12 Mart Askeri Muhtırası
Yrd. Doç. Dr. Şerif Demir
ŞEHİR İRFAN
ve
2016-2
128 129
“Üniversiteler eğitim kurumları olmaktan
çıkmıştı, öğrenciler sokaklarda eylem
yapıyor, banka soyuyor ve Amerikan
varlıklarına saldırılar düzenliyordu.”
27 Mayıs Sonrası
Kurulan Yeni Düzen
n yıllık Demokrat Parti
iktidarının sona erdiği Ankara
Radyosu’nda saat 05.25’te
okunan Türk Silahlı Kuvvetler
Bildirisiyle ilan edildi. Bildiride
darbenin amacı olarak ülkenin birikmiş
öncelikli sorunları, “kardeş kavgasını önlenmesi, ulusal birliği korumak ve demokratik
düzenin yeniden kurulması” gibi problemlerin çözülmesi gösteriliyordu. Türkiye’de yeni
bir dönem başlıyordu. Fakat bu dönemin
ülkeye ne getirip ne götüreceği hakkında
kimsenin bir fikri yoktu. Darbe sonrasında
TBMM tarafından seçilmiş Cumhurbaşkanı,
Başbakan ve Bakanlar Kurulunun görevine
zorla son verildi. Darbede fiili rol oynayan
subaylardan oluşan Milli Birlik Komitesi
ülke yönetimini ele geçirdi. Darbe liderliğine
Org. Gn. Cemal Gürsel getirildi. MBK’nin
önceden hazırlanmış, bütün sorunları
çözecek bir eylem planı yoktu.
Askerler, İstanbul Üniversitesinden Ankara’ya getirilen DP muhalifi akademisyenler tarafından hazırlanan ve darbeyi haklı gösteren bir raporla kendi yönetimlerini meşrulaştırmaya çalıştılar. MBK’ye tanınan
geniş yetkiler, 14 Haziran’da Resmi Gazetede yayınlanan geçici anayasayla hukuki bir çerçeve içerisine
alındı .
DP döneminin muhalefetini tatmin edecek daimi bir
anayasanın hazırlanması için çalışmalar başlatıldı.
Bu amaçla “Kurucu Meclis” ve “Temsilciler Meclisi”
gibi yeni kurumlar, “Bilim Heyeti” ve “Anayasa Komisyonu” gibi farklı komisyonlar oluşturuldu.
1961’de bütün çaba ve gayretler neticesinde 1961
Anayasası halkın %61,5 kabul oyunu alarak
yürürlüğe girdi. Böylece 1924 Anayasası tamamen
kaldırılmış oldu.
Yeni anayasanın bir önceki anayasaya göre daha
demokratik ve daha özgürlükçü olduğu iddiası sıklıkla tekrarlanmaktadır. Fakat anayasanın hazırlanma
şekli hiç de demokratik olmadı. Anayasa hazırlama
komisyonlarında ve Meclisteki anayasa görüşmelerinde DP taraftarı olduğu düşünülen geniş bir
kitlenin temsiline izin verilmedi. Bu şekilde hazırlanan bir anayasanın toplumun bütününü kucaklaması düşünülemezdi. Bu durum anayasanın
demokratik niteliğine gölge düşürmekteydi.
Anayasanın halk tarafından onaylanmama ihtimali
de oldukça yüksekti. Böyle bir sonuçla karşılaşmamak için askerler,anayasanın halk tarafından kabul
edilmesi için demokratik olmayan yollara başvurmaktan çekinmediler. Bütün bu çabalara rağmen
anayasa halk tarafından o günkü şartlarda kritik bir
oyla kabul edildi. Yeni anayasa ile Büyük Millet
Meclisinin içerisinde Millet Meclisi ve Senato kuruldu. Millet Meclisinin 450 üyesi dört yılda bir
seçilirken, Senato üyeleri farklı üç kaynak tarafından
belirleniyordu. Bu kaynaklardan birisi de MBK
üyelerinin senatoya doğal ve ömür boyu seçilmiş
olmalarıdır. Türkiye tekrar iki meclisli bir sisteme
geçmişti. Ayrıca sisteme asker ağırlıklı Milli Güvenlik
Kurulu (MGK) ilave edildi. Böylece bir yandan daha
demokratik bir anayasaya geçildiği iddia edilirken
diğer taraftan askeri vesayet hukuki çerçeve içerisine
alınarak varlığı meşrulaştırılmış oldu.
Askerin siyaset üzerindeki gölgesi zamanla etki
alanını daha da genişletti. Örneğin 1962’de MGK’nın
yetki ve etki alanı genişletildi. İktidar her tasarrufunda askerden icazet alacak noktaya getirildi. Asker
etki alanını ekonomi sahasında da geliştirdi. Bu
dönemde askere ekonomik destek olması için Ordu
Yardımlaşma Kurumu (OYAK) kuruldu. Fakat
zamanla ülkenin dev ekonomik holdinglerinden
birine dönüştü.
DP’nin Mecliste halktan aldığı oy oranının üzerinde
temsil edilmesinden rahatsız olanlar seçim sistemi
ile oynadılar. Oysa DP’ye böyle bir güçle Mecliste
temsil imkânı sağlayan seçim sisteminin mimarı da
CHP’nin kendisiydi. 27 Mayıs sonrasında Türkiye’de
aynı anda farklı iki seçim sistemi uygulandı. Cumhuriyet Senatosu için ekseriyet sistemi, Millet Meclisi için nispi seçim sistemi uygulandı. Bu sistemle
güçlü hükümetlerin önü kesilerek koalisyon yönetimlerinin önü açıldı. Böylece halkın temsilcileri
siyaseten zayıflarken, siyaset dışı kurumlar güçlenerek idarede daha etkin hale geldiler. Bu durum
demokrasinin güçlenmesi yerine iyice zayıflamasına
sebep oldu. Darbe sonrası ilk genel seçimler
Ekim 1961’de gerçekleşti. DP kapatıldığı için DP’nin
siyasi mirasını temsil ettiğini iddia eden birçok yeni
parti seçimlere katıldı. DP mirası üzerine kurulan üç
partinin (AP, CKMP ve YTP) toplam oy oranı ve
Meclisteki milletvekili sayısında çoğunluğu sağlaması, halkın 27 Mayıs darbesini ve 27 Mayıs’ı
savunanları desteklemediğini göstermekteydi.
Darbeciler, bu durumdan çok rahatsız oldu. Ülkede
siyasi kriz çıktı. Seçimlerin hemen ardından Cumhurbaşkanı ve siyasi parti liderlerinin darbeci bir
ekibin hazırladığı protokolü (Çankaya Protokolü)
imzalamaları üzerine siyasi kriz aşılabildi.
1961-1965 yılları arasında dört koalisyon hükümeti
kuruldu. Zayıf koalisyon hükümetleri ordunun ve
halkın beklentilerini karşılayamadılar. Ülkede siyasi
krizler, huzursuzluklar ve darbeler devam etti.
Darbecilerin hedeflediği amaçların hiç biri gerçekleşmediği gibi toplum içinde huzursuzluklar tabana
yayılarak daha da arttı. Darbe sonrası bürokrasi,
basın ve siyaset dâhil pek çok alanda yeni mağduriyetler ortaya çıktı. Bu arada 27 Mayıs sonrası kurulan düzenden memnun olmayan askerler tarafından
sivil yönetimlere karşı 1962 ve 1963 yılında iki kez
başarısız askeri darbe teşebbüsü gerçekleşti. Bu
askeri darbe teşebbüslerinin başarısız olmasının
temelinde, darbeciler arasında anlaşmazlıklar
yatmaktaydı. Zaten Başbakan İnönü’nün iktidarına
karşı yapılan darbelerin başarıya ulaşması da çok
zordu.
Adalet Partisi İktidarı
1965 Genel Seçimleri sonrasında Adalet Partisi
(AP), siyasi istikrarsızlıklara son verip tek başına
hükümeti kuracak çoğunluğa ulaşarak iktidara geldi.
AP’nin iktidarının ilk günlerinde, AP ile DP arasında
benzerlikler
kurularak,
AP’ye uyarılar başladı. Bu
süreçte demokrasimiz için
Başbakan S. Demirel ve AP
kadroları için milli irade ve
demokrasi
vurgusunu
yaparak askeri siyasetten
uzak tutabilmek büyük bir
sorundu.
Adalet Partisi bu dönemde
iç ve dış pek çok sorunla
mücadele etti. Her şeyden
evvel ülkenin önünde ağır
ve acil ekonomik sorunlar
vardı. Ülkenin dolayısıyla
geniş halk kitlelerinin
rahatlaması bu sorunların
ŞEHİR İRFAN
ve
çözümünde elde edilecek başarıya bağlıydı. Başbakan
S. Demirel aralıksız devam eden altı yıllık iktidarında
ekonomik alanda başarılı icraatlar gerçekleştirdi. AP
iktidarı döneminde ülkenin büyüme oranları %6’lara
kadar çıktı, kişi başına düşen milli gelirde önemli bir
artış meydana geldi. Üretim hızla artarken,
enflasyon kontrol altına alındı. Türkiye’nin sanayi ve
tarım üretiminde rekor artışlar gerçekleştirildi.
Ülkede yıllar süren ekonomik daralma ve düşüş,
yerini rahatlama ve büyümeye bıraktı. 1961’de kurulan Türkiye İşçi Partisi (TİP), siyasette kendisine bir
yer edinerek 1965 seçimlerinde TBMM’de grup
kurabilecek sayıda bir milletvekiliyle temsil imkânı
kazandı. TİP’in böyle bir başarı kazanması, seçimlerde uygulanan “milli bakiye sistemi”nin yardımıyla
mümkün oldu. Ülkede yükselen sol muhalefetin sesi
olan TİP, Mecliste AP’ye karşı şiddetli bir siyasi
mücadele içerisine girdi. Bu durum özellikle sol
görüşlü aydın ve öğrencilerin ülkenin geleceğine
yönelik planlar ve projeler üretmesine sebep oldu.
AP, TİP’i Meclisten uzaklaştırmak için seçim
kanununda değişikliğe gitti ve milli bakiye sistemini
kaldırdı. AP, daha evvel TİP’in 1965 seçimlerine
katılmasına da uzun bir süre itiraz etmişti. Böylece
1969 seçimlerinde TİP, bir önceki seçimde gösterdiği
başarıyı tekrarlayamadı ve seçimlerde sadece iki
milletvekili kazanabildi. AP’nin iktidarını koruması
ve TİP’in Meclisteki etkinliğini yitirmesi,sol görüşlü
muhalefette büyük bir hayal kırıklığına ve öfkeye yol
açtı. Mecliste arzu ettiği şekilde yer bulamayan sol
düşünce, sokakları daha yoğun ve aktif
kullanarak şiddet üzerinden AP iktidarına karşı muhalefete girişti.
Türkiye’deki öğrenci olaylarının yaygınlaşmasında, 1968’de Fransa’da başlayıp
kısa sürede dalga dalga tüm dünyada
etkisi hissedilen gençlik hareketlerinin
büyük etkisi oldu. Sokaklara inen öğrencilerin yanında işçiler, öğretmenler,
aydınlar ve gençler gibi toplumun farklı
kesimleri siyasallaşarak sokak üzerinden
hak mücadelesine giriştiler. Ülkede
boykotlar, gösteriler ve işgaller yaşandı.
