arındığına inanış
olduğundan dolayı tehlikelerden korunmuş olurlar. 199
Kırklanmak terimi; bebeğin ve annesinin doğumdan sonra kırk gün geçmesinin
ardından evde veya hamamda kırk tas su dökülmesi koşuluyla banyo yaptırılmasıdır. Aslında
bunlardan hareketle kırk sayısının Türk halk inançları önemli bir yere sahip olduğunu
görmekteyiz. Hayta Yörükleri arasında kırk çıkarma işlemlerini mahalledeki yaşlı kadınlar
tarafından yapılır. Farklı olarak yıkanma işlemi dışında Aksu yöresine bağlı İhsaniye köyünde
leğen içine kırk adet ufak taş konularak besmeleyle bebeğin yıkanması ritüeli
197
Kaynak kişi; Mumine Kocabıyık (26.07.2019)
Kaynak kişi; Aysel Karataş (26.07.2019)
199
Kaynak kişi; Hasibe Altıntaş (28.07.2019)
198
76
gözlemlenmiştir. Kırk taşlı suyun içinde bebeğin ense saçı kesilir ve bebek bu sudan
çıkartılınca gül suyuyla yıkanmış havluyla kurulanır. En son olarak ise kırklama işlemine
katılmış herkes dua okuyarak törenden ayrılır. Böylece bebeğin kırkı çıkmış olur.
200
Hayta
Yörüklerinin köylerinde “kırklama işlemi en yaygın olarak kırkıncı gün yapılmaktadır. Bu
süre obalara göre farklılık göstermekte; 7. Günde de kırklama yapılabilir. 201
“Yeni doğum yapmış anneye ve kırkı çıkmamış yavrusuna “Alkarası” diye
adlandırılan kötü ruhun musallat olmaması için ailesi ve yakın akrabaları tarafından anne ve
çocuğunu korumak adına birçok uygulama ve pratik uygulanır. Hayta Yörükleri arasında yeni
doğum yapmış annenin yatağı ve bebeğinin beşiğinin altına dualar, makas, demir, muska,
kalıp sabun gibi eşyaların konulduğu gözlemlenmiştir. Kırk gününü doldurmayan bebeğin
bezi temizlenip akşam ezanından sonra dışarıdaki çamaşır ipine asılmaz. Evin içinde, karanlık
bir odada kurutulur.
202
Yeni doğum yapmış kadınlar bir araya getirilmez, karşılaştırılmaz.
Bunun nedeni ise kırklarının birbirine karışmasını önlemektir. Yine kırk gününü doldurmamış
bebekler aynı evde bulunuyorsa birinin beşiği başka bir odaya, mümkünse çok katlı birevse
başka bir kata taşınır. Bu durumun nedeni ise yine kırkı çıkmamış bebeklerin birbirlerine
hastalıklarının, kırklarının geçmesini önlemektir.
203
Farklı bir uygulama olarak ise; yemek
ocağından alınan kömür veya odun, bir bakır tasa konarak çocuğun beşiğinin sağ alt köşesine
yerleştirilir. Beşiğin sol tarafına ise sarı bez bağlanır. Bu şekilde bebeğin al karasından
korunacağı düşünülür. 204
Doğumdan yeni çıkmış, doğum ağrılarını halen çeken kadınlara “loğusa”, doğumdan
sonraki iyileşme sürecine ise “loğusa süreci” denir. Anadolu da yaşayan ailelere göre yeni
doğum yapmış kadının bünyesi güçsüz, kuvvetsiz olur. Bu yüzden doğumdan sonraki kırk
gün gezmeye gidemez, eğer gitmişse çocuğunun hasta olacağı düşünülür. 205
2.1.11. İlk Düş, İlk Tırnak, İlk Saç, İlk Yürüme İle İlgili Ritüeller
Çocuğun dişi ilk çıkmaya başladığında diş hediği yapılır, akrabalar davet edilir. Diş
hediği genelde cuma günleri yapılır. Diş çıkaran çocuk kalburun içine oturtulur ve etrafına
defter, kitap, kalem, tarak gibi eşyalar konulur. Öğle ezanı okunurken hedikler çocuğun
başından aşağı dökülür. Böyle yapılırsa çocuğun dişlerinin sağlam olacağına inanılır.
200
Kaynak kişi; Aysel Karataş (26.07.2019)
Kaynak kişi; Teslime Çetin (01.02.2018)
202
Kaynak kişi; Fatma Çakmak (24.07.2019)
203
Kaynak kişi; Hasibe Altıntaş (22.07.2019)
204
Kaynak kişi; Teslime Altıntaş (02.07.2018)
205
Yeşil, 2014: 97
201
77
Çalışma yaptığımız bölge köylerinde yaşayan Hayta Yörükleri; çocuklarının kesilen
ilk tırnaklarını beze sarıp evin önündeki ağaç dibine gömerler. Bunun nedeni ise çocuğun bir
parçasının eve bağlı kalmasını sağladığı düşünülmektedir. Çocuğun ilk saçı kesildiği zaman,
kesilen saç hatıra olarak annesinin çeyiz sandığında saklanır. Köy berberleri; çocuğun ilk
tıraşında babadan bahşiş alırlar. 206
Hayta Yörükleri arasında çocuğun önemli merasimlerinden birisi de ilk defa
yürümesidir. Çocuk ayağa kalkıp yürümeye başladığı zaman kösteği kesilir. Genellikle çocuk
bir yaşına bastıktan sonra kösteği kesilir. Köstek kesme ritüelinde eve gelen komşu ve
akrabalar çocuğa hediyeler getirir. Çocuğun kösteğini kesecek kişi ayarlar. Tüm Anadolu
halkında olduğu gibi Hayta Yörükleri arasında ilk diş, ilk saç, ilk tırnak ve çocuğun ilk defa
yürümesi gibi önemli anları bazı ritüellerle kutlanmış ve bu törenlerde duaların, iyi dileklerin
yanında eğlenceler de olmuştur. 207
2.1.12. Diş Hediği
Çocukların fizyolojik ve biyolojik olarak büyümesinin sağlıklı ilerlediğinin en büyük
ispatlarından birisi de diş çıkarmaya başlamasıdır. Anadolu coğrafyasının birçok bölgesinde
özel ve kutsal kabul edilen törenlerle kutsanmaktadır. Eğlence biçiminde topluluklar arası
kutlanan bu ritüel; yiyeceği kutsamak, bebek ve ailesinin rızıklarını bereketlendirmek vebu
bereketi fazlalaştırmak gibi motiflere dayanır. 208
Hayta Yörükleri arasında diş hediği töreni, bebeğin ilk dişi çıktığı zaman “Buğday aşı”
adıyla kutlanmaktadır. Aile, akraba ve aile dostlarının toplandığı buğday aşında çocuğun tüm
dişlerinin sağlam çıkması, çürük olmaması ve düzgün şekil alması amacıyla dua edilir, mevlid
okunur. Ayrıca çocuğun üzerine beyaz bir tül örtülerek kurşun döküldüğü de görülür. 209
Hayta Yörükleri arasında değişik adlarla anılan diş hediği töreninin bir diğer adı da
“diş aşı”dır. Aksu’nun bazı köylerinde ise “diş bulguru”, “diş buğdayı” olarak da
bilinmektedir. 210
2.1.13. Çocuğun Yürümesi
Bebeklik döneminden çocukluk dönemine biyolojik ve fizyolojik olarak geçiş
aşamalarından birisi de yürümesidir. Antalya ili Aksu ilçesi ve köylerinde yaşayan Hayta
Yörükleri zamanı geldiği halde emeklemeyen, yürüyemeyen ya da yürümeye çalışırken
206
Kaynak Kişi; Muhsin Sıvacı (23.07.2019)
Kaynak Kişi; Zeynep Sıvacı (23.07.2019)
208
Örnek, 1979; 190
209
Kaynak kişi; Fatma Çakmak (19.09.2018)
210
Kaynak kişi; Zeynep Sıvavı (23.07.2019)
207
78
sürekli bacaklarından güç alamayıp yere düşen bebekler için birtakım pratik, yöntem ve tedavi
uygulamaktadır.
Alaylı halk hekimleri, bacaklarındak kuvvet alıp yürüyemeyen bebeklerin ayak
topuğunu yumurta sarısına bular. Yumurtanın beyazını ise bal ile karıştırarak pişirip çocuğa
yedirirler. 211 Ayrıca bazı halk hekimlerinin çocuğu ceviz yaprağı, nar kabuğu ve tuzlanmış
suda bekleterek kösteklerini kestiği görülür. 212
Başka bir uygulama olarak ise yürüyemeyen çocuk ailesi tarafından çeşitli hoca,
türbe, yatır ziyaretlerine götürülerek dualar okunur. Adaklar adanır, kurban kesilir. 213
2.1.14. Çocuğun Tırnağının Kesilmesi
Hayta Yörükleri arasında çocuğun tırnaklarının ilk kesilmesi ve kesilme anında
uygulanan pratik ve yöntemler bulunur. Aile büyükleri bebeğin tırnağının ilk defa kesildiği
zaman bebeğe para takar veya hediye getirir. Yine bebeğin eli altın ve paranın olduğu keseye
sokulur. Para ve altına dokunan bebeğin maddi yönden kısmetli olacağına inanılır. Takılan
altın ve paralar bebek erkek ise ileride kuracağı iş için sermaye, kız ise çeyizine harcanır. 214
2.1.15. Sünnet
Sünnet kelimesinin sözlükteki anlamı “iyi ahlak”tır.
215
Kelimenin ikinci anlamı ise
Hz. Muhammet’in sözleri ve düşünceleridir. Ritüel olarak ele aldığımızda ise kelimenin
anlamı; çocuğu sünnet ettirmektir. Sünnet olayı; Hz. İbrahim’le birlikte başlamış dini ve milli
gelenektir. 216
Anadolu’nun pek çok yerinde yaşayan aileler genellikle çocuklarını 4-10 yaş arasında
sünnet ettirirler. Bunun nedeni bu yaş aralıklarında acının en az seviyede hissedilmesidir.
Sünnet dönemi olarak ise okulların yaz tatiline girdiği zamanlar uygun görülmektedir. Hayta
toplumunda sünnet düğünleri düğünlerin en büyüğü olarak görülebilir. Özellikle varlıklı
aileler çocuklarına şatafatlı bir sünnet düğünü düzenler. Ailelerin maddi durumuna göre
sünnet düğünleri yemekli olur ve üç güne kadar sürebilir. Sünnet çocuğuna özel bir kıyafet
giydirilir ve yakınları tarafından altın veya para takılır. Sünnet düğünlerinin bir kısmı ise
düğünden ziyade mevlit okutularak yapılmaktadır. Bunun için ağzı dualı bir kişi çağırılır ve
çocuklarının tam anlamıyla erkek olduğu böylece duyurulmuş olur.
211
Kaynak kişi; Ali Aynalı (14.05.2018)
Kaynak Kişi; Ali Çakmak (24.05.2018)
213
Kaynak kişi; Fatma Çakmak (24.05.2018)
214
Kaynak kişi; Emine İçtüzer (18.08.2018)
215
TDK, 2019; 2064
216
Sarı, 2014; 261
212
79
Hayta Yörükleri içinde; sünnet çocuğunun yaşı ve sünnet düğününün ne zaman
yapılacağı konusunda kesin bir kaide var olmuş değildir. Çocuklar genel olarak okula
başlamadan yada okula başladıkları ilk yıllarda ergenliğe girmeden sünnet edilmektedirler.
Sünnet olgusu din açısından kutsallığının yanında oba veya kaza içerisindr birden çok olguyu
üstlenmesinden ziyade; şatafatlı bir sünnet töreniyle aile hem bağlı olduğu soy içinde
saygınlığını üst noktaya taşırken çocuğunun da tam anlamıyla erkek oluşunun mutluluğunu
yaşar. 217
Sünnet düğünü zamanı olarak genellikle hava koşullarının iyileşmesi sebebiyle bahar
ve yaz ayları seçilir. Günümüzde Hayta Yörükleri sünnet düğünü için cumartesi ve pazar
günlerini tercih etmektedir.
“Hane, çocuğunun yaşı veya ailenin ekonomik gücüne göre sünnet zamanını bir, iki ay
öncesinden belirler ve eş, dost, akraba ve komşularına oku denilen küçük hediyelerle haber
gönderir. Sünnet çocuğunun ebeveynleri sünneti kutlamak ve düğün gününü ayarladıktan
sonra; bir hafta ya da on gün öncesinden konuklara haber salar. Bu duyuru, Haytalar arasında
‘okuyucu’ niteliğiyle bilinen kişiler tarafından duyurulur.218 Çocuk sünnet düğününden birkaç
gün öncesinden hazırlanmaya ve alışverişinin yapılmasına başlanır. Sünnet işleminden sonra
çocuğa giydirilecek sünnet kıyafeti yapılan alışverişte alınır. Sünnet edilmiş çocuklar için özel
olarak dikilen süslü sünnet kıyafetleri,
“Maşallah” yazılı kuşakla birlikte düğün öncesi
giydirilir. Bu kıyafetin üstüne çeşitli takılar takılması sünnet düğünü geleneğin giyim ritüelini
oluşturur. Sünnet çocukları sünnetten birkaç gün önce veya sünnet düğünlerinin olduğu gün
gün ata bindirilerek köy veya Aksu ilçe meydanınds ellerine balon ve şeker verilerek
gexdirilir. Bu geziye çocuğun arkadaşları ve mahallenin çocukları da katılmaktadır. Bu
gezintiyle beraber sünnet merasimi yakın çevreye duyurulmuş olur. 219
Hayta Yörükleri arasında yaptığımız araştırmalara göre “Kirvelik” geleneğine ise
rastlanılmamıştır.
2.1.16. Askerlik
“Toplumsal kültürümüz içerisinde askerlik olarak adlandırılan vatani görev köklü bir
geçmişe sahiptir. Anadolu’nun her yerinde olduğu gibi Hayta toplumu arasında da yirmi
yaşını geçmiş vatani görevini yapmamış erkek evlat toplum içerisinde hor görülür, dışalanır,
sözü dinlenilmez. Aksu’da yaşamını sürdüren Hayta toplumunda bu denli önemli olan vatani
217
Kaynak Kişi; Nuri Çoban (28.09.2018)
Kaynak Kişi; Veli Altıntaş (27.09.2018)
219
Kaynak kişi; Ali Çakmak (27.09.2018)
218
80
görevin başlangıç ve bitiminde diğer geçiş dönemlerinde olduğu gibi çeşitli törenler ve pratik
uygulamalar yapılmaktadır. Uğurlama ve karşılama törenleri bunlardan bazılarıdır.
Türk toplumunda askere gitmeyi “Peygamber ocağı” sayarlar. Hem vatani hem de dini
bir borç olan askerlik vazifesini yapmayan genç adam toplum tarafından dışlanır, adam
sayılmaz. Hayta toplumu arasında bedelli askerlik yapan gencin küçümsendiği görülür.
Askere gidecek gencin ailesinin bazı yükümlülükleri vardır. Asker uğurlama töreni,
asker kınası uygulaması yapılır. Hayta toplumu tabirinde “Adam olmak” tabiri tam olarak
askerliğini yapmış olmasıyla ilgilidir.
Askere gidecek genin uzak yola çıkacak olması dolayısıyla büyükleri tarafından
“Vatanı koruma bedeli” olarak cep harçlığı koyduğu görülür. Askere gidecek genç için
gitmeden önceki son gecesinde eğlence düzenlenir; davul, zurna ve orkestra getirilir. Evin
bahçesinde asker ve arkadaşları eğlenir. Eğlence içerisinde kına yakılır. 220
Aksu’nun Hacıaliler köyünde; asker uğurlanmadan önceki gece “asker eğlencesi”” adı
verilen uğurlama töreni yapılmaktadır. Asker eğlencesinde gencin yakınları, kimsenin
görmeyeceği şekilde askerin cebine parası kalmasın diye “uğur parası” olarak adlandırılan
harçlık koyarlar. Murtana köyünde ise ailenin büyükleri "uğur parası" adı verilen parayı
verirken gence bunun bir karşılığı olduğunu ve kendileri için nöbet tutmasını istedikleri için
verdiklerini dile getirdikleri gözlenmiştir. 221
“Hane içerisinde askerliğini bitirip dönen evlat için büyük bir sevinç yaşanır. Gencin
askerden döndüğü hafta içerisinde yakınlara yemek verilir. Askerden yeni gelmiş genç ise
arkadaşlarıyla birlikte eğlence düzenler. Akrabalar ve yakın çevre tarafında iki hafta
içerisinde gence “hoş geldin ziyareti” yapılır. Bu süre zarfında hane halkı gence iş yaptırmaz
ve dinlenmesi için müsaade eder. Akrabaların ziyaret esnasında askerden yeni dönmüş gence
hediye getirdikleri de görülür. 222
2.2. Evlenme
Yaşadığımız sürece hayatımızın temel eşiklerinden biri kabul edilen evlenme, hem
kızın hem de erkek bireyin yaşamlarını aynı çatı altında birleştirmeleri bakımından kendi
açılarından bireysel; aile ve akrabalık bağlarının kurulması ve iki ailenin birbirine dünür
olması açısından toplumsal bir olgudur. Evlenme; kadınla erkeğin aile kurmak için yasaca
hayatlarını birleştirmesidir. Aynı zamanda evlilik olgusu gelin ve damadın sosyalleşme
220
Kaynak Kişi; Nuri Çoban (26.07.2019)
Kaynak kişi; Veli Altıntaş (27.07.2019)
222
Kaynak kişi; Ali Çakmak (23.10.2018)
221
81
sürecinin önemli bir aşamasıdır. Bu olgu bundan sonra dünürler ve çocukları arasında
toplumsal ve ekonomik dayanışma ilişkisini düzenler.
Evlenme törenleri bağlı oldukları toplumun kültür yapısı ve yargısına uygun belirli
kurallara ve kalıplara sokularak uygulanmaktadır. Evlenme dediğimiz geçiş evresi; tören,
adet, gelenek ve göreneklerin yanı sıra bu inanmalara bağlı olarak zengin bir toplumsal tablo
çizer. Hayta Yörükleri arasında düğün, köyün tamamını içine alan bir faaliyet olması
sebebiyle bir nevi bayram anlamı kazanır. Biz bu bölümde genel olarak ‘Evlenme’ diye
adlandırılan geçiş evresinin, Aksu Yöresinde yaşayan Hayta Yörükleri arasında nasıl icra
ettiğini aktarmaya çalışacağız.”
Evlilik sadece evlenen kadın ve erkeği değil ailelerini, yakın akrabalarını ve
çevrelerini de ilgilendiren kutlamalarla düzenlenir. Tören ve kutlamaların amacı ise evlenen
çifti duyurmak, ilan etmektir. Evlilik olayıyla birlikte bekarlıktan, baba evinden ayrılan çift
yeni bir hayata ve aile ortamına girer. Evlilik olgusu kişinin toplumsal statüsünde değişiklik
meydana getirdiği için içerisinde önemli ritüeller barındırır. Anadolu Türk Düğünleri
içerisinde değerlendirdiğimiz Hayta Yörükleri evlenme merasimleri; Orta Asya Türk
varlığının unsurlarını ve İslam Dini’nin etkilerini barındırır.
Haytalar da “görücü usulüyle evlenme, anlaşarak evlenme ve kaçarak evlenme
biçimlerine rastlanmaktadır. Yine beşik kertmesi de Yörük geleneklerindendir. Kızın ergin
yaşa girmesi, ev işlerine katılması ve karşı cinsle ilgilenmesi evliliğe hazır olduğunu gösteren
belirtilerdir. Erkeklerde ise, evin ekonomisine katkıda bulunacak olgunluğa gelmesi ve
askerliğini yapması evlenmesi için gerekli ölçütlerdir. Evlenme girişiminde bulunmada
kızlarla erkekler birbirlerinden farklı rolleri üstlenirler.”
Hayta Yörüklerinin yaşadığı yörelerde “kızlar 17-18, erkekler askerlik dönüşü 22-23
yaşında evlenme çağına gelmiş olarak kabul edilirler. Evlilikte akraba olmaması şartı aranır.
Evlenmede "sıra gütme" adı verilen bir tür sıra gözetimi vardır. Öncelikle abla ve ağabeylerin
evlenmelerine dikkat edilir. Ancak bu önemli bir engel değildir.”
Antalya ili Aksu Yöresinde yaşayan Hayta Yörükleri erkekleri; evlenme isteklerini
genellikle sofrada herkes otururken pilava kaşık saplama hareketinde bulunurlar. Kızlar ise
evlenme niyetlerini saç modelleriyle çevredekilere belirtirler. Saçlarını örüp kırmızı karanfil
takarlarsa evlenme niyetlerinin olduğunun göstergesidir.
Yine Hayta bekar erkeklerinin sık sık tıraş olması, evde huzursuz hareketlerde
bulunması; kızların ise sert biçimde bulaşık yıkayıp her gün bulaşık esnasında bir şeyleri
kırmaları evlenmek istediklerinin belirtisi kabul görür. “Evlenme yaşına gelen gençler
evlenme isteklerini evin büyüklerine söyleyemezler. Çeşitli yollara başvurarak bu dileklerini
82
belli ederler. Bir kaçını şöylece sıralayabiliriz: Ayakkabıları ters çevirme, devamlı of çekme,
süpürgenin üstüne oturma” gibi anlamı olan davranışlarda bulunurlar.223
“Evlilik kararının verilmesinden sonra yapılacak ilk iş damat adayı için eş seçimidir.
Haytalarda eş seçimi öncelikle evlenecek genç erkeğin anne babasının öncülüğünde yapılırdı
fakat son zamanlarda bu durumun yavaş yavaş değişmeye başladığı görülmektedir. Gençler
ya doğrudan kendileri tanımak suretiyle evleneceği kişileri seçmekte ya da hep birlikte karar
verilerek uygun eş seçilmektedir. Görücü usulü olarak literatüre geçmiş olan evlilik türünde
önce erkeğin annesi ve aileye yakın kadınlar kız tarafına giderek kızı görürler. Kız
beğenildikten sonra damada gösterilir, o da beğenirse kızın istenmesine karar verilir.”
2.2.1. Evlenme Biçimleri
a.
Beşik Kertmesi
Beşik kertme geleneği; Türk kültüründe dolayısıyla Hayta Yörükleri arasında
karşılaşılan evlenme biçimlerindendir. Bebekler henüz anne karnındayken ya da henüz hamile
kalmadan koşullar sağlanıncaya kadar anlaşma yapılır. Çocuklar cinsiyeti farklı olma
koşuluyla doğarlarsa birbiriyle evlenmesi için söz verilir. Buna halk arasında “Beşik
Kertmesi” denilmektedir.
Hayta Yörükleri arasında az da olsa görülen bu geleneğin uygulanışı; aynı ay içinde
bir kız bir erkek çocuk dünyaya gözlerini açtığında “Yüce Allah bunları birbirine bağlamış.”
denir ve bu çocukların ailesi birbirlerini tanıyorlarsa beşik kertmesi yapılır. Daha kadınlar
gebeyken bu yönde konuşmalar başlardı. Erkek çocuğu olan aile, kız çocuğunun ailesine
hediyeler götürürler. Kız çocuğu daha bebek yaşlarda erkek çocuğu ailesinden istenir. Eğer
kızın ailesi kabul ederse; erkek çocuğunun eline bıçak verilir ve beşiğe kertik atar. Bu
uygulamadaki amaç; kızın eşyalarına ve kıza işaret koyup sahiplenmiş sayılmasıdır. 224
b. Akraba Evliliği
Akraba evliliği; Türklerin İslam dinini kabul etmeden önce aralarında yaygın olan
evlenme biçimlerinden biridir. İslamiyetle birlikte Türk toplumunda yaşanan kültürel
değişimle bu evlilik türü zaman geçtikçe azalmıştır. Bunun nedeni ise şehirleşme olgusu
gösterilebilir.
Hayta Yörükleri arasında sık olarak rastlanılmasa da akraba evliliklerinin olduğu tespit
edilmiştir. Akraba evlilikleri genel olarak beşik kertmesiyle meydana gelir. Beşik kertmesi
223
224
Kaynak Kişi; Şerife Yıldırım (28.04.2018)
Kaynak kişi; Emine İçtüzer (18.08.2018)
83
aslında Hayta Yörükleri arasında akrabalar arası meydana gelmektedir. Dolayısıyla beşik
kertmesi diye adlandırdığımız olay akraba evliliğiyle bağlantılıdır. 225
c.
Kaçarak Evlenme
Birbirini seven fakat ailelerinin çeşitli nedenlerden dolayı istememesinden dolayı
çiftler kaçarak evlenirler. Hoş karşılanmayan bir evlilik türü olsa da Türk toplumunda
dolayısıyla Hayta Yörükleri arasında var olan bir evlilik türüdür. Köy hayatının koşullarında
evlilik konusunda sadece anne babanın dediği olur, kız ve erkeğin düşüncelerine önem
verilmez. Bu yüzden kız veya erkek istemediği biriyle evlenmemek adına sevdiklerine
kaçarlar.
Murtana köyünde konuştuğumuz kaynak kişiye 226 göre yirmi yıl öncesine kadar nişan
ve düğün masrafından kurtulmak için kız zorla kaçırılırdı. Kaçırılan kızın elini sadece
evlenecek erkek tutabilir. Evlenmek için düğün ve tören yapılmaz, imam nikahı gerçekleşir.
