Araştırma Makalesi/ Original Article
NİGELLA SATİVA EKSTRESİNİN CAS: 490-91-5 DENEYSEL SUBARAKNOİD
KANAMAYA BAĞLI VASKÜLER DEĞİŞİKLİKLER ÜZERİNE OLAN
ETKİSİNİN IŞIK MİKROSKOBİK VE STEREOLOJİK İNCELENMESİ
THE STEREOLOGICAL AND LIGHT MICROSCOPY INVESTIGATION OF THE
EFFECT OF NIGELLA SATIVA EXTRACT CAS: 490-91-5 ON VASCULAR CHANGES
IN EXPERIMENTAL SUBARACHNOID HEMORRHAGE MODEL
Mehmet Kürşat KARADAĞ1, Hakan Hadi KADIOĞLU1
1.
Atatürk Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Beyin ve Sinir Cerrahisi Anabilim Dalı Erzurum/TÜRKİYE
ORCID: 0000-0001-9123-0597, 0000-0002-7744-6241
Geliş Tarihi/Received
Kabul Tarihi/Accepted
06.06.2022
24.06.2022
Bu makaleye atıfta bulunmak için / to cite this article:
Yayın Tarihi/Published
31.07.2022
Karadag M, Kadıoglu G. Nigella sativa ekstresinin cas: 490-91-5 deneysel subaraknoid kanamaya bağli vasküler değişiklikler
üzerine olan etkisinin işik mikroskobik ve stereolojik incelenmesi, J Surg. Med. Sci. 2022; 1(2): 50-60
Özet
Giriş: Bu çalışmada Nigella Sativa Ekstresinin CAS:490-91-5, ratlarda oluşturulan deneysel subaraknoid kanama modelinde
vazospazm üzerine etkileri incelendi. Metot: 60 adet erkek Wistar cinsi albino rat, altı gruba ayrıldı. Grup 1 (kontrol), grup
2 (sham), grup 3 (subaraknoid kanama sonrası birinci saatte dekapitasyon), grup 4 (subaraknoid kanama sonrası 48.saatte
dekapitasyon), grup 5 (subaraknoid kanama öncesi thymoquinone verilip, 6 saat sonrasında subaraknoid kanama oluşturulup
bundan 1 saat sonra dekapitasyon) ve grup 6 (subaraknoid kanama sonrası birinci, 24. ve 48.saatlerde thymoquinone verilip
sonrasında dekapitasyon) olarak tanzim edildi. Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyokimya Laboratuvarı’nda dimetil
sülfoksit yardımı ile dilüe edilerek hazırlanan thymoquinone, 5mg/kg dozunda intraperitoneal yolla verildi. İşlem sırasında 8
adet rat kaybı oldu. Kalan 52 adet ratın dekapitasyon işlemi sonrasında baziler arterlerin lümen alanları ve duvar kalınlıkları
stereolojik yöntemle histopatolojik olarak incelendi. Bulgular: Subaraknoid kanama öncesi tek doz verilen (grup5) ve
subaraknoid kanama sonrası 3 gün thymoquinone verilen (grup6) grupların her ikisi de hiç thymoquinone verilmeyen (grup3)
gruba göre baziller arter lümen alanlarında genişleme istatistiksel olarak anlamlıdır. Arter duvar kalınlıkları thymoquinone
verilen (grup6 ve grup5) gruplar ile thymoquinone verilmeyenler (grup3, grup4) arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı
bulunmuştur. Bu sonuç bize ilaç verilme ve verilmeme durumu arasında duvar kalınlığı açısından farklılık olduğunu ortaya
koymuş, ilaç verilen gruplarda duvar kalınlığı azalmıştır. Sonuç: Bu çalışmada elde edilen bulgular, thymoquinone’nun
ratlarda subaraknoid kanama sonrası vazospazmı önleyici olabileceğini göstermektedir.
Anahtar Kelimeler: Nigella Sativa Ekstresi CAS:490-91-5, stereoloji, subaraknoid kanama, vazospazm
Abstract
Objective: In this study, the effect of Nigella Sativa Extract CAS: 490-91-5 The effects on vasospasm in an experimental
subarachnoid hemorrhage model in rats was investigated. Method: 60 male Wistar albino rats divided into 6 groups as
following; Group 1 (control), group 2 (sham), group 3 (decapitation, one hour after subarachnoid hemorrhage), group 4
(decapitation, 48 hours after subarachnoid hemorrhage), group 5 (6 hours prior to subarachnoid hemorrhage thymoquinone
injection and one hour later after subarachnoid hemorrhage decapitation), group 6 (thymoquinone injection 1, 24 and 48 hours
later subarachnoid hemorrage and decapitation after last injection). Thymoquinone that prepared in the Atatürk University
Biochemistry Laboratory via dilatation of dimethyl sulfoxide injected intraperitoneally with the dose of 5mg/kg to the rats. 8
rats died during the procedure. The basilar artery lumen size and wall thickness of remaining 52 rats investigated with a
stereological approach histopathologically after decapitation. Results: The widening of basilar artery lumen of group 5 (one
dose of thymoquinone) and group 6 (3 doses of thymoquinone after subarachnoid hemorrhage) is statistically significantly
increased than group 3 (no thymoquinone injection). The difference of artery wall thicknesses between thymoquinone injected
groups (5 and 6) and non-thymoquinone injected groups (3-4) are also statistically significant. This result indicates that the
thymoquinone effectively makes a significant difference to the wall thickness, thymoquinone injected groups have decreased
wall thickness. Conclusion: The result of this study shows that thyquinone scan prevent vasospasm related to subarachnoid
hemorrage. Further studies that use this agent in clinical trials are needed to show the clinical effects of thymoquinone.
Key Words: Nigella Sativa Extract CAS: 490-91-5, stereology, subarachnoid hemorrhage, vasospasms
50
Mehmet Kürşad KARADAĞ, Atatürk Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Beyin ve Sinir Cerrahisi Anabilim Dalı, Erzurum,TÜRKİYE.
E-mail: drkursatkaradag@gmail.com
1. GİRİŞ
Subaraknoid kanama (SAK), değişik patolojilere
bağlı olarak pia meter ile araknoid mater arasındaki
beyin omurilik sıvısının bulunduğu subaraknoid
mesafede kan bulunması olarak tanımlanmaktadır.
SAK ciddi mortalite ve morbiditeye sebep olabilen
akut
serebrovasküler
bir
patolojidir
(1).
Serebrovasküler hastalıklar arasında aterotromboz,
emboli ve primer intraserebral kanamayı takiben
4.sıklıkta SAK yer almaktadır. SAK’ın en sık sebebi
travmadır. Travma dışı SAK’lara ise primer veya
spontan SAK denir. Erişkinlerde travmatik olmayan
SAK’ın yaklaşık olarak %85 nedeni sakküler
anevrizmaların rüptüre olmasıdır. İntrakranial
arteriovenöz
malformasyonlar,
hipertansiyon,
ateroskleroz, intrakranial tümörler, vaskülitler,
kanama
diyatezleri,
kanama
diskrazileri,
enfeksiyonlar, cerrahi girişimler, intoksikasyonlar
ve idiopatik sebepler yer almaktadır (2, 3).
SAK’ın görülme sıklığı ırklar arasında değişkenlik
göstermektedir. Anevrizmal SAK’ın görülme sıklığı
Finlandiya ve Japon ırklarında daha fazla olmakla
birlikte ortalama 6-7/100.000’dir. SAK insidansı
kadınlarda erkeklere göre 1.6 kat daha fazladır. SAK
en sık 60 yaş ve üzeri kişilerde görülmektedir (5, 6).
SAK sonrası yeniden kanama, vazospazm (VS),
hidrosefali, intraventriküler ve intraserebral
kanamalar, nöbet, sıvı elektrolit bozukluları, beyin
ödemi, serebral iskemi morbidite ve mortaliteyi
önemli
oranda
artıran
komplikasyonlardır.
SAK’nın %30 mortalitesi ve %40-50 oranında
morbiditesi bulunmaktadır. Kanama sonrası serebral
dolaşım bozukluğu ve nöronal hasar nedeniyle SAK
geçiren her 10 hastadan ancak 2’si kanama öncesi
durumunu geri dönmektedir (3).
Serebral vazospazm; SAK sonrası serebral arterlerin
geri dönüşümlü olarak daralmasıdır. SAK sonrası 37 günler arasında gelişir ve 14.günden sonra geriler.
Anjiografik vazospazm yaklaşık %70-80 oranında
izlenirken, klinik vazospazm ise hastaların
yaklaşık %30’unda gözlenir. SAK sonrası serebral
infarkt ise %26 oranında izlenmektedir. SAK’a bağlı
gelişen morbidite ve mortalitede birinci derecede
etken vazospazmdır. Yıllardan beri yapılan klinik,
laboratuvar ve deneysel çalışmalara rağmen hala
vazospazma
dair
açıklanamayan
hususlar
bulunmaktadır (6).
Vazospazm ile ilgili bugüne kadar yapılan deneysel
çalışmalarda birçok teori öne sürülmüştür. Bu
çalışmaların
bir
kısmında
damar
duvarı
değişiklikleri sonucunda hücresel immünite
kaynaklı vaskülopati ve inflamasyonun vazospazma
neden olduğu gösterilmiştir. Bu inflamasyon sonrası
vazospazma “MyD88-nuclear factor kB(NF-kB)”
bağımlı patolojik sinyal yolağı üzerinden tümör
nekrotizan faktör alfa (TNF-alfa), İnterlökin 1b (IL-
1B) ve interlökin 6 (IL-6) başta olmak üzere
inflamatuar sitokinler sebep olmaktadır (7). Yine
yapılan
çalışmalarda
SAK’da
subaraknoid
mesafedeki oksihemoglobinin oksidasyonu ile
methemoglobin ve superoksit anyon radikallerinin
oluştuğu gösterilmektedir. Bunların da lipit
peroksidasyonuna yol açtığı ve sonucunda hidroksil
radikalleri ile lipit peroksitlerin meydana gelerek,
serbest radikaller ile birlikte güçlü vazospazm
etkinliğe sahip oldukları gösterilmektedir (8).
Thymoquinone (TQ), Ranunculaceae botanik
ailesine üye olan Nigella sativa veya halk arasında
çörek otu olarak adlandırılan bitkiden üretilmektedir.
Çörek otu insanoğlu tarafından 2000 yıldan fazla
süredir birçok hastalıkta geleneksel olarak
kullanılmıştır. (9) Çörek otunun biyolojik olarak
aktif kısmının yağ derivesi içerisinde fikse edilen “2isopropyl-5-methylbenzo-1,
4-quinone
(Thymoquinone)” isimli madde olduğu yapılan
kimyasal çalışmalar ile ortaya konulmuştur (10).
TQ ‘nun antioksidan ve antiinflamatuar etkinliği
olduğu bilinmektedir. TQ, demir bağımlı lipit
peroksidasyonunu güçlü bir şekilde engellemektedir.
Vazospazmotik etkinliği olan serbest oksijen
radikalleri ve peroksit radikallerinin oluşumunu
baskılayarak antioksidan özellik göstermektedir
(11). TQ’nun vazospazmotik etkisi olduğu bilinen
IL-1, TNF-alfa, IL-6 gibi proinflamatuar sitokinlerin
“NF-KB patolojik sinyal yolağı” üzerinden yapımını
azaltmaktadır (12). TQ’nun hem antioksidan hemde
anti-inflamatuar etkinliği sayesinde vazospazma
neden olan sitokin ve serbest radikallerin üretimini
engelleyerek, serebral vazospazm üzerinde etkili
olabileceğini düşünmekteyiz.
2.
MATERYAL VE METOD
2.1. Deney Hayvanları
Bu çalışma, Erzurum Atatürk Üniversitesi Hayvan
Deneyleri Yerel Etik Kurulu’nun 30.06.2017 tarih ve
79 numaralı onayı ile yapıldı. Çalışmada, 60 adet her
biri 200-250 gram ağırlığında Wistar cinsi erkek
albino rat kullanıldı. Ratlar, Atatürk Üniversitesi
Tıbbi Deneysel Uygulama ve Araştırma
Merkezi’nden temin edildi. Çalışmamızda, deneysel
subaraknoid kanama modelleri arasında tercih edilen
tekli kanama modeli kullanılmış olup, toplam deney
süresi 48 saat olarak belirlendi (13,14).
2.2. Deney Prosedürü ve Doku Örneklerinin
Alınması
Denekler işlem öncesi sekiz saat süre ile aç bırakıldı.
İntramüsküler ketamin hidroklorür 50 mg/kg ve
xylazin 5 mg/kg ile anestetize edildi. Yapılacak
işleme göre supin veya prone pozisyonda masaya
tespit edilen deneklerin işlem yapılacak anatomik
51
sahaları traşlanarak dezenfekte edildi. Deneyde
kullanılacak olan Nigella Sativa Ekstresi CAS:49091-5 (TQ), Sigma-Aldrich firması tarafından
üretilmiş %98 saflıkta, kirli sarı renkte, kristal tozu
halinde olup, katalog numarası 274666-1G’tir.
Üretici firma tarafından teslim edilen TQ, oda
sıcaklığında Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi
Biyokimya Laboratuvarı’nda dimetil sülfoksit
(DMSO) yardımı ile dilüe edildi. Deney sonrası
ratlar Atatürk Üniversitesi Tıbbi Deneysel
Uygulama ve Araştırma Merkezi’nde oda
sıcaklığında yemek içmek serbest olarak takip edildi.
Deneyler sırasında toplam sekiz adet rat öldü.
Çalışmamızdaki mortalite oranı %13.33 olarak tespit
edildi. Geriye kalan ratların sayısı, deney sonuçlarını
istatistiksel olarak değerlendirebilmek açısından
yeterli olduğundan ölenlerin yerine yeni ratlar
çalışmaya eklenmedi.
Ratlar altı gruba ayrıldı. Birinci grup kontrol grubu
(n=8) belirlendi ve
her hangi bir müdahale
yapılmayan denekler perfüzyon fiksasyon yöntemi
ile dekapite edildikten sonra alınan beyin
örneklerinde baziler arter alanları ve baziler arter
duvar kalınlıkları incelendi. İkinci grup sham grubu
(n=7) olarak belirlendi. Subaraknoid kanama
oluşturulmaksızın sisterna magnaya 0.15 cc steril
serum fizyolojik verildikten bir saat sonra perfüzyon
fiksasyon yöntemi ile dekapite edilerek alınan beyin
örneklerinden baziler arter alanları ve baziler arter
duvar kalınlıkları incelendi. Üçüncü grup SAK
grubu (n=8) olup sisterna magnaya tek sefere
mahsus 0.15 cc otolog nonheparinize kan enjekte
edildikten bir saat sonra perfüzyon fiksasyon
yöntemi ile dekapite edilerek alınan beyin
örneklerinden baziler arter alanları ve baziler arter
duvar kalınlıkları incelendi. Dördüncü grup SAK
grubu olup (n=9) olup sisterna magnaya 0.15 cc
otolog nonheparinize kan verildikten sonra 48 saat
süre ile takip edilen ve ardından perfüzyon fiksasyon
yöntemi ile dekapite edilerek alınan beyin
örneklerinden baziler arter alanları ve baziler arter
duvar kalınlıkları incelendi. Beşinci grup proflaktik
olarak
12,5 mg/kg TQ intraperitoneal yolla
verildikten 6 saat sonra sisterna magnaya 0.15 cc
otolog nonheparinize kan enjekte edilip takip eden
birinci saatte perfüzyon fiksasyon yöntemi ile
dekapite edilen grup (n=10) olup alınan beyin
örneklerinden baziler arter alanları ve baziler arter
duvar kalınlıkları incelendi. Altıncı grup (n=10) ise
sisterna magnaya 0.15 cc otolog nonheparinize kan
enjekte edilip birinci saat, 24. saat ve 48. saatte
olmak üzere toplam üç doz intraperitoneal yolla 12,5
mg/kg TQ verilerek son dozdan beş dakika sonra
perfüzyon fiksasyon yöntemi ile dekapite edilip
alınan beyin örneklerinden baziler arter alanları ve
baziler arter duvar kalınlıkları incelendi.
2.3. Histopatolojik Analizler
Alınan dokuların hazırlanması Atatürk Üniversitesi
Tıp Fakültesi Patoloji Laboratuvarı’nda yapılmış
olup, histolojik incelemeler Atatürk Üniversitesi Tıp
Fakültesi Histoloji ve Embriyoloji Laboratuvarı’nda
gerçekleştirilmiştir. Beyin dokuları baziler arterin
anatomik seyri göz önünde bulundurularak üst sınır
mamiller cisimler, alt sınır pons ile bulbusun
birleşim noktası olacak şekilde proksimal, orta ve
distal kısımlardan kesitler alınarak rutin takip işlemi
için SAKURA® firmasının ürettiği Tissue-Tek VIP
adlı doku takip cihazı içerisine yerleştirilerek izleme
alındı. Takip işlemi tamamlanan dokular, parafin
bloklara gömüldü. Hematoksilen & Eosin ve
TUNEL boyaları uygulamak için 0.5 mikrometre
(μm) kalınlıkta kesitler alındı. Kesitler, grupların
dağılımını bilmeyen iki tarafsız patolog tarafından
Leica marka ışık mikroskopu altında MBF®
Bioscience firmasına ait Stereo Investigator adlı
yazılım eşliğinde bilgisayar ortamında incelendi ve
baziler arter lümen alanlarının ölçülmesi ile beraber
kesitlerin fotoğraflanması da yine bu program
yardımı ile yapıldı. Her bir rata ait baziler arterden
proksimal, orta ve distal kısımlar olmak üzere
çıkarılan üçer kesit, 10’luk, 100’lük ve 200’lük
magnifikasyonla incelendi. Arter lümen alanı, her bir
rata ait baziler arterin üç farklı kesiti, endotel
tabakaları boyunca bilgisayar ortamında Stereo
Investigator programı yardımı ile çizilerek objektif
olarak belirlenmiş oldu ve bu üç kesitin ortalaması
nihai değer olarak kaydedildi. Yine damar duvar
kalınlıklarıda, her bir rata ait baziler arterin üç farklı
kesiti, Stereo Investigator programi ile objektif
olarak ölçülüp ortalaması alınarak nihai değer olarak
kaydedildi.
2.4.
Histolojik İnceleme
Grup 1 ve 2’ nin H&E boyası yapılan preparatları
histolojik olarak incelendiğinde benzer özellik
gösterdiği görüldü. Işık mikroskobik incelemede
arter duvarının intima, media ve adventisya
tabakaları ile perivasküler alan ve çevre dokuların
normal histolojik yapıya sahip olduğu izlendi (Resim
1, A-C). TUNEL boyama yapılan preparatlarda arter
duvarında ve çevre dokularında apopitozu
düşündürecek morfolojik değişiklik gözlenmedi
(Resim 1, B-D) . Grup 3’ün yapılan histolojik
incelemesinde H&E boyama yapılan preparatlarda
damar duvar kalınlığının arttığı, damar lümen
alanının azaldığı, endotel tabakada kıvrımlaşmanın
olduğu gözlendi (Resim 2-A). TUNEL boyama
yapılan preparatlarda apopitozu düşündürecek bulgu
saptanmadı. İntrasellüler ödem, endotel hücrelerde
lümene doğru çıkıntı ve alttaki elastik laminadan
ayrılma görüldü (Resim 2-B). Grup 4’de H&E
boyama sonrası yapılan histolojik incelemede
baziller arter damar lumeninde daralma, duvar
kalınlığında artış,
perivasküler alanda kan
elemanları ve yer yer endotelde kıvrımlaşma izlendi
(Resim 2-C). TUNEL boyama yapılan preparatlarda
52
istatistiksel olarak anlamlı bir şekilde farklı olduğu
gösterilmiştir. Bu sonuçlara göre damar lümen
alanlarına bakıldığında kontrol grubu ile SAK’tan
bir saat sonra dekapite edilen, SAK’tan 48 saat sonra
dekapite edilen gruplar arasında istatistiksel olarak
anlamlı sonuçlar elde edilmiştir. (p<0,001). Sham
grubuna göre ise istatistiksel olarak yine üçüncü
grup anlam ifade etmektedir (p<0,001). SAK
oluşturulduktan bir saat sonra dekapite edilen gruba
göre ise grup 1 ve 2 istatistiksel olarak anlamlıdır
(p<0,001). ). SAK sonrası 48.saatte dekapite edilen
gruba göre ise birinci grup anlamlıdır (p<0,001).
