İŞLETMELER İLE GÖNÜLLÜ KURULUŞLAR ARASINDAKİ İŞBİRLİKLERİ
Arş.Gör. Kemal DEMİR
GİRİŞ
Bu bölümde işletmeler ile gönüllü kuruluşlar arasında gerçekleşen çeşitli işbirliklerini,
bunların sebeplerini, aşamalarını, faydalarını, risklerini ve sonuçlarını inceleyeceğiz. Söz
konusu ilişkiyi incelemeye başlamadan önce işletmelerin özellikle son 45-50 yıldan bu yana
değişen toplumsal rolü üzerinde duracağız. Bilindiği üzere işletmeler, kültürden ve
değerlerden kopuk materyalist iktisadi bakış açısının ontolojik bağlamda dayattığı
“homoekonomikus” anlayışının kurumsallaşmış bir pratiği olması hasebiyle, önyargısal
biçimde kârperest olarak tanımlanagelmişlerdir. Buna göre işletmeler toplumun içerisinde
faaliyet
göstermeleri ve kârlarını toplumun kaynaklarından sağlamalarına rağmen
çevrelerindeki insani ve sosyal sorunlarla ilgilenmemesi gereken kurumlardır. Bu bakış
açısına göre, işletmeler sosyal fayda üretmek istiyorlarsa kendi misyonlarını yerine getirmek
üzere daha çok kâr elde etmeli, başka arayışlara girmemelidir. Zaman bunun şüphe edilmesi
gereken bir öğüt olduğunu göstermiştir. İşletmeler gerek “yüce” amaçlarla gerekse
kârlılıklarını sürdürülebilir hale getirmek için gönüllü kuruluşlarla işbirliği yapmayı
“stratejik” bir seçenek olarak masaya yatırmıştır. Bu stratejik zorunluluk işletmenin yeniden
tanımlanmasını da gündeme getirmektedir. Bu bölümde, literatürde yapılan tanımları da
inceleyeceğiz.
Peki, devlet ve hükümetler karşısında özerk bir biçimde faaliyet gösteren ve Sivil Toplum
Kuruluşu (STK), Hükmet Dışı Kuruluşlar, Kâr Amacı Gütmeyen Kuruluşlar, Üçüncü Sektör
vb. şekilllerde adlandırılan Gönüllü Kuruluşlar ile “İşletmeler” arasında nasıl bir ilişki ve
işbirliği vardır? Varlık sebebi kâr ederek ayakta kalmak olan işletmelerle kâr amaçsız çalışan
Gönüllü Kuruluşlar arasında niçin bir işbirliği olmalıdır? Bu işbirlikleri gönüllü kuruluşlara,
işletmelere ve toplumun bütününe ne gibi faydalar sağlamaktadırlar? İşbirlikleri hangi aşama
ve süreçlerden geçerek oluşmakta ve sürdürülmektedir? Bu işbirliklerinini faydalarının
yanında birtakım zararları da söz konusu olmakta mıdır? Bu bölümde bu ve benzeri soruların
cevabını vermeye çalışacağız.
İŞLETMELERİN DEĞİŞEN TOPLUMSAL ROLÜ
Günümüz dünyasının giderek karmaşıklaşan ve büyüyen buhranlı ortamında işletmelerin
klasik ve de teorik olarak “salt kâr amaçlı örgütler” şeklinde tanımlanarak ve bu şekilde
faaliyetlerde bulunarak hayatlarını sürdürüp sürdüremeyecekleri tartışmasına girmeyeceğiz.
Ancak dev işletmelerin birbiri ardınca etik dışı faaliyetler sonucu yol açtıkları skandalların
vurduğu öldürücü darbeler ile sahneden çekildikleri 2000’li yılların başından bu yana
“işletme” kavramına bakışın radikal bir biçimde değiştiği de yadsınamaz. Her ne kadar
kurumsal sosyal sorumluluk, iş etiği, kurumsal hayırseverlik, sosyal girişimcilik, yönetişim
gibi işletmeye kâr dışında manevi ve sosyal birtakım misyonlar yükleyen kavramlar literatüre
daha erken girmişse de, işletme sektörünün değişen rolü üzerindeki çalışma ve araştırmalar
2000’li yıllardan sonra giderek daha yoğun bir tarzda gündeme gelmiştir. İşletmelerin sosyal
değişim aktörleri olarak faaliyet göstermesi, fakirlik olgusuyla bağlantısı, trajik açlık sorunu
ile ilişkisi, sosyal paydaşlarla olan etkileşimi her geçen gün daha çok sorgulanmaktadır. Bu
ise işletme kavramının tanımını yeniden gözden geçirmeyi gerektirmektedir.
Bane ve Ellwood (1991:58) tarafından güçlü istatisksel verilerle desteklenerek gerçekleştirilen
ve Amerikan iş sistemini sorgulayan çalışmaya göre; fakir insanların fakir olmalarının sebebi
yeteneksiz ve çalışmaya karşı isteksiz olmalarından değil, çalıştıkları işlerin kendilerine
yeterince ve düzenli ücret ödememelerinden kaynaklanmaktadır. Bu durum fakirlik sorununu
doğrudan işletme sektörü ile bağlantılı hale getirmekte olduğundan, çözüm sorumluluğu da iş
sektörünün sırtına yüklenmektedir. İşletmeler fakirlik olgusundan sorumlu tutulabilirler mi?
Bu sorunun çözülmesine nasıl katkı sağlayabilirler?
Giderek trajik boyutlara ulaşan açlık problemiyle ilgili olarak Hall (2001), işletme sektörüne
bu soruna çözüm bulma misyonunu yüklemekte, hatta bunun bir zorunluluk olduğunu
savunmaktadır. İşletmeler gerçekten açlık sorunu ile ilgilenmeli midir? Dünyanın herhangi bir
bölgesinde herhangi bir sektörde faaliyet gösteren bir işletmenin az gelişmiş ülkelerde
yaşanan açlık problemiyle alakadar olması rasyonel midir?
Breton ve Pesqueux (2006:7) tarafından yapılan çalışmada belirtildiği gibi, işletmeler
içerisinde bulundukları sosyal çevrenin aktörleri ile etkileşime girmektedirler. Bu etkileşimin
ilk aşaması işletme yöneticilerinin faaliyetlerini kontrol etmeyi sağlamakta ikinci ve daha
önemli aşaması ise işletmenin yaptığı tüm faaliyet süreçlerine çevredeki aktörler müdahil
olabilmektedir. Bu yolla işletme meşruiyet zemini kazanmakta ve güçlenmektedir. Kolayca
tahmin edilebileceği üzere bu tanım, işletme yönetişimi kavramının tanımıdır. Yönetişim
kavramı da günümüzde geniş anlamda ele alınmaktadır. Buna göre yönetişim sadece
yönetcinin çevresel aktörler tarafından kontrol edildiği ve hissedarların kârının maksimize
edildiği yönetsel bir mekanizma olmaktan öte, işletmenin diğer sosyal kurum ve aktörle
etkileşim içerisinde iş yaptığı, meşruluk kazandığı ve sosyal değer ürettiği bir platformdur.
İşletmeler diğer sosyal kurumlarla bu boyutta ve yoğunlukta, kendi süreçlerine müdahale
ettirecek ölçüde, etkileşim içerisine girmeli midir?
Utting (2005;377) tarafından belirtildiğine göre birçok ulusal veya küresel ölçekte etki
oluşturan önemli çevresel felakatlerin baş aktörleri kimi zaman tekil olarak dev bir işletme,
kimi zaman ise topyekun bir sektör olmaktadır. İşletmeler faaliyetlerinde dolayı içinde
bulundukları çevrenin zarar görmesini engellemekle yasal ve etik olarak yükümlüdürler,
doğru, fakat işletmeler faaliyet alanları dışında çevreyi korumak için bütçelerinden kaynak
ayırmakla sorumlu tutulabilir mi?
İşletmeler başta Kuzey Amerika olmak üzere Avrupa ve diğer ülkelerde, Bies ve diğerlerinin
(2007) iddiasına göre, birer pozitif sosyal değişim ajanı olarak güçlü bir biçimde faaliyet
göstermektedirler. Özellikle küresel işletmelerin bu faaliyetleri sonucunda, Afrika’daki HIV
hastası oranının düşmesi, ırkçılık karşıtı inisiyatiflerin oluşması, dünya çapında bir dürüst
ticaret halkasının kurulması gibi pozitif sosyal değişimler sağlanmıştır. İşletmeler sosyal
değişimi sağlamak için çaba harcamalı mıdır?
İşletmelerin topluma karşı ne gibi sorumluluklara sahip olduğu,bunları nasıl yerine getirmesi
gerektiği öteden beri tartışılmakta olan konulardandır. Yukarıda sıraladığımız sorular da bu
durumun kısa birer özeti olmak amacındadır. Whetten, Rands ve Godfrey (2002;388-394)
tarafından yapılan çalışmada tam da bu başlık yani işletmelerin toplum karşısındaki
yükümlülükleri ele alınmıştır. Buna göre işletmeler; yasal, ekonomik, etik, sosyal ve
hayırseverlik olmak üzere birçok toplumsal sorumuluk taşımaktadırlar.
Yasal sorumluluk; toplumda, tarihsel olarak işletme liderlerinin kısa vadeli kâr hırslarının
sebep olabileceği toplumsal zararlar hakkında yeterli deneyim birikimi bulunduğu için,
toplum yasalar ve kurallar aracılığıyla işletme faaliyetlerinin çerçevesini çizmek ihtiyacı
hissetmiştir. Bu çerçeve ise piyasa koşulları, hükümetlerin özellikle vergi politikaları ve
uluslararası düzenlemeler alt başlıklarından oluşmaktadır.
Ekonomik sorumluluk; bir başka deyişle paydaşların kazançlarını azami seviyeye çıkarma ise
klasik bakış açısının dışa vurumu olan “işletmeler için en iyi sosyal sorumluluk kâr
maksimizasyonudur” ifadesinde hayat bulmaktadır. İşletmlerin kârlılıkları düştüğünde,
çalışanları işten çıkarmak, vergileri ödeyememek, diğer ülkelerin işletmeleriyle rekabet
edememek, inovatif çalışmalar yapamamak gibi topluma zarar verebilecek sonuçlara yol
açabilmektedirler. Bu durum ekonomik sorumlulukların önemini de göstermektedir.
Etik sorumluluk; işletmenin çalışanların, diğer insanların haklarına, hayvan ve çevre
haklarına, içinde bulunduğu ulusal ve uluslararası kültürün normlarına saygılı bir faaliyet ve
söylem içerisinde bulunması gerekliliğini ifade etmektedir.
Sosyal sorumluluk; yasal,etik ya da ekonomik sorumluluğun çok ötesinde olan sosyal
sorumluluk birçok bileşenden oluşmaktadır. Sosyal sorumluluğun en önemli özelliklerinden
birisi, diğer sorumluluk türlerinin aksine, dıştan zorlama sonucunda değil, işletmenin kendi
istek ve iradesi ile yerine getirdiği bir sorumluluk türü olmasıdır.
Bütün bu sayılanların aksine işletmelerin asıl misyonlarının kâr elde etmek olduğunu, bunu
gerçekleştirmenin yolunun ise yüksek performans sergilemekten geçtiğini savunanlar yok
değildir. Örneğin Henderson (2005;31) özellikle sosyal sorumluluk kavramını odak alarak
yaptığı eleştirilerin temelinde, “işletmelerin geçmişten günümüze rolünün değiştiği”
ifadesinin bir masaldan başka br şey olmadığını ima eder ve hem geçmişte hem günümüzde
hem de gelecekte işletmelerin rolünün aynı olduğunu savunur. Ona göre bu rol elbette kâr
elde ederek ekonomik gelişmeye destek vermektir. Diğer türlü, yani işletmelerin sosyal
sorumluluk odaklı faaliyetler içerisine girmeleri durumunda, Henderson (2005:32)’a göre,
yöneticilerin kafası karışarak dikkatleri dağılacak, maliyetler artacak, performans düşecek, kâr
oranı azalacaktır. İşletmelerin böyle kötü durumlara düştüğü bir ortamda sosyal refah
artmayacak, yeryüzü daha yaşanılır bir hale gelemeyecektir.
İŞLETMENİN DEĞİŞEN TANIMI
Yukarıda sorduğumuz soruları cevaplandırabilmek için işletmenin günümüz dünyasında nasıl
tanımlandığını ve konumlandığını bilmemiz gerekir. Bunun için yeni sorulara ihtiyacımız var;
İşletme sadece bireylerden oluşan bir topluluk mudur? Yoksa yalnızca gruplardan mı
oluşmaktadır? Yoksa işletmenin kendisi başlı başına bir topluluk, bir sosyal cemaat midir?
Nihayet işletme sosyo-politik boyutları da olan bir kurum mudur? Coase (1937) ve Jensen&
Meckling (1976)’ten başlayarak geleneksel firma tanımlarının yaygın olarak vurguladığı
üzere işletme; yöneticiler ile hissedarlar arasındaki ilişkinin merkezi rol oynadığı görece
mekanik karakterli bir alandır. Kurumsal teorinin önde gelen isimleri Meyer&Rowan (1985)
ise işletmenin bazı uygulamalar ve daha çok çevrenin şekillendirici baskıları sonucunda
izomorfizm yoluyla çevreyle entegre olarak meşruiyet kazandığını ve hayatını sürdürdüğünü
belirtir. Sosyal sözleşme teorisi savunucularından Donaldson&Dunfee, (1994) ve Husted
(1999) ise firmanın açık ve doğrudan ya da kapalı ve dolaylı şekilde birçok sosyal paydaş ile
sosyal sözleşmeler inşa ederek faaliyetini sürdürdüğünü, bunun arka planında ise mülkiyet
hakkı ile ilgili kaygılar ve kuramsal görüşler olduğunu öne sürmektedir (Breton ve Pesqueux,
2006:12-14).
Bizim çalışmamız bağlamında işletmenin sosyal bir kurum olma yönü ön plana çıkmaktadır.
Çünkü, ilk olarak; işletme kaynaklarını ve ihtiyaçlarını içinde bulunduğu sosyal ve kurumsal
çevreden temin ederek faaliyetlerini gerçekleştirmektedir. İkinci olarak; işletme ürettiği mal
ya da hizmet yoluyla çevrenin ihtiyaç ve isteklerini yani iktisadi jargonla söyleyecek olursak
talebi karşılamaktadır. Üçüncü olarak; işletmeler elde ettikleri gelir ve kâr ile bağlantılı olarak
devlete ödedikleri verigler yoluyla kamu hizmetlerinin gerçekleştirilmesinde kaynak sağlayıcı
aktörlerdendir. Dördüncü olarak; işletmeler istihdam ettikleri işgücüne emekleri karşılığında
finansal kaynak aktararak toplumsal refahı artışına destek olmaktadırlar. Breton ve Pesqueux
(2006:21) işletmelerin birçok mesleki grup, profesyonel klup, dernek vb. kuruluşlarla sıkı
iletşim ve etkileşim içerisinde bulunmalarını da sosyal boyut ile ilgili olarak zikretmektedir.
İŞLETMELER GÖNÜLLÜ KURULUŞLARLA NEDEN İŞBİRLİĞİ YAPARLAR?
Gönüllü kuruluşlar ile işletmeler arasındaki işbirliği konusu sektörler arası işbirlikleri (cross
sector colloboration) literatürü ile kurumsal sosyal sorumluluk (corporate social
responsibility) literatürünün bir parçası olarak çalışılmaya başlanmıştır (Schiller&AlmogBar,2013:2). Dayandıkları kuramsal
arkaplanda ise, kaynak bağımlılığı
(resource
dependence), meşrulaştırma (legitimization), etkilinlik (efficiency), sosyal mübadele (social
exchange), stratejik işbirliği (strategic collaboration) ve kurumsal sosyal performans
(corporate social performance) kuramları yer almaktadır (Austin, 2000a:70). Kamu yönetimi
aktörleriyle gönüllü kuruluşlar arasındaki ilişkiler literatürde oldukça uzun zamandan bu yana
oldukça yoğun bir biçimde araştırmalara konu edilmiştir. Bunun tersine, gönüllü kuruluşlar ile
iş alemi ve sektörü arasındaki ilişki bilim insanlarınca göreceli olarak daha az çalışılmıştır
(Harris, 2012:892; Burlingame, 2001:91). Oysa bu olgu gerçek hayatta giderek artan oranda
dikkat çekmektedir (Schiller&Almog-Bar, 2013:1). Bu bağlamda özellikle gönüllü
kuruluşların piyasaya açılması ve işletme yöneticiliği anlayışıyla yönetilmesi de giderek
yoğun bir biçimde uygulama alanı bulmaktadır (Sua´rez& Hwang, 2012).
Austin ve Seitanidi (2012a)’nin de belirttiği gibi, birçok faktörün etkisi ile her geçen gün daha
karmaşık ve üstesinden gelinmesi zor ekonomik, sosyal ve kültürel problemlerin yaşandığı
günümüz dünyasında, kuruluşların yaşamlarını başarılı bir şekilde sürdürerek hedeflerine
ulaşabilmeleri için başka kurum ve kuruluşlarla geçici veya sürekli işbirliği oluşturmak
zorunda kaldıkları gözlemlenmektedir. Ulusal ölçekte yapılan işbirliklerinin yanı sıra,
gelişmekte olan ve büyüyen pazarlara giriş yapmak isteyen çokuluslu yatırımcılar bu duruma
örnek olarak gösterilebilir. Yatırım yaptıkları ülkelerde faaliyet gösteren ve itibarlı olan bir
gönüllü kuruluşla işbirliği içerisine giren küresel yatırımcının pazarda yer bulması rakiplerine
göre daha kolay olacaktır. Bu işbirliğinin bir adım ötesi birçok ülkede faaliyet gösteren
uluslararası işletmelerin kendileri ile benzer şekilde birçok ülkede faaliyet gösteren itibarlı
gönüllü kuruluşlarla işbirliği yapmaları olacaktır (Dahan vd., 2010). Sözkonusu işbirlikleri ve
iş aleminden gönüllü kuruluşlara bağış aktarılması hükümetlerce de teşvik edilmekte ve vergi
politikalarında buna yer verilmektedir. Özellikle gönüllü kuruluşlar ve işletmeler arasında
gerçekleştirilen işbirlikleri giderek artan bir yoğunlukta hem bilim insanlarının hem de
uygulayıcıların ilgisini çeken bir kavram olarak çok sayıda araştırmaya konu olmaktadır (Örn;
Ählström & Sjöström, 2005; Austin, 2000b; Berger, Cunningham, & Drumwright, 2004;
Biermann, Chan, Mert, & Pattberg, 2007; Biermann, Mol, & Glasbergen, 2007; Galaskiewicz
& Sinclair Colman, 2006; Googins, Mirvis, & Rochlin, 2007; Kourula & Laasonen, 2010;
London & Hart, 2011; Margolis & Walsh, 2003; Porter & Kramer, 2011; Seitanidi, 2010;
Selsky & Parker, 2005).
Yukarıda bahsi geçen çalışmaların özellikle vurguladığı ortak nokta ise kuruluşlar arası
işbirliğinin asıl amacının problem çözmekten de öte, ortaklaşa/birlikte değer üretmek
(Collaborative Value Creation) olduğudur. Sosyal bilimlerde adı geçen birçok kavramda
olduğu gibi birlikte değer üretmenin tanımı, türleri, düzeyleri hakkında tam bir uzlaşı
bulunmamaktadır. Bununla birlikte, bireyler, kurumlar veya toplumlar arasındaki işbirliği
sonucunda
oluşan
geçici
veya
(Austin&Seitanidi, 2012a; 728).
sürekli
fayda
şeklinde
tanımlamak
mümkündür
İŞBİRLİĞİNİN NEDENLERİ
Gönüllü kuruluşlar ile işletmeler arasındaki işbirliği nedenlerine biraz daha yakından
bakalım; (Austin&Seitanidi, 2012a:729-730).
a. Kaynak Tamamlama: Kaynak bağımlılığı literatürünün de belirttiği gibi; örgütler
yaşamlarını sürdürmek için ihtiyaç duydukları kaynaklara ulaşmak zorundadırlar. Bu
amaçla diğer örgütlerle işbirlikleri yaparlar. Çünkü doğal olarak her örgütün sahip
olduğu kaynaklar birbirinden farklıdır. Bir örgüt diğer örgütün kaynaklarından
faydalanarak kendi eksik yönünü ve ihtiyacını karşılar. Bu bağlamda gönüllü
kuruluşlar ile işletmeler iki farklı örgüt türü olarak nicel açıdan farklı olan birbirlerinin
kaynaklarına ulaşarak ortaklaşa değer üretmeyi amaçlamaktadırlar.
b. Kaynağın Doğası: Her örgütün sahip olduğu kaynaklar para, maddi açıdan farklı
olduğu gibi kaynağın doğası açısından da farklıdır. Örneğin işletmeler için para
önemli bir kaynak türü iken, gönüllü kuruluşlar için sahip oldukları gönüllü insanların
destekleri önemli ve öncelikli bir kaynaktır. Nitelik açısından farklı olan bu
kaynaklara ulaşmak ortaklaşa değer üretmek amaçlı
yapılan işbirliklerinin
nedenlerinden ikincisi olmaktadır.
c. Kaynağın Yönü ve Kullanımı: Ortaklaşa değer üretmek için işbirliği yapmanın
üçüncü nedeni kaynakları çok yönlü ve farklı tarzda kullanma isteğidir. Gönüllü
kuruluşların ve işletmelerin sahip oldukları kaynaklar kendi başlarına iken tek
yönlüdür. Yani tek başına kullanıldığında daha dar kapsamlı sonuçlar üretir. Fakat bu
kaynaklar bir başka kuruluşla işbirliği içerisinde değiş tokuş yapılarak ve yoğun bir
etkileşim içerisinde kullanıldığında daha geniş kapsamlı sonuçlar üretilir. Çünkü her
örgütün kaynak kullanım tarzı farklı olacaktır.
d. İlgi Alanı – Değer İlişkisi: İşbirliği yoluyla değer üretmenin nedenlerinden
sonuncusu, üretilecek olan değer ile kuruluşların kendi amaçları arasında pozitif bir
ilişki olduğunu değerlendirmeleridir.
İŞBİRLİĞİNİN SONUÇLARI
Yukarıda sıralanan işbirliği nedenleri farklı sonuçlar oluşturmaktadır. Bunları detaylı olarak
inceleyelim; (Austin&Seitanidi, 2012a:730-731).
a. Kurumsal Değer: Özellikle işletmeler açısından bakıldığında, örgütsel açıdan
kendisine uygun bir gönüllü kuruluşla işbirliği içerisinde olduğunun bilinmesi bile
müşteri tercihlerini olumlu şekilde etkilemektedir. Bu bağlamda işletmeler bir değer
üretme aracı olarak gönüllü kuruluşların kurumsal itibarından faydalanmaktadırlar.
b. Transfer Edilen Kaynak Değeri: Kuruluşların sahip oldukları farklı kaynakların
takası ve kullanılması sonucunda oluşan değer türüdür.
c. Etkileşim Değeri: Kuruluşların işbirliği sürecinde birbirlerinden öğrenerek kendi
örgütsel kazanımları haline getirdikleri her türlü değerdir.
d. Sinerjik Değer: Kuruluşların işbirliği yaparak ulaştıkları değerler toplamının,
işbirliği yapmadıkları durumda kendi başlarına elde ettikleri değerler toplamından
fazla olacağını ifade eden değer türüdür.
İŞBİRLİĞİNİN AŞAMALARI
İşletmelerden gönüllü kuruluşlara çeşitli biçimlerde transferler gerçekleştirilmektedir.
Örneğin; doğrudan veya dolaylı bağış yapmak, müşterilerini işbirliği yaptıkları kuruluşa bağış
yapmaya teşvik etmek, çalışanlarını destek vermeye yönlendirmek, sponsor olmak, gönüllü
kuruluşun tanıtımına katkıda bulunmak, isim-marka ortaklığı yapmak gibi transferler
gözlemlenmektedir. Elbette bu transfer tek yönlü değildir. Gönüllü kuruluşlardan işletmelere
doğru kaynak ve güç transferi örnekleri de gösterilebilir. Sözkonusu transferlerin karşılıklı,
yoğun, süreki ve ortak amaçlara yönelik olmsı durumunda artık işbirliği kavramı ortaya
çıkmaktadır (Harris,2012: 894). Gönüllü kuruluşlar ile işletmeler arasındaki bu işbirliğinin
aşamaları Austin (2000a, 2000b) tarafından kavramsallaştırılmıştır. Bu kavramsallaştırma
daha sonra birçok çalışmada baz alınmıştır. Buna göre 3 temel işbirliği aşaması
bulunmaktadır. İlk olarak; işletmelerin gönüllü kuruluşlara yaptığı bağış ile başlayan
hayırseverlik aşaması, ikinci olarak; karşılıklı kaynaklardan faydalanılan karşılıklılık aşaması,
üçüncü olarak ise kuruluşların birleşme ve bütünleşme eğiliminde olduğu bütünleşme
aşamasıdır. Austin&Seitanidi (2012a: 736) kuruluşların birbirlerinden etkilenerek değiştikleri
ve dönüştüklerini iddia ederek bu aşamalara bir ekleme yapmış ve dönüşme aşamasını
sonuncu düzey olarak belirlemişlerdir.
Bu işbirliği aşamalarına yakından ve detaylı olarak bakalım;
a. Hayırseverlik Aşaması: Tek yönlü bir kaynak akışının sözkonusu olduğu bu aşamada
işletmeler kendi seçtikleri ve uygun buldukları bir gönüllü kuruluşa bağış
yapmaktadırlar (Lyons, 2001:170). Gönüllü kuruluş sosyal bir amaca sahiptir, parasal
kaynağı eksiktir, işletme ise paraya sahiptir, sosyal amacı eksktir. Dolayısıyla burada
bir kaynak tamamlama işlemi gerçekleşmektedir. Hayırseverlik işbirliği aşamasında
toplum sosyal hizmete kavuşmakta, işletme kamuoyu nezdinde olumlu bir izlenim
kazanmakta, gönüllü kuruluş ise yapmayı planladığı faaliyetleri bu bağış dolayısıyla
yerine getirmektedir. Bununla birlikte ortaklaşa değer üretmekten söz etmek mümkün
değildir.
Ayrıca hayırseverlik aşamasında işletmelerin ihtiyaç duydukları insan
gücünü kendilerine daha kolay çekebildikleri de araştırmalarda bulgulanmıştır
(Austin&Seitanidi, 2012a:738).
b. Karşılıklı İşbirliği Aşaması: Hayırseverlik aşamasında tek yönlü kaynak akışı ve
kullanımı bu aşamada çift yönlü olarak değişmiştir. Her iki taraf bir diğerinin
kaynaklarına ulaşabilmektedir. Bir çok ortak faaliyetin yürütüldüğü karşılıklı işbirliği
aşamasında; çalışanlar gönüllü olarak sosyal faaliyetlere katılmakta, kuruluşlar arası
isim ve logo anlaşmaları gerçekleştirilmekte, net hedefleri olan projeler birlikte
yürütülmekte, birçok sertifika programı düzenlenmektedir. Bu ortak faaliyetler
sonucunda karşılıklı bir değer üretilmesinden söz edebiliriz. Uyumlu bir işbirliğinin
bu aşamada gerçekleştirilmesi durumunda sinerjik değer üretimi de başlayabilecektir.
Bu aşamada kaynak tamamlama daha yoğun şekilde gerekleşirken, kuruluşlar ilgi
alanı-değer ilişkisi bakımından da işbirliği içerisindedirler. Aynı zamanda, etkileşim
değeri daha göze çarpar hale gelmeye başlamıştır.
İşletmeler bu aşamada, bir önceki aşamaya ek olarak çalışanlarının örgütsel
bağlılıklarının artması, performanslarının yükselmesi, motivasyonlarının ve iş
doyumlarının artması ve yeteneklerini geliştirmeleri, fiyat yükseltmelerine rağmen
talep artışı gibi somut faydalar elde etmektedirler. Bu aşamada gönüllü kuruluşlar
bağışçı sayısının ve bağımlılığının artması, gönüllü sayısının artması, rekabet avantajı
sağlama gibi faydalar elde ederken, toplum ise daha çok, daha kaliteli ve çok yönlü
sosyal hizmet kazanımı sağlamaktadır. Özellikle sosyal içerikli problemler ve çözüm
yolları hakkında toplumsal farkındalık önemli düzeyde artmaktadır. Yine bu aşamda
çevresel sorunların çözümüne yönelik önemli kazanımlar gerçekleşmesi olasıdır.
Sayılan faydaların tersine, artan oranda kurumsal işbirliğinin gözlemlendiği bu
aşamada kuruluşların örgütsel uyumsuzluk yaşamaları, yanlış partner seçimi gibi
sebeplerden
dolayı
önmeli
risklerle
karşılaşabileceklerini
de
belirtmeliyiz
(Austin&Seitanidi, 2012a:739-741).
c. Bütünleşme Aşaması: Kuruluşların uzun süreli başarılı bir şekilde birlikte
çalışmalarının sonucu olarak misyon ve vizyonlarının, hedeflerinin ve ilkelerinin
birbirleri ile daha güçlü bir biçimde uygunluk kazandığı bütünleşme aşamasında,
ortaklaşa değer üretimi oldukça üst düzeylerde gerçekleşir.
Yine bu aşamada kuruluşlar birbirlerinin kaynaklarını ve çekirdek yeteneklerini çok
iyi tanıdıkları için çok yönlü bir tarzda bunlardan faydalanırlar. Bu aşamada aslında iki
farklı örgüt yerine tek örgütten bahsetmek bile makul görülebilir.
Sinerjik değer üretme eyleminin gerçekleştiği bu aşamada, kuruluşların önemli
faydalar elde etmesinden öte endüstri ölçeğinde de etkiler görülmektedir. Bununla
birlikte işbirliğinin amacının sosyal etki oluşturarak daha iyi bir dünyaya katkı yapmak
olduğu söylenebilir (Austin&Seitanidi, 2012a:742-743).
d. Dönüştürücü Aşama: Gönüllü kuruluşlar ve işletmeler arasındaki işbirliğinin en üst
düzeyde gerçekleştiği bu aşamada taraflar birbirlerini, sosyal problemlere karşı
kendilerinin nasıl çözüm katkısı sunacaklarını çok iyi bilmektedirler. Bunun ötesinde,
kuruluşlar birlikte proaktif ve inovatif bir tarzda küresel ölçekte etki oluşturacak
değerler üreterek toplumsal dönüşümü sağlamak veya dönüşüme katkı sağlamak
niyetindedir. Özellikle sosyal, ekonomik veya çevresel konularda sorunlar henüz
ortaya çıkmadan öngörülü bir şekilde çözüm ortamı oluşturarak faya üretmek bu
aşamanın nihai hedefi olarak değerlendirilmektedir (Austin&Seitanidi, 2012a:743744).
İŞBİRLİĞİ SÜREÇLERİ
Kuruluşların işbirliği yapmak için biraraya gelmeleri çeşitli süreçlerin başarılı ve uygun bir
şekilde gerçekleştirilmesi ile mümkün olabilmektedir. Bu süreçler ise öncelikle ortaklık
biçimine karar verilmesi, ortağın seçilmesi, ortaklığın tasarımı ve hayata geçirilmesi ve
ortaklığın kurumsallaştırılması olarak tanımlanmaktadır. Bunlara yakından bakılacak olursa;
a. Ortaklık Biçimi: Ortaklaşa değer üretebilecek tarzda uzun süreli işbirlikleri kurmanın
önemli koşullarından birisi de, kurulacak ortaklığın biçimi üzerinde yeterli süre
düşünülmesi, araştırılması ve sonra nasıl bir ortaklık biçiminin her iki tarafa uygun
olacağına karar verilmesidir. Bu durum yaygın bir benzetme ile “gömleğin ilk
düğmesinin doğru iliklenmesi” olarak betimlenebilir. Başarılı ortaklık teşkil edilmesi
için her bir ortağın kendi algılarını, ilglerini ve stratejik yönünü iyice anlaması
gerekmektedir. Başarılı ve uyumlu bir ortaklık için tarafların öncelikle, sosyal
probleme ilişkin tanımlarının paralel olması, ortak ilgilerinin ve kaynaklarının
netleştirilmesi, ortakların motivasyonlarının ve misyonlarının tanımlanması, somut
uyum ve etkileşimlerin ve ortaklık öncesi başarıların tanımlanması gerekmektedir
(Austin&Seitanidi, 2012b:931-934).
b. Ortak Seçimi: Başarılı bir işbirliği için gereken koşullardan birisi olan uzun süreli
ortaklı deneyiminin gerçekleştirilmesi uygun ortak seçimi ile ilintilidir. Ortak seçimi
süreci; potansiyel ortakların belirlenmesi, ortaklık kriterlerinin tespit edilmesi, formal
ve informal risk değerlemesinin yapılarak olası zayıf noktaların açığa çıkarılarak nasıl
giderileceğinin çalışılması ve bunlardan sonra açık iletişim kanalları kullanılarak ortak
seçiminin yapılması aşamalarından oluşmaktadır (Austin&Seitanidi, 2012b: 934-936).
c. Ortaklığın Tasarımı ve Hayata Geçirilmesi: Ortaklık biçimine karar verildikten ve
ortak seçimi yapıldıktan sonra gelen bu aşamada, amaçların ve yapısal özelliklerin
netleştirilmesi, kural ve düzenlemelerin formüle edilmesi, liderlik konumlarının
oluşturulması, örgütsel yapıya karar verilmesi ve ortaklığın yönetim tarzı hakkında
anlaşılması, kurum kültürlerinin adaptasyonu gibi alt süreçler bulunmaktadır
(Austin&Seitanidi, 2012b: 937).
d. Ortaklığın Kurumsallaştırılması: Son süreç olan ortaklığın kurumsallaştırılması
süreci; kuruluşların stratejileri, misyonları, değerleri,yapıları ve yönetim sistemlerinin
uyumlaştırılması, çalışanlar arasında derin ve kalıcı iletişim kanallarının oluşturularak
etkileşimin güçlendirilmesi, değer çerçevelerinin çözülmesi ve tekrar oluşturulması ve
dış paydaşların ortaklığa katılımı gibi alt süreçlerden oluşmaktadır (Austin&Seitanidi,
2012b: 942).
HİBRİD ORGANİZASYONLAR
Gönüllü kuruluşlar ile işletmeler arası işbirliği ve ilişkiler yazınının sektörlerarası işbirlikleri
literatürünü takip eden bir yazın olduğunu daha önce belirtmiştik. Bu bağlamda hibrid
organizasyonlar kavramına da kısaca değinmenin gerekli olduğu kanısındayız. Hibrid
kavramı biyoloji biliminden ödünç alınan bir kavram olup türler arası geçiş anlamında
kullanılmaktadır. Daha sonra sosyal bilimlerde göçmenlerin göç ettikleri sosyal yapıyla olan
etkileşimlerini ifade etmek amacıyla kullanılmıştır. Örgütsel çalışmalarda ise bu kavram sıkça
kullanılmakla birlikte uzlaşılan bir tanımı yoktur. Genel olarak amaçları ve varlık sebepleri
birbirinden farklı olan örgütsel formların tek bir yapı içerisinde tek örgüt olarak faaliyet
göstermesi şeklinde tarif edilebilir. Konumuz bağlamında bazı örnekler olarak; asıl amacı kâr
etmek olmadığı halde sosyal misyonlarıyla doğrudan ilgili olmayan alanlarda gelir getirici
faaliyetlerde bulunarak sosyal misyonları için fon oluşturmayı amaçlayan ve böylece hayatta
kalmaya çalışan girişimci gönüllü kuruluşlar, asıl amacı kâr etmek olduğu halde, faaliyet
alanıyla doğrudan ilgisi bulunmayan alanlarda sosyal sorumluluklar üstlenerek bunu bir
işletme stratejisi olarak kullanan sosyal sorumlu işletmeler, ihtiyaç sahibi insanların
gereksinimlerini karşılamak üzere ürün üreten ve satan sosyal işletmeler (Ja¨ger&Schröer,
2013) sayılabilir.
İŞBİRLİĞİNDEN ELDE EDİLEN KAZANIMLAR
Gönüllü kuruluşlar ile işletmeler arasındaki işbirliğinin sonuçları gönüllü kuruluşlar
bakımından, işletmeler bakımından ve toplum bakımından incelenebilir.
a. Gönüllü Kuruluşların Kazanımları: Gönüllü kuruluşların işletmeler ile yaptıkları
işbirliği sonucunda birçok kazanım elde ettiği Austin&Seitanidi (2012b: 945)
tarafından yapılan literatür taraması ile özetlenmiştir. Buna göre gönüllü kuruluşlar;
toplumda daha ön plana çıkma, itibarının artması, toplumsal sorunlar hakkında artan
kamu bilinci,örgütsel misyonları için daha güçlü destek bulma, finansal destek
bulmada kolaylık, daha çok gönüllü bulma, öğrenme fırsatları,kendilerine özgü
yetenekleri geliştirme ve bilgilerini artırma, sosyal ağlara giriş kapasitelerinin
artması, daha güçlü teknik uzmanlık, davranış değiştirme yeteğinin iyileşmesi, işletme
sektörüyle gelişen ilişkiler, inovasyon yeteğinin gelişmesi, süreç bazlı yönetim
becerisinin iyileşmesi, pozitif örgütsel değişim,liderliğin paylaşımı, uzun dönemli
değer artış potansiyelinin yükselmesi, toplumda ve sektörde daha fazla politik güç
kazanımı sağlamaktadırlar.
b. İşletmelerin Kazanımları: İşletmelerin de gönüllü kuruluşların kazanımlarına benzer
şekilde çok sayıda fayda elde ettikleri Austin&Seitanidi (2012b: 946) tarafından
yapılan literatür taraması ile özetlenmiştir. Buna göre işletmeler; itibar artması,marka
imaj ve işletme değerinin yükselmesi, meşruiyet kazanımı,satışların artması,daha
geniş ürün hizmet kullanımı, medyada daha görünür olma,kamu desteği sağlama,
hissedar bağlılığı ve iletişimi, pazar gelişimi, teknik uzmanlık, hükmetle ilişkiler, kısa
ve uzun dönem maliyetlerin düşüşü, örgütsel kültürün olumlu gelişimi, politik güç
artışı, çalışanların verimliliğinde, motivasyonunda, değerlerinde, yeteneklerinde, iş
gücü devri oranının düşüşünde, aday sayısında artış, yatırımcıların artışı, müşteri
tercihlerinde ön sıralarda yer alma, ürün ve süreç inovasyonunda iyileşme, risk
yönetim yeteğinde gelişme, yeni yönetim uygulamalarının adaptasyonu, uzun dönemli
değer artışı gibi somut faydalar elde etmektedirler.
c. Toplumsal Kazanımlar: Gönüllü kuruluşlar ile işletmeler arasındaki işbirliklerinin
asıl amacı üretilen ekstra değerin sosyal, ekonomik ve çevresel faydaya dönüşmesi ve
yaygınlaşmasıdır. Bununla birlikte, ironik olarak, üretilen toplumsal ve dışsal faydalar
literatürde yoğun olarak incelenmemiştir. Toplumsal ölçekte bakıldığında, işbirlikleri
genel olarak; toplumsal refahın artmasına katkı sağlama, kurumsal düzenlemelerin,
sektörel ilişki ve iletişimlerin, toplumsal değer ve önceliklerin, sosyal hizmet ve
ürünlerdeki inovasyonların, çevresel gelişimlerin değişmesinde sistematik rol
almaktadır. Yine de bu duruma daha detaylı örnekler olarak; hastalık ve ölüm
oranlarının düşmesi, beklenen yaşam süresinin uzaması, sorumluluk artışı, tükeciüretici arasındaki bilgi asimetrisinin azalması, okur yazar oranının artışı, madde
kullanımının azalması,çevre kirliliğinin azalması, geri dönüşümüm artması, çevre
standartlarının yükselmesi, küresel yönetişim mekanizmalarının gelişimi, sosyla
maliyet ve risklerin düşmesi, toplumun kendi ihtiyaçlarını çözme konusunda inisiyatif
alması, endüstriler tarafından yeni teknoloji üretimi ve kullanımının artışı, sosyal
problemlerin kurumlararası etkileşimle çözülmesi sayesinde maliyetlerin düşmesi,
sektörlerarası ilişkilerin çoğalması, sağlık koşullarının gelişimi, yaşam koşullarının
iyileşmesi faydaları gösterilebilir.
TÜRKİYE’DE İŞLETMELER – GÖNÜLLÜ KURULUŞLAR İLİŞKİSİ
İş dünyasına özgü anket çalışmalarıyla ünlü kuruluş McKinsey’in 2006 yılında yayınlamış
olduğu bir raporda, “gerek kamu gerek özel olsun büyük işletmelerin toplumda sahip olması
gereken rolleri en iyi hangi cümle tanımlamaktadır?” sorusu üzerine % 84 oranında verilen
cevap söyle gerçekleşmiştir: “Yatırımcılara yüksek geri dönüşü olan ancak bunu daha geniş
anlamda kamu yararı (iyi iş alanları sağlayarak, hayırsever bağışlarda bulunarak ve yasal
sorumlulukların ötesinde iş yapmanın olumsuz etkilerini ve çevre kirliliğini en aza indirmek)
için katkılarla dengelemek” (Global Surveys Business Executive,2006: 4’ten akt; Güler,
2009:491). Türkiye Üçüncü Sektör Vakfı (TÜSEV) tarafından hazırlanan ve 2006 yılında
yayınlanan
Sivil
Toplum
Endeksi
araştırmasında
ülkemizdeki
gönüllü
kuruluşlar
derinlemesine incelnmiştir. Bu kapsamda “Türkiyede Sivil Toplum” isimli araştırmaya katılan
gönüllü kuruluş temsilcilerinin %60’dan fazlası özel sektör – gönüllü kuruluş ilişkilerini
yetersiz olarak değerlendirmektedir. Aynı araştırmaya katılanların yine %60’dan fazlası
giderek popüler bir kavram ve uygulama haline gelen kurumsal sosyal sorumluluk
uygulamalarını da yetersiz olarak nitelemektedirler (TÜSEV, 2006: 77). Ancak, Türkiye
bağlamında geçmişten bugüne bir değerlendirme yapıldığında, hem işletmeler – gönüllü
kuruluşlar ilişkisi bakımından hem de kurumsal sosyal sorumluluk bakımından olumlu
gelişmelerin olduğunu söylemek mümkündür. İşletmelerin gönüllü kuruluşlara verdiği
destekler genelde sponsorluk biçiminde olup, eğitim, çevre, kültür ve sanat, spor destek
verilen alanlardan başlıcalarıdır. İnsan hakları, sosyal adalet, kurumsal yönetişim, kentleşme,
ekonomik kalkınma gibi konular işletmelerin ilgi ve destek alanı dışında kalmıştır (TÜSEV,
2006: 78). Araştırmalarda gözlemlenen bir diğer husus ise, işletmelerin gönüllü kuruluşlarla
ilişkilerinin boyutunun bağış vermekten öteye geçemediği, bu ilişkinin şirket kültürü
içerisinde içselleştirilemediği olgusudur (TÜSEV, 2006: 79). Bununla birlikte işletmelerin
projeler bazında karşılıklı ilişki düzeyinde gönüllü kuruluşlarla işbriliği yaptıkları
dikkatlerden kaçırılmaması gereken bir husustur (Yiğitbaş&Berkün, 2009:188). Vergi
yasalarının henüz işletme – gönüllü sektör ilişkisinin destekleyici bir karakter taşımadığı da
öne sürülen konulardandır. Ülkemizde oldukça az araştırmaya konu olan bu alanın
derinlemesine gözlemlenmesine ihtiyaç bulunmaktadır (TÜSEV, 2006: 80).
Yine TÜSEV tarafından 2011 yılında yayınlanan Sivil Toplum Endeksinde ise ülkemizdeki
gönüllü kuruluşların diğer kurumlarla ve toplumla etkileşimi ele alınmıştır. Bu araştırma aynı
zamanda 2005-2011 yılları arasında gönüllü kuruluşların nasıl bir değişim süreci içerisinden
geçtiğini de gözler önüne sermektedir. Buna göre; özel sektör olarak da ifade edebileceğimiz
işletmelerin gönüllü kuruluşlarla ilişkisi, önceki çalışmalarda da belirlendiği gibi Kurumsal
Sosyal Sorumluluk bağlamında ve mali destek verme şeklinde gerçekleşmektedir. Bu ilişki
alanı kısıtlı olmakla birlikte gelişime açık bir karakter sergilemektedir. Sivil Toplum
Kuruluşları Anketi’ne göre, özel sektör aktörleri sivil toplum kuruluşlarının %67’si tarafından
genellikle ilgisiz, %48’i tarafından kurumsal sosyal sorumluluğa sözde önem veren aktörler
olarak görülmektedir. Ayrıca özel sektör desteği alan kuruluş yelpazesini sınırlı bulanların
oranı %75’dir. Öte yandan aynı sorulara dış paydaşların verdiği cevaplar nispeten daha
olumludur. Sivil toplum dış paydaşlarının %63’ü özel sektörün sivil topluma karşı olan tavrını
genellikle olumlu ve destekleyici bulmakta; %60’ı kurumsal sosyal sorumluluk faaliyetlerinin
önde gelen şirketlerde gelişmeye başladığına inanmakta ve %37’si özel sektör desteği alan
kuruluş yelpazesinin kısmen ve geniş kapsamlı olduğunu düşünmektedir (TÜSEV, 2011:138).
Bununla birlikte, Ülkenin önde gelen şirketleri ve destekledikleri STK’ları konu alan
“Kurumsal Sosyal Sorumluluk:Türkiye’deki 5 Şirket ve 5 STK’nın İncelemesi” vaka analizi
çalışmasında kurumsal sosyal sorumluluk uygulamaları iyi örnekler barındıran ve gelişmeye
son derece açık bir alan olarak betimlenmektedir. Rapora göre, Türkiye’deki KSS çalışmaları,
toplumun ve ekonominin içinde bulunduğu iniş çıkışlı demokratikleşme ve liberalleşme süreci
ile iş dünyasının kökeninde sahip olduğu vakıfçılık geleneği ve gelişmiş ülke öğretilerinin
etkisiyle şekillenmektedir. Türkiye’de faaliyet gösteren şirketlerin KSS ile gün geçtikçe daha
fazla ilgilendikleri, STK’larla yaptıkları işbirliklerinin ve bu işbirlikleri vasıtasıyla STK’lara
aktardıkları kaynakların son yıllarda artmakta olduğu tespit edilmiştir (TÜSEV, 2011:139).
TÜSEV tarafından çeşitli bölgelerde gerçekleştirilen Bölgesel danışma toplantıları
katılımcılarına göre kurumsal sosyal sorumluluk terimi Türk şirketlerinin diline yerleşmiştir;
STK’lara mali destek sağlama gitgide daha yaygın hale gelmektedir; ancak sistematik ve
stratejik
hibe tahsisine
yönelik kararlar vermek için
gerekli
prosedürler
henüz
uygulanamamaktadır. Fon tahsisi belli amaçlar için geçici olarak ve çoğunlukla halkla ilişkiler
veya pazarlamaya ayrılmış bütçelerden yapılmakta ve bu süreci yönlendirecek ilkelere
nadiren uyulmaktadır. Türkiye’de STK’ların özel sektörün desteğini almada karşılaştıkları
problemlerin başında özel sektörün işbirliği yapacağı STK’ları halkla ilişkiler uzmanları
aracılığıyla ya da üst düzey yönetimin bağlantıları ile bulmalarıdır. Bu durum özel sektör
desteğinin sadece küçük bir grup STK için erişilebilir olmasına ve projelerin şeffaf
olmamalarına sebep olmaktadır. Ayrıca vergi yasalarının kurumsal sosyal sorumluluk ve
filantropiyi destekleyici nitelikte olmaması da kısıtlayıcı bir diğer etkendir (TÜSEV,
2011:140).
SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
Bu bölümde işletmeler ile gönüllü kuruluşlar arasındaki ilişkiyi inceledik. Bunu yaparken,
işletmelerin klasik iktisadi analizde yer alan “firma” tanımından başlayarak, kronolojik
detaylara girmeksizin, işletmelerin değişen toplumsal rolünü irdeledik. Başlangıçta işletmeler
“homoekonomikus” bakış açısıyla kârperest, toplumun sorunlarından kopuk, değerleri geri
planda tutan, sosyal faydayı önemsemeyen kurumlar olarak toplum içerisinde yer almaktaydı.
Zaman içerisinde çeşitli gelişmelerin de etkisiyle, sosyal fayda, kurumsal sosyal sorumluluk,
iş ahlakı, hayırseverlik gibi kavramlar daha görünür duruma geldi. İşletme tanımını iktisadi
bakış açısıyla yorumlayanlara göre, bu gelişmeler ışığında işletme daha çok kâr ederek
toplumun genel refahına katkıda bulunarak sosyal fayda üretebilirdi. Öte yandan bunu yeterli
görmeyen ve sosyolojik bağlamı ön plana çıkaran bilim insanları ise işletmeleri daha esnek bir
biçimde tanımlamaya giriştiler. Buna göre, işletmeler, sosyal değişim aktörleri olan, fakirlik
olgusuyla cansiperane mücadele eden, trajik açlık sorununu görmezden gelemeyen, sosyal
paydaşlarla olan etkileşimini sürekli artıran, içerisinde bulunduğu toplumu daha ahlaki olana
doğru değiştirmek yönünde çaba harcayan, çevre sorunlarına yol açmak şöyle dursun, mevcut
çevre problemlerinin çözümüne katkı sunan daha insan ve toplum merkezli kurumlardır.
Bu iki zıt tanımlama çabası arasında işletmeler, gönüllü kuruluşlarla çeşitli yoğunlukta ve
değişik isimler altında gerçekleştirdikleri işbirlikleri ile hem gerçekçi bir zeminde kendi
faaliyetlerini sürdürmek hem de içinde bulundukları toplumu geliştirmeye ve sorunların
çözümüne katkı sunmaya yönelmişlerdir. Örneğin işletmeler ile gönüllü kuruluşlar ilişkisinde
ilk aşama olan hayırseverlik modelinde işletme gönüllü kuruluşa maddi kaynak sağlarken,
hibrid organizsayonlar modelinde yoğun işbirliği sonucunda işletme ve gönüllü kuruluşun
birlikte kurduğu melez bir örgüt sözkonusu olmaktadır.
İşletmeler ile gönüllü kuruluşlar arasındaki işbirliklerinden hem işletmeler, hem gönüllü
kuruluşlar hem de toplum kazançlı çıkmaktadır. Örneğin işletmeler bu işbirliklerinin
katkısıyla toplum nezdinde daha itibarlı bir konuma yükselirken, gönüllü kuruluşlar daha çok
finansal kaynağa daha kolay kavuşmakta, toplum ise genel refah seviyesini yükseltmektedir.
Türkiye bağlamında özel sektör ile gönüllü kuruluşlar arasındaki ilişki düzeyine bakıldığında
ise, genel olarak yeterli olmayan düzeyde bir ilişki olduğu söylenebilirse de, geçmişten
günümüze bir değerlendirme yapıldığında, tablonun olumsuzdan olumluya doğru değiştiğini
ifade edebiliriz.
KAYNAKÇA
Ählström, J., & Sjöström, E. (2005). CSOs and business partnerships: Strategies for
interaction. Business Strategy and the Environment, 14(4), 230-240.
Austin, J. E. (2000a). Strategic alliances between nonprofits and businesses. Nonprofit &
Voluntary Sector Quarterly, 29(1), 69-97.
Austin, J. E. (2000b). The collaboration challenge: How nonprofits and businesses succeed
through strategic alliances. San Francisco, CA: Jossey-Bass.
Austin, James E.& Seitanidi, M. May. (2012a). Collaborative Value Creation: A Review of
Partnering Between Nonprofits and Businesses: Part I. Value Creation Spectrum and
Collaboration Stages. Nonprofit and Voluntary Sector Quarterly 41(5) 726 –758.
Austin, James E.& Seitanidi, M. May. (2012b). Collaborative Value Creation: A Review of
Partnering Between Nonprofits and Businesses. Part 2: Partnership Processes and Outcomes.
Nonprofit and Voluntary Sector Quarterly 41(6) 929–968.
Bane, Marry J.& Ellwood David T. (1991). Is American Business Working for the Poor?
Harvard Business Review. Sep/Oct91, Vol. 69 Issue 5, p58-64.
Berger, I. E., Cunningham, P. H., & Drumwright, M. E. (2004). Social alliances: Company/
nonprofit collaboration. California Management Review, 47(1), 58-90.
Biermann, F., Chan, M., Mert, A., & Pattberg, P. (2007). Multi-stakeholder partnerships for
sustainable development: Does the promise hold? In P. Glasbergen, F. Biermann, & A. P. J.
Mol (Eds.), Partnerships, governance and sustainable development: Reflections on theory and
practice (pp. 239-260). Cheltenham, UK: Edward Elgar.
Biermann, F., Mol, A. P. J., & Glasbergen, P. (2007). Conclusion: Partnerships for
sustainability— reflections on a future research agenda. In P. Glasbergen, F. Biermann, & A.
P. J. Mol (Eds.), Partnerships, governance and sustainable development: Reflections on theory
and practice (288-300). Cheltenham, UK: Edward Elgar.
Bies, Robert J., Bartunek, Jean M., Fort, Timothy L. and Zald, Mayer N. (2007). Corporations
As Social Change Agents: Individual, Interpersonal, Institutional, And Environmental
Dynamics. Academy of Management Review 2007, Vol. 32, No. 3, 788–793.
Breton, Gae´tan&Pesqueux, Yvon. (2006). Business in society or an integrated vision of
governance. Society and Business Review Vol. 1 No. 1, pp. 7-27.
Burlingame, Dwight F.(2001). Corporate philanthropy’s future. In Helmut K. Anheier and
Jeremy Kendall (Eds.), Third Sector Policy at the Crossroads An international nonprofit
analysis (pp.91-101). New York, Routledge.
Coase, R.H. (1937), “The nature of the firm”, Economica, No. 4, pp. 386-405.
Dahan Nicolas M., Doh Jonathan P., Oetzel Jennifer and Yaziji Michael. (2010). CorporateNGO Collaboration: Co-creating New Business Models for Developing Markets. Long Range
Planning 43, 326 – 342.
Donaldson, T. and Dunfee, T. (1994), “Toward a unified conception of business ethics:
integrative social contracts theory”, Academy of Management Review, No. 19, pp. 252-84.
Galaskiewicz, J., & Sinclair Colman, M. (2006). Collaboration between corporations and
nonprofit organizations. In R. Steinberg & W. W. Powel (Eds.), The non-profit sector: A
research handbook (pp. 180-206). New Haven, CT: Yale University Press.
Googins, B. K., Mirvis, P. H., & Rochlin, S. A. (2007). Beyond good company: Next
generation corporate citizenship. New York, NY: Palgrave MacMillan.
Güler, Burcu K. (2009). Dünyada Öncü Üniversitelerin İşletme Fakültelerinin Sosyal
Girişimcilik İle İlgili Eğitsel Ve Bilimsel Faaliyetleri. VI. Uluslararası STK Kongresi, 23-25
Ekim 2009 Çanakkale. S: 491-508.
Hall, Charles R. (2001). Business and the World’s Hungry. Business & Society Review
Commentary.
Harris, E.Margaret. (2012). Nonprofits and Business:Toward a Subfield of Nonprofit Studies.
Nonprofit and Voluntary Sector Quarterly, 41(5) 892–902.
Henderson, David. (2005). The Role of Business in the World of Today. The Journal of
Corporate Citizenship. Spring, 17, 30-32.
Husted, B.W. (1999), “A critique of the empirical methods of integrative social contracts
theory”, Journal of Business Ethics, No. 20, pp. 227-35.
Ja¨ger, Urs P.& Schröer, Andreas (2013). Integrated Organizational Identity: A Definition of
Hybrid Organizations and a Research Agenda. International Journal of Voluntary and
Nonprofit Organizations. July,2013.
Jensen, M. and Meckling, W. (1976), “Theory of the firm: managerial behavior, agency costs
and ownership structure”, Journal of Financial Economics, No. 3, pp. 305-60.
Kourula, A., & Laasonen, S. (2010). Nongovernmental organizations in business and society,
management, and international business—Review and implications 1998-2007. Business &
Society, 49(1), 3-5.
London, T., & Hart, S. L. (2011). Next generation business strategies for the base of the
pyramid: New approaches for building mutual value. Upper Saddle River, NJ: Pearson
Education.
Lyons, Mark. (2001). The contribution of nonprofit and cooperative enterprise in Australia.
Allen & Unwin Griffin Press, Australia.
Margolis, J. D., & Walsh, J. P. (2003). Misery loves companies: Rethinking social initiatives
by business. Administrative Science Quarterly, 48(2), 268-305.
Meyer, J.W. and Rowan, B. (1985), “Institutional organizations: formal structures as myth
and ceremony”, American Journal of Sociology, No. 83, pp. 340-63.
Porter, M. E., & Kramer, M. R. (2011). Shared value: How to reinvent capitalism—and
unleash a wave of innovation and growth. Harvard Business Review, 89(1/2), 62-77.
Schiller, S.Ruth & Almog-Bar, Michal. (2013). Revisiting Collaborations Between Nonprofits
and Businesses: An NPO-Centric View and Typology. Nonprofit and Voluntary Sector
Quarterly XX(X) 1–21
Seitanidi, M. M., & Lindgreen, A. (2010). Cross-sector social interactions. Journal of
Business Ethics, 94(Suppl. 1), 1-7.
Selsky, J. W., & Parker, B. (2005). Cross-sector partnerships to address social issues:
Challenges to theory and practice. Journal of Management, 31(6), 849-873.
Sua´rez, David F.& Hwang, Hokyu. (2012). Resource Constraints or Cultural Conformity?
Nonprofit Relationships with Businesses. Voluntas,International Society for Third-Sector
Research and The John’s Hopkins University 2012, DOI 10.1007/s11266-012-9267-z.
TÜSEV. (2006). Türkiye’de Sivil Toplum: Bir Değişim Süreci. Uluslararası Sivil Toplum
Endeksi Projesi Türkiye Ülke Raporu I. TÜSEV Yayınları, No 39.
TÜSEV. (2011). Türkiye’de Sivil Toplum: Bir Dönüm Noktası. Uluslararası Sivil Toplum
Endeksi Projesi Türkiye Ülke Raporu II. TÜSEV Yayınları, No 51.
Utting Peter. (2005). Corporate responsibility and the movement of business. Development in
Practice, Volume 15, Numbers 3 & 4, 375 – 388.
Whetten, David A., Rands, Gordon and Godfrey, Paul. (2002). What Are the Responsibilities
of Business to Society?In; Handbook of Strategy and Management. (Ed) Andrew Pettigrew,
Howard Thomas And Richard Whittington. London. s. 373 – 408.
Yiğitbaş, O.Şevki&Berkün, Sanem. (2009). Şirketlerin Sosyal Sorumluluk Projelerinin Sosyal
Girişimcilik Ve STK’lar Üzerindeki Etkileri: Avea İletişim Hizmetleri A.Ş. Örneği. VI.
Uluslararası STK Kongresi, 23-25 Ekim 2009 Çanakkale. S: 185-192.