Location via proxy:   [ UP ]  
[Report a bug]   [Manage cookies]                

TÜRKİYE’DE SANAT TARİHİNİN DURUMU

Özet Sanat tarihinin bir dal haline gelişi Avrupa’da başlamış ve 18. Yüzyılda çerçevesi oluşturulmuştur. Tezkiretü’l-Ebniye gibi bir mimarın eserlerinin, dönem şairlerinin anlatıldığı kaynaklara, Hadikatü’l-Cevami gibi İstanbul’daki eski camilerin anlatıldığı eserlere karşılık Osmanlıda günümüzdekine benzer bir sanat tarihçiliği yoktur. 19. Yüzyılda Avrupa’dan bazı sanat tarihi eserleri Türkçeye çevrilir. 1857-1923 arasında Osmanlıda sanat tarihiyle ilgili 59 kitap yayımlanır. 1917’de Strzygowski’nin Türk sanatı kavramını yazması sanat tarihçiliğimizin temelidir. C. Esad Arseven Cumhuriyet döneminde sanat tarihçiliğimizin kurucularındandır. 1943’te İstanbul, 1954 yılında Ankara Üniversitelerinde sanat tarihi bölümlerinin kuruluşuyla gelişme başlar. Başlangıçta Türk sanatının ana yapısı oluşturulmaya çalışılır. 1990’lı yıllardan itibaren sanat tarihi bölümlerinin çoğalmasıyla günümüzde belgeleme aşaması tamamlanmak üzeredir. Bağlı olarak kuramsallaşma ve yorum ağırlıklı çalışmalar artmaktadır. Halen 35 sanat tarihi bölümünden 31 tanesine yılda 2466 öğrenci alınmaktadır. İş alanlarının azlığına göre bu sayı çoktur. Orta öğretimde sanat tarihi derslerinin büyük ölçüde seçmeli oluşu, ÖSYM sınavlarında sanat tarihi sorularına yer verilmeyişi, gençlerimizde sanat tarihine ilgiyi zayıflatmaktadır. Devlet müzelerindeki sanat tarihçisi sayısı olması gerekenin çok altındadır. Hepsinden önemlisi toplum düzeninde, bugünü oluştururken eski kültüre bir işlev verilmemesidir. Anahtar kelimeler: Türk sanatı, kavram, eğitim, toplumdaki yeri

21. YÜZYILDA SOSYAL BİLİMLER TÜRKOLOJİ YAZILARI, 7, 21. YÜZYIL TÜRKİYE ENSTİTÜSÜ YAYINI, ANKARA, 2014, 85-114. 85. SAYFA TÜRKİYE’DE SANAT TARİHİNİN DURUMU Prof. Dr. Halit Çal Gazi Ünv. Edebiyat Fak. Sanat Tarihi Bölümü 87. SAYFA Özet Sanat tarihinin bir dal haline gelişi Avrupa’da başlamış ve 18. Yüzyılda çerçevesi oluşturulmuştur. Tezkiretü’lEbniye gibi bir mimarın eserlerinin, dönem şairlerinin anlatıldığı kaynaklara, Hadikatü’l-Cevami gibi İstanbul’daki eski camilerin anlatıldığı eserlere karşılık Osmanlıda günümüzdekine benzer bir sanat tarihçiliği yoktur. 19. Yüzyılda Avrupa’dan bazı sanat tarihi eserleri Türkçeye çevrilir. 1857-1923 arasında Osmanlıda sanat tarihiyle ilgili 59 kitap yayımlanır. 1917’de Strzygowski’nin Türk sanatı kavramını yazması sanat tarihçiliğimizin temelidir. C. Esad Arseven Cumhuriyet döneminde sanat tarihçiliğimizin kurucularındandır. 1943’te İstanbul, 1954 yılında Ankara Üniversitelerinde sanat tarihi bölümlerinin kuruluşuyla gelişme başlar. Başlangıçta Türk sanatının ana yapısı oluşturulmaya çalışılır. 1990’lı yıllardan itibaren sanat tarihi bölümlerinin çoğalmasıyla günümüzde belgeleme aşaması tamamlanmak üzeredir. Bağlı olarak kuramsallaşma ve yorum ağırlıklı çalışmalar artmaktadır. Halen 35 sanat tarihi bölümünden 31 tanesine yılda 2466 öğrenci alınmaktadır. İş alanlarının azlığına göre bu sayı çoktur. Orta öğretimde sanat tarihi derslerinin büyük ölçüde seçmeli oluşu, ÖSYM sınavlarında sanat tarihi sorularına yer verilmeyişi, gençlerimizde sanat tarihine ilgiyi zayıflatmaktadır. Devlet müzelerindeki sanat tarihçisi sayısı olması gerekenin çok altındadır. Hepsinden önemlisi toplum düzeninde, bugünü oluştururken eski kültüre bir işlev verilmemesidir. Anahtar kelimeler: Türk sanatı, kavram, eğitim, toplumdaki yeri GİRİŞ Bu yazı, Türkolojinin bugünkü durumunu belirlemeye çalışmanın bir parçası olarak sanat tarihi bilim dalının Türkiye’deki yerini ortaya koyma amacıyla hazır88. SAYFA lanmıştır. Kavram, kapsam, yöntem, terminoloji gibi pek çok açıdan onlarca doktora tezi konusu olabilecek bir konudur. Burada ayrıntılara girilmeden mevcut durum özetlenecek, sanat tarihinin Osmanlı döneminde ortaya çıkışı, Cumhuriyet ile kazandığı ivme, bugünkü durumu ve sanat tarihçilerin problemlerine değinilecektir. Ayrı bir yazı hazırlandığından burada kazılar konusuna girilmemiştir. Neden Sanat Tarihi: Sanat eserleri, bir toplumun geçmişte ulaştığı seviyeyi bugüne taşırlar, toplumun bugünü kurmasındaki temellerden biridir. Sanat tarihi, geniş anlamıyla mimarlık, resim ve heykelden müzik, tiyatro, bale gibi alanlara kadar sanatla ilgili her dalı kapsar. Ancak ülkemizdeki uygulamasıyla sanat tarihini ana çizgileriyle, toplumun eski kültürüne ait taşınır ve taşınmaz maddi ürünlerinin incelendiği bilim dalı olarak kabul edebiliriz. Bu yüzden de bazen plastik sanatlar vurgulaması yapılmıştır. Bu tanımın hangi maddi ürünleri ve zaman dilimini kapsadığı tartışılan bir konudur. Bu teorik tartışmalara olabildiğince az girip mevcut durumu ortaya koymaya çalışacağız. Avrupa’da Sanat Tarihi: Daha öncesinden de söz edilebilmekle beraber ekonomik değeri, güzel bulma, yöneticiye toplum karşısında bir yasallık sağlama ve gücünü gösterme gibi çeşitli nedenlerle devlet kurulma aşamasından beri sanat eserlerinin önemsendiğini kabul edebiliriz. Babil Kralı Nabunaid, kral Nabukednazar (İ.Ö. 605-562) zamanında kral Burnaburyaş (İ.Ö. 1359-1333) döneminden bir tapınağın bulunduğunu, kendi iktidarında da (İ.Ö. 6. Yüzyıl) Hammurabi (İ.Ö. 1792-1751) zamanından kalma tapınağın kazısını yaptırdığını, aslına benzeterek inşa ettirdiğini ve Hammurabi döneminin yazıtını da yeni binaya yerleştirdiğini belirtmiştir (Schnapp,2001,s.45-46). Önceki dönem eserlerinin korunduğu, kazı ve arkasından restorasyon yapıldığı görülüyor. Nabukadnezar’ın sarayındaki İ.Ö. 3. Bin ile İ.Ö. 7. Yüzyıl arasından tabletler ve yontular (Schnapp,2001,s,61) geçmişe verilen değeri gösterir. Ortadoğu’nun antik geçmişinde izlenebilen bu uygulamalara karşılık; sanat ve sanatçı konularında bilinçli sayılabilecek tutumlar Antik dönem Batı dünyasında dikkati çeker. Bunun sonucu olarak Sanat Tarihi disiplini Avrupa’da ortaya çıkar ve gelişir. Grek dünyasının Aristo (384-322), Plotinos (203-270), Yaşlı Plinius (İ.Ö. 3. yy.) gibi düşünürleri, dönemlerinin sanatı ve sanatçıları hakkında bilgiler vermelerine karşılık daha eski kültürlerden söz etmezler (Mülayim,1982,s.24-25). Ancak Platon (427-348), eskinin araştırılmasıyla ilgilenmiştir (Anonim,Cogito,2001,s.27). Callistratus, Vitrivius vd.nin eserlerine göre Roma imparatorluğunda da durum fazla değişmemiştir. Önemli olan yaşanılan dönemin sanat ideali, sa89. SAYFA natçıları ve eserleridir. Rönesans Avrupa’sında bu tutum devam eder: Cimabue, Giotto gibi sanatçılar tanıtılırken Alberti ve Lenorda Da Vinci gibi sanatçılar, sanat hakkında yazarlar. Villani (1381) ve Ghiberti’nin (1379-1455) Grek dünyasından başlayıp kendi dönemine kadar sanatçıları, sanatı ve sanat üsluplarını anlattığı eserleri önemlidir. Ancak Vasari’nin (15111574) 1550 yılında basılan La Vita (Hayatlar) kitabı, sanatı doğan-büyüyen - ölen bir canlı gibi görmesi, üslup kavramını ileri sürmesi ve büyük sanatlar ve küçük sanatlar ayrımını yapmasıyla ilk sanat tarihi eseri olarak kabul edilir (Mülayim, 1982,s.26). Baldinucci (16241696) sanat terimleri sözlüğü, Karel Van Mander (1548-1609) Grek, İtalyan ve Alman ressamları anlattığı eserleriyle önemlidir. 