SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi
Sosyal Bilimler Dergisi
Prof. Dr. Bayram KODAMAN’a Armağan Özel Sayısı
1862 Belgrad Bombardımanı ve Sonuçları
Zafer GÖLEN∗
Giriş
Osmanlılar Balkanlar’da ilerlemeye başladıklarında karşılarında devlet teşkilatına sahip
birkaç devlet buldular. Her ne kadar XIX. yüzyıla gelindiğinde Balkanlar’da ortaya
çıkan bütün küçük devletler, kendilerinin şanlı bir ortaçağ devletine sahip olduğunu
iddia etmiş olsalar da hiç birinin Stefan Duşan’ın (1331–1335) Sırp Devleti çapında bir
devlet sistemi yoktu. Bu güçlü devlet 1389 Kosova Savaşı’nda ciddi yara aldı ve
ardından Sırbistan’ın Osmanlı hâkimiyetine girme süreci başladı1. Sırplar, özellikle
kilise 1389 yenilgisi ve yenilginin yarattığı kırılmayı hiçbir zaman unutmadılar. Ancak
bu kırılma aynı zamanda Sırp millî kimliğinin kurulması ve yaşamasına önemli katkılar
sağladı. Sırplar 1389 yenilgisini millî kimliklerini inşa ederken 2000’li yıllara kadar aktif
biçimde kullanmaya devam ettiler2. Buna karşı Osmanlı sistemi Sırplar’dan etkin
biçimde istifade etmeyi başardı3. Devşirme sistemi sayesinde Sokollu Mehmed Paşa
gibi onlarca Sırp kökenli kimse devletin en üst kademelerine kadar yükselebildiler.
Sırplar XIX. yüzyılda tarihlerini inşa ederken Türk hâkimiyetine hemen hemen her
devir karşı çıktıklarını yazdılar4. Fakat XVIII. yüzyıla gelene kadar iki toplum arasında
kayda değer çok ciddi bir olay yaşanmadı. O tarihe kadar Türkler şehirlerde Türk
askerî garnizonlarının çevresinde yaşarken, Sırplar kırsal alanlarda yaşıyor, tarım ve
hayvancılıkla geçiniyorlardı. XVIII. yüzyılda devletin Orta Avrupa’dan geri
çekilmesiyle Sırbistan veya eski adı ile Semendire Sancağı Avusturya ile sınır olan bir
serhat eyaletine dönüştü. Sırbistan büyük ayanların çekişme sahası haline geldi. Sosyal
yapı bozuldu. Devlete alternatif güç odakları türedi. Bölgede devletin gücü hissedilmez
oldu. Zadruga denen klan türü aile çiftliklerinde yaşayan Sırplar, kendi güvenliklerini
∗
Yrd. Doç. Dr., Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Eğitim Fakültesi Tarih Öğretim Üyesi
Barbara Jelavich, Balkan Tarihi 18. ve 19. Yüzyıllar, Çeviren: İhsan Durdu, C (Cilt). I, İstanbul: Küre
Yayınları, 2006, s.20.
2 Kosova Savaşı’nın Sırplar üzerindeki etkisi hakkında bakınız, Vjekoslav Perica, Balkan Idols: Religion and
Nationalism in Yugoslav States, Oxford University Press, 2002, s.7-9; Christos Mylonas, Serbian Orthodox
Fundamentals The Quest for an Eternal Identity, Budapest-New York: Central European University Press,
2003, s.147-169.
3 Halil İnalcık muhteşem makalesinde Osmanlı sisteminin Sırplar’dan nasıl istifade ettiğini ayrıntılarıyla
ortaya koyar. Bakınız, Halil İnalcık, “Stefan Duşan’dan Osmanlı İmparatorluğuna XV. Asırda Rumeli’de
Hıristiyan Sipahiler ve Menşeleri”, Osmanlı İmparatorluğu Toplum ve Ekonomi, İstanbul: Eren Yayınları, 1996,
s.67-108.
4 Wendy Bracewell, “The Proud Name of Hajduks: Bandits as Ambiguous Heroes in Balkan Politics and
Culture”, Yugoslavia and Its Historians. Understanding the Balkan Wars of the 1990s, Stanford, California:
Stanford University Press, 2003, s.22-36.
1
Zafer GÖLEN
325
kendileri sağlamaya başladılar. Bu onlara Türklerle savaşmada deneyim kazandırdı.
Kendilerine olan güveni artırdı. Önce Küçük Kaynarca Antlaşması ile Rusya’nın,
ardından Fransız İhtilali ile Fransızlar’ın bölgeye el atmasıyla, Zadruga klanları kilisenin
de yardımıyla milliyetçi güç odakları olarak yeniden biçimlendi. Sırp milliyetçiliği
1804’de patlama noktasına geldi ve aslında domuz çobanı olan Aleksandr Karagorgi
(Karayorgi) liderliğinde büyük bir isyan çıktı. İsyan Karayorgi’den beklenmeyecek
biçimde profesyonelce örgütlenmişti. İsyanın örgütlenmesi, sevk ve idaresindeki
zekâya bakıldığında ardında Rusya gibi bazı büyük güçlerin olduğu kendiliğinden
ortaya çıkmaktadır. Sözde Yeniçeri dayılarının yaptığı baskılara karşı başlayan isyan,
kısa sürede tüm Sırbistan’ı kapsayan milliyetçi bir isyana dönüştü. Osmanlılar isyanı
bastırmaya muvaffak oldular, fakat bu tarihten sonra ciddi bir Sırbistan Meselesi ortaya
çıktı. Sırp Meselesi 1878’e kadar devletin en önemli sorunu olarak hassasiyetini
korudu.
A-ÇATIŞMANIN NEDENLERİ
1-Osmanlı Devleti Tarafından Daha Önce Sırplar’a Verilen İmtiyazlar
Sırplar’ın imtiyazına ilişkin ilk uluslararası hukukî kayıt 28 Mayıs 1812’de Bükreş’te
imzalanan Bükreş Antlaşması ile ortaya çıkar. Antlaşmanın 8. maddesi gereğince5,
1. Osmanlı Devleti’nin haraçgüzâr reayası olan Sırplar’ın bütün cürümleri
affedilecek
2. Sırplar’ın yaptıkları istihkâmlar tamamen yıkılacak
3. Öteden beri mevcut olan ve elan Sırplar’ın elindeki bütün kale ve palangalar
harp malzemeleriyle birlikte Osmanlı askerlerine teslim edilecek
4. Osmanlı askerlerinin Sırplar’a zulüm yapmaması için gerekli tedbirler alınacak
5. Cezayir-i Bahr-i Sefid ve benzer yerlerdeki reayanın sahip olduğu haklar Sırp
milletine de tanınacak ve onlar gibi dâhili işlerini kendilerinin idare etmeleri
sağlanacak
6. Vergiler maktu usulle Sırplar tarafından toplanıp Osmanlı Devleti’ne teslim
edilecek
7. Sırp milletinin talepleri Sırplarla birlikte tanzim edilecekti
Bükreş Antlaşması ile Sırplar ilk defa başka bir memleketin müdahalesiyle bir
takım haklar kazandılar. Antlaşmada özellikle 4. husus muhtemel bir Rus müdahalesine
zemin hazırlaması bakımından tehlike arzediyordu. Bunu takdir eden Osmanlı
delegeleri 4. maddenin antlaşmaya girmemesi için çaba göstermişler ise de Ruslar’ın
katı tutumu nedeniyle hedeflerine ulaşamamışlardır. Böylece Sırbistan’daki olaylara dış
müdahale kapıları açılmış oluyordu6. Bu tarihten sonra Sırbistan bağımsızlık elde edene
Bükreş Antlaşması’nda Sırbistan hakkında ayrıntılı bilgi için bakınız, Muâhedât Mecmûası, C. IV, İstanbul
1298-Tıpkıbasım Türk Tarih Kurumu 2008, s.53-54; Nihat Erim, Devletlerarası Hukuku ve Siyasi Tarih
Metinleri, C (Cilt).I, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1953, s.251-252, İsmail Hami Danişmend,
İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, C. IV, İstanbul: Türkiye Yayınevi, 1961, s.100; Benoit Brunswik, Recueil De
Documents Diplomatiques Relatifs A La Serbie Avec Une Introduction, Constantinople: Chez M. S.-H. Weiss,
Libraire A Péra, 1876, s.1-2; Mehmet Çetin Börekçi, Osmanlı İmparatorluğu’nda Sırp Meselesi, İstanbul:
Kutup Yıldızı Yayınları, 2001,108-117; Selim Aslantaş, Osmanlıda Sırp İsyanları 19. Yüzyılın Şafağında
Balkanlar, İstanbul: Kitap Yayınevi, 2007, s.138; Yusuf Hamzaoğlu, Sırbistan Türklüğü, Üsküp: LogosA,
2004, s.224-225; Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, C. VI, Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1995, s.64.
6 Börekçi, a.g.e., s.115-117.
5
326
1862 Belgrad Bombardımanı ve Sonuçları
kadar gerek Sırplar, gerekse Ruslar ve diğer Batılı güçler dış müdahale zeminini sonuna
kadar zorlayacaklardır.
Sırplar Bükreş Antlaşması’na kendileri için konan maddelerden memnun
olmamışlar, 1 Ocak 1813’de İstanbul’a 8 maddelik bir öneri sunarak imtiyaz haklarının
genişletilmesini istediler. Fakat öneriler reddedildi. Bunun üzerine Sırbistan’da yeni bir
ayaklanma baş gösterdi. Ayaklanma 1816’da Sırplar’ın isteklerinin bazılarının
kendilerine verilmesi ile sonuçlandırılabildi. Belgrad Muhafızı Maraşlı Ali Paşa ve
Sırplar’ın yeni lideri, son ayaklanmanın idarecisi Miloş arasında varılan mutabakat
sonucunda7:
1. Gümrük yürürlükte olan tarifeye göre alınacaktır
2. Sırplar Osmanlı Devleti içinde serbestçe dolaşabilecek ve ticaret
yapabilecekler
3. Sırplar sahip oldukları beratlara göre vergi verecekler
4. Vergiler Hıdırellez (6 Mayıs) ve Mitrovdan (8 Kasım Yortusu) itibaren olma
üzere yılda iki kez toplanacak
5. Türk ordusu Sırbistan’ın sadece şehirlerinde konuşlandırılacak ve Sırplar’ı
rahatsız etmeyecektir. Ordu birliklerinde geçmişte Sırplar’a kötülük eden
Yeniçeriler, Arnavutlar ve Boşnaklar bulunmayacak, onların yerine Rumeli’den
Türkler getirilecektir
6. Şehir ve kasabalarda Sırplar’ın yargılanması sırasında Türk mütesellimler
yanında birer knez bulunacak, mevcut olan 12 nahiye knezinden oluşacak ve
merkezi Belgrad’da bulunacak Knezler Konseyi kurulacak
7. Padişah geçmişte yaptığı hatalardan dolayı affettiği Sırplar’a kimse kötü
muamelede bulunmayacak
1816 ayrıcalıkların 5. maddesi ile Sırplar, Sırbistan’daki Türk hâkimiyetini sadece
şehirlerle sınırlandırmakla kalmıyor, 6. maddesi ile kendi idare mekanizmalarını kurma
hakkını kazanıyorlardı. Aynı zamanda yine 6. madde ile Osmanlı Devleti kendi tebaası
olan Sırplar’ı istediği gibi yargılama hakkından mahrum kalıyordu. Böylece
Sırbistan’daki Osmanlı hâkimiyeti yavaş yavaş zayıflıyordu. Bu tarihten sonra Miloş
yabancı hükümetlere gönderdiği mektuplarda kendini Sırp Baş Knezi ve Sırbistan’ın
hâkimi olarak takdim etmeye başlamıştı. Fakat Miloş kazançlarını asla yeterli görmedi.
İmtiyazlarını genişletmek için, bir taraftan Osmanlı Devleti ile dostça geçinmeye
devam ederken bir taraftan da başta Rusya olmak üzere diğer ülkelerle ilişkilerini
güçlendirmek için elinden geleni yaptı. O defalarca Osmanlı Devleti’ne ayrıcalıkların
genişletilmesi için başvurdu, fakat isteklerini bir türlü elde edemedi. Ancak 1821’de
Yunan İsyanı ona istediği ortamı verdi. O karışık ortamdan istifade ederek kendi
hanedanlığını ve Sırp Kenzliği idealini gerçekleştirmek istiyordu. Gelişen olaylar
1826’da Rusya’nın Osmanlı Devleti’ne ültimatom vermesine neden oldu.
Ültimatom’da Bükreş Antlaşması’nın 8. maddesi gereği Sırbistan’a muhtariyet verilmesi
de vardı. Türk ve Rus heyetleri iki taraf arasındaki gerginliği savaşa neden olmadan
halledebilmek için Akkerman’da bir araya geldi. 13 Temmuz–7 Ekim 1826 tarihleri
7
Aslantaş, a.g.e., s.139-160; Hamzaoğlu, a.g.e., s.225-244; Karal, a.g.e., C.VI, s.65; Börekçi, a.g.e., s.141.
Zafer GÖLEN
327
arasında gerçekleşen görüşmeler sonunda 7 Ekim’de Akkerman Konvansiyonu
imzalandı. Konvansiyonun 5. maddesi Sırbistan ile ilgiliydi. Buna göre8:
1. Bâb-ı Âli Bükreş Antlaşması’nın 8. maddesini yürürlüğe koyacak ve
Sırbistan’a muhtariyet tanıyacak
2. Sırplar’a tanınacak haklar İstanbul’da Sırp temsilcileri ile görüşülerek
karara bağlanacak ve ilgili ferman 18 ay içinde yayınlayacak, aynı fermanın bir
kopyası da Rusya’ya gönderecek
Konvansiyonun ana hükümleri hariç, Sırbistan ile ilgili 9 maddelik özel bir bölüm daha
vardı. Bu maddeler9:
1. Sırplar’a din hürriyeti tanınacak
2. Kendi hükümdarlarını seçme hakkı tanınacak
3. Sırbistan’da özerk bir yönetim kurulacak
4. 1804–1813 yılları arasında süren isyan sırasında, isyan bölgesi dâhilinde
bulunan ve 1813 yılında Sırbistan’dan koparılan 6 nahiye iade edilecek
5. Müslüman gayrimenkullerinin Sırplar’a devredilmesi ve onlardan
sağlanacak gelirin vergisiyle birlikte Bâb-ı Âlî’ye teslim edilecek
6. Sırplar serbestçe ticaret yapabilecek
7. Sırp tüccarlar Sırp pasaportuyla Osmanlı Devleti topraklarında
dolaşabilecek
8. Sırplar hastane, okul ve basım evi kurabilecekler
9. Sırbistan’a Sırbistan garnizonlarında bulunan askerler ve şehirlerde
yaşayan Müslümanlar’dan başka Müslümanlar’ın yerleşmemesi sağlanacak
Akkerman Konvansiyonu ile Sırbistan muhtariyet kazanıyordu. Ancak daha da
önemlisi bu haklar Rusya aracılığıyla elde edildiği için, Sırbistan hukuken olmasa dahi
fiilen Rus himayesine giriyordu. Çünkü Ruslar açıkça kendilerine verilen sözlerin yerine
getirilip getirilmeyeceğini takip edeceklerini açıklamışlardı.
