Cumhuriyet’in İkinci Yüzyılında Klasik Türk Edebiyatı Araştırmalarının Geleceği: Meseleler, Konular, Vazifeler
tradition, comparative studies, Chagatai Turkish texts, literary patronage, book culture and the ... more tradition, comparative studies, Chagatai Turkish texts, literary patronage, book culture and the importance of digital studies. The main text has avoided discussion of the subject and presentation of sources and pointed out sample studies suitable for suggestions in footnotes in order to directly point to the source of the problem regarding the issues being discussed and to draw researchers' attention to findings and suggestions regarding these issues.
Türk edebiyatında XIV. yüzyıldan itibaren ilk örnekleri görülmeye başlanan inşa metinlerinin erke... more Türk edebiyatında XIV. yüzyıldan itibaren ilk örnekleri görülmeye başlanan inşa metinlerinin erken dönemde kaleme alınan örneklerinden birisi olan Gülşen-i İnşâ, Şeyh Mahmud bin Edhem tarafından kaleme alınmıştır. XV. yüzyıl başlarında Amasya’da doğan ve önemli eserlerini II. Bayezid’e sunmuş olan Mahmûd b. Edhem’in Gülşen-i İnşâ adlı eserinin bizzat yazarı tarafından oluşturulmuş farklı versiyonları olduğu kaynaklarda belirtilmiştir. Keşfü’z-Zünûn ve Osmanlı Müellifleri gibi kaynakların aktardığına göre Gülşen-i İnşâ’yı önce özetlemiş sonra da bu özetten seçmeler yaparak bir giriş ve iki bölümden oluşan başka bir eser daha üretmiştir. Ancak modern çalışmalarda da tekrarlanan bu bilginin doğruluğu, bu versiyonların varlığı ve mahiyetleri hakkında herhangi bir müstakil çalışma bulunmamaktadır. Bu çalışmada, Gülşen-i İnşâ’nın bugüne kadar nüshaları tespit edilmeyen bu üç versiyonunun tespiti için yaptığımız araştırmaların sonuçları paylaşılacaktır. Çalışmanın en temel sonucu, Gülşen-i İnşâ’nın şu ana dek nüshaları tespit edilmeyen üç farklı versiyonunun nüshalarıyla birlikte tespit edilip benzer ve farklı yönlerinin ortaya konmuş olmasıdır. Diğer önemli bir sonuç da bu versiyonların mahiyeti hakkındaki tespitlerimizden hareketle kaynaklardaki bazı yanlış bilgilerin düzeltilmesidir. Çalışmamızdaki tespitlerimize göre Mahmûd bin Edhem, kaynaklarda belirtildiği gibi Gülşen-i İnşâ’yı özetleme veya bu özetten seçme yapma yoluna gitmemiş, önce Türkçe yoğunluklu yazdığı Gülşen-i İnşâ’nın bazı bölümlerini Farsçaya çevirmiş, bu Farsça versiyonunun da bazı bölümlerini çıkararak muhtasar bir versiyonunu oluşturmuştur.
Esengü Bitig: Doğumunun 60. Yılında Zühal Ölmez Armağanı, 2021
Türk edebiyatı tarihi; bütün temsilcileri ve eserleriyle henüz tam olarak ortaya konmamış, dahası... more Türk edebiyatı tarihi; bütün temsilcileri ve eserleriyle henüz tam olarak ortaya konmamış, dahası kütüphane kataloglarımız bile tam ve doğru bir şekilde henüz hazırlanamamıştır. Herhangi bir konu hakkında kaleme alınmış telif veya tercüme eserlerin tam olarak belirlenememesi sebebiyle, ilgili literatürün ortaya konup incelenemediği görülmektedir. Bunun sebeplerinden biri bazı telif ve tercüme faaliyetlerinin müstakil olarak değil de başka bir eserin içinde bir bölüm olarak hazırlanması sebebiyle fark edilemeyip ilgili literatüre eklenememesidir. Örneğin Bâkî’nin Fezâil-i Cihâd isimli tercüme eserinin baş tarafına eklediği Sigetvar-nâme özelliği gösteren bir metin, müstakil Sigetvar-nâmelerden önce yazılmasıyla birincil kaynak olduğu halde, bilinmediği için ilgili literatür içinde zikredilmemektedir. Salâhî’nin belagatle ilgili bir eseri içinde yer alan ve Mollâ Câmî’nin muammalarına yapılan önemli Türkçe bir şerh metni de müstakil olarak telif edilmediği için ilgili literatürde zikredilmemiş eserlerdendir. Biz de bu çalışmada, hayatları ve eserleri hakkında ayrıntılı çalışmalar yapılmış olan Molla Câmî ve Salâhî’nin bu yönlerini söz konusu çalışmalara havale ederek Câmî’nin Farsça Manzûme-i Muammâ’sına ve Salâhî’nin Türkçe şerhine değinmek istiyoruz.
Hubbî’nin Kayıp Hurşîd u Cemşîd Mesnevisinin Minyatürlü Bir Nüshası, 2020
Ayşe Hubbî Hatun, Divan şiirinin önemli kadın şairlerinden
biri olup II. Selîm ve III. Murad’ın m... more Ayşe Hubbî Hatun, Divan şiirinin önemli kadın şairlerinden biri olup II. Selîm ve III. Murad’ın musâhibeliğini yapmış, yaşadığı zamanda bir hanım sultan gibi saygı görmüştür. Kendisinin başta Âşık Çelebi ve Kınalızâde Hasan Çelebi tezkirelerinde olmak üzere birçok biyografik kaynakta övgüyle bahsedilen Hurşîd u Cemşîd mesnevisinin şimdiye kadar herhangi bir nüshası elimizde mevcut değildi. Bu çalışmada, Ayşe Hubbî Hatun'un Hurşîd u Cemşîd mesnevisinin yakın zamanda tarafımızca tespit edilen minyatürlü bir nüshası tanıtılacaktır. Hubbî’nin Hurşîd u Cemşîd’inin bu çalışmada tanıtılacak olan nüshası, Estonya’daki Tartu Üniversitesi Kütüphanesi’nde, Oriental Manuscripts-Otto Friedrich von Richter’s Collection bölümünde Mscr 105’de kayıtlı bulunmaktadır. Eser, Baltık-Alman oryantalist Otto Friedrich von Richter’in (1791-1816) mirasından bağış olarak kütüphaneye ulaştırılan yazmalar arasında yer almaktadır. Eserin 207 varaktan oluşan bu nüshasında 33 adet minyatüre yer verilmiştir. Çalışmamızda, Selmân-ı Sâvecî’nin Farsça Cemşîd u Hurşîd’inin tercümesi olan bu eserin Hubbî’ye ait olduğuna dair tespitlerimiz paylaşılarak eserin muhtevası hakkında bilgi verilecektir.
Bu çalışma 16. yy. şair, mutasavvıf ve hattatlarından olup ömrünün uzun bir dönemini Mekke'de geç... more Bu çalışma 16. yy. şair, mutasavvıf ve hattatlarından olup ömrünün uzun bir dönemini Mekke'de geçiren Abdurrahman Gubari'nin (ö. 1574-1575) Kanuni Sultan Süleyman döneminde Kabe'de yapılan tamiratlara dair tanıklıklarını ve Kabe'deki yapıların ölçülerini, Mekke'nin diğer yerleşim yerlerine olan uzaklığını anlattığı MİSAHATNÂME-İ GUBÂRÎ adlı eserinin ayrıntılı muhteva incelemesi ve metninden oluşmaktadır. Mekke literatürü üzerinde önemli telifleri olan Gubari, bu eserinde misaha ilminin önemini ve Müslümanların bu ilme verdiği katkıyı anlatmış, daha sonra Kabe'nin tarihi süreçle birlikte yaşadığı değişimi ve Harem-i Şerif'teki tamiratlar esnasında şahit olduğu olayları, merak edip başkalarından duyduğu anlatıları aktarmıştır. Eserde tamiratlar için düşürdüğü tarihler ve bazı yapılar için yazdığı hat yazıları da yer almaktadır.
KÜLTÜRK, Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi , 2020
Öz Divan edebiyatının temel kaynaklarından biri de Kur'an-ı Kerim ve ondan beslenen dinî literatü... more Öz Divan edebiyatının temel kaynaklarından biri de Kur'an-ı Kerim ve ondan beslenen dinî literatürdür. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de yer alan birçok kavram, şairler tarafından farklı anlam ilişkileri çerçevesinde ele alınarak işlenmiştir. Bu kavramlardan biri olan "tevbe-i nasûh" ise hem Kur'an-ı Kerim'de hem de şiirlerde tevriyeli olarak kullanılmıştır. Tahrîm Suresi 8. ayette geçen "tevbeten nasûha" ifadesi meal ve tefsirlerde genel olarak kelimelerin sözlük anlamına uygun olarak "samimi tövbe" anlamıyla ele alınmış, dinî bir kavram olarak ise "kulun işlediği günahtan bir daha yapmamak üzere pişmanlık duyması" şeklinde tanımlanmıştır. Dinî muhtevalı metinlerde Nasûh isimli birisinin tövbesine yer verildiği için Divan edebiyatında da bu kavram terim anlamı yanında "Nasûh isimli kişinin samimi tevbesi" şeklinde de kullanılmıştır. Bu çalışmada öncelikle "nasûh" kelimesinin sözlük ve terim anlamlarına ve kavramın geçtiği ayetin Kur'an-ı Kerim meallerinde ve tefsirlerde nasıl ele alındığına örneklerle işaret edilecek, ardından da "tevbe-i nasûh"un divan edebiyatındaki kullanım şekillerine ve kavramla ilgili olarak anlatılan farklı hikâyelere dikkat çekilecektir. Abstract One of the main sources of Diwan Literature, which develops by feeding from many different and rich areas, is the Quran and religious literature fed by it. As a matter of fact, many concepts in the Quran have been handled by poets within the framework of different meaning relations. One of these concepts, "tewbe-i nasûh", was used both in the Quran and by many poets. The word "nasûh" in the phrase "tawbatan nasûha" mentioned in eighth verse of Tahrîm was generally handled in terms of meaning and "sincerity" in the dictionary. As a religious concept, this concept has been defined as "one's regret not to do it again from the sin he committed". In Diwan literature, dual use of this word in the form of both the word meaning and the sincere repentance of the Nasuh and stories about the Nasuh are found. In this study, first of all, the meanings of the word "nasûh" in terms of dictionary and term and how the verse in which the concept is mentioned are dealt with in Quranic interpretations and interpretations. Then, attention was drawn to the ways of using "tewbe-i nasûh" in Diwan literature and the different stories told about the concept.
Bergamalı Kadrî tarafından H. 937/M. 1530 yılında kaleme alınan Müyessiretü’l-Ulûm, Kanûnî Sultan... more Bergamalı Kadrî tarafından H. 937/M. 1530 yılında kaleme alınan Müyessiretü’l-Ulûm, Kanûnî Sultan Süleyman’ın sadrazamı Damat İbrahim Paşa’ya sunulmuştur.Türkçenin Batı Türkçesiyle yazılmış ilk gramer kitabı olması yönünden değerli bir kaynak olan eser, Hayâlî Bey gibi önemli bir şâirin bir gazelini gramer, belagat ve anlam açısından incelemesi yönüyle de dikkat çekicidir. Bursalı Mehmet Tâhir Bey tarafından bulunan eserin bilinen tek nüshası, Maârif Vekâleti tarafından basılacak olan kitapta kullanılmak amacıyla fotoğrafları çekildikten sonra kaybolmuştur. Müyessiretü’l-Ulûm, ilk defa Besim Atalay tarafından 1946 yılında metin, dizin ve fotoğraflarıyla birlikte neşredilmiş, daha sonra da hakkında günümüze kadar birçok çalışma (kitap, tez, makale, bildiri) yapılmıştır. Biz de Hayâlî Bey’in bu değerli kitapta yer alan gazelinin şerhi hakkında hazırladığımız bir çalışma vesilesiyle eserin kayıp nüshasıyla ilgili araştırmalar yaptık ve eserin hem kaybolan nüshasını, hem de Fuat Köprülü tarafından istinsah edilen diğer bir nüshasını tespit ettik.
Bu çalışmada öncelikle Müyessiretü’l-Ulûm’un mevcut tek nüshasının Bursalı Mehmet Tahir Bey tarafından bulunuşu, ilim adamlarının eser hakkındaki yazıları, Fuat Köprülü’nün nüshadan kendisi için bir örnek çıkarması, eserin tek nüshasının Maarif vekâletince metninin neşredilmesi amacıyla fotoğraflarının çekilmesi ve tek nüshanın kaybolmasından sonra fotoğraflar üzerinden bilimsel neşirlerinin yapılması hakkında bilgi verilecektir. Çalışmanın ikinci bölümünde de tarafımızca yapılan araştırmalar neticesinde Müyessiretü’l-Ulûm’un Almanya’da ve Türkiye’de bulunan kayıp nüshaları hakkında bilgi verilecektir.
Osmanlı tarihinin önemli şahsiyetlerinden biri olan Kemal Paşa-zâde, aynı zamanda Dîvân’ı, Yusuf ... more Osmanlı tarihinin önemli şahsiyetlerinden biri olan Kemal Paşa-zâde, aynı zamanda Dîvân’ı, Yusuf u Züleyhâ mesnevisi ve Tevârîh-i Âl-i Osmân gibi meşhur Türkçe eserleriyle de Türk Edebiyatı’nın önemli bir şairidir. Kendisinin şairlik yönü hakkında maalesef ciddi araştırmalar yapılmış değildir. Konuyla ilgili olarak hazırladığımız doktora tezimizde, kendisinin şiirlerini nazım şekilleri, belagat, muhteva, dil ve üslup özellikleri gibi farklı yönlerden ele alarak şairlik yönüne ışık tutmaya çalışmıştık. Bu çalışmamızda ise, doktora tezimizden de yararlanarak Kemal Paşa-zâde’nin şiirinin aruz, kafiye ve üslup özellikleri bakımından sahip olduğu özellikleri daha belirgin bir şekilde ortaya koymaya çalıştık. Çalışmamızda öncelikle, tarihî ve modern kaynaklarda Kemal Paşa-zâde’nin şairlik yönü hakkında söylenenlere işaret edilecektir. Ardında da şairin şiirlerinin aruz ve kafiye hususiyetleri maddeler halinde izah edilip örneklendirildikten sonra şiirinin diğer şairlere göre öne çıkan üslup özellikleri hakkında bilgi verilecektir. Çalışmamızın sonunda, kaynaklarda Kemal Paşa-zâde’nin şairliği hakkında verilen hükümlerle kendi tespitlerimizin karşılaştırılmasına da yer verilecektir.
ÖZ Türkiye'de, Dîvân şiiri metinlerinin nasıl şerh edilmesi gerektiği üzerinde henüz bir fikir bi... more ÖZ Türkiye'de, Dîvân şiiri metinlerinin nasıl şerh edilmesi gerektiği üzerinde henüz bir fikir birliği bulunmamaktadır. Osmanlı döneminde yapılan şerh çalışmalarının da neredeyse tamamına yakını tasavvufî şiirlere ait şerh örnekleridir. Birkaç örnek dışında, elimizde Dîvân şiiri metinlerini sahip oldukları söz sanatları ve anlamlar yönünden ele alan ve Osmanlı döneminde yazılan çalışmalar bulunmamaktadır. Türk dilinin Batı Türkçesiyle yazılan ilk gramer kitabı olan Müyessiretü'l-Ulûm'da, Hayâlî Bey'in bir gazeli gramer, belagat ve anlam bakımından ele alınarak şerh edilmektedir. Bergamalı Kadrî, bu eserinde Türkçenin gramer kurallarını açıklamakta, kitabın sonunda da Hayâlî Bey'in bir gazelini şerh etmektedir. Bu şerh, günümüzde takip edilen klasik şerh usullerine benzerlik göstermesi açısından da dikkat çekicidir. Hakkında hususî herhangi bir çalışma yapılmayan bu gazelin ayrı bir makaleye konu edilmesinin şerh çalışmaları açısından faydalı olacağını düşünüyoruz. Bu çalışmada, öncelikle Bergamalı Kadrî ve Müyessiretü'l-Ulûm isimli eseri hakkında bilgi verilecek, ardından da eserde yer alan bu gazel şerhinin tarafımızca yeniden okunarak düzenlenen metni araştırmacıların istifadesine sunulacaktır. ABSTRACT In Turkey, there is no consensus yet on how it should be annotated text of Divan poetry. Almost all of the works of commentary in the Ottoman period were examples of commentary of Sufi poems. Apart from a few examples, we do not have any works written in the Ottoman period that examine the texts of Divan poetry in terms of their eloquence and meanings. Muyassiretul-Ulûm, written by Bergamalı Kadri, and the first grammar book of the Turkish language, a ghazal of Hayali Bey is dealt with in terms of grammar, eloquence and meaning. In this work, Kadri explains the grammatical rules of Turkish in his work and then comments a gazelle of Hayali Bey. This study of the annotation is remarkable in terms of the similarity of the classical commentary procedures followed today. We think that the subject of this ghazal in a separate article will be useful for commentary studies. In this study, firstly, it will be given interest about Kadri and Muyassiretul-Ulûm, and then this text will be re-read by us and the text will be submitted to the benefit of the researchers.
Bu çalışmada, Şeyh Gâlib’in bir beytinde geçen “tûtî-i zenbûr” tamlamasının ne anlama geldiği üze... more Bu çalışmada, Şeyh Gâlib’in bir beytinde geçen “tûtî-i zenbûr” tamlamasının ne anlama geldiği üzerinde durulacaktır. Şeyh Gâlib “tûtî-i zenbûr” tamlamasını Gûyâ hayâl-i hatt-ı lebüňle müjemde hûn / Bâğ-ı vefâda tûtî-i zenbûrdur bana beytinde kullanmıştır. Ali Nihat Tarlan söz konusu beytin geçtiği gazeli şerh ettiği çalışmasında bu tamlamayı “geveze papağan” olarak anlamlandırırken Abdulkadir Gürer de bu tamlamayla ilgili bir yazısında tamlamanın “bir yarısı papağan diğer yarısı ise arı olan mitolojik bir kuş” olarak anlaşılabileceğini söyler. Bu beyitte geçen “tûtî-i zenbûr”un nasıl anlaşılması gerektiği hakkındaki açıklamalar, genellikle Ali Nihat Tarlan ile Abdulkadir Gürer’in konuyla ilgili izahlarına dayanmaktadır. Fakat biz bu tamlamanın daha farklı bir anlamı olduğu ve bu tamlamanın beyitteki kullanım şekline göre bir çiçeği ifade ettiği düşüncesindeyiz. Nitekim Kastamonu’da bulunan bir el yazmasında “tûtî-i zenbûr” bir çiçek ismi olarak verilmiştir. Divan şiiri geleneğine göre de “tûtî-i zenbûr”un bu beyitte bir çiçek olarak anlaşılması daha uygundur. Çalışmamızın son bölümünde bu görüşümüzle ilgili tespitlerimize yer verilecektir. Anahtar Kelimeler: Şeyh Galib, tûtî-i zenbûr, şerh, beyit.
Beşiktaşlı Şeyh Yahya Efendi'nin torunu olan Ayşe Hubbi Hatun (ö. 998/1590), şehzadeliğinde II. S... more Beşiktaşlı Şeyh Yahya Efendi'nin torunu olan Ayşe Hubbi Hatun (ö. 998/1590), şehzadeliğinde II. Selim'e hocalık yapan Akşemseddinzâde Şemseddin Çelebi ile (ö. 957/1550) evlenmiş, II. Selimin padişahlığı döneminde (1566-1574) de padişahın nedimesi olmuştur. III. Murad'ın saltanat döneminin (1574-1595) ortalarında vefat eden Hubbî Hatun’un İmâdü'l-cihâd isimli eseri ilk defa Müjgan Cunbur tarafından tespit edilmiştir. Eserin Milli Kütüphane, Yazma eserler nr. A.3987’de kayıtlı eksik nüshası 21-25 Eylül 1981 tarihleri arasında Ankara’da düzenlenen IX. Türk Tarih Kongresi’nde yine Müjgan Cunbur tarafından tanıtılmıştır. Şimdiye kadar başka nüshası bilinmeyen bu eserin Paris Milli Kütüphanesi’nde (Bibliotheque Natıonale de France) tam bir nüshası Fezail-i cihad adıyla kayıtlıdır. 61 yapraktan oluşan bu nüsha 1080/1669-70 yılında istinsah edilmiştir. Ayşe Hubbî, cihâdı ve mücâhidleri öven ayet ve hadislerle süslediği bir girişle Allâh’a hamd ve Hazret-i Peygambere salât ve selâm getirerek eserine başlar. Ardından cihadın hikmetlerini izah eden bir mukaddimeye yer verir. Eser, her biri cihâdla ilgili farklı bir meseleye değinen ve cihadın faziletleriyle ilgili âyet, hadis ve hikâyelere yer verilen 12 bâbtan oluşmaktadır. Hubbi, eserinde yer yer konuya uygun manzumelere de yer vermiş, şiirlerde mahlasını açıkça zikretmiştir. Bu çalışmada Hubbî Hatun’un bu eserinin daha önce tanıtılmış olan eksik hâli ile karşılaştırılması yapılacak ve eserin bu yeni nüshası üzerinde inceleme ve değerlendirmelerimiz sonucunda ortaya çıkan tespitler paylaşılacaktır. Anahtar Kelimeler: Hubbî, Amasya, İmadu’l-cihâd, Fezâil-i Cihâd
This study introduces an extraordinary text referred to as münşeat [artistic Divan prose], which ... more This study introduces an extraordinary text referred to as münşeat [artistic Divan prose], which deals with how verse letters should be written, the expressions to be used, and the writing styles and poems to be quoted in both verse and prose letters, all of which is expressed in verse in the work Hazînetü'l-Beyân ve Sefînetü'l-İrfân fî Mühimmâti'l-İnsân by Yahya Çelebi, who was born in 892/1487 in Istanbul and famously known as Eminzade and Emin Kösesi, under the pseudonym Fânî. This study has currently identified two copies of the work, one in the Princeton University Library and the other in the Beyazıt State Library. Fânî arranged this work in three parts, which was written on behalf of Sultan Suleyman the Magnificent in April 1556. The first part gives examples about the correspondence between the princes and their lala [high-ranking servants], and then the correspondence between the other high-ranking people and those below them. The second part of the work includes the examples of verse letters in which friends in the upper strata of society expressed their affection and longing for each other and also the complaints to be made to the other party in the face of certain troubles. The third part of the work presents examples of letters from the lower strata of society between members of the same family, such as between parents and children, as well as verse letters to be written for scolding the other party. At the end of the third part, Fânî wrote an addendum to his work in order to provide examples of poems that could be used both in verse letters and in prose constructions. After giving information about the life and works of Fânî and the copies of Hazînetü'l-Beyân ve Sefînetü'l-İrfân fî Mühimmâti'l-İnsân, this study introduces the general structure and parts of the work using quotations.
Molla Abdurrahman Câmî, İran'da yetişmiş büyük bir sufi ve şairdir. Şiirin her alanında kaleme al... more Molla Abdurrahman Câmî, İran'da yetişmiş büyük bir sufi ve şairdir. Şiirin her alanında kaleme aldığı değerli eserlerinin yanında büyük sufilerin hayatını anlattığı Nefehatül-Üns isimli eseri de çok önemlidir. Bu kitap, İslâm dünyasında çok beğenilmiştir. Türkçeye de Lâmiî Çelebi tarafından tercüme edilen bu eserin sadece bu çevirinden haberimiz vardı. Lâmiî Çelebi, daha çok Mollâ Câmî'den yaptığı tercümelerle tanınmış olup Nefehatü'l-Üns'ü 927'de (1521) Fütûhu'l-Mücâhidîn li-Tervîhi Kulûbi'l-Müşâhidîn ismiyle Türkçeye çevirmiştir. Anadolu'da yetişmiş bazı sufileri de ekleyerek eserde hayatları anlatılan kişi sayısını toplam 646'ya ulaştırmıştır. Biz bu çalışmada Lâmiî Çelebi'nin yazdığı tercümeyle ilgili iki kitabı tanıtmaya çalışacağız. Şu ana kadar varlıklarından haberdar olmadığımız iki eser de 17. yüzyılda kaleme alınmıştır. Yazarların birinin ismi Hüseyin b. Mansur, diğerinin ise Kâtip Hacı Ali Efendi'dir. Hüseyin b. Mansur, tercümede yer alan bazı kişileri kendi eserine almamış ve eseri özetlemiştir. Hacı Ali Efendi ise, bu tercümeyi daha da genişletmiş ve kendi eserine başka sufilerin de hayat öykülerini eklemiştir. Bu çalışmada, elimizde tek nüshaları olan bu iki eseri ve yazarlarını tanıtmayı amaçlamaktayız.
Bu çalışmada, Kastamonulu Kadı Mûsâ’ya atfedilen Hediyyetü’l-İhvân ve Atıyyetü’s-Sıbyân incelenec... more Bu çalışmada, Kastamonulu Kadı Mûsâ’ya atfedilen Hediyyetü’l-İhvân ve Atıyyetü’s-Sıbyân incelenecektir. Bu eser, yazarı tarafından 10 bâb şeklinde tertip edilmiştir. Eserin elimizdeki en eski nüshasından hareketle tarafımızca 1698’den önceki bir tarihte kaleme alındığı tespit edilmiştir. Türk- İslâm tefekkür sisteminde Müslümanlara yol gösteren birçok rehber kitap yazılmıştır. Güvenilir İslâmî kaynaklardan faydalanılarak kaleme alınmış olan Hediyyetü’l-İhvân ve Atiyyetü’s-Sıbyân da bir müslümanın bilmesi gereken inanç esaslarını ve temel ibadetlerle ilgili konuları ele alan bir rehber kitap görünümündedir. Kadı Mûsâ’ya atfedilen Hediyyetü’l-İhvân ve Atıyyetü’s-Sıbyân daha önce başka bir araştırmacı tarafından bir makaleyle veya kitapla ilim âlemine tanıtılmamıştır. Bu çalışmada ise ortalama 200 yapraklık bu eserin ayrıntılı bir şekilde tanıtılması amaçlanmıştır.
Şeyh Galib'in meşhur eseri olan Hüsn ü Aşk'ta anlatılan hikâye, olay örgüsü bakımından klasik aşk... more Şeyh Galib'in meşhur eseri olan Hüsn ü Aşk'ta anlatılan hikâye, olay örgüsü bakımından klasik aşk hikâyeleriyle benzerlik göstermektedir. Ancak, bu hikâyenin kadın karakteri olan Hüsn geleneksel sevgili tipinden farklı özellikler göstermektedir. Geleneksel anlayışa ve klasik şiirimize göre, kadınlar aşkta erkeğe göre daha pasiftir. Gelenekte kadına yakıştırılan rol, kadının naz yapması, sevgilisine eziyet etmesi ve kavuşma için pek de gönüllü davranmamasıdır. Oysaki Hüsn ü Aşk’ın kadın karakteri olan Hüsn hikâyenin özellikle ilk bölümlerinde klasik kadın karakterlerden farklı olarak aşkını itiraf eden, sevgilisine sitem eden ve adeta erkek karakterlere yakışan rollere bürünen biridir. Elbette Hüsn’ün böyle davranmasının arka planında Hüsn ü Aşk hikâyesinin alegorik olması ve dolayısıyla Hüsn’ün de hikâyede Allâh’ın isim ve sıfatlarını sembolize eden bir karakter olması yatmaktadır. Dolayısıyla bu çalışmanın yoğunlaştığı ana mesele, Hüsn’ün geleneksel sevgili/ma’şûk tipinden farklı olan davranışlarının sembolik yönünü izah etmeye çalışmak olacaktır. Çalışmamızda, alegorik bir eser olan Hüsn ü Aşk’ta Hüsn karakterinin bu davranışlarının Allâh ile insan arasındaki muhabbetin hangi yönlerine işaret ettiğine dâir yorumlarımızı tasavvufî kaynaklarda yer alan bilgilere dayandırarak sunacağız. Anahtar Kelimeler: Şeyh Gâlib, Hüsn ü Aşk, Hüsn, tasavvuf, alegori.
Amasya Tarihi isimli eseriyle kültür ve edebiyatımıza eşsiz bir katkıda bulunan Hüseyin Hüsâmeddi... more Amasya Tarihi isimli eseriyle kültür ve edebiyatımıza eşsiz bir katkıda bulunan Hüseyin Hüsâmeddin, sadece iyi bir tarihçi değil aynı zamanda iyi bir dilci ve şâirdir. Kendisi daha küçük yaşta hem Amasya meşhurları hakkında bilgiler toparlamaya başlamış hem de şiirle ilgilenmiştir. Asrî mahlasını kullanan Hüseyin Hüsâmeddin‟in elimizde şiirlerinin toplu olarak bir araya getirildiği divanı veya mecmuası yoktur. Fakat Hüseyin Hüsâmeddin‟in Amasya Tarihi‟nin farklı ciltlerinde değişik vesilelerle verdiği şiirlerinden onun şairliğine dair tahlillerde bulunabilmekteyiz. Kendisinin Amasya tarihinde Amasya‟ya dâir uzun bir kasidesi ve biyografilerini sunduğu şairlerin şiirlerine yazdığı tahmisleri ve bir gazeli bulunmaktadır. Bu çalışmada, Hüseyin Hüsâmeddin‟in şairliğinin ön plana çıkarılması ve böylece daha önce derli toplu olarak ele alınmayan bu yönüne dikkat çekmek amaçlanmıştır. Bu amaçla da çalışmamızda, şairin Amasya Tarihi‟nde yer alan şiirleri; şiir tekniği açısından ele alınacaktır. Böylece Amasya‟nın kıymetli bir değeri olan Hüseyin Hüsâmeddin‟in tarihçiliğinin gölgesinde kalan şairliğinin de araştırmacıların dikkatine sunulması amaçlanmaktadır. Anahtar Kelimeler: Hüseyin Hüsâmeddin, Asrî, Şair, Amasya.
Uploads
çalışmalarda da tekrarlanan bu bilginin doğruluğu, bu versiyonların varlığı ve mahiyetleri hakkında herhangi bir müstakil çalışma bulunmamaktadır.
Bu çalışmada, Gülşen-i İnşâ’nın bugüne kadar nüshaları tespit edilmeyen bu üç versiyonunun tespiti için yaptığımız araştırmaların sonuçları paylaşılacaktır. Çalışmanın en temel sonucu, Gülşen-i İnşâ’nın şu ana dek nüshaları tespit edilmeyen üç farklı versiyonunun nüshalarıyla birlikte tespit edilip benzer ve farklı yönlerinin ortaya konmuş olmasıdır. Diğer önemli bir sonuç da bu versiyonların mahiyeti hakkındaki tespitlerimizden hareketle kaynaklardaki bazı yanlış bilgilerin düzeltilmesidir. Çalışmamızdaki tespitlerimize göre Mahmûd bin Edhem, kaynaklarda belirtildiği gibi Gülşen-i İnşâ’yı özetleme veya bu özetten seçme yapma yoluna gitmemiş, önce Türkçe yoğunluklu yazdığı Gülşen-i İnşâ’nın bazı bölümlerini Farsçaya çevirmiş, bu Farsça versiyonunun da
bazı bölümlerini çıkararak muhtasar bir versiyonunu oluşturmuştur.
Bunun sebeplerinden biri bazı telif ve tercüme faaliyetlerinin müstakil olarak değil de başka bir eserin içinde bir bölüm olarak hazırlanması sebebiyle fark edilemeyip ilgili literatüre eklenememesidir. Örneğin Bâkî’nin Fezâil-i Cihâd isimli tercüme eserinin baş tarafına eklediği
Sigetvar-nâme özelliği gösteren bir metin, müstakil Sigetvar-nâmelerden önce yazılmasıyla birincil kaynak olduğu halde, bilinmediği için ilgili literatür içinde zikredilmemektedir. Salâhî’nin belagatle ilgili bir eseri içinde yer alan ve Mollâ Câmî’nin muammalarına yapılan önemli Türkçe bir şerh metni de müstakil olarak telif edilmediği için ilgili literatürde
zikredilmemiş eserlerdendir. Biz de bu çalışmada, hayatları ve eserleri hakkında ayrıntılı çalışmalar yapılmış olan Molla Câmî ve Salâhî’nin bu yönlerini söz konusu çalışmalara havale ederek Câmî’nin Farsça Manzûme-i Muammâ’sına ve Salâhî’nin Türkçe şerhine değinmek
istiyoruz.
biri olup II. Selîm ve III. Murad’ın musâhibeliğini yapmış,
yaşadığı zamanda bir hanım sultan gibi saygı görmüştür.
Kendisinin başta Âşık Çelebi ve Kınalızâde Hasan Çelebi
tezkirelerinde olmak üzere birçok biyografik kaynakta övgüyle
bahsedilen Hurşîd u Cemşîd mesnevisinin şimdiye kadar
herhangi bir nüshası elimizde mevcut değildi. Bu çalışmada,
Ayşe Hubbî Hatun'un Hurşîd u Cemşîd mesnevisinin yakın
zamanda tarafımızca tespit edilen minyatürlü bir nüshası
tanıtılacaktır.
Hubbî’nin Hurşîd u Cemşîd’inin bu çalışmada tanıtılacak
olan nüshası, Estonya’daki Tartu Üniversitesi
Kütüphanesi’nde, Oriental Manuscripts-Otto Friedrich von
Richter’s Collection bölümünde Mscr 105’de kayıtlı
bulunmaktadır. Eser, Baltık-Alman oryantalist Otto Friedrich
von Richter’in (1791-1816) mirasından bağış olarak
kütüphaneye ulaştırılan yazmalar arasında yer almaktadır.
Eserin 207 varaktan oluşan bu nüshasında 33 adet minyatüre
yer verilmiştir. Çalışmamızda, Selmân-ı Sâvecî’nin Farsça
Cemşîd u Hurşîd’inin tercümesi olan bu eserin Hubbî’ye ait
olduğuna dair tespitlerimiz paylaşılarak eserin muhtevası
hakkında bilgi verilecektir.
tarafından bulunan eserin bilinen tek nüshası, Maârif Vekâleti tarafından basılacak olan kitapta kullanılmak amacıyla fotoğrafları çekildikten sonra kaybolmuştur.
Müyessiretü’l-Ulûm, ilk defa Besim Atalay tarafından 1946 yılında metin, dizin ve fotoğraflarıyla birlikte neşredilmiş, daha sonra da hakkında günümüze kadar birçok çalışma (kitap, tez, makale, bildiri) yapılmıştır. Biz de Hayâlî Bey’in bu değerli kitapta yer alan gazelinin şerhi hakkında hazırladığımız bir çalışma vesilesiyle eserin kayıp nüshasıyla ilgili araştırmalar yaptık ve eserin hem kaybolan nüshasını, hem de Fuat
Köprülü tarafından istinsah edilen diğer bir nüshasını tespit ettik.
Bu çalışmada öncelikle Müyessiretü’l-Ulûm’un mevcut tek nüshasının Bursalı Mehmet Tahir Bey tarafından bulunuşu, ilim adamlarının eser hakkındaki yazıları, Fuat Köprülü’nün nüshadan kendisi için bir örnek çıkarması, eserin tek nüshasının Maarif vekâletince metninin neşredilmesi amacıyla fotoğraflarının çekilmesi ve tek nüshanın kaybolmasından sonra fotoğraflar üzerinden bilimsel neşirlerinin yapılması hakkında bilgi verilecektir. Çalışmanın ikinci bölümünde de tarafımızca yapılan araştırmalar neticesinde Müyessiretü’l-Ulûm’un Almanya’da ve Türkiye’de bulunan kayıp nüshaları hakkında bilgi verilecektir.
Anahtar Kelimeler: Şeyh Galib, tûtî-i zenbûr, şerh, beyit.
sadece iyi bir tarihçi değil aynı zamanda iyi bir dilci ve şâirdir. Kendisi daha küçük yaşta hem Amasya
meşhurları hakkında bilgiler toparlamaya başlamış hem de şiirle ilgilenmiştir. Asrî mahlasını kullanan
Hüseyin Hüsâmeddin‟in elimizde şiirlerinin toplu olarak bir araya getirildiği divanı veya mecmuası
yoktur. Fakat Hüseyin Hüsâmeddin‟in Amasya Tarihi‟nin farklı ciltlerinde değişik vesilelerle verdiği
şiirlerinden onun şairliğine dair tahlillerde bulunabilmekteyiz. Kendisinin Amasya tarihinde Amasya‟ya
dâir uzun bir kasidesi ve biyografilerini sunduğu şairlerin şiirlerine yazdığı tahmisleri ve bir gazeli
bulunmaktadır. Bu çalışmada, Hüseyin Hüsâmeddin‟in şairliğinin ön plana çıkarılması ve böylece daha
önce derli toplu olarak ele alınmayan bu yönüne dikkat çekmek amaçlanmıştır. Bu amaçla da
çalışmamızda, şairin Amasya Tarihi‟nde yer alan şiirleri; şiir tekniği açısından ele alınacaktır. Böylece
Amasya‟nın kıymetli bir değeri olan Hüseyin Hüsâmeddin‟in tarihçiliğinin gölgesinde kalan şairliğinin de
araştırmacıların dikkatine sunulması amaçlanmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Hüseyin Hüsâmeddin, Asrî, Şair, Amasya.