17. Yüzyılda Fransa’da Bizans sanatına ilgi başlar. İskandinav arkeologların höyüklere katmanbilim yöntemini uygulamaları (Schnapp,2001,s.63) arkeoloji ve sanat tarihinin 18. Yüzyıldaki gelişmesinin habercisidir. Sanat tarihinde asıl gelişme estetik ve felsefe dallarının kurulması, Roma, Pompeii (1748) ve Herculaneum (1763) kazılarıyla 18. Yüzyılda başlar. Winckelmann (1717-1768), Sanatın Tarihi adlı kitabıyla (1764) sanat tarihini bir düzene sokar. Üslupların belirlenmesi için bir yöntem önerir. Hegel (1770-1831) dünya sanatını Sembolik (doğu sanatı), romantik (Grek) ve klasik (kaynağı Hıristiyanlık olan çağının sanatı) diye üç başlıkta ele alır. 19. Yüzyılda sanat tarihi, teorik tartışmalarla yetinilmeyip, sanat eserlerinin belirli yöntemlerle incelenmesine göre yazıldı. Yüzyılın başında Avrupa’da sanat tarihi bölümleri kurulur. H. Wölflin (18641945), Sanat Tarihinin Temel Kavramları kitabıyla (1915) sanat tarihinde biçime dayalı yorumları öne çıkarır (Mülayim, 1982,s.23-38). Herodot’tan bu yana pek ilgi çekmeyen Orta Asya’daki Türk sanatı için özellikle 19. Yüzyılda Avrupalı ve Rus araştırmacıların önemli eserleri ve kazıları vardır (Mülayim, 1989). Osmanlıda Mimari Üzerinden Geçmişe Bakış: Selçukludan Osmanlıya Türkiye’de Türk-İslam döneminden önceki uygarlıkların eserlerine genel olarak değer verilmez (Madran,1985). Selçuklularda antik heykellerin kale duvarlarında ve evlerde kullanımı bir dolaylı korumayı gösterirken, Osmanlıda topraktan çıkarılan bir heykel anında kırılabilmektedir. Ören yerlerindeki taşların, yeni yapılacak binalar için sökülmesiyle ilgili çok sayıda belgenin yanı sıra, az da olsa buna izin verilmediği de biliniyor. Türk-İslam döneminde düzen, vakıf yoluyla kurulmuştur. Yapıların çoğunun inşası, bakımı, onarımı vakıf hukuku içinde yapıldığından bu konuda ayrıca bir hukuk düzeni kurulmamıştır. Osmanlı devletinin toprak kayıpları artıp vakıfların kaynakları kesilince, Evkaf Nezareti kurulup kaynaklar tek havuzda toplanmaya çalışılmıştır. Diğer yandan öncelikle yabancıların kazı isteklerini bir düzen altına almak için asar-ı atika nizamnameleri çıkarılmıştır. Bu yasaların, bu konudaki bilinçlenmeyi artırdığı anlaşılıyor. Öncelikle 1906 Asar-ı Atika Nizamnamesi’nin 4. 90. SAYFA Maddesiyle İslami eserler de yasa kapsamına alınmıştır. Eserlerin, eskiden olduğu gibi iki mimarın keyfi onarımına bırakılamayacağı anlaşılınca 1917 yılında Asar-ı Atika Muhafaza Encümeni kurulmuştur. Bu kurum 1951 yılında Gayrımenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu, 1983 yılında da Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıkları Yüksek Kurulu’na dönüştürülmüştür. Osmanlı döneminde İslam öncesi uygarlıkların neredeyse yok sayılmasına karşılık Türk-İslam yapılarına tavır da çelişkilidir. Bir yandan İslam hukuku gereği fethedilen İslam devletlerinden kalan vakıflar devam ettirilmiş, Şam Ümeyye Camisi veya Konya Mevlana Türbesi gibi önemli görülen yapılarda “tarz-ı kadim üzre” ifadesiyle onarımın aslına uygun olmasına dikkat edilmiştir. Fakat bu tür örnekler azdır. Onarımların çoğunda yapının yıkılıp yenilendiği ya da, dönemin üslubuna göre onarıldığı biliniyor. Selçukludan Osmanlının 19. Yüzyılına kadar yapım tekniklerinde önemli bir değişiklik olmadığından, maliyetine göre bir yapıyı onarmak kadar yeniden yapmak da düşünülüyordu. İznik Hayreddin Paşa Mescidi döşeme mermerlerinin İstanbul’da yapımı süren bir yapı için söktürülmesi, bu konuda bir ilke oluşturulamadığı, İslam ya da İslam öncesi ayrımına her zaman bakılmadığını ortaya koyuyor. 19. Yüzyılda ise reformlarla ayakta kalmaya çalışan ve yüzünü batıya dönmüş Osmanlı, kendi geçmişini gözden çıkarılabilmişti (Mülayim, 2009,s.14-20).Cumhuriyetin ilk döneminde ve Menderes hükümetlerinde İstanbul’un imarı sırasında yıkılan Osmanlı eserleri, temel dürtünün ideolojik olmadığını gösteriyor (bkz:Madran,1985; Çal, 1990,s.30-32). Türkiye’de Sanat Tarihi: Osmanlı Dönemi: Günümüzdeki anlamda bir sanat tarihçiliği yoktur. Genellikle dönem sanatçıları hakkında bilgi verilir. Sai Çelebi’nin (ö. 1595) Mimar Sinan’ı anlattığı Tezkiretü’l Bünyan, Cafer Çelebi’nin Sedefkar Mehmet Ağa hakkındaki Risale-i Mimariye (Cezar, 2004,s.45-47), Tarih-i Cami-i Şerif-i Nur-u Osmaniye, Gelibolu’lu Mustafa Âli’nin (15411599) Menakıb-ı Hünerveran’ı, Seyyid İbrahim Efendi’nin (ö. 1650) yazı sanatıyla ilgili Gülzar-ı Savab ile Suyolcuzade’nin (ö. 1758) Devhatü’l Küttab’ı, Müstakimzade’nin (17191787) Tuhfe-i Hattatin’i, birer sanat tarihi kitabı değildirler. Dönem sanatçılarının hayatları yanı sıra, sanat dallarıyla ilgili geleneksel bilgileri de verdikleri için önemlidirler. İstanbul camilerinin anlatıldığı, 1781 yılında tamamlanan ve 1865 yılında eklemelerle yayımlanan Hadikatü’l-Cevami, Mecmua-i Cevami (1886) sınırlı bir konuda, Türklerce yazılan mimarlık tarihi kaynaklarıdır (Sürün, 2012,s.79). Güzellik kavramı ise edebiyat eserleri temelinde Servet-i Fünun akımında ele alınmıştır (Ayvazoğlu, 1991,s.980-985). Mustafa Celaleddin Paşa’nın (Konstantin Borzecki) LesTurcs Anciens et Modernes (1870), kitabı, M. L. Adam ve L. Cahun’un 1973 Paris Oryantalisler Kongresindeki, Türklerle Avrupalılar arasında akrabalık ve dil birliği olduğu şek91. SAYFA lindeki bildirileri, daha sonraki Osmanlı Türkçülük hareketlerine ve J. Strzygowski’ye zemin oluşturmuştur. Yüzyılın sonunda ilk defa Osmanlı ders kitaplarında Türklerin Orta Asya’daki atalarından söz edilir (Mülayim, 2009,s.28 ; Kök, 2009,s.36) 1876 yılında 1. Meşrutiyetin ilanına rağmen Osmanlı devletindeki dini azınlıkların giderek ayrılmaya yönelmeleri, Müslüman Osmanlı aydınları arasında önce İslamcı sonra da Türkçü görüşlere yol açmıştır. 1908 2. Meşrutiyet döneminde ise Türkçülük güçlenir. 1909 Asar-ı Atika Nizamnamesinde İslami eserlerin yasa kapsamına alınması, 1913 yılında Evkaf-ı İslamiye Müzesi’nin kurulması, bu ortamın belirtileridir. Sonunda da Neo-klasik ya da 1. Ulusal denen akım ortaya çıkmıştır. 1873 Viyana Sergisi için hazırlanan Usul-ü Mimari-i Osmani’de (1873), Osmanlı mimarisi, Yunan sanatındaki gibi sütun başlıklarından yola çıkılan üsluplar altında ele alınmaya çalışılmasına karşılık Osmanlının erken dönem yapılarına yer verilmesiyle önemlidir. Osmanlı dönemi sanat tarihi çalışmaları için en kapsamlı esere (Sürün, 2012) göre, 1857-1923 arasında sanat tarihi, monografi, sözlük, rehber, müze kataloğu olarak 59 kitap basılmıştır. Sanayi-i Nefise Mektebi’nde, (1882) gayrımüslim Osmanlı yurttaşları tarafından estetik ağırlıklı sanat tarihi dersleri verilir. İlk sanat tarihi eseri olarak İzmir Mekteb-i İdadisi için Mahmut Esat tarafından hazırlanan Tarih-i Sanayi (1891-2) kitabında Türk sanatına yer verilmemiştir (Sürün, 2012,s.25). Dönemin dikkat çeken ismi, Osman Hamdi Bey’in damadı Vahit Bey (1873-1931), 1908-1928 yıllarında S. Reinach’ın Apollo Tarih-i Umumi-i Sanat (1905) kitabına göre dersleri yürütür. Türkçeye çevirdiği kitap (1914), başlangıcından sonuna bir dünya sanat tarihidir. Müze-i Hümayun-u Osmani’ye Mahsus Muhtasar Rehnuma (1903), Bazı Istılahat-ı Mühimme-i Sanaiyye Hakkında Mütealaat (1915), Sanayi-i Nefise-i Şahane Mektebi’nde Mevcut Asar-ı Nakşiye İle Bazı Heyakilin Muhtasar Fihristi (1918),Vahit Bey’in yazdığı eserlerdir. Daha sonra Bayet’in, Sanaat-ı Tarihiye Muhtasar Sanat Tarihi (1928) kitabını çevirir. Batılı bir kimliği kabul etmiş olarak görülen (Mülayim, 2009,s.22) Vahit Bey 1910, 1916, 1927 tarihli makalelerinde sanat kavramı, güzel sanatların önemine değinmiştir (Nakipoğlu, 2008,s.153-157). Sanayi-i Nefise’de Türk sanatı dersleri ise 1920 yılından itibaren başlar, C. E. Arseven şehircilik – mimari derslerini verir. 1899’da mimarlık bölümünde mimarlık tarihi dersleri vardı (Ayvazoğlu, 1991,s.989 ; Nakipoğlu, 2008,s.8196,175 ;Batur, 2002,s.77). Bu dönemde Türkiye Selçukluları eserleri dikkat çekmeye başlar. İlk çalışmaları yapan C. Huart (1897) bunları Arap üslubunda, F. Sarre ise (1896) Bizans taklidi olarak görürler. Ancak kısa süre sonra Hartmann, Klingard ve Glück’in eserleri ile Selçuklu sanatı ayrı bir kimlik olarak kabul edilir (Eyice, 1972). Strzygowski(1973, s.6-7), Türk sanatının Keykubad dönemi ile başladığını ve Bizanslı ustalarca oluşturulduğunu söyleyen Sarre vd.nin yanıldığını ve Türk sanatının çok uzak bir geçmişe gittiğini belirtir. İhtifalci Mehmet Ziya ise “Bursa’dan Konya’ya Ziyaret” ve 92. SAYFA “Heyet-i Aliye Namına Konya Seyahati Hatırasından (1909) eserleriyle Türkleri temsil eder (Aslanapa, 1973). Celal Esad Arseven, Resim Dersleri (1897), Ressam Ve Mimarlara Mahsus Menazır (1900), Ressamlara Rehber (1902), Renkler Ve Yağlıboya (1903), Istılahat-ı Mimariyye (1908), Sanayi-i Nefise Istılahatı (1914) isimli eserleriyle daha çok batı sanatını Türkçeye aktarır (Ayvazoğlu, 1991,s.989-990 ; Mazlum, 2005,s.12). Arseven, Constantinople de Byzance a Stanboul (1909) adlı eserinde Türk sanatına bir bölüm ayırmıştır. Buradaki Türk sanatı ifadesinin Batıda olumsuz karşılandığı biliniyor (Kuban, 1969,s.18). Zekai Paşa’nın mimari mirasımız hakkında yazdığı “Mübeccel Hazineler, İstanbul Şems Matbaası, 1329/1913” adlı eseri, ilk sanat tarihi denemesi sayılmıştır (Altuner,2007,s.83). Osmanlı dönemindeki sanat tarihi çalışmaları giderek artar. Halil Edhem’in Kayseriyye Şehri Mebaniyye-i İslamiyye – Selçuklu Tarihinden Bir Kısım (1915), Türkler tarafından Selçuklu eserlerinden söz edilen ciddi ilk eserdir. Müze-i Hümayun Meskukat-ı İslamiye Kataloğu (1916) ise İslam eserlerine bütün olarak bakmanın önemli bir başlangıcıdır. 1917 yılı Türk sanatı tarihi için bir dönüm noktasıdır: Strzygowski, Altai Iran und Wölkerwanderung, Leipzig, 1917 adlı eseri ile ilk defa Türklerin İslamiyeti kabullerinden önce köklü ve eski bir sanatları olduğunu, İslam sanatı içinde de İran ve Araplardan ayrı üçüncü bir damar oluşturduğunu belirtip, Türk sanatını Buzul çağına kadar izlemeye çalışmıştır. Hatta ona göre arabesk terimi yanlıştır, doğrusu Türkesk olmalıdır (Glück, 1973, s.172 ; Ülkü, 1988,s.59,130). Strzygowski’den sonra Babinger, Eberhard, Stein, Gabriel ve Otto-dorn gibi batılı sanat tarihçileri Türk sanatını çeşitli yönleriyle ele almışlardır. H. Glück (1973,s.169) 1920 yılındaki konferansı ile Türk sanatı konusuna katkıda bulunur. Yeni Mecmua’nın 19-20-21. sayılarında (1917) Vahit Bey’in çevirdiği, Anadolu Selçuklu Sanatı hakkındaki üç makale (Nakipoğlu, 2008,s.114-116) yanlış ve eksik yorumlarına karşılık Selçuklu sanatı hakkındaki tartışmaları sürdürürler. Ressam Hüsnü, Osmanlının çeşitli dönemlerinden 42 camiyi incelediği Bedayi-i Asar-ı Osmaniye (1919) adlı kitabını “… bu memleketin öz Türk yurdu olduğunu cihana duyurmak …” için yazmıştır (Cephanecigil, 2009,s.431-432). Cumhuriyet Dönemi: Halil Edhem’in Elvah-ı Nakşiye Koleksiyonu (1923) kitabı, Türk resim sanatı hakkındadır (Ayvazoğlu, 1991,s.990). Aslanapa (1973,s.125), Kühnel’in Türkische und Islamische Kunst (1947) makalesindeki yorumlarını önemli görür. C. Esad ve Diez’in eserlerinde Selçuklu sanatına yer vermelerinden sonra O. Aslanapa, G. Öney ve D. Kuban’ın araştırmalarını sıralayabiliriz (Karpuz, 2009). Ancak 2000’li yıllardan itibaren Selçuklu sanatına ilgi azalır. 93. SAYFA C. E. Arseven, (1875-1971) Türk sanatı tarihinin ana yapısını oluşturmaya başlar: Türk Sanatı (1928), L’Art Turc (1939), Les Arts Decoratifs Turcs (1952), iki ciltlik Türk Sanatı Menşeinden Bugüne Kadar Mimari, Heykel, Resim, Süsleme Ve Tezyini Sanatlar (1956) ve beş ciltlik Sanat Tarihi Ansiklopedisi (1943-1952). Türk sanatını Orta Asya’dan başlayan bir bütünlük içinde ele alması ve özellikle terimlerin Türkçeleştirilmesiyle Türk sanatı tarihinin gerçek kurucularındandır (Ayvazoğlu, 1991,s.990). Strzygowski’nin öncülüğünden sonra Türk sanatının Orta Asya’dan Anadolu’ya sürekliliğini göstermeye, ana kurguyu oluşturmaya çalışan Celal Esad’tır (Kuban, 1969). Vahit Bey’in yazdığı düşünülen makalede (“Türk Sanatı ve Bursa’daki Mahsulatı”, Yeni Mecmua, 4, 1923, 173-175) Bizans, Arap ve İran sanatlarından farklı bir Türk sanatı olduğu, 1. Mahmut’tan (1730-1754) itibaren Osmanlı mimarisinin özellikle Fransız sanatı etkisine girmekle beraber bu etkinin bir kopyalama şeklinde olmadığı belirtilir. Osmanlı mimarisindeki merkezi kubbenin Osmanlı sanatının özgün yaratısı olduğunu belirtmesi (“Büyük Sinan İhtifali Vesilesiyle: Süleymaniye Camisi ve Türk Sanatı Hakkında Mücmel Mütalaat” Hayat, 75, 1927, 9-17), Osmanlı mimarisinin Ayasofya’nın taklidi olduğu şeklindeki Avrupalı sanat tarihçilerinin görüşlerine bir cevap tekrarıdır. Vahit Bey, 1926 yılında sanat tarihi derslerinin yalnızca Sanayi-i Nefise Mektebinde okutulmasından ve ayrı bir sanat tarihi bölümü olmamasından