KUR’AN-I KERİM’DEKİ TANIMLAR ÜZERİNE
Dilsel Bir Yaklaşım
Abdulhadi TİMURTAŞ
Kitabın Adı
: KUR’AN-I KERİM’DEKİ TANIMLAR ÜZERİNE Dilsel Bir Yaklaşım
Yazar
: Abdulhadi TİMURTAŞ
Kapak
: Ceyda ŞEREFLİOĞLU
1. Baskı
: Eylül 2022 ANKARA
Yayın Yönetmeni : Sinem ZORLU
ISBN
: 978-625-8227-10-9
Yayın No
: 1711
© Abdulhadi TİMURTAŞ
Tüm hakları yazarına aittir. Yazarın izni alınmadan kitabın tümünün veya bir kısmının
elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, çoğaltılması yapılamaz. Yalnızca
kaynak gösterilerek kullanılabilir.
SONÇAĞ AKADEMİ
İstanbul Cad. İstanbul Çarşısı No.: 48/49 İskitler 06070 ANKARA
T / (312) 341 36 67 - GSM / (533) 093 78 64
www.soncagyayincilik.com.tr
soncagyayincilik@gmail.com
Yayıncı Sertifika Numarası: 47865
BASKI VE CİLT MERKEZİ
UZUN DİJİTAL MATBAA, SONÇAĞ YAYINCILIK MATBAACILIK TESCİLLİ MARKASIDIR.
İstanbul Cad. İstanbul Çarşısı No.: 48/48 İskitler 06070 ANKARA
T / (312) 341 36 67
www.uzundijital.com
uzun@uzundijital.com
Abdulhadi TİMURTAŞ
1971’de Eruh’ta doğdu. Ortaokul ve Lise öğrenimini Şam’da
tamamladı. 1994’te el-Ezher Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden mezun
oldu. 1998’de Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tefsir
alanında Kur’an’da Yasaklar başlıklı teziyle yüksek lisansını tamamladı.
2012’de Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Arap Dili ve
Belagati alanında Ziyâ’uddîn İbnu’l-Esîr’in Dîvân Kitâbeti başlıklı teziyle
doktor ve 2017’de de doçent oldu. 1996-2012 tarihleri arasında Van
Yüzüncü Yıl Üniversitesi İlahiyat Meslek Yüksekokulu ve İlahiyat
Fakültesinde öğretim görevlisi olarak çalıştı. Hâlen aynı üniversitenin
İlahiyat Fakültesi Arap Dili ve Belagati Anabilim Dalında öğretim üyesi
olarak çalışmaktadır.
Yazar, Arapça, İngilizce Farsça ve Kürtçe bilmektedir.
Başlıca Eserleri:
- İslami Edebiyatta Dua – Delâ’ilu’l-Hayrât Örneği - Arap Edebiyatında Divan Kitabeti – Ziyâuddin İbnu’l-Esîr Örneği –
- Botan Müderrislerinin Piri Molla Muhammed Zivingî
- Çığır Açan Şark Alimleri
- Pêxemberê Alemê Hz. Muhemmed
Bunların yanı sıra 10’un üzerinde çeviri eseri bulunmaktadır.
İthaf
Bu eseri, günlük Kur’an virdini hiç aksatmayan rahmetli
babam Molla Ahmet Timurtaş’ın ruhuna ithaf ediyorum.
İçindekiler
ÖNSÖZ..................................................................................... IV
GİRİŞ ........................................................................................ 1
1- SIFATLARLA YAPILAN TANIMLAR ...................................... 9
a- Kıyamet Günü ) (يوم القيامة............................................. 10
b- İyilik )الب
( ر...................................................................... 13
c-Günahkar Yalancı ) )األفاك األثيم....................................... 17
d- Müttakiler ( )المتقون....................................................... 19
e- Zakkum Ağacı ) )شجرة الزقوم........................................... 22
2- İSM-İ MEVSÛL İLE YAPILAN TANIMLAR .......................... 25
a- Müttakiler ) )المتقون....................................................... 26
b- Saygı Duyanlar ( )الخاشعون............................................. 30
c- Sabredenler ( )الصابرون................................................... 32
d- Müminler ))المؤمنون....................................................... 33
e- Allah Dostları ) ( أولياء هللا............................................... 39
f- Rahman’ın Kulları ) )عباد الرحمن...................................... 41
g- Namaz Kılanlar ) )المصلون.............................................. 45
h- Fasıklar ) )الفاسقون......................................................... 47
ı- Münafıklar ) )المنافقون..................................................... 49
j- Ölçü ve Tartıda Hile Yapanlar ) )المطففون...................... 50
3- SORUYA CEVABEN YAPILAN TANIMLAR ......................... 52
a- Hilaller ( )األهلة............................................................... 52
I
b- Kadınların Ay Hali ( )المحيض......................................... 53
c- Ganimetler ( )األنفال........................................................ 54
d- Ruh ( )الروح..................................................................... 56
e- Cehennem ( )سقر............................................................ 57
f- Siccîn ( )سجي.................................................................. 59
g- İlliyyûn ( )عليون.............................................................. 60
h- Tarık ( )الطارق................................................................. 61
ı- Akabe ( )العقبة.................................................................. 62
j- Kadir Gecesi ( )ليلة القدر................................................... 64
k- Karı‘a ) )القارعة................................................................ 66
l- Hâviye ( )الهاوية................................................................ 67
m- Hutama ( )الحطمة.......................................................... 68
4- HASR )İNDİRGEME( ÜSLUBUYLA YAPILAN TANIMLAR ... 69
1- İstisna Edatıyla Yapılan Hasra Dair Tanımlar............... 69
a- Dünya Hayatı ) )الحياة الدنيا........................................... 71
b- Hz. İsa ) )المسيح.............................................................. 74
c- Hz. Muhammed ( )محمد................................................ 74
2- إنماEdatıyla Yapılan Hasra Dair Tanımlar ..................... 76
a- Dünya Hayatı ( )الحياة الدنيا............................................ 76
b- Hz. İsa ) )المسيح.............................................................. 79
c- Müminler ( )المؤمنون...................................................... 80
d- Mal ve Evlat ( )األموال واألوالد......................................... 81
II
5- İŞARET İSMİ ) )أولئكve ( )هذاBAĞLAMINDA YAPILAN
TANIMLAR.......................................................................................... 83
a- Sırat-ı Müstakîm ) )الرصاط المستقيم................................ 83
b- Zarar Edenler ( )األخرسون والخارسون................................ 86
c- Cennetlikler ( )أصحاب الجنة............................................ 92
d- Ateş Ehli, Cehennemlikler ) )أصحاب النار........................ 94
e- Zalimler ()الظالمون.......................................................... 97
البية( ر
f- İnsanların En İyileri ve En Kötüleri )البية
)رس ر,
)خب ر101
SONUÇ ................................................................................. 102
KAYNAKÇA .......................................................................... 104
III
ÖNSÖZ
Bismillahirrahmanirrahim
Allah’a hamd Hz. Muhammed’e salat ve selam olsun.
Allah’ın kelamı Kur’an-ı Kerim, vahiy olarak indirildiği
zamandan beri müminlerin teveccühüne mazhar olmuştur.
Müminler onu anlamaya çalışmışlardır ve doğru anlaşılmasını
sağlamak için mümkün olan tüm yollara başvurmuşlardır. Bu
gaye ile çok sayıda ilimler inşa etmişlerdir. Bu ilimlere Kur’an
İlimleri adını vermişlerdir. Diğer taraftan Müslüman ve
Müslüman
olmayan
araştırmacılar
da
ciddi
araştırmalar
gerçekleştirmiş ve bu ilahi mesajın anlaşılması için katkı
sağlamışlardır.
Bu araştırmaların büyük bir bölümü Kur’an-ı Kerim’in inşa
ettiği kelimeler ve kavramlara yönelik olmuştur. Bu cihetle
Kur’an Kelimeleri, Kur’an Kavramları, Kur’an’ın Garip Kelimeleri
ve Kur’an Manaları isimleriyle ansiklopedik diyebileceğimiz
araştırmalar
ortaya
konmuştur.
Ancak bu
araştırmaların
neredeyse tümü, ilgili kelime ve kavramların sözlük anlamlarıyla
ve kendilerinden neyin kast edilmiş olabileceğine yönelik
araştırmalardır.
Elinizdeki çalışma ise, Kur’an’ın oluşturduğu kelime ve
kavramlar hakkında Kur’an’ın ne dediğine ve onları nasıl
IV
açıklayıp tanımladığına yönelik bir deneme çalışmasıdır. Daha
açıkça ifade etmek gerekirse bu çalışma, Kur’an kendi
oluşturduğu kavramları nasıl tanımlar sorusunun cevabını
bulmaya yöneliktir.
Eskiden beri âlimler arasında tanımların şekli, mahiyeti ve
unsurları konusunda ayrılıklar yaşanmıştır. Kimileri mantıki
tanım formatını tercih ederken kimileri de edebi tanım
formatını tercih etme cihetine gitmiştir. Mantıki tanımlarda
beş tümel dikkat alınarak tanımın yapılacak kavramın cins ve
faslı esas alınırken, edebi tanımlarda açıklama ve beyan esas
alınmıştır.
Her ne kadar bir kısmı için söylemek mümkün olsa da
Kur’an-ı Kerim’in kendi kavramlarına yönelik tanımları, genel
olarak bilinen cins ve faslının esas alındığı mantıki tanımlar
değildir. Kur’an’ın oluşturduğu kavramlara getirdiği tanımları
incelediğimizde, genellikle edebi tarzlı tanımlar olup sıfatlar
üzerine inşa edildiğini görmekteyiz. Bu açıdan toplumun her
tabakasından ve bilgi seviyesi ne olursa olsun herkesin
anlayabileceği ve kendine göre nasiplenebileceği bir yol
seçmesi, evrensel bir kitap için oldukça önem arz etmektedir.
Kur’an’ın inşa ettiği “muttaki”, “mümin”, “evliya”, “haşi‘ ”,
“münafık”,
“müşrik”,
“iman”,
V
“küfür”,
“cennet
ehli”,
“cehennem
ehli”,
“zalim”,
“mutaffif”
ve
“fasık”
gibi
kavramların tanımı yukarıda da belirtildiği gibi sıfatları esas
alınarak yapılmıştır.
Kur’an’ın inşa ettiği veya yeniden tanımladığı kavramların
tanımları bazen birçok ayetin bir araya getirilmesiyle ancak
elde edilir. Bu da bir kavram için bütün Kur’an-ı incelemeyi
gerektirir. Kur’an’ın tanımını yaptığı kavramların genelde
insan tipleri ile insanın sahip olabileceği özelliklerin tanımı
olduğu görülür. Bunun yanında Allah’ın şükr etmeleri için
kullarına verdiği nimetlerin ve bu nimetleri nankörlükle
karşılayanlar için belirlediği cezaların tanımları da verildiği
gözden kaçmaz.
Tanım kategorisinde değerlendirebileceğimiz ayetlerin bir
kısmı vasfi sıfatlarla yapılan tanımdır, bir kısmı ism-i
mevsûllerle yapılan tanımlardır, bir diğer kısmı bir soruya
cevap olarak gelen tanımlardır, diğer bir kısmı hasr/indirgeme
üslubuyla ifade edilen tanımlar olurken bazısı da işaret isimleri
bağlamında yapılan tanımlardır.
Çalışmada tekrarları çıkardığımızda toplam 38 kavramın
etimolojisi yapılarak Kur’an’da nasıl yer aldığı tespitinin yanı sıra
Kur’an’ın yaptığı tanımın analizi yapılmıştır. Bu, Kur’an
kavramlarının bunlarla sınırlı olduğu anlamına gelmemektedir.
VI
Bu sayı, sadece kendimizi bağladığımız formata uygun düşen
kavramları göstermektedir.
İnönü Üniversitesi İlahiyat Fakültesinin 11-12 Nisan 2019
tarihinde Malatya'da düzenlediği Uluslararası İslam ve Yorum
III Sempozyumunda sunduğum “Kur’an’ın Tanımları Üzerine”
başlıklı
sözlü
bildiri,
bu
çalışmamızın
nüvesini
oluşturmaktadır.
Çalışmayı büyük bir özveriyle okuyan, engin bilgi ve yapıcı
önerilerinden istifade ettiğim dostlarım Doç. Dr. M. Nasih
Ece’ye, Doç. Dr. Haşim Özdaş’a, Doç. Dr. Rıfat Akbaş’a ve Dr.
İbrahim Güngör’e teşekkür ediyorum.
Gayreti de başarıyı da veren Allah’tır.
Abdulhadi TİMURTAŞ
Van/2022
VII
GİRİŞ
Kur’an-ı Kerim, bilim ve felsefeden uzak, sözcük yönden
zengin ama kavram dağarcığı bakımından oldukça fakir bir
toplumda indi. Kur’an-ı Kerim, kendisini insanlığa hidayet
rehberi olarak niteler. Bu bağlamda Kur’an-ı Kerim, getirdiği
inancın esaslarına binaen insanoğlunun evrene, hayata ve
hayat ötesine nasıl bakması gerektiğini kendisine has bir
sistemle açıklar. Kur’an-ı Kerim’de ilahiyat dediğimiz Yüce
Yaratıcıya ve O’na bağlı hususlara ait bilgiler, nübüvvet
dediğimiz kendilerine Allah tarafından vahiy indirilen
peygamberlere ait bilgiler ve gaybiyat dediğimiz ölüm ötesi
yeniden diriliş, hesap, cennet, cehennem ve cin, melek gibi
görünmeyen varlıklara dair bilgiler verilmektedir. Yine
Kur’an-ı Kerim’de temel ahlak prensiplerine, sosyal, siyasal,
ekonomi, ekoloji, helal, haram ve günlük ibadetlere dair
bilgiler de verilmektedir. Kur’an-ı Kerim bu konulara dair
bilgiler verirken kendine özgü kavramlar oluşturmuş ve var
olan kimi kavramları da yeniden anlamlandırmıştır. Kur’an-ı
Kerim,
oluşturduğu
birçok
kavramın
nasıl
anlaşılması
gerektiğini açıklayıp tanımını yapmış ve bazısının açıklamasını
kendisine indirilen peygambere ve kavramın içinde yer aldığı
siyak sibaka bırakmıştır.
1
İslami ilimlerin neredeyse tümü Kur’an’ın daha iyi ve daha
doğru anlaşılması maksadıyla ve ona hizmet etmek amacıyla inşa
edilmiştir. Her bir ilim dalının Kur’an tasavvuru kısmen kendi
zaviyesinde şekil almıştır.1 Elbette bu ilimlerden Kur’an’ı
doğrudan alakadar edenleri Kur’an ilimleridir. Kur’an ilimlerine
dair yazılan eserlerde, Kur’an’a dair çok detay sayılabilecek
ilimlerin mahiyeti hakkında yapılan çalışmalara uzun uzun yer
verilirken bu ilimlerden birçoğuna göre önemi daha büyük
olduğunu düşündüğümüz ve daha çok Kur’an’da yer aldığı halde
Kur’an’daki kavram tanımlarına yer verilmediği görülmüştür.
Hakeza Kur’an’da yapılan tanımlara dair bilgiler tefsirlerde de pek
yer almamıştır.
Okuma ve araştırmalarım sırasında Fatıma Hılmî Abdullah etTilbânî’nin Hz. Peygamberin tanımlarına dair Gazze İslam
Üniversitesinde 2015 yılında hazırladığı Yüksek Lisans teziyle
karşılaştım.2 Böyle bir konu hadisler için yeni ve ilgi çekiciydi.
Çünkü bildiğim kadarıyla hadislerde yer verilen kavramların
tanımına yönelik de eskilerden kimse daha önce bunu düşünüp
1
2
Abdurrahman Candan, Fukaha’nın Kur’an Tasavvuru. )İstanbul: Denge Yayınları,
2012), 22-26; Mehmet Şirin Çıkar, Nahivciler ile Mantıkçılar Arasındaki Tartışmalar,
)İstanbul: İsam, 2009), 137-140.
Fatıma Hılmî Abdullah et-Tilbânî, et-Ta‘rîfâtu’n-Nebeviyye el-vâride fî ahâdîsi’lkutubi’s-sitte cem‘ ve dirâse, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi(. )Gazze: elCâmi‘atu’l-İslamiyye, 2015).
2
ele almamıştır. Bu vesileyle aynı fikrin Kur’an-ı Kerim için de
araştırılmasının
uygun
olacağını
düşündüm.
Yaptığım
araştırmada yukarıda da belirtildiği gibi eskilerin bu konuya
değinmediklerini gördüm.
Bu araştırmam sırasında konuyla alakalı şu araştırmalarla
karşılaştım:
1-
Abdulhadi
Abdulkerîm
‘Avvâd’ın,
“et-Ta‘rîfâtu’l-
Kur’âniyye dirâse ve tahlil” adlı makale çalışması. ‘Avvâd,
makalesinde, tanımın
önemi, amacı, Kur’an tanımlarının
özellikleri, Kur’an tanımlarından birkaç örnek ve Kur’an
tanımlarının muhatabı iyiye teşvik ve onu kötülüklerden
sakındırmasının etkisi gibi başlıklar üzerinde durmuştur.3 Bu
çalışma bize yol gösterici niteliğe sahip olmakla birlikte metot,
yaklaşım ve işleyiş bakımından farklıdır.
2- Hayri Kadrî Eyyûb, Envâ‘u ta‘rifi’l-mefâhîm fi’l-Kur’ani’l-Kerim
ve’l-Hedîsi’n-Nebevîyyi’s-sahîh et-ta‘rif bi’s-selb nemüzecen. Hayri
Kadrî Eyyûb, bu araştırmasında manadan, siyak ve sibaktan,
haberi ve inşai cümlelerden dolaylı tanımlar çıkarmaya çalışarak
3
Abdulhadi Abdulkerîm ‘Avvâd, “et-Ta‘rîfâtu’l-Kur’âniyye dirâse ve tahlil”, Mecelletu
Kulliyeti’l-‘Ulûmi’l-İslâmiyye Câmi‘atu’l-Mevsil, sayı: 14/1, 2013.
3
bazı kavramların tanımlarını elde etmeye çalışmıştır.4 Bu yönüyle
bizim çalışmamızdan farklılık arz etmektedir.
Bunun yanında satır aralarında konuya işaret edenlerden biri
Abdullah bin Decîn es-Sehlîdir. O, el-Bedâ’ilu’l-İslamiyye li’l-hudûdi’lmantıkıyye adlı çalışmasında mantıkçıların tanım biçimine savaş
açmış ve bunun İslamî alternatifinin olabileceğini tartışmıştır.5
Kur’an’daki tanımların Kur’an’ın daha rahat anlaşılmasında
katkı sunacağını ve mesajlarının günümüz muhataplarına
ulaştırılmasını kolaylaştıracağını düşünerek böyle bir araştırma
içine girdik.
***
***
***
Tasavvuratı anlamak için tanımlar veya hudutlar büyük bir
önem arz etmektedir. Bunun için tanımın, her bilimin aslı ve esası
olduğu söylenmiştir.6 Tanım: Bir şeyin mahiyetini ifade eden
sözdür.7 Tanımlar, eşyayı oluşturan temel unsurları analiz etmeyi,
Hayri Kadri Eyyûb, Envâ‘ ta‘rifil-mefâhîm fi’l-Kur’ani’l-Kerim ve’l-Hedîsi’n-Nebevîyyi’ssahîh et-ta‘rif bi’s-selb nemüzecen. (Kahire: Mektebetu’l-Adab, 2015).
5
Bkz. Abdullah bin Decîn es-Sehlî, “el-Bedâ’ilu’l-İslamiyye li’l-hudûdi’l-mantıkıyye”,
Mecelletu Câmiat Muhammed bin Suud el-İslamiyye el-Ulûmu’ş-Şeriyye, sayı: 11, 1430,
(253-341).
6
İbn Sehlân, el-Besâ’iru’n-nasîriyye fî ilmi’l-mantık. (Beyrut: Dâru’l-Fikri’l-Lubnânî, ts.),
s. 29.
7
Abdurrahman bin Muammer es-Senûsî. Mukaddime fî sun‘i’l-hudûdi ve’t-ta‘rîfât.
(Beyrut: Dâru İbn Hazm, 2004), s. 20.
4
4
onu gayrından ayıran temel özelliklerini bilmeyi hedefler.8 Tanım
için; hadd, muarrif, tarif ve kavli şarih gibi ifadeler kullanılmıştır.
İslam mantıkçıları tanımı had ve resm şeklinde ikiye
ayırırlar. Onlara göre esas geçerli olan tanım kavramın yerini
açıkça belirtip diğerlerinden tamamen ayıran had olanıdır. Resm
olarak adlandırılan tanım ise, bir şey hakkında onun hassaları,
nitelikleri ile ilgili bazı bilgileri verir.
Eğer tanım, yakın cins ve yakın fasıldan oluşuyorsa hadd-i
tam, uzak cins ve yakın fasıldan oluşuyorsa hadd-i nakıs
denilmektedir. Yakın cins ile hassasından yapılan tanıma resm-i
tam ve uzak cinsi ile ilintisinden yapılan tanıma ise resm-i nakıs
denilmektedir.9
Fıkıh usulü, tefsir usulü, hadis usulü, belagat ve nahiv gibi
teorik veya metoda dayalı İslami ilimler başta olmak üzere inşa
edilen ilimlerin tasnif, tertip, taksim ve kavramları tanımlama
konularında farklı yöntemler benimsenmiştir. Bu konuda edebi
ekol ile kelami ekolden söz edilmektedir.
Edebi zevke ve basit anlaşılır açıklamaya dayalı edebi ekolün
hicri ilk dört asırda hâkim iken, akli taksimata ve mümkün olduğu
8
9
Abdurrahman Hasan Habenneke el-Meydânî,, Davâbitu’l-Ma‘rife ve Usûlu’l-istidlâl
ve’l-munâzara. )Dimaşk: Dâru’l-Kalem, 1988(, s. 63; Rıfat Akbaş, Arap Gramerinde
Kavram ve Terminoloji Sorunu. (Ankara: Gece Akademi, 2018), 29.
Necati Öner, Klasik Mantık, Vadi Yayınları, bs. 9. )Ankara: yayıevi yok, 2000), s. 4950.
5
kadar kısa tanımlara dayalı kelami ekol ise hicri dördüncü asırdan
sonra revaç bulmuş, mantık ve felsefenin etkisinde kalarak edebi
ekolün adeta sonunu getirmiştir.
Edebi ekol, Kur’an-ı ve hadisleri örnek alarak ikisinin
etkisinde kalırken, kelami ekol, mantık ve felsefeyi benimseyerek
onlardan etkilenmiştir. Bu cihetle kelami ekol, cins ve fasla dayalı
kısa ve neredeyse anlaşılmaz tanım, taksimat ve genellikle
konuyu bir örnekle açıklamayı benimserken, edebi ekol, edebi
zevki, basit, anlaşılır açıklamayı ve bol örneklendirmeyi esas
almıştır.10
Kur’an’ın konuları ele alması, edebi zevki esas alarak
açıklama, örneklendirmeyi esas almıştır. Kur’an’ın aynı yolu,
yaptığı tanımlarında da takip ettiğini kolayca fark edilmektedir.
Bu yönüyle Kur’an’daki tanımların incelenmesiyle söz konusu
tanımların genel karakteristik yapısını tespit etmeye çalıştık.
Buna göre:
a- Tanımı yapılan kavram veya kelime sadece bir yerde değil
Kur’an’ın farklı yerlerinde bağlamına uygun düşecek şekilde yer
almaktadır. Buna göre ilgili tüm ayetlerin bir araya getirilmesiyle
eksiksiz şer‘î tanım tamamlanır.
10
Ahmed Matlûb ve Hasan el-Basîr, el-Belâğa ve’t-tatbîk. )Bağdat: Vizaretu’t-ta‘lîmi’lâlî ve’l-behsi’l-ilmî,1999(, 30-34.
6
b- Tanım cinsi ba‘îd ve bunun bir gereği olarak da çok sayıda
fasılla oluşmaktadır. Yani cinsi ba‘îdten sonra çokça sıfat
getirilerek oluşur. Bu da Kur’an-ı Kerim’deki tanımların göze
çarpan bir özelliğidir. Buna göre sıfatlar çoğaldıkça mevsuflar da
azalır.
c- Kur’an’daki tanımların neredeyse tümüne yakını hadd-i
tama değil de tanımın resm kısmına girmektedir.
d- Kur’an’daki kelimelerin bir kısmı anlam bakımından
bizatihi açıktır izaha ihtiyacı yoktur. Bir diğer kısmı ise bizatihi
açık değil izah edilmeye muhtaçtır. Bu açıklama, ya kelimenin
hemen peşinden yapılır ya da bir başka ayette veya sünnette
yapılır.11
Kur’an-ı Kerim’de doğrudan tanım olabilecek veya tanım
kapsamında değerlendirilebilecek ayetleri tespit etmek için
öncelikle Kur’an-ı baştan sona kadar defalarca okundu. Bu
yapılınca ortaya çıkan kavramlar, manalar ve isimler siyak ve
sibakları çerçevesinde incelendi. Bu inceleme sonucunda
tanımların ifade biçimi ve formatına göre ayrılarak belli bir
tasnife tabi tutuldu. Bunun neticesi olarak şöyle bir sonuç ortaya
çıktı:
11
Bedruddîn Muhammed ez-Zerkeşî, el-Burhân fî ‘ulûmi’l-Kur’an, thk Ebu’l-Fadl edDimyâtî. (Kahire: Dâru’l-Hadîs, 2006), s. 432.
7
1- Sıfatlarla Yapılan Tanımlar.
2- İsm-i Mevsûl ( )الذينile Yapılan Tanımlar.
3- Soruya Cevaben Yapılan Tanımlar.
4- Hasr )İndirgeme( Üslubuyla Yapılan Tanımlar.
5- İşaret İsimleriyle Yapılan Tanımlar.
Bir kavram hangi tanım kategorisine giriyorsa ilgili kavram
ve tanımı o başlık altına alarak inceledik. Buna göre kimi
kavramın farklı formatlarla tanımı yapıldığından birden fazla
başlık altında yer almış olabilmektedir. Aslında her kavramı
müstakil ele almak da mümkündü. Fakat amacımız kavramın
kendisi olmadığı, tanım formatı olduğu için bu tarzı daha uygun
gördük.
8
1- SIFATLARLA YAPILAN TANIMLAR
Kur’an’daki tanımların geneli vasfî/betimleyici tanımlar
olup, doğrudan cümle veya müfret sıfat getirilerek yapılmaktadır.
Bu durumda tanımın cins bölümü bazı yerlerde zikredilirken bazı
yerlerde de anlaşıldığı için zikredilmemesi tercih edilmiştir. Bazı
durumlarda kavramın kendisine yer verilmeden siyak ve sibaktan
anlaşıldığı için tanım formatında kendisine yer verilmemiştir.
Arapçada sıfat tamlaması üç şekilde gerçekleşmektedir;
müfret, cümle ve şibhi cümle.
Müfret
sıfatların,
mevsufuna
irap,
nekirelik-marifelik,
müzekkerlik-müenneslik ve tekillik-tesniye ve çoğullukta uymak
zorundadır. Mevsuf, insan dışındaki varlıkların çoğulu olduğu
takdirde irapta ve marifelik-nekirelik hususlarında uyar, diğer iki
hususta uymayabilir.
Sıfat, cümle şeklinde geldiği durumda ilgili cümlenin mevsufa
gönderilecek bir aid )genelde zamir olur( barındırması gerekir.
Şibhi cümle, car ve mecrur veya zarf ile gerçekleşir. Bu
konuda ‘nekire isimden sonra gelen cümle ve şibhi cümle genelde
sıfat olur’ şeklinde bir genelleme düşünüldüğünde konu biraz
daha netlik kazanacaktır.
İşte sıfat veya vasfi tanımlamalar genelde yukarıda anlatılan
sıfat türleri formatında gelmektedir.
9
Betimleyici veya sıfatlarla yapılan tanımların örnekleri:
a- Kıyamet Günü )(يوم القيامة
Her ne kadar Kur’an-ı Kerim’de kıyamet günü birçok isim ve
adla anılsa da tanımının yapıldığı ismi ise genelde gün
anlamındaki yevm ) )يومifadesi ile geçmektedir. Yevm kelimesinin
Türkçe karşılığı mutlak gündür. İsim tamlaması veya sıfat
tamlaması şeklinde kullanıldığında özelleşir. Kur’an-ı Kerim’de
tekil, tesniye, çoğul formatlarında geldiği gibi isim ve sıfat
tamlaması ya da mutlak olarak kullanıldığı yerler de olmuştur.12
Aldığı müfret veya cümle sıfatlarla Kıyamet Günü anlamında
kullanılan yevm kelimesi birbirine yakın betimsel tanımlarla
Kur’an-ı Kerim’de iki yerde tanımlanmıştır:
ُ َ ُْ َ ٌ َ َ َ َْ
ْ َّ َ ٌ ْ َ
ُْ َ ً ْ َ
ْ َ َّ ً ْ َ ْ ُ َّ َ
س شيئا َوال يق َب ُل ِمنها شفاعة َوال يؤخذ
ٍ (واتقوا يوما ال تج ِزي نفس عن نف
َ ُ َ ُ ْ ُ َ َ ٌ ْ َ َْ
ِمنها عدل وال هم ي
)نرصون
“Öyle bir günden sakının ki, o gün hiç kimse bir başkası adına bir
şey ödeyemez. Hiçbir kimseden herhangi bir şefaat kabul olunmaz, fidye
alınmaz. Onlara yardım da edilmez.” (Bakara, 2/48)
ْ َّ َ ٌ ْ َ
ُْ َ ً ْ َ
ْ َ َْ
َ َ َ َ
ْ َ َّ ً ْ َ ْ ُ َّ َ
س شيئا َوال يق َب ُل ِمنها عد ٌل َوال تنف ُعها
ٍ )واتقوا يوما ال تج ِزي نفس عن نف
َ ُ َ ُ ْ ُ َ َ ٌ َ َ َ
شفاعة وال هم ي
.( نرصون
12
Muhammed Fuad Abdulbaki, el-Mu‘cemu’l-Mufehres li elfazi’l-Kur’ani’l-Kerîm, (Kahire:
Daru’l-Kutubi’l-Mısriyye, 1397(, 775-782 .
10
“Kimsenin kimse namına bir şey ödemeyeceği, hiç kimseden fidye
alınmayacağı, kimseye şefaatin (aracılığın) yarar sağlamayacağı ve hiç
kimsenin hiçbir taraftan yardım göremeyeceği günden sakının.”
(Bakara, 2/123)
Buna göre ahiret gününün betimsel tanımı şöyledir: Ahiret,
kimsenin kimse namına bir şey ödemeyeceği, hiç kimseden fidye
alınmayacağı, kimseye şefaatin )aracılığın( yarar sağlamayacağı
ve hiç kimsenin hiçbir taraftan yardım göremeyeceği gündür.
Sıfatla yapılan bu tanım13, “gün” olan bir cinsi karîb ve dört
fasıldan oluşmaktadır.
Cins: Gün.
Fasıl:
a- Kimsenin kimse namına bir şey ödemeyeceği.
b- Hiç kimseden fidye alınmayacağı.
c- Kimseye şefaatin )aracılığın( yarar sağlamayacağı.
d- Kimsenin hiçbir taraftan yardım göremeyeceği.
Zemahşerî )ö. 1143(, ( )يومkelimesinden sonra gelen
cümlelerin onun sıfatı olduğunu belirtir ve cümleyi mevsufa
bağlayan aid zamirinin siyaktan anlaşıldığı için zikredilmesine
ihtiyaç duyulmadığını ve taktirinin de ( )فيهolduğunu açıklar.14
13
14
Bu ve benzeri örnekler, her ne kadar tam tanım olsa da genel karakteristik
özelliğinde sıfat hâkim olduğu için betimsel/vasfi kategorisinde değerlendirdik.
Mahmûd b. Ömer ez-Zemahşerî, el-Keşşaf. )Kahire: Dâru Reyyân, 1987(, I, 135-136.
11
Bahsi geçen cümlelerin “yevm” kelimesinin sıfatı olduğu
konusunda sözbirliği olduğu da belirtilir.15 Nitekim Arap Dil
kurallarına göre nekire/belirsiz isimden sonra gelen cümleler
veya şibhi cümleler sıfat olarak değerlendirilmektedir.
Betimleyici tanıma göre Kıyamet gününde gerçekleşecek bazı
sahneler sergilenmektedir.
Birinci sahnede, hesap verirken eksiği olan birisine
başkasının tamamlamaya çalıştığı ancak bunun ilahi adalet
nezdinde geçersiz olduğu anlaşılınca geri çevrileceği mesajı
verilmektedir.
İkinci sahnede, o sıkıntılı hesap anında kişinin içinde
bulunduğu durumdan kurtulma adına fidye verme imkânının asla
olmayacağı mesajı verilmektedir.
Üçüncü sahnede, sözü geçerli ve itibarı olan kimsenin başka
kimseyi ceza almamak için aracı olma yolunun kapalı olduğu
mesajı verilmektedir.
Dördüncü sahnede, dünyada olduğu gibi hesap gününde
insanların yardımlaşma, birbirini destekleme veya arka çıkma
gibi bir durum asla olamayacağı mesajı verilmektedir.
15
Ebû Hayyân el-Endelusî, el-Bahru’l-muhît. )Beyrut: Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, 1993(, I,
347-348.
12
b- İyilik )الب
( ر
Arapçada “birr” kelimesi müselles bir kelime olup üç ayrı
vecihle üç ayrı mana ifade eder. (ّ ِ)برba harfinin kesresiyle mutlak
iyilik demektir, (ّ َ)برba harfinin fethasıyla camit bir isim olarak
denizin zıddı kara demek iken müştak bir isim olarak çok iyilik
yapan anlamına gelmektedir, (ّ ُ)برba harfinin zammesi ile buğday
demektir.16 Genel olarak (ّ )خيkelimesiyle yakın anlamlı olsa da
zıdları hususunda ayrılmaktadır. Zira (ّ ِ)برkelimesinin zıddı daha
ُُ
çok anne ve baba hakkına girmek anlamında olan عقوقiken (ّ)خي
َ
kelimesinin zıddı (ّ )شolarak karşımıza çıkmaktadır.17
Kuran’ı Kerim’de ( )برkelimesi, ba harfinin fethasıyla 12 yerde
kara manasında kullanılırken, 1 yerde de Yüce Allah’ın sıfatı
olarak gelmektedir. Birr kelimesi ba harfinin kesresiyle 7 defa
geçmektedir, buğday anlamında ba harfinin zammesi şeklinde ise
Kur’an’da geçmemektedir.
Birr kelimesinin vasfî tanımının yapıldığı örnek ayet şudur:
16
17
Ebu’l-Bekâ’ Eyyûb bin Mûsa el-Huseyn¸el-Kefevi, el-Kulliyât fi’l-mustalahât ve’lfurûki’l-lğaviyye, thk. ‘Adnân Dervîş ve Muhammed el-Mısrî. )Beyrut:
Muessesetu’r-Risâle, 1993(, 225,231; Muhammed Hasan Hasan Cebel, elMu‘cemu’l-iştikâkî el-mûsli li el-fâzi’l-Kur’ni’l-Kerîm. )Kahire: Mektebetu’l-Âdâb,
2010), 94-97.
Nûruddin bin Ni‘metullah el-Cezâ’irî, Furûkulluğât fi’t-temyiz beyne mefadi’l-kelimât,
thk. Muhammed Ridvan ed-Dâye. )Dimaşk, el-Musteşariyye es-Sakafiyye elİraniyye, 1987(, 71.
13
ْ َ ْ َ
َّْ ْ َ ْ َّ َ ُ َ ُّ ْ ُ ُ َ ُ ْ َ َ ْ َ ر
َ َ َّ ْ َ ْ َ َ ه
اّلل
ِ رس ِق والمغ ِر ِب ول ِـكن ال ِر َّب من آمن ِب
ِ )ليس ال ِرب أن تولوا وجوهكم ِقبل الم
َ
ُْ
َ ْ
َ ْ َ َ َ ْ َ
ُ َ َ َ َ ْ َ َ َ ِّ َّ َ
َْْ َ
ال عَل ح ِّب ِه ذ ِوي الق ْر ر َت َوال َيت َام
اب والن ِبيي وآت الم
ِ اآلخ ِر والم
ِ واليو ِم
ِ آلئك ِة وال ِكت
َ ِّ
َ ُ ْ َ َ َّ َ َ َّ َ َ َ َ
َ َ
َ َو ْال َم َساك
َّ َ السب
َّ ي َو ْاب َن
الصالة َوآت الزكاة َوال ُموفون
اب وأقام
ِ
ِ ِ
ِ يل والس ِآئ ِلي و ِ يف الرق
َْ َ ْ
ْ َ ْ َ َ َّ َّ
َ
ْ
ُ
َ
َ
َ
َْ
َّ َ
ْ
(.س
ِ ِبعه ِد ِهم ِإذا عاهدوا والص ِاب ِرين ِ يف البأساء والرصاء و ِحي البأ
“İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı taraflarına çevirmeniz(den ibaret)
değildir. Asıl iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitap ve
peygamberlere iman edenlerin; mala olan sevgilerine rağmen, onu
yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, (ihtiyacından dolayı)
isteyene ve (özgürlükleri için) kölelere verenlerin; namazı dosdoğru kılan,
zekâtı veren, antlaşma yaptıklarında sözlerini yerine getirenlerin ve
zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda (direnip) sabredenlerin
tutum ve davranışlarıdır.” (Bakara, 2/177)
Ayette önce doğuya ve batıya yönelmenin iyilik olmadığı
ifade edilerek neyin iyilik olmadığı vurgusu yapılmıştır. Akabinde
iyiliğin
ne
olduğu,
yaptıkları
iyi
amel
ve
davranışları
vurgulanarak bazı insan tipleriyle tanımlanmıştır. Bu tanımda
cins yerine geçecek kelime olan “birr” sıyaktan anlaşıldığı için
lafzen kendisine yer verilmemiştir. Nitekim kimi tefsir âlimine
göre ayetin takdiri şöyledir:
18
)ّ(بّرّ) ّمن ّآمن
ّ )ولكن ِ رBuna göre
ِ ّالي
iyiliğin tanımı:
İyilik,
Allah’a,
ahiret
gününe,
meleklere,
kitap
ve
peygamberlere iman edenlerin; mala olan sevgilerine rağmen,
18
el-Endelusî, el-Bahru’l-muhît, II, 4.
14
onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, )ihtiyacından
dolayı( isteyene ve )özgürlükleri için( kölelere verenlerin; namazı
dosdoğru kılan, zekâtı veren, antlaşma yaptıklarında sözlerini
yerine getirenlerin ve zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı
zamanlarda (direnip) sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır.
Cins: İyilik
Fasıl:
a- Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitap ve peygamberlere
iman eden,
b- Mala olan sevgilerine rağmen, onu yakınlara, yetimlere,
yoksullara, yolda kalmışa, )ihtiyacından dolayı( isteyene ve
)özgürlükleri için( kölelere veren,
c-
Namazı
dosdoğru
kılan,
zekâtı
veren,
antlaşma
yaptıklarında sözlerini yerine getiren,
d- Zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda )direnip(
sabreden kimselerin tutum ve davranışlarıdır.
Burada tanımın cins bölümünü oluşturan kelime olan iyilik,
fasıl sayılan bölümlerle isim tamlaması şeklinde ifade edilmiştir.
Bu, mantıki tanımlarda az rastlanılan bir tanım biçimidir.
Aslında ayeti zahirine göre anlamlandırmak da mümkündür.
Bu durumda Kur’an, iyiliği doğrudan belirlenen niteliklere sahip
insanların kendileri olduğu şeklinde tanımlamış oluyor. Bu da bir
15
nevi mübalağa sanatı sayılmaktadır. Nitekim bu durum, sabırlı
olan bir kimseye sen sabırlısın demek yerine sen sabırsın
dememizdeki mübalağa sanatına benzer. Ancak her iki durumda
da ilgili sıfat ve özellikler kast edilmektedir.
Kur’an’ın iyiliği bu şekilde tanımlamasının arkasında iyiliğin
ulaşılamaz bir erdemlik olmadığı bu erdemliğe sahip olan
kimselerin olduğu ve onların örnek alınması gerektiği mesajının
verilmesi yatmaktadır.19 Buna göre Kur’an, iyiliği doğuya veya
batıya yönelmede aramanın yanlış bir tutum olduğunu
vurgularken iyiliğin esasen iman, infak, namazı hakkıyla kılmak,
zekat vermek, sözünde durmak ve sabretmek olduğunu
açıklamaktadır.
Yine Bakara süresinde iyiliğin ne olmadığı ve ne olduğu
bağlamında Allah şöyle buyurur:
َ َُ ْ َ
ْ َ ْ َ َ ِّ َ ْ َ
ْ ُْ َ ْ َ
َّ ُ
َ َ َ ون َك َعن األه َّلة ُق ْل
س ال ِر رب ِبأن تأت ْوا
اس والحج ولي
) يسأل
ِ ِ
ِي
ِ ه مو ِاقيت ِللن
ِ
ْ
َ
ُ
َّ
َّ
ْ ْ
ْ َّ َ َ ُ ُ
َ
ُ َّ َ َ ُ ْ ه
َ ُُْ
َ ْ ْ َ
ورها َول ِـكن ال ِر َّب َم ِن اتق َوأتوا ال ُب ُيوت ِمن أب َو ِابها َواتقوا اّلل ل َعلك ْم
ِ البيوت ِمن ظه
َ ُ ُْ
( تف ِلحون
“Sana hilalleri soruyorlar. De ki: ‘Onlar insanlar ve hac için vakit
ölçüleridir. Erdemlilik asla evlere arkalarından gelip girmeniz değildir;
fakat erdemlilik kişinin takvada bulunmasıdır. Evlere kapılarından gelin;
Allah’a karşı takvada bulunun ki kurtuluşa eresiniz.’ ” )Bakara, 2/189)
19
el-Endelusî, el-Bahru’l-muhît, II, 4.
16
Bu ayette de tıpkı önceki ayette olduğu gibi öncelikle iyiliğin
insanların
zihnindeki
yanlış
tasavvuru
reddedilmektedir.
Ardından Kur’an, iyiliği önceki ayette belirlenen tüm tutumları
içinde barındıran takva )ilahi emir ve yasaklara riayet etmek( ile
niteleyerek tanımlamıştır. Bu ayete göre iyilik eve nereden
girmek değil esas iyilik ilahi emir ve yasaklara riayet etmektir
mesajı verilmeye çalışılmıştır. Bu durumda her iki ayette iyilik
için verilen tanım aynıdır birbirinden farklı değildir.
c-Günahkar Yalancı ()األفاك األثيم
İfk: Bir şeyi olması gereken halden çevirmek, dönüştürmek,
vazgeçirmek ve esas yoldan sapmak demektir. Bu sıfatından
dolayı yalan söylemeye de ifk denilmiştir.20 Ayrıca إفك/ifk,
Kur’an’da
geçtiği
her
yerde
yalan
söylemek
anlamında
kullanılmıştır.21
Esas itibariyle ( )اثمism: Geri kalmak, ilerlememek ve ağır
durmak anlamındadır. Günaha اثم/ism denilmesi, işleyen kimseyi
iyi ve hayır işlerden geri bıraktığından ötürüdür. Sevap
alınmasını engelleyen bütün eylemlere ( )اثمism denilmesi de
Ahmed bin Fâris bin Zekeriya er-Râzî, Mu‘cemu makâyîsi’l-luğa. )Beyrut: Dâru’lKutubi’l-İlmiyye, 1999(, II, 65; Ahmed Ubeyd el-Kubeysî, Mevsû‘atu’l-kelime ve
ahavâtiha fi ‘l-Kur’ani’l-Kerim. )Beyrut: Daru’l-ma‘rife, 2017), I, 310-311.
21
el-Kefevî, el-Kulliyât, 153.
20
17
bundandır. Genel olarak günaha ve özel olarak yalan söylemeye
de ( )اثمism denilmiştir.22
Effâk ve esîm kelimeleri mübalağa sigalarının en yaygın
vezinleri olup her biri kendi manasında eylemin yenilendiğini
َ
tekrarlandığını ifade eder. Buna göre effâk, kök filinin ()فعال
veznindeki mübalağa kalıbıdır ki yalan söylemeyi zaman zaman
değil sık sık söyleyerek bunu alışkanlık haline getiren kimseler
َ
için bir sıfat olarak kullanılır. Esîm kelimesi ise kök filinin ()ف ِعيل
veznindeki mübalağa kalıbıdır ki günah eylemini zaman zaman
değil sık sık işleyen ve bunu adet haline getiren kimseler için bir
sıfat olarak kullanılır.
Effâk ve esîm kelimelerinin sıfatlarla tanımının yapıldığı
örnek ayet şudur:
َ
َّ َ ِّ ُ ِّ ٌ ْ َ
َّ َ َ ْ َ
َّ
َ ُ َ ْ َ
اّلل ُت ْت ََل َع َل ْي ِه ُث َّم ُي ر
رص ُم ْستك ِر ًبا كأن ل ْم
ِ ات
ِ يم يسمع آي
ٍ )ويل لكل أف
ِ
ٍ اك أ ِث
َ
َ
.(ي ْس َم ْعها
“Her günahkâr yalancının vay hâline! Kendisine Allah’ın âyetlerinin
okunduğunu işitir de, sonra büyüklük taslayarak sanki onları hiç
duymamış gibi direnir.” )Câsiye, 45/8)
Günahkar yalancı kimsenin tanımı açıklama yoluyla cümle
sıfatla yapılarak ifade edilmiştir. Buna göre günahkar yalancının
tanımı şöyledir: Kendisine Allah’ın âyetlerinin okunduğunu işitir
22
İbn Fâris, Mu‘cemu makâyîsi’l-luğa, II, 38; el-Kubeysi, Mevsü‘atu’l-kelime, I, 113.
18
de, sonra büyüklük taslayarak sanki onları hiç duymamış gibi
direnendir.
Bu tanım bir cins ve iki fasıldan oluşmaktadır.
Tanımın cinsi, effâk ve esîm sıfatlarına sahip olan insandır.
Tanımın iki faslı ise şunlardır:
a- Kendisine Allah’ın ayetlerinin okunduğunu işiten.
b- Bununla beraber büyüklük taslayarak sanki onları hiç
duymamış gibi direnen.
Ayette özellikle “esîm” ve “effâk” kelimelerinin seçilmesi çok
manidardır. Zira günah anlamındaki ism, işlendiğinde iç
dünyasında zillet ve düşüklük hissedildiği halde bunun tersinin
gösterildiği günah türüdür. Aynı şekilde ifk de inat ederek ve
bilerek haktan batıla meyletmenin adıdır tıpkı yalan söylemek
gibidir.23 Nitekim ayetin tanımı da her iki kelimenin bu kök
anlamlarına işaret etmektedir.
d- Müttakiler ()المتقون
( )المتقونMuttekûn, isim fail kipiyle ّمتق/muttaki kelimesinin
düzenli müzekker çoğulu olup kökü ّوق/vaka’dır. Gerçekleşmesi
yakın olan zararlardan korunmak anlamına gelen ( )وقايةvikayet,
kelimenin kök mastarıdır ve esas itibariyle bir zararı bir şeyden
başka bir şey aracılığıyla defetmeye denilmektedir. Bu yönüyle
23
el-Kubeysi, Mevsû‘atu’l-kelime, I, 105-106, 310-311.
19
korumak ve örtmek anlamına sahiptir. Bu sıfata sahip olan şeye
vikayet ve vakiye denilmektedir. 24
Mutakûn (ّ )وقvaka filinin ( )افتعلbabının isim fail kipidir. Fiili
ُ
ُ
(ّ)اتق, (ّ )يتقolup isim faili (ّ’)متقdir.
Bunun çoğulu ()متقون
şeklindedir. Kendisini koruyanlar anlamına gelmektedir. Takva
şeklinde de ifade edilen bu kavram, dinen haram veya mekruh
olan şeylerden korunmak olarak tanımlanmıştır.25 Diğer taraftan
takvanın başlangıcı, şirkten korunmaktır, orta seviyesi, haramdan
korunmak iken son hedef seviyesi Allah dışındaki her şeyden
arınmak şeklinde de değerlendirilmiştir.26 Bu kavram Kur’an-ı
Kerim’de farklı kalıp ve kiplerde sıkça kullanılmaktadır. Sıfatlarla
tanımının yapıldığı ayet ise aşağıdakidir:
َ ُ َ َْ َ ْ َ
َ
ْ َ ٌ َّ َ ْ ِّ َ َ
ٌ ين ف َيها َو َأ ْز َو
ْ َ َّ َ َّ
اج
ِ ) ِلل ِذين اتقوا ِعند رب ـ ِهم جنات تج ِري ِمن تح ِتها األنهار خ ِال ِد
ْ
َ َ ْ َ َّ َ َ َّ َ َّ َ َ ُ ُ َ َ َّ
ر َ َّ ٌ َ ْ َ ٌ ِّ َ ه
َ ُه
آمنا فاغ ِف ْر لنا
اّلل َواّلل ب ِص ٌب ِبال ِع َب ِاد ال ِذين يقولون ربنا ِإننا
ِ مطه َرة و ِرضوان من
َْ َ َ
َْ ْ َ
َّ َ َ َ َ َ َ َ ُ ُ
َ
َّ َ َ
َّ
ُ ْ َ َ
ي َوال ُم ْستغ ِف ِرين
نف ِق
ِ ذنوبنا و ِقنا عذاب الن ِار الص ِاب ِرين والص ِاد ِقي والقا ِن ِتي والم
َ َ
.(ِباأل ْسح ِار
“Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için Rableri katında, içinden
ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve
Allah’ın rızası vardır.” Allah, kullarını hakkıyla görendir. (Bunlar),
“Rabbimiz, biz iman ettik. Bizim günahlarımızı bağışla. Bizi ateş
İbn Fâris, Mu‘cemu makâyîsi’l-luğa, II, 641; el-Kubeysi, Mevsû‘atu’l-kelime, XII, 449495.
25
el-Cezâirî, Furûku’l-luğat, 87.
26
el-Kefevî, el-Kulliyat, 299.
24
20
azabından koru” diyenler, sabredenler, doğru olanlar, huzurunda
gönülden boyun büküp divan duranlar, Allah yolunda harcayanlar ve
seherlerde (Allah’tan) bağışlanma dileyenlerdir.” )Âl-i İmrân, 3/14-16)
Bu ayette doğrudan muttaki kelimesi değil de ()الذين ّاتقوا
takvada bulunanlar ifadesi kullanılarak müttaki/takva ehli
kimselerin tanımı üzerinde durulmaktadır.27 Önce ( )الذينo
kimselerki/ ism-i mevsûlu sıfat yapmak suretiyle tanımlamaya
başlar daha sonra peş peşe sıralanan müfret sıfatlarla takip eder.
Bu tanım, bir cins ki ( )الذينile ifade edilen insandır ve 6
fasıldan oluşmaktadır. Bu tanıma göre müttaki insan aşağıdaki
sıfatlara sahip olandır:
a- “Rabbimiz, biz iman ettik. Bizim günahlarımızı bağışla. Bizi
ateş azabından koru” diyenler,
b- Sabredenler,
c- Doğru olanlar,
d- Huzurunda gönülden boyun büküp divan duranlar,
e- Allah yolunda harcayanlar
f- Seherlerde )Allah’tan( bağışlanma dileyenlerdir.
Yukarıda sıralanan sıfatlar, sahiplerini Allah’ın azabından,
öfkesinden korur ve rızasına nail olmayı sağlar. Sıfatların cem
27
Zemahşeri’ye göre bu sıfatlar müttakilerin olabildiği gibi ibâd/kulların tanımı da
olabilir. Ancak kendisi birincisini benimser. )Zemahşeri, Mahmûd b. Ömer, elKeşşâf ‘an hakâ’iki ğavâmid’t-tenzîl, Dâru’r-Reyyân, Kahire, 1987, I, 343.(
21
ifade eden atıf harfı vav ile birbirlerine bağlanması müttaki
kimsenin bu sıfatların tümüne sahip olması gerektiği hükmünü
verir.
e- Zakkum Ağacı ))شجرة الزقوم
Zakkum, bağırsakları yakan ve çabuk acıktıran tiksindirici bir
yiyecektir. Kur’an’da bitki anlamındaki şecere kelimesi ile isim
tamlaması formatında kullanılmıştır. Bu bitkinin küçük yapraklı,
tadı acı, kokusu kötü, kendisinden süt beyazlığında bir sıvının
aktığı ve insan bedenine değdiğinde ilgili yerde şişkinliğin
oluştuğu bir bitki türüdür.28
Zakkum bitkisinin tanımı aşağıdaki ayetlerde vasfî/betimsel
olarak yapılmıştır:
َ َ َ َ ْ ٌ ر ُ ا َ ْ َ َ َ ُ َّ ر
َّ ِّ َّ َ ْ َ َ ْ َ ا
ْ َ ٌ َ َ َ َّ َ
ي ِإنها شج َرة تخ ُر ُج
وم ِإنا ج َعلناها ِفتنة للظ ِال ِم
ِ ) أذ ِلك خب نزًل أم شجرة الزق
َ َّ ُ ُ ُ ُ َّ َ َ َ ُ ْ َ ف َأ ْصل ْال َجح
(ي
ِ يم طلعها كأنه رؤوس الشي
ِ ِ
ِ
ِي
ِ اط
“Ziyafet olarak bu mu daha hayırlı, yoksa zakkum ağacı mı?
Şüphesiz biz onu zalimler için bir imtihan aracı kıldık. O, cehennemin
dibinde biten bir ağaçtır. Onun meyveleri sanki şeytanların kafalarıdır.”
(Saffât; 37/62-65)
Ayette zakkum ağacı bir cins ve biri isim cümlesi diğeri ise fiil
cümlesinden
28
oluşan
sıfat
konumunda
olan
iki
fasıldan
İbn Manzûr, Lisânu’l-‘Arab. )Kahire: Daru’l-Maarif, ts.), III, 1846: el-Kubeysi,
Mevsû‘atu’l-kelime, V, 489-491.
22
oluşmaktadır. Buna göre tanımın cinsi ağaçtır fasılları ise
şunlardır:
a- Cehennemin dibinde biten
b- Meyveleri sanki şeytanların kafaları
Buna göre zakkum ağacı, cehennemin dibinde biten ve
meyveleri şeytan kafasına benzeyen bir ağaçtır.
Nekire isimden sonra gelen fiil cümlesi ile hemen akabinde
gelen ve dikkat çekici bir benzetme içeren isim cümlesi ile
zakkum ağacı betimlenmiştir. Bir taraftan fiil cümlesi sıfatın
sürekli yenilendiğini gösterirken isim cümlesinin ise sıfatın başka
bir yönüyle sübutu ifade etmektedir.
َْ ُ َ َ
َّ َ َ َ َ َّ ر
َْ ُْْ َ
ُ ُْ
َ ْ َْ َ
(يم
ِ يم كالمه ِل يغ ِ يَل ِ يف البط
ِ ون كغ ِيَل الح ِم
ِ وم طعام األ ِث
ِ ) ِإن شجرة الزق
“Şüphesiz, zakkum ağacı, günahkârların yemeğidir. O, maden
eriyiği gibidir. Kaynar suyun kaynaması gibi karınlarda kaynar.”
(Duhân, 44/45-46.)
Bu ayette zakkum ağacının günahkarların yiyeceği olduğu
bilgisi verildikten sonra benzetme yoluyla tanımı yapılmıştır. Bu
tanımda cins siyaktan anlaşıldığı ve daha önce zikri geçtiği için
tekrarlanmasına gerek duyulmayan ağaç iken fasılları ise
şunlardır:
a- Maden eriyiği gibidir
b- Suyun kaynaması gibi karınlarda kaynar.
23
Buna göre zakkum ağacı, maden eriği ve insan karnında adeta
kaynayan su gibidir.
24
2- İSM-İ MEVSÛL İLE YAPILAN TANIMLAR
Gerek ()الذي, (ّ )التbunların tesniye ve çoğulları gibi özel ism-i
mevsûller olsun gerekse ( )ماve ( )منgibi müşterek ism-i mevsûller
olsun iki cümleyi birbirine bağlama görevini görürler. Bu görevi
görürlerken
cümlede
nesne,
özne
ve
sıfat
konumunda
olabiliyorlar. Bu yüzden tür olarak isim olmalarına rağmen ve
isim olma özelliklerinden dolayı cümlede kimi zaman umde kimi
zaman da fadla olarak önemli bir görev görmelerine rağmen bir
yönüyle de bağlaç görevini de görürler. Bu itibarla ( )الذيmarife
isimleri sıla cümleleriyle sıfatlandırmak için bir bağlaç olarak
kullanılır. Böylece ( )الذيvasıtasıyla bir şey gayrından ayrılarak
açıklanmış olur29 ki tanımın da amacı budur.
İsm-i mevsûller cümlede kendisinden önceki isme sıfat
olarak geldiği kimi yerlerde kendisi tanımın cins bölümünü
oluştururken
sıla
cümlesi
ise
fasl
bölümünü
oluşturabilmektedir. Kur’an-ı Kerim’deki tanımların çoğu
(’)الذينnin sıfat olarak gelmesi şeklinde olduğunu söylemek
mümkündür. Bu şekil tanım esasında bir nevi vasfi tanım olup
sıla cümlesinde belirtilen özelliklerle açıklama cihetine
gidilmiştir. Bu tür tanımlarda “o kimseler” anlamında olan
29
Abdulkâhir el-Curcânî, Delâ’ilu’l-î‘câz. (Berut: Dâru’l-Ma‘rife, 1981), s. 154.
25
ism-i mevsûl (’)الذينnin kendisi cins ve sıla cümlesi tanımın
faslı olarak kabul edilmektedir.
Yaptığımız
araştırmada
ism-i
mevsûllerin
tanımlarda
tanımın cins bölümünü oluşturduğu hükmü müzekker çoğulu kipi
( )الذينile sınırlıdır ve ona özel bir durumdur. Şu da bir gerçektir ki
bu tür tanım örneklerinde genelde tanımın her fasl bölümünün
başında ( )الذينtekrarlanmaktadır. Yapılan tespite göre müennes
çoğulu (ّ )الالتveya tekil ve tesniye ism-i mevsûllerin Kur’an
tanımlamalarında cins bölümünü oluşturmamıştır.
Bu tür tanımlara dair örnekler şöyledir:
a- Müttakiler ()المتقون
Daha önce muttaki kavramıyla ilgili genel bilgiler verilmişti.
Burada tekrar edilmeyecektir. Kur’an-ı Kerim’de muttakilerin
kimler olduğu ve özelliklerinin neler olduğu açıklanırken ism-i
mevsûl ( )الذينtanımın cins bölümünü oluştururken sıla cümlesi
tanımın fasl bölümünü oluşturduğu iki ayet bulunmaktadır.
Birinci ayette Allah’ın kelamı olması konusunda hiçbir kuşku
olmayan Allah kitabı Kur’an’ın muttakiler için rehber olduğu
sadedinde şu tanım yapılmıştır:
َ ْ َ ُ ْ ُ َ َّ َ َّ ُ ْ ِّ ُ ا
َ ُ ُ
َ َْ َ ُ َ ْ َ َ
يمون
ي ال ِذين يؤ ِمنون ِبالغ ْي ِب َوي ِق
يه هدى للمت ِق
ِ )ذ ِلك ال ِكتاب ال ريب ِف
ُ َ َ َ ْ َ َ ُ َ َ ُ ْ ُ َ َّ
َ ُ ُ ْ ُ َ ْ َ َ َّ َ َ َّ
َ َ
نز َل ِمن ق ْب ِلك
أ
ِ الصالة و ِمما رزقناهم ي
ِ نزل ِإليك وما
ِ نفقون وال ِذين يؤ ِمنون ِبما أ
َ ُ ُ ْ ُ َ
َ
.( وقنون
ِ و ِب
ِ اآلخر ِة هم ي
26
“Bu, kendisinde şüphe olmayan kitaptır. Allah’a karşı gelmekten
sakınanlar için yol göstericidir. Onlar gaybe inanırlar, namazı dosdoğru
kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiğimizden de Allah yolunda
harcarlar. Onlar sana indirilene de, senden önce indirilenlere de
inanırlar. Ahirete de kesin olarak inanırlar.” (Bakara, 2/2-4)
Kur’an’ın sık sık kullandığı kavramlardan biri olan takvanın
ve sıfat hali müttakinin çok farklı yerlerde muhtelif biçimlerde
özellikleri verilerek açıklanmıştır. Burada müttakilerin tanımı
yapılınca cins olan ism-i mevsûl peşinden gelen 5 sıfat ise onun
fasıl bölümleridir. Buna göre müttakiler,
a- Gaybe inanırlar,
b- Namazı dosdoğru kılarlar,
c- Kendilerine rızık olarak verilenden de Allah yolunda
harcarlar.
d- Hz. Muhammed’e indirilene de, ondan önce indirilenlere
de inanırlar.
e- Ahirete de kesin olarak inanırlar.
Kur’an, muttaki kimseler için rehberdir denilince adeta
muttakiler kimlerdir acaba zihnen sorulan bir soruya ‘gaybe
inanan, namazı dosdoğru kılan, kendilerine rızık olarak
verilenden Allah yolunda harcayan, Hz. Muhammed’e indirilene
27
ve ondan önceki peygamberlere indirilenlere inanan ve ahirete
de kesin olarak inanan kimselerdir’ cevabı verilmiştir.
İkinci ayette muttakiler için hazırlanan ve genişliği yer ile
gökler kadar olan cenneti kazanmaya davet sadedinde şu tanım
yapılmıştır:
َ ْ ُ
ْ
ُ ِّ
ْ َّ ُ ُ ْ َ َ ُ َ َ َّ
َ ُ َ َّ َ
ض أ ِعدت
) َو َس ِارعوا ِإَل َمغ ِف َر ٍة ِّمن َّربك ْم َوجن ٍة ع ْرضها السماوات واألر
َ ْ َ َّ َّ َ َّ َّ
َ ُ ُ َ َّ َ َّ ُ ْ
َّ
َ َ َْ َ َ َْْ َ
ُ الناس َو ه
اظ ِمي الغيظ والع ِاف
نفقون ِ يف الرساء و
اّلل
ي ع ِن
ِ الرصاء والك
ِ ِللمت ِقي ال ِذين ي
ِ
ْ ُ َ ْ َ ْ َ َ َ َ َّ َ َ َ َ ُ ْ َ َ ا َ ْ َ َ ُ ْ َ ْ ُ َ ُ ْ َ َ ُ ْ ه
ْ ُ ْ ُ ر
احشة أو ظلموا أنفسهم ذكروا اّلل فاستغفروا
ِ ي ِحب المح ِس ِني وال ِذين ِإذا فعلوا ف
ُ ُ
َ َ ْ ْ َ َ َ ْ ُ ر ُ َ َّ ه ُ َ َ ْ ُ ر
َ َ َ ُ ْ ُ َ
(. رصوا عَل َما ف َعلوا َوه ْم ي ْعل ُمون
ِ ِلذنو ِب ـ ِهم ومن يغ ِفر الذنوب ِإال اّلل ولم ي
“Rabbinizin bağışına, genişliği göklerle yer arası kadar olan ve
Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için hazırlanmış bulunan cennete
koşun. Onlar bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcayanlar, öfkelerini
yenenler, insanları affedenlerdir. Allah, iyi ve yararlı işleri en güzel
şekilde yapanları sever.” Yine onlar, çirkin bir iş yaptıkları yahut
nefislerine zulmettikleri zaman Allah’ı hatırlayıp hemen günahlarının
bağışlanmasını isteyenler -ki Allah’tan başka günahları kim bağışlar- ve
bile bile işledikleri (günah) üzerinde ısrar etmeyenlerdir.” )Âl-i İmrân,
3/132-134)
Bu
ayette
muttakilerin tanımı
önceki
ayette geçen
özelliklerden farklı özelliklerle yapılmıştır. Yine tanımın cinsi
olarak ism-i mevsûl ve peşinden gelen 5 sıfat ise onun fasıl
bölümleridir. Buna göre genişliği yer ve gökler kadar olan ve
28
muttakiler için hazırlanan cennete girecek olan muttakilerin
sıfatları şunlardır:
a- Bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcayanlar,
b- Öfkelerini yenenler,
c- İnsanları affedenler.
d- Çirkin bir iş yaptıkları, yahut nefislerine zulmettikleri
zaman Allah’ı hatırlayıp hemen günahlarının bağışlanmasını
isteyenler
e- Bile bile işledikleri )günah( üzerinde ısrar etmeyenlerdir.
Genişliği yer ile gökler kadar olan cennetin kendileri için
hazırlandığı muttakilerden bahsedilirken adeta bu muttakilerin
kimler olduğu sorulur ve soruya şu cevap verilir: Kendilerine
cennetin hazırlandığı muttakiler, bollukta ve darlıkta Allah
yolunda harcayan, öfkelerini yenen, insanları affeden, çirkin bir iş
yaptıkları yahut nefislerine zulmettikleri zaman Allah’ı hatırlayıp
hemen günahlarının bağışlanmasını isteyen ve bile bile işledikleri
)günah( üzerinde ısrar etmeyen kimselerdir.
29
b- Saygı Duyanlar ()الخاشعون
İsim mevsul ( )الذينve sıla cümlesiyle tanımı yapılan
kavramlardan biri de huşû‘ kavramıdır. Huşû‘ yumuşaklık,
heybet, saygı, sükûnet, sessizlik, kırık, zayıf, vakar, alçak gönüllük
ve korku gibi anlamlara gelmektedir.30 Kalpteki yakarışın
bedendeki dış organlara yansıması şeklinde de ifade edilmiştir.31
Tevazu kelimesiyle ortak yönleri olsa da insana yansıması
bakımından farklılaşmaktadır; Tevazu, görünen ve görünmeyen
eylem ve ahlak ile dışa yansırken huşû‘, beden azalarıyla dışa
yansımaktadır. Bunun için “Kalp tevazu gösterdiğinde beden
azaları huşû‘ eder” denilmiştir.32
Kur’an-ı Kerim’de bu fiil yer33, dağ34, insanın kalbi35, yüzü36,
gözü37 ve sesleri38 gibi varlıkların yüklemi olarak kullanıldığı gibi
insanın sıfatı39 olarak da kullanılmıştır.
İbn Manzûr, Lisanu’l-Arab, II, 1165-1166; el-Kubeysi, Mevsû‘atu’l-kelime, IV, 73-82
e-Râğib el-Isfahanî, Mufredâtu elfâzi’l-Kur’an, thk. Safvan Adnan Davudî. )Dimaşk:
Dâru’l-Kalem, 1992), 283.
32
el-Cezâ’irî, Furûku’l-luğât, 94, 118-119, 122.
33
Fussilet, 41, 39;
34
Haşir, 59, 21.
35
el-Hadîd, 57,16;
36
el-Ğaşiye, 88, 2.
37
Naziat, 79, 9; Kalem, 68, 43.
38
Taha, 20, 108.
39
Bakara, 2, 44; İsra, 17, 109; Enbiya, 21, 90; Müminûn, 23, 2; Şûra, 42, 45.
30
31
30
Sabır ve namazdan destek alınmasının emredildiği ayette
bunun huşû ehli olmayanlar için ağır geldiği belirtilmiş ardından
huşû ehlinin tanımı yapılmıştır. Tanımda ism-i mevsûl الذين
tanımın cinsi, sıla cümlesi ise tanımın faslı yapılmıştır.
Kur’an şöyle ifade eder:
َ ْ َ َ َّ ٌ َ َ َ َ َّ َ َ َّ َ ْ َّ ْ ُ َ ْ َ
ُ َّ َ َ َ َّ َ َ ُ ر
ي ال ِذين يظنون أنهم
اش ِع
ِ )واست ِعينوا ِبالص ر ِب والصال ِة و ِإنها لك ِببة ِإال عَل الخ
َ
َ ْ َ ْ ُ َّ َ َ ْ ِّ َ ُ َ ر
(. اج ُعون
ِ مالقو رب ـ ِهم وأنهم ِإلي ِه ر
“Sabrederek ve namaz kılarak (Allah’tan) yardım dileyin. Şüphesiz
namaz, Allah’a derinden saygı duyanlardan başkasına ağır gelir. Onlar,
Rablerine kavuşacaklarını ve gerçekten O’na döneceklerini çok iyi
bilirler.” (Bakara, 2/44-45)
Bu ayete göre haşi‘în/huşû ehlinin tanımı şöyledir: Haşi‘,
Rablerine kavuşacaklarını ve gerçekten O’na döneceklerini çok iyi
bilenlerdir.
Bu ayette muarraf/tanımlanan kelime (ّ )الخاشعيcümlede
harfi cer (’(عىلnın mecrürü olarak yer almıştır. Ayette tanımın
cinsi ism-i mevsûl ( )الذينiken tanımın fasıl bölümü ise şudur:
Rablerine
kavuşacaklarını
ve
gerçekten
Rablerine
döneceklerini iyi bilenlerdir.
Buna göre Rablerine kavuşacaklarını ve gerçekten Rablerine
döneceklerini iyi bilenler, Allah’a derinden duydukları saygının
31
bedenlerinin dış organlarında gözüken sonsuz teslimiyete sahip
olan kimselerdir.
c- Sabredenler ()الصابرون
Birikmek, aynı hal üzere devam etmek, dayanıklı ve güçlü
olmak anlamlarına gelen sabır, esasında meşakkat ve musibetlere
karşı sebat etmek, tutunmak, var olan halden vaz geçmemek
yeniye teslim olmamak demektir.40 Kimi zaman sabır, yönelik
olduğu duruma göre de değerlendirilmiştir. Buna göre savaşta
sabretmek cesaret göstermek, nefsi abes şeylerden alıkoymak
kanaat ve iffet, kelamda sabr etmek söz tutmak şeklinde
yorumlanmıştır.41
Kur’an-ı Kerim’de yer alan sabır ve türevleri genelde
mücadele ve sıkıntı hallerinde sebat göstermek, nefsine hâkim
olmak,
dayanmak
anlamında
kullanıldığını
söylemek
mümkündür.42
Başlarına bir musibet geldiğinde sabreden insanların
tutumları sadedinde Kur’an-ı Kerim onları tanımlarken yine ism-i
İbn Manzûr, Lisânu’l-‘Arab, IV, 2391-2395; Muhammed Hasan Hasan Cebel, elMucemu’l-İştikakî el-Mûsil li elfâzi’l-Kur’ani’l-Kerîm. )Kahire: Mektebetu’l-Adâb,
2010), III, 1190-1191.
41
el-Kefevî, el-Kulliyât, 560.
42
el-Isfahani, Mufredât, 474-475.
40
32
mevsûl (’)الذينyi kullanır ve tanımın faslı olarak sıla cümlesini
sıfat yapma yoluna başvurur:
َِّ َ ر
ْ ُ َ ٌ َ َ َّ َ َ َ َ َ ْ ُ ر
َ
َّ
َ ْ َ َّ َ وا إ َّنا ه
ّ (اجعون
ِ ِ ِ رس الص ِاب ِرين ال ِذين ِإذا أصابتهم م ِصيبة قال
ِ ّلل و ِإنـا ِإلي ِه ر
ِ )وب
“Sabredenleri müjdele. Onlar; başlarına bir musibet gelince, “Biz
şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz”
derler.” (Bakara, 2/154-155)
Sabredenler, başlarına bir musibet gelince, kesinlikle Allah’a
ait olduklarını ve kesinlikle O’na döneceklerini söyleyenlerdir.
Bu ayette muarraf/tanımlanan kelime cümlede nesne
durumundaki ( )الصابرينsabredenler, düzenli müzekker çoğulu
olarak gelmiştir. Tanımın cinsi ism-i mevsûl ( )الذينiken tanımın
faslı, başlarına bir musibet gelince, kesinlikle Allah’a ait
olduklarını ve kesinlikle O’na döneceklerini söyleyenlerdir.
d- Müminler ()المؤمنون
ْ Emn kökünden türeyen kelimeler, içten güvenmek,
()أمن
tasdik etmek, öz olma hali, korkusuzluk,
ihanet etmemek,
emanet, koruma anlamlarında kullanılmaktadır.43 Bu kelime
doğrudan harfi cer almaksızın nesne alabildiği gibi nesnenin
başına harfi cer lam ve harfi cer “ba” getirilerek de
kullanılmaktadır. Kur’an-ı Kerim’de farklı formatlarda ve çokça
43
Amed bin Muhammed bin Ali el-Feyyûmî, el-Misbâhu’l-munîr, (Beyrut: Mektebet
Lubnan, 1987), 10.
33
kullanılan kelimelerden biri olan “emn”, bağlamı gereği yukarıda
belirtilen anlamlardan birini ifade etmektedir.
Allah için kullanılan el-Mumin sıfatı kullanıldığı gibi inanan
kulları için de bir sıfat olarak kullanılmaktadır. Allah için
kullanılınca
kullarını
koruyan
anlamında
iken
kul
için
kullanılınca güçlü bir iç huzurla Allah’a ve O’nun gönderdiği dini
tasdik ederek kabullenmek demektir.44
İnanan kulların bir sıfatı olarak mümin, tekil, düzenli
müennes çoğulu olarak Kur’an’da yer aldığı gibi çoğunlukla
düzenli müzekker çoğulu olarak geçmektedir. İşte düzenli
müzekker çoğulu kipiyle bir kavram olarak tanımı yapılırken ismi mevsûl ( )الذينtanımın cinsi ve ardından gelen sıla cümleleri de
onun fasılları olarak yer almaktadır.
Mümin kelimesinin bu formattaki tanımlaması Kur’an’da üç
yerde yapılmıştır.
1- Âl-i İmrân, 3/170-172
ْ َ
َ ْ َ ْ ر ُ َ ْ َ ِّ َ ه
ُ َ َ َ َ َّ ه
َ َّ َ ْ ُ ْ َ ْ َ ُ
اّلل َوفض ٍل وأن
ي ال ِذين
اّلل ال ي ِضيع أجر المؤ ِم ِن
ِ رسون ِب ِنعم ٍة من
ِ )يستب
َ
َ
َ
َْ َُ
ْ ُ َ َ ْ
َ
ْ ْ َ َّ
ُ ْ ْ ُ ْ َ َّ
ُ َّ َ وا ه
ول ِمن ب ْع ِد َمآ أ َصابه ُم الق ْر ُح ِلل ِذين أح َسنوا ِمنه ْم َواتقوا أج ٌر
ِ ِ استجاب
ِ ّلل والرس
ً َ ْ ُ َ َ َ ْ ُ ْ َ ْ َ ْ ُ َ ْ ُ َ َ ْ َ َ َّ َّ ُ َّ ُ ُ َ َ َ َ َّ
ٌ َعظ
يمانا
يم ال ِذين قال لهم الناس ِإن الناس قد جمعوا لكم فاخشوهم فزادهم ِإ
ِ
ْ ُ َ َ
ُ وا َح ْس ُب َنا ه
ُ(اّلل َون ْع َم ْال َوكيل
وقال
ِ
ِ
“(Şehitler) Allah’ın nimetine, keremine ve Allah’ın, mü’minlerin
ecrini zayi etmeyeceğine sevinirler. Onlar yaralandıktan sonra Allah’ın
44
Cebel, el-Mucemu’l-İştikâkî, IV, 2015-2127; el-Kubeysî, Mevsû‘atu’l-kelime, I, 415.
34
ve Peygamberinin davetine uyan kimselerdir. Onlardan iyi ve yararlı
işleri en güzel şekilde yapanlara ve Allah’a karşı gelmekten sakınanlara
büyük bir mükâfat vardır. Onlar öyle kimselerdir ki, halk kendilerine,
“İnsanlar size karşı ordu toplamışlar, onlardan korkun” dediklerinde, bu
söz onların imanını artırdı ve “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!”
dediler.” (Âl-i İmrân, 3/170-172)
Bu ayette muarraf/tanımlanan kelime cümlede isim
tamlamasında mudaf ileyhi konumunda olan (ّ )المؤمنيdüzenli
müzekker çoğulu cer hali ile gelmiştir. Ayette Allah’ın ecirlerini
zayi etmeyeceği müminlerin tanımı sahip oldukları sıfatlarla
yapılmıştır. Buna göre müminler, yaralandıktan sonra Allah’ın ve
Peygamberinin davetine uyan ve halk kendilerine, “İnsanlar size
karşı ordu toplamışlar, onlardan korkun” dediklerinde, imanları
artıp ve “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!” diyenlerdir.
Burada tanımın cinsi ism-i mevsûl ( )الذينiken, iki tane faslı
vardır.
a- Yaralandıktan sonra Allah’ın ve Peygamberinin davetine
uyan,
b- Halk kendilerine, “İnsanlar size karşı ordu toplamışlar,
onlardan korkun” dediklerinde, imanları artıp ve “Allah bize
yeter, O ne güzel vekildir!” diyenlerdir.
35
2- Enfâl, 8/2-3
ُ َ َ َّ َ ُ ْ ْ َّ
ََ ْ ُ َ
ُ ُ َ
ُ ُ ُُ ْ َ
ُه
) ِإن َما ال ُمؤ ِمنون ال ِذين ِإذا ذ ِك َر اّلل َو ِجلت قلوب ـه ْم َو ِإذا ت ِل َيت عل ْي ِه ْم آياته
َ ُ ُ ْ ُ َ ْ َ َ َّ َ َ َ َّ َ ُ ُ َ َّ َ ُ َّ َ َ َ ْ ِّ َ َ َ َ ً َ ْ ُ ْ َ َ
(.نفقون
ِ زادتهم ِإيمانا وعَل رب ـ ِهم يتوكلون ال ِذين ي ِقيمون الصالة و ِمما رزقناهم ي
“Mü’minler ancak o kimselerdir ki; Allah anıldığı zaman kalpleri
ürperir. O’nun âyetleri kendilerine okunduğu zaman (bu) onların
imanlarını artırır. Onlar sadece Rablerine tevekkül ederler. Onlar namazı
dosdoğru kılan, kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah
yolunda harcayan kimselerdir.” (Enfâl, 8/2-3)
Bu ayette müminlerin tanımı yapılırken hem hasr/indirgeme
üslubu kullanılmış hem de ism-i mevsûlun sıla cümleleriyle
tanımları yapılmıştır. Bu ayette muarraf/tanımlanan kelime hasr
edatı ) (إنماbağlamında mubteda konumunda olan )(المؤمنون
düzenli müzekker çoğulu ref hali ile gelmiştir. Buna göre gerçek
ve asıl müminler, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperen, O’nun
âyetleri kendilerine okunduğu zaman imanları artan, sadece
Rablerine tevekkül eden, namazı dosdoğru kılan, kendilerine rızık
olarak verilen şeylerden Allah yolunda harcayan kimselerdir.
Burada tanımın cinsi ism-i mevsûl iken, beş tane faslı vardır.
a- Allah anıldığı zaman kalpleri ürperen,
b- Allah’ın âyetleri kendilerine okunduğu zaman imanları
artan,
c- Sadece Rablerine tevekkül eden,
36
d- Namazı dosdoğru kılan,
e- Kendilerine rızık olarak verilen şeylerden Allah yolunda
harcayanlar.
Gerçek Müminlerin sıfatları olarak burada vurgulanan esas
husus, onların Allah’ı gerçek manada kalpleriyle hissetmeleri,
O’nun azametine uygun bir şekilde O’na namaz ile ibadet etmeleri
ile kendilerine verilen rızık nimetinin şükrü olarak ondan infak
etmeleridir.
3- Müminûn, 23/1-8
َ ْ َ َ
ْ َّ
َ ُ َ َّ َ
ْ ُ َ َّ َ ُ ْ ُ ْ َ َ ْ َ ْ َ
اش ُعون َوال ِذين ه ْم ع ِن اللغ ِو
ِ (قد أفلح المؤ ِمنون ال ِذين هم ِ يف صَل ِت ِهم خ
َ ْ َ َ َ َّ َ ُ َ ْ
ُ ُ ْ ُ َ َّ َ َ ُ َ َ َّ ْ ُ َ َّ َ َ ُ ْ ُ
اج ِه ْم
ِ وج ِهم ح ِافظون ِإًل عَل أزو
ِ مع ِرضون وال ِذين هم ِللزك ِاة ف ِاعلون وال ِذين هم ِلفر
َ َ
ُ َ ُ ْ َ ْ ُ َّ َ ْ ُ ُ َ ْ َ ْ َ َ َ َ ْ
َ ُ ْ ُ َ َ َُ َ َ
ََْ
ي ف َم ِن ابتغ َو َراء ذ ِلك فأ ْول ِئك ه ُم ال َعادون
وم
ِ أو ما ملكت أيمانهم ف ِإنهم غب مل
َ َ ُ َ َّ
َ
َ َ ُ َ َّ َ ُ
َ ُ َ ُ
َْ
)َوال ِذين ه ْم ِأل َمان ِات ِه ْم َوعه ِد ِه ْم َراعون َوال ِذين ه ْم عَل َصل َو ِات ِه ْم يح ِافظون
“Mü’minler,
gerçekten
kurtuluşa
ermişlerdir.
Onlar
ki,
namazlarında derin saygı içindedirler. Onlar ki, faydasız işlerden ve boş
sözlerden yüz çevirirler. Onlar ki, zekâtı öderler. Onlar ki, ırzlarını
korurlar. Ancak eşleri ve ellerinin altında bulunan cariyeleri bunun
dışındadır. Onlarla ilişkilerinden dolayı kınanmazlar. Kim bunun ötesine
geçmek isterse, işte onlar haddi aşanlardır. Yine onlar ki, emanetlerine
ve verdikleri sözlere riâyet ederler. Onlar ki, namazlarını kılmağa devam
ederler.” )Mu’minûn, 2/1-8)
Kur’an-ı Kerim’in birçok yerinde müminlerin sahip olmaları
gereken sıfatlar bağlamında birden çok tanımları yapılmıştır.
37
Burada muarraf/tanımlanan kelime ) (أفلحfiilinin öznesi olarak
düzenli müzekker çoğulu ref hali ile gelen ) (المؤمنونkelimesidir.
Tanımın cinsi o kimseler anlamına gelen ism-i mevsûl )(الذين
kelimesi kabul edilirse şu fasıllarla gayrı bu tanımdan
çıkarılmıştır:
a- Namazlarında derin saygı içinde olanlar.
b- Faydasız işlerden ve boş sözlerden yüz çevirenler.
c- Zekâtı ödeyenler.
d-Irzlarını koruyanlar.
e- Emanetlerine ve verdikleri sözlere riâyet edenler.
f- Namazlarını kılmaya devam edenler.
Bu ayetlerde tanımın cinsi olan الذينkelimesi diğer ayetlerde
de görüldüğü gibi her fasılla birlikte tekrarlanması ayetlerde bir
ahenk oluşturduğu gibi manaya güç vermiş ve muhatabı
söylenenleri dinlemeye ve anlamaya çekmiştir.
Bu üç ayeti birleştirdiğimizde müminlerin sahip olmaları
gereken sıfatlarla yapılan tanımı şöyle olacaktır:
Müminler,
1- Savaşta yaralandıktan sonra Allah’ın ve Peygamberinin
davetine uyan,
38
2- Halk kendilerine, “İnsanlar size karşı ordu toplamışlar,
onlardan korkun” dediklerinde, imanları artıp ve “Allah bize
yeter, O ne güzel vekildir!” diyen,
3- Allah anıldığı zaman kalpleri ürperen,
4- Allah’ın âyetleri kendilerine okunduğu zaman imanları
artan,
5- Sadece Rablerine tevekkül eden,
6- Namazı dosdoğru kılan,
7- Kendilerine rızık olarak verilen şeylerden Allah yolunda
harcayan,
8- Namazlarında derin saygı içinde olan,
9- Faydasız işlerden ve boş sözlerden yüz çeviren,
10- Zekâtı ödeyen,
11-Irzlarını koruyan,
12- Emanetlerine ve verdikleri sözlere riâyet eden,
13- Namazlarını kılmaya devam eden kimselerdir.
e- Allah Dostları (( أولياء هللا
( )أولياءkelimesinin tekili (ّ)ول, mekan yakınlığı, bağlılık,
yağmur türü, azat eden, azat edilen ve dost edinmek gibi
anlamlara gelir. Ayrıca yakınlıklarından ötürü arkadaş, müttefik,
39
amcaoğlu, destekçi ve komşuya da veli denilir. Birisinin
sorumluluğunu üstlenen onun velisi olur.45
Veli kelimesi tekil olup çoğulu evliyadır. Tekil olarak 44 ve
çoğul olarak 36 defa tekrarlanmıştır. Kur’an-ı Kerim’de tanımı
yapılmış olan hali, lafzi celale ile isim tamlaması şeklinde çoğul
kipi olan ( )أولياءkelimesidir.
Allah’a bağlı olan ve Allah’ın dostları anlamına gelen (ّ أولياء
)هللاkavramının tanımı yapılırken yine ism-i mevsûl ( )الذينile sıla
cümlesiyle birlikte sıfat şeklinde yapılmıştır. Allah dostları için
kesinlikle korku ve hüznün olmadığı beyanı sadedinde tanımları
şöyle yapılmıştır:
َ ُ َّ َ ْ ُ َ ْ ُ َ َ َّ َ ُ َ ْ َ ْ ُ َ َ ْ ْ َ َ ٌ ْ َ َ ه
َ ْ َ َّ َ
( آمنوا َوكانوا يتقون
اّلل ال خوف علي ِهم وال هم يحزنون ال ِذين
ِ )أال ِإن أو ِلياء
“Bilesiniz ki, Allah’ın dostlarına hiçbir korku yoktur. Onlar
üzülmeyeceklerdir de. Onlar iman etmiş ve Allah’a karşı gelmekten
sakınmış olanlardır.” (Yunus, 1/61-62)
Bu ayette muarref olan Allah’ın dostları anlamındaki
( )أولياءkelimesi (ّ )إنedatının ismi olarak cümlede nasb konumunda
yer almıştır. Ayette evliyanın tanımı yapılırken yine bütün
herkesi içine alacak kadar geniş manası olan ism-i mevsûlu cins
ve gayrı çıkarmak için iki fasıl kullanılmıştır.
45
İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, VI, 4920-4925; el-Kefevî, el-Kulliyât, 309, 918; el-Kubeysi,
Mevsû‘atu’l-kelime, XII, 535-538; IV, 1939-1941.
40
Buna göre:
Cins: İsm-i mevsûl ()الذين
Fasıl ise:
a- İman etmiş olanlar.
b- Allah’a karşı gelmekten sakınmış olanlar.
Bir başka ayette evliyanın tanımı hasr üslubuyla yapılarak
onların sadece takva ehli olanlar olduğu belirtilmiştir.
َ ْ ُ َ
ْ َ َ َ َ َ ُ ْ َ َّ ُ َ ِّ َ ُ ُ ه ُ ُ َ ر
ْ ُ
َ ْ
اّلل َوه ْم ي ُصدون ع ِن ال َم ْس ِج ِد الح َر ِام َو َما كانوا أ ْو ِل َياءه ِإن
)وما لهم أال يعذبهم
َ ُ َ ْ َ َ ْ ُ َ ََ ْ َ َّ َ َ َ ُ َّ ُ ْ َّ ُ ُ َ ْ َ
.( أو ِليآؤه ِإال المتقون ول ِـكن أ كبهم ال يعلمون
“Onlar Mescid-i Haram’dan (mü’minleri) alıkoyarken ve oranın
bakımına ehil de değillerken, Allah onlara ne diye azap etmesin? Oranın
bakımına ehil olanlar ancak Allah’a karşı gelmekten sakınanlardır. Fakat
onların çoğu bilmez.” (Enfâl, 8/34)
Bu ayette istisna edatının إالolduğu ve müstesna
minhunun zikredilmediği olumsuz cümlede hasr üslubuyla Allah
dostlarının ancak müttakiler olduğu vurgulanmıştır. Ya da
Mescidu’l-Haram’a hizmet etme ehliyet ve liyakatine sahip
olanlar ancak müttakilerdir demek istenmiştir.
f- Rahman’ın Kulları ()عباد الرحمن
Rahman’ın kulları anlamındaki ( )عباد ّالرحمنtabiri, bir isim
tamlaması olup iki kelimeden meydana gelmiştir: ( )عبادkelimesi,
41
( )عبدkelimesinin düzensiz çoğuludur. ( )الرحمنAllah’ın Esma-i
Hüsnasından olup merhameti daimi olan demektir.
İbad kelimesi çoğul kalıbıyla Kur’an-ı Kerim’de 95 yerde
geçmektedir.
Allah’ın er-Rahman ismi Kur’an-ı Kerim’de
besmelede geçtiği yerler hariç müstakil olarak 46 yerde
geçmektedir. Her iki kelime birleşik olarak Kur’an-ı Kerim’de iki
defa geçmektedir. Furkan Süresi 63. ayette beşer mümin kullar
için kullanılırken Zuhruf Süresi 19. ayette ise melek kullar için
kullanılmıştır. Bunun karşısında ibad kelimesinin lafzı celale Allah
ile 9 yerde birleşik olarak geçtiği gibi birçok yerde de Allah’a
gönderilen zamir ile birleşerek kullanılmıştır. Ancak bu hallerden
hiçbirinde tanımı yapıldığına rastlayamadık.
er-Rahman’ın Kullarının kimler olduğu ve sıfatlarının ne
olduğu beyanı sadedinde tanımı şöyle yapılmıştır:
ُ َ َ ُ َ ْ ُ َُ َ َ َ َ ًْ َ
ْ َ ْ َ َ َ ُ ْ َ َ َّ َ ْ َّ ُ َ َ
اهلون قالوا
ِ ض هونا و ِإذا خاطبهم الج
ِ )و ِعباد الرحم ِن ال ِذين يمشون عَل األر
َ َ َ َّ َ ْ ْ َ َّ َ َ ُ ُ َ َ َّ َ ً َ َ ً َّ ُ ْ ِّ َ َ ُ َ َ َّ َ ً َ َ
اْصف عنا عذاب
ِ سَلما وال ِذين ي ِبيتون ِلرب ـ ِهم سجدا و ِقياما وال ِذين يقولون ربنا
ُ ْ ُ ْ َ ُ َ َ َ َ َّ َ ً َ ُ َ ًّ َ َ ْ ُ ْ َ َ َّ ً َ َ َ َ َ َ َ َ َّ َ َّ َ َ
رسفوا
ِ جهنم ِإن عذابها كان غراما ِإنها ساءت مستقرا ومقاما وال ِذين ِإذا أنفقوا لم ي
َ ً َ َّ َ َ َ ُ ْ َ َ َ َّ َ ً َ َ َ َ َ ْ َ َ َ َ ُ َُ ْ َ ْ َ َ
َ ُُ ْ َ َ
اّلل ِإلها آخ َر َوًل يقتلون
ِ ولم يقبوا وكان بي ذ ِلك قواما وال ِذين ًل يدعون مع
ُ َ ْ َ َ ُ ً َ َ َ ْ َ َ َ ْ َ ْ َ َ َ َ ُ ْ َ َ َ ِّ َ ْ َّ ُ َّ َ َّ َ َ َّ َ ْ َّ
النفس ال ِ يت حرم اّلل ِإًل ِبالحق وًل يزنون ومن يفعل ذ ِلك يلق أثاما يضاعف له
َ ا
ُْ ْ ََ َ َ ْ َ َْ ُ َ َْ
َ َ َُ ً
َ َ َ َ َ َ َ َّ ً َ ُ
آمن َوع ِم َل ع َمَل َص ِالحا فأ ْول ِئك
يه مهانا ِإًل من تاب و
ِ العذاب يوم ال ِقيام ِة ويخلد ِف
َ ََ
َ َ َ ْ َ ِّ َ ُ َّ ُ ِّ َ ُ
ُ َّ َ ً
َ َ َ
ُ َّ ان
ً اّلل َغ ُف
ً ورا َّرح
يما َو َمن تاب َوع ِم َل َص ِالحا ف ِإنه
ات وك
ِ
ٍ يبدل اّلل سيئ ِات ِهم حسن
َ َ َّ
َ َ َ ُ ُ َ َّ َ َ ً َ َّ َ َ َ ْ َ ُ َ ر
ْ َّ
ور َو ِإذا َم رروا ِباللغ ِو َم رروا ِك َر ًاما َوال ِذين ِإذا
اّلل متابا وال ِذين ًل يشهدون الز
ِ يتوب ِإَل
َ
ْ َ َ ْ َ َ َّ َ َ ُ ُ َ َ َّ َ ً َ ْ ُ َ ًّ ُ َ ْ َ َ َ ِّ ْ َ ْ َ ر
ُ ِّ ُ
ات رب ـ ِهم لم ي ِخروا عليها صما وعميانا وال ِذين يقولون ربنا هب لنا ِمن
ِ ذكروا ِبآي
ْ َ ُ ْ َ َ َّ ُ َ َّ ِّ ُ َ َ َ ْ َ
َ اج َع ْل َنا ل ْل ُم َّتق
(. ي ِإ َم ًاما
يو
ِ ِ
ِ أزو
ٍ اجنا وذريا ِتنا قرة أع
42
“Rahmân’ın kulları, yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürüyen
kimselerdir. Cahiller onlara laf attıkları zaman, “selâm!” der (geçer)ler.
Onlar, Rablerine secde ederek ve kıyamda durarak geceleyenlerdir.
Onlar, şöyle diyenlerdir: “Ey Rabbimiz! Bizden cehennem azabını
uzaklaştır, gerçekten onun azabı sürekli bir helâktir!” “Şüphesiz, ne kötü
bir durak ve ne kötü bir konaktır orası.” Onlar, harcadıklarında ne israf
ne de cimrilik edenlerdir. Onların harcamaları, bu ikisi arası dengeli bir
harcamadır. Onlar, Allah ile beraber başka bir ilâha kulluk etmeyen,
haksız yere, Allah’ın haram kıldığı cana kıymayan ve zina etmeyen
kimselerdir. Kim bunları yaparsa ağır azaba uğrar. Kıyamet günü onun
azabı kat kat artırılır ve horlanmış olarak orada ebedî kalır. Ancak tövbe
edip de inanan ve salih amel işleyenler başka. Allah işte onların
kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet
edendir. Kim de tövbe eder ve salih amel işlerse işte o, Allah’a, tövbesi
kabul edilmiş olarak döner. Onlar, yalana şahitlik etmeyen, faydasız boş
bir şeyle karşılaştıkları zaman, vakar ve hoşgörü ile geçip gidenlerdir.
Onlar, “Ey Rabbimiz! Eşlerimizi ve çocuklarımızı bize göz aydınlığı kıl ve
bizi Allah’a karşı gelmekten sakınanlara önder eyle” diyenlerdir.”
(Furkân, 25/63-74)
Bu ayette muarraf kelime olan Rahman’ın kulları, birleşik bir
kelime olup ( )عبادmubteda olduğu için ref durumundadır erRahman ise mudaf ileyhi olduğu için mecrür olarak gelmiştir. Bu
43
ayette Rahman’ın kulları kavramının tanımı yapılırken yine
bütün herkesi içine alacak kadar geniş manası olan ism-i mevsûl
( )الذينtanımın cinsi ve gayrı çıkarmak için on bir fasıl
kullanılmıştır.
Buna göre:
Cins: İsm-i mevsûl ()الذين
Fasıl ise:
a- Yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürüyenler.
b- Cahiller onlara laf attıkları zaman, “selâm!” deyip
geçenler.
c- Rabblerine secde ederek ve kıyamda durarak
geceleyenler.
d- “Ey Rabbimiz! Bizden cehennem azabını uzaklaştır,
gerçekten onun azabı sürekli bir helâktir!” diyenler.
e- Harcadıklarında ne israf ne de cimrilik edip, bu
ikisi arası dengeli bir harcama yapanlar.
f- Allah ile beraber başka bir ilâha kulluk etmeyen.
g- Haksız yere, Allah’ın haram kıldığı cana kıymayan.
h- Zina etmeyen.
j- Yalana şahitlik etmeyenler.
k- Faydasız boş bir şeyle karşılaştıkları zaman, vakar
ve hoşgörü ile geçip gidenler.
44
l- “Ey Rabbimiz! Eşlerimizi ve çocuklarımızı bize göz
aydınlığı kıl ve bizi Allah’a karşı gelmekten sakınanlara
önder eyle” diyenler.
g- Namaz Kılanlar ()المصلون
Namaz kılanlar anlamındaki ( )المصلونkelimesi düzenli
ّ
müzekker çoğulu olup tekili (ّ )المصىلşeklindedir. Kök fiilinin
mastarı
()صالة
olup
sözlük
anlamıyla
yumuşak
olma,
biçimlenmeye müsait olma, dağlamak, ısınmak, çağırmak, dua
etmek anlamlarına gelir. İçinde yapılan dualar ve gösterilen huşû
ile yakarışlardan ötürü kıyam, culûs, rükû, sucüt ve kıraatten
oluşan ibadet tarzına da salat denilmiştir.46
İnsanın sıkıntı ve bolluk hallerinde sergilediği yanlış tutum
sadedinde istisna edilen namaz kılanların sıfatlarını Kur’an şöyle
beyan eder:
َ
َّ ً ُ
َ ْ ُ
ً ُ َ َّ ْ َ َ ُ َ َ ُ ً َ َ َّ ُ رَّ ر
الرس جزوعا َو ِإذا َم َّسه الخ ْ ُب َمنوعا ِإًل
) ِإن ِاْلنسان خ ِلق هلوعا ِإذا مسه
َ
َ َّ َ َ ُ َ ْ َ َ َ َ ْ ُ َ َّ َ ِّ َ ُ ْ
ٌ ين ف أ ْم َواله ْم َح ٌّق َّم ْع ُل
َّ وم ِّل
لس ِائ ِل
ِِ
المصلي ال ِذين هم عَل صَل ِت ِهم د ِائمون وال ِذ ِ ي
َ َ ْ ِّ ُ َ َّ َ
َّ َ ُ ْ
ِّ
ِّ
ْ َ َ ُ ِّ َ ُ َ َّ َ َو ْال َم ْح ُر
اب َرب ـ ِهم رمش ِفقون ِإن
ِ
ِ ين وال ِذين هم من عذ
ِ وم وال ِذين يصدقون ِبيو ِم الد
ْ َ ُ ْ َ ْ ِّ َ َ َ َ
ُ ْ ُ َ َّ َ
َ ُ َ ْ
َون إ ًَّل َع ََل َأ ْز َواجه ْم َأ ْو ما
ُ
ُ
وج ِهم ح ِافظ
ٍ عذاب رب ـ ِهم غب مأم
ِ ون وال ِذين هم ِلفر
ِ ِ
ِ
ُ َ ُ ْ َ ْ ُ َّ َ ْ ُ ُ َ ْ َ ْ َ َ َ
َ َّ َ َ ُ َ ْ ُ ُ َ َ ْ ُ َ َ َ َ َ َ َ ْ َ َ َ
ومي فم ِن ابتغ وراء ذ ِلك فأول ِئك هم العادون وال ِذين
ِ ملكت أيمانهم ف ِإنهم غب مل
َ َ
َ َ ْ ُ َ َّ َ َ ُ َ ْ َ َ َ
ُ َ َّ َ َ ُ َ ْ
ُ
َْ
ه ْم ِأل َمان ِات ِه ْم َوعه ِد ِهم راعون وال ِذين هم ِبشهاد ِات ِهم ق ِائمون وال ِذين هم عَل
َ
َ ُ َ ُ
( .َصَل ِت ِه ْم يح ِافظون
46
el-Feyyûmî, el-Misbâhu’l-munîr, 132; Cebel, el-Mucemu’l-iştikâkî, III, 1243-1247
45
“Şüphesiz insan çok hırslı ve sabırsız olarak yaratılmıştır. Kendisine
kötülük dokunduğu zaman sızlanır. Ona bir hayır dokunduğunda da eli
sıkıdır. Ancak, namaz kılanlar başka. Onlar, namazlarına devam eden
kimselerdir. Onlar, mallarında; isteyenler ve (isteyemeyip) mahrum
kalan-lar için belli bir hak bulunan kimselerdir. Onlar hesap, mükâfat ve
ceza gününü tasdik eden kimselerdir. Onlar, Rablerinin azabından
korkan kimselerdir. Çünkü, Rablerinin azabından emin olunamaz. Onlar,
mahrem yerlerini koruyan kimselerdir. Ancak eşleri, yahut sahip
oldukları cariyeleri başka. Çünkü onlar (eşleri ve cariyeleri ile olan
ilişkileri konusunda) kınanmazlar. Kim bunun ötesini isterse, işte onlar
sınırı aşan kimselerdir. Onlar, emanetlerini ve verdikleri sözü gözeten
kimselerdir. Onlar, şahitliklerini dosdoğru yapan kimselerdir. Onlar,
namazlarını titizlikle koruyan kimselerdir.” (Me‘âric, 70/19-34)
Burada muarref kelime olan el-Musallîn olumlu cümlede
istisna edatı ‘ إالdan sonra geldiği için müstesna olup nasp
konumundadır.
Gerçek
manada
namaz
kılanların
tanımı
yapılırken yine onlar ki anlamına gelen ism-i mevsûl ()الذين
tanımın cinsi olarak kullanılmış, arkasından çok sayıda sıla
cümleleri de fasıl olarak değerlendirip onlar vasıtasıyla gayrı
çıkarılmıştır. Buna göre:
Cins: İsm-i Mevsûl ()الذين
Fasıl:
46
a- Namazlarına devam edenler,
b- Mallarında; isteyenler ve )isteyemeyip( mahrum kalanlar
için belli bir hak bulunanlar,
c- Hesap, mükâfat ve ceza gününü tasdik edenler,
d- Rablerinin azabından korkan kimseler,
e- Mahrem yerlerini koruyanlar,
f- Emanetlerini ve verdikleri sözü gözetenler,
g- Şahitliklerini dosdoğru yapanlar,
h- Namazlarını titizlikle koruyan kimseler.
Bu sıfatlara sahip olan namazlı kullar, kendilerine kötülük
dokunduğu zaman sızlanır. Onlara bir hayır dokunduğunda da
elleri sıkı olan aşırı hırslı anlamına gelen “helû‘ kavramına dahil
olmazlar.
h- Fasıklar ()الفاسقون
Fasikûn, ( )فسقfiilinin ismi fail sigası olan ( )فاسقkelimesinin
çoğulu olup fiilin kök mastarı ( ِ)ف ْسقkelimesidir. Herhangi bir
şeyin kabuğundan çıkması, tabiatı gereği zarar vermesi veya
tabiatının dışına çıkıp haktan sapması ve günaha bulaşması
anlamlarında kullanılmaktadır. Ayrıca bu özellikten ötürü zulüm,
putlar için adak kesmek, Allah adının üzerinde anılmadan kesilen
hayvanın etinin yenmesi, şans oyunları, yalan söylemek, Allah’ın
ayetlerini inkar etmek, Allah’ın indirdiği vahiyle hükmetmemek,
47
nifak, şerefli kadına iftira atmak ve benzeri hususlara fısk
denilmiştir.47
Sivrisinek örneğini vermekle fasıkları sınaması sadedinde
onların kim olduğu, yaygın özelliklerinin ne olduğunu sıfat
getirmek suretiyle yapılan tanımda Allah şöyle buyurur:
َ
َ ْ َّ
َ
َّ َ ْ َ َ ُ ُ َ َ َّ َ
َ َْ
َ
َ َ ُ ر
اّلل ِمن ب ْع ِد ِميث ِاق ِه َويقط ُعون
ِ اس ِقي ال ِذين ينقضون عهد
ِ )وما ي ِضل ِب ِه ِإال الف
َ ُ ْ ُ َ َ َ ُ َ ُ َّ َ َ َ َ
َْ
(. ض
ِ ما أمر اّلل ِب ِه أن يوصل ويف ِسدون ِ يف األر
“Allah onunla (sivrisineği örnek vermekle) ancak fasıkları saptırır.
Onlar, Allah’a verdikleri sözü, pekiştirilmesinden sonra bozan, Allah’ın
korunmasını emrettiği bağları (iman, akrabalık, beşerî ve ahlâkî bütün
ilişkileri) koparan ve yeryüzünde bozgunculuk yapan kimselerdir.”
(Bakara, 2/25-26)
Muarraf
olan
(ّ)فاسقي
kelimesi
müstesna
minhin
zikredilmediği olumsuz cümlede istisna edatlarından ( )إالedatının
sonrasında geldiği için cümledeki konuma göre (ّ )يضلfiilinin
mefulü/nesnesi olarak nasp olmuştur. Burada fasıkların tanımı
yapılınca ism-i mevsûl cins, peşinden gelen sıla cümleleri de fasıl
olarak değerlendirmek mümkündür. Buna göre fasıklar şu
kimselerdir:
a- Allah’a verdikleri sözü, pekiştirilmesinden sonra bozan,
47
el-Feyyûmî, el-Misbâhu’l-munîr, 236; el-Kefevî, el-Kulliyât, 692-693; Cebel, el-Mu
‘emu’l-iştikâkî, III, 1673-1675.
48
b- Allah’ın korunmasını emrettiği bağları )iman, akrabalık,
beşerî ve ahlâkî bütün ilişkileri( koparan
c- Yeryüzünde bozgunculuk yapan.
ı- Münafıklar ()المنافقون
َ
ُ
Munafikûn (ّناف َق
ّ ) fiilinin ismi fail sigası olan (نافّق
ِ ) ّم
kelimesinin çoğulu olup fiilin mastarı ( ِ)نفاقkelimesidir.
Yerde bir başka uca çıkan tünel, köstebeklerin sıkıştığında
kaçmak için yuvasında açtığı ancak görünürde kapalı olan bölüm,
içi boş üstü ve etrafı kapalı olan yer ve şey, bir şeyin içini çıkarıp
götürmek, harcamak anlamalarına gelir. Bir kimsenin iman
ettiğini gösterip hakikatinde içinin imandan boş olmasına da
nifak denir. Kur’an-ı Kerim’de ( )نفقةve çoğulu ( )نفقاتile ( )أنفقfiili
ve türevleri, tasarrufu altında bulunan malı harcamak demek iken
( )نافقve türevleri bir kimsenin Müslüman olduğunu gösterip
küfrünü gizlemesi anlamında kullanılmaktadır.48
Münafıklar için acıklı bir azabın var olduğu haberinin ironi
bir ifade ile verilmesi sadedinde Kur’an-ı Kerim’de şöyle bir
tanımları yapılmıştır:
َ ْ َ ُ َّ َ َ َّ ً َ ً َ َ ْ ُ َ َّ َ َ
َ ُ ْ َِّ ر
ُ
َ َْ َ
ون
ِ رس المن ِاف ِقي ِبأن لهم عذابا أ ِليما ال ِذين يت ِخذون الك ِاف ِرين أو ِلياء ِمن د
ِ )ب
َ ْال ُم ْؤمن
(. ي
ِ ِ
48
İbn Faris, Mu‘cemu makayîsi’l-luğa, II, 571-52; Cebel, el-Mu‘cemu’l-İştikâkî, IV, 22412242.
49
“Münafıklara, kendileri için elem dolu bir azap olduğunu müjdele.
Onlar, mü’minleri bırakıp kâfirleri dost edinen kimselerdir.” )Nisâ, 4,
137-138)
Muarraf olan (ّ )المنافقيkelimesi yukarıdaki ayette emir fiili
ِ
(ّ َ)بشkelimesinin mefulü/nesnesi olarak cümlede yer aldığı için
nasp konumundadır. Burada münafıkların tanımı yapılınca ism-i
mevsûl cins, peşinden gelen sıla cümlesi de fasıl olarak
değerlendirmek mümkündür. Buna göre Münafıklar, müminleri
bırakıp kâfirleri dost edinen kimselerdir.
j- Ölçü ve Tartıda Hile Yapanlar ()المطففون
ِ َ ُ
َ
َ )طف
Mutaffifûn (ّف
fiilinin ismi fail sigası olan ()مطفف
َ
kelimesinin çoğulu olup fiilin kök mastarı (ّ )طفkelimesidir. Esas
olarak taff, başta ölçüler olmak üzere bir şeyin kenarı, sınırı ve
üstü ya da yüksekliğidir. Bundan dolayı deniz ve nehirlerin
sahiline, bölge sınırlarına, dağ ve kayaların uçurum noktalarına
da taff denilmiştir. Kur’an’ın yüklediği mana ise ölçeği örfte
bilinen doluluk düzeyinin üstüne çıkmak veya altına düşmektir. 49
İsm-i mevsûl (‘)الذينnin cins ve sıla cümlesinin sıfat yapılarak
tanımın faslı olarak kullanıldığı örneklerden biri de tartı ve
ölçülerde hile yapanların uyarıldığı şu ayettir:
49
el-Feyyûmî, el-Misbâhu’l-munir, 142;Cebel, el-Mu‘cemu’l-İştikâkî, III, 1334-1335.
50
َ ُ ُ َ َ
َ َ ْ ُ َ ْ َ َ َّ َ ِّ َ ُ ْ ِّ ٌ ْ َ
َ ُ َ َ
َّ
اس ي ْست ْوفون َو ِإذا كالوه ْم أو
ِ )ويل للمطف ِفي ال ِذين ِإذا اكتالوا عَل الن
َ ُ ْ ُ ْ ُ ُ َ َّ
( رسون
ِ وزنوهم يخ
“Ölçüde ve tartıda hile yapanların vay hâline! Onlar insanlardan
(bir şey) ölçüp aldıkları zaman, tam ölçerler. Fakat kendileri onlara bir
şey ölçüp, yahut tartıp verdikleri zaman eksik ölçüp tartarlar”.
(Mutaffifûn, 83/1-3)
Kur’an’ın inşa ettiği kavramlardan biri olan “mutaffif”
kelimesinin tanımı yapılırken yine ism-i mevsûl cins olarak
alınmış ve iki fasıl ile kavrama dahil olmayanlar tanımdan
çıkarılmıştır. Buna göre mutaffif, insanlardan )bir şey( ölçüp
aldıkları zaman, tam ölçen fakat kendileri onlara bir şey ölçüp
yahut tartıp verdikleri zaman eksik ölçüp tartanlardır.
Muarraf kelime (ّ )المطففيcümlede başındaki harfi cer lam ile
mecrür olmuştur. Düzenli müzekker çoğulu olduğu için cer
alameti esrenin görevini gören يolmuştur. Tanımda cins: ism-i
mevsûl ( )الذينiken tanımın faslı ise şu iki cümledir:
a- İnsanlardan )bir şey( ölçüp aldıkları zaman, tam ölçen.
b- Başkasına bir şey ölçüp, yahut tartıp verdikleri zaman
eksik ölçüp tartanlar.
51
3- SORUYA CEVABEN YAPILAN TANIMLAR
َ َ
Arapçada kullanılan yaygın soru edatları şunlardır: (ّ )أّ–ّه ْلmı
َ
ْ nerede, ()ك ْيف
َ kim, ()ما
َ ne, (ّ)م َت
َ ne zaman, (ّ)أي َن
– mi – mu, (ّ)م ْن
nasıl, (ّ )أيhangi, ( ) ِل َم ّ– ّ ِل َماذاniçin. Bu edatların yanı sıra ( )سألfiili,
türevleri ve diğer eş anlamlıları da soru sormak anlamında
kullanılmaktadır. Kur’an-ı Kerim de bu konuda Arapça indirildiği
için bundan farklı bir yanı yoktur.
Kur’an-ı Kerim’de tanım olarak değerlendirebileceğimiz ifade
biçimlerinin soruya cevaben geldiği örnekler incelendiğinde
َ َُ
َ َْ
( َ)ي ْسألونكsana soruyorlar ve (ّ )ما ّأدراكBilir misin nedir kalıp
cümlelerine cevaben geldiği görülecektir. Bu bağlamda incelenen
en belirgin örnekler aşağıdadır:
a- Hilaller ()األهلة
( )أهلةEhille kelimesi ( )هاللhilal kelimesinin çoğuludur.
Aslında ay bir tek gök cismi olduğu için çoğulu olmamalı ancak
farklı hallere büründüğünden her bir hali bir ay olarak tasavvur
edilerek çoğulu yapılmıştır. İşte hilalin bu farklı halleri ile ilgili
açıklama talebinde bulununca şu ilahi beyan nazil oldu:
َ َُ ْ َ
َّ ُ
ِّ َ ْ
َ َ َ ون َك َعن األه َّلة ُق ْل
( اس َوالحج
)يسأل
ِ ِ
ِي
ِ ه مو ِاقيت ِللن
ِ
“Sana, hilâlleri soruyorlar. De ki: “Onlar, insanlar ve hac için vakit
ölçüleridir.” (Bakara, 2/189)
52
ّ َ
Muarraf olan ( )األ ِهلةayette harfi cer ( )عنile mecrür olmuştur.
Ehillenin ne olduğu sorusuna verilen cevapta ehilleye gönderilen
o anlamındaki (ّ )هmuarrafin yerine kullanılmış, ( )مواقيتvakitler
tanımın cinsi ve “insanlar ve hac için” ifadeleri de tanımın fasıl
bölümünü oluşturmuştur. Buna göre ehille, insanlar ve hac için
vakit ölçüleridir.
b- Kadınların Ay Hali ()المحيض
Belli bir zamanda akan sıvı, kadınlar için aybaşı hali anlamına
gelen ( )محيضmimli mastar olup normal mastarı ()حيض
kelimesidir.50 Kadınların bu haline yönelik sosyal ve dini farklı
yaklaşımlardan
ötürü
konu
hakkında
Allah
Resulüne
başvurulmuştur. Bunun üzerine inen vahiyde hayızın/aybaşı
halinin ne olduğuna yönelik kendisine özgü şu açıklama
yapılmıştır:
َ َُ ْ َ َ
ون َك َعن ْال َمحيض ُق ْل ُه َو َأ ا
(ذى
)ويسأل
ِ ِ
ِ
“Sana kadınların ay hâlini sorarlar. De ki: “O bir ezadır
(rahatsızlıktır)” (Bakara, 2/222)
Ayette muarraf olan ( )المحيضkelimesi harfi cer ( )عنile cer
olunmuştur. Burada ay halinin tanımı, sadece bir cinsten
oluşmaktadır ki o da (ّ )أذىbir ezadır kelimesidir. Bu tanımda ilginç
50
İbn Faris, Mu‘cemu makâyîsi’l-luğa, I, 339; el-Kefevî, el-Kulliyât, 399; Cebel, elMu‘cemu’l-iştikâkî, I, 450.
53
bir şekilde fasıl belirlenmemiş mutlak eza/rahatsızlık olduğu
vurgulanmıştır. Cins: hal ayrımı arazı amm yani eza ile
yapılmıştır. Muhtemelen bu eza ve rahatsızlığa maruz olanın
kadınlar olduğu belli olmasından ötürü ezanın kadınlar için
olduğu kaydı bilindiğinden ötürü belirtilmemiştir.
Burada, kadınların aybaşının hükmü hakkında senden
sorarlar veya o nedir sorusuna cevaben, onun ne olduğundan çok
sebep verdiği sonucu ifade ederek onunla alakalı bir husus ifade
edilmiştir. Ardından hükmüne dair verilen açıklamada hayız
halinde olan kadınlarla cinsel münasebette bulunmaktan uzak
durulması emredilmiştir.
c- Ganimetler ()األنفال
Elde edilen veya kazanılan güzel artış, aslı aşan miktar
ََ
anlamına gelen ( )نفلkelimesinin düzensiz çoğulu olan ()أنفال
Kur’an-ı Kerim’de ganimet anlamında kullanılmıştır. İslam
literatüründe farzın dışında yapılan ibadet, hayır ve hasenata
nafile denilmesi bu sebeptendir. Ganimet Müslümanların gayri
Müslimlerle savaşarak elde ettiği mal değerindeki her şeydir.
Kur’an-ı
Kerim’de
bu
kelimeden
adını
alan
bir
bulunmaktadır.51
51
el-Feyyûmî, el-Misbâhu’l-munîr, 236; Cebel, el-Mu‘cemu’l-İştikâkî, IV, 2243.
54
süre
Ganimetin önceki peygamberlere ve onların ümmetine helal
olmadığı bilindiği için ganimetin mahiyeti ve hükmü hakkında
soru soruldu. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu:
ُ َ َ
َ َ َ َُ ْ َ
ُ َّ َ ال ه
ُ َ َ
(ول
ِ ِ ال ق ِل األنف
ِ ّلل والرس
ِ )يسألونك ع ِن األنف
“(Ey Muhammed!) Sana ganimetler hakkında soruyorlar. De ki:
“Ganimetler, Allah’a ve Resûlüne aittir.” (Enfâl, 8/1)
Ayette muarraf olan األنفالkelimesi harfi cer عنile cer
olunmuştur. Burada enfalin tanımı yapılırken yukarıda aybaşı hali
için yapılan tanımda sadece cinsle yetinilirken burada zihnen
anlaşıldığı için tanımın cins bölümüne yer verilmeyip fasıl
bölümüyle yetinilmiştir. Nitekim zihnen anlaşılan tanımın cinsi
maldır ve bu da ganimet anlamındaki enfal kelimesinden
anlaşılmaktadır. Tanımın fasıl bölümü ise “Allah’a ve Resûlüne
aittir.” ifadesidir.
Ganimet hakkında senden sual ederler buyurduktan sonra
ganimetlerin
kime
verileceğine
dair
açıklamayla
cevap
verilmektedir. Bu da sorunun ganimetin mahiyetini öğrenmeye
yönelik değil verileceği yerlere ve hükmüne yönelik olduğu
anlamına gelmektedir.
55
d- Ruh ()الروح
Ruh, nefes ve soluk demektir. Nefes alıp vermek yaşamanın
en önemli göstergesi olduğu için yaşamaya ruh denilmiştir.
Ayrıca nefsin kendisine de ruh denilmiştir. Çünkü nefs ruh ile
kaimdir. Bedenin kendisiyle hayat bulduğu nefstir. Ayrıca ruh
mecazi olarak vahiy, Cibril, Kur’an, hidayet ve nur gibi
anlamlarda da kullanılmaktadır.52
Kur’an’da Hz. Muhammed’e ruhun ne olduğu sorulduğu ve bu
soruya şöyle cevap verilmesi emredildiği yer almaktadır:
ُ
ُ ُ َ َ ِّ َ ْ َ ْ ُ ر
َ َ َ َُ ْ َ َ
ر
وتيتم ِّمن
ِ وح ق ِل الروح ِمن أم ِر ر ر يت وما أ
ِ )ويسألونك ع ِن الر
ْ ْ
َّ َ ا
( ال ِعل ِم ِإال ق ِليال
“Sana ruh hakkında soru soruyorlar. De ki: “Ruh, Rabbimin bileceği
bir şeydir. Size pek az ilim verilmiştir.” (İsrâ, 17/85)
Ayette muarraf olan ( )الروحkelimesi harfi cer ( )عنile cer
olunmuştur. Burada ruhun tanımı yapılırken yukarıda enfal
kelimesinin tanımında olduğu gibi zihnen anlaşıldığı için tanımın
cins bölümüne yer verilmeyip fasıl bölümüyle yetinilmiştir.
Nitekim zihnen anlaşılan tanımın cinsi şey olup tanımın fasıl
bölümü ise “Rabbimin bileceği” ifadesidir.
52
el-Feyyûmî, el-Misbâhu’l-munîr, 93; el-Kubeysî, Mevsâ‘atu’l-kelime, V, 350; Cebel, elMu‘cemu’l-iştikâkî, II, 772-773.
56
Ruhun ne olduğu hakkında gelen soruya cevaben onun
Allah’ın bileceği bir şey olduğu cevabı verildikten sonra
insanoğlunun sahip olduğu bilginin azlığına vurgu yapılmaktadır.
Hakikatinde ruh, insan kabiliyetinin kavrayabileceği bir şey
olmadığı için tanımı yapılmayıp soruyu soranlar ruhun Allah’ın
işi olduğu hakikatine yönlendirilmişlerdir.
e- Cehennem ()سقر
Hurma ve benzeri meyvelerden elde edilen pekmez, güneşin
şiddetli etkisi ve erimek anlamına gelen ( )سقرkelimesinin
etrafında döndüğü esas anlamın aşırı sıcağın etkisiyle bir şeyin
içindeki katının eriyip dışına çıkması olduğunu söylemek
mümkündür. Sıcağın olgunlaştırdığı yaş hurmanın suyunun dışa
akması, güneş sıcaklığında beyinin erimesi, belli bir hastalığı
gidermek amacıyla kullanılan dağlama çubuğunun oluşturduğu
hararet durumları için de bu kök kelime ve türevleri
kullanılmaktadır. Cehenneme ( )سقرdenilmesinin sebebi ise aşırı
sıcaklığıyla beden ve ruhları eritmesidir.53
Bir ceza ve azap mekânı olarak bilinen Sekar’ın nasıl bir yer
ve ne olduğunu açıklamak için “bilir misin ne olduğu” sorusu
bağlamında şöyle açıklanmıştır:
53
İbn Faris, Mu‘cemu makâyîsi’l-luğa, I, 562; Cebel, el-Mu‘cemu’l-iştikâkî, II, 1034-1035.
57
َ
َ َ َ ََ َ َ َ َ َ ْ َ َ َ َ َ ُ َ ُ ْ َ َ َ َ َ ُ َ َّ َ ٌ ِّ ْ َ ر
ْ ُ َ
رس عل ْيها ِت ْس َعة
ِ )سأص ِل
ِ ق وًل تذر لواحة للب
يه سقر وما أدراك ما سقر ًل تب ِ ي
َ ََع ر
.(رس
“Ben onu Sekar’a (cehenneme) sokacağım. Bilir misin nedir Sekar?
Geride bir şey koymaz, bırakmaz. Derileri kavurur. Üzerinde on dokuz
(görevli melek) vardır.” (Muddessir, 74/26-30)
ُ
Muarraf olan sekar kelimesi cümlede ilk geçtiği yerde (ّ)أ ْصىل
fiilinin ikinci mefulü/nesnesi olup nasp konumundadır. Sekar
kelimesinin geçtiği ikinci yerde ise merfu mübtedadır ve haberi
öne gelmiş soru edatıdır.
Bu örnekte de tanımın cins bölümüne zihnen bilindiği için
yer verilmemiştir ki aşırı sıcak olan yerdir. Tanımın 3 tane faslı
vardır ki vasfi cümleler olup sekarın ne işlev gördüğü üzerinde
durulmuştur:
a- Geride bir şey koymaz, bırakmaz.
b- Derileri kavurur.
c- Üzerinde on dokuz )görevli melek( vardır.
Sekar’ın ne olduğu sorusuna tam manada tanımı yapılmak
yerine ne işlevi üzerinde durulmuş ve bu yönde açıklama
yapılmıştır. Bu da Kur’an’ın önemli özelliklerinden biridir.
Muhatap ayrı bir cevap beklerken, Kur’an adeta onu yanıltarak
dikkatini beklemediği ve daha önemli bir hususa çevirir.
58
f- Siccîn ()سجي
Hapsetmek,
sıkıntı,
darlık
anlamına
gelen
()سجن
ِ
ِ
kelimesinden mübalağa amacıyla türeyen (ّ)سجي,
ِ ( ِ)فعيلkalıbında
olup mübalağayı ifade eden ve ilk olarak Kur’an tarafından
kullanılan bir kelimedir. Siccîn kelimesi bir şeye veya duruma
sıfat olunca şiddetli, dayanılmaz anlamındadır. Kur’an’daki
kullanımı ise işlenen bütün kötülükleri içinde barındıran
dosyanın konulduğu derin ve çukur yerdir.54
Kur’an-ı Kerim’de bu kelimenin tanımı dikkatleri üzerine
çekmek, büyüklüğünü ve hayret verici özelliğini göstermek
amacıyla kullanılan ( )وما ّأدراكbilir misin ne olduğunu sorusu
bağlamında şöyle yapılmıştır:
َ َّ ُ َ َ َّ َّ َ
َ َْ
ٌ َ ٌ ِّ
ِّ
ٌ اب َّم ْر ُق
(.وم
ي َو َما أد َراك َما ِسجي ِكت
ٍ ق ِسج
)كَل ِإن ِكتاب الفج ِار ل ِ ي
“Hayır, günahkârların yazısı, muhakkak “Siccîn”dedir. Bilir misin
nedir Siccîn? O, kaydedilmiş bir yazıdır.” (Mutaffifîn, 83/7-9)
Siccînin ne olduğu sorusuna cinsi ve faslı olan bir tanımla
tanımlanarak cevaplandırılmıştır. Muarraf kelime olan (ّ)سجي
ِ
ayette geçtiği ilk yerde harfi cer (ّ )قile mecrür olarak gelirken
ikinci yerde nekire mubteda olup haberi soru edatı ( )ماsadaret
özelliğinden dolayı öne gelmiştir. Tanımın cinsi Kitap, faslı ise
kaydedilmiş anlamındaki ( )مرقومkelimesidir.
54
İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, III, 1947; el-Kubeysi, Mevsû‘atu’l-kelime, V, 687-693.
59
g- İlliyyûn ()عليون
Yükseklik, büyüklük, azamet ve yücelik gibi anlamlara gelen
ُُ
(ّ)علو
kelimesinden türeyen (ّ)ع ِىل
ِ kelimesinin çoğuludur. Bu kelime
kalıp bakımından tıpkı “siccîn” kelimesinde olduğu gibi ilk olarak
Kur’an tarafından kullanılan bir kelimedir. Kur’an’daki kullanımı
ise işlenen bütün hayır ve yararlı işleri içinde barındıran
dosyanın konulduğu yüksek makamlarda bulunan yerin özel
ismidir.55
Kur’an-ı Kerim’de bu kelimenin tanımı dikkatleri üzerine
çekmek, büyüklüğünü ve hayret verici özelliğini göstermek
amacıyla kullanılan ( )وما ّأدراكbilir misin ne olduğunu sorusu
bağlamında şöyle yapılmıştır:
َ َ ْ َ ْ َ َ َّ َّ َ
ُ ُ َ ْ َ ٌ ُ ْ َّ ٌ َ َ ِّ ِّ َ َ َ َ ْ َ َ َ ِّ ر
وم يشهده
ق ِعليي وما أدراك ما ِعليون ِكتاب مرق
) كَل ِإن ِكتاب األبر ِار ل ِ ي
َ ُ َ ْ
( ال ُمق َّربون
“Hayır (sandıkları gibi değil!) iyilerin yazısı “İlliyyûn”dadır. Bilir
misin nedir İlliyyûn? O, yazılmış bir kitaptır. Ona, Allah’a yakın olanlar
şâhit olur.” (Mutaffifîn, 83/18-21)
‘İlliyyûn’un ne olduğu sorusuna cinsi ve faslı olan bir tanımla
tanımlanarak cevaplandırılmıştır. Muarraf kelime olan ()عليون
ayette geçtiği ilk yerde harfi cer (ّ )قile mecrür olarak gelirken
55
Ebu’s-Su‘ûd Muhammed bin Muhammed el-İmadî, İrşadu’l-akli’s-selîm ila mezâya’lKur’ani’l-Kerîm, )Beyrut; Dâru İhyai’t-Turasi’l-Arabî, ts.(, IX, 127; el-Kubeysi,
Mevsû‘atu’l-kelime, VIII, 513-514.
60
ikinci yerde nekire mubteda olup düzenli müzekker çoğulunun
eklentisi olması hasebiyle onun gibi irap alır ve haberi soru edatı
( )ماsadaret özelliğinden dolayı öne gelmiştir.
Kur’an-ı Kerim’de illiyyûn’un ne olduğu sorusuna cinsi ve iki
faslı olan bir tanımla tanımlanarak cevap verilmiştir.
Cins: Kitap/yazı,
Faslı ise:
a- Kaydedilmiş,
b- Allah’a yakın olanların ona şâhit olmaları.
Buna göre ‘illiyyûn, Allah’a yakın olanların şâhit olduğu
yazılmış bir kitaptır.
h- Tarık ()الطارق
Cümledeki konumuna göre düz, uzun, pürüzsüz, uzantı, çizgi,
yarık, mezhep, şekil, hal ve yol anlamlarına gelen ( )طريقkelimesi
فعيلkalıbında olup ( )طرقfiilinden türemiştir. İsim fail kalıbı ()طارق
kelimesi olup gece vaktinde yolda yürüyen kimse anlamındadır.
Hareket halindeki yıldızlara da ( )طارقdenilmesi gece vaktinde
seyir halinde olmalarından ötürüdür.56
Kur’an-ı Kerim’de bu kelimenin tanımı ( )وما ّأدراكbilir misin
ne olduğunu sorusu bağlamında şöyle yapılmıştır:
َّ ُ ْ َّ ُ َّ َ َ َ ْ َ َ َ
َّ َ َ َّ َ
ُ الثاق
(ب
ِ )والسماء والط ِار ِق وما أدراك ما الط ِارق النجم
56
el-Feyyûmî, el-Misbâhu’l-munîr, 141; Cebel, el-Mu‘cemu’l-İştikâkî, III, 1324-1326.
61
“Göğe ve târıka andolsun. Bilir misin nedir Târık? O, (ışığıyla
karanlığı) delen yıldızdır.” (Târık, 86/1-2)
Tarık’ın ne olduğu sorusuna cinsi ve faslı olan bir tanımla
tanımlanarak cevaplandırılmıştır. Muarraf kelime olan ()الطارق
ayette geçtiği ilk yerde harfi cer olarak kabul edilen kasam vavı
ile mecrür olarak gelirken ikinci yerde mubteda olup haberi soru
edatı ( )ماsadaret özelliğinden dolayı öne gelmiştir. Tanımın cinsi,
yıldız, faslı ise ışığıyla karanlığı delen anlamındaki ()الثاقب
sıfatıdır. Buna göre tarık kelimesinin tanımı, ışığıyla karanlığı
delen yıldızdır. Burada ilgili yıldız ışığıyla adeta gökte bir yol
çizmektedir.
ı- Akabe ()العقبة
( )عقبkökünün iki esas anlamı vardır. Biri artarda gelmek,
ardışık olmaktır. Diğeri ise yükseklik, zorluk ve şiddettir.57 ()عقب
kelimesi herhangi bir isimle isim tamlaması şeklinde birleştiğinde
( )عقب ّالقدمtopuk örneğinde olduğu gibi o şeyin ayrılmaz
ََ
eklentisi, sonu anlamına gelir. ()عق َبة
kelimesi bir yolun kesiştiği
yüksek, sarp ve aşılmaz dağ anlamında kullanılmaktadır. Böylece
o dağ yolun bitiminde devamını zorlaştıran engel gibi
durmaktadır.58
57
58
İbn Faris, Makâyisu’l-luğa, II, 142-144.
Cebel, el-Mu‘cemu’l-iştikâkî, III, 1496-1497.
62
ََ
Kur’an-ı Kerim’de ( )عق َبةkelimesinin tanımı ( )وما ّأدراكbilir
misin ne olduğunu sorusu bağlamında şöyle yapılmıştır:
َ َ ْ
َ َْ
ْ َ َ ْ َ ُ َ ر
َ
َ َْ ََ
ّّ)فَل اقتح َم ال َعق َبة َو َما أد َراك َما ال َعق َبة فك َرق َب ٍة أ ْو ِإط َع ٌام ِ يف ي ْو ٍم ِذي
َ َّ َ َ َ َّ ُ َ َ َْ َ َ ً ْ ْ َ َ َ ْ َ َ ً َ َ َ ْ َ
َّ اص ْوا ب
َ آم ُنوا َو َت َو
َ ين
الص ر ْ ِب
مسغب ٍة ي ِتيما ذا مقرب ٍة أو ِمس ِكينا ذا مبب ٍة ثم كان ِمن ال ِذ
ِ
ْ ُ َ َ َ َ ُ
َ
َ ْ
َ َو َت َو
.( اص ْوا ِبال َم ْرح َم ِة أ ْول ِئك أ ْصحاب ال َم ْي َمن ِة
“Fakat o, sarp yokuşa atılmadı. Sarp yokuşun ne olduğunu sen ne
bileceksin? O tutsak bir boynu çözmek (köle azat etmek)tir. Yahut
şiddetli bir açlık gününde kendisiyle yakınlığı olan bir yetimi yahut
yerde sürünen bir yoksulu doyurmaktır. Sonra da iman edenlerden olup
birbirine sabrı tavsiye edenlerden, birbirine merhameti tavsiye
edenlerden olanlar var ya, işte onlar Ahiret mutluluğuna erenlerdir.”
(Beled, 90/11-18)
ْ
َ َ
Muarraf kelime olan (العق َّبة
) ayette geçtiği ilk yerde ()اقتحم
fiilinin mefulü/nesnesi olarak mansup halde gelirken ikinci yerde
mubteda olup haberi soru edatı (’)ماdır ve sadaret özelliğinden
dolayı öne gelmiştir.
Akabenin ne olduğu sorusuna cevaben tereddüt değil
tahyir/seçenek ifade eden ( )أوedatıyla birden çok şey olabileceği
ifade edilirken, her seçenek de iman edip sabır ve merhameti
tavsiye edenlerden olmakla kayıtlanarak tanımın fasıl bölümüne
de yer verilmiştir.
َ
Buna göre birinci seçenekte çözmek anlamına gelen ّفك
tanımın cins bölümü faslı ise mudaf ileyhi/tamlayan konumunda
63
ْ
olan ( )رقبةiken, ikinci seçenekte yedirmek anlamına gelen ()إطعام
tanımın cins bölümü fasılları ise şu iki kayıttır:
a- Açlık günü,
b- Yakın bir yetim veya yerde sürünen bir yoksul.
Buna göre seçenekleriyle birlikte akabenin tanımı şöyledir:
Akabe, tutsak bir boynu çözmek )köle azat etmek(tir. Yahut
şiddetli bir açlık gününde kendisiyle yakınlığı olan bir yetimi
yahut yerde sürünen bir yoksulu doyurmaktır.
j- Kadir Gecesi ()ليلة القدر
Kadir gecesi anlamındaki ( )ليلةّالقدرtabiri bir isim tamlaması
olup iki kelimeden meydana gelmiştir. ( )ليلةkelimesi gündüzün
zıddı gece anlamındadır. Kelimenin sonuna eklenen )ta( harfi
teklik ifade etmektedir. ( )القدرtamlamada müzaf ileyhi olup
değerli demektir. Her iki kelimenin tamlama şeklinde birleşik
halinde Kur’an-ı Kerim’de sadece bir yerde geçmektedir.
Kadir Gecesinin ne olduğu, hangi meziyetlere sahip olduğu ve
içinde nelerin gerçekleştiği beyanı sadedinde ( )وماّأدراكbilir misin
ne olduğunu sorusu bağlamında şöyle yapılmıştır:
ْ َ ْ ِّ ٌ ْ َ ْ َ ْ ُ َ ْ َ ْ َ ْ ُ َ ْ َ َ َ َ ْ َ َ َ ْ َ ْ َ ْ َ ُ َ ْ َ َ َّ
ْ َ
ف شه ٍر
ِ ) ِإنا أنزلناه ِ يف ليل ِة القد ِر وما أدراك ما ليلة القد ِر ليلة القد ِر خب من أل
ِّ َ ْ َ ُ َ َ َّ ُ ْ َ َ َ ُ َ ر
ْ َ ْ َ ْ َّ َ َ ٌ َ َ ْ َ ِّ ُ ِّ
(.ه ح َت َمطل ِع الفج ِر
تبل المَل ِئكة والروح ِفيها ِب ِإذ ِن رب ـ ِهم من كل أم ٍر سَلم ِ ي
“Şüphesiz, biz onu (Kur’an-ı) Kadir gecesinde indirdik. Bilir misin
nedir Kadir gecesi? Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır. Melekler ve
64
Ruh (Cebrail) o gecede, Rablerinin izniyle her türlü iş için iner de iner. O
gece, tan yerinin ağarmasına kadar bir esenliktir.” (Kadr, 97/1-5)
Muarraf kelime olan ( )ليلةّالقدرayette geçtiği ilk yerde ّ قharfi
cerr ile mecrür iken ikinci yerde mubteda olup haberi soru edatı
(’)ماdır ve sadaret özelliğinden dolayı öne gelmiştir.
Bu ayette de kadir gecesinin ne olduğu sorulurken muhatap
onun mahiyeti hakkında bir cevap beklerken onun bin geceden
daha hayırlı bir gece olduğu cevabıyla muhatabın dikkatini onun
mahiyetinden çok faziletine çekmiştir.
Bu durumda Kadir Gecesinin tanım bölümleri şöyledir:
a- Cins: Ayetlerin akışından ve önceden bahsi geçtiğinden
anlaşıldığı için lafzen kendisine yer verilmemiş gece kelimesidir.
b- Tanımın faslı konumda olan kayıtlar da şunlardır.
1- Bin aydan hayırlı olması.
2- Meleklerin ve Ruh’un )Cebrail( o gecede, Rablerinin izniyle
her türlü iş için inmeleri.
3- O gece, tan yerinin ağarmasına kadar esenliğin egemen
olması.
Buna göre Kadir Gecesinin tanımı şöyledir: Kadir Gecesi, bin
aydan hayırlı olan, meleklerin ve Ruh’un )Cebrail) onda,
Rablerinin izniyle her türlü iş için indiği ve tan yerinin
ağarmasına kadar esenliğin egemen olduğu gecedir.
65
k- Karı‘a ()القارعة
Sert, şiddetli, kurak, görünür olmak, vurmak, vurma ve çarpa
neticesinde ses çıkarmak, soyutlanmak ve pürüzsüz anlamlarına
gelen ( )قرعkök fiilinin isim faili olan ( )قارعةkelimesi, yerine göre
tüm bu anlamları ifade etmek için kullanılmaktadır. Kur’an-ı
Kerim’de zamanın musibeti, büyük felaket, şiddetli günle ve
kıyamet gibi manalar için kullanılmıştır.59
Kur’an-ı Kerim’de bu kelimenin tanımı ( )وما ّأدراكbilir misin
ne olduğunu sorusu bağlamında şöyle yapılmıştır:
َُْ ْ
َ َ ْ َ ُ َّ ُ ُ َ َ ْ َ ُ َ َ ْ َ َ َ ْ َ َ َ ُ َ َ ْ َ ُ َ َ ْ
وث
ِ اش المبث
ِ )الق ِارعة ما الق ِارعة وما أدراك ما الق ِارعة يوم يكون الناس كالفر
ُ َ ْ ْ ْ َ ُ َ ْ ُ ُ ََ
(وش
ِ وتكون ال ِجبال كال ِعه ِن المنف
“Yürekleri hoplatan büyük felaket! Nedir o yürekleri hoplatan
büyük felaket? Bilir misin nedir yürekleri hoplatan büyük felaket? O gün
insanlar, her biri bir tarafa uçuşan küçük kelebekler gibi olacaktır.
Dağlar da atılmış renkli yünler gibi olacaktır.” (Kâri‘a, 101/1-5)
Yürekleri hoplatan büyük felaket anlamındaki “karia”nın ne
olduğu sorusuna yönelik verilen cevap muhatabın dikkatini onun
mahiyetinden çok onun gerçekleşeceği günde insan ve evrenin ne
halde olacağına çekiyor. Ayette tanımın cins bölümü gün
anlamındaki يومolup fasıl bölümleri ise şöyledir:
59
Cebel, el-Mu‘cemu’l-iştikâkî, IV, 1771-1772.
66
a- İnsanların her biri bir tarafa uçuşan küçük kelebekler gibi
olduğu.
b- Dağların atılmış renkli yünler gibi olduğu.
Buna göre kari‘a, insanların her biri bir tarafa uçuşan küçük
kelebekler ve dağların atılmış renkli yünler gibi olduğu gündür.
l- Hâviye () الهاوية
Farklı türevleriyle boşluk, dipsiz, iki dağ arası, çukur, bilinen
latif madde ve uçurum gibi anlamları olan ( )هويkökünün ()فاعل
kalıbındaki siga olan ( )هاويةkelimesi, çok derin ve dipsiz olması
cihetiyle cehennemin bir adı olarak kullanılmıştır.60
Kur’an-ı Kerim’de bu kelimenin tanımı ( )وما ّأدراكbilir misin
ne olduğunu sorusu bağlamında şöyle yapılmıştır:
َ
ٌ َ َ ْ
ٌَ َ ُ َُ ُ ُ
ْ َّ َ ْ
َ َْ
( ) َوأ َّما َمن خفت َم َو ِازينه فأ رمه ه ِاوية َو َما أد َراك َما ِه َيه ن ٌار ح ِام َية
“Ama kimin de tartıları hafif gelirse, işte onun anası (varacağı yer)
Hâviye’dir. Bilir misin nedir Hâviye? O, kızgın bir ateştir.” (Kâri‘a,
101/8-11)
Haviyenin ne olduğu sorusuna tam bir tarif ile cevap
verilerek bir cins olan ateş ve faslı olan kızgın ile açıklanmıştır.
60
İbn Faris, Makâyisu’l-luğa, II, 591-592; Cebel, el-Mu‘cemu’l-iştikâkî, IV, 2276-2277.
67
m- Hutama ()الحطمة
Farklı türevleriyle kuru şeylerin ezilmesi ve kırılması,
kırmak, baskı uygulamak, vurmak, ayaklarıyla yere şiddetli bir
şekilde vuran hayvan sürüsü gibi anlamlara gelen ()حطم
َ ُ
kökünden türeyen ()حط َمة
kelimesi, iliştiği her şeyi kırıp ezen ve
küme haline getiren demektir.61
َ ُ
Kur’an-ı Kerim’de ()حطمة
kelimesinin tanımı ( )وما ّأدراكbilir
misin ne olduğunu sorusu bağlamında şöyle yapılmıştır:
ََ
َّ َ َ ُ َ َّ َ
َّ َ َّ ُ َ َ ْ َّ ُ َ ُ َ َ ُ ْ َ َ َ ْ َ َ َ َ َ ُ ْ
اّلل ال ُموقدة ال ِ َ يت تط ِل ُع عَل
ِ )كَل لينبذن ِ يف الحطم ِة وما أدراك ما الحطمة نار
َ َْْ
(.األف ِئد ِة
“Hayır! Andolsun ki o, Hutame’ye atılacaktır. Bilir misin nedir
Hutame? O, Allah’ın, yüreklere işleyen tutuşturulmuş ateşidir.”
(Humeze, 104/4-7)
Burada da hutamenin tanımı soru bağlamında yapılırken cins
olan “ateş” Allah’a izafe edilerek onu yüreklere işleyen ve
tutuşturulmuş olmakla niteleyerek iki fasılla açıklamıştır. Buna
göre hutame, Allah’ın, yüreklere işleyen tutuşturulmuş ateşidir.
61
el-Feyyûmî, el-Misbâhu’l-munîr, 54; Cebel, el-Mu‘cemu’l-iştikâkî, I, 456.
68
4- HASR )İNDİRGEME( ÜSLUBUYLA YAPILAN TANIMLAR
Belagat ilimlerinden maanî ilmi içinde kasr olarak ele alınan
hasr, önemli bir üslup biçimidir. Haddi zatında bir şeyi veya bir
sıfatı başka bir şeye veya kimseye has kılmak amacıyla kullanılan
hasr üslubu62, Arapçada iki şekilde ifade edilmektedir:
1- Müstesna minhunun zikredilmediği olumsuz istisna
cümleleri.
2- Hasr edatı olarak bilinen ( إنما- )أنماkelimeleri.
Kur’an-ı Kerim’in azımsanmayacak miktardaki tanımları
hasr/indirgeme üslubuyla yapıldığını görmekteyiz. Söz konusu
hasr üslubu Kur’an-ı Kerim’de genel Arapçadan farksız bir şekilde
hasr edatı إنماile ifade edildiği gibi, istisna edatlarıyla da ifade
edilmiştir.
1- İstisna Edatıyla Yapılan Hasra Dair Tanımlar
Arapçada bir şeyi önceki hükmün dışına almak amacıyla
kullanılan birçok istisna edatı bulunmaktadır. Bu edatlardan
َ ّغي،ّسوى،ّحاشا،ّخال،عدا
yaygın olarak kullanılanları şunlardır: (ّ،ّب ْيد،
ّ. )إالBu edatlar arasında ummulbab/konusunun simgesi olanı hiç
şüphesiz إالedatıdır, diğerleri bununla bilinir.
62
el-Hatîb el-Kazvînî, Metnu’t-Telhîs. )Kahire: Mektebetu’l-Huseyn et-Ticariyye,
1949), 45-46.
69
Kur’an-ı Kerim’de de bu edatlar istisna edatı olarak
kullanılırken tanımlamanın söz konusu olduğu ayetlerde sadece إال
edatıyla karşılaşmaktayız. Şunu da ifade edelim ki her istisna hasr
üslubu olarak değerlendirilmemektedir. Zira istisna cümleleri üç
unsurdan meydana gelmektedir. Bu unsurların cümlede yer aldığı
sıralaması şöyledir:
a- Müstesna minh: Bu, birçok ferdi içinde barındıran genel
veya çoğul bir isim şeklinde cümlede yer almaktadır ve bir hükme
tabidir. Ya da içinde birçok sıfatı barındıran bir isim olmalıdır.
b- İstisna edatı: Bu da başta ( )إالolmak üzere yukarıdaki
edatlardan biridir.
c- Müstesna: İstisna edatından sonra yer alan isimdir. Bu isim
istisna edatı sayesinde daha önce verilen hükmün dışına
alınmaktadır.
Bu bilgiler çerçevesinde istisna cümlesi de iki şekilde geçer:
a- Olumlu cümle: Bu tür istisna cümlesinde yukarıda
anlatılan üç unsur tam olarak cümlede yer alırlar.
b- Olumsuz cümle: Bu tür istisna cümlesinde (ّ،ّلن،ّلما،ّلم،ّال،ما
)إنgibi herhangi bir olumsuz edat yer almak zorundadır. İstisna
unsurlarından müstesna minh yer alabildiği gibi yer almaya da
bilir. İstisna edatından sonra gelen müstesna ise her zaman ve
tüm istisna kalıplarında yer almaması söz konusu değildir.
70
İstisna cümlesinin hasr/indirgeme ifade etmesi için müstesna
minhunun ya cümlede yer almaması veya birçok sıfatı içinde
barındıran bir isim olması gerekir. Aksi takdirde hasr üslubundan
bahsedemeyiz.
Buna göre Kur’an-ı Kerim’de hasrın söz konusu olduğu istisna
ile yapılan tanım örnekleri şöyledir:
a- Dünya Hayatı ( )الحياة الدنيا
Kur’an’da dünya hayatının ne olduğu açıklaması yapılırken
hasr üslubuyla ifade edilmesi dikkat çekici boyuttadır. Buna göre
dünya hayatı aldatıcı metadan, bir oyun ve bir eğlenceden, çok az
bir yararlanmadan, bir oyundan, bir eğlenceden, bir süsten,
aranızda karşılıklı bir övünmeden, çok mal ve evlat sahibi olma
yarışından başka bir şey olmadığı yani sadece bunlardan ibaret
olduğu ifade edilir.
Olumsuzluk edatı ( )ماbağlamında hasr üslubuyla yapılan
dünya hayatının tanımı Kur’an-ı Kerim’de farklı şekilde
tanımlanmıştır.
1- Her nefsin ölümü tadacağı ve dünyada yapılan amellerin
sevabını Kıyamet Gününde elde edileceği beyanı bağlamında
dünya hayatının tanımı hasrın istisna formatıyla şu şekilde
yapılmıştır:
71
َ
ْ
َْ ُ ر
َّ
َ
َ ُ َ ُ ُ َ ْ َّ َ ُ َ َّ َ ْ َ ْ ُ َ َ
ْ ُ
ورك ْم ي ْو َم ال ِق َي َام ِة ف َمن زح ِز َح ع ِن الن ِار
س ذ ِآئقة المو ِت و ِإنما توفون أج
ٍ ) كل نف
ُ ُ ْ ُ َ َ َّ َ ْ َ ُ ْ َ ْ َ َّ َ َ َ ْ َ َ َ ْ َ َ ُ ر
(ور
ِ وأد ِخل الجنة فقد فاز وما الحياة الدنيا ِإال متاع الغر
“Her canlı ölümü tadacaktır. Ancak kıyamet günü yaptıklarınızın
karşılığı size tastamam verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılıp
cennete sokulursa, gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı
metadan başka bir şey değildir.” )Âl-i İmrân, 3/185)
2- Ahiretteki hayatın takva ehli için daha hayırlı olduğu
beyanı sadedinde Kur’an dünya hayatının tanımı hasrın istisna
formatıyla şöyle yapılmıştır:
َ ُ َ َ َ َ َ ُ َّ َ َ َّ ِّ َ ُ
ُ َّ َ َ ٌ ْ َ َ ٌ َ َّ َ ْ َ َ ْ َ َ ُ ر
(اآلخ َرة خ ْ ٌب لل ِذين يتقون أفال ت ْع ِقلون
ِ )وما الحياة الدنيا ِإال ل ِعب ولهو وللدار
“Dünya hayatı ancak bir oyun ve bir eğlencedir. Elbette ki ahiret
yurdu Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için daha hayırlıdır. Hâlâ
akıllanmayacak mısınız?” (En‘âm, 6/32)
3- Allah’ın dilediği kimselere bol rızık verdiği ve dilediği
kimselerden de kıstığı bundan dolayı da kimilerinin dünya
hayatına sevinip böbürlendiği beyanı bağlamında dünya hayatını
ahiret hayatıyla karşılaştırarak hasrın istisna formatıyla şöyle
tanımlamıştır:
ْ ر
ََ
َ َ ْ
َ ْ ِّ ُ ُ ْ َ ُ ه
َ ْ ْ ُ َ
الرزق ِل َمن يشاء َويق ِد ُر َوف ِرحوا ِبالح َي ِاة الدن َيا َو َما
)اّلل يبسط
ٌ َ َ َّ َ
َْ ْ َ َ ُ ر
(اآلخر ِة ِإال متاع
ِ الحياة الدنيا ِ يف
“Allah, rızkı dilediğine bol verir, (dilediğine de) kısar. Onlar ise
dünya hayatı ile sevinmektedirler. Hâlbuki dünya hayatı, ahiretin
yanında çok az bir yararlanmadan ibarettir.” (Ra‘d, 13/26)
72
4- Esas hayatın ahirette yaşanacak hayat olduğu bağlamında
dünya hayatı hasrın istisna formatıyla şöyle tanımlanmıştır:
َّ َّ َ ٌ َ َ ٌ ْ َ َّ َ ْ ْ َ َ ُ ر
َ
َ الد َار ْاآلخ َر َة َل
ه
) َو َما ه ِذ ِه الحياة الدنيا ِإًل لهو ول ِعب و ِإن
ِ
ِي
َ َ َ ُ َ َ ُ
َ ْ
( الح َي َوان ل ْو كانوا ي ْعل ُمون
“Bu dünya hayatı ancak bir eğlence ve oyundan ibarettir. Ahiret
yurduna gelince, işte gerçek hayat odur. Keşke bilselerdi!” (‘Ankebût,
29/64)
Yukarıdaki tüm örneklerde dünya hayatı anlamına gelen ve
isim ve sıfat tamlamasından oluşan ( )الحياة ّالدنياifadesinin başına
olumsuzluk edatı ( )ماyer almıştır ardından müstesna minh
zikredilmeden istisna edatı ile müstesna gelmiştir. Bu tarz kalıp
cümleler kesinlikle hasr/indirgeme ifade eder. Buna göre muarraf
kelime veya terkip dünya hayatı iken tanımın cins bölümüne
ihtiyaç duymadan adeta onu fasl bölümüyle nitelendirmiştir. Bu
yaklaşıma göre dünya hayatının tanımı yukarıdaki ayetlerde
sırasıyla şöyledir:
1- Dünya hayatı, sadece aldatıcı bir metadır.
2- Dünya hayatı ancak bir oyun ve bir eğlencedir.
3- Dünya hayatı, ahiretin yanında çok az bir yararlanmadan
ibarettir.
4- Dünya hayatı ancak bir eğlence ve oyundan ibarettir.
73
b- Hz. İsa ()المسيح
Kur’an-ı Kerim’de ( )المسيحkelimesi 11 yerde geçmektedir ve
hepsinde de Hz. İsa kast edilmektedir. Dolayısıyla Kur’an’ın örf ve
edebiyatında Mesih Hz. İsa’dır. Hristiyanların, Hz. İsa’yı
konumlandırmaları ile yakıştırmalarındaki aşırılığa işaret edip
gerçek mahiyetini beyan etme sadedinde Kur’an-ı Kerim istisna
edatı bağlamında hasr üslubunu kullanarak onun gerçek tanımını
şöyle yapar:
ْ
ُ
ٌ يح ا ْب ُن َم ْر َي َم إ َّال َر ُس
.( ول
) َما ال َم ِس
ِ
“Meryem oğlu Mesih, sadece bir peygamberdir.” (Mâ’ide, 5/75)
Bu ayette de hasr üslubu kullanılarak Meryem oğlu Mesih’in
peygamberlik sıfatından başka diğer insanlardan ayırt edici bir
sıfatının bulunmadığı belirtilmektedir.
Hakeza Allah’ın son elçisi Hz. Muhammed de yine hasr
üslubuyla sadece Allah’ın elçisi olduğu ifade edilerek bu sıfatta
indirgenmiştir.
c- Hz. Muhammed ()محمد
Kur’an-ı Kerim’de son peygamber Hz. Muhammed’in
Muhammed ismi farklı bağlamlarda 4 kere geçmektedir.
Bunlardan hasr üslubuyla onun tanımı ve en belirgin özelliğinin
74
onun Allah’ın elçisi olduğu beyanı bağlamında hasrın istisna
formatıyla tanımı şöyle yapılmıştır:
ٌ ) َو َما ُم َح َّم ٌد إ َّال َر ُس
(. ول
ِ
“Muhammed, ancak bir peygamberdir.” )Âl-i ‘İmrân, 3/144)
Hz. Muhammed’in adı geçmeksizin onun zamiri/adılı
kullanarak hasrın istisna formatıyla ancak olumsuzluk edatı ماile
değil إنile şöyle tanımlanmıştır:
ََْ ُ ُ َ ُه
ْ َ ُ ْ َ َّ ُ
َ َّ ًّ َ َ َ ً ْ َ
ْصا ِإال َما شاء
اّلل َول ْو كنت أعل ُم
س نفعا وال
)قل ال أم ِلك ِلنف ِ ي
َ َّ ْ َ َ ْ ُ ْ َ ْ َ َ ْ َ ْ ََ ْ ُ َ ْ َ ْ َ َ َ َّ َ ر
َ
وء ِإن أنا ِإال ن ِذ ٌير َوب ِش ٌب
الغيب الستكبت ِمن الخ ِب وما مس ِ يت الس
َ ُ ْ ُ َ ِّ
(. لق ْو ٍم يؤ ِمنون
“De ki: Allah dilemedikçe ben kendime bir zarar verme ve bir fayda
sağlama gücüne sahip değilim. Eğer ben gaybı biliyor olsaydım daha çok
hayır elde etmek isterdim ve bana kötülük dokunmazdı. Ben inanan bir
kesim için sadece bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim.” (Araf, 7/188)
Aynı şekilde müşriklerin talebine uyarak inananları yanından
kovamayacağı beyanı sadedinde hasrın istisna formatıyla ve
olumsuzluk edatı إنile Hz. Muhammed kast edilerek adılı
kullanmak suretiyle şöyle tanımlanmıştır:
ْ ُ ْ
َ ََ َ َ
ٌ ي إ ْن َأ َنا إ ًَّل َنذ ٌير رمب
َ
(. ي
ِ ِ
ِ
ِ ) وما أنا ِبط ِار ِد المؤ ِم ِن
“Ben inananları kovacak değilim. Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım.”
)Şu‘arâ, 26/114-115)
Bunun dışında ( )إن+ zamir + ( )إالkalıbının hasr amacıyla
kullanıldığı birçok ayet vardır. Bu ayetlerin kimisinde Hz.
75
Muhammed63, kimisinde Hz. İsa64, kimisinde Kur’an ve vahiy65
kastedilmektedir.
Ancak
bunlarda
tanım
yapmaktan
çok
özelliklerine vurgu vardır.
2- إنماEdatıyla Yapılan Hasra Dair Tanımlar
( )إنماedatı (ّ )إن+ (’)ماdan oluşmaktadır. Asıl itibariyle cümlede
tekit amacıyla kullanılan ve isim cümlesine has olan (ّ )إنedatına
( )ماedatı eklendiğinde tekit anlamını daha da artırarak hasr
dediğimiz indirgeme anlamını kazandırır. Bu ( )ماedatına kaffe
denilmektedir.
Ma-i
(ّ)إن
kaffe,
edatının
amel
etmesini
engelleyerek isim cümlesine has olmaktan çıkarıp fiil cümlesinde
kullanılabilir özelliğini de verir.
Buna göre Kur’an-ı Kerim’de hasrın söz konusu olduğu ve
hasr edatı ( )إنماile yapılan tanım örnekleri şöyledir:
a- Dünya Hayatı ()الحياة الدنيا
Tıpkı istisna ile yapılan hasr örneklerinde olduğu gibi dünya
hayatı aldatıcı metadan, bir oyun ve bir eğlenceden, çok az bir
yararlanmadan, bir oyundan, bir eğlenceden, bir süsten, aranızda
karşılıklı bir övünmeden, çok mal ve evlat sahibi olma yarışından
Araf, 7, 184; Müminûn, 22, 25, 38; Sebe, 34, 46.
Zuhruf, 43, 59.
65
Enam, 6, 90; Yusuf, 12, 104; Yasin, 36, 69; Sad, 38, 87; Necm, 58, 4.
63
64
76
başka bir şey olmadığı yani sadece bunlardan ibaret olduğu ifade
edilir.
Hasr edatı إنماbağlamında hasr üslubuyla yapılan dünya
hayatının tanımı Kur’an-ı Kerim’de birçok yerde geçmektedir.
Şöyle ki:
a- Kurân’da ahiret yurduyla karşılaştırma yapılarak dünya
hayatının sadece bir meta olduğu beyanı sadedinde dünya hayatı
şöyle tanımlanmıştır:
َ ْ َ َ َ َ ْ َّ َ ٌ َ َ َ ْ ْ َ َ ُ ر
َ َ َّ ْ َ َ
(ه د ُار الق َر ِار
)يا قو ِم ِإنما ه ِذ ِه الحياة الدنيا متاع و ِإن اآل ِخرة ِ ي
“Ey kavmim! Şüphesiz bu dünya hayatı ancak (geçici) bir
yararlanmadır. Ahiret ise ebedî olarak kalınacak yerdir.” (Ğâfir, 40/39)
b- İman edip takvada bulunulduğu taktirde nasıl bir sonuçla
karşılaşılacağı beyanı sadedinde Kur’an’da dünya hayatı şöyle
tanımlanmıştır:
ُ َ ُ ُ ْ ُ ْ ُ ُ َّ َ َ ُ ْ ُ َ ٌ ْ َ َ ٌ َ َ ْ َّ َ َ َ ُ ر
ورك ْم
) ِإنما الحياة الدنيا ل ِعب ولهو و ِإن تؤ ِمنوا وتتقوا يؤ ِتكم أج
ُ َ َ ُ َْ َ َ
( َوًل ي ْسألك ْم أ ْم َوالك ْم
“Şüphesiz dünya hayatı ancak bir oyun ve eğlencedir. Eğer inanır ve
Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız, O size mükâfatınızı verir ve sizden
mallarınızı (tamamen sarf etmenizi) istemez.” (Muhammed, 47/36)
c- Dünya hayatının müthiş bir betimlemesi yapılırken hasr
edatı
إنما
edatı
bağlamında
tanımlanmıştır:
77
Kur’an-ı
Kerim’de
şöyle
َْ
ُ َ َ ُ ََْ ُ ََ ٌَ
ْ َ ٌ َ َ ْ ْ َ ُ َ َّ َ ْ َ َ ُ ر
ب َوله ٌو َو ِزينة َوتفاخ ٌر بينك ْم َوتكاث ٌر ِ يف األ ْم َو ِال
)اعلموا أنما الحياة الدنيا ل ِع
ُ
ُ
َ
َ
ُ
َ
َّ ُ ْ َ َ ْ َ ْ َ َ َ َ َ ْ َ ْ َ
َ
ُ
ُ
ُ
ُ
َ
َ
َ
ُ
ُ
واألوًل ِد كمث ِل غي ٍٍ أعج
ب الكف َار ن َباته ث َّم ي ِهيج ف َباه ُم ْصف ًّرا ث َّم يكون حط ًاما َو ِ يف
ُُ ْ ُ َ َ َّ َ ْ ْ َ َ َ ٌ َ ٌ َ َ ْ َ ٌ ِّ َ َّ َ ْ َ ٌ َ َ ْ َ َ ُ ر
ّ.(ور
ِ اآل ِخر ِة عذاب ش ِديد ومغ ِفرة من
ِ اّلل و ِرضوان وما الحياة الدنيا ِإًل متاع الغر
“Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda
karşılıklı bir övünme, çok mal ve evlat sahibi olma yarışından ibarettir.
(Nihayet hepsi yok olur gider). Tıpkı şöyle: Bir yağmur ki, bitirdiği bitki
çiftçilerin hoşuna gider. Sonra kurumaya yüz tutar da sen onu sararmış
olarak görürsün. Sonra da çer çöp olur. Ahirette ise (dünyadaki amele
göre ya) çetin bir azap ve(ya) Allah’ın mağfiret ve rızası vardır. Dünya
hayatı, aldanış metaından başka bir şey değildir.” (Hadîd, 57/20)
Bu son ayette dünya hayatı tanımlanırken bir kere hasr edatı
( )أنماve bir kere de istisna edatı ( )إالile ifade edilmiştir. Her iki
durumda da tanımın cinsine yer verilmeden doğrudan fasıl yerine
geçen sıfatları belirtilmiştir.
Yukarıdaki üç örnekte dünya hayatı anlamına gelen ve isim
ve sıfat tamlamasından oluşan ( )الحياة ّالدنياifadesinin başına hasr
edatı ( )إنماyer almıştır. Buna göre muarraf kelime veya terkip
dünya hayatı iken tanımın cins bölümüne ihtiyaç duymadan
adeta onu fasl bölümüyle nitelendirmiştir. Bu yaklaşıma göre
dünya hayatının tanımı yukarıdaki ayetlerde sırasıyla şöyledir:
1- Dünya hayatı, sadece geçici bir metadır.
2- Dünya hayatı ancak bir oyun ve bir eğlencedir.
78
3- Dünya hayatı ancak bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda
karşılıklı bir övünme, çok mal ve evlat sahibi olma yarışından
ibarettir.
b- Hz. İsa ()المسيح
Tanımda hasr üslubunun tercih edildiği bir diğer konu da Hz.
İsa’nın kim olduğudur.
Hristiyanların,
Hz.
İsa’yı
konumlandırmaları
ile
yakıştırmalarındaki aşırılığa işaret edip gerçek mahiyetini beyan
etme sadedinde Kur’an-ı Kerim tıpkı istisna edatı bağlamındaki
hasr üslubu gibi hasr edatı ( )إنماbağlamında da hasr üslubunu
kullanarak onun gerçek tanımını şöyle yapar:
ُ ْ ٌ ُ َ َ َ ْ َ َ َ َ َْ ُ ُ َ َ َ َ ْ ُ َ ْ َ َ َ ُ ُ ه
ُ
َ ْ َ َّ
(.وح ِمنه
اّلل وك ِلمته ألقاها ِإَل مريم ور
ِ ) ِإنما الم ِسيح ِعيس ابن مريم رسول
“Meryem oğlu İsa Mesih, ancak Allah’ın peygamberi, Meryem’e
ulaştırdığı (emriyle onda var ettiği) kelimesi ve kendisinden bir ruhtur.”
(Âl-i ‘İmrân, 3/171)
Meryem’in oğlu İsa’nın tanımı yapılırken hasr üslubu tercih
edilerek içinde cins bölümü bulunmayan bir tarifle onun Allah’ın
peygamberi, Meryem’e ulaştırdığı kelimesi ve kendisinden bir ruh
olduğu ifade edilmiştir.
79
c- Müminler ()المؤمنون
Tanımda hasr üslubunun tercih edildiği başka bir konu da
mümin veya müminlerin kim olduğu hususudur. Buna dair
Kur’an-ı Kerim’de birçok örnek vardır.
a- Kur’an-ı Kerim’de Allah’a ve Resulüne inanıp Resulüne
bağlılık sadedinde müminlerin tanımı şu şekilde yapılmıştır:
َ ََ ُ
ُ َ َ
َ
َ َّ َ ُ ْ ُ ْ َ َّ
َ
َ ين
ُ َ َ َّ آم ُنوا ب
ول ِه َو ِإذا كانوا َم َعه عَل أ ْم ٍر ج ِام ٍع ل ْم
) ِإنما المؤ ِمنون ال ِذ
ِ ِ
ِ اّلل ورس
َ َْ
ُ ُ ْ َ َ َّ َ
.( يذه ُبوا ح َت ي ْستأ ِذنوه
“Mü’minler ancak Allah’a ve peygamberine inanan, onunla beraber
toplumu ilgilendiren bir iş üzerindeyken ondan izin almadan çekip
gitmeyen kimselerdir.” )Nûr, 24/62)
Ayette müminlerin tanımı yapılırken tanımın cinsi olarak
ism-i mevsûl kullanılıp birinci faslı Allah’a ve Resulüne inanmak,
ikinci faslı da toplumu ilgilendiren bir iş üzerindeyken ondan izin
almadan çekip gitmemektir.
b- Kardeşlik vurgusu bağlamında Kur’an-ı Kerim إنماedatıyla
yapılan hasr üslubuyla müminleri şöyle tanımlamıştır:
ٌ ْ َ ُ ْ ْ َّ
.( ) ِإن َما ال ُمؤ ِمنون ِإخ َوة
“Mü’minler ancak kardeştirler”. (Hucurât, 49/10)
Bu ayette de müminlerin tanımı yapılırken onların
birbirleriyle ancak kardeş oldukları şeklinde hasr üslubuyla ifade
edilmiştir.
80
c- İmanlarında tereddüt göstermeyip mallarıyla ve canlarıyla
cihat etme vurgusunun yapıldığı ve hasr edatı إنماedatının
kullanıldığı müminlerin bir diğer tanım örneği şudur:
َ ُ َ َ
ُ َ َ َ ُ
َ َّ َ ُ ْ ُ ْ َ َّ
ُ َ َ َّ آم ُنوا ب
َ ين
ول ِه ث َّم ل ْم ي ْرتابوا َوجاهدوا ِبأ ْم َو ِال ِه ْم
) ِإنما المؤ ِمنون ال ِذ
ِ ِ
ِ اّلل ورس
ُ ََ
َ
ْ
.( يل
ِ وأنف ِس ِهم ِ يف س ِب
“İman edenler ancak, Allah’a ve Peygamberine inanan, sonra
şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad
edenlerdir. İşte onlar doğru kimselerin ta kendileridir.” (Hucurât,
49/10)
Müminlerin tanımı yapılırken ism-i mevsûlu cins olarak
belirleyip, üç fasıl ile de gayrı bertaraf edilmiştir. Bunlar da
şunlardır:
a- Allah’a ve Resulüne inanmak
b- Allah ve Resulü hakkında şüphe etmemek
c- Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihat etmek.
d- Mal ve Evlat ()األموال واألوالد
Tanımda hasr üslubunun tercih edildiği bir diğer konu da mal
ve evlada dair yapılan tanımdır. İnsanın dünya hayatında çok
değer atfettiği iki şey vardır. Bunlar mal ve evlattır. Bundan
dolayı bunların mahiyeti ve hakikatine dair Allah’ın hükmü
Kur’an-ı Kerim’de sık sık hatırlatılır ve birçok yerde tekrarlanır.
Buna dair birkaç örnek şöyledir:
81
َ َ َ ْ َ ُ ْ َ َّ َ َ ْ َ ُ ُ ْ َ َ ْ َ ُ ُ ْ ْ َ ٌ َ َ َّ ه
ٌ ند ُه َأ ْج ٌر َعظ
( يم
) واعلموا أنما أموالكم وأوالدكم ِفتنة وأن اّلل ِع
ِ
“Bilin ki mallarınız ve çoluk çocuğunuz birer deneme aracıdır. Allah
katında ise büyük bir mükâfat vardır.” (Enfâl, 8/28)
Bu ayette mal ve evlat, sahibi ve babası açısından imtihan ve
sınama vesilesi sıfatlarıyla öne çıkarılarak hasr üslubuyla ifade
edilmiştir.
َ ُ َّ َ ٌ َ ْ ْ ُ ُ َ ْ َ َ ْ ُ ُ َ ْ َ َ َّ
ٌ ند ُه َأ ْج ٌر َعظ
( يم
ّّ) ِإنما أموالكم وأوًلدكم ِفتنة واّلل ِع
ِ
“Mallarınız ve çocuklarınız ancak birer imtihandır; Allah katında
ise büyük bir mükâfat vardır.” )Teğâbun, 64/15)
Her iki ayette de mal ve evladın bir imtihan aracı olduğu hasr
üslubuyla vurgulanırken en büyük sevap ve kazancın Allah
indinde olduğu uyarısı yapılmaktadır.
82
5- İŞARET İSMİ ( )أولئكve ( )هذاBAĞLAMINDA YAPILAN
TANIMLAR
Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde belli bir şeyin veya sınıfın
özellikleri anlatılır, ardından “işte bu/bunlar şu/şunlardır”
şeklinde ifade edilmektedir. Bu durumda şu/bunlar ne/kimlerdir
sorusuna cevaben açıklayıcı bir tanım olarak kabul etmek
mümkündür. Tespit ettiğimiz örneklerin çoğu, ( )رصاطّمستقيمsıratı mustakîm ve ( )األخشونzarar edenler kavramlarına dair
açıklayıcı ayetlerde görülmektedir. Bunların yanında (ّ أصحاب
)الجنةcennet ehli, ( )أصحاب ّالنارAteş ehli, ( )الظالمونzalimler,
( )المنافقونmünafıklar, ( )خيّالييةinsanların en hayırlısı ve ()شّاليية
insanların en kötüsü kavramlarında da aynı üslubun kullanıldığı
görülmektedir.
Bu tarz tanımın Kur’an’a has bir tanım biçimi olup mantıki
tanımlara benzer bir tarafı bulunmamaktadır.
Bunlara dair ayetler ve konular şöyledir:
a- Sırat-ı Müstakîm ()الرصاط المستقيم
Sırat-ı
bağlamlarda
Müstakim
tam
34
kavramı,
defa
Kur’an-ı
geçmektedir.
Kerim’de
Geçtiği
farklı
yerlerin
birçoğundan önce Allah’a ibadet etmenin, O’nun ve Resulünün
yolundan gitmenin gerekliliği ifade edilir, ardından “işte
83
dosdoğru yol budur” şeklinde vurgu yapılır. ( )رصاطkelimesi
müzekker ve tekil kabul edildiği için buna uygun isim işaret هذا
kullanılmıştır. Buna dair birkaç ayet şöyledir:
ُ ُ ُ ْ َ ْ ُ َّ ه َ َ ِّ َ َ ر
ٌ ْص ٌاط رم ْس َتق
َ وه َه َـذا
( يم
) ِإن اّلل ر ر يت وربكم فاعبد
ِ
ِ
“Şüphesiz Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyleyse
O’na ibadet edin. İşte bu, doğru yoldur.” (Âl-i ‘İmrân, 3/51)
Bu ayet sadedinde dosdoğru yol nedir sorusunun cevabı,
“Dosdoğru yol, Allah’ı rab kabul etmek ve O’na ibadet etmektir.”
olur.
َ ْ َ َ َ ُ ُ ُ َ ْ ُ َ َ َ ْ َ َ ْ ُ ُ َ َ َ ُ ْ َُْ ََْ ُ ْ َ ُ ه
ه
اّلل
ِ اّلل و ِفيكم رسوله ومن يعت ِصم ِب
ِ )وكيف تكفرون وأنتم تتَل عليكم آيات
َ ْ ر
َ َف َق ْد ُه ِد َي إ ََل
(يم
ٍ ْص
ِ ِ
ٍ اط مست ِق
“Size Allah’ın âyetleri okunup dururken ve Allah’ın Resûlü de
aranızda iken dönüp nasıl inkâr edersiniz? Kim Allah’a sımsıkı
bağlanırsa, kesinlikle o, doğru yola iletilmiştir.” )Âl-i ‘İmrân, 3/101)
Bu ayette ise sırat-ı müstakim Allah’a sımsıkı bağlanmakla
tanımlanmıştır.
ُ ُ ُ ْ َ ْ ُ َ َّ َّ َ َ ِّ َ َ ر
ٌ ْص ٌاط رم ْس َتق
َ وه َه َذا
( يم
) و ِإن اّلل ر ر يت وربكم فاعبد
ِ
ِ
“Şüphesiz, Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyleyse
(yalnız) O’na kulluk edin. Bu, dosdoğru bir yoldur.” (Meryem, 19/36)
Sirat-i müstakim, yalnız Allah’a kulluk etmek şeklinde
tanımlanmıştır.
ْ َ ٌ َّ ْ َ َ َّ ُ َ ُ ْ َ ُ ٌّ ر
ُ َ َّ َ َ
َ َ ُ َ ْ َ ْ َ ََ
ي َوأن
)أل ْم أعهد ِإل ْيك ْم يا ب ِ يت آد َم أن ًل ت ْع ُبدوا الشيطان ِإنه لكم عدو م ِب
ْ
ٌ ْص ٌاط رم ْس َتق
َ اع ُب ُدوت َه َذا
( يم
ِ
ِ
ِي
84
“Ey Âdemoğulları! Ben, size, şeytana kulluk etmeyin. Çünkü o, sizin
için apaçık bir düşmandır. Bana kulluk edin. İşte bu dosdoğru yoldur,
diye emretmedim mi?” (Yâsîn, 36/60-61)
Bu ayette de tıpkı bir önceki ayette olduğu gibi Sirat-i
müstakim, Şeytana kulluk etmekten vaz geçip yalnız Allah’a
kulluk etmek şeklinde tanımlanmıştır.
َ َّ ِّ ٌ ْ َ ُ َّ َ
ٌ ْص ٌاط رم ْس َتق
َ اع ِة َف ََل َت ْم َ ُب َّن ب َها َو َّاتب ُعون َه َذا
(يم
)و ِإنه ل ِعلم للس
ِ
ِ
ِ ِ
ِ
“Şüphesiz o Kıyametin (kopacağının) bir bilgisidir. Artık onun
hakkında asla şüphe etmeyin, bana uyun, bu doğru bir yoldur.”
(Zuhruf, 43/61)
Bu ayette ise sırat-ı müstakim, Hz. Peygamber’e uymakla
tanımlanmıştır.
ُ ُ ُ ْ َ ْ ُ َّ َّ َ ُ َ َ ِّ َ َ ر
ٌ ْص ٌاط رم ْس َتق
َ وه َه َذا
يم
ِإن اّلل هو ر ر يت وربكم فاعبد
ِ
ِ
“Şüphesiz Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyleyse
O’na kulluk edin, işte bu doğru bir yoldur.” (Zuhruf, 43/64)
Bu ayette de tıpkı en başta geçen ayette olduğu gibi dosdoğru
yol, Allah’ı rab kabul etmek ve O’na ibadet etmek şeklinde
tanımlanmıştır.
Yukarıdaki ayetlere binaen sirat-i müstakimin Kur’an’daki
tanımı ayet sırasına göre şu şekildedir:
1- Allah’ı rab kabul etmek ve O’na ibadet etmektir.
2- Allah’a sımsıkı bağlanmaktır.
85
3- Allah’a kulluk etmektir.
4- Şeytana kulluk etmekten vaz geçip yalnız Allah’a kulluk
etmektir.
5- Hz. Peygamber’e uymaktır.
b- Zarar Edenler ()األخرسون والخارسون
Tıpkı Sırat-ı mustakîm gibi zarara uğrayanlar
()الخاشون,
( )الخاشينve ( )األخشونile ( )األخشينformatlarıyla bu kavram da
Kur’an-ı Kerim’de ilk başta ilgili sıfatlar sıralandıktan sonra “işte
zarar edenler bunlardır” ifadesi kullanılır. Bu kavram cümledeki
farklı
konumlarıyla
Kur’an-ı
Kerim’de
toplam
28
defa
geçmektedir. Bu da kavramın Kur’an’da ne denli işlendiği
bakımından büyük önem arz etmektedir. Kelime yapısı itibariyle
düzenli müzekker çoğulu olduğu için ( )األخشونkelimesine uygun
düşen ( )أولئكisim işareti kullanılmıştır. Buna dair birkaç örnek
şöyledir:
َ
َّ َ ْ َ َ ُ ُ َ َ َّ
َ
ُ َّ َ َ َ َ َ ُ َ ْ َ َ
َ اّلل به َأن ُي
اّلل ِمن ب ْع ِد ِميث ِاق ِه ويقطعون ما أمر
وص َل
ِ )ال ِذين ينقضون عهد
ِِ
َ ُ َ ْ ُ ُ َ َ ُ
َ ُ َُْ
َْ
(ارسون
ِ ض أول ِـئك هم الخ
ِ ويف ِسدون ِ يف األر
“Onlar, Allah’a verdikleri sözü, pekiştirilmesinden sonra bozan,
Allah’ın korunmasını emrettiği bağları (iman, akrabalık, beşerî ve ahlâkî
bütün ilişkileri) koparan ve yeryüzünde bozgunculuk yapan kimselerdir.
İşte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.” (Bakara, 2/27)
86
Bu ayette zarara uğrayanların kim olduğu sorusunun cevabı
ve açıklaması başta sıralanan şu sıfatlarla yapılmıştır:
a- Allah’a verilen sözü bozanlar,
b- Akrabalık ilişkisini kesenler,
c- Yeryüzünde bozgunculuk çıkaranlar.
Buna göre zarar edenler, Allah’a verilen sözü bozanlar,
akrabalık ilişkisini kesenler ve yeryüzünde bozgunculuk çıkaran
kesimlerdir.
ُ ْ َ
َ ُ ُْ َ َ ُ
َ َّ َ ُ َ ُ ْ َ َ َ ْ ُ َ ْ َ َ َّ
ّّ)ال ِذين آتيناه ُم ال ِكتاب يتلونه حق ِتال َو ِت ِه أ ْول ِـئك يؤ ِمنون ِب ِه َومن يكف ْر ِب ِه
َ ُ َ ْ ُ ُ َ ََُْ
(. ارسون
ِ فأول ِـئك هم الخ
“Kendilerine kitab verdiğimiz kimseler, onu gereği gibi okurlar. İşte
bunlar ona inanırlar. Onu inkâr edenlere gelince, işte onlar ziyana
uğrayanların ta kendileridir.” (Bakara, 2/121)
Bu ayete zararlı çıkanların Kitab’a/Kur’an’a inanmayanlar
olduğu belirtilmektedir.
َ ُ َ ْ ُ ُ َ ََُْ ْ ْ ُ َ َ
َ ُْ ْ َ َُ ُه
َْ َ
(. ارسون
ِ ّّ)من يه ِد اّلل فهو المهت ِدي ومن يض ِلل فأولـ ِئك هم الخ
“Allah, kimi doğru yola iletirse, odur doğru yolu bulan. Kimleri de
saptırırsa, işte onlar, ziyana uğrayanların ta kendileridir.” (E‘râf, ,
7/178)
Bu ayette de zararlı çıkan kimseler Allah’ın saptırdığı
kimseler olduğu ifade edilmektedir.
87
َ ْ
ه
ُ ِّ ُ َ َ َ َ َ
َ
َْ
ْ ُ ْ ُ ُ َ َْ َ َ ُ
اّلل ِمن أ ْو ِل َياء
ِ ون
ِ ض وما كان لهم من د
ِ )أول ِـئك لم يكونوا مع ِج ِزين ِ يف األر
َ َّ َ َ ُ َ ُ ْ ُ ْ ُ َ َ َ َ ْ َّ َ ُ َ ْ َ ْ ُ َ َ ُ َ َ ْ ُ ُ َ ُ َ َ ُ
رصون أ ْول ِـئك ال ِذين
ِ يضاعف لهم العذاب ما كانوا يست ِطيعون السمع وما كانوا يب
َ ُ َ َْ ُ ُ َ
ْ ُ َّ َ َ َ َ َ َ ُ َ ْ َ ْ ُ َ َّ ُ ْ َ َّ َ َ ْ ُ َ ُ َ ْ ُ َخ
.( اآلخر ِة هم األخرسون
ِ رسوا أنفسهم وضل عنهم ما كانوا يفبون ال جرم أنهم ِ يف
ِ
“Onlar yeryüzünde (Allah’ı) âciz bırakabilecek değillerdir. Onların
Allah’tan başka sığınabilecekleri bir yardımcıları da yoktur. Azap onlar
için kat kat artırılacaktır. Çünkü onlar (gerçekleri) işitmeğe tahammül
edemiyorlar, hem de görmüyorlardı. İşte bunlar, kendilerini ziyana
uğratan kimselerdir. Uydurmakta oldukları şeyler de kendilerini yüz
üstü bırakıp kaybolup gitmiştir. Şüphesiz bunlar ahirette en çok ziyana
uğrayanlardır.” (Hûd, 11/20-22)
Ahirette en çok zararlı çıkan kesimin hakkı işitmeye
tahammül edemeyen ve doğruyu da görmeyenler olduğu
belirtilmektedir.
ْ ر
َ َ َّ ُ ْ َ ْ ُ َ ِّ ُ ُ ْ ْ َ ْ َ َ َ ْ ا
ُ
َ ْ
ُ
رسين أع َماًل ال ِذين ض َّل َس ْع ُيه ْم ِ يف الح َي ِاة الدن َيا َوه ْم
ِ ) قل هل ننبئكم ِباألخ
ُ
َ
َّ
َ
َ
ْ َ َ
ِّ
َ
َ
ً ْ ُ َ ُ ْ ُ ْ ُ َّ َ َ ُ َ ْ َ
َُ َ َ
ات َرب ـ ِه ْم َو ِلق ِائ ِه فح ِبطت
ِ يحسبون أنهم يح ِسنون صنعا أول ِئك ال ِذين كفروا ِبآي
ًْ
ْ
َ َُ ُ ُ ََ ْ ُُ َ َْ
.(يم له ْم ي ْو َم ال ِق َي َام ِة َوزنا
أعمالهم فَل ن ِق
“(Ey Muhammed!) De ki: “Amelce en çok ziyana uğrayan; iyi iş
yaptıklarını sandıkları hâlde, dünya hayatındaki çabaları kaybolup
giden kimseleri size haber verelim mi?” Onlar, Rab’lerinin âyetlerini ve
O’na kavuşacaklarını inkâr eden, böylece amelleri boşa çıkan, o yüzden
de kıyamet gününde amelleri için bir terazi kurmayacağımız
kimselerdir.” (Kehf, 18/103-105)
88
Yine amel bakımından en çok zararlı çıkanların, dünya
hayatında iyi işler yaptığını zan edip Rablerinin âyetlerini ve O’na
kavuşacağını inkar ettikleri için hayatı boşuna gidenler olduğu
ifade edilmektedir.
ْ َ ُ ْ ُ َ َ َّ َّ
ُ َ َ َّ َ َ ُ َ ُ َ ُ َ ُ َ ْ َ ُ َ َّ َّ َ
) ِإن ال ِذين ًل يؤ ِمنون ِباآل ِخ َر ِة زينا له ْم أع َماله ْم فه ْم ي ْع َمهون أ ْول ِئك ال ِذين له ْم
َ َْ ُ ُ
َ ُ َ َْْ ُ ُ َ ْ
ُ
اب َوه ْم ِ يف اآل ِخر ِة هم األخ
.( رسون
ِ سوء العذ
“Şüphesiz, ahiret hayatına inanmayanların işlerini biz kendilerine
güzel göstermişizdir de o yüzden bocalayıp dururlar. Onlar, azabın en
kötüsü kendilerine has olan kimselerdir. Onlar ahirette en çok ziyana
uğrayanlardır.” (Neml, 27/4-5)
Bu ayette ahirette en çok ziyana uğrayanların ahiret hayatına
inanmayıp işlerini Allah’ın kendilerine güzel göstermiş iddiasına
inanıp da o yüzden bocalayıp durduklarına kanan kimselerdir.
Bundan ötürü azabın en kötüsü kendilerine has kılınmış
olanlardır.
َ َ ْ ُ
ُ َ َ َّ َ
ً َ ْ ُ َ ْ َ َ ْ َ َّ
ْ َ ْ َ الس َم َاو
َّ يدا َي ْع َل ُم َما ف
اّلل بي ِ يت وبينكم ش ِه
آمنوا
ض وال ِذين
ِ )قل كق ِب
ِ
ِي
ِ ات واألر
ََ َ
َ ُ َ ْ ُ ُ َ َ ْ ُ َّ
َْ
(ارسون
ِ اط ِل وكف ُروا ِب
ِ ِبالب
ِ اّلل أول ِئك هم الخ
“De ki: “Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. O, göklerde
ve yerde olanları bilir. Batıla inanıp Allah’ı inkâr edenler var ya; işte
onlar asıl ziyana uğrayanlardır.” (‘Ankebût, 29/52)
Bu ayette zarar edenlerin batıla inanıp Allah’ı inkâr edenler
olduğu vurgulanır.
89
ُ
َ ْ َّ ْ ُ
ُ ِّ ُ ْ
ُ َّ ً ْ ُ ُ ُ ْ َ َ َّ
َ
َ ُُْ َ
ارسين
ِ يت فاعبدوا ما ِشئتم من د
ِ ِ ون ِه قل ِإن الخ
)ق ِل اّلل أعبد مخ ِلصا له ِد ِ ي
ُ َ ْ ُ ْ َ ُ َ َ َ َ َ َ ْ َ ْ َ ْ ْ َ َ ْ ُ َ ُ َ ُ َ َ َّ
ُ ان ْال ُمب
(ّي
يهم يوم ال ِقيام ِة أًل ذ ِلك هو الخرس
ِ
ِ ال ِذين خ ِرسوا أنفسهم وأه ِل
“De ki: “Ben dinimi Allah’a has kılarak sadece O’na ibadet
ediyorum.” “Siz de Allah’tan başka dilediğiniz şeylere ibadet edin!” De ki:
“Şüphesiz hüsrana uğrayanlar, kıyamet gününde kendilerini ve ailelerini
hüsrana sokanlardır. İyi bilin ki bu, apaçık hüsranın ta kendisidir.”
(Zumer, 39/14-15)
Bu ayette apaçık hüsrana uğrayanların, kıyamet gününde
kendilerini ve ailelerini hüsrana sokanlar olduğu belirtilmiştir.
َْ َ
َ ُ َ ْ ُ ُ َ َ ْ ُ َّ
َ
َ َ َّ ُ َ َ ُ َ
ُ َ َ َ َّ َ األ ْر
( ارسون
ات و
ِ ات
ِ ض وال ِذين كفروا ِبآي
ِ اّلل أول ِئك هم الخ
ِ )له مق ِاليد السماو
ِ
“Göklerin ve yerin anahtarları O’nundur. Allah’ın âyetlerini inkâr
edenler var ya, işte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.” (Zumer,
39/63)
Bu ayette de gerçek hüsrana uğrayanların, göklerin ve yerin
anahtarlarını elinde tutan Allah’ın ayetlerini inkar eden kimseler
olduğu belirtilmiştir.
َ َََْ َ ُ َُْ ْ ُ َََ
َ ُ ُ َ ِّ َ َ ر
َ ق َو َق
ٍّ ِ ون ِمن َط ْر ٍف َخ
ال
اش ِعي ِمن الذل ينظر
ِ )وتراهم يعرضون عليها خ
ي
ْ
َ ْ َّ
َّ َ َ
ُ َ َ َّ
ْ َ َ ْ ُ َ ُ َ ُ َ َ َّ َ
َ
يه ْم ي ْو َم ال ِق َي َام ِة أًل ِإن
ِ ارسين ال ِذين خ ِرسوا أنفسهم وأه ِل
ِ ِ ال ِذين آمنوا ِإن الخ
َّ
َ
ي ف َع َذ ر
ّ ّ(.يم
ٍ اب م ِق
الظ ِال ِم ِ ي
ٍ
“Ateşe sunulurken onların zilletten başlarını öne eğmiş, göz ucuyla
gizli gizli baktıklarını görürsün. İnananlar da “İşte asıl ziyana
uğrayanlar, kıyamet günü kendilerini ve ailelerini ziyana sokanlardır”
90
diyecekler. İyi bilin ki zâlimler, sürekli bir azap içindedirler.” )Şûra,
42/45)
Ayette kıyamet gününde gerçekleşecek olan bir sahnede
müminlerin gerçek zarar edenlerin kıyamet günü kendilerini ve
ailelerini ziyana sokan kesim olduğunu haykırdığı vurgulanmıştır.
َْ
َّ ْ
َ َ
َ ْ ُ ُ َ ْ َ َ َ ْ ُ ُ َ ْ َ ْ ُ ْ ُ َ ُ َ َ َّ َ َ َ ر
اّلل َو َمن يف َع ْل ذ ِلك
ِ ّّ)يا أيها ال ِذين آمنوا ًل تل ِهكم أموالكم وًل أوًلدكم عن ِذك ِر
َ ُ َ ْ ُ ُ َ ََُْ
( ارسون
ِ فأول ِئك هم الخ
“Ey iman edenler! Mallarınız ve evlatlarınız sizi, Allah’ı
zikretmekten alıkoymasın. Her kim bunu yaparsa, işte onlar ziyana
uğrayanların ta kendileridir.” (el-Munâfikûn, 63, 9(
Ayette ziyana uğrayanların, mallarının ve evlatlarının
kendilerini Allah’ı zikretmekten alıkoyduğu kimseler olduğu
vurgulanmıştır.
Yukarıdaki ayetlerde gerçekten zarara uğrayan kesimlerin
ayet sırasına göre şu eylemlerde bulunanlar olduğu belirtilmiştir:
1- Allah’a verilen sözü bozan, akrabalık ilişkisini kesen ve
yeryüzünde bozgunculuk çıkaranlar.
2- Kitab’a/Kur’an’a inanmayanlar.
3- Allah’ın saptırdığı kimseler.
4- Hakkı işitmeye tahammül edemeyen ve doğruyu da
görmeyenler.
91
5- Dünya hayatında iyi işler yaptığını zan edip Rablerinin
âyetlerini ve O’na kavuşacağını inkâr ettikleri için hayatı boşu
boşuna gidenler.
6- Ahiret hayatına inanmayıp işlerini Allah’ın kendilerine
güzel göstermiş iddiasına inanıp da o yüzden bocalayıp
durduklarına kanan kimseler.
7- Batıla inanıp Allah’ı inkâr edenler.
8- Kıyamet gününde kendilerini ve ailelerini hüsrana
sokanlar.
9- Göklerin ve yerin anahtarlarını elinde tutan Allah’ın
ayetlerini inkar eden kimseler.
10- Kıyamet günü kendilerini ve ailelerini ziyana sokanlar.
11-
Mallarının
ve
evlatlarının
kendilerini
Allah’ı
zikretmekten alıkoyduğu kimseler.
c- Cennetlikler ()أصحاب الجنة
Cennetlikler veya cennet ehli anlamına gelen ()أصحاب ّالجنة
tabiri bir isim tamlamasıdır. Bu kalıp bu şekliyle Kur’an-ı
Kerim’de 14 defa tekrarlanmıştır. Sağdakiler/sağ ehli (ّ أصحاب
)الميمنةve (ّ )أصحاب ّاليميşeklinde de ifade edilen cennet ehli66,
Kur’an’da inandıklarıyla ve yaptıkları amellerle nitelendirilerek
66
Vakıa, 56, 8, 27; el-Beled, 90, 18.
92
tanımlandırılmaktadır.
Aşağıdaki
ayetler
bunun
en
açık
örnekleridir:
َ ُ َ َ
ُ َّ َ ْ ُ َ َ َ َ ُ
َ َّ ْ ُ َ َ ْ ُ َ َ َّ َ
(ات أولـ ِئك أ ْصحاب الجن ِة ه ْم ِفيها خ ِالدون
ِ ) وال ِذين آمنوا وع ِملوا الص ِالح
“İman edip salih ameller işleyenler ise cennetliklerdir. Onlar orada
ebedî kalacaklardır.” )Bakara, 2/82)
Buna göre, cennet ehli, iman edip salih amel işleyen
kimselerdir.
َّ َ ُ َ َ َ َ ُ
ِّ َ ْ ُ ْ َ
َ َّ ْ ُ َ َ ْ ُ َ َ َّ َّ
ات َوأخ َبتوا ِإَل َرب ـ ِه ْم أ ْول ِـئك أ ْصحاب الجن ِة
ِ ّ) ّ ِإن ال ِذين آمنوا وع ِملوا الص ِالح
َ ُ َ َ
ُ
)ه ْم ِفيها خ ِالدون
“İnanıp da güzel işler yapan ve Rablerine gönülden boyun eğenlere
gelince, işte onlar cennet ehlidir. Onlar orada ebedi kalırlar.” )Hûd,
11/23)
Buna göre, cennet ehli, inanıp da güzel işler yapan ve
Rablerine gönülden boyun eğenlerdir.
ََ ٌ َ ََ
َ َ ْ َّ ُ ُ َّ َ َّ َّ َ َ ُ َ ر
َ َ ُ َ َُ ْ َ ُ َ
استق ُاموا فَل خ ْوف عل ْي ِه ْم َوًل ه ْم يحزنون أ ْول ِئك
) ِإن ال ِذين قالوا ربنا اّلل ثم
ُ
َ
َ َّ َ ْ ُ َ َ
َ ُ َ
َ َ َ َ
(أ ْصحاب الجن ِة خ ِال ِدين ِفيها جزاء ِب َما كانوا ي ْع َملون
“Cennet ehli, ‘Rabbimiz Allah’tır’ deyip sonra da dosdoğru
yaşayanlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir. Onlar cennet
ehlidirler. Yapmakta olduklarına karşılık orada ebedi kalacaklardır.”
)Ahkâf, 46/13-14)
Buna göre, cennet ehli, ‘Rabbimiz Allah’tır’ deyip sonra da
dosdoğru yaşadıkları için korkuya maruz kalmayacak ve
üzülmeyecek olanlardır.
93
Yukarıdaki ayetlerde cennet ehlinin ayet sırasına göre şu
eylemlerde bulunanlar olduğu belirtilmiştir:
1- İman edip salih amel işleyen kimselerdir.
2- İnanıp da güzel işler yapan ve Rablerine gönülden boyun
eğenlerdir.
3- ‘Rabbimiz Allah’tır’ deyip sonra da dosdoğru yaşadıkları
için korkuya maruz kalmayacak ve üzülmeyecek olanlardır.
d- Ateş Ehli, Cehennemlikler ()أصحاب النار
Ateş ehli anlamına gelen
( )أصحاب ّالنارtabiri bir isim
tamlamasıdır. Bu kalıp bu şekliyle Kur’an-ı Kerim’de 20 defa
tekrarlanmıştır. Soldakiler/sol ehli ( )أصحاب ّالمشأمةve (ّ أصحاب
)الشمالşeklinde de ifade edilen ateş ehli67 de Kur’an’da
inandıklarıyla
ve
yaptıkları
tanımlandırılmaktadır.
Aşağıdaki
amellerle
ayetler
nitelendirilerek
bunun
en
açık
örneklerdir:
َ ُ َ َ
ُ َّ ُ َ َ َ َ ُ َ َ ْ ُ َّ َ ْ َ َ َ َّ
( ) َوال ِذين كفروا َوكذبوا ِبآي ِاتنا أول ِـئك أ ْصحاب الن ِار ه ْم ِفيها خ ِالدون
“İnkâr eden ve âyetlerimizi yalan sayanlara gelince onlar
cehennemliklerdir ve orada devamlı kalıcıdırlar.” (Bakara, 2/39)
Buna göre cehennem ehli, Allah’ı inkâr eden ve ayetlerini
yalan sayanlardır.
67
Vakı‘a, 56, 9, 41; el-Beled, 90, 19.
94
َ
ْ َ َ َ ِّ َ ا
ُ َّ ُ َ َ َ َ ُ َ ُ ُ َ
َ
َ ) َب ََل َمن َك َس
ب َسيئة َوأحاطت ِب ِه خ ِطيـئته فأ ْول ِـئك أ ْصحاب الن ِار ه ْم ِفيها
َ ُ َ
(خ ِالدون
“Hayır! Kim bir kötülük işler de kötülüğü kendisini çepeçevre
kuşatırsa işte bu kimseler cehennemliktirler; onlar orada ebedî olarak
kalırlar.” (Bakara, 2/81)
Buna göre cehennem ehli, kötülük işleyip de kötülüğü
kendisini çepeçevre kuşatan kimsedir.
َّ
ه
َ َ َ َُ َ
َ َ ٌّ َ َ ٌ َ ال ف
ٌ َ ْ ُ الش ْهر ْال َح َرام ق َتال ف
اّلل
ّ)ّي ْسألونك ع ِن
ِ يل
ِ ِ يه قل ِقت
ِ ِ ٍ ِ ِ
ِ يه ك ِبب وصد عن س ِب
ِ
ُْ َ
َْ َُْ ْ
َْْ َ
ْ َ ُ ْ َ
َ ه
َ
َ ْ
ََْ ُ ْ
ْ َ ْ َ
اّلل َوال ِفتنة أ ك ر َ ُب ِمن القت ِل َوال
ِ وكف ٌر ِب ِه والمس ِج ِد الح َر ِام و ِإخ َراج أه ِل ِه ِمنه أ ك ر ُب ِعند
ُ
ْ ُ َ َ ْ
َ ُ ْ َ َ
َ ُ َ َ ُ َ ُ َ ُ َ ُ ْ َ ََّ َ َ ر
استطاعوا َو َمن ي ْرت ِدد ِمنك ْم عن ِدي ِن ِه
ت ي ُردوك ْم عن ِد ِينك ْم ِإ ِن
يزالون يق ِاتلونكم ح
َ
ْ
َ
ُ
َّ ُ َ ْ َ َ َ ْ ُ َ َ
َ َ ر
ْ ُ َ ْ ْ َ َ َ َُْ ٌ َ َ ُ َ ْ ُ ََ
اآلخر ِة وأول ِـئك أصحاب الن ِار
ِ فيمت وهو ك ِافر فأول ِـئك ح ِبطت أعمالهم ِ يف الدنيا و
َ ُ َ َ
ُ
(ه ْم ِفيها خ ِالدون
“Sana haram ayı, onda savaşmayı soruyorlar. De ki: Onda savaşmak
büyük günahtır. Allah’ın yolundan menetmek ve O’nu inkâr etmek,
Mescid-i Harâm’dan (insanları) engellemek, halkını oradan çıkarıp
sürmek ise Allah katında daha büyük günahtır. Fitne de öldürmekten
daha ağırdır. Güçleri yeterse sizi dininizden çevirinceye kadar durmadan
sizinle savaşırlar. İçinizden kim dininden döner de kâfir olarak ölürse,
dünyada ve âhirette amelleri boşa gidenler işte bunlardır. Cehennem ehli
de bunlardır ve orada onlar devamlı kalıcıdırlar.” (Bakara, 2/217)
Buna göre cehennem ehli, dininden dönüp kâfir olarak
öldüğü için dünyada ve âhirette amelleri boşa gidenlerdir.
َ ُ َ َ
ُ َّ ُ َ َ َ َ ُ َ ْ َ ْ ْ َ ْ َ َ َ ْ ُ َّ َ َ َّ َ
( استك ر َ ُبوا عنها أ ْول َـ ِئك أ ْصحاب الن ِار ه ْم ِفيها خ ِالدون
) وال ِذين كذبوا ِبآي ِاتنا و
95
“Ayetlerimizi asılsız sayan ve büyüklenip onlardan yüz çevirenlere
gelince, işte onlar cehennemliklerdir. Onlar orada ebedî kalacaklardır.
)‘A‘râf, 7/36(
Buna göre cehennem ehli, Allah’ın âyetlerini asılsız sayan ve
büyüklenip onlardan yüz çevirenlerdir.
ْ
َ ْ ر
َ َ َّ َّ َ
ٌ ْ َ ُ َ َ ْ َ ْ َ َ ُ ْ َ َ َّ َ َ َ َ َ
س له دع َوة ِ يف الدن َيا َوًل ِ يف اآل ِخ َر ِة َوأن َم َردنا ِإَل
) ًل جرم أنما تدعون ِ يت ِإلي ِه لي
َّ ُ َ َ ُ َ
ْ ُ ْ َّ َ َ َّ
(ي ه ْم أ ْصحاب الن ِار
رس ِف
ِ
ِ اّلل وأن الم
“Gerçek şu ki, siz beni, bu dünyada da öteki dünyada da çağrılmaya
değer olmayan bir şeye davet ediyorsunuz. Kuşku yok ki dönüşümüz
Allah’adır ve hakikat çizgisinden sapanlar, işte onlar cehennemliktir.”
)Ğâfir, 40-43).
Buna göre cehennem ehli, israf ederek hakikat çizgisinden
sapanlardır.
ْ َ ْ َ َ َ
َ َ َ َّ
َ َّ ُ َ َ َ َ ُ َ َ
ُ َّ َ
( س ال َم ِص ُب
) َوال ِذين كف ُروا َوكذبوا ِبآي ِاتنا أ ْول ِئك أ ْصحاب الن ِار خ ِال ِدين ِفيها و ِبئ
“İnkâr
edip
âyetlerimizi
yalan
sayanlara
gelince,
onlar
cehennemliktir ve orada ebedî olarak kalacaklardır. Ne kötü son!”
)Teğâbun, 64/10).
Buna göre cehennem ehli, inkâr edip Allah’ın âyetlerini yalan
sayanlardır.
Yukarıdaki ayetlerde cehennem ehlinin ayet sırasına göre şu
eylemlerde bulunanlar olduğu belirtilmiştir:
1- Allah’ı inkâr eden ve âyetlerini yalan sayanlardır.
96
2- Kötülük işleyip de kötülüğü kendisini çepeçevre kuşatan
kimsedir.
3- Dininden dönüp kâfir olarak öldüğü için dünyada ve
âhirette amelleri boşa gidenlerdir.
4- Allah’ın âyetlerini asılsız sayan ve büyüklenip onlardan
yüz çevirenlerdir.
5- İsraf ederek hakikat çizgisinden sapanlardır.
e- Zalimler ()الظالمون
Bu kavram, fiil kiplerini bir tarafa bırakırsak isim haliyle
Kur’an-ı Kerim’de çoğul olarak 95, tekil siga tipleri de
eklendiğinde toplam 137 defa geçtiğini görmekteyiz.
Kelime, yapısı itibariyle düzenli müzekker çoğulu olduğu için
الظاملونkelimesine uygun düşen أولئكisim işareti kullanılmıştır.
Buna dair birkaç örnek şöyledir:
ْ ُ ُ َْ َ ُ َ
ٌ َ ْ َ َ َّ َ ُ َ َّ
َ َ
َ ْ ٌ ْ اك ب َم ْع ُروف َأ ْو َت
ان َوال ي ِح رل لك ْم أن تأخذوا
ٍ
ٍ رسي ــح ِب ِإحس
ِ )الطالق مرت
ِ
ِ ان ف ِإمس
َّ َ ْ ُ ُ ُ َّ َ ْ ً َّ َ َ َ َ َ َّ ُ َ ُ ُ َ ه َ ْ ْ ُ ْ َ َّ ُ َ ُ ُ َ ه
اّلل
ِ ِمما آتيتموهن شيئا ِإال أن يخافا أال ي ِقيما حدود
ِ اّلل ف ِإن ِخفتم أال ي ِقيما حدود
ْ ََْ َ
ْ َ ُ ُ ُ ه َ َ َ ْ َ ُ َ َ َ َ َ َ َّ ُ ُ َ ه
َ ََْ َ َ ُ َ َ
اّلل
ِ اّلل فال تعتدوها ومن يتعد حدود
ِ فال جناح علي ِهما ِفيما افتدت ِب ِه ِتلك حدود
َّ
َ
ُ َ َ َُ
(. فأ ْول ِـئك ه ُم الظ ِال ُمون
“(Dönüş yapılabilecek) boşama iki defadır. Sonrası ya iyilikle
geçinmek, ya da güzellikle bırakmaktır. (Evlilikte) tarafların Allah’ın
belirlediği
ölçüleri
koruyamama
endişeleri
dışında
kadınlara
verdiklerinizden (boşanma esnasında) bir şeyi geri almanız, sizin için
97
helâl olmaz. Eğer onlar Allah’ın belirlediği ölçüleri gözetmeyecekler diye
endişe ederseniz, o zaman kadının (boşanmak için) bedel vermesinde
ikisine de günah yoktur. Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır. Sakın
bunları aşmayın. Allah’ın koyduğu sınırları kim aşarsa, onlar zalimlerin
ta kendileridir.” (Bakara, 2/229)
Buna göre zalimler, Allah’ın koyduğu sınırları aşanlardır.
ٌ َّ ُ َ
ٌ ْ َ َّ ٌ ْ َ َ ْ َ َ ْ َ ِّ ُ َ ْ َ َ َّ ْ ُ َ ْ ُ َ َ َّ َ َ َ ر
يه َوال خلة
ِ )يا أيها ال ِذين آمنوا أ ِنفقوا ِمما رزقناكم من قب ِل أن يأ ِ ي َت يوم ال بيع ِف
َّ
َ
َ ْ ٌ َ َ َ َ
ُ َ
(َوال شفاعة َوالك ِاف ُرون ه ُم الظ ِال ُمون
“Ey iman edenler! Alım satım, dostluk ve aracılığın olmadığı bir gün
gelip çatmadan Allah’ın size verdiklerinden O’nun için harcama yapın.
Kâfirler zalimlerin ta kendileridir.” (Bakara, 2/254)
Buna göre zalimler, kâfirlerdir.
َّ
َ
ُ َ َ َُ َ َ
َ
َ َ ْ َ َ ََْ َ ََ ه
(اّلل الك ِذب ِمن ب ْع ِد ذ ِلك فأ ْول ِـئك ه ُم الظ ِال ُمون
ِ )فم ِن افبى عَل
“Artık bundan sonra kim Allah hakkında yalan uydurursa işte onlar
zalimlerin ta kendileridir.” )Âl-i İmrân, 3/94(
Buna göre zalimler, Allah hakkında yalan uyduranlardır.
َ
ْ َّ
َ ُُ
َّ َّ َ َ ْ ْ َ َ َ ْ َ َ َ
َ َ َ ْ ي ب ْال َع
َ َْْ َ
َ الن ْف
نف َواألذن
ف
الن
ب
س
)وكتبنا علي ِهم ِفيها أن
ِ ي واألنف ِباأل
ِ
ِ س والع
ِ
ِ
َ
َ
ُ ْ َ َّ
َ َّ َ
ُ َّ ٌ َّ َ ُ
َّ ِّ َ ُ ُ
َ ُ ُ ْ َ ِّ ِّ
ٌ وح ق َص
اص ف َمن ت َصدق ِب ِه فه َو كف َارة له َو َمن ل ْم يحكم
ِ ِباألذ ِن والسن ِبالسن والجر
َّ
َ
ُ َ َ َُ َُ َ َ ه
(اّلل فأ ْول ِـئك ه ُم الظ ِال ُمون
ِبما أنزل
“Tevrat’ta İsrâiloğulları’na, ‘Cana can, göze göz, buruna burun,
kulağa kulak, dişe diş... Yaralamalarda da kısas vardır. Kim kısası
bağışlarsa bu kendisi için bir kefâret olur. Ve her kim Allah’ın indirdiği
98
ile hükmetmezse işte onlar zalimlerin ta kendileridir’ diye yazdık.”
)Mâide, 5/45(
Buna göre zalimler, Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenlerdir.
َ َ ْ ُ ْ ْ َ َ ْ َ َ ْ َ ْ ُ َ َ ْ َ ْ ُ َ ْ ُ َّ َ َ ْ ُ َ َ َّ َ َ َ ر
استح ربوا الكف َر عَل
)يا أيها ال ِذين آمنوا ال تت ِخذوا آباءكم و ِإخوانكم أو ِلياء إ ِن
َّ
َ
ُ َ َ َُ ُ
ُ َّ َ َ
َ
(ان َو َمن يت َولهم ِّمنك ْم فأ ْول ِـئك ه ُم الظ ِال ُمون
ِ ِاْليم
“Ey iman edenler! Şayet inkârı imana tercih ederlerse, babalarınızı
ve kardeşlerinizi dahi dayanıp güvenilecek dostlar edinmeyin. İçinizden
kimler onları dost edinirse, işte kendilerine kötülük edenler bunlardır.”
(Tevbe, 9/23)
Buna göre zalimler, küfrü tercih eden babalarına ve
kardeşlerine dayanıp onları güvenilecek dostlar edinenlerdir.
َ
َ
َ ُ ُ َ َ
َ
َ َّ َ َ َ ر
ُْ
ٌ آم ُنوا ًَل َي ْس َخ ْر َق
َ ين
وم ِّمن ق ْو ٍم ع َس أن يكونوا خ ْ ًبا ِّمنه ْم َوًل
ّّ)يا أيها ال ِذ
َ
َ
َ
َ
َ
ْ
ْ
َ
ْ
َ
ُ
َ
ُ
ُ
َ ن َساء ِّمن ِّن َساء َع َس أن َيك َّن َخ ْ ًبا ِّم ْن ُه َّن َوًل تلم ُزوا أنف َسك ْم َوًل ت َن َاب ُزوا باأللقاب ب ْئ
س
ِ
ِ
ِ ِ
ِ
َ ُ َّ ُ ُ َ َ ْ ُ َ ْ ُ َ ْ َّ َ َ َ ْ َ ْ َ ُ ُ ُ ْ ُ ْ
(ان ومن لم يتب فأول ِئك هم الظ ِالمون
ِ ِاالسم الفسوق بعد ِاْليم
“Ey iman edenler! Bir topluluk diğer bir toplulukla alay etmesin;
zira onlar kendilerinden daha iyi olabilirler. Kadınlar da başka
kadınlarla alay etmesinler; çünkü alay edilenler edenlerden daha iyi
olabilirler. Biriniz diğerinizi aşağılamayın, birbirinize kötü ad takmayın.
İman ettikten sonra fâsıklıkla anılmak ne kötüdür! Günahlarına tövbe
etmeyenler yok mu, işte zalimler onlardır.” )Hucurât, 49/11(
Buna
göre
zalimler,
işledikleri
etmeyenlerdir.
99
günahlarına
tövbe
ُ ُ ْ َ
ُ َ
ِّ
َ َ
ْ ُ ُ َ َ َ َّ َ ُ َّ ُ ُ َ ْ َ َ َّ
ين َوأخ َرجوكم ِّمن ِدي ِارك ْم َوظاه ُروا
ِ ) ِإنما ينهاكم اّلل ع ِن ال ِذين قاتلوكم ِ يف الد
َّ
َ
ُ َ َ ُ َ ُ َّ َ َ
ُ َّ َ َ ُ َ ْ َ َ
(اجك ْم أن ت َول ْوه ْم َو َمن يت َوله ْم فأ ْول ِئك ه ُم الظ ِال ُمون
ِ عَل ِإخر
“Allah ancak, din konusunda sizinle savaşmış, sizi yurtlarınızdan
çıkarmış ve çıkarılmanıza yardım etmiş olanlarla dostluk kurmanızı
yasaklar. Kim onlarla dost olursa işte bunlar kendilerine yazık
etmişlerdir.” (Mumtahine, 60/9)
Buna göre zalimler, din konusunda müminlerle savaşmış,
onları yurtlarından çıkarmış ve çıkarılmalarına yardım etmiş
olanlarla dostluk kuranlardır.
Yukarıdaki ayetlerde zalimlerin ayet sırasına göre şu
eylemlerde bulunanlar olduğu belirtilmiştir:
1- Allah’ın koyduğu sınırları aşanlardır.
2- Kâfirlerdir.
3- Allah hakkında yalan uyduranlardır.
4- Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenlerdir.
5- Küfrü tercih eden babalarına ve kardeşlerine dayanıp
onları güvenilecek dostlar edinenlerdir.
6- İşledikleri günahlarına tövbe etmeyenlerdir.
7- Din konusunda müminlerle savaşmış, onları yurtlarından
çıkarmış ve çıkarılmalarına yardım etmiş olanlarla dostluk
kuranlardır.
100
البية( ر
f- İnsanların En İyileri ve En Kötüleri (البية
)رس ر,
)خب ر
Kur’an-ı Kerim’de sadece bir yerde geçen ( )ش ّالييةve (ّ خي
)الييةifadesi isim tamlamasından oluşan bir tabirdir. (ّ )شve (ّ)خي
ْ
kelimelerinin asıl siga yapısı isim tafdil olarak ( )أف َعلkalıbındaki
َ
ْ
(ّ )أشve (ّ )أخ َيolup sık kullanıldıklarından ötürü başlarındaki
hemze düşürülerek mevcut hali almışlardır. Bu cihetle anlamları
en şerli ve en hayırlı demektir.
Bunun Kur’an’daki tek örneği Beyyine süresinde geçen
aşağıdaki ayettir:
َ َّ َ َ َ
َ َ ُ َ َ
َ َّ َّ
َ ين َك َف ُروا م ْن َأ ْهل ْالك َتاب َو ْال ُم رْرسك
ي ِ يف ن ِار جهن َم خ ِال ِدين ِفيها أ ْول ِئك
ّ)ّ ِإن ال ِذ
ِ
ِِ
ِ ِ ِ
ُ
َ
َّ
ْ
ُ
َ
َّ َّ َ ْ ُ ْ رَ ر
ُ َ
َ َ َُ َ
َّ
َ َّ
.( ات أ ْول ِئك ه ْم خ ْ ُب ال ر َ ِبي ِة
هم
ِ رس ال ر ِبي ِة ِإن ال ِذين آمنوا وع ِملوا الص ِالح
“Şüphesiz, inkâr eden kitap ehli ile Allah’a ortak koşanlar, içinde
ebedî kalmak üzere cehennem ateşindedirler. İşte onlar insanların en
kötüsüdürler. Şüphesiz, iman edip, salih ameller işleyenler var ya; işte
onlar insanların en hayırlısıdırlar.” (Beyyine, 98/6-7)
Buna göre insanların en kötüleri, inkâr eden kitap ehli ile
Allah’a ortak koşanlardır. Diğer taraftan insanların en hayırlıları,
iman edip, salih ameller işleyenlerdir.
101
SONUÇ
Kur’an-ı Kerim’in tanımları, açık bir şekilde bilinen cins ve
fasıl bölümlerinden
oluşan mantıki
tanımlar olmayıp,
genellikle sıfatlar üzerine izah edilen tanımlardır. Bu durum
evrensel bir kitap için oldukça önem arz etmektedir. Kur’an’ın
tanımını yaptığı kavramların genelde insan tipleri ile insanın
sahip olabileceği özelliklerin tanımı şeklindedir.
Tanım kategorisinde değerlendirebileceğimiz ayetlerin
bazısı vasfi; yani sıfatlarla yapılan tanımdır, bazısı ism-i
mevsûllerle yapılan tanımlardır, bir diğer kısmı soru
cevabında gelen tanımlardır, diğer bir kısmı hasr/indirgeme
üslubuyla ifade edilen tanımlar olurken diğer bir kısmı da
işaret isimleri bağlamında yapılan tanımlardır. Bu da Kur’an’da
yer alan tanımların, haddi tam değil de tanımın resm veya
edebi kategorisinde olduğunu göstermektedir.
İhtiyaç duyulmadığı yerde muarraf olan kelimenin
kendisine, tanımın cins veya fasl bölümlerine yer verilmediği
Kur’an-ı Kerim’deki tanım örneklerine rastlamak mümkündür.
İsm-i mevsûllerin tanımlarda tanımın cins bölümünü
oluşturduğu hükmü müzekker çoğulu kipi ( )الذينile sınırlıdır ve
ona özel bir durumdur. Müennes çoğulu (ّ )الالتveya müzekker
102
veya müennes tekil ve tesniye ism-i mevsûllerin Kur’an
tanımlarında cins bölümünü oluşturmamıştır.
Kur’an-ı Kerim’de tanım olarak değerlendirebileceğimiz ifade
َ َُ
biçimlerinin soruya cevaben geldiği örneklerin ( َ)ي ْسألونكsana
َ َْ
soruyorlar ve (ّ )ماّأدراكBilir misin nedir kalıp cümlelerine cevaben
geldiği görülmüştür.
Kur’an-ı Kerim’in azımsanmayacak miktardaki tanımları
hasr/indirgeme üslubuyla yapıldığını tespit ettik. Söz konusu
hasr üslubu Kur’an-ı Kerim’de genel Arapçadan farksız bir şekilde
hasr edatı ( )إنماile ifade edildiği gibi, istisna edatlarıyla da ifade
edilmiştir.
İşaret isimleri bağlamında tanım yapmanın Kur’an’a has bir
tanım biçimi olup mantıki tanımlara benzer bir tarafı
bulunmamaktadır.
103
KAYNAKÇA
Abdulbaki, Muhammed Fuad, el-Mu‘cemu’l-Mufehres li elfazi’lKur’ani’l-Kerîm, Kahire: Daru’l-Kutubi’l-Mısriyye, 1397.
Akbaş, Rıfat, Arap Gramerinde Kavram ve Terminoloji Sorunu. Ankara:
Gece Akademi, 2018.
‘Avvâd, Abdulhadi Abdulkerîm, “et-Ta‘rîfâtu’l-Kur’âniyye dirâse
ve tahlil”, Mecelletu Kulliyeti’l-‘Ulûmi’l-İslâmiyye Câmi‘atu’lMevsil, sayı: 14/1, 2013.
Candan, Abdurrahman, Fukaha’nın Kur’an Tasavvuru. İstanbul:
Denge Yayınları, 2012.
Cebel, Muhammed Hasan Hasan, el-Mucemu’l-İştikakî el-Mûsil li
elfâzi’l-Kur’ani’l-Kerîm. Kahire: Mektebetu’l-Adâb, 2010.
el-Cezâ’irî, Nûruddin bin Ni‘metullah, Furûkulluğât fi’t-temyiz beyne
mefadi’l-kelimât, thk. Muhammed Ridvan ed-Dâye. Dimaşk,
el-Musteşariyye es-Sakafiyye el-İraniyye, 1987.
el-Curcânî, Abdulkâhir, Delâ’ilu’l-î‘câz, Beyrut: Dâru’l-Ma‘rife,
1981.
Çıkar, Mehmet Şirin, Nahivciler ile Mantıkçılar Arasındaki
Tartışmalar, )İstanbul: İsam, 2009(.
Ebu’s-Su‘ûd, Muhammed bin Muhammed el-İmadî, İrşadu’l-Akli’sselîm ila mezâya’l-Kur’ani’l-Kerîm. Beyrut; Dâru İhyai’tTurasi’l-Arabî, ts.
104
el-Endelusî, Ebû Hayyân, el-Bahru’l-muhît. Beyrut: Dâru’l-Kutubi’lİlmiyye, 1993.
el-Feyyûmî, Amed bin Muhammed bin Ali, el-Misbâhu’l-munir,
Beyrut: Mektebet Lubnan, 1987.
İbn Faris, Ahmed bin Fâris bin Zekeriya er-Râzî, Mu‘cemu
makâyîsi’l-luğa. Beyrut: Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, 1999.
İbn Manzûr, Lisânu’l-‘Arab. Kahire: Daru’l-Maarif, ts.
İbn Sehlân, el-Besâ’iru’n-nasîriyye fî ilmi’l-mantık. Beyrut: Dâru’lFikri’l-Lubnânî, ts.
Kadri, Hayri, Envâ‘ ta‘rifil-mefâhîm fi’l-Kur’ani’l-Kerim ve’l-Hedîsi’nNebevîyyi’s-sahîh
et-ta‘rif
bi’s-selb
nemüzecen,
(Kahire:
Mektebetu’l-Adab, 2015)
el-Kazvînî, el-Hatîb, Metnu’t-Telhîs. )Kahire: Mektebetu’l-Huseyn
et-Ticariyye, 1949), 45-46.
el-Kefevî, Ebu’l-Bekâ’ Eyyûb bin Mûsa el-Huseyn¸, el-Kulliyât fi’lmustalahât ve’l-furûki’l-lğaviyye, thk. ‘Adnân Dervîş ve
Muhammed el-Mısrî. Beyrut: Muessesetu’r-Risâle, 1993.
el-Kubeysi, Ahmed Ubeyd, Mevsü‘atu’l-kelime ve ahavâtuha fi ‘lKur’ani’l-Kerim. Beyrut: Daru’l-marife, 2017.
Matlûb, Ahmed ve el-Basir, Hasan, el-Belâğa ve’t-tatbîk. Bağdat:
Vizâretu’t-ta‘lîmi’l-‘âlî ve’l-behsi’l-ilmî,1999.
105
el-Meydânî, Abdurrahman Hasan Habenneke, Davâbitu’l-Ma‘rife ve
Usûlu’l-istidlâl ve’l-munâzara. Dimaşk: Dâru’l-Kalem, 1988.
Necati Öner, Klasik Mantık. Ankara: Vadi Yayınları, bs. 9, 2000.
er-Râğib el-Isfahanî, Mufredâtu elfâzi’l-Kur’an, thk. Safvan Adnan
Davudî. Dimaşk: Dâru’l-Kalem, 1992.
es-Sehlî, Abdullah bin Decîn, “el-Bedâ’ilu’l-İslamiyye li’l-hudûdi’lmantıkıyye”, Mecelletu Câmiat Muhammed bin Suud elİslamiyye el-Ulûmu’ş-Şeriyye, sayı: 11, 1430, )253-341)
es-Senûsî, Abdurrahman bin Muammer, Mukaddime fî sun‘i’lhudûdi ve’t-ta‘rîfât, Beyrut: Dâru İbn Hazm, 2004.
et-Tilbânî, Fatıma Hılmî Abdullah, et-Ta‘rîfâtu’n-Nebeviyye el-vâride
fî ahâdîsi’l-kutubi’s-sitte cem‘ ve dirâse, )Yayımlanmamış
Yüksek Lisans Tezi( Gazze, el-Câmi‘atu’l-İslamiyye, 2015.
Zemahşeri, Mahmûd b. Ömer, el-Keşşâf ‘an hakâ’iki ğavâmid’t-tenzîl.
Kahire: Dâru’r-Reyyân, 1987.
ez-Zerkeşî, Bedruddîn Muhammed, el-Burhân fî ‘ulûmi’l-Kur’an,
(thk. Ebu’l-Fadl ed-Dimyâtî(. Kahire: Dâru’l-Hadîs, 2006.
106