Papers by Abdülkadir Dağlar
III. ULUSLARARASI DEVELİ - ÂŞIK SEYRÂNÎ VE TÜRK KÜLTÜRÜ KONGRESİ (SEYRÂNÎ BİLDİRİLERİ), 2023
Akademide Üç Kuşak Bilim, Kültür ve Sanat Sempozyumu, Kütahya (25-27 Kasım 2021) Erciyes Akademi Cilt: 36 - Sayı: 4, 2022
ULUSAL KADIN VE MEDENİYET SEMPOZYUMU BİLDİRİLER KİTABI, 2022
19. yüzyılın son çeyreğinde Avrupa’da ortaya çıkan sosyal bir tepki türü olan boykot, Türk kamuoy... more 19. yüzyılın son çeyreğinde Avrupa’da ortaya çıkan sosyal bir tepki türü olan boykot, Türk kamuoyunun da zaman zaman dış politikada sosyal yaptırım aracı olarak kullandığı bir yoldur. Dînî ve millî hassâsiyetlerin âdetâ sınanarak zirveye çıktığı dönemlerde, sinir uçlarının gerilmesinin müsebbibi olarak görülen çeşitli ülkelerin markalarına karşı boykot çağrılarının yapıldığı, bu minvalde bilhassa son 20 yıllık dönemde ara ara İsrail, Fransa, ABD, Çin gibi ülkelerin mallarının alınmaması yönünde telkinlerde bulunulduğu görülmektedir. Hele de son 10 yıldır çok aktif olarak kullanılan elektronik sosyal mecrâlar hızlı boykot örgütlenmelerinin ağırlık merkezi hâline gelmiştir.
Osmanlı'da “harb-i iktisâdî” diye adlandırılan ekonomik boykot kültürünün örnekleri 20. yüzyılın başlarında görülmüştür. Bu daha çok devletin son dönemindeki hızlı toprak kayıplarının halkta uyandırdığı infiâller dolayısıyla olmuştur. Avusturya’ya karşı 1908 Fes Boykotu ve İstanbul’daki Rum ve gayrımüslim-ecnebî ticâretine karşı yapılan 1913-1914 Averof Boykotu bunlar arasında sayılabilir. Bu boykot çağrılarında dönemin matbûat merkezli haberleşme imkânlarının tümünün kullanıldığı görülmüştür. Bu çalışma çerçevesinde Averof Boykotu’na Osmanlı kadınını dâvet eden bir risâle-mektup ele alınacaktır.
"""
Boycott, a type of social reaction that emerged in Europe in the last quarter of the 19th century, is a way that the Turkish public sometimes uses as a social sanction tool in foreign policy. It is seen that boycott calls were made against the brands of various countries, which are seen as the cause of the tension in the nerve endings, during the periods when religious and national sensitivities are almost tested, and in this regard, especially in the last 20 years, there have been occasional suggestions not to buy the goods of countries such as Israel, France, the USA, and China. Especially in the last 10 years, electronic social channels, which have been used very actively, have become the center of gravity of rapid boycott organizations.
Examples of the economic boycott culture called “harb-i iktisâdî” in the Ottoman Empire were seen at the beginning of the 20th century. This was mostly due to the outrages caused by the rapid land losses in the last period of the state. These include the 1908 Fes Boycott against Austria and the 1913-1914 Averof Boycott against the Greek and non müslim-foreign trade in Istanbul. In these boycott calls, it was seen that all the press-based communication facilities of the period were used. Within the framework of this study, a treatise-letter inviting Ottoman women to the Averof Boycott will be discussed.
İSLARA ULUSLARARASI İSLAM ARAŞTIRMALARI KONGRESİ (12 ŞUBAT 2022) BİLDİRİLER KİTABI, 2022
In Turkish history, as in all social, cultural and artistic fields, the starting point of the inn... more In Turkish history, as in all social, cultural and artistic fields, the starting point of the innovation, westernization and modernization movements in Turkish Literature is generally accepted as the Tanzîmat Edict, which was announced in 1839, which is considered a turning point in this sense. After this date, Turkish Literature up to that time started to be criticized in almost every aspect, and it was desired to continue new discussions around western intellectual and literary movements through western literary genres and publications. In the new period, the ideas that it is impossible for Dîvân Literature, Tekke Literature and Âşık Literature to preserve their vitality for a longer period of time, and that there is no need for them anymore, have become controversial on every platform.
In fact, all these debates arose from the spread of the printing press and the unintentional isolation of literature from the "verbal context" through its confinement—and even its incarceration—to the common written context. As a matter of fact, all three customs named above were essentially "verbal" and the verbal context has always been decisive through these literary customs since the formation of Turkish epics. From the common belief and thought ground largely shaped by the imaginations of the natural field opened between "decreation" or "creation" and "return" or "rebirth" by collecting its essence from the questions on the axis of "becoming-decay", in short, from the only "realm of truth". It is obvious that these literary customs that are fed are actually different aspects of the ancient "töre" (tradition) - and even the "edebî töre" (literary tradition). By defining these literary customs under a common name, each of which is fed by the verbal Turkish custom, the walls built between them by the academic system, especially in the period of innovation and modernization, will be questioned.
This paper aims to gather the names of Dîvân Literature, Tekke Literature and Âşık Literature, which were able to continue their life by being fed from the verbal sitting-gathering contexts called "meclis" (majlis) and the same realm of truth, under the roof of "Töreli Türk Edebiyâtı" (Traditional Turkish Literature). However, this naming effort also aims to include the literary figures and their works, who are nourished by the eternal and literary tradition in the new/modern period, within the circle of Töreli Türk Edebiyâtı. This naming experiment, which is designed to be realized by questioning the relationship between the concept of tradition and the verbal and literary word, will also present different perspectives on the genuine nature of Turkish Literature.
HİKMET-Akademik Edebiyat Dergisi [Journal of Academic Literature] (PROF. DR. ALİ NİHAD TARLAN ÖZEL SAYISI), 2018
Dîvân edebiyâtı bir şerh edebiyâtıdır, denilebilir. Türk edebiyâtında dîvân şiiri geleneği ile ed... more Dîvân edebiyâtı bir şerh edebiyâtıdır, denilebilir. Türk edebiyâtında dîvân şiiri geleneği ile edebî şerh geleneği aynı büyük medeniyet dâiresinin içerisinde aynı dînî, fikrî ve edebî kaynaklardan beslenmiş, ontolojik mâhiyetleri dolayısıyla dîvân şiiri ile şerh hep birlikte anılagelmiştir. Kezâ geleneğin belirleyici olduğu devirlerde, dîvân şiirini anlama ve anlatma yönünde yapılan çeşitli tür ve şekillerdeki çalışmalara da şerh denmiştir. Dîvân edebiyâtı geleneğinde hacimli bir dîvân oluşturan Sultan 3. Murâd, 16. asrın ikinci yarısında Murâdî mahlasıyla söylediği şiirleriyle aynı zamanda geleneğin poetik şerh nazariyâtını da ortaya koymuştur. Onun şerh kavramına atıfları, diğer dîvân şâirleri ile mukâyese edilemeyecek kadar çok ve etraflıdır. Şerhin yapılış sebebi, niyet ve ortaya çıkış süreci, gerekliliği gibi hususların yanında şerh-şiir ve şâir-şârih ilişkilerine de ışık tutan Murâdî, şiir ile şerhi mistik-poetik bir evrenin ikiz unsurları olarak değerlendirmiştir. Bu makâlede, Murâdî Dîvânı'nda yer alan yaklaşık 8400 beytin, şiir ve şerh nazariyâtı merkezli incelenmesi ile ortaya çıkan veriler tasnîf edilip yorumlanacaktır.
Diwan poetry is a commentary literary. In Turkish literature, the diwan poetry tradition and the commentary literary tradition fueled from the same religious, intellectual, and literary sources in the same great civilization chamber; and the diwan poetry and the commentary have been mentioned together due to their ontological nature. Likewise in the periods in which the tradition had a determinant effect, various types of works in multiple forms conducted towards the understanding and recital of the diwan poetry have been also called commentary. Sultan Murad the Third who created an extensive diwan in the diwan poetry tradition, set forth the poetic commentary theories of the tradition with the poems he told under the name "Murâdî" in the second half of the sixteenth century. His references to the commentary concept are way too many and comprehensive to be compared with other diwan poets. Murâdî who also illuminated matters such as the reason the commentary is done, its intention and emergence process, its necessity as well as the commentary-poem and poet-commentator evaluated the poem and the commentary as the twin elements of a mystical-poetic universe. In this study, approximately 8400 couplets found in the Murâdî Diwan will be investigated based on the poem and commentary theories and the data to emerge will be classified and interpreted.
Bu tenkit makâlesi, dîvân şiiri araştırmalarında vezin ve anlam yordamlarının usûlüne uygun olara... more Bu tenkit makâlesi, dîvân şiiri araştırmalarında vezin ve anlam yordamlarının usûlüne uygun olarak kullanılmaması sonucunda düşülebilecek -Şiʻrâ kelimesini şuʻarâ okumak gibi- okuma hatâlarına iki beytin okunuşu özelinde örnek verilecektir. Söz konusu okuma hatâlarından birinin yol açtığı yanlış anlama ve yanlış yorumlama da ikinci örnek çerçevesinde ayrıca değerlendirilecektir. Arap harfli dîvân şiirini doğru okuma, anlama ve yorumlama kılavuzluğuna bir örnek olabilmesi adına, bu yolda teknik bir usûlün nasıl izlenebileceğini göstermek, bu makâlenin temel amaçlarındandır.
This criticism article will provide an example of two verses that may cause misreadings -just like the Şiʻrâ word being read as şuʻarâ in the result of the rhythm and meaning methods not being used in accordance with their methods in researches of dîvân poetry. Aforementioned misunderstanding and misinterpretation caused by one of these misreadings will also be evaluated within the framework of the second example. To be an example for the guidance of the correct reading, understanding, and interpretation dîvân poetry with Arabic letters, it is one of the basic goals of this article to show how a technical method should be followed in this approach.
Bu makâlede " gün gecelidir / gün akşamlıdır " meselinin önce dîvân şiirindeki tezâhürleri ele al... more Bu makâlede " gün gecelidir / gün akşamlıdır " meselinin önce dîvân şiirindeki tezâhürleri ele alınıp yorumlanacaktır. Daha sonra, dîvân şiirinin de içinde bulunduğu töreli şiirin şuuraltında bu meselin hangi anlamlar dizgesine karşılık geldiği sorgulanacaktır. Bu meselin kullanıldığı dikkat çekici edebî metinlerin kurduğu bağlamların yorumlanması ile geçmişten bugüne yansıyan anlamların gelişim ve dönüşümü doğrultusunda bazı çıkarımlarda bulunulacaktır.
In this article, manifestations of the parable of " gün gecelidir / gün akşamlıdır " (literally means " the day is with night / the day is with evening ") will be first evaluated and then interpreted. Later, in the subconscious of customary poetry which also contains divan poetry, it will be questioned which meaning strings that this parable corresponds to. The interpretation of the context constructed by the remarkable literary texts in which this parable is used, and in accordance with the development and change of the meanings reflected from past to today, there will be some deductions to be made.
Edebî Eleştiri Dergisi / Journal of Literary Criticism, 2017
Öz /
Bu çalışmada, dîvân edebiyâtı dâiresinde metin-nüsha ilişkilerinin ontoloji açısından bağl... more Öz /
Bu çalışmada, dîvân edebiyâtı dâiresinde metin-nüsha ilişkilerinin ontoloji açısından bağlamı ortaya konmaya çalışılmaktadır. Bununla birlikte, dîvân edebiyâtı geleneğinde üretilen eserlerin metin ya da nüshaları üzerine yapılan çalışmalarda kullanılan terminoloji eleştirel olarak değerlendirilmekte, bâzı terimler yerine farklı alternatiflerin söz konusu olabileceği üzerinde durulmaktadır. Özellikle, metnin tesbit edilmesine kadar gelişen süreçteki işlemler için “metin” teriminden ziyâde “nüsha” teriminin kullanılması teklif edilmektedir. //
Abstract /
In this study, it is tried to reveal the ontological context of text-copy relations in divan literature. In addition to this, the terminology used in the studies on texts or essays of works produced in the tradition of divan literature are critically evaluated, it is emphasized that different alternatives may be mentioned instead of some terms. In particular, it is proposed to use the term “copy” as the term “text” for the process during which the text is determined.
Hâlis mizâh da hâlis şiir gibi insânın üst aklının yani akl-ı ma‘âdın ürünüdür. İnsânın günlük bi... more Hâlis mizâh da hâlis şiir gibi insânın üst aklının yani akl-ı ma‘âdın ürünüdür. İnsânın günlük biyolojik, fizyolojik iş ve ihtiyâçlarını idare eden akl-ı ma‘âştan farklı olarak, akl-ı ma‘âd, insâna şeylerin hikmetini sorgulatan, aslını ve kendini keşfettiren, geldiği ve döneceği yeri düşündüren; bunların yanında, insânın sosyo-kültürel ve sanatsal yaşantısına yön veren, dînî hayâtını düzenleyen temyîz edici akıldır.
Akl-ı ma‘âdın akl-ı ma‘âşa oranı her insânda aynı seviyede değildir; akl-ı ma‘âşı fazla olanlar, akl-ı ma‘âdı daha fazla olanların hikmetli davranışlarını doğru değerlendiremez ve sözlerini tam anlayamazlar. Bu sebeple, akl-ı ma‘âd ürünü bu sözlerin anlamlarını akl-ı ma‘âşın seviyesine taşıyıcı ve indirgeyici vâsıta metinler yani şerh metinleri kaleme alınmıştır.
Türk edebiyâtında bilhassa sûfî şâirlerin hikmet dolu şiir ve şathiyyeleri çeşitli şârihler tarafından şerh edilmiş, bu yolla akl-ı ma‘âş sâhibi kişilerin düzeyine indirgenmeye çalışılmıştır. Bu tasavvufî metinlerin yanında, Nasreddîn Hoca’nın latifelerine yazılan şerhler de bu amaca hizmet ederler.
Bu çalışma ile, akıl-hikmet-mizâh ilişkisi çerçevesinde, Türk edebiyâtında mazmûnu hikmet olan şathiyye ve latîfe metinlerine yazılan şerhler, aklın tefekkür ameliyyesi ve hakîkata ulaşma gâyesi dâiresinde yorumlanmaya çalışılacaktır.
...
Pure humor, just like pure poetry, is the product of the superior human mind, namely akl-ı ma‘âd. Different from akl-ı ma‘âş, which controls the daily biological and physiological acts and needs of people, akl-ı ma‘âd is the mind that makes people search for the philosophy of things, discover their origin and self, think about the place they came from and will go to; and apart from these, it is the appellant mind that directs the people’s socio-cultural and artistic lives, and regulates their religious lives.
The rate of akl-ı ma‘âd to akl-ı ma‘âş is not at same level for every person; the people with more akl-ı ma‘âş are not able to correctly evaluate the philosophical behaviours and completely understand the sayings of those with more akl-ı ma‘âd. That is the reason why the intermediary texts, namely commentary texts, which reductively carry the meanings of these sayings that are the product of akl-ı ma‘âd to the level of akl-ı ma‘âş, were written.
In Turkish literature, various commentators commented on the philosophical poems and şathiyyes of especially the Sufi poets, and tried to reduce them to the level of those with akl-ı ma‘âş. Along with these Sufi texts, the comments written on Nasreddin Hodja’s latîfes serve this purpose.
This study aims that the comments written on şathiyye and latîfe texts, whose mazmûn in Turkish literature is philosophy, will be tried to be interpreted within the framework of the relationship among mind-philosophy-humor, and within the scope of the contemplation process of the mind and the objective to reach the truth.
Dîvân şiiri geleneği ömrünü tamâmlayıp hayâtiyet dâiresi kapandıktan sonra geleneğin içinden önem... more Dîvân şiiri geleneği ömrünü tamâmlayıp hayâtiyet dâiresi kapandıktan sonra geleneğin içinden önemli konular ve metinler modern denilen dönemde kimi şâirlerce yeni dil ve yeni formlarla yeniden ele alınıp şiirleştirilmiştir. Şeyh Gâlib'in Hüsn ü Aşk adlı mesnevîsi de, yazıldığı dönemden günümüze kadar pek çok şâire ilhâm kaynağı olmuş, bu çerçevede ayrıca, yeni bir dil, yeni bir form ve bir modern dönem şâirinin şiiraltı ile, yani, Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın Şeyh Galib'e Çiçekler adlı şiir kitâbı ile yeniden yorumlanmıştır. Bu makâlede, ilk baskısı 1986 yılında yapılan bu eser Hüsn ü Aşk'a göre konumu açısından değerlendirilecek; Dağlarca'nın, geleneği ve Gâlib'i yorumlayıp yansıtma tarzı karşılaştırmalı olarak ele alınacaktır.
After the tradition of divan poetry completed its lifetime and its virtuous life was closed, important topics and texts from within the tradition have been reconsidered by poets in this modern period with new language and new forms. The mesnevi of Şeyh Galib called Hüsn ü Aşk, has been a source of inspiration for many poets from the time it was written to present day, and in this frame, has been reinterpreted with a new language, a new form and a poetical subconscious of a modern poet, that is, a poetry book called Flowers to Şeyh Galib by Fazıl Hüsnü Dağlarca. In this article, this work, which was first published in 1986, will be evaluated in terms of its position with respect to Hüsn ü Aşk; and the tradition of Dağlarca, and his interpretation and reflection of Galib will be discussed comparatively.
Genel anlamda düşünce dünyâsı, varlık alanında yer alan cisim sâhibi her şey hakkında olduğu gibi... more Genel anlamda düşünce dünyâsı, varlık alanında yer alan cisim sâhibi her şey hakkında olduğu gibi, san'at eserlerinin de ilk özü yani cevherine dâir bazı fikir ve teoriler ortaya koymuştur. Anlam dünyâsı ile kurduğu ilişkilerin niteliğine bağlı olarak, ses ve söz san'atları arasında önemli bir yer tutan şiirin oluşum sürecinin ilk noktasındaki özün niteliği ya da şiirin nasıl bir cevherden türediği hakkında çeşitli fikirler ileri sürülmüştür. İslâm şiir geleneğinin şuûraltı temelinde de geniş bir yer tutan tasavvuf nazariyâtına göre, genel olarak varlığın en temel ilk cevheri, Allâh'ın kendi zâtından yaratmış olduğu Hakîkat-ı Muhammediyye'dir; sonraki süreçte ma'nâ ve şekil bilgileri sâbitlenerek Levh-i Mahfûz'a kaydedilmiş olan her varlığın ondan türediği kabûl edilmiştir. Bu minvâlde, şiirin lafzî/sözel cisminin aslî cevherinin Levh-i Mahfûz'da saklı olduğunu kabûl eden dîvân edebiyâtı geleneği, cevher terimini farklı kelimelerle oluşturduğu terkîb ve kombinasyonlarda dile getirmekle birlikte, sözün özü ya da tözü bağlamında mazmûn kelimesi ile de bir arada kullanmaktadır. Bu makâle, " Dîvân şiiri dünyâsında A'yân-ı Sâbite'si (değişmez sâbit görüntüler) Levh-i Mahfûz'da yer alan kelâm/şiir cevherlerine mazmûn denir. " temel fikir ve iddiâsı üzerine kurulmuştur. Ana fikir, çoğunluğu tasavvuf literatürünün klâsik kaynaklarından ve dîvân şiirinden yapılan örnek metin alıntıları ile desteklenmeye çalışılmıştır. Ayrıca, iddiâyı destekleyeceği düşüncesiyle, son dönem şâirlere âit manzûm ve mensûr metin örneklerine yer verilerek gelenekle bir bağ kurulmuştur.
Edebiyât felsefesinin târîhi boyunca sözün öz gerçeği ve anlam dünyâsına ilişkin hem Batı'da hem ... more Edebiyât felsefesinin târîhi boyunca sözün öz gerçeği ve anlam dünyâsına ilişkin hem Batı'da hem Doğu'da pek çok şey söylenmiştir. Genel İslâm edebiyâtı çerçevesinde, dîvân şiiri geleneği üzerine araştırma yapanlar da bu gelenekte kelâmın hakîkatının ne olduğu ve ma'nâ âleminin hangi sınırlar içinde bulunduğuna dâir çeşitli tesbîtlerde bulunmuşlardır. Bu çabaların ortaya koyduğu tartışma zemîninde, dîvân edebiyâtına âit manzûm ve mensûr metinlerde çokça karşılaşılan " mazmûn " kelimesi de ele alınmış; bunun ne anlama geldiği ve nasıl bir kavramı karşıladığı birçok kişi tarafından sorgulanmıştır. Son zamânlarda konu üzerinde yapılan çalışmalarda, geleneksel metinlerde, mazmûn kelimesinin ne gibi bağlamlarda hangi kelimelerle bir araya gelerek ne tür anlam birliktelikleri kurmuş olduğu üzerinde durulmakta, bu çabaların sonucunda ortaya çıkan veriler ışığında şiirsel kelâmın hakîkat düzlemindeki özünün ne olduğu anlaşılmaya çalışılmaktadır. Bu mes'eleye dâir daha önce ileri sürmüş olduğumuz fikirler doğrultusunda bu yazıda da, mazmûnun, sözün " idealar âlemi " ndeki -tasavvuf literatüründeki karşılığı olarak " A'yân-ı Sâbite " deki- özü ya da " kelâmın hakîkatı " olduğu iddiâ edilmektedir. Dîvân şiirinde mazmûnun yer aldığı çeşitli alt evrenlerin yanında bir başka birliktelik evreninde ise, o hakîkî âlem " gül bahçesi " , şiirlerin o âlemdeki özleri " mazmûn gülü " , o mazmûn güllerini bu gölge cisimler âleminde yansıtmaya çalışan şâirler de " bülbül " olarak tasavvur edilmektedir. Bu makâlede mazmûn, çeşitli örnek metinlere dayanılarak bu bakış açısıyla bir kez daha değerlendirilecektir.
Bu makâle, tartışmaların kenârında yapılan bir isim savunmasıdır. Yaygın kullanılan ismiyle “dîvâ... more Bu makâle, tartışmaların kenârında yapılan bir isim savunmasıdır. Yaygın kullanılan ismiyle “dîvân edebiyâtı” geleneği, başka birçok isimle isimlendirilmiş; bu arada, diğer isimleri değerli bulup kullananlar bu ismi kullanmanın sakıncalarını dile getirmişlerdir. Bu makâle çerçevesinde, dîvân edebiyâtı isminin terimleşme sürecini tamâmlamış olması temel gerekçesiyle, bu isim hakkında ileri sürülen sakıncalar ve yapılan itirâzların gereksiz olduğu ortaya konacaktır. Bu doğrultuda, bu edebî geleneğin de içerisinde yer aldığı medeniyet dâiresinde “dîvân” kelimesinin nasıl bir dünyâyı temsîl ettiği ve nasıl bir kavrama karşılık geldiği, “dîvân istiâresi” şeklinde ifâde edilebilecek olan kavramın etrâfında ele alınacaktır. Konu etrâfında ortaya çıkan genel manzaranın da dîvân edebiyâtı ismini desteklediği fikrinden hareketle, işâret ettiği sâhayı diğerlerine oranla daha belirgin bir şekilde gösteren bu ismi kullanmanın daha doğru olacağı sonucuna varılmıştır.
Uploads
Papers by Abdülkadir Dağlar
Osmanlı'da “harb-i iktisâdî” diye adlandırılan ekonomik boykot kültürünün örnekleri 20. yüzyılın başlarında görülmüştür. Bu daha çok devletin son dönemindeki hızlı toprak kayıplarının halkta uyandırdığı infiâller dolayısıyla olmuştur. Avusturya’ya karşı 1908 Fes Boykotu ve İstanbul’daki Rum ve gayrımüslim-ecnebî ticâretine karşı yapılan 1913-1914 Averof Boykotu bunlar arasında sayılabilir. Bu boykot çağrılarında dönemin matbûat merkezli haberleşme imkânlarının tümünün kullanıldığı görülmüştür. Bu çalışma çerçevesinde Averof Boykotu’na Osmanlı kadınını dâvet eden bir risâle-mektup ele alınacaktır.
"""
Boycott, a type of social reaction that emerged in Europe in the last quarter of the 19th century, is a way that the Turkish public sometimes uses as a social sanction tool in foreign policy. It is seen that boycott calls were made against the brands of various countries, which are seen as the cause of the tension in the nerve endings, during the periods when religious and national sensitivities are almost tested, and in this regard, especially in the last 20 years, there have been occasional suggestions not to buy the goods of countries such as Israel, France, the USA, and China. Especially in the last 10 years, electronic social channels, which have been used very actively, have become the center of gravity of rapid boycott organizations.
Examples of the economic boycott culture called “harb-i iktisâdî” in the Ottoman Empire were seen at the beginning of the 20th century. This was mostly due to the outrages caused by the rapid land losses in the last period of the state. These include the 1908 Fes Boycott against Austria and the 1913-1914 Averof Boycott against the Greek and non müslim-foreign trade in Istanbul. In these boycott calls, it was seen that all the press-based communication facilities of the period were used. Within the framework of this study, a treatise-letter inviting Ottoman women to the Averof Boycott will be discussed.
In fact, all these debates arose from the spread of the printing press and the unintentional isolation of literature from the "verbal context" through its confinement—and even its incarceration—to the common written context. As a matter of fact, all three customs named above were essentially "verbal" and the verbal context has always been decisive through these literary customs since the formation of Turkish epics. From the common belief and thought ground largely shaped by the imaginations of the natural field opened between "decreation" or "creation" and "return" or "rebirth" by collecting its essence from the questions on the axis of "becoming-decay", in short, from the only "realm of truth". It is obvious that these literary customs that are fed are actually different aspects of the ancient "töre" (tradition) - and even the "edebî töre" (literary tradition). By defining these literary customs under a common name, each of which is fed by the verbal Turkish custom, the walls built between them by the academic system, especially in the period of innovation and modernization, will be questioned.
This paper aims to gather the names of Dîvân Literature, Tekke Literature and Âşık Literature, which were able to continue their life by being fed from the verbal sitting-gathering contexts called "meclis" (majlis) and the same realm of truth, under the roof of "Töreli Türk Edebiyâtı" (Traditional Turkish Literature). However, this naming effort also aims to include the literary figures and their works, who are nourished by the eternal and literary tradition in the new/modern period, within the circle of Töreli Türk Edebiyâtı. This naming experiment, which is designed to be realized by questioning the relationship between the concept of tradition and the verbal and literary word, will also present different perspectives on the genuine nature of Turkish Literature.
Diwan poetry is a commentary literary. In Turkish literature, the diwan poetry tradition and the commentary literary tradition fueled from the same religious, intellectual, and literary sources in the same great civilization chamber; and the diwan poetry and the commentary have been mentioned together due to their ontological nature. Likewise in the periods in which the tradition had a determinant effect, various types of works in multiple forms conducted towards the understanding and recital of the diwan poetry have been also called commentary. Sultan Murad the Third who created an extensive diwan in the diwan poetry tradition, set forth the poetic commentary theories of the tradition with the poems he told under the name "Murâdî" in the second half of the sixteenth century. His references to the commentary concept are way too many and comprehensive to be compared with other diwan poets. Murâdî who also illuminated matters such as the reason the commentary is done, its intention and emergence process, its necessity as well as the commentary-poem and poet-commentator evaluated the poem and the commentary as the twin elements of a mystical-poetic universe. In this study, approximately 8400 couplets found in the Murâdî Diwan will be investigated based on the poem and commentary theories and the data to emerge will be classified and interpreted.
This criticism article will provide an example of two verses that may cause misreadings -just like the Şiʻrâ word being read as şuʻarâ in the result of the rhythm and meaning methods not being used in accordance with their methods in researches of dîvân poetry. Aforementioned misunderstanding and misinterpretation caused by one of these misreadings will also be evaluated within the framework of the second example. To be an example for the guidance of the correct reading, understanding, and interpretation dîvân poetry with Arabic letters, it is one of the basic goals of this article to show how a technical method should be followed in this approach.
In this article, manifestations of the parable of " gün gecelidir / gün akşamlıdır " (literally means " the day is with night / the day is with evening ") will be first evaluated and then interpreted. Later, in the subconscious of customary poetry which also contains divan poetry, it will be questioned which meaning strings that this parable corresponds to. The interpretation of the context constructed by the remarkable literary texts in which this parable is used, and in accordance with the development and change of the meanings reflected from past to today, there will be some deductions to be made.
Bu çalışmada, dîvân edebiyâtı dâiresinde metin-nüsha ilişkilerinin ontoloji açısından bağlamı ortaya konmaya çalışılmaktadır. Bununla birlikte, dîvân edebiyâtı geleneğinde üretilen eserlerin metin ya da nüshaları üzerine yapılan çalışmalarda kullanılan terminoloji eleştirel olarak değerlendirilmekte, bâzı terimler yerine farklı alternatiflerin söz konusu olabileceği üzerinde durulmaktadır. Özellikle, metnin tesbit edilmesine kadar gelişen süreçteki işlemler için “metin” teriminden ziyâde “nüsha” teriminin kullanılması teklif edilmektedir. //
Abstract /
In this study, it is tried to reveal the ontological context of text-copy relations in divan literature. In addition to this, the terminology used in the studies on texts or essays of works produced in the tradition of divan literature are critically evaluated, it is emphasized that different alternatives may be mentioned instead of some terms. In particular, it is proposed to use the term “copy” as the term “text” for the process during which the text is determined.
Akl-ı ma‘âdın akl-ı ma‘âşa oranı her insânda aynı seviyede değildir; akl-ı ma‘âşı fazla olanlar, akl-ı ma‘âdı daha fazla olanların hikmetli davranışlarını doğru değerlendiremez ve sözlerini tam anlayamazlar. Bu sebeple, akl-ı ma‘âd ürünü bu sözlerin anlamlarını akl-ı ma‘âşın seviyesine taşıyıcı ve indirgeyici vâsıta metinler yani şerh metinleri kaleme alınmıştır.
Türk edebiyâtında bilhassa sûfî şâirlerin hikmet dolu şiir ve şathiyyeleri çeşitli şârihler tarafından şerh edilmiş, bu yolla akl-ı ma‘âş sâhibi kişilerin düzeyine indirgenmeye çalışılmıştır. Bu tasavvufî metinlerin yanında, Nasreddîn Hoca’nın latifelerine yazılan şerhler de bu amaca hizmet ederler.
Bu çalışma ile, akıl-hikmet-mizâh ilişkisi çerçevesinde, Türk edebiyâtında mazmûnu hikmet olan şathiyye ve latîfe metinlerine yazılan şerhler, aklın tefekkür ameliyyesi ve hakîkata ulaşma gâyesi dâiresinde yorumlanmaya çalışılacaktır.
...
Pure humor, just like pure poetry, is the product of the superior human mind, namely akl-ı ma‘âd. Different from akl-ı ma‘âş, which controls the daily biological and physiological acts and needs of people, akl-ı ma‘âd is the mind that makes people search for the philosophy of things, discover their origin and self, think about the place they came from and will go to; and apart from these, it is the appellant mind that directs the people’s socio-cultural and artistic lives, and regulates their religious lives.
The rate of akl-ı ma‘âd to akl-ı ma‘âş is not at same level for every person; the people with more akl-ı ma‘âş are not able to correctly evaluate the philosophical behaviours and completely understand the sayings of those with more akl-ı ma‘âd. That is the reason why the intermediary texts, namely commentary texts, which reductively carry the meanings of these sayings that are the product of akl-ı ma‘âd to the level of akl-ı ma‘âş, were written.
In Turkish literature, various commentators commented on the philosophical poems and şathiyyes of especially the Sufi poets, and tried to reduce them to the level of those with akl-ı ma‘âş. Along with these Sufi texts, the comments written on Nasreddin Hodja’s latîfes serve this purpose.
This study aims that the comments written on şathiyye and latîfe texts, whose mazmûn in Turkish literature is philosophy, will be tried to be interpreted within the framework of the relationship among mind-philosophy-humor, and within the scope of the contemplation process of the mind and the objective to reach the truth.
After the tradition of divan poetry completed its lifetime and its virtuous life was closed, important topics and texts from within the tradition have been reconsidered by poets in this modern period with new language and new forms. The mesnevi of Şeyh Galib called Hüsn ü Aşk, has been a source of inspiration for many poets from the time it was written to present day, and in this frame, has been reinterpreted with a new language, a new form and a poetical subconscious of a modern poet, that is, a poetry book called Flowers to Şeyh Galib by Fazıl Hüsnü Dağlarca. In this article, this work, which was first published in 1986, will be evaluated in terms of its position with respect to Hüsn ü Aşk; and the tradition of Dağlarca, and his interpretation and reflection of Galib will be discussed comparatively.
Osmanlı'da “harb-i iktisâdî” diye adlandırılan ekonomik boykot kültürünün örnekleri 20. yüzyılın başlarında görülmüştür. Bu daha çok devletin son dönemindeki hızlı toprak kayıplarının halkta uyandırdığı infiâller dolayısıyla olmuştur. Avusturya’ya karşı 1908 Fes Boykotu ve İstanbul’daki Rum ve gayrımüslim-ecnebî ticâretine karşı yapılan 1913-1914 Averof Boykotu bunlar arasında sayılabilir. Bu boykot çağrılarında dönemin matbûat merkezli haberleşme imkânlarının tümünün kullanıldığı görülmüştür. Bu çalışma çerçevesinde Averof Boykotu’na Osmanlı kadınını dâvet eden bir risâle-mektup ele alınacaktır.
"""
Boycott, a type of social reaction that emerged in Europe in the last quarter of the 19th century, is a way that the Turkish public sometimes uses as a social sanction tool in foreign policy. It is seen that boycott calls were made against the brands of various countries, which are seen as the cause of the tension in the nerve endings, during the periods when religious and national sensitivities are almost tested, and in this regard, especially in the last 20 years, there have been occasional suggestions not to buy the goods of countries such as Israel, France, the USA, and China. Especially in the last 10 years, electronic social channels, which have been used very actively, have become the center of gravity of rapid boycott organizations.
Examples of the economic boycott culture called “harb-i iktisâdî” in the Ottoman Empire were seen at the beginning of the 20th century. This was mostly due to the outrages caused by the rapid land losses in the last period of the state. These include the 1908 Fes Boycott against Austria and the 1913-1914 Averof Boycott against the Greek and non müslim-foreign trade in Istanbul. In these boycott calls, it was seen that all the press-based communication facilities of the period were used. Within the framework of this study, a treatise-letter inviting Ottoman women to the Averof Boycott will be discussed.
In fact, all these debates arose from the spread of the printing press and the unintentional isolation of literature from the "verbal context" through its confinement—and even its incarceration—to the common written context. As a matter of fact, all three customs named above were essentially "verbal" and the verbal context has always been decisive through these literary customs since the formation of Turkish epics. From the common belief and thought ground largely shaped by the imaginations of the natural field opened between "decreation" or "creation" and "return" or "rebirth" by collecting its essence from the questions on the axis of "becoming-decay", in short, from the only "realm of truth". It is obvious that these literary customs that are fed are actually different aspects of the ancient "töre" (tradition) - and even the "edebî töre" (literary tradition). By defining these literary customs under a common name, each of which is fed by the verbal Turkish custom, the walls built between them by the academic system, especially in the period of innovation and modernization, will be questioned.
This paper aims to gather the names of Dîvân Literature, Tekke Literature and Âşık Literature, which were able to continue their life by being fed from the verbal sitting-gathering contexts called "meclis" (majlis) and the same realm of truth, under the roof of "Töreli Türk Edebiyâtı" (Traditional Turkish Literature). However, this naming effort also aims to include the literary figures and their works, who are nourished by the eternal and literary tradition in the new/modern period, within the circle of Töreli Türk Edebiyâtı. This naming experiment, which is designed to be realized by questioning the relationship between the concept of tradition and the verbal and literary word, will also present different perspectives on the genuine nature of Turkish Literature.
Diwan poetry is a commentary literary. In Turkish literature, the diwan poetry tradition and the commentary literary tradition fueled from the same religious, intellectual, and literary sources in the same great civilization chamber; and the diwan poetry and the commentary have been mentioned together due to their ontological nature. Likewise in the periods in which the tradition had a determinant effect, various types of works in multiple forms conducted towards the understanding and recital of the diwan poetry have been also called commentary. Sultan Murad the Third who created an extensive diwan in the diwan poetry tradition, set forth the poetic commentary theories of the tradition with the poems he told under the name "Murâdî" in the second half of the sixteenth century. His references to the commentary concept are way too many and comprehensive to be compared with other diwan poets. Murâdî who also illuminated matters such as the reason the commentary is done, its intention and emergence process, its necessity as well as the commentary-poem and poet-commentator evaluated the poem and the commentary as the twin elements of a mystical-poetic universe. In this study, approximately 8400 couplets found in the Murâdî Diwan will be investigated based on the poem and commentary theories and the data to emerge will be classified and interpreted.