Proflaktik olarak TQ verilip sonrasında SAK
oluşturulan ve bir saat sonra dekapite edilen gruba
göre ise istatistiksel olarak hiçbir grup anlamlı
değildir (p<0,001). SAK oluşturulup günlük TQ
verilen ve 48.saatte dekapite edilen gruba göre
istatistiksel olarak hiçbir grup ile anlamlı değildir
(p<0,01).
Tablo 3 ve 4’de baziller arter duvar
kalınlığı
ortalama değerlerinin hangi gruplar
arasında istatistiksel olarak anlamlı bir şekilde farklı
olduğu gösterilmiştir. Bu sonuçlara göre ise damar
duvar kalınlıklarına bakıldığında kontrol grubu ile
bütün gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı
sonuçlar elde edilmiştir (p<0,001). Sham grubuna
göre ise istatistiksel olarak yine grup 6 hariç bütün
gruplar ile anlamlı sonuçlar elde edilmiştir
(p<0,001). SAK oluşturulduktan bir saat sonra
dekapite edilen grup ile bütün gruplar arasında
istatistiksel olarak anlamlı sonuçlar elde edilmiştir.
SAK sonrası 48. saatte dekapite edilen grup ile
bütün gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı
sonuçlar elde edilmiştir (p<0,01). Proflaktik olarak
TQ verilip sonrasında SAK oluşturulan ve bir saat
sonra dekapite edilen grup ile grup 6 hariç bütün
gruplar arasında ise istatistiksel olarak anlamlı
sonuçlar elde edilmiştir. (p<0,05) SAK oluşturulup
günlük TQ verilen ve 48.saatte dekapite edilen gruba
apopitozu düşündürecek değişikler yani nükleer
pozitivite izlenmiştir (Resim 2-D). Grup 5’de H&E
ve TUNEL ile yapılan boyamalarda baziller arter
damar lumen alanının daraldığı ilaç verilmeyen SAK
gruplarına göre daha az daraldığı , damar duvar
kalınlığının artmadığı, sitoplazmik vakuolizasyonun
görülmediği gözlendi (Resim 3-A). TUNEL
boyamada baziller arterde apopitoz düşündürecek
morfolojik değişiklik izlenmediği gösterilmiştir
(Resim 3-B). Yalnız çevre dokularda apopitotik
hücrelerde TUNEL metodu ile nükleer pozitivite
izlenmiştir (Resim 4-A). Grup 6’da H&E ve TUNEL
boyama yapılan preparatlarda baziller arter
lumeninde daralma, duvar kalınlığında belirgin artış
izlememiş olup, TUNEL boyamada apopitoz
düşündürecek morfolojik değişiklik izlenmedi
(Resim 3 C-D). Yalnız çevre dokularda apopitotik
hücrelerde TUNEL metodu ile nükleer pozitivite
izlendi (Resim 4-B).
2.5. Stereolojik İnceleme
Analizler IBM SPSS 20 istatistik analiz programı ile
yapıldı. Veriler ortalama, standart sapma, medyan,
minimum, maksimum, yüzde ve sayı olarak sunuldu.
Sürekli değişkenlerin normal dağılımına Shapiro
Wilk testi ile bakıldı. İkiden fazla bağımsız grup ile
sürekli değişkenlerin kıyaslanmasında normal
dağılım şartı sağlandığı durumda ANOVA testi,
sağlanmadığı durumda Kruskal Wallis testi
kullanıldı. ANOVA testi sonrası post-hoc testler
varyanslar homojen olduğunda Tukey testi ile
varyanslar homojen olmadığı durumda Tamhane’s
T2 testi kullanılarak yapıldı. Kruskal Wallis testi
sonrası post-hoc testler için Kruskal Wallis testi
sonrası post-hoc testleri kullanılarak yapıldı.
İstatistiksel anlamlılık düzeyi p<0,05 olarak alındı.
3. BULGULAR
Tablo 1 ve 2’de baziller arter lümen alanlarının
ortalama değerlerinin hangi gruplar arasında
Tablo 1: Baziller Arter Lümen Alanlarının İstatistiksel Olarak Değerlendirilmesi
Gruplar
Ortalama
Grup 1
Grup 2
Grup 3
Grup 4
Grup 5
Grup 6
Mean
280,16
259,25
183,34
202,22
208,47
229,78
Standard
Deviation
78,02
54,68
30,86
27,22
25,54
17,77
Median
256,61
254,18
173,59
199,97
211,79
226,04
Minimum
211,53
175,13
146,43
173,24
163,64
211,46
Maximum
458,98
338,23
230,43
267,08
247,01
269,46
p
post-hoc
<0.05
3-2, 3-1,
4-1,
53
Tablo 2: Baziller Arter Lümen Alanlarının İstatistiksel Olarak Değerlendirilmesi
Baziller lümen alanı
Grup 1
Grup 1
280,16
Grup 2
(-)
Grup 3
**
Grup 4
*
Grup 5
(-)
Grup 6
(-)
Grup 2
(-)
259,25
*
(-)
(-)
(-)
Grup 3
**
*
183,34
(-)
(-)
(-)
Grup 4
*
(-)
(-)
202,22
(-)
(-)
Grup 5
(-)
(-)
(-)
(-)
208,47
(-)
(-)
(-)
(-)
229,78
(-)
(-)
Grup 6
* = p<0,05, **= p<0,01, ***=p<0,001, (-)=anlamsız
Tablo 3: Baziler Arter Duvar Kalınlıklarının İstatistiksel Olarak Değerlendirilmesi
Mean
Standard
Deviation
Ortalama
Median
Minimum
Maximum
Grup 1 Grup 2 Grup 3 Grup 4 Grup 5 Grup 6
24,18 26,77 35,36 33,03 29,47 27,76
2,22
1,71
1,84
1,12
1,18
24,52
20,53
27,27
26,6
23,6
29,23
35,58
32,57
38,67
32,77
31,7
34,63
29,55
27,67
31,47
p
post-hoc
1,27
1-2, 1-3, 1-4, 1-5, 1-6, 2<0.05 3, 2-4, 2-5, 3-4, 3-5, 3-6,
27,58
4-5, 4-6,
26,3
29,63
Tablo 4: Baziler Arter Duvar Kalınlıklarının İstatistiksel Olarak Değerlendirilmesi
Basiller arter duvar kalınlığı ortalama
Grup 1
Grup 2
Grup 3
Grup 4
Grup 5
Grup 6
Grup 1
24,18
*
***
***
***
***
Grup 2
*
26,77
***
***
*
(-)
Grup 3
***
***
35,36
*
***
***
Grup 4
***
***
*
33,03
***
***
Grup 5
***
*
***
***
29,47
(-)
Grup 6
***
(-)
***
***
(-)
27,76
* = p<0,05, **= p<0,01, ***= p<0,001, (-)=anlamsız
Grafik 1: Baziller arter lümen alanlarının gruplardaki ortalama değerini gösteren grafik
Baziller lümen alanı ortalama
300,00
280,16
259,25
250,00
183,34
200,00
202,22
208,47
Grup 4
Grup 5
229,78
150,00
100,00
50,00
0,00
Grup 1
Grup 2
Grup 3
Grup 6
54
Grafik 2: Baziller arter duvar kalınlığının gruplardaki ortalama değerini gösteren grafik
Basiller arter duvar kalınlığı ortalama
35,36
40,00
30,00
24,18
33,03
26,77
29,47
27,76
Grup 5
Grup 6
20,00
10,00
0,00
Grup 1
Grup 2
Grup 3
Grup 4
Resim 1: A ve C Grup 1-2’e ait normal morfolojiye sahip baziller arter görünümü (siyah ok), H&E, x200
B ve D Grup 1-2’e ait apopitoz ve nekroz görülmemiş baziller arter görünümü (siyah ok) TUNNEL, x200
Resim 2: A- Grup 3’e ait deneğin baziller arter kesiti. Baziller arter duvar kalınlığında artış(çift uçlu siyah ok)
Baziller arter lumen alanında daralma(çift uçlu beyaz ok), Endotelde kıvrımlaşma (beyaz ok),H&E,x200
B- Grup 3’e ait apopitoz ve nekrozun görülmediği, sitoplazmik vakuolizasyonun görüldüğü (beyaz ok), damar
duvarında kalınlaşma (çift taraflı beyaz ok) görülen baziller arter görünümü. TUNNEL,x200
C- Grup 4’e ait damar lumen alanında daralma, damar duvarında kalınlaşma (çift uçlu siyah ok), perivasküler
alanda kan ürünleri (tek uçlu siyah ok), endotelde kıvrılaşma izlenen baziller arter görünümü. (tek uçlu beyaz ok)
H&E, x200
D- Grup 4’e ait entotel, adventisya ve çevre dokularda TUNEL metodu ile pozitivite izlenen baziller arter
görünümü (Siyah oklar ). TUNEL, x200.
55
Resim 3: A-B. Profilaktik olarak TQ verildikten sonra SAK oluşturulan grup 5’e ait deneğin baziller arter
görünümleri. A. H&E, x200 B. TUNNEL, x200
C-D. SAK oluşturullan 3 doz TQ verildikten sonra dekapite edilen grup 6’ya ait deneğin baziller arter kesitleri.
A. H&E, x200 B. TUNNEL, x200
Resim 4: A. Grup 5’de çevre dokularda apopitotik hücrelerde nükleer pozitivite izlenmiştir (beyaz ok). TUNEL,
x200
B. Grup 6’da çevre dokularda apopitotik hücrelerde nükleer pozitivite izlenmiştir (siyah ok). TUNEL, x200
göre ise istatistiksel olarak ikinci ve beşinci grublar
hariç anlamlı sonuçlar elde edilmiştir.
Grafik 1’e bakıldığın da baziller arter lümen
alanlarının ortalama değerinin en düşük grup3 de en
yüksek grup1 de olduğu ve ilaç verilen gruplardaki
ortalama değerlerin bu iki grup arasında olduğu
görülmektedir. Grafik 2’ye bakıldığın da baziller
arter duvar kalınlığının ortalama değerinin en yüksek
grup 3 de en düşük grup 1 de olduğu ve ilaç verilen
gruplardaki ortalama değerlerin bu iki grup arasında
olduğu görülmektedir. Elde ettiğimiz istatistiki
verilere göre TQ’nin baziller arter lümen alanı
üzerine etkisinin minimal olduğu asıl etkisinin
baziller arter duvar kalınlığı üzerine olduğu
sonucuna varılmıştır
.
56
4.
TARTIŞMA
Vazospazm morbite ve mortaliteye en fazla sebep
olan SAK komplikasyonudur. Serebral vazospazm
kanla dolu subaraknoid mesafeden geçen büyük
arterlerin fokal, segmantal ve diffüz uzun süreli,
şiddetli ve geri dönüşümlü belirgin daralması olarak
tanımlanabilir. Kasılma sadece serebral damarlarda
görülür, periferik damarlar etkilenmez. Subaraknoid
mesafedeki kan yıkım ürünlerine karşı damar
duvarının farmakolojik reaksiyonu olup mesafedeki
kan miktarı ile vazospazm şiddeti ilişkilidir. 1980'li
yıllarda Sasaki ve arkadaşları (15) oksihemoglobinin
otooksidasyon ile methemoglobine dönüşmesi
sırasında açığa çıkan serbest oksijen radikallerinin
membran fosfolipidlerinde peroksidasyona yol
açtığını, bunun da serebral vazospazmın
etyopatogenezinde önemli bir rolü olduğunu ileri
sürdüler. Serebral vazospazm olduğu düşünülen
hastalarda klinik ve radyolojik değerlendirme
birlikte yapılmalıdır. Klinik vazospazm beyin
iskemisi sonucu geç başlayan nörolojik kayıpla
karakterizedir. Klasik olarak kanamanın 3 ile 7.
günleri arasında başlar ve 14. günden sonra geriler.
Tanıda transkranial doppler ultrasonografi (TDUS)
ilk tercih edilen noninvaziv, kolay ve yatak başı
uygulanabilir bir yöntemdir. Serebral arterlerdeki
akımı gösterebilmesi açısından önemli bir tetkiktir
(16). Anjiografik vazospazm yaklaşık %70-80
oranında gözlenirken, klinik vazospazm ise %30
gözlenir.
Serebral vazospazm klasik olarak
anevrizma rüptürüne bağlı SAK’ın komplikasyonu
olmasına rağmen % 5-10 oranında ağır kafa travması
ve daha az oranlarda meningeal enfeksiyon ve diğer
serebrovasküler hastalıklarda görülebilir. (17,18).
Kanda bulunan granülositler, monositler, lenfositler
inflamasyon sahasına gelir ve TNFα, IL-1α, IL-1β,
IL-6
ve
IL-8
substratlarını
salgılatarak
inflamasyonun akut evresini başlatmış olur. Bu
inflamatuar mediatörlerin sentezi ve düzenlenmesi
ise normalde hücre sitoplazmasında inaktif halde
bulunan bir transkripsiyon faktörü, Nükleer Faktör
kappaB (NF-κB) tarafından sağlanır. İnaktif halde
bulunan NF-κB’yı reaktif oksijen türevleri (ROT),
hidroksiradikal (OH⁻) ve superoksid (O⁻) gibi
serbest radikaller ve hidrojen peroksid (H₂O₂), aktive
ederek vazospazmın inflamasyon kaskadını başlatır.
NF-kappaB adezyon molekülleri ve sitokinlerin
düzenlenmesini sağlayarak serebral vazospazmda
etkili olabilecegi düşünülmektedir (19,20,21).
Yine yapılan çalışmalarda bir başka teoride ise SAK
‘da subaraknoid mesafedeki oksihemoglobinin
oksidasyonu
ile
subaraknoid
aralıkta
methemoglobin ve superoksit anyon radikallerini
oluşturduğu gösterilmektedir.
Bunlarında lipit
peroksidasyonuna yol açtığı ve serbest radikallerin,
lipit peroksidasyonu sonucu oluşan hidroksil
radikaller ile lipit peroksitlerin güçlü vazospazm
etkinliğe sahip olduğu gösterilmektedir (8,22).
Endotel hücreleri NO gibi vazodilatator ve endotelin
(ET) gibide vazokonstriktor maddeler üretmektedir.
Serebral vazospazma yol açan en önemli faktörlerin
endotel kaynaklı olduğu düşünülmektedir. Hayvan
deneylerinde ve klinik çalışmalarda SAK sonrası NO
düzeylerinin 10. dakikada düştüğü gösterilmistir. Bu
durumda endotel disfonksiyonuna sebep olan asıl
faktörün oksihemoglobin veya biluribin olduğu
tahmin edilmektedir. SAK sonrasında hemoglobin
NO’e bağlanarak etkisini azaltmaktadır. SAK’ın
inflamatuar sürecinde ET-1 de sentezlenmektedir.
Subaraknoid mesafedeki kan pıhtısının hemolizi
sonrasında
lökositlerden
ET-1
sentezi
indüklemektedir. ET-1 hem vazokonstriksiyona yol
açar hem de endotelyal ve düz kas hücrelerinde
proliferatif etki gösterek vazospazm oluşturmaktadır
(23). Subaraknoid aralıktaki pıhtı kaynaklı
oksihemoglobin endotelden ET-1 sekresyonunu
arttırır. ET bilinen endojen vazokonstrüktör
maddelerin en güçlüsüdür (24).
TQ, demir bağımlı lipit peroksidasyonun güçlü bir
şekilde engeller. Bu etkisini vazospazmotik etkinliği
olan serbest oksijen radikallerinin ve peroksit
radikallerinin oluşumunu engelleyerek sağladığı
yapılan çalışmalarda gösterilmiştir. Yine yapılan
çalışmalarda TQ’nun vazospazmotik etkisi olan
proinflamatuar sitokinlerin yapımını azalttığı
görülmektedir (21). Yapılan çalışmalarda TQ’nun
vazospazmotik etkisi olan IL-1, TNF-alfa, IL-6 gibi
proinflamatuar sitokinlerin “NF-KB patolojik sinyal
yolağı” üzerinden yapımını azalttığı görülmektedir
(11,12).
TQ'nun anti oksidatif potensiyeli, molekülün kuinon
yapısının redoks özellikleri, TQ'nun fizyolojik
engeller arasında çapraz geçiş yapma kabiliyeti ve
subselüler bölümlere kolay erişimine bağlı olarak
ortamdaki serbest radikallerin etkilerini yok eder
(25). TQ, bir dizi oksido redüksiyon sonrası oluşan
metabolitler ile endojen anti-oksidan savunma
moleküllerini aktive ederek serbest radikallerin
zararlı etkilerini önler. Bu metebolitler, hemoglobin
ve miyoglobin'in oksidatif stresini önlemede
etkindirler. GSH, SOD, katalaz (CAT), glutatyon-Stransferaz (GST) ve glutatyon peroksidaz (GSH-Px)
hücrelerin anti-oksidan sistemini oluşturmaktadır.
Antioksidan enzimlerin, serbest radikal kaynaklı
oksidatif hasarı nötralize etmesinden sorumlu
olduğu iyi bilinmektedir (26).
Oksidatif hasara bağlı hastalıklarda tedavi amacıyla
doğal antioksidan bileşikler ve fitokimyasalların
kullanılması, serbest radikalleri azaltarak oksidatif
hasar kaynaklı patogenezde iyileşme sağlamıştır
(27). Antioksidan enzimler hücresel savunma
sisteminde reaktif oksijen türlerine (ROT) karşı
vücudu korur. TQ ROT'a karşı güçlü bir fitokimyasal
antioksidan etki oluşturur (11). TQ ‘nun antioksidan,
antiinflamatuar, antiapopitotik, antitümör ve
57
antimetaztatik etkinliği olduğu bilinmektedir. Bu
etkinliği yapılan çalışmalarda gösterilmiştir.
Yaptığımız bu çalışmada ilk olarak Solomon ve
arkadaşları tarafından geliştirilmiş olan sisterna
magnaya kan enjeksiyonu yöntemi kullanılmıştır.
SAK modellerinde birçok hayvan kullanılmış olup,
biz çalışmamızda en yaygın olarak kullanılan ratları
tercih ettik. SAK oluşturmak için en fazla kullanılan
3 yöntemden birincisi; arter içerisine bir kateter
yardımı ile girilip, bifurkasyon noktasının rüptüre
edilerek SAK oluşturulmasıdır, ikincisi; arterin
uygun diseksiyonu sonrasında otolog kanın arter
etrafına enjekte edilmesidir, üçüncüsü ise; başka bir
bölgeden alınan otolog kanın sisterna magnaya
enjekte edilmesi suretiyle oluşturulan SAK’tır.
(13,28) Kullandığımız tekli kanama modelinde SAK
sonrası vazospazmın en şiddetli birinci saat sonlarına
doğru oluştuğu, 48 saat devam ettiği ve daha
sonrasında vazospazmın yavaş yavaş azaldığı
bilinmektedir. (14)
Günümüzde geçerliliğini sürdüren SAK tedavilerini
değerlendirdiğimizde; ilk olarak “3H” tedavisinden
bahsetmek gerekir. Hipertansiyon, hipervolemi ve
hemodilüsyon triadından oluşan bu yöntemle
intravasküler hacmin arttırılması ile doku
perfüzyonunun yeniden sağlanarak iskeminin geri
döndürülmesi amaçlanmaktadır. Ancak pulmoner
ödem, serebral ödem, İKB artışı, hemorajik enfarkt
gelişimi, yeniden kanama, kardiyak aritmi, miyokart
iskemisi gibi komplikasyonlardan dolayı tedavinin
kullanım alanı ve güvenirliliği daralmakta olup,
bakım maliyetinde artışa sebep olmaktadır. (29)
Kalsiyum kanal blokörleri de tedavi de
kullanılmakta olup, damar düz kas hücrelerine Ca
girişini
engelleyerek
vazospazmdan
beyni
korumaktadır. En sık ve yaygın olarak kullanılanı
Nimodipin olup, nörolojik hasarı ve kötü prognozu
düzelttiği bilinmektedir (30). Ancak fibronolitik
aktiviteyi arttırması sebebiyle yeniden kanama
riskine yol açmasının yanı sıra, karaciğerden itrah
edilmesinden dolayı karaciğer fonksiyon bozukluğu
olan hastalarda dikkatli kullanılması gerekir. Başka
bir kalsiyum kanal blokörü olan Nikardipin ise
intraatriyel bolus olarak verilmesiyle anjiyografik
vazospazmı azalttığı görülmüştür, lakin invaziv bir
yöntem olması kullanımını sınırlamaktadır (31).
Kanama sonrasında ve iskemik süreç boyunca
oluşabilecek ödem için, kortikosteroid kullanılması
sitotoksik ödemi çözücü etkisi bulunmasına rağmen;
uzun dönemde enfeksiyon, GİS kanama,
hiperglisemi gibi etkilere sebep olmaktadır. Bu da
kullanımını kısıtlayıcı bir etmendir. (32)
Son yıllarda vazospazmın tedavisinde statinlerin
kullanımı gündeme gelmiştir. SAK öncesi statin
kullanan hasta grubunda vazospazmın görülme
sıklığı normal popülasyon ile kıyaslandığında
belirgin olarak azalmıştır. Kanama sonrası statin
başlananlarda da anjiyografik vazospazmın ve
iskemik hasarın daha az görünmesi sevindirici bir
gelişmedir. (33)
Milrinon inotropik bir ilaç olup, fosfodiesteraz-3
inhibisyonu yaparak damarlarda vazodilatatör etki
gösterir. Serebral vazospazmı azaltarak nörolojik
düzelme sağlaması yanında pulmoner ödem,
miyokardiyal
iskemi,
hipotansiyon
gibi
komplikasyonları da azaltmaktadır. (34)
ETA reseptör antagonisti olan Clazosontan’ın
kullanıldığı çalışmalarda; vazospazmı önlediği, bazı
hastalarda spazmı tamamen tedavi ettiği
bildirilmiştir. Fakat ciddi hipotansiyon gelişme riski
kullanımı sırasında göz ardı edilmemelidir. (35)
Bunların yanı sıra invazif bir yöntem olan Papaverin
paletlerinin
operasyon
sonrasında
arter
segmentlerinin üzerine yerleştirilmesinin de
vazospazmı postoperastif olarak engellediği ve
herhangi bir yan etkisinin olmadığı gösterilmiştir.
Papaverin’in buradan yola çıkarak intraatriyal
infüzyon yöntemi ile kullanılmasının nörodefesit
oluşumu ve vazospazmı azaltacağı düşünülmekle
beraber,
refleks
vazokonstrüksyona
neden
olabileceği de öne sürülmektedir. (36)
Mevcut tedavilerle kıyaslandığında; antispazm,
antiapopitotik, antienflamatuar ve nöroprotektif
etkileri bulunan ajanlarla, TQ’nun etkilerinin benzer
olduğu görülmektedir. Deneyimiz sonucunda çıkan
istatiksel verilere bakıldığında da TQ’nin umut vaat
edici bir ajan olarak karşımıza çıkmaktadır. Henüz
klinik çalışması bulunmaması nedeniyle insanda
SAK’taki etki profili tam olarak bilinemese de,
yaygın olarak kullanılan, temini kolay olan, maliyeti
düşük bir madde olması ve kayda değer bir yan
etkisinin görülmemiş olması, güven aralığının geniş
olması; TQ’un ilaç geliştirilmesi için uygun bir aday
olarak görünmektedir. Deneyimizde elde ettiğimiz
veriler sonucunda TQ’nun SAK gelişmeden önce
kullanımının apopitoz ve vazospazmda azalmaya yol
açtığı sonucuna varılmıştır. Buradan yola çıkarak
TQ’nun risk grubunda profilaktik bir ajan olarak
kullanımının olabileceğini düşünmekteyiz. Var olan
tedavilerin halen SAK’ın medikal sağaltımında
yeterli olmadığı ve bu ilaçların yan etkilerinin
mortalite ve morbidite üzerinde olumsuz etkileri ya
da kullanım alanlarını kısıtlaması, halen bu sahada
daha etkin ve güvenilir ilaçlara ihtiyaç olduğunu
göstermektedir.
5.
SONUÇ
Yaptığımız deneysel çalışmada elde ettiğimiz
verilere göre, literatürde daha önce santral sinir
sistemi ile ilgili yapılan SAK modeli dışındaki
58
çalışmalarda
antioksidan,
antienflamatuar,
antiapopitotik etkinliği gösterilmiş olan TQ’nun
yaptığız SAK sonrası ana vasküler yapılarda gelişen
vazospazmı tedavi edici ve apopitozu önleyici
etkisini tespit ettik.
Literatür taraması sonucunda TQ’nun etkinliği,
güvenirliği, kullanım kolaylığı, ulaşılabilirliği
hakkında anlamlı sonuçlara ulaşılmıştır. Deneyimiz
sonucunda elde ettiğimiz patolojik bulgular ve
istatistiki değerlendirmeler ilacın etkinliğini ve
güvenirliğinin olduğunu gösterdi. Sonuç olarak bu
ajan ile ilgili ayrıntılı çalışmalara başlanmasının
SAK’ın en mortal komplikasyonu olan vazospazmı
önlemekte faydalı olacağı kanaatindeyiz.
6.
KAYNAKLAR
1.Weir B. (ed)Subarachnoid Hemorrhage:
Causes and cures. Oxford University Press. NY.
1998; 144-176
2.Bederson JBi Connoly ES, Batjer HH, et al.
Guidelines for the manangement of aneurysmal
subarachnoid hemorrhage. A statement for
Healthcare Professionals from a Special Writing
Group of the Stroke Council, American Heart
Association. Stroke 2009; 40: 994-1025
3.Kocaeli H, Korfalı E. Anevrizmal
subaraknoid kanama ve komplikasyonları. Temel
Nöroşirurji. Korfalı E, Zileli M (ed). Türk
Nöroşirurji Derneği Yayınları, Ankara, 2010, sayfa
803-814
4.De Rooij NK, Linn FH, van der Plas JA, et al.
Incidence of subarachnoid haemorrhage: a
systematic review with emphasis on region, age,
gender and time trends. J Neurol Neurosurg
Psychiatry. 2007 Dec; 78(12): 1365-72.
5.Van Gijn J, Kerr RS, Rinkel GJ. Subarachnoid
haemorrhage. Lancet 2007; 369: 306-18
6.Findlay JM. Cerebral Vasospasm in
Youmans’ Neurological Surgergy, Winn HR(ed),
Elsevier, Philedelphia 2014, sayfa 3791-3800
7.Eisenhut M. Vasospasm in cerebral
inflammation. Int J Inflam. 2014;2014: 509-707
8.Cook DA, Volrath B: Free radicals and
intracelluler events associated with cerebrovascular
spasm. Cardiovasc Res 1995; 30: 493-500
9.Ali BH, Blunden G. Pharmacological and
toxicological properties of Nigella Sativa. Phytother.
Res. 2003; 17: 299-305
10.Taborsky J, Kunt M, Kloucek P, et al.
Identification of potential sources of thymoquinone
and related compounds in Asteraceae, Cupressaceae,
Lumiaceae, and Ranunculaceae families. Cent Eur J
Chem. 2012; 10: 1899-1906
11.Mansour MA, Nagi MN, El-Khatib AS, et al.
Effects of thymoquinone on antioxidant enzyme
activities, lipid peroxidation and DT-diaphorase in
diffirent tissues of mice a possible mechanism of
action. Cell Biochem Funct 2002; 20: 143-151
12.Vaillancourt F, Silva P, Shi Q, et al.
Elucidation of molecular mechanisms underlying the
protective effects of thymoquinone against
rheumatoid arthritis. J Cell Biochem. 2011; 112:
107-117
13.Marbacher S, Fandino J, Kitchen ND.
Standard intracranial in vivo animal models of
delayed cerebral vasospasm. Br J Neurosurg. 2010;
24: 415-34
14.Barry KJ, Gogjian MA, Stein BM. Small
animal model for investigation of subarachnoid
hemorrhage and cerebral vasospasm. Stroke. 1979;
10: 538-41.
15.Sasaki T, Wakai S, Asano T, Watanabe T,
Kirino T, Şano K. The effect of a lipid hydroperoxide
of arachidonic acid on the canine basilar artery. An
experimental study on cerebral vasospasm. J
Neurosurgery. 1981;54: 357-365.
16.Mills JN, Mehta V, Russin J, et al. Advanced
imaging modalities in the detection of cerebral
vasospasm. Neurol Res İnt. 2013;2013:415960.
17.Findlay JM: Cerebral vasospasm in
Youmans’ Neurological Surgery, Winn HR (ed),
Elsevier, Philedelphia 2014; sayfa: 3791-3800
18.Haley EC Jr, Kassell NF, Apperson-Hansen
C, Maile MH, Alves WM: A randomized, double
blind, vehicle controlled trial of tirilazad mesylate in
patients with aneurismal subarachnoid hemorrhage:
A cooperative study in North America. J neurosurg
1997;86: 467-474
19.Bowman G, Bonneau RH, Chinchilli VM,
Tracey KJ, Cockroft KM. A novel inhibitor of
inflammatory cytokine production(CNI-1493)
reduces rodent post- hemorrhagic vasospasm.
Neurocrit Care. 2006; 5: 222-9
20.Gallia GL, Tamargo RJ. Leukocyteendothelial cell interactions in chronic vasospasm
after subarachnoid hemorrhage. Neurol Res. 2006;
28: 750-8
21.Zhou ML, Shi JX, Hang CH, Cheng HL, Qi
XP, Mao L, Chen KF, Yin HX. Potential
contribution of nuclear factor-kappa B to cerebral
vasospasm after experimental subarachnoid
hemorrhage in rabbits. J Cereb Blood Flow Metab.
Feb 7 2007.
22.Misra HP, Fridovich I. The generation of
superoxide radical during the autooxidation of
hemoglobin. J Biol Chem 1972; 10: 6960-62
23.Grasso G: An overview of new
pharmacological treatments for cerebrovascular
dysfunction after experimental subarachnoid
hemorrhage. Brain Res Brain Res Rev 2004; 44 : 4963
24.Yanagisawa M, Kurihara H, Kimura S,
Tomobe Y, Kobaya-shi M, Mitsui Y. A novel potent
vasocontrictor peptide pro-duced by vascular
endothelial cells. Nature 1988;332:411-5.
59
25.Badary OA, Taha RA, Gamal El-Din AM, et
al. Thymoquinone is a potent superoxide anion
scavenger. Drug Chem Toxicol 2003; 26: 87-98
26.Darakhshan S, Pour AB, Colagar AH,
Sisakhtnezhad S, et al. Tyhmoquinone and its
therapeutic potentials. Pharmacological Research.
2015; 95-96: 138-158.
27.Salem ML. Immunomodulatory and
therapeutic properties of the Nigella sativa seed. Int
Immunopharmacol. 2005; 5: 1749-1770
28.Solomon RA, Antunes JL, Chen RY, et al.
Decrease in cerebral blood flow in rats after
experimental subarachnoid hemorrhage: a new
animal model. Stroke. 1985; 16: 58-64.
29.Sen J, Belli A, Albon H, Morgan L, Petzold
A, Kitchen N. Triple-H therapy in the management
of aneurysmal subarachnoid haemorrhage. Lancet
Neurol. 2003; 2: 614- 621
30.Roos YB, Levi M, Carroll TA, et al.
Nimodipine increases fibrinolytic activity in patients
with aneurysmal subarachnoid hemorrhage. Stroke.
2001; 32: 1860-2.
31.Linfante I, Delgado-Mederos R, Andreone
V, et al. Angiographic and hemodynamic effect of
high concentration of intra-arterial nicardipine in
cerebral vasospasm. Neurosurgery. 2008;63: 10806; discussion 86-7.
32.Lannes M, Teitelbaum J, del Pilar Cortes M,
et al. Milrinone and hemeostasis to treat cerebral
vasospasm
associated
with
subarachnoid
hemorrhage: the Montreal Neurological Hospital
Protocol. Neurocrit Care.2012;16: 354-62
33.McGirt MJ, Blessing R, Alexander MJ, et al.
Risk of cerebral vasopasm after subarachnoid
hemorrhage reduced by statin therapy: A
multivariate analysis of an institutional experience. J
Neurosurg. 2006; 105: 671-4.
34.Huang D, Shenoy A, Cui J, et al. In situ
detection of AP sites and DNA strand breaks
bearing 3'-phosphate termini in ischemic mouse
brain. FASEB J. 2000; 14: 407-17.
35.Bautista C. Unresolved issues in the
management
of
aneurysmal
subarachnoid
hemorrhage. AACN Adv Crit Care. 2012; 23: 17585.
36.Dalbasti T, Karabiyikoglu M, Ozdamar N, et
al. Efficacy of controlled-release papaverine pellets
in preventing symptomatic cerebral vasospasm. J
Neurosurg. 2001; 95: 44-5
60