Bu etkinliklerle ABD karşıtlığı oldukça
artarken işçi ve emekçi hareketleri güç
kazandı. Karşıt görüşlü öğrenci grupları
arasında çatışmalar yaşandı.
2016-2
130 131
12 Mart Muhtırasına Doğru
12 Mart’a giden süreç, bir sendikanın çağrısıyla
15-16 Haziranda gerçekleşen büyük protesto gösterileriyle fiilen başladı. Olaylar, hükümetin sendikalara yönelik hukuki düzenlemesi sonrasında
gerçekleşti. Gençler, işçiler ve sol görüşlü aydınlarda
hükümet tarafından kabul edilen yeni kanunun sol
görüşlü işçileri temsil eden DİSK’in varlığına son
vermek için kullanılacağı endişelerine sebep oldu. Bu
kaygının sonucu olarak DİSK, aynı anda büyükşehirlerde dev protesto gösterileri düzenledi. Bu
gösterilerde arbedeler çıktı ve hayatını kaybedenler
oldu. Bu durum kırılgan olan toplumsal yapıda
büyük huzursuzluklar ve çatışmalara yol açtı.
Hükümet olayları askeri güç kullanarak durdurabildi.
Hükümet’e yönelik siyasi tepki artıyor, her geçen gün
sokaklarda gençlik hareketleri ve işçilerin mücadelesi
tırmanıyor, hükümette sokaklara karşı tavrını sertlik
yoluna giderek şiddetle bastırmayı tercih ediyordu.
Her gün basılan öğrenci yurtları, polis - işçi çatışması
ve sokaklarda başlayan fakat durdurulamayan bir
şiddet dalgası gün geçtikçe daha da tırmanarak
artmaya devam etti. Halk büyük bir ümitsizlik ve
huzursuzluk içinde bocalıyordu. Ülkede öğrenci
boykotları, tırmanan şiddet eylemleri ve farklı sendikalar arasında çatışmaların yaşanması ve hükümetin
her geçen artan bu şiddet ortamını sona erdirmekte
yetersiz kalması, TSK’yı rahatsız etmekteydi. Aynı
zamanda ordu içinde mevcut siyasi durumdan
rahatsız olan farklı cuntalar mevcuttu.
Bu cuntalarda emir komuta zincirinin dışında
birbirleriyle rekabet eden çeşitli hizipler vardı.
Yüksek komuta kademesi bu grupları kontrol altında
tutabilmek için sıkı takip yapıyordu. Başbakan
Demirel, iç siyasette büyük bir sorunla boğuştuğundan iç sorunlar sebebiyle partisinin bölünmesine
karşı bir şey yapamadı. AP’nin bölünmesi, Meclisteki
milletvekili sayısının azalmasına, siyasetteki güç ve
etkinliğinin zayıflamasına yol açtı. Ülkede siyasi
krizler ve istikrasızlık başladı. Siyasi istikrarın
olmadığı yerde ekonomik istikrarda kalıcı olamazdı.
Hükümet, ekonomiyi düzeltmek ve mali disiplini
sağlamak için dış yardım arayışına çıktı. Yabancılar
dış yardım için devalüasyonu şart koştular.
Hükümet dış yardım sağlamak için bir gecede %66
oranında TL’nin değerini düşürdü. Böylece halk daha
da fakirleşti ve hükümete karşı tepki daha çok şiddetlendi. Ülke siyasi ve ekonomik bakımdan kilitlendi. Siyasi partiler ülkenin biriken sorunlarına çözüm
üretme çabasından ziyade birbirlerine karşı hakaret
ve suçlama yarışına girdiler. Asker, siyasi sorumluluk
sahiplerini uyardı. 24 Aralık 1970’te Hava Kuvvetleri
Komutanı Muhsin Batur, Cumhurbaşkanına hitaben
yazdığı mektupta ülkenin biriken sorunlarına karşı
acil tedbirler alınmasını istedi. Cumhurbaşkanı Ocak
1971’de siyasi parti liderleriyle bir toplantı yaptı.
Fakat Cumhurbaşkanı toplantıda siyasi parti liderleri arasında ülkedeki krizlerden çıkış yolu bulmak
hususunda bir mutabakat sağlayamadı. Asker,
siyasiler üzerindeki baskıyı artırmaya başladı.
12 Şubat’ta toplanan kuvvet
komutanları MGK yapısının
değiştirilmesi,
yetkilerinin
genişletilmesini istediler. 24
Şubat’ta toplanan MGK’da
hükümet
ülkede
yaşanan
güvenlik sorunlarına karşı bir
kez daha ikaz edildi. Genelkurmay
Başkanı,
doğrudan
hükümeti hedef alan eleştirilerine devam etti. Asker öncelikle
ülkedeki anarşiye son verilmesinde ısrarcıydı.
1971 yılının ilk aylarında Türkiye siyasi, ekonomik ve toplumsal bakımdan büyük bir yıkım
içindeydi. Üniversiteler eğitim
kurumları olmaktan çıkmıştı,
öğrenciler sokaklarda eylem
yapıyor, banka soyuyor ve
Amerikan varlıklarına saldırılar
düzenliyordu.
Hükümeti eleştiren akademisyenlerin evleri bombalanıyordu. Fabrikaların önemli bir kısmı greve
çıkmıştı. Halk yokluk ve hayat pahalılığı yetmiyormuş gibi sokaktaki güvenliğini de kaybetmişti.
İktidardaki AP gücünü kullanamıyor, ülkede kamu
düzenini tesis etmekte zorlanıyordu. AP’nin 8 Mart
grup toplantısında Başbakan Demirel’in şiddetle
eleştirilmesi, asker tarafından Başbakan Demirel’in
AP grubunda desteğini kaybettiği şeklinde yorumlandı. Askerler kendi partisinin bile desteğini kaybeden bir hükümetin iktidarda kalmaması gerektiğine
karar verdiler .
Ordu içinde farklı cuntalar olduğu gibi bu cuntalar
arasında Türkiye’nin nasıl ne şekilde yönetileceği
konusunda da görüş ayrılıkları vardı. Örneğin 9
Mart’ta sol görüşlü olduğu iddia edilen bir grup
asker, hükümete müdahale etmeye teşebbüs etti.
A.P.
ADALET PARTiSi
ŞEHİR İRFAN
ve
2016-2
132 133
Bu teşebbüsten daha evvel haberi olan Genelkurmay
Başkanı Memduh Tağmaç, 9 Mart darbe girişimini
engelledi ve girişim içinde yer alan üst düzey askerleri etkisiz hale getirdi.
Ülkede belirgin bir huzursuzluk olduğu askerler
arasında da rahatsızlık vardı. Genelkurmay Başkanı
Memduh Tağmaç 11 Mart’ta Yüksek Askeri Şurayı
olağanüstü toplantıya çağırdı. Şurada hükümetin
ülkenin başlıca sorunlarını çözmekte yetersiz kaldığı
için çekilmesi gerektiği fikri kabul gördü. Genelkurmay Başkanlığı Cumhurbaşkanı ve Meclis Başkanına
yönelik verdiği muhtıra 12 Mart 1971’de saat
13.00’da radyodan okunarak halka duyuruldu.
Muhtırada, siyaset kurumları ülkede kardeş kavgası,
anarşi ve huzursuzluk çıkarmakla suçlanıyordu.
Anayasanın öngördüğü reformların hızla yapılarak
devrim kanunlarının uygulanması talep ediliyordu.
Başbakan Süleyman Demirel muhtıranın anayasa ve
hukuka aykırı olduğunu iddia ederek görevinden
istifa etti.
Sekiz ay görevde kalabilen bu hükümet öncelikle
güvenlik konusuna el attı. Ülkenin 11 büyük
şehrinde sıkıyönetim ilan edildi. Gençlik derneklerinin faaliyetlerine sınırlandırmalar getirildi, anarşiye
neden olduğu düşünülen aydın, akademisyen ve
gazeteciler tutuklandı. Yüzlerce insan hapse atıldı.
Hapse atılan herkese sistematik olarak işkence uygulandı. TİP ve Milli Nizam Partisi kapatıldı. Sıkıyönetim mahkemelerinde yargılamalar yapıldı. Kısacası
sol kesim ve İslami camia darbeden büyük zarar
gördü.
Nihat Erim 11 Aralık 1971’de ikinci hükümetini
kurdu . Fakat beklenen idari başarıyı yakalayamayan
bu hükümetin ömrü ancak beş ay sürdü. Ülkede
baskı ve şiddet olanca yoğunluğuyla sürerken
Başbakan Erim siyasette etkisiz kaldı. Nihat
Erim’den sonra hükümeti CHP kökenli milletvekili
Ferit Melen kurdu. Melen’in, ülke üzerinde ve
siyasette hiçbir ciddi katkısı olmadı. Ülkenin ekonomik ve siyasal sorunları varlığını korurken ülke
sıkıyönetimle yaşamaya alışmaya başladı. Aydınlar
ve halk, ülkedeki siyasi ve askeri baskıdan dolayı
büyük bir ümitsizliğe düşmüştü. Ferit Melen’in
kurduğu hükümet ancak 11 ay görevde kalabildi. 12
Mart Muhtırası ile siyasileri istedikleri gibi yönlendiren askerler, 1973 yılında Cumhurbaşkanlığı
seçiminde siyasilerle bir kez daha karşı karşıya geldiler. Askerler,Cumhurbaşkanlığı makamında mutlaka
Asker Destekli Koalisyon Hükümetleri
27 Mayıs Askeri darbesinin hatıraları henüz hafızlardayken asker benzer hataları yapmamak için farklı
bir yol takip etti. Asker doğrudan hükümet görevini
üzerine almadı. Bunun yerine hükümeti kurma
görevi CHP’den istifa ettirilen bağımsız milletvekili
Nihat Erim’e verildi. Böylece reformlar gerçekleştirilecek, ülkede barış ve huzur sağlanacaktı.
Faruk Gürler
Sonuç
bir askerin bulunması gerektiğini düşünüyorlardı.
Bu amaçla Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Gn. Faruk
Gürler’i Cumhurbaşkanı yapmaya karar verdiler.
Görev süresi 1971’de dolan Org. Gn. Faruk Gürler’in
önce görev süresini uzattılar, ardından genelkurmay
başkanı seçtiler. Kısa bir süre genelkurmay başkanlığı yapan Gürler, görevinden istifa ederek Cumhurbaşkanlığı kontenjanından senatörlük görevine
getirildi. Faruk Gürler’in Cumhurbaşkanı olabilmesi
için bütün hukuki hazırlıklar tamamlandı. Askerler
üzerine düşen görevi yapmış sıra siyasilere gelmişti.
Sayın Gürler’in Cumhurbaşkanı olması için Meclis
tarafından seçilerek yeni görev yerine geçmesi
bekleniyordu.
AP lideri Demirel, askerin adayı olan F. Gürler’in
Cumhurbaşkanlığı adaylığına karşı tavır koydu. AP, F.
Gürler’e rakip olarak DP dönemi askerlerinden Tekin
Arıburun’u çıkardı. Mecliste yapılan Cumhurbaşkanlığı oylamalarında F. Gürler ile T. Arıburun arasında
geçen rekabette her iki adayda yeterli oy çoğunluğunu sağlayamadı. Askerin adayı seçilememişti.
