Location via proxy:   [ UP ]  
[Report a bug]   [Manage cookies]                
Skip to main content
  • Necmettin Erbakan Üniversitesi Ahmet Keleşoğlu İlahiyat Fakültesi Öğretim Elemanlarınca 2001 yılından itibaren yayınl... moreedit
Kıymetli okuyucular! 2019 yılının ikinci sayısı ile sizlerin karşısındayız. Marife, okurları bu sayıda; Sümeyra Bilecik’in İlahiyat Fakültesi Öğrencilerinin Dinde Yenilikçiliğe Bakış Açıları ve Eleştirel Düşünme Eğilimi İlişkisi (NEÜ... more
Kıymetli okuyucular!
2019 yılının ikinci sayısı ile sizlerin karşısındayız.
Marife, okurları bu sayıda;
Sümeyra Bilecik’in İlahiyat Fakültesi Öğrencilerinin Dinde Yenilikçiliğe Bakış Açıları ve Eleştirel Düşünme Eğilimi İlişkisi (NEÜ İlahiyat Fakültesi Örneği); Ramazan Gürel’in Din Eğitiminde Neo-Hümanist Bir İdeal: Bildung Modeli ve Almanya’da Din Eğitimi Anlayışına Etkileri; Süleyman Şahin’in Mâlikî Mezhebinde Hastalık ve Kusur Sebebiyle Yargısal Boşanma (Tefrîk); Nurten Zeliha Şahin’in Ağ Pazarlamada Sponsorluğun Hukuki Temelinin İslam Hukuku Açısından Tahlili; Veysel Karani Altun’un
Sadreddin-i Konevî’de Yetkinlik Kavramı ve İnsanın Yetkinliği; Ahmet Bardak’ın İbn Fûrek’in el-Hudûd fi’l-Usûl Adlı Eserindeki Kelâmî Kavramlar; Mesut Kaya’nın Kur’an Meallerinde Şaz Yorumların Varlığı ve Öznellik Problemi -Mustafa Öztürk’ün Anlam ve
Yorum Merkezli Çeviri’si Örneği-; Seyid Arif Ahmedoğlu ve Ramazan Altıntaş’ın Molla Câmî’nin Î’tikâd-Nâme’sinin Ulûhiyet Bahsi Üzerine İnceleme; İsa Onay’ın Mevlidlerde ve Naatlarda Hz. Peygamber’in Efdaliyetine İlişkin Tasavvurun Dini Referanslar Açısından Değeri; Metin Yıldız’ın Ebu’l-Hasan el-Eş’arî’de Nedensellik Karşıtlığı: Âdet Nazariyesi; Bekir Karadağ’ın Hanefî Fıkıh Kaynaklarında Hükme Delalet Etmesi Açısından Hz. Peygamber’in Dini Nitelikli Bir Fiile Devamı (Muvazâbe); Aytekin Şenzeybek’in On İki İmam Dönemi Bazı İmamet Prensipleri; Ali Baltacı’nın Yüksek Din Öğretiminde Okul Terki; Ahmet Yılmaz, Ayşe Parlakkılıç Mucan ve Zeliha Dilek Keçeciler’in Müstakîm-zâde’nin Terkîb-i Bend’i; Mehmet Emin Günel’in İsmet-i Enbiya İlkesinin Kur’an’a Aykırı Yorumlanması ve Bunun Sebep Olduğu İtikadî Problemler; Murat
Tala’nın Mecâz Problemi Olarak Alâka: Antâkî’nin el-’Alâka’sı Bağlamında Bir Bakış; Selçuk Pekparlatır ve Ali Eminoğlu’nun Suriyeli Kadın Yazar İbtisâm Tireysî’nin Mudunu’l-Yemâm Adlı Romanının Mülteci Edebiyatı Açısından Değerlendirilmesi; Sinan Yılmaz’ın Pendnâme-i Mâtürîdî: Mâtürîdî’den Aforizmalar; Sümeyye Onuk Demirci’nin Ömer b. Abülaziz’in Danışma Meclisi; Mehmet Koç’un Osmanlı Ceza Hukukunda Sarhoşluk Veren İçecekleri İçme Suçu ve Cezaları başlıklı makaleleri ile Elif Temiz’in Hasan-ı Zarîfî’nin Mesnevî Şerhi Kâşifu’l Esrâr ve Matla’u’l-Envâr ve Mustafa Ölmez’in Halid Muhammed Hâmid, Mevsûatu Vasfi’l-Mescidi’n-Nebeviyyi’ş-Şerîf Başlıklı kitap incelemesini bulacaklardır. Ayrıca bu sayıda İsmail Ekinci’nin Arap Şiiri Ansiklopedisi Programı (el-Mevsûʻatu’ş-Şiʻriyye) başlıklı teknik not çalışmasına yer
verilmiştir.
2018 Aralık sayımızdan itibaren İSNAD Atıf Sistemi’ni benimsemiş
bulunmaktayız (www.isnadsistemi.org). Çalışmalarınızın atıf ve kaynakçaları ile diğer yazım kurallarını bu atıf sistemine uygun şekilde düzenleyerek göndermenizi istirham ederiz. Ayrıca bu sayıda olduğu gibi yayıma kabul edilen çalışmalarda 750 kelimelik İngilizce ve Türkçe geniş özet talebimiz bundan sonra da devam edecektir.
İyi çalışmalar dilerim...
Osman Zahid ÇİFÇİ
Günümüzde; teknolojik imkanlar ve bilgiye erişim gibi pek çok alanda gerçekleşen hızlı değişimle birlikte ortaya çıkan güncel ihtiyaç ve problemler karşısında dini bir çözüm arayışı farklı yorum biçimlerinin ortaya çıkmasına sebep... more
Günümüzde; teknolojik imkanlar ve bilgiye erişim gibi pek çok alanda gerçekleşen hızlı değişimle birlikte ortaya çıkan güncel ihtiyaç ve problemler karşısında dini bir çözüm arayışı farklı yorum biçimlerinin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bu ihtiyaç ve problemler karşısında geleneğe katı bir bağlılıkla kendini gösteren yorum biçimleri olduğu gibi dini hükümlerin yenilenerek çağın arayışlarına çözüm bulunması gerektiği düşüncesini benimsemiş radikal yorumlara da rastlanmaktadır. Bu araştırma ile yüksek din öğretimi görmekte olan öğrencilerin, dinde yenilikçilik algısının hangi düzeyde olduğu, dinde yenilikçilik algısına etki eden faktörlerin neler olduğu ve eleştirel düşünme eğilimi ile dine geleneksel-yenilikçi yaklaşım arasında bir ilişki olup olmadığının tespit edilmesi amaçlanmıştır. İlahiyat fakültesi öğrencilerinin aldıkları dini formasyonun yanı sıra geleceğin din görevlileri olmaları onların bu bakış açılarının tespit edilmesi hususunu önemli kılmaktadır. Nicel yöntemle yapılan bu çalışmada Horozcu (2019) tarafından geliştirilen ‘Dinde Yenilikçilik Ölçeği’ ve Demircioğlu ve Kilmen (2014) tarafından Türkçe’ye uyarlanmış olan ‘Eleştirel Düşünme Eğilimi’ ölçeği kullanılmıştır. Necmettin Erbakan Üniversitesi Ahmet Keleşoğlu İlahiyat Fakültesi evreninden seçilen 364 kişilik örneklem grubuna ölçekler uygulanmış ve veriler analiz edilerek yorumlanmıştır. Elde edilen bulguların yorumlanması neticesinde örnekleme katılan öğrencilerin katı gelenekçi ya da radikal düzeyde yenilikçi bir yaklaşımda olmadıkları sonucuna ulaşılmıştır. Araştırma için belirlenen bağımsız değişkenlerden bazıları ile dinde yenilikçilik algısı arasında anlamlı bir farklılık bulunurken eleştirel düşünme eğilimi ile dini geleneğe yenilikçi bakış açısı arasında anlamlı bir ilişki tespit edilmemiştir. Araştırma sonucunda ulaşılan bulgu ve yorumların neticesinde çeşitli öneriler sunulmuştur.
Anahtar Kelimeler
Din Eğitimi, Yüksek Din Öğretimi, Eleştirel Düşünme, Dinde Yenilikçilik Algısı, Gelenekçilik

