Location via proxy:   [ UP ]  
[Report a bug]   [Manage cookies]                

Freire ve "Okuryazarlık"

2010, Eleşitirel Pedagoji Dergisi Sayı:10

Pauolo Freire'nin "Okuryazarlık: Sözcükleri ve Dünyayı Okumak" adlı kitabı içeriği hakkında bilgi verilerek dil ve okuryazarlık üzerine bir değerlendirme yapılmıştır. Özellikle Freire Gine-Bissau'da gerçekleştirdiği okuryazarlık deneyimini içeren kitabın önemi vurgulanmıştır.

ELEŞTİRELpedagoji politik eğitim dergisi yıl 2 / sayı 10 (Temmuz - Ağustos 2010) Fiyatı 6 Tl. ISSN 1308-7703 Kitapçılarda XIV. Dünya Karşılaştırmalı Eğitim Konseyi Kongresi izlenimler - söyleşiler www.sobilyayin.com Kültürlerarası Süreç Olarak Pedagoji Eğitimden Sapma III Eğitimde Kaynak Sorunu Var mı? Neo-liberalleştirilen Öğrenciler Yol Kesen Eşkiya: Yolsuzluk CHP ve Eğitim Freire ve “Okuryazarlık” www.elestirelpedagoji.com Freire ve “Okuryazarlık” Murat Kaymak Eğitimden “bilincin yükselmesi, bireyin kurtuluşu, özgürleşmesi” veya bunların önemli bir aracı olarak söz ettiğinizde, karşınızda bir başka sesin şöyle söylediğini duyar gibi olursunuz: -Eğitim, sistemin üretiminin önemli araçlarından biridir. Bir başka ses, daha sert bir tonla; -Eğitim, devletin temel ideolojik aygıtlarından biridir. Doğrusu eğitime dair formüle edilmiş bu eleştirel üç tanımın hangisinin tarihsel bağlamda anlamlı olduğunu tartışmak yerine bu yazıda “eğitimin, insan bilincinin gelişmesinin(özgürleşmesinin) bir aracı olduğu” görüşünü, Brezilyalı ünlü eğitimci Paulo Freire ve Donaldo Macedo’nun birlikte yayınladıkları ve dilimize Prof. Dr. Serap Ayhan tarafından çevrilen “Okuryazarlık-Sözcükleri ve Dünyayı Okuma” kitabı üzerinden temellendirmeye, diğer yandan da Freire’in okuryazarlık ve eğitim üzerine görüşlerini özetlemeye, yorumlamaya, değerlendirmeye çalışacağız. Bunu yapabilmek için de doğal olarak zaman zaman Freire üzerine diğer okumalarımıza başvuracağız. Freire’in düşünceleri özellikle “Ezilenlerin Pedagojisi”nin Türkçede 1991 yılında yayınlanmasından bu yana akademi dışı çevreler tarafından da yakından biliniyor. Adı geçen kitabın 4. baskısını yapmış olması, hakkında yazılanların artması, Freire’e dair ilginin yavaş ama istikrarlı biçimde ilerlediğine yorumlanabilir. Kendi adıma bunu önemli ve olumlu bulduğumu söylemeliyim. Ne var ki olumlu bulduğum bu ilginin, eğitim ve sorunlarına kafa yoranlar arasında bir tartışmaya konu olmamış olmasını görmek, Freire’in düşüncelerine sadece izleyici kaldığımıza da bir kanıttır sanırım1. 58 Oysa yazdıklarını konuşmaya, tartışmaya2 hayli ihtiyacımız var. Bir taraftan eğitimdeki eşitsizlikler derinleşmekte, diğer taraftan egemen kültür, hemen her gün medya ve diğer araçlar üzerinden kendisini yeniden üretmekte. Bireyi, özneyi, kendi var oluşuna yabancılaştırmaya devam etmektedir. Dolayısıyla Freire üzerine düşünmek, bir bakıma çıkış yolu üzerine düşünmek anlamına gelecektir. “Okuyazarlık”ta ana metinin dışında hem kitabı hem de Freire’in okuryazarlık ve eğitim üzerine görüşlerini değerlendiren dört önemli yazı bulunmakta. Bu yazılardan birincisi, kitabın İngilizce ikinci baskısına Margaret Meek tarafından yazılan “Önsöz” dür. Meek, Freire’in “okuryazarlık” alanındaki meydan okuyucu tezlerinin önemini vurguladıktan sonra Avrupa gibi okuryazarlığa önem veren, “tüm ekonomik yaşamın işlem belgelerine” dayandığı bir coğrafyada, öğrencilerin “belge ve kaynaklara” yönelmeksizin “başlarının çaresine 1. Farklı eğitimciler tarafından Freire’in eğitime dair görüşlerini kendi bütünselliği içinde ele alıp inceleyen “Okuryazarlık”ta yer alan yazıların dışında Türkçe’de yayınlanmış eserlerden saptayabildiklerim şunlardır. 1.Prof. Dr. Serap Ayhan, “Paulo Freire: Yaşamı, Eğitim Felsefesi ve Uygulaması Üzerine" Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, Cilt: 28 Sayı: 2 Yayın Tarihi: 1995. http://dergiler.ankara.edu.tr/ dergiler/40/486/5714.pdf 2. Prof. Dr. Ahmet Duman tarafından Freire’in “Yüreğin Pedagojisi” adıyla yayınlanan Özgür Orhangazi tarafından çevrilen ve Ütopya Yayınları arasında 2000 yılında çıkan kitabına yazdığı “Önsöz” 3.Peter Mclaren, “Che Guevara, Paulo Freire ve Devrimin Pedagojisi” (Çev. Hale Alpmen), Kalkedon Yayınları, 2006, İstanbul 2. Melih Başaran “Ve Niçin (Yine)Felsefe/ Yapıçözümler” başlıklı kitabında Freire’in “Ezilenlerin Pedagojisi”ni ele alan “Ezilenlerin Peda-Dema-Gojisi” adlı yazısı, gerek üslup, gerekse içerdiği bilgiler açısından tartışmadan çok “ukalalık” belgesi niteliği taşıdığı için bu düşüncemin dışında bırakıyorum. ELEŞTİREL PEDAGOJİ Politik Eğitim Dergisi Yıl:2 Sayı:10 bakması”, işlerin “ekran ve telefonla” halledilmesinin Freire’in yazdıklarıyla, “sorularıyla” yüzleşmeyi zorunlu kılmaktadır diye yazmaktadır. Meek, bunu İngiltere için söylüyor. Son zamanlarda ülkemizde Hükümet ve Cumhurbaşkanlığı destekli okuma-yazma ve kitap okuma kampanyalarını düşündükçe bu yüzleşmenin bizim için daha fazla geçerli olduğunu düşünmekteyim. Meek’in üzerinde durduğu bir başka konu ise (bizim ülkemiz içinde hayli can alıcı bir sorun olan) dil ve okuryazarlık ilişkisi üzerine Freire’in tezlerinin taşıdığı önem. Bu konuya daha sonra döneceğiz. İkinci metin kitabın yazarları olan Freire ve Donaldo Macedo’nun yazdığı sunuştur. Freire ve Macedo yazdıkları bu kısa sunuşta, dikkat çektikleri ilk nokta okumaz-yazmazlığın, üçüncü dünya ülkelerinin temel problemi gibi görülmesinin yanlış olduğudur. Yazarlar, 1985 yılında yayınlanan Janothan Kozol’un “Okumaz-yazmaz Amerika” kitabına atıf yaparak ABD’de o tarihlerde 60 milyon insanın ya hiç okuma yazma bilmediğini yada “işlevsel okumaz-yazmaz”3 olduğunu hatırlatıyorlar.(s.13)* Elbette böyle bir sorun var ise bunun getirdiği sayısız tehditler de olacaktır. Freire ve Macedo, bu tehdidin sanıldığı gibi sadece ekonomi alanıyla sınırlı kalmayacağına dikkat çekmektedir. Toplumsal adaletsizliğin derinleşmesi, demokrasinin gerekli kıldığı “katılımın yetersizliği” bu sorunlardan bazılarıdır. Bu durum hiç kuşku yok ki “toplumun demokratik ilkelerinin altını”(s.13) oyacaktır. İşlevsel Okumaz-yazmazlık” veya “işlevsel okur yazar olmayan” terimi Yetişkin Eğitimi alanında sıkça kullanılan terimlerden biridir ve ayrıca giderek büyüyen önemli sorunlardan birini ifade etmektedir. Bu terim, Colin Titmus, Paz Buttedahl vd. tarafından hazırlanan ve dilimize Dr. Ferhan Oğuzkan tarafından çevrilen UNESCO Türkiye Milli Komisyonu tarafından 1985 yılında yayınlanan “Yetişkin Eğitimi Terimleri” sözlüğünde şöyle tanımlanmaktadır: “Okuma, yazma ve aritmetik ile ilgili temel becerileri edinmemiş olan ve bu nedenle toplum içinde bu becerileri gerektiren etkinliklere tam olarak katılamayan kimse.” 3 * “Okuyazarlık”tan yapılan alıntılar veya değerlendirmelere ilişkin referanslar, parantez içinde sadece sayfa numarası belirtilerek metin içinde verilecektir. ELEŞTİREL PEDAGOJİ Politik Eğitim Dergisi Yıl:2 Sayı:10 Zaten “demokrasi” adıyla ezilenlere, yoksullara, yönelik saldırıyı hep birlikte yaşamaktayız. Freire ve Macedo, “eleştirel bir okuma yazma faaliyetinin” adına “demokrasi bunalımı” denilen bu duruma karşı en önemli mücadelelerden biri olacağı düşüncesindedir. Çünkü okuryazarlığa “kültürel bir siyasa” olarak bakmaktadırlar ve bizlerden de böyle bakmamızı istemektedirler. Üçüncü yazı ise Ann E. Berthoff tarafından kaleme alınan “Önsöz”dür. Berthoff yazısı Freire’in okuma-yazma kuramını ve kitabın bir değerlendirmesini içermektedir. Dördüncü yazı ise “Giriş” niteliğinde bize sunulan Henry A.Giroux’un, yazdığı “OkumaYazma ve Siyasal Güçlenme Eğitbilimi” başlıklı bağımsız makaledir. Giroux, “okuma-yazma” sorununu eleştirel eğitbilim açısından bütün yönleriyle tartışmakta ve Freire’in eleştirel eğitbilime bu alanda yaptığı katkıyı incelemektedir. Yaklaşık 40 sayfayı bulan makale, kitaptaki uygulama ve değerlendirmelere ilişkin bir genel çerçeve sunmaktadır. Elimizdeki kitap, bu dört yazının dışında 7 bölümden ve Freire’in, Mario Cabral’a yazdığı bir mektuptan oluşuyor. Her ne kadar kitap bu şekilde düzenlenmiş olsa 59 da yazarlarının da belirttiği üzere (s.15) yazıların ana temaları esas alındığında üç bölümden oluşuyor. Birinci bölümde yer alan yazılar(1,2 ve üçüncü bölümler), Freire tarafından geliştirilen “okuma yazma kuramını”; ikinci bölümdeki yazılar(4 ve 5. bölümler), Freire’in okuma-yazma kuramının uygulandığı Batı Orta Afrika ülkelerinden Cape Verde, Sao Tome ve Principe ve Gine-Bissau’daki deneyimleri içeriyor. Üçüncü bölüm ise (6 ve 7. bölümler) yeni alternatiflere dikkat çeken, “eski okuma-yazma görüşlerini eleştiren bir olanaklılık/olanaklı kılma dili ve projesine ilişkin” yazıları içeriyor. Kitaba dair değerlendirmelerimizi, bizde bu üç bölümün ana temaları ekseninde yapmaya çalışacağız. Bu nedenle ilk olarak Freire’in okumayazma kuramına değineceğiz. Bu konudaki tezlerinin bir özetini yapmaya çalışacağız. Okuma Yazma Kuramı Ann E. Berthoff’un “Önsöz”de yazdığı gibi Freire, “kuram ve uygulama arasındaki ilişkiye, buradan çıkaracağımız yönteme bakmamızı” öğretir. (s.17) Çünkü “okuma-yazma kuramı alanında hiçbir şey, farkında olmanın farkındalığının, düşünme hakkındaki düşünmenin, yorumlarımızı yorumlamanın rolüne bakmak ve yeniden bakmaktan daha önemli değildir.” (s.17) Bertoff’un “pozitifçilerle” kimleri kastettiğini bilmiyorsam da bu formülasyona verdiği önemi paylaştığımı belirtmek isterim. Evet Freire, toplumsal olay ve olgular dünyasında kaba bir determinizmi yadsır. Ancak bu, onun gerçekliğin, ortak algılamasının olmayacağı gibi bir sonuca ulaştığı gibi bir izlenim vermemelidir. Freire, daha çok eğitim olgusunun diğer toplumsal olgular karşısındaki durumunu dikkate alarak radikal bir eğitbilim için kesinlik içeren formülasyonlardan, tezlerden kaçınmak gerektiğini belirtir.(s.100) Bu onun düşünsel beslenme kanallarından biri olan Frankfurt Okulu ve Gramci’nin4 toplumsal gerçekliğe dair saptamalarıyla, dahası eleştirel teoriyle birebir uyumludur. Eleştirel eğitbilimcinin bu tavrı, özellikle yetişkin okuryazarlığında çok önemlidir. Yetişkinin deneyimleri, kültür çemberi, bilinmeksizin onun 60 düşünce ve eylemlerini yargılamak, eleştirel eğitbilimcinin ısrarla kaçınması gereken bir tavırdır. Freire göre okuma, “sözcüğün yada dilin kodunu çözmek” değildir. Bundan daha öte bir anlam taşır. Bir “bilgi eylemi”, “yaratıcı bir eylem” olmanın yanında daima “siyasal” bir eylemdir.(s.79) Dolayısıyla okuryazarlık, konuşulan “standart dilin öğrenilmesine” de indirgenemez. (s.205) Okuma yazma mutlaka kültürel üretim kuramının içinde ele alınmalıdır. Onun çalışmalarında temel kavramlardan biri olan “kültürel üretim” kavramından ne anladığını, bununla neyi ifade etttiğini ise şöyle yazar: “Biz kültürel üretimi, insanların hergünkü canlı yaşantılarından ortaya çıkan ve bunları yeniden onaylayan karşılıklı ideolojik öğeleri üreten, dolayımlayan ve uyum gösteren belirli insan gruplarına gönderme yapmak için kullanıyoruz.” (s.205-206) Freire bu düşünceye 1950’lerin sonunda doğum yeri olan Recif’teki çalışmalarında ulaştı. Orada oluşturduğu kültür çemberlerinde okuma eyleminin yetişkinin kendi deneyimlerini onaylayan bir içerikte olması halinde başarıya ulaştığını gördü. “Özgürlük Pratiği Olarak Eğitim” adlı çalışmasında bu deneyimin, 3 aşamalı5 bir süreç olarak geliştiğini görüyoruz. İlk aşama hazırlık evresinden oluşuyor. Önce okumaz yazamazların coğrafi bölgeleri tespit ediliyor, ardından bölgede insanların yaşamları, en çok kullandıkları veya yaşamlarının merkezinde yer alan sözcükler saptanıyor, bu sözcükleri içeren slâytlar hazırlanıyor, etkinlikte yer alacak ekibin eğitimi tamamlanıyor ve ikinci evre olan uygulamaya geçiliyor. Bu evrede 25–30 kişiden oluşan yetişkin grubu 6 veya 8 hafta boyunca akşamları toplanarak 1 saat boyunca tar4. Martin Jay, Diyalektik İmgelem/Frankfurt Okulu ve Sosyal Araştırmalar Enstitüsü Tarihi 1923–1950, (Çev: Ünsal Oskay), Ara yayınları, s.69 vs, 1989 İstanbul. Martin Jay “Horkheimer, hem özne ile nesnenin özdeşliği teorisinden uzak kalabilen, hem de, gözlemciye deneyimleriyle verilenin ötesine gitme hakkı tanıyan bir diyalektik sosyal bilimin olabileceğini savunmuştur.” diye yazar. Freire geliştirdiği eğitbilimde tam tamına böyledir. 5. Colin Waugh, “Paulo Freire’nin Ezilenlerin Pedagojisi”(Çev: Selvi Kılıç, M.Kaymak) Eğitimde Zil ve Teneffüs Dergisi, Sayı:4, 2006, Ankara ELEŞTİREL PEDAGOJİ Politik Eğitim Dergisi Yıl:2 Sayı:10 tışırlar. Onlara bu süre içinde hazırlanan slâytlar, sözcüklere yer verilmeksizin izletilir. Daha sonra ise sözcüklere “buluş kartı” aracılığı ile geçilir. Bu evrenin sonunda yetişkin okumaz yazmaz, kendi dünyasında geçerli, kullandığı sözcükler üzerinde yeniden düşünme fırsatı bulur ve sözcükleri okurken aslında yaptığı kendi dünyasını okumak olur. Dolayısıyla üçüncü evre, okuma-yazma eylemini yöneten ekip açısından bir değerlendirme iken, yetişkin okuryazar için kendi hayatının “farkındalığını fark etmek” olan sürecin kendisi olmaktadır. Freire okuma-yazma kuramında “dil ve dönüştürücü eylem” arasındaki bağ merkezde yer alır. Dil, deneyimleri anlamlandırmada, inşa etmede, toplumun diğer üyeleri ve grupları arasında ilişki kurmada, örgütlenmede ve bütün bunlara meşruiyet kazandırılmasında etkilidir. Kendi deyimiyle söylersek dil, “aynı zamanda kültürdür. Dil, bilgiye aracılık eden güçtür; fakat aynı zamanda bilginin kendisidir.”(s.100) Birey toplum içinde kendisini dil aracılığıyla var eder. Dili kullanıyor olmak onu kendi kültür çemberi veya sözcük evreni içinde kültür okuryazarı yapar. Onun dünyayı okumasını sağlar. Dünyayı okumak ise, “daima sözcükleri okumanın önündedir ve sözcükleri okuma, sürekli dünyayı okuma anlamına gelir.”(s.79) Freire’in bu sonuca ulaşmasında okuryazarlık kuramının disiplinler arası bir özellik göstermesinin önemli rolü vardır. Onun dilinde eğitimci, Sosyoloji, Etnoloji, Felsefe, Psikoloji, Siyasetbilim, Teoloji gibi birçok bakış açısını kucaklar6. Ayrıca eğitimci öğrenirken, öğreten, öğretirken öğrenendir. Öğreticinin rolü noktasındaki bu tezi, sonraki yıllarda haksız biçimde öğreticinin niteliğini göz ardı etme, onu kendi kültür çemberinin dışında daha büyük kültürel çevrelere girebilme yeteneğinden, becerisinden yoksun olanlarla eşitlemiş olmakla eleştiri konusu yapılmıştır. Freire, bu eleştireyi çok sert bir dille yadsımıştır. Konuyla ilgili Mclaren, Rose Maria Torres’in Freire’den aktardığı şu cümleye yer verir. “Kendisinin öğrencileriyle eşit olduğunu söyleyen eğitimci, ya bir demagogdur ve yalan söylemektedir yâda yetersizdir.”7 Freire, öğretmen ile öğrenci arasındaki bu far- ELEŞTİREL PEDAGOJİ Politik Eğitim Dergisi Yıl:2 Sayı:10 kı bilerek, “eğitimin bir paylaşma olduğunu” hatırlatıp, öğretmenlere diyalog içinde oldukları öğrenciler karşısında her şeyi bilmediklerini kabul etme çağrısı yapar. Ayrıca öğretmenler hiçbir öğrencinin “zır cahil olmadığını” bilmeleri gerektiğini belirtir. Mclaren’nın da belirttiği gibi Freire, bir sentezcidir8. Kendi özgünlüğünü yaratan bir sentezci. O kendi sentezine ulaşana kadar sayısız düşünürün, Marksizm gibi Hıristiyanlık gibi büyük anlatıların, fenomenoloji, varoluşculuk gibi çağdaş felsefelerin etkisi görülebilir. O, eklektizme düşmeden asıl kavramlaştırmalarına ulaşır. Bu çok yönlü etkilenme, kuram ve eylem bütünlüğü içinde herkesin herkesten öğrenebileceğini düşünen biri için yadırganacak bir durum değildir. Freire’in okuryazarlık kuramını eğitim kültür ilişkisi içinde ele almak gereklidir. Çünkü onun için “okuryazarlık, genel olarak eğitim kültürel anlatımlardır.”(s.98) Eğitim, öznenin bilme, bilincini özgürleştirme eylemi demektir bir bakıma. Bu 7 6 age, s.202 Mclaren, age, 205 8 age, s.206 61 ise kendisini sorgulama, kavrayışını zenginleştirmeyi beraberinde getirir. Bütün bu olup bitme süreci, “geniş bir kültür gövdesi”(s.98) içinde gerçekleşir. Freire, kültüre dikkat çekerken sınıf analizini önemsizleştirmez9. Tam tersine fazlasıyla önemli hale getirir. “Toplumsal sınıfların var olduğunu ve uzlaşmaz olduğunu kabul etmememiz gerekir.”(s.99) Egemenler yada ezenler, sömürgeciler, kendi egemenliklerini kurarken ezilenlerin kültürünü, değer yargılarını aşağılar, kendi değerlerinin ulusal olanı temsil ettiklerini dile getirirler. Ezilenlerin, dilini ve kültürünü aşağılamayı görev bilirler. Zamanla bu durum ezilenlerce içselleştirilir. Freire, hem bu kitabında, hemde “Ezilenlerin Pedagojisi”nde bu olguya çokça vurgu yapar. Freire’in bu tezini kendi ülkemiz açısından sorgulamak gerektiği düşüncesindeyim. Zaten Freire’de bunu isterdi. Çünkü yazdıklarının kendi deneyimlerini içerdiğini, saptamalarının saptadığı koşullar için geçerli olduğunu sıkça dile getirir. Ülkemizde yönetenler(özellikle son 20 yıldır) “burjuva kültürü” diyebileceğimiz hemen her gelişmeyi, kendi külütürü olarak görmek yerine, onu, halkın dışında, onun inancıyla barışık olmayan bir kültür olarak değerlendirmekte ve yerine sokağın değerlerini ve dilini ikame etmektedir. Bizim ülkemizde ezilenler, ezende kendi dillerini ve değerlerini gördükçe ezilmeyi içselleştirmekte, var olan durumu kendisi için olağan bir kader olarak görmektedir10. Bu olgu, Freire’in Brezilya ve Portekiz sömürgelerindeki deneyimlerinden hem daha karmaşık, hem de ezenler açısından daha kalıcı sonuçlar vermektedir. Ezilenin, ezeni kendisinden biri gibi görmesi üzerine dayalı bir yapıyı analiz etmek ve kavramak durumundayız. Freire’in ortaya koyduğu yöntem bu açıdan bizim için önemli olacaktır. Freire’in eleşitirel okuma yazma kuramı, “bireysel ve toplumsal güçlenmenin önkoşulu”dur. Bireyin zihensel özgürleşmesi sağlayıcı özelliklere sahiptir. Ayrıca baştan sona bir kültürel siyasal politika biçimidir. Böylece güç ile bilgi arasındaki ilişkinin yeniden yapılandırılması söz konusu olmaktadır. Yapılandırma öncelikle öğrencinin ken- 62 di yaşamı üzerinden gerçekleştirilir. Çünkü, Freire okuma-yazma kuramında bireyin sorunları ve gereksinimleri başlangıç noktasını oluşturur. Dil ve Okuryazarlık Yukarıda belirttiğimiz üzere Freire’in okuryazarlık kuramında “dil”e dair çözümlemeler ayrıca üzerinde durmayı gerektirecek kadar önemlidir. Freire göre, özellikle yetişkin okuryazarlığı programlarında anadilin kullanılması zorunludur. Onun Gine Bissau deneyimi, kendisi açısından tam da bunu kanıtlamıştır. Freire ve Macedo, Gine Bissau deneyimine dair birlikte söyleşirlerken Freire kimi tartışmalı konulara açıklık getirir.