Akkerman Konvansiyonu’ndan tatmin olmayan Çar II. Aleksandr (1825–1855)
26 Nisan 1828’de Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etti. Savaş Osmanlı ordularının
yenilgisi ile sonuçlandı. 14 Eylül 1829 savaşı durduran Edirne Antlaşması imzalandı.
Antlaşmanın 6. maddesi Sırplarla ilgiliydi. Buna göre10:
1. Osmanlı Devleti, Akkerman Antlaşması’nın Sırbistan ile ilgili olan 5.
maddesini ve ekte Sırbistan’la ilgili bölümü yürürlüğe geçirecek
2. Sırbistan’a 6 nahiye hemen iade edilecek
Edirne Antlaşması ile Osmanlı Devleti Balkan toprakları üzerindeki fiili
hâkimiyetini kaybetti. Yunanistan bağımsızlığını elde etti. Yunan bağımsızlığı diğer
Balkan milletlerinin bağımsızlık isteklerini kamçıladı. Sırplar ise güçlü bir şekilde Rus
koruması altına girdi. Ruslar Balkanlar’daki etki alanlarını geçmişle kıyaslanamaz
derecede artırdılar. Balkan milletleri Rus korumasına dayanarak Osmanlı Devleti’nden
kabul edemeyeceği cüretkâr taleplerde bulunmaya başladılar.
Muâhedât Mecmûası, C. IV, s.60-61; Erim, a.g.e.,s.265-266; Brunswik, a.g.e., s.2-3; Danişmend, a.g.e., C.IV,
s.112; Börekçi, a.g.e., s.165-168; Hamzaoğlu, a.g.e., s.261-262; Aslantaş, a.g.e., s.163; Karal, a.g.e., C.VI, s.66.
9 Muâhedât Mecmûası, C. IV, s.69-70; Erim, a.g.e.,s.273; Brunswik, a.g.e., s.3-4; Hamzaoğlu, a.g.e., s.262.
10 Muâhedât Mecmûası, C. IV, s.74; Erim, a.g.e.,s.282; Brunswik, a.g.e., s.5; Danişmend, a.g.e., C.IV, s.113115; Hamzaoğlu, a.g.e., s.263; Börekçi, a.g.e., s.180-181; Aslantaş, a.g.e., s.163-164; Karal, a.g.e., C.VI, s.66;
Belgradî Raşid, Tarih-i Vak‘a-i Hayretnümâ-i Belgrad ve Sırbistan, İstanbul: Tatyos Divitciyan Matbaası, 1291,
s.79.
8
328
1862 Belgrad Bombardımanı ve Sonuçları
Osmanlı Devleti Evâil-i Rebiülahir 1245/30 Eylül–10 Ekim 1829’da Semendire
Sancağı’nda Sırp Knezliği adıyla bir özerk eyalet kurulması imtiyazını tanıdı11.
Ardından 20 Ocak 1830’da Kâşif Bey Sırp Knezliği’nin sınırlarını belirlemek üzere
Semendire’ye gönderildi. Ancak Sırp Emareti hem hukuken hem de fiilen 10
Rebiülevvel 1246/29 Ağustos 1830 tarihli12 fermanla kuruldu. Tamamen Rus
baskısıyla hazırlanan bu fermanla Sırplar neredeyse bağımsızlığa yakın haklar elde
ettiler. Bu fermanla13:
1. Sırplar içişlerinde bağımsızlık kazanmışlar
2. Miloş ailesi Sırbistan’ı yönetme hakkı kazanmış
3. Emaret dâhilinde kullanılmak üzere Sırplar’a asker toplama hakkı tanınmış
4. Türkler’in Sırbistan’dan tahliye sürece başlamış
5. Türk hâkimiyeti sadece belli başlı şehirlerdeki garnizonlarla sınırlanmıştır
1830 Fermanı ile Osmanlı Devleti’nin Sırbistan dâhilindeki fiili hâkimiyeti sona
ermiş, bölgenin Türkler’den arındırılma süreci başlamıştır. Kasım 1833’de Sırbistan’a
gönderilen başka bir fermanla Sırp imtiyazları pekiştirildi ve Türk tahliyesi hızlandırıldı.
Bu sürede Sırbistan konusundaki tüm inisiyatif Ruslar’ın eline geçmiş, İstanbul
Rusya’dan izin almadan adeta karar vermez duruma gelmiştir. Ruslar’ın Balkanlar’daki
etkisinden rahatsız olan Batılı devletler, Paris Barış Antlaşması ile Ruslar’ın
Balkanlar’daki etkinliğine son vermek istediler. Haliyle Kırım Savaşı’na katılmamış
olmasına ve hatta Ruslar’ı desteklemiş olmasına rağmen antlaşmanın 28 ve 29.
maddeleri Sırplar’a ayrıldı. Durum daha da kritik hal aldı. Sırplar Batı koruması altına
alındı. Osmanlı Devleti, Rus baskısından kurtulurken neredeyse tamamen Batı vesayeti
altına girdi. Bu tarihten sonra Batı başkentlerinden izin alınmadan isyanlara dahi
müdahale edilemez oldu14. Paris Barış Antlaşması’nın Sırplar’ı ilgilendiren maddeleri
şöyleydi15:
Madde 28: Sırp Beyliği bundan sonra antlaşmaya katılan devletlerin garantisi
altında bulunacak, hak ve muafiyetlerini tayin eden fermanlara göre Osmanlı
Devleti’ne tabi olacaktır. Bu beylik iç işlerinde ve mezhebî meselelerde, kendi
kanunlarında, ticaret ve gemi işletmeciliğinde serbest olacaktır.
Madde 29: Osmanlı Devleti bu memlekette asker bulundurmak hakkını
muhafaza edecektir. Antlaşmaya dahil devletler bu beylik ile Bâb-ı Âlî arasında hiçbir
meselede arabulucuğa kalkışmayacaklardır.
2-Sırplar’ın Tutumu
Sırplar’ın en büyük hedefi Sırbistan’da Türk askerî varlığına son vermekti. Bu maksatla
büyük devletlerin himayesine mazhar olmak ve bu sayede kendilerinin
gerçekleştirmediği şeyleri onlar vasıtasıyla elde etme politikası güdüyorlardı. Özellikle
Müslüman-Hıristiyan çatışması her zaman çok geçerli bir müdahale vasıtası olmuştu.
Belgradî Raşid, a.g.e., s.80-82; 232-234.
Tarih muhteliftir. Hepsi de 1830 olmak kaydıyla Ağustos-Ekim ayları arasında muhtelif tarihler
verilmektedir. Bakınız, Börekçi, a.g.e., s.187; Belgradî Raşid, a.g.e., s 235; Danişmend, a.g.e., C.IV, s.116.
13 Ferman ve sonuçları hakkında ayrıntılı bilgi için bakınız, Brunswik, a.g.e., s.8-13; Belgradî Raşid, a.g.e., s
235-238; Hamzaoğlu, a.g.e., s.280-299; Karal, a.g.e., C.VI, s.266; Börekçi, a.g.e., s.181-191.
14 Hamzaoğlu, a.g.e., s.301-314.
15 Muâhedât Mecmûası, C. IV, s.256; Erim, a.g.e.,s.351; Brunswik, a.g.e., s.34; Resimli-Haritalı Mufassal Osmanlı
Tarihi, C.VI, İstanbul: Güven Yayınevi, 1972, s.3082; Karal, a.g.e., C.VI, s.67.
11
12
Zafer GÖLEN
329
Sırbistan’da neredeyse hemen hemen her kasabada Müslümanlarla-Hıristiyanlar’ın yan
yana yaşıyor olması her an bir gerginlik yaşanmasına zemin hazırlıyordu. Sırp idaresi ve
ajanları bu gerginliği çok iyi kullanarak 1867’de kalelerden Türkler’in çıkarılmasıyla
sonuçlanacak süreci başarıyla idare etmişlerdir16.
1860’ların başında Sırbistan ve Karadağ, Osmanlı hâkimiyetinden kurtulmaya
karar vermişlerdi. Karadağlılar Hersek isyanına doğrudan destek vererek ve Osmanlı
ordusu ile savaşarak bunu kendileri yapmaya karar verdiler. Sırplar’ın durumu daha
kritikti. Çünkü orada büyük kentlerde garnizonlar Türkler’in elindeydi. Bu yüzden
1861 yılı diplomatik çabaları Türk askerlerini kalelerden çıkarmak ve yeni bir ordu
kurmak üzerinde yoğunlaştı. Sırp yetkililer defalarca İstanbul’a gelerek Sırbistan’daki
Türklerin tahliyesi ve garnizonlardaki askerlerin çekilmesi konularını görüştü fakat bir
başarı elde edemediler. Bunun üzerine onlar da Karadağlılar’ın yolundan giderek
Osmanlı Devletine kafa tutmak için 17 Ağustos 1861’de 66 maddelik “Halk Ordusu
Kanunu” çıkardılar. Kanunla 20–50 yaşları arasındaki bütün Sırplar askerlik vazifesi ile
yükümlü kılındı. Ordu 5 komutanlığa ayrıldı. İlk aşamada 50 bin kişinin silah altına
alınması kararlaştırıldı. Böylece Osmanlı Devleti’nin Sırbistan içinde bulunan askerî
kuvvetlerine denk bir kuvvet oluşturulmak isteniyordu17. Osmanlı Devleti Halk
Ordusu Kanunu’ndan çok rahatsız olmuştur. Daha sonra Kanlıca görüşmeleri
sırasında Halk Ordusu Kanunu’nu Osmanlı delegeleri tarafından Sırbistan’ı savunun
Rus ve Fransız elçilere karşı koz olarak kullanmıştır. Osmanlı delegeleri, 15.000 kişilik
bir ordunun bile iç güvenliği sağlamak için yeterli olduğu Sırbistan’ın bu kadar çok
kişiyi askere almadaki amacının ne olduğunu Rus ve Fransız elçilere sormuşlar, onların
“Sırbistan’ın masumca barış içinde yaşamak isteği” üzerine kurdukları savunma stratejilerini
çökertmişlerdir18.
1862 Ocak ayından itibaren Sırp Hükümeti Belgrad’daki jandarmaların sayısını
artırdı. Jandarmaların arasında çoğu eşkıyalık yapmış, Sırbistan ve diğer eyaletlerde
Türk idaresine karşı suç işlemiş kimseler bulunuyordu. Hemen ardından Hersek’teki
olaylarla paralel olarak Sırbistan’da Türkler’e karşı saldırılar yoğunlaştı. Belgrad’da
büyük devlet temsilcileri ülkelerine gönderdikleri raporlarda Sırbistan’da tehlikeli
gelişmeler yaşandığını beyan etmeye başladılar19.
1862 yılı başından itibaren Sırplarla Türkler arasında sürtüşmeler yaşanmaya
başladı. İlk olarak Şahinyuvası’nda Sırplar Türkler’e saldırdılar ve iki taraf arasında
çatışmalar çıktı. Bu tarihte Sırplar’ın Türkler’i Sırbistan’dan arındırmak için tüm
şehirlerde saldırıya geçtikleri görülmektedir. Zira aynı tarihlerde Uziçe ve
Böğürdelen’de yaşayan Türkler ciddi tazyik altındaydılar. Ancak en kritik yer
Belgrad’dı. Belgrad’da Türklerle Sırplar arasındaki ilişkiler neredeyse kesilmiş
durumdaydı. İki taraf arasındaki gerginlik had safhadaydı. İki taraf arasında bir çatışma
çıkması an meselesiydi. İlk çatışmalar Ocak ayında yaşandı. Bazı Sırplar Türkler’e
saldırdı, buna makabil Türkler’de Sırplar’a saldırmaya başladı. 24 Şubat 1862’de
Belgrad’ın Sırp Belediye Başkanı Sırp İçişleri Bakanı Nikola Hristiç’e gönderdiği
raporunda durumun kontrolden çıkmak üzere olduğunu yazdı. Sırp idaresi çatışmaları
16Danişmend,
a.g.e., C. IV, s.199.
Hamzaoğlu, a.g.e., s.356-357.
18 B.O.A., Mühimme-i Mektûme, nr:10, hk:62, s.31-32.
19 Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, C. VII, Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1995, s.14.
17
330
1862 Belgrad Bombardımanı ve Sonuçları
önlemek üzere, daha sonra 1862 Çukurçeşme olayının büyümesine neden olan Simeon
Nesiç adlı Türkçe tercümanı ve Milan Sretonoviç adında bir kâtibe jandarma ile Türk
mahallerinde devriye dolaşma görevi verdi. Sözde çatışmaları önlemekle görevli bu iki
görevli aksine mahallelerde Sırplar adına casusluk yaptı. Bu durum Türkler’i daha da
öfkelendirdi. Gerginliğin bir türlü yatışmaması üzerine Nisan ayında kaleye erzak ve
cephane sevkiyatı yapıldı. 11 Mayıs 1862’de İstanbulkapı civarında Türk ve Sırp
zaptiyeler arasında çatışma çıktı. Ancak olayların büyümesi engellendi. Çukurçeşme
olayları patlak vermeden önce 8 Haziran 1862’de Knez Mihail Belgrad’ı terk ederek
taşradaki diğer kalelerdeki hazırlıkları denetlemeye gitti. Bu gelişme Belgrad’da yeni
olayların habercisiydi. Zira çatışmalardan sonra Mihail, olay patlak verdiği esnada
Belgrad’da olmadığını ileri sürerek olaylarda hiçbir müdahalesi yokmuş gibi davranacak
ve Batı desteğini alabilmek için “mağdur” rolüne bürünecektir20.