This criticism article will provide an example of two verses that may cause misreadings -just like the Şiʻrâ word being read as şuʻarâ in the result of the rhythm and meaning methods not being used in accordance with their methods in researches of dîvân poetry. Aforementioned misunderstanding and misinterpretation caused by one of these misreadings will also be evaluated within the framework of the second example. To be an example for the guidance of the correct reading, understanding, and interpretation dîvân poetry with Arabic letters, it is one of the basic goals of this article to show how a technical method should be followed in this approach.
In this article, manifestations of the parable of " gün gecelidir / gün akşamlıdır " (literally means " the day is with night / the day is with evening ") will be first evaluated and then interpreted. Later, in the subconscious of customary poetry which also contains divan poetry, it will be questioned which meaning strings that this parable corresponds to. The interpretation of the context constructed by the remarkable literary texts in which this parable is used, and in accordance with the development and change of the meanings reflected from past to today, there will be some deductions to be made.
Bu çalışmada, dîvân edebiyâtı dâiresinde metin-nüsha ilişkilerinin ontoloji açısından bağlamı ortaya konmaya çalışılmaktadır. Bununla birlikte, dîvân edebiyâtı geleneğinde üretilen eserlerin metin ya da nüshaları üzerine yapılan çalışmalarda kullanılan terminoloji eleştirel olarak değerlendirilmekte, bâzı terimler yerine farklı alternatiflerin söz konusu olabileceği üzerinde durulmaktadır. Özellikle, metnin tesbit edilmesine kadar gelişen süreçteki işlemler için “metin” teriminden ziyâde “nüsha” teriminin kullanılması teklif edilmektedir. //
Abstract /
In this study, it is tried to reveal the ontological context of text-copy relations in divan literature. In addition to this, the terminology used in the studies on texts or essays of works produced in the tradition of divan literature are critically evaluated, it is emphasized that different alternatives may be mentioned instead of some terms. In particular, it is proposed to use the term “copy” as the term “text” for the process during which the text is determined.
Akl-ı ma‘âdın akl-ı ma‘âşa oranı her insânda aynı seviyede değildir; akl-ı ma‘âşı fazla olanlar, akl-ı ma‘âdı daha fazla olanların hikmetli davranışlarını doğru değerlendiremez ve sözlerini tam anlayamazlar. Bu sebeple, akl-ı ma‘âd ürünü bu sözlerin anlamlarını akl-ı ma‘âşın seviyesine taşıyıcı ve indirgeyici vâsıta metinler yani şerh metinleri kaleme alınmıştır.
Türk edebiyâtında bilhassa sûfî şâirlerin hikmet dolu şiir ve şathiyyeleri çeşitli şârihler tarafından şerh edilmiş, bu yolla akl-ı ma‘âş sâhibi kişilerin düzeyine indirgenmeye çalışılmıştır. Bu tasavvufî metinlerin yanında, Nasreddîn Hoca’nın latifelerine yazılan şerhler de bu amaca hizmet ederler.
Bu çalışma ile, akıl-hikmet-mizâh ilişkisi çerçevesinde, Türk edebiyâtında mazmûnu hikmet olan şathiyye ve latîfe metinlerine yazılan şerhler, aklın tefekkür ameliyyesi ve hakîkata ulaşma gâyesi dâiresinde yorumlanmaya çalışılacaktır.
...
Pure humor, just like pure poetry, is the product of the superior human mind, namely akl-ı ma‘âd. Different from akl-ı ma‘âş, which controls the daily biological and physiological acts and needs of people, akl-ı ma‘âd is the mind that makes people search for the philosophy of things, discover their origin and self, think about the place they came from and will go to; and apart from these, it is the appellant mind that directs the people’s socio-cultural and artistic lives, and regulates their religious lives.
The rate of akl-ı ma‘âd to akl-ı ma‘âş is not at same level for every person; the people with more akl-ı ma‘âş are not able to correctly evaluate the philosophical behaviours and completely understand the sayings of those with more akl-ı ma‘âd. That is the reason why the intermediary texts, namely commentary texts, which reductively carry the meanings of these sayings that are the product of akl-ı ma‘âd to the level of akl-ı ma‘âş, were written.
In Turkish literature, various commentators commented on the philosophical poems and şathiyyes of especially the Sufi poets, and tried to reduce them to the level of those with akl-ı ma‘âş. Along with these Sufi texts, the comments written on Nasreddin Hodja’s latîfes serve this purpose.
This study aims that the comments written on şathiyye and latîfe texts, whose mazmûn in Turkish literature is philosophy, will be tried to be interpreted within the framework of the relationship among mind-philosophy-humor, and within the scope of the contemplation process of the mind and the objective to reach the truth.
After the tradition of divan poetry completed its lifetime and its virtuous life was closed, important topics and texts from within the tradition have been reconsidered by poets in this modern period with new language and new forms. The mesnevi of Şeyh Galib called Hüsn ü Aşk, has been a source of inspiration for many poets from the time it was written to present day, and in this frame, has been reinterpreted with a new language, a new form and a poetical subconscious of a modern poet, that is, a poetry book called Flowers to Şeyh Galib by Fazıl Hüsnü Dağlarca. In this article, this work, which was first published in 1986, will be evaluated in terms of its position with respect to Hüsn ü Aşk; and the tradition of Dağlarca, and his interpretation and reflection of Galib will be discussed comparatively.