Location via proxy:   [ UP ]  
[Report a bug]   [Manage cookies]                
Skip to main content
  • noneedit
  • Selçuklu Medeniyeti Araştırmaları Dergisi (SEMA), Necmettin Erbakan Üniversitesi Selçuklu Kültür ve Medeniyeti Uygula... moreedit
Research Interests:
Gazneli Devleti Sultan Mahmud’un otuz üç yıllık (998- 1030) saltanatında en parlak dönemini yaşamıştır. Devletin sınırları Mâverâünnehir’den Kuzey Hindistan’ın içlerine kadar genişlemiştir. Ancak Gazneli Mahmud’un vefatından sonra tüm bu... more
Gazneli Devleti Sultan Mahmud’un otuz üç yıllık (998-
1030) saltanatında en parlak dönemini yaşamıştır.
Devletin sınırları Mâverâünnehir’den Kuzey
Hindistan’ın içlerine kadar genişlemiştir. Ancak Gazneli
Mahmud’un vefatından sonra tüm bu gelişmeler
duraklamış, devlet sınırları daralmış, gün geçtikçe
egemenlik alanları azalmıştır. Özellikle Sultan
Muhammed ve Sultan Mesud’un dirayetsiz davranışları
ve olumsuz rekabetleri neticesinde devlet parçalanmış,
431/1040 yılında Selçuklu Türkmenleri Horasan’da
muktedir bir devlet olarak ortaya çıkmıştır. Sultan
Mesud, Selçuklulara karşı yenildikten sonra öldürülmüş,
ikinci kez Sultan Muhammed devletin başına geçmiştir.
Sultan Muhammed kısa bir müddet sonra Sultam
Mesud’un oğlu Mevdud tarafından öldürülmüştür.
Sultan Muhammed’in öldürülmesinin ardından
şehzadeler arasında sonu gelmeyen taht kavgaları
başlamıştır. Devlet içindeki taht mücadelelerini fırsat
Tuğrul Bozan 443/1052 yılında yönetime koymuş,
başta Sultan Abdürreşid olmak üzere ele geçirdiği tüm
hanedan mensuplarını katletmiştir. Böylece büyük bir
yıkıma uğrayan devlet bir kırk gün sonra tekrar
hanedanın eline geçmiştir. Fakat şehzadeler arasındaki
çekişmeler nedeniyle Sultan Behram Şah döneminde
Selçuklulara bağlı bir hanedan haline gelmiştir.
Anahtar Kelimeler:
Gazneli Mesud
Gazne
İslam Tarihi
Hindistan
Research Interests:
At the beginning of the 14th century, one of the centers in the Mediterranean has been occupied by a reputable statesman, Turcoman Dündar Bey, whom took the advantage of the change of thrown of the neighboring principality, İlhanlı.... more
At the beginning of the 14th century, one of
the centers in the Mediterranean has been
occupied by a reputable statesman,
Turcoman Dündar Bey, whom took the
advantage of the change of thrown of the
neighboring principality, İlhanlı. Depending
on the declaration of the pilgrims of
721/1321, it was known that Hamidoğulları,
an independent principality, remained in the
region between Antalya and Konya, yet after
the Seljukians influence, told by Ebu’l-Feda,
one of the localities was in power.
Surrounded by well-built walls and having
two gates, one from the sea, the other from
the land, on his way to see the surroundings,
the ruler of Antalya was captured by
Hamidoğulları Turcomans (by al-Tarakimin
Bani al-Hamid), and Feleküddin Dündar Bey
occupied the city.1 This article examines the
Mediterrenean conquer in the 14th century
and its influence on the neighboring regions
and states.
Keywords:
Yunus Bey
Zincirkıran Mehmed
Korkuteli
Kıbrıs
Research Interests:
Eski Türklerin kahramanlık ve başarılarında kullanmış oldukları savaş araç-gereçleri önemli bir yer tutuyordu. Şüphesiz bu başarılarında en önemli araç at idi. Çünkü at Türkleri askeri başarılara götürmekte ve birçok kavim üzerinde... more
Eski Türklerin kahramanlık ve başarılarında
kullanmış oldukları savaş araç-gereçleri önemli
bir yer tutuyordu. Şüphesiz bu başarılarında en
önemli araç at idi. Çünkü at Türkleri askeri
başarılara götürmekte ve birçok kavim
üzerinde hakimiyet sağlamalarına imkan
vermekte idi. At, manevra yeteneği, savaşlarda
yıldırım hızıyla delip geçme özelliği ile
Türklerin başarılarında önemli rol oynuyordu.
Türkler hızlı atlıları ve akınları sayesinde
kolaylıkla istilalara girişiyor, uzak- yakın
ülkeleri fethediyorlardı. Türk askerlerinin
“kasırgalar gibi birden görünüp kuşlar gibi
uzaklaşmaları” atın kendilerine sağlamış
olduğu imkanla bağlantılıydı. Eski Türk
silahları arasında ok ilk sırayı alıyordu. Oklar
tunç, demir, kemik ya da taş uca sahipti.
Türkler çeşitli oklar icat etmişlerdi. Onlar ıslıklı
ve zehirli oklar da kullanıyorlardı. Yaylar
genelde düz ya da içeriye doğru kıvrık bir
beden ve buna iki tarafta tutturulmuş ve geriye
bükülmüş iki kısa koldan oluşmaktaydı. Yaylar
en çok kayın ağacından yapılıyordu. Yayların
kirişleri genelde sığır sinirindendi.
Kahramanların yaylarının kirişleri kurt sinirinden yapılıyordu. Kullanılan silahlar
arasında kılıç önemli bir yere sahipti. Kılıç
yakın dövüşlerde kullanılıyordu. Yakın dövüş
silahı olarak kama da kullanmaktaydılar. Ayrıca
mızraklar da kullandıkları silahlar arasında
önemli bir yere sahipti. Türkler
mücadelelerinde savunma silahları da
kullanmaktaydılar. Bunlar zırh, miğfer ve
kalkandı. Türkler savaşlarda uzaktan savaş
taktiğini benimsemişlerdi. Bundan dolayı
düşmana yay gerip ok atıyorlardı. Bu durum
kendileri için kan kaybını azaltıyordu. Türk
ordusu savaşlarda saldırıya yönelik
yapılandırılmıştı. Onlar savaş meydanlarında
“kurt oyunu” ya da “turan taktiği” denilen savaş
taktiğini başarıyla uygulamaktaydılar.
Anahtar Kelimeler:
Türk
At
Ok-Yay
Kılıç
Zırh
Kurt Oyunu
Research Interests:
Tarih boyunca savaşlarda birçok savaş âleti kullanılmıştır. Kılıçlar bu savaş âletlerinden birisidir. Kılıçların pek çok çeşidi vardır. Bu çalışmada Ortaçağ İslâm dünyasında kullanılan karaçori isimli kılıç incelenecektir. Karaçori... more
Tarih boyunca savaşlarda birçok savaş âleti
kullanılmıştır. Kılıçlar bu savaş âletlerinden
birisidir. Kılıçların pek çok çeşidi vardır. Bu
çalışmada Ortaçağ İslâm dünyasında kullanılan
karaçori isimli kılıç incelenecektir. Karaçori
isminin nereden geldiği bilinmemektedir. Ancak
bir hükümdar veya devlet yöneticisine nispet
edilebileceği düşünülmektedir. Bu savaş âleti
birçok kaynakta farklı şekillerde
zikredilmektedir. Kaynaklardan anlaşıldığı
kadarıyla, bu kılıç bir süvari silâhıydı. Namlusu
uzun ve eğriydi. Karaçori, Ortaçağ İslâm
dünyasında, doğuda Çin sınırlarından batıda
Anadolu ve Mısır’a kadar geniş bir coğrafyada
kullanılmıştır. Bu kılıç, Türk süvarileri tarafından
fazla kullanılması nedeniyle edebî eserlere de
konu olmuştur. Bu anlamda Esîru’d-dîn-i
Âhsiketî ve Mevlânâ Celâlu’d-dîn-i Rûmî gibi
Ortaçağ şairleri bu silâhı zikretmişlerdir.
Anahtar Kelimeler:
Karaçori
Kılıç
Savaş
Ortaçağ İslâm
Dünyası’nda Silâh
Research Interests:
“Haçlılar” meselesi tarihin tozlu raflarında yerini almışken son yıllarda Afganistan ve ardından Ortadoğu’da Irak ve Suriye krizleriyle tekrar yine gündeme oturmuştur. Dünyanın şu anki egemen gücü olan Amerika Birleşik Devletleri ve onun... more
“Haçlılar” meselesi tarihin tozlu raflarında
yerini almışken son yıllarda Afganistan ve
ardından Ortadoğu’da Irak ve Suriye krizleriyle
tekrar yine gündeme oturmuştur. Dünyanın şu
anki egemen gücü olan Amerika Birleşik
Devletleri ve onun yöneticileri eliyle “Haçlı
ruhu” tekrar dile getirilerek küresel anlamda
medya ve ülke gündemlerini yeniden işgal
etmeye başlamıştır. Ortaçağ’da tarihsel bir olgu
olarak Haçlılar ile mücadelede Türkiye Selçuklu
Devleti ve onun başkenti Konya’nın önemi
büyüktür. Bu makalede Konya’da öğrenim
gören üniversite öğrencilerinin günümüzde
yaşanan olaylar çerçevesinde Haçlı gerçeğini
tanıma düzeyi ölçülmeye çalışılmıştır. Konya,
Anadolu’ya gelen Müslümanlara uzun bir süre
başkentlik yapmış ve Haçlı saldırılarını büyük
ölçüde akamete uğratmış bir şehirdir. Alâeddin
Tepesi’nde metfun bulunan başta Sultan
Alâeddin ve II. Kılıçarslan olmak üzere,
Haçlılara karşı direnişin sembol ismi olan sekiz
Selçuklu sultanını Konya, bağrında
taşımaktadır. Bu önemli tarihsel arka plan,
özellikle Konya’da eğitim gören öğrenciler
tarafından ne ölçüde tanınıyor? Bugüne kadar
cevabı tam verilmemiş bir soru olarak
karşımızda durmaktadır. Konya’da öğrenim
gören üniversite öğrencilerine bilimsel bir
araştırma biçimi olarak anket tekniği
ISSN: 2651-2602, e-ISSN: 2548-0367
88
uygulanmış ve sonuçları SPSS ile analiz
edilerek gençlerin Haçlı tanınırlığı ölçülmeye
çalışılmış olup gençlerde Haçlılar hakkında
yeterli seviyede bir bilgi ve bilinç düzeyi
olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Tarih eğitimi
alanında faaliyet yürüten kurumlar başta olmak
üzere kültür ve sosyal alanda halkla ilişkiler
çalışması yaparak tarih bilincini artırmaya
dönük faaliyetler yapan yerel yönetimlerin
makale sonuçlarından yararlanacakları
düşünülmektedir.
Haçlılar
Türkiye Selçuklu
Devleti
Konya
Ortaçağ
Anket
Research Interests:
Büyük Selçuklu Devletinin, kendinden önceki sanatsal birikimin, sonraki dönem sanat çevrelerine aktarılmasında önemli bir yeri olduğu görülmektedir. Başlangıçta kendisine bağlı bölgesel güçlerin zamanla bağımsız devletler olmaları ve... more
Büyük Selçuklu Devletinin, kendinden önceki
sanatsal birikimin, sonraki dönem sanat
çevrelerine aktarılmasında önemli bir yeri
olduğu görülmektedir. Başlangıçta kendisine
bağlı bölgesel güçlerin zamanla bağımsız
devletler olmaları ve Anadolu Selçuklu Devleti
örneğinde olduğu gibi sadece bölgesinin değil,
çevre güçlerle mücadele edecek ve mimaride
kendine özgü bir gelenek başlatacak devletlerin
oluşması da Büyük Selçuklu Devleti mimari ve
kitabe geleneğine ayrı bir anlam
kazandırmaktadır.
Büyük Selçuklu Devleti’nin Nişâbur ve Rey’den
sonraki başkenti olan İsfahan, Melikşah gibi
güçlü bir sultan döneminde, kapsamlı bir imar
faaliyeti ile geniş bir alana yayılan devlet için
adeta tüm Selçuklu sanatının özeti olan bir şehir
konumuna gelmiştir.
Büyük Selçuklu cami mimarisinin öncü
yapılarının aynı zamanda Selçuklu kitabelerin de
iddialı yapıları olduğu dikkat çekmektedir.
Başkent İsfahan’da, Büyük Selçuklu mimarisi
kitabelerinde yazı türü, kitabelerin dili,
kitabelerin mimari elemanlardaki konumu,
kitabelerin yazıldığı malzeme, ayet-i kerimeler,
hadis-i şerifler, dua, tekbir, kitabelerde yer alan
devlet ricâlinin isim ve unvanları, ayrıca bani ve inşa sürecinde görev alan zevata ilişkin elkâb ve
unvanlar bu çalışmanın konusudur. Ayrıca yapım
emirleri ve inşaya ilişkin terminoloji, dönemin
politik yapısıyla ilgili siyasal mesajlar, tarih ve
takvim ifadeleri de ele alınacak konular
arasındadır.
Anahtar Kelimeler:
İsfahan
Büyük Selçuklular
Mimari
Kitabeler
Research Interests:
Bu çalışmada, Konya merkez ilçelerinde bulunan Karamanoğlu Beyliği dönemine tarihlenen yapılar alfabetik sırayla kısaca tanıtılmış, bu yapıların üzerinde bulunan kitabeler incelenerek detaylı bir araştırmaya tabi tutulmuşlardır. Konya... more
Bu çalışmada, Konya merkez ilçelerinde bulunan Karamanoğlu Beyliği dönemine tarihlenen yapılar alfabetik sırayla kısaca tanıtılmış, bu yapıların üzerinde bulunan kitabeler incelenerek detaylı bir araştırmaya tabi tutulmuşlardır. Konya merkez ilçelerinde Karamanoğulları dönemine ait sekiz adet kitabeli yapı tespit edilmiştir. Kültür Bakanlığından alınan izinle, bir Yüzey Araştırması dahilinde bu kitabelerin fotoğrafları çekilerek elektronik ortama aktarılmış, sanat tarihi ve filolojik açılardan incelenerek kitabelerin hattı, dili, üslubu, kitabe üzerinde yer alan çeşitli süslemeler ve bunların sembolik anlamları ile malzeme ve teknik açılardan çeşitli tespitler yapılmıştır. Kitabelerin fotoğrafları üzerinden çizimleri de kaydedilmiştir. Yedi asır öncesinden günümüze gelmeyi başarabilen kitabelerin araştırılmasının, tarih ve kültürümüz açısından önemli olduğu düşünülmektedir.
Anahtar Kelimeler
Karamanoğulları yapıları, Karamanoğulları kitabeleri, Fakih dede türbesi, Hasbeyoğlu mescidi, Hasbeyoğlu Hamamı, İplikci Camii
Research Interests:
Tarihte gülle ve mancınık kullanımı özellikle ortaçağ döneminde yaygınlaşmıştır. Devletlerin ülkelerini müdafaa etmek ve diğer ülke vilayetlerinin fethedilmesinde sıklıkla kullanılan gülle ve bunun fırlatılmasına yarayan mancınık, dönemin... more
Tarihte gülle ve mancınık kullanımı özellikle ortaçağ döneminde yaygınlaşmıştır. Devletlerin ülkelerini müdafaa etmek ve diğer ülke vilayetlerinin fethedilmesinde sıklıkla kullanılan gülle ve bunun fırlatılmasına yarayan mancınık, dönemin ağır silahları olarak kabul edilmektedir. Farklı çalışma prensiplerine sahip birçok mancınığın varlığı devletleri bu mancınıklar üzerinde çalışmalarına, daha fazla menzile sahip ve daha ağır gülleleri fırlatabilen mancınıklar icat etme yoluna götürmüştür. Karşı ağırlık prensibine dayanan ve Türk mancınığı adıyla adlandırılan mancınıklar özellikle Türklerin Anadolu’ya girmesiyle birlikte pek çok kalenin fethinde kullanılmıştır. Bu kaleler feth edildikten sonra da kalelerin muhafaza edilmesi yine bu gülle ve bunların fırlatılmasını sağlayan mancınıklarla sağlanmıştır. Günümüze sağlam olarak ulaşamayan bu ilkel fakat etkili silahlar ateşli silahların icadına kadar kendine kullanım alanı bulmuştur. Ateşli silahların ve barutun icadıyla yavaş yavaş ortadan kalkan gülle ve mancınıklar günümüzde yapılan kazılarda ortaya çıkarılmakta ve dönemin teknolojisi hakkında bizlere bilgiler sunmaktadır. Bu çalışmamızda da Anadolu’nun kilit noktalarından olan Konya Gevale kalesinde 2013–2016 yılları arasında yapılan kazılarda ele geçirilen gülleler ele alınmıştır. Bu çalışmada güllelerin dönemi ve kullanım şekilleri hakkında siz sevgili okuyuculara birtakım bilgiler sunacağız.
Anahtar Kelimeler
Konya, Selçuklular, Gevale, Kale, Gülle, Mancınık
Research Interests:
Research Interests:
Research Interests:
Research Interests:
Research Interests:
Research Interests:
Research Interests:
Research Interests:
Research Interests:
Filobad’ın yeri bugüne kadar tespit edilememiştir. Fakat yazılı kaynaklarda Konya’nın batısında, Hocacihan yakınlarında olduğunu bazen doğrudan, bazen de dolaylı olarak veya satır aralarında ifade edilmekteydi. Bu bilgilerden hareketle... more
Filobad’ın yeri bugüne kadar tespit edilememiştir. Fakat yazılı kaynaklarda Konya’nın batısında, Hocacihan yakınlarında olduğunu bazen doğrudan, bazen de dolaylı olarak veya satır aralarında ifade edilmekteydi. Bu bilgilerden hareketle Anadolu Selçuklu başkenti Konya’ya oldukça yakın bir noktadaki bu sarayın tespit edilmesi gerekliydi. İşte bu bilinmezi kendimize bir mecburiyet atfederek bu mesele ile hemhal olmaya koyulduk.
Anahtar Kelimeler
Filobad, Selçuklu, Saray, Köşk
Research Interests:
Research Interests:
Bu çalışma, Türk-İslam dünyasının olgunluk evresinin geç dönemlerinde kurulan Anadolu Selçuklu, Artuklu, Musul ve Erbil Atabekleri ve Eyyûbî devletlerinde büyük bir gelişme gösteren tababet kültürü ve çalışmalarını kapsamaktadır.... more
Bu çalışma, Türk-İslam dünyasının olgunluk evresinin geç dönemlerinde kurulan Anadolu Selçuklu, Artuklu, Musul ve Erbil Atabekleri ve Eyyûbî devletlerinde büyük bir gelişme gösteren tababet kültürü ve çalışmalarını kapsamaktadır. Türk-İslam dünyasının olgunluk evresinin erken döneminde olduğu gibi bu dönemde de hastanelerde hem hastaları tedavi etmeye çalışan hemde tıp tahsili yapan öğrencilere hocalık yapan bilgili ve yetenekli tabiplerin çığır açtıklarını görmek mümkündür. Dirayetli hükümdarların tabaeti ve tabipleri maddî ve manevî yönden desteklemeleri yanında bu evrede İslam dünyasını kıskacı altına alan Haçlı vge Moğol saldırılarının da etkisiyle tıp sektörüne ilgi ve ihtiyaç bir hayli artmış; sonuçta sağlık eğitimi ve öğretiminde ve tababetin pratik alanında gözle görülür sıçramalar kaydedilmiştir. Ayrıca bu dönemde Avrupa ile Türk-İslam dünyası arasında bütün bilimlerde olduğu gibi tababet bilimi ve çalışmalarında da bilgi alış verişi ve transferi gerçekleşmiştir. Ancak bu bilgi ve beceri transferinin daha ziyade Doğudan Batıya yönelik bir seyir takip ettiği gözlenmektedir.
Anahtar Kelimeler
Türk-İslam Dünyası, tabip, tababet, sağlık eğitimi
Research Interests:
İlk defa Türkistan’ın batı kesimlerinde Atlı Göçebe Bozkır Kültürü dediğimiz bir kültürün temsilcisi olarak milattan önce üçbininci yıllarda tarih sahnesinde görünen Türkler, çeşitli kültür aşamalarından geçtikten soma bilhassa Asya... more
İlk defa Türkistan’ın batı kesimlerinde Atlı Göçebe Bozkır Kültürü dediğimiz bir kültürün temsilcisi olarak milattan önce üçbininci yıllarda tarih sahnesinde görünen Türkler, çeşitli kültür aşamalarından geçtikten soma bilhassa Asya kıtasının orta ve batı kesimlerinde cihanşümul devletler kurmuş bir millettir. Bunun yanında Türk nüfuzu; bugünkü Karadeniz’in kuzeyindeki ovalar, Macaristan, Balkanlar, Anadolu, Azerbaycan, İran, Afganistan ve Çin Seddi önlerinde de tarihin en eski zamanlarından günümüze kadar etkili olmuştur. Bazı ilim adamları çok eski zamanlarda Türklerin İran yaylası üzerinden Mezopotamya'ya inmiş olmalarını mümkün görmektedirler. Ancak, bu görüşe temel olan ve ilk medeni kavim sayılan Sümerlerin menşei meselesi halen çözülebilmiş değildir. Bu hususta görüş ileri süren ilim adamlarının düşünceleri de henüz yeterli derecede tarihi materyalin desteğinden mahrum bulunmaktadır. Bunun yanında gerek Hakkâri Trişin yaylalarında ele geçen ve tamamen zoomorfik üslupla meydana getirilmiş kaya resimleri, gerekse Kağızman Yazılıkaya’da bulunan yine aynı formda stilize edilmiş figürler ve nihayet Hınıs-Tekman güzergâhı üzerindeki Cundi Mağaralarında bu güne kadar ulaşan verilerle son zamanlarda ülkemizin değişik yörelerinde, bilhassa Ankara’nın bazı ilçelerinde tespit edilen kaya resimleri büyük oranda Türklere mal edilebilirse de daha bu hususlarda pek çok çalışmanın yapılması gerektiği de bir gerçektir.        O sebeple, Anadolu'da Türk nüfuzunu, yani Türk varlığını, son araştırmaların ortaya koyduğu şekilde M.Ö. I. binden itibaren, bir başka değişle gönümüzden üçbin yıl önce başlatmak zorunda kalmaktayız.M.Ö. VII. yy.da Asur tabletlerinde adı Gok veya Gogu (bugünkü Gök) şeklinde kaydedilen birisinin önderliğinde Kimmerleri takiben Kafkasların güneyine inen Sakalar, bugünkü Azerbaycan'ın kuzey bölgelerine, Gence civarına yerleşerek burayı anavatan haline getiren ve Türk varlığını Anadolu'ya yayan ilk grup olarak görülmektedir. Bu gelişmeler destani çağda Oğuz'un bölgeyi fethiyle de birebir örtüşmektedir. Nitekim görek Goklar gerekse Oğuz Doğu Anadolu, Batı İran ve bugünkü Suriye ile Filistin’i zapt eder ama bölgede uzun ömürlü bir siyasî teşekkül meydana getiremezler. Bu olaydan yaklaşık bin yıl sonra, 359 yılında bir Akhun birliği II. Şapur’un (309-379) Diyarbakır kuşatmasına iştirak eder. Bunların Soğdiana’ya, esas yurtlarına geri döndüklerine dair herhangi bir kayıt bulunmazken yörede, özellikle orta Fırat havzası boyunca iskan edilmiş olabilecekleri yönünde bilgiler mevcuttur. Yine, 395 yılında Kafkaslar üzerinden güneye sarkan Batı Hunlarından bir grup Karasu-Fırat vadisini takiben Malatya üzerinden Urfa ve Antakya’yı vurup hızla Sur ve Kudüs önlerine ulaşarak bölgeyi yağmaladıktan sonra Azerbaycan yoluyla Karadeniz’in kuzeyindeki yurduna dönerken, daha sonraki yıllarda Hazarlara bağlı Bulgarlardan bir kesimi oluşturan Borçalıların Diyarbakır yöresini yurt tuttukları görülmektedir.Daha M.Ö.III. yüzyılın ikinci yarısında Kafkasların güneyine geçerek Kür-Aras boylarına yayılan bu grupların Doğu Anadolu bölgesinde etkili olmaya başlaması herhalde Sasanî-Bizans mücadelesinin iyice şiddetlendiği bir dönemde, Herakleios (610-641) zamanında, yani VII. yüzyılın ilk yarısında mümkün olmuştur. Nitekim, Fırat boyunca ilerleyen bir Arap ordusu 651’de, Erzincan’da Hazarlar tarafından durdurulacaktır. Bütün bunlara rağmen Türklerin Doğu Anadolu’da etkili bir şekilde yerleşmesi bölgede önce İslâm-Arap, sonra da Selçuklu hakimiyetinin tesisinden sonra gerçekleşmiştir.
Türkler tarafından fethedilip bir Türk yurdu, yani Türkiye haline getirilinceye kadar Anadolu muhtelif kavimlerce iskân edilmiş ancak bunlardan hiçbirisi özgün kimliğini koruyup geliştirerek bu coğrafyada devamlı bir hâkimiyet tesis edememiştir. Ona rağmen günümüzde bazı zümreler bin yıldır Türklere yurt olmuş Anadolu’yu ve üzerinde yaşayanları kendi tabirleriyle “bir mozaik” olarak nitelemeye cüret etmektedir. Hâlihazırda, eldeki kaynaklar dikkate alınmadan ileri sürülen bu görüşlerin hiçbir ilmi esasa dayanmadığı, daha doğrusu dayandırılamadığı da bir gerçektir. O sebeple son zamanlarda giderek artan bir ısrarla sürekli vurgulansa da bu türden yorumlara itibar etmek mümkün değildir. Hal böyle iken halen Türkler Anadolu kapılarına dayandığında bu ülkede, özellikle bu günkü Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde yoğun bir Kürt varlığının bulunduğu, dolayısıyla Türklerin bu bölgelere “gasıp” olarak girdiği yönünde görüşler ileri sürülmektedir. Dolayısıyla bu iddianın ilmi bir çalışma çerçevesinde ele alınıp incelenmesi ve gerçek ne ise onun ortaya konulması zarureti ortaya çıkmıştır. Hali hazırda sunulan  bu birinci kısımla bazı gerçeklerin ortaya konulduğu düşünülmektedir ki, makalenin tamamı bitirildiğinde her şeyin gün yüzüne çıkacağı düşünülmektedir.
Anahtar Kelimeler
Türk, Anadolu, Kürt, Fırat
Research Interests:
Zengîler Atabegliği’nin kurucusu İmâdeddin Zengî’nin 1144 yılında Urfa’yı Haçlıların elinden alması İslâm ve Haçlı dünyasında büyük olay oldu. Müslümanlar büyük bir sevince boğulurken Haçlılar ise derin bir infiâle uğradılar, büyük bir... more
Zengîler Atabegliği’nin kurucusu İmâdeddin Zengî’nin 1144 yılında Urfa’yı Haçlıların elinden alması İslâm ve Haçlı dünyasında büyük olay oldu. Müslümanlar büyük bir sevince boğulurken Haçlılar ise derin bir infiâle uğradılar, büyük bir korku ve panik yaşadılar. Urfa’nın Müslümanlar eline geçmesi Urfa Haçlı Kontluğu için de büyük bir yıkım oldu. Buradaki Haçlılar Tell-Bâşir ve civarına yerleştiler. Hristiyan Batı Dünyası uğradıkları bu ağır yenilgi ve kaybın acısını çıkarmak üzere kısa sürede Alman ve Fransız krallarının idaresinde iki ayrı orduyu peş peşe Anadolu’ya ve Suriye’ye gönderdi (1147/1148). Anadolu’ya gelen bu muazzam orduları Türkiye Selçuklu Sultanı I. Mesud karşıladı ve her iki orduyu da imha etmeyi başardı. Böylece Urfa Haçlı Kontluğu’nun Hristiyanlarca yeniden diriltilme çabaları suya düşmüş oldu. Ancak bu kontluğun bâkıyeleri hâlâ Urfa etrafından atılamamıştı. Tell-Bâşir, Samsat, Birecik, Ayntâb, Dülûk, Râvendân kaleleri hâlâ Haçlıların elinde bulunmaktaydı ve Müslümanlar için büyük bir tehlike oluşturuyordu. Bunların temizlenmesi için Sultan I. Mesud ve Nûreddin Mahmud birlikte hareket ettiler. Bu iki Türk hükümdarının ittifak içinde hareket etmeleri diğer bazı hükümdarların da onlara katılmalarını sağladı.
Bu makalemizde daha çok 1144 yılında Urfa’nın fethi ve bu olayın arkasından gelişen İkinci Haçlı Seferi sonrasında Kuzey Suriye bölgesinde Urfa Haçlı Kontluğu’nun elinde kalan son kalelerin de alınarak bu devletin izlerinin silinmesi çabaları ve Sultan I. Mesud ile Nûreddin Mahmud’un uyum içinde gerçekleştirdikleri faaliyetler, dolayısıyla Türkiye Selçuklu Devleti- Zengîler ilişkileri ve bunların Haçlılara karşı yürüttükleri sistemli akınlar ve savaşlar ele alınmaya çalışılmıştır.
Bu çalışmayı gerçekleştirirken başta İslâmî kaynaklar olmak üzere, Haçlı, Bizans, Ermeni ve Süryanî kaynaklarından yararlanılacaktır.
Anahtar Kelimeler
Urfa Haçlı Kontluğu, Sultan I. Mesud, Nûreddin Mahmûd Zengî, Haçlılar
Research Interests:
Türkler tarihlerinde iki büyük değişim yaşamıştır. Birincisi Müslüman olmaları, ikincisi ise modernleşmeleridir. Türklerin Müslüman olması Türk ve dünya tarihinin en önemli olaylarından birisidir. Türklerin din değiştirmesi sadece... more
Türkler tarihlerinde iki büyük değişim yaşamıştır. Birincisi Müslüman olmaları, ikincisi ise modernleşmeleridir.  Türklerin Müslüman olması Türk ve dünya tarihinin en önemli olaylarından birisidir. Türklerin din değiştirmesi sadece inançlarının değil, hayatlarının bütününün değişmesi anlamına gelmiştir. İslamiyetle birlikte Türklerin siyasi, hukuki, dini, iktisadı, sosyal ve sanatsal hayatlarının bütünü değişmiştir. Türkler ayrıca dinleriyle birlikte ait oldukları medeniyetlerini de değiştirmiştir.

Bu büyük değişim hakkında çok sayıda inceleme ve araştırma yapılmıştır. Ancak Türklerin Müslüman olması meselesiyle ilgili çalışmalar hala ilim âlemini tatmin edecek seviyede değildir. Bu alanda yapılan çalışmalar bir takım sorunları aşabilmiş değildir.  Araştırmacıların karşılaştığı sorunlar şöyle ifade edilebilir: Türk Yurtlarının Sınırlarının Tespit Edilmesi Meselesi, Türklerin Etnik Özelliklerinin Tespit Edilmesi Meselesi, Türk Topluluklarının İsimlendirilmesi Meselesi ve Türk Kavimlerinin İnandığı Dinler Meselesidir.  Bu makale yukarıda işaret edilen meseleler nasıl ele alınmalıdır, nasıl çözüme kavuşturulabilir sorularına cevap aramak için hazırlanmıştır. Türklerin İslamlaşma meselesine metodolojik bir yaklaşım denemesidir.
Anahtar Kelimeler
Türk, İslamlaşma, Türkistan
Research Interests:
Ebu’l-Ferec İbnü’l-Cevzî, miladî XII. Yüzyılda Bağdat’ta yaşamış bütünlükçü bir İslam âlimidir. İslamî ilimlerin her dalında eserler vermiştir. Özellikle Telbîsü İblîs adlı eseri tasavvuf ve kelam ilmi açısından önemlidir. İbnü’l-Cevzî,... more
Ebu’l-Ferec İbnü’l-Cevzî, miladî XII. Yüzyılda Bağdat’ta yaşamış bütünlükçü bir İslam âlimidir. İslamî ilimlerin her dalında eserler vermiştir. Özellikle Telbîsü İblîs adlı eseri  tasavvuf ve kelam ilmi açısından önemlidir. İbnü’l-Cevzî, hem Abbasiler ve hem de Büyük Selçuklu Devleti iktidarlarını görmüştür. Her iki devirde de bir âlim ve aydın sorumluluğuyla hareket etmiş, içinde yaşadığı toplumun itikâdî ve ahlakî sorunlarıyla yakından ilgilenmiştir.  İbnü’l-Cevzî, Şiî-Bâtınî fırkaların İslam toplumunda karışıklıklar çıkardığı bir dönemde, onların itikadî görüşlerini eleştirmiş ve Ehl-i sünnet itikadını savunmuştur. İbnü’l-Cevzî, tasavvuf ilmini İslam’ın bir yorum biçimi olarak görmüştür. Bununla birlikte Kelam ilminin akla ve vahye dayanan yöntemiyle kendi döneminde yaşayan bazı sûfilerin Kur’an ve Sünnete aykırı görüşlerine içeriden tenkitler yöneltmiştir. Yazar, bu eleştirilerinde ilmî kriterlerden ayrılmamış, mezhep ve meşrep fanatizmine de gitmemiştir.  Ayrıca Telbîsü İblîs adlı eserinde hem sûfileri eleştirmiş ve hem de İslamî ilimlerin yöntemleri konusunda önerilerde bulunmuştur. Onun bu önerilerinin, İslamî ilimlerin metodolojilerinin tartışıldığı bir dönemde yararlı olacağını düşünüyorum.  İşte biz  “İbnü’l-Cevzî’de Tasavvuf-Kelam Münasebetleri” adını verdiğimiz bu makalede, onun entelektüel hayatı, İslam düşünce tarihindeki yeri ve sûfilere yönelttiği bazı eleştirileri üzerinde durduk.
Anahtar Kelimeler
Tasavvuf, Kelam, Ehl-i Sünnet, Ehl-i Bid’at, Fırka, Mezhep

Abu’l-Faraj ibn al-Jawzī is a Muslim scholar of Baghdad who lived in 12th century. He wrote books on almost all branches of Islamic sciences. His Talbisu Iblis is especially of great importance in view of Sufism and Islamic theology. Ibn al- Jawzī witnessed both the Abbasid and the Great Seljuq Empires. He behaved in accordance with his responsibility as a scholar and as an intellectual during both reigns, and dealt closely with the moral and theological matters of the society he lived in.  Ibn al- Jawzī criticized the theological views of Shiite- Bātinī groups in a period when these groups caused confusion within the Muslim society, and he defended the creed of Ahl al-Sunnah. Ibn al- Jawzī considered Sufism (tasawwuf) as a form of interpretation of Islam. However, he criticised the apparently inconsistent opinions of some Sufis in his period with Quran and Sunnah by means of his method depending on the intellect and the revelation. He never left the scholarly criteria in these critiques and never appealed to the sectarian fanaticism. Moreover, he not only criticised the Sufis in his Talbisu Iblis but also put forth suggestions concerning the methods of the Islamic sciences. I think his suggestions are beneficial in this period in which the methodologies of Islamic sciences are discussed. In this article, we will try to explain his intellectual life, his place in the history of Islamic thought and some of his critiques concerning the Sufis.
Anahtar Kelimeler
Sufism (tasawwuf), Islamic Theology (Kalām), Ahl-i Bid’a, Sect, Islamic School of Thought
Research Interests:
XIV. yüzyılda yaşayan Kadı Burhaneddin kadı, vezir, naip, hükümdar ve âlim bir şairdir. Etki sahası sınırlı olsa da Türk şiirinin gelişiminde önemli rol oynamıştır. Duygularını coşkun ve içli bir biçimde dile getiren şair; âşıkâne, şuhane... more
XIV. yüzyılda yaşayan Kadı Burhaneddin kadı, vezir, naip, hükümdar ve âlim bir şairdir. Etki sahası sınırlı olsa da Türk şiirinin gelişiminde önemli rol oynamıştır. Duygularını coşkun ve içli bir biçimde dile getiren şair; âşıkâne, şuhane şiirler de kaleme almıştır. Bu âşık vasfının yanında şiirlerine bir komutan, mücadele adamı olarak haşin mizacı, cesur tabiatı, cengâver ruhu da aksetmiştir. Yiğitçe edası onu çağdaşlarından ve birçok divan şairinden ayıran özelliklerindendir.Şiirlerinde görülen sert ve şiddetli söyleyişleri, tok ifadeleri, kahramanca duyguları ifade etmesinin bir sonucu olarak kabul etmek mümkündür. Ebulfeth lakabı ile de anılan şairin şiirlerinde, savaşlar sebebiyle Anadolu’nun bazı yerleşim birimlerinden, yaşanmış olaylar etrafında gerçekçi bir biçimde söz edilir. Bir savaş oyunu olan satranç terimlerine de çokça yer verilir.Sâhib-i seyf ü kalem olarak da tavsif edilebilen Kadı Burhaneddin, ismini verdiği veya ima ettiği Timur, Mutahharten, Toktamış gibi birçok şahsiyetle mücadeleden geri durmamış; büyük bir cesaret örneği olarak kaderin gereğince kazanın vuku bulacağına da işaret etmiştir. Bu çalışmada, Kadı Burhaneddin’in savaşçı ve mücadeleci karakterinin şiirlerine tesiri, yukarıda anılan savaş ile ilgili hususların yanı sıra sert ve şiddetli söyleyişleri, tok ifadeleri ile ele alınmaya çalışılacaktır
Anahtar Kelimeler
Klasik Türk Edebiyatı, Kadı Burhaneddin, savaş

War Related Topics in the Poems of Kadi Burhaneddin
Kadi Burhaneddin was a kadi, vizier, regent, ruler, poet, and scholar of the XIV century. Despite his limited scope of influence, he has played an important role in the development of Turkish poetry. As a poet he wrote amatory joyous poems expressing ardent feelings in a sensitive manner. Besides the characteristic of a lover, his harsh temperament, brave nature as a commander, a man of war were also reflected in his poems.. His valiant style is one of the distinctive features differentiating him form many of his contemporaries and divan (court) poets.Harsh and violent utterances seen in his poetry, presence of full statement could be accepted as a result of his expression of  heroic emotions. In the poems of his, also nicknamed as Ebulfeth, in a  a realistic manner some events that have occurred duirng the wars  in Anatolia are decribed. Chess, a war game, and related terms are used quite frequently. Kadı Burhaneddin who could also be described as the owner of sword and pend did not refrain from fights and struggles from people namded or implied such as Timur, Mutahharten, and Toktamış; and implied with great courage in his poems that events would occur in in line with destiny.  In this study, the impact of Kadi Burhaneddin’s warrior and combative character in his poems as well as issues related to the wars, his harsh and severe utterances, full statements will be analysed.
Keywords: Classical Turkish Literature, Kadi Burhaneddin, War.
Research Interests:
İlk yerleşimin MÖ. II. bine kadar uzandığı düşünülen Erzurum Kalesi, MS. 415-420 yılları arasında Roma İmparatorluğunun garnizon şehri olduğu yıllarda mimari forma bürünmüştür. O yüzyıllarda şehrin en yüksek kesimini içine alan İç Kale... more
İlk yerleşimin MÖ. II. bine kadar uzandığı düşünülen Erzurum
Kalesi, MS. 415-420 yılları arasında Roma İmparatorluğunun
garnizon şehri olduğu yıllarda mimari forma bürünmüştür. O
yüzyıllarda şehrin en yüksek kesimini içine alan İç Kale ile şehrin
mahalle, cadde ve sokaklarını içine alan Dış Kale’den ibaretti. Eğimli
bir yamaçta yer alan Kale’nin etrafı, savunması kolay olan yerlerde
tek, güç olan yerlerde çift sur ve burçlarla tahkim edilmişti. Osmanlı
dönemindeki genişletmelerle birlikte XIX. yüzyıl ortalarına kadar
önemini koruyan dış kale surları, XX. yüzyılda tamamıyla harap
olurken bugün, sadece isimleri yaşayan kapılarla varlığını
sürdürmektedir. 1960’lı yıllardan itibaren birkaç kez onarım gören İç
Kale ise nispeten orijinal özelliklerini sürdürür biçimde günümüze
ulaşmıştır. Son olarak 2000’li yılların başında bir onarım daha
geçiren İç Kale’de 2002’lerden itibaren Müze Müdürlüğü’nce
başlatılan kazılarda, Roma dönemine kadar inen veriler ortaya
çıkmıştır. Yazımızda, Kale ile ilgili not ve ayrıntılara değinilecektir.
Anahtar Kelimeler: Erzurum, Kale, Selçuklu, İç Kale
Research Interests:
Selçuklu dönemi Anadolu’sunun kültürel ortamının oluşumu ve bu oluşumun anlaşılmasında, toplumsal yaşam ve düşünce yapılarında ki benzerlik ve farklılıkların sanata yansıması önemli bir yön olarak ortaya çıkmaktadır. Orta Asya, İran,... more
Selçuklu dönemi Anadolu’sunun kültürel ortamının oluşumu ve bu oluşumun anlaşılmasında, toplumsal yaşam ve düşünce yapılarında ki benzerlik ve farklılıkların sanata yansıması önemli bir yön olarak ortaya çıkmaktadır.  Orta Asya, İran, Kafkaslar ve Selçuklu Öncesi Anadolu’sunun kültürel birikimleri Anadolu Selçukluları tarafından özümsenerek yeni bir sanat anlayışı oluşturulmuştur. Gerek dinsel, gerekse sosyal yönden bölgesel alanlarda ki benzerlik ve farklılıkların belirlenmesi, bunların yapıların plan tiplerine yansımalarını irdelemeli olarak ele almak dönem sanatının anlaşılması için çok önemli bir yöndür. Plan tiplerinin dışında, yapım malzemeleri, bezemeler ve sanatçıların konumu aslında konunun çok daha geniş boyutlarda olduğunu göstermektedir. Çalışmamızda bu oluşumun özelinde Malatya ve Tokat bölgesi yapılarına nasıl yansıdığı araştırılarak Anadolu sanatı içerisindeki durumu belirlenmeye çalışılmıştır.
Anahtar Kelimeler
Anadolu, Selçuklu, Mimari, Süsleme, Malatya
Research Interests:
Konya şehir surunun dışında, eski adıyla Larende (Bugün Karaman) yoluna açılan sur kapısının karşında inşa edilmiş olan külliye, cami, türbe, hanikâh, çeşme dükkânlar ve çifte hamamdan müteşekkildir. Sahip Ata Manzumesi’nin bir bölümünü... more
Konya şehir surunun dışında, eski adıyla Larende (Bugün Karaman) yoluna açılan sur kapısının karşında inşa edilmiş olan külliye, cami, türbe, hanikâh, çeşme dükkânlar ve çifte hamamdan müteşekkildir. Sahip Ata Manzumesi’nin bir bölümünü oluşturan türbe, cami ile hanikâhın arasında ve bunlara bitişik durumda; Selçuklu Devletinin ünlü veziri Sahip Ata Fahrettin Ali tarafından kendisi, ailesi ve çocukları için türbeyi yaptırmıştır. Türbeye açılan kemerin sandukalara bakan batı yüzü üzerinde yer alan kitabeye göre 1283 Nisan’ın başlarında yenilendiği anlaşılan türbe,  künbedle eyvanın terkibinden meydana gelmektedir. Kubbeyle örtülü kare mekânda üçü önde, diğer üçü de arkada olmak üzere altı sanduka bulunmaktadır. Sahip Ata’nın sandukası önde sol başta yer alırken, yanındaki diğer iki sanduka oğullarına, arka sıradakilerden birisi kızı Melike Hatun’a, birisi torununa, sonuncusu da torunlarından birine ait olmalıdır. Sahip Ata Türbesi; kubbeli mekânla, dehlizin duvarlarındaki tuğla ve çini dekorasyonun meydana getirdiği bitkisel, geometrik ve yazılı süsleme kompozisyonları, kapısının muhteşem tasarımı, ajurlu pencere şebekeleri, yaldızlı çini sandukaları ve bilhassa da çini sanatının mükemmelliğe ulaştığı görkemli kemeriyle benzersizdir. Selçuklu döneminde bu ihtişama ulaşan bir başka mezar anıtı daha ortaya konmamıştır. Bu bildiride, başlı başına bir çini müzesi olma özelliğine sahip olan türbe, plan ve mimari özellikleri ayrıntılı olarak tanıtılacaktır. Ayrıca içerisini bezeyen çini süslemeler renk, motif, kompozisyon ve teknik açısından değerlendirilerek dönemi içerisindeki yeri belirtilecektir.
Anahtar Kelimeler
Konya, Sahip Ata Fahreddin Ali, Türbe
Research Interests:
Anadolu’nun kuzeydoğu kesimini oluşturan Tao-Klarceti bölgesi Ortaçağ Gürcü mimarlığının anıtsal örneklerinin bulunduğu bir bölgedir. Bölgedeki anıtsal mimarlık örnekleri bugüne kadar pek çok açıdan incelenmiş ve değerlendirilmiştir.... more
Anadolu’nun kuzeydoğu kesimini oluşturan Tao-Klarceti bölgesi Ortaçağ Gürcü mimarlığının anıtsal örneklerinin bulunduğu bir bölgedir. Bölgedeki anıtsal mimarlık örnekleri bugüne kadar pek çok açıdan incelenmiş ve değerlendirilmiştir. Ancak yapılan çalışmalarda mimari bezemeye yeterince yer verilmemiş veya konu tüme yönelik bir bakış açısıyla ve detaylı olarak ele alınmamıştır. Bu nedenle sunduğumuz çalışmada Tao-Klarceti bölgesi Ortaçağ Gürcü mimarlığındaki bezeme üzerinde durulacaktır. Mimarinin ana unsurlarından biri olan bezeme; malzeme, teknik, tür, motif, kompozisyon ve ikonografi gibi farklı bakış açılarıyla ele alınabilecek geniş bir alan oluşturmaktadır. Bu nedenle çalışmamızda malzemeye yönelik bir sınırlama yapılarak konu daraltılmış ve sadece taş bezeme ele alınmıştır. Konunun geliştirilmesinde bezemeyle ilgili temel sınıflandırmalar kullanılmıştır. Sınıflandırmalardan ilki bezemenin bulunduğu yerdir. Bu husus cephe ve iç mekân başlıkları altında ele alınmış ve detaylandırılmıştır. İkinci bölümü bezemenin türü oluşturmaktadır. Bu bölüm geometrik, bitkisel, figürlü, yazılı, haçlar ve diğerleri olmak üzere altı başlık altında toplanmıştır. Her bir başlık kendi içerisinde gruplanarak detaylandırılmıştır. Üçüncü bölümde kazıma, kabartma ve oyma gibi bezemenin tekniği, yani işleniş biçimleri ele alınmış ve taş bezemeyle ilgili genel bir değerlendirme yapılmıştır.
Anahtar Kelimeler
Tao-Klarceti, Gürcü Mimarisi, Taş Bezeme
Research Interests:
Research Interests:
Research Interests:
Research Interests:
Research Interests:
Research Interests:
Research Interests:
Research Interests:
Cengiz Han’ın Batı seferi sonrasında Moğollara yenilip Türkistan’daki yurtlarını terk etmek zorunda kalan Harezmşahlar, biraz daha Batı’ya gelerek Tebriz’i merkez edinmişlerdi. Gözüpek bir asker ancak siyaset bilmez bir lider olan... more
Cengiz Han’ın Batı seferi sonrasında Moğollara yenilip Türkistan’daki yurtlarını terk etmek zorunda kalan Harezmşahlar, biraz daha Batı’ya gelerek Tebriz’i merkez edinmişlerdi. Gözüpek bir asker ancak siyaset bilmez bir lider olan Celâleddin Harezmşah, Moğol tehlikesini yakinen bilmesine rağmen uzak görüşlü bir siyaset takip edemedi. Türkiye Selçuklu hükümdarı Alâeddin Keykubâd’ın Moğollara karşı ittifak çağrılarını ve uyarılarını başlangıçta kabul etmiş gözüküyorken, sonrasında kendi bildiği yoldan gitmeye karar verdi. Onun “benmerkezci siyaseti”  Yassıçemen’de yapılan ( 10 Ağustos 1230) ve Türk tarihi açısından ağır sonuçları olan bir savaşın sebebi oldu. Zira bu savaş,  bir yandan aynı soydan iki halkın birbirini kırmasına ve Harezmşahlar Devleti’nin yıkılmasına yol açarken, diğer yandan Türkiye Selçuklu Devleti’ni yıkılma sürecine götüren Kösedağ Savaşı’nın zeminini oluşturmuştur. Bu çalışmada, Türk tarihi açısından böylesine önemli sonuçları olan Yassıçemen Savaşı’nın nerede yapıldığı konusundaki fikrimiz beyan edilmiştir. 
Anahtar Kelimeler
Harezmşahlar, Türkiye Selçukluları, Yassıçemen, Erzincan, Münşeat üs-Salatîn, Matrakçı Nasuh.
Research Interests:
Anadolu’nun Türkler tarafından fethinden sonra kurulan Danişmend Oğulları Devleti’nin kurucuları, kuruldukları bölgede (Danişmend ili) yoğun bir bilimsel ve kültürel faaliyette bulundular. Çünkü bu devletin kurucu ve yöneticileri bilge... more
Anadolu’nun Türkler tarafından fethinden sonra kurulan Danişmend Oğulları Devleti’nin kurucuları, kuruldukları bölgede (Danişmend ili) yoğun bir bilimsel ve kültürel faaliyette bulundular. Çünkü bu devletin kurucu ve yöneticileri bilge bir ailenin mensupları idiler. Diyar-ı Rum denilen Anadolu’da ilk olarak kültürel yapılanmayı gerçekleştirenler Danişmend Oğulları olmuştur. Bu sayede Anadolu’da ciddi bir İslamlaşma ve Türkleşme olayı bu bölgede (Orta ve Kuzey Anadolu) gerçekleşmiştir.Bu makalede Selçuklular zamanında Danişmend ilindeki kültürel yapılanmanın ilk macerası ele alınmakta ve bununla ilgili belgeler ve çalışmalar tanıtılmaktadır.
Anahtar Kelimeler
Selçuklular, Danişmendliler, Tokat, Bilim, Kültür
Research Interests:
Bilindiği gibi, Türkler, fetih yoluyla Anadolu’ya sahip olup Orta ve Doğu Anadolu’da ilk devletlerini kurarlarken, Ermeniler de Bizans tarafından Doğu Anadolu sınırlarından Sivas ve Kayseri yöresine göç ettirilmeleri sonucunda Orta... more
Bilindiği gibi, Türkler, fetih yoluyla Anadolu’ya sahip olup Orta ve Doğu Anadolu’da ilk devletlerini kurarlarken, Ermeniler de Bizans tarafından Doğu Anadolu sınırlarından Sivas ve Kayseri yöresine göç ettirilmeleri sonucunda Orta Toroslar’ın müstahkem yerlerinde (Feke kalesi) kendi devletlerini (Ermeni Baronluğu: 1098) oluşturmuşlardır. Fakat Türkler ve Ermeniler, Anadolu’da ortak bir rakip ve düşman ile karşılaşmışlardır. Bu ortak rakip ve düşman Bizans’tır. Bizans imparatorları, Anadolu’yu Türklere kaptırmış olmalarını ve Ermenilerin de kendilerinden farklı bir mezhepte bulunmalarını bir türlü içlerine sindirememişlerdir. Bu yüzden onlar, her iki topluluğu da Anadolu’dan tamamen atmak veya burada imha etmek gayesi gütmüşlerdir. Bu gaye ve emellerini gerçekleştirebilmek için de defalarca teşebbüste bulunmuşlardır. Türkiye Selçuklu Devletinin beşinci hükümdarı II. Kılıç Arslan, Miryokefalon zaferi (1176) ile Bizans’ın bu gayesine ve emeline tamamen son vererek, hem Türkleri hem de Ermenileri Anadolu’dan atılmaktan veya burada imha edilmekten kurtarmıştır. Bu duruma göre hüküm vermek gerekirse, Ermeniler bugün dünyadaki varlıklarını tamamen Sultan II. Kılıç Arslan’ın Bizans karşısında göstermiş olduğu bu başarıya borçludur.
Ermeniler, Türkler sayesinde Bizans’ın tehdit ve tehlikesinden kendilerini kurtarınca, Toros dağlarının müstahkem yerlerinden inip Çukurova’yı (Sis=Kozan, Anazarba, Misis, Adana ve Tarsus) ele geçirdiler. Onlar, 1199-1243 yılları arasında Türkiye Selçuklu sultanlarının himayesiyle bölgedeki varlıklarını güçlendirdiler. Kösedağ bozgunu ile (1243), Türkiye Selçuklu sultanlarına sırtlarını çeviren Ermeniler, Moğol hâkimiyeti altına girdiler ve Anadolu’da Moğolların ileri karakolu olarak görev yaptılar.
Moğol istilâsı karşısında son derece kuvvetli bir direniş göstererek Moğolların yenilmezliği fikrini yıkan Mısır Memlûklu sultanları, Anadolu’ya yaptıkları seferler sonucunda Çukurova’nın önemli şehirlerini birer birer fethetmişlerdir. Bu seferlere Memlûklu ordusunun saflarında yardımcı kuvvet olarak katılan Türkmenler, fethedilen yerlere yerleşmişlerdir. Böylece bölgenin etnik yapısı da temelinden değişmiştir.
Anadolu’da Selçuklu iktidarının tamamen çökmesinden sonra Oğuzların Üçok kolunun Yüreğir boyuna mensup beyler, Çukurova’da kendi beyliklerini kurmuşlardır. Bir süre Osmanlılarla Memlûkler arasında çekişme konusu olan Çukurova bölgesi, I. Ahmed zamanında Osmanlı Devleti tarafından tamamen ilhak edilmiştir (1608).
Bu makalenin amacı, Türklerin Çukurova bölgesini ilk fethinden itibaren Osmanlı hâkimiyetine geçinceye kadar siyasî durumunu tespit etmektir.
Anahtar Kelimeler
Türkler, Anadolu, Ermeniler, Ermeni Baronluğu, Miryokefalon Zaferi, Sultan II. Kılıç Arslan, Kilikya, Kösedağ Bozgunu, Memlûklar, Türkmenler, Ramazanoğulları Beyliği
Research Interests:
Edebiyat, bilim ve felsefede büyük bir çığır açan Cündişâpûr eğitim okulları Yunan, Roma, Hint ve İran bilim, sanat ve felsefesinin buluşma noktası haline gelerek Mezopotamya’yı MS V. ve VI. yüzyıllarda dünyanın en önemli bilim merkezi... more
Edebiyat, bilim ve felsefede büyük bir çığır açan Cündişâpûr eğitim okulları Yunan, Roma, Hint ve İran bilim, sanat ve felsefesinin buluşma noktası haline gelerek Mezopotamya’yı MS V. ve VI. yüzyıllarda dünyanın en önemli bilim merkezi konumuna getirmiştir. Bu okullar içerisindeki en önemli bilimsel kurum ise hem üniversite ve hem de hastane olarak faaliyet gösteren Cûndişâpûr tıp okullarıdır. Bu okullar Sâsânîlerin yıkılışından sonra da önemini koruyarak devam ettirmiş ve İslam Dünyasına çok sayıda bilim adamı kazandırmıştır. Bağdat’ın kurulmasından sonra bu şehirdeki bilim adamları anılan şehre davet edilerek burada kurulan bilim okulları ve hastanelerde istihdam edilmişlerdir. Abbasiler dönemi bilim, sanat ve felsefesi İslam tarihinin aydınlık yüzünü teşkil eder. Cündişâpûr bilim okullarında yetişen bilim adamlarının ortaya koyduğu bilimsel eser ve çalışmaları ile batıdan Irak topraklarına taşınan Yunan ve Roma ilim ve kültür öğeleri, Sâsânîlerin yıkılmasından sonra İslam dünyasında; özellikle Abbasiler döneminde İslam Rönesansının yaşanmasına vesile olmuştur.
Anahtar Kelimeler
Cûndişapûr, Sâsâni, İslam Dünyası, Abbasiler
Research Interests:
Büyük Selçuklular komşu devletlerle iyi ilişkiler kurmak amacıyla siyasî evlilikler yapmışlar ve devletin itibarını ve gücünü göstermesi açısından evlilik hazırlıklarına büyük önem vermişlerdir. Selçuklular'da evlilik merasimi, Türk-İslâm... more
Büyük Selçuklular komşu devletlerle iyi ilişkiler kurmak amacıyla siyasî evlilikler yapmışlar ve devletin itibarını ve gücünü göstermesi açısından evlilik hazırlıklarına büyük önem vermişlerdir. Selçuklular'da evlilik merasimi, Türk-İslâm geleneğinde olduğu gibi "kız isteme, nişan, nikâh, mehir, çeyiz ve düğün" gibi unsurlardan oluşmaktaydı. Evlilik merasimi genellikle devlet adamları vasıtasıyla kız istenmesiyle başlar, bu isteğe olumlu cevap verilmesi halinde tarafların birbirine evlenmeyi vaat etmeleri anlamına gelen nişan, kız tarafına verilen mehirle hayatlarını birleştirmek yolunda attıkları adım nikâh akdi, kız ailesi tarafından özenle hazırlanan çeyizin erkek evine taşınması ve tarafların birlikteliklerini umuma duyurdukları düğün ile tamamlanırdı. Anahtar kelimeler: Selçuklular, kız isteme, nişan, mehir, nikâh, çeyiz, düğün, evlilik merasimi.
Abstract Great Seljuk Empire members made political marriages in order to establish good relations with the neighbor countries and put great emphasis to the marriage preparations in terms of showing the prestige and power of the State. Marriage Ceremonies in the Great Seljuk Empire like in the Turkish-Islamic traditions include asking for the girl's hand in marriage, engagement ceremony, marriage contract, bride wealth, trousseau and wedding ceremony. Marriage ceremony generally began with the statesmen' asking for the girl's hand in marriage. After the positive response to Trakya Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü
Research Interests:
Türk Hakanlığı (766-1212) ordusu iki ana sınıftan oluşmaktadır. Bunlardan ilki "han süsi" yani hakan ordusudur. Diğeri ise "kara kamag süsi" denilen halk ordusudur. Bu makalenin konusu olan "han süsi", gulâm sınıfına mensup hakanın... more
Türk Hakanlığı (766-1212) ordusu iki ana sınıftan oluşmaktadır. Bunlardan ilki "han süsi" yani hakan ordusudur. Diğeri ise "kara kamag süsi" denilen halk ordusudur. Bu makalenin konusu olan "han süsi", gulâm sınıfına mensup hakanın muhafızları ve has askerleri ile merkezî otoriteye hiyerarşik basamaklar ile bağlı hakanın oğulları ve diğer akrabalarından müteşekkildir. Türk Hakanlığı hem yerleşik hem de bozkırlı kültürü temsil eden bir Türk devlettir. Dolayısı ile askeri kaynağı, hem bozkırlı komitelerden hem de yerleşik unsurun "evlatlık ordusu" ve "tegin"lerinden beslenmektedir. Türk Hakanlığı'nın İslâm dairesine girmesinden sonra ise bu askeri kavramların yerini "gulâm" ve "ben-i hakan" yani hakan oğulları tabirinin aldığı görülmektedir. Bu kapsamda ele alınan makalede hakanlığın han süsi, İslâm öncesi ve İslâmi dönemler gözetilerek detaylı bir şekilde irdelenmektedir.

Abstract The Turkish Khanate (Qarakhanids) army consists of two main classes. The first is "Khan susi". So it's the king's army. The other is the people's army (that is, kara kamag susi). The "Khan susi", which are the subject of this article, are the khan's palace guards and special forces. In addition, the sons of the khan are another part of this military force. The Turkish Khanate is a Turkish state that represents both established and steppe culture. For this reason, the military source consists of both "adoption army (evlatlık ordusu)" and tegins. After the Turkish khanate entered Islam
Research Interests:
Konya’yı 1071 Malazgirt Zaferi’nden kısa süre sonra başkent yapan Türkiye Selçukluları, burada eski Türk-İslam gelenekleri çerçevesinde esnaf örgütlenmesine gitmiş; daha sonra günün şartlarına göre esnaf teşkilatında değişiklik yapmıştır.... more
Konya’yı 1071 Malazgirt Zaferi’nden kısa süre sonra başkent yapan Türkiye Selçukluları, burada eski Türk-İslam gelenekleri çerçevesinde esnaf örgütlenmesine gitmiş; daha sonra günün şartlarına göre esnaf teşkilatında değişiklik yapmıştır.
Başlangıçta esnaflar, Karahanlı Devleti’nde olduğu gibi ilk zamanlarda kurulan İğdişliğe bağlanmış; sonra Abbasi Halifesi Nasır Lidinillah’ın etkisiyle bunun yerini Fütüvvet Teşkilatı almıştır. Daha sonra bu örgüt evrilerek bir Türk kurumu olan Ahiliğe dönüşmüştür. Konya’da Selçuklulardan kalma İğdişlik ve Ahilik’le ilgili mimari eserler, Osmanlı dönemine kadar varlığını sürdürmüş; bu kurumların hatıralarını yaşatmışlardır.
Bu makalede, kuruluş tarihleri göz önüne alınarak önce İğdişlik, arkasından Fütüvvet daha sonra da Ahilik teşkilatları ayrı başlıklar altında incelenecek; bunlarla ilgili mimari eserler üzerinde durulacaktır. 
CRAFT ORGANISATION IN CAPITAL TURKEY DURING THE PERIOD OF THE SELJUKS OF TURKEY
Abstract
The Seljuks of Turkey, who made Konya the capital city shortly after the Malazgirt Victory of 1071, went there to organise craftsmen in the frame of old Turkish-Islamic traditions; then changed the organisation of craft according to the conditions of the day.In the beginning, craftsmen were tied to the first-established İgdişlik as it was in the Karahan State; then took its place in the Fütüvvet Organization with Abbasi Khalifa Nasser Lidinillah 's influence. Later, this organization evolved into a Turkish institution, Ahi community. Architectural works related to İğdiş and Ahi community which were from the Seljuks in Konya continued to exist until the Ottoman period; they have kept their memories alive.
In this article, taking into consideration the dates of establishment, firstly, İgdişlik, Futüvvet and then Ahi community organizations will be examined under separate titles; architectural works related to these will be emphasized
Key Words:  İğdiş Community, Fütüvvet, Ahi Community, Konya.Konya’yı
Research Interests:
Brick was preferred as a building material in central Anatolia but more so in Mesopotamia and its environs from the Neolithic period onwards, but its use both for building and for architectural ornament was not explored until the tenth... more
Brick was preferred as a building material in central Anatolia  but more so in Mesopotamia and its environs from the Neolithic period onwards, but its use both for building and for architectural ornament was not explored until the tenth century. Although not for certain, it is assumed that during the tenth the structural and deorative possibilities of the material were discovered somewhere in  Turkestan, Khurasan, Ghazna or Central Iran and the “naked brick”  or “exposed brick” style matured. The Turks who migrated to Anatolia  during the second half of the eleventh century transmitted this style of building to Anatolian Seljuk architecture and employed it besides stone in a selective approach, but with a new enthusiasm leading to endless trials and  new creations until the early fourteenth century.
Anahtar Kelimeler: naked brick, brick bonds, brick revetments, Seljuk, architecture
Research Interests:
Aksaray İç Anadolu Bölgesi’nde bir il merkezidir. Şehirde İlk Çağlardan kalan ama ne zaman yapıldığı bilinmeyen bir kale mevcuttur. Kale Selçuklu ve Osmanlı devrinde de kullanılmıştır. Bugün şehrin çekirdeğini meydana getiren kalenin (İç... more
Aksaray İç Anadolu Bölgesi’nde bir il merkezidir. Şehirde İlk Çağlardan kalan ama ne zaman yapıldığı bilinmeyen bir kale mevcuttur. Kale Selçuklu ve Osmanlı devrinde de kullanılmıştır. Bugün şehrin çekirdeğini meydana getiren kalenin (İç Kale) özellikle II. Kılıçaslan devrinde tamamen onarıldığı ve kuvvetlendirildiği bilinmektedir. Yine aynı dönemde şehir merkezinde pek çok yapı inşa edilmiştir. Kale bugün tamamen yıkılmıştır. Bundan 50 yıl öncesinde kalenin bazı kalıntıları mevcuttu. Kale kapıları, II. Kılıçaslan Sarayı’nın (Ak Saray) yerleri bilinmektedir. Ayrıca kale ile ilgili halk arasında konuşulan pek çok söylenti de vardır. Bu makalede “Aksaray Kalesi ve iç kalede yer alan Selçuklu dönemi yapıları” ele alınacaktır. Kale plân ve fotoğraflar eşliğinde tanıtılacaktır
Anahtar Kelimeler: Aksaray, Aksaray Kalesi, Selçuklu dönemi, kale kapısı
Research Interests:
Bu makale, çağdaş sanat tarihi literatüründe ve müze kataloglarında sıklıkla ‘güneş’, ‘güneş parlaması’ ‘yıldız’ ya da ‘ışınları olan rozet’ olarak tanımlanan bir motifin (güneşe benzemesine rağmen), 12-13. yüzyıllarda Selçuk, Atabey ve... more
Bu makale, çağdaş sanat tarihi literatüründe ve müze kataloglarında sıklıkla ‘güneş’, ‘güneş parlaması’ ‘yıldız’ ya da ‘ışınları olan rozet’ olarak tanımlanan bir motifin (güneşe benzemesine rağmen), 12-13. yüzyıllarda  Selçuk, Atabey ve Eyyubi topraklarında uygulanan haberleşme/istihbarat sistemi içinde kullanılan bir şifre makinesinin betimlemesi olabileceğini önermektedir. Bu tip bir aracın betimlerini ‘güneş’ motifinden ayrılan belirli özellikler bulunmaktadır: Üç diskten oluşan araç motifte de iç içe üç dairesel form ile betimlenir: sıklıkla yüz (insan ya da büyük kedigil) tasviri olan, bazen düşeyde bir işaret imi bulunan ve dış çepherde bir sıra daire motifi bulunan bir merkezi daire; bundan çıkan ve aracın ışınları/işaret imlerini iki farklı seviyede (iç/üst ve dış/alt grup) ayıran daha geniş bir çember; ve dışta disk benzeri bir çerçeve. Bazı ışınların sivri uçları bu çerçeveden dışarı taşarak dış diskte okunması gereken harflere/rakamlara işaret eder. Aracın betimi olduğu önerilen motif, yüksek seviyeli haberleşme sistemi ile ilişkili kompozisyonlarda gözlenmektedir. Motifin bulunduğu seramik kaplarda, şifreli mesajları betimleyen kutu sıraları ile ışıklı sinyal araçları ve barid sisteminin elemanlarının tasvirleri de yer almaktadır. Bu nedenle bu motifin güneş tasviri ya da güneş ışınlarını yansıtan bir nesne olarak tanımlanması yerine şifre makinesi tasvirleri olarak yorumlanması düşünülebilir. Bu araç sultanın barid teşkilatı tarafından, atlı haberciler (kasıd), posta güvercinleri (haman) ve daha da önemlisi özel sinyal araçları ile yansıtılan ışıklı mesajları şifrelemek ya da gelen şifreli mesajların okunması amacı ile kullanılmış olsa gerektir ve olasılıkla 12-13. yüzyıllar boyunca, Moğol istilalarına kadar kullanılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Selçuk şifre makinesi, barīd-istibarat, haberleşme

Repeatedly described in modern art historical and other literature and in museum catalogues as the representation of a ‘sun’, a ‘solar design’, ‘sunburst’, a ‘star’, or as a ‘rosette with rays’, this article suggests that some examples of this type of depiction - whilst having the form of a ‘sun’ or of a ‘sunburst’ or ‘star’ – rather, and in some cases with considerable accuracy, record the types of cypher device/machine that was employed to make and to read secure encrypted communications in the 12th to 13th centuries within the Seljuk, Atabeg and Ayyūbid territories of the Abbasid Caliphate. The primary distinguishing features between the representation of what has been termed a ‘sun’, ‘solar device’ etc., and the depiction of this type of encryption device, consists in the depiction of three disks - an inner disk, often carrying the depiction of a face, human or feline, sometimes with a noteworthy vertical marker, and often with a series of circles around its rim – a wider disk that separate the rays/pointers of this device into two separate layered groups, an inner/upper and an outer/lower group - within an outer disk-like frame, across the edge of which the pointed ends of some of these rays/pointers pass, with the setting of the machine's pointers-rays determining the sequence of the letters-numbers to be read off the outer disk. Furthermore, the context within which these depictions occur can be associated with the depiction of high level state communications, with at times the depiction in an encircling band of coded messages in boxes, the depiction of signalling devices and of members of the ruler’s barīd-istibarat. It is therefore suggested that this type of representation having the form of three-disks with pointers-rays, while having the form of a ‘sun’ or ‘a solar device’, can rather to be understood as depicting examples of the types of cypher machine that was employed by the ruler’s barīd-istibarat to encrypt and decrypt some of the messages sent by means of couriers-kasıd, by messenger pigeons-haman, and most rapidly, through sequences of signals of reflected light/coloured light during the course of the 12th and into the 13th centuries until the pagan Mongol interventions.
Anahtar Kelimeler:Seljuk Cypher/Cipher, barīd - istibarat communications
Research Interests:
Research Interests:
Research Interests:
Research Interests:
Research Interests:

And 17 more