(s.150–179) Örneğin bu konulardan biri Gine-Bissau deneyiminin neden başarısızlıkla sonuçlandığı konusudur. Çünkü Freire karşı Gine Bissau deneyimi üzerinden çok sayıda eleştiri yöneltilmiştir. Eleştirilerin bazıları, doğrudan onun eğitim kuramıyla ilgili olmakla birlikte bazı eleştiriler, parasal maddi konuları da içermektedir. Freire bu eleştirilerin tamamına kafalarda kuşku kalmayacak biçimde cevap vermektedir. Freire, Gine-Bissau’daki yetişkin okuryazarlığı programının başarısızlığının kendi okuma yazma kuramından kaynaklanmadığını, yetişkinlerin kendi dilleri yerine sömürge dilinin esas alınmasından kaynaklandığını belirtmekte. Elbette projenin başlaması aşamasında da böyle düşünmüş olmasına karşın(s.160) siyasal nedenlerle, liderliğin almış olduğu karara uyduğunu belirtir.(s.169) Freire dair eleştirilerden biri, onun, toplumsal ilişkileri sınıf bakışaçısıyla irdelemenin yetersizliğini iddia ettiği noktasındadır. Bu bir anlamda doğrudur. Freire, tek başına ırk, cinsiyet ve sınıf bakışaçısının her şeyi açıklayamayacağını sıkça dile getirir. Onun analizlerinde çıkış noktası, ayrımcılığın kendisidir. Çok yönlü bakış esastır. Freire’in bu konudaki görüşleri için bkz. Mclaren, age, s.222-229 10 Özellikle son yıllarda bu durumun güçlü biçimde teorize edildiğini görmekteyiz. Bu şekilde siyasal iktidarı temsil edenlerin halktan biri gibi görüldüğü, algılandığı belirtilmekte. Örneğin Başbakanın sokak diliyle konuşması halkla bütünleşmek olarak savunulabilmektedir. Bu yaklaşımın yöneticileri halka yaklaştırdığı belirtilirken, halkın ekonomik ve siyasi talebinin karşılanıp karşılanmadığı sorgulanmamaktadır. Diğer yandan kullanılan dilin, estetik ve etik değerlere kapalı olmasına da dikkat çekmek isteriz. 9 ELEŞTİREL PEDAGOJİ Politik Eğitim Dergisi Yıl:2 Sayı:10 Freire ve Macedo’nun birlikte tartıştığı Gine Bissau deneyimi, bugün ülkemizin yaşadığı anadil ve eğitim dili tartışmaları açısından hayli esinleyicidir. Bir taraftan hem resmi hem de eğitim dili olarak Türkçeyi kullanmaya çalışırken anadilde eğitim talebi adı altında Kürtçe, Çerkezce, Arapça, Zazaca, Arnavutça gibi dillerde eğitim-öğretim yapılması istenmekte. Gine-Bissau küçük bir ülke olmasına karşın 30 farklı dilin konuşulduğu bir ülkedir.(s.166) Yüzlerce yıl Portekiz sömürgesi olarak kalmış bir ülke olarak, sömürgecilere karşı ulusal kurtuluş mücadelesi verip ardından Portekizce’yi resmi ve eğitim-öğretim dili yapmak gerçekten, sorunun ne denli derin olduğunu bizlere göstermektedir. Daha da önemlisi, ulusal kurtuluş mücadelesinin lideri ve aynı zamanda bir düşünür ve eylem adamı olan Amilcar Cabral’ın “Portekizlilerin Ginelilere bıraktığı en güzel armağan Portekizcedir”(s.168) demiş olması bize sorunun siyasal ve pedagojik yönlerinin bir arada değerlendirilmesi gerektiğini gösteriyor. Anadil, eğitim dili ve resmi dil kavramlarını sadece etnik kimlikler ve sosyal haklar açısından değerlendiremeyiz. Sorunun siyasal yanlarını apaçık hale getirmek durumundayız. Amacım sorunu tartışmak değil, konunun önemine dikkat çekmektir. Türkiye’de hakim anlayış, sorunu anlama, çözümleme yerine “bu böyledir” biçiminde bir yaklaşımdır. Freire’i okumak, bize tıpkı fen bilimlerinin öğrettiği gibi bildiklerimizin hiçte bildiğimiz gibi olamayabileceğini göstermekte. Yazarlar, Gine-Bissau deneyimini ele aldıkları bölümde uzun uzun bu deneyimi değerlendirmektedirler. Freire, buradaki deneyimin başarısız olmasında okuma-yazma programlarının anadil yerine Portekizceye dayandırılmış olmasını göstermektedir. Çünkü Gine-Bissau devriminin önderleri “okuma-yazma kampanyasında Portekiz dilini başlıca araç olarak kabul etmeyi siyasal olarak üstün buluyorlardı.” .