şikayetçidir (Nakipoğlu, 2008,s.116-118,171). Halil Edhem, Topkapı Sarayı (1931), Yedikule (1931), Camilerimiz (1932) adlı kitapları ve önemli makaleleri ile ilk dönemin dikkate alınması gereken isimlerindendir. Fuad Köprülü’nün Yeni Mecmua’da üç hafta Türk sanatı konusunu işlemesi etkili olmuştur. Köprülü (1973:184), erken dönemde sanat tarihçilerimizin İslam sanatı adlı iki ciltlik Fransızca kitaptan başka kaynak bilmediğini, Halil Edhem’den başka Strzygowski’yi bilen bulunmadığını, H. Glück’ün Turkische Kunst (1917) kitabındaki Türk sanatının genel gelişim kurgusunun önemini belirtir. Köprülü’nün gayretiyle Türkiyat Mecmuasında yayımlanmış, Strzygowski’nin Türkler ve Orta Asya San’atı Meselesi (1935) makalesi, Türk sanatının kökenin Asya olduğu yolundaki temel doğrusuna karşılık İslam ve Anadolu yerli kültürlerini hesaba katmamakla eleştirilmiştir (Mülayim, 2009,s.29). Strzygowski’nin 1917 yılındaki görüşleri, Türkler ve Şimali Asya Sanatı’nın Buz Devrindeki Menşei adıyla Ülkü Dergisinde (1937) yayımlanarak Türk okuyucusuna duyurulur. Gabriel “Türk Sanatı ve Tarih-i Sanattaki Yeri” adlı makalesinde (1927) Avrupalı sanat tarihçilerin, Türklerin Ayasofya’yı taklit ettikleri ve orijinal bir sanatları olmadığı şeklindeki görüşlerine karşı Strzygowski’nin eleştirisini tekrarlar. Türklerin Anadolu ve Rumeli’deki yapılarıyla İslam sanatı içinde ayrı bir yeri olduğunu belirtir (Nakipoğlu, 2008,s.101-103). Cumhuriyete Osmanlıdan miras kalan ve özünde Avrupalı araştırmacıların ortaya koyduğu Türklerin Orta Asya bağlantısı görüşüne karşılık, Türkiye’de Orta 94. SAYFA Asya araştırmaları gelişmemiştir. Bunda, 1918’den itibaren Türk Ocaklarında bir grubun ortaya çıkardığı Anadoluculuk akımının (Kök, 2009,s.38) Atatürk’ten sonra nerdeyse resmi görüş haline gelmesinin de etkisi olmalıdır. Orta Asya konusunda Emel Esin (1914-1987), Türkiye’de alanın tartışılmaz otoritesidir. Sonrasında Yaşar Çoruhlu bunu sürdürür. İki tarihçi, Abdülkadir İnan (1889-1976) Tarihte ve Bugün Şamanizm (1954) ve Bahaeddin Ögel (1923-1989) İslamiyetten Önce Türk Kültür Tarihi (1962) kitaplarıyla sanat tarihi alanında değerlendirilebilecek önemli veriler ortaya koyarlar. N. Diyarbekirli’nin Hun Sanatı (1972) adlı eseri, kurganlar konusundaki bilgileri Türkçeye aktarırken, M. Cezar’ın Anadolu Öncesi Türklerde Şehircilik ve Mimarlık (1977) kitabı bu alandaki ana kaynaklardandır. 1933 yılından itibaren S. Ünver, daha sonra Kemal Çığ, minyatür, halkâri, lake, kağıt oymacılığı gibi alanlarda ilk başvuru kaynaklarını yazmışlardır. Kuban (1969:20), Türklerin politik egemenliğinde farklı coğrafyalarda oluşan sanatı Türk sanatı olarak kabul etmez. Türklerin patronluğunda birbirine yakınlaşan biçimlerin paylaşılması gerektiğini söyler. Celal Esad’ın, Selçuklu ve Osmanlı sanatı hakkındaki bazı kabulleri, Osmanlıların Ayasofya’yı taklit değil, etkilenerek yeni biçim yarattıkları görüşü, geçerliliğini korumaktadır. D. Kuban, zaman içinde araştırma ve yayınlarda gözlenen artışlara paralel olarak bilgi dağarcığımızdaki zenginleşmenin ardından, yukarıda vurgulanan ilk yaklaşımını yumuşatır. Homojen bir Türk sanatının olmadığını yinelemekle birlikte, çeşitli Türk toplumlarının yarattıkları Türk sanatlarının bulunduğundan söz eder (Ödekan, 1996,s.7) ve yerleşik kültürlere özgü statik tarih yorumunun Türk tarihi için yetersiz kaldığını ileri sürer (Kuban, 1995,s.27). C. E. Arseven, A. Gabriel, S. Çetintaş’ın anıtsal eserleri belgelemeleri, E. H. Ayverdi’nin Osmanlı mimarisi hakkındaki dev eseri (Eravşar, 2009,s.72) Osmanlı mimarisinin temel kitaplarındandır. Bunları, Doğan Kuban’ın yorum ağırlıklı eserleri tamamlar. S. H. Eldem’in oluşturduğu röleve arşivi ve Türk Evi konusundaki kitapları, yönlendirdiği ev konulu tezleri ile anıtsal olanın dışında halk mimarisini temel almakla sanat tarihi alanına yeni bir soluk kazandırmıştır (Düzenli, 2009,s.29-31). Strzygowski’nin çıkışı sonrası Celal Esad’ın Türk sanatını İslam sanatından ayrıştırıp genel kurguyu oluşturmasının ardından gelen kuşak, belgelemeye ağırlık vermekle birlikte; bir yandan da bu kurguyu sağlamlaştırmak durumundaydı. Bu yüzden Oluş Arık Anadolu Selçuklu Türbeleri, Semavi Eyice Son Devir Bizans Mimarisi, Aptullah Kuran ve Metin Sözen Medreseler, Kurt Erdmann Anadolu Selçuklu Kervansarayları (1961) konularıyla; devlet, yapı türü esaslı, büyük alanlar gezmeyi gerektiren zor ve yıpratıcı işlere giriştiler. Haluk Karamağaralı, Anadolu’da Moğol İstilasından Sonra Yapılan Dini Mimari Eserlerinde Görülen Plan Ve Form Özellikleri (1965) adlı doçentlik tezi ile Moğolların Selçuklu mimarisindeki etkilerini, Beyhan Karamağaralı Ahlat Mezar Taşları (1972) özelinde Türkiye’deki mezar taşlarının genel durumunu ortaya koydu. Gönül Öney çini, taş ahşap gibi 95. SAYFA el sanatları konularında, Anadolu figür dünyasının Orta Asya ilişkisindeki ana çizgiyi oluşturdu. İlgilendikleri türbe, hamam, medrese, kervansaray gibi yapıların, bugün de geçerliliğini koruyan tipolojilerini yaptılar. Rüçhan Arık’ın Batılılaşma Dönemi Anadolu Tasvir Sanatı Batılılaşma Dönemi Anadolu Tasvir Sanatı (1976) ile G. Renda’nın Batılaşma Dönemi Türk Resim Sanatı (1977) başlıklı eserleri, konularının el kitapları oldular. Selçuk Mülayim’in Anadolu Selçuklu Sanatında Geometrik Süslemeler, Ahmet Işık Doğan’ın Osmanlı Mimarisinde Tarikat Yapıları Tekkeler Zaviyeler ve Benzeri Nitelikteki Fütüvvet Yapıları (1976), Mehmet Tunçel’in Osmanlı Mimarisinde Bedestenler (1980), Ara Altun’un Artuklu Devri Türk Mimarisinin Gelişmesi (1978), Ali Baş’ın Beylikler Dönemi Hanları (1989), Mehmet Özkarcı’nın Candaroğulları Beyliği Mimari Eserleri (1992), Ali Osman Uysal’ın Germiyanoğlu Beyliği Mimarisi (1990), Remzi Duran Menteşe Beyliği Mimarisi (1995), Yıldıray Özbek’in Osmanlı Beyliği Mimarisinde Taş Süsleme (1999) gibi doktora tezleri ile bu eğilim 1990’li yıllara kadar sürmüştür. Kuşkusuz dönemin imkanlarıyla eksiksiz bir belgeleme ve ayrıntıya girmek mümkün olamamıştır. Ama genel çerçeve oluşmaya başlayınca 1990’lı yıllarda şehirler tez konusu olarak tercih edilir olmuştur. Daha ilk dönemde Bursa, Konya gibi tek şehirler ele alınmıştır. Ancak yaygınlaşması 1990’lı yıllardadır: Yaşar Erdemir Konya Yöresindeki Ahşap Nakışlı Camiler (1985), Işık Aksulu Fetihten Osmanlı Dönemine Kadar Tokat Şehri Anıtları (1994), Gediz Urak Amasya’nın Türk Devri Şehir Dokusu ve Yapılarının Analiz Ve Değerlendirilmesi (1994); Kenan Bilici Kastamonu'da Türk Devri Mimarisi Ve Şehir Dokusunun Gelişimi (18.Yüzyıl Sonuna Kadar)(1991); Kutgün Eyüpgiller, Kastamonu Kent Tarihi (1995); Deniz