Today, with the rapid change in many areas like technological opportunities and access to information, the search for religious solutions to the problems arose with these changes has led to different interpretations. In the face of these problems, there have been several forms of interpretation that showed themselves with a strict commitment to the tradition as well as some radical interpretations adopting the idea that religious commands should be renewed to find solutions to the paradoxes in the present age. With this study, the purpose was to determine the perception of the students studying at higher education institutions on religious studies about innovation in religion, the factors affecting the perception of innovation in religion, and to identify whether there is a relation between the tendency to think critically and the traditional-innovative approach to religion. The religious formation received by the students of the Faculty of Theology and the fact that they are going to be the religious officials in the future, make it important to detect their perspectives. In this study, which was designed in quantitative fashion, the “Innovation in Religion Scale” that was developed by Horozcu (2019), and the “Critical Thinking Tendency” Scale that was adapted to Turkish by Demircioğlu and Kilmen (2014) were used. The scales were applied to the sample group of 364 students who were selected from the universe of Necmettin Erbakan University, Ahmet Keleşoğlu Theological Faculty; and the data were analyzed and interpreted. As a result of the interpretation of the findings, it was concluded that the students who participated in the sampling did not have a strict-traditional or radically-innovative approach. Although a significant difference was detected between some of the independent variables that were identified for the study and the perception of innovation in religion, no significant relation was detected between the tendency to think critically and the innovative perspective on religious tradition. As a result of the findings and interpretations that were obtained in the present study, various suggestions were presented.
Anahtar Kelimeler
Religious Education, Higher Religious Teaching, Perception of Innovation in Religion, Traditionalism, Critical Thinking
Ülkelerin din eğitimine yönelik bakış açıları ve politikalarının belirlenmesinde, çağdaş gelişmelere uyum sağlayabilme çabaları yanında sahip oldukları geleneksel bilgi birikimi, kültürel değerler, eğitimle ilgili tartışmaların tarihi... more
Ülkelerin din eğitimine yönelik bakış açıları ve politikalarının belirlenmesinde, çağdaş gelişmelere uyum sağlayabilme çabaları yanında sahip oldukları geleneksel bilgi birikimi, kültürel değerler, eğitimle ilgili tartışmaların tarihi arka planı gibi belirleyici birtakım unsurların etkisi yadsınamaz. Tarihin farklı dönemlerinde olduğu gibi günümüzde de Almanya, eğitim ve din eğitimi konusunda tartışmaların güncelliğini koruduğu en önemli ülkelerden birisidir. Alman eğitim felsefesi ve anlayışının karakteristik özelliklerinin ana hatları, Bildung adı verilen Hristiyan teolojisi ve hümanist anlayışı temsil eden bir ideal ışığında belirlenmiştir. Özellikle Romantizm felsefesinin ortaya koyduğu bir kavram olan Bildung, günümüz Almanya’sında eğitime dair bütün uygulamaların yanında din eğitimi düşüncesinin şekillenmesinden müfredatının tespitine kadar geniş çaplı bir etki yaratmıştır. Ortaçağ’da hâkim olan kilisenin insanın eğitimi ile ilgili baskıcı ve dogmatik düşünce yapısının dışına çıkmayı öngören Bildung ideali, bireyin bütün potansiyellerini harekete geçirmeyi vadeden bir yaklaşımı temsil etmektedir. Bu çalışma kapsamında öncelikle Bildung kelimesinin kavramsal çerçevesi üzerinde durulacak, ardından Bildung kavramının bir eğitim idealine nasıl dönüştüğü, bu sürece hangi isimlerin katkı yaptığı kronolojik olarak sunulacaktır. Makalenin ağırlıklı olarak üzerinde duracağı konu ise Bildung kavramının Almanya’da din eğitimine etkileri olacaktır. Literatür incelemesi yöntemine dayalı olarak gerçekleştirilen bu çalışma sonucunda, Bildung idealinin Alman din eğitimi anlayışının inşasında Hristiyan teolojisi ve hümanist düşüncenin yansımaları açısından merkezi bir konumda bulunduğu gerçeği ortaya konulmaya çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler
Din Eğitimi, Bildung, Almanya, Hümanizm, Kilise

In addition to the efforts to adapt to contemporary developments in the determination of the perspectives and policies of the countries regarding religious education, the effect of certain determinants such as traditional knowledge, cultural values, historical background of the debates on education cannot be denied. As in different periods of history, Germany is still one of the most important countries where the debates on education and religious education remain up to date. The main characteristics of the German philosophy and understanding of education are determined in the light of a humanist ideal called Bildung and representing Christian theology and humanist understanding. Bildung, which is a concept in which the Romanticism philosophy has emerged, created a wide range of influence from the shaping of religious education to the establishment of the curriculum in addition to all the practices related to education in contemporary Germany. Bildung ideal, which envisages to go beyond the oppressive and dogmatic thought structure of the church which is dominant in the Middle Ages, represents an approach which promises to mobilize all the potentials of the individual. In this study, first of all, the conceptual framework of the word Bildung will be emphasized, and then how the Bildung concept becomes an educational ideal and which names contribute to this process will be presented chronologically. The article will focus mainly on the effects of Bildung concept on religious education in Germany. As a result of the study carried out based on the literature review method, the effects of Bildung ideal on the understanding of religious education in Germany will be revealed.
Anahtar Kelimeler
Religious Education, Bildung, Germany, Humanism, Church
İslâm aile hukukuna göre nikâh akdinin sonlandırılmasında temel yöntem bireysel iradeye dayanan talaktır. Bununla beraber bazı durumlarda bu akdin yargı tarafından sonlandırılmasına ihtiyaç duyulmuştur. Söz konusu durumlar, mezhepler... more
İslâm aile hukukuna göre nikâh akdinin sonlandırılmasında temel yöntem bireysel iradeye dayanan talaktır. Bununla beraber bazı durumlarda bu akdin yargı tarafından sonlandırılmasına ihtiyaç duyulmuştur. Söz konusu durumlar, mezhepler arasında farklı yaklaşımlara sahiptir. Bu çalışmada, Maliki mezhebine göre tefrik sebeplerinden hastalık ve kusur unsurları incelenmiştir. Konuya genel bir bakış açısı sağlama adına, giriş bölümünde tefrîk’in tarifi, mahiyeti ve hukuk sistemi içerisinde yer almasının dayanakları da ele alınmıştır. Hastalık ve kusur diye isimlendirdiğimiz durumlar, kaynaklarda uyûb-ı müştereke, uyûb-ı ricâl ve uyûb-ı nisâ ifadeleri eşliğinde zikredilmektedir. Bu ifadelere uygun olarak, hem erkek hem de kadında bulunan ayıplar (uyub-ı müştereke) “hastalık” başlığı altında, taraflarda bulunan cinsel hastalıklar da “erkekte bulunan kusur (uyub-ı rical)” ve “kadında bulunan kusur (uyub-ı nisa)” başlığı altında değerlendirilmiştir. Taraflarda bulunması söz konusu olan hastalık ve kusurun Mâlikî mezhebinde tefrîk sebebi olarak kabul edilmesinin gerekçeleri üzerinde durulmuş, bu gerekçeler doğrultusunda tıbbi gelişmeler dikkate alınarak günün şartlarına göre değerlendirme yoluna gidilmiştir.
Anahtar Kelimeler
Mâlikî, Tefrîk, Mahkeme, Talak, Hastalık, Hastalık

The principal method for ending a contract of marriage according to the Islamic family law is the individual divorce. Nevertheless, in some cases, it is needed to put an end to this contract by the court. The cases in question have been approached in different ways by Islamic legal schools. This study is intended to discuss diseases and defects as two legal reasons for tafrīq, i.e. the judicial divorce, in the Māliki school of jurisprudence. With a view to providing an outline of the subject, the introduction shall address the definition and nature of the tafrīq, as well as the grounds for its being included in the legal theory. The cases that are included in the category of disease and defect are referred to as ‘uyūb mushtarakah (defects common to both men and women), ‘uyūb-i rijāl (defects of men) and ‘uyūb-i nisā (defects of women). In keeping with these terms, the defects common to both men and women have been categorized as “diseases” while the sexual defects have been categorized as the “defects of men” and the “defects of women”. The reasons for the disease and defect existing in the parties being considered to be legal grounds for the tafrīq have been investigated, offering an assessment in line with these grounds by taking account of the modern developments in medical sciences. In addition, today’s diseases and defects have been treated, which can count as the tafrīq reason, though they are not mentioned in the classical legal literature.
Anahtar Kelimeler
Mâliqî, Tafrîq, Court, Talaq, Sickness
Sanayi devrimi üretimin artışını getirmiştir. Bu durum sanayiciyi, üretiminin devamını sağlayabilmek için ürününü tüketicinin ayağına ulaştırarak hızla tükettirme yolları arayışı içine sokmuştur. Bu arayışlar evden eve dolaşan doğrudan... more
Sanayi devrimi üretimin artışını getirmiştir. Bu durum sanayiciyi, üretiminin devamını sağlayabilmek için ürününü tüketicinin ayağına ulaştırarak hızla tükettirme yolları arayışı içine sokmuştur. Bu arayışlar evden eve dolaşan doğrudan satış sistemini geliştirmiştir. Doğrudan satış tekniği içinde çok katlı pazarlama/ağ pazarlama/network marketing olarak bilinen ve doğrudan satıcıya iki gelir türü ile gelirini artırma fırsatı veren pazarlama tekniği yer almaktadır. Bu tekniğin dünyada yasal olarak kabul edilmeyen piramit sistemine kendini yakınlaştıran yönü, sisteme dâhil edilen doğrudan satıcıların satışlarından prim alabilme fırsatını tanımasıdır. Bu yönü, bu pazarlama tekniğini cazip kılması ile birlikte etik açıdan en çok eleştirilen kısmını da oluşturmaktadır. İslam Hukuku açısından pazarlamada helal kazancın elde edilebilmesi için pazarlanan ürünün İslam Hukuku açısından helal kabul edilen bir ürün olması, pazarlamanın herhangi bir hile, aldatmaca, kumar, ribâ gibi İslam’ın yasak kıldığı bir unsur içermemesi gerekir. Bu teknikte pazarlananın sistemin kendisi olması, kişinin kendi emeği dışında bir kazanca kapı aralaması, İslam Hukuku açısından bu pazarlama tekniğinin daha çok bu yönü ile ele alıp değerlendirilmesini getirmiştir. Bu nedenle sponsora alt hattının satışlarından firma tarafından verilen prim, başkasının emeği ve çabası üzerinden gelir elde etme olarak görülmüş ve bu yönü ile bu sistemin cevâzı hep değerlendirmeye açık bir konu olarak kalmıştır. Bu açıdan çalışmamız, sponsorun elde ettiği gelirin câiz olan ve olmayan yönleri ile İslam Hukuku açısından bir değerlendirilmesini içermektedir.
Anahtar Kelimeler
İslam Hukuku, Ağ Pazarlama, Piramit Sistemi, Sponsor, Simsar

Industrial revolution brought about increase in production. In this case, in order to ensure the continuity of its production, the industrialist has brought the product to the consumers’ feet and puts it in search of its fast consumption. These searches have developed the direct selling system that goes from house to house. Direct marketing technique is included in the sales technique which is known as multi-level marketing / network marketing and which gives the salesman the opportunity to increase income with two types of income. The way this technique brings itself closer to the legally unacceptable pyramid system in the world is that it allows the direct salespersons who are included in the system to have the opportunity to receive a premium from their sales. This aspect makes this marketing technique attractive and constitutes the most criticized part in terms of ethics. In order to obtain halal gain in marketing in terms of Islamic Law, the product marketed should be considered as halal in terms of Islamic Law, and marketing should not contain any element prohibited by Islam, such as any fraud, deception, gambling, interest. The fact that this market is marketed as the system itself, and that a door opens to a profit other than its own labor, has brought about this aspect of this marketing technique in terms of Islamic Law. For this reason, the sponsorship which was given by the company from the sales of the bottom line, was seen as gaining income through the effort and effort of another person, and thus the validity of this system remained open to evaluation. In this respect, our study includes an evaluation of the sponsor distributor in terms of the unacceptable aspects of income and Islamic Law. In this respect, our work Includes an evaluation with permissible and non-permissive of the income obtained by the sponsor in terms of Islamic Law.
Anahtar Kelimeler
Islamic Law, Network Marketing, Pyramid System, Sponsor, Broker
13. asırda yaşamış, vahdet-i vücud düşüncesinin İbnü’l-Arabi’den sonraki en önemli temsilcisi olarak görülen, fikirleriyle düşünce sistemimize büyük katkılar sunan Sadreddin-i Konevî’nin, insanın yetkinleşmesi konusunda ileri sürdüğü... more
13. asırda yaşamış, vahdet-i vücud düşüncesinin İbnü’l-Arabi’den sonraki en önemli temsilcisi olarak görülen, fikirleriyle düşünce sistemimize büyük katkılar sunan Sadreddin-i Konevî’nin, insanın yetkinleşmesi konusunda ileri sürdüğü fikirler kayda değerdir. Bu bağlamda Konevî, eserlerinde insanı konu edinmiş ve insanın yetkin bir varlık olarak, varlık âleminde nasıl bir rol aldığını açıklamıştır. Bu düşüncelerden hareketle çalışmamızda Sadreddin-i Konevî’de insanın yetkinliği konusu Din Eğitimi açısından ele alınmaktadır. Konevî’nin düşüncelerinden faydalanarak insanı anlamak, bugünümüzün insanını daha iyi tanımlamak için önemli bir husustur. Konevî’nin insan hakkındaki görüşlerinden yola çıkarak insanın nasıl kemâle ulaşacağını, kâmil insan olmak için potansiyelinin farkına nasıl varacağı ve yetkinliğin insan için ne anlam ifade ettiği konuları açıkça ortaya konulabilecektir. Bu anlamda çalışmamızda insanın yetkin olarak sayılmasının şartlarının ne olduğu ve insanlığın anlam dünyasında yetkinlik meselesinin ne anlam ifade ettiği ortaya konmaya çalışılmaktadır. İnsanı tanımaya çalışırken aynı zamanda yaratılış gayesi ve nihayetinde sahip olduğu yetkinliklerle yaşayacağı hayatı nasıl şekillendirebileceği konusunda kişinin kendisine bir perspektif sunabileceği düşünülmektedir.
Anahtar Kelimeler
Din Eğitimi, İnsanın Yetkinliği, Sadreddin Konevi, Yetkinlik, Kâmil İnsan

Sadreddin Konevi, who lived in the 13th century, is regarded as second most important representative of “unity of existence” idea after Ibnü’l Arabi and make a great contribution to our thinking system with his ideas, has remarkable ideas about to become perfect of humans. In this context, Konevi discussed human beings in his works and clarified what kind of role humans took in the universe of existence as a perfect being. From this point of view, in terms of Religious Education the perfection of human beings for Sadreddin Konevi discussed in this study. Understanding human beings with the help of Konevi’s thoughts is an important matter to describe today’s humans better. By looking at the arguments of Konevi about humans, the questions of “How can humans reach perfection?”, “How can they realize their potential to become a perfect human being?” and “What does perfection mean for humans?” can be clearly explained. In this study, “What are the conditions to be regarded as perfection for humans” and “What does the issue of perfection in the semantic world of humanity mean” are tried to be made explicit. It is thought that the purpose of creation will be understood while trying to recognize humankind and finally this will give a point of view to himself about shaping his life with his perfections.
Anahtar Kelimeler
Religious Education, Sadreddin Konevi, Perfection, Human’s Perfection, Perfect Human
İslamî ilimlerin her alanında olduğu gibi Kelâm ilminde de birçok kavram/ıstılah kullanılmaktadır. Kelâmî kavramlar anlaşılmadan kelam ilminin konularının anlaşılması güçleşeceği gibi itikadî mezhepleri, bu mezheplerin ittifak ettikleri... more
İslamî ilimlerin her alanında olduğu gibi Kelâm ilminde de birçok kavram/ıstılah kullanılmaktadır. Kelâmî kavramlar anlaşılmadan kelam ilminin konularının anlaşılması güçleşeceği gibi itikadî mezhepleri, bu mezheplerin ittifak ettikleri veya ayrıştıkları alanları tespit etmek mümkün olmayacaktır. Mütekaddimîn ve müteahhirîn dönemi kelâmî kavramları arasında bazı farklılıklar mevcuttur. Müteahhirîn döneminde sosyal, kültürel ve coğrafi etkileşim sonucunda başka din ve fikirler ile karşılaşan Müslümanlar özellikle mantık ve felsefî kavramları da kullanmaya başlamışlardır. Kelâmcılar bütün bu dönemlerin kelâma dair temel kavramlarını ele alan çalışmalar yapmışlardır. Bu kelâmcıların başında gelenlerden birisi de Ebû Bekr Muhammed b. el-Hasan b. Fûrek el-İsfahânî’dir. (330-406/941-1015). İbn Fûrek mütekaddimîn döneminin önemli bir kelamcısıdır. Onun el-Hudûd fi’l-Usûl adlı eseri fıkıh usulü alanında önemli bilgiler içermekle birlikte mantık ve kelâm ilmini ilgilendiren kavramları da içermektedir. İbn Fûrek’in kelâmî kavramlar hakkındaki tespit ve tanımları kendinden sonraki kelâmcılar tarafından da önemsenmiştir. O, el-Hudûd adlı eserindeki kelamî kavramları detaya girmeden yalın haliyle ve genel olarak çok kısa tanımlamalar ile sunmuştur. Öyle ki çoğu zaman kavramın sadece lügat anlamı vermekle yetinmiştir. Kavramlarla ilgili bu kısa tanımlamalar ancak İbn Fûrek’in diğer eserlerinden yararlanılarak tamamlanabilmektedir. Bu makalenin amacı kelamî kavramların anlamlarını kavramak İbn Fûrek’in bir mütekaddimîn kelamcısı olarak bu kavramlara bakışını ve bu konudaki tespitlerinin günümüz kelâm çalışmalarına katkısını incelemektir.
Anahtar Kelimeler
İbn Fûrek, Kelâm, el-Hudûd, Istılah, Kavram

As in all fields of Islamic sciences, many concepts and practices are used in Kalam. It will be difficult to understand the subjects of theology without the understanding of theological concepts, and it will not be possible to identify the sects and the areas in which these sects are allied or separated. There are some differences between the theological concepts of “Mutaqaddimin” and “Mutaakhirin” period. During the period of Mutaakhirin, Muslims who came across other religions and ideas as a result of social, cultural and geographical interaction started to use logic and philosophical concepts. Theologians carried out studies on the basic concepts of theology of all these periods. One of the leading theologians is Abu Bakr Muhammad b. al-Hasan b. al-Isfahani. (330-406). Ibn Fûrek is an important theologian of the period of “Mutaqaddimin”. His el al-Hudud fi’l-Usûl önemli contains important information in the field of fiqh, as well as the concepts of logic and theology. The determinations and definitions of Ibn Fûrek about theological concepts were also considered by the theologians after him. He presented theological concepts in al-Hudud in plain form and with very short descriptions in general. So much so that the concept is merely giving the meaning of the vocabulary. These short definitions of concepts can only be completed by using Ibn Furek’s other works. The aim of this article is to comprehend the meaning of theological concepts of Ibn Fûrek as a theologian of “Mutaqaddimin” to examine these concepts and to examine the contribution of the determinations on this subject to today’s theological studies.
Anahtar Kelimeler
Ibn Fûrek, Kalam, al-Hudûd, Terms, Concept
Kur’an’ın Türkçe dahil, farklı dillere çevirisi, öncelikle meşruiyet, daha sonra da dil, üslup ve nitelik tartışmalarına konu olmuştur. Bunların yanı sıra son dönemlerde, meallerdeki teviller, anlam takdirleri ve öznel yorumlar da... more
Kur’an’ın Türkçe dahil, farklı dillere çevirisi, öncelikle meşruiyet, daha sonra da dil, üslup ve nitelik tartışmalarına konu olmuştur. Bunların yanı sıra son dönemlerde, meallerdeki teviller, anlam takdirleri ve öznel yorumlar da tartışılması gereken bir konu olarak gündeme gelmiştir. Mustafa Öztürk’ün Anlam ve Yorum Merkezli Çeviri’si, dil, üslup ve ayetlerin Türkçeye başarılı bir şekilde çevirisi ve bağlama göre anlamların tespit edilmeye çalışılması gibi özellikleri ile ön plana çıkmıştır. Ancak meal, gerek klasik tefsirlerden tedarik edilen şaz yorumların, gerekse modern döneme ait tevillerin ve öznel yorumların kendilerine yer bulduğu bir özelliğe de sahiptir. Bu yorumların çoğu zaman Kur’an’ın sahih bir anlamı olarak sunulmaya çalışılması, Kur’an’ın üzerinde icma edilen bir kısım anlamlarının gölgelenmesine neden olmuştur. Bu çalışma Mustafa Öztürk’ün söz konusu mealindeki, klasik kaynaklarda var olmakla birlikte yeterli delile dayanmayan kimi tevil ve tercihleri, dönemsel koşulların ortaya çıkardığı kimi öznel yorumları tartışmak amacıyla kaleme alınmıştır.
Anahtar Kelimeler
Mustafa Öztürk, Meal, Tefsirde İcma, Şaz Yorumlar, Öznellik