(s.160) Amilcar Cabral’ın kardeşi ve bağımsızlık sonrasında Gine Bissau’nun ilk devlet başkanı olan Marıo Cabral ile arasındaki anadil-eğitim yazışmalarda Freire, anadilden yana tavır alır. Devlet Başkanı ile arasındaki yazışmalarda konuya dair ELEŞTİREL PEDAGOJİ Politik Eğitim Dergisi Yıl:2 Sayı:10 görüşlerini kendisine iletir. Freire, mademki anadil eğitim dili yapılmamakta, yaygın kullanıma sahip olan Crole11 (Afrika dilleri ile Portekizce’nin karışımı olan dil) seçilebilirdi düşüncesindedir. Çünkü yaygın kullanımının dışında Crole’nin en az Portekizce kadar “zengin ve yaşayabilir” bir dil olduğu düşüncesindedir. Freire, Portekizce’nin resmi dil olmasına karşı olmaktan çok, resmi dile anadil, yada anadillerin işlevinin yüklenmesini doğru bulamamaktadır. Bir bakıma resmi dile anadil muamelesi yapılmasına karşı çıkmaktadır.(s.169) Margaret Meek, Freire’in bu konuya ilişkin yaklaşımını şöyle özetlemektedir: “Eğer onun öğrencileri dünyaya ilişkin okumalarını konuşabilmek yada yazabilmek için kendi seslerini bulmak istiyorlarsa, o zaman yerel topluluk dilleri ve lehçeleriyle standart dil arasındaki ilişki konusuyla yüzleşmeleri gerekmektedir. Öğrencilerin kendi dili, özgürleştirici okuma yazmada temel olan, olumlu bir kendine değer verme duygusu geliştirme aracıdır. Fakat Freire, ‘hedefin, öğrencileri asla kendi yerel ana dilleri ile sınırlamak olmaması gerektiğini, eğitimcilerin, daha geniş toplumun standart egemen dilinde yetkinleşmenin değerini anlamaları gerektiğini’ söylemeyi sürdürür.”(s.10) Amilcar Cabral’ın Portekizceyi seçmiş olması aslında sadece ezilenin ezeni içselleştirmiş olmasıyla açıklanmamalıdır. Çünkü Cabral12, “sömürgeci devletin bütün kurumlarını yok etmeyi, parçalamayı, harabe haline getirmeyi” ilke edinmiş bir liderlik çizmiştir. Böylesi bir liderin Portekiz dilini resmi dil haline getirmek durumunda kalmasını anlamak durumundayız. Cabral, konuşma ve yazılarında bu durumun gerekçesini, etnik gruplar arasında denge sağlamak, olası çatışmaları engellemek olarak açıklamakla birlikte daha çok ulus olma üzerinde durmaktadır. Cabral’a göre devrim hareketi başladığında ortada bur ulus yoktur. Fula, Mandjak, Mandika, Genellikle Afrika ve Amerika kıtalarında, eski sömürgeci ülkenin diliyle yerel dilin ya da sonradan getirilen kölelerin dilinin karışımından oluşan melez dillere verilen genel addır. 12 Amilcar Cabral ve Gine-Bissau devrimiyle ilgili özetlediğim bilgiler Cabral’ın Türkçe’de yayınlanmış olan şu iki kitabından alınmıştır. “Gine’de Devrim- Bir Afrika Halkının Kurtuluş Mücadelesi- (Çev: Defne 11 63 Balenta, Pepel, Qinca, Pajadinca ve diğerlerinden oluşan kabileler vardır. Dahası, %99 okuma yazma bilmeyen, 14 üniversite eğitimi almış genci bulunan bir ülkedir. En önemlisi de gelgit, şimşek, yağmur, fırtınanın ne olduğunu bilen bir toplum değil bunları ruhların yarattığını düşünen bir toplumdur, Gine-Bissau halkı. Onları kabile toplumundan ulusa dönüştüren Portekize karşı sürdürülen mücadele olmuştur. Cabral, ulus inşasında kan ve tarih bağı gibi bağların yanında amaç bağının yerini daha önemli bulur. Çünkü sömürgeci güç, etnik gruplar arasında “çözülemez çelişkiler yaratır”, “yönetmek için bölmek yada bölünmüşlükleri korumak zorundadır ve bu yüzden etnik gruplar arasındaki çatışmalardan değilse bile ayrılmalardan yana davranır; öte yandan da egemenliğini devamlı kılma çabası içinde, bu grupların toplumsal yapılarını, kültürlerini ve bunun sonucu olarak da kişiliklerini tahrip etmenin gereğini duyar.” Cabral’ın mücadelesi bu tehlikeye karşı birlik fikrini oluşturmayı, kültüre ulusal bir boyut kazandırmayı, toplumsal grupların kültürel birliğini esas alır. Sanırım Cabral’ın çizdiği bu tabloyu anlarsak, Portekizce’nin resmi dil olarak kullanılmasını da anlarız. Ayrıca bu sorun sadece Gine-Bissau’da yaşanmamıştır. Diğer Afrika ülkelerinde etnik dillerin çokluğu nedeniyle çok daha fazla yaşanmıştır.13 Senegal Devlet Başkanlarından Leopold Sedar Senghor14 şöyle diyecektir: “Kendi zenciliğimi en iyi şekilde Fransızca ifade edebiliyorum.” Sedar’dan yaptığım bu alıntı karşılığında bana onun bir “sömürge” yöneticisi olduğu hatırlatılabilinir. Oysa o kendisini “sosyalist” olarak tanımlamakta idi. Nkrumah, Ahmed Seku Ture ve arkadaşı Angola lideri António Agostinho Neto gibi isimlerin Cabral’ın siyasal ve ideolojik gelişiminde rol modeli olduğu hatırlanırsa, Gine Bissau deneyiminde yerel dillerden biri yerine sömürgeci ülkenin dilinin resmi dil olarak seçilmesi sanırım daha iyi anlaşılabilir. Sonuç Freire, gerek diğer çalışmalarında, gerekse “Okuryazarlık”ta karşımıza sadece bir eğitimci olarak çıkmaz. Bir siyasal davanın tarafı, politikacı, düşünce ve eylem adamıdır. Örneğin Gine-Bissau’da kendisi ve ekibinin sadece görüşlerine başvurulan uzmanlar olarak algılanmasına şiddetle karşı çıkmıştır. O kendisini, başta Afrika olmak üzere ezilen, sömürülen halklarının özgürleşme pratiklerinde bir hizmetçi olarak görmüştür. Olaylara yaklaşımında kimi zaman bir uzman olmaktan çok bu siyasal tavrının belirleyici olduğunu görürüz. “Okuyazarlık”, Freire. “Ezilenlerin Pedagojisi”nden sonra Türkçeye çevrilen ikinci kitabıdır. Bir bakıma “Ezilenlerin Pedagojisi”nde ortaya konulan kuramsal görüşlerin pratikteki sonuçlarını değerlendiren bir kitap niteliğindedir “Okuyazarlık”. Okuryazarlık, Freire diğer çalışmalarında da olduğu gibi ele alınan sorunlar ve üretilen çözümlerden çok okuyucuya esinlettikleriyle öne çıkan bir çalışma. En azından benim Freire okumalarımda süreç böyle olmaktadır. Orada Freire, Gine’den Senegal’den, Brezilya’dan bahsediyorsa ben bu ülkeleri çoğu kez Türkiye olarak anlamlandırmışımdır. Bir taraftan ulus inşaa etme temelinde bir eğitim modeli yaratmaya çalışmış bir ülkenin insanı olarak, ulusal kimliğin etnik yada doğal kimlikler karşısında geriletilmesinin yarattığı sorunları yaşıyor olmamızı gördükçe, kitapta ele alınan konular fazlasıyla tanıdık yaşantılar olarak algıladım. Freire’i okumak, toplumsal değişimin yönünü, ezilenlerden, sosyal adaletten ve daha da önemlisi özgürleşmeden yana çevirebilmek için olmalıdır. Böylesi bir amaç ile onun eserlerine yönelmiş olanlar için, Freire, deneyimlerden anlam çıkarmanın yol ve yöntemini, kavramlarını sunuyor. Sözcüklerden dünyanın okunabileceğine doğru bir yolculuğa çıkarıyor. Çok dilli ve çok kültürlü bir toplumda dilin ve kültürün özelliklerini bilmek durumundayız. Bu cümleyi kurduğum için eleştirileceğimi biliyorum ancak kabile dillerinin çoğu soyutlamaya elverişli olmadıkları gibi çok az sayıda kelime içermekteydiler. Freire, sorunun Batı dillerinden kelime alınmasıyla çözüleceğini düşünmekte. Bunun bir yere kadar anlamlı olacağını düşünmekteyim. Çünkü anadile özgü kelimeler, genellikle bir anlam çerçevesiyle birlikte kullanılır. Oysa ithal sözcüklerde anlam çerçevesi kelimenin ait olduğu dilde kalır ki, bu dili zenginleştirme yerine bozmaktadır. Bunu kendi dilimizde fazlasıyla yaşamaktayız. Cabral’a anadilde eğitim yapmayı önermek, çocukların matematik, fizik vb bilgi alanlarından uzak kalması demekti. Eğitim dili, bireyi kendi yerel kültüründen evrensel kültüre taşımak durumundadır. 14 Fransız Batı Afrikası’nın bağımsızlık savaşımının önderi ve Afrika Sosyalizmi düşüncesinin savunucusu Senegalli şair, devlet adamı. 13 Behramoğlu) Koral Yayınları 1974/ İstanbul. Son Konuşmalar-Kaynağa Dönüş- (Çev: İ. Hakkı Gün) Teori Yayınları, 1976/İstanbul 64 ELEŞTİREL PEDAGOJİ Politik Eğitim Dergisi Yıl:2 Sayı:10