Esemenli, Sinop İli Türk Mimarisi (1990) gibi tezlerle bir şehri, bir ili, bir dönemi veya bir yapı türünü incelemişlerdir. Bu eğilimin giderek daha sınırlı ama ayrıntıya inen bir yola gireceği açıktır. Bütün bu çalışmalar belgeleme ağırlıklıdır ancak yorumlar da olabildiğince yapılmaya çalışılmıştır. Sanat tarihimizin en üretken kişilerinden biri olan Doğan Kuban, Anadolu Türk Mimarisinin Kaynak Ve Sorunları (1965), Sanat Tarihimizin Sorunları (1975), Batıya Göçün Sanatsal Evreleri (1993) gibi eserleriyle Türk sanatı kavramını sorgulamıştır. S. Mülayim’e göre (2009,s.12) Köprülü ve Tanpınar’ın edebiyatta yaptığını D. Kuban sanat tarihinde gerçekleştirmiştir. Türk Barok Mimarisi Hakkında Bir Deneme (1954) kitabı ise Türkiye’de mimarlık konusundaki tek analitik-karşılaştırmalı eser olarak görülmüştür (Erzen, 1996,s.3). Sanat Tarihinde Metod (1983), İslam Sanatı (2010), Sinan bin Abdülmennan (2010) gibi eserleriyle bu kavram sorgulamasını sürdüren Selçuk Mülayim (2009,s.12), sanat tarihi araştırmalarında ciddi bir kuramsal sorundan söz eder. S. Mülayim (2009:14), sanat tarihinde seçilen dönemin kişinin politik tutumunu belirtir hale geldiğinden şikayet ederken aslında sanat tarihçilerin genel olarak milliyetçi söylem dışına çıkamamasından kastedilenin (Düzenli 2009:36), kısmen Türk sanatının Selçuklu – Beylik, Osmanlı gibi devlet adıyla ayrılan dönemlere göre kurgulanması olduğunu söyleyebiliriz. Din, coğrafya veya zaman 96. SAYFA dilimlerine göre sınıflamalar da vardır. Nitekim Balkanlar ve Anadolu “Diyar-ı Rum” coğrafyasını temel almanın, buradaki sanatı yorumlamak için daha iyi bir yöntem olduğu ileri sürülmüştür (Bozdoğan-Necipoğlu 2009). Birikim arttıkça yeni yaklaşımlar olacaktır ve bu da Türk sanatı tarihi araştırmalarını zenginleştirecektir. Sınıflamalar, anlamayı kolaylaştırdığı için vazgeçilmezdir. Ama her durumda verilerden birini öne geçirmek gerektiğinden sıkıntılıdır. Hiçbir sınıflama her şeyi tam kapsamaz. Coğrafya veya çağlara göre ayrımda, devlet yöneticilerinin sanattaki yönlendirici konumları ortadan kalkmıyor. Geneli itibarıyla bu tartışmaların yapılıyor olması, gidişin sağlıklı olduğunu gösteriyor. Gelinen noktada Türkiye’de Orta Asya etkisinin daha fazla kabul gördüğünün belirtilmesi (Ödekan 1996:6) bu tartışmaların bir sonuç verdiğini gösterdiği için önemlidir. Bu yüzden bilim insanları değerlendirilirken; onların bireysel politik tercihlerine değil yazdıklarına göre karar verilmelidir. Türkiye’de sanat tarihçileri belirli bir yoruma zorlanmamaktadır. Her türlü görüş açıkça yazılabilmektedir. İnsanlık tarihinde “Türk” denilen bir milletin ve onun oluşturduğu kendine özgü çizgilere sahip maddi kültürün varlığı bir gerçekliktir. Söz konusu kültür ve geniş çerçevesiyle Türk medeniyeti; uzun tarihi boyunca değişik kültürlerle ortaklıklar kurmuş ve etkileşmiştir. Sanat tarihçileri bu süreci ve olguyu bilimin ölçülerine göre incelerler. Esas olan konuya geniş bir açıdan bakabilmek, bilimin gereğini yapmaktır. Bu olduğunda hangi yöntemin seçildiğinin önemi azalacaktır. Belgeleme aşaması önemlidir. Sonuçta her türlü yorum bu veriler üstüne yapılacaktır. Sanat tarihçisi, mimarlık, şehir tarihçilerinin sayıca artışına bağlı olarak bu aşamanın sonuna yaklaşıyor gibiyiz. Ancak mevcut yayımlara bakıldığında bu belgelemeyi bile gereği gibi yapabildiğimiz söylenemez. Sanat tarihindeki milliyetçi bakışın kendini Türkiye ile sınırladığı ve eski Osmanlı topraklarını görmediği ileri sürülmüştür (Bozdoğan-Necipoğlu 2009:59). Bunda uzun süre yurt dışında inceleme yapma imkanı olmayışının da etkisini unutmamak gerekir. Son yıllarda bir sanat eserinin üretildiği zamanın toplum yapısındaki yerini belirleme çalışmaları artmıştır. Sanat eserine bir anlam katan, onu tek bir nesne olmaktan çıkarıp bütünün bir parçası haline getiren bu yöntem, ilgi çekici sonuçlar çıkarmaktadır. Yapılmasında da yarar vardır. Ancak yorumların bir süre sonra tartışılmaz gerçekler gibi algılanma ihtimalini de düşünmek gerekiyor. Örneğin müzenin Çinili Köşk’e taşınmasına, Osmanlı’nın geçmişine atıf yorumu getirilirken (Shaw, 2004,s.120), müzenin yer bulunulamadığından geçici olarak bu binaya taşındığı ve pek çok özelliğinin bu sırada yok edildiği de belirtiliyor. Anıtsal eserlerin egemenliği güçlendirici işlevini tartışmaya gerek yok. Wolper’in Selçuklu taç kapılarının sultanı simgelediği, taç kapı biçimlerinin dönemin anlayışlarına göre değiştiği, Moğol egemenliğinde bu defa vezirlerin bu motifi kullandığı görüşleri (Peker, 2009,s.71) ilginçtir ama tartışmalıdır. Aynı verilerle farklı yorumlar da yapılabilir. 97. SAYFA İlköğretimde Sanat Tarihi: 1921 yılı 1. Maarif Kongresinde liselere “Sanat Tarihi ve Türk Tefekkür Tarihi” dersinin konulması dile getirilmiştir. 1943 tarihli 2. Maarif Kongresinde tekrar tartışılmış, liselerin dört yıla çıkarılması durumunda uygulanması kabul edilmiştir. 1934 yılı lise tarih derslerinde, Grek sanatı ağırlıklı sanat tarihi konularına yer verildiği biliniyor (Gönültaş, 2005,s.21). 1949 yılındaki 4. Milli Eğitim Şurasında, lise dördüncü sınıf edebiyat ve fen kollarında birer saatlik seçmeli ders olması kararlaştırılmışken uygulamada resim derslerinin içinde yer bulabilmiştir. Konu seçiminde Fransa ve Almanya etkisinden söz edilir (Altuner, 2010,s.43). Resim dersleri lisenin ilk yılında birer, son sınıfında iki saat olacak, bu iki saatin bir saati sanat tarihine ayrılacaktır. Tartışmalar 1952 yılında sonuçlanmış, dört yıla çıkarılan liselerde son sınıf fen ve edebiyat kollarında sanat tarihi, “Resim Sanat Tarihi veya Müzik” şeklinde haftada iki saatlik bir ders haline getirilmiş, dersleri resim öğretmenleri vermiştir. 1956 yılında lise üçüncü sınıfta haftada bir saat eski uygarlıkların anlatıldığı sanat tarihi dersi vardır (Gönültaş, 2005,s.150). 1957 yılında fen ve edebiyat kollarının lise ikinci sınıfta ayrılmasıyla edebiyat kolu ikinci sınıfta haftada iki saatlik sanat tarihi dersinde, tarih öncesi ve Avrupa uygarlıkları, üçüncü sınıftaki bir saatlik derste ise Türk-İslam sanatları işlenmiştir. Fen kolu öğrencisi üçüncü sınıfta resim dersini seçerse bu derste sanat tarihi konuları da görecektir. 1962 yılındaki 7. Milli Eğitim Şurasında sanat tarihinin bütün liselerde okutulması kararlaştırılmıştır. 1974-1975 öğretim yılında edebiyat şubesinin onuncu sınıfında iki, on birinci sınıfında yine bir saattir. 1981-82 öğretim yılında ise edebiyat şubelerinin on ve on birinci sınıflarında birer saate düşürülmüştür. 1957 yılından beri uygulanan sanat tarihi müfredatı 1991 yılında daha ayrıntılı hazırlanmış, bu da 2005 yılına kadar sürmüştür. Sanat tarihi dersleri lise 2 ve 3. sınıflarda haftada ikişer saattir. Öncekinde farkı, tarih öncesi, Yunan ve Roma uygarlıklarının Anadolu temelli verilmeye çalışılmasıdır. 1952-1991 yıllarındaki sanat tarihi müfredatı, sorgulamaya değil, ezbere dayalı olmakla eleştirilmiştir (Altuner, 2010,s.52). 1991 yılından sonra öğrencinin derse katılımı sağlanmaya çalışılır. Ancak slayt makinesi, bilgisayar gibi alt yapının olmaması, derslerin genellikle resim öğretmenlerince verilmesi gibi nedenlerle bundan bir sonuç alınamaz. 1992 yılında ilköğretim ve ortaöğretimde müzik, resim ve sanatsal etkinlikleri izleme derslerinde az da olsa sanat tarihi konuları yer alır. 1996 yılında, lise ve dengi okulların ikinci sınıflarında iki saatlik alan seçmeli derstir. 1998 yılında sekiz yıllık düzende sosyal bilimler alanında ikinci sınıfta iki saat alan seçmeli, Genel, Anadolu ve Yabancı Dil Ağırlıklı liselerin sanat alanı ve Güzel Sanatlar liseleri resim bölümlerinde haftada iki saat alan dersi, müzik bölümlerinde ise ikinci sınıfta haftada iki saat seçmeli alan dersidir. 2005-2006 öğretim yılında Güzel Sanatlar Lisesi Resim bölümünde 1. Sınıflar için Plastik Sanatlar Tarihi dersi; 3. Sınıflar için Türk Resim ve Heykel Sanatı, Çağdaş Dünya Sanatı dersleri, 4. Sınıfta haftada 1 saat Müze Eğitimi, Sanat Eserlerini İnceleme dersleri konulmuştur. 2005 98. SAYFA yılında liselerin dört sınıfa çıkarılmasıyla Güzel Sanatlar Liseleri dışındaki bütün liselerde sanat tarihi haftada iki saat seçmeli yapılmıştır (Gönültaş, 2005,s.21-31 ; Altuner, 2007,s.8589 ; Demirağ, 2007,s.1-2, 110 ; Şahin, 2009 ; Altuner, 2010). Almanya, Fransa ve İtalya’da orta öğretimde sanat tarihi derslerinin bize göre temel farkı, oranı değişmekle beraber bütünüyle tarih öncesinden itibaren Avrupa sanatının öğretilmesidir (Altuner, 2008). Bizde ise bir sene Avrupa ağırlıklı dünya sanatı, bir sene ise Türk sanatı ağırlıklı Türk-İslam sanatı işlenmektedir. Üniversite Eğitiminde Sanat Tarihi: 1924 yılında Edebiyat Fakültesi Tarih bölümünde İslam Güzel Sanatlar Tarihi dersi, 1926’da Ankara Gazi Öğretmen Okulunda sanat tarihi dersleri okutulmuştur (Gönültaş, 2005,s.10-11). Darülfünun 1933’te İstanbul Üniversitesi olmuş, kurulan Arkeoloji Bölümünde sanat tarihi dersleri de yer almıştır. 1943 yılında İ.Ü. Edebiyat Fakültesinde, E. Diez tarafından Sanat Tarihi Bölümü kurulmuş, Kurt Erdmann ve Bizans sanatı uzmanı Steven Runciman ders vermişlerdir. 1950’li yıllarda Türk ve İslam Sanatı, Bizans Sanatı, Avrupa Sanatı ve Estetik alanlarında sertifika programı hazırlanmıştır. Alman ekolünün ayrıntılı envanter ve değerlendirmeye dayalı yöntemi uygulanmıştır. Strzygowski’nin bir eser hakkında yazılı kaynaklar, kitabesi, vakfiyesi, mevcut durumu, sanatçısı ile ilgili bilgilerin toplanmasının birinci, malzeme, teknik üslup özelliklerinin belirlendiği ikinci, sanat tarihindeki yerinin belirlendiği üçüncü bölümden oluşan yöntemi (Gönültaş, 2005,s.11) Türkiye’de uzun süre geçerliliğini korumuştur. Mazhar Şevket İbşiroğlu (1908-1985) Almanya’da Avrupa sanatı, Suut K. Yetkin ise (19031980) Paris’te felsefe ve estetik öğrenmişti. Oktay Aslanapa (1914-2013) Viyana’dan döndükten sonra 1943 yılında İstanbul Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümünde araştırma görevlisi olmuş ve Türk sanatını araştırmıştır. Yürüttüğü kazılar yanı sıra Türk Çini Ve Keramik Sanatı (1965), Türk Sanatı (1972), Türk Halı Sanatı (1972)adlı kitapları uzun yıllar temel başvuru kaynaklarından olmuştur (Altun, 1993). Gabriel (1883-1972) 1926 – 1930 yıllarında Darülfünunda arkeoloji sanat tarihi dersleri vermiş, İstanbul Arkeoloji Enstitüsünü kurmuştur. Monuments Turcs d’Anatolia adlı 2 ciltlik eseri (1931, 1932), ile Une Capitale Turque: Brousse (1958) kitabı, kitabe okunuşları, plan ve kesitleri ile önemlidirler (Eyice 1973). Semavi Eyice (1923 - ) Berlin ve Viyana üniversitelerinde sanat tarihi eğitimi aldıktan sonra 1948 yılında İ.Ü. Ed. Fak. Sanat Tarihi Bölümü’nü bitirmiş, Bizans ve Osmanlı sanatlarında uzmanlaşmıştır. Sanayi-i Nefise’nin devamı olarak Güzel Sanatlar Akademisi (bugünkü Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi) bünyesinde 1951 yılında Türk Sanatı Enstitüsü 99. SAYFA oluşturulur. Remzi Oğuz Arık 1949’da A.Ü. İlahiyat Fakültesinde Türk ve İslam Sanatları çalışmalarının temelini atar. 1954 yılında Ankara Ünv. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesinde Sanat Tarihi Bölümü Katherina Otto-dorn, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü ise 1965 yılında Suut Kemal Yetkin tarafından kurulmuş, 1969 yılında eğitime başlamıştır. Suut Kemal Yetkin’in 1959 yılında başlattığı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin maddi desteği ile yapılan Türk Sanatları Kongresi her dört yılda bir değişik ülkelerde toplanarak dünyada Türk sanatına duyulan ilgiyi canlı tutmuştur. Sonuncusu 2011yılında Paris’te gerçekleştirilmiştir. Üniversitelerimizde, 1943-1979 arasında 5, 1980-1989 arasında 3, 1990-1999 arasında 16, 2000-2013 arasında 11sanat tarihi bölümü kurulmuştur (Ek A). İstanbul Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü Genel Sanat Tarihi, Türk-İslam Sanatı, Bizans Sanatı, Hacettepe Ünv. Sanat Tarihi Bölümü Türk ve İslam Sanatı, Bizans Sanatı, Batı Sanatı ve Çağdaş Sanat ana bilim dallarına bölünmüştür (Gönültaş, 2005,s.16). Bu eğilim halen üniversitelerin çoğunda sürmektedir. Ancak bunun uygulamada önemli bir etkisi olmamıştır. Kurulan ana bilim dalları ayrı diploma verememişler, ayrı öğrenciler alamamışlardır. Sanat tarihi mezunlarının iş alanlarının azlığı, bu yönelişlerin başarı şansını ortadan kaldırmıştır. Halen de alanın önemli sıkıntılarındandır. Sanat tarihi gibi geniş bir alanda, yalnızca Türk sanatı için düşünüldüğünde bile, sanat tarihi bölümünü bitirenlerden Orta Asya’yı Selçukluyu, Osmanlıyı, mimariyi, el sanatlarını, daha doğrusu Türk sanatıyla ilgili her şeyi bilmesini bekliyoruz. Bu, gerçekçi değildir. Belli alanlarda uzmanlar yetiştirmek için alt dallara bölünmeye gidildiğinde de karşımıza çıkan iş alanı sorunu, bu çabayı işlevsiz kılıyor. Bu durumda da uzmanlaşma şimdiye kadar olduğu gibi, mezuniyetten sonra kişilerin sanat tarihinin belirli bir alanına yönelmeleriyle ve kaçınılmaz olarak plansız bir şekilde yürümektedir. G. Renda, Avrupa sanat tarihi araştırmalarındaki Alman, Fransız ve İngiliz ekollerinden belgeleme temelli Alman - Avusturya ekolünün İstanbul Edebiyat ve Ankara DTCF sanat tarihi bölümlerini biçimlendirdiğini ve bu dönemin uzun sürdüğünü, Hacettepe Sanat Tarihi Bölümünde antik kültür, Avrupa ve çağdaş sanat ağırlığı ile farklılık yaratmaya çalışıldığını söyler (Batur vd, 2002,s.72). Yaklaşık son dört yüz yıldır dünyayı yöneten Avrupa yok sayılamaz. Teknolojinin yanı sıra sanat ve felsefe konusunda da Avrupa’nın ağırlığı ve Türkiye’ye göre birikim fazlalığı açıktır. Sanat tarihi alanında da bu birikim yoğunluğundan dolayı en çok katkının Avrupa’dan alınacağı açıktır. Ancak yine de Avrupa’nın daha baştan bu kadar öne çıkarılması, rol modeli gibi algılanmasını da beraberinde getirmektedir. Bunun yerine dünyanın bütün kültürlerine eşit bakan, genelde kültürümüzü özelde sanat tarihçiliğimizi zenginleştirecek her katkıya açık olma bizce daha doğrudur. 100. SAYFA Sanat tarihinin yasak alanlar oluşturduğu ve bunlardan bilerek kaçındığı yorumu (Arel, 2004,s.2) bir ölçüde doğrudur. Ancak bu, kurumsal bir tavır değildir. Atatürk dönemi dışında sanat tarihinin bugünü kuran bir araçlardan biri olmaktan çıkması dolayısıyla oluşan nitelikli eleman azlığı gibi çeşitli nedenleri vardır. Ülkemizde 2013 yılı itibarıyla 35 sanat tarihi bölümünden 31 tanesinde öğrenim sürmektedir. Bunların 12 tanesinde ikili eğitim vardır. Yılda alınan toplam 2466 öğrenci sayısı çok fazladır. Öğrenci sayısının her yıl artırılması kaliteyi düşürmektedir. Sosyal bilimlerin pek çok alanı gibi sanat tarihi bölümlerine de nitelikli öğrenci az gelmektedir. İkili öğretim de dahil olmak üzere başarı sıralaması 41.700 ile 354.000 arasında değişmektedir (EK A). Aradaki fark çok büyüktür. Ortalama 162.065 rakamını daha aşağı çekmek gerekiyor. Bunun kısmen önüne geçmek için bazı bölümlerin eşit ağırlıklı puanlarla öğrenci alma isteğini de YÖK kabul etmemiştir. Arkeoloji bölümlerinin bu konudaki isteği onaylanmışken sanat tarihi bölümlerinden gelen isteklerin çevrilmesi anlaşılamıyor. Derslerimiz ezbere dayanıyor. Örneğin kendi bölümüm olan Gazi Ünv. Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümünde 2013 yılında Bologna süreci ile yeni program yapılana kadar üçüncü sınıfın ilk yarısındaki seminer ve son sınıftaki mezuniyet tezi dışında öğrencinin katıldığı bir çalışma yoktur. Dört yıla yayılmış, alanla ilgili toplam 70 dersin sadece üçünde öğrenci katkısı vardır. Yeni programda da bunu ancak dörde çıkarabildik. Ders sayısının çokluğu, öğrencinin fakirliği, uygulama için öğrenciye maddi destek sağlanamaması gibi sıkıntılar çözümü sınırladı. Bu konudaki görüşüm, öğrencinin bir yarıyılda 5-6 ders alması, her dönem bunun en az ikisinin uygulamalı olmasıdır. Ancak bunun için seçmeli ders sayısının çoğaltılması, mesela bir dönemde 60 öğrenci alınıyorsa bir dersi en fazla 20 öğrenci ile sınırlayarak daha çok ders açılması gerekmektedir. Bu durumda da fazla derslik, öğretim üyesi ve ek ders ücreti sorunları çıkmaktadır. Benzer bir durum özellikle doktora programlarında vardır. Üniversitelere göre küçük farklar olmakla birlikte doktorada iki yarıyılda dörderden sekiz teorik ders alınmaktadır. Öncelikle doktora aşamasında dersler teorik değil seminer biçiminde olmalı ve öğretim üyesi bunu yönlendirmelidir. Bu durumda da öğrencinin iyi bir seminer hazırlayabilmesi için bir dönemde en fazla iki, üç dönemde toplam altı dersten fazla almaması gerekir. Bu dersler olabildiğince öğrencinin seçeceği tez konusuyla ilgili olursa, hazırlanacak tezin kalitesi artacaktır. Mevcut durumda ise alınan dersler genellikle tezle ilgili değildir ve en azından sanat tarihinde 2013 yılına kadar uygulanan şekliyle ders dönemi dışında iki yıllık sürede doktora tezinin bitmesi çok zordur. Mezunlarının işsizliği, sanat tarihi bölümlerince müzecilik, onarım-koruma, turizm gibi alanlarla ortaklıklar kurularak aşılmaya çalışılmaktadır. Sanat tarihçiler, Türkiye’de belgeleme sorununu çözmeye yaklaştıkça yeni yaklaşımlar ve yöntemler geliştirme gereği ile karşılaşmaktadırlar. Sanat tarihçiliğimiz, her şey gibi ülkenin genel durumuna bağlıdır. Osmanlı, 101. SAYFA 17. Yüzyılın ortalarından itibaren Avrupa ile yarışında geri kalmış, bilgi üretememiş ve toplumunu dönüştürememiştir. Burada 18. Yüzyıldan itibaren Osmanlı sanatının bir zayıflık gibi görülmesinin yanlışlığı tartışmalarına girmeyeceğiz. Bu topraklarda hangi dönemde ve hangi seviyede olursa olsun üretilen her türlü sanat bizimdir. Ancak Lale devrinden beri Osmanlının tasarımdaki öncülüğünü kaybettiği, edilgen konuma geçtiği de gerçektir. U. Tanyeli’nin belirttiği (Batur,2002,s.78), Winckelmann’ın Baroğu yıkıp toplumuna Yunan akılcılığını getirmeye çalışması örneğinde olduğu gibi, Avrupa’da geçmişe bakış, toplumun mevcut problemlerine çözüm arayışlarıyla bağlantılı olmuştur. Biz geriden geldiğimiz, Avrupa ile yarışır bilgi üretemediğimiz için Avrupa’dan hazır çözümler aldık. Bunlar problemi kısmen giderdi ama bütünüyle de uymadı. Avrupa’daki akımları olduğu gibi aktardık ama mesela Kübizmin Türkiye toplumunda bir karşılığı yoktu. Aslında yenice okuryazar bir topluma dönüşüp köylülükten şehirliliğe evrildik. Aydın tartışmalarının toplumda bir karşılığı olmaya başladı. Bu sancılı ama sağlıklı bir gidiştir. İnternette çok sayıda görülebilecek olan, yeni yapılacak camilerde Selçuklu veya Osmanlı tarzı isteği, bir yönüyle bunun bir göstergesidir. Çünkü öncelikle bunun doğru olup olmadığını tartışmaya açtığı gibi neyin Selçuklu olduğu, ne yapılırsa yapının Selçuklu tarzında olduğunun kabul edileceği problemlerini gündeme getirmektedir. İşte böyle bir ortamda sanat tarihi hesaba katılan bir araca dönüşür. Bütün bunların sanatı ve sanat tarihimizi etkilediği açıktır. Sanat tarihçiliğimizin sanat eserlerini tanımlama ve sınıflandırmanın ötesine geçemediği, sanat eserinin yapıldığı dönem hayatındaki yerine değinmediği, kuram ve eleştiriyi içeren bilim dalı haline gelemediği görüşüne karşılık Özsezgin (1980) bunun hemen olamayacağını söyler. Türkiye’de sanat tarihinin ortaya koydukları ile bugünü yaratacak olanları buluşturamıyoruz. Yöneticisi, ekonomisti, sanatçısı, mimarı ile bugünün Türkiye’sini yönlendirebilenlerin düşünce yapısında genel bir romantik övünme dışında eski kültürün fazla bir yeri yok. Bu yapı, diğer alanlar gibi sanat tarihinin işleyişini de biçimlendirmektedir. Ekonomisinden bir pay ayrılmayan, ciddiye alınmayan, bugünün dışında sayılan bir bakışla sanat tarihi bir yere varamıyor. Botaş petrol boru hattı yapılırken yabancı konsorsiyumun şartı gereği onlarca kazı yapılmışken, Türkiye’nin kendi yaptığı boru hattı, karayolu vb. işlerde genellikle arkeoloji ve sanat tarihinin yok sayılması, durumu ortaya koymaktadır. Sanat tarihi bölümlerinin ders programlarında yapılmaya çalışılan yenilikler (Batur, 2002,s.79) önemlidir. Ancak sorun yapısaldır. Bu çözülmeden de bu tür uğraşlardan sonuç alınamaz. Sanat tarihçiler üniversitelere öğretim elemanı, müzelere müze araştırmacısı olarak yerleşebilmektedir. Ancak devlet memuriyetleri listesinde sanat tarihçiliği unvanı yoktur. Bu sorun yıllardır çözülememiştir. Çünkü ülkenin yönetim düzeninde dün, bugünü oluştururken kullanılması gereken bir araç değildir. Diğer yandan geçmişin bugünü kurmada araç olarak kullanılmaya başlanması, bir başka problemi doğuruyor. Geçmişe bugünün gözüyle bakıp, o geçmişin içinden bize bugün gerekeni alıp geri kalan kısmını görmeyebiliyoruz. Cumhuriyet 102. SAYFA dönemi sanat tarihçiliğimiz bunun izleriyle dolu. Cumhuriyet, yerini aldığı Osmanlının bir gün geri dönebileceği korkusunu uzun süre duymuş, bu da bir dönem sanat tarihine, Selçuklunun yüceltilip Osmanlının görmezden gelinmesi olarak yansımıştır (Mülayim, 2004,s.74-77). 1980’li yıllarda “ … Türk milliyetçiliği ve din yönelimli …” politikalar sonucu üniversitelerde sanat tarihi bölümlerinin arttığı ve bunlarda ağırlıklı olarak Türk sanatı verildiği, S. Demirel ile 1990’lı yıllarda bunun hız kazandığı, Gazi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü’nde Türk Cumhuriyetleri Plastik Sanatları Ana Bilim Dalının kurulmasına bakılıp, 1980 sonrası kültür politikasının ötesinde adımlar atıldığının belirtilmesi (Gönültaş, 2005,s.15-16, 89), bilimin değil politikanın dilidir. Kuban (1969,20), günümüzde de büyük ölçüde geçerli olan Türk sanatı incelemelerindeki ana bölümleri Celal Esad Arseven’in oluşturduğunu belirtir. Orta Asya’daki sanatın incelenmesi konusunda Türkiye’de hemen giderilmesi gereken büyük bir boşluk vardır. Böyle bir ana bilim dalının kurulması değil, vardığı sonuçlar ve yorumları eleştirilmelidir. 2013 yılı itibarıyla üniversitelerimizde 31 sanat tarihi bölümüne karşılık 43 arkeoloji bölümüne öğrenci alınması (8 tanesinde ikili eğitim vardır) bu yorumları doğrulamıyor. Sanat Tarihi bölümlerinden 22 tanesinin derslerini genel olarak Türk sanatıyla ilgili olanlar ve olmayanlar diye ayırdık1. Bu ayrım her durumda kolayca yapılamıyor. Terminoloji, teknik resim, müzecilik gibi dersleri de Türk sanatı içinde kabul ettiğimizde bile Türk sanatının dışındaki oranlar % 16 ile % 41 arasında çıktı. Buradan şu sonuçları çıkarabiliriz: Bölümlerin ders seçimlerine karışılmamaktadır. Milliyetçilikle 1 - Ad a Me deres Ü iversitesi % , Akde iz Ü v. % , A adolu Ü v. % , A kara Ü v. % , Atatürk Ü v. % , Celal Bayar Ü v. % , Cu huriyet Ü v. % , Ege Ü v. % , Er iyes Ü v. % , Gazi Ü v. % , Ha ettepe Ü v. % , Tokat Gazi Os a paşa Ü v. % , Kara ük Ü v. % , Mar ara Ü v. % , Mi ar Si a Ü v. % , Niğde Ü v. % , O dokuz ayıs Ü v. % , Pa ukkale Ü v. % , Selçuk Ü v. % , Trakya Ü v. % 41 eleştirilen sistem içinde Türk sanatı dışındaki ders oranı % 41 olabilmektedir. Bu rakamda kalması da bir dayatmayla olmamıştır. Ortalama % 29 oran, sanat tarihi eğitimimizin düşünüldüğü gibi dünyaya kapılarını kapatmadığını gösteriyor. Sanat Tarihi ile İlişkili Dallar: Bilimi belirli dallara ayırmanın nedenlerinden biri uygulama kolaylığı olsa gerektir. Bu dalların her biri diğeriyle çeşitli ölçülerde ilişkilidir. Ulaşılan bilgiler, yaratılan teknikler sadece o dallarla sınırlı kalmamaktadır. İki ana kümeyi oluşturan fen ve sosyal bilimlerin kendi içlerindeki ilişkileri daha yakındır. Ancak ulaştıkları düzey, diğer kümeyi de yakından ilgilendirebilmektedir. Örneğin fizik, biyoloji, jeodezi, makine mühendisliği gibi alanlarda erişilen teknikler kazılarda, yapıların çizimlerinde, onarımlarında eskiden düşünülemeyecek kolaylıklar sağlamış, bu da yeni ilkeler doğmasına yol açmıştır. 103. SAYFA Tarih, halk bilim, mitoloji, dinler tarihi, epigrafi, nümizmatik, tarihi coğrafya, estetik gibi dallar sanat tarihiyle yakından ilişkilidir. Kimi zaman bu dalların sınırları belirsizleşebilir, ikisini birden ilgilendiren ara bölgeler ortaya çıkabilir. Bu durum, kimi zaman konu çakışmalarını doğurabilmektedir. Bu ortaklıkların getirdiği zorunluluk dışında bir sanat tarihçisi ilgilendiği alan veya dönemin tarihini, felsefesini, edebiyatını, coğrafyasını, ekonomisini de bilmelidir (Bayrakal, 2011). Ancak o zaman bir sanat eserini doğru değerlendirmeye yaklaşabiliriz. Ülkemizde sosyal bilimler alanında bir kendi içine kapanmaktan söz edilebilir. Hatta sanat tarihinin alt dallarında bile konuları dışındaki gelişmeleri izlemeyenler olabilmektedir. Bu durum da kaçınılmaz olarak bazı eserlerde yorumların zayıflığını getirmektedir. Tarih: Sanat tarihini ilgilendiren dalların başında gelir. Genel çerçeve içinde sanat tarihini, tarihin içinde bir alt dal olarak bile görebiliriz. Tarihçinin yazılı belgeler, sanat tarihçisinin sanat eserlerine dayanarak varmaya çalıştığı sonuç birbirini tamamlar. Her sanat tarihçi bir parça tarihçi olmak, sanat tarihinin uğraştığı alt alanı çerçevesindeki tarihi gelişmeleri bilmek, arşiv belgelerini kullanmak durumundadır. Aynı şekilde tarihçiler de sanat tarihçilerin ortaya koyduğu sonuçları bilmelidir. Sanat eserlerinin niteliği ilgili devletin siyasi-ekonomik gücüyle doğrudan bağlantılıdır. Şahkulu’nun İran’dan İstanbul’a gelmesindeki gibi sanatçılar, yöneticilerin hediyeleşmeleri veya ganimet gibi yollarla sanat eserleri devletlerarasında el değiştirebilmektedir. Karamanoğullarından Ali Bey’in beyliğin başına geçtiğine dair tek belge Niğde Eskici Mescidi’nin kitabesidir. Bir şehirdeki eski dönemlerde var olan yapıları, günlük hayatta kullanılan eşyaları belirlemek vb. gibi konularda sanat tarihçileri ve tarihçiler, diğer alanla ilgili sayılabilecek araştırmalar yapabilmektedir. Necipoğlu sanat-mimarlık tarihçilerinin, arşiv belgelerini tarihçilerin okumasını beklemek yerine kendilerinin bu belgeleri okumaları gerektiğini söyler (Düzenli, 2009,s.369). Halkbilim: Yönetmelikte “Halkın sosyal hayatını yansıtan insan yapısı araç ve gereçler dahil bilim, din ve mihaniki sanatlarla ilgili taşınır varlıkları” diye tanımlanan etnoğrafik eserlerden sanat değeri taşıyanlar, sanat tarihinin konusuna girer. Bu tür eserler müzelere alınabilir. Ancak bu ayrımın yapılması kimi zaman sıkıntılara yol açmaktadır. 1710 sayılı Eski Eserler Yasası’nda, müzeye getirilen bir taşınırın, eski eser olduğu kabul edildiğinde müzeye alınması gerekiyordu. Tasnif ve tescil dışı bırakılanlar, hukuken eski eser sayılmadığı için satışlarında bir sakınca yoktu. Bu madde 2863 sayılı yasanın 27. Maddesi olarak tekrarlanmıştır. Bu yasaya göre çıkarılan yönetmelikte ise bir müzeye getirilen taşınmaz, korunması gerekli kültür varlığı olarak kabul edildiği halde müzeye alınmayabilir ve sahibