Location via proxy:   [ UP ]  
[Report a bug]   [Manage cookies]                
Skip to main content
The Ismaili presence and its influence on Shi'a movements in Anatolia is not directly supported by primary sources or in-depth studies. Available assertions are based mainly on historical presumptions and the similarities between the... more
The Ismaili presence and its influence on Shi'a movements in Anatolia is not directly supported by primary sources or in-depth studies. Available assertions are based mainly on historical presumptions and the similarities between the doctrines of the two groups. These assumptions can be categorized into three main groups: (1) The Ismailis were already active in Anatolia in the pre-Alamut period through orders such as the Wafā’iyya; (2) Some Ismailis escaped to Anatolia during the Mongol repressions and were able to hide among the Sufi movements there; (3)  Ismaili thought influenced Anatolian Alevis later and indirectly  through movements such as those of Hurufis, Malamatiyya and Qalandars.

In this article, I attempt to re-evaluate the historical problem of whether and how Anatolia was in contact with the Ismaili thought through a unique source that is based on an orally transmitted cosmogony. Even though it is highly speculative to take a recording as the basis for a historical analysis, it will nevertheless stimulate new historical questions and insights.
The creation story told by Kılagöz contains many interesting features, both as a narrative and in its details. It is beyond the scope of this article, however, to offer a detailed analysis of all these aspects. Therefore, I will only... more
The creation story told by Kılagöz contains many interesting features, both as a narrative and in its details. It is beyond the scope of this article, however, to offer a detailed analysis of all these aspects. Therefore, I will only discuss three important aspects of Kılagöz’s creation story. The first is that this narration should be set against the background of the cosmogonies (and beliefs) of other Alevi communities in Anatolia. At least
since the sixteenth century, there have been written sources describing the Shi’ite and Ghulāt (“exaggerators; those who exaggerate the status of Ali”) tendencies in the Alevi and Bektashi worldviews. The creation story published here clearly differs from those of other communities; particularly important is Chapter I, where Gabriel and Melekî Tawûs
play a prominent role.
Kendisini cemevinin ''dede''si olarak tanıtan kişiye makamının tam olarak ne olduğunu sordum. Anlaşılmadığım için soruyu açmak zorunda kaldım: ''Rehber mi, pir mi, yoksa mürşit misiniz?'' Pek de umursamaz bir şekilde, ''onlar eskiden... more
Kendisini cemevinin ''dede''si olarak tanıtan kişiye makamının tam olarak ne olduğunu sordum.  Anlaşılmadığım için soruyu açmak zorunda kaldım: ''Rehber mi, pir mi, yoksa mürşit misiniz?'' Pek de umursamaz bir şekilde, ''onlar eskiden vardı, şimdi yalnızca Dede'yim'' dedi. Dede uzun süredir Almanya'da yaşayan bir Baba Mansurluydu ve bu ülkede doksanlardan itibaren birçok şehirde kurulan Alevi merkezlerinden birinde hizmet vermekteydi. Baba Mansurlular oldukça önemli bir konuma sahip Dersimli bir seyit/ocak ailesidir. Bu yüzden,  Baba Mansurlu dedenin ifadesi hem kendisi hem de mensubu olduğu ocağı hakkında sıradan bir yaklaşım değildir. Çünkü bu ifade, öncelikle, rehber, pir ve mürşit’ten oluşan örgütlenme yapısının son yarım yüzyılda yaşanan değişimler ve sorunlarla birlikte tarih olduğunu ve tüm sistemi artık ''dede'' kavramı üzerinden okumamız gerektiğini anlatır. Ardından da yeni dönemi temsil eden kişinin neden ''pir'' veya ''seyit'' değil de ''dede'' olarak adlandırıldığı sorusunu gündeme taşır.
Research Interests:
Bu günün varlığından epey bir kişinin haberdar olduğundan eminim. Buna rağmen, kaç kişinin, örneğin geçen sene, Kara Çarşamba'yı andığını ve bu günde yapılması ve yapılmaması gerekenleri uyguladığını bilmiyorum. Sayının fazla olduğunu... more
Bu günün varlığından epey bir kişinin haberdar olduğundan eminim. Buna rağmen, kaç kişinin, örneğin geçen sene, Kara Çarşamba'yı andığını ve bu günde yapılması ve yapılmaması gerekenleri uyguladığını bilmiyorum. Sayının fazla olduğunu sanmıyorum. Kara Çarşamba ilginç bir meseledir. Her yönüyle eski bir geçmişin izini taşıyan bu geleneği tanımlamak da pek kolay değildir. Sorun yalnızca bu günün isminden haberdar olup olmamakla sınırlı değildir; günün içeriği ve daha da önemlisi takvimdeki yerine dair konular, onun biraz daha karmaşık bir hal almasına vesile olmaktadırlar.
Research Interests:
Eğer Alevi kurumlarının uygulamalarını esas alırsak, bu soruya cevap bulmak için çok çaba sarfetmeye gerek yoktur. Onlara ait merkezlerde sunulan bilgilerde genelde 13-14-15 Şubat tarihleriyle karşılaşırsınız. Daha az olmakla beraber,... more
Eğer Alevi kurumlarının uygulamalarını esas alırsak, bu soruya cevap bulmak için çok çaba sarfetmeye gerek yoktur. Onlara ait merkezlerde sunulan bilgilerde genelde 13-14-15 Şubat tarihleriyle karşılaşırsınız. Daha az olmakla beraber, Hızır orucu için Şubat ayının ikinci haftasına denk gelen 7-8-9'u işaret edenler de vardır. Ne gariptir ki, bu tarihleri, bizzat bu orucu tutan bölgelerde duymanız mümkün değildir. O zaman akla doğal olarak şu soru gelmektedir: neden Hızır orucu için Alevi kurumlarınca bu tarihler esas alınmaktadır?
Research Interests:
Merkezinde Ağuçan ocağının olduğu ve yakın döneme kadar etkili olan bu örgütsel yapı, tam anlamıyla, onun toplumsal zeminini oluşturan aşiret yapısına paralel olarak, ‘parçalanmış bütünlük’ görüntüsü vermektedir. Sağlıklı tespitler ve... more
Merkezinde Ağuçan ocağının olduğu ve yakın döneme kadar etkili olan bu örgütsel yapı, tam anlamıyla, onun toplumsal zeminini oluşturan aşiret yapısına paralel olarak,  ‘parçalanmış bütünlük’ görüntüsü vermektedir. Sağlıklı tespitler ve tartışmalar yapabilmek için, her halkasının başlı başına araştırma konusu olduğu bu örgütlenme hakkında bilgi eksikliğinin giderilmesi gerekmeketedir. Buna rağmen bu yapının tarihsel bir sürecin ürünü ve mirasçısı olduğunu görmekteyiz. 16. yüzyıla kadar Anadolu Aleviliğinin oluşumunda önemli bir rol oynamış Vefailik akımının bir temsilcisi olan Ağuçanlar, bu yüzyıldan sonra da esnek bir yöntemle birçok ocağı bir yapı altında tutmayı başarmışlar.
Research Interests:
En ideal izahıyla çıralık, paylaşımı esas alan şu prensip üzerine kuruluydu: " Yüzlerce talip bir pir'e, bir pir yüzlerce talibe bakar. " Bu kuralı pirler, köylü ve yarı göçebe bir toplumsal yapı üstünde işletmekteydiler. Her ne kadar... more
En ideal izahıyla çıralık, paylaşımı esas alan şu prensip üzerine kuruluydu: " Yüzlerce talip bir pir'e, bir pir yüzlerce talibe bakar. " Bu kuralı pirler, köylü ve yarı göçebe bir toplumsal yapı üstünde işletmekteydiler. Her ne kadar çıralık, bir inanç sistemini ayakta tutmak için yaratılmış ekonomik bir döngüyü ifade ediyor olsa da, bu, dinsel ve sosyal yapının içiçe geçtiği bir toplumsal yapı üzerinde şekillenmişti. Dolayısıyla, bu yapıyı besleyen ve oldukça özel şartlarda oluşmuş ilişkiler ve kurallar ağı da bu makalede ele alınacaktır. Burada söz konusu olan inanç yapısı bağımsız ve herhangi bir idari merkezin olanaklarından yararlanmadan geliştiğinden, onun maddi dayanaklarını çözümlemek Alevilik örgütlenmesi için ayrı bir anlam taşımaktadır.
Research Interests:
Aslında Anadolu'daki Alevi topluluklarını yakından tanıyan ve Orta Doğu'da benzer düşüncelerin ortaya çıkışı hakkında bilgi sahibi olanlar, bu tarihin hiç de tek yönlü ele alınamayacağının farkındadırlar. Bir defa bölgede birbirine... more
Aslında Anadolu'daki Alevi topluluklarını yakından tanıyan ve Orta Doğu'da benzer düşüncelerin ortaya çıkışı hakkında bilgi sahibi olanlar, bu tarihin hiç de tek yönlü ele alınamayacağının farkındadırlar. Bir defa bölgede birbirine değişik ölçüde yakın gruplar vardır ve bunların Anadolu'yla bu erken dönemde ne derecede ilişki içinde oldukları henüz yeterince irdelenmemiştir. Örneğin, Ehl-i Haqlar ile büyük çaptaki benzerlikler nasıl açıklanmalıdır? Bu grubun varlığı, Aleviliğin Anadolu ile sınırlı olmadığını gösterdiği gibi bu tür akımların çok yakın coğrafyalarda farklı tarihsel dönemeçlerde oluşabileceğini göstermesi açısından da önemlidir.11 Yine Şii şemsiyesi altında olmayan Ezidilerle benzeşen bir takım ortak rituel ve inanç temaları nasıl izah edilmelidir? Keza Nusayriler ve Durziler ile olan benzerlikler ve farklılaşmalar hangi dönemin ürünü olarak görülmelidir? Burada ortak bir tarihsel kökenden tutun da, bir birinden bağımsız hareket eden ve geniş bir yelpazeye yayılan faktörleri hesaba katmak gerekmektedir.
Research Interests:
Bu makale, Alevilerin, özelde Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal'le, genelde Cumhuriyet'le olan ilişkilerini, Varto ve Koçgiri Alevileri bağlamında incelemketedir. Dersim Alevilerinin değişik kollarına bağlı bu iki bölge... more
Bu makale, Alevilerin, özelde Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal'le, genelde Cumhuriyet'le olan ilişkilerini, Varto ve Koçgiri Alevileri bağlamında incelemketedir. Dersim Alevilerinin değişik kollarına bağlı bu iki bölge aşiretleri, 1918 ve 1923 yılları arasında Kemalist harekete yönelik farklı tutum sergilemişlerdir. Varto Alevileri'nin Cumhuriyet'i destekleyici bir tutum içinde olmalarına karşın, Koçgiri Alevileri karşıt bir duruş sergilediler. Makalede bunun nedenleri irdelenmektedir. Sonuçlar şöyle özetlenebilir: Varto Alevleri'nin Cumhuriyet'i desteklemeleri, birçok araştırmacının ileri sürdüğü gibi M. Kemal'in ilerici fikirlerinden ötürü değil, Varto'daki aşiretler arası ilişkiler ile inançsal farklılıklardan kaynaklanmaktadır. Koçgiri'deki durum ise daha zor bir izahata işaret etmektedir. Kürt Ulusçuluğu fikri, buradaki karşıtlığın ana nedeni olarak belirmektedir.
Research Interests:
This article attempts to analyse Alevi cosmology within heterodox Islamic tradition. The main primary source is a recording made in 2009 in Istanbul. The Alevi creation myth (told by a 92-year-old man from the Dersim [Tunceli] region)... more
This article attempts to analyse Alevi cosmology within heterodox Islamic tradition. The main primary source is a recording made in 2009 in Istanbul. The Alevi creation myth (told by a 92-year-old man from the Dersim [Tunceli] region) offers a remarkable combination of symbols and an interpretation of why mankind was created. The role Archangel Gabriel fulfils from the beginning to the creation of the first man, and the notion of ‘looking for a second one’ as the cause of creation, are the most striking features of this myth. The story has given me the opportunity to explore the cosmological views of certain Shi’i sects. Interesting parallels with the cosmological speculations of Ismailis cannot be underestimated. The Alevi studies mainly focus on the period after the thirteenth century. Analysis of this creation myth, on the other hand, in which Archangel Gabriel plays the leading role, leads us, at least on theological matters, to reconsider the formation and circulation of ‘heretical’ ideas from the tenth to the thirteenth century in the Middle East in general and in Seljuk realms in particular.
Research Interests:
Yarım asır önce bir antropolog Akdeniz çevresi toplumlarda hakim şeref ve namus ahlakı için şunları yazıyordu: “Erkeğin şerefi cinsel bakireliğe bağlıdır; kendisinin değil, annesinin, karısının, kızlarının ve kız kardeşlerinin.”... more
Yarım asır önce bir antropolog Akdeniz çevresi toplumlarda hakim şeref ve namus ahlakı için şunları yazıyordu: “Erkeğin şerefi cinsel bakireliğe bağlıdır; kendisinin değil, annesinin, karısının, kızlarının ve kız kardeşlerinin.”

İkibinli yılların başlarında, bu tespitten habersiz, on yaş grubu Türk çocukları Berlin sokaklarında şeref ve namus ahlakını, kendi buluşları olan ve namus olarak adlandırdıkları bir futbol oyunuyla öğreniyorlar. Amsterdam'da yaptığı çapkınlıklar hakkında keyfle konuşan yirmi yaşlarında bir erkek, namusu bozan kişiyi bir virüse benzetiyor: “Vücudu kurtarmak için virüsü yok etmen gerekiyor” diye ekliyor. Hayatı boyunca çocukları için çalışan bir adam emekli olduktan sonra kızlarının içine düştüğü kötü alışkanlıklardan haberdar oluyor. Kısa bir süre sonra intihar ediyor. “Yaşamı boyunca çocukları için çalıştı ve onlara güvendi, sonuçta kızlarından aldığı karşılık buydu” diye yorumluyor komşuları. İstanbul’da yirmi yaşlarında bir işçi kız şimdiye kadar üç erkek arkadaşı olduğunu anlatıyor fakat, “babam ve erkek kardeşim öğrenirlerse belki beni öldürebilirler” diye eklemeyi de unutmuyor. Ankara'da bir bayan avukat ise Cumhuriyetin ilk döneminde uygulanan ilerici, çağdaş eğitim yeniden yürürlüğe girerse namus cinayetlerinin aşılacağına olan inancını sürdürüyor.

Bu notlar, Türkiye kökenli gruplarda şeref ve namus ahlakı ve göç arası ilişki hakkında başlatılan bir araştırma sırasında tutuldu. Aralarında muhtemel bir ilişki bulabilmek için, namus algıları yeniden sorgulandı. Hepsi şu soruya cevap verebilmek için: şeref ve namus Anadolu’nun her köşesinde ve tüm gruplarda hakim kavramlar olmasına rağmen, neden her bölgede veya her grupta aynı orantıda şiddete dönüşmüyor?
Bu kitabın içeriğine dair ilk düşünceler yıllar öncesine gidiyor. 20. yüzyılın bitiminde Alevi Kürtler başlığıyla yayımlanacak çalışmayla meşgulken, bu topluluğun üyeleriyle yaptığım söyleşiler esnasında duyduğum tarihsel verilerle... more
Bu kitabın içeriğine dair ilk düşünceler yıllar öncesine gidiyor. 20. yüzyılın bitiminde Alevi Kürtler başlığıyla yayımlanacak çalışmayla meşgulken, bu topluluğun üyeleriyle yaptığım söyleşiler esnasında duyduğum tarihsel verilerle donatılmış birtakım aktarımlar, efsaneler ve menkıbeler, onları yaratan ve ayakta tutan dinsel ve kültürel hafızanın nasıl şekil aldığına dair sorular sormama neden olmuştu. Bunun için geçen dönem boyunca bu inanç grubuna mensup çok sayıda kişiyle detaylı sohbetler yapıp, bu türden birikimleri kayda almaya çalıştım. Basit bir varsayımdan çıkarak bu derlemeler şekil aldı: Geleneğin sürekliliği büyük ölçüde sözlü aktarıma dayanıyorsa, geçmişin dinsel ve kültürel dönüşümlerini kolektif hafızada izlemek mümkün olmalıydı. Belki tüm tarihsel katmanlar ve dönemlerin izlerini sürmek mümkün olmayabilirdi fakat en azından Aleviliğin geç Ortaçağ’da (veya sonrasında) hangi kültürel ve inançsal zemin üzerinde şekil aldığı konusunda birtakım somut tezler geliştirilebilirdi. İşte bu naif beklenti, elinizdeki çalışmaya adım adım şekil verdi. Tercihin bu yönde yapılmasının nedenlerinden biri yazılı kaynakların yetersizliğiydi. Peki, böylesi önemli bir eksikliğin var olduğu bir alanda tarih çalışması yine de yapılabilir mi? Bu soruya “hayır” derseniz, yapacak fazla bir şey yok. Fakat bu eksikliği aşmanın muhakkak bir yöntemi olduğuna dair en ufak bir tereddüde sahipseniz, elinizdeki kitabı buna verilmiş bir cevap olarak görebilirsiniz.
Aslında bütün olumsuz koşulların bilincine rağmen beni bu yönde teşvik eden şeyler duyduklarım ve gözlemlerim oldu dersem yanlış olmayacak. Büyüdüğüm ortamda yaşlı kuşakların sohbetlerinin önemli bölümünü geçmişe dair meseleler oluşturmaktaydı. Geçmiş olarak anılan şeyler, yalnızca Cumhuriyet’in kuruluşunu ve bizim açımızdan Dersim 1938’de bir dönemi kapatan acı olayları içermiyordu. Adem, Havva ve Şit’le başlayan insanlık macerasının peygamber Muhammed’e kadar uzanan öyküsü, onun yeni dini ilan edişiyle aşireti içinde yaşadığı sorunlar ve her şeyden önce amcasının oğlu Ali ile olan ilişkileri hararetle anlatılır, Kerbela olaylarıyla hüzünlü bir doruğu yaşardı. Tarihsel veriler, efsaneler, mitoslar ve söylencelerin birbirine karıştığı bu sohbetleri anlamlandırmak bir çocuk için pek de kolay değildi. Yine de kenardan misafiri olduğum bu bitmez tükenmez sahnelerin bende bıraktığı sorular oldu: Birkaçı dışında hiçbirisinin elinde kitap görmediğim bu yaşlı adamlar geçmişe dair bilgilerini nereden almışlardı ve uzak topraklarda ve zaman diliminde yaşanmış bu olaylar neden onları halen bu kadar heyecanlandırıyordu?
Research Interests:
Türkiye’de 2000'li yıllarda kadına yönelik gerçekleştirilen cinayetlerde önemli dönüşümler yaşanmaktadır. Dönüşümle kastedilen, cinayetlerin hızla arttığına yönelik algı değildir. Bu makalede 2005, 2011 ve 2015 yılları için aktarılan... more
Türkiye’de 2000'li yıllarda kadına yönelik gerçekleştirilen cinayetlerde önemli dönüşümler yaşanmaktadır.  Dönüşümle kastedilen, cinayetlerin hızla arttığına yönelik algı değildir. Bu makalede 2005, 2011 ve 2015 yılları için aktarılan rakamlar, kadın cinayetlerinde geleneksel namus cinayetlerinin orantısının hızla düştüğünü ve yerini "yeni" şiddet biçimlerinin aldığını gösteriyor.  Başka bir deyişle, Türkiye’de yaygın adıyla “namus cinayetleri”, “Doğu ve Güneydoğu” kökenli kişilerce işlenen cinayetler olmaktan çıkıp, “kadın cinayetleri” adı altında tüm Türkiye’ye ait bir fenomene dönüşünü yaşamaktadır. Geleneksel namus cinayetleri sayısının düşüşüne karşın, dünyanın her tarafında değişik orantılarda varolan ve “crime passion” olarak adlandırılan şiddetin arttığına tanıklık etmekteyiz. Erkek kardeş, amca veya babanın zanlı olduğu cinayetlerin azalması; sevgili, eş ve birlikte yaşamın farklı biçimleriyle (nikahsız birliktelik, gizli aşk gibi) ilişki sürdüren kişilerin işlediği cinayetlerin sayısındaki artış bunun bir ifadesidir. Üstelik bu Türkiye'nin her tarafında karşılaşılan bir olguya dönüşmüştür. Makale, bu dönüşümün detaylı izahını vermenin yanısıra, bu sorunun yakın dönem siyasetiyle - özellikle  Adalet ve Kalkınma Partisi ile-  kurulan ilişkisini sorgulamaktadır.
Research Interests:
Aradan geçen beş yüzyıl sonra, alışveriş için gelen İranlıların tersine, Anadolu’dan İran’a ürkekçe de olsa yeniden gidip-gelmeler de başladı. Yanlış anlaşılmasın; Anadolu’dan İran’a gidenler alışveriş için değil, İran’da bizden ne kaldı... more
Aradan geçen beş yüzyıl sonra, alışveriş için gelen İranlıların tersine, Anadolu’dan İran’a ürkekçe de olsa yeniden gidip-gelmeler de başladı. Yanlış anlaşılmasın; Anadolu’dan İran’a gidenler alışveriş için değil, İran’da bizden ne kaldı sorusuna cevap bulmak için yollardalar. Gerçekten, İran’da ‘bize ait’ hala bir şeyler var mı?
Research Interests:
Albay Mark Sykes 1906 yılında Erzincan'dan Erzurum'a giderken Kemal Kılıçdaroğlu'nun da mensubu olduğu Kureşan ocağından kişilerle karşılaştı. Sakin bir topluluk olarak tanımladığı Kureşanlıları Sykes şöyle tarif eder: ''... fakat onların... more
Albay Mark Sykes 1906 yılında Erzincan'dan Erzurum'a giderken Kemal Kılıçdaroğlu'nun da mensubu olduğu Kureşan ocağından kişilerle karşılaştı. Sakin bir topluluk olarak tanımladığı Kureşanlıları Sykes şöyle tarif eder: ''... fakat onların sessiz davranışlarında garip ve ürkütücü bir ruh var ki bunu başka Kürtlerde tespit edemedim. Mükemmel çiftçiler ve okuryazar olmamalarına rağmen felsefi tartışmalara çok eğilimli olmaları merak uyandırıyor. Onları diğer Kürtlerden ayıran başka özellikleri ise belirgin sakin üslupları ve mizaha karşı ilgisizlikleridir.'' Bu tarifi yapan Sykes sıradan bir seyyah değildi. O bundan on yıl sonra İngilizler adına Sykes-Picot anlaşmasına ismini veren ve muhtemelen Ortadoğu'nun yeni haritasını çizen kişilerden birisiydi. Peki Mark Sykes'ın bile tanıtmakta zorlandığı bir topluluğu benim anlatabilmem mümkün olabilir mi?
Bağcılar Cemevinin pir’i sıkıntılı. Ben de öyleyim. Sabırla bekliyoruz. Önceki gün kendisiyle görüştüğümde perşembe akşamı gelmemi söylemişti. Cem var, başka canlarla da konuşma şansın olur demişti. Bir gözümüz kapıda. Henüz canlardan... more
Bağcılar Cemevinin pir’i sıkıntılı. Ben de öyleyim. Sabırla bekliyoruz. Önceki gün kendisiyle görüştüğümde perşembe akşamı gelmemi söylemişti. Cem var, başka canlarla da konuşma şansın olur demişti. Bir gözümüz kapıda. Henüz canlardan gelen giden yok. Pir duruma izah getirebilmek için birine telefon açıyor. Bir diziden bahsediyorlar. ‘‘Unutmuşum’’ diyor telefonu kapattığında. Televizyon kanallarından birisinde perşembe akşamı bir doktorlar dizisi varmış; baş rolde oynayanlardan biri Dersimliymiş. Dizi başladığından bu yana ceme katılım hep düşük oluyormuş. ‘‘Kusuruma bakma’’ diyor pir, ‘‘bizimkiler işte! Unutmuşum”.

Kumru Berfin Emre’nin 2023 yılının başlarında çıkan ‘‘Medya, Din, Vatandaşlık: Ulusötesi Alevi Medyası ve İzleyicisi’’ (Media, Religion, Citizenship: Transnational Alevi Media and Its Audience) kitabını okurken ister istemez Bağcılar Cemevindeki bekleyişimiz aklıma geliyor. Aslında kitabın içeriğinin bu anı ile doğrudan bir alakası yok. Belki dolaylı var; haliyle, canlar ve diziler meselesine herhalde sonradan dönmek gerekecek.
Benim çocukluğumun geçtiği ortamda, sohbetlerin en önemli konularından birisiydi aşiret. Aşiretlerin geçmişlerini konuşmanın ve onların birbirleriyle ilişkilerini ve sorunlarını her seferinde detaylarıyla yeniden muhasebe etmenin ayrı bir... more
Benim çocukluğumun geçtiği ortamda, sohbetlerin en önemli konularından birisiydi aşiret. Aşiretlerin geçmişlerini konuşmanın ve onların birbirleriyle ilişkilerini ve sorunlarını her seferinde detaylarıyla yeniden muhasebe etmenin ayrı bir önemi vardı. O zamanlar bu konunun ehli olarak görülen az sayıda kişi ve bu kişileri merakla dinleyen kadınlı-erkekli köy halkı her zaman bulunurdu. Aşiret toplumsal gerçekliğin kendisiydi; haliyle bu meseleyi hem dillendirmek hem de dinlemek her yönüyle ciddiyet ve saygınlık gerektirirdi.
Cem Vakfı’nın istemi ve desteğiyle Hüseyin Bal’ın kaleme aldığı Alevi İslam Yolu adlı kitap 2004 yılında yayınlanmış. Bu çalışmanın, başlığından içeriğine kadar Alevi örgütlenmesinde her zaman var olmuş bir akımı temsil ettiği... more
Cem Vakfı’nın istemi ve desteğiyle Hüseyin Bal’ın kaleme aldığı Alevi İslam Yolu adlı kitap 2004 yılında yayınlanmış. Bu çalışmanın, başlığından içeriğine kadar Alevi örgütlenmesinde her zaman var olmuş bir akımı temsil ettiği görülebilir. Yine de böyle bir çalışmada olması gereken çok önemli bir konu içeriğe dahil edilmemiştir. Bildiğim kadarıyla, Aleviliğe ve Alevilere genel bir bakış sunma iddiasıyla yazılan bütün kitaplarda Kerbela hadisesi ve onu yaratan tarihsel olaylar muhakkak özel yer edinir.  Kerbela, Alici akımların şekillenmelerinde birçok boyutuyla bir dönüm noktasıdır.  Oysa kitap, tasavvuftan Balım Sultan’a, ocaklardan Mevlana’ya ve Alevi sanatından Nusayrilere kadar Alevilikle alakalı görülmüş birçok konuyu içermektedir. Buna rağmen, Alevi İslam Yolu gibi çok anlamlı başlık altında hazırlanmış bu kitapta, birkaç cümle ötesinde, Kerbela’ya dair bir şey söylenmemiş. Bu eksikliğin bir tesadüf olmadığını kabul edersek, şunu sormamak mümkün değil: Bu kitap kim için yazılmıştır?
Biraz hayal kırıklığına uğradığımı şimdiden belirtmem gerekiyor. Pir Musa Küçük'ün kitabını elime aldığımda daha fazla onun yaşamı ve mensubu olduğu Seyit Savun ocağı hakkında bilgi bulabileceğimi umut etmiştim. Maalesef. Dört yüz sayfaya... more
Biraz hayal kırıklığına uğradığımı şimdiden belirtmem gerekiyor. Pir Musa Küçük'ün kitabını elime aldığımda daha fazla onun yaşamı ve mensubu olduğu Seyit Savun ocağı hakkında bilgi bulabileceğimi umut etmiştim. Maalesef. Dört yüz sayfaya yakın kitap içerisinde yazar yalnızca kitabın son bölümünde, 30-40 sayfa, mensubu olduğu ocağa ve kendi yaşamına ayırmış. Buna karşın, kitabın önemli bölümü 12 İmamların hayatlarına dair bilgiler içeriyor. Tercihin neden bu yönde yapıldığını sorgulamadan geçmek mümkün değil.
İtiraf etmeliyim ki, Bidlisi'nin geriye bıraktığı külliyatın 580 sayfalık hacimli bir kitap dolduracak kadar malzeme içerdiğini bilmiyordum. Vural Genç Acem'den Rum'a Bir Bürokrat ve Tarihçi İdris-i Bitlisi (1457- 1520) adlı çalışmasında... more
İtiraf etmeliyim ki, Bidlisi'nin geriye bıraktığı külliyatın 580 sayfalık hacimli bir kitap dolduracak kadar malzeme içerdiğini bilmiyordum. Vural Genç Acem'den Rum'a Bir Bürokrat ve Tarihçi İdris-i Bitlisi (1457- 1520) adlı çalışmasında yalnızca onun arşivini tümüyle okumakla kalmamış, İdris-i Bidlisi'nin çevresini de sıkı bir şekilde işlemeyi başarmış. Ortaya çıkan kitap, bir Bidlisi biyografisi olmanın ötesinde, onun yaşamında önemli yer edinen kişiler, gruplar, tarikatlar, saraylar ve şehirleri de birer birer tanıtmaktadır.
Research Interests:
Müzik ve Alevilik iddia edildiği gibi ayrılmaz bir ikili midir? Daha da somut ifade edecek olursak, bu inancı anlamak istiyorsak onun deyişlerine veya nefeslerine kulak vermek yeterli midir? Birçok kişi tarafından olumlu cevaplandıralacak... more
Müzik ve Alevilik iddia edildiği gibi ayrılmaz bir ikili midir? Daha da somut ifade edecek olursak, bu inancı anlamak istiyorsak onun deyişlerine veya nefeslerine kulak vermek yeterli midir? Birçok kişi tarafından olumlu cevaplandıralacak bu soruları yöneltmeme, Ulaş Özdemir'in Senden Gayrı Ãşık mı Yoktur (20. yüzyıl âşık portreleri) ve Kimlik, Ritüel, Müzik İcrası (İstanbul Cemevlerinde Zakirlik Hizmeti) kitapları vesile oldu.

Aslında Alevi müziği hakkında en son yazacak kişilerden birisi benim; çünkü, bu gelenekle kulak misafiri olma ötesinde fazla bir yakınlığım olmadı.  En azından 1980'li yıllardan itibaren hayatımıza popüler araçlar sayesinde bir şekliyle dahil olanlarla, olmadı. Başlangıçta sözleri anlamak için çaba sarf ettim. Yaşım henüz küçüktü. Biraz anlayacak duruma geldiğimde ise, bu sefer sözler değil söyleyenler ve icra edilen ortamlar ilgimi çekti.

Çok uzun bir dönem yalnızca belirli bir mekan ve zamana bağlı olarak sürdürülmüş bu geleneğin, kendisine tamamen yabancı ortamlara bu kadar kısa bir süre içinde nasıl taşındığını izlemek gerçekten şaşırtıcıydı.  O aralar bunun muhtemelen 1980 ve sonrası yaşananlarla alakalı olabileceğini düşündüm. Kolay bir açıklama olduğunu biliyordum. Şimdi, aradan onca yıl geçtikten sonra, Ulaş Özdemir'in kitaplarını okurken bunun gerçekten hazır ve kolay bir izah olduğunu görüyorum.
Research Interests:
Muhakkak ki, Bektaşilik ve Mevlevilik gibi hemen hemen aynı dönemde ve birbirine çok uzak olmayan yerlerde ortaya çıkmış iki tarikatı izlemek, elbette farklılıklarını da unutmadan, oldukça öğretici olabilir. Fakat, çok daha geç bir... more
Muhakkak ki, Bektaşilik ve Mevlevilik gibi hemen hemen aynı dönemde ve birbirine çok uzak olmayan yerlerde ortaya çıkmış iki tarikatı izlemek, elbette farklılıklarını da unutmadan, oldukça öğretici olabilir. Fakat, çok daha geç bir tarihte Avrupa'da kurulmuş ve ancak 19. yüzyılın
son döneminde Osmanlı topraklarında kendisini göstermiş Masonluğu bu halkaya dahil etmek, fazlasıyla izah gerektirir. Üstelik aralarında göz ardı edilemeyecek çok ciddi bir sosyolojik ayrım da bulunuyorsa.
Research Interests:
Kitabın kapağı sizi yanıltmasın. Sultan'ın huzurunda kurulmuş bir masanın etrafında oturmuş üç yaşlı adam ve onlara hitap eden genç bir kız. Başı açık olan bu kız, Hüsniye'dir. Masada karşısında oturan kişiler ise, 8. yüzyılın Bağdat'ında... more
Kitabın kapağı sizi yanıltmasın. Sultan'ın huzurunda kurulmuş bir masanın etrafında oturmuş üç yaşlı adam ve onlara hitap eden genç bir kız. Başı açık olan bu kız, Hüsniye'dir. Masada karşısında oturan kişiler ise, 8. yüzyılın Bağdat'ında Sunni mezhebine bağlı alimlerdir. Bolca polemik içeren kitapta, bu alimler ve Hüsniye arasında çetin tartışmalar yapılacaktır. İlgimizi çekecek bir şekilde resimlendirilmiş kapak, haliyle, Aleviler ile bu kitap arasındaki ilişkiyi sorgulamak için de iyi bir fırsat sunmaktadır.
Research Interests:
Bu başlığı taşıyan kitapla geçen ay bir sahafta karşılaştım. Selami Münir Yurdatap'a ait tarih kurgu türünden eser 1971 yılında basılmış. Yurdatap, yazım dünyasına değişik katkılar yapmış ilginç bir şahsiyetmiş. Kitap, ilk etapta Sultan... more
Bu başlığı taşıyan kitapla geçen ay bir sahafta karşılaştım. Selami Münir Yurdatap'a ait tarih kurgu türünden eser 1971 yılında basılmış. Yurdatap, yazım dünyasına değişik katkılar yapmış ilginç bir şahsiyetmiş. Kitap, ilk etapta Sultan Süleyman'a dair merakımdan dolayı ilgimi çekti. Bizim Dersim'in sözlü geleneğinde kendine has bir yeri vardır Sultan Süleyman'ın. Buna rağmen, kitabı okuduktan sonra beni düşündüren şey Hz. Ali resimleri oldu.
Research Interests:
2012 yılında İstanbul Bağcılar'da “3.Uluslararası Nakibu'l Eşraf Seyyidler-Şerifler Buluşması” başlığı altında bir toplantı gerçekleştirildi. Bu, 2009 ve 2011 yıllarında Diyarbakır'da yapılanların devamıydı. Seyitlik meselesinin Orta Doğu... more
2012 yılında İstanbul Bağcılar'da “3.Uluslararası Nakibu'l Eşraf Seyyidler-Şerifler Buluşması” başlığı altında bir toplantı gerçekleştirildi. Bu, 2009 ve 2011 yıllarında Diyarbakır'da yapılanların devamıydı. Seyitlik meselesinin Orta Doğu açısından önemli konulardan biri olduğunu belirtmeme gerek yok. Ben, bu yaygın olgunun daha çok Aleviler halkasını tanımaya çalıştım. Kolay bir mesele değildir ve henüz cevaplanmamış epey bir soru bizi beklemektedir. Alevi seyitlerine dair yöneltilebilecek soruların cevaplarının bir bölümü bu inanç dahilinde yapılacak araştırmalara bağlı; fakat diğer bölümü için de muhakkak ki, ötesine bakmak gerekecektir.
Research Interests:
Bu muhteşem soru bana ait değildir. Aslında, ilk Yahudi'nin, ilk Hıristiyan'ın, ya da İlk Müslüman'ın kim olduğuna dair tartışmaları izlemiş olmama rağmen, “İlk Alevi Kimdir” sorusu, Nasreddin Eskiocak'ın bu başlığı taşıyan kitabıyla... more
Bu muhteşem soru bana ait değildir. Aslında, ilk Yahudi'nin, ilk  Hıristiyan'ın, ya da İlk Müslüman'ın kim olduğuna dair tartışmaları izlemiş olmama rağmen, “İlk Alevi Kimdir” sorusu, Nasreddin Eskiocak'ın bu başlığı taşıyan kitabıyla karşılaşmayana kadar aklıma gelmemişti. Kitap, Alevi yazarların inanç tarihlerini hangi dönem veya kişiyle başlattıklarına yönelik bir konuyla meşgulken dikkatimi çekti. Böylesi bir sorunun, ilk etapta sandığımdan daha karmaşık bir içeriğe sahip olduğu sonucuna varmam da çok uzun sürmedi. Yazarın kendisi de bunun farkında olacak ki, çalışmasının girişinde hedefinin bir isim vermenin ötesinde olduğunu belirtmektedir: “Şimdiye kadar hiç bir kimse Alevilik hakkında gerçeği yazmamıştır.”
Research Interests:
1921 yılının ilk yarısında Sivas ve Erzincan hattında gelişen ve " Koçgiri İsyanı " olarak anılan olaylar zinciri, etkilediği bölgenin çok ötesinde bir anlam taşımaktadır. Cumhuriyetin kuruluş aşamasında, 1921 yılı gibi kritik bir dönemde... more
1921 yılının ilk yarısında Sivas ve Erzincan hattında gelişen ve " Koçgiri İsyanı " olarak anılan olaylar zinciri, etkilediği bölgenin çok ötesinde bir anlam taşımaktadır. Cumhuriyetin kuruluş aşamasında, 1921 yılı gibi kritik bir dönemde bu olayın baş göstermiş olması, Koçgiri'ye mensup olan Kürt ve Alevi toplulukları ve Cumhuriyet'in genel politikası hakkında birçok soruyu beraberinde getirmektedir. Koçgiri olaylarını tertipleyenler kimlerdi ve onların bu erken dönemde başkaldırıya teşebbüs etmelerinin arkasında ne tür nedenler yatmaktaydı? Ayaklanmanın toplumsal tabanını kimler oluşturuyordu? Olaylar yeni oluşum sürecinde olan Ankara açısından nasıl değerlendirilmiş ve ne tür tedbirler alınmıştı? Hadisenin erken aşamada yatıştırılma şansı var mıydı? Toplu katliamlar ve yıkımlara varmasında idari ve askeri sorumluların etkisi olmuş muydu? Cumhuriyet'in ilk yıllarında gerçekleşen Koçgiri ile sonrası vuku bulan Şeyh Said, Ağrı ve son olarak Dersim hadiseleri arasında ne tür bir ilişki vardı? Ayrıca,1937-38 Dersime giden yolda Koçgiri'nin rolü neydi? Bu sorularla ilgilenen birinin, Dilek Kızıldağ Soileau'nun " Koçgiri İsyanı: Sosyo-Tarihsel Bir Analiz " isimli kitabını es geçmesi mümkün değildir.
Research Interests: