ZEMMÜ’l-KELÂM
1988, I, 221-227, 420-421; II, 531-536, 554-555;
Ebü’l-Fazl er-Râzî, E¼âdî¦ fî ×emmi’l-kelâm ve ehlih (nþr. Nâsýr b. Abdurrahman el-Cüdey‘), Riyad
1417/1996; Ahmed b. Hüseyin el-Beyhaký, Menâšýbü’þ-Þâfi £î (nþr. Seyyid Ahmed Sakr), Kahire
1390/1970, I, 453-454, 462-463, 470; Ýbn Ebû
Ya‘lâ, ªabašåtü’l-¥anâbile, II, 18-45; Ýbn Asâkir,
Tebyînü ke×ibi’l-müfterî, Beyrut 1416/1995, s.
149-166; Muvaffakuddin Ýbn Kudâme, ¬emmü’tteßvîl (nþr. Bedr b. Abdurrahman el-Bedr), Küveyt
1416/1995; a.mlf., Ta¼rîmü’n-na¾ar fî kütübi ehli’l-kelâm (nþr. G. Makdisi), Norfolk 1985; Takýyyüddin Ýbn Teymiyye, Derßü te£âru²i’l-£ašl ve’nnašl (nþr. M. Reþâd Sâlim), Riyad 1399-1403/
1979-83, II, 82; VII, 145, 185; a.mlf., Minhâcü’ssünne (nþr. M. Reþâd Sâlim), Kahire 1409/1989,
V, 358; Ýbn Kayyim el-Cevziyye, e½-Øavâ£išu’l-mürsele (nþr. Ali Muhammed ed-Dahîl), Riyad 1408,
IV, 1267; Süyûtî, Øavnü’l-man¹ýš ve’l-kelâm (nþr.
Alî Sâmî en-Neþþâr), Beyrut, ts. (Dârü’l-kütübi’lilmiyye), s. 91-101; Taþköprizâde, Mevzûâtü’lulûm, I, 597-615; Keþfü’¾-¾unûn, I, 828; Ýbnü’lÝmâd, Þe×erât, V, 111-112; Beyâzîzâde Ahmed
Efendi, Ýþârâtü’l-merâm min £ibârâti’l-Ýmâm (nþr.
Yûsuf Abdürrezzâk), Kahire 1368/1949, s. 34-37,
47-48; Saîd el-Efganî, ÞeyÅü’l-Ýslâm £Abdullåh
el-En½ârî el-Herevî: Mebâdißühû ve ârâßühü’l-kelâmiyye ve’r-rû¼iyye, Kahire 1388/1968, s. 104105, 185-214; Talat Koçyiðit, Kelamcýlarla Hadisçiler Arasýndaki Münakaþalar, Ankara 1984, s.
251-271; M. Sait Özervarlý, Ýbn Teymiyye’nin Düþünce Metodolojisi ve Kelâmcýlara Eleþtirisi, Ýstanbul 2008, s. 115-118, 163-170; Ahmed Ateþ,
“Abdallah al-Ansârî’nin Kitab Damm al-Kalam
wa Ahlih Adlý Eseri”, ÞM, V (1963), s. 45-60;
Muhit Mert, “Kelâm Ýlminin Zemmi Üzerine Bir
Araþtýrma”, Ýslâmî Araþtýrmalar, XIV/1 (2001), s.
194-206.
ÿM. Sait Özervarlý
–
—
ZEMZEM
( ) زم
˜
Kâbe yakýnýndaki kuyudan çýkan,
müslümanlarýn
büyük deðer verdiði su.
™
Mescid-i Harâm’da Hacerülesved’in tam
karþýsýnda Kâbe’ye 19 m. uzaklýkta yer alýr.
Suya bu isim “bol ve akýcý olma, Cebrâil’in
konuþma sesi, akarken çýkardýðý ses, þimþek sesi, nereden geldiði belli olmayan
ses” anlamlarýndaki zemzem ile (zemzeme, zemmezem, zümmezim, zemmizem) arasýnda bir iliþki kurularak verilmiþtir. Hz.
Ýsmâil’in annesi Hâcer’in, uzun arayýþlardan sonra Ýsmâil’i býraktýðý yerde suyun
kaynaðýndan fýþkýrarak aktýðýný görünce,
“Yavaþ yavaþ ak, dur!” demesi veya etrafa yayýlmamasý için çevresini kumla çevirmesinden dolayý bu adý aldýðý da ileri sürülmüþtür. Ýbn Abbas zemzeme “su sesi”
mânasýný verir. Kelimenin Farsça’da “atlarýn su içerken çýkardýklarý ses” anlamýndaki “zemzeme”den türetildiði de söylenmiþtir (Mes‘ûdî, I, 242; Yâkut, III, 148); ancak zemzemin Arapça asýllý bir kelime ol242
masý ihtimali daha kuvvetlidir (Kåmus Tercümesi, IV, 329; Takýyyüddin el-Fâsî, I, 405).
Hz. Ýsmâil’in adýyla da anýlan (Bi’ru Ýsmâil)
kuyuya Mekke için önemine iþaret eden,
fiziksel ve kimyasal özelliklerine gönderme
yapan, sayýsý altmýþa kadar ulaþan isimler verilmiþtir: Þebbâa, Mürviye, Nâfia, Âfiye, Meymûne, Berre, Maznûne, Kâfiye,
Mu‘zibe, Þîfâu Sukm, Taâmu Tu‘m, Hezmetü Cibrîl bunlardan bazýlarýdýr (Þâmî, I,
214-224; Ahmed b. Ali eþ-Þâfiî, s. 14-17).
Kur’ân-ý Kerîm’de yer almayan zemzem
kelimesi hadislerde sýkça geçer. Kitâb-ý
Mukaddes’te Hâcer ile oðlunun hikâyesinin anlatýldýðý bölümde zikredilen su kaynaðý da (Tekvîn, 16/14; 21/19) Zemzem Kuyusu olmalýdýr. Kuyunun ilk defa Cebrâil
tarafýndan Hz. Âdem için açýlýp tûfandan
sonra kaybolduðu, Kâbe’nin inþasýndan itibaren ortaya çýktýðý veya Âd kavmi zamanýna kadar uzanan bir geçmiþinin bulunduðu yolunda rivayetler varsa da (Þâmî,
I, 221; Ali b. Tâceddin es-Sincârî, I, 281)
genel kanaat Hâcer ile oðlu Ýsmâil’in Mekke’ye götürülmesinin ardýndan açýlmýþ olduðu þeklindedir.
Rivayete göre Hz. Ýbrâhim’in kendilerine býraktýðý az miktardaki su ve erzakýn
tükenmesi üzerine ýssýz Mekke vadisinde
oðlu Ýsmâil’in susuzluktan ölmesinden endiþe eden Hâcer, Safâ ile Merve tepeleri
arasýnda su aramaya baþlamýþ, gidiþ geliþlerinin sayýsý yediye ulaþtýðýnda Merve
tepesinde iken oðlunu býraktýðý yerden bir
ses iþiterek Cebrâil tarafýndan kazýlan topraktan su kaynadýðýný farketmiþtir. Çýkan
su ile Ýsmâil’in oynadýðýný görmüþ ve suyun önünü keserek bir gölcük oluþturmaya çalýþmýþtýr. Kur’an’da “ekin bitmeyen
bir vadi” olarak nitelenen (Ýbrâhîm 14/37)
çorak Mekke vadisinde kendilerine su ihsan ettiði için Allah’a þükreden Hâcer, avucu ile suyu kabýna doldururken ayný zamanda etrafýný çevirmeye uðraþýyordu (Fâkihî, II, 7-9). Hz. Peygamber, “Allah Ýsmâil’in annesine rahmet eylesin; eðer suyun
önünü kapatmasaydý zemzem þarýl þarýl
akýp giden bir ýrmak olurdu” demiþtir (Müsned, I, 347; V, 121; Buhârî, “Enbiyâ,”, 9,
“Müsâkat”, 10). Bir taraftan zemzem suyundan içen bir taraftan da çocuðunu emziren Hâcer’e Cebrâil’in, “Bu suyun yok olacaðýndan, kaybolup çekileceðinden korkma. Burasý Allah’ýn evidir, Allah dostlarýný
korur. Bu Allah’ýn misafirlerinin içeceði bir
sudur” dediði rivayet edilir (Buhârî, “Enbiyâ,”, 9). Zemzemin Ýsmâil’in topuklarýný
birçok defa yere vurmasý esnasýnda çýktýðý da nakledilir (Mutahhar b. Tâhir el-Makdisî, I, 240). Öte yandan Hâcer’in zemze-
mi ararken Safâ ile Merve tepeleri arasýnda yedi defa gidip gelmesi hac ve umre
menâsiki içerisinde yer alan sa‘yin temelini teþkil etmiþtir (Buhârî, “Enbiyâ,”, 9).
Hâcer ile Ýsmâil’e yerden su çýkmasý olayýna baþta Kitâb-ý Mukaddes olmak üzere
hýristiyan ve yahudi kaynaklarýnda da yer
verilir.
Zemzem toprak üstünde akan tek gözeli bir kaynak iken Hz. Ýbrâhim tarafýndan kuyu haline getirildi (Fâkihî, II, 9) ve
açýlmasýndan itibaren Hâcer oðlu ile birlikte kuyunun çevresinde yaþamaya baþladý. Zemzem ayný zamanda Mekke’de
hayat emârelerinin görülmesini saðladý
ve Yemen-Suriye güzergâhýnda seyahat
edenlerin dikkatini çekti. Anayurtlarý Yemen olan Cürhümlüler’den bir kafile, yolculuklarý esnasýnda Mekke’nin kurulduðu yerde mola verdikleri bir sýrada uzakta bir yerin üzerinde kuþlarýn uçuþtuðunu görünce bunun bir su kaynaðýna iþaret olabileceðini düþünerek aralarýndan
iki kiþiyi oraya gönderdiler. Böylece suyun
varlýðýndan haberdar oldular ve Mekke’ye
yerleþmeye karar verip Hâcer’e baþvurdular. Hâcer zemzemden faydalanmalarý dýþýnda su üzerinde hak iddia etmemeleri
þartýyla onlarýn Mekke’ye yerleþmesine izin
verdi (Buhârî, “Enbiyâ,”, 9; Taberî, I, 256).
Mekke’nin iskânýna zemin hazýrlayan Zemzem Kuyusu, Hz. Ýbrâhim ve oðlu Ýsmâil
tarafýndan temelleri yükseltilen Kâbe ile
bütünleþerek Mescid-i Harâm’ýn kutsal sayýlan mekânlarýndan biri haline geldi. Daha sonra hac ve umre için Mekke’ye gelenler bu sudan çok yararlandý. Zemzem
sadece Mekke Haremi’nin deðil Kâbe’nin
kuyusu ve bütünleyicisi olarak görüldü (Cevâd Ali, VI, 396).
Mekke’de çoðalan Cürhümlüler, zamanla atalarý Ýbrâhim ile oðlu Ýsmâil’in sünnetini terkedip Allah’ýn evine saygýsýzlýk gös-
Zemzem Kuyusu’nun eski bir fotoðrafý
ZEMZEM
termeye, dýþarýdan þehre gelenlere karþý
kötü davranmaya baþladýlar. Rivayete göre
bu yüzden zemzem bir süre sonra çekildi
(Ýbn Hiþâm, I, 132). Cürhümlüler seylü’larim dolayýsýyla bölgeye gelen Huzâa ve
onlarý destekleyen Kinâneoðullarý’yla giriþtikleri mücadelede yenilgiye uðradýlar. Bunun üzerine Hacerülesved’i yerinden söküp bir yere gömdükten sonra içine kýymetli eþyalar atýlan Zemzem Kuyusu’nu
kapatýp yerini belirsiz duruma getirdiler
ve ardýndan Yemen tarafýna gittiler. Asýrlarca üzerinden sel sularýnýn geçtiði kuyu
tamamen kapandý (Ezraký, II, 41; Harbî,
s. 484-485). Daha sonra Zemzem Kuyusu, Hz. Peygamber’in dedesi Abdülmuttalib tarafýndan yeniden ortaya çýkarýldý.
Rivayete göre Abdülmuttalib’e rüyasýnda
Mescid-i Harâm’da karýnca yuvasýnýn yakýnýnda bulunan Zemzem Kuyusu’nu kazmasý emredilmiþ, Mekkeliler’in o zaman
kurban mahalli olarak kullandýklarý Ýsâf ve
Nâile putlarý arasýndaki bu yeri kazmaya
baþladýðýnda putlarýna bir zarar gelir endiþesiyle Kureyþliler’den tepki görmüþ, baskýlara raðmen Abdülmuttalib’in kararlý tutumu üzerine Kureyþliler direnmekten vazgeçmiþtir (Ýbn Ýshak, s. 3-5). Abdülmuttalib, hayatta bulunan tek oðlu Hâris’in yardýmýyla Zemzem Kuyusu’nu meydana çýkardý. Kuyunun çevresini onarmasý sýrasýnda Kureyþliler kendisini rencide ettiler. Savunmasýz kalan Abdülmuttalib on erkek
çocuðu dünyaya geldiði takdirde birini kurban etmeyi adadý. Arzusu gerçekleþince
oðullarý arasýnda çektiði kura Abdullah’a
çýktý, onun yerine 100 deve kurban ederek adaðýný yerine getirdi. Kuyunun ortaya
çýkarýlmasýndan sonra uhdesindeki sikaye
ve rifâde görevlerine Zemzem Kuyusu’nun
bakýmý iþi de eklenince Abdülmuttalib’in
toplumdaki itibarý daha da arttý.
Kuyu açýlýrken içerisinden iki adet heykelin yanýnda silâh, kýlýç, zýrh ve çeþitli süs
eþyasýyla üzerinde Arapça ibareler bulunan bazý taþlarýn çýkmasý bu eþyalarýn kuyuya adak olarak atýldýðýný göstermektedir (a.g.e., s. 4; Fâkihî, II, 12, 15). Çýkan
eþyada Kureyþliler’in hak iddia etmeleri
üzerine bunlarý fal oku çekmek suretiyle
bölüþtüren Abdülmuttalib kendi payýna
düþen kýymetli eþyalarý Kâbe’ye ayýrdý ve
baþta kapýsý olmak üzere Kâbe’de ilk süslemeyi o gerçekleþtirdi. Ayrýca Zemzem
Kuyusu’na biri su dökünmek, diðeri içmek
için iki havuz yaptýrdý. Bu havuzlar bazý Kureyþli gençler tarafýndan geceleri bozuluyor, ertesi gün Abdülmuttalib, oðullarýyla
birlikte bunlarý onarýyordu. Zemzem Mekke’de çýkan çeþitli sulara göre daha bol,
daha temiz ve lezzetli bir kaynaktý. Kâbe’yi ziyarete gelenler zemzemden faydalanýyor ve memleketlerine de götürüyorlardý. Ýslâm öncesinde yýlda bir defa Zemzem Kuyusu’nun etrafýnda tören düzenlenir, böylece suyun yýl boyunca eksilmeyeceðine inanýlýrdý. Mekkeliler’in inancýna
göre þâban ayýnýn ortalarýndaki bir gece
kuyunun su seviyesi yükselir, tadý çok güzel olurdu; bu gecede herkesin katýldýðý törenler yapýlýrdý (Ýbn Cübeyr, s. 103-104).
Çocukluk ve gençlik yýllarýnda sikaye görevini yerine getiren amcasý Ebû Tâlib’e
kuyunun bakýmý sýrasýnda yardým eden
Hz. Muhammed’in hayatýnda zemzemin
çok özel bir yeri vardýr. Onun dört beþ yaþlarýnda sütannesinin yanýnda iken, on yaþlarýnda bulunurken, kendisine ilk vahiy geldiðinde Hira’da ve Mi‘rac gecesinde olmak üzere dört defa göðsünün yarýlarak
kalbinin çýkarýlýp zemzemle yýkandýðý rivayet edilir (Þâmî, II, 82-86). Ýnþirâh sûresinin, “Biz senin göðsünü açýp geniþletmedik mi?” meâlindeki ilk âyeti, Hz. Muhammed’in çýkarýlan kalbinin zemzemle yýkandýktan sonra ilim ve hikmetle doldurulup
tekrar yerine konulduðu þeklinde yorumlanmýþtýr (Buhârî, “Tevhîd”, 37, “Menâkýbü’l-ensâr”, 42; Müslim, “Îmân”, 261-263).
Resûl-i Ekrem, Ebû Tâlib’den diðer amcasý Abbas’a intikal eden zemzemle ilgili görevi (sikaye) Mekke fethinin ardýndan tekrar Abbasoðullarý’na verdi. Fetih günü Kâbe putlardan temizlenince Hz. Peygamber ve beraberindekiler Zemzem Kuyusu’ndan kovalarla su çekerek Kâbe’nin içini ve dýþýný yýkadýlar. Daha sonra da Kâbe’nin yýlda bir veya iki defa zemzemle yýkanmasý âdet oldu (Ýbn Cübeyr, s. 108).
Mekke fethinde Mescid-i Harâm’da devesinin üzerinde iken kendisine getirilen
zemzemi içen Resûlullah, Vedâ haccýnda
ve umreleri sýrasýnda Kâbe’yi tavaf ettikten sonra Makam-ý Ýbrâhim’in arkasýnda
iki rek‘at tavaf namazý kýlar ve Zemzem
Kuyusu’na giderek zemzem içerdi. Onun
bu uygulamasý sebebiyle hac ve umrede
tavafýn ardýndan kýlýnan namazdan sonra
kuyunun baþýna gidip su içmek, mümkünse üzerine dökmek veya serpmek, hac
günlerinde Mina’ya gitmeden önce bunu
tekrarlamak bir gelenek halini almýþtýr.
Tavafýn ardýndan içilen zemzem ve yapýlan sa‘y, Allah’ýn yardýmýyla Hâcer’in su arayýþýný ve anne sevgisini simgeler.
Zemzem tarih boyunca Kâbe’yi ziyaret
edenlerin su ihtiyacýný karþýlamýþtýr. Zemzemin susuzluðun yaný sýra yemek ihtiyacýný da giderdiðine dair Ýslâm öncesine ve
sonrasýna ait çok sayýda örnek vardýr. Hz.
Peygamber’in dadýsý Ümmü Eymen onun
sabahleyin zemzem içerek güne baþladýðýný, bazan gün boyunca yemek yemediðini söyler (Ýbn Sa‘d, I, 133). Ebû Tâlib’in
kýzý Ümmü Hânî’nin evinde içine zemzem
konan kova “aç doyuran” diye meþhur olmuþtur (Fâkihî, II, 47). Mekke’de zemzem
dýþýnda hiçbir su kaynaðý halktan ilgi görmüyordu. Emevîler’in Mekke valisi Hâlid b.
Abdullah el-Kasrî’nin Zemzem Kuyusu’nun
yanýna yaptýrdýðý çeþme de raðbet görmemiþ ve Abbâsîler’in ilk Mekke valisi Dâvûd
b. Ali tarafýndan yýktýrýlmýþtýr (Ezraký, II,
108; Fâkihî, III, 150).
Zemzem Kuyusu birincisi aðýzdan itibaren 12,80 m., ikincisi kayalar içine oyulmuþ haliyle 17,20 m. uzunluðunda iki bölümden meydana gelir, derinliði de 30 metredir. IX. yüzyýldan itibaren bilinen kayýtlara göre 1,5 ile 2,5 m. arasýnda deðiþen
kuyunun çapý, örülmemiþ ve kaya içinde
kazýlmýþ olan yerinde bir insanýn içine gi-
Zemzemin
daðýtýldýðý
sebili gösteren
eski bir fotoðraf
243
ZEMZEM
rip çalýþmasýna yetecek geniþliktedir. Zemzemin biri Hacerülesved, diðeri Ebûkubeys
daðý ve Safâ tepesi, bir diðeri Merve tepesi hizasýndan 13 m. aþaðýdan çýkýp kuyuyu besleyen üç kaynaðý vardýr. Hacerülesved’in karþýsýnda bulunan, aðzý 45 cm.
uzunluðunda ve 30 cm. yükseklikteki kaynak zemzemin ana kaynaðýdýr. Zemzemin
kutsiyetiyle ilgili haberlerde de Hacerülesved tarafýndaki kaynak öne çýkarýlmaktadýr (Kurtubî, IX, 370). Muhtemelen 1027
(1618) yýlýndaki çalýþmalar, Ebûkubeys daðý ile Safâ tepesi tarafýndaki kaynaklarý iþlevsiz hale getirmiþ ve bunlardan sayýlarý
yirmi bire kadar ulaþan küçük çatlaklardan su sýzmaya baþlamýþtýr (Ali b. Tâceddin es-Sincârî, III, 565). Zemzemin su seviyesi mevsimlere, hatta günlere göre deðiþiklik arzeder. Abbâsî döneminden itibaren su seviyesini yükseltmek için en çok
kullanýlan yöntem kuyunun tabanýný geniþletmek olmuþtur. 223 (838) ve 224 yýllarýnda kuyudaki su miktarýnýn çok azaldýðýna bizzat þahit olan Ezraký kuyunun tabanýný geniþleterek suyun arttýrýlmasýna
çalýþýldýðýný ve 225’te (840) yaðan yaðmurlarla, gelen sellerle tekrar eski seviyesine
çýktýðýný kaydeder (AÅbâru Mekke, II, 61).
1068 yýlý Zilkade’sinde de (Aðustos 1658)
benzer bir durum ortaya çýkmýþ, su seviyesi ciddi oranda azalarak Zilhicce (Eylül)
ayýnda en düþük seviyeye inmiþtir (Abdullah b. Muhammed el-Gazî el-Mekkî el-Hanefî, I, 603).
Abdülmuttalib devrinden itibaren zemzem bazan hurma veya kuru üzümle tatlandýrýlarak içiliyordu. Abdülmuttalib develerini saðar ve sütlerini balla karýþtýrýp
zemzemle beraber hacýlara daðýtýrdý (Ezraký, I, 114). Evliya Çelebi, dünya sularý lezzetini taþýmayan ve biraz tuzlu olan zemzemin gün içinde bile farklý özellikler gösterdiðini ve sabahtan itibaren yatsýya kadar gül, menekþe, yasemin gibi çiçeklerin
yanýnda saf süt kokusu hissedildiðini kaydeder (Seyahatnâme, IX, 386). Eyüp Sabri Paþa, zemzem binasýnýn açýlmasýndan
sonra ilk alýnan suyun çok güzel olduðunu
söyler ve bunu su kaymaðý diye niteler
(Mir’âtü’l-Haremeyn, I, 976-978). XIX. yüzyýlýn ikinci yarýsýndan itibaren baþta Ýngilizler olmak üzere bazý Batýlý devletler, Osmanlý Devleti’nin Mekke’deki etkinliðini
azaltmak ve hac ziyaretini engellemek kastýyla sözde tahliller yaptýrarak zemzemin
koleranýn ana maddesini teþkil ettiðini ileri sürmüþlerse de Osmanlý Devleti zemzemi tahlil ettirip bu iddialarýn asýlsýzlýðýný ortaya koymuþ ve bu husus Batýlý sey244
yahlar tarafýndan da doðrulanmýþtýr (Sarýyýldýz, s. 296-300).
Sahâbî Ebû Râfi`‘in kuyunun yanýna aðaçtan oyduðu su taslarý zemzemin bilinen en
eski su kaplarýdýr. Zamanla zemzem taþýmak ve ikram etmek üzere çeþitli eþyalar
imal edildi. Topkapý Sarayý Müzesi’nde sergilenen, kýymetli taþlarla süslü altýn zemzem ibrikleri bunlarýn en geliþmiþ örnekleri arasýnda sayýlabilir. Mekke’de, zemzem
koymaya mahsus sýrça kap veya þiþeye
“zevrak” denir, Osmanlý döneminde hacýlara zemzem daðýtan görevlilere yollanan
hediyeleri bildiren mektuba da zevrak adý
verilirdi. Hz. Peygamber zamanýndan itibaren, Abdülmuttalib’in yaptýrmýþ olduðu
iki havuzdan Hacerülesved’in önündeki içmek, kuyunun arka tarafýndaki ise abdest
almak için kullanýlýrdý (Ezraký, II, 59). Üzerinde herhangi bir korunak bulunmayan
kuyudan çýkrýk veya makara ile çýkarýlan
zemzem kovalarla bu iki havuza dökülürdü. Velîd b. Abdülmelik zamanýnda Mekke valisi olan Hâlid b. Abdullah el-Kasrî,
Hacerülesved’in karþýsýna bir direk diktirerek üzerine koydurduðu kandillerle hac aylarýnda tavaf edenlerin çevrelerini ve kuyuyu aydýnlattý (Fâkihî, II, 245). Yine bu dönemde, Mekke’nin fethinden sonra sadece zemzemle ilgili iþlere bakan sikaye görevlisi için kuyunun yakýnýnda özel bir yer
inþa edildi.
Abbâsî Halifesi Ebû Ca‘fer el-Mansûr döneminde zemzem iþlerine bakanlardan birinin kuyuya düþmesi üzerine etrafý taþtan örülmüþ kýsa bir duvarla çevrili olan
Zemzem Kuyusu’na ilk ýzgara yapýldý ve
çevresine mermer döþendi. Izgara sayýsýný ikiye çýkaran Mehdî-Billâh, Hâcer’in Ýsmâil’i yanýna býraktýðý aðacý merkeze alýp
basit bir çardakla kapatýlan kuyunun üzerine bir kubbe yaptýrdý. 220’de (835) Mu‘tasým-Billâh bu kubbeyi kaldýrarak, sac
aðacýndan iç kýsmý altýnla kaplanan ve dönemin en güzel süslemelerini içeren bir
tavanýn yer aldýðý büyük kubbeli hale getirdi. Tavanýn saçaklarýna hac zamanlarýnda Zemzem Kuyusu’nu aydýnlatacak kandiller koydurdu ve havuzlarýn bulunduðu
yerin tavanýný mozaikle kaplattý. Abbâsîler zemzem binasýnýn görünmesine özel
önem veriyorlardý. Onlarýn baþlattýðý bu
çalýþmalar daha sonra da sürdürüldü. Osmanlýlar’a kadar zemzem binasýnda bazý
tamirat ve tâdilât yapýldý. Osmanlý devrinde, gerek yerli halkýn gerekse hac mevsimlerinde hacýlarýn zemzemden rahatça
faydalanmalarý için çeþitli tedbirler alýndý. 933’te (1527) baþlayan zemzem binasýný yenileme faaliyetleri 948 (1541) yýlýnda
Emîr Hoþgeldi tarafýndan tamamlandý. Kuyunun üzerine bir saçak, onun üzerine de
kurþunla kaplanmýþ bir kubbe inþa edildi;
ahþap tavan süslemeleri ve zemin mermerleri yenilendi. 1021’de (1612) Sultan
I. Ahmed kuyunun giriþ kýsmýna demir bir
kafes koydurarak daha emniyetli hale getirdi. Kuyunun demir aðýzlýðý üzerine çýkan
dört kiþi, buradaki demir kafeslere dayanýp demir makaralar ve demir çatal kovalarla devamlý su çekerlerdi. Evliya Çelebi,
su çekmede elleri ayaklarý kýnalý Araplar’dan kýrk kiþinin dörder kiþilik gruplar halinde nöbetleþe görev yaptýðýný kaydeder
(Seyahatnâme, IX, 386). Sultan I. Abdülhamid zamanýnda zemzem binasý yenilendi, zemzemle ilgili hadisler binanýn çeþitli yerlerine yazýldý. Kitâbesinde, I. Abdülhamid’in bu iþi gerçekleþtirmekten duyduðu sevinç ve kuyunun Ýsmâil ile annesi
Hâcer’in zamanýndaki özelliklerinin aynen
korunduðu vurgulanmaktadýr.
Sikaye görevlisi tek baþýna hacýlarýn ihtiyacýný karþýlayamaz duruma gelince Mescid-i Harâm’ýn çeþitli yerlerinde sakalar görevlendirildi. Osmanlý döneminde Ýslâm ülkelerinin her vilâyetinden gelen hacýlar için
bir saka görevlendirildi. Bunlarýn baþkanlýðý da genellikle Âl-i Zübeyr’den bir kiþiye
veriliyordu. Zemzem üzeri açýk olan havuzlarda depolanýr, hacýlar buradaki musluklardan zemzem içerlerdi. Osmanlý Devleti’nin sonlarýna doðru iki kapalý depo yapýldý ve su çekmek için pompa yerleþtirildi. Ta‘mîrât-ý âliye müdürlüðü göreviyle Hicaz’a gönderilen Hezarfen Edhem Efendi’nin, ziyaretçilerin içine düþmesini önlemek maksadýyla Zemzem Kuyusu’nun üstünü kafes þeklinde yekpâre kurþun dökerek kapatmasý Osmanlýlar’ýn kuyuyla ilgili son icraatý olmalýdýr. Mekke’nin idaresi
Suûdî ailesine geçtikten sonra, zemzem
binasý izdihama yol açtýðýndan Mescid-i
Harâm’ýn geniþletilmesi esnasýnda ortadan
kaldýrýlýp suyun akýtýldýðý sebil önce Mescid-i Harâm’ýn altýndaki kýsma alýndý, merdivenlerle aþaðýya açýlan giriþi de revaklarýn önüne doðru çekildi. Bunun tavafý engellemesi üzerine giriþ tamamen kapatýlarak Mescid-i Harâm’ýn çeþitli yerlerine konulan soðutma özelliðine sahip sebillerle
zemzem daðýtýmý yoluna gidildi. Zemzemî
denilen görevlilerin sayýsý arttýrýlýp Mekke,
Mina ve Arafat’ta hacýlara düzenli biçimde zemzem daðýtýlmaya ve ziyaretçilerin
zemzem binasýna gelmeden ihtiyaçlarý karþýlanmaya çalýþýldý.
Hz. Ýbrâhim ve Ýsmâil’in uyguladýðý gelenekleri düzenleyen Hz. Peygamber ashabýna bol bol zemzem içmelerini ve mem-
ZEMZEM
leketlerine götürmelerini tavsiye etmiþ,
bizzat kendisi de Mekke’den Medine’ye sýk
sýk zemzem getirtmiþtir (Tirmizî, “Hac”,
112; Fâkihî, II, 48-51). Bazý Mekkeliler þehir dýþýna giderken beraberlerinde zemzem götürürlerdi. Taþ, toprak ve topraktan yapýlan nesnelerin Harem sýnýrlarý dýþýna çýkarýlmasý konusunda âlimler arasýnda farklý görüþler bulunsa da zemzem
suyunun dýþarýya çýkarýlmasý ittifakla câizdir. Zaruret olmadýkça zemzemin temizlik için kullanýlmasý uygun görülmemiþtir.
Resûl-i Ekrem’in uygulama ve tavsiyeleri doðrultusunda tarih ve edebiyat kitaplarý ile diðer bazý kaynaklarda zemzemin
faziletine dair rivayetler bir araya getirilmiþ, hadis kitaplarýnda bununla ilgili özel
bölümler açýlmýþtýr. Hz. Peygamber, “Bizimle münafýklar arasýndaki alâmet bizim
zemzemi bol bol içmemizdir; çünkü onlar
asla zemzemi bolca içemezler” þeklindeki sözleriyle (Abdürrezzâk es-San‘ânî, V,
112-113; Müsned, III, 394; Ýbn Mâce, “Menâsik”, 78) zemzemden bolca içilmesini
iman alâmeti ve nifaktan uzak olma iþareti olarak nitelendirmiþtir. Zemzem, kýbleye dönülerek besmele okunduktan sonra sað elle ve üç nefeste gözü sudan ayýrmadan, “Allahým! Senden faydalý ilim, geniþ rýzýk ve her türlü hastalýktan þifa diliyorum” duasýyla içilmeli ve Allah’a hamdedilmelidir. Yaygýn olan görüþ diðer içeceklerin aksine zemzemin ayakta içilmesi yolundadýr. “Zemzem hangi niyetle ve ne
maksatla içilirse ona þifa olur” (Müsned,
III, 357; Ýbn Mâce, “Menâsik”, 78); “Hatalarý döken zemzeme bakmak ibadettendir” (Müsned, II, 41) gibi hadislerin yanýnda onun çeþitli hastalýklara þifa verici özellik taþýdýðýna dair çok sayýda rivayet nakledilmiþtir (a.g.e., II, 24 vd.). Ortaçað’da
týpla ilgili olarak ve özellikle týbb-ý nebevî
konusunda kaleme alýnan eserlerde zemzeme mutlaka yer verilmiþtir.
Zemzem suyu Ýslâm medeniyetinin bütün coðrafyalarýnda apayrý bir öneme sahip olmuþtur. Hz. Peygamber’in, torunlarý Hasan ile Hüseyin’in dünyaya geliþlerinde damaklarýný zemzemle açmasý (a.g.e.,
II, 51) sonraki dönemlerde sürdürülen bir
âdet haline gelmiþtir. Ýlk defa Hz. Ebû Bekir’in kýzý Esmâ’nýn, oðlu Abdullah b. Zübeyr’in cenazesini zemzemle yýkadýðýný kaydeden Fâkihî, Mekke’de bu uygulamanýn
son suyun mutlaka zemzem olmasý biçiminde yaygýnlaþtýðýný kaydeder (a.g.e., II,
47-48). Ayný uygulama, Mekke dýþýndaki
yerlerde kefenlerin üzerine zemzem serpilmesi þeklinde görülmektedir. Dâniþmend
Gazi’nin Türkmenler’e, Malazgirt Savaþý’na hazýrlýk yapýlýrken elbiselerini temizleyerek zemzemle yýkanmýþ kefenlerini hazýrlamalarýný tavsiye etmesi gibi (DÝA, VIII,
468), insanlarýn kefenlerini hacca götürüp
zemzemle yýkamalarý veya zemzemle yýkadýklarý ihramlarýný kefen olarak kullanmalarý, ramazan ayýnda orucun eðer varsa zemzemle açýlmasý, ölüm döþeðindeki
hastanýn aðzýna zemzem damlatýlýp kelime-i þehâdetin telkin edilmesi gelenek halini almýþtýr. Osmanlý döneminde mahmil
veya surre-i hümâyun vasýtasýyla Hicaz’a
gönderilen ferâþet çantalarýna dönüþte konulan þeyler arasýnda zemzem de olurdu.
Mekke þerifinin padiþaha yolladýðý hediyelerin baþýnda içinde zemzem bulunan murassa‘ bir ibrik ve leðen gelirdi. Ayasofya
inþa edilirken kubbesi tutturulamayýnca
abdal kýlýðýna giren Hýzýr’ýn yol gösterdiði rahiplerin Mekke topraðý ve zemzemle
yaptýklarý harçla kubbeyi tutturmalarý rivayetinde olduðu gibi (Ünver, I/1 [1949], s.
9-10) zemzem halk edebiyatýnda da sýkça
yer almýþtýr. Mukaddes emanetlerin ziyarete açýlmasý esnasýnda yapýlan sembolik
törenlerde su olarak zemzem kullanýlmasý âdettir.
Türk kültüründe Hacýbektaþ’ta görüldüðü üzere bazý çeþmelerin suyunun diðerlerinden farklý olduðuna inanýldýðý için bunlara zemzem adý verilmiþtir. Ayrýca suyun
bir farklýlýðý söz konusu edildiðinde zemzeme benzetilirdi. Bu sebeple baþta Ýstanbul olmak üzere Osmanlý döneminde yapýlan çeþmelerin kitâbelerinde zemzem suyu veya kuyusu sýkça yer alýr. Hz. Peygamber’in bir niyetle içilmesini tavsiye etmesi zemzemin sadece susuzluðu gidermek
amacýyla deðil ayný zamanda bir ibadet þuuru içinde içilmesini saðlamýþ, hem mad-
Zemzem sürahileri (TSM, Envanter, nr. 21/763)
dî hem mânevî arýnmaya vesile sayýlmýþtýr. “Hayýrlý insanlarýn içeceðinden için, seçkinlerin namazgâhýnda namaz kýlýn” diyen
Ýbn Abbas’a bu sözlerin ne anlama geldiði
sorulunca, “Hayýrlýlarýn içeceði zemzem,
seçkinlerin namazgâhý da altýn oluðun altýdýr” cevabýný vermiþtir (Ezraký, I, 318; II,
53). Ýslâm âlimleri Mekke’de zemzemden
içerken ilimlerinin artmasý için temennide bulunur ve zemzemin mânevî yönüne dikkat çekerlerdi. Bu çerçevede zemzem içme âdâbý ve erkânýna dair kitap
ve risâleler kaleme alýnmýþtýr. Sebteli muhaddis ve seyyah Ebü’l-Kasým et-Tücîbî
(ö. 730/1329) zemzemin faziletiyle ilgili rivayetleri ayrýntýlarýyla kaydetmiþtir. Hacda zemzem içerken Zehebî derecesinde
hadis hâfýzý olmak için dua ettiði söylenen Ýbn Hacer el-Askalânî Mâßü zemzem
limâ þüribe leh adlý bir eser kaleme almýþtýr (bu eser Sâid Bekdâþ tarafýndan
Fa²lü mâßi zemzem isimli kitabýn ekinde
yayýmlanmýþtýr, Mekke 1413/1993, s. 167195). Bursa Gazzî Dergâhý’nýn kurucusu
Gazzî Ahmed Efendi’nin Ý‘lâmü’l-mültezem bi-fazîleti zemzem adlý eseri (Süleymaniye Ktp., Lâleli, nr. 399) bu alanda
yazýlmýþ Türkçe risâlelere bir örnektir. Nâbî’nin 1089’daki (1678-79) hac ziyaretinin
ardýndan yazdýðý Tuhfetü’l-Haremeyn’in
“Zikr-i Evsâf-ý Kâ‘be-i Ulyâ” baþlýklý bölümünde zemzem hakkýnda bilgi verilmiþtir.
Arap ve Türk edebiyatlarýnda bu türden
çok sayýda örnek vardýr. Hacýlarý uðurlama ve karþýlama törenleri için bestelenen
ilâhiler arasýnda zemzem ilâhileri de yer
alýr. Zemzem günümüzde modern teknolojilerle çýkarýlmakta ve ultraviyole ýþýnlarýyla dezenfekte edildikten sonra içime sunulmaktadýr.
BÝBLÝYOGRAFYA :
Lisânü’l-£Arab, “zmm” md.; M. Hüseyn-i Tebrîzî, Burhân-ý Katý (trc. Mütercim Âsým Efendi,
haz. Mürsel Öztürk – Derya Örs), Ankara 2000, s.
835; Tâcü’l-£arûs, “zmm”, “hzm” md.leri; Kåmus Tercümesi, IV, 329; Müsned, I, 75-76, 214,
253, 291, 347, 372; III, 357, 394; IV, 207; V, 121,
174; Ýbn Ýshak, es-Sîre, s. 3-7; Abdürrezzâk esSan‘ânî, el-Mu½annef (nþr. Habîbürrahman el-A‘zamî), Beyrut 1403/1983, V, 106-119, 314-317; Ýbn
Hiþâm, es-Sîre (nþr. Ömer Abdüsselâm Tedmürî),
Kahire 1987, I, 129-132, 163-169; Ýbn Sa‘d, e¹ªabašåt (nþr. M. Abdülkadir Atâ), Beyrut 1410/
1990, I, 67, 120, 133, 166; IV, 18; Ezraký, AÅbâru Mekke (Melhas), I, 114, 318; II, 39-62, 108;
Fâkihî, AÅbâru Mekke (nþr. Abdülmelik b. Abdullah b. Dehîþ), Mekke 1407/1986-87, II, 5-86, 245;
III, 150; V, 122; Belâzürî, Ensâb (Zekkâr), I, 8687; XI, 150; Harbî, el-Menâsik ve emâkinü ¹uruši’l-¼ac ve me£âlimü’l-Cezîre (nþr. Hamed el-Câsir), Riyad 1401/1981, s. 484-485; Taberî, TârîÅ
(Ebü’l-Fazl), I, 252-256; II, 284-285; VI, 440; Ýbn
Abdürabbih, el-£Ýšdü’l-ferîd (nþr. Abdülmecîd et-
245
ZEMZEM
Terhînî – Müfîd M. Kumeyha), Beyrut 1407/1987,
VII, 286; Mes‘ûdî, Mürûcü’×-×eheb (Abdülhamîd),
I, 242; II, 127; Mutahhar b. Tâhir el-Makdisî, elBedß ve’t-târîÅ (nþr. Halîl Ýmrân el-Mansûr), Beyrut 1417/1997, I, 240; II, 34; Bekrî, Mu£cem, III,
701; Ýbn Cübeyr, er-Ri¼le, Beyrut, ts. (Dârü’þ-þarki’l-Arabî), s. 71, 76, 84, 86, 98-101, 103-104,
108, 110, 118; Yâkut, Mu£cemü’l-büldân, III, 148149, 347; Kurtubî, el-Câmi £, II, 128; III, 256; IX,
368-370; XVIII, 222; Tücîbî, Müstefâdü’r-ri¼le
ve’l-i³tirâb (nþr. Abdülhafîz Mansûr), [baský yeri
ve tarihi yok] (ed-Dârü’l-Arabiyye), s. 302-324;
Ebü’l-Fidâ Ýbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-nihâye (nþr.
Ali Abdüssâtir v.dðr.), Kahire 1408/1988, II, 34;
V, 164; Takýyyüddin el-Fâsî, Þifâßü’l-³arâm (nþr.
Ömer Abdüsselâm Tedmürî), Beyrut 1405/1985,
I, 397-416; II, 400; Þemseddin es-Sehâvî, el-Cevâhir ve’d-dürer fî tercemeti þeyÅi’l-Ýslâm Ýbn
¥acer el-£Asšalânî (nþr. Hâmid Abdülmecîd –
Tâhâ ez-Zeynî), Kahire 1406/1986, I, 106, 109,
319; Þâmî, Sübülü’l-hüdâ, I, 210-224; II, 82-86,
96, 202; V, 359; Cârullah Ýbn Zahîre, el-Câmi £u’lla¹îf fî fa²li Mekke ve ehlihâ ve binâßi’l-Beyti’þþerîf (nþr. Ali Ömer), Kahire 1423/2003, s. 191192, 238-243; Nehrevâlî, el-Ý £lâm bi-a£lâmi Beytillâhi’l-¼arâm (nþr. Ali Muhammed Ömer), Kahire 1425/2004, s. 169; Evliya Çelebi, Seyahatnâme (Daðlý), IX, 386-388; Ali b. Tâceddin es-Sincârî, Menâßi¼u’l-kerem fî aÅbâri Mekke ve’l-Beyt
ve vülâti’l-¥arem (nþr. Cemîl Abdullah M. el-Mýsrî v.dðr.), Mekke 1419/1998, I, 281, 402; II, 90; III,
565; IV, 225-226; Ahmed b. Ali eþ-Þâfiî, Ý £lâmü’lmültezem bi-fa²îleti zemzem (nþr. Remzî Sa‘deddin Dýmaþkýyye, Lišåßü’l-£aþri’l-evâÅir bi’l-Mescidi’l-¥arâm içinde), Beyrut 1422/2001, cüz 25,
s. 1-44; Muhammed b. Ahmed es-Sabbâð, Ta¼½îlü’l-merâm (nþr. Abdülmelik b. Abdullah b. Dehîþ), Mekke 1424/2004, tür.yer.; Abdullah b. Muhammed el-Gazî el-Mekkî el-Hanefî, Ýfâdetü’l-enâm
(nþr. Abdülmelik b. Abdullah b. Dehîþ), Mekke
1430/2009, I, 601-603; Mir’âtü’l-Haremeyn, I,
975-978; Ýbrâhim Rifat Paþa, Mirßâtü’l-¥aremeyn,
[baský yeri ve tarihi yok], I, 255-259; Hüseyin Abdullah Bâselâme, TârîÅu £imâreti’l-Mescidi’l-¥arâm, Cidde 1400/1980, s. 299-305; Cevâd Ali, elMufa½½al fî târîÅi’l-£Arab šable’l-Ýslâm, Beyrut
1980, IV, 16, 77-78; V, 315; VI, 396, 439; Sâid
Bekdâþ, Fa²lü mâßi zemzem, Mekke 1413/1993;
a.mlf., Kâbe Altýndaki Cennet Irmaðý (trc. Hamza Tekin), Ýstanbul 1998; Gülden Sarýyýldýz, “XIX.
Yüzyýlda Hicaz’da Kolera ve Zemzem Suyu”, III.
Týp Tarihi Kongresi: Ýstanbul 20-23 Eylül 1993:
Kongreye Sunulan Bildiriler, Ankara 1999, s.
295-300; Mustafa S. Küçükaþcý, Câhiliye’den
Emevîler’in Sonuna Kadar Haremeyn, Ýstanbul
2003, s. 81-84, 87; a.mlf., Abbasiler’den Osmanlýlar’a Mekke-Medine Tarihi, Ýstanbul 2007, s.
38-39, 51-52, 113, 174, 182, 201, 247; Zekai Þen,
Manevi ve Bilimsel Açýdan Zemzem Suyu, Cidde 2006, s. 57, 71-73; A. Süheyl Ünver, “Ayasofya Türk Efsaneleri Hakkýnda”, TFA, I/1 (1949),
s. 9-10; Abdülkerim Özaydýn, “Zemzem”, ÝA, XIII,
519-520; a.mlf., “Dâniþmend Gazi”, DÝA, VIII,
468; Jacqueline Chabbi, “Zamzam”, EI 2 (Ýng.), XI,
440-442.
ÿMustafa Sabri Küçükaþcý
–
—
ZENÂDIKA
˜
246
(bk. ZINDIK).
™
–
—
ZENÂTE
( ) ز
˜
Berberîler’in
büyük kollarýndan biri.
™
Maðrib-i Evsat’tan çýkýp Maðrib’in her
tarafýna yayýlan Zenâte kaynaklarda bölgenin ikinci büyük kabilesi olarak zikredilir (birincisi Sanhâce) ve yaygýn rivayete
göre Levâte, Hevvâre, Nefûse gibi Butr
kolundandýr. Ýbnü’l-Esîr ve diðer bazý tarihçiler Zenâteliler’in bölgeye Filistin’den
geldiðini ileri sürerler. Sanhâceliler yerleþik hayat sürerken Zenâteliler daha ziyade göçebe halde yaþýyorlardý. En önemli
merkezleri Tilimsân’dýr. Zenâte kabileleri
özellikle güneye, bozkýra ve çöllere doðru
çok geniþ bir alana yayýlmýþlardý. Zenâte’nin önemli kollarý Cerâve, Ýfren, Miknâse,
Ya‘lâv, Hazer, Maðrâve, Vemânü, Hazrûn,
Ýlüm ve Vâsin’dir. Zenâte Berberîleri, Ýslâm
fetihleri sýrasýnda Bizans’ýn yanýnda yer
alarak Emevîler’i durdurmaya çalýþtýlar.
Berberî Evrebe kabilesi lideri Küseyle’nin
çýkardýðý isyanýn bastýrýlmasýnýn ardýndan
Avrâs bölgesindeki Berberî kabileleri Zenâte’nin Cerâve kolunun lideri Kâhine’nin
etrafýnda toplandýlar. Hassân b. Nu‘mân
el-Gassânî kumandasýndaki Ýslâm ordusunu maðlûp eden ve bütün bölgeyi egemenliði altýna alan Kâhine, ancak Emevî
Halifesi Abdülmelik b. Mervân tarafýndan
gönderilen takviye kuvvetlerinin yardýmýyla ortadan kaldýrýlabildi. Kâhine’nin öldürülmesinden (82/701) bir süre sonra Benî
Ýfren dahil Berberîler’in tamamýna yakýný
Ýslâm’a girdi. Ancak Emevîler’in mevâlî politikasý Berberîler arasýnda Hâricîliðin yayýlmasýna ve yeni isyanlarýn çýkmasýna sebep oldu. 122’de (740) isyan ederek Tanca’yý ele geçiren Sufrî / Hâricî lideri Meysere el-Medgarî iç çekiþmeler dolayýsýyla öldürülünce isyancýlarýn baþýna Zenâte kabilesinden Hâlid b. Humeyd geçti. Hâricîler onun liderliðinde Emevî ordularýný aðýr
bir yenilgiye uðrattýlar (123/740) ve Fas’ta kontrolü ellerine geçirip bölgedeki þehirleri tahrip ederek yaðmaladýlar. Ýsyan
bütün Kuzey Afrika’da ve Endülüs’te yanký buldu.
Zenâteliler, Emevîler’in çöküþ yýllarýnda
büyük güç kazandýlar ve hâkimiyet alanlarýný Tunus’a kadar geniþlettiler. Zenâte’nin en kalabalýk kolu olan Ýfrenîler’den
Sufrî / Hâricî lideri Ebû Kurre, isyanýný Abbâsîler döneminde devam ettirerek Maðrib-i Evsat’ýn büyük kýsmýný hâkimiyeti altýna aldý ve Tilimsân’da kendini imam ilân
etti (148/765). Ýbâzî Hâricîler’le birlikte Abbâsîler’e karþý yürütülen büyük isyan hareketine katýldý. Berberî isyaný ancak 155
(772) yýlýnda bastýrýlabildi. Zenâte’nin kollarýndan Miknâse’ye baðlý Midrâsîler ayný yýl içinde Sicilmâse’ye hâkim oldular ve
hâkimiyetlerini 366 (976) yýlýnda Endülüs
Emevîleri tarafýndan ortadan kaldýrýlýncaya kadar devam ettirdiler.
Ýdrîsîler’in kurucusu I. Ýdrîs, Maðrâve’nin reisi Muhammed b. Hazer’in desteðiyle Tilimsân ve civarýný ele geçirip Zenâte
Berberîleri’ni itaat altýna aldý. 312 (924)
yýlýnda Mûsâ b. Ebü’l-Âfiye ez-Zenâtî tarafýndan iþgal edilen Fas, Ýdrîsîler’in idaresinden çýktý ve ertesi yýl Fâtýmîler’e baðlandý. Zenâte kabilesi, Fâtýmîler’in Ýdrîsîler’i Tilimsân’dan çýkarmasýnýn ardýndan
Benî Ýfren’in Varkû kolundan olan Ebû Yezîd en-Nükkârî’nin Tûzer’de Fâtýmîler’e karþý 332’de (943) baþlattýðý isyanla tekrar
tarih sahnesinde göründü. Tilimsân ve civarýnda yaþayan Ýfrenîler’in lideri Ya‘lâ b.
Muhammed 338 (949-50) yýlýnda Ýfkân þehrini kurdu ve emirliðini ilân edip hutbeyi
Endülüs Emevî halifesi adýna okuttu. III.
Abdurrahman da onu Cezayir ve Tilimsân
valiliðine tayin etti (344/955-56). Berberîler’le Endülüs Emevîleri arasýndaki yakýnlaþma Benî Ýfren ile diðer Zenâte kabilelerinin Endülüs’e göçlerini kolaylaþtýrdý. Ancak kýsa süre sonra bölge tekrar Fâtýmîler’in eline geçti ve karýþýklýklar ortaya çýktý. Bu esnada Hilâlî Araplarý’nýn bölgeyi istilâsý üzerine kýrsal kesimde oturan göçebe Zenâteliler, kendi arazilerini Araplar’a
býrakarak Cezayir’in Vehrân (Oran) bölgesindeki yüksek yaylaya göç etmek zorunda kaldýlar. Bir kýsmý da civardaki þehirlere yerleþti. Diðer taraftan 305 (917) yýlýnda Miknâse kabilesi, Tâze’den gelip adýný
bu kabileden alan Fas’ýn Miknâs þehrinin
bulunduðu bölgeye yerleþti. Yaklaþýk bir
asýr sonra kurulan Miknâs þehri Murâbýtlar’a itaat edinceye kadar (461/1069) bu
kabilenin egemenliðinde kaldý.
Endülüs Emevîleri’nin hâkimiyetini tanýyan Zenâte kabileleri Fâtýmîler’i destekleyen komþularý Sanhâceliler’le mücadeleye girdi. Bu yakýnlaþmada, Zenâteliler’in
Endülüs Emevîleri’nin kurucusu I. Abdurrahman ile annesi tarafýndan akraba olma ihtimalinin etkili olduðu ileri sürülmüþtür. Ýbn Ebû Âmir el-Mansûr döneminde (976-1002) pek çok Zenâteli Endülüs’e geçti ve hilâfet ordusuna katýldý.
Âmirîler’in ordusuna katýlmak için Endülüs’e gelen Zenâte kollarýndan biri de Benî
Hazrûn’dur. Mülûkü’t-tavâiften olan Benî
Hazrûn 1012-1066 yýllarýnda Endülüs’te Er-