3-Batılı Devletler’in (Düvel-i Muazzama) Tutumu
Büyük Devletler veya Osmanlı Devleti’nin Düvel-i Muazzama olarak nitelediği devletler,
Paris Barış Antlaşması’na imza koymuş İngiltere, Fransa, Rusya, AvusturyaMacaristan, İtalya ve Prusya’dır. Fakat 1870’lere kadar Düvel-i Muazzama denildiği
zaman genellikle İngiltere, Fransa, Rusya kastedilmektedir. Balkanlar söz konusu
olduğunda bu üçlüye Avusturya-Macaristan’da dâhil edilmiştir. Berlin Kongresi’nden
sonra ise Prusya ve İtalya da hesaba katılmaya başlanmıştır.
Sırbistan 1804’de ilk isyana başladığında Batı kamuoyunda ciddi bir sempati ile
karşılandı. Fakat büyük devletlerin kendi aralarındaki güç mücadelesi onların isyana
doğrudan müdahalesini engelledi. Sadece Ruslar doğrudan müdahalelerle isyanın
seyrini tayine çalıştılar. Bundan sonra Paris Barış Antlaşması’na kadar neredeyse
Sırplarla ilgili her konuda tek otorite olarak davrandılar. Ruslar’ın hami tavrı Paris’te
ellerinden alındı. Fakat onlar hemen hemen her konuda kayıtsız ve şartsız Sırplar’ı
desteklemeye devam ettiler. Özellikle 1830’lardan sonra etkisi Balkanlar’da iyice
hissedilmeye başlanan Panslavizm ile Balkanlar’daki tüm Slavlar üzerindeki hem ciddi
bir etki hem de sempati toplamışlardı. Bölge halkı yaklaşık 100 yıl boyunca gözleri
kulakları Rusya’ya dönük yaşadılar. Oradaki her gelişme ya üzüntü ya sevinç yarattı.
Mesela 1848 İhtilâlleri sırasında Rusya’nın Erdel’e müdahalesi Balkanlar’da “Çar’ın
Balkan milletlerini kurtarmaya geldiği” şeklinde yorumlandı. Ruslar tüm Balkan milletleri
Osmanlı hâkimiyetinden çıkıncaya kadar Osmanlı karşıtlığı politikalarını tavizsiz
sürdürdüler. Kimi zaman açıkça kimi zaman gizlice Balkan milletlerini Osmanlı’ya
karşı isyana teşvik ettiler.
Düvel-i Muazzama arasında ne yaptığı veya neyi niçin yaptığı belli olmayan tek
ülke Fransa idi. XIX. yüzyılda Osmanlı idarecilerinin Fransızlar’a dayanarak yaptıkları
her diplomatik hareket başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Son derece güvenilmez ve
istikrarsız bir politika izleyen Fransızlar işlerine geldiği gibi hareket etmişler, kimi
zaman Osmanlı Devleti’ni desteklemiş kimi zamansa karşısında yer almışlardır. Mesela
Paris Barış Antlaşması’nda Türk garnizonların Sırbistan’da kalmasını onlar teklif
etmişlerdir. Buna karşı 1862 İstanbul görüşmeleri de dâhil Türk askerlerinin
Sırbistan’dan çıkarılmaları için en fazla yine onlar gayret sarfetmişlerdir21. Fransızlar
20
21
Karal, a.g.e., C.VII, s.14; Hamzaoğlu, a.g.e., s.360-363.
Paris Barış Antlaşması’nda Fransız tavrı için bakınız, Hamzaoğlu, a.g.e., s.314.
Zafer GÖLEN
331
1856’ya kadar Osmanlı Devleti içindeki ekonomik çıkarlarını koruma gayretiyle hareket
ederken, İngilizler karşısında dünya siyasî alanında silinmişleri. Onlar dünyanın diğer
yerlerinde kaybettikleri itibarlarını Balkanlar ve Ortadoğu’da Osmanlılar’a karşı diğer
milletleri destekleyerek kazanma yoluna gitmişlerdi. Özellikle 1856’dan sonra Ruslar’ın
Balkanlar’daki etkisinin geçmişe oranla azalmasıyla birlikte orada Ruslar’ın yerini
doldurmak için hareket geçmişler, III. Napolyon Balkan milletlerinin hamisi gibi
davranmaya başlamıştı. Hatta Türkler’in Avrupa’dan kovulmasını isteyecek kadar Türk
düşmanı olmuştu. Bu politikanın icabı olarak Çukurçeşme olaylarından sonra da
Sırplar’ı kayıtsız şartsız destekleyen iki ülkeden biri Fransa olmuştur. Hâlbuki dönemin
Osmanlı idarecileri Fransa’yı hâlâ eskinin kadim dostu olarak görüyor ve onların
fikirlerine diğer devletlerden daha fazla önem veriyorlardı. Fakat Fransızlar’ın
tutarsızlığı karşısında 1860’lara doğru onlar da politikalarını değiştirme yoluna
gidecekler, daha İngiliz yanlısı bir politika izlemeye başlamak zorunda kalacaklardır. Bu
politika değişikliği İngiltere’nin Türk yanlı bir politika izlemesinden değil, Fransızlar’a
duyulan güven eksikliğinin bir sonucu olarak kendiliğinden ortaya çıkacaktır.
XIX. yüzyılda dünya siyasetinde dikkate alınması gereken en önemli ülke
İngiltere idi. İngilizler önce Amerika’da, ardından Uzakdoğu ve Afrika’da Fransız
üstünlüğüne son vererek bir dünya devleti olmuşlardı. XIX. yüzyılda İngilizler’in
Osmanlı politikası Ruslar’ı Tuna Nehri’nde durdurmak üzerine kuruluydu. Büyük
insan gücü ve ordusu ile Rusya İngiltere’de tedirginlik yaratıyordu. İngilizler Rus
yayılmacılığını sömürgeleri için tehdit olarak görüyorlardı. Özellikle Ruslar’ın
Afganistan üzerinden Hindistan’a inme tehlikesi üzerinde duruyorlardı. Bu tedirginlik
tüm İngiliz kabinesi, diplomatlar, stratejistler, ordu mensupları tarafından da
benimsenmiş durumdaydı. Dahası XIX. yüzyıl boyunca kuşaktan kuşağa aktarılan bir
miras oldu. Bu yüzden İngiliz hükümeti Rusya’ya karşı Osmanlı Devleti’ni korumaya
çalışıyor, Ruslar’ın Akdeniz’e inmemesi için uğraşıyordu22. Kamuoyu ise tam tersine
Balkan milletlerinin her türlü isyan hareketine sıcak bakıyor, bu hareketleri bağımsızlık
ve özgürlük mücadeleleri olarak algılıyordu. İngiliz devlet adamları izledikleri
politikalar yüzünden çok sert eleştiriliyorlardı. Mesela 1862’de kaleme alınan bir
makalede, 1862 Karadağ Harekâtı ve İngiliz Hükümeti’nin Osmanlı Devleti’ne destek
vermesinin yanlış olduğu uzun uzadıya anlatılıyor ve İngiliz paraları ile (İngiltere’nin
Osmanlı Devleti’ne verdiği borç kastediliyor) Balkanlar’da Hıristiyanlar’ın öldürüldüğü
açık açık yazılıyordu23. Kamuoyunun tersine 1862 olayları sırasında İngiliz Hükümeti
Sırplar’ın Rus etkisi altında kaldığını düşündüklerinden Osmanlı Devleti’nin tarafında
yer almışlardır. İngilizler Sırplar’ı ordu kurarak, Türkler’i Sırbistan’dan tahliye etmeye
çalışarak Paris Barış Antlaşması ile Avrupa’da kurulan dengeyi bozmakla suçluyorlar ve
olaylardan önceki statünün aynen devam etmesini istiyorlardı24.
Avusturya’da tıpkı İngiltere gibi Sırbistan’ın 1830 Fermanı’ndaki statüye uygun
idaresinden yanaydı. Avusturyalılar Sırplar’ın ordu kurmasının Osmanlı devleti kadar
kendileri için de tehdit olduğunu düşünüyor, er ya da geç kendileri için problem teşkil
edeceğine inanıyorlardı. Bu yüzden Sırplar’ın bağımsızlık isteklerine karşı çıkıyorlardı.
Lawrence James, The Rise and Fall of the British Empire, London: Abacus, 1995, s.180-183.
“Montenegro, The Herzegovine, and The Slavonic Populations of Turkey”, Macmillan’s Magazine,
Volume:VI: August-1862, Cambridge: Macmillan And Co., 1862, s.345-352.
24 Hamzaoğlu, a.g.e., s.357-358.
22
23
332
1862 Belgrad Bombardımanı ve Sonuçları
Avusturyalılar Sırbistan’da mevcut durumun korunmasına o kadar önem veriyorlardı
ki,
Fransa Konsolosu Çukurçeşme olayları patlak verdiği zaman Belgrad’ı
bombalaması için Avusturya Konsolosu Vasiç’in Aşir Paşa’ya cesaret verdiğini iddia
etmiştir25.
4-1862 Osmanlı-Karadağ Savaşı
Karadağ, Osmanlı Devleti için 1700’lerin başından beri problem olan bir bölgeydi. Bu
tarihten sonra Karadağlılar zor coğrafyasına güvenerek Osmanlı hâkimiyetine tabi
olmadıklarını dile getirmeye başlamışlardır. Bölgeye onlarca defa sefer yapılmasına
rağmen istenilen başarı bir türlü elde edilememiş, Osmanlı orduları Karadağ’ın geçit
vermez dağları arasında erimiş gitmişlerdir. Bazen iş ciddiye alınmış, Karadağ
kuvvetleri ezilmiş, ancak Osmanlı ordusu Karadağ’dan çekilir çekilmez, Karadağlılar
çevre eyaletlere saldırmaya devam etmişlerdir. XIX. yüzyılda Rusya’nın bölgedeki
etkinliğini artırmasına paralel olarak, Karadağlılar da daha cüretkâr hareketlere
girişmeye başlamışlardır. İlk olarak 1852’de eski merkez Jabliak Kalesi’nin ele
geçirilmesiyle başlayan gerginlik, Ömer Lûtfî Paşa komutasındaki Osmanlı ordusunun
1852-53’de Karadağ’a seferi ile sonuçlanmış, Osmanlı ordularının Çetine’ye girmesine
Avusturyalılar engel olmuşlardı. Karadağ’ın Genç Ladikası26 Danilo bu yenilgiden bir
ders çıkarmamış, 1856’da Paris Konferansı’na katılan devletlere baş vurarak
bağımsızlığının tanınmasını talep etmiştir. Talepleri reddedilen Danilo amacına kendisi
ulaşmak için harekete geçmiş, 1857’de Hersek’te başlayan isyana aktif destek vermiştir.
Hatta 1858’de Grahova’da Osmanlı ordularına karşı bir başarı kazanmış, bu sayede
kendisine ait sınırları belirlenmiş bir alana dahi sahip olmuştur. Fakat bu başarı dahi
onu durmamış, 1859 tesirini kaybeden Hersek isyanını alevlendirmek için elinden
geleni yapmıştır. Ancak bu kez aralarındaki kan davasını bahane eden kendi vatandaşı
bir Karadağlı’nın silahından çıkan kurşunlarla şaibeli bir biçimde hayatını kaybetmiştir.
Yerine geçen yeğeni Nikola da onun politikalarına sahip çıkmış ve Hersek isyanı
1861’de kaldığı yerden devam etmiştir.
Osmanlı yetkilileri daha 1857’de Karadağ kontrol edilmeden Hersek’te isyanın
sona ermeyeceğinin farkındaydılar27. Fakat İstanbul, Paris Barış Antlaşması ile ortaya
çıkan dengeyi sarsmak istemediğinden “Karadağ’a askerî harekât” lafzının
kullanılmasından dahi rahatsız olmuştur. 1858’de bu düşünceyi dile getiren Rumeli
Ordu Komutanı İsmail Hakkı Paşa sırf bu düşüncesini dile getirdiği için tenkide
uğramış, bu düşünceyi kafasından çıkarması için sert biçimde uyarılmıştır28. Sırf
dengeleri korumak uğruna Osmanlı Devleti 1862’ye kadar yaklaşık 5 yıl boyunca
Karadağ’a bir askerî harekâta sıcak bakmamıştır. Fakat Karadağ’ın özellikle 1862’de
Hersek-Karadağ sınırında gerçekleşen çarpışmalarda asilere aktif desteğini artırarak
Hamzaoğlu, a.g.e., s.357-358; Mufassal Osmanlı Tarihi, C.VI, s.3121.
Ladika veya Vladika Karadağ’ı idare eden piskopos yöneticilere verilen addır. İdareciler piskopos
olduklarından idare amcadan yeğene geçiyordu. Ancak Danilo Ladika olunca sistemi değiştirmiş.
Evlenerek seküler bir idareci olmuş, kendi hanedanını kurmaya çalışmış, onun bu çabası sonunu
hazırlamıştır.
27 B.O.A., A.MKT.UM., nr:478/12; A.AMD., nr:94/80; Ergirili Ahmed Hilmi İbni Resul, OsmanlıKaradağ Muhârebâtı Tarihçesi, İstanbul Üniversitesi Yazma Eserler Kütüphanesi, nr:10071, varak:50b, 51b.
28 B.O.A., İ.D., nr:26272, Lef:5,7-8, 24 Cemaziyelahir 1274/9 Şubat 1858 tarihli İsmail Hakkı Paşa’nın
tahriratları; 7 Receb 1274/21 Şubat 1858 tarihli arz tezkiresi; 8 Receb 1274/22 Şubat 1858 tarihli irade.
25
26
Zafer GÖLEN
333
sürdürmesi, Osmanlı Devleti’ni bölge üzerine bir askerî harekâta mecbur bırakmıştır.
Yine Ömer Lûtfî Paşa komutasında gerçekleşen Karadağ harekâtı Haziran 1862
Haziran29 ayı başında başlamış ve Ağustos sonunda tamamlanmıştır. Osmanlı
ordularının Karadağ’ı tamamen ezmesinin ve Çetine’ye girmesinin önündeki engel yine
Batılı güçler (İngiltere, Fransa, Avusturya, Rusya, Prusya ve İtalya) olmuştur. İki taraf
arasındaki çatışmalar 31 Ağustos 1862’de imzalanan İşkodra Antlaşması ile sona
ermiştir.