2.2.2. Kız İsteme
Evlenme çağına gelen oğlan için anne babası ve tanıdıkları çevrelerinden kız aramaya
başlarlar. Eğer oğlanın seçtiği ve beğendiği bir kız varsa iş daha da kolaylaşır. Karar verilip
fikir birliği sağlanırsa kız isteme hazırlıkları başlar. Kız evine gidilecek gün haber verilir.”
Köylerde dünürcülük için meşhur olmuş insanlar vardır. Dünürcü veya bir aile büyüğünü de
alarak kız evine gidilir. Aksu’lu bekar erkeğe kız görmek için giden kişileri genellikle
konuşkan, sıcak kanlı, ikna yeteneği yüksek kadın akrabalar içerisinden seçerler.
Anadolu toplumunda ataerkil yapı sahip olduğundan Hayta Yörükleri arasında
evlilikte söz sahibi olan kişinin erkek tarafı olduğu düşünülür. Bu yüzden damat adayı kızı
görmeye gider. Görücüye kendini gösteren kız misafirlere kahve ikram eder ve ikramdan
sonra sessizce bir köşede oturur. Dağıtılan kahvenin içilmiş olması ya da ikram edilen
kahvenin tadı (acı/tatlı) muhtemel gerçekleşecek evliliğin de geleceğini tayin ettiği anlamında
bir inanışa sahiptirler. Örneğin; Güzelyurt köyü içerisindeki hanelerde damat tarafından kız
tarafına görücüye giden dünürcüler kız tarafından olumlu bir cevap aldıklarında gelin kız
misafirlerine kahve eşliğinde çikolata ikram eder.
Kız istemeye genellikle perşembe veya pazar günü gidilir. Kız evi gönüllüyse ikramlar
tatlı olur, gönülsüzler “ise ikramlar şekersiz olur. Gelenlerin istenmediklerini belirtmek
amacıyla da ayakkabıları dışarı atma, içlerine su, acı biber vs. şeyler koyma gibi adetleri
vardır. Söz kesiminde davetlilere pirinç pilavı ve baklava ikram edilir.”
225
226
Kaynak kişi; Muhsin Sıvacı (26.06.2019)
Kaynak kişi; Emine İçtüzer (18.08.2018)
84
Kız görme, dünürcülük yoluyla evlilik aşamasına gelen Hayta ailesi bu anlaşmayı daha
geniş olarak çevrelerine duyurmak amacıyla “söz kesme” adında genç çifte yüzük takarlar.
Toros dağlarında yaşayan Hayta Yörüklerinde çok eskiden beri var olan bir inanışa göre;
damada beğenilen kız için söz kesildikten sonra birer kilo tuz ve şeker alınır. Alınan tuz ve
şeker bitene kadar damat evinde herhangi bir kötü olay meydana gelirse, söz kesilen kız
uğursuz; iyi hadiseler yaşanırsa söz kesilen kız uğurlu sayılır. Söz kesiminden sonra nişana
hazırlık amaçlı kız evine hediye bohçalar gönderilir. Yine bazı Hayta köylerinde süt parası adı
altında “başlık parası” isteme geleneği de vardır.
2.2.3. Nişan
Nişan; Anadolu toplumunda gelin evinde yapılan bir törendir. Hayta toplumu arasında
nişan masraflarını kız tarafı üstlenir lakin nişan merasimi için oğlan tarafı da hediyeler
gönderirler. Nişan merasimi; kız tarafının evi uygunsa evde, uygun değilse salon veya
bahçede yapılır. Nişan merasimi için durumu iyi olan aileler davetiye bastırır, bazıları ise
sözlü olarak akraba ve komşularını nişan merasimlerine davet ederler. Hayta Yörükleri
arasında nişan merasimi yapılmadan hemen önce kız evinin önünde kan akıtma geleneği
vardır. Damat tarafı davar alır ve kız evine getirir. Davar eti pişirildikten ise nişandan sonra
pilavla birlikte misafirlere servis edilir. 227
Söz kesiminden sonra aileler arası kararlaştırılan güne kadar oğlan evi kız hanesine
“Nişan kofası” denilen kızın istediği takıların, giysilerin, eşyaların konulduğu bohça gönderir.
Gelinin ailesi ise nişanın ardından nişan kofası karşılığında oğlan evine baklava, helva,
leblebi, çerez ve damadın istediği takın elbisenin olduğu bir sandık gönderir. Bu sandığa gelin
tarafının “nişan karşılığı” adı verilir. Hayta Yörükleri arasında nişan merasimini gösterişli bir
şekilde kız tarafı yapar. “Nişan töreni gelin tarafının ekonomik yapısına göre yemekli veya
yemeksiz eğlence tarzında olabilir.
228
Nişan merasimi evliliğe atılan ilk adım, iki dünür
ailenin tanışıp kaynaşması için ise hazırlık sürecidir. Nikâh ve düğün merasimleri için
kararlaştırılan tarihin belirlendiği Nişan yüzükleri takıldıktan sonra nikâha kadar geçen sürede
erkek tarafı dini bayramlarda gelin evine hediye olarak davar götürür. Kurban bayramı
sırasında Hacıaliler, Güzeloluk köylerinde geline kurbanlık koç, boynuzlarında altın
bileziklerle götürülmesi de söz konusudur.229
Nişanlılık dönemi çok uzun tutulmamaya özen gösterilir. Nişandan sonra kız, oğlan
evi kadınları tarafından hamama götürülür. Hamam uygulaması ile hem temizlik ve eğlence
227
Kaynak kişi; Teslime Çetin (10.02.2018)
Kaynak kişi; Emine İçtüzer (18.08.2018)
229
Kaynak Kişi; Arife Levent (15.02.2018)
228
85
amaçlanırken asıl amacın; gelin olacak kızı tepeden tırnağa kontrol etmek, vücudunda bir
bozukluk var mı diye incelemektir. 230
2.2.4. Çeyiz Hazırlama
Hayta Yörükleri arasında düğün için yapılan hazırlıklarda erkek tarafının en önemli
görevi evlenip haneden ayrılacak çifte yeni ev açmaktır. Kız tarafı ev almayan veya ev için
olanak sunmayan erkeğe kız verme tarafında olmazlar. Erkek tarafının aldığı evi döşemek ise
kız tarafının vaifesidir. Kız tarafı nişan merasimini düğünü ise erkek tarafı yapar. Bu yüzden
düğün için tutulan salon masraflarını da damat evi üstlenir. Gelinin çeyizinin yeni kurulan eve
götürülmesi esnasında gelinin kardeşi çeyiz sandığının üstüne oturarak para ister. Bu olaya
Hayta Yörükleri arasında “Çeyiz yükü parası” adını verir. 231
Kız tarafının yeni kurulan ev için aldıkları ya da kendi el emekleriyle hazırladıkları
tüm eşyalara “çeyiz” adı verilir. Hayta Yörükleri arasında kız tarafı, damadın ailesi için düğün
öncesinde “dünür bohçası” hazırlar. Hazırlanan bu bohçaların diğer bir adı da “dürü”dür.
Dünür bohçası içersinde genel olarak takım elbise, entari, pantolon, kravat, yazma, ayakkabı
yollanır. Yeni kurulan ev için kız tarafı mutlaka mutfak eşyalarını, yatak odasını, oturma
odası ve halılarını almakla yükümlüdür. Ev alamayan erkek tarafının ayıplandığı gibi çeyiz
hazırlamayan gelin de Hayta Yörükleri içerisinde ayıplanır, damat evi tarafından
sahiplenilmez.
232
Gelinin çeyizi hazırlanırken bazı hususlara dikkat edilir. Çeyiz hazırlayıcı kadınların
evlilik hayatlarının mutlu, eşlerinin sağ oluşu ve engelli çocuklarının bulunmamasına özen
gösterilir. Bu duruma neden olarak ise Hayta Yörükleri’nin “Çeyiz hazırlayıcıları kaderlerini
geline taşır.” sözü olduğu kanaatinde olduklarıdır. 233 Hayta köylerinde düğüne üç gün kala
gelinin çeyizi kız evi önünde kurulan masalar üzerine konulup davul zurna eşliğinde köy
ahalisine gösterilmesi adettendir. Gelinin çeyizi böylece görücüye çıkmış olur. Dost düşman
herkes çeyizi görmüş olur. 234
Aksu köylerinde yaşayan Hayta Yörükleri arasında kız tarafının hazırladığı eşyalar
çeyiz sandığına yerleştirilirken çeyize nazar değmesin, gelin gittiği evde mutlu bir şekilde
ağız tadıyla yaşasın diye birtakım pratik ve büyüsel fonksiyonu olan uygulamalar yapılır.
Çeyiz sandığının en altına at nalı, makas konulur. Nazara karşı koruyucu olduğuna dai bir
inanış Hayta Yörükleri arasında mevcuttur. Yine çeyiz sandığının en üstüne ise al bayrak ve
230
Kaynak kişi; Teslime Çetin (10.02.2018)
Kaynak kişi; Hatice Çelik (30.10.2018)
232
Kaynak kişi; Hasibe Altıntaş (28.10.2018)
233
Kaynak kişi; Emine İçtüzer (28.10.2018)
234
Kaynak kişi; Teslime Altıntaş (29.10.2018)
231
86
Kur’an-ı Kerim konulur. Kına gecesinin olduğu gün erkek tarafı; gelin evinden çeyizleri alır
ve yeni kurulan eve getirilerek çeyiz eve serilir.” 235
2.2.5. Kına Gecesi
Cuma günleri akşam ezanından sonra kız evine gelen gelinin arkadaşları ve kadın
akrabalar arasında eğlence düzenlenir ve gelinin avcuna kına yakılır. Bu merasime ise “kına
gecesi” adı verilir. Bu merasimler gelinin baba evinde geçireceği son geceyi eğlenceli kılmak
yeri geldiğinde ise gelini ağlatma amacıyla yapılır. Bazı toplumlarda kız, erkek karışık olarak
yapılan kına geceleri Antalya ili Aksu yöresinde yaşayan Hayta Yörükleri arasında genellikle
sadece kadınlar arasında yapılır. Aksu da yaşam sürdüren Hayta Yörükleri kına gecelerini
düğünden bir gün önce yatsı ezanından sonra gelinin babaevinde yapar ve “o gece evde sadece
kadınlar olur. Hazırlıklar, kına gecesinden bir gün önce erkek tarafının gelin evine kına ve ikram
edilecek çerezleri göndermesiyle başlar. Kına sabahı evin kapısına bayrak ve tüller asılarak
düğünün başladığının” sinyalleri verilir. Kına gecesinde gelinin arkadaşları kendi aralarında şarkı
söylerler, mani okurlar ve müzik eşliğinde oynarlar. Geline kına gecesine özgü bindallı giydirilir
ve yanındaki bekar kız arkadaşlarına ise nedime bindallısı giydirilir. Bu merasimlerde misafirlere
soğuk içecek ve çerez ikramında bulunulur.
Yatsı ezanının okunulması ardından misafirler gelin evine gelir. Çerezler, tatlılar, kına
helvası ve yiyecekler içerisinden ilk ikram dağıtılır. Sonrasında gelin yöresel kına kıyafetiyle
mum taşıyan bekar kız arkadaşları eşliğinde salona gelip ortada bulunan sandalyeye oturur.
Bekar kız arkadaşları ve akrabaları şarkı ve türküler söyleyip oynarken gelin kız sessiz sedasız
bir şekilde onları seyreder. Gelindeki tüm bu mahzunluğun sebebi tabii ki baba evinden
ayrılacağını bilmesinin üzüntüsüdür. Kısa süren müzik ve yakın arkadaşlarının oynamasından
sonra kına yakma uygulaması başlanır.
Kına gecesinde gelinin kız arkadaşlarının elinde mumlarla gelinin çevresinde dönerek
“Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar” diye söyledikleri türkü eşliğinde gelini ağlatma ve
kına gezdirme ritüelleri vardır. Bu ritüelin amacı ise aslında geline zarar verebilecek kötü
ruhları uzak tutma düşüncesi vardır. Gelinin avcuna kına sürmek isteyen kayınvalide gelinin
avcuna çeyrek altın koymak zorundadır. Gelini kına yakımında ağlatmak uğur sayılır. Gözyaşı
dökmenin kötü ruhları uzak tutacağına ve yeni evinde geline bereket getireceğine inanılır. 236
Geline yakılan kınadan arta kalanları almak Hayta inancına göre uğurlu sayılır ve bu
kınadan kendine süren bekar kız kısa süre içinde evleneceğini düşünür. Bu yüzden arta kalan
kınalar hevesle kapışılır. Kına yakma sırasında gerçekleşen bir diğer adet ise “Gelin elini
235
236
Kaynak Kişi; Hatice Çelik (30.10.2018)
Yeşil, 2014: 191
87
açmıyor” söylemidir. Kınayı yakan kişi “Gelin elini açmıyor” dediğinde kayınvalide kına
hediyesi olarak gelinin avucuna bir altın koyar.237
2.2.6. Nikah
Resmi veya dini nikâh yaptırmadaki amaç, gelin- damadın beraberliğini ilan etmek,
toplum ve akrabalar tarafından geçerli sayılmak bu sayede ise kutlamak ve kutsamak yer alır.
