Location via proxy:   [ UP ]  
[Report a bug]   [Manage cookies]                
KUR’AN-I KERİM’DEKİ TANIMLAR ÜZERİNE Dilsel Bir Yaklaşım Abdulhadi TİMURTAŞ Kitabın Adı : KUR’AN-I KERİM’DEKİ TANIMLAR ÜZERİNE Dilsel Bir Yaklaşım Yazar : Abdulhadi TİMURTAŞ Kapak : Ceyda ŞEREFLİOĞLU 1. Baskı : Eylül 2022 ANKARA Yayın Yönetmeni : Sinem ZORLU ISBN : 978-625-8227-10-9 Yayın No : 1711 © Abdulhadi TİMURTAŞ Tüm hakları yazarına aittir. Yazarın izni alınmadan kitabın tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, çoğaltılması yapılamaz. Yalnızca kaynak gösterilerek kullanılabilir. SONÇAĞ AKADEMİ İstanbul Cad. İstanbul Çarşısı No.: 48/49 İskitler 06070 ANKARA T / (312) 341 36 67 - GSM / (533) 093 78 64 www.soncagyayincilik.com.tr soncagyayincilik@gmail.com Yayıncı Sertifika Numarası: 47865 BASKI VE CİLT MERKEZİ UZUN DİJİTAL MATBAA, SONÇAĞ YAYINCILIK MATBAACILIK TESCİLLİ MARKASIDIR. İstanbul Cad. İstanbul Çarşısı No.: 48/48 İskitler 06070 ANKARA T / (312) 341 36 67 www.uzundijital.com uzun@uzundijital.com Abdulhadi TİMURTAŞ 1971’de Eruh’ta doğdu. Ortaokul ve Lise öğrenimini Şam’da tamamladı. 1994’te el-Ezher Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden mezun oldu. 1998’de Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tefsir alanında Kur’an’da Yasaklar başlıklı teziyle yüksek lisansını tamamladı. 2012’de Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Arap Dili ve Belagati alanında Ziyâ’uddîn İbnu’l-Esîr’in Dîvân Kitâbeti başlıklı teziyle doktor ve 2017’de de doçent oldu. 1996-2012 tarihleri arasında Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi İlahiyat Meslek Yüksekokulu ve İlahiyat Fakültesinde öğretim görevlisi olarak çalıştı. Hâlen aynı üniversitenin İlahiyat Fakültesi Arap Dili ve Belagati Anabilim Dalında öğretim üyesi olarak çalışmaktadır. Yazar, Arapça, İngilizce Farsça ve Kürtçe bilmektedir. Başlıca Eserleri: - İslami Edebiyatta Dua – Delâ’ilu’l-Hayrât Örneği - Arap Edebiyatında Divan Kitabeti – Ziyâuddin İbnu’l-Esîr Örneği – - Botan Müderrislerinin Piri Molla Muhammed Zivingî - Çığır Açan Şark Alimleri - Pêxemberê Alemê Hz. Muhemmed Bunların yanı sıra 10’un üzerinde çeviri eseri bulunmaktadır. İthaf Bu eseri, günlük Kur’an virdini hiç aksatmayan rahmetli babam Molla Ahmet Timurtaş’ın ruhuna ithaf ediyorum. İçindekiler ÖNSÖZ..................................................................................... IV GİRİŞ ........................................................................................ 1 1- SIFATLARLA YAPILAN TANIMLAR ...................................... 9 a- Kıyamet Günü )‫ (يوم القيامة‬............................................. 10 b- İyilik )‫الب‬ ‫ ( ر‬...................................................................... 13 c-Günahkar Yalancı )‫ )األفاك األثيم‬....................................... 17 d- Müttakiler (‫ )المتقون‬....................................................... 19 e- Zakkum Ağacı )‫ )شجرة الزقوم‬........................................... 22 2- İSM-İ MEVSÛL İLE YAPILAN TANIMLAR .......................... 25 a- Müttakiler )‫ )المتقون‬....................................................... 26 b- Saygı Duyanlar (‫ )الخاشعون‬............................................. 30 c- Sabredenler (‫ )الصابرون‬................................................... 32 d- Müminler )‫)المؤمنون‬....................................................... 33 e- Allah Dostları )‫ ( أولياء هللا‬............................................... 39 f- Rahman’ın Kulları )‫ )عباد الرحمن‬...................................... 41 g- Namaz Kılanlar )‫ )المصلون‬.............................................. 45 h- Fasıklar )‫ )الفاسقون‬......................................................... 47 ı- Münafıklar )‫ )المنافقون‬..................................................... 49 j- Ölçü ve Tartıda Hile Yapanlar )‫ )المطففون‬...................... 50 3- SORUYA CEVABEN YAPILAN TANIMLAR ......................... 52 a- Hilaller (‫ )األهلة‬............................................................... 52 I b- Kadınların Ay Hali (‫ )المحيض‬......................................... 53 c- Ganimetler (‫ )األنفال‬........................................................ 54 d- Ruh (‫ )الروح‬..................................................................... 56 e- Cehennem (‫ )سقر‬............................................................ 57 f- Siccîn (‫ )سجي‬.................................................................. 59 g- İlliyyûn (‫ )عليون‬.............................................................. 60 h- Tarık (‫ )الطارق‬................................................................. 61 ı- Akabe (‫ )العقبة‬.................................................................. 62 j- Kadir Gecesi (‫ )ليلة القدر‬................................................... 64 k- Karı‘a )‫ )القارعة‬................................................................ 66 l- Hâviye (‫ )الهاوية‬................................................................ 67 m- Hutama (‫ )الحطمة‬.......................................................... 68 4- HASR )İNDİRGEME( ÜSLUBUYLA YAPILAN TANIMLAR ... 69 1- İstisna Edatıyla Yapılan Hasra Dair Tanımlar............... 69 a- Dünya Hayatı ) ‫ )الحياة الدنيا‬........................................... 71 b- Hz. İsa )‫ )المسيح‬.............................................................. 74 c- Hz. Muhammed (‫ )محمد‬................................................ 74 2- ‫ إنما‬Edatıyla Yapılan Hasra Dair Tanımlar ..................... 76 a- Dünya Hayatı (‫ )الحياة الدنيا‬............................................ 76 b- Hz. İsa )‫ )المسيح‬.............................................................. 79 c- Müminler (‫ )المؤمنون‬...................................................... 80 d- Mal ve Evlat (‫ )األموال واألوالد‬......................................... 81 II 5- İŞARET İSMİ )‫ )أولئك‬ve (‫ )هذا‬BAĞLAMINDA YAPILAN TANIMLAR.......................................................................................... 83 a- Sırat-ı Müstakîm )‫ )الرصاط المستقيم‬................................ 83 b- Zarar Edenler (‫ )األخرسون والخارسون‬................................ 86 c- Cennetlikler (‫ )أصحاب الجنة‬............................................ 92 d- Ateş Ehli, Cehennemlikler )‫ )أصحاب النار‬........................ 94 e- Zalimler (‫)الظالمون‬.......................................................... 97 ‫البية( ر‬ f- İnsanların En İyileri ve En Kötüleri )‫البية‬ ‫)رس ر‬, ‫ )خب ر‬101 SONUÇ ................................................................................. 102 KAYNAKÇA .......................................................................... 104 III ÖNSÖZ Bismillahirrahmanirrahim Allah’a hamd Hz. Muhammed’e salat ve selam olsun. Allah’ın kelamı Kur’an-ı Kerim, vahiy olarak indirildiği zamandan beri müminlerin teveccühüne mazhar olmuştur. Müminler onu anlamaya çalışmışlardır ve doğru anlaşılmasını sağlamak için mümkün olan tüm yollara başvurmuşlardır. Bu gaye ile çok sayıda ilimler inşa etmişlerdir. Bu ilimlere Kur’an İlimleri adını vermişlerdir. Diğer taraftan Müslüman ve Müslüman olmayan araştırmacılar da ciddi araştırmalar gerçekleştirmiş ve bu ilahi mesajın anlaşılması için katkı sağlamışlardır. Bu araştırmaların büyük bir bölümü Kur’an-ı Kerim’in inşa ettiği kelimeler ve kavramlara yönelik olmuştur. Bu cihetle Kur’an Kelimeleri, Kur’an Kavramları, Kur’an’ın Garip Kelimeleri ve Kur’an Manaları isimleriyle ansiklopedik diyebileceğimiz araştırmalar ortaya konmuştur. Ancak bu araştırmaların neredeyse tümü, ilgili kelime ve kavramların sözlük anlamlarıyla ve kendilerinden neyin kast edilmiş olabileceğine yönelik araştırmalardır. Elinizdeki çalışma ise, Kur’an’ın oluşturduğu kelime ve kavramlar hakkında Kur’an’ın ne dediğine ve onları nasıl IV açıklayıp tanımladığına yönelik bir deneme çalışmasıdır. Daha açıkça ifade etmek gerekirse bu çalışma, Kur’an kendi oluşturduğu kavramları nasıl tanımlar sorusunun cevabını bulmaya yöneliktir. Eskiden beri âlimler arasında tanımların şekli, mahiyeti ve unsurları konusunda ayrılıklar yaşanmıştır. Kimileri mantıki tanım formatını tercih ederken kimileri de edebi tanım formatını tercih etme cihetine gitmiştir. Mantıki tanımlarda beş tümel dikkat alınarak tanımın yapılacak kavramın cins ve faslı esas alınırken, edebi tanımlarda açıklama ve beyan esas alınmıştır. Her ne kadar bir kısmı için söylemek mümkün olsa da Kur’an-ı Kerim’in kendi kavramlarına yönelik tanımları, genel olarak bilinen cins ve faslının esas alındığı mantıki tanımlar değildir. Kur’an’ın oluşturduğu kavramlara getirdiği tanımları incelediğimizde, genellikle edebi tarzlı tanımlar olup sıfatlar üzerine inşa edildiğini görmekteyiz. Bu açıdan toplumun her tabakasından ve bilgi seviyesi ne olursa olsun herkesin anlayabileceği ve kendine göre nasiplenebileceği bir yol seçmesi, evrensel bir kitap için oldukça önem arz etmektedir. Kur’an’ın inşa ettiği “muttaki”, “mümin”, “evliya”, “haşi‘ ”, “münafık”, “müşrik”, “iman”, V “küfür”, “cennet ehli”, “cehennem ehli”, “zalim”, “mutaffif” ve “fasık” gibi kavramların tanımı yukarıda da belirtildiği gibi sıfatları esas alınarak yapılmıştır. Kur’an’ın inşa ettiği veya yeniden tanımladığı kavramların tanımları bazen birçok ayetin bir araya getirilmesiyle ancak elde edilir. Bu da bir kavram için bütün Kur’an-ı incelemeyi gerektirir. Kur’an’ın tanımını yaptığı kavramların genelde insan tipleri ile insanın sahip olabileceği özelliklerin tanımı olduğu görülür. Bunun yanında Allah’ın şükr etmeleri için kullarına verdiği nimetlerin ve bu nimetleri nankörlükle karşılayanlar için belirlediği cezaların tanımları da verildiği gözden kaçmaz. Tanım kategorisinde değerlendirebileceğimiz ayetlerin bir kısmı vasfi sıfatlarla yapılan tanımdır, bir kısmı ism-i mevsûllerle yapılan tanımlardır, bir diğer kısmı bir soruya cevap olarak gelen tanımlardır, diğer bir kısmı hasr/indirgeme üslubuyla ifade edilen tanımlar olurken bazısı da işaret isimleri bağlamında yapılan tanımlardır. Çalışmada tekrarları çıkardığımızda toplam 38 kavramın etimolojisi yapılarak Kur’an’da nasıl yer aldığı tespitinin yanı sıra Kur’an’ın yaptığı tanımın analizi yapılmıştır. Bu, Kur’an kavramlarının bunlarla sınırlı olduğu anlamına gelmemektedir. VI Bu sayı, sadece kendimizi bağladığımız formata uygun düşen kavramları göstermektedir. İnönü Üniversitesi İlahiyat Fakültesinin 11-12 Nisan 2019 tarihinde Malatya'da düzenlediği Uluslararası İslam ve Yorum III Sempozyumunda sunduğum “Kur’an’ın Tanımları Üzerine” başlıklı sözlü bildiri, bu çalışmamızın nüvesini oluşturmaktadır. Çalışmayı büyük bir özveriyle okuyan, engin bilgi ve yapıcı önerilerinden istifade ettiğim dostlarım Doç. Dr. M. Nasih Ece’ye, Doç. Dr. Haşim Özdaş’a, Doç. Dr. Rıfat Akbaş’a ve Dr. İbrahim Güngör’e teşekkür ediyorum. Gayreti de başarıyı da veren Allah’tır. Abdulhadi TİMURTAŞ Van/2022 VII GİRİŞ Kur’an-ı Kerim, bilim ve felsefeden uzak, sözcük yönden zengin ama kavram dağarcığı bakımından oldukça fakir bir toplumda indi. Kur’an-ı Kerim, kendisini insanlığa hidayet rehberi olarak niteler. Bu bağlamda Kur’an-ı Kerim, getirdiği inancın esaslarına binaen insanoğlunun evrene, hayata ve hayat ötesine nasıl bakması gerektiğini kendisine has bir sistemle açıklar. Kur’an-ı Kerim’de ilahiyat dediğimiz Yüce Yaratıcıya ve O’na bağlı hususlara ait bilgiler, nübüvvet dediğimiz kendilerine Allah tarafından vahiy indirilen peygamberlere ait bilgiler ve gaybiyat dediğimiz ölüm ötesi yeniden diriliş, hesap, cennet, cehennem ve cin, melek gibi görünmeyen varlıklara dair bilgiler verilmektedir. Yine Kur’an-ı Kerim’de temel ahlak prensiplerine, sosyal, siyasal, ekonomi, ekoloji, helal, haram ve günlük ibadetlere dair bilgiler de verilmektedir. Kur’an-ı Kerim bu konulara dair bilgiler verirken kendine özgü kavramlar oluşturmuş ve var olan kimi kavramları da yeniden anlamlandırmıştır. Kur’an-ı Kerim, oluşturduğu birçok kavramın nasıl anlaşılması gerektiğini açıklayıp tanımını yapmış ve bazısının açıklamasını kendisine indirilen peygambere ve kavramın içinde yer aldığı siyak sibaka bırakmıştır. 1 İslami ilimlerin neredeyse tümü Kur’an’ın daha iyi ve daha doğru anlaşılması maksadıyla ve ona hizmet etmek amacıyla inşa edilmiştir. Her bir ilim dalının Kur’an tasavvuru kısmen kendi zaviyesinde şekil almıştır.1 Elbette bu ilimlerden Kur’an’ı doğrudan alakadar edenleri Kur’an ilimleridir. Kur’an ilimlerine dair yazılan eserlerde, Kur’an’a dair çok detay sayılabilecek ilimlerin mahiyeti hakkında yapılan çalışmalara uzun uzun yer verilirken bu ilimlerden birçoğuna göre önemi daha büyük olduğunu düşündüğümüz ve daha çok Kur’an’da yer aldığı halde Kur’an’daki kavram tanımlarına yer verilmediği görülmüştür. Hakeza Kur’an’da yapılan tanımlara dair bilgiler tefsirlerde de pek yer almamıştır. Okuma ve araştırmalarım sırasında Fatıma Hılmî Abdullah etTilbânî’nin Hz. Peygamberin tanımlarına dair Gazze İslam Üniversitesinde 2015 yılında hazırladığı Yüksek Lisans teziyle karşılaştım.2 Böyle bir konu hadisler için yeni ve ilgi çekiciydi. Çünkü bildiğim kadarıyla hadislerde yer verilen kavramların tanımına yönelik de eskilerden kimse daha önce bunu düşünüp 1 2 Abdurrahman Candan, Fukaha’nın Kur’an Tasavvuru. )İstanbul: Denge Yayınları, 2012), 22-26; Mehmet Şirin Çıkar, Nahivciler ile Mantıkçılar Arasındaki Tartışmalar, )İstanbul: İsam, 2009), 137-140. Fatıma Hılmî Abdullah et-Tilbânî, et-Ta‘rîfâtu’n-Nebeviyye el-vâride fî ahâdîsi’lkutubi’s-sitte cem‘ ve dirâse, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi(. )Gazze: elCâmi‘atu’l-İslamiyye, 2015). 2 ele almamıştır. Bu vesileyle aynı fikrin Kur’an-ı Kerim için de araştırılmasının uygun olacağını düşündüm. Yaptığım araştırmada yukarıda da belirtildiği gibi eskilerin bu konuya değinmediklerini gördüm. Bu araştırmam sırasında konuyla alakalı şu araştırmalarla karşılaştım: 1- Abdulhadi Abdulkerîm ‘Avvâd’ın, “et-Ta‘rîfâtu’l- Kur’âniyye dirâse ve tahlil” adlı makale çalışması. ‘Avvâd, makalesinde, tanımın önemi, amacı, Kur’an tanımlarının özellikleri, Kur’an tanımlarından birkaç örnek ve Kur’an tanımlarının muhatabı iyiye teşvik ve onu kötülüklerden sakındırmasının etkisi gibi başlıklar üzerinde durmuştur.3 Bu çalışma bize yol gösterici niteliğe sahip olmakla birlikte metot, yaklaşım ve işleyiş bakımından farklıdır. 2- Hayri Kadrî Eyyûb, Envâ‘u ta‘rifi’l-mefâhîm fi’l-Kur’ani’l-Kerim ve’l-Hedîsi’n-Nebevîyyi’s-sahîh et-ta‘rif bi’s-selb nemüzecen. Hayri Kadrî Eyyûb, bu araştırmasında manadan, siyak ve sibaktan, haberi ve inşai cümlelerden dolaylı tanımlar çıkarmaya çalışarak 3 Abdulhadi Abdulkerîm ‘Avvâd, “et-Ta‘rîfâtu’l-Kur’âniyye dirâse ve tahlil”, Mecelletu Kulliyeti’l-‘Ulûmi’l-İslâmiyye Câmi‘atu’l-Mevsil, sayı: 14/1, 2013. 3 bazı kavramların tanımlarını elde etmeye çalışmıştır.4 Bu yönüyle bizim çalışmamızdan farklılık arz etmektedir. Bunun yanında satır aralarında konuya işaret edenlerden biri Abdullah bin Decîn es-Sehlîdir. O, el-Bedâ’ilu’l-İslamiyye li’l-hudûdi’lmantıkıyye adlı çalışmasında mantıkçıların tanım biçimine savaş açmış ve bunun İslamî alternatifinin olabileceğini tartışmıştır.5 Kur’an’daki tanımların Kur’an’ın daha rahat anlaşılmasında katkı sunacağını ve mesajlarının günümüz muhataplarına ulaştırılmasını kolaylaştıracağını düşünerek böyle bir araştırma içine girdik. *** *** *** Tasavvuratı anlamak için tanımlar veya hudutlar büyük bir önem arz etmektedir. Bunun için tanımın, her bilimin aslı ve esası olduğu söylenmiştir.6 Tanım: Bir şeyin mahiyetini ifade eden sözdür.7 Tanımlar, eşyayı oluşturan temel unsurları analiz etmeyi, Hayri Kadri Eyyûb, Envâ‘ ta‘rifil-mefâhîm fi’l-Kur’ani’l-Kerim ve’l-Hedîsi’n-Nebevîyyi’ssahîh et-ta‘rif bi’s-selb nemüzecen. (Kahire: Mektebetu’l-Adab, 2015). 5 Bkz. Abdullah bin Decîn es-Sehlî, “el-Bedâ’ilu’l-İslamiyye li’l-hudûdi’l-mantıkıyye”, Mecelletu Câmiat Muhammed bin Suud el-İslamiyye el-Ulûmu’ş-Şeriyye, sayı: 11, 1430, (253-341). 6 İbn Sehlân, el-Besâ’iru’n-nasîriyye fî ilmi’l-mantık. (Beyrut: Dâru’l-Fikri’l-Lubnânî, ts.), s. 29. 7 Abdurrahman bin Muammer es-Senûsî. Mukaddime fî sun‘i’l-hudûdi ve’t-ta‘rîfât. (Beyrut: Dâru İbn Hazm, 2004), s. 20. 4 4 onu gayrından ayıran temel özelliklerini bilmeyi hedefler.8 Tanım için; hadd, muarrif, tarif ve kavli şarih gibi ifadeler kullanılmıştır. İslam mantıkçıları tanımı had ve resm şeklinde ikiye ayırırlar. Onlara göre esas geçerli olan tanım kavramın yerini açıkça belirtip diğerlerinden tamamen ayıran had olanıdır. Resm olarak adlandırılan tanım ise, bir şey hakkında onun hassaları, nitelikleri ile ilgili bazı bilgileri verir. Eğer tanım, yakın cins ve yakın fasıldan oluşuyorsa hadd-i tam, uzak cins ve yakın fasıldan oluşuyorsa hadd-i nakıs denilmektedir. Yakın cins ile hassasından yapılan tanıma resm-i tam ve uzak cinsi ile ilintisinden yapılan tanıma ise resm-i nakıs denilmektedir.9 Fıkıh usulü, tefsir usulü, hadis usulü, belagat ve nahiv gibi teorik veya metoda dayalı İslami ilimler başta olmak üzere inşa edilen ilimlerin tasnif, tertip, taksim ve kavramları tanımlama konularında farklı yöntemler benimsenmiştir. Bu konuda edebi ekol ile kelami ekolden söz edilmektedir. Edebi zevke ve basit anlaşılır açıklamaya dayalı edebi ekolün hicri ilk dört asırda hâkim iken, akli taksimata ve mümkün olduğu 8 9 Abdurrahman Hasan Habenneke el-Meydânî,, Davâbitu’l-Ma‘rife ve Usûlu’l-istidlâl ve’l-munâzara. )Dimaşk: Dâru’l-Kalem, 1988(, s. 63; Rıfat Akbaş, Arap Gramerinde Kavram ve Terminoloji Sorunu. (Ankara: Gece Akademi, 2018), 29. Necati Öner, Klasik Mantık, Vadi Yayınları, bs. 9. )Ankara: yayıevi yok, 2000), s. 4950. 5 kadar kısa tanımlara dayalı kelami ekol ise hicri dördüncü asırdan sonra revaç bulmuş, mantık ve felsefenin etkisinde kalarak edebi ekolün adeta sonunu getirmiştir. Edebi ekol, Kur’an-ı ve hadisleri örnek alarak ikisinin etkisinde kalırken, kelami ekol, mantık ve felsefeyi benimseyerek onlardan etkilenmiştir. Bu cihetle kelami ekol, cins ve fasla dayalı kısa ve neredeyse anlaşılmaz tanım, taksimat ve genellikle konuyu bir örnekle açıklamayı benimserken, edebi ekol, edebi zevki, basit, anlaşılır açıklamayı ve bol örneklendirmeyi esas almıştır.10 Kur’an’ın konuları ele alması, edebi zevki esas alarak açıklama, örneklendirmeyi esas almıştır. Kur’an’ın aynı yolu, yaptığı tanımlarında da takip ettiğini kolayca fark edilmektedir. Bu yönüyle Kur’an’daki tanımların incelenmesiyle söz konusu tanımların genel karakteristik yapısını tespit etmeye çalıştık. Buna göre: a- Tanımı yapılan kavram veya kelime sadece bir yerde değil Kur’an’ın farklı yerlerinde bağlamına uygun düşecek şekilde yer almaktadır. Buna göre ilgili tüm ayetlerin bir araya getirilmesiyle eksiksiz şer‘î tanım tamamlanır. 10 Ahmed Matlûb ve Hasan el-Basîr, el-Belâğa ve’t-tatbîk. )Bağdat: Vizaretu’t-ta‘lîmi’lâlî ve’l-behsi’l-ilmî,1999(, 30-34. 6 b- Tanım cinsi ba‘îd ve bunun bir gereği olarak da çok sayıda fasılla oluşmaktadır. Yani cinsi ba‘îdten sonra çokça sıfat getirilerek oluşur. Bu da Kur’an-ı Kerim’deki tanımların göze çarpan bir özelliğidir. Buna göre sıfatlar çoğaldıkça mevsuflar da azalır. c- Kur’an’daki tanımların neredeyse tümüne yakını hadd-i tama değil de tanımın resm kısmına girmektedir. d- Kur’an’daki kelimelerin bir kısmı anlam bakımından bizatihi açıktır izaha ihtiyacı yoktur. Bir diğer kısmı ise bizatihi açık değil izah edilmeye muhtaçtır. Bu açıklama, ya kelimenin hemen peşinden yapılır ya da bir başka ayette veya sünnette yapılır.11 Kur’an-ı Kerim’de doğrudan tanım olabilecek veya tanım kapsamında değerlendirilebilecek ayetleri tespit etmek için öncelikle Kur’an-ı baştan sona kadar defalarca okundu. Bu yapılınca ortaya çıkan kavramlar, manalar ve isimler siyak ve sibakları çerçevesinde incelendi. Bu inceleme sonucunda tanımların ifade biçimi ve formatına göre ayrılarak belli bir tasnife tabi tutuldu. Bunun neticesi olarak şöyle bir sonuç ortaya çıktı: 11 Bedruddîn Muhammed ez-Zerkeşî, el-Burhân fî ‘ulûmi’l-Kur’an, thk Ebu’l-Fadl edDimyâtî. (Kahire: Dâru’l-Hadîs, 2006), s. 432. 7 1- Sıfatlarla Yapılan Tanımlar. 2- İsm-i Mevsûl (‫ )الذين‬ile Yapılan Tanımlar. 3- Soruya Cevaben Yapılan Tanımlar. 4- Hasr )İndirgeme( Üslubuyla Yapılan Tanımlar. 5- İşaret İsimleriyle Yapılan Tanımlar. Bir kavram hangi tanım kategorisine giriyorsa ilgili kavram ve tanımı o başlık altına alarak inceledik. Buna göre kimi kavramın farklı formatlarla tanımı yapıldığından birden fazla başlık altında yer almış olabilmektedir. Aslında her kavramı müstakil ele almak da mümkündü. Fakat amacımız kavramın kendisi olmadığı, tanım formatı olduğu için bu tarzı daha uygun gördük. 8 1- SIFATLARLA YAPILAN TANIMLAR Kur’an’daki tanımların geneli vasfî/betimleyici tanımlar olup, doğrudan cümle veya müfret sıfat getirilerek yapılmaktadır. Bu durumda tanımın cins bölümü bazı yerlerde zikredilirken bazı yerlerde de anlaşıldığı için zikredilmemesi tercih edilmiştir. Bazı durumlarda kavramın kendisine yer verilmeden siyak ve sibaktan anlaşıldığı için tanım formatında kendisine yer verilmemiştir. Arapçada sıfat tamlaması üç şekilde gerçekleşmektedir; müfret, cümle ve şibhi cümle. Müfret sıfatların, mevsufuna irap, nekirelik-marifelik, müzekkerlik-müenneslik ve tekillik-tesniye ve çoğullukta uymak zorundadır. Mevsuf, insan dışındaki varlıkların çoğulu olduğu takdirde irapta ve marifelik-nekirelik hususlarında uyar, diğer iki hususta uymayabilir. Sıfat, cümle şeklinde geldiği durumda ilgili cümlenin mevsufa gönderilecek bir aid )genelde zamir olur( barındırması gerekir. Şibhi cümle, car ve mecrur veya zarf ile gerçekleşir. Bu konuda ‘nekire isimden sonra gelen cümle ve şibhi cümle genelde sıfat olur’ şeklinde bir genelleme düşünüldüğünde konu biraz daha netlik kazanacaktır. İşte sıfat veya vasfi tanımlamalar genelde yukarıda anlatılan sıfat türleri formatında gelmektedir. 9 Betimleyici veya sıfatlarla yapılan tanımların örnekleri: a- Kıyamet Günü )‫(يوم القيامة‬ Her ne kadar Kur’an-ı Kerim’de kıyamet günü birçok isim ve adla anılsa da tanımının yapıldığı ismi ise genelde gün anlamındaki yevm )‫ )يوم‬ifadesi ile geçmektedir. Yevm kelimesinin Türkçe karşılığı mutlak gündür. İsim tamlaması veya sıfat tamlaması şeklinde kullanıldığında özelleşir. Kur’an-ı Kerim’de tekil, tesniye, çoğul formatlarında geldiği gibi isim ve sıfat tamlaması ya da mutlak olarak kullanıldığı yerler de olmuştur.12 Aldığı müfret veya cümle sıfatlarla Kıyamet Günü anlamında kullanılan yevm kelimesi birbirine yakın betimsel tanımlarla Kur’an-ı Kerim’de iki yerde tanımlanmıştır: ُ َ ُْ َ ٌ َ َ َ َْ ْ َّ َ ٌ ْ َ ُْ َ ً ْ َ ْ َ َّ ً ْ َ ْ ُ َّ َ ‫س شيئا َوال يق َب ُل ِمنها شفاعة َوال يؤخذ‬ ٍ ‫(واتقوا يوما ال تج ِزي نفس عن نف‬ َ ُ َ ُ ْ ُ َ َ ٌ ْ َ َْ ‫ِمنها عدل وال هم ي‬ )‫نرصون‬ “Öyle bir günden sakının ki, o gün hiç kimse bir başkası adına bir şey ödeyemez. Hiçbir kimseden herhangi bir şefaat kabul olunmaz, fidye alınmaz. Onlara yardım da edilmez.” (Bakara, 2/48) ْ َّ َ ٌ ْ َ ُْ َ ً ْ َ ْ َ َْ َ َ َ َ ْ َ َّ ً ْ َ ْ ُ َّ َ ‫س شيئا َوال يق َب ُل ِمنها عد ٌل َوال تنف ُعها‬ ٍ ‫)واتقوا يوما ال تج ِزي نفس عن نف‬ َ ُ َ ُ ْ ُ َ َ ٌ َ َ َ ‫شفاعة وال هم ي‬ .( ‫نرصون‬ 12 Muhammed Fuad Abdulbaki, el-Mu‘cemu’l-Mufehres li elfazi’l-Kur’ani’l-Kerîm, (Kahire: Daru’l-Kutubi’l-Mısriyye, 1397(, 775-782 . 10 “Kimsenin kimse namına bir şey ödemeyeceği, hiç kimseden fidye alınmayacağı, kimseye şefaatin (aracılığın) yarar sağlamayacağı ve hiç kimsenin hiçbir taraftan yardım göremeyeceği günden sakının.” (Bakara, 2/123) Buna göre ahiret gününün betimsel tanımı şöyledir: Ahiret, kimsenin kimse namına bir şey ödemeyeceği, hiç kimseden fidye alınmayacağı, kimseye şefaatin )aracılığın( yarar sağlamayacağı ve hiç kimsenin hiçbir taraftan yardım göremeyeceği gündür. Sıfatla yapılan bu tanım13, “gün” olan bir cinsi karîb ve dört fasıldan oluşmaktadır. Cins: Gün. Fasıl: a- Kimsenin kimse namına bir şey ödemeyeceği. b- Hiç kimseden fidye alınmayacağı. c- Kimseye şefaatin )aracılığın( yarar sağlamayacağı. d- Kimsenin hiçbir taraftan yardım göremeyeceği. Zemahşerî )ö. 1143(, (‫ )يوم‬kelimesinden sonra gelen cümlelerin onun sıfatı olduğunu belirtir ve cümleyi mevsufa bağlayan aid zamirinin siyaktan anlaşıldığı için zikredilmesine ihtiyaç duyulmadığını ve taktirinin de (‫ )فيه‬olduğunu açıklar.14 13 14 Bu ve benzeri örnekler, her ne kadar tam tanım olsa da genel karakteristik özelliğinde sıfat hâkim olduğu için betimsel/vasfi kategorisinde değerlendirdik. Mahmûd b. Ömer ez-Zemahşerî, el-Keşşaf. )Kahire: Dâru Reyyân, 1987(, I, 135-136. 11 Bahsi geçen cümlelerin “yevm” kelimesinin sıfatı olduğu konusunda sözbirliği olduğu da belirtilir.15 Nitekim Arap Dil kurallarına göre nekire/belirsiz isimden sonra gelen cümleler veya şibhi cümleler sıfat olarak değerlendirilmektedir. Betimleyici tanıma göre Kıyamet gününde gerçekleşecek bazı sahneler sergilenmektedir. Birinci sahnede, hesap verirken eksiği olan birisine başkasının tamamlamaya çalıştığı ancak bunun ilahi adalet nezdinde geçersiz olduğu anlaşılınca geri çevrileceği mesajı verilmektedir. İkinci sahnede, o sıkıntılı hesap anında kişinin içinde bulunduğu durumdan kurtulma adına fidye verme imkânının asla olmayacağı mesajı verilmektedir. Üçüncü sahnede, sözü geçerli ve itibarı olan kimsenin başka kimseyi ceza almamak için aracı olma yolunun kapalı olduğu mesajı verilmektedir. Dördüncü sahnede, dünyada olduğu gibi hesap gününde insanların yardımlaşma, birbirini destekleme veya arka çıkma gibi bir durum asla olamayacağı mesajı verilmektedir. 15 Ebû Hayyân el-Endelusî, el-Bahru’l-muhît. )Beyrut: Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, 1993(, I, 347-348. 12 b- İyilik )‫الب‬ ‫( ر‬ Arapçada “birr” kelimesi müselles bir kelime olup üç ayrı vecihle üç ayrı mana ifade eder. (ّ‫ ِ)بر‬ba harfinin kesresiyle mutlak iyilik demektir, (ّ‫ َ)بر‬ba harfinin fethasıyla camit bir isim olarak denizin zıddı kara demek iken müştak bir isim olarak çok iyilik yapan anlamına gelmektedir, (ّ‫ ُ)بر‬ba harfinin zammesi ile buğday demektir.16 Genel olarak (ّ‫ )خي‬kelimesiyle yakın anlamlı olsa da zıdları hususunda ayrılmaktadır. Zira (ّ‫ ِ)بر‬kelimesinin zıddı daha ُُ çok anne ve baba hakkına girmek anlamında olan ‫ عقوق‬iken (ّ‫)خي‬ َ kelimesinin zıddı (ّ‫ )ش‬olarak karşımıza çıkmaktadır.17 Kuran’ı Kerim’de (‫ )بر‬kelimesi, ba harfinin fethasıyla 12 yerde kara manasında kullanılırken, 1 yerde de Yüce Allah’ın sıfatı olarak gelmektedir. Birr kelimesi ba harfinin kesresiyle 7 defa geçmektedir, buğday anlamında ba harfinin zammesi şeklinde ise Kur’an’da geçmemektedir. Birr kelimesinin vasfî tanımının yapıldığı örnek ayet şudur: 16 17 Ebu’l-Bekâ’ Eyyûb bin Mûsa el-Huseyn¸el-Kefevi, el-Kulliyât fi’l-mustalahât ve’lfurûki’l-lğaviyye, thk. ‘Adnân Dervîş ve Muhammed el-Mısrî. )Beyrut: Muessesetu’r-Risâle, 1993(, 225,231; Muhammed Hasan Hasan Cebel, elMu‘cemu’l-iştikâkî el-mûsli li el-fâzi’l-Kur’ni’l-Kerîm. )Kahire: Mektebetu’l-Âdâb, 2010), 94-97. Nûruddin bin Ni‘metullah el-Cezâ’irî, Furûkulluğât fi’t-temyiz beyne mefadi’l-kelimât, thk. Muhammed Ridvan ed-Dâye. )Dimaşk, el-Musteşariyye es-Sakafiyye elİraniyye, 1987(, 71. 13 ْ َ ْ َ ْ‫َّ ْ َ ْ َّ َ ُ َ ُّ ْ ُ ُ َ ُ ْ َ َ ْ َ ر‬ ‫َ َ َّ ْ َ ْ َ َ ه‬ ‫اّلل‬ ِ ‫رس ِق والمغ ِر ِب ول ِـكن ال ِر َّب من آمن ِب‬ ِ ‫)ليس ال ِرب أن تولوا وجوهكم ِقبل الم‬ َ ُْ َ ْ َ ْ َ َ َ ْ َ ُ َ َ َ َ ْ َ َ َ ِّ َّ َ َْْ َ ‫ال عَل ح ِّب ِه ذ ِوي الق ْر ر َت َوال َيت َام‬ ‫اب والن ِبيي وآت الم‬ ِ ‫اآلخ ِر والم‬ ِ ‫واليو ِم‬ ِ ‫آلئك ِة وال ِكت‬ َ ِّ َ ُ ْ َ َ َّ َ َ َّ َ َ َ َ َ َ َ ‫َو ْال َم َساك‬ َّ َ ‫السب‬ َّ ‫ي َو ْاب َن‬ ‫الصالة َوآت الزكاة َوال ُموفون‬ ‫اب وأقام‬ ِ ِ ِ ِ ‫يل والس ِآئ ِلي و ِ يف الرق‬ َْ َ ْ ْ َ ْ َ َ َّ َّ َ ْ ُ َ َ َ َْ َّ َ ْ (.‫س‬ ِ ‫ِبعه ِد ِهم ِإذا عاهدوا والص ِاب ِرين ِ يف البأساء والرصاء و ِحي البأ‬ “İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı taraflarına çevirmeniz(den ibaret) değildir. Asıl iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitap ve peygamberlere iman edenlerin; mala olan sevgilerine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, (ihtiyacından dolayı) isteyene ve (özgürlükleri için) kölelere verenlerin; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, antlaşma yaptıklarında sözlerini yerine getirenlerin ve zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda (direnip) sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır.” (Bakara, 2/177) Ayette önce doğuya ve batıya yönelmenin iyilik olmadığı ifade edilerek neyin iyilik olmadığı vurgusu yapılmıştır. Akabinde iyiliğin ne olduğu, yaptıkları iyi amel ve davranışları vurgulanarak bazı insan tipleriyle tanımlanmıştır. Bu tanımda cins yerine geçecek kelime olan “birr” sıyaktan anlaşıldığı için lafzen kendisine yer verilmemiştir. Nitekim kimi tefsir âlimine göre ayetin takdiri şöyledir: 18 )‫ّ(بّرّ) ّمن ّآمن‬ ّ‫ )ولكن ِ ر‬Buna göre ِ ‫ّالي‬ iyiliğin tanımı: İyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitap ve peygamberlere iman edenlerin; mala olan sevgilerine rağmen, 18 el-Endelusî, el-Bahru’l-muhît, II, 4. 14 onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, )ihtiyacından dolayı( isteyene ve )özgürlükleri için( kölelere verenlerin; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, antlaşma yaptıklarında sözlerini yerine getirenlerin ve zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda (direnip) sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır. Cins: İyilik Fasıl: a- Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitap ve peygamberlere iman eden, b- Mala olan sevgilerine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, )ihtiyacından dolayı( isteyene ve )özgürlükleri için( kölelere veren, c- Namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, antlaşma yaptıklarında sözlerini yerine getiren, d- Zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda )direnip( sabreden kimselerin tutum ve davranışlarıdır. Burada tanımın cins bölümünü oluşturan kelime olan iyilik, fasıl sayılan bölümlerle isim tamlaması şeklinde ifade edilmiştir. Bu, mantıki tanımlarda az rastlanılan bir tanım biçimidir. Aslında ayeti zahirine göre anlamlandırmak da mümkündür. Bu durumda Kur’an, iyiliği doğrudan belirlenen niteliklere sahip insanların kendileri olduğu şeklinde tanımlamış oluyor. Bu da bir 15 nevi mübalağa sanatı sayılmaktadır. Nitekim bu durum, sabırlı olan bir kimseye sen sabırlısın demek yerine sen sabırsın dememizdeki mübalağa sanatına benzer. Ancak her iki durumda da ilgili sıfat ve özellikler kast edilmektedir. Kur’an’ın iyiliği bu şekilde tanımlamasının arkasında iyiliğin ulaşılamaz bir erdemlik olmadığı bu erdemliğe sahip olan kimselerin olduğu ve onların örnek alınması gerektiği mesajının verilmesi yatmaktadır.19 Buna göre Kur’an, iyiliği doğuya veya batıya yönelmede aramanın yanlış bir tutum olduğunu vurgularken iyiliğin esasen iman, infak, namazı hakkıyla kılmak, zekat vermek, sözünde durmak ve sabretmek olduğunu açıklamaktadır. Yine Bakara süresinde iyiliğin ne olmadığı ve ne olduğu bağlamında Allah şöyle buyurur: َ َُ ْ َ ْ َ ْ َ َ ِّ َ ْ َ ْ ُْ َ ْ َ َّ ُ َ َ َ ‫ون َك َعن األه َّلة ُق ْل‬ ‫س ال ِر رب ِبأن تأت ْوا‬ ‫اس والحج ولي‬ ‫) يسأل‬ ِ ِ ‫ِي‬ ِ ‫ه مو ِاقيت ِللن‬ ِ ْ َ ُ َّ َّ ْ ْ ْ َّ َ َ ُ ُ َ ُ َّ َ َ ‫ُ ْ ه‬ َ ُُْ َ ْ ْ َ ‫ورها َول ِـكن ال ِر َّب َم ِن اتق َوأتوا ال ُب ُيوت ِمن أب َو ِابها َواتقوا اّلل ل َعلك ْم‬ ِ ‫البيوت ِمن ظه‬ َ ُ ُْ ( ‫تف ِلحون‬ “Sana hilalleri soruyorlar. De ki: ‘Onlar insanlar ve hac için vakit ölçüleridir. Erdemlilik asla evlere arkalarından gelip girmeniz değildir; fakat erdemlilik kişinin takvada bulunmasıdır. Evlere kapılarından gelin; Allah’a karşı takvada bulunun ki kurtuluşa eresiniz.’ ” )Bakara, 2/189) 19 el-Endelusî, el-Bahru’l-muhît, II, 4. 16 Bu ayette de tıpkı önceki ayette olduğu gibi öncelikle iyiliğin insanların zihnindeki yanlış tasavvuru reddedilmektedir. Ardından Kur’an, iyiliği önceki ayette belirlenen tüm tutumları içinde barındıran takva )ilahi emir ve yasaklara riayet etmek( ile niteleyerek tanımlamıştır. Bu ayete göre iyilik eve nereden girmek değil esas iyilik ilahi emir ve yasaklara riayet etmektir mesajı verilmeye çalışılmıştır. Bu durumda her iki ayette iyilik için verilen tanım aynıdır birbirinden farklı değildir. c-Günahkar Yalancı (‫)األفاك األثيم‬ İfk: Bir şeyi olması gereken halden çevirmek, dönüştürmek, vazgeçirmek ve esas yoldan sapmak demektir. Bu sıfatından dolayı yalan söylemeye de ifk denilmiştir.20 Ayrıca ‫إفك‬/ifk, Kur’an’da geçtiği her yerde yalan söylemek anlamında kullanılmıştır.21 Esas itibariyle (‫ )اثم‬ism: Geri kalmak, ilerlememek ve ağır durmak anlamındadır. Günaha ‫اثم‬/ism denilmesi, işleyen kimseyi iyi ve hayır işlerden geri bıraktığından ötürüdür. Sevap alınmasını engelleyen bütün eylemlere (‫ )اثم‬ism denilmesi de Ahmed bin Fâris bin Zekeriya er-Râzî, Mu‘cemu makâyîsi’l-luğa. )Beyrut: Dâru’lKutubi’l-İlmiyye, 1999(, II, 65; Ahmed Ubeyd el-Kubeysî, Mevsû‘atu’l-kelime ve ahavâtiha fi ‘l-Kur’ani’l-Kerim. )Beyrut: Daru’l-ma‘rife, 2017), I, 310-311. 21 el-Kefevî, el-Kulliyât, 153. 20 17 bundandır. Genel olarak günaha ve özel olarak yalan söylemeye de (‫ )اثم‬ism denilmiştir.22 Effâk ve esîm kelimeleri mübalağa sigalarının en yaygın vezinleri olup her biri kendi manasında eylemin yenilendiğini َ tekrarlandığını ifade eder. Buna göre effâk, kök filinin (‫)فعال‬ veznindeki mübalağa kalıbıdır ki yalan söylemeyi zaman zaman değil sık sık söyleyerek bunu alışkanlık haline getiren kimseler َ için bir sıfat olarak kullanılır. Esîm kelimesi ise kök filinin (‫)ف ِعيل‬ veznindeki mübalağa kalıbıdır ki günah eylemini zaman zaman değil sık sık işleyen ve bunu adet haline getiren kimseler için bir sıfat olarak kullanılır. Effâk ve esîm kelimelerinin sıfatlarla tanımının yapıldığı örnek ayet şudur: َ َّ َ ِّ ُ ِّ ٌ ْ َ َّ َ َ ْ َ َّ َ ُ َ ْ َ ‫اّلل ُت ْت ََل َع َل ْي ِه ُث َّم ُي ر‬ ‫رص ُم ْستك ِر ًبا كأن ل ْم‬ ِ ‫ات‬ ِ ‫يم يسمع آي‬ ٍ ‫)ويل لكل أف‬ ِ ٍ ‫اك أ ِث‬ َ َ .(‫ي ْس َم ْعها‬ “Her günahkâr yalancının vay hâline! Kendisine Allah’ın âyetlerinin okunduğunu işitir de, sonra büyüklük taslayarak sanki onları hiç duymamış gibi direnir.” )Câsiye, 45/8) Günahkar yalancı kimsenin tanımı açıklama yoluyla cümle sıfatla yapılarak ifade edilmiştir. Buna göre günahkar yalancının tanımı şöyledir: Kendisine Allah’ın âyetlerinin okunduğunu işitir 22 İbn Fâris, Mu‘cemu makâyîsi’l-luğa, II, 38; el-Kubeysi, Mevsü‘atu’l-kelime, I, 113. 18 de, sonra büyüklük taslayarak sanki onları hiç duymamış gibi direnendir. Bu tanım bir cins ve iki fasıldan oluşmaktadır. Tanımın cinsi, effâk ve esîm sıfatlarına sahip olan insandır. Tanımın iki faslı ise şunlardır: a- Kendisine Allah’ın ayetlerinin okunduğunu işiten. b- Bununla beraber büyüklük taslayarak sanki onları hiç duymamış gibi direnen. Ayette özellikle “esîm” ve “effâk” kelimelerinin seçilmesi çok manidardır. Zira günah anlamındaki ism, işlendiğinde iç dünyasında zillet ve düşüklük hissedildiği halde bunun tersinin gösterildiği günah türüdür. Aynı şekilde ifk de inat ederek ve bilerek haktan batıla meyletmenin adıdır tıpkı yalan söylemek gibidir.23 Nitekim ayetin tanımı da her iki kelimenin bu kök anlamlarına işaret etmektedir. d- Müttakiler (‫)المتقون‬ (‫ )المتقون‬Muttekûn, isim fail kipiyle ّ‫متق‬/muttaki kelimesinin düzenli müzekker çoğulu olup kökü ّ‫وق‬/vaka’dır. Gerçekleşmesi yakın olan zararlardan korunmak anlamına gelen (‫ )وقاية‬vikayet, kelimenin kök mastarıdır ve esas itibariyle bir zararı bir şeyden başka bir şey aracılığıyla defetmeye denilmektedir. Bu yönüyle 23 el-Kubeysi, Mevsû‘atu’l-kelime, I, 105-106, 310-311. 19 korumak ve örtmek anlamına sahiptir. Bu sıfata sahip olan şeye vikayet ve vakiye denilmektedir. 24 Mutakûn (ّ‫ )وق‬vaka filinin (‫ )افتعل‬babının isim fail kipidir. Fiili ُ ُ (ّ‫)اتق‬, (ّ‫ )يتق‬olup isim faili (ّ‫’)متق‬dir. Bunun çoğulu (‫)متقون‬ şeklindedir. Kendisini koruyanlar anlamına gelmektedir. Takva şeklinde de ifade edilen bu kavram, dinen haram veya mekruh olan şeylerden korunmak olarak tanımlanmıştır.25 Diğer taraftan takvanın başlangıcı, şirkten korunmaktır, orta seviyesi, haramdan korunmak iken son hedef seviyesi Allah dışındaki her şeyden arınmak şeklinde de değerlendirilmiştir.26 Bu kavram Kur’an-ı Kerim’de farklı kalıp ve kiplerde sıkça kullanılmaktadır. Sıfatlarla tanımının yapıldığı ayet ise aşağıdakidir: َ ُ َ َْ َ ْ َ َ ْ َ ٌ َّ َ ْ ِّ َ َ ٌ ‫ين ف َيها َو َأ ْز َو‬ ْ َ َّ َ َّ ‫اج‬ ِ ‫) ِلل ِذين اتقوا ِعند رب ـ ِهم جنات تج ِري ِمن تح ِتها األنهار خ ِال ِد‬ ْ َ َ ْ َ َّ َ َ َّ َ َّ َ َ ُ ُ َ َ َّ ‫ر َ َّ ٌ َ ْ َ ٌ ِّ َ ه‬ َ ُ‫ه‬ ‫آمنا فاغ ِف ْر لنا‬ ‫اّلل َواّلل ب ِص ٌب ِبال ِع َب ِاد ال ِذين يقولون ربنا ِإننا‬ ِ ‫مطه َرة و ِرضوان من‬ َْ َ َ َْ ْ َ َّ َ َ َ َ َ َ َ ُ ُ َ َّ َ َ َّ ُ ْ َ َ ‫ي َوال ُم ْستغ ِف ِرين‬ ‫نف ِق‬ ِ ‫ذنوبنا و ِقنا عذاب الن ِار الص ِاب ِرين والص ِاد ِقي والقا ِن ِتي والم‬ َ َ .(‫ِباأل ْسح ِار‬ “Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için Rableri katında, içinden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve Allah’ın rızası vardır.” Allah, kullarını hakkıyla görendir. (Bunlar), “Rabbimiz, biz iman ettik. Bizim günahlarımızı bağışla. Bizi ateş İbn Fâris, Mu‘cemu makâyîsi’l-luğa, II, 641; el-Kubeysi, Mevsû‘atu’l-kelime, XII, 449495. 25 el-Cezâirî, Furûku’l-luğat, 87. 26 el-Kefevî, el-Kulliyat, 299. 24 20 azabından koru” diyenler, sabredenler, doğru olanlar, huzurunda gönülden boyun büküp divan duranlar, Allah yolunda harcayanlar ve seherlerde (Allah’tan) bağışlanma dileyenlerdir.” )Âl-i İmrân, 3/14-16) Bu ayette doğrudan muttaki kelimesi değil de (‫)الذين ّاتقوا‬ takvada bulunanlar ifadesi kullanılarak müttaki/takva ehli kimselerin tanımı üzerinde durulmaktadır.27 Önce (‫ )الذين‬o kimselerki/ ism-i mevsûlu sıfat yapmak suretiyle tanımlamaya başlar daha sonra peş peşe sıralanan müfret sıfatlarla takip eder. Bu tanım, bir cins ki (‫ )الذين‬ile ifade edilen insandır ve 6 fasıldan oluşmaktadır. Bu tanıma göre müttaki insan aşağıdaki sıfatlara sahip olandır: a- “Rabbimiz, biz iman ettik. Bizim günahlarımızı bağışla. Bizi ateş azabından koru” diyenler, b- Sabredenler, c- Doğru olanlar, d- Huzurunda gönülden boyun büküp divan duranlar, e- Allah yolunda harcayanlar f- Seherlerde )Allah’tan( bağışlanma dileyenlerdir. Yukarıda sıralanan sıfatlar, sahiplerini Allah’ın azabından, öfkesinden korur ve rızasına nail olmayı sağlar. Sıfatların cem 27 Zemahşeri’ye göre bu sıfatlar müttakilerin olabildiği gibi ibâd/kulların tanımı da olabilir. Ancak kendisi birincisini benimser. )Zemahşeri, Mahmûd b. Ömer, elKeşşâf ‘an hakâ’iki ğavâmid’t-tenzîl, Dâru’r-Reyyân, Kahire, 1987, I, 343.( 21 ifade eden atıf harfı vav ile birbirlerine bağlanması müttaki kimsenin bu sıfatların tümüne sahip olması gerektiği hükmünü verir. e- Zakkum Ağacı )‫)شجرة الزقوم‬ Zakkum, bağırsakları yakan ve çabuk acıktıran tiksindirici bir yiyecektir. Kur’an’da bitki anlamındaki şecere kelimesi ile isim tamlaması formatında kullanılmıştır. Bu bitkinin küçük yapraklı, tadı acı, kokusu kötü, kendisinden süt beyazlığında bir sıvının aktığı ve insan bedenine değdiğinde ilgili yerde şişkinliğin oluştuğu bir bitki türüdür.28 Zakkum bitkisinin tanımı aşağıdaki ayetlerde vasfî/betimsel olarak yapılmıştır: ‫َ َ َ َ ْ ٌ ر ُ ا َ ْ َ َ َ ُ َّ ر‬ َّ ِّ ‫َّ َ ْ َ َ ْ َ ا‬ ْ َ ٌ َ َ َ َّ َ ‫ي ِإنها شج َرة تخ ُر ُج‬ ‫وم ِإنا ج َعلناها ِفتنة للظ ِال ِم‬ ِ ‫) أذ ِلك خب نزًل أم شجرة الزق‬ َ َّ ُ ُ ُ ُ َّ َ َ َ ُ ْ َ ‫ف َأ ْصل ْال َجح‬ (‫ي‬ ِ ‫يم طلعها كأنه رؤوس الشي‬ ِ ِ ِ ‫ِي‬ ِ ‫اط‬ “Ziyafet olarak bu mu daha hayırlı, yoksa zakkum ağacı mı? Şüphesiz biz onu zalimler için bir imtihan aracı kıldık. O, cehennemin dibinde biten bir ağaçtır. Onun meyveleri sanki şeytanların kafalarıdır.” (Saffât; 37/62-65) Ayette zakkum ağacı bir cins ve biri isim cümlesi diğeri ise fiil cümlesinden 28 oluşan sıfat konumunda olan iki fasıldan İbn Manzûr, Lisânu’l-‘Arab. )Kahire: Daru’l-Maarif, ts.), III, 1846: el-Kubeysi, Mevsû‘atu’l-kelime, V, 489-491. 22 oluşmaktadır. Buna göre tanımın cinsi ağaçtır fasılları ise şunlardır: a- Cehennemin dibinde biten b- Meyveleri sanki şeytanların kafaları Buna göre zakkum ağacı, cehennemin dibinde biten ve meyveleri şeytan kafasına benzeyen bir ağaçtır. Nekire isimden sonra gelen fiil cümlesi ile hemen akabinde gelen ve dikkat çekici bir benzetme içeren isim cümlesi ile zakkum ağacı betimlenmiştir. Bir taraftan fiil cümlesi sıfatın sürekli yenilendiğini gösterirken isim cümlesinin ise sıfatın başka bir yönüyle sübutu ifade etmektedir. َْ ُ َ َ ‫َّ َ َ َ َ َّ ر‬ َْ ُْْ َ ُ ُْ َ ْ َْ َ (‫يم‬ ِ ‫يم كالمه ِل يغ ِ يَل ِ يف البط‬ ِ ‫ون كغ ِيَل الح ِم‬ ِ ‫وم طعام األ ِث‬ ِ ‫) ِإن شجرة الزق‬ “Şüphesiz, zakkum ağacı, günahkârların yemeğidir. O, maden eriyiği gibidir. Kaynar suyun kaynaması gibi karınlarda kaynar.” (Duhân, 44/45-46.) Bu ayette zakkum ağacının günahkarların yiyeceği olduğu bilgisi verildikten sonra benzetme yoluyla tanımı yapılmıştır. Bu tanımda cins siyaktan anlaşıldığı ve daha önce zikri geçtiği için tekrarlanmasına gerek duyulmayan ağaç iken fasılları ise şunlardır: a- Maden eriyiği gibidir b- Suyun kaynaması gibi karınlarda kaynar. 23 Buna göre zakkum ağacı, maden eriği ve insan karnında adeta kaynayan su gibidir. 24 2- İSM-İ MEVSÛL İLE YAPILAN TANIMLAR Gerek (‫)الذي‬, (ّ‫ )الت‬bunların tesniye ve çoğulları gibi özel ism-i mevsûller olsun gerekse (‫ )ما‬ve (‫ )من‬gibi müşterek ism-i mevsûller olsun iki cümleyi birbirine bağlama görevini görürler. Bu görevi görürlerken cümlede nesne, özne ve sıfat konumunda olabiliyorlar. Bu yüzden tür olarak isim olmalarına rağmen ve isim olma özelliklerinden dolayı cümlede kimi zaman umde kimi zaman da fadla olarak önemli bir görev görmelerine rağmen bir yönüyle de bağlaç görevini de görürler. Bu itibarla (‫ )الذي‬marife isimleri sıla cümleleriyle sıfatlandırmak için bir bağlaç olarak kullanılır. Böylece (‫ )الذي‬vasıtasıyla bir şey gayrından ayrılarak açıklanmış olur29 ki tanımın da amacı budur. İsm-i mevsûller cümlede kendisinden önceki isme sıfat olarak geldiği kimi yerlerde kendisi tanımın cins bölümünü oluştururken sıla cümlesi ise fasl bölümünü oluşturabilmektedir. Kur’an-ı Kerim’deki tanımların çoğu (‫’)الذين‬nin sıfat olarak gelmesi şeklinde olduğunu söylemek mümkündür. Bu şekil tanım esasında bir nevi vasfi tanım olup sıla cümlesinde belirtilen özelliklerle açıklama cihetine gidilmiştir. Bu tür tanımlarda “o kimseler” anlamında olan 29 Abdulkâhir el-Curcânî, Delâ’ilu’l-î‘câz. (Berut: Dâru’l-Ma‘rife, 1981), s. 154. 25 ism-i mevsûl (‫’)الذين‬nin kendisi cins ve sıla cümlesi tanımın faslı olarak kabul edilmektedir. Yaptığımız araştırmada ism-i mevsûllerin tanımlarda tanımın cins bölümünü oluşturduğu hükmü müzekker çoğulu kipi (‫ )الذين‬ile sınırlıdır ve ona özel bir durumdur. Şu da bir gerçektir ki bu tür tanım örneklerinde genelde tanımın her fasl bölümünün başında (‫ )الذين‬tekrarlanmaktadır. Yapılan tespite göre müennes çoğulu (ّ‫ )الالت‬veya tekil ve tesniye ism-i mevsûllerin Kur’an tanımlamalarında cins bölümünü oluşturmamıştır. Bu tür tanımlara dair örnekler şöyledir: a- Müttakiler (‫)المتقون‬ Daha önce muttaki kavramıyla ilgili genel bilgiler verilmişti. Burada tekrar edilmeyecektir. Kur’an-ı Kerim’de muttakilerin kimler olduğu ve özelliklerinin neler olduğu açıklanırken ism-i mevsûl (‫ )الذين‬tanımın cins bölümünü oluştururken sıla cümlesi tanımın fasl bölümünü oluşturduğu iki ayet bulunmaktadır. Birinci ayette Allah’ın kelamı olması konusunda hiçbir kuşku olmayan Allah kitabı Kur’an’ın muttakiler için rehber olduğu sadedinde şu tanım yapılmıştır: َ ْ َ ُ ْ ُ َ َّ َ َّ ُ ْ ِّ ‫ُ ا‬ َ ُ ُ َ َْ َ ُ َ ْ َ َ ‫يمون‬ ‫ي ال ِذين يؤ ِمنون ِبالغ ْي ِب َوي ِق‬ ‫يه هدى للمت ِق‬ ِ ‫)ذ ِلك ال ِكتاب ال ريب ِف‬ ُ َ َ َ ْ َ َ ُ َ َ ُ ْ ُ َ َّ َ ُ ُ ْ ُ َ ْ َ َ َّ َ َ َّ َ َ ‫نز َل ِمن ق ْب ِلك‬ ‫أ‬ ِ ‫الصالة و ِمما رزقناهم ي‬ ِ ‫نزل ِإليك وما‬ ِ ‫نفقون وال ِذين يؤ ِمنون ِبما أ‬ َ ُ ُ ْ ُ َ َ .( ‫وقنون‬ ِ ‫و ِب‬ ِ ‫اآلخر ِة هم ي‬ 26 “Bu, kendisinde şüphe olmayan kitaptır. Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için yol göstericidir. Onlar gaybe inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiğimizden de Allah yolunda harcarlar. Onlar sana indirilene de, senden önce indirilenlere de inanırlar. Ahirete de kesin olarak inanırlar.” (Bakara, 2/2-4) Kur’an’ın sık sık kullandığı kavramlardan biri olan takvanın ve sıfat hali müttakinin çok farklı yerlerde muhtelif biçimlerde özellikleri verilerek açıklanmıştır. Burada müttakilerin tanımı yapılınca cins olan ism-i mevsûl peşinden gelen 5 sıfat ise onun fasıl bölümleridir. Buna göre müttakiler, a- Gaybe inanırlar, b- Namazı dosdoğru kılarlar, c- Kendilerine rızık olarak verilenden de Allah yolunda harcarlar. d- Hz. Muhammed’e indirilene de, ondan önce indirilenlere de inanırlar. e- Ahirete de kesin olarak inanırlar. Kur’an, muttaki kimseler için rehberdir denilince adeta muttakiler kimlerdir acaba zihnen sorulan bir soruya ‘gaybe inanan, namazı dosdoğru kılan, kendilerine rızık olarak verilenden Allah yolunda harcayan, Hz. Muhammed’e indirilene 27 ve ondan önceki peygamberlere indirilenlere inanan ve ahirete de kesin olarak inanan kimselerdir’ cevabı verilmiştir. İkinci ayette muttakiler için hazırlanan ve genişliği yer ile gökler kadar olan cenneti kazanmaya davet sadedinde şu tanım yapılmıştır: َ ْ ُ ْ ُ ِّ ْ َّ ُ ُ ْ َ َ ُ َ َ َّ َ ُ َ َّ َ ‫ض أ ِعدت‬ ‫) َو َس ِارعوا ِإَل َمغ ِف َر ٍة ِّمن َّربك ْم َوجن ٍة ع ْرضها السماوات واألر‬ َ ْ َ َّ َّ َ َّ َّ َ ُ ُ َ َّ َ َّ ُ ْ َّ َ َ َْ َ َ َْْ َ ُ ‫الناس َو ه‬ ‫اظ ِمي الغيظ والع ِاف‬ ‫نفقون ِ يف الرساء و‬ ‫اّلل‬ ‫ي ع ِن‬ ِ ‫الرصاء والك‬ ِ ‫ِللمت ِقي ال ِذين ي‬ ِ ْ ُ َ ْ َ ْ َ َ ‫َ َ َّ َ َ َ َ ُ ْ َ َ ا َ ْ َ َ ُ ْ َ ْ ُ َ ُ ْ َ َ ُ ْ ه‬ ْ ُ ْ ‫ُ ر‬ ‫احشة أو ظلموا أنفسهم ذكروا اّلل فاستغفروا‬ ِ ‫ي ِحب المح ِس ِني وال ِذين ِإذا فعلوا ف‬ ُ ُ َ َ ْ ‫ْ َ َ َ ْ ُ ر ُ َ َّ ه ُ َ َ ْ ُ ر‬ َ َ َ ُ ْ ُ َ (. ‫رصوا عَل َما ف َعلوا َوه ْم ي ْعل ُمون‬ ِ ‫ِلذنو ِب ـ ِهم ومن يغ ِفر الذنوب ِإال اّلل ولم ي‬ “Rabbinizin bağışına, genişliği göklerle yer arası kadar olan ve Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için hazırlanmış bulunan cennete koşun. Onlar bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcayanlar, öfkelerini yenenler, insanları affedenlerdir. Allah, iyi ve yararlı işleri en güzel şekilde yapanları sever.” Yine onlar, çirkin bir iş yaptıkları yahut nefislerine zulmettikleri zaman Allah’ı hatırlayıp hemen günahlarının bağışlanmasını isteyenler -ki Allah’tan başka günahları kim bağışlar- ve bile bile işledikleri (günah) üzerinde ısrar etmeyenlerdir.” )Âl-i İmrân, 3/132-134) Bu ayette muttakilerin tanımı önceki ayette geçen özelliklerden farklı özelliklerle yapılmıştır. Yine tanımın cinsi olarak ism-i mevsûl ve peşinden gelen 5 sıfat ise onun fasıl bölümleridir. Buna göre genişliği yer ve gökler kadar olan ve 28 muttakiler için hazırlanan cennete girecek olan muttakilerin sıfatları şunlardır: a- Bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcayanlar, b- Öfkelerini yenenler, c- İnsanları affedenler. d- Çirkin bir iş yaptıkları, yahut nefislerine zulmettikleri zaman Allah’ı hatırlayıp hemen günahlarının bağışlanmasını isteyenler e- Bile bile işledikleri )günah( üzerinde ısrar etmeyenlerdir. Genişliği yer ile gökler kadar olan cennetin kendileri için hazırlandığı muttakilerden bahsedilirken adeta bu muttakilerin kimler olduğu sorulur ve soruya şu cevap verilir: Kendilerine cennetin hazırlandığı muttakiler, bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcayan, öfkelerini yenen, insanları affeden, çirkin bir iş yaptıkları yahut nefislerine zulmettikleri zaman Allah’ı hatırlayıp hemen günahlarının bağışlanmasını isteyen ve bile bile işledikleri )günah( üzerinde ısrar etmeyen kimselerdir. 29 b- Saygı Duyanlar (‫)الخاشعون‬ İsim mevsul (‫ )الذين‬ve sıla cümlesiyle tanımı yapılan kavramlardan biri de huşû‘ kavramıdır. Huşû‘ yumuşaklık, heybet, saygı, sükûnet, sessizlik, kırık, zayıf, vakar, alçak gönüllük ve korku gibi anlamlara gelmektedir.30 Kalpteki yakarışın bedendeki dış organlara yansıması şeklinde de ifade edilmiştir.31 Tevazu kelimesiyle ortak yönleri olsa da insana yansıması bakımından farklılaşmaktadır; Tevazu, görünen ve görünmeyen eylem ve ahlak ile dışa yansırken huşû‘, beden azalarıyla dışa yansımaktadır. Bunun için “Kalp tevazu gösterdiğinde beden azaları huşû‘ eder” denilmiştir.32 Kur’an-ı Kerim’de bu fiil yer33, dağ34, insanın kalbi35, yüzü36, gözü37 ve sesleri38 gibi varlıkların yüklemi olarak kullanıldığı gibi insanın sıfatı39 olarak da kullanılmıştır. İbn Manzûr, Lisanu’l-Arab, II, 1165-1166; el-Kubeysi, Mevsû‘atu’l-kelime, IV, 73-82 e-Râğib el-Isfahanî, Mufredâtu elfâzi’l-Kur’an, thk. Safvan Adnan Davudî. )Dimaşk: Dâru’l-Kalem, 1992), 283. 32 el-Cezâ’irî, Furûku’l-luğât, 94, 118-119, 122. 33 Fussilet, 41, 39; 34 Haşir, 59, 21. 35 el-Hadîd, 57,16; 36 el-Ğaşiye, 88, 2. 37 Naziat, 79, 9; Kalem, 68, 43. 38 Taha, 20, 108. 39 Bakara, 2, 44; İsra, 17, 109; Enbiya, 21, 90; Müminûn, 23, 2; Şûra, 42, 45. 30 31 30 Sabır ve namazdan destek alınmasının emredildiği ayette bunun huşû ehli olmayanlar için ağır geldiği belirtilmiş ardından huşû ehlinin tanımı yapılmıştır. Tanımda ism-i mevsûl ‫الذين‬ tanımın cinsi, sıla cümlesi ise tanımın faslı yapılmıştır. Kur’an şöyle ifade eder: َ ْ َ َ َّ ٌ َ َ َ َ َّ َ َ َّ َ ْ َّ ْ ُ َ ْ َ ُ َّ َ َ ‫َ َّ َ َ ُ ر‬ ‫ي ال ِذين يظنون أنهم‬ ‫اش ِع‬ ِ ‫)واست ِعينوا ِبالص ر ِب والصال ِة و ِإنها لك ِببة ِإال عَل الخ‬ َ َ ْ َ ْ ُ َّ َ َ ْ ِّ َ ُ َ ‫ر‬ (. ‫اج ُعون‬ ِ ‫مالقو رب ـ ِهم وأنهم ِإلي ِه ر‬ “Sabrederek ve namaz kılarak (Allah’tan) yardım dileyin. Şüphesiz namaz, Allah’a derinden saygı duyanlardan başkasına ağır gelir. Onlar, Rablerine kavuşacaklarını ve gerçekten O’na döneceklerini çok iyi bilirler.” (Bakara, 2/44-45) Bu ayete göre haşi‘în/huşû ehlinin tanımı şöyledir: Haşi‘, Rablerine kavuşacaklarını ve gerçekten O’na döneceklerini çok iyi bilenlerdir. Bu ayette muarraf/tanımlanan kelime (ّ‫ )الخاشعي‬cümlede harfi cer (‫’(عىل‬nın mecrürü olarak yer almıştır. Ayette tanımın cinsi ism-i mevsûl (‫ )الذين‬iken tanımın fasıl bölümü ise şudur: Rablerine kavuşacaklarını ve gerçekten Rablerine döneceklerini iyi bilenlerdir. Buna göre Rablerine kavuşacaklarını ve gerçekten Rablerine döneceklerini iyi bilenler, Allah’a derinden duydukları saygının 31 bedenlerinin dış organlarında gözüken sonsuz teslimiyete sahip olan kimselerdir. c- Sabredenler (‫)الصابرون‬ Birikmek, aynı hal üzere devam etmek, dayanıklı ve güçlü olmak anlamlarına gelen sabır, esasında meşakkat ve musibetlere karşı sebat etmek, tutunmak, var olan halden vaz geçmemek yeniye teslim olmamak demektir.40 Kimi zaman sabır, yönelik olduğu duruma göre de değerlendirilmiştir. Buna göre savaşta sabretmek cesaret göstermek, nefsi abes şeylerden alıkoymak kanaat ve iffet, kelamda sabr etmek söz tutmak şeklinde yorumlanmıştır.41 Kur’an-ı Kerim’de yer alan sabır ve türevleri genelde mücadele ve sıkıntı hallerinde sebat göstermek, nefsine hâkim olmak, dayanmak anlamında kullanıldığını söylemek mümkündür.42 Başlarına bir musibet geldiğinde sabreden insanların tutumları sadedinde Kur’an-ı Kerim onları tanımlarken yine ism-i İbn Manzûr, Lisânu’l-‘Arab, IV, 2391-2395; Muhammed Hasan Hasan Cebel, elMucemu’l-İştikakî el-Mûsil li elfâzi’l-Kur’ani’l-Kerîm. )Kahire: Mektebetu’l-Adâb, 2010), III, 1190-1191. 41 el-Kefevî, el-Kulliyât, 560. 42 el-Isfahani, Mufredât, 474-475. 40 32 mevsûl (‫’)الذين‬yi kullanır ve tanımın faslı olarak sıla cümlesini sıfat yapma yoluna başvurur: ِّ‫َ َ ر‬ ْ ُ َ ٌ َ ‫َ َّ َ َ َ َ َ ْ ُ ر‬ َ َّ َ ْ َ َّ َ ‫وا إ َّنا ه‬ ّ (‫اجعون‬ ِ ِ ِ ‫رس الص ِاب ِرين ال ِذين ِإذا أصابتهم م ِصيبة قال‬ ِ ‫ّلل و ِإنـا ِإلي ِه ر‬ ِ ‫)وب‬ “Sabredenleri müjdele. Onlar; başlarına bir musibet gelince, “Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz” derler.” (Bakara, 2/154-155) Sabredenler, başlarına bir musibet gelince, kesinlikle Allah’a ait olduklarını ve kesinlikle O’na döneceklerini söyleyenlerdir. Bu ayette muarraf/tanımlanan kelime cümlede nesne durumundaki (‫ )الصابرين‬sabredenler, düzenli müzekker çoğulu olarak gelmiştir. Tanımın cinsi ism-i mevsûl (‫ )الذين‬iken tanımın faslı, başlarına bir musibet gelince, kesinlikle Allah’a ait olduklarını ve kesinlikle O’na döneceklerini söyleyenlerdir. d- Müminler (‫)المؤمنون‬ ْ Emn kökünden türeyen kelimeler, içten güvenmek, (‫)أمن‬ tasdik etmek, öz olma hali, korkusuzluk, ihanet etmemek, emanet, koruma anlamlarında kullanılmaktadır.43 Bu kelime doğrudan harfi cer almaksızın nesne alabildiği gibi nesnenin başına harfi cer lam ve harfi cer “ba” getirilerek de kullanılmaktadır. Kur’an-ı Kerim’de farklı formatlarda ve çokça 43 Amed bin Muhammed bin Ali el-Feyyûmî, el-Misbâhu’l-munîr, (Beyrut: Mektebet Lubnan, 1987), 10. 33 kullanılan kelimelerden biri olan “emn”, bağlamı gereği yukarıda belirtilen anlamlardan birini ifade etmektedir. Allah için kullanılan el-Mumin sıfatı kullanıldığı gibi inanan kulları için de bir sıfat olarak kullanılmaktadır. Allah için kullanılınca kullarını koruyan anlamında iken kul için kullanılınca güçlü bir iç huzurla Allah’a ve O’nun gönderdiği dini tasdik ederek kabullenmek demektir.44 İnanan kulların bir sıfatı olarak mümin, tekil, düzenli müennes çoğulu olarak Kur’an’da yer aldığı gibi çoğunlukla düzenli müzekker çoğulu olarak geçmektedir. İşte düzenli müzekker çoğulu kipiyle bir kavram olarak tanımı yapılırken ismi mevsûl (‫ )الذين‬tanımın cinsi ve ardından gelen sıla cümleleri de onun fasılları olarak yer almaktadır. Mümin kelimesinin bu formattaki tanımlaması Kur’an’da üç yerde yapılmıştır. 1- Âl-i İmrân, 3/170-172 ْ َ ‫َ ْ َ ْ ر ُ َ ْ َ ِّ َ ه‬ ُ َ َ ‫َ َ َّ ه‬ َ َّ َ ْ ُ ْ َ ْ َ ُ ‫اّلل َوفض ٍل وأن‬ ‫ي ال ِذين‬ ‫اّلل ال ي ِضيع أجر المؤ ِم ِن‬ ِ ‫رسون ِب ِنعم ٍة من‬ ِ ‫)يستب‬ َ َ َ َْ َُ ْ ُ َ َ ْ َ ْ ْ َ َّ ُ ْ ْ ُ ْ َ َّ ُ َّ َ ‫وا ه‬ ‫ول ِمن ب ْع ِد َمآ أ َصابه ُم الق ْر ُح ِلل ِذين أح َسنوا ِمنه ْم َواتقوا أج ٌر‬ ِ ِ ‫استجاب‬ ِ ‫ّلل والرس‬ ً َ ْ ُ َ َ َ ْ ُ ْ َ ْ َ ْ ُ َ ْ ُ َ َ ْ َ َ َّ َّ ُ َّ ُ ُ َ َ َ َ َّ ٌ ‫َعظ‬ ‫يمانا‬ ‫يم ال ِذين قال لهم الناس ِإن الناس قد جمعوا لكم فاخشوهم فزادهم ِإ‬ ِ ْ ُ َ َ ُ ‫وا َح ْس ُب َنا ه‬ ُ(‫اّلل َون ْع َم ْال َوكيل‬ ‫وقال‬ ِ ِ “(Şehitler) Allah’ın nimetine, keremine ve Allah’ın, mü’minlerin ecrini zayi etmeyeceğine sevinirler. Onlar yaralandıktan sonra Allah’ın 44 Cebel, el-Mucemu’l-İştikâkî, IV, 2015-2127; el-Kubeysî, Mevsû‘atu’l-kelime, I, 415. 34 ve Peygamberinin davetine uyan kimselerdir. Onlardan iyi ve yararlı işleri en güzel şekilde yapanlara ve Allah’a karşı gelmekten sakınanlara büyük bir mükâfat vardır. Onlar öyle kimselerdir ki, halk kendilerine, “İnsanlar size karşı ordu toplamışlar, onlardan korkun” dediklerinde, bu söz onların imanını artırdı ve “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!” dediler.” (Âl-i İmrân, 3/170-172) Bu ayette muarraf/tanımlanan kelime cümlede isim tamlamasında mudaf ileyhi konumunda olan (ّ‫ )المؤمني‬düzenli müzekker çoğulu cer hali ile gelmiştir. Ayette Allah’ın ecirlerini zayi etmeyeceği müminlerin tanımı sahip oldukları sıfatlarla yapılmıştır. Buna göre müminler, yaralandıktan sonra Allah’ın ve Peygamberinin davetine uyan ve halk kendilerine, “İnsanlar size karşı ordu toplamışlar, onlardan korkun” dediklerinde, imanları artıp ve “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!” diyenlerdir. Burada tanımın cinsi ism-i mevsûl (‫ )الذين‬iken, iki tane faslı vardır. a- Yaralandıktan sonra Allah’ın ve Peygamberinin davetine uyan, b- Halk kendilerine, “İnsanlar size karşı ordu toplamışlar, onlardan korkun” dediklerinde, imanları artıp ve “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!” diyenlerdir. 35 2- Enfâl, 8/2-3 ُ َ َ َّ َ ُ ْ ْ َّ ََ ْ ُ َ ُ ُ َ ُ ُ ُُ ْ َ ُ‫ه‬ ‫) ِإن َما ال ُمؤ ِمنون ال ِذين ِإذا ذ ِك َر اّلل َو ِجلت قلوب ـه ْم َو ِإذا ت ِل َيت عل ْي ِه ْم آياته‬ َ ُ ُ ْ ُ َ ْ َ َ َّ َ َ َ َّ َ ُ ُ َ َّ َ ُ َّ َ َ َ ْ ِّ َ َ َ َ ً َ ْ ُ ْ َ َ (.‫نفقون‬ ِ ‫زادتهم ِإيمانا وعَل رب ـ ِهم يتوكلون ال ِذين ي ِقيمون الصالة و ِمما رزقناهم ي‬ “Mü’minler ancak o kimselerdir ki; Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir. O’nun âyetleri kendilerine okunduğu zaman (bu) onların imanlarını artırır. Onlar sadece Rablerine tevekkül ederler. Onlar namazı dosdoğru kılan, kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda harcayan kimselerdir.” (Enfâl, 8/2-3) Bu ayette müminlerin tanımı yapılırken hem hasr/indirgeme üslubu kullanılmış hem de ism-i mevsûlun sıla cümleleriyle tanımları yapılmıştır. Bu ayette muarraf/tanımlanan kelime hasr edatı )‫ (إنما‬bağlamında mubteda konumunda olan )‫(المؤمنون‬ düzenli müzekker çoğulu ref hali ile gelmiştir. Buna göre gerçek ve asıl müminler, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperen, O’nun âyetleri kendilerine okunduğu zaman imanları artan, sadece Rablerine tevekkül eden, namazı dosdoğru kılan, kendilerine rızık olarak verilen şeylerden Allah yolunda harcayan kimselerdir. Burada tanımın cinsi ism-i mevsûl iken, beş tane faslı vardır. a- Allah anıldığı zaman kalpleri ürperen, b- Allah’ın âyetleri kendilerine okunduğu zaman imanları artan, c- Sadece Rablerine tevekkül eden, 36 d- Namazı dosdoğru kılan, e- Kendilerine rızık olarak verilen şeylerden Allah yolunda harcayanlar. Gerçek Müminlerin sıfatları olarak burada vurgulanan esas husus, onların Allah’ı gerçek manada kalpleriyle hissetmeleri, O’nun azametine uygun bir şekilde O’na namaz ile ibadet etmeleri ile kendilerine verilen rızık nimetinin şükrü olarak ondan infak etmeleridir. 3- Müminûn, 23/1-8 َ ْ َ َ ْ َّ َ ُ َ َّ َ ْ ُ َ َّ َ ُ ْ ُ ْ َ َ ْ َ ْ َ ‫اش ُعون َوال ِذين ه ْم ع ِن اللغ ِو‬ ِ ‫(قد أفلح المؤ ِمنون ال ِذين هم ِ يف صَل ِت ِهم خ‬ َ ْ َ َ َ َّ َ ُ َ ْ ُ ُ ْ ُ َ َّ َ َ ُ َ َ َّ ْ ُ َ َّ َ َ ُ ْ ُ ‫اج ِه ْم‬ ِ ‫وج ِهم ح ِافظون ِإًل عَل أزو‬ ِ ‫مع ِرضون وال ِذين هم ِللزك ِاة ف ِاعلون وال ِذين هم ِلفر‬ َ َ ُ َ ُ ْ َ ْ ُ َّ َ ْ ُ ُ َ ْ َ ْ َ َ َ َ ْ َ ُ ْ ُ َ َ َُ َ َ ََْ ‫ي ف َم ِن ابتغ َو َراء ذ ِلك فأ ْول ِئك ه ُم ال َعادون‬ ‫وم‬ ِ ‫أو ما ملكت أيمانهم ف ِإنهم غب مل‬ َ َ ُ َ َّ َ َ َ ُ َ َّ َ ُ َ ُ َ ُ َْ )‫َوال ِذين ه ْم ِأل َمان ِات ِه ْم َوعه ِد ِه ْم َراعون َوال ِذين ه ْم عَل َصل َو ِات ِه ْم يح ِافظون‬ “Mü’minler, gerçekten kurtuluşa ermişlerdir. Onlar ki, namazlarında derin saygı içindedirler. Onlar ki, faydasız işlerden ve boş sözlerden yüz çevirirler. Onlar ki, zekâtı öderler. Onlar ki, ırzlarını korurlar. Ancak eşleri ve ellerinin altında bulunan cariyeleri bunun dışındadır. Onlarla ilişkilerinden dolayı kınanmazlar. Kim bunun ötesine geçmek isterse, işte onlar haddi aşanlardır. Yine onlar ki, emanetlerine ve verdikleri sözlere riâyet ederler. Onlar ki, namazlarını kılmağa devam ederler.” )Mu’minûn, 2/1-8) Kur’an-ı Kerim’in birçok yerinde müminlerin sahip olmaları gereken sıfatlar bağlamında birden çok tanımları yapılmıştır. 37 Burada muarraf/tanımlanan kelime )‫ (أفلح‬fiilinin öznesi olarak düzenli müzekker çoğulu ref hali ile gelen )‫ (المؤمنون‬kelimesidir. Tanımın cinsi o kimseler anlamına gelen ism-i mevsûl )‫(الذين‬ kelimesi kabul edilirse şu fasıllarla gayrı bu tanımdan çıkarılmıştır: a- Namazlarında derin saygı içinde olanlar. b- Faydasız işlerden ve boş sözlerden yüz çevirenler. c- Zekâtı ödeyenler. d-Irzlarını koruyanlar. e- Emanetlerine ve verdikleri sözlere riâyet edenler. f- Namazlarını kılmaya devam edenler. Bu ayetlerde tanımın cinsi olan ‫ الذين‬kelimesi diğer ayetlerde de görüldüğü gibi her fasılla birlikte tekrarlanması ayetlerde bir ahenk oluşturduğu gibi manaya güç vermiş ve muhatabı söylenenleri dinlemeye ve anlamaya çekmiştir. Bu üç ayeti birleştirdiğimizde müminlerin sahip olmaları gereken sıfatlarla yapılan tanımı şöyle olacaktır: Müminler, 1- Savaşta yaralandıktan sonra Allah’ın ve Peygamberinin davetine uyan, 38 2- Halk kendilerine, “İnsanlar size karşı ordu toplamışlar, onlardan korkun” dediklerinde, imanları artıp ve “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!” diyen, 3- Allah anıldığı zaman kalpleri ürperen, 4- Allah’ın âyetleri kendilerine okunduğu zaman imanları artan, 5- Sadece Rablerine tevekkül eden, 6- Namazı dosdoğru kılan, 7- Kendilerine rızık olarak verilen şeylerden Allah yolunda harcayan, 8- Namazlarında derin saygı içinde olan, 9- Faydasız işlerden ve boş sözlerden yüz çeviren, 10- Zekâtı ödeyen, 11-Irzlarını koruyan, 12- Emanetlerine ve verdikleri sözlere riâyet eden, 13- Namazlarını kılmaya devam eden kimselerdir. e- Allah Dostları (‫( أولياء هللا‬ (‫ )أولياء‬kelimesinin tekili (ّ‫)ول‬, mekan yakınlığı, bağlılık, yağmur türü, azat eden, azat edilen ve dost edinmek gibi anlamlara gelir. Ayrıca yakınlıklarından ötürü arkadaş, müttefik, 39 amcaoğlu, destekçi ve komşuya da veli denilir. Birisinin sorumluluğunu üstlenen onun velisi olur.45 Veli kelimesi tekil olup çoğulu evliyadır. Tekil olarak 44 ve çoğul olarak 36 defa tekrarlanmıştır. Kur’an-ı Kerim’de tanımı yapılmış olan hali, lafzi celale ile isim tamlaması şeklinde çoğul kipi olan (‫ )أولياء‬kelimesidir. Allah’a bağlı olan ve Allah’ın dostları anlamına gelen (ّ ‫أولياء‬ ‫ )هللا‬kavramının tanımı yapılırken yine ism-i mevsûl (‫ )الذين‬ile sıla cümlesiyle birlikte sıfat şeklinde yapılmıştır. Allah dostları için kesinlikle korku ve hüznün olmadığı beyanı sadedinde tanımları şöyle yapılmıştır: َ ُ َّ َ ْ ُ َ ْ ُ َ َ َّ َ ُ َ ْ َ ْ ُ َ َ ْ ْ َ َ ٌ ْ َ َ ‫ه‬ َ ْ َ َّ َ ( ‫آمنوا َوكانوا يتقون‬ ‫اّلل ال خوف علي ِهم وال هم يحزنون ال ِذين‬ ِ ‫)أال ِإن أو ِلياء‬ “Bilesiniz ki, Allah’ın dostlarına hiçbir korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de. Onlar iman etmiş ve Allah’a karşı gelmekten sakınmış olanlardır.” (Yunus, 1/61-62) Bu ayette muarref olan Allah’ın dostları anlamındaki (‫ )أولياء‬kelimesi (ّ‫ )إن‬edatının ismi olarak cümlede nasb konumunda yer almıştır. Ayette evliyanın tanımı yapılırken yine bütün herkesi içine alacak kadar geniş manası olan ism-i mevsûlu cins ve gayrı çıkarmak için iki fasıl kullanılmıştır. 45 İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, VI, 4920-4925; el-Kefevî, el-Kulliyât, 309, 918; el-Kubeysi, Mevsû‘atu’l-kelime, XII, 535-538; IV, 1939-1941. 40 Buna göre: Cins: İsm-i mevsûl (‫)الذين‬ Fasıl ise: a- İman etmiş olanlar. b- Allah’a karşı gelmekten sakınmış olanlar. Bir başka ayette evliyanın tanımı hasr üslubuyla yapılarak onların sadece takva ehli olanlar olduğu belirtilmiştir. َ ْ ُ َ ْ َ َ ‫َ َ َ ُ ْ َ َّ ُ َ ِّ َ ُ ُ ه ُ ُ َ ر‬ ْ ُ َ ْ ‫اّلل َوه ْم ي ُصدون ع ِن ال َم ْس ِج ِد الح َر ِام َو َما كانوا أ ْو ِل َياءه ِإن‬ ‫)وما لهم أال يعذبهم‬ َ ُ َ ْ َ َ ْ ُ َ ََ ْ َ َّ َ َ َ ُ َّ ُ ْ َّ ُ ُ َ ْ َ .( ‫أو ِليآؤه ِإال المتقون ول ِـكن أ كبهم ال يعلمون‬ “Onlar Mescid-i Haram’dan (mü’minleri) alıkoyarken ve oranın bakımına ehil de değillerken, Allah onlara ne diye azap etmesin? Oranın bakımına ehil olanlar ancak Allah’a karşı gelmekten sakınanlardır. Fakat onların çoğu bilmez.” (Enfâl, 8/34) Bu ayette istisna edatının ‫ إال‬olduğu ve müstesna minhunun zikredilmediği olumsuz cümlede hasr üslubuyla Allah dostlarının ancak müttakiler olduğu vurgulanmıştır. Ya da Mescidu’l-Haram’a hizmet etme ehliyet ve liyakatine sahip olanlar ancak müttakilerdir demek istenmiştir. f- Rahman’ın Kulları (‫)عباد الرحمن‬ Rahman’ın kulları anlamındaki (‫ )عباد ّالرحمن‬tabiri, bir isim tamlaması olup iki kelimeden meydana gelmiştir: (‫ )عباد‬kelimesi, 41 (‫ )عبد‬kelimesinin düzensiz çoğuludur. (‫ )الرحمن‬Allah’ın Esma-i Hüsnasından olup merhameti daimi olan demektir. İbad kelimesi çoğul kalıbıyla Kur’an-ı Kerim’de 95 yerde geçmektedir. Allah’ın er-Rahman ismi Kur’an-ı Kerim’de besmelede geçtiği yerler hariç müstakil olarak 46 yerde geçmektedir. Her iki kelime birleşik olarak Kur’an-ı Kerim’de iki defa geçmektedir. Furkan Süresi 63. ayette beşer mümin kullar için kullanılırken Zuhruf Süresi 19. ayette ise melek kullar için kullanılmıştır. Bunun karşısında ibad kelimesinin lafzı celale Allah ile 9 yerde birleşik olarak geçtiği gibi birçok yerde de Allah’a gönderilen zamir ile birleşerek kullanılmıştır. Ancak bu hallerden hiçbirinde tanımı yapıldığına rastlayamadık. er-Rahman’ın Kullarının kimler olduğu ve sıfatlarının ne olduğu beyanı sadedinde tanımı şöyle yapılmıştır: ُ َ َ ُ َ ْ ُ َُ َ َ َ َ ًْ َ ْ َ ْ َ َ َ ُ ْ َ َ َّ َ ْ َّ ُ َ َ ‫اهلون قالوا‬ ِ ‫ض هونا و ِإذا خاطبهم الج‬ ِ ‫)و ِعباد الرحم ِن ال ِذين يمشون عَل األر‬ َ َ َ َّ َ ْ ْ َ َّ َ َ ُ ُ َ َ َّ َ ً َ َ ً َّ ُ ْ ِّ َ َ ُ َ َ َّ َ ً َ َ ‫اْصف عنا عذاب‬ ِ ‫سَلما وال ِذين ي ِبيتون ِلرب ـ ِهم سجدا و ِقياما وال ِذين يقولون ربنا‬ ُ ْ ُ ْ َ ُ َ َ َ َ َّ َ ً َ ُ َ ًّ َ َ ْ ُ ْ َ َ َّ ً َ َ َ َ َ َ َ َ َّ َ َّ َ َ ‫رسفوا‬ ِ ‫جهنم ِإن عذابها كان غراما ِإنها ساءت مستقرا ومقاما وال ِذين ِإذا أنفقوا لم ي‬ َ ً َ َّ َ َ َ ُ ْ َ َ َ َّ َ ً َ َ َ َ َ ْ َ َ َ َ ُ َُ ْ َ ْ َ َ َ ُُ ْ َ َ ‫اّلل ِإلها آخ َر َوًل يقتلون‬ ِ ‫ولم يقبوا وكان بي ذ ِلك قواما وال ِذين ًل يدعون مع‬ ُ َ ْ َ َ ُ ً َ َ َ ْ َ َ َ ْ َ ْ َ َ َ َ ُ ْ َ َ َ ِّ َ ْ َّ ُ َّ َ َّ َ َ َّ َ ْ َّ ‫النفس ال ِ يت حرم اّلل ِإًل ِبالحق وًل يزنون ومن يفعل ذ ِلك يلق أثاما يضاعف له‬ ‫َ ا‬ ُْ ْ ََ َ َ ْ َ َْ ُ َ َْ َ َ َُ ً َ َ َ َ َ َ َ َّ ً َ ُ ‫آمن َوع ِم َل ع َمَل َص ِالحا فأ ْول ِئك‬ ‫يه مهانا ِإًل من تاب و‬ ِ ‫العذاب يوم ال ِقيام ِة ويخلد ِف‬ َ ََ َ َ َ ْ َ ِّ َ ُ َّ ُ ِّ َ ُ ُ َّ َ ً َ َ َ ُ َّ ‫ان‬ ً ‫اّلل َغ ُف‬ ً ‫ورا َّرح‬ ‫يما َو َمن تاب َوع ِم َل َص ِالحا ف ِإنه‬ ‫ات وك‬ ِ ٍ ‫يبدل اّلل سيئ ِات ِهم حسن‬ َ َ َّ َ َ ‫َ ُ ُ َ َّ َ َ ً َ َّ َ َ َ ْ َ ُ َ ر‬ ْ َّ ‫ور َو ِإذا َم رروا ِباللغ ِو َم رروا ِك َر ًاما َوال ِذين ِإذا‬ ‫اّلل متابا وال ِذين ًل يشهدون الز‬ ِ ‫يتوب ِإَل‬ َ ْ َ َ ْ َ َ َّ َ َ ُ ُ َ َ َّ َ ً َ ْ ُ َ ًّ ُ َ ْ َ َ ‫َ ِّ ْ َ ْ َ ر‬ ُ ِّ ُ ‫ات رب ـ ِهم لم ي ِخروا عليها صما وعميانا وال ِذين يقولون ربنا هب لنا ِمن‬ ِ ‫ذكروا ِبآي‬ ْ َ ُ ْ َ َ َّ ُ َ َّ ِّ ُ َ َ َ ْ َ َ ‫اج َع ْل َنا ل ْل ُم َّتق‬ (. ‫ي ِإ َم ًاما‬ ‫يو‬ ِ ِ ِ ‫أزو‬ ٍ ‫اجنا وذريا ِتنا قرة أع‬ 42 “Rahmân’ın kulları, yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürüyen kimselerdir. Cahiller onlara laf attıkları zaman, “selâm!” der (geçer)ler. Onlar, Rablerine secde ederek ve kıyamda durarak geceleyenlerdir. Onlar, şöyle diyenlerdir: “Ey Rabbimiz! Bizden cehennem azabını uzaklaştır, gerçekten onun azabı sürekli bir helâktir!” “Şüphesiz, ne kötü bir durak ve ne kötü bir konaktır orası.” Onlar, harcadıklarında ne israf ne de cimrilik edenlerdir. Onların harcamaları, bu ikisi arası dengeli bir harcamadır. Onlar, Allah ile beraber başka bir ilâha kulluk etmeyen, haksız yere, Allah’ın haram kıldığı cana kıymayan ve zina etmeyen kimselerdir. Kim bunları yaparsa ağır azaba uğrar. Kıyamet günü onun azabı kat kat artırılır ve horlanmış olarak orada ebedî kalır. Ancak tövbe edip de inanan ve salih amel işleyenler başka. Allah işte onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. Kim de tövbe eder ve salih amel işlerse işte o, Allah’a, tövbesi kabul edilmiş olarak döner. Onlar, yalana şahitlik etmeyen, faydasız boş bir şeyle karşılaştıkları zaman, vakar ve hoşgörü ile geçip gidenlerdir. Onlar, “Ey Rabbimiz! Eşlerimizi ve çocuklarımızı bize göz aydınlığı kıl ve bizi Allah’a karşı gelmekten sakınanlara önder eyle” diyenlerdir.” (Furkân, 25/63-74) Bu ayette muarraf kelime olan Rahman’ın kulları, birleşik bir kelime olup (‫ )عباد‬mubteda olduğu için ref durumundadır erRahman ise mudaf ileyhi olduğu için mecrür olarak gelmiştir. Bu 43 ayette Rahman’ın kulları kavramının tanımı yapılırken yine bütün herkesi içine alacak kadar geniş manası olan ism-i mevsûl (‫ )الذين‬tanımın cinsi ve gayrı çıkarmak için on bir fasıl kullanılmıştır. Buna göre: Cins: İsm-i mevsûl (‫)الذين‬ Fasıl ise: a- Yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürüyenler. b- Cahiller onlara laf attıkları zaman, “selâm!” deyip geçenler. c- Rabblerine secde ederek ve kıyamda durarak geceleyenler. d- “Ey Rabbimiz! Bizden cehennem azabını uzaklaştır, gerçekten onun azabı sürekli bir helâktir!” diyenler. e- Harcadıklarında ne israf ne de cimrilik edip, bu ikisi arası dengeli bir harcama yapanlar. f- Allah ile beraber başka bir ilâha kulluk etmeyen. g- Haksız yere, Allah’ın haram kıldığı cana kıymayan. h- Zina etmeyen. j- Yalana şahitlik etmeyenler. k- Faydasız boş bir şeyle karşılaştıkları zaman, vakar ve hoşgörü ile geçip gidenler. 44 l- “Ey Rabbimiz! Eşlerimizi ve çocuklarımızı bize göz aydınlığı kıl ve bizi Allah’a karşı gelmekten sakınanlara önder eyle” diyenler. g- Namaz Kılanlar (‫)المصلون‬ Namaz kılanlar anlamındaki (‫ )المصلون‬kelimesi düzenli ّ müzekker çoğulu olup tekili (ّ‫ )المصىل‬şeklindedir. Kök fiilinin mastarı (‫)صالة‬ olup sözlük anlamıyla yumuşak olma, biçimlenmeye müsait olma, dağlamak, ısınmak, çağırmak, dua etmek anlamlarına gelir. İçinde yapılan dualar ve gösterilen huşû ile yakarışlardan ötürü kıyam, culûs, rükû, sucüt ve kıraatten oluşan ibadet tarzına da salat denilmiştir.46 İnsanın sıkıntı ve bolluk hallerinde sergilediği yanlış tutum sadedinde istisna edilen namaz kılanların sıfatlarını Kur’an şöyle beyan eder: َ َّ ً ُ َ ْ ُ ً ُ َ ‫َّ ْ َ َ ُ َ َ ُ ً َ َ َّ ُ رَّ ر‬ ‫الرس جزوعا َو ِإذا َم َّسه الخ ْ ُب َمنوعا ِإًل‬ ‫) ِإن ِاْلنسان خ ِلق هلوعا ِإذا مسه‬ َ َ َّ َ َ ُ َ ْ َ َ َ َ ْ ُ َ َّ َ ِّ َ ُ ْ ٌ ‫ين ف أ ْم َواله ْم َح ٌّق َّم ْع ُل‬ َّ ‫وم ِّل‬ ‫لس ِائ ِل‬ ِِ ‫المصلي ال ِذين هم عَل صَل ِت ِهم د ِائمون وال ِذ ِ ي‬ َ َ ْ ِّ ُ َ َّ َ َّ َ ُ ْ ِّ ِّ ْ َ َ ُ ِّ َ ُ َ َّ َ ‫َو ْال َم ْح ُر‬ ‫اب َرب ـ ِهم رمش ِفقون ِإن‬ ِ ِ ‫ين وال ِذين هم من عذ‬ ِ ‫وم وال ِذين يصدقون ِبيو ِم الد‬ ْ َ ُ ْ َ ْ ِّ َ َ َ َ ُ ْ ُ َ َّ َ َ ُ َ ْ َ‫ون إ ًَّل َع ََل َأ ْز َواجه ْم َأ ْو ما‬ ُ ُ ‫وج ِهم ح ِافظ‬ ٍ ‫عذاب رب ـ ِهم غب مأم‬ ِ ‫ون وال ِذين هم ِلفر‬ ِ ِ ِ ُ َ ُ ْ َ ْ ُ َّ َ ْ ُ ُ َ ْ َ ْ َ َ َ َ َّ َ َ ُ َ ْ ُ ُ َ َ ْ ُ َ َ َ َ َ َ َ ْ َ َ َ ‫ومي فم ِن ابتغ وراء ذ ِلك فأول ِئك هم العادون وال ِذين‬ ِ ‫ملكت أيمانهم ف ِإنهم غب مل‬ َ َ َ َ ْ ُ َ َّ َ َ ُ َ ْ َ َ َ ُ َ َّ َ َ ُ َ ْ ُ َْ ‫ه ْم ِأل َمان ِات ِه ْم َوعه ِد ِهم راعون وال ِذين هم ِبشهاد ِات ِهم ق ِائمون وال ِذين هم عَل‬ َ َ ُ َ ُ ( .‫َصَل ِت ِه ْم يح ِافظون‬ 46 el-Feyyûmî, el-Misbâhu’l-munîr, 132; Cebel, el-Mucemu’l-iştikâkî, III, 1243-1247 45 “Şüphesiz insan çok hırslı ve sabırsız olarak yaratılmıştır. Kendisine kötülük dokunduğu zaman sızlanır. Ona bir hayır dokunduğunda da eli sıkıdır. Ancak, namaz kılanlar başka. Onlar, namazlarına devam eden kimselerdir. Onlar, mallarında; isteyenler ve (isteyemeyip) mahrum kalan-lar için belli bir hak bulunan kimselerdir. Onlar hesap, mükâfat ve ceza gününü tasdik eden kimselerdir. Onlar, Rablerinin azabından korkan kimselerdir. Çünkü, Rablerinin azabından emin olunamaz. Onlar, mahrem yerlerini koruyan kimselerdir. Ancak eşleri, yahut sahip oldukları cariyeleri başka. Çünkü onlar (eşleri ve cariyeleri ile olan ilişkileri konusunda) kınanmazlar. Kim bunun ötesini isterse, işte onlar sınırı aşan kimselerdir. Onlar, emanetlerini ve verdikleri sözü gözeten kimselerdir. Onlar, şahitliklerini dosdoğru yapan kimselerdir. Onlar, namazlarını titizlikle koruyan kimselerdir.” (Me‘âric, 70/19-34) Burada muarref kelime olan el-Musallîn olumlu cümlede istisna edatı ‫‘ إال‬dan sonra geldiği için müstesna olup nasp konumundadır. Gerçek manada namaz kılanların tanımı yapılırken yine onlar ki anlamına gelen ism-i mevsûl (‫)الذين‬ tanımın cinsi olarak kullanılmış, arkasından çok sayıda sıla cümleleri de fasıl olarak değerlendirip onlar vasıtasıyla gayrı çıkarılmıştır. Buna göre: Cins: İsm-i Mevsûl (‫)الذين‬ Fasıl: 46 a- Namazlarına devam edenler, b- Mallarında; isteyenler ve )isteyemeyip( mahrum kalanlar için belli bir hak bulunanlar, c- Hesap, mükâfat ve ceza gününü tasdik edenler, d- Rablerinin azabından korkan kimseler, e- Mahrem yerlerini koruyanlar, f- Emanetlerini ve verdikleri sözü gözetenler, g- Şahitliklerini dosdoğru yapanlar, h- Namazlarını titizlikle koruyan kimseler. Bu sıfatlara sahip olan namazlı kullar, kendilerine kötülük dokunduğu zaman sızlanır. Onlara bir hayır dokunduğunda da elleri sıkı olan aşırı hırslı anlamına gelen “helû‘ kavramına dahil olmazlar. h- Fasıklar (‫)الفاسقون‬ Fasikûn, (‫ )فسق‬fiilinin ismi fail sigası olan (‫ )فاسق‬kelimesinin çoğulu olup fiilin kök mastarı (‫ ِ)ف ْسق‬kelimesidir. Herhangi bir şeyin kabuğundan çıkması, tabiatı gereği zarar vermesi veya tabiatının dışına çıkıp haktan sapması ve günaha bulaşması anlamlarında kullanılmaktadır. Ayrıca bu özellikten ötürü zulüm, putlar için adak kesmek, Allah adının üzerinde anılmadan kesilen hayvanın etinin yenmesi, şans oyunları, yalan söylemek, Allah’ın ayetlerini inkar etmek, Allah’ın indirdiği vahiyle hükmetmemek, 47 nifak, şerefli kadına iftira atmak ve benzeri hususlara fısk denilmiştir.47 Sivrisinek örneğini vermekle fasıkları sınaması sadedinde onların kim olduğu, yaygın özelliklerinin ne olduğunu sıfat getirmek suretiyle yapılan tanımda Allah şöyle buyurur: َ َ ْ َّ َ َّ َ ْ َ َ ُ ُ َ َ َّ َ َ َْ َ ‫َ َ ُ ر‬ ‫اّلل ِمن ب ْع ِد ِميث ِاق ِه َويقط ُعون‬ ِ ‫اس ِقي ال ِذين ينقضون عهد‬ ِ ‫)وما ي ِضل ِب ِه ِإال الف‬ َ ُ ْ ُ َ َ َ ُ َ ُ َّ َ َ َ َ َْ (. ‫ض‬ ِ ‫ما أمر اّلل ِب ِه أن يوصل ويف ِسدون ِ يف األر‬ “Allah onunla (sivrisineği örnek vermekle) ancak fasıkları saptırır. Onlar, Allah’a verdikleri sözü, pekiştirilmesinden sonra bozan, Allah’ın korunmasını emrettiği bağları (iman, akrabalık, beşerî ve ahlâkî bütün ilişkileri) koparan ve yeryüzünde bozgunculuk yapan kimselerdir.” (Bakara, 2/25-26) Muarraf olan (ّ‫)فاسقي‬ kelimesi müstesna minhin zikredilmediği olumsuz cümlede istisna edatlarından (‫ )إال‬edatının sonrasında geldiği için cümledeki konuma göre (ّ‫ )يضل‬fiilinin mefulü/nesnesi olarak nasp olmuştur. Burada fasıkların tanımı yapılınca ism-i mevsûl cins, peşinden gelen sıla cümleleri de fasıl olarak değerlendirmek mümkündür. Buna göre fasıklar şu kimselerdir: a- Allah’a verdikleri sözü, pekiştirilmesinden sonra bozan, 47 el-Feyyûmî, el-Misbâhu’l-munîr, 236; el-Kefevî, el-Kulliyât, 692-693; Cebel, el-Mu ‘emu’l-iştikâkî, III, 1673-1675. 48 b- Allah’ın korunmasını emrettiği bağları )iman, akrabalık, beşerî ve ahlâkî bütün ilişkileri( koparan c- Yeryüzünde bozgunculuk yapan. ı- Münafıklar (‫)المنافقون‬ َ ُ Munafikûn (ّ‫ناف َق‬ ّ ) fiilinin ismi fail sigası olan (‫نافّق‬ ِ ‫) ّم‬ kelimesinin çoğulu olup fiilin mastarı (‫ ِ)نفاق‬kelimesidir. Yerde bir başka uca çıkan tünel, köstebeklerin sıkıştığında kaçmak için yuvasında açtığı ancak görünürde kapalı olan bölüm, içi boş üstü ve etrafı kapalı olan yer ve şey, bir şeyin içini çıkarıp götürmek, harcamak anlamalarına gelir. Bir kimsenin iman ettiğini gösterip hakikatinde içinin imandan boş olmasına da nifak denir. Kur’an-ı Kerim’de (‫ )نفقة‬ve çoğulu (‫ )نفقات‬ile (‫ )أنفق‬fiili ve türevleri, tasarrufu altında bulunan malı harcamak demek iken (‫ )نافق‬ve türevleri bir kimsenin Müslüman olduğunu gösterip küfrünü gizlemesi anlamında kullanılmaktadır.48 Münafıklar için acıklı bir azabın var olduğu haberinin ironi bir ifade ile verilmesi sadedinde Kur’an-ı Kerim’de şöyle bir tanımları yapılmıştır: َ ْ َ ُ َّ َ َ َّ ً َ ً َ َ ْ ُ َ َّ َ َ َ ُ ْ ِّ‫َ ر‬ ُ َ َْ َ ‫ون‬ ِ ‫رس المن ِاف ِقي ِبأن لهم عذابا أ ِليما ال ِذين يت ِخذون الك ِاف ِرين أو ِلياء ِمن د‬ ِ ‫)ب‬ َ ‫ْال ُم ْؤمن‬ (. ‫ي‬ ِ ِ 48 İbn Faris, Mu‘cemu makayîsi’l-luğa, II, 571-52; Cebel, el-Mu‘cemu’l-İştikâkî, IV, 22412242. 49 “Münafıklara, kendileri için elem dolu bir azap olduğunu müjdele. Onlar, mü’minleri bırakıp kâfirleri dost edinen kimselerdir.” )Nisâ, 4, 137-138) Muarraf olan (ّ‫ )المنافقي‬kelimesi yukarıdaki ayette emir fiili ِ (ّ‫ َ)بش‬kelimesinin mefulü/nesnesi olarak cümlede yer aldığı için nasp konumundadır. Burada münafıkların tanımı yapılınca ism-i mevsûl cins, peşinden gelen sıla cümlesi de fasıl olarak değerlendirmek mümkündür. Buna göre Münafıklar, müminleri bırakıp kâfirleri dost edinen kimselerdir. j- Ölçü ve Tartıda Hile Yapanlar (‫)المطففون‬ ِ َ ُ َ َ ‫)طف‬ Mutaffifûn (ّ‫ف‬ fiilinin ismi fail sigası olan (‫)مطفف‬ َ kelimesinin çoğulu olup fiilin kök mastarı (ّ‫ )طف‬kelimesidir. Esas olarak taff, başta ölçüler olmak üzere bir şeyin kenarı, sınırı ve üstü ya da yüksekliğidir. Bundan dolayı deniz ve nehirlerin sahiline, bölge sınırlarına, dağ ve kayaların uçurum noktalarına da taff denilmiştir. Kur’an’ın yüklediği mana ise ölçeği örfte bilinen doluluk düzeyinin üstüne çıkmak veya altına düşmektir. 49 İsm-i mevsûl (‫‘)الذين‬nin cins ve sıla cümlesinin sıfat yapılarak tanımın faslı olarak kullanıldığı örneklerden biri de tartı ve ölçülerde hile yapanların uyarıldığı şu ayettir: 49 el-Feyyûmî, el-Misbâhu’l-munir, 142;Cebel, el-Mu‘cemu’l-İştikâkî, III, 1334-1335. 50 َ ُ ُ َ َ َ َ ْ ُ َ ْ َ َ َّ َ ِّ َ ُ ْ ِّ ٌ ْ َ َ ُ َ َ َّ ‫اس ي ْست ْوفون َو ِإذا كالوه ْم أو‬ ِ ‫)ويل للمطف ِفي ال ِذين ِإذا اكتالوا عَل الن‬ َ ُ ْ ُ ْ ُ ُ َ َّ ( ‫رسون‬ ِ ‫وزنوهم يخ‬ “Ölçüde ve tartıda hile yapanların vay hâline! Onlar insanlardan (bir şey) ölçüp aldıkları zaman, tam ölçerler. Fakat kendileri onlara bir şey ölçüp, yahut tartıp verdikleri zaman eksik ölçüp tartarlar”. (Mutaffifûn, 83/1-3) Kur’an’ın inşa ettiği kavramlardan biri olan “mutaffif” kelimesinin tanımı yapılırken yine ism-i mevsûl cins olarak alınmış ve iki fasıl ile kavrama dahil olmayanlar tanımdan çıkarılmıştır. Buna göre mutaffif, insanlardan )bir şey( ölçüp aldıkları zaman, tam ölçen fakat kendileri onlara bir şey ölçüp yahut tartıp verdikleri zaman eksik ölçüp tartanlardır. Muarraf kelime (ّ‫ )المطففي‬cümlede başındaki harfi cer lam ile mecrür olmuştur. Düzenli müzekker çoğulu olduğu için cer alameti esrenin görevini gören ‫ ي‬olmuştur. Tanımda cins: ism-i mevsûl (‫ )الذين‬iken tanımın faslı ise şu iki cümledir: a- İnsanlardan )bir şey( ölçüp aldıkları zaman, tam ölçen. b- Başkasına bir şey ölçüp, yahut tartıp verdikleri zaman eksik ölçüp tartanlar. 51 3- SORUYA CEVABEN YAPILAN TANIMLAR َ َ Arapçada kullanılan yaygın soru edatları şunlardır: (ّ‫ )أّ–ّه ْل‬mı َ ْ nerede, (‫)ك ْيف‬ َ kim, (‫)ما‬ َ ne, (ّ‫)م َت‬ َ ne zaman, (ّ‫)أي َن‬ – mi – mu, (ّ‫)م ْن‬ nasıl, (ّ‫ )أي‬hangi, (‫ ) ِل َم ّ– ّ ِل َماذا‬niçin. Bu edatların yanı sıra (‫ )سأل‬fiili, türevleri ve diğer eş anlamlıları da soru sormak anlamında kullanılmaktadır. Kur’an-ı Kerim de bu konuda Arapça indirildiği için bundan farklı bir yanı yoktur. Kur’an-ı Kerim’de tanım olarak değerlendirebileceğimiz ifade biçimlerinin soruya cevaben geldiği örnekler incelendiğinde َ َُ َ َْ (‫ َ)ي ْسألونك‬sana soruyorlar ve (ّ‫ )ما ّأدراك‬Bilir misin nedir kalıp cümlelerine cevaben geldiği görülecektir. Bu bağlamda incelenen en belirgin örnekler aşağıdadır: a- Hilaller (‫)األهلة‬ (‫ )أهلة‬Ehille kelimesi (‫ )هالل‬hilal kelimesinin çoğuludur. Aslında ay bir tek gök cismi olduğu için çoğulu olmamalı ancak farklı hallere büründüğünden her bir hali bir ay olarak tasavvur edilerek çoğulu yapılmıştır. İşte hilalin bu farklı halleri ile ilgili açıklama talebinde bulununca şu ilahi beyan nazil oldu: َ َُ ْ َ َّ ُ ِّ َ ْ َ َ َ ‫ون َك َعن األه َّلة ُق ْل‬ ( ‫اس َوالحج‬ ‫)يسأل‬ ِ ِ ‫ِي‬ ِ ‫ه مو ِاقيت ِللن‬ ِ “Sana, hilâlleri soruyorlar. De ki: “Onlar, insanlar ve hac için vakit ölçüleridir.” (Bakara, 2/189) 52 ّ َ Muarraf olan (‫ )األ ِهلة‬ayette harfi cer (‫ )عن‬ile mecrür olmuştur. Ehillenin ne olduğu sorusuna verilen cevapta ehilleye gönderilen o anlamındaki (ّ‫ )ه‬muarrafin yerine kullanılmış, (‫ )مواقيت‬vakitler tanımın cinsi ve “insanlar ve hac için” ifadeleri de tanımın fasıl bölümünü oluşturmuştur. Buna göre ehille, insanlar ve hac için vakit ölçüleridir. b- Kadınların Ay Hali (‫)المحيض‬ Belli bir zamanda akan sıvı, kadınlar için aybaşı hali anlamına gelen (‫ )محيض‬mimli mastar olup normal mastarı (‫)حيض‬ kelimesidir.50 Kadınların bu haline yönelik sosyal ve dini farklı yaklaşımlardan ötürü konu hakkında Allah Resulüne başvurulmuştur. Bunun üzerine inen vahiyde hayızın/aybaşı halinin ne olduğuna yönelik kendisine özgü şu açıklama yapılmıştır: َ َُ ْ َ َ ‫ون َك َعن ْال َمحيض ُق ْل ُه َو َأ ا‬ (‫ذى‬ ‫)ويسأل‬ ِ ِ ِ “Sana kadınların ay hâlini sorarlar. De ki: “O bir ezadır (rahatsızlıktır)” (Bakara, 2/222) Ayette muarraf olan (‫ )المحيض‬kelimesi harfi cer (‫ )عن‬ile cer olunmuştur. Burada ay halinin tanımı, sadece bir cinsten oluşmaktadır ki o da (ّ‫ )أذى‬bir ezadır kelimesidir. Bu tanımda ilginç 50 İbn Faris, Mu‘cemu makâyîsi’l-luğa, I, 339; el-Kefevî, el-Kulliyât, 399; Cebel, elMu‘cemu’l-iştikâkî, I, 450. 53 bir şekilde fasıl belirlenmemiş mutlak eza/rahatsızlık olduğu vurgulanmıştır. Cins: hal ayrımı arazı amm yani eza ile yapılmıştır. Muhtemelen bu eza ve rahatsızlığa maruz olanın kadınlar olduğu belli olmasından ötürü ezanın kadınlar için olduğu kaydı bilindiğinden ötürü belirtilmemiştir. Burada, kadınların aybaşının hükmü hakkında senden sorarlar veya o nedir sorusuna cevaben, onun ne olduğundan çok sebep verdiği sonucu ifade ederek onunla alakalı bir husus ifade edilmiştir. Ardından hükmüne dair verilen açıklamada hayız halinde olan kadınlarla cinsel münasebette bulunmaktan uzak durulması emredilmiştir. c- Ganimetler (‫)األنفال‬ Elde edilen veya kazanılan güzel artış, aslı aşan miktar ََ anlamına gelen (‫ )نفل‬kelimesinin düzensiz çoğulu olan (‫)أنفال‬ Kur’an-ı Kerim’de ganimet anlamında kullanılmıştır. İslam literatüründe farzın dışında yapılan ibadet, hayır ve hasenata nafile denilmesi bu sebeptendir. Ganimet Müslümanların gayri Müslimlerle savaşarak elde ettiği mal değerindeki her şeydir. Kur’an-ı Kerim’de bu kelimeden adını alan bir bulunmaktadır.51 51 el-Feyyûmî, el-Misbâhu’l-munîr, 236; Cebel, el-Mu‘cemu’l-İştikâkî, IV, 2243. 54 süre Ganimetin önceki peygamberlere ve onların ümmetine helal olmadığı bilindiği için ganimetin mahiyeti ve hükmü hakkında soru soruldu. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu: ُ َ َ َ َ َ َُ ْ َ ُ َّ َ ‫ال ه‬ ُ َ َ (‫ول‬ ِ ِ ‫ال ق ِل األنف‬ ِ ‫ّلل والرس‬ ِ ‫)يسألونك ع ِن األنف‬ “(Ey Muhammed!) Sana ganimetler hakkında soruyorlar. De ki: “Ganimetler, Allah’a ve Resûlüne aittir.” (Enfâl, 8/1) Ayette muarraf olan ‫ األنفال‬kelimesi harfi cer ‫ عن‬ile cer olunmuştur. Burada enfalin tanımı yapılırken yukarıda aybaşı hali için yapılan tanımda sadece cinsle yetinilirken burada zihnen anlaşıldığı için tanımın cins bölümüne yer verilmeyip fasıl bölümüyle yetinilmiştir. Nitekim zihnen anlaşılan tanımın cinsi maldır ve bu da ganimet anlamındaki enfal kelimesinden anlaşılmaktadır. Tanımın fasıl bölümü ise “Allah’a ve Resûlüne aittir.” ifadesidir. Ganimet hakkında senden sual ederler buyurduktan sonra ganimetlerin kime verileceğine dair açıklamayla cevap verilmektedir. Bu da sorunun ganimetin mahiyetini öğrenmeye yönelik değil verileceği yerlere ve hükmüne yönelik olduğu anlamına gelmektedir. 55 d- Ruh (‫)الروح‬ Ruh, nefes ve soluk demektir. Nefes alıp vermek yaşamanın en önemli göstergesi olduğu için yaşamaya ruh denilmiştir. Ayrıca nefsin kendisine de ruh denilmiştir. Çünkü nefs ruh ile kaimdir. Bedenin kendisiyle hayat bulduğu nefstir. Ayrıca ruh mecazi olarak vahiy, Cibril, Kur’an, hidayet ve nur gibi anlamlarda da kullanılmaktadır.52 Kur’an’da Hz. Muhammed’e ruhun ne olduğu sorulduğu ve bu soruya şöyle cevap verilmesi emredildiği yer almaktadır: ُ ُ ُ َ َ ِّ َ ْ َ ْ ُ ‫ر‬ َ َ َ َُ ْ َ َ ‫ر‬ ‫وتيتم ِّمن‬ ِ ‫وح ق ِل الروح ِمن أم ِر ر ر يت وما أ‬ ِ ‫)ويسألونك ع ِن الر‬ ْ ْ ‫َّ َ ا‬ ( ‫ال ِعل ِم ِإال ق ِليال‬ “Sana ruh hakkında soru soruyorlar. De ki: “Ruh, Rabbimin bileceği bir şeydir. Size pek az ilim verilmiştir.” (İsrâ, 17/85) Ayette muarraf olan (‫ )الروح‬kelimesi harfi cer (‫ )عن‬ile cer olunmuştur. Burada ruhun tanımı yapılırken yukarıda enfal kelimesinin tanımında olduğu gibi zihnen anlaşıldığı için tanımın cins bölümüne yer verilmeyip fasıl bölümüyle yetinilmiştir. Nitekim zihnen anlaşılan tanımın cinsi şey olup tanımın fasıl bölümü ise “Rabbimin bileceği” ifadesidir. 52 el-Feyyûmî, el-Misbâhu’l-munîr, 93; el-Kubeysî, Mevsâ‘atu’l-kelime, V, 350; Cebel, elMu‘cemu’l-iştikâkî, II, 772-773. 56 Ruhun ne olduğu hakkında gelen soruya cevaben onun Allah’ın bileceği bir şey olduğu cevabı verildikten sonra insanoğlunun sahip olduğu bilginin azlığına vurgu yapılmaktadır. Hakikatinde ruh, insan kabiliyetinin kavrayabileceği bir şey olmadığı için tanımı yapılmayıp soruyu soranlar ruhun Allah’ın işi olduğu hakikatine yönlendirilmişlerdir. e- Cehennem (‫)سقر‬ Hurma ve benzeri meyvelerden elde edilen pekmez, güneşin şiddetli etkisi ve erimek anlamına gelen (‫ )سقر‬kelimesinin etrafında döndüğü esas anlamın aşırı sıcağın etkisiyle bir şeyin içindeki katının eriyip dışına çıkması olduğunu söylemek mümkündür. Sıcağın olgunlaştırdığı yaş hurmanın suyunun dışa akması, güneş sıcaklığında beyinin erimesi, belli bir hastalığı gidermek amacıyla kullanılan dağlama çubuğunun oluşturduğu hararet durumları için de bu kök kelime ve türevleri kullanılmaktadır. Cehenneme (‫ )سقر‬denilmesinin sebebi ise aşırı sıcaklığıyla beden ve ruhları eritmesidir.53 Bir ceza ve azap mekânı olarak bilinen Sekar’ın nasıl bir yer ve ne olduğunu açıklamak için “bilir misin ne olduğu” sorusu bağlamında şöyle açıklanmıştır: 53 İbn Faris, Mu‘cemu makâyîsi’l-luğa, I, 562; Cebel, el-Mu‘cemu’l-iştikâkî, II, 1034-1035. 57 َ َ َ َ َ‫َ َ َ َ َ َ ْ َ َ َ َ َ ُ َ ُ ْ َ َ َ َ َ ُ َ َّ َ ٌ ِّ ْ َ ر‬ ْ ُ َ ‫رس عل ْيها ِت ْس َعة‬ ِ ‫)سأص ِل‬ ِ ‫ق وًل تذر لواحة للب‬ ‫يه سقر وما أدراك ما سقر ًل تب ِ ي‬ َ َ‫َع ر‬ .(‫رس‬ “Ben onu Sekar’a (cehenneme) sokacağım. Bilir misin nedir Sekar? Geride bir şey koymaz, bırakmaz. Derileri kavurur. Üzerinde on dokuz (görevli melek) vardır.” (Muddessir, 74/26-30) ُ Muarraf olan sekar kelimesi cümlede ilk geçtiği yerde (ّ‫)أ ْصىل‬ fiilinin ikinci mefulü/nesnesi olup nasp konumundadır. Sekar kelimesinin geçtiği ikinci yerde ise merfu mübtedadır ve haberi öne gelmiş soru edatıdır. Bu örnekte de tanımın cins bölümüne zihnen bilindiği için yer verilmemiştir ki aşırı sıcak olan yerdir. Tanımın 3 tane faslı vardır ki vasfi cümleler olup sekarın ne işlev gördüğü üzerinde durulmuştur: a- Geride bir şey koymaz, bırakmaz. b- Derileri kavurur. c- Üzerinde on dokuz )görevli melek( vardır. Sekar’ın ne olduğu sorusuna tam manada tanımı yapılmak yerine ne işlevi üzerinde durulmuş ve bu yönde açıklama yapılmıştır. Bu da Kur’an’ın önemli özelliklerinden biridir. Muhatap ayrı bir cevap beklerken, Kur’an adeta onu yanıltarak dikkatini beklemediği ve daha önemli bir hususa çevirir. 58 f- Siccîn (‫)سجي‬ Hapsetmek, sıkıntı, darlık anlamına gelen (‫)سجن‬ ِ ِ kelimesinden mübalağa amacıyla türeyen (ّ‫)سجي‬, ِ (‫ ِ)فعيل‬kalıbında olup mübalağayı ifade eden ve ilk olarak Kur’an tarafından kullanılan bir kelimedir. Siccîn kelimesi bir şeye veya duruma sıfat olunca şiddetli, dayanılmaz anlamındadır. Kur’an’daki kullanımı ise işlenen bütün kötülükleri içinde barındıran dosyanın konulduğu derin ve çukur yerdir.54 Kur’an-ı Kerim’de bu kelimenin tanımı dikkatleri üzerine çekmek, büyüklüğünü ve hayret verici özelliğini göstermek amacıyla kullanılan (‫ )وما ّأدراك‬bilir misin ne olduğunu sorusu bağlamında şöyle yapılmıştır: َ َّ ُ َ َ َّ َّ َ َ َْ ٌ َ ٌ ِّ ِّ ٌ ‫اب َّم ْر ُق‬ (.‫وم‬ ‫ي َو َما أد َراك َما ِسجي ِكت‬ ٍ ‫ق ِسج‬ ‫)كَل ِإن ِكتاب الفج ِار ل ِ ي‬ “Hayır, günahkârların yazısı, muhakkak “Siccîn”dedir. Bilir misin nedir Siccîn? O, kaydedilmiş bir yazıdır.” (Mutaffifîn, 83/7-9) Siccînin ne olduğu sorusuna cinsi ve faslı olan bir tanımla tanımlanarak cevaplandırılmıştır. Muarraf kelime olan (ّ‫)سجي‬ ِ ayette geçtiği ilk yerde harfi cer (ّ‫ )ق‬ile mecrür olarak gelirken ikinci yerde nekire mubteda olup haberi soru edatı (‫ )ما‬sadaret özelliğinden dolayı öne gelmiştir. Tanımın cinsi Kitap, faslı ise kaydedilmiş anlamındaki (‫ )مرقوم‬kelimesidir. 54 İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, III, 1947; el-Kubeysi, Mevsû‘atu’l-kelime, V, 687-693. 59 g- İlliyyûn (‫)عليون‬ Yükseklik, büyüklük, azamet ve yücelik gibi anlamlara gelen ُُ (ّ‫)علو‬ kelimesinden türeyen (ّ‫)ع ِىل‬ ِ kelimesinin çoğuludur. Bu kelime kalıp bakımından tıpkı “siccîn” kelimesinde olduğu gibi ilk olarak Kur’an tarafından kullanılan bir kelimedir. Kur’an’daki kullanımı ise işlenen bütün hayır ve yararlı işleri içinde barındıran dosyanın konulduğu yüksek makamlarda bulunan yerin özel ismidir.55 Kur’an-ı Kerim’de bu kelimenin tanımı dikkatleri üzerine çekmek, büyüklüğünü ve hayret verici özelliğini göstermek amacıyla kullanılan (‫ )وما ّأدراك‬bilir misin ne olduğunu sorusu bağlamında şöyle yapılmıştır: َ َ ْ َ ْ َ َ َّ َّ َ ُ ُ َ ْ َ ٌ ُ ْ َّ ٌ َ َ ‫ِّ ِّ َ َ َ َ ْ َ َ َ ِّ ر‬ ‫وم يشهده‬ ‫ق ِعليي وما أدراك ما ِعليون ِكتاب مرق‬ ‫) كَل ِإن ِكتاب األبر ِار ل ِ ي‬ َ ُ َ ْ ( ‫ال ُمق َّربون‬ “Hayır (sandıkları gibi değil!) iyilerin yazısı “İlliyyûn”dadır. Bilir misin nedir İlliyyûn? O, yazılmış bir kitaptır. Ona, Allah’a yakın olanlar şâhit olur.” (Mutaffifîn, 83/18-21) ‘İlliyyûn’un ne olduğu sorusuna cinsi ve faslı olan bir tanımla tanımlanarak cevaplandırılmıştır. Muarraf kelime olan (‫)عليون‬ ayette geçtiği ilk yerde harfi cer (ّ‫ )ق‬ile mecrür olarak gelirken 55 Ebu’s-Su‘ûd Muhammed bin Muhammed el-İmadî, İrşadu’l-akli’s-selîm ila mezâya’lKur’ani’l-Kerîm, )Beyrut; Dâru İhyai’t-Turasi’l-Arabî, ts.(, IX, 127; el-Kubeysi, Mevsû‘atu’l-kelime, VIII, 513-514. 60 ikinci yerde nekire mubteda olup düzenli müzekker çoğulunun eklentisi olması hasebiyle onun gibi irap alır ve haberi soru edatı (‫ )ما‬sadaret özelliğinden dolayı öne gelmiştir. Kur’an-ı Kerim’de illiyyûn’un ne olduğu sorusuna cinsi ve iki faslı olan bir tanımla tanımlanarak cevap verilmiştir. Cins: Kitap/yazı, Faslı ise: a- Kaydedilmiş, b- Allah’a yakın olanların ona şâhit olmaları. Buna göre ‘illiyyûn, Allah’a yakın olanların şâhit olduğu yazılmış bir kitaptır. h- Tarık (‫)الطارق‬ Cümledeki konumuna göre düz, uzun, pürüzsüz, uzantı, çizgi, yarık, mezhep, şekil, hal ve yol anlamlarına gelen (‫ )طريق‬kelimesi ‫فعيل‬kalıbında olup (‫ )طرق‬fiilinden türemiştir. İsim fail kalıbı (‫)طارق‬ kelimesi olup gece vaktinde yolda yürüyen kimse anlamındadır. Hareket halindeki yıldızlara da (‫ )طارق‬denilmesi gece vaktinde seyir halinde olmalarından ötürüdür.56 Kur’an-ı Kerim’de bu kelimenin tanımı (‫ )وما ّأدراك‬bilir misin ne olduğunu sorusu bağlamında şöyle yapılmıştır: َّ ُ ْ َّ ُ َّ َ َ َ ْ َ َ َ َّ َ َ َّ َ ُ ‫الثاق‬ (‫ب‬ ِ ‫)والسماء والط ِار ِق وما أدراك ما الط ِارق النجم‬ 56 el-Feyyûmî, el-Misbâhu’l-munîr, 141; Cebel, el-Mu‘cemu’l-İştikâkî, III, 1324-1326. 61 “Göğe ve târıka andolsun. Bilir misin nedir Târık? O, (ışığıyla karanlığı) delen yıldızdır.” (Târık, 86/1-2) Tarık’ın ne olduğu sorusuna cinsi ve faslı olan bir tanımla tanımlanarak cevaplandırılmıştır. Muarraf kelime olan (‫)الطارق‬ ayette geçtiği ilk yerde harfi cer olarak kabul edilen kasam vavı ile mecrür olarak gelirken ikinci yerde mubteda olup haberi soru edatı (‫ )ما‬sadaret özelliğinden dolayı öne gelmiştir. Tanımın cinsi, yıldız, faslı ise ışığıyla karanlığı delen anlamındaki (‫)الثاقب‬ sıfatıdır. Buna göre tarık kelimesinin tanımı, ışığıyla karanlığı delen yıldızdır. Burada ilgili yıldız ışığıyla adeta gökte bir yol çizmektedir. ı- Akabe (‫)العقبة‬ (‫ )عقب‬kökünün iki esas anlamı vardır. Biri artarda gelmek, ardışık olmaktır. Diğeri ise yükseklik, zorluk ve şiddettir.57 (‫)عقب‬ kelimesi herhangi bir isimle isim tamlaması şeklinde birleştiğinde (‫ )عقب ّالقدم‬topuk örneğinde olduğu gibi o şeyin ayrılmaz ََ eklentisi, sonu anlamına gelir. (‫)عق َبة‬ kelimesi bir yolun kesiştiği yüksek, sarp ve aşılmaz dağ anlamında kullanılmaktadır. Böylece o dağ yolun bitiminde devamını zorlaştıran engel gibi durmaktadır.58 57 58 İbn Faris, Makâyisu’l-luğa, II, 142-144. Cebel, el-Mu‘cemu’l-iştikâkî, III, 1496-1497. 62 ََ Kur’an-ı Kerim’de (‫ )عق َبة‬kelimesinin tanımı (‫ )وما ّأدراك‬bilir misin ne olduğunu sorusu bağlamında şöyle yapılmıştır: َ َ ْ َ َْ ْ َ َ ‫ْ َ ُ َ ر‬ َ َ َْ ََ ‫ّّ)فَل اقتح َم ال َعق َبة َو َما أد َراك َما ال َعق َبة فك َرق َب ٍة أ ْو ِإط َع ٌام ِ يف ي ْو ٍم ِذي‬ َ َّ َ َ َ َّ ُ َ َ َْ َ َ ً ْ ْ َ َ َ ْ َ َ ً َ َ َ ْ َ َّ ‫اص ْوا ب‬ َ ‫آم ُنوا َو َت َو‬ َ ‫ين‬ ‫الص ر ْ ِب‬ ‫مسغب ٍة ي ِتيما ذا مقرب ٍة أو ِمس ِكينا ذا مبب ٍة ثم كان ِمن ال ِذ‬ ِ ْ ُ َ َ َ َ ُ َ َ ْ َ ‫َو َت َو‬ .( ‫اص ْوا ِبال َم ْرح َم ِة أ ْول ِئك أ ْصحاب ال َم ْي َمن ِة‬ “Fakat o, sarp yokuşa atılmadı. Sarp yokuşun ne olduğunu sen ne bileceksin? O tutsak bir boynu çözmek (köle azat etmek)tir. Yahut şiddetli bir açlık gününde kendisiyle yakınlığı olan bir yetimi yahut yerde sürünen bir yoksulu doyurmaktır. Sonra da iman edenlerden olup birbirine sabrı tavsiye edenlerden, birbirine merhameti tavsiye edenlerden olanlar var ya, işte onlar Ahiret mutluluğuna erenlerdir.” (Beled, 90/11-18) ْ َ َ Muarraf kelime olan (‫العق َّبة‬ ) ayette geçtiği ilk yerde (‫)اقتحم‬ fiilinin mefulü/nesnesi olarak mansup halde gelirken ikinci yerde mubteda olup haberi soru edatı (‫’)ما‬dır ve sadaret özelliğinden dolayı öne gelmiştir. Akabenin ne olduğu sorusuna cevaben tereddüt değil tahyir/seçenek ifade eden (‫ )أو‬edatıyla birden çok şey olabileceği ifade edilirken, her seçenek de iman edip sabır ve merhameti tavsiye edenlerden olmakla kayıtlanarak tanımın fasıl bölümüne de yer verilmiştir. َ Buna göre birinci seçenekte çözmek anlamına gelen ّ‫فك‬ tanımın cins bölümü faslı ise mudaf ileyhi/tamlayan konumunda 63 ْ olan (‫ )رقبة‬iken, ikinci seçenekte yedirmek anlamına gelen (‫)إطعام‬ tanımın cins bölümü fasılları ise şu iki kayıttır: a- Açlık günü, b- Yakın bir yetim veya yerde sürünen bir yoksul. Buna göre seçenekleriyle birlikte akabenin tanımı şöyledir: Akabe, tutsak bir boynu çözmek )köle azat etmek(tir. Yahut şiddetli bir açlık gününde kendisiyle yakınlığı olan bir yetimi yahut yerde sürünen bir yoksulu doyurmaktır. j- Kadir Gecesi (‫)ليلة القدر‬ Kadir gecesi anlamındaki (‫ )ليلةّالقدر‬tabiri bir isim tamlaması olup iki kelimeden meydana gelmiştir. (‫ )ليلة‬kelimesi gündüzün zıddı gece anlamındadır. Kelimenin sonuna eklenen )ta( harfi teklik ifade etmektedir. (‫ )القدر‬tamlamada müzaf ileyhi olup değerli demektir. Her iki kelimenin tamlama şeklinde birleşik halinde Kur’an-ı Kerim’de sadece bir yerde geçmektedir. Kadir Gecesinin ne olduğu, hangi meziyetlere sahip olduğu ve içinde nelerin gerçekleştiği beyanı sadedinde (‫ )وماّأدراك‬bilir misin ne olduğunu sorusu bağlamında şöyle yapılmıştır: ْ َ ْ ِّ ٌ ْ َ ْ َ ْ ُ َ ْ َ ْ َ ْ ُ َ ْ َ َ َ َ ْ َ َ َ ْ َ ْ َ ْ َ ُ َ ْ َ َ َّ ْ َ ‫ف شه ٍر‬ ِ ‫) ِإنا أنزلناه ِ يف ليل ِة القد ِر وما أدراك ما ليلة القد ِر ليلة القد ِر خب من أل‬ ِّ َ ْ َ ُ ‫َ َ َّ ُ ْ َ َ َ ُ َ ر‬ ْ َ ْ َ ْ َّ َ َ ٌ َ َ ْ َ ِّ ُ ِّ (.‫ه ح َت َمطل ِع الفج ِر‬ ‫تبل المَل ِئكة والروح ِفيها ِب ِإذ ِن رب ـ ِهم من كل أم ٍر سَلم ِ ي‬ “Şüphesiz, biz onu (Kur’an-ı) Kadir gecesinde indirdik. Bilir misin nedir Kadir gecesi? Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır. Melekler ve 64 Ruh (Cebrail) o gecede, Rablerinin izniyle her türlü iş için iner de iner. O gece, tan yerinin ağarmasına kadar bir esenliktir.” (Kadr, 97/1-5) Muarraf kelime olan (‫ )ليلةّالقدر‬ayette geçtiği ilk yerde ّ‫ ق‬harfi cerr ile mecrür iken ikinci yerde mubteda olup haberi soru edatı (‫’)ما‬dır ve sadaret özelliğinden dolayı öne gelmiştir. Bu ayette de kadir gecesinin ne olduğu sorulurken muhatap onun mahiyeti hakkında bir cevap beklerken onun bin geceden daha hayırlı bir gece olduğu cevabıyla muhatabın dikkatini onun mahiyetinden çok faziletine çekmiştir. Bu durumda Kadir Gecesinin tanım bölümleri şöyledir: a- Cins: Ayetlerin akışından ve önceden bahsi geçtiğinden anlaşıldığı için lafzen kendisine yer verilmemiş gece kelimesidir. b- Tanımın faslı konumda olan kayıtlar da şunlardır. 1- Bin aydan hayırlı olması. 2- Meleklerin ve Ruh’un )Cebrail( o gecede, Rablerinin izniyle her türlü iş için inmeleri. 3- O gece, tan yerinin ağarmasına kadar esenliğin egemen olması. Buna göre Kadir Gecesinin tanımı şöyledir: Kadir Gecesi, bin aydan hayırlı olan, meleklerin ve Ruh’un )Cebrail) onda, Rablerinin izniyle her türlü iş için indiği ve tan yerinin ağarmasına kadar esenliğin egemen olduğu gecedir. 65 k- Karı‘a (‫)القارعة‬ Sert, şiddetli, kurak, görünür olmak, vurmak, vurma ve çarpa neticesinde ses çıkarmak, soyutlanmak ve pürüzsüz anlamlarına gelen (‫ )قرع‬kök fiilinin isim faili olan (‫ )قارعة‬kelimesi, yerine göre tüm bu anlamları ifade etmek için kullanılmaktadır. Kur’an-ı Kerim’de zamanın musibeti, büyük felaket, şiddetli günle ve kıyamet gibi manalar için kullanılmıştır.59 Kur’an-ı Kerim’de bu kelimenin tanımı (‫ )وما ّأدراك‬bilir misin ne olduğunu sorusu bağlamında şöyle yapılmıştır: َُْ ْ َ َ ْ َ ُ َّ ُ ُ َ َ ْ َ ُ َ َ ْ َ َ َ ْ َ َ َ ُ َ َ ْ َ ُ َ َ ْ ‫وث‬ ِ ‫اش المبث‬ ِ ‫)الق ِارعة ما الق ِارعة وما أدراك ما الق ِارعة يوم يكون الناس كالفر‬ ُ َ ْ ْ ْ َ ُ َ ْ ُ ُ ََ (‫وش‬ ِ ‫وتكون ال ِجبال كال ِعه ِن المنف‬ “Yürekleri hoplatan büyük felaket! Nedir o yürekleri hoplatan büyük felaket? Bilir misin nedir yürekleri hoplatan büyük felaket? O gün insanlar, her biri bir tarafa uçuşan küçük kelebekler gibi olacaktır. Dağlar da atılmış renkli yünler gibi olacaktır.” (Kâri‘a, 101/1-5) Yürekleri hoplatan büyük felaket anlamındaki “karia”nın ne olduğu sorusuna yönelik verilen cevap muhatabın dikkatini onun mahiyetinden çok onun gerçekleşeceği günde insan ve evrenin ne halde olacağına çekiyor. Ayette tanımın cins bölümü gün anlamındaki ‫ يوم‬olup fasıl bölümleri ise şöyledir: 59 Cebel, el-Mu‘cemu’l-iştikâkî, IV, 1771-1772. 66 a- İnsanların her biri bir tarafa uçuşan küçük kelebekler gibi olduğu. b- Dağların atılmış renkli yünler gibi olduğu. Buna göre kari‘a, insanların her biri bir tarafa uçuşan küçük kelebekler ve dağların atılmış renkli yünler gibi olduğu gündür. l- Hâviye (‫) الهاوية‬ Farklı türevleriyle boşluk, dipsiz, iki dağ arası, çukur, bilinen latif madde ve uçurum gibi anlamları olan (‫ )هوي‬kökünün (‫)فاعل‬ kalıbındaki siga olan (‫ )هاوية‬kelimesi, çok derin ve dipsiz olması cihetiyle cehennemin bir adı olarak kullanılmıştır.60 Kur’an-ı Kerim’de bu kelimenin tanımı (‫ )وما ّأدراك‬bilir misin ne olduğunu sorusu bağlamında şöyle yapılmıştır: َ ٌ َ َ ْ ٌَ َ ُ َُ ُ ُ ْ َّ َ ْ َ َْ ( ‫) َوأ َّما َمن خفت َم َو ِازينه فأ رمه ه ِاوية َو َما أد َراك َما ِه َيه ن ٌار ح ِام َية‬ “Ama kimin de tartıları hafif gelirse, işte onun anası (varacağı yer) Hâviye’dir. Bilir misin nedir Hâviye? O, kızgın bir ateştir.” (Kâri‘a, 101/8-11) Haviyenin ne olduğu sorusuna tam bir tarif ile cevap verilerek bir cins olan ateş ve faslı olan kızgın ile açıklanmıştır. 60 İbn Faris, Makâyisu’l-luğa, II, 591-592; Cebel, el-Mu‘cemu’l-iştikâkî, IV, 2276-2277. 67 m- Hutama (‫)الحطمة‬ Farklı türevleriyle kuru şeylerin ezilmesi ve kırılması, kırmak, baskı uygulamak, vurmak, ayaklarıyla yere şiddetli bir şekilde vuran hayvan sürüsü gibi anlamlara gelen (‫)حطم‬ َ ُ kökünden türeyen (‫)حط َمة‬ kelimesi, iliştiği her şeyi kırıp ezen ve küme haline getiren demektir.61 َ ُ Kur’an-ı Kerim’de (‫)حطمة‬ kelimesinin tanımı (‫ )وما ّأدراك‬bilir misin ne olduğunu sorusu bağlamında şöyle yapılmıştır: ََ َّ َ َ ُ َ َّ َ َّ َ َّ ُ َ َ ْ َّ ُ َ ُ َ َ ُ ْ َ َ َ ْ َ َ َ َ َ ُ ْ ‫اّلل ال ُموقدة ال ِ َ يت تط ِل ُع عَل‬ ِ ‫)كَل لينبذن ِ يف الحطم ِة وما أدراك ما الحطمة نار‬ َ َْْ (.‫األف ِئد ِة‬ “Hayır! Andolsun ki o, Hutame’ye atılacaktır. Bilir misin nedir Hutame? O, Allah’ın, yüreklere işleyen tutuşturulmuş ateşidir.” (Humeze, 104/4-7) Burada da hutamenin tanımı soru bağlamında yapılırken cins olan “ateş” Allah’a izafe edilerek onu yüreklere işleyen ve tutuşturulmuş olmakla niteleyerek iki fasılla açıklamıştır. Buna göre hutame, Allah’ın, yüreklere işleyen tutuşturulmuş ateşidir. 61 el-Feyyûmî, el-Misbâhu’l-munîr, 54; Cebel, el-Mu‘cemu’l-iştikâkî, I, 456. 68 4- HASR )İNDİRGEME( ÜSLUBUYLA YAPILAN TANIMLAR Belagat ilimlerinden maanî ilmi içinde kasr olarak ele alınan hasr, önemli bir üslup biçimidir. Haddi zatında bir şeyi veya bir sıfatı başka bir şeye veya kimseye has kılmak amacıyla kullanılan hasr üslubu62, Arapçada iki şekilde ifade edilmektedir: 1- Müstesna minhunun zikredilmediği olumsuz istisna cümleleri. 2- Hasr edatı olarak bilinen (‫ إنما‬- ‫ )أنما‬kelimeleri. Kur’an-ı Kerim’in azımsanmayacak miktardaki tanımları hasr/indirgeme üslubuyla yapıldığını görmekteyiz. Söz konusu hasr üslubu Kur’an-ı Kerim’de genel Arapçadan farksız bir şekilde hasr edatı ‫ إنما‬ile ifade edildiği gibi, istisna edatlarıyla da ifade edilmiştir. 1- İstisna Edatıyla Yapılan Hasra Dair Tanımlar Arapçada bir şeyi önceki hükmün dışına almak amacıyla kullanılan birçok istisna edatı bulunmaktadır. Bu edatlardan َ ‫ّغي‬،‫ّسوى‬،‫ّحاشا‬،‫ّخال‬،‫عدا‬ yaygın olarak kullanılanları şunlardır: (ّ،‫ّب ْيد‬، ّ.‫ )إال‬Bu edatlar arasında ummulbab/konusunun simgesi olanı hiç şüphesiz ‫ إال‬edatıdır, diğerleri bununla bilinir. 62 el-Hatîb el-Kazvînî, Metnu’t-Telhîs. )Kahire: Mektebetu’l-Huseyn et-Ticariyye, 1949), 45-46. 69 Kur’an-ı Kerim’de de bu edatlar istisna edatı olarak kullanılırken tanımlamanın söz konusu olduğu ayetlerde sadece ‫إال‬ edatıyla karşılaşmaktayız. Şunu da ifade edelim ki her istisna hasr üslubu olarak değerlendirilmemektedir. Zira istisna cümleleri üç unsurdan meydana gelmektedir. Bu unsurların cümlede yer aldığı sıralaması şöyledir: a- Müstesna minh: Bu, birçok ferdi içinde barındıran genel veya çoğul bir isim şeklinde cümlede yer almaktadır ve bir hükme tabidir. Ya da içinde birçok sıfatı barındıran bir isim olmalıdır. b- İstisna edatı: Bu da başta (‫ )إال‬olmak üzere yukarıdaki edatlardan biridir. c- Müstesna: İstisna edatından sonra yer alan isimdir. Bu isim istisna edatı sayesinde daha önce verilen hükmün dışına alınmaktadır. Bu bilgiler çerçevesinde istisna cümlesi de iki şekilde geçer: a- Olumlu cümle: Bu tür istisna cümlesinde yukarıda anlatılan üç unsur tam olarak cümlede yer alırlar. b- Olumsuz cümle: Bu tür istisna cümlesinde (ّ،‫ّلن‬،‫ّلما‬،‫ّلم‬،‫ّال‬،‫ما‬ ‫ )إن‬gibi herhangi bir olumsuz edat yer almak zorundadır. İstisna unsurlarından müstesna minh yer alabildiği gibi yer almaya da bilir. İstisna edatından sonra gelen müstesna ise her zaman ve tüm istisna kalıplarında yer almaması söz konusu değildir. 70 İstisna cümlesinin hasr/indirgeme ifade etmesi için müstesna minhunun ya cümlede yer almaması veya birçok sıfatı içinde barındıran bir isim olması gerekir. Aksi takdirde hasr üslubundan bahsedemeyiz. Buna göre Kur’an-ı Kerim’de hasrın söz konusu olduğu istisna ile yapılan tanım örnekleri şöyledir: a- Dünya Hayatı ( ‫)الحياة الدنيا‬ Kur’an’da dünya hayatının ne olduğu açıklaması yapılırken hasr üslubuyla ifade edilmesi dikkat çekici boyuttadır. Buna göre dünya hayatı aldatıcı metadan, bir oyun ve bir eğlenceden, çok az bir yararlanmadan, bir oyundan, bir eğlenceden, bir süsten, aranızda karşılıklı bir övünmeden, çok mal ve evlat sahibi olma yarışından başka bir şey olmadığı yani sadece bunlardan ibaret olduğu ifade edilir. Olumsuzluk edatı (‫ )ما‬bağlamında hasr üslubuyla yapılan dünya hayatının tanımı Kur’an-ı Kerim’de farklı şekilde tanımlanmıştır. 1- Her nefsin ölümü tadacağı ve dünyada yapılan amellerin sevabını Kıyamet Gününde elde edileceği beyanı bağlamında dünya hayatının tanımı hasrın istisna formatıyla şu şekilde yapılmıştır: 71 َ ْ َْ ‫ُ ر‬ َّ َ َ ُ َ ُ ُ َ ْ َّ َ ُ َ َّ َ ْ َ ْ ُ َ َ ْ ُ ‫ورك ْم ي ْو َم ال ِق َي َام ِة ف َمن زح ِز َح ع ِن الن ِار‬ ‫س ذ ِآئقة المو ِت و ِإنما توفون أج‬ ٍ ‫) كل نف‬ ُ ُ ْ ُ َ َ َّ َ ْ ‫َ ُ ْ َ ْ َ َّ َ َ َ ْ َ َ َ ْ َ َ ُ ر‬ (‫ور‬ ِ ‫وأد ِخل الجنة فقد فاز وما الحياة الدنيا ِإال متاع الغر‬ “Her canlı ölümü tadacaktır. Ancak kıyamet günü yaptıklarınızın karşılığı size tastamam verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete sokulursa, gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir.” )Âl-i İmrân, 3/185) 2- Ahiretteki hayatın takva ehli için daha hayırlı olduğu beyanı sadedinde Kur’an dünya hayatının tanımı hasrın istisna formatıyla şöyle yapılmıştır: َ ُ َ َ َ َ َ ُ َّ َ َ َّ ِّ َ ُ ُ َّ َ َ ٌ ْ َ َ ٌ َ َّ َ ْ ‫َ َ ْ َ َ ُ ر‬ (‫اآلخ َرة خ ْ ٌب لل ِذين يتقون أفال ت ْع ِقلون‬ ِ ‫)وما الحياة الدنيا ِإال ل ِعب ولهو وللدار‬ “Dünya hayatı ancak bir oyun ve bir eğlencedir. Elbette ki ahiret yurdu Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için daha hayırlıdır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?” (En‘âm, 6/32) 3- Allah’ın dilediği kimselere bol rızık verdiği ve dilediği kimselerden de kıstığı bundan dolayı da kimilerinin dünya hayatına sevinip böbürlendiği beyanı bağlamında dünya hayatını ahiret hayatıyla karşılaştırarak hasrın istisna formatıyla şöyle tanımlamıştır: ْ ‫ر‬ ََ َ َ ْ َ ْ ِّ ُ ُ ْ َ ُ ‫ه‬ َ ْ ْ ُ َ ‫الرزق ِل َمن يشاء َويق ِد ُر َوف ِرحوا ِبالح َي ِاة الدن َيا َو َما‬ ‫)اّلل يبسط‬ ٌ َ َ َّ َ َْ ‫ْ َ َ ُ ر‬ (‫اآلخر ِة ِإال متاع‬ ِ ‫الحياة الدنيا ِ يف‬ “Allah, rızkı dilediğine bol verir, (dilediğine de) kısar. Onlar ise dünya hayatı ile sevinmektedirler. Hâlbuki dünya hayatı, ahiretin yanında çok az bir yararlanmadan ibarettir.” (Ra‘d, 13/26) 72 4- Esas hayatın ahirette yaşanacak hayat olduğu bağlamında dünya hayatı hasrın istisna formatıyla şöyle tanımlanmıştır: َّ َّ َ ٌ َ َ ٌ ْ َ َّ َ ْ ‫ْ َ َ ُ ر‬ َ َ ‫الد َار ْاآلخ َر َة َل‬ ‫ه‬ ‫) َو َما ه ِذ ِه الحياة الدنيا ِإًل لهو ول ِعب و ِإن‬ ِ ‫ِي‬ َ َ َ ُ َ َ ُ َ ْ ( ‫الح َي َوان ل ْو كانوا ي ْعل ُمون‬ “Bu dünya hayatı ancak bir eğlence ve oyundan ibarettir. Ahiret yurduna gelince, işte gerçek hayat odur. Keşke bilselerdi!” (‘Ankebût, 29/64) Yukarıdaki tüm örneklerde dünya hayatı anlamına gelen ve isim ve sıfat tamlamasından oluşan (‫ )الحياة ّالدنيا‬ifadesinin başına olumsuzluk edatı (‫ )ما‬yer almıştır ardından müstesna minh zikredilmeden istisna edatı ile müstesna gelmiştir. Bu tarz kalıp cümleler kesinlikle hasr/indirgeme ifade eder. Buna göre muarraf kelime veya terkip dünya hayatı iken tanımın cins bölümüne ihtiyaç duymadan adeta onu fasl bölümüyle nitelendirmiştir. Bu yaklaşıma göre dünya hayatının tanımı yukarıdaki ayetlerde sırasıyla şöyledir: 1- Dünya hayatı, sadece aldatıcı bir metadır. 2- Dünya hayatı ancak bir oyun ve bir eğlencedir. 3- Dünya hayatı, ahiretin yanında çok az bir yararlanmadan ibarettir. 4- Dünya hayatı ancak bir eğlence ve oyundan ibarettir. 73 b- Hz. İsa (‫)المسيح‬ Kur’an-ı Kerim’de (‫ )المسيح‬kelimesi 11 yerde geçmektedir ve hepsinde de Hz. İsa kast edilmektedir. Dolayısıyla Kur’an’ın örf ve edebiyatında Mesih Hz. İsa’dır. Hristiyanların, Hz. İsa’yı konumlandırmaları ile yakıştırmalarındaki aşırılığa işaret edip gerçek mahiyetini beyan etme sadedinde Kur’an-ı Kerim istisna edatı bağlamında hasr üslubunu kullanarak onun gerçek tanımını şöyle yapar: ْ ُ ٌ ‫يح ا ْب ُن َم ْر َي َم إ َّال َر ُس‬ .( ‫ول‬ ‫) َما ال َم ِس‬ ِ “Meryem oğlu Mesih, sadece bir peygamberdir.” (Mâ’ide, 5/75) Bu ayette de hasr üslubu kullanılarak Meryem oğlu Mesih’in peygamberlik sıfatından başka diğer insanlardan ayırt edici bir sıfatının bulunmadığı belirtilmektedir. Hakeza Allah’ın son elçisi Hz. Muhammed de yine hasr üslubuyla sadece Allah’ın elçisi olduğu ifade edilerek bu sıfatta indirgenmiştir. c- Hz. Muhammed (‫)محمد‬ Kur’an-ı Kerim’de son peygamber Hz. Muhammed’in Muhammed ismi farklı bağlamlarda 4 kere geçmektedir. Bunlardan hasr üslubuyla onun tanımı ve en belirgin özelliğinin 74 onun Allah’ın elçisi olduğu beyanı bağlamında hasrın istisna formatıyla tanımı şöyle yapılmıştır: ٌ ‫) َو َما ُم َح َّم ٌد إ َّال َر ُس‬ (. ‫ول‬ ِ “Muhammed, ancak bir peygamberdir.” )Âl-i ‘İmrân, 3/144) Hz. Muhammed’in adı geçmeksizin onun zamiri/adılı kullanarak hasrın istisna formatıyla ancak olumsuzluk edatı ‫ ما‬ile değil ‫ إن‬ile şöyle tanımlanmıştır: ََْ ُ ُ َ ُ‫ه‬ ْ َ ُ ْ َ َّ ُ َ َّ ًّ َ َ َ ً ْ َ ‫ْصا ِإال َما شاء‬ ‫اّلل َول ْو كنت أعل ُم‬ ‫س نفعا وال‬ ‫)قل ال أم ِلك ِلنف ِ ي‬ َ َّ ْ َ َ ْ ُ ‫ْ َ ْ َ َ ْ َ ْ ََ ْ ُ َ ْ َ ْ َ َ َ َّ َ ر‬ َ ‫وء ِإن أنا ِإال ن ِذ ٌير َوب ِش ٌب‬ ‫الغيب الستكبت ِمن الخ ِب وما مس ِ يت الس‬ َ ُ ْ ُ َ ِّ (. ‫لق ْو ٍم يؤ ِمنون‬ “De ki: Allah dilemedikçe ben kendime bir zarar verme ve bir fayda sağlama gücüne sahip değilim. Eğer ben gaybı biliyor olsaydım daha çok hayır elde etmek isterdim ve bana kötülük dokunmazdı. Ben inanan bir kesim için sadece bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim.” (Araf, 7/188) Aynı şekilde müşriklerin talebine uyarak inananları yanından kovamayacağı beyanı sadedinde hasrın istisna formatıyla ve olumsuzluk edatı ‫ إن‬ile Hz. Muhammed kast edilerek adılı kullanmak suretiyle şöyle tanımlanmıştır: ْ ُ ْ َ ََ َ َ ٌ ‫ي إ ْن َأ َنا إ ًَّل َنذ ٌير رمب‬ َ (. ‫ي‬ ِ ِ ِ ِ ‫) وما أنا ِبط ِار ِد المؤ ِم ِن‬ “Ben inananları kovacak değilim. Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım.” )Şu‘arâ, 26/114-115) Bunun dışında (‫ )إن‬+ zamir + (‫ )إال‬kalıbının hasr amacıyla kullanıldığı birçok ayet vardır. Bu ayetlerin kimisinde Hz. 75 Muhammed63, kimisinde Hz. İsa64, kimisinde Kur’an ve vahiy65 kastedilmektedir. Ancak bunlarda tanım yapmaktan çok özelliklerine vurgu vardır. 2- ‫ إنما‬Edatıyla Yapılan Hasra Dair Tanımlar (‫ )إنما‬edatı (ّ‫ )إن‬+ (‫’)ما‬dan oluşmaktadır. Asıl itibariyle cümlede tekit amacıyla kullanılan ve isim cümlesine has olan (ّ‫ )إن‬edatına (‫ )ما‬edatı eklendiğinde tekit anlamını daha da artırarak hasr dediğimiz indirgeme anlamını kazandırır. Bu (‫ )ما‬edatına kaffe denilmektedir. Ma-i (ّ‫)إن‬ kaffe, edatının amel etmesini engelleyerek isim cümlesine has olmaktan çıkarıp fiil cümlesinde kullanılabilir özelliğini de verir. Buna göre Kur’an-ı Kerim’de hasrın söz konusu olduğu ve hasr edatı (‫ )إنما‬ile yapılan tanım örnekleri şöyledir: a- Dünya Hayatı (‫)الحياة الدنيا‬ Tıpkı istisna ile yapılan hasr örneklerinde olduğu gibi dünya hayatı aldatıcı metadan, bir oyun ve bir eğlenceden, çok az bir yararlanmadan, bir oyundan, bir eğlenceden, bir süsten, aranızda karşılıklı bir övünmeden, çok mal ve evlat sahibi olma yarışından Araf, 7, 184; Müminûn, 22, 25, 38; Sebe, 34, 46. Zuhruf, 43, 59. 65 Enam, 6, 90; Yusuf, 12, 104; Yasin, 36, 69; Sad, 38, 87; Necm, 58, 4. 63 64 76 başka bir şey olmadığı yani sadece bunlardan ibaret olduğu ifade edilir. Hasr edatı ‫ إنما‬bağlamında hasr üslubuyla yapılan dünya hayatının tanımı Kur’an-ı Kerim’de birçok yerde geçmektedir. Şöyle ki: a- Kurân’da ahiret yurduyla karşılaştırma yapılarak dünya hayatının sadece bir meta olduğu beyanı sadedinde dünya hayatı şöyle tanımlanmıştır: َ ْ َ َ َ َ ْ َّ َ ٌ َ َ َ ْ ‫ْ َ َ ُ ر‬ َ َ َّ ْ َ َ (‫ه د ُار الق َر ِار‬ ‫)يا قو ِم ِإنما ه ِذ ِه الحياة الدنيا متاع و ِإن اآل ِخرة ِ ي‬ “Ey kavmim! Şüphesiz bu dünya hayatı ancak (geçici) bir yararlanmadır. Ahiret ise ebedî olarak kalınacak yerdir.” (Ğâfir, 40/39) b- İman edip takvada bulunulduğu taktirde nasıl bir sonuçla karşılaşılacağı beyanı sadedinde Kur’an’da dünya hayatı şöyle tanımlanmıştır: ُ َ ُ ُ ْ ُ ْ ُ ُ َّ َ َ ُ ْ ُ َ ٌ ْ َ َ ٌ َ َ ْ ‫َّ َ َ َ ُ ر‬ ‫ورك ْم‬ ‫) ِإنما الحياة الدنيا ل ِعب ولهو و ِإن تؤ ِمنوا وتتقوا يؤ ِتكم أج‬ ُ َ َ ُ َْ َ َ ( ‫َوًل ي ْسألك ْم أ ْم َوالك ْم‬ “Şüphesiz dünya hayatı ancak bir oyun ve eğlencedir. Eğer inanır ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız, O size mükâfatınızı verir ve sizden mallarınızı (tamamen sarf etmenizi) istemez.” (Muhammed, 47/36) c- Dünya hayatının müthiş bir betimlemesi yapılırken hasr edatı ‫إنما‬ edatı bağlamında tanımlanmıştır: 77 Kur’an-ı Kerim’de şöyle َْ ُ َ َ ُ ََْ ُ ََ ٌَ ْ َ ٌ َ َ ْ ‫ْ َ ُ َ َّ َ ْ َ َ ُ ر‬ ‫ب َوله ٌو َو ِزينة َوتفاخ ٌر بينك ْم َوتكاث ٌر ِ يف األ ْم َو ِال‬ ‫)اعلموا أنما الحياة الدنيا ل ِع‬ ُ ُ َ َ ُ َ َّ ُ ْ َ َ ْ َ ْ َ َ َ َ َ ْ َ ْ َ َ ُ ُ ُ ُ َ َ َ ُ ُ ‫واألوًل ِد كمث ِل غي ٍٍ أعج‬ ‫ب الكف َار ن َباته ث َّم ي ِهيج ف َباه ُم ْصف ًّرا ث َّم يكون حط ًاما َو ِ يف‬ ُُ ْ ُ َ َ َّ َ ْ ‫ْ َ َ َ ٌ َ ٌ َ َ ْ َ ٌ ِّ َ َّ َ ْ َ ٌ َ َ ْ َ َ ُ ر‬ ّ.(‫ور‬ ِ ‫اآل ِخر ِة عذاب ش ِديد ومغ ِفرة من‬ ِ ‫اّلل و ِرضوان وما الحياة الدنيا ِإًل متاع الغر‬ “Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda karşılıklı bir övünme, çok mal ve evlat sahibi olma yarışından ibarettir. (Nihayet hepsi yok olur gider). Tıpkı şöyle: Bir yağmur ki, bitirdiği bitki çiftçilerin hoşuna gider. Sonra kurumaya yüz tutar da sen onu sararmış olarak görürsün. Sonra da çer çöp olur. Ahirette ise (dünyadaki amele göre ya) çetin bir azap ve(ya) Allah’ın mağfiret ve rızası vardır. Dünya hayatı, aldanış metaından başka bir şey değildir.” (Hadîd, 57/20) Bu son ayette dünya hayatı tanımlanırken bir kere hasr edatı (‫ )أنما‬ve bir kere de istisna edatı (‫ )إال‬ile ifade edilmiştir. Her iki durumda da tanımın cinsine yer verilmeden doğrudan fasıl yerine geçen sıfatları belirtilmiştir. Yukarıdaki üç örnekte dünya hayatı anlamına gelen ve isim ve sıfat tamlamasından oluşan (‫ )الحياة ّالدنيا‬ifadesinin başına hasr edatı (‫ )إنما‬yer almıştır. Buna göre muarraf kelime veya terkip dünya hayatı iken tanımın cins bölümüne ihtiyaç duymadan adeta onu fasl bölümüyle nitelendirmiştir. Bu yaklaşıma göre dünya hayatının tanımı yukarıdaki ayetlerde sırasıyla şöyledir: 1- Dünya hayatı, sadece geçici bir metadır. 