Karadağ’ı bu kadar ön plana çıkaran ise Sırp tahrikleriydi. Sırplar Osmanlı
Devleti ile doğrudan bir mücadeleyi göze almadıklarından Karadağ’ı kullanarak
Osmanlı askerî gücünü zayıflatmayı denemişler, bunda da başarılı olmuşlardır. Zira
Çukurçeşme olayları sonrasında Osmanlı Hükümeti’nin Sırbistan’a asker sevketmesine
engel olan husus, Karadağ’daki savaş olmuştur. Osmanlı idarecileri kendi aralarındaki
müzakerelerinde bu konuyu açıkça dile getirmişlerdir30. Karadağ’la ateşkesi sağlamak
için gerçekleşen İşkodra görüşmeleri sırasında Ladika Nikola kendisinin Sırplar’ın
oyununa geldiğini ifade etmiş, Sırp idarecilere olan tepkisini “Tecrübesizliğim hasebiyle
Rusyalulara ve Sırplara aldandım ve Devlet-i Aliye ile askerinin bu kadar kuvvetini bilmezdim.
Az müddet içinde Karadağ’ı bu hale koyan askere Sırbistan hiç dayanmaz. İnşallah anların üzerine
dahi gider ve bende bakıp gülerim” sözleriyle dile getirmiştir31. Tüm eleştiri ve kargaşaya
rağmen Sırplar süreci iyi değerlendirmiş ve en azından Uziçe ve Sokol Kaleleri’nin
yıkılmasını sağlamışlar, Belgrad dışındaki Türkler’in Sırbistan’dan tahliyesini
başarmışlardır.
B-Olayın Meydana Gelmesi
Çukurçeşme olaylarının meydana gelmesi sadece bir an meselesiydi. Zira Miloş’un
ikinci defa Sırp Baş Knezi olmasından beri Sırplar, açıkça Belgrad Varoş’unda yaşayan
Türkler’in tahliyesini istemeye başlamışlardı32. Osmanlı yetkilileri olay meydana gelir
gelmez bölgedeki gelişmeleri yakından takip etmeye başlamıştır. Olay meydana
geldiğinde Mühimmat-ı Harbiye Nazırı Mirliva Edhem Paşa Belgrad’daydı ve 25
Zilhicce 1278/23 Haziran 1862’de Rumeli Ordu Komutanı Ömer Lûtfî Paşa’ya konu
ile ilgili bir rapor göndermiştir. Rapora göre, Çukurçeşme Olayları 17 Zilhicce 1278/15
Haziran 1862 Pazar günü saat 18:00’de33 başlamıştır34. Belgrad’da Varoş Karakolu’nda
görevli neferlerden biri İç Varoş’un Müslüman mahallelerinden Bayram Bey
Çukurçeşme olaylarının Karadağ askerî harekâtı başladıktan kısa süre sonra patlak vermesi tesadüf
değildir ve iki olay arasındaki organik bağı göstermektedir.
30 B.O.A., Mühimme-i Mektûme, nr:10, hk:62, s.29.
31 Ahmed Cevdet Paşa, Tezâkir 13–20, Yayınlayan: Cavid Baysun, Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1991,
s.253-254.
32 B.O.A., İ.H., nr:333/21408.
33 Saat bilgisi Fransız Konsolosu Tastu’ya aittir. Bakınız, Ludwig Karl Aegidi und Alfred Klauhold, Das
Staatsarchiv: Sammlung der officiellen Actenstücke zur Geschichte der Gegenwart, Band: IV: 1863. Januar bis Juni,
Hamburg: Otto Meissner, 1863, No: 569, s.154. 16 Haziran 1862 tarihli Fransa’nın Belgrad Konsolosu
Tastu’nun Dışişleri Bakanı Thouvenel’e (Edouard Antoine de Thouvenel (1818-1866) 1855’den
1860’a kadar Fransa’nın Osmanlı Devleti nezdindeki büyükelçisi ve 1861-62 Fransa Dışişleri Bakanı)
Çukurçeşme olaylarının başlangıcıyla ilgili gönderdiği rapor.
34 Karal olayların 10 Haziran’da, Hamzaoğlu ise 3 Haziran’da başladıklarını yazarlarsa da her ikisinin
verdiği tarih de yanlıştır. Bakınız, Karal, a.g.e., C.VII, s.14; Hamzaoğlu, a.g.e., s.363; Mufassal Osmanlı Tarihi,
C.VI, s.3120.
29
334
1862 Belgrad Bombardımanı ve Sonuçları
Mahallesi’nde bulunan Çukurçeşme’de su doldurulurken bir Sırplı ile kavga etmiştir.
Sırplar ise kavganın çeşmede su dolduran Sava adında bir Sırp çocuğun kafasına Türk
askerinin desti ile vurması ve çocuğun ölmesi nedeniyle çıktığını iddia ederler. Daha
sonra Sırbistan içişleri bakanı olan Kosta Hristiç’in babası Nikola Hristiç ise anılarında
çocuğun ölmediğini, hafif şekilde yaralndığını ileri sürmüştür. Kavga üzerine Sırp Polis
Tercümanı Simeon Nesiç (Simo) ve birkaç jandarma Çukurçeşme’ye gitmişlerdir. Türk
tarafından da olay yerine Zabıta Komutanı Kolağası Mustafa Efendi tarafından
Yüzbaşı İbrahim Bey ile birkaç nefer gönderilmiştir. İki taraf olay yerinde
karşılaşmışlar, Simo’nun Sırplı ile kavga eden Türk askerini tutuklamak istemesi
üzerine yüzbaşı bu harekete karşı çıkmıştır. Bunun üzerine Simo yanında bulunan
jandarmalara, Türk askerinin direnmesi halinde ateş açma izni vermiştir. Ateş emri
üzerine Sırp jandarmalardan biri olaya karışan neferi yaralamış, ardından yüzbaşıya ateş
açılmış, ancak yüzbaşı olaydan yara almadan kurtulmuştur. Hemen ardından iki taraf
arasında karşılıklı ateş başlamış, Simo ve iki Sırp jandarması çıkan çatışmada hayatını
kaybetmiştir. Olayın duyulması üzerine Sırplılar kalabalık bir şekilde Varoş
Mahallesine, Türk karakollarına ve Müslüman mahallerine saldırmışlar, Türk
garnizonunu yoğun ateş altına almışlardır. Müslümanların hayatının tehlikeye girmesi
üzerine Belgrad Kalesi’nde üstlenmiş olan Türk kuvvetlerinden 3 bölük Dörtyol
mevkiine gönderilerek, kale civarındaki Müslüman halk koruma altına alınmıştır.
Ardından tüm gece boyunca kale dışındaki Müslümanlar’ın ve karakollardaki Türk
askerlerinin kale içine taşınması işlemi sürmüştür. Bu arada çatışmalar artarak devam
etmiştir. Çatışmalar esnasında Sırplar’ın oldukça organize oldukları görülmektedir. Zira
Sırplar 1–2 saat gibi kısa bir sürede kale dışındaki tüm karakolları kuşatmışlar, ayrıca
kale dışındaki asker ve sivillerin kaleye ulaşmasını engellemek için kale kapılarına giden
meydan ve yolları kontrol etmişler, Tüm bu civardaki dükkân ve evleri karargâh olarak
kullanmışlardır. Türk askerleri gece saat 1,5 civarlarında tahliye işlemini bitirmişlerdir.
Çatışmalar esnasında Türk askerlerinin kaybı 1 kolağası, 1 çavuş, 4 nefer ölmüş; 12
nefer yaralanmıştır. Sivil kayıplar ise 2’si kadın, 1’i kız çocuğu, 8’i erkek çocuk olmak
üzere 17 kişi ölmüş; 24 kişi yaralanmıştır35.
Gece yarısına doğru Belgrad’da bulunan İngiliz Konsolosu kaleye gelerek
Belgrad Muhafızı Aşir Paşa ile görüşmüş, çatışmanın bitmesi için arabulucuk yapmıştır.
Görüşme sonunda Sırbistan Dahiliye Müdürü İliya Garaşanin kaleye davet edilmiştir.
Garaşanin sabah namazı vakti diğer ülke konsolosları ile kaleye gelmiş, çatışmaları sona
erdirmek için görüşmeler başlamıştır. Sırp tarafı kale dışında yer alan bütün karakol ve
kışlaların boşaltılarak, Osmanlı askerlerinin kaleye çekilmesini istemiştir. Türk tarafı ise,
“Bir şekilde dışarıda kalmış olan Müslüman halkın sağ olarak kaleye gelmelerine izin verilmesi,
kaleye çekilmiş olan halkın mal ve mülklerindeki eşyaların sahiplerine teslimi, askerler tarafından
boşaltılan karakollardaki eşyaların kaleye teslimi” istenmiştir. Bütün konsolosların imzasıyla
kayıt altına alınan kararlar gereğince, “Türk askerlerinin karakollardan kaleye çekilmesinin
daha sonra görüşülmesine, buna karşı kaleye çekilen halkın mal ve mülklerinin kendilerine eksiksiz
35 Ergirili Ahmed Hilmi İbni Resul, a.g.e., varak:89b-91a; Staatsarchiv, Band: IV, No:569, s.155-156;
Hamzaoğlu, a.g.e., s.363-364; Karal, a.g.e., C.VII, s.14; Danişmend, a.g.e., C.IV, s.199; Mufassal Osmanlı
Tarihi, C.VI, s.3120.
Zafer GÖLEN
335
iadesine” hususlarında anlaşmaya varılmıştır. Anlaşma sonucu kale dışında kalan
Müslümanlar kaleye getirilmiştir36.
C-Belgrad Bombardımanı
17 Haziran Salı günü çatışmalar yeniden başlamıştır. Sırplar gece yarısını müteakiben
top desteği ile kaleyi ele geçirebilmek için saldırıya geçmişlerdir. Ateş karşısında sabahı
bekleyen Osmanlı yetkilileri, çatışmanın durdurulması için sabah erken saatte Topçu
Alay Kâtibi Mahmud Efendi Garaşanin’le görüşmeye gitmiş, görüşmeden bir sonuç
alınamaması üzerine önce İngiliz Konsolosuyla görüşmüş, daha sonra da diğer
devletlerin konsoloslarıyla görüşmüş ancak tüm bu diplomatik çabadan bir sonuç
alınamamıştır. Mahmud Efendi’nin gidişinin üzerinden 1 saat 20 dakika geçmesi
üzerine Sırp saldırılarında bir azalma yaşanmaması aksine saldırıların şiddeti artmış,
Sırp askeri ve jandarması destekli Sırp saldırganlar İstanbul ve Vidin kapıları civarında
saldırılarını yoğunlaştırmışlar ve kale ciddi tehdit altına girmiştir. Saldırıya 10 dakikaya
yakın karşılık verilmemiş, fakat Sırp tarafının saldırılarını artırması ve kale içindeki
tabyaların hırpalanmaya başlaması üzerine karşılık verilmek zorunda kalınmıştır. Bu
son derece kritik karar kalede görevli herkesin oybirliği ile alınmış, saldırı kararının
alınmasında kaleye sığınan siviller oldukça etkili olmuştur. Gerek kalenin Sırplar’ın
eline geçme tehlikesi göstermesi gerekse saldırıda ölenlerin yakınlarının Sırp saldırıları
karşısında cevap verilmemesi üzerine memnuniyetsizliklerini açıkça göstermeye
başlamaları Belgrad’ın bombalanması sürecini hızlandırmıştır. Belgrad bombardıman
edilmeden önce Sırplar’a gözdağı vermek ve kale üzerindeki tazyiki hafifletmek için
evvela tüfek ateşi açılmıştır. Tüfek ateşi Sırplar üzerinde etkili olmamış, ardından
saldırganları korkutmak için 2 boş top atılmıştır. Fakat bu hareket Sırplar’ı daha da
kızdırmış, kale resmen kuşatılmış, kale karşısına metrisler kazılıp kuşatma vaziyeti
alınmıştır. Çatışmalar tüm gün ve gece sürmüş 18 Haziran Çarşamba sabah 03.00’de
Sırp saldırganlar kapıyı parçalayıp kaleye girebilmek için Vidin Kapısı’na ve Tuna
sahilinde bulunan Mecidiye tabyasına saldırmışlardır. Saldırı karşısında tabyadan
saldırganlar üzerine 2 top atılarak, saldırı savuşturulmuştur. Bu sırada Garaşanin ve
konsoloslarla görüşmeye giden Mahmud Efendi ve 3 adamının asiler tarafından
öldürüldüğü haberi kaleye ulaşmıştır. Mahmud Efendi’nin öldürülmesi, saldırıların
aralıksız sürmesi ve saldırganların top kullanmaya başlaması üzerine kaleyi savunmak
için top kullanma kararı alınmıştır. Alınan karar gereğince saat 08.00–13.30 saatleri
arasında Belgrad’ın Sırp kesimini 56 topla 5,537 saat aralıksız bombardıman ettiler. Sırp
kaynakları bombardıman sırasında Sırp mahallelerine 1.800–2.000 top mermisinin
düştüğünü, 377 evin isabet aldığını, 20 evin yandığını ifade ederler. Bombardıman
sırasında 15 Türk evi de isabet alarak yandı ve yine bir minare ateş sonucu yıkıldı. Top
ateşi Sırplılar’ı püskürtmüş, bombardımanın ardından cılız tüfek ateşleri 20 saat daha
sürmüş, ancak bunlar kale için tehdit oluşturmadığından cevap verilmemiştir. Sırp
kaynakları çatışmalarda iki taraftan çok sayıda insanın öldüğünü yazarlar. Hatta bazı
kaynaklar, şehit edilen Türkler’in sayısı hayli fazla olduğundan dolayı, imamlar gece
36 Ergirili Ahmed Hilmi İbni Resul, a.g.e., varak:91a-91b; Staatsarchiv, Band: IV, No:569, s.154-155;
Hamzaoğlu, a.g.e., s.364-365; Karal, a.g.e., C.VII, s.14.
37 İngiliz arşiv kayıtlarında süre 4 saat olarak kayıtlıdır. Bakınız, Staatsarchiv, Band: IV, No:583, s.177, 23
Temmuz 1862 tarihli İngiltere Dışişleri Bakanı Earl Russell’den Sırp Knezi Mihail Obrenoviç’e gönderilen
cevabî mektup.
336
1862 Belgrad Bombardımanı ve Sonuçları
gündüz çalışmalara rağmen aynı gün tüm ölüleri defnedemediklerini, bazı cesetlerin 2–
3 gün sokakta kaldıklarını yazarlar38.
Belgrad top ateşine tutulduğu sırada Böğürdelen’de bulunan Knez Mihail ertesi
gün Belgrad’a dönmüş ve Sırp Meclisi’nden aldığı yetkiyle ülkede olağanüstü hal ilan
etmiştir. Olayın İstanbul’da duyulması üzerine İstanbul konuyu araştırmak üzere
Divân-ı Muhasebât Başkanı Ahmet Vefik Bey acilen Belgrad’a gönderilmiştir. Bu
sırada Fransa, Rusya ve İngiltere konsolosları olası bir çatışmayı önlemek ve kale
içindeki heyecanı yatıştırmak için kale meydanına gelip çadır kumuşlardır. Fakat
onların teminatları ve kale içinde ikametleri dahi işe yaramamış, Sırplar kaleye yönelik
taciz ateşlerine devam etmişlerdir. Olayların vahametinin farkında olan İstanbul,
Belgrad’daki kuvvetlere ek olarak 2.200’e yakın ek kuvvet sevkedilmiştir. Olaylar patlak
verdiğinde Belgrad’da 12.000 Osmanlı askeri ve 200 top vardı. Mihail Temmuz sonuna
doğru genel seferberlik ilan etmiş, şehirlerde oturan Türkler Sırplar tarafından
kuşatılmaya başlamıştır. Eşgüdüm olarak Osmanlı ordusu da Sırbistan’ı kuşatmıştır.
Fethülislam, Böğürdelen, Semendire ve diğer kentlerde bulunan Türk garnizonlarına
takviye yapıldı. Mihail Türk-Sırp savaşının Belgrad’dan ziyade sınırlarda yaşanacağını
düşünmekteydi. Sırplar, muhtemel Türk-Sırp Savaşı ile Karadağlılarla gerçekleştirmiş
oldukları ittifakın gereklerini de yerine getirmiş olacaklar, Karadağ üzerindeki baskı da
hafiflemiş olacaktı. Ancak Vidin’de bulunan 100.000 kişilik Osmanlı ordusunun
Sırbistan’a yürümesi üzerine Mihail gücün büyüklüğünden çekindi ve Garaşanin
aracılığıyla Bâb-ı Âlî’den Osmanlı harekâtının durdurulmasını istedi. Bu sırada Belgrad
bombardımanı ve Karadağ harekâtı nedeniyle Batı kamuoyu karşısında zor durumda
olan İstanbul, askerî harekâtı durdurmak zorunda kaldı39.
D-Olayın Sonuçları
1-Avrupa Kamuoyu’nun Tutumu
Belgrad Bombardımanı Batı’da tam bir şok etkisi yaptı40. Batı’da birbirini ardına Türk
karşıtı yazılar yazılmaya başlandı. Sırplar adeta melek Türkler ise bu masum
Hıristiyanlar’ı ezen insanlar olarak tanımlandı. Propaganda o kadar etkiliydi ki
Sırplar’ın yüz yıldır yaptıkları çalışmalardan daha fazla ses getirdi. Batı âlemi bundan
böyle Sırplarla Türkler’in bir arada yaşayamayacağına karar verdi. Aynı tarihte Osmanlı
birlikleri Hersekli isyancılara ve Karadağ’a karşı başka bir operasyon yürüttüklerinden,
olaylar “Osmanlılar Balkanlar’da Hıristiyan varlığına son vermek istiyor” şeklinde
yorumlandı. XIX. yüzyılda sıkça gördüğümüz gibi hiçbir araştırma yapılmadan
Osmanlı idaresi suçlu ilan edildi. Her olay sonrasında olduğu gibi Türk düşmanlığı ve
Türkler’in kötülüklerini konu edinen yazılar ardı ardına yayınlandı. Ancak en hassas
kamuoyu İngiltere’deydi. İngilizler’in konumu son derece önemliydi. Zira Fransa,
Rusya, İtalya gibi devletler kayıtsız şartsız Sırplar’ı destekliyorlar, Prusya tarafsızlığını
ilan etmişti. Özellikle Fransız yetkililer Sırplar’ın avukatı gibi davranıyor, Türkler’in
mutlaka Sırbistan’ı tahliye etmesini istiyorlardı. Avusturya ve İngilizler ise kendi
B.O.A., Mühimme-i Mektûme, nr:10, hk:62, s.32-33; Ergirili Ahmed Hilmi İbni Resul, a.g.e., varak:91b.93a; Hamzaoğlu, a.g.e., s.365; Karal, a.g.e., C.VII, s.14; Danişmend, a.g.e., C.IV, s.199; Mufassal Osmanlı
Tarihi, C.VI, s.3121.
39 Ergirili Ahmed Hilmi İbni Resul, a.g.e., varak:93a; Hamzaoğlu, a.g.e., s.366; Karal, a.g.e., C.VII, s.15.
40 Staatsarchiv, Band: IV, No:570, s.156, 21 Haziran 1862 tarihli Fransa’nın Belgrad Konsolosu Tastu’nun
Dışişleri Bakanı Thouvenel’e Belgrad bombardımanı ile ilgili gönderdiği rapor.
38
Zafer GÖLEN
337
çıkarları doğrultusunda Osmanlı Devleti’ni desteklemekteydiler. İngiltere’de Rusya’nın
“Hasta adam” nitelemesine karşı, Osmanlı Devleti’nin yaşamasını isteyen ciddi sayıda
yönetici vardı. Bu yüzden Türk karşıtı propaganda İngiliz kamuoyu üzerinde
yoğunlaşmıştı. Mesela yazarı belli olmayan bir broşürde İngiltere Hükümeti’nin
politikası sert biçimde eleştiriliyor ve bir an evvel Türklerle tüm ilişkilerin kesilmesi
isteniyordu. Çoğunlukla din kardeşliğinin vurgulandığı bu yayınlarda yukarıda ifade
edildiği gibi tarihsel Türk düşmanlığına da ciddi ve sistemli atıflar yapılmaktaydı.
Bunlardan biri aynen şöyledir41:
“Günümüzde, Avrupa’nın politik ilişkileriyle az da olsa ilgilenenler, İngiltere’nin uyguladığı
politikaların, kasvetli Doğu sorununun çözümünün gecikmesinin - tek olmasa bile - temel sebebi
olduğunu düşünür. Bu politika, Türklerin Avrupa’daki hâkimiyetinin tüm risk ve maliyetlere
rağmen devamlılık arzetmektedir. Avrupa’yı sürekli tehdit eden bu galeyan ve kışkırtmanın temel
sebebi İngiltere’nin tutumudur. Tanrı’nın ticari ve endüstriyel gelişim lütfettiği dünyanın bu
kısmındaki en verimli ülkeler, fakirlik ve barbarlık içinde sürünmeye mahkûm edilmiştir. Bu
ülkelerde yasayan 12 milyon insan da bu toprakların kaderini paylaşmaya mahkûm edilmiştir.
İnsanlık tarihinde, bariz bir şekilde liberal ve Hıristiyan olan ve medeniyetin lideri olmakla hakli
olarak övünen bir insanin, Hıristiyan’a karşı Hıristiyan olmayanı, ilerlemeye karşı barbarlığı
desteklemesi, dolayısıyla 4,5 yüzyıl boyunca bilim veya sanatta ne bir buluş yapan, ne bir başarı
gösteren, aksine fethettiği toprakları talan eden, Hıristiyan nüfusa zulmeden, vaktiyle refah içindeki
toprakları çöle çeviren bir ırkı ebedileştirmesinden daha üzücü bir durum yoktur.
Yüce ve kültürlü insanların hükümetinin, politik ve dini prensiplerinin tersine bir politika
uygulaması, insanı, bu politikanın gözardı edilen prensiplerden daha büyük bir amaca hizmet etme
nedeniyle gerçekleştiğine inanmaya itiyor. Fakat İngiltere’nin Doğu politikası için bu durum geçerli
değildir. En tarafsız araştırma bile bu politikayı haklı çıkarabilecek maddi veya manevi çıkarı
ortaya çıkaramaz. Tam tersine, ticari ve ekonomik olarak bu kadar önemli bir ülkenin çıkarları –
hem Doğu’daki durumu hem de Hıristiyan ve medeni bir güç olmanın getirdiği görevler göz önüne
alındığında- doğal olarak tamamen farklı bir politik davranışı gerektirir. Şu kesindir ki, hiç bir
iktidar – dünyadaki hiçbir ülke - Türlerin Avrupa’daki hâkimiyetinin yok olmasından İngiltere
kadar karlı çıkmayacaktır. Doğu’yu asırlardır bezginlik içinde tutan bağlar koptuğu gün, =
Müslümanların batıl inançları yerine Hıristiyanların dini prensipleri, Asya’nın uyuşukluğu yerine
Avrupa’nın hareketliliği geldiğinde, bu ülkelerin uzun zamandır boş bırakılan verimli toprakları
bolca urun verdiğinde, limanları – doğanın onlara sunduğu kaderdeki gibi- birer ticari limana
donustugunde, boyun eğdirilen ırklar özgürlüklerine kavuşup Batı Avrupa’daki kardeşleri gibi
icatlar ve fikirler üretmeye başladıklarında, = İngiltere’nin zaferi ve öneminin haddi hesabı
olmayacaktır. Bu görkemli pazarlar İngiltere’den fazla kim için açılabilir? Kimin imal ürünleri
Doğu Akdeniz ülkelerinin doğal ürünleriyle takas edilecektir? Kim ayaklar altında ezilmiş bu
bilinmeyen toprakların bankeri, kapitalisti, canlandırıcı gücü olacaktır? Kimin fikirleri ve etkisi
hüküm sürecek, prensipleri kabul edilecek, kime dalkavukluk edilecek ve kim Hıristiyan
bölgelerinin sefaletten aydınlığa kavuşmasına en fazla yardımcı olacaktır. Tüm bunların tek cevabı
İngiltere’dir. Ve bu bir milletin arzu edebileceği en somut kazançtır.
Bu gerçekler tabi ki İngiliz devlet adamlarının dikkatinden kaçmamıştır. İngiltere Levant
ile alışverişini Osmanlı içindeki Hıristiyan azınlıklar vasıtasıyla gerçekleştirdiği için bilir ki bu
ajanlar, Türkler’in ahlaksızlığı ve ahmaklığından muaf tutulan ülkelerde, özellikle Hıristiyan
A Serb, The Case of Servia, London: Bell and Daldy, 1863, s.3-16; Hamzaoğlu, a.g.e., s.366-367; Karal,
a.g.e., C.VII, s.14; Danişmend, a.g.e., C.IV, s.199.
41
338
1862 Belgrad Bombardımanı ve Sonuçları
devletlerinin özgür birer üyesi olduklarında daha da faydalı olacaklardır. Bu nedenle,
Hıristiyanlar’ın kurtuluşu ve bağımsızlığı İngiliz ticareti açısından olumludan farklı şekilde
değerlendirilemez.
Fakat farklı bir plan benimsendi, farklı bir dava daha öne geçti. Bu, Türkiye’nin
korunmasının Avrupa’daki güç dengeleri açısından vazgeçilmez olması ve Türkiye’nin Doğu’daki
hırslı Rusya’ya karşı bir kalkan olarak kullanılmasıydı. Bundan daha büyük bir hata olamazdı.
Sürekli utanç yaratan, daimi olarak Avrupa devletleri arasında ihtilaf çıkaran bir güç, nasıl olabilir
de barışı yayabilir, Avrupa’daki dengeleri koruyabilirdi? Sadece güçlüde bulunabilecek şeyi zayıfta
aramak veya kendini bile savunmaktan aciz bir devlete güvenmek ne büyük aptallıktır. Türkiye
düşmanlarını uzak tutacak bir kale olmaktan çok onları çeken bir savaş veya entrika alanıdır.
İngiltere’nin isteği Rus sınırında, zayıf ve bölünmüş bir Türkiye’nin bulunması bu sayede
Rus hırsını kontrol edebilmek veya Doğu’daki bencil amaçlarından vazgeçirmeye zorlamaktır.
Türkiye’nin zayıflığı da suni ittifaklar yoluyla sağlanacak ve desteklenecektir. Tarih bizi böyle bir
desteğin gücü ve güvenilirliği konusunda cahil bırakmamıştır. İttifakların ne kadar zorlukla
sağlandığını ve ne kadar az güvenilir olduğunu biliyoruz. Ne kadar süre süreli olduklarını ve dünün
dostlarının bugünün düşmanları olabileceğini gördük. Fazla geriye gitmeyelim, örneğin, son Türk
savaşında ortaya çıkan ittifakı ele alalım, şimdi nerede, sonuçları ne oldu?
Son kanıt, Türkiye’yi mantıksızca destekleyenlerin ileri sürdüğü Hıristiyanlar’ın
özgürlüğü ve bu inanca sahip devletlerin oluşması aslında Rusya’nın lehine dönebilir. Avrupa’daki
Türkiye halkının – Slav veya Ortodoks olsun- tek isteğinin Rusya ile birleşmek olduğu iddia
edilmektedir. Bu nedenle onları kayırmak, Çar’ın askerlerine doğrudan destek vermektir. Bu,
kuşkusuz ki, İngiltere’nin Levant politikasına yon veren en köklü ve temel hatadır. Dahası, Türk
Slavları’na -özellikle de Sırplar’a- karşı atılan en büyük iftiradır. Bu iddiayı başlatanlar ve
yayanlar, en değerli nimetleri milliyetleri olan bu insanların duygu ve arzuları konusunda büsbütün
cahildir. Onlar için dünyadaki en değerli ödül bağımsız bir millet olmaktır. Bu durumda neden böyle
bir intihara kalkışmalarını bekleyelim? Ayrıca, bunun saçmalığı eşyanın tabiatı gereği aşikârdır.
Burada tarihsel bir varlığı olan ve her mensubunun gurur duyduğu görkemli bir geçmişi olan insanlar
söz konusudur. Yüzyıllar süren uzun ve haşin zorba yönetim boyunca bu insanlar bağımsızlık
isteğine bağlanıp bunu korumuşlardır. Tam cesaretlerinin meyvesini alacakları bir zamanda, bu
insanların en değerli varlıklarını bir kenara bırakabileceklerine, son dakikada bir efendiyi başka bir
efendiyle değişeceklerine – Türk yerine Rus olacaklarına ve evlatlarının Sibirya veya Kafkaslar’a
asker olarak gönderilmesine sevineceklerine- kim inanır? Böyle bir suçlama yapabilmek için
gerçekten cahil ve fesat olmak gerekir.
Rusya bu konularda çok daha bilgilidir. Sırplar’ın milli hassasiyetinin ne kadar derin
olduğunu, bu ırkın diline, tarihine ve varlığına ne kadar bağlı olduğunu gören Rusya, milli hisleri
canlı tutarak ve destekleyerek sempati kazanabileceğini anlamıştır. Rusya bilir ki bencil, hırslı veya
bu ülkelerin milliyetlerine karşı düşmanca bir tavır sergilediği anda etkisi kaybolacak, minnet
duyguları nefrete dönüşecektir. Eğer Rusya Slavlar arasında arkadaş ve sempatizan bulduysa bunun
sebebi bu insanların Rus olmak istemesi değil, Çar’ın kendilerine zulmedenlerin düşmanı olduğunu
düşünmeleri, kendi milletlerini ve inançlarını koruyacağına inanmalarıdır. Tüm sır bundan ibarettir
– Sırplar’ın Ruslar hakkında düşündüğü budur.
Görülecektir ki Rusya’nın Hıristiyanlar üzerindeki etkisi kesinlikle ayrıcalıklı değildir.
Diğer güçler tarafından gösterilecek aynı kibarlık ve koruma, tüm Slav ırkından aynı minnettarlığı
görecektir. Ama eğer sadece Rusya yardım elini uzatıyorsa, Hıristiyanlar bu eli nasıl geri
çevirebilirdi, nasıl olur da Türk tehdidine karşı kullanmazdı?
Zafer GÖLEN
339
Şu gerçeği gizlemeyeceğiz: Avrupa’nın liberal güçlerinin kötü politikası sonucunda
Hıristiyan ırkların Ruslar’a karşı borçlu durumda bırakılması ve onun müşterileri olmaya
zorlanması tehlikesi doğmuştur. Slav ırkları böyle bir koruyucuya bağlayan temel sebep İngiltere’nin
kötü niyeti ve bu ülkenin uyguladığı politikanın Doğu’nun Hıristiyanları’na karşı beslediği kindir.
Bu hatasında ısrar eden ve Türk Slavları’nı Ruslar’ın öncü birlikleri olarak gören İngiltere,
zamanla onları gerçekten böyle olmaya zorlamıştır. Bir millet umutsuzluğa düştüğünde ne yapmaz
ki? İngilizler, varlıkları için savaşan kardeş Hıristiyanlar’a karşı uyguladıkları politikayı
liberalleştirerek Slav Hıristiyanları’nın böyle bir delilik yapmasını engelleyebilirler.
Günümüzde çok az insan Türkler’in önemi veya Avrupa’daki baskınlığının devam edeceği
konusunda ısrarcı olabilir. Yine de, Türk yönetiminin geri kalmış acınası durumunu gözönünde
bulundurmalı ve sürekli tekrarlanan olayları, bir yerde bastırılan diğer yerden patlak veren sonra
yine – her zaman yabancı destek ve yardımlarla- bastırılan olayların bir imparatorluğun son
çırpınışları olduğunu görmeliyiz. Türk devleti durulamaz, huzura kavuşamaz veya yenilenemez.
Yokolan bir ırk, yıkılan bir imparatorluk söz konusudur.
Türkiye’nin er ya da geç yok olmasıyla beraber, Büyük Doğu Sorunu’nu çözmenin iki
çeşidi ortaya çıkacaktır. Birincisi, Türkiye’nin büyük güçler arasında paylaşılması, diğeri de ülkeyi
nüfusun çoğunluğunu oluşturan doğal mirasçılarına bırakmaktır. Türkiye’nin Avrupa güçleri
arasında paylaşılması neredeyse imkânsızdır. Karşıt görüşler nasıl buluşabilir veya hepsinin çıkarları
nasıl korunabilir? Dolayısıyla ikinci görüş daha olası aynı zamanda onurlu, makul ve adildir.
Türkiye’de üç ırk vardır; Slav (sayıca en fazladır), Yunan ve Romen. Bu üç ırk üç küçük
eyaletle temsil edilir; Yunan krallığı, Sırp Prensliği ve Eflak Boğdan. Avrupa Yarımadası’ndaki
Hırıstiyanlar’ın çoğu ilk iki eyaletin ileride krallık olabileceğini düşünmektedir. Doğu Avrupa’daki
bu üç ırkın bağımsızlığı, Avrupa’nın geri kalan kısmındaki insanlarda memnuniyet yaratmalıdır.
Öyle bir durumda, sürekli bir güvensizlik kaynağı olan son demlerini yasayan vahşi bir krallık olan
Rusya ile sınır olmaktansa, Batılı güçler ittifakı Yunan, Sırp ve Romanya konfederasyonu ile
gerçekleştirebilir – ki bu üç eyaletin nüfusu mevcut durumda bile 16 milyondan fazladır. Gençliğin
enerjisiyle dolu, medeniyetin tüm sanatlarında hızla ilerleyen bu üç eyalet, Avrupa’nın bu kısmının
tamamını kaplayacak ve Batılı güçlerin aklini meşgul eden korkuları silecektir. Batılı güçler,
Avrupa’nın günün kendi gücünden çok Türkiye’nin zayıflığından kaynaklandığını
düşünmektedirler. Bu zayıflık gittiğinde, Rus sınırına güçlü bir millet yerleştiğinde, Rusya’nın hırsını
kontrol edecek ve engelleyecek bir barikat ortaya çıkacaktır.
Bu işler tabi ki bir günde olmaz. Ama istenir ve koruma sağlanırsa işler doğal olarak bu
şekilde yürüyecektir ve bu Hıristiyan eyaletlerin gelişmesi ve bağımsızlığı desteklenirse Avrupa
Doğu’da barışçıl bir çözüme gitme yolunda doğru bir adım atacaktır. Diğer tüm çözümler kanlı
savaşlara, hem Avrupa hem de Doğu’nun anarşiye boğulmasına sebep olacaktır.
İngiltere bu gerçeği fark ettiğinde, tabi ki gücünü, zaferini engellemek için
kullanmayacaktır. Bu amacı engelleyecek hiçbir bedel ve çıkar önerilemez. Tersine, göstermiş
olduğum gibi, her şey İngiltere’nin Türkiye’deki Hıristiyanlar’ın bağımsızlığını desteklemesi
gerektiğini göstermektedir. İngiltere, böyle bir devletin kurulması ve Doğu’da güvenin sağlanmasından
tüm diğer güçlerden daha fazla olarak karlı çıkacaktır. Doğu Avrupa’nın verimli topraklarında
kârını artıracak yatırım alanları bulacaktır. Bu ülkelerin piyasalarını İngiltere’nin endüstri ve
imalat ürünleri besleyecektir, Doğu’nun insanları üzerinde diğer ülkelerden daha fazla iz
bırakacaktır. Bunun yanısıra, milyonlarca kardeş Hıristiyan’ı ağır bir boyunduruktan kurtaracağı
için insan ırkı İngiltere’ye teşekkürlerini sunacaktır. İngiltere’nin çıkarlarının en iyi derecede
korunması Doğu’da barışın sağlanmasıyla mümkün olacaktır. Ama İngiltere, bu bölge Türkler’in
egemenliği altında olduğu surece burada barış bulamayacaktır. İngiltere aynı zamanda Rusya’nın
340
1862 Belgrad Bombardımanı ve Sonuçları
Doğu’da ilerlemesine karşı dayanıklı bir barikat istemektedir, ama Türkler böyle zayıf kaldığı
sürece bu da mümkün olmayacaktır. Kuzeyli gücün bu hırsı köhne Türkiye ve kudretli İngiltere’nin
ittifakıyla engellenemez, ancak, kendi özgürlüğüne değer veren, ulusal bağımsızlığına düşkün, dış
kuvvetlerin boyunduruğu altına girmektense tüm tehlikelere göğüs germeye hazır bir toplulukla
olabilir.
Hıristiyan eyaletlerin kendilerini savunması, varlığını sürdürebilmesi ve organize
olabilmelerindeki kapasiteyi anlamak için son 30 yılda yaptıklarına bakabiliriz. Dışarıdan çok az
yardımla – ama çoğunlukla kendi enerjileriyle – kendi düşsel bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir.
İngiltere, barbar Türklerin Hıristiyan eyaletlerindeki gücünü koruyan mevcut politikasında
ısrar etmesi felaketi ertelese bile engelleyemez. Ve bu son yaklaştıkça, İngiltere giderek daha fazla
yalnız kalacak, Avrupa’nın geri kalan ülkeleri, İngiltere’nin aksine daha liberal ve duyarlı bir
politika izledikleri için, İngiltere bunların gerisinde kalacaktır. İngiltere’nin dar görüşlü politikasını
tek destekleyen Avusturya bile, daha da baskınlaşan diğer ülkelerin görüşlerini gözardı edemedi.
Avusturya daha farklı davranıp Türk eyaletlerindeki Slavları zincirlemeye destek olmuş olsaydı,
kendi bölgesindeki Slavlar’a kızıp bu saygısızlığı cezalandırırdı. Sırbistan’daki son acıklı olaylar
esnasında, Avusturya İmparatorluğu’nun çeşitli bölgelerinden gelen farklı yazılı istekler,
İmparatorluğun Türkiye ve buradaki Hıristiyanlar’a karşı uyguladığı politikasını değiştirmesini
talep etmiştir. Avusturya Devleti, bu isteklere karşı duyarsız kalmadı. İngiliz halkı henüz
imparatorluğun levant politikası konusunda bu tarz talepler bulunacak kadar bilgilendirilmiş
değildir. Böyle olmasaydı, özgür ve Hıristiyan İngiltere, kendisini her durumda tek güç olan bir
durumdan yok olması kesin bir devletin destekçisi olmaya indirgemezdi. Yine de bu ülkenin
insanları, Türkiye’nin Avrupa’daki eyaletlerinin İngiltere’yi gelişime engel olmakla ve bu eyaletlerin
kaderindeki başarıya ulaşmasını engellemekle suçlamasına izin vermeyecektir. İngiltere’nin halkı,
İngiltere’nin mevcut politikası ile ulusun içgüdüsü arasındaki büyük çelişkiye daha ne kadar
katlanacaktır. Bir insan, diğerleri Türkiye’de yanlışın tarafını tutarken Polonya veya İtalya’nın
özgürlüğüne sevinebilir mi? Evlatlarının özgürlüğü ile hayat bulan güçlü İngiltere’nin, Bosna,
Bulgaristan veya Sırplar’a karşı bir baskı aracı haline gelmesi adil midir, katlanılır şey midir?”.
Esasen yukarıda yer alan fikirleri İngiliz kamuoyu da paylaşıyordu. Yani
Avrupa’da Osmanlı Devleti’nin haklılığını düşünen tek kimse yoktu. Bu durumda
Osmanlı Devleti masaya oturmaya zorlandı. O dönemde Osmanlı Devleti’ne Avrupa
diplomasisinin uyguladığı politika şu şekildeydi:
1-Çatışmayı Osmanlı Devletine karşı savaşan güç kazanırsa o güç lehine
iyileştirmeler yapma veya ilgili tarafın taleplerinin karşılanması
2-Çatışmayı Osmanlı tarafı kazanırsa mevcut durumun korunması
3-Çatışmayı Osmanlı tarafı kazanırsa, 1856 Paris Barış Antlaşması’yla kurulduğu
iddia edilen uluslararası dengeyi bahane ederek varsa Osmanlı tarafının taleplerinden
vazgeçmesinin sağlanması
4-Osmanlı Devleti’nin büyük devlet olduğu iddiası ile Osmanlı tarafından karşı
taraf lehine jest bekleme ve sağlama
5-Her türlü görüşmede Paris Barış Antlaşması’nda imzası bulunan devlet
temsilcilerinin bulunmasının sağlanması, onların görüşleri ile mutabık kalınarak
görüşme ve anlaşma yapılması
6-Anlaşmalarda Osmanlı lehine herhangi bir ilerleme sağlanırsa, anlaşma
sonrasında teker teker müdahale ile bu maddelerin işlemesine engel olma
Bu maddelerde de görüleceği gibi her durumda Osmanlı tarafının kaybettiği bir
sistem kurulmuştu. Dolayısıyla bu anlayış Osmanlı Devleti’nden ayrılma arzusunda
Zafer GÖLEN
341
olan milletleri cesaretlendirmiş ve 1860’lardan sonra önce Balkanlar, ardından
Ortadoğu en son da Anadolu’da birbiri ardına cüretkâr ayaklanmalar ortaya çıkmıştır.
Çünkü ayaklanan guruplar yukarıdaki ilkeler gereğince ya hiç cezalandırılamıyor ya da
her durumda yaptıkları yanlarına kâr kalıyor veya yaptıklarından kazançlı çıkıyorlardı.
2-İstanbul (Kanlıca) Konferansı ve Kararları
Sırbistan’ın anlaşma talebi karşısında yoğun Batı baskına maruz kalan Osmanlı Devleti,
imzalandıktan sonra kendisi için barışı koruyan değil, ülkenin parçalanma nedeni olan
Paris Barış Antlaşması’nın 7–9 ve 28–29. maddeleri gereğince meseleyi Büyük
Devletlerle görüşmek zorunda kalmıştır. Konferans yapılmasına ilişkin ilk teşebbüs
Fransa’dan gelmiştir. Fransa Dışişleri Bakanı Thouvenel, Belgrad’daki elçisi Tastu’ya 1
Temmuz’da gönderdiği bir telgrafda, Paris Barış Antlaşması’na imza koyan devletlerin
İstanbul’da Belgrad olaylarını ele alacak bir konferans yapılacağı bilgisini vermiştir.
Ardından 8 Temmuz’da Fransa’nın İstanbul Büyükelçisi Moistier’in Ali Paşa’ya
konferansla ilgili yazısı ulaşmıştır. Böylece İstanbul Protokolü süreci başlamıştır42.
Protokol sürecinin başlaması üzerine Sırplar da Batılı devletler nezdindeki haklılıklarını
ispata yönelik diplomatik ataklarını artırmışlardır. Bu sırada en dikkat çekici gelişme
Mihail Obrenoviç’in İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Russell’e gönderdiği mektuptur.
Obrenoviç “Efendim-My Lord” sözleriyle başladığı mektubunda mağdur rolünde bir
üslupla İngiltere himayesini istemiştir. Obrenoviç’in bu teşebbüsü oldukça yerindedir.
Zira o İngiltere Türkiye’yi desteklediği sürece Türkler’i Belgrad’dan çıkaramayacağının
farkında olarak hareket etmiştir. Obrenoviç mektubunda, “Kraliçe ve onun hükümetinin
son zamanlarda Sırplar’ın yaşadığı baskıların ve verdiği kurbanların farkında olduğunu, kendisi ve
memurlarının ortamı yatıştırmak ve sakinleştirmek mümkün olduğunca çabaladıklarını, ancak
vatandaşlarının hiçbir uyarı yapılmadan ne ilahi ne de insan kanunlarında yeri olmadığı biçimde
bombalandıklarını, Belgrad’ın ülkesinin refah kaynağı olduğunu, bu bombalama ile Belgrad’ın
yıkılarak çöle döndüğünü, en az 20 yıl geri gittiğini, binlerce ailenin yok olduğunu, ülkesindeki
yıkımın nasıl telafi edileceğini ancak Tanrı’nın bileceğini, vatandaşlarının Avrupalı Güçler’in
garantisine güvendiklerini ancak Bosna Hersek’teki kardeşleri için de endişe duyduklarını, bu olay
ile devletle vasalları arasındaki dengenin bozulduğunu, İngiliz Hükümeti’nin kendi iddialarına da
kulak vermesi gerektiğini, şikayetlerini Russell’in dostluğuna güvenerek yazdığını, ülkesinin
güvenlik, barış ve mutluluğunun İngiliz Hükümeti’ne bağlı olduğunu, İngiltere’nin İstanbul’dan bir
daha böyle olaylar yaşanmaması için sağlam garantiler alması gerektiğini İngiltere’den beklediğini ve
bunun için duacı olduğunu” yazmıştır43. Russell ise Obrenoviç’e gönderdiği 23 Temmuz
tarihli cevabî mektubuna “Prens” hitabı ile başlar ve “Kraliçe’nin Hükümeti’nin Belgrad’da
meydana gelen olaylar hakkında kendisinin duyduğu kaygıyı anladıklarını, ancak kent kapılarına
Sırplar tarafından saldırıldığını, konsolosların Türkler’i bu kapılardan çekilmek için ikna
ettiklerini, buna karşı Türkler’in geride bıraktıkları evlerin yağmaladığını, Sırp otoritelerin bu
yağmadan ve ertesi sabah kale içindeki Türk garnizonuna saldırdıklarından bahsetmemeyi tercih
ettiklerini, bu şartlar içinde Paşa’nın alarm verdiğini, İngiliz Hükümeti’nin tavsiyesinin tersine
Staatsarchiv, Band: IV, No:571, s.157, 1 Temmuz 1862 tarihli Fransa Dışişleri Bakanı Thouvenel’in
Belgrad Konsolosu Tastu’ya İstanbul Konferansı hakkında gönderdiği telgraf; Staatsarchiv, Band: IV,
No:572, s.157, 8 Temmuz 1862 tarihli Fransa’nın İstanbul Büyükelçisi Moustier’in Âlî Paşa’ya gönderdiği
yazı.
43 Staatsarchiv, Band: IV, No:582, s.176-177, 9 Temmuz 1862 tarihli Sırp Knezi Mihail Obrenoviç’den
İngiltere Dışişleri Bakanı Earl Russell’e gönderilen mektup.
42
342
1862 Belgrad Bombardımanı ve Sonuçları
kasabayı 4 saat aralıksız bombaladığını, bu durumun kentte panik havası estirdiğinin doğru
olduğu, ancak bu ağlanacak durum Sırplar’ın neden olduğu, olayların onun Hersek’teki isyana
müdahil olmasının getirdiği bir sonuç olduğu, milyonlarca Sırp’ın içinde bulunduğu şartlarla
Kraliçe’nin yakından ilgilendiği, ama sorunların şiddet yoluyla halledilmemesi gerektiğini, İngiliz
Hükümeti’nin Sultan’ın kendi toprakları içindeki bir güvenlik sorununa karışmasının onun
düşmanlarının eline içişlerine karışması hakkını verebileceğini, bu yüzden kendilerinin Sultan’ın
içişlerine karışmalarının imkânsız olduğunu” sözleriyle cümlelerini tamamlar. Aslında bu
cevap tahmin edileceği gibi Mihail’in beklediği cevap değildi. Russell açık bir biçimde
olayların sorumlusu olarak Sırplar’ı görmüş hatta mektubun bir yerinde de Sırplar’ı
Avrupa’da Paris Barış Antlaşması ile oluşan dengeyi bozmakla suçlamıştır44. Bu tarihte
İngiliz Dışişleri’nin başında Lord Russell’in bulunması büyük şanstı. Çünkü Russell
Rusiafobia’sı45 olan bir devlet adamıydı. Türkofil denen bu gurup Rusya’ya karşı
Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü savunuyorlardı.
Görüşmeler 10 Temmuz’da İstanbul yakınlarındaki Kanlıca’da başlamıştır.
Görüşmelere Paris Barış Antlaşması’nda taraf olmak hasebiyle Fransa, İngiltere, Rusya,
Prusya, Avusturya ve İtalya’nın İstanbul’da bulunan konsolosları da katılmıştır.
Konferansa hukuken kendi toprağı olması münasebetiyle Sırp temsilciler alınmamıştır.
Konferans sırasında özellikle Fransa Sefiri Marquis de Moustier Belgrad Kalesi’nin
Sırplar’a bırakılması için çok uğraşmış46, fakat İngiliz ve Avusturya sefirlerinin
muhalefeti nedeniyle isteğine ulaşamamıştır. Osmanlı Devleti daha toplantının
başından beri Rus ve Fransız sefirlerin asıl niyetinin Belgrad’ın tahliyesinin sağlamak
olduğunun farkındadır. Konferans boyunca Osmanlı Devleti’ni en fazla Fransızlar
zorlamışlar ve hatta Rusya’nın desteğiyle 6 Ağustos 1862’de 12 maddeden oluşan kendi
metinlerini konferansa katılan ülkelerin görüşüne sunmuşlardır47. Ancak hükümet
tartışmalarında; Sırbistan ile doğrudan savaşa girilmesi halinde, Rumeli ve
Anadolu’daki tüm rediflerin silah altına alınması gerekeceği, bu durumda üretici
pozisyonunda yer alan kimselerin askere çağrılmaktan dolayı toprağı ekip
biçemeyecekleri, devletin ciddi vergi kaybına uğramakla kalmayıp aynı zamanda askere
çağrılan binlerce kişiye maaş ve teçhizat sağlamak zorunda kalacağı, buna da hazinenin
gücünün yetmeyeceği vurgulanmıştır48. Bu şartlar altında en doğru çözüm Belgrad
Staatsarchiv, Band: IV, No:583, s.177, 23 Temmuz 1862 tarihli İngiltere Dışişleri Bakanı Earl Russell’den
Sırp Knezi Mihail Obrenoviç’e gönderilen cevabî mektup.
45 O tarihlerde Ruslar’ın yayılmacı emellerinden çekinen İngiliz devlet adamları için XX. yüzyıl tarihçileri
tarafından kullanılan Rus korkusu anlamına gelen tabir. Bakınız, James, a.g.e., s.180-183.
46 Aslında Moustier kendi dışişleri bakanı Thouvenel’in direktifleri doğrultusunda hareket etmekteydi.
Thouvenel’in konu hakkındaki düşünceleri için bakınız, Staatsarchiv, Band: IV, No:573, s.158-159, 21
Temmuz 1862 tarihli Fransa Dışişleri Bakanı Thouvenel’in Londra, Petersburg, Viyana, Berlin ve
Torino’daki elçiliklerine konuyla ilgili gönderdiği rapor.
47 Staatsarchiv, Band: IV, No:575, s.160-162, 6 Ağustos 1862 tarihli Fransa’nın İstanbul Büyükelçisi
Moustier’in Dışişleri Bakanı Thouvenel’e Fransa teklifinin maddeleriyle ile ilgili gönderdiği rapor.
Konferans sırasında Fransa’nın tutumu hakkında bakınız, Staatsarchiv, Band: IV, No:576, s.162-165, 12
Ağustos 1862 tarihli Fransa’nın İstanbul Büyükelçisi Moustier’in Dışişleri Bakanı Thouvenel’e gönderdiği
rapor. Bu tarihten kısa bir süre önce konu Osmanlı Kamuoyuna da yansımıştır. Konferans Ağustos
başından itibaren haber değeri taşımaya başlamıştır. Bakınız, Necdet Hayta, Tarih Araştırmalarına Kaynak
Olarak Tasvir-i Efkâr Gazetesi (1278/1862-1286/1869), Ankara: Kültür Bakanlığı, 2002, s.156.
48 Hâlihazırda Hersek ve Karadağlı isyancılara karşı yürütülen savaş Banker George Zarifi’den alınan
borçla sürdürülmekteydi. B.O.A., İ.MMS., nr:1024, Lef:1, 9 Cemaziyelevvel 1278/12 Kasım 1861 tarihli
Maliye tezkiresi; Lef:2, Hesap pusulası; 13 Cemaziyelevvel 1278/16 Kasım 1861 tarihli arz tezkiresi.
44
Zafer GÖLEN
343
Kalesi ve Varoş’unda yaşayan Müslümanlar’ın eski statüsünün korunması konusunda
ısrarcı olmak, diğer kalelerde yaşayan Müslümanlar’ı Niş, Vidin ve Bosna’ya tahliye
etmek olarak görülmüştür. Zira Karadağ’da süren mevcut savaşta 40.000 civarında
asker görev yapıyordu. Yine Bulgaristan, Girid, Tırhala ve Yanya’da da karışıklıklar baş
göstermişti. Sırbistan’la yapılacak bir savaş bu bölgelerde de ciddi güvenlik zafiyeti
ortaya çıkaracaktı. İstanbul’un büyük devletleri sakinleştirmek için Sırplar lehine
düşündüğü ikinci taviz ise Uziçe ve Sokol Kaleleri’nin yıkılmasına göz yummak
olmuştur. Bu kaleler Sırbistan’ın iç bölgelerinde ve nehir kıyısında yer almadıklarından
stratejik açıdan değersiz olarak düşünülmüş ve devletçe yıkılmalarında bir sakınca
görülmemiştir49.
Hararetli tartışmalarla geçen görüşmeler sonucu nihayet bütün elçilerin
uzlaşabileceği bir metin ortaya çıkmıştır50. Bu metin Osmanlı delegeleri tarafından da
onaylanmış ve 8 Eylül 1862’de51 12 maddelik bir protokol imzalanmıştır52.
1-Müslümanlar ve Sırplar’ın beraber yaşadıkları yerlerde çatışma çıkmaması için
Devlet-i Âliye Müslümanların Belgrad Varoşu’nda mutasarrıf oldukları bütün arazi ve
emlakin parası Sırp Emareti tarafından tazmin edilmek şartıyla Sırp Emaretine terkini
sağlayacak. Ayrıca emarete eski çemberi oluşturan, eski şehir ile yeni şehirden ayıran
surları, kanalları, Sava, Varoş, Vidin ve İstanbul kapılarını bırakacaktır. Sırplar sur ve
kapıları yıkacak, yerlerine hiçbir suretle herhangi bir askerî istihkâm yapmayacaktır.
Belgrad’ın sair yerleri ve Varoşu’nda Sırp zaptiyesi görev yapacaktır. Müslümanlar’ın
çekildikleri yerlerde kalan cami, mescit ve mübarek bina ve yerlere kesinlikle
dokunulmayacak ve Sırp idaresi tarafından korunacaktır.
2-Sırplar’a hiçbir zarar verilmeden Belgrad Kalesi onarılacak, kale daha ziyade
boş bölgeler ve Müslümanlar’ın yaşadığı mahallelerden oluşan Varoş, Tuna Irmağı,
Şeyh Hasan Tekkesi ile Ali Paşa Camii tarafındaki araziye doğru genişletilecektir. Eğer
bu hattın dışında başka ev yıkılması gerekirse protokolün 5. maddesi gereği tazminat
ödenmesi kararını Karma Askerî Komisyon verecektir. Bu hat içerisinde Sırplar’a ait
dinî bina varsa bunlara dokunulmayacaktır. Bu hat içinde her ne olursa olsun kimseye
ait mülk kalmayacaktır.
3-Sırp idaresi Müslümanlar’ın kaleye geldiklerinde bıraktıkları ev ve
dükkânlarında bıraktıkları mal ve gayrimenkul için tazminat ödeyecektir. O esnada
meydana gelen karışıklık esnasında Sırplar’ın uğradıkları zararı da Devlet-i Âliye
ödeyecektir. Tazminat meselesi Devlet-i Âliye ve Sırp idaresi arasında görüşülerek
halledilecektir.
4- Devlet-i Âliye kaffe-i hukukunu bilâ tecavüz muhafaza etmek niyetinde
olduğundan memleketin muhafazasına mahsûs olan kale hakkında Sırp Emareti’ne
Devlet ilerleyen yıllarda da Zarifi’den borç almaya devam etmiştir. Bakınız, Ali İhsan Gencer, Ali Fuat
Örenç, Metin Ünver, Türk-Amerikan Silah Ticareti Tarihi, İstanbul: Doğu Kütüphanesi, 2008, s.124, 154162, 188.
49 B.O.A., Mühimme-i Mektûme, nr:10, hk:62, s.27-33.
50 B.O.A., Mühimme-i Mektûme, nr:10, hk:62, s.34-38.
51 Hamzaoğlu Protokolün imzalanma tarihi olarak 4 Eylül’ü verir. Bakınız, Hamzaoğlu, a.g.e., s.371.
52 B.O.A., Mühimme-i Mektûme, nr:10, hk:61, s.24-27, Evâhir-i Rebiülevvel 1269/16-25 Eylül 1862 tarihli
hüküm; Brunswik, a.g.e., s.38-46; Staatsarchiv, Band: IV, No:577, s.165, 9 Eylül 1862 tarihli Fransa’nın
İstanbul Büyükelçisi Moustier’in Dışişleri Bakanı Thouvenel’e Kanlıca Protokol metnini gönderdiği
rapor; Hamzaoğlu, a.g.e., s.367, 368-371; Karal, a.g.e., C.VII, s.15; Danişmend, a.g.e., C.IV, s.202-203;
Mufassal Osmanlı Tarihi, C.VI, s.3121.
344
1862 Belgrad Bombardımanı ve Sonuçları
Selâtîn-i İzâm hazerâtı tarafından tasdik olunup anlaşmalarla teminat altına alınmış
özerkliğe halel gelmesine hiçbir veçhle izin vermeyeceğini tasdik eder. Saltanat-ı
Seniyye’nin Emaret hakkında derkâr olan iyi niyeti gereğince bundan böyle Belgrad
Muhafızları kaleyi Sırplar’a karşı kullanmayacaktır. Buna karşı Sırplar da kaleye karşı
düşmanca tavırda bulunmayacaklardır.
