Location via proxy:   [ UP ]  
[Report a bug]   [Manage cookies]                
Skip to main content
Dücane Demirtaş

Dücane Demirtaş

Andrew Lang, dinin menşeine dair on dokuzuncu yüzyıldaki yeni disiplinlerin katı evrimci yaklaşımları karşısında konumlanan şüpheci bir İskoç aydınıdır. İskoçya’nın sınır kasabası olan ve henüz sanayileşmenin Orta Çağ’a özgü masalsı... more
Andrew Lang, dinin menşeine dair on dokuzuncu yüzyıldaki yeni disiplinlerin katı evrimci yaklaşımları karşısında konumlanan şüpheci bir İskoç aydınıdır. İskoçya’nın sınır kasabası olan ve henüz sanayileşmenin Orta Çağ’a özgü masalsı çevresini tahrip etmediği  Selkrik’te dünyaya gelmesi ve çocukluğunu burada geçirmesi, Lang’ın folklor çalışmalarına yönelik iştiyakını temin etmekle kalmayacak aynı zamanda karşılaştırmalı mitoloji ve din  araştırmalarında Max Müller, Thomas Henry Huxley ve Edward Burnett Tylor gibi muasırı aydınların dinin kökenine yönelik teorilerine etkili eleştiriler ortaya koymasına fırsat sağlayacaktır. Bu makale dahilinde; Viktorya dönemi aydınları arasında bir iptila addedilebilecek köken düşüncesinin Lang’a ait alışık olmadık örnekleri ele alınacaktır. Lang, Avustralya’daki yerli topluluklar arasında keşfedilen yüce varlıkları;  müntesiplerinin maddi kültürleri, çağdaş Hıristiyanlıkla var olan benzerlikleri, Kitab-ı  Mukaddes’teki İbrani Tanrısı’yla kurulan analoji ve müteakip din çalışmalarında önemli bir yer edinecek deus otiosus kavramına ima ile inşa etmektedir. Her ne kadar muasırları Lang’ın dinin kökeni ve gelişimine dair bu kışkırtıcı teorisini erken modern dönemlerde sık rastlanan apolojik literatür dahilindeki dejenerasyon anlatılarıyla ilişkilendirmiş olsa da o, yüce varlıkların kökenlerini maddi kültür dahilinde saptama konusundaki ısrarını sürdürecektir. Bu sayede, dinin menşeine dair mevcut teorilerin aynı bilgi kaynakları üzerinden üretilen yorumlarının tutarsızlığını ortaya koyarken diğer yandan farkında olmadan ilkel monoteizm düşüncesi örneğinde olduğu üzere çağdaş apolojik literatürün gelişmesine katkı sağlayacaktır.
İnsan hatırlayan bir varlıktır. Modern insan kendisini tarih denen bir sürecin sonucu olarak görür; arkaik insan ise varlığını mitolojide işlenen bir başlangıcın taklidine borçlu hisseder. Her ikisi için de geçmiş, mahiyet olarak bugünü... more
İnsan hatırlayan bir varlıktır. Modern insan kendisini tarih denen bir sürecin sonucu olarak görür; arkaik insan ise varlığını mitolojide işlenen bir başlangıcın taklidine borçlu hisseder. Her ikisi için de geçmiş, mahiyet olarak bugünü şekillendiren doğal ya da ilahi bir içerik olarak hatırlanır. Birçokları için modern insan mitolojik dünyadan ve onun tesirinden bütünüyle uzaktır. Zira tarihin sunduğu “olayların geriye dönüşlü olmaması” olgusu, arkaik insan için bir gerçeklik oluşturmaz. Hâlbuki her iki şekilde de insan dünü, bugün için hatırlar. Herhangi bir tarihsel vakıayı niçin hatırladığımız ile nasıl hatırladığımız arasında sıkı bir bağ olması gibi arkaik insan için de herhangi bir mitolojinin niçin hatırlandığı ve nasıl hatırlandığı arasında bir ilişki vardır. Bu bağ, yani insanın geçmişe yaklaşmasının ön koşulu, onun bugün için aksiyonel değerini keşfetmektir. “Tarihte anlam her zaman mevcut ana uzanır”, zira tarih hakkında konuşmak aslında kendimiz hakkında konuşmaktır. Bu yüzden geçmişi ancak bir diyalog vasıtasıyla hatırlarız.
Bu tez, Orta Çağ ve Erken Modern Dönem eserlerinde Kitab-ı Mukaddes’in yaratılış temasına atıfla kullanılan köken düşüncesinin, Viktorya Dönemi (1837-1901) din çalışmalarındaki seküler biçimini ve Andrew Lang’ın söz konusu dönem... more
Bu tez, Orta Çağ ve Erken Modern Dönem eserlerinde Kitab-ı Mukaddes’in yaratılış temasına atıfla kullanılan köken düşüncesinin, Viktorya Dönemi (1837-1901) din çalışmalarındaki seküler biçimini ve Andrew Lang’ın söz konusu dönem içerisindeki dinin kökenine dair fikirlerini konu edinmektedir. 19. yüzyıldaki seküler biçiminden önce köken düşüncesi; Orta Çağ Hıristiyan azizleri ve Erken Modern Dönem araştırmacıları tarafından insanın ve tabiatın doğasını Kitab-ı Mukaddes’in yaratılış anlatısıyla temellendirilmek için kullanılmaktaydı. Ancak köken düşüncesinin sosyal ve fiziki araştırmalardaki yaratılış anlatısıyla ilişkili bu hali, yüzyıl içerisinde yerini seküler bir biçime bıraktı. Dinin seküler kökenleri de söz konusu dönem içerisinde keşfedildi ve Edward Burnett Tylor, James Frazer ve Max Müller’in dinin menşeine dair teorileri ortodoks yorumlara dönüştü. İskoç şair, edebiyatçı ve antropolog Andrew Lang ise çağdaşı söz konusu ortodoks teorilerin köken anlatılarına yönelik eleştirel çalışmalar ortaya koymuş; Avustralya’daki arkaik toplulukların inançlarından örneklerle “Yüce Varlık” teorisini ileri sürmüştür. Lang’ın dinin kökenine yönelik ortaya koyduğu bu alternatif seküler köken her ne kadar apolojik bir iddia barındırmasa da; din çalışmaları içerisinde ilkel monoteizm teorisinin temellendirilmesi ve deus otiosus kavramının geliştirilmesi için önemli bir kaynak teşkil etmiştir. Bu tez içerisinde, Viktorya Dönemi seküler din çalışmalarında bir temel olarak görülen köken düşüncesinin tarihi bağlam içerisindeki Hıristiyan kökleri ele alınmış; aynı zamanda Andrew Lang’ın “Yüce Varlık” teorisi örneği göz önünde bulundurularak söz konusu dönem içerisindeki ortodoks köken anlatılarına meydan okuyan ve yeni köken teorilerine temel teşkil edecek çalışmaları değerlendirilmiştir.
Tanıtım: 19. yüzyılın sonlarında İslam dünyasının sorunları üzerine kafa yoran Cemaleddin Afgani’nin hayatı ve kişiliği sadece tarihçilerin inceleme konusu olmaktan daha fazla bir anlama sahiptir. Onun faaliyetleri İslam dünyasının hem... more
Tanıtım: 19. yüzyılın sonlarında İslam dünyasının sorunları üzerine kafa yoran Cemaleddin Afgani’nin hayatı ve kişiliği sadece tarihçilerin inceleme konusu olmaktan daha fazla bir anlama sahiptir. Onun faaliyetleri İslam dünyasının hem siyasi hem de fikri süreçleri üzerinde önemli izler bıraktı. Çok yönlü kişiliğe sahip olan Afgani, yazdıkları ve söyledikleri ile günümüzdeki tartışmalara katkı sunmaya devam eden nadir figürlerden biridir.
Anwar Moazzam’ın yıllar süren incelemelerinden bir kesit sunan “Cemaleddin Afgani Doğunun Müslüman Mütefekkiri” adlı titizlikle hazırlanmış incelemesi onun kişiliğine ve düşüncelerine ışık tutacak ayrıntılarla dolu. Kitap İslamcılık düşüncesinin en önemli portrelerinden Afgani’nin ahlak, din, tarih, İslam birliği, felsefe, Batı, demokrasi, natüralizm, sosyalizm ve siyasete ilişkin görüşlerinin yanı sıra hayatının ayrıntılarına dair değerlendirmeleriyle de bilinmeyenlere ışık tutuyor. Yazar sadece Afgani’yi anlatmıyor elbette; düşünce tarihini, sömürgecileri, İslam’ı tanımak isteyen Avrupalı bilim adamlarının yanılgılarını da resmediyor.
Esasen canlı ve düşündürücü bir siyasi-entelektüel biyografi özelliği taşıyan bu kitap, hayat hikayesi bugüne kadar birçok kez kaleme alınan ve daima hatırlanan düşünüre farklı açılardan yeniden bakma fırsatı veriyor.
Hz. İsa’nın tarihsel kişiliği ve mesajının içeriği farklı teoloji ve inanç kaideleri içerisinde yorumcuların ilgi ve çağdaş kaygılarının bir ürünü olarak hatırlana gelmiştir. Bu ilgi bağı, erken dönem Hristiyan kiliseleri arasındaki... more
Hz. İsa’nın tarihsel kişiliği ve mesajının içeriği farklı teoloji ve inanç kaideleri içerisinde yorumcuların ilgi ve çağdaş kaygılarının bir ürünü olarak hatırlana gelmiştir. Bu ilgi bağı, erken dönem Hristiyan kiliseleri arasındaki teolojik aforizmaların bir parçası iken modern dönemlerde teist din adamları için inanca dair argümanların bilimsel bir tevil vasıtası olmuştur. Belki de bunun en net örneği yakın zamanda sıkça karşılaşılan Hz. Meryem’in bakire kalışı ve Hz. İsa’nın babasız doğumu gibi konuların çağdaş Kuran ve İncil yorumlarında makul, bilimsel izahat arayışlarıdır. Halbuki böylesi bir yaklaşım sadece ele alınan kişinin tarihselliğini çağdaş bir kaygıyla bağdaştırmakla kalmaz aynı zamanda Eski Ahit ve Roma kültür-inanç havzası etrafında Hz. İsa’nın kişiliği üzerinde toplanan mitsel karakterini göz ardı etmemize de sebebiyet verir. Öyle görülüyor ki Hz. İsa’nın tarihsel kişiliği ve mesajının içeriği Eski Ahit eskatolojisi, 1. yüzyıl Yahuda topraklarında şiddetlenen isyan hareketleri ve Helen kültürünün popüler Yahudi inançları üzerindeki tesirinden bağımsız anlaşılamaz. Bu çalışma boyunca bakirelik fenomeninin farklı toplumlardaki muadillerini kısaca sıralayarak işlevlerini ortaya koymaya çalıştık. Yine babasız doğum ve bakire anne motifinin 1. yüzyıl Yahudi eskatolojisiyle ne denli iç içe geçtiğini ve kurtarıcı kral Mesih inancının bir parçasına dönüştüğünü göstermeyi hedefledik. Nihayetindeyse Hz. İsa’nın tarihsel karakterinin açık bir maksatlılık güdülerek bu mitsel kimlikle bağdaştığını örnekleriyle sunduktan sonra Kuran’da geçen Hz. Meryem ve Hz. İsa pasajlarına dair dini pragmatik bir yorumda bulunduk.
Kuran yorum geleneği yani tefsir, İslam edebi türleri içerisinde fıkhın ardından en hacimli ilim alanıdır. İslam toprakları içerisindeki neredeyse tüm nesiller, Müslüman toplumların yüzleştikleri temel mevzulara atıf yapan Kuran... more
Kuran yorum geleneği yani tefsir, İslam edebi türleri içerisinde fıkhın ardından en hacimli ilim alanıdır. İslam toprakları içerisindeki neredeyse tüm nesiller, Müslüman toplumların yüzleştikleri temel mevzulara atıf yapan Kuran yorumlarını ortaya koymuşlar ve bu şekilde tefsir ilmini, farklı coğrafya ve çağlarda çeşitli konular hakkında Müslümanların ne düşündüğüne dair sürekliliği olan bir vesika haline getirmişlerdir. Diğer yandan metodolojik bir temele dayandırılmış başka İslami ilim alanlarıyla kıyaslandığında İslam tefsir geleneği, Kuran metninin nasıl yorumlanacağına dair fikir birliğinden yoksun ve çoğu zaman metin hakkındaki çıkarımların öngörülemediği bir sahadır. Zira, Orta Çağ İslam dünyasında birden fazla yoruma dayalı teori vardı; ve aslına bakılırsa birçok müfessir tek bir çalışmada bu usullerin birçoğundan aynı anda yararlanıyordu. Farklı mezhepler ve ekollerarasındaki çekişme de sürekli olarak karşılıklı bir fikir aktarımına vesile oluyordu. Buna rağmen klasik dönemde tefsir geleneği modern döneme nispetle daha fazla bütünlük gösterir. Birçok modern müfessir, klasik döneme ait metodoloji ve prensipleri bir kenara bırakıp vahyin inceliğini çağdaş insanın ilgisine indirgeyerek ideolojik şekilde Kuran’ı yorumlamaya koyulmuştur.