238
İmam nikâhı kıyılırken erkek tarafından kadına verilen bir nikâh bedeli vardır. Buna
“mihir” adı adı verilir. Mihir olarak verilen maddiyat, kocanın ölümü veya boşanma halinde
kadına kalır. 239
İslam şartlarına göre dini nikâh; iki şahit huzurunda yapılır. Gelin ve yengesinin
olduğu yere perde çekilir. İmam, damat ve iki şahit ön tarafta oturur. İmam önce hazırlanan
tuzlu suya dua okur, üfler. Allah’ın kavli peygamberin sünnetiyle şahitler huzurunda imam
damada üç kere sorar. Aynı soruyu daha sonra geline de sorar. Olumlu cevaptan sonra ise
tuzlu su gelin ve damada içirilir. 240
2.2.7. Gelini Baba Evinden Alma Ritüeli
Anadolu’da olduğu gibi Hayta Yörükleri de gelin almaya giderken damat sağdıcı
tarafından hazırlanır, damat tıraşı yapılır. Sağdıç olarak evli kişiler seçilir. Gelin almak için
hazırlanan damadın arkadaşları olan delikanlılara “seymen” adı verilir. Gelin alma kafilesinin
öncülüğünü damadın sağdıcı yapar.
Gelini evden çıkarmadan önce damat ve damadın varsa kız kardeşi gelin ve gelinin kız
kardeşlerini kuaföre götürürler. Evlenmemiş kızlar ise gelin hazırlanmadan önce gelinin
ayakkabısı altına isimlerini yazarlar. Damat gelini almaya geldiğinde gelin evinde hüzün
hakimdir. Gelin olacak kıza son defa ailede sözü geçen kadınlar nasihatlerde bulunur. Gelinin
kendi evini unutmasını sağlamak için “Gelinliğinle çıktığın bu evden sadece kefeninle
geleceksin.” sözü söylenir. Gelin kız evden son defa çıkmadan önce gelinin babası duvağını
örter erkek kardeşi ise bekaretin sembolü olan kırmızı kuşağı beline bağlar. Gelinin kız
evinden çıkıp damat evine varıncaya kadar yüzündeki duvağı çıkarılmamasının nedeni; gelini
dış etkilerden özellikle de nazardan karşı korumaktır.
Hayta Yörükleri’nde gelin alıp gelirken başka bir gelin alayına rastlamak uğursuzluk
olarak karşılanır. Gelin alayı daha kalabalık olan sağ taraftan, diğer alay ise soldan geçer.
Gelinlerin eteğine ise iğne batırılır. Bunun sebebi uğursuzluğu gelinlerden uzak tutmak
237
Kaynak Kişi; Şerife Yıldırım (28.04.2018)
Örnek, 1997; 201
239
Yeşil, 2014; 190
240
Kaynak Kişi; Şerife Yıldırım (28.04.2018)
238
88
amaçlıdır.
İki gelin alayının karşılaşmasının uğursuzluk sayıldığı Haytalar arasında bu
yüzden kavga çıktığı bile görülmüştür. 241
2.2.8. Düğün
Evlilik geçiş dönemi içerisinde söz ve nişandan sonra düğün aşaması kutlanır. Bunun
için öncelikle çevre köylerde yaşayan insanların düğüne oku ve okuyucu sayesinde davet
edilmesi lazım gelir. Düğün daveti için oku dağıtıldıktan sonra tarih ve saat söylenir.
Okuntuya diğer bir manada düğün davetiyesi de denilebilir. Bu okuntuları çevredeki eşe dosta
dağıtması için iki ünür aileden görevli kişiler blirlenir ve bu görevlileri kapı kapı gezerek
okuntuyu gerekli yerlere teslim ederler. Okuntu, daha önceden hazırlanmış bir parça kumaş,
bir mendil, bir yazma gibi hediyeler olabileceği gibi, şeker, börek gibi yiyecek türünden
şeyler de olabilir.242 Günümüzde şehirlerde dağıtılan davetiyeler gibi Hayta köylerinde
misafirler düğüne okuntuyla çağırılmış olur.
Düğün merasimi hem gelin hem de damat tarafını ilgilendiriyor gibi görünse de
aslında tüm vazife damat tarafına aittir. Düğün merasimi başlamadan önce sadece damadın
evine bayrak asılması bu durumu kanıtlar niteliktedir. Bayrağı asma görevi, damadın babası
tarafından görevlendirilmiş bayraktar tarafından asılır. Bayraktarın evin çatısına bayrak
asmasıyla düğün çevreye duyurulmuş olur. Bayrak asımıyla birlikte düğün eğlencesi başlar.
Hayta Yörükleri arasında yapılan düğünlerde erkek evinde eşe dosta yemek dağıtılır.
Bayrağın damat evine asılması; eve gelin geleceğinin resmen ilan edilmesidir.”243 Haytalar
genel olarak düğün merasimlerini hafta sonu yapar. Davul zurna ise erkek evine perşembe
akşamı gelir. Çalışma yaptığımız köylerde tespit ettiğimiz düğün eğlencelerinin daha çok
erkek evi tarafında olduğudur. Gelin evinde ise evden kız çıkacağı için bir hüznün hâkim
olduğu, bu yüzden ise eğlence yapılmadığı, kına gecesinde ise gelinin ağlatıldığı tespit
edilmiştir. 244 Damat evinin önünde ise gelinin kına gecesinin yapıldığı sırada “kız kaçırma”
adı verilen oyun oynanır. Damadı eğlendirmek amacıyla oynanan bu oyun davul, zurna
eşliğinde oynanır. Damadın bir arkadaşı gelin kılığına girer. Diğer bir arkadaşı da gelin
kılığına giren arkadaşını kaçırmaya çalışır.
245
Yine gelinin kına gecesinin olduğu sırada
damat evinde oynanan oyunlardan birisi de “damat tıraşı” oyunudur. Evin küçük çocukları
elinde makasla gelerek damattan harçlık almaya çalışır.
241
Kaynak Kişi; Emine İçtüzer (03.08.2019)
Kaynak Kişi; Şerife Yıldırım (28.04.2018)
243
Kaynak Kişi; Muhsin Sıvacı (02.01.2018)
244
Kaynak Kişi; Hasibe Altıntaş (28.10.2018)
245
Kaynak Kişi; Muhsin Sıvacı (02.01.2018)
246
Kaynak Kişi; Veli Altıntaş (12.01.2018)
242
246
89
Antalya ili Aksu yöresinde yaşayan Haytaların düğün merasimlerinde güreş
etkinliklerinin düzenlenmesi ve atla gezmek çok yaygındır. Oğlan evi düğün günü gelini
almak için davul zurna getirtir ve gelini ata bindirirler. Gelin, damat evi önüne geldiğinde
kaynanası tarafından gelinin başına şekerleme, paketli çikolata karışımı dökülür. Çevredeki
çocuklar hemen saçılan şekerleme ve çikolatayı toplar. Gelin, damat evine ayak basmadan
önce ağzına bir kaşık bal verilir. Bunun nedeni olarak dilinin tatlı olması istenildiği tespit
edilmiştir.
247
Hayta köylerinde düğünler genelde cuma, cumartesi ve Pazar günü olacak
şekilde üç gün sürer. Damat evinde yemek dağıtılır. Düğünün ilk gününe “Bayrak” veya “Yük
Günü” denir”. 248
“Salı ve cuma akşamları oğlan evinde oğlan kınası yakılır. Yakılan meydan ateşinin
etrafında yenilir, içilir, oynanır. Kadınlar da ayrı bir yerde düğün ederler.” Düğün, oğlan evi
için büyük bir masraftır çünkü evin bütün eşyalarını oğlan evi almak zorundadır. Bunun
dışında kız evi sadece çeyizini getirir. Çarşamba günü oğlan evinin bayanları gelinlerini
alarak gelin hamamına giderler. Hamamda yıkanırlar ve renk renk mumlar yakarlar. Törenle
hamamdan çıkartılan geline pullu bir yazma örtülür. Damat evinin kapısında davar kesilir,
kanın üzerinden gelin geçirilir. Gelinin iyi huylu olması isteğiyle kaynananın eteğini öpme,
eşik altından ağzına bal alarak geçme gibi adetler uygulanır. Geline yüz görünümlüğü takılır.
Gelin oğlan evine giderken yolu kesenlere para verilir, gelin arabası hareket ettiği zaman su
serpilir ve şişe kırılır. Eve girmeden önce gelin veya damat evde sözünün geçmesi için
birbirlerinin ayağına basar. İnanca göre önce basanın o evde sözü geçer. 249
Evlenme, yaşamın ikinci geçiş dönemidir. Haytaların “evlenme törenlerinde yaşayan
birçok gelenek ve görenek vardır. Toplumların tarihsel boyutları, ekonomik yapıları, yerleşim
düzenleri, üretim ilişkileri kısaca kültürleri evlenme biçimlerini de belirlemektedir. Her
toplum ya da grup, kendi yapısına uygun evlenme biçimlerini yeğlerken, yapısına aykırı
düşecek olanları da önlemeye çalışmaktadır. Hayta Yörükleri’de kendi toplum yapısına uygun
bir şekilde evlilik geleneklerini yürütmektedir.”
2.2.9. Düğün Sonrası
Düğünden sonraki ilk “sabah yeni evli gençler öncelikle erkek tarafı aile büyüklerinin
ellerini öpmeye giderler. Daha sonra ki gün içerisinde ise gelin tarafını ziyarete giderler. İlk
hafta içerisinde ise geri kalan aile büyüklerinin ziyaretine gidilir. Bazı Hayta ailelerinde ise
247
Kaynak Kişi; Hasibe Altıntaş (28.10.2018)
Kaynak Kişi; Nuri Çoban (24.11.2018)
249
Kaynak Kişi; Şerife Yıldırım (28.04.2018)
248
90
yeni evli çiftin akrabaları tarafından akşam yemeği veya kahvaltıya çağrıldığı tespit edilmiştir.
Genellikle erkek tarafına ziyaretler daha fazla olur. 250
Düğünün ertesi günü veya düğünden sonraki hafta içerisinde damat tarafının
akrabaları tarafından “duvak açma günü”, “yüz görme”, “başını bağlama” gibi adlar altında
ziyaretler gerçekleşir. Bu ziyarete gelenler hem gelinin çeyizini inceler hem de deüğüne çeşitli
sebeplerden dolayı gelemeyenler takılarını takarlar. 251
Düğün merasimi ardından dünürler arası ziyaretler başlar. Her iki taraf birbirinin evine
gider gelir. Yemekli olmasına özen gösterilen dünür ziyaretleri “ayak açma”, “kız arkası” gibi
farklı adlandırmalarla da bilinir. Bu ziyaretlerin amacı; her iki dünür ailenin gelecek yıllarda
uyumlu bir şekilde anlaşması, aileler arası dayanışmanın olması ve sağlıklı iletişim
kurmaktır.”252
Tezin bu bölümünde insan hayatında çok önemli olan evlenme eşiğinde yapılan
uygulamalar Hayta toplumu üzerinden yola çıkılarak ele alınmaya çalışılmıştır. Çalışma,
Aksu ve köylerini kapsayan yerlerde yaşayan Hayta Yörüklerinin “evlenme” olarak
adlandırılan geçiş basamağında toplum içinde yapılan uygulamaların gözlemlenmesi sonucu
bilim dünyasına aktarılması bağlamında yorumlanmıştır. Çalışmanın halk bilimi yönünü de
ilgilendiren kısımlarında düğün törenlerinde yapılan ritüellerin birçoğunun günümüzde halen
icra ettiği görülür.
2.3. Ölüm
“İnsan hayatında üç önemli geçiş evrelerinden sonuncusu ölümdür. Bireysel olarak
icra eden bu olay aslında toplumu ilgilendiren bir durumdur. Anadolu’nun tüm yerlerinde
olduğu gibi Hayta Yörükleri arasında da ölüm olayı esnasında ve sonrasında uygulanan bazı
pratikler mevcuttur. Bu pratikler Hayta Yörükleri arasında en ince ayrıntısına kadar icra
edilmekte ve inanç bağlamı çerçevesinde sırasıyla uygulanmaktadır. Ölüm diye adlandırılan
bu gerçek olgu; bir insan, hayvan hatta bitkide; kısaca tüm canlılarda yaşamın sona ermesi
olayıdır.