5-Dairenin yeni sınırı (Kale sınırı) Düvel-i zâmine (Rusya, Avusturya, Prusya,
İngiltere, Fransa, İtalya) ile Devlet-i Âliye tarafından tayin olunacak birer zabitten
mürekkeb bir karma askerî komisyon marifetiyle belirlenecektir. İşbu komisyon
meselenin hallini kolaylaştıracak her türlü bilgiyi mahallinden elde ederek araştırmasını
Devlet-i Âliyeye sunacak. Saltanat-ı Seniyye bu babda Sırp idaresinin arz ve beyan
edebileceği her konuyu iyi niyetle dikkate alacaktır. İki taraf arasındaki tazminat
meselesi taraflarca atanacak memurlardan oluşacak bir komisyonun karşılıklı
anlaşmaları ile halledilecektir. Komisyon görevini dört ay içinde tanımlayacaktır.
6-Devlet-i Âliyye Sırbistan’da ancak devletin emniyeti için gerçekten lüzumlu
olan müstahkem mevkileri elinde tutmak istediğinden bu meseleyi bit-tetkik kendisine
müteallik olan faideye Devlet-i Âliye ile Sırb idaresinin muvaffakiyeti olmadıkça inşa
olunmamak şartıyla Sokol (Sokod) ve Uziçe (Oujitza-Eskice) kalelerini yıkmak
niyetinde olduğunu beyan eder. Fethülislam (Gladova), Böğürdelen (Schabatz) ve
Semendire (Smederevo) Kaleleri’nin devlet tasarrufunda kalmasını lüzumlu görür.
7-Saltanat-ı Seniyye Sırp Emareti üzerinde olan hukukunu kendi güvenliğinin
muhtaç olduğu dereceden ziyade kullanmak arzusunda bulunmadığından, Belgrad,
Fethülislam, Semendire ve diğer devlet kaleleri gibi yedinde bulunan müstahkem
mevkilerdeki işbu kalelerin büyüklüğüne ve gerçek ihtiyaçlarına göre gerekenden fazla
asker bulundurmayacaktır.
8-Sırbistan’ın beş yerinde kalan Müslümanlar kendi gayrimenkullerini satarak en
kısa sürede Sırbistan’dan çıkarılmaları için tedbir alınacaktır. Konuyla ilgili problemleri
halletmek için Belgrad’da bulunan Osmanlı komiseri görevlendirilmiştir. Osmanlı
komiseri söz konusu protokolün 5. maddesi gereğince sorunları çözecektir. Emlakini
terk edenlerin Sırbistan dâhilinde seyr ü seyahatlerine mani hiçbir engel olmayacaktır.
9-Belgrad Muhafızı verilen görevlerin dışında Varoş veya Sırp Knezliği’nin
içişlerine karışmayacaktır. Muhafız Sırp beyine gerekli hürmet ve saygı göstermek
hususunda dikkatli davranacaktır. Aynı durum Sırp beyi için de geçerlidir. Bu madde
diğer üç şehirde bulunan Türk komutanları ve Sırp memurları için de geçerlidir.
Devletin diğer memurlarına da rütbelerinin gerektirdiği saygı gösterilecektir.
10-Sırbistan’da yabancılardan oluşan askeri birlikler dağıtılacak, Sırp idaresi
Osmanlı düzenini bozacak şekilde mülteci kabul etmeyecek, bu konuda dikkatli
davranacaktır.
11-Sırbistan’da uygulamaya konulan asker toplama kanunu İstanbul’da endişeye
neden olmuştur. Bu nedenle Sırp beyi emrindeki askerlerin sayısını bildirecek. Osmanlı
Devleti’nin kalelerde sadece savunma amaçlı asker konuşlandırma jestine karşılık kendi
iç idaresinde asayişi sağlayacak kadar asker tesis edecektir.
12-Sırpların ileride olabilecek istekleri devlet tarafından daima iyi niyetle en kısa
sürede cevaplandırılacaktır.
Padişah, Evâhir-i Rebiülevvel 1279/16-25 Eylül 1862 tarihinde “Sırp Başknezi
Mihail Beye ve Belgrad Kalesi Muhafızı Râşid Paşa’ya” bir emir göndererek İstanbul’da
alınan kararlara işlerlik kazandırmıştır. İlgili emirde, “Sırp Milleti’nin kendisine olan
Zafer GÖLEN
345
bağlılığından büyük memnuniyet duyduğunu, ancak son zamanlarda Belgrad’da meydana gelen
olayların kendisini ziyadesiyle üzdüğünü, görevinin halkının dirlik ve düzen içinde yaşatmak
olduğunu, bundan sonra iki millet arasında bu tür olayların yaşanmaması için tedbir aldığını, bu
maksatla Paris Barış Antlaşması’nda imzası bulunan Düvel-i Muazzama’nın İstanbul’da bulunan
elçileriyle konuyu görüştüklerini yukarıdaki kararları aldıklarını” açıklamış ve herkesin verdiği
kararlara saygılı olmasını beklediğini ifade etmiştir53. Aynı karar çevre eyaletlere de özel
memurlar aracılığıyla iletilerek, protokolün nasıl uygulanacağı anlatılmıştır54. İlave
olarak, protokolde adı geçen komisyonların kurulması çalışmasına başlanmıştır.
Osmanlı tarafı komisyonda yer alacak delegesi Mirlivâ Osman Paşa’nın atamasını 13
Cemaziyelevvel 1279/6 Kasım 1862 tarihinde gerçekleştirmiştir55. Fakat ne konsoloslar
ne de kurulan komisyonlar Sırp tahriklerinin önüne geçememiştir. 1862 Aralık ayında
Sırplar’ın Rusya’dan 60.000 tüfek ve yüklü miktarda cephane tedarik ettikleri haberi
İstanbul’a ulaşmıştır. Gerginlik İngiltere’nin Sırbistan’ı sert biçimde uyarması ile
aşılmaya çalışılmışsa da Sırplar hedeflerine ulaşmak için aralıksız çalışmaya devam
etmişlerdir56.
3-Sırbistan’dan Türk Tahliyesi
İstanbul Protokolü’nün hemen ardından uzun süredir bu anı bekleyen Sırplar Belgrad
dışındaki Türk tahliyesini başlatmıştır. İlk olarak Uziçe’de 3 binden fazla Türk
Bosna’ya göç ettirildi ve malları Sırplar’a satıldı. İstanbul’dan Sırbistan’a gönderilen Ali
Bey tahliyeye nezaret etti. Türk tahliyesi 1862’de fazla bir sorun olmadan gerçekleşti.
Fakat malların satışı o kadar kolay olmadı. Çünkü Sırplar malları ucuza, Türkler ise
pahalıya satmak istiyordu. Nihayet uzun pazarlıklar sonucu malların satışı ancak
1867’de tamamlandı. Protokol gereği Ali Bey 1863’de İngiliz ve Rus temsilcilerin
nezaretinde Uziçe ve Sokol kalelerini yıktı. 1864’de Uziçe’deki son Türk izleri de
silindi. Böylece 1463’de başlayan Türk hâkimiyeti 401 yıl sonra 1864’de sona erdi57.
Uziçe’nin hemen ardından tahliyesine başlanılan yer Sokol oldu. Sokol
Türkler’inin son gurubu 28 Ekim 1862’de Drina Irmağı’nın batısında Bosna’ya geçtiler.
Aynı süreç Semendire ve Böğürdelen’de de yaşandı. Semendire’de yaşayan 300’den
fazla Türk 4 Kasım 1862’de bir Avusturya feribotu ile Vidin’e gittiler. Böğürdelen
Türkler’i ise önce Belgrad’a daha sonra İzvornik’e götürüldüler. Aynı zamanda
Belgrad’dan da mühim miktarda Türk kenti terk etti58. Devletin resmî kayıtları ise
Uziçe’den 2.966, Sokol’dan 1.623, Böğürdelen’den 696, Belgrat’tan 56 olmak üzere,
toplam 5.341 kişinin evlerini terk ettikleri ve Bosna’ya yerleştirildikleri kayıtlıdır.
Gelenler Saraybosna, İzvornik, Breçka, Gradçaniça, Gradacac, Biyelina, Srebrenika,
B.O.A., Mühimme-i Mektûme, nr:10, hk:61, s.24-27.
B.O.A., A.MKT.UM., nr:509/98, 4 Rebiülahir 1279/29 Eylül 1862 tarihli Vidin Valisi Süleyman
Paşa’dan gelen tahrirat.
55 B.O.A., İ.H., nr:333/21428, 13 Cemaziyelevvel 1279/6 Kasım 1862 tarihli arz tekiresi.
56 B.O.A., A.MKT.UM., nr:252/73; Benzer bilgiler Osmanlı gazete köşelerinde de yer alıyordu. Bakınız,
Hayta, a.g.e., s.157.
57 Hamzaoğlu, a.g.e., s.372-374.
58 Hamzaoğlu, a.g.e., s.375-377.
53
54
346
1862 Belgrad Bombardımanı ve Sonuçları
Kladina ve Berçe’ye yerleştirilmişlerdir. İskân işlemi 1862 yılının son aylarına kadar
devam etmiştir59.
1868’e kadar Sırbistan’ı terk eden Türkler’in sayısı 82.659’a ulaşmıştı60. Fakat
Aleksandr Popoviç gibi bazı yazarlar bu tarihlerde Sırbistan’da bu kadar Türk veya
Müslüman yaşamadığı kanaatindedirler. Popoviç’e göre bölgede 1834’e 15.000 Türk
vardı. Bunların 6.000’i Belgrad’da, 4.000’i Uziçe’de, geri kalanlar ise bu iki şehrin
dışında yaşıyorlardı. O, İstanbul Konferansı’ndan sonra bölgeyi terk eden
Müslümanlar’ın sayısının 8.000 civarında olduğunu yazar61.
Sonuç
Milyonlarca kilometre toprağa sahip Osmanlı Devleti için bir avuç şehrin kaybedilmesi
ayrıca özel anlam taşır. Söz konusu şehirlerin önemli bir bölümünün Balkanlar’da
olması ayrıca bir tartışma konusu olmakla birlikte, bahsi geçen şehirlerin başlıcaları
Budin, Belgrad, Niş, Vidin, Saraybosna, Üsküp ve Mostar gibi şarkılara konu olmuş
yerlerdi. Devlet adı geçen bölgeleri kaybetmemek için elinden geleni yapmış, fakat
ülkedeki genel geri kalmışlık nedeniyle kayba engel olamamıştır. Adı geçen şehirler
arasında devletin elinde tutmak için en fazla çırpındığı şehir Belgrad olmuştur.
Belgrad’ın elden çıkma süreci yaklaşık 63 yıl62 sürmüştür. Bu süre içinde Sırplar’ın
Belgrad’ı Türkler’den koparmak için yaptıkları en önemli teşebbüslerden biri de
Çukurçeşme olaylarıdır. Sırplar kaleye saldırmaları durumunda olacakları çok iyi
tahmin etmişlerdi. Sırp planına göre uluslararası kamuoyu onlara yapılacak bir saldırıyı
hoş görmeyecek ve Belgrad mutlaka kendilerine verilecekti. Fakat onların tahminleri
iki konuda gerçekleşmeyince, Çukurçeşme olaylarından bekledikleri faydayı da elde
edememişlerdir. İlki Halk Ordusu Kanunu ile olaylardan önce kendilerini açığa
çıkardılar. Bu hatayı değerlendiren Osmanlı delegeleri Sırplar’ın mağdur olmadığını,
aksine Paris Barış Antlaşması ile kurulan düzeni yıkmak niyetinde olduklarını Batılı
diplomatlara zorla da olsa kabul ettirdiler. İkinci yanılgıları ise Sırplar Osmanlı
ordusunun Karadağ’da mutlaka yenileceğini düşünmekteydiler. Aslında Batılı devlet
delegeleri de aynı sonucu bekliyorlardı. Kanlıca konferansının uzun sürme nedeni de
buydu. Ancak Karadağlılar, Batılı güçlerin ve Sırplar’ın beklediğinin tersine yenilince
protokole imza koyan hiçbir tarafı memnun etmeyen İstanbul Protokolü imzalanmak
zorunda kalınmıştır.
İstanbul Protokolü Osmanlı Devleti lehine olmamasına rağmen Sırplar’ı da
memnun etmemiştir. Çünkü Knez Mihail istediği bağımsızlığı, hiç olmazsa Belgrad’ın
kendi kontrolüne devrini gerçekleştirememişti. Bu yüzden daha protokole atılan
imzaların mürekkebi kurumdan Batılı devletlere başvurarak anlaşmanın gözden
geçirilmesi talep etmiş ve bu ısrarını Sırbistan’daki tüm kalelerdeki Türk askerî varlığı
sona erene kadar da sürdürmüştür. O 1867 yılında bu isteğine nail olmuştur. 5 Zilhicce
1283/10 Nisan 1867 tarihli bir emir ile Belgrad dahil Sırbistan’daki tüm kalelerden
59 B.O.A., İ.D., nr:34280, Lef:2, 21 Receb 1279/12 Ocak 1863 tarihli İzvornik Kaymakamı Mustafa
Muhiddin Paşa tarafından Serdâr-ı Ekrem’e gönderilen tahrirat; Lef:3, iskân defteri.
60 Hamzaoğlu, a.g.e., s.375-381.
61 Aleksandre Popoviç, Balkanlarda İslâm, İstanbul: İnsan Yayınları, 1995, s.190-191.
62 1804’de ilk Sırp isyanı ile 1867 Belgrad Kalesi’nin Sırplar’a devri arasında geçen süre.
Zafer GÖLEN
347
Türk askeri çekilmiştir63. Sırbistan’da zafer havası estiren bu gelişme, Osmanlı tebaası
Müslümanlar’da hayal kırıklığı yaratmıştır. Kalelerin Sırplar’a terki hususunda tepkisini
dile getiren ünlü şair Ziya Paşa Sırbistan’daki gelişmeleri ünlü Zafernâmesi’nde şu
beyitlerle yermiştir64:
“Terk-i emlâk edip islâmdan onbin hane,
Hicret etmişti itaat ederek fermâne.
Şart edip rekz-i alem etmeyi kahharâne
Belgrat kal’asın ihsan ile Sırbistan’e
Devletin kıldı tamamiyetini istikmal.”
63 B.O.A., Mühimme-i Mektûme, nr:10, hk:77, s.46, 5 Zilhicce 1283/10 Nisan 1867 tarihli hüküm. Süreç
hakkında ayrıntılı bilgi için bakınız, Karal, a.g.e., C.VII, s.15-17; Danişmend, a.g.e., C.IV, s.215-216.
64 Ziya Paşa, Zafernâme, Baskıya Hazırlayan: Fikret Şahoğlu, İstanbul: Tercüman 1001 Temel Eser,
Tarihsiz, s.92-95.