The translation of the Qur’an into different languages and Turkish has been subject to debates on first legitimacy and secondly language, style and quality. In addition to these, in recent times, the interpretations, preference of meanings and subjective interpretations in translations have come out as a topic to be discussed. Mustafa Öztürk’s Meaning- and Interpretation-Centered Translation stands out for its advantages such as language, style and successful translation of verses into Turkish and its endeavor to determine the meaning according to the context. However, the translation has another aspect that it features both the marginal interpretations gleaned from the classical exegesis and the interpretations and subjective comments of the modern times. The attempt to acknowledge these interpretations as the true meaning of the Qur’an often overshadows some of the meanings of the Qur’an, which have been agreed upon by scholars. This study discusses the interpretations and preferences in Mustafa Öztürk’s translation, present in the classical sources though hardly justified and the subjective comments, which result from the current conditions.
Anahtar Kelimeler
Qur’an Translation (maāl), Mustafa Öztürk, Scholarly Agreement (ijmāʿ) in Tafsīr, Marginal Interpretations, Subjectivity
İslam düşünce tarihinin gelişim sürecine bakıldığında ana renklerden birisini inanç konusunun oluşturduğu görülmektedir. Ulûhiyet ise, kendi kapsamında birçok ayrıntıyı barındıran bu konunun en önemli bahislerinden birini oluşturmaktadır.... more
İslam düşünce tarihinin gelişim sürecine bakıldığında ana renklerden birisini inanç konusunun oluşturduğu görülmektedir. Ulûhiyet ise, kendi kapsamında birçok ayrıntıyı barındıran bu konunun en önemli bahislerinden birini oluşturmaktadır. Zira ulûhiyet, Müslüman toplumların dinî hayatında merkezi konumunu her zaman korumuştur. Öyle ki, bu konunun daha iyi anlaşılması ve kalıcılığının sağlanması için birçok anlatım tarzı ve edebî yöntem uygulanmıştır. Bu yönüyle ulûhiyet konusunun, İslam toplumlarının edebiyat, kültür ve sanat dünyalarında önemli bir yer tuttuğu görülür. Özellikle tevhit, münacat, esma-i hüsna ve mesnevi gibi çeşitli edebi türler, bu bağlamdaki konuların topluma aktarılmasında daha etkin ve kalıcı bir yol olarak tercih edilmiştir. İslamî Fars edebiyatının simge isimlerinden Abdurrahman Câmî (1414-1492) de, gerek nesir ve gerekse nazım türü eserleriyle bu alana ayrı bir katkı sunmuştur. Onun mesnevi tarzında kaleme aldığı; ulûhiyet, nübüvvet ve ahiret gibi ana bölümlere ayırabileceğimiz Î’tikâd-nâme adlı manzumesinin sadece ulûhiyet bahsi makalemizin konusunu oluşturacaktır. Eserin bazı yerlerinde Ehl-i Sünnet akidesinin Eş’arî çizgisine yapılan vurgular ön plana çıksa da; eser, Sünni akidenin genel hatlarının manzum sunumu olması bakımından ayrı bir önemi haizdir.
Anahtar Kelimeler
Molla Câmî, Kelam, Î’tikâd-Nâme, Ulûhiyet, İlahi İsimler

When we take a look at the development process of the history of the Islamic thought, we observe that one of the main characteristics has always been ‘belief’. Uluhiyyah is one of the most important aspects of this topic which includes many details within its scope. Because ‘Uluhiyyah’ has always maintained its central position in the religious life of Muslim societies so that many narrative styles and literary methods have been applied to provide a better understanding and to create continuity on this issue. In this respect, it is seen that in the Muslim societies, the notion ‘Uluhiyyah’ holds an important place in their literature, culture and art. Especially, various literary genres such as Tawheed, Münācāt, Al-Asmā al-Husnā and al-Masnavī have been preferred as more effective and more lasting ways to transfer the subjects to the society. Abd Al-rahman Jāmī (1414-1492), a symbol of the Islamic-Persian Literature, has contributed to this field with both prose and poetry type works. I’tikād-nāma, which has been written in the style of masnavi, includes the topics such as uluhiyyah, prophethood, and the afterlife. Among these topics, only the subject of uluhiyyah will make up the main study of our article. In some parts of this work, highlights of the Ash’arī line of the Ahl al-Sunnah have been pointed out, because it has a distinct significance in terms of the presentation of the general lines of the Sunnī belief system.
Anahtar Kelimeler
Kalām, Mulla Jāmī, I’tikād-nāma, Uluhiyyah, Divine Names
Lider şahsiyetlere gösterilen ilgi zaman içinde kutsal anlatılara dönüşerek haklarında kayda değer sözlü ve yazılı kültür oluşmaktadır. Bu kültür zaman içinde hakikatten mitolojilere dönüşerek daha dikkat çekici hal almaktadır. Bir inanç... more
Lider şahsiyetlere gösterilen ilgi zaman içinde kutsal anlatılara dönüşerek haklarında kayda değer sözlü ve yazılı kültür oluşmaktadır. Bu kültür zaman içinde hakikatten mitolojilere dönüşerek daha dikkat çekici hal almaktadır. Bir inanç unsuru ve canlı bir örnek olan Hz. Muhammed’e dair tasavvurlar bu açıdan önem arz etmektedir. Hakkında en çok araştırmanın yapıldığı ve birçok eserin kaleme alındığı zat hiç şüphesiz son elçi Hz. Muhammed’dir. Hz. Muhammed (sav) hakkında ortaya çıkan eserlerin önemli bir kısmını mevlitler ve naatlar oluşturmaktadır. Temelde peygamber aşkı etrafında düğümlenen bu eserler şairlerin hissiyatının en güzel yansımasıdır. Çeşitli vesilelerle okunan ve dinlenilen mevlit ve naatların, kişilerin zihin dünyasını nasıl inşa ettiği sorusu karşımıza çıkmaktadır. Peygamberin gerçeklikle mitoloji arasındaki duruşunun tespiti buradan hareketle zihni ve davranışsal yönlendirmenin ne kadarının sahih bilgiye dayandığı da ehemmiyet arz etmektedir. Bu bakımdan Hz. Peygamber’in nasıl anlatıldığı, hangi vasıflarının ön plana çıktığı, onunla ilgili anlatılanların İslam’ın temel kaynaklarında nasıl tasvir edildiği mevlit ve naat örnekleriyle araştırmada yer almaktadır. Örnek metinlerin seçiminde herhangi bir dönem sınırlandırması yapılmamış, ortak tema esas alınmıştır. Muhteva farklılığını göstermek amacıyla, Süleyman Çelebi’nin Vesiletü’n-Necat’ı yanında daha sonra yazılan diğer mevlit metinlerinden de istifade edilmiştir. Üzerinde çalışılan eserlerin sanatsal ve edebi yönünden ziyade, eserlerdeki ortak tema tespit edilmiş ve bu temanın İslami literatürden ne kadar beslendiği ortaya konulmaya çalışılmıştır. Bu araştırma, Hz. Peygamber’i doğru anlama esasına dayalı çalışmaların bir cüzü nispetindedir. Araştırma sonunda özellikle Allah Rasulü’nün (sav) doğumuna dair bazı anlatıların zayıf ve uydurma rivayetlere dayandığı ve bunların mevlit/naatlarda aynen kullanıldığı tespit edilmiştir.
Anahtar Kelimeler
Hz. Muhammed, Siyer, Mevlid, Naat, Efdaliyet

Lider şahsiyetlere gösterilen ilgi zaman içinde kutsal anlatılara dönüşerek haklarında kayda değer sözlü ve yazılı kültür oluşmaktadır. Bu kültür zaman içinde hakikatten mitolojilere dönüşerek daha dikkat çekici hal almaktadır. Bir inanç unsuru ve canlı bir örnek olan Hz. Muhammed’e dair tasavvurlar bu açıdan önem arz etmektedir. Hakkında en çok araştırmanın yapıldığı ve birçok eserin kaleme alındığı zat hiç şüphesiz son elçi Hz. Muhammed’dir. Hz. Muhammed (sav) hakkında ortaya çıkan eserlerin önemli bir kısmını mevlitler ve naatlar oluşturmaktadır. Temelde peygamber aşkı etrafında düğümlenen bu eserler şairlerin hissiyatının en güzel yansımasıdır. Çeşitli vesilelerle okunan ve dinlenilen mevlit ve naatların, kişilerin zihin dünyasını nasıl inşa ettiği sorusu karşımıza çıkmaktadır. Peygamberin gerçeklikle mitoloji arasındaki duruşunun tespiti buradan hareketle zihni ve davranışsal yönlendirmenin ne kadarının sahih bilgiye dayandığı da ehemmiyet arz etmektedir. Bu bakımdan Hz. Peygamber’in nasıl anlatıldığı, hangi vasıflarının ön plana çıktığı, onunla ilgili anlatılanların İslam’ın temel kaynaklarında nasıl tasvir edildiği mevlit ve naat örnekleriyle araştırmada yer almaktadır. Örnek metinlerin seçiminde herhangi bir dönem sınırlandırması yapılmamış, ortak tema esas alınmıştır. Muhteva farklılığını göstermek amacıyla, Süleyman Çelebi’nin Vesiletü’n-Necat’ı yanında daha sonra yazılan diğer mevlit metinlerinden de istifade edilmiştir. Üzerinde çalışılan eserlerin sanatsal ve edebi yönünden ziyade, eserlerdeki ortak tema tespit edilmiş ve bu temanın İslami literatürden ne kadar beslendiği ortaya konulmaya çalışılmıştır. Bu araştırma, Hz. Peygamber’i doğru anlama esasına dayalı çalışmaların bir cüzü nispetindedir. Araştırma sonunda özellikle Allah Rasulü’nün (sav) doğumuna dair bazı anlatıların zayıf ve uydurma rivayetlere dayandığı ve bunların mevlit/naatlarda aynen kullanıldığı tespit edilmiştir.
Anahtar Kelimeler
Hz. Muhammad, Siyer, Mawlid, Naat, Efficiency
Kelâm ilminde nedensellik, sebep ile sonuç arasındaki ilişkiyi konu edinmektedir. İster tabiattaki hadiselerle bağlantılı olsun, isterse Allah-âlem ilişkisiyle bağlantılı olsun neden ile sonuç arasındaki ilişkinin zorunlu bir ilişki olup... more
Kelâm ilminde nedensellik, sebep ile sonuç arasındaki ilişkiyi konu edinmektedir. İster tabiattaki hadiselerle bağlantılı olsun, isterse Allah-âlem ilişkisiyle bağlantılı olsun neden ile sonuç arasındaki ilişkinin zorunlu bir ilişki olup olmadığı hususu nedensellik meselesi bağlamında tartışılmaktadır. Tabiatçı düşünürlere göre her bir nesnede bir tabiat vardır ve âlemdeki tüm olaylar bu tabiatlar doğrultusunda gerçekleşmektedir. Âdet nazariyesinde ise, tabiatta cereyan eden tüm olaylardaki neden-sonuç ilişkisinde bir zorunluluğun olmadığı, sadece alışkanlıklarımız neticesinde bir ilişkinin olduğu kanısına varıldığı ifade edilmektedir. Bu çalışmada tabiattaki hadiselerin hem kendi aralarında hem de Allah Teâlâ ile olan ilişkilerinde bir zorunluluk arz edip etmediği konusu Ebu‘l-Hasan el-Eş‘arî’nin görüşleri bağlamında ele alınmaktadır. Eş‘arî, tabiatta meydana gelen hadiselerin belli bir tabiat doğrultusundan ya da nesnelerin i‘timâdlarından mütevellid olarak gerçekleştiği fikrini nedenselliği çağrıştırdığı gerekçesiyle eleştirmektedir. Ona göre tabiatta gerçekleşen tüm olaylar Allah’ın aracısız bir şekilde iradî olarak doğrudan yaratmasıyla meydana gelmektedir. Belli sebepler neticesinde belli sonuçların gerçekleşmesi zorunlu değildir, bilakis sonuçların bu şekilde gerçekleştiğine dair yaklaşım insanın alışkanlıklarından kaynaklanmaktadır. Eş‘arî ve takipçisi kelâmcılar tabiattaki hadiselerde bir belirsizlik ya da düzensizliğin varlığına karşı çıktıkları gibi, sebebin sonucunu doğurduğu şeklindeki nedensellik görüşüne de karşı çıkmaktadırlar.
Anahtar Kelimeler
Kelâm, Ebu’l-Hasan el-Eş‘arî, Nedensellik, İ’timâd, Âdet

The causality in Kalâm subjects the relationship between cause and result. Whether it is connected with the events in nature, or connected with the relationship between Allah and the world, whether the relation between cause and result is compulsory or not is discussed with the scope of causality. According to naturalist thinkers, there is a nature in every object and all events in the universe take place in accordance with these natures. It is stated that, in the theory of custom, it is concluded that there is no obligation in the cause-effect relationship in all events occurring in nature and that there is a relationship only as a result of our habits. In this study, it is discussed in the context of Abu'l-Hasan al-Ash’arî's views whether the events in nature present a necessity both among themselves and in their relations with Allah Teâla. Ash’arî criticizes the notion that the events taking place in nature occur as a result of a certain nature direction or the i'timāds of objects, on the grounds that it evokes causality. According to him, all events taking place in nature occur by direct and voluntary direct creation of Allah. It is not necessary for certain results to be realized as a result of certain reasons, on the contrary, the approach that results in this way stems from human habits. Al-Ash'ari and his follower theologians object to the existence of uncertainty or irregularity in natural phenomena, as well as the notion of causality that causes the result of necessity. As Ash’ari and his follower theologians oppose the existence of uncertainty or disorder in the natural events, they also object to the view of causation that necessarily causes the result.
Anahtar Kelimeler
Kalam, Abū al-Ḥasan al-Ashʿarī, Causality, I'timād, Custom
Bu makalede Hz. Peygamberin dini nitelikli bir fiile devam etmesi anlamındaki muvâzabenin klasik Hanefî kaynaklarında ifade ettiği anlam ve sonuçları ele alınmaktadır. İslâm hukukunda Kur’an-ı Kerîm’den sonra ikinci şerî delil kabul... more
Bu makalede Hz. Peygamberin dini nitelikli bir fiile devam etmesi anlamındaki muvâzabenin klasik Hanefî kaynaklarında ifade ettiği anlam ve sonuçları ele alınmaktadır. İslâm hukukunda Kur’an-ı Kerîm’den sonra ikinci şerî delil kabul edilen sünnetin fiili kısmında değerlendirilen muvâzabeye birbirinden farklı sonuçlar bağlanmıştır. Mezheplerin sistematiğinden kaynaklanan sebeplerden dolayı her mezhebin farklı bir hüküm bağladığı muvâzabeye Hanefî fakihler de bazı hüküm/hükümler bağlamışlardır. Hanefî fakihler Hz. Peygamber’in bir fiile devamlılığın mahiyetini göz önünde bulundurarak muvâzabeyi birbirinden farklı hükümlere mesned kabul etmişlerdir. Hanefî fıkıh eserleri incelendiğinde bunların vacib, sünnet, müstehab ve mendup gibi hükümler olduğu görülmektedir. Fakat muvâzabenin Hanefî fıkıh eserlerinde ifade ettiği bu hükümlerin net olmadığı, Hanefî fakihlerin Hz. Peygamber’in bir fiile devam sıklığının aynı olmasına rağmen muvâzabeyi farklı hükümlerin kaynağı kabul ettikleri anlaşılmaktadır. Bu bağlamda özellikle Hanefî fakihler arasında muvâzabenin medlûlleri olan vacib-sünnet-i müekkede ve müstehab-menduba delaleti konusunda görüş ayrılıkları meydana gelmiştir. Bu ihtilafı sona erdirmek maksadıyla bazı Hanefî fakihler konuyla ilgili farklı görüşleri uzlaştırmaya çalışmışlardır.
Anahtar Kelimeler
Hanefî Mezhebi, Muvâzabe, Vacip, Sünnet, Müstehab

This article is intended to address the implications of muwāẓabah in the Ḥanafite legal literature in the sense of the Prophet’s regular practice of a religious act. Though the word muwāẓabah literally means the same as the word mudāwama, the former has a wider sense than the latter. In this context, the Ḥanafite jurists employ the muwāẓabah to refer to both the fact that the Prophet practiced a religious act regularly and the fact that he performed it once or twice. However, they specified the less lasting cases with a negative preposition. On the other hand, the word mudāwama was either used very rarely or was not used at all. The sunnah as the second source of Islamic law after the Qur’ān has been associated with establishing various rulings. The Islamic legal schools attributed different rulings to the muwāẓabah due to their differing systematics. Majority of the legal scholars are of the opinion that the Prophet’s continuous practice of an act in the specific sense of muwāẓabah indicates the obligatory nature of that act unless there is evidence signifying the opposite. Yet the Ḥanafite jurists hold that the continuity of an act by the Prophet only means obligation if the Prophet rebuked those who failed to perform the act in question. However, we have found out that the Ḥanafite jurists held differing views concerning this issue. Thus, they disagreed on which obligatory rulings the Prophet’s continuous performing of a religious act generates.
Anahtar Kelimeler
Hanafī Sect, Muwāẓaba, Wājib, Sunnah, Mustaḥab.
Şiilik, Raşid Halifeler döneminde meydana gelen İmamet tartışmalarının akidevi boyuta taşınmasıyla ortaya çıkmıştır. Şii fırkaların İmamet meselesinde ortaya koyduğu itikadi ilkeler diğer dini yorumlarının dayanak noktasını oluşturmuştur.... more
Şiilik, Raşid Halifeler döneminde meydana gelen İmamet tartışmalarının akidevi boyuta taşınmasıyla ortaya çıkmıştır. Şii fırkaların İmamet meselesinde ortaya koyduğu itikadi ilkeler diğer dini yorumlarının dayanak noktasını oluşturmuştur. Bununla birlikte, Şia’nın klasik kaynaklarında yer alan bilgiler, On İki İmam dönemimde ortaya çıkan Şii fırkaların İmamet doktrinlerinde sürekli bir değişim yaşandığını göstermektedir. Araştırmamızda bu değişimlerin nedenleri ve sonuçları analiz edilmiştir. Makalede incelenen prensiplerin ortaya çıkmasının ve Şii imamet nazariyesine dahil edilmesinin sebepleri olarak şu hususlar tespit edilmiştir: siyasi bir konu olan İmamet meselesinin teolojik boyuta yükseltilmesine yöneltilen eleştirilere karşı İmamların gerekliliğini kesin bir dille vurgulamak ihtiyacı, İmamların ve Vasilerin kişisel durumlarında daha önce belirlenen prensiplere muhalif gelişmelerin olması, aynı anda ortaya çıkan birden fazla İmamet iddialarının toplumu bölmesinin önüne geçmek isteği ve kişisel menfaatler. Buradan hareketle, Şii İmamet nazariyesinin oluşum sürecinde sosyal, politik ve kişisel etmenlerin önemli bir etkiye sahip olduğu neticesine ulaşılmıştır.
Anahtar Kelimeler
Şia, İmamiyye, İmamet, On İki İmam, İmamet Prensipleri

Shiism, emerged when the debate on imams during the Rashid Caliphs took to the theological dimension. The theological principles put forth by the Shiite sects in the matter of Imamate constituted the basis for their other religious interpretations. However, the information given in the classical sources of Shia shows that there has been a constant change in the Imamate doctrines of the Shiite sects that emerged during the twelve imams. The causes and consequences of these changes have been analyzed in our research. The following points have been identified as the reasons for the emergence of the principles examined in the article and its inclusion in the Shiite Imamate Doctrine: the need to emphasize clearly the necessity of imams against criticism of raising the Imamet issue, which is a political issue, to the theological dimension, developments in the personal situation of imams and their Vasi’s in opposition to the principles previously established, the desire to prevent multiple Imamate claims that arise at the same time from dividing society and personal interests. From this point of view, it was concluded that social, political and personal factors had a significant impact in the process of the formation of the Shiite Imamate doctrine.
Anahtar Kelimeler
Twelve Imams, Principles of Imamate, Shia, Imamate, Imamiyyah
Okul terki, öğrenciler ve eğitim kurumları için önemli sosyal, ekonomik, psikolojik ve kültürel sonuçları olabilen bir sorundur. Bu araştırmada yüksek din öğretimi kurumlarında okul terki sorunu ele alınmış, öğrenci ve öğretim... more
Okul terki, öğrenciler ve eğitim kurumları için önemli sosyal, ekonomik, psikolojik ve kültürel sonuçları olabilen bir sorundur. Bu araştırmada yüksek din öğretimi kurumlarında okul terki sorunu ele alınmış, öğrenci ve öğretim elemanlarının olası çözüm önerilerine de yer verilmiştir. Fenomenolojik desende tasarlanan araştırmanın çalışma grubu, 2019-2020 öğretim yılı güz döneminde Türkiye’nin yedi coğrafi bölgesinde yer alan (Ankara, Marmara, İstanbul, Çukurova, Dicle, Uludağ, Atatürk, Muş Alparslan, Ondokuz Mayıs ve Dokuz Eylül Üniversiteleri) ilahiyat/İslam İlimler Fakültelerinde öğrenim gören 36 öğrenci ile aynı üniversitelerde görev yapan 11 öğretim üyesinden oluşmaktadır. Çalışma grubunun belirlemek için amaçlı örnekleme yöntemlerinden biri olan ölçüt örneklemesi tekniği kullanılmıştır. Araştırma sonuçlarına göre, öğrenciler istihdam olanaklarının fazla olması ve aile yönlendirmesiyle ilahiyat programlarını tercih etmektedir. Ayrıca okul terki fakültelerin ilk yıllarında yaygın olarak görülmektedir. Okul terki yapan öğrencilerin lisede akademik başarıları ve sosyal uyumları düşüktür. Öğrenciler akademik başarısızlık, akademik ve sosyal çevreye uyum sorunları, maddi sorunlar, sağlık sorunları ve inanç çatışmalarına bağlı sorunlar nedeniyle okulu terk etmektedir. Din eğitimi literatürüne yeni ve farklı bir tartışma alanı kazandırma gayretindeki bu çalışmanın, sürdürülebilir din eğitim politikalarının belirlenmesi hususunda din eğitimi literatürüne katkı sunacağı düşünülmektedir.
Anahtar Kelimeler
Din eğitimi, Yükseköğretim, Okul Terki, Öğrenci, Devamsızlık

School dropout is a problem that can have important social, economic, psychological and cultural consequences for students and educational institutions. In this research, the problem of school dropout in higher religious education institutions was discussed and possible solution suggestions of students and lecturers were also included. The study group of the research, which was designed in a phenomenological way, assigned to 36 students studying in theology / Islamic Sciences Faculties of (Ankara, Marmara, İstanbul, Çukurova, Dicle, Uludağ, Atatürk, Muş Alparslan, Ondokuz Mayıs, and Dokuz Eylül Universities) in Turkey’s seven geographic regions in the fall semester of 2019-2020 academic year, and consisted of 11 lecturers worked in same faculties. The criterion sampling technique, one of the purposeful sampling methods, was used to determine the study group. According to the results of the study, the students prefer theology programs due to its employment opportunities and family orientation. In addition, dropout is common in the first years of the faculties. Students who drop out of school have low academic achievement and social cohesion in high school. Students drop out due to academic failure, adaptation problems to an academic and social environment, financial problems, health problems and problems related to belief conflicts. It is thought that this study, which strives to give a new and different discussion area to the religious education literature, will contribute to the field.
Anahtar Kelimeler
Religious Education, Higher Education, Dropout, Student, Absenteeism
Sevilen birinin ölümü ardından yaşanan acı farklı kültürlere ait edebiyatlarda olduğu gibi Türk edebiyatında da makes bulmuş; eski Türk şiirinde “sagu”, klasik Türk şiirinde “mersiye” ismi verilen bir türün ortaya çıkmasına sebep... more
Sevilen birinin ölümü ardından yaşanan acı farklı kültürlere ait edebiyatlarda olduğu gibi Türk edebiyatında da makes bulmuş; eski Türk şiirinde “sagu”, klasik Türk şiirinde “mersiye” ismi verilen bir türün ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Çeşitli nazım şekilleri ile kaleme alınan mersiyelerde en çok tercih edilen şekil, terkîb-i bend´dir. Bu çalışmada 18. asrın; âlim, hattat ve mutasavvıflarından Müstakîm-zâde Süleymân Sa‘deddîn´in hocası Mehmed Emîn-i Tokâdî´nin vefatı üzerine kaleme aldığı terkîb-i bendi ilim âlemine tanıtılmıştır. Müstakîm-zâde; yedi yıl hizmetinde bulunduğu hocasının vefatının üzerinde bıraktığı hissiyatı; lirik ve sanatlı bir üslupla dile getirmiştir. Şiirde, Mehmed Emîn-i Tokâdî´nin hayatı, iyilik ve faziletlerine dair verilen bilgilerin yanı sıra; Nakşibendiyye tarîkatına ait husûslara, tasavvufî kavramlara da değinilmiştir. Çalışmamızda sırasıyla; Müstakîm-zâde Süleymân Sa‘deddîn´in hayatı ile ilgili genel bilgiler verildikten sonra, 12 bend ve 96 beyitten oluşan terkîb-i bendinin Arap harfli ve transkripsiyonlu metnine yer verilmiş, şiir günümüz Türkçesi ile nesre çevrilerek muhtevasına ilişkin değerlendirmeler yapılmıştır.
Anahtar Kelimeler
Müstakîm-zâde, Mehmed Emîn-i Tokâdî, Nakşibendiyye, Terkîb-i Bend, Mersiye

Suffering after the death of a loved one, as in literatures belonging to different cultures also found a place in Turkish literature; in old Turkish poetry “sagu”, in classic Turkish poetry “mersiye” has appeared. Tarkib-band is the most prefering form, in which elegies that written with various verse forms. Mustaqim-zada expressed his feelings with a lyrical and artful style after the passing away of his master, whom he served for seven years. In addition to the information given about the life, goodness and virtues of Mohammad Amin Tokadi, issues related to the Nakhshibendi sect and mystical concepts were also mentioned. In our study respectively; general information about the lives of Mustaqim-zada Suleyman Sadaddin is given, tarkib-band which formed 12 strophe and 96 distich, text with Arabic script and Turkish transcription, prose form and translation to Turkish of present day is presented and explained.
Anahtar Kelimeler
Mustaqim-zada, Mohammad Amin Tokadi, Tarkib-Band, Elegy, Nakhshibendi Sect
Kur’an’da zikri en fazla geçen meseleler, dinin asılları olarak isimlendirilen inanç konularıdır. İnanç konularının esas, sosyal ve bireysel yaşamı düzenleyen normların bu esaslara dayanan teferruatlar olması sebebiyle, inanç... more
Kur’an’da zikri en fazla geçen meseleler, dinin asılları olarak isimlendirilen inanç konularıdır. İnanç konularının esas, sosyal ve bireysel yaşamı düzenleyen normların bu esaslara dayanan teferruatlar olması sebebiyle, inanç konularındaki sapmalar, etkilerini doğrudan fert ve toplum yaşamında hissettirecektir. Asırlar boyunca insanlığın gündemini meşgul eden inanç problemlerinden biri de, insanüstü bir doğaya sahip oldukları iddia edilen kişilere isnat edilen ve birçok insanın yaşamını etkileyen, Kur’an’ın temel inanç esaslarına aykırı söylem ve davranışlardır. Oysa bu insanlardan hiçbiri peygamberlerden üstün değildir. En önemli amaçlarından biri, insanları sahih bir inanca davet etmek olan Kur’an’ın, bu konudaki ölçüleri, kıssalarını aktardığı peygamberlerin hayatlarında verdiğini düşünmekteyiz. Kıssası anlatılan her peygamberin hikâyesi içinde uyarılmalarına sebep olan en az bir davranışına dikkat çekilmesinden hareketle, peygamberlerde olması gerekli görülen ismet sıfatının, mutlak olmayıp, sınırlı olduğunu bilmek, inanan kesimler arasında daha çok rastlanılan istismarların azalmasına katkı sağlayacaktır. Bu sebeple, Kur’an’a aykırı masumiyet algısının, sosyolojik ve bireysel alanlarda yanlış kabullerin ortaya çıkmasındaki etkisi, dünü ilgilendirdiği gibi, bugünü ve yarını da ilgilendirmektedir. Bu çalışmada ismet-i enbiya ilkesi; peygamberlerin masumiyetinin Kur’an kaynaklı bir ilke olup olmadığı ve mutlak ismet anlayışının istismarıyla güçlenen inanç problemleri yönüyle ele alınacaktır.
Anahtar Kelimeler
Kur’an, İsmet-i Enbiya, Masumiyet, Te'vil, Kelam Ekolleri

The most frequently mentioned issues in the Qur'an are beliefs, which are called the origins of religion. Since belief issues are the norms that regulate social and individual life, and deviations based on these principles, deviations in belief issues will make their effects felt directly in individual and community life. One of the belief problems that have occupied the agenda of humanity for centuries is the alleged superhuman’ discourse and behavior contrary to the fundamental beliefs of the Qur'an. Yet none of these people are superior to the prophets. We believe that the Qur'an, one of the most important aims of which is to invite people to a true faith, gives the measures of this issue in the life stories of the prophets. In the story of each prophet described in the parable, at least one of the behaviors of the prophets caused them to be warned. Therefore, the adjective of ismet which is required to exist in the prophets’ identities is not absolute but limited. That belief will help to reduce the abuse about this issue among the believers. For this reason, the effect of the perception of innocence contrary to the Qur'an in the emergence of false acceptances in sociological and individual fields is of interest to today and tomorrow as well as yesterday. In this study, the principle of innocence of prophet; whether it is a principle originated from the Qur'an and the problems of faith strengthened by the exploitation of absolute innocence understanding will be discussed.
Anahtar Kelimeler
Quran, Innocence of Prophet, Innocence, Interpretation, Kalam Schools
Belâgat ilmi anlam, yorum ve gösterge meseleleri etrafında gerçekleşen tartışmalarından birçoğuna ortak zemin hazırlar. Bu tartışmalardan bazıları alâka [relation - relationship - link] meselesi üzerinde gerçekleşir. Alâka, cümle... more
Belâgat ilmi anlam, yorum ve gösterge meseleleri etrafında gerçekleşen tartışmalarından birçoğuna ortak zemin hazırlar. Bu tartışmalardan bazıları alâka [relation - relationship - link] meselesi üzerinde gerçekleşir. Alâka, cümle içerisinde bir sözcüğe yüklenen anlam ile o sözcüğün hakikat anlamı arasındaki bağlantıdır. Mecâzlar bir karine ve sözcüğün hakikat anlamı ile mecâz anlamı arasında bağlantı sağlayacak bir alâka olmadan kurulamaz. Mecâzların alâkaları, iletişimde anlama ve yorumlama sürecini etkileyen en temel faktörlerden sayılır. Belâgat ve usûl-i fıkıh âlimlerinin alâka meselesine bakışları benzerlik arz eder. Ancak alâkaları belirleme ve kategorize etme faaliyetleri neticesinde genel olarak iki yaklaşım ortaya çıkar. Bunlar “bütünleyici yaklaşım” (temel/üst alâkalar) ve “tafsil edici yaklaşım” (genel alâkalar) şeklinde nitelenebilir. Bazı âlimlerin, mecâzların alâkalarını iki, beş ve dokuz gibi sayılara indirgemelerinin amacı, alâka meselesini kavramayı kolaylaştırmak ve alâkalar arası geçişkenliğe dayalı kapsam ilişkisini ortaya koymaktır. Mecâzların alâkaları hakkında yapılan tartışmalar, belagat kitaplarının mecâz ve istiâre bahislerinde işlenir. Ayrıca usûl-i fıkıh kitaplarının lafız bahislerinde de meseleye yer verilir. Lügavî mecâzların alâkaları konusunda sistematik bazı eserler de yazılmıştır. Söz konusu eserler arasında Mahmud el-Antâkî’nin el-‘Alâka adlı eseri öne çıkar. Bu araştırma lügavî mecâzların alâkaları üzerine eğilir. Alâka konusunda yazılan eserlerin, alâka konusuna bakışlarını nicel ve nitel olarak değerlendirir. Araştırma öncelikle mecâz, mecâz-ı mürsel, alâka ve karine meselelerine açıklık getirir. Sonra Mahmûd el-Antâkî ve eserleri hakkında açıklama yapar. Bununla beraber Antâkî’nin el-Alâka adlı eserine yakından bakar. Araştırma bu bağlamda el-Alâka adlı eserin şerhleri ve bu şerhler üzerine yazılan hâşiyeler hakkında açıklamalar yapar. Daha sonra Antâkî’nin el-Alâka’da zikrettiği alâkaları ele alır. Araştırma, Antakî’nin ele aldığı alâkaları iki kısımda değerlendirir: Bütünleyici yaklaşıma göre ortaya konan alâkalar (temel/üst alâkalar) ve tafsil edici yaklaşıma göre ortaya konan alâkalar (genel alâkalar). Araştırma Antâkî’nin zikrettiği alâkaları, diğer bazı eserlerde yer alan alâkalarla karşılaştırır ve alâka faktörünün mecâzların anlaşılmasındaki etkisini ortaya koymaya çalışır.
Anahtar Kelimeler
Arap Dili ve Belagatı, Mecâz, Alâka, Dilbilim, Anlambilim

The science of Arabic eloquence (belāghah) lays the ground for many of the debates that take place over such issues as meaning, interpretation and referent. Some of these debates occur over the issue of ‘alāqah, that is relationship or link. The ‘alāqah is the connection between the connotation and denotation of a word, that is, between its lexical and contextual meaning. The metaphors (majāz) are not set up without the‘alāqah that establishes a connection between the literal and metaphorical sense of a word. The ‘alāqahs of metaphors are regarded as one of the most important factors that impact the process of understanding and interpretation in communication. The scholars of Arabic eloquence and Islamic legal theoreticians (uṣul al-fiqh) share a similar approach to the matter of ‘alāqah. Yet, there appear two different approaches as a result of the endeavors to determine and categorize the ‘alāqahs. One may categorize them as “integrative approach” (basic/upper ‘alāqahs) and “divisive ‘alāqahs” (general ‘alāqahs). The reason why some scholars limited the ‘alāqahs of metaphors with such numbers as two, five and nine is to facilitate the comprehension of the subject of ‘alāqah, setting forth the relationship of scope that relies on the transitivity between the ‘alāqahs. Those debates over the ‘alāqahs of metaphors are treated in the chapters of metaphor and figure of speech. The issue is also covered in the discussions of Arabic Islamic legal literature about the wording (alfāẓ). Some systematic works are written about the lingual metaphors. Of such eminent works, one should mention al-‘Alāqah by Maḥmūd al-Antāqī. This study is intended to focus on the ‘alāqahs of the lingual metaphors, attempting at quantitatively and qualitatively assessing the approach of the ‘alāqah literature to the subject-matter of ‘alāqah. The study first clarifies such subjects as metaphor, metonym, ‘alāqah and contextual link (qarīnah). Afterwards, it provides information about Maḥmūd al-Antāqī and his works, focusing on his al-‘Alāqah in particular. It elaborates upon the commentaries and annotations that are written upon the al-‘Alāqah. And then it addresses the ‘alāqahs mentioned in this work, assessing them in two categories: basic or upper ‘alāqahs that are identified on the basis of “integrative approach” and general ‘alāqahs that are determined on the basis of “divisive ‘alāqahs”. It compares the ‘alāqahs cited by al-Antāqī with those occurring in some other works of the same genre, setting forth the impact that the factor of ‘alāqah has on the comprehension of metaphors.
Anahtar Kelimeler
Arabic Language and Rhetoric, Maḍjāz, ‘Alāqah, Linguistics, Relevance
2011 yılında Ortadoğu ve Akdeniz bölgesinde başlayan Arap baharının ardından yaşanan iç savaşlar neticesinde Arap ülkelerindeki milyonlarca Arap, mülteci haline gelmiştir. İltica ile birlikte pek çok Arap edebiyatçı da mülteci durumuna... more
2011 yılında Ortadoğu ve Akdeniz bölgesinde başlayan Arap baharının ardından yaşanan iç savaşlar neticesinde Arap ülkelerindeki milyonlarca Arap, mülteci haline gelmiştir. İltica ile birlikte pek çok Arap edebiyatçı da mülteci durumuna düşmüş ve yaşadıkları psikolojik travmaları, gittikleri ülkelerde kaleme aldıkları edebi ürünlerinde dile getirmişlerdir. Başta Suriye olmak üzere Libya, Irak, Yemen gibi ülkelerde yaşanan söz konusu dramları eserlerinde tüm gerçekliğiyle okuyucuya yansıtan bu edebiyatçılardan birisi de Mudunu’l-Yemâm adlı romanın yazarı olan İbtisâm Tireysî’dir. Tireysî, Suriye’de yaşanan savaş sürecinde meydana gelen acı olayları etkili bir üslupla ve detaylı tasvirlerle okuyuculara aktarmıştır. Yazarın romanda değindiği konuları genellikle ayrımcılık, çiğnenen insan hakları, insanların ellerinden alınan özgürlükler, katliamlar ve özellikle kadınlara yönelik işlenen tecavüz eylemleri gibi meseleler oluşturmaktadır. Benzer anlatım tarzları ve işlenen konular Tireysî gibi savaş neticesinde mülteci durumuna düşmüş edebiyatçıların eserlerinde de mülahaza edilmektedir. Bu bakımdan ortaya konan bu eserlerin mülteci edebiyatı üst başlığı altında değerlendirilmesi mümkündür. İşte bu çalışmada Tireysî’nin, Mudunu’l-Yemâm adlı romanı mülteci edebiyatı çerçevesinde incelenecektir.
Anahtar Kelimeler
Roman, Mülteci, Mülteci Edebiyatı, İbtisâm Tireysî, Suriye

Millions of Arabs in Arab countries have become refugees as a result of the civil wars following the Arab spring that began in 2011 in the Middle East and the Mediterranean region. Along with the asylum, many Arab writers have become refugees and have expressed their psychological traumas in their literary works written in the countries they go to. İbtisâm Tireysî, the author of the novel Mudunu’l-Yemâm, is one of these writers who reflects these dramas to the reader with all the truth in their works, especially in Syria, Libya, Iraq and Yemen. Tireysî reflected the painful events that took place during the war in Syria to readers in an effective manner and detailed descriptions. The topics that the author touches on in the novel are generally discrimination, human rights violations, freedom from human beings, massacres, and especially the rape of women. Similar narratives and topics are also considered in the works of literary writers such as Tireysi who have become refugees after the war. In this respect, it is possible to evaluate these works under the title of refugee literature. In this study, Tireysî's novel Mudunu’l-Yemâm will be examined in the context of refugee literature.
Anahtar Kelimeler
Novel, Refugee, Refugee Literature, Ebtesaam Terayse, Syria
Bu çalışmada İmâm Mâtürîdî’ye nispet edilen Pendnâme-i Mâtürîdî adlı risalenin ona ait olup olmadığını tartışacağız, akabinde metnin Türkçe çevirisini sunacağız. Söz konusu risalenin İmâm Mâtürîdî’ye aidiyeti hakkında metni dil ve içerik... more
Bu çalışmada İmâm Mâtürîdî’ye nispet edilen Pendnâme-i Mâtürîdî adlı risalenin ona ait olup olmadığını tartışacağız, akabinde metnin Türkçe çevirisini sunacağız. Söz konusu risalenin İmâm Mâtürîdî’ye aidiyeti hakkında metni dil ve içerik olarak incelemek suretiyle bir fikre ulaşacağız. Mâtürîdî’nin Kitabü’t-Tevhîd ve Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne adlı eserlerinde bu esere herhangi bir atıf yoktur. Bu yüzden eseri içerik bakımından analiz ederek ihtiyatlı bir sonuca varmaya çalışacağız. Öncelikle yazarın kökeni hakkında bir değerlendirme yapacağız ve sonrasında onun ana dilinin Farsça olup olmadığına bakacağız. Pendnâme’nin yazıldığı dil Farsça olduğundan, bu dil metnin değerlendirilmesi açısından önemlidir. Ancak Mâturîdî’nin bu dili bildiği iddiası ihtiyatla karşılanmalıdır. Çünkü bu konudaki kanıtlar tersini göstermektedir. Bu değerlendirmelerden sonra Mâtürîdî’nin eserleri ile Pendnâme arasında bazı karşılaştırmalar yapacağız. Karşılaştırmayı iki aşama halinde yapacağız. Birinci aşamada Mâtürîdî’nin eserlerindeki bazı düşünceler ile Pendnâme arasındaki farklılıklar üzerinde durmaya çalışacağız. Bu aşamadan sonra ikinci aşamaya geçeceğiz ve Mâtürîdî’nin bazı düşünceleri ile Pendnâme arasındaki benzerlikleri tespit etmeye çalışacağız. Bunu yapmaktaki amacımız eserin ona ait olup olmadığı konusunda her iki ihtimali de göz önünde bulundurmak ve daha objektif bir sonuca varmaya çalışmaktır.
Anahtar Kelimeler
Mâturîdî, Pendnâme, Vesâyâ, Aforizmalar, Özdeyişler


In this study, we will discuss whether Imām Māturīdī is the author of Persian treatise Pandnāma-i Māturīdī (The Aphorisms of Māturīdī) or not, then we will present Turkish translation of the text. We will try to reach an opinion by analyzing the text in terms of language and contents. Māturīdī does not mention of this treatise in his Kitāb al-Tawhīd and Ta’wīlātu Ahl al-Sunna. Therefore, we will make a content analysis of the text and reach a cautious decision. We will first make an assessment of the author's origin and then we will see whether his native language is Persian or not. Because of the language in which Pandnâma is written is Persian, this language is important for the evaluation of the text. The claim that Mâturîdî knows this language however, should be met with caution. Since the evidences on this issue show that the reality is different from that claim. After these evaluations, we will make some comparisons between Mâturîdî's works and Pandnâma. We will make the comparison in two stages. In the first stage, we will try to focus on the differences between some thoughts in Mâturîdî's works and Pandnâma. After this stage we will move to the second and we will try to identify the similarities between some of Mâturîdî's thoughts and Pandnâma. Our goal in doing so is to consider both possibilities of whether the work belongs to him or not and to reach a more objective conclusion.
Anahtar Kelimeler
Mâturîdî, Pandnâma, Vasâyâ, Aphorisms, Epigrams
Öz Halifelik yıllarındaki (99-101/717-720) başarılı icraatlarıyla meşhur olan sekizinci Emevî halifesi Ömer b. Abdülaziz, hilâfetinden yaklaşık on iki sene önce 87/706 yılında halife Velîd tarafından Medine valiliğine atanmış, 93/712... more
Öz Halifelik yıllarındaki (99-101/717-720) başarılı icraatlarıyla meşhur olan sekizinci Emevî halifesi Ömer b. Abdülaziz, hilâfetinden yaklaşık on iki sene önce 87/706 yılında halife Velîd tarafından Medine valiliğine atanmış, 93/712 yılına kadar da bu görevi sürdürmüştür. Ömer b. Abdülaziz, doğduğu ve ilk eğitimini aldığı Medine'ye vali sıfatıyla gelince ilk olarak şehrin meşhur on fakihinden müteşekkil bir danışma meclisi kurmuştur. Meclisin esas amacı, alınacak kararların istişare edilmesini ve karşılaşılan haksızlıkların valiye bildirilmesini sağlamaktır. Bununla birlikte meclisin idare ile Medineliler arasında oluşan gerginliği azaltmak ve alınan kararlara meşruiyet kazandırmak gibi çok daha önemli bir fonksiyonu vardır. Meclise çağrılan kişilerde aranan en önemli kriterin ilim olduğu söylenebilse de mecliste yer alan ve almayan âlimlerin özelliklerinden hareketle başka noktaların da tespit edilebilmesi mümkündür. Meclise danışılan kararların niteliğine ve niceliğine dair fazla bilgi mevcut değildir. Ancak Ömer b. Abdülaziz'in meclisi kurarken yaptığı konuşmadan hareketle bu kararların hem siyasi hem de dinî nitelikte olduğu söylenebilir. Bu meclis günümüzdeki gibi formel bir meclis niteliğinde değildir. Bu sebeple bu meclisi, istişare heyeti ya da danışma kurulu şeklinde nitelemek ve tabi böyle de isimlendirebilmek mümkündür.
Anahtar Kelimeler: İslam Hukuku, Emevîler, Ömer b. Abdülaziz, Medine, Danışma Meclisi.

The Advisory Council of 'Umar b. 'Abd al-'Azīz
The eight Umayyad caliph ‘Umar b. ‘Abd al-‘Azīz, who is famous of his successful deeds during the caliphate years (99-101/717-720), was appointed as the governor of Medina twelve years before his caliphate by the caliph of the era, Walīd in 87/706 and he continued this duty until 93/712. When ‘Umar b. ‘Abd al-‘Azīz came to Medina, where he was born and received education as a governor, he first established an advisory council consisting of ten famous faqīhs of the city. The main aim of the advisory council is to consult the decisions to be taken and to report the injustices to the governor. However, the council has much more important functions, such as reducing the tension between the administration and the people of Madinah, and also legitimizing the decisions taken. Although it can be said that knowledge is the most important criterion for the people who are invited to the council, but it is possible to find other consideration points based on the characteristics of the scholars invited. There is not much information on the specialty and quantity of decisions consulted to the council. However, from the speech of ‘Umar b. ‘Abd al-‘Azīz while establishing the council, it can be said that these decisions are both political and religious. This council is not formal like today's councils, for this reason, it is possible to say that this community is like a consultative committee and also named as advisory council.
Islamic Law, Umayyad, ‘Umar b. ‘Abd al-‘Azīz, Medina, Advisory Council
The Crime of Drinking Alcoholic Beverages in the Ottoman Criminal Law and Its Punishments Wine drinking and drunkenness was considered as a crime in the Ottoman criminal law which largely involved the practice of Islamic criminal law. The... more
The Crime of Drinking Alcoholic Beverages in the Ottoman Criminal Law and Its Punishments Wine drinking and drunkenness was considered as a crime in the Ottoman criminal law which largely involved the practice of Islamic criminal law. The distinction between wine and other drinks that is the criterion of the Hanafi Sect for determining the punishments to be given to the convicted criminal was also seen in Ottoman law. According to the vast majority of Islamic legal experts, the crime of drinking is a hadd crime. Therefore, hadd punishment should be given to the person who drinks. According to some others, this is a ta'zir crime and the offender should receive ta'zir punishment. The court records that will show the practice of the Ottoman criminal law regarding this topic that is disagreed about by Islamic legal experts include examples that could support either of these two views. These records show that sometimes hadd and sometimes ta'zir punishments were sentenced for the crime of drinking with established elemental and evidential clauses.
Hasan-ı Zarîfî'nin Mesnevî Şerhi Kâşifu'l Esrâr ve Matla'u'l-Envâr
Medine'deki şehirleşmenin hicretten sonra hız kazanması ve şehrin Mescid-i Nebevî merkezli gelişimi neticesinde, Rasulullah (s.a.v) dönemine ait pek çok önemli mekân, Mescid-i Nebevî çevresinde inşa edilmiştir. Medine'nin fizikî ve mimarî... more
Medine'deki şehirleşmenin hicretten sonra hız kazanması ve şehrin Mescid-i Nebevî merkezli gelişimi neticesinde, Rasulullah (s.a.v) dönemine ait pek çok önemli mekân, Mescid-i Nebevî çevresinde inşa edilmiştir. Medine'nin fizikî ve mimarî ya-pısında ciddi değişikliklerin yaşanmadığı Hicrî ilk asırlardan itibaren, şehri tasvir eden detaylı bilgiler kayda alınsa da, son yüzyılda meydana gelen devasa nitelikteki inşaat faaliyetleri neticesinde, Hz. Peygamber'in (s.a.v) siretinden bir cüz sayılabile-cek önemli mekânların çoğu, günümüz Medine'sinin geniş caddeleri, yan yana dizil-miş büyük otelleri veya Mescid-i Nebevî'yi çevreleyen mermerlerin altında kalmış-tır. Rasulullah (s.a.v) döneminde yaşanan hadiselerin doğru anlaşılmasında olay-mekân ilişkisi kurmanın inkar edilemez bir rolü bulunmaktadır. Bu nedenle İslam alimleri, sünnetle alakalı ilmî faaliyetlerine çeşitlilik kazandırarak; sadece hadislerin şerhi veya sıhhat değerlerini belirlemekle yetinmemiş, aynı zamanda hadislerde ge-çen olayların yaşandığı mekânların tespiti için de çaba sarf etmişlerdir. Öyle ki Hz. Peygamber'in (s.a.v) siretini ve O'nun (s.a.v) izlerini korumanın bir gereği olarak, İslam ümmetine bırakılan bu mirası muhafaza etmeyi, İslam ümmetinin kendisini muhafaza etmekle eşdeğer görmüşlerdir. Bu hususta İslam okçularının serdarı Sa'd İbn Ebî Vakkâs'ın (ö. 55/675), çocuklarının ellerinden tutup onları Rasulullah'a (s.a.v) dair önemli olayların yaşandığı yerlere götürerek, o mekânla ilgili bildiklerini * Hâmid, Halid Muhammed. Mevsûatu Vasfi'l-Mescidi'n-Nebeviyyi'ş-Şerîf, Mısır: y.y., 2013.
Poetry is a widely used literary genre in which one expresses his/her feelings towards the person or community effectively. Poetry, as a literary art in all languages and cultures, is also an important literary element for Arabic society... more
Poetry is a widely used literary genre in which one expresses his/her feelings towards the person or community effectively. Poetry, as a literary art in all languages and cultures, is also an important literary element for Arabic society and language. It has maintained its importance from the pre-Islamic period to the present day. There are thousands of written Arabic divans; though some of them were examined, the others are still waiting to be examined. In the light of technological developments, thousands of couplet poems in the books have been transferred to digital media to be researched. One of the digital programs that contain thousands of poets’ divans is al-Mevsûʻatu’ş-Şiʻriyye. This program includes the divan of 2,300 poets from pre-Islamic period to the present. Divans are classified according to the periods and countries in which the poets lived. The program has a simple and convenient interface. The program language is Arabic and the number of menus is very few. Thus, it is very easy to use the program. In this study, the installation and usage of the program named al-Mevsûʻatu’ş-Şiʻriyye is explained with pictures. In addition, the content of the program is given in detail.
Research Interests:
Research Interests:
Research Interests:
Research Interests:
Research Interests:
Research Interests:
Research Interests:
Research Interests:
Research Interests:
Research Interests:
Research Interests:
Research Interests:
Research Interests:
Research Interests:
Research Interests:
Research Interests:
Research Interests:
Research Interests:
Research Interests:
Research Interests:
Research Interests:
Research Interests:
Research Interests:
Research Interests:
Research Interests:

And 899 more