Ölüm, insanlar için ibret ve ders çıkarma durumu olarak değerlendirilmektedir. Ölüm
olayı, Hayta Yörükleri’nin “öteki dünya” diye tabir ettiği manevi dünya için her daim
insanların hazırlıklı bulunmasını anımsatmakla birlikte toplum nezdinde ölen kişi için son
görevlerini yerine getirme konusunda birtakım sorumluluklar da yüklemektedir. Bireysel ve
toplumsal yaptırımlara yol açabilmektedir. Bundan dolayı da ölüm, sadece bireysel bir olay
250
Kaynak Kişi; Hasibe Altıntaş (28.10.2018)
Kaynak Kişi; Teslime Altıntaş (29.10.2018)
252
Kaynak Kişi; Veli Altıntaş (29.10.2018)
251
91
olarak değil toplumsal bir olay olarak da inceleme konusu yapılabilmektedir. Çünkü ölüm
hem bireylerin hem de toplumların sosyal hayatlarında bazı yankıların uyanmasına neden
olabilmektedir.”
Ölüm, insanoğlu hayatında son en büyük geçiş eşiği olarak bilinir. Geçiş eşikleri
arasında insanı en çok etkileyen, üzen basamak ölüm geçiş eşiğidir. Ölmek üzere olan veya
ölen kişiyi günahlarından kurtarmak, arındırmak amacıyla bazı törenler düzenlenir. Bu
törenlerle birey, yaşadığı çevreden “öteki dünya” diye adlandırdığımız yeni yaşamına
uğurlanır. Kaçınılmaz olan “ölüm” eşiği karşısında Türk toplumları da ölüm hakkında
inançlar meydana getirmiş, inanmalarının çevresinde bazı uygulamalar ritüeline sahip
olmuşlardır. 253
Aksu’da ölüm olayı ve cenazeyi defnetme adetleri Anadolu’nun diğer coğrafyalarında
çok büyük bir farklılık göstermemektedir. Aksu’ya bağlı köy ve kazalarda vefat etme hadisesi
meydana geldiği vakit en yakın cami veya mescidden ölen merhumun selası okunarak bu
üzücü olay Hacıaliler, Pınarlı, İhsaniye, Güzelyurt, Murtana gibi köylerde duyurulur. Bunun
üzerine cenaze defin işlemleri başlatılır. 254
2.3.1. Ölüm Öncesi
Anadolu insanı belirli bir yaşa geldiğinde “Biraz da öteki dünya için çalışalım.”
düşüncesiyle kendini ibadetine verir. Durumları yettiğince hac görevlerini yerine getirenler ya
da yaşlı kadınların saçlarını kestirmediği görülür. Yaşamlarındaki bu düşüncelerin nedeni ise
“ölüm” düşüncesidir. Yaşı kemale ermiş insanların ölüme yaklaştığını belirtme biçimlerinden
biri de geriye kalan varislerine vasiyet bırakmasıdır. Vasiyetinde bu kişiler mal varlığını
çocuklarına eşit miktarda paylaştırır, borcu varsa karşı tarafa ödenmesi için söylemde
bulunur.255 Hayta Yörükleri de Türk kültürüne göre ölüm törenlerini gerçekleştirseler de son
olarak dini kurallara uygun şekilde bu törenlerini icra ettikleri gözlemlenmiştir. Ölen kişi için;
7, 40 ve 52. Günlerde mevlid düzenlenip yemek dağıtılır. 256
Antalya ili Aksu yöresinde yaşayan Hayta Yörükleri kişinin öleceğin anladıkları an
kişinin en güzel elbiselerini giydirir, sevdiği yemekleri yapar ve tattırırlar. Saçlarını tarar ve
başucundaki yakınlarıyla konuşur. Bu konuşmalar genellikle telkin ve kendisinin iyi
anılmasını istediğini belirten konuşmalardır. En son olarak ise sevap kazanma düşüncesiyle
eşyalarını ihtiyaç sahibi olan insanlara dağıtılır.
253
Yeşil, 2014: 238
Kaynak Kişi; Veli Altıntaş (29.10.2018)
255
Yeşil, 2014: 240
256
Kaynak Kişi; Teslime Çetin (24.08.2018)
254
92
2.3.2. Ölümü Düşündüren Ön Belirtiler
Aksu’da yaşayan Hayta Yörükleri arasında hayvanlarda ya da tabiat olaylarında olan
değişikliklerle birlikte hastanın değişimleri ile ilgili ölüm düşüncesi belirir. Bu ön belirtiler ve
bu belirtilerden kaçınma yollarıyla ilgili inanmalar gözlemlenmiştir.
Hayta Yörükleri arasında çevrede olan bazı değişik olaylar çevresinde ölüm habercisi
diye kabul edilen bazı durumlar eşliğinde inanmalar söz konusudur. Mesela; köpeğin
anlamsız bir şekilde kapı önünde uluması, evin penceresinde baykuşun ötmesi, saat camının
kırılması, boş kovayla eve girilmesi ya da gece yarısı sanki ağaç kesiliyormuş sesi duyulması
ölüm habercisi durumlar olarak algılanır. Yine Haytalar arasında ölmüş birisi rüyada evden
bir şey götürürse o evden ölü çıkacağına inanış hâkimdir.
Hayta Yörükleri arasında ölümü düşündüren ön belirtilerden birisi de doğa olaylarıyla
alakalıdır. Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde olduğu gibi Aksu halkı arasında da ay ve güneş
tutulması, yıldız kayması, gök gürlemesi, yıldırım düşmesi gibi olaylar Haytalar arasında
ölümün ön belirtileri gibi görülmüştür. Beddua sonucu da ölümün gerçekleşeceğine inanan
Hayta Yörükleri annenin bedduasının tutması sonucu sütün kesileceğine, babanın bedduasının
ise ölümü getireceğine inanırlar.
Anadolu coğrafyasının birçok kesminde olduğu gibi Aksu yöresinde yaşayan Hayta
Yörükleri içerisinde de ölüm olayının ön belirtisi olarak kabul görmüş birtakım ritüeller
bulunmaktadır. Bunlardan bazılarını söylemek gerekirse;
a. Baykuş ötmesi
b. Köpeğin uzun süre uluması
c. “Horozun zamansız ürümesi
d. Köpeğin ağzında evin kapısına kemik bırakması
e. Yıldız kayması” (Bu durum meydana geldiğinde; Hayta Yörükleri arasında, devlet
büyüklerinden biri öldü düşüncesi hâkim olmuştur.)
f. Ay, güneş tutulmaları
g. “Makas ağzının açık kalması (Kefen biçileceğine işarettir.) Makas ağzı hemen
mutfak eşiğinde kapatılır.”
h. Rüyada evin direğinin yıkıldığını görmek (Evin en büyüğünün öleceğine işarettir.),
siyah ayakkabı görmek ya da dişlerinin döküldüğünü görmek.
i. Rüyada, ölmüş birini görmek. (Bu rüyayı yorumlayanlar, yaradanın ahirete bir kişi
istediğini söylerler.)
257
Bir kişinin öleceğini düşündüren kişisel ön belirtiler ise;
257
Çimrin, 1984: 327
93
a. Kişinin gözlerinin ışığı takip eder.
b. Kişinin elleri titrer, birşey tutamaz
c. Gözünü tavana veya kpıya gidecekmiş gibi diker.
d. Sürekli tavana izler.
e. “Çok yemek yer (Bu duruma, ölecek kişi kısmetini toplamaya gelmiş derler.)
f. Dudakları morarır.
g. Vücudunda morarma olur, ten rengi daha soluk bir hal alır.
h. Ell ve ayakları buz gibi olur.
i. Sevip saydığı insanları görmek, öpmek isterler.
j. Konuşurkn bir anda dili tutulur.
k. El ve ayak bilekleri soluklaşır.
l. Tırnak altı derisi morarır.
m. Bacaklarını uzatıp öylece kalır.” 258
Şeklinde sıralanabilir.
Alışılmışın dışında davranış ve durumlar, havyanların hareketleri, doğal felaketler
bireyin zihninde ölüm hissiyatını düşündüren belirtiler olarak yer edinmiştir. “Ölüm olayıyla
ilgili halk inançlarından bazıları yukarıda da bahsettiğimiz gibi hayvan davranışlarıyla
ilgilidir. Ölüm düşüncesini insan akla getiren hayvanların başında ise köpekler gelir. Bunun
nedeni olarak halk arasında, köpeklerin sahiplerine ve yaşadıkları yere sadık oluşlarıyla
bilinmesidir. Köpeklerin açıklanamayan bir takım farklı hareketleri Hayta Yörükleri arasında
ölümün ön belirtisi olarak görülmüştür. Örneğin; köpek hangi hanenin kapısına kemik bırakıp
ulursa o haneden cenaze çıkacağı düşünülür. 259
Hayvan davranışlarının ön belirti olarak kabul edildiği Hayta toplumunda bir diğer
vefat belirtisi, otlatılmış sürünün gece vakti ahırda boğuşmalarıdır. Sığır veya davarların gece
karanlığında ahır içinde huysuz davranmaları ahırın sahibi aile içerisinden birinin ölüm
habercisi olarak algılanır.
260
Baykuşun da Anadolu’nun her yerinde olduğu gibi Antalya
ilinde yaşayan Hayta Yörükleri arasında ölümü hatırlatıcı etkisi vardır. Ölüm olayıyla
bağdaştırılan baykuşun, evin penceresi veya çatısında ötmesi o hane içerisine uğursuzluk
getirdiğine veya o hane içerisinden birinin öleceğine işaret ettiği düşünülür. 261
258
Kaynak Kişi; Muhsin Sıvacı (28.07.2019)
Kaynak Kişi; Nuri Çoban (29.07.2019)
260
Kaynak Kişi; Veli Altıntaş (29.10.2018)
261
Kaynak Kişi; Hatice Çelik (24.11.2018)
259
94
2.3.3. Ölüm Esnasındaki Uygulamalar
Merhum kişinin odası ölüm olayının gerçekleşmesiyle birlikte hemen boşaltılır. Eğer
köyde imam varsa hemen getirtilir. İmam bulunamazsa ağzı dualı kişi bulunur ve ölen kişiye
dua okunur. Merhumun başında merhuma en yakın iki kişi ve imam efendi kalır. Merhumun
gözleri açık kalmışsa; varsa oğlu tarafından yoksa merhuma en yakın kişi tarafından gözleri
kapatılır, çenesi toprak altında düşmesin diye bezle bağlanır. Ölen kişinin üzerindeki
kıyafetleri çıkartılır, yatağı ise ölü evden çıktıktan hemen sonra atılır. Ölen kişinin başı
kıbleye gelecek şekilde yatırılır. Elleri ve bacakları mezarda yatacağı şekilde düzeltilip hiçbir
yeri görülmeyecek şekilde üzerine çarşaf örtülür. Gece vakti ölen kişinin vücudunun şişmesini
önlemek amacıyla vücudunun üzerine bıçak veya sabun konulur. 262
Hayta Yörükleri ölen kişinin vücudunda meydana gelen değişikliklere göre çeşitli
yorumlamalarla ölüm anına dair pratikler uygulamışlardır. Örneğin; merhum kişinin
gözlerinin açık gitmesi yapmak isteyip de yapamadığı bir şey olduğu şeklinde betimlenirken,
eceli gelmiş kişinin görmek istediği kişi uzak bir diyardaysa o kişinin fotoğrafı ölmek üzere
olan kişiye gösterilir. Hayta Yörükleri ölen kişinin vücudunda meydana gelen değişikliklere
göre çeşitli yorumlamalarla ölüm anına dair pratikler uygulamışlardır. Örneğin; merhum
kişinin gözlerinin açık gitmesi yapmak isteyip de yapamadığı bir şey olduğu şeklinde
betimlenirken, eceli gelmiş kişinin görmek istediği kişi uzak bir diyardaysa o kişinin fotoğrafı
ölmek üzere olan kişiye gösterilir. 263 Ayrıca Aksu yöresinde yaşayan Hayta Yörük ailelerinde
eceli gelmiş olan kişinin canını Azrail’e teslim edeceği zamanlar yüzü kıbleye doğru çevrilir.
Hasta olan kişinin hanesi yakınlarınds müzik çalınmaz, çocuklar oynatılmaz. Eve çağrılan
ağzı dualı kişi vefat etmek üzere olan kişiye kelime-i şahadet getirtir.
264
Ölmüş kişinin
dudaklarını pamukla ıslatma inancı Hayta Yörükleri arasında var olan başka bir inanmadır.
Bunun nedeni olarak kaynak kişinin265 anlatımına göre “Şeytan bireyin ölümü esnasında bir
bardak suyla beklermiş ve merhumun yaptığı ibadetlerinden, imanından vazgeçmesi
karşılığında o suyu vereceğine inandırmaya çalışırmış.” Haytaların inancına göre ölen kişi son
nefsini verirken hararet içinde kalır, bu inanmaya bağlı olarak da ölen kişinin dudakları
pamukla ıslatılır.
Merhumun vasiyeti var ise vasiyet ettiği kişi yıkama işlemini gerçekleştirir. Eğer böyle
biri yoksa imam ve yardımcısı tarafından ölü yıkanır. “Ölü yıkanırken kullanılan malzemeler
günlük hayatta kullanılmaz. Bu malzemelerin günlük hayatta kullanılmasının uğursuzluk
262
Kaynak Kişi; Ali Çakmak (30.07.2019)
Kaynak Kişi; Veli Altıntaş (30.07.2018)
264
Kaynak Kişi; Serdar Aynalı (01.08.2019)
265
Kaynak Kişi; Teslime Altıntaş (30.07.2019)
263
95
getireceğine ve merhumun yanına birini daha çağıracağı anlamına gelir.
266
Merhumun
yıkanacağı suyun içine gül, karanfil ve yonca atarlar ki merhumun bedeni güzel koksun.
267
Ölen kişi erkek ise erkek imam tarafından, kadın ise kadın bir hoca tarafından yıkanır. Cenaze
yıkama işlemleri genellikle merhumun yaşadığı köyün mescidinde olur. Ölüyü yıkamak için
iki büyük kazan su ile doldurulup kaynatılır. Daha sonra bu kazanlardan birinin içine bıçakla
bıçakla kesilmiş kalıp sabun eklenir. Cenazeyi iki kişi yıkar, yıkayıcıların dini bilgilerinin
kuvvetli olması gerekir. Merhumu yıkamaya başlamadan önce yıkayıcılar abdest alır. Yıkama
işlemi gerçekleştirildikten sonra cenaze Aksu ilçe merkez cami avlusuna götürülür ve başı
kıbleye gelecek şekilde musalla taşına konulur.
268
Cenaze evdeyken, başsağlığına gelenler
“cenazeniz nur olsun” derler. Hiçbir şekilde cenaze sahibi hane ve başsağlığına birbirlerine
“hoş geldin, hoş bulduk” demezler. Merhumun yakınları beyaz, al ve yeşil giymezler.
Kadınlar cenazeyi erkeklerden yedi adım geride uğurlarlar. Aksu’da yaşayan Hayta Yörükleri
cenazelerini gömerlerken “uğur ola, toprağın bol, kabrin nur olsun, Musa peygamber yoldaşın
olsun” gibi anlamlı sözlerle uğurlarlar. 269 Merhumun tabutu musalla taşı üzerindeyken imam
helallik almak için merhumun cenaze namazına gelenlere dönerek: " Dünya fani, ahiret ise
bakidir. Konu komşu, siz Allah’ın huzuruna çıkan (isim vererek) yaşamı süresince nasıl
bilirsiniz? Hakkınızı helal ediyor musunuz?” diye üç kez tekrar eder. Merhumun yakınları
haklarını helal ettikten sonra imam da "Allah'da sizden razı olsun" diyerek cenaze içerisindeki
konuşmasını sonlandırır. Daha sonra cenaze mezarlığa götürülerek defnedilir. 270
2.3.4. Ölüm Sonrası Uygulamalar
Anadolu Türkleri arasında olduğu gibi Hayta toplumu inancında da ölüm olayının
gerçekleşmesi ile vefat eden kişi bu dünyadan ayrılan kişinin öteki tarafta rahat edebilmesi
amacıyla yakınları tarafından günahlarının bağışlanması amacıyla bazı riüeller uygulanmıştır.
Bu bölümde Aksu yöresinde yaşayan Hayta Yörükleri arasında uygulanan ölüm sonrası
ritüeller üzerinde duracağız.
Hayta Yörükleri arasında ölen kişinin gözleri açıksa hemen kapatılır. Çenesi ve ağzı
bir bezle bağlanır. Cesedin üzeri hiçbir zaman açık bırakılmaz; battaniye, çarşaf gibi şeylerle
örtülür. Cesedin şişmemesi için üzerine makas, bıçak tarzında ağır eşyalar konulur. Anadolu
inancına göre demir, çelik gibi eşyalar nazar ve kötü ruhların saldırısına karşı koruyuculuk
özelliği gösterir. Murtana, Güzelbağ ve İhsaniye köylerinde gözlemlediğimiz kadarıyla ölen
266
Kaynak Kişi; Teslime Altıntaş (30.07.2019)
Kaynak Kişi; Hasibe Altıntaş (30.07.2019)
268
Kaynak Kişi; Veli Altıntaş (01.08.2019)
269
Kaynak Kişi; Ali Çakmak (06.05.2018)
270
Kaynak Kişi; Serdar Aynalı (07.05.2018)
267
96
kişi odasında asla yalnız bırakılmaz. Bunu nedeni; Azrail’in ve diğer kötü ruhların cesedi
yalnız bulunca ona işkence edeceğini düşünürler.
Yine eski Türk inancının izlerine bağlı olarak Hayta Yörükleri arasında gerçekleşen
ölüm olayı sonrası ölen kişinin evinde bütün kapılar açık bırakılır. Evde bulunan yiyeceklere,
eşyalara ölümün işlediği düşünülür. Eve sıçrayan ölünün kanı başka bir ölüyü bekler inancı
vardır. bu yüzden işleyen ölüm ruhu evden çıksın diye tüm kapılar açık bırakılır. Cesedin
yanına hamile kadın ve çocuklar girmez. Bunun nedeni olarak ise; ölen kişinin ruhu yalnız
kalmaması için hamilenin bebeğini veya çocuklarını yanına çağıracağı inancı mevcuttur.
Ölüm olayı sonrası ölen kişinin evinin damına bayrak asılır. Bayrağın direğine; eğer
ölen kişi gençse kırmızı, orta yaşlıysa siyah, yaşlıysa beyaz bez bağlanır. Bezli direkten ölen
kişinin kaç yaşlarında olduğu yabancı birisi tarafından bilinir. Vefat eden kişinin elleri,
ayakları düz biçime getirilir. Ölü vücut katılaşır bu yüzden ölüm anı gerçekleştikten sonra
cenaze hemen düz hal getirilir. Müslüman Türkler arasında var olduğu gibi Hayta Yörükleri
arasında da ölüm olayının en yaygın duyurulma şekli; sela okutulur. Vefat eden kişinin
defnedileceği yer ve saat da bu selayla duyurulur. Ayrıca Aksu köylerinde belediye
aracılığıyla vefat eden kişi anons edilerek duyurulur. Öte yandan; vefat eden kişinin
yakınlarının ağlaması, ağıt yakması da ölüm olayını duyurma şekli olarak algılanabilir. Yine
yakın köylerde vefat eden kişinin yakınlarına haberci gönderilerek ölüm olayı duyurulur. 271
Vefat eden kişinin cesedi gömülmeden önce hakkının bulunduğu kişinin evine bir
tabak bulgur, soğan ve vefat eden kişinin pabuçları verilir. Bunlar hemen verilmezse evden bir
ölünün daha çıkacağı düşünülür. Ölüm olayından kaçınma bağlamında ölen kişinin
eşyalarının dağıtımı hemen yapılır. 272
Ölen kişi erkekse; cenaze evinin bahçesinde, mahalle ve köy mescidlerinde imamlar
tarafından yıkanır. Vefat eden kişi kadın ise; ölüden korkmayan ağzı dualı kadınlar tarafından
yıkanır. Yıkama törenleri dini ritüeller eşliğinde olur. Cenaze yıkayanların sayısının tek
olmasına (1, 3 veya 5 kişi) dikkat edilir. Yıkama işleminde kullanılan su sedir ağacı dibine
dökülür.
Hayta Yörükleri arasında var olan bir inanç da birbiriyle dost, arkadaş olan kişiler
hayatta olan arkadaşının ölü bedenlerini taşımakla görevlidir. Ceset yıkanırken; ağzı dualı kişi
suyu elinin tersiyle döker. Ölen kişinin günahlarının kendine geçmesini böyle engellemiş
oldukları düşünülür. Hayta toplumu ölü yıkanırken yıkanan ortam hoş koksun, kötü ruhlar
271
272
Kaynak Kişi; Nuri Çoban (09.09.2018)
Yeşil, 2014: 249
97
gelmesin diye tütsü yakılır ya da gül suyu serpilir. Bazen de yıkanan yere kucak dolusu
karanfil koyarlar.
Bireyin ölüme hazırlanma düşüncesi; kişinin sağlığında kendine kefen alması veya
“Kefen Parası” olarak adlandırılan birikimleriyle sağlanır. Kefen için biriktirilen paranın
haram para olmamasına dikkat edilir. Kefen beyaz renkte olmalıdır. Kadın için beş parçadan
oluşan kefen erkek için ise üç parçadan oluşur. Kefen dikiminde asla demir kullanılmaz.
Kefenlendikten sonra ceset battaniyeyle sarılır. Mezara kadar tabut içinde taşınan ceset, mezar
yerine gelindikten sonra sadece kefen olacak şekilde defnedilir. 273
İslam dinini kabul eden tüm Türk toplulukları cenaze töreni içinde cenaze namazı
kılarlar. Cenaze namazı camide kılınabileceği gibi defin edilecek yerin yanında da kılınabilir.
Kefenlenmiş biçimde tabut içerisinde getirilen cenaze musalla taşının üzerine konur ve
musalla taşı üzerinde bulunan cenazeye doğru bakılarak namaz kılınır. İmam namazın nasıl
kılınacağını vefat eden kişinin yakınlarına anlatır ve namazı kıldırırken helallik ister. Üç kere
“Hakkınızı helal edin.” diye seslenir. 274
Hayta Yörükleri arasında “cenaze sahibi cenazeyi defnettikten ve cemaat mezarlıktan
ayrıldıktan sonra taziye ölen kişinin hanesi çevresinde taziye çadırları Aksu belediyesi
tarafından kurulur ve yakınları burada oturur. Hayta Yörükleri arasında vefat eden kişiyi
gömmek, yatacağı yere toprak atmak geride kalan yakınları için büyük önem arz eder. Cenaze
tabuttan çıkarılıp mezara yerleştirilirken ağzı dualı bir kişi Kur’an okur, diğer kişiler ise
toprak atarken “Mekânı cennet olsun, toprağın bol olsun.” der. Hayta toplumunda cenaze
genellikle bekletilmez, bir an önce toprağa kavuşması için defnedilir. Ölen kişinin vasiyeti
üzerine çoğu zaman vefat eden kişilerin nereye gömüleceği bellidir. 275
Köyünden ya da doğduğu yerden uzakta vefat edenlerin cenazesi köylerine getirilmeye
çalışılır. Hayta toplumunda; memleketinden uzakta toprağa gömülen kişinin garip, kimsesiz
olarak görüleceği dua okuyanının olmayacağı düşünülür. Ölen kişinin memleketine, köyüne
gömülmesi kişinin yakınlarıyla bağlantısını toprakta da olsa yakın tutmak amaçlıdır. Cenaze
defnedildikten sonra uzak akrabalar mezarlığı terkederken ölen kişinin birinci dereceden
yakınların mezar başında kalır ve taziyeleri kabul eder. 276
Ölü evinde uyedi gün aş kaynatılmaz. Konu komşu ve akrabalar cenaze çıkan hanenin
yemek ihtiyacını bir hafta süreyle karşılarlar. Ölünün defnedildiği ilk gün mezarı kazan ve
defin tahtalarını yerleştiren kişilere evde yakınlar tarafından yemek verilir. Ölen kişiyi
273
Kaynak Kişi; Emine İçtüzer (04.08.2019)
Yeşil, 2014: 251
275
Kaynak Kişi; Serdar Aynalı (07.05.2018)
276
Kaynak Kişi; Ali Aynalı (07.05.2018)
274
98
defneden bireylere ikram edilen bu yemeğe "kazma kürek hakkı" adı verilmektedir. Yine bu
günden itibaren, ölünün ruhunun ailesini ziyarete geldiği inancıyla, ölü evinin ışıkları, bir
hafta süreyle devamlı olarak açık tutulur. Ölenin eşyaları evden çıkartılarak, genellikle yoksul
ailelere dağıtılır. Buna sebep olarak da, vefa duygusu göstererek merhumun ruhunu öteki
tarafta rahat ettirmektir. Ölen kişinin bu vesile ile sevap kazanacağına inanılır. 277
Genel bağlamda ölen kişinin ardından tutulan yas süresi ve söylenen ağıtlar kesin bir
zaman dilimine bağlanmasa da yine en az yedi gündür. Yas süresince tüm hane bireyleri
eğlenceden ve renkli kıyafetlerden kaçınırlar. Gülüşüp şakalaşmazlar. Bu durumlar toplum
içerisinde ayıp sayılmaktadır. Radyo ve televizyon aletler hane içinde açılıp kullanılmaz.
Nişan, düğün ve sünnet gibi törenler ya ileri bir tarihe ertelenir ya da sessiz sedasız ölü evinin
matemine uygun bir şekilde yapılır. 278
Konu, komşu ve yakın akrabalar; yakınlık derecelerine göre bir takım şeylere dikkat
ederek yas tutan hanenin üzüntüsüne ortak olamaya çalışırlar. Taziye evinde matem tutanlara
yemek getirtilir ve hizmetlerde bulunulur. Cenazenin yakınları, ölünün hayrı için üçüncü
günden başlayarak kırkıncı güne kadar, her akşam ayrı bir yoksul ailenin evine yemek
götürürler. Götürülen bu yemeği tanımlayan söz öbeği ise “hayır yemeği” olmuştur. 279
Antalya ili Aksu çevresinde yaşayan Hayta Yörükleri arasında merhumun
gömülmesinden geçen belirli zamanlarda uygulanan bazı pratikler mevcuttur. Cenazenin
gömülmesinden yedi gün sonra, ölünün ruhuna gideceği inancıyla mevlid okutulur, yemek
dağıtılır, un helvası yapılıp mevlide gelenlere ikram edilir. Kırkıncı gün “ölü yemeği”' diye
adlandırılan, merhumun sevdiği yemeklerden oluşan sofralar kurulur. İslam inancına göre
ölen kişinin eti kemiğinden kırkıncı gün ayrılmaya balşlar, elli ikinci gün ise burun kemiği
düşer. Merhumun etleri kemiklerden kolay ayrılsın diye o gece evinde mevlid okutulur ve
çevrede yaşayan muhtaç kişilere yemek dağıtılır. Bu yemeklere “kırk mevlidi” veya “elli iki
yemeği” denildiği tespit edilmiştir. 280
Doğumla başlayan insan hayatı ölümle son bulurken, ölenin arkasından kalanlar yas
tutarak yaşamlarına devam ederler. Ölümdeki inanış ve adetler ise değişim yavaş olmakla
birlikte, bazı inanç ve adetler zamana ayak uydurulmayarak önemini yitirip kaybetmiştir.
2.3.5. Üçüncü Gün
Hayta Yörükleri yakınlarının ölümünün üçüncü gününde mezarlığa ziyarete giderler.
Mezarlık dönüşü ise merhumun evinde yemek dağıtılır, içecek ikram edilir. İkram edilen
277
Kaynak Kişi; Serdar Aynalı (07.05.2018)
Örnek, 1971; 89
279
Kaynak Kişi; Emine İçtüzer (08.05.2018)
280
Kaynak Kişi; Serdar Aynalı (07.05.2018)
278
99
yiyecek ve içecekler aslında merhumun ruhuna ikram edilmiş sayılır. Merhumun ölümünden
sonraki ilk üç gün kendi evinde dolaştığı, kırk gün ise bu dünyadan ayrılmadığı düşünülür.
Merhumun üçüncü gününde yapılan ritüellerin ruhunun rahat olması düşüncesiyle
ilişkisi vardır. Nitekim Hayta Yörükleri; bireyin canının ölümünden üç gün sonra evinden
çıktığını düşünür.
2.3.6. Yedinci Gün
Hayta Yörükleri arasında yedinci güne “Vefatın Yedisi” adı verilmektedir. Vefatın
yedisinde ölünün arkasından mevlit okutulur. Cenaze evinde yas matemi genellikle yedi gün
sürmektedir. Yedi gün boyunca cenaze evinde ağzı dualı olan kişiler tarafından dualar okunur.
Yine eve gelen taziye için gelenlere de ölünün ruhu adına tuz dağıtıldığı görülmüştür. Ölü
evinde dua okutulduktan sonra konuklara helva dağıtılır.
Ölümün üçüncü gününde yapılan ritüeller gibi yedinci günde yapılan ritüellerin de
vefat eden kişinin ruhuyla ilişkilidir. Çünkü ölen kişi evinin çatısında ölümünün yedinci
gününde döndüğüne inanılır. Bundan dolayı ruhunu rahat ettirmek adına dualar okunarak
anma töreni yapılır. Vefatın yedinci gününde ölünün ruhuna sevdiği yemekler yapılır ve
taziye için gelenlere ikram edilir.
2.3.7. Kırkıncı Gün
Vefatın kırkıncı gününde de üç ve yedisinde olduğu gibi bazı ritüeller uygulanır. Vefat
eden kişinin yakınları evde toplanır ve kadınlar arasında yasin okunur erkekler ise bahçede
toplanır ve hocanın okuduğu mevlidi dinler. Kırk mevlidinde gelen misafirlere lokum, bisküvi
ve limonata dağıtılır. Yemekli mevlit var ise vefat eden kişinin sevdiği yemekler yapılır ve
ruhu için dağıtılır. Okunulan dua ve mevlit ölen kişinin ruhuna bahşedilir.
Hayta Yörükleri inancına göre; kişinin ölümünden kırk gün sonra toprak altında
vücudu değişimlere uğrar. Eti kemiğinden ayrılmaya başlar. Bu yüzden kırkıncı gün ritüelleri
önem arzeder.
2.3.8. Elli İkinci Gün
Vefatın elli ikinci günü ölen kişinin burun kemiği düşer. Et tamamen vücudundan
ayrılmıştır. Vefat eden kişinin birinci dereceden akrabaları, kabrinde rahat olsun diye bazı
görevler üstlenir. Yakınları tarafından mezarı başında dua okunarak anılan kişinin ruhuna
fakir kişilere sadaka verilir. Ruhuna mevlid okutulur.
100
2.3.9. Ölünün Ardından Ağıt Söyleme ve Yas Tutma Geleneği
Halk edebiyatı ürünlerinden biri olan “Ağıt” türü icra edildiği toplumun değer
yargılarını, hayat felsefesini ve dini ritüellerini barındırması sebebiyle önemlidir. Ağıt
dediğimiz yas şiirleri; sevdiğimiz bir insanı veya canlıyı kaybettiğimizde onun acısıyla
söylediğimiz şiirlerdir. Sadece ölüm olayı üzerine değil; gelin olan kıza, askere giden oğlana
ya da sürgün edilmiş kişilere de söylenebilir. Doğa olaylarına yakılmış ağıtlar da mevcuttur.
Ağıtların konusu genellikle ölen kişinin özelliklerini, yaptığı hayır işlerini, kişiyle
yaşadığı güzel anları, ağıt yakan kişinin geride kalmasından dolayı duyduğu acıyı ele alır.
Yakılan ağıtlarda Allah’a isyan eden sözlerin yer almamasına dikkat edilir. Ağıt diye
adlandırılan bu şiirler vefat sonrası önemli gün olarak benimsenen 3,7, 40, 52 ve sene
devriyelerinde yakılır.
Hayta Yörüklerinde yas tutma alametlerinden biri de giydikleri kıyafet üzerinden
görülmektedir. Murtana köyünde yas tutma göstergesi olarak ağlanır ve kara kıyafet giyilir.
“Karalara bağlanmak” sözü vefat eden kişinin yakınları tarafından çok kullanılır. Yine Aksu
çevresinde yaşayan Haytaların yas tutmak için özel kıyafetleri mevcuttur. Yas tutma
alametlerinden bir diğeri de kıyafeti ters giymektir. Kadınlar ise kara yazma bağlarlar. Ölünün
arkasından yakınları tarafından bir yıl süreyle düğün yapılmaz, eğlence düzenlenmez. Nikah
tarihi alındıysa eğlence yerine mevlit okutulur, yemek dağıtılır.
2.3.10. Mezar ve Mezar Taşı Geleneği
Hayta toplumunda mezarlığa “Kabristan” adı verilir. Mezar taşlarında ise; “El Fatiha”
isim soy isim, ve Hac suresinin 41. Ayeti bulunur. Kadın merhumların mezarlarında ise
isimlerinden önce bekarsa babasının evli ise kocasının ismi de bulunur. Eski geleneklerden
kalma bir uygulama olarak mezar başında ateş yakma ritüeli bulunur. Bunun sebebi Hayta
Yörükleri arasındaki düşünceye göre mezar başında ateş yakmak, yakınlarının öteki dünyaya
giderken ışıksız kalmamasını sağlamak amacıyladır. Yine ölünün arkasından üç, yedi ve
kırkıncı günde de ateş yakılır. Ölen yakınlarının yakılan ateş sayesinde kötü ruhlardan
koruyacaklarına inanırlar.
Bazı Hayta mezarlarında ise kabir taşlarının üstünde merhum kişinin cinsiyetini, ölüm
nedenini ya da mesleğini belirten motiflere rastlanılmaktadır. Aksu yöresi köylerinde yaşayan
Hayta Yörükleri kabristanlarının yerleşim yerlerinin ve ulaşım yollarının uzak olduğu
bölgelerde olmasına dikkat etmişlerdir. Aksu’da ki Hayta köylerinin kabristanlarının yerleri
genellikle dağ etekleri, nehir kenarları ve ormanlık alanlar olduğu tespit edilmiştir.
101
Kabristana ağaç dikmenin sevap olduğunu düşünen Hayta Yörükleri dini
bayramlardan bir gün önce yakın merhumlarını ziyaret edip dua okurlar ve mezar başlarına
fidan dikerler. Bu fidanlar genellikle selvi fidanıdır. Bunun sebebi; selvi ağacının rüzgarda
çıkardığı ses “Hu” yani “Allah” sesi olduğuna inançtan kaynaklıdır. Bu sesin kabristanda
yatanların günahlarını affettirici özelliği olduğu düşünülür.
2.4. Hayatın Diğer Alanlarıyla İlgili Geçiş Dönemi Ritüelleri
Bu bölümde Antalya ili Aksu yöresinde yaşayan Hayta Yörükleri arasında var olan
askerlik ve hac ritüellerine ait uygulamalardan bahsedilecektir. Tüm Müslüman aleminde
olduğu gibi Haytalar arasında da icra edilen bazı uygulamalar vardır. bu uygulamaların amacı
kötü ruhların saldırısından bireyi korumaktır.
2.4.1. Hacca Gitme Ritüeli
İslam dininin farzlarından birisi de Haç vazifesidir. Maddi durumu olan
Müslümanların hac vazifesini yerine getirmesi gerekir. Maddi gücü olup da hac vazifesini
yerine getirmeyenler borçlu sayılır, toplum tarafından dışlanır hor görülür. Hayta toplumunda
birey hac vazifesini yaşı ileri seviyeye geldiğinde yerine getirir.
Hacca gidilecek gün geldiğinde bireyin akrabaları uğurlamaya gelir. Hacca gidecek
kişiye terlik, mendil, havlu gibi hediyeler getirilir. Hac vazifesi yapacak kişinin küslükleri
varsa küs kalınmaz, herkesten helallik istenir. Hacca gitmeden bir gün önce kurban kesilir ve
kurban eti dağıtılır.
102
SONUÇ
Antalya ili Aksu ilçesi içerisinde yaşayan Hayta Yörükleri folklorunu içine alan bu
çalışmamızın ilçenin kültürel özeliklerini yansıtması açısından oldukça önemli olduğunu
düşünmekteyiz. Derlediğimiz kaynaklara baktığımızda; Anadolu’nun bir çok yerinde hala
varlığını devam ettiren gelenek ve göreneklerin Hayta Yörükleri arasında da icra ettiğini
gözlemledik.
Bu çalışmayla ilgili genel bir değerlendirme yapmamız gerekirse; Orta Asya’da
yaşayan Türklerden gelen inanışlar, sağıltmalar ve ritüellerin varlığını aynen devam
ettirmesinin yanında bazı inanışlarında zamanla şekil değiştirdiği hatta sadece ismen bilindiği
görülmektedir. Yaşadığımız toplumda başlıca üç önemli geçiş ritüelleri olan doğum, evlenme
ve ölümle ilgili Aksu’da birçok inanış, adet, gelenek ve görenek, törenler, dinsel ve büyüsel
olgular, bu bu inanışlar Hayta kültürüne göre evrilmiştir. Bütün bu uygulamalardaki sebep;
bireyin geçiş ritüellerindeki hal ve ruhiyesini betimlemek, kutsamak ve bireyi var olduğuna
inanılan tehlike ve zarar vereceğine inanılan olgulardan koruyup kollamaktır. Geçiş
döneminde inanılan geleneklerin Eski Türk kültürüyle bağlantıları vardır. Türk kültürü, İslami
kültür dairesine girdikten sonra bir bölümü aynen yaşatılmış, bir bölümü yeni kültür
dairesinde yeniden yapılanmıştır. Bir çok eski ritüel işlevini kaybetmiş fakat bu göreneklerin
çoğu Aksu çevresinde yaşayan Hayta Yörükleri tarafından uygulanmaya devam etmiştir.
Haytalarda geçiş dönemleriyle ilgili inanç, inanma ve pratikleri yüzyıllardan beri
deneyimlerden süzülerek biçimlenmiş belli kalıpları olan bir bütündür. Bunlarda Hayta
insanının düşünce yapısını, kültürünün sergilenişini, değerlerini, dinamiklerini, dünyaya
bakışını görüyoruz.
Tez çalışmamızda gözlemlediğimiz ve bu geleneklerde yapılan uygulamaları daha
önce de açıkladığımız gibi Anadolu coğrafyasının tüm bölgelerinde var olan çok yakın
benzerlikler taşıdığını görmemiz mümkün olacaktır. Bu da Türk milletinin farklı topraklarda
yaşamalarının bazı ufak çaplı değişmelerine neden olmakla birlikte esasında farklı coğrafyada
yaşamaya devam etseler de aynı kültür çemberi içinde varolduklarını göstermektedir.
103
KAYNAK ŞAHISLARIN LİSTESİ
Kaynak şahıslarımıza ait kimlik bilgileri ada göre alfabetik olarak dizilmiştir.
Kaynak şahısların kimliği ile ilgili sorular aşağıdadır.
a. Adı soyadı
b. Doğum yeri ve tarihi
c. Mesleği
d. Aktardıklarını kimden öğrendiği
1. a. Ali Aynalı
b. Aksu, Murtana Köyü, 1956
c. Emekli öğretmen
d. Dedesinden, Anneannesinden
2. a. Aysel Karataş
b. Aksu, Güzeloluk Köyü, 1967
c. Ev Hanımı
d. Annesinden
3. a. Ali Çakmak
b. Aksu, İhsaniye Köyü, 1952
c. Çiftçi
d. Annesinden, babasından
4.
a. Arife Levent
b. Aksu, Murtana Köyü, 1972
c. Ev Hanımı
d. Anneannesinden
5.
a. Dudu Çetin
b. Aksu, Çalkaya Köyü, 1970
c. Ev Hanımı
d. Anneannesinden, Babaannesinden
6.
a. Emine İçtüzeter
b. Emekli Zabıta Müdürü
c. Aksu, Hacıaliler Köyü, 1959
d. Annesinden
7.
a. Esma Kökalp
b. Serik, Aşağıoba Köyü, 1973
104
c. Ev Hanımı
d. Anneanneinden
8. a. Fatma Çakmak
b. Isparta, Aksu, 1959
c. Ev Hanımı
d. Annesinden, Babasından
9.
a. Hasibe Altıntaş
b. Aksu, Çalkaya, 1988
c. Diyetisyen
d. Annesinden, Anneannesinden
10. a. Hatice Çelik
b. Serik, Aşağıoba, 1966
c. Ev Hanımı
d. Anneannesinden
11. a. Muhsin Sıvacı
b. Aksu, İhsaniye, 1951
c. Emekli
d. Babasından
12. a. Mümine Kocabıyık
b. Aksu, Çalkaya, 1958
c. Ebe
d. Annesinden
13. a. Nuri Çoban
b. Aksu, Hacıaliler, 1960
c. Ziraat Mühendisi
d. Dedesinden
14. a. Ramazan Kıvrak
b. Fethiye, Karaçulla, 1961
c. Araştırmacı
d. Babasından, Dedesinden
15. a. Serdar Aynalı
b. Azaplar, Serik, 1990
c. Muhasebeci
d. Dedesinden, Anneannesinden
105
16. a. Şerife Yıldırım
b. Afyonkarahisar, Sandıklı, 1968
c. Öğretmen
d. Annesinden, babasından
17. a. Teslime Altıntaş
b. Aksu, Altıntaş Mahallesi, 1944
c. Ev hanımı
d. Annesinden
18. a. Teslime Çetin
b. Aksu, Çalkaya, 1940
c. Ev Hanımı
d. Anneannesinden, babaannesinden
19. a. Veli Altıntaş
b. Aksu, Çalkaya, 1959
c. Serbest Meslek
d. Annesinden (Teslime Altıntaş)
20. a. Zeynep Doğan
b. Muğla, Kötekli, 1954
c. Emekli
d. Babaannesinden
21. a. Zeynep Sıvacı
b. Korkuteli, Yazır, 1960
c. Ev Hanımı
d. Annesi, anneannesinden
106
KAYNAKÇA
Aba, V. (2012). Yörükler ve Saçıkaralı Aşireti, Sezen Ofset Matbacılık, Adana
Abalı, İ. (2016). Mizah Teorileri Bağlamında Yörük Fıkraları, Halk Bilimi Dergisi, Cilt: 9
Abdulkadiroğlu, A. (1997). Türk Halk Edebiyatı ve Folklor Yazıları, Yeni Zamanlar
Yayınevi, İstanbul
Akkoyunlu, Z. (2014). Divan-ı Lugati’t Türk, Türk Dil Kurumu Yayınları
Alptekin, A. B. (2012). Efsane ve Motifleri Üzerine, Akçağ Yayınevi, Ankara
Alptekin, A. B. (2011). Halk Bilimi Araştırmaları, Akçağ Yayınevi, Ankara
Alptekin, A. B. (2000). Halk Hikâyelerinin Motif Yapısı, Akçağ Yayınevi, Ankara
Alptekin, A. B. (2010). Türk Halk Hikâyelerinde Halk Hekimliği, Milli Folklor Dergisi
Ak, M. (2017). Yörüklerde Halk Baytarlığı, Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, Sayı: 50
Aktan O. (1996). Antalya Çevresinde ve Güney Anadolu’da Depreşen- Dinen Konar Göçer
Asabiyet Yörükler, Kültür Bakanlığı, Ankara
Antalya Antolojisi (2016), Simge Edebiyat Seçkisi; 4
Artun, E. (2008). Ağıt Söyleme Geleneği, Türkoloji Araştırma Merkezi, Ankara
Artun, E. (2006). Türk Halk Kültüründe Mani Söyleme Geleneği, Çukurova Üniversitesi
Türkoloji Araştırma Merkezi
Atlas Dergisi, 2015, Sayı: 266
Balta, E. E. (2013), Bilmecelerin Dil- Düşünme Bağlamında Eğitimdeki Yeri ve Önemi,
Türkoloji Araştırma Merkezi
Boratav, P. N. (2015). Halk Hikâyeleri ve Halk Hikâyeciliği, Bilgesu Yayıncılık, Ankara
Boratav, P. N. (2000). İzahlı Halk Şiiri Antolojisi, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul
Boratav, P. N. (2013), 100 Soruda Türk Folkloru, Bilgesu Yayıncılık
Çimrin H. (1984). Antalya Folkloru, ATSO, Antalya
Çimrin H. (2012). Antalya Folkloru, ATSO, Antalya
Doğan, M. (2006). Tarihsel Gelişim Sürecinde Yörükler, dergipark.gov.tr
Elçin, Ş. (1988). Halk Edebiyatı Araştırmaları I- II. Cilt, Kültür ve Turizm Bakanlığı
Yayınları, Ankara
Elçin, Ş. (2001). Türk Edebiyatında Ağıtlar: Çukurova Ağıtları İnceleme- Metin, Çukurova
Üniversitesi Türkoloji Araştırma Merkezi
Elçin, Ş. (2008). Halk Edebiyatına Giriş, Akçağ Yayınları, Ankara
Eröz, M. (1991). Yörükler, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul
107
Ersavaş, H. (2018). 20. Yüzyılda Orta Toroslardaki Yörüklerin Mutfak Kültürü,
dergipark.gov.tr
Gelekçi, C. (2004). Türk Kültüründe Oğuz- Türkmen- Yörük Kavramları, dergipark.gov.tr
Görkem, İ. (2001). Türk Edebiyatında Ağıtlar, Akçağ Yayınları
Gözaydın, N. (1968). Bazı Anadolu Yemekleri: Keşkek ve Arabaşı, Sayı; 968, Milli Folklor
Araştırmaları Dergisi
Kahraman, K. (2010), Ritüellerin Toplumsal Etkileri, SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal
Bilimler Dergisi, 21.sayı
Kartalcık, V. (2008). Anadolu Ağızlarında Üzüm Adlandırmaları, Milli Folklor Dergisi
Kıvrak, R. (2000), Fethiye’de Yörükler ve Karaçulha, Muğla İl Kültür Turizm Yayınları
Mecek, S. (2014). Serik Yöresi Tahtacı Alevilerinin Halk Bilgisi Üzerine Bir İnceleme, Afyon
Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Moğol, H. (1997), Antalya Tarihi, Mehter Yayınları
Oğuz, Ö. (2001). Halk Şiirinde Tür Şekil ve Makam, Akçağ Yayınları, Ankara
Oğuz, Ö. (1993). Halk Şiirinde Tür ve Şekil Meselesi, Milli Folklor Dergisi, 19.Sayı
Öler, E. (2014) Mit ve Ritüel (Lord Raglen’den çeviri), Milli Folklor Dergisi, 64.sayı
Öksüz, Y. Z. (1995). Türk Bilmeceler Hazinesi, Kitapevi Yayınları
Örnek, S. V. (1971). Anadolu Folklorunda Ölüm, Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya
Fakültesi Yayınları
Örnek, S. V. (1979). Geleneksel Kültürümüzde Çocuk, Saim Toroman Matbaası
Örnek, S. V. (1997). Türk Halk Bilimi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Sakaoğlu, S. (1999), Masal Araştırmaları, Akçağ Yayınları
Sakaoğlu, S. (1992). Türk Fıkraları ve Nasrettin Hoca, Selçuk Üniversitesi Eğitim Bilimleri
Fakültesi Yayınları
Sarı, N. (2014). Rivayetlere Göre Sünnetin Tarihi ve Ahkâmı, KTÜ Sosyal Bilimler Dergisi,
8. Sayı
Seyirci, M. (2007). Batı Akdeniz Bölgesi Tahtacıları, Derin Yayınları
Seyirci, M. (2000). Batı Akdeniz Bölgesi Yörükleri, Der Yayınları
Seyirci, M. (2003). Ege Yörükleri, Derin Yayınları
Seyirci, M. (2001). Elmalı Bölgesindeki Yörükler ve Tahtacılar Üzerine Bir Araştırma, Milli
Folklor Dergisi
Seyirci, M. (1998). Fethiye’de Yaylacılık ve Yayla Göçleri, Damla Ofset
Şar, S. (2005). Anadolu’da Halk Hekimliği Uygulamaları, Türkiye Klinikleri Tıp EtiğiHukuku- Tarihi Dergisi
108
Şirin, M. (2008). Halk Hikâyeleri, dergipark.gov.tr
Türkay, C. (1979). Osmanlı İmparatorluğu’nda Oymak, Aşiret ve Cemaatler, İşaret Yayınevi,
İstanbul
Uysal, Y. (2008). Gazipaşa’da Folklor ve Halk Edebiyatı Ürünleri, Selçık Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü
Ülger, Z. (2013). Aydın (Merkez) ve Çevresinde Halk Hekimliği, Adnan Menderes
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Yakıcı, A. (2014). Halk Şiirinde Türkü, Akçağ Yayınları
Yardımcı, M. (2012). Halk Bilimi Yazıları, Ürün Yayınevi, İzmir.
Yeşil, Y. (2014). Türk Dünyasında Geçiş Dönemi Ritüelleri (Doğum- Evlenme- Ölüm
Gelenekleri), Ankara
109
EKLER
Fotoğraf 1. Aksu İlçesi’ne bağlı İhsaniye köyünde kurulmuş bir Yörük Çadırı
Fotoğraf 2. Şenlikler kapsamında temsili olarak yapılan göç yolculuğu
110
Fotoğraf 3. Halk çalgısı; Cura
Fotoğraf 4. Halk çalgısı; Sipsi
111
Fotoğraf 5. Damat tarafının düğün günü gelin alma ritüeli
Fotoğraf 6. Aksu ilçesine bağlı Hacıaliler köyünde hayvanlarını otlatan bir Hayta Çobanı
112
Fotoğraf 7. Aksu ilçesine bağlı Pınarlı köyünde düğün yemeği
Fotoğraf 8. Aksu İlçesine bağlı Çalkaya köyünde Hayta kadınlarının yaptığı yufka
113
Fotoğraf 9. Şenlikler kapsamında yapılan Hayta Yörükleri’nin göçü
Fotoğraf 10. Aksu ilçesine bağlı Güloluk beldesinde düzenlenen bir düğün
114
ÖZGEÇMİŞ
Adı ve SOYADI
Burcu BAYSAL
EĞİTİM DURUMU
Mezun Olduğu Lise
Antalya Bahaeddin Güney Mesleki ve Teknik Lisesi, 2011
Lisans Diploması
Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü,
Antalya, 2016
Yabancı Dil
İngilizce
E-Posta
brcbaysal@gmail.com