2- Dünya hayatı ancak bir oyun ve bir eğlencedir. 78 3- Dünya hayatı ancak bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda karşılıklı bir övünme, çok mal ve evlat sahibi olma yarışından ibarettir. b- Hz. İsa (‫)المسيح‬ Tanımda hasr üslubunun tercih edildiği bir diğer konu da Hz. İsa’nın kim olduğudur. Hristiyanların, Hz. İsa’yı konumlandırmaları ile yakıştırmalarındaki aşırılığa işaret edip gerçek mahiyetini beyan etme sadedinde Kur’an-ı Kerim tıpkı istisna edatı bağlamındaki hasr üslubu gibi hasr edatı (‫ )إنما‬bağlamında da hasr üslubunu kullanarak onun gerçek tanımını şöyle yapar: ُ ْ ٌ ُ َ َ َ ْ َ َ َ َ َْ ُ ُ َ َ َ ‫َ ْ ُ َ ْ َ َ َ ُ ُ ه‬ ُ َ ْ َ َّ (.‫وح ِمنه‬ ‫اّلل وك ِلمته ألقاها ِإَل مريم ور‬ ِ ‫) ِإنما الم ِسيح ِعيس ابن مريم رسول‬ “Meryem oğlu İsa Mesih, ancak Allah’ın peygamberi, Meryem’e ulaştırdığı (emriyle onda var ettiği) kelimesi ve kendisinden bir ruhtur.” (Âl-i ‘İmrân, 3/171) Meryem’in oğlu İsa’nın tanımı yapılırken hasr üslubu tercih edilerek içinde cins bölümü bulunmayan bir tarifle onun Allah’ın peygamberi, Meryem’e ulaştırdığı kelimesi ve kendisinden bir ruh olduğu ifade edilmiştir. 79 c- Müminler (‫)المؤمنون‬ Tanımda hasr üslubunun tercih edildiği başka bir konu da mümin veya müminlerin kim olduğu hususudur. Buna dair Kur’an-ı Kerim’de birçok örnek vardır. a- Kur’an-ı Kerim’de Allah’a ve Resulüne inanıp Resulüne bağlılık sadedinde müminlerin tanımı şu şekilde yapılmıştır: َ ََ ُ ُ َ َ َ َ َّ َ ُ ْ ُ ْ َ َّ َ َ ‫ين‬ ُ َ َ َّ ‫آم ُنوا ب‬ ‫ول ِه َو ِإذا كانوا َم َعه عَل أ ْم ٍر ج ِام ٍع ل ْم‬ ‫) ِإنما المؤ ِمنون ال ِذ‬ ِ ِ ِ ‫اّلل ورس‬ َ َْ ُ ُ ْ َ َ َّ َ .( ‫يذه ُبوا ح َت ي ْستأ ِذنوه‬ “Mü’minler ancak Allah’a ve peygamberine inanan, onunla beraber toplumu ilgilendiren bir iş üzerindeyken ondan izin almadan çekip gitmeyen kimselerdir.” )Nûr, 24/62) Ayette müminlerin tanımı yapılırken tanımın cinsi olarak ism-i mevsûl kullanılıp birinci faslı Allah’a ve Resulüne inanmak, ikinci faslı da toplumu ilgilendiren bir iş üzerindeyken ondan izin almadan çekip gitmemektir. b- Kardeşlik vurgusu bağlamında Kur’an-ı Kerim ‫ إنما‬edatıyla yapılan hasr üslubuyla müminleri şöyle tanımlamıştır: ٌ ْ َ ُ ْ ْ َّ .( ‫) ِإن َما ال ُمؤ ِمنون ِإخ َوة‬ “Mü’minler ancak kardeştirler”. (Hucurât, 49/10) Bu ayette de müminlerin tanımı yapılırken onların birbirleriyle ancak kardeş oldukları şeklinde hasr üslubuyla ifade edilmiştir. 80 c- İmanlarında tereddüt göstermeyip mallarıyla ve canlarıyla cihat etme vurgusunun yapıldığı ve hasr edatı ‫ إنما‬edatının kullanıldığı müminlerin bir diğer tanım örneği şudur: َ ُ َ َ ُ َ َ َ ُ َ َّ َ ُ ْ ُ ْ َ َّ ُ َ َ َّ ‫آم ُنوا ب‬ َ ‫ين‬ ‫ول ِه ث َّم ل ْم ي ْرتابوا َوجاهدوا ِبأ ْم َو ِال ِه ْم‬ ‫) ِإنما المؤ ِمنون ال ِذ‬ ِ ِ ِ ‫اّلل ورس‬ ُ ََ َ ْ .( ‫يل‬ ِ ‫وأنف ِس ِهم ِ يف س ِب‬ “İman edenler ancak, Allah’a ve Peygamberine inanan, sonra şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerdir. İşte onlar doğru kimselerin ta kendileridir.” (Hucurât, 49/10) Müminlerin tanımı yapılırken ism-i mevsûlu cins olarak belirleyip, üç fasıl ile de gayrı bertaraf edilmiştir. Bunlar da şunlardır: a- Allah’a ve Resulüne inanmak b- Allah ve Resulü hakkında şüphe etmemek c- Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihat etmek. d- Mal ve Evlat (‫)األموال واألوالد‬ Tanımda hasr üslubunun tercih edildiği bir diğer konu da mal ve evlada dair yapılan tanımdır. İnsanın dünya hayatında çok değer atfettiği iki şey vardır. Bunlar mal ve evlattır. Bundan dolayı bunların mahiyeti ve hakikatine dair Allah’ın hükmü Kur’an-ı Kerim’de sık sık hatırlatılır ve birçok yerde tekrarlanır. Buna dair birkaç örnek şöyledir: 81 َ َ ‫َ ْ َ ُ ْ َ َّ َ َ ْ َ ُ ُ ْ َ َ ْ َ ُ ُ ْ ْ َ ٌ َ َ َّ ه‬ ٌ ‫ند ُه َأ ْج ٌر َعظ‬ ( ‫يم‬ ‫) واعلموا أنما أموالكم وأوالدكم ِفتنة وأن اّلل ِع‬ ِ “Bilin ki mallarınız ve çoluk çocuğunuz birer deneme aracıdır. Allah katında ise büyük bir mükâfat vardır.” (Enfâl, 8/28) Bu ayette mal ve evlat, sahibi ve babası açısından imtihan ve sınama vesilesi sıfatlarıyla öne çıkarılarak hasr üslubuyla ifade edilmiştir. َ ُ َّ َ ٌ َ ْ ْ ُ ُ َ ْ َ َ ْ ُ ُ َ ْ َ َ َّ ٌ ‫ند ُه َأ ْج ٌر َعظ‬ ( ‫يم‬ ‫ّّ) ِإنما أموالكم وأوًلدكم ِفتنة واّلل ِع‬ ِ “Mallarınız ve çocuklarınız ancak birer imtihandır; Allah katında ise büyük bir mükâfat vardır.” )Teğâbun, 64/15) Her iki ayette de mal ve evladın bir imtihan aracı olduğu hasr üslubuyla vurgulanırken en büyük sevap ve kazancın Allah indinde olduğu uyarısı yapılmaktadır. 82 5- İŞARET İSMİ (‫ )أولئك‬ve (‫ )هذا‬BAĞLAMINDA YAPILAN TANIMLAR Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde belli bir şeyin veya sınıfın özellikleri anlatılır, ardından “işte bu/bunlar şu/şunlardır” şeklinde ifade edilmektedir. Bu durumda şu/bunlar ne/kimlerdir sorusuna cevaben açıklayıcı bir tanım olarak kabul etmek mümkündür. Tespit ettiğimiz örneklerin çoğu, (‫ )رصاطّمستقيم‬sıratı mustakîm ve (‫ )األخشون‬zarar edenler kavramlarına dair açıklayıcı ayetlerde görülmektedir. Bunların yanında (ّ ‫أصحاب‬ ‫ )الجنة‬cennet ehli, (‫ )أصحاب ّالنار‬Ateş ehli, (‫ )الظالمون‬zalimler, (‫ )المنافقون‬münafıklar, (‫ )خيّاليية‬insanların en hayırlısı ve (‫)شّاليية‬ insanların en kötüsü kavramlarında da aynı üslubun kullanıldığı görülmektedir. Bu tarz tanımın Kur’an’a has bir tanım biçimi olup mantıki tanımlara benzer bir tarafı bulunmamaktadır. Bunlara dair ayetler ve konular şöyledir: a- Sırat-ı Müstakîm (‫)الرصاط المستقيم‬ Sırat-ı bağlamlarda Müstakim tam 34 kavramı, defa Kur’an-ı geçmektedir. Kerim’de Geçtiği farklı yerlerin birçoğundan önce Allah’a ibadet etmenin, O’nun ve Resulünün yolundan gitmenin gerekliliği ifade edilir, ardından “işte 83 dosdoğru yol budur” şeklinde vurgu yapılır. (‫ )رصاط‬kelimesi müzekker ve tekil kabul edildiği için buna uygun isim işaret ‫هذا‬ kullanılmıştır. Buna dair birkaç ayet şöyledir: ُ ُ ُ ْ َ ْ ُ ‫َّ ه َ َ ِّ َ َ ر‬ ٌ ‫ْص ٌاط رم ْس َتق‬ َ ‫وه َه َـذا‬ ( ‫يم‬ ‫) ِإن اّلل ر ر يت وربكم فاعبد‬ ِ ِ “Şüphesiz Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyleyse O’na ibadet edin. İşte bu, doğru yoldur.” (Âl-i ‘İmrân, 3/51) Bu ayet sadedinde dosdoğru yol nedir sorusunun cevabı, “Dosdoğru yol, Allah’ı rab kabul etmek ve O’na ibadet etmektir.” olur. َ ْ َ َ َ ُ ُ ُ َ ْ ُ َ ‫َ َ ْ َ َ ْ ُ ُ َ َ َ ُ ْ َُْ ََْ ُ ْ َ ُ ه‬ ‫ه‬ ‫اّلل‬ ِ ‫اّلل و ِفيكم رسوله ومن يعت ِصم ِب‬ ِ ‫)وكيف تكفرون وأنتم تتَل عليكم آيات‬ َ ْ ‫ر‬ َ ‫َف َق ْد ُه ِد َي إ ََل‬ (‫يم‬ ٍ ‫ْص‬ ِ ِ ٍ ‫اط مست ِق‬ “Size Allah’ın âyetleri okunup dururken ve Allah’ın Resûlü de aranızda iken dönüp nasıl inkâr edersiniz? Kim Allah’a sımsıkı bağlanırsa, kesinlikle o, doğru yola iletilmiştir.” )Âl-i ‘İmrân, 3/101) Bu ayette ise sırat-ı müstakim Allah’a sımsıkı bağlanmakla tanımlanmıştır. ُ ُ ُ ْ َ ْ ُ ‫َ َّ َّ َ َ ِّ َ َ ر‬ ٌ ‫ْص ٌاط رم ْس َتق‬ َ ‫وه َه َذا‬ ( ‫يم‬ ‫) و ِإن اّلل ر ر يت وربكم فاعبد‬ ِ ِ “Şüphesiz, Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyleyse (yalnız) O’na kulluk edin. Bu, dosdoğru bir yoldur.” (Meryem, 19/36) Sirat-i müstakim, yalnız Allah’a kulluk etmek şeklinde tanımlanmıştır. ْ َ ٌ ‫َّ ْ َ َ َّ ُ َ ُ ْ َ ُ ٌّ ر‬ ُ َ َّ َ َ َ َ ُ َ ْ َ ْ َ ََ ‫ي َوأن‬ ‫)أل ْم أعهد ِإل ْيك ْم يا ب ِ يت آد َم أن ًل ت ْع ُبدوا الشيطان ِإنه لكم عدو م ِب‬ ْ ٌ ‫ْص ٌاط رم ْس َتق‬ َ ‫اع ُب ُدوت َه َذا‬ ( ‫يم‬ ِ ِ ‫ِي‬ 84 “Ey Âdemoğulları! Ben, size, şeytana kulluk etmeyin. Çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır. Bana kulluk edin. İşte bu dosdoğru yoldur, diye emretmedim mi?” (Yâsîn, 36/60-61) Bu ayette de tıpkı bir önceki ayette olduğu gibi Sirat-i müstakim, Şeytana kulluk etmekten vaz geçip yalnız Allah’a kulluk etmek şeklinde tanımlanmıştır. َ َّ ِّ ٌ ْ َ ُ َّ َ ٌ ‫ْص ٌاط رم ْس َتق‬ َ ‫اع ِة َف ََل َت ْم َ ُب َّن ب َها َو َّاتب ُعون َه َذا‬ (‫يم‬ ‫)و ِإنه ل ِعلم للس‬ ِ ِ ِ ِ ِ “Şüphesiz o Kıyametin (kopacağının) bir bilgisidir. Artık onun hakkında asla şüphe etmeyin, bana uyun, bu doğru bir yoldur.” (Zuhruf, 43/61) Bu ayette ise sırat-ı müstakim, Hz. Peygamber’e uymakla tanımlanmıştır. ُ ُ ُ ْ َ ْ ُ ‫َّ َّ َ ُ َ َ ِّ َ َ ر‬ ٌ ‫ْص ٌاط رم ْس َتق‬ َ ‫وه َه َذا‬ ‫يم‬ ‫ِإن اّلل هو ر ر يت وربكم فاعبد‬ ِ ِ “Şüphesiz Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyleyse O’na kulluk edin, işte bu doğru bir yoldur.” (Zuhruf, 43/64) Bu ayette de tıpkı en başta geçen ayette olduğu gibi dosdoğru yol, Allah’ı rab kabul etmek ve O’na ibadet etmek şeklinde tanımlanmıştır. Yukarıdaki ayetlere binaen sirat-i müstakimin Kur’an’daki tanımı ayet sırasına göre şu şekildedir: 1- Allah’ı rab kabul etmek ve O’na ibadet etmektir. 2- Allah’a sımsıkı bağlanmaktır. 85 3- Allah’a kulluk etmektir. 4- Şeytana kulluk etmekten vaz geçip yalnız Allah’a kulluk etmektir. 5- Hz. Peygamber’e uymaktır. b- Zarar Edenler (‫)األخرسون والخارسون‬ Tıpkı Sırat-ı mustakîm gibi zarara uğrayanlar (‫)الخاشون‬, (‫ )الخاشين‬ve (‫ )األخشون‬ile (‫ )األخشين‬formatlarıyla bu kavram da Kur’an-ı Kerim’de ilk başta ilgili sıfatlar sıralandıktan sonra “işte zarar edenler bunlardır” ifadesi kullanılır. Bu kavram cümledeki farklı konumlarıyla Kur’an-ı Kerim’de toplam 28 defa geçmektedir. Bu da kavramın Kur’an’da ne denli işlendiği bakımından büyük önem arz etmektedir. Kelime yapısı itibariyle düzenli müzekker çoğulu olduğu için (‫ )األخشون‬kelimesine uygun düşen (‫ )أولئك‬isim işareti kullanılmıştır. Buna dair birkaç örnek şöyledir: َ َّ َ ْ َ َ ُ ُ َ َ َّ َ ُ َّ َ َ َ َ َ ُ َ ْ َ َ َ ‫اّلل به َأن ُي‬ ‫اّلل ِمن ب ْع ِد ِميث ِاق ِه ويقطعون ما أمر‬ ‫وص َل‬ ِ ‫)ال ِذين ينقضون عهد‬ ِِ َ ُ َ ْ ُ ُ َ َ ُ َ ُ َُْ َْ (‫ارسون‬ ِ ‫ض أول ِـئك هم الخ‬ ِ ‫ويف ِسدون ِ يف األر‬ “Onlar, Allah’a verdikleri sözü, pekiştirilmesinden sonra bozan, Allah’ın korunmasını emrettiği bağları (iman, akrabalık, beşerî ve ahlâkî bütün ilişkileri) koparan ve yeryüzünde bozgunculuk yapan kimselerdir. İşte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.” (Bakara, 2/27) 86 Bu ayette zarara uğrayanların kim olduğu sorusunun cevabı ve açıklaması başta sıralanan şu sıfatlarla yapılmıştır: a- Allah’a verilen sözü bozanlar, b- Akrabalık ilişkisini kesenler, c- Yeryüzünde bozgunculuk çıkaranlar. Buna göre zarar edenler, Allah’a verilen sözü bozanlar, akrabalık ilişkisini kesenler ve yeryüzünde bozgunculuk çıkaran kesimlerdir. ُ ْ َ َ ُ ُْ َ َ ُ َ َّ َ ُ َ ُ ْ َ َ َ ْ ُ َ ْ َ َ َّ ‫ّّ)ال ِذين آتيناه ُم ال ِكتاب يتلونه حق ِتال َو ِت ِه أ ْول ِـئك يؤ ِمنون ِب ِه َومن يكف ْر ِب ِه‬ َ ُ َ ْ ُ ُ َ ََُْ (. ‫ارسون‬ ِ ‫فأول ِـئك هم الخ‬ “Kendilerine kitab verdiğimiz kimseler, onu gereği gibi okurlar. İşte bunlar ona inanırlar. Onu inkâr edenlere gelince, işte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.” (Bakara, 2/121) Bu ayete zararlı çıkanların Kitab’a/Kur’an’a inanmayanlar olduğu belirtilmektedir. َ ُ َ ْ ُ ُ َ ََُْ ْ ْ ُ َ َ َ ُْ ْ َ َُ ُ‫ه‬ َْ َ (. ‫ارسون‬ ِ ‫ّّ)من يه ِد اّلل فهو المهت ِدي ومن يض ِلل فأولـ ِئك هم الخ‬ “Allah, kimi doğru yola iletirse, odur doğru yolu bulan. Kimleri de saptırırsa, işte onlar, ziyana uğrayanların ta kendileridir.” (E‘râf, , 7/178) Bu ayette de zararlı çıkan kimseler Allah’ın saptırdığı kimseler olduğu ifade edilmektedir. 87 َ ْ ‫ه‬ ُ ِّ ُ َ َ َ َ َ َ َْ ْ ُ ْ ُ ُ َ َْ َ َ ُ ‫اّلل ِمن أ ْو ِل َياء‬ ِ ‫ون‬ ِ ‫ض وما كان لهم من د‬ ِ ‫)أول ِـئك لم يكونوا مع ِج ِزين ِ يف األر‬ َ َّ َ َ ُ َ ُ ْ ُ ْ ُ َ َ َ َ ْ َّ َ ُ َ ْ َ ْ ُ َ َ ُ َ َ ْ ُ ُ َ ُ َ َ ُ ‫رصون أ ْول ِـئك ال ِذين‬ ِ ‫يضاعف لهم العذاب ما كانوا يست ِطيعون السمع وما كانوا يب‬ َ ُ َ َْ ُ ُ َ ْ ُ َّ َ َ َ َ َ َ ُ َ ْ َ ْ ُ َ َّ ُ ْ َ َّ َ َ ْ ُ َ ُ َ ْ ُ ‫َخ‬ .( ‫اآلخر ِة هم األخرسون‬ ِ ‫رسوا أنفسهم وضل عنهم ما كانوا يفبون ال جرم أنهم ِ يف‬ ِ “Onlar yeryüzünde (Allah’ı) âciz bırakabilecek değillerdir. Onların Allah’tan başka sığınabilecekleri bir yardımcıları da yoktur. Azap onlar için kat kat artırılacaktır. Çünkü onlar (gerçekleri) işitmeğe tahammül edemiyorlar, hem de görmüyorlardı. İşte bunlar, kendilerini ziyana uğratan kimselerdir. Uydurmakta oldukları şeyler de kendilerini yüz üstü bırakıp kaybolup gitmiştir. Şüphesiz bunlar ahirette en çok ziyana uğrayanlardır.” (Hûd, 11/20-22) Ahirette en çok zararlı çıkan kesimin hakkı işitmeye tahammül edemeyen ve doğruyu da görmeyenler olduğu belirtilmektedir. ْ ‫ر‬ َ َ َّ ‫ُ ْ َ ْ ُ َ ِّ ُ ُ ْ ْ َ ْ َ َ َ ْ ا‬ ُ َ ْ ُ ‫رسين أع َماًل ال ِذين ض َّل َس ْع ُيه ْم ِ يف الح َي ِاة الدن َيا َوه ْم‬ ِ ‫) قل هل ننبئكم ِباألخ‬ ُ َ َّ َ َ ْ َ َ ِّ َ َ ً ْ ُ َ ُ ْ ُ ْ ُ َّ َ َ ُ َ ْ َ َُ َ َ ‫ات َرب ـ ِه ْم َو ِلق ِائ ِه فح ِبطت‬ ِ ‫يحسبون أنهم يح ِسنون صنعا أول ِئك ال ِذين كفروا ِبآي‬ ًْ ْ َ َُ ُ ُ ََ ْ ُُ َ َْ .(‫يم له ْم ي ْو َم ال ِق َي َام ِة َوزنا‬ ‫أعمالهم فَل ن ِق‬ “(Ey Muhammed!) De ki: “Amelce en çok ziyana uğrayan; iyi iş yaptıklarını sandıkları hâlde, dünya hayatındaki çabaları kaybolup giden kimseleri size haber verelim mi?” Onlar, Rab’lerinin âyetlerini ve O’na kavuşacaklarını inkâr eden, böylece amelleri boşa çıkan, o yüzden de kıyamet gününde amelleri için bir terazi kurmayacağımız kimselerdir.” (Kehf, 18/103-105) 88 Yine amel bakımından en çok zararlı çıkanların, dünya hayatında iyi işler yaptığını zan edip Rablerinin âyetlerini ve O’na kavuşacağını inkar ettikleri için hayatı boşuna gidenler olduğu ifade edilmektedir. ْ َ ُ ْ ُ َ َ َّ َّ ُ َ َ َّ َ َ ُ َ ُ َ ُ َ ُ َ ْ َ ُ َ َّ َّ َ ‫) ِإن ال ِذين ًل يؤ ِمنون ِباآل ِخ َر ِة زينا له ْم أع َماله ْم فه ْم ي ْع َمهون أ ْول ِئك ال ِذين له ْم‬ َ َْ ُ ُ َ ُ َ َْْ ُ ُ َ ْ ُ ‫اب َوه ْم ِ يف اآل ِخر ِة هم األخ‬ .( ‫رسون‬ ِ ‫سوء العذ‬ “Şüphesiz, ahiret hayatına inanmayanların işlerini biz kendilerine güzel göstermişizdir de o yüzden bocalayıp dururlar. Onlar, azabın en kötüsü kendilerine has olan kimselerdir. Onlar ahirette en çok ziyana uğrayanlardır.” (Neml, 27/4-5) Bu ayette ahirette en çok ziyana uğrayanların ahiret hayatına inanmayıp işlerini Allah’ın kendilerine güzel göstermiş iddiasına inanıp da o yüzden bocalayıp durduklarına kanan kimselerdir. Bundan ötürü azabın en kötüsü kendilerine has kılınmış olanlardır. َ َ ْ ُ ُ َ َ َّ َ ً َ ْ ُ َ ْ َ َ ْ َ َّ ْ َ ْ َ ‫الس َم َاو‬ َّ ‫يدا َي ْع َل ُم َما ف‬ ‫اّلل بي ِ يت وبينكم ش ِه‬ ‫آمنوا‬ ‫ض وال ِذين‬ ِ ‫)قل كق ِب‬ ِ ‫ِي‬ ِ ‫ات واألر‬ ََ َ َ ُ َ ْ ُ ُ َ َ ْ ُ َّ َْ (‫ارسون‬ ِ ‫اط ِل وكف ُروا ِب‬ ِ ‫ِبالب‬ ِ ‫اّلل أول ِئك هم الخ‬ “De ki: “Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. O, göklerde ve yerde olanları bilir. Batıla inanıp Allah’ı inkâr edenler var ya; işte onlar asıl ziyana uğrayanlardır.” (‘Ankebût, 29/52) Bu ayette zarar edenlerin batıla inanıp Allah’ı inkâr edenler olduğu vurgulanır. 89 ُ َ ْ َّ ْ ُ ُ ِّ ُ ْ ُ َّ ً ْ ُ ُ ُ ْ َ َ َّ َ َ ُُْ َ ‫ارسين‬ ِ ‫يت فاعبدوا ما ِشئتم من د‬ ِ ِ ‫ون ِه قل ِإن الخ‬ ‫)ق ِل اّلل أعبد مخ ِلصا له ِد ِ ي‬ ُ َ ْ ُ ْ َ ُ َ َ َ َ َ َ ْ َ ْ َ ْ ْ َ َ ْ ُ َ ُ َ ُ َ َ َّ ُ ‫ان ْال ُمب‬ (ّ‫ي‬ ‫يهم يوم ال ِقيام ِة أًل ذ ِلك هو الخرس‬ ِ ِ ‫ال ِذين خ ِرسوا أنفسهم وأه ِل‬ “De ki: “Ben dinimi Allah’a has kılarak sadece O’na ibadet ediyorum.” “Siz de Allah’tan başka dilediğiniz şeylere ibadet edin!” De ki: “Şüphesiz hüsrana uğrayanlar, kıyamet gününde kendilerini ve ailelerini hüsrana sokanlardır. İyi bilin ki bu, apaçık hüsranın ta kendisidir.” (Zumer, 39/14-15) Bu ayette apaçık hüsrana uğrayanların, kıyamet gününde kendilerini ve ailelerini hüsrana sokanlar olduğu belirtilmiştir. َْ َ َ ُ َ ْ ُ ُ َ َ ْ ُ َّ َ َ َ َّ ُ َ َ ُ َ ُ َ َ َ َّ َ ‫األ ْر‬ ( ‫ارسون‬ ‫ات و‬ ِ ‫ات‬ ِ ‫ض وال ِذين كفروا ِبآي‬ ِ ‫اّلل أول ِئك هم الخ‬ ِ ‫)له مق ِاليد السماو‬ ِ “Göklerin ve yerin anahtarları O’nundur. Allah’ın âyetlerini inkâr edenler var ya, işte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.” (Zumer, 39/63) Bu ayette de gerçek hüsrana uğrayanların, göklerin ve yerin anahtarlarını elinde tutan Allah’ın ayetlerini inkar eden kimseler olduğu belirtilmiştir. َ َََْ َ ُ َُْ ْ ُ َََ َ ُ ُ َ ِّ ‫َ َ ر‬ َ ‫ق َو َق‬ ٍّ ِ ‫ون ِمن َط ْر ٍف َخ‬ ‫ال‬ ‫اش ِعي ِمن الذل ينظر‬ ِ ‫)وتراهم يعرضون عليها خ‬ ‫ي‬ ْ َ ْ َّ َّ َ َ ُ َ َ َّ ْ َ َ ْ ُ َ ُ َ ُ َ َ َّ َ َ ‫يه ْم ي ْو َم ال ِق َي َام ِة أًل ِإن‬ ِ ‫ارسين ال ِذين خ ِرسوا أنفسهم وأه ِل‬ ِ ِ ‫ال ِذين آمنوا ِإن الخ‬ َّ َ ‫ي ف َع َذ ر‬ ّ ّ(.‫يم‬ ٍ ‫اب م ِق‬ ‫الظ ِال ِم ِ ي‬ ٍ “Ateşe sunulurken onların zilletten başlarını öne eğmiş, göz ucuyla gizli gizli baktıklarını görürsün. İnananlar da “İşte asıl ziyana uğrayanlar, kıyamet günü kendilerini ve ailelerini ziyana sokanlardır” 90 diyecekler. İyi bilin ki zâlimler, sürekli bir azap içindedirler.” )Şûra, 42/45) Ayette kıyamet gününde gerçekleşecek olan bir sahnede müminlerin gerçek zarar edenlerin kıyamet günü kendilerini ve ailelerini ziyana sokan kesim olduğunu haykırdığı vurgulanmıştır. َْ َّ ْ َ َ َ ْ ُ ُ َ ْ َ َ َ ْ ُ ُ َ ْ َ ْ ُ ْ ُ َ ُ َ َ َّ َ ‫َ َ ر‬ ‫اّلل َو َمن يف َع ْل ذ ِلك‬ ِ ‫ّّ)يا أيها ال ِذين آمنوا ًل تل ِهكم أموالكم وًل أوًلدكم عن ِذك ِر‬ َ ُ َ ْ ُ ُ َ ََُْ ( ‫ارسون‬ ِ ‫فأول ِئك هم الخ‬ “Ey iman edenler! Mallarınız ve evlatlarınız sizi, Allah’ı zikretmekten alıkoymasın. Her kim bunu yaparsa, işte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.” (el-Munâfikûn, 63, 9( Ayette ziyana uğrayanların, mallarının ve evlatlarının kendilerini Allah’ı zikretmekten alıkoyduğu kimseler olduğu vurgulanmıştır. Yukarıdaki ayetlerde gerçekten zarara uğrayan kesimlerin ayet sırasına göre şu eylemlerde bulunanlar olduğu belirtilmiştir: 1- Allah’a verilen sözü bozan, akrabalık ilişkisini kesen ve yeryüzünde bozgunculuk çıkaranlar. 2- Kitab’a/Kur’an’a inanmayanlar. 3- Allah’ın saptırdığı kimseler. 4- Hakkı işitmeye tahammül edemeyen ve doğruyu da görmeyenler. 91 5- Dünya hayatında iyi işler yaptığını zan edip Rablerinin âyetlerini ve O’na kavuşacağını inkâr ettikleri için hayatı boşu boşuna gidenler. 6- Ahiret hayatına inanmayıp işlerini Allah’ın kendilerine güzel göstermiş iddiasına inanıp da o yüzden bocalayıp durduklarına kanan kimseler. 7- Batıla inanıp Allah’ı inkâr edenler. 8- Kıyamet gününde kendilerini ve ailelerini hüsrana sokanlar. 9- Göklerin ve yerin anahtarlarını elinde tutan Allah’ın ayetlerini inkar eden kimseler. 10- Kıyamet günü kendilerini ve ailelerini ziyana sokanlar. 11- Mallarının ve evlatlarının kendilerini Allah’ı zikretmekten alıkoyduğu kimseler. c- Cennetlikler (‫)أصحاب الجنة‬ Cennetlikler veya cennet ehli anlamına gelen (‫)أصحاب ّالجنة‬ tabiri bir isim tamlamasıdır. Bu kalıp bu şekliyle Kur’an-ı Kerim’de 14 defa tekrarlanmıştır. Sağdakiler/sağ ehli (ّ ‫أصحاب‬ ‫ )الميمنة‬ve (ّ‫ )أصحاب ّاليمي‬şeklinde de ifade edilen cennet ehli66, Kur’an’da inandıklarıyla ve yaptıkları amellerle nitelendirilerek 66 Vakıa, 56, 8, 27; el-Beled, 90, 18. 92 tanımlandırılmaktadır. Aşağıdaki ayetler bunun en açık örnekleridir: َ ُ َ َ ُ َّ َ ْ ُ َ َ َ َ ُ َ َّ ْ ُ َ َ ْ ُ َ َ َّ َ (‫ات أولـ ِئك أ ْصحاب الجن ِة ه ْم ِفيها خ ِالدون‬ ِ ‫) وال ِذين آمنوا وع ِملوا الص ِالح‬ “İman edip salih ameller işleyenler ise cennetliklerdir. Onlar orada ebedî kalacaklardır.” )Bakara, 2/82) Buna göre, cennet ehli, iman edip salih amel işleyen kimselerdir. َّ َ ُ َ َ َ َ ُ ِّ َ ْ ُ ْ َ َ َّ ْ ُ َ َ ْ ُ َ َ َّ َّ ‫ات َوأخ َبتوا ِإَل َرب ـ ِه ْم أ ْول ِـئك أ ْصحاب الجن ِة‬ ِ ‫ّ) ّ ِإن ال ِذين آمنوا وع ِملوا الص ِالح‬ َ ُ َ َ ُ )‫ه ْم ِفيها خ ِالدون‬ “İnanıp da güzel işler yapan ve Rablerine gönülden boyun eğenlere gelince, işte onlar cennet ehlidir. Onlar orada ebedi kalırlar.” )Hûd, 11/23) Buna göre, cennet ehli, inanıp da güzel işler yapan ve Rablerine gönülden boyun eğenlerdir. ََ ٌ َ ََ َ َ ْ َّ ُ ُ َّ َ ‫َّ َّ َ َ ُ َ ر‬ َ َ ُ َ َُ ْ َ ُ َ ‫استق ُاموا فَل خ ْوف عل ْي ِه ْم َوًل ه ْم يحزنون أ ْول ِئك‬ ‫) ِإن ال ِذين قالوا ربنا اّلل ثم‬ ُ َ َ َّ َ ْ ُ َ َ َ ُ َ َ َ َ َ (‫أ ْصحاب الجن ِة خ ِال ِدين ِفيها جزاء ِب َما كانوا ي ْع َملون‬ “Cennet ehli, ‘Rabbimiz Allah’tır’ deyip sonra da dosdoğru yaşayanlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir. Onlar cennet ehlidirler. Yapmakta olduklarına karşılık orada ebedi kalacaklardır.” )Ahkâf, 46/13-14) Buna göre, cennet ehli, ‘Rabbimiz Allah’tır’ deyip sonra da dosdoğru yaşadıkları için korkuya maruz kalmayacak ve üzülmeyecek olanlardır. 93 Yukarıdaki ayetlerde cennet ehlinin ayet sırasına göre şu eylemlerde bulunanlar olduğu belirtilmiştir: 1- İman edip salih amel işleyen kimselerdir. 2- İnanıp da güzel işler yapan ve Rablerine gönülden boyun eğenlerdir. 3- ‘Rabbimiz Allah’tır’ deyip sonra da dosdoğru yaşadıkları için korkuya maruz kalmayacak ve üzülmeyecek olanlardır. d- Ateş Ehli, Cehennemlikler (‫)أصحاب النار‬ Ateş ehli anlamına gelen (‫ )أصحاب ّالنار‬tabiri bir isim tamlamasıdır. Bu kalıp bu şekliyle Kur’an-ı Kerim’de 20 defa tekrarlanmıştır. Soldakiler/sol ehli (‫ )أصحاب ّالمشأمة‬ve (ّ ‫أصحاب‬ ‫ )الشمال‬şeklinde de ifade edilen ateş ehli67 de Kur’an’da inandıklarıyla ve yaptıkları tanımlandırılmaktadır. Aşağıdaki amellerle ayetler nitelendirilerek bunun en açık örneklerdir: َ ُ َ َ ُ َّ ُ َ َ َ َ ُ َ َ ْ ُ َّ َ ْ َ َ َ َّ ( ‫) َوال ِذين كفروا َوكذبوا ِبآي ِاتنا أول ِـئك أ ْصحاب الن ِار ه ْم ِفيها خ ِالدون‬ “İnkâr eden ve âyetlerimizi yalan sayanlara gelince onlar cehennemliklerdir ve orada devamlı kalıcıdırlar.” (Bakara, 2/39) Buna göre cehennem ehli, Allah’ı inkâr eden ve ayetlerini yalan sayanlardır. 67 Vakı‘a, 56, 9, 41; el-Beled, 90, 19. 94 َ ْ َ َ َ ‫ِّ َ ا‬ ُ َّ ُ َ َ َ َ ُ َ ُ ُ َ َ َ ‫) َب ََل َمن َك َس‬ ‫ب َسيئة َوأحاطت ِب ِه خ ِطيـئته فأ ْول ِـئك أ ْصحاب الن ِار ه ْم ِفيها‬ َ ُ َ (‫خ ِالدون‬ “Hayır! Kim bir kötülük işler de kötülüğü kendisini çepeçevre kuşatırsa işte bu kimseler cehennemliktirler; onlar orada ebedî olarak kalırlar.” (Bakara, 2/81) Buna göre cehennem ehli, kötülük işleyip de kötülüğü kendisini çepeçevre kuşatan kimsedir. َّ ‫ه‬ َ َ َ َُ َ َ َ ٌّ َ َ ٌ َ ‫ال ف‬ ٌ َ ْ ُ ‫الش ْهر ْال َح َرام ق َتال ف‬ ‫اّلل‬ ‫ّ)ّي ْسألونك ع ِن‬ ِ ‫يل‬ ِ ِ ‫يه قل ِقت‬ ِ ِ ٍ ِ ِ ِ ‫يه ك ِبب وصد عن س ِب‬ ِ ُْ َ َْ َُْ ْ َْْ َ ْ َ ُ ْ َ ‫َ ه‬ َ َ ْ ََْ ُ ْ ْ َ ْ َ ‫اّلل َوال ِفتنة أ ك ر َ ُب ِمن القت ِل َوال‬ ِ ‫وكف ٌر ِب ِه والمس ِج ِد الح َر ِام و ِإخ َراج أه ِل ِه ِمنه أ ك ر ُب ِعند‬ ُ ْ ُ َ َ ْ َ ُ ْ َ َ َ ُ ‫َ َ ُ َ ُ َ ُ َ ُ ْ َ ََّ َ َ ر‬ ‫استطاعوا َو َمن ي ْرت ِدد ِمنك ْم عن ِدي ِن ِه‬ ‫ت ي ُردوك ْم عن ِد ِينك ْم ِإ ِن‬ ‫يزالون يق ِاتلونكم ح‬ َ ْ َ ُ َّ ُ َ ْ َ َ َ ْ ُ َ َ َ َ ‫ر‬ ْ ُ َ ْ ْ َ َ َ َُْ ٌ َ َ ُ َ ْ ُ ََ ‫اآلخر ِة وأول ِـئك أصحاب الن ِار‬ ِ ‫فيمت وهو ك ِافر فأول ِـئك ح ِبطت أعمالهم ِ يف الدنيا و‬ َ ُ َ َ ُ (‫ه ْم ِفيها خ ِالدون‬ “Sana haram ayı, onda savaşmayı soruyorlar. De ki: Onda savaşmak büyük günahtır. Allah’ın yolundan menetmek ve O’nu inkâr etmek, Mescid-i Harâm’dan (insanları) engellemek, halkını oradan çıkarıp sürmek ise Allah katında daha büyük günahtır. Fitne de öldürmekten daha ağırdır. Güçleri yeterse sizi dininizden çevirinceye kadar durmadan sizinle savaşırlar. İçinizden kim dininden döner de kâfir olarak ölürse, dünyada ve âhirette amelleri boşa gidenler işte bunlardır. Cehennem ehli de bunlardır ve orada onlar devamlı kalıcıdırlar.” (Bakara, 2/217) Buna göre cehennem ehli, dininden dönüp kâfir olarak öldüğü için dünyada ve âhirette amelleri boşa gidenlerdir. َ ُ َ َ ُ َّ ُ َ َ َ َ ُ َ ْ َ ْ ْ َ ْ َ َ َ ْ ُ َّ َ َ َّ َ ( ‫استك ر َ ُبوا عنها أ ْول َـ ِئك أ ْصحاب الن ِار ه ْم ِفيها خ ِالدون‬ ‫) وال ِذين كذبوا ِبآي ِاتنا و‬ 95 “Ayetlerimizi asılsız sayan ve büyüklenip onlardan yüz çevirenlere gelince, işte onlar cehennemliklerdir. Onlar orada ebedî kalacaklardır. )‘A‘râf, 7/36( Buna göre cehennem ehli, Allah’ın âyetlerini asılsız sayan ve büyüklenip onlardan yüz çevirenlerdir. ْ َ ْ ‫ر‬ َ َ َّ َّ َ ٌ ْ َ ُ َ َ ْ َ ْ َ َ ُ ْ َ َ َّ َ َ َ َ َ ‫س له دع َوة ِ يف الدن َيا َوًل ِ يف اآل ِخ َر ِة َوأن َم َردنا ِإَل‬ ‫) ًل جرم أنما تدعون ِ يت ِإلي ِه لي‬ َّ ُ َ َ ُ َ ْ ُ ْ َّ َ َ َّ (‫ي ه ْم أ ْصحاب الن ِار‬ ‫رس ِف‬ ِ ِ ‫اّلل وأن الم‬ “Gerçek şu ki, siz beni, bu dünyada da öteki dünyada da çağrılmaya değer olmayan bir şeye davet ediyorsunuz. Kuşku yok ki dönüşümüz Allah’adır ve hakikat çizgisinden sapanlar, işte onlar cehennemliktir.” )Ğâfir, 40-43). Buna göre cehennem ehli, israf ederek hakikat çizgisinden sapanlardır. ْ َ ْ َ َ َ َ َ َ َّ َ َّ ُ َ َ َ َ ُ َ َ ُ َّ َ ( ‫س ال َم ِص ُب‬ ‫) َوال ِذين كف ُروا َوكذبوا ِبآي ِاتنا أ ْول ِئك أ ْصحاب الن ِار خ ِال ِدين ِفيها و ِبئ‬ “İnkâr edip âyetlerimizi yalan sayanlara gelince, onlar cehennemliktir ve orada ebedî olarak kalacaklardır. Ne kötü son!” )Teğâbun, 64/10). Buna göre cehennem ehli, inkâr edip Allah’ın âyetlerini yalan sayanlardır. Yukarıdaki ayetlerde cehennem ehlinin ayet sırasına göre şu eylemlerde bulunanlar olduğu belirtilmiştir: 1- Allah’ı inkâr eden ve âyetlerini yalan sayanlardır. 96 2- Kötülük işleyip de kötülüğü kendisini çepeçevre kuşatan kimsedir. 3- Dininden dönüp kâfir olarak öldüğü için dünyada ve âhirette amelleri boşa gidenlerdir. 4- Allah’ın âyetlerini asılsız sayan ve büyüklenip onlardan yüz çevirenlerdir. 5- İsraf ederek hakikat çizgisinden sapanlardır. e- Zalimler (‫)الظالمون‬ Bu kavram, fiil kiplerini bir tarafa bırakırsak isim haliyle Kur’an-ı Kerim’de çoğul olarak 95, tekil siga tipleri de eklendiğinde toplam 137 defa geçtiğini görmekteyiz. Kelime, yapısı itibariyle düzenli müzekker çoğulu olduğu için ‫ الظاملون‬kelimesine uygun düşen ‫ أولئك‬isim işareti kullanılmıştır. Buna dair birkaç örnek şöyledir: ْ ُ ُ َْ َ ُ َ ٌ َ ْ َ َ َّ َ ُ َ َّ َ َ َ ْ ٌ ْ ‫اك ب َم ْع ُروف َأ ْو َت‬ ‫ان َوال ي ِح رل لك ْم أن تأخذوا‬ ٍ ٍ ‫رسي ــح ِب ِإحس‬ ِ ‫)الطالق مرت‬ ِ ِ ‫ان ف ِإمس‬ ‫َّ َ ْ ُ ُ ُ َّ َ ْ ً َّ َ َ َ َ َ َّ ُ َ ُ ُ َ ه َ ْ ْ ُ ْ َ َّ ُ َ ُ ُ َ ه‬ ‫اّلل‬ ِ ‫ِمما آتيتموهن شيئا ِإال أن يخافا أال ي ِقيما حدود‬ ِ ‫اّلل ف ِإن ِخفتم أال ي ِقيما حدود‬ ْ ََْ َ ‫ْ َ ُ ُ ُ ه َ َ َ ْ َ ُ َ َ َ َ َ َ َّ ُ ُ َ ه‬ َ ََْ َ َ ُ َ َ ‫اّلل‬ ِ ‫اّلل فال تعتدوها ومن يتعد حدود‬ ِ ‫فال جناح علي ِهما ِفيما افتدت ِب ِه ِتلك حدود‬ َّ َ ُ َ َ َُ (. ‫فأ ْول ِـئك ه ُم الظ ِال ُمون‬ “(Dönüş yapılabilecek) boşama iki defadır. Sonrası ya iyilikle geçinmek, ya da güzellikle bırakmaktır. (Evlilikte) tarafların Allah’ın belirlediği ölçüleri koruyamama endişeleri dışında kadınlara verdiklerinizden (boşanma esnasında) bir şeyi geri almanız, sizin için 97 helâl olmaz. Eğer onlar Allah’ın belirlediği ölçüleri gözetmeyecekler diye endişe ederseniz, o zaman kadının (boşanmak için) bedel vermesinde ikisine de günah yoktur. Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır. Sakın bunları aşmayın. Allah’ın koyduğu sınırları kim aşarsa, onlar zalimlerin ta kendileridir.” (Bakara, 2/229) Buna göre zalimler, Allah’ın koyduğu sınırları aşanlardır. ٌ َّ ُ َ ٌ ْ َ َّ ٌ ْ َ َ ْ َ َ ْ َ ِّ ُ َ ْ َ َ َّ ْ ُ َ ْ ُ َ َ َّ َ ‫َ َ ر‬ ‫يه َوال خلة‬ ِ ‫)يا أيها ال ِذين آمنوا أ ِنفقوا ِمما رزقناكم من قب ِل أن يأ ِ ي َت يوم ال بيع ِف‬ َّ َ َ ْ ٌ َ َ َ َ ُ َ (‫َوال شفاعة َوالك ِاف ُرون ه ُم الظ ِال ُمون‬ “Ey iman edenler! Alım satım, dostluk ve aracılığın olmadığı bir gün gelip çatmadan Allah’ın size verdiklerinden O’nun için harcama yapın. Kâfirler zalimlerin ta kendileridir.” (Bakara, 2/254) Buna göre zalimler, kâfirlerdir. َّ َ ُ َ َ َُ َ َ َ َ َ ْ ‫َ َ ََْ َ ََ ه‬ (‫اّلل الك ِذب ِمن ب ْع ِد ذ ِلك فأ ْول ِـئك ه ُم الظ ِال ُمون‬ ِ ‫)فم ِن افبى عَل‬ “Artık bundan sonra kim Allah hakkında yalan uydurursa işte onlar zalimlerin ta kendileridir.” )Âl-i İmrân, 3/94( Buna göre zalimler, Allah hakkında yalan uyduranlardır. َ ْ َّ َ ُُ َّ َّ َ َ ْ ْ َ َ َ ْ َ َ َ َ َ َ ْ ‫ي ب ْال َع‬ َ َْْ َ َ ‫الن ْف‬ ‫نف َواألذن‬ ‫ف‬ ‫الن‬ ‫ب‬ ‫س‬ ‫)وكتبنا علي ِهم ِفيها أن‬ ِ ‫ي واألنف ِباأل‬ ِ ِ ‫س والع‬ ِ ِ َ َ ُ ْ َ َّ َ َّ َ ُ َّ ٌ َّ َ ُ َّ ِّ َ ُ ُ َ ُ ُ ْ َ ِّ ِّ ٌ ‫وح ق َص‬ ‫اص ف َمن ت َصدق ِب ِه فه َو كف َارة له َو َمن ل ْم يحكم‬ ِ ‫ِباألذ ِن والسن ِبالسن والجر‬ َّ َ ُ َ َ َُ ُ‫َ َ َ ه‬ (‫اّلل فأ ْول ِـئك ه ُم الظ ِال ُمون‬ ‫ِبما أنزل‬ “Tevrat’ta İsrâiloğulları’na, ‘Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş... Yaralamalarda da kısas vardır. Kim kısası bağışlarsa bu kendisi için bir kefâret olur. Ve her kim Allah’ın indirdiği 98 ile hükmetmezse işte onlar zalimlerin ta kendileridir’ diye yazdık.” )Mâide, 5/45( Buna göre zalimler, Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenlerdir. َ َ ْ ُ ْ ْ َ َ ْ َ َ ْ َ ْ ُ َ َ ْ َ ْ ُ َ ْ ُ َّ َ َ ْ ُ َ َ َّ َ ‫َ َ ر‬ ‫استح ربوا الكف َر عَل‬ ‫)يا أيها ال ِذين آمنوا ال تت ِخذوا آباءكم و ِإخوانكم أو ِلياء إ ِن‬ َّ َ ُ َ َ َُ ُ ُ َّ َ َ َ (‫ان َو َمن يت َولهم ِّمنك ْم فأ ْول ِـئك ه ُم الظ ِال ُمون‬ ِ ‫ِاْليم‬ “Ey iman edenler! Şayet inkârı imana tercih ederlerse, babalarınızı ve kardeşlerinizi dahi dayanıp güvenilecek dostlar edinmeyin. İçinizden kimler onları dost edinirse, işte kendilerine kötülük edenler bunlardır.” (Tevbe, 9/23) Buna göre zalimler, küfrü tercih eden babalarına ve kardeşlerine dayanıp onları güvenilecek dostlar edinenlerdir. َ َ َ ُ ُ َ َ َ َ َّ َ ‫َ َ ر‬ ُْ ٌ ‫آم ُنوا ًَل َي ْس َخ ْر َق‬ َ ‫ين‬ ‫وم ِّمن ق ْو ٍم ع َس أن يكونوا خ ْ ًبا ِّمنه ْم َوًل‬ ‫ّّ)يا أيها ال ِذ‬ َ َ َ َ َ ْ ْ َ ْ َ ُ َ ُ ُ َ ‫ن َساء ِّمن ِّن َساء َع َس أن َيك َّن َخ ْ ًبا ِّم ْن ُه َّن َوًل تلم ُزوا أنف َسك ْم َوًل ت َن َاب ُزوا باأللقاب ب ْئ‬ ‫س‬ ِ ِ ِ ِ ِ َ ُ َّ ُ ُ َ َ ْ ُ َ ْ ُ َ ْ َّ َ َ َ ْ َ ْ َ ُ ُ ُ ْ ُ ْ (‫ان ومن لم يتب فأول ِئك هم الظ ِالمون‬ ِ ‫ِاالسم الفسوق بعد ِاْليم‬ “Ey iman edenler! Bir topluluk diğer bir toplulukla alay etmesin; zira onlar kendilerinden daha iyi olabilirler. Kadınlar da başka kadınlarla alay etmesinler; çünkü alay edilenler edenlerden daha iyi olabilirler. Biriniz diğerinizi aşağılamayın, birbirinize kötü ad takmayın. İman ettikten sonra fâsıklıkla anılmak ne kötüdür! Günahlarına tövbe etmeyenler yok mu, işte zalimler onlardır.” )Hucurât, 49/11( Buna göre zalimler, işledikleri etmeyenlerdir. 99 günahlarına tövbe ُ ُ ْ َ ُ َ ِّ َ َ ْ ُ ُ َ َ َ َّ َ ُ َّ ُ ُ َ ْ َ َ َّ ‫ين َوأخ َرجوكم ِّمن ِدي ِارك ْم َوظاه ُروا‬ ِ ‫) ِإنما ينهاكم اّلل ع ِن ال ِذين قاتلوكم ِ يف الد‬ َّ َ ُ َ َ ُ َ ُ َّ َ َ ُ َّ َ َ ُ َ ْ َ َ (‫اجك ْم أن ت َول ْوه ْم َو َمن يت َوله ْم فأ ْول ِئك ه ُم الظ ِال ُمون‬ ِ ‫عَل ِإخر‬ “Allah ancak, din konusunda sizinle savaşmış, sizi yurtlarınızdan çıkarmış ve çıkarılmanıza yardım etmiş olanlarla dostluk kurmanızı yasaklar. Kim onlarla dost olursa işte bunlar kendilerine yazık etmişlerdir.” (Mumtahine, 60/9) Buna göre zalimler, din konusunda müminlerle savaşmış, onları yurtlarından çıkarmış ve çıkarılmalarına yardım etmiş olanlarla dostluk kuranlardır. Yukarıdaki ayetlerde zalimlerin ayet sırasına göre şu eylemlerde bulunanlar olduğu belirtilmiştir: 1- Allah’ın koyduğu sınırları aşanlardır. 2- Kâfirlerdir. 3- Allah hakkında yalan uyduranlardır. 4- Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenlerdir. 5- Küfrü tercih eden babalarına ve kardeşlerine dayanıp onları güvenilecek dostlar edinenlerdir. 6- İşledikleri günahlarına tövbe etmeyenlerdir. 7- Din konusunda müminlerle savaşmış, onları yurtlarından çıkarmış ve çıkarılmalarına yardım etmiş olanlarla dostluk kuranlardır. 100 ‫البية( ر‬ f- İnsanların En İyileri ve En Kötüleri (‫البية‬ ‫)رس ر‬, ‫)خب ر‬ Kur’an-ı Kerim’de sadece bir yerde geçen (‫ )ش ّاليية‬ve (ّ ‫خي‬ ‫ )اليية‬ifadesi isim tamlamasından oluşan bir tabirdir. (ّ‫ )ش‬ve (ّ‫)خي‬ ْ kelimelerinin asıl siga yapısı isim tafdil olarak (‫ )أف َعل‬kalıbındaki َ ْ (ّ‫ )أش‬ve (ّ‫ )أخ َي‬olup sık kullanıldıklarından ötürü başlarındaki hemze düşürülerek mevcut hali almışlardır. Bu cihetle anlamları en şerli ve en hayırlı demektir. Bunun Kur’an’daki tek örneği Beyyine süresinde geçen aşağıdaki ayettir: َ َّ َ َ َ َ َ ُ َ َ َ َّ َّ َ ‫ين َك َف ُروا م ْن َأ ْهل ْالك َتاب َو ْال ُم رْرسك‬ ‫ي ِ يف ن ِار جهن َم خ ِال ِدين ِفيها أ ْول ِئك‬ ‫ّ)ّ ِإن ال ِذ‬ ِ ِِ ِ ِ ِ ُ َ َّ ْ ُ َ َّ َّ َ ْ ‫ُ ْ رَ ر‬ ُ َ َ َ َُ َ َّ َ َّ .( ‫ات أ ْول ِئك ه ْم خ ْ ُب ال ر َ ِبي ِة‬ ‫هم‬ ِ ‫رس ال ر ِبي ِة ِإن ال ِذين آمنوا وع ِملوا الص ِالح‬ “Şüphesiz, inkâr eden kitap ehli ile Allah’a ortak koşanlar, içinde ebedî kalmak üzere cehennem ateşindedirler. İşte onlar insanların en kötüsüdürler. Şüphesiz, iman edip, salih ameller işleyenler var ya; işte onlar insanların en hayırlısıdırlar.” (Beyyine, 98/6-7) Buna göre insanların en kötüleri, inkâr eden kitap ehli ile Allah’a ortak koşanlardır. Diğer taraftan insanların en hayırlıları, iman edip, salih ameller işleyenlerdir. 101 SONUÇ Kur’an-ı Kerim’in tanımları, açık bir şekilde bilinen cins ve fasıl bölümlerinden oluşan mantıki tanımlar olmayıp, genellikle sıfatlar üzerine izah edilen tanımlardır. Bu durum evrensel bir kitap için oldukça önem arz etmektedir. Kur’an’ın tanımını yaptığı kavramların genelde insan tipleri ile insanın sahip olabileceği özelliklerin tanımı şeklindedir. Tanım kategorisinde değerlendirebileceğimiz ayetlerin bazısı vasfi; yani sıfatlarla yapılan tanımdır, bazısı ism-i mevsûllerle yapılan tanımlardır, bir diğer kısmı soru cevabında gelen tanımlardır, diğer bir kısmı hasr/indirgeme üslubuyla ifade edilen tanımlar olurken diğer bir kısmı da işaret isimleri bağlamında yapılan tanımlardır. Bu da Kur’an’da yer alan tanımların, haddi tam değil de tanımın resm veya edebi kategorisinde olduğunu göstermektedir. İhtiyaç duyulmadığı yerde muarraf olan kelimenin kendisine, tanımın cins veya fasl bölümlerine yer verilmediği Kur’an-ı Kerim’deki tanım örneklerine rastlamak mümkündür. İsm-i mevsûllerin tanımlarda tanımın cins bölümünü oluşturduğu hükmü müzekker çoğulu kipi (‫ )الذين‬ile sınırlıdır ve ona özel bir durumdur. Müennes çoğulu (ّ‫ )الالت‬veya müzekker 102 veya müennes tekil ve tesniye ism-i mevsûllerin Kur’an tanımlarında cins bölümünü oluşturmamıştır. Kur’an-ı Kerim’de tanım olarak değerlendirebileceğimiz ifade َ َُ biçimlerinin soruya cevaben geldiği örneklerin (‫ َ)ي ْسألونك‬sana َ َْ soruyorlar ve (ّ‫ )ماّأدراك‬Bilir misin nedir kalıp cümlelerine cevaben geldiği görülmüştür. Kur’an-ı Kerim’in azımsanmayacak miktardaki tanımları hasr/indirgeme üslubuyla yapıldığını tespit ettik. Söz konusu hasr üslubu Kur’an-ı Kerim’de genel Arapçadan farksız bir şekilde hasr edatı (‫ )إنما‬ile ifade edildiği gibi, istisna edatlarıyla da ifade edilmiştir. İşaret isimleri bağlamında tanım yapmanın Kur’an’a has bir tanım biçimi olup mantıki tanımlara benzer bir tarafı bulunmamaktadır. 103 KAYNAKÇA Abdulbaki, Muhammed Fuad, el-Mu‘cemu’l-Mufehres li elfazi’lKur’ani’l-Kerîm, Kahire: Daru’l-Kutubi’l-Mısriyye, 1397. Akbaş, Rıfat, Arap Gramerinde Kavram ve Terminoloji Sorunu. Ankara: Gece Akademi, 2018. ‘Avvâd, Abdulhadi Abdulkerîm, “et-Ta‘rîfâtu’l-Kur’âniyye dirâse ve tahlil”, Mecelletu Kulliyeti’l-‘Ulûmi’l-İslâmiyye Câmi‘atu’lMevsil, sayı: 14/1, 2013. Candan, Abdurrahman, Fukaha’nın Kur’an Tasavvuru. İstanbul: Denge Yayınları, 2012. Cebel, Muhammed Hasan Hasan, el-Mucemu’l-İştikakî el-Mûsil li elfâzi’l-Kur’ani’l-Kerîm. Kahire: Mektebetu’l-Adâb, 2010. el-Cezâ’irî, Nûruddin bin Ni‘metullah, Furûkulluğât fi’t-temyiz beyne mefadi’l-kelimât, thk. Muhammed Ridvan ed-Dâye. Dimaşk, el-Musteşariyye es-Sakafiyye el-İraniyye, 1987. el-Curcânî, Abdulkâhir, Delâ’ilu’l-î‘câz, Beyrut: Dâru’l-Ma‘rife, 1981. Çıkar, Mehmet Şirin, Nahivciler ile Mantıkçılar Arasındaki Tartışmalar, )İstanbul: İsam, 2009(. Ebu’s-Su‘ûd, Muhammed bin Muhammed el-İmadî, İrşadu’l-Akli’sselîm ila mezâya’l-Kur’ani’l-Kerîm. Beyrut; Dâru İhyai’tTurasi’l-Arabî, ts. 104 el-Endelusî, Ebû Hayyân, el-Bahru’l-muhît. Beyrut: Dâru’l-Kutubi’lİlmiyye, 1993. el-Feyyûmî, Amed bin Muhammed bin Ali, el-Misbâhu’l-munir, Beyrut: Mektebet Lubnan, 1987. İbn Faris, Ahmed bin Fâris bin Zekeriya er-Râzî, Mu‘cemu makâyîsi’l-luğa. Beyrut: Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, 1999. İbn Manzûr, Lisânu’l-‘Arab. Kahire: Daru’l-Maarif, ts. İbn Sehlân, el-Besâ’iru’n-nasîriyye fî ilmi’l-mantık. Beyrut: Dâru’lFikri’l-Lubnânî, ts. Kadri, Hayri, Envâ‘ ta‘rifil-mefâhîm fi’l-Kur’ani’l-Kerim ve’l-Hedîsi’nNebevîyyi’s-sahîh et-ta‘rif bi’s-selb nemüzecen, (Kahire: Mektebetu’l-Adab, 2015) el-Kazvînî, el-Hatîb, Metnu’t-Telhîs. )Kahire: Mektebetu’l-Huseyn et-Ticariyye, 1949), 45-46. el-Kefevî, Ebu’l-Bekâ’ Eyyûb bin Mûsa el-Huseyn¸, el-Kulliyât fi’lmustalahât ve’l-furûki’l-lğaviyye, thk. ‘Adnân Dervîş ve Muhammed el-Mısrî. Beyrut: Muessesetu’r-Risâle, 1993. el-Kubeysi, Ahmed Ubeyd, Mevsü‘atu’l-kelime ve ahavâtuha fi ‘lKur’ani’l-Kerim. Beyrut: Daru’l-marife, 2017. Matlûb, Ahmed ve el-Basir, Hasan, el-Belâğa ve’t-tatbîk. Bağdat: Vizâretu’t-ta‘lîmi’l-‘âlî ve’l-behsi’l-ilmî,1999. 105 el-Meydânî, Abdurrahman Hasan Habenneke, Davâbitu’l-Ma‘rife ve Usûlu’l-istidlâl ve’l-munâzara. Dimaşk: Dâru’l-Kalem, 1988. Necati Öner, Klasik Mantık. Ankara: Vadi Yayınları, bs. 9, 2000. er-Râğib el-Isfahanî, Mufredâtu elfâzi’l-Kur’an, thk. Safvan Adnan Davudî. Dimaşk: Dâru’l-Kalem, 1992. es-Sehlî, Abdullah bin Decîn, “el-Bedâ’ilu’l-İslamiyye li’l-hudûdi’lmantıkıyye”, Mecelletu Câmiat Muhammed bin Suud elİslamiyye el-Ulûmu’ş-Şeriyye, sayı: 11, 1430, )253-341) es-Senûsî, Abdurrahman bin Muammer, Mukaddime fî sun‘i’lhudûdi ve’t-ta‘rîfât, Beyrut: Dâru İbn Hazm, 2004. et-Tilbânî, Fatıma Hılmî Abdullah, et-Ta‘rîfâtu’n-Nebeviyye el-vâride fî ahâdîsi’l-kutubi’s-sitte cem‘ ve dirâse, )Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi( Gazze, el-Câmi‘atu’l-İslamiyye, 2015. Zemahşeri, Mahmûd b. Ömer, el-Keşşâf ‘an hakâ’iki ğavâmid’t-tenzîl. Kahire: Dâru’r-Reyyân, 1987. ez-Zerkeşî, Bedruddîn Muhammed, el-Burhân fî ‘ulûmi’l-Kur’an, (thk. Ebu’l-Fadl ed-Dimyâtî(. Kahire: Dâru’l-Hadîs, 2006. 106