SEMİH TEZCAN KİTABI
Nobel Yayınları, Ankara 2020, s.191-197.
OSMANLI DÖNEMİ METİNLERİNDE SESBİLGİSİ
SORUNLARI
Zafer Önler/ Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi
Yazı dili ile konuşma dili arasında, az ya da çok, belirli bir farklılığın olduğu
bilinen bir gerçektir. Bu farklılık, üslup, anlatım özellikleri, söz dizimi gibi değişik
alanlarda kendini gösterir. Üslup açısından konuşma dilinde daha kısa cümleler,
vurgulamanın ön plana çıktığı söz dizimsel tercihler ve vurgulamadan kaynaklanan
devrik cümleler daha yaygındır.
Asıl önemli değişiklikler ise zamanla dildeki
değişimlerin yazıma yansımamasından ortaya çıka, metinler ile konuşma dili arasındaki
farklılıklardır.
Dil sürekli gelişim ve değişim içinde olan bir sistemdir. Zaman içerisinde her
dilde fonetik, morfoloji ve anlam alanlarında değişiklikler ortaya çıkar. Toplumsal
hayatta meydana gelen her değişim ve gelişme olduğu gibi dile yansır. Dilde, özellikle
fonetik alanda meydana gelen değişikliklerin önemli nedenlerinden biri de az çaba
yasası dediğimiz ve her dilde görülen, kolay söyleyişe yönelme eğilimidir. Bu eğilim,
zamanla bazı seslerin telaffuz edilmemesine ve silinmesine yol açar. Konuşma dili ile
yazı dili arasında ortaya çıkan fonetik farklılaşmaların temel nedeni, fonetik
değişimlerin yazıma yansımamasıdır. Başka bir deyişle, yazım dilin belli bir zaman
kesitindeki durumunu yansıtır, zamanla dilde meydana selen ses değişimleri yazıma
yansımaz.. Yazımın sabit kalması bir zorunluluktur. Dilde meydana gelen ses
değişimlerini yazıma yansıtmak, farklı zamanlarda yazılmış metinlerin birbirlerine
yabacılaşması ve anlaşılmayı zorlaştırması bazen de tümüyle ortadan kaldırması
sonucunu doğurur. Bu nedenle de bir dilin yazımının sabit olması, yazımda
değişikliklere gidilmemesi bir zorunluluktur.
Yazımın sabitleşmesi, konuşma dilindeki fonetik değişiklikleri de yavaşlatır. Bir
yazı kültürünün gelişmesi, ölçünlü dilin yerleşmesi, konuşma dilinde daha çok görülen
değişim eğilimini yavaşlatır. Ölçünlü dil, konuşma diline de belirli ölçütler ve kurallar
sunar. Toplumlara sözlü kültürün egemen olduğu dönemlerde, zaman içerisinde bir
dilden farklılaşma sonucu çok sayıda dil ve lehçelerin ortaya çıkması sonucunu
doğurmuştur. İletişim araçlarının gelişmediği, ulaşımın olanaklarının zorluğu ve
sınırlılığı, aynı kavme mensup toplulukların, dillerinin farklı doğrultularda değişip
gelişmesine yol açması, komşu iki köyün dillerinin farklılaşmasına, farklı iki ağız
konuşmalarına neden olmuştur. Yazı kültürünün gelişmesi, ölçünlü bir yazı dilinin
oluşması, buna koşut olarak iletişim ve ulaşım araçlarının gelişmesi, dilin lehçe ve
ağızlara ayrışmasını ilkin yavaşlatmış, uygarlığın gelişimiyle günümüzde tümüyle
durdurmuştur. Okuma yazmanın tüm toplumda yaygınlaşması, öğretim yoluyla
konuşma dilini de ölçünlü dile dönüştürmüştür.
Nitekim artık yerel ağız konuşan
bireylere bir süre sonra hiç rastlanmayacaktır.
Ağızlara ve lehçelere ayrışma sürecinin durması, dildeki değişimlerin durması
anlamına gelmez. Zaman içinde dillerde değişimlerin meydana gelmesi genel bir
yasadır ve süreklidir. Ancak bu değişmeler bir doğrultuda olacaktır.
Yazının toplumda yerleşmesiyle birlikte, döneminin dil özelliklerine göre bir
yazım (imla) ortaya çıkar. Bu yazım, o zaman dilimindeki dilin fonetik ve morfolojik
özelliklerine dayanır ve o zaman kesitindeki dili yansıtır. Zaman içerisinde dilde
meydana gelen ses değişimleri, yalnızca konuşma diline yansır, yazı diline yansımaz.
Örneğin Türkiye Türkçesinin yazımı, 1928 yılındaki Türkçenin özelliklerine dayanan
bir yazımdır. Bu, çok yakın bir tarih olduğu için de dilin fonetiğinde meydana gelen
değişiklikler oldukça az ve belirsizdir. Bu durum da sıkça “Türkçe, yazıldığı gibi
okunan bir dildir” benzeri sözler duyulur. Hatta çok yanlış bir söyleyişle “Türkçe,
fonetik bir dildir” diyenler de çoktur.
Alfabenin bunca yeni olmasına karşın kimi farklılaşmalar belirgin duruma
gelmiştir. Örneğin ğ (yumuşak g) artık telaffuz edilmemekte, bir ünlü uzunluğu olarak
yaşamaktadır: a:lamak (ağlamak), o:lan (oğlan), ya:mur (yağmur) gibi. –ecek morfemi
konuşma dilinde –cek, -cem, -cez biçimlerine dönüşmüş bulunmaktadır: gelcek, gelcem,
gelcez biçimindeki kullanımlar yaygınlaşmıştır. Birçok kullanımda r ünsüzünün
düştüğünü görmekteyiz: geliyo, alıyo gibi. Bu farklılaşmaların zamanla artacağı doğal
bir gelişmedir.
XIII. yüzyılın sonlarından itibaren Anadolu’da Arap harfleriyle yazılmış
metinlerin yazımı (imlası), XIV-XV. yüzyılda, belirli kurallarıyla kesin biçimini
almıştır. Dolaysıyla bu yazım XIV-XV. yüzyıl Türkçesinin fonetiğini yansıtmaktadır.
Bu tarihlerden XX. Yüzyıla değin artık değişmeyen bir yazım söz konusudur. Oysa
geçen yaklaşık bu beş yüz yılda dilin özellikle fonetiğinde büyük değişimler olmuştur.
Metinlerin fonetiği üzerine yapılan incelemelerde sorun, yazı ile telaffuz arasındaki bu
farklılaşmadan kaynaklanmaktadır. Yazıyı esas alarak, herhangi bir yüz yılda örneğin
XVII. Yüzyılda yazılmış bir metin üzerine yapılacak çalışma o metnin fonetiği değil
olsa olsa XV. yüzyılın fonetiğini yansıtabilir.
Metinlerin fonetik sorunlarına girmeden önce, İslamiyet’in Türk kavimlerinde
yaygınlaşmasıyla birlikte kullanılan Arap alfabesinin genel niteliklerine ve bu alfabenin
Türkçenin seslerini karşılayabilme durumuna bakmakta yarar vardır. 29 harften oluşan
Arap alfabesine Farslar p ()پ, ç ()چ, j ( )ژve g( )گharflerini eklemişlerdir. j sesi
Türkçede olamayan bir sestir ancak çok az sayıdaki yabancı sözcüklerde görülür. p,ç ve
g harfleri ise Türkçe metinlerde hiçbir zaman sistematik olarak değil, rastgele, keyfi bir
biçimde kullanılmışlardır. Örneğin aynı yazmada bile kimi yerde “çok”, kimi yerde ise
“cok” olarak yazıldığı görülebilmektedir. Aynı durum p harfi için de geçerlidir. Arap
alfabesindeki 29 harften bazıları ise Türkçede olmayan seslerin karşılığıdır ve Türkçe
sözcüklerde kullanılmazlar. Bunlar
( عayn); Türkçede tek bir ses olan s için Arap
alfabesinde sad, ś ( )صsin س
( ) ve ŝ ( ) ثolamk üzere üç harf bulunmaktadır. Bu üç
harften ś yalnız art ünlülü sözcüklerde kullanılır: śol, śağ gibi. Bunun dışında Türkçe
sözcüklerde yalnızca s ( )سharfi kullanılır. Aslında Türkçe için sin harfi yeterlidir;
kalıp art ünlülü sözcüklerde de pekâlâ bu harf kullanılabilirdi. Türkçede tek bir z sesi
vardır, Arap alfabesinden ( )زharfi ile karşılanır, bunun dışında zel ()ذ, zı ()ظ, dad ()ض
harfleriyle gösterilen sesler Türkçede yoktur, dolayısıyla Türkçe sözcüklerde yer
almazlar. dad ( )ضsesi Arapçaya özgü bir sestir, doğru telaffuzu oldukça zordur. Bu
nedenle bu sesi taşıyan Arapça sözcükler Türkçede ya z ya da d ile telaffuz
edilmişlerdir. Örneğin , ﻗﺎ ﺿﻰ, ﺮﻀﺎ ; ﺮﻤﻀﺎﻦsözcüklerinden ilki ķāżį biçiminde mi yoksa
ķadı biçimde mi telaffuz edilmiştir. ramażān ve rāżį sözcükleri ise z ile telaffuz
edilmişlerdir. Bu gibi sözcüklerin XV ve XVI. yüzyıllardaki kesin telaffuzunu
bilemeyiz. ayn ( )عsesi de Arapçaya özgü bir sestir, Türkçe sözcüklerde kullanımı söz
konusu değildir.
Buna karşılık Türkçedeki k, g, ve ŋ sesleri için bir tek harf ( ) کbulunmaktadır.
Bu durum metinlerde kişi /gişi, köŋlek/göŋlek, kendü/gendü benzeri sözcüklerde
önseste k ya da g ile mi okunmak gerektiğini tartışmalı duruma getirmektedir. Burunsal
ses olan ŋ sesinin ölçünlü dilde hangi tarihlerde n sesine dönüştüğünü kestirmek
mümkün değildir.
Kısacası Arap alfabesinde Türkçe sözcüklerde hiç kullanılamayan harfleri
çıkardığımızda 25 harf kalmaktadır.
Arap alfabesi Türkçenin ünlüleri açısından da sorunludur. Türkçenin dokuz
ünlüsü için Arap alfabesinde ünlü yerine de kullanılabilen harfler yetersizdir. Örneğin o,
ö, u, ü ünlüleri için yalnızca vav ( )وharfi kullanılabilmektedir. Türkçe sözcükler için
ünlüleri gösteren harfleri her zaman yazmak kuralı da yoktur. Örneğin ( ) ﻜﻟﺮbiçiminde
yazılan sözcüğü gelir ya da gelür biçiminde; )ﺪﻛﻞ
) degül ya da degil okumak
mümkündür. Bu örnekler çoğaltılabilir. ı,i; e, a sesleri için de durum aynıdır.
Türkçede dokuzuncu ünlü olarak fonem değeri taşıyan kapa e (ė) sesi, bugüne dek
kullanılan hiçbir alfabede bir harfle karşılanmamıştır. Doğu Türkçesinde daha yaygın
olan bu ses Türkiye Türkçesinde de varlığını süredürmektedir: ėl, bėl, vėr-,bėş, yėdi,
yėmek gibi sözcüklerde belirgin bir sestir. el/ ėl, bel/bėl gibi sözcüklerde anlam ayırt
edici olarak fonem değeri daha belirgindir. Arap harfli metinlerde bu ses y harfi ile
gösterilmeye çalışılmış, bu nedenle de daha çok i sesiyle okunmuştur: ﺒﻳﺶbiş, ﻴﺪﻲyidi,
ﺎﻳﻞil, ﻮﻳﺮvir- gibi. Nehcü’l- Ferâdis’te bu ses hem y ile yazılmış ama üstüne üstün
harekesi konarak özenle açık e ve i seslerinden farklılığı gösterilmeye çalışılmıştır.
Kapalı e (ė) sesinin i ile okunması bazı yanlış adlar da türetmiş ve bunlar
yaygınlaşarak yeni bir szöcük durumuna gelmişlerdir. Bunların en ünlüsü Timur adıdır.
Bilindiği gibi bu ad Eski Türkçeden gelen temür (demir) sözcüğüdür. Timur Leng’in adı
Oğuzcada demir anlamına gelen tėmür’dür. Doğu Türkçesinde bu kapalı e ile tėmür
biçimine girer. ﺘﻳﻣﻮﺮyazılışıyla Timur biçimine girmiş ve özel ad durumuna gelmiştir.
Benzer durum, yurt, memleket, yabancı gibi değişik anlamlara gelen ėl
sözcüğünde görülür. y harfinin i okunması sonucu ėl sözcüğü il biçimine girmiş bu da
farklı bir sözcük durumuna gelerek il, ilçe gibi idari birim adları olarak
kullanılmaktadır.
Kapalı e (ė) sesinin i olarak okunması, eski yazıdan aktarılan metinlerde bazı
sözcüklerin yanlış anlaşılmasına da yol açmaktadır. Örneğin derilirler ve dirilirler
sözcüklerinde derilmek eylemi kapalı e (ė) iledir. İki sözcüğün Arap alfabesindeki
yazılışlarıysa aynıdır. Dolayısıyla ﺪﻳﺮﻴﻟﺮﻟﺮbiçiminde yazılan sözcük hem derilirler hem
de dirilirler diye okunabilir. Karacaoğlan’ın türkü olarak söylenen aşağıdaki dörtlükte
bu anlam bozulması görülmektedir:
Dirilirler dirilirler gelirler
Huzur-ı mahşerde divan dururlar
Harami var diye korku verirler
Benim ipek yüklü kervanım mı var
Dörtlüğün ilk dizesi “Dirilirler dėrilirler gelirler” olmalıdır. Mahşerde
toplanmaktan söz ediliyor. İlkin dirilecekler, sonra toplanacaklar. Ama bir yanlış okuma
iki dirilirler’i üst üste getirmiştir.
Türkçenin ünlüleri açısından durum daha karışıktır: o,ö, u, ü, ünlüleri için tek
harf, v
) ;)وa,e için ( ﺎ, ; ) ﻪı, i, için de y ( )ىrıtşımlınalluk ifrah.
Arap alfabesinin Türkçenin sesleri karşısındaki yetersizliği başından beri
Türkçenin seslerini yansıtmakta birtakım sorunlara yol açmıştır.
Üzerinde asıl durulması gereken sorun, herhangi bir yüzyılda yazılmış bir metnin
seslerini ve ses değişimlerini sağlıklı olarak belirlemenin mümkün olup olmadığıdır.
XIV, XV. yüzyıllarda yazımı kesin bir biçim alan, yazım kuralları tam olarak yerleşen,
bundan sonraki ses değişimlerini yazıma ne ölçüde yansıtmışlardır? 1928 yılındaki harf
devrimine kadar kullanılan bu yazı ile yazılmış metinlerde, örneğin bir XVIII yüzyıl
metninin fonetiği belirlenebilir mi?
Yazıma bağlı kalarak XVIII. Yüzyıl metni üzerinde yapılan bir fonetik inceleme
aslında XV. yüzyılın mı yoksa XVIII. Yüzyılın fonetiği mi? Örneklendirecek olursak
geldük, benüm, bilürem, konşı, yapu, etmek (ekmek), gördi, evinüŋ, kağıtcı, sucı,
gelmişdür, görmişüz, taşdan benzeri okuyuşlar XVIII ve XIX. Yüzyıllar için geçerli mi?
El yazmalarının çeviri yazıları elbette yazıma bağlı kalarak aynen aktarılmalıdır.
Ancak harekesiz metinlerde de çeviri yazı konusunda da tereddüt yaratan birçok nokta
bulunmaktadır. Örneğin ( ) ﻨﻚbiçiminde yazılan ilgi durumu morfemini uyuma uygun
olarak mı yoksa Eski Anadolu Türkçesi dönemine uygun mu okumalı? Aynı sorun –sız,
( )ﺴﺰ-dır ( )ﺪﺮgibi morfemler ve daha başka biçimler için de söz konusudur.
Temel sorun çeviri yazıdan çok dilbilgisi konusunda ortaya çıkmaktadır. Dönem
metinleri üzerine yapılan çalışmaların hemen hepsinde bir fonetik bölümü
bulunmaktadır. Bu fonetik izahlar doğal olarak yazı esas alınarak yapılmaktadır.
Örneğin XVII ya da XVIII yüzyıla ait bir metin, yazım olarak XIV, XV. yüzyılların
dilini yansıtmaktadır. Bu metin üzerinde yapılan fonetik çalışması XIV-XV. yüzyılın
fonetiğidir; dolayısıyla metnin dönemini yansıtan bir fonetik değildir. O halde bu tür
metinler üzerinde yapılan dilbilgisi çalışmalarında bu gerçekler göz önüne alınarak,
özellikle dudak benzeşmesi ve ötümsüzleşme gibi zaman içerisinde değişime uğramış
konular inceleme konusu yapılmamalıdır.
Fonetikteki bu sorunları şöyle örneklendirebiliriz:
Bilindiği
gibi
Eski
Anadolu
Türkçesi
döneminde
dudak
benzeşmesi
gerçekleşmemiştir. Morfemlerin bir bölümü uyuma girmeyerek her zaman yuvarlak
ünlü, kimisi her zaman düz ünlü ile kullanılır. Uyuma giren morfem sayısı oldukça
azdır. Morfemlerin dışında, berü, degül, dilkü, gėrü, kapu, karşu, kaygu, kendü, kirpük,
içerü, yukaru benzeri sözcüklerde de uyum bulunmamaktadır.
(ekmek, ekmekçi)
etmek ve etmekçi
biçimleri Şemseddin Sami’nin sözlüğünde de bu biçimlerini
korumaktadırlar.
Yuvarlak ünlü taşıyan morfemleri için aşağıdaki örneklere göz atmak yararlı
olabilir:
-uk: aç-uk, az—uk del-ük, eksü-k, sın-uk, yaz-uk..
-up: Ulaç, gelüp, bakup, bilüp..
-dur-: Çatı bil-dür-, bak-dur-..
-dur: Bildirme, pir-dür, yigit-dür..
-ur-: Çatı, yit-ür-, geç-ür-..
-sun: Emir eki, al-sun, bil-sün..
-um, -umuz: İyelik, katumda, elümde, baġrumuz..
-uŋ, -uŋuz: İyelik, cemāl-üŋ, saç-uŋ, ev-üŋüz..
-lu, -sız. Sıfat, yaġlu, yaşlu, et-lü, ev-süz, sen-süz..
-duk: Ortaç ve görülen geçmiş birinci çoğul kişi, bil-dük kişi, al-duk..
-ur: Geniş zaman, gelür, alur..
-üz: I. çoğu kişi, perişan-uz, yalŋız-uz..
Düz ünlü ile kullanılanlara şu örnekler verilebilir:
-ı: belirtme durumu, elüm-i, yol-ı, su-y-ı..
-dı: Görülen geçmiş, gör-di, bul-dı, sor-dı..
-ı: İyelik, anuŋ yėgregi, anuŋ burn-ı..
-sı: İyelik, kapu-sı, eyü-si, toġrı-sı..
-cı: addan ad, kapu-cı, yol-cı..
-ıcı: Addan ad, sor-ıcı, tur-ıcı, bul-ıcı..
-lık: Addan ad: toġrılıķ,kul-lık, eyü-lik..
-n-: Çatı, bul-ın-, gör-in-..
-l-: Çatı, dök-il-, gör-il-..
-ş-: Çatı, sor-ış-, uç-ış-,bul-ış-..
-mış:Anlatılan geçmiş, bul-mış, sor-mış, dur-mış..
-sın: II. tekil kişi, bilür-sin, kalur-sın, eyü-sin..
-siz: II. çoğul kişi, bilür-siz, alur-sız..
Yukarıda örnekleri verilen morfemlerin tümü, yirminci yüzyıla değin uyum dışı
kalıp, yirminci yüzyılda birden bire uyuma girmiş olamazlar. Bu değişimlerin yüzyıllar
içerisinde tedricen gerçekleştikleri açıktır. Bu durumda, metinlerin yazımlarından yola
çıkarak, yazı ile konuşma dili arasında meydana gelen farklılaşmayı görmezden gelerek
yapılan bir fonetik incelemenin bilimselliği ileri sürülemez.
Ötümsüzleşme olayı da tartışmalı başka bir konudur. Bilindiği gibi Türkiye
Türkçesinde ötümsüz ünsüzlerden sonra, sözcüğe b,c,d g ötümlü ünsüzleriyle başlayan
bir ek getirildiğinde, ekin başındaki c,d,g sesleri ötümsüz karşılıkları olan, ç,t, k
seslerine dönüşür: sabah-çı, taş-tan, ayak-ta, at-kı gibi. XIV- XV. yüzyıl metinlerinde
bu değişimin olmadığı bilinmektedir. O dönemde kurallaşan yazım korunmuş, harf
devrimine dek bu değişimler yazıya yansımamıştır: taş-dan, sabah-cı, ayak-da gibi.
Dolaysıyla ötümsüzleşme olayının hangi tarihlerde gerçekleştiğini metinlerde
belirlemek mümkün değildir.
Bazı yazmalarda, dudak uyumu dışında kalan kimi morfemlerin uyuma girmiş
olarak yazıldığı örnekler yok değildir. Örneğin evi-niŋ ( ) ﺎﻮﻳﻧﻚörneğinde –niŋ ilgi
ekinin yazılışı gibi. Ancak bu tür örnekler aynı yazmada sistemli olarak değil de
seyrekçe görülebilmektedirler. Bu tür örneklerden yola çıkarak genel sonuçlara varmak
mümkün değildir. Bu tür yazılışlar muhtemelen müstensihlerin, kendi dönemlerindeki
telaffuzları sehven aktarmış olmalarından kaynaklanmış olmalıdır.
Sonuç olarak, Arap harfli metinler üzerinde yapılan çalışmalarda, metnin hangi
yüzyılda yazılmış olduğuna bakılmaksızın, çeviri yazıları tümüyle metnin yazılışına
bağlı kalınarak yapılmalıdır. Tahminlere dayalı birtakım değiştirmelere gidilmemelidir;
nitekim genellikle bu yapılmaktadır. Asıl sorun metnin fonetiği üzerine yapılan
incelemelerde ortaya çıkmaktadır. On sekiz, on dokuzuncu yüzyıllarda yazılmış
metinlerin yazımı (imlası), on dört, on beşinci yüzyıllarda kurallaşmış yazıma (imlaya)
göredir. Dolaysıyla yüzyıllar boyu meydana gelen uyum ve değişimler yazıma
yansımamıştır. Bu nedenle metinler, yazıldıkları yüzyılların ses özelliklerini
yansıtmaktan uzaktır. İmlaya dayanarak dudak benzeşmesi başta olmak üzere, çeşitli ses
değişimleri üzerine yapılan incelemeler, metnin yazıldığı dönemi yansıtmamaktadır, bu
yüzden de bilimsel değildir. Bilimsel olmayışları, dönemin diline ilişkin yanlış bilgiler
verdikleri için, yüksek lisan ve doktora tezleri başta olmak üzere her türlü çalışmalarda
bu gereksiz bölümler yer almamalıdır.