Yeni cumhurbaşkanlığı için AP ile CHP, Emekli
Amiral Fahri Korutürk üzerinde anlaşarak
Korutürk’ün altıncı cumhurbaşkanı olarak seçilmesini sağladılar. Bu durum siyasilerin askerlere karşı bir
zaferiydi. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Faruk
Gürler lehine kulis yapan Başbakan Ferit Melen
görevinden istifa etti. AP ile CHP ortak bir Başbakan
adayı üzerinden koalisyonda anlaşamadılar. AP ile
Cumhuriyetçi Güven Partisi (CGP) ve bağımsızların
desteğiyle Naim Talu Hükümeti kuruldu . Tamamen
AP’nin etkisi altında olan Naim Talu Hükümeti,
hükümet programında ciddi hiçbir şey vaat etmedi.
Siyasette de seçim hükümeti olarak görülen ve
yaklaşık altı ay görev yapan bu hükümet, ülkeyi
seçimlere taşıyarak görevini tamamlamış oldu. Bu
hükümetle birlikte 12 Mart ara rejim hükümetleri
tamamlanmış oldu.
Ordu destekli hükümetler askerin taleplerini büyük ölçüde karşıladılar. Başta anayasa
olmak üzere bir dizi kanunda değişikliklere
gidildi. 1961 Anayasasının kişi hak ve hürriyetlerini düzenleyen bölümlerinde kişi
hürriyetini sınırlandıran düzenlemeler
gerçekleştirildi. Anayasada devletin konumunu ve rolünü artıran, sivil toplum
örgütlerinin etkinliğini kısıtlayan değişiklikler yapıldı. Her türlü muhalefetin kontrol
altına alınmasını sağlayacak mahkemeler
kuruldu. Üniversitelerdeki öğrencilerin
faaliyetleri, sendikalar ve gençlik yapılanmaları etkisizleştirildi. Kısacası demokrasi ve
özgürlüklerden büyük fedakârlıklar yapılarak otoriter ve baskıcı bir yapılanmanın temelleri pekiştirilmiş oldu. 27 Mayıs darbesini gerçekleştirenlerin
açtığı yoldan giden 12 Mart rejimi ülkenin demokrasi ve özgürlükler bakımından çok daha geriye gitmesine sebep oldu.
12 Mart ara rejimi döneminde ülke kısa süreli alınan
fakat iki yıl süren sıkıyönetimlerle idare edildi.
Askeri yönetim özellikle 12 Marta gelinmesine sebep
olarak gördüğü sol kesim üzerine gitti. Sol yapılanmalar, gençlik örgütleri ve sendikalar kapatıldı. Her
türlü grev yasaklandı. Aydınlar sistematik işkencelerden geçirildi, baskılar artırıldı. Ülkedeki anarşinin
sorumlusu olarak görülen gençlik liderleri idam
edildi.
12 Mart şekil olarak 27 Mayıs’tan ayrılmaktadır. 27
Mayıs’ta askerler emir-komuta zincirini kırarak
darbeyi gerçekleştirirken darbeden sadece DP üst
düzey yöneticilerini sorumlu tutup ülke yönetimini
kısa süreliğine de olsa üzerlerine almışlardı. 12 Mart
emir komuta zinciri içinde gerçekleştirildi.
Muhtıranın sorumlusu olarak belirli bir siyasi parti
değil, toplumun belirli bir kesimi görüldü. Asker
doğrudan idareyi ele almak yerine görece tarafsız bir
koalisyon hükümeti üzerinden ülke yönetimini
kontrol altında tutmaya çalıştı. Şekil olarak birbirine
pek benzemeyen bu iki darbe,içerik olarak birbirine
çok benzer. Örneğin her iki darbenin gerekçeleri
neredeyse ortaktır: “Kardeş kavgasına son vermek”.
Her iki darbede de doğal olarak askeri vesayet, ülkeyi
demokratik ve ekonomik bakımdan çok daha gerilere
götürmüştür.
ŞEHİR İRFAN
ve
2016-2
134 135
Kuvvet ve kudret sahibi
Amerika değil, Allah’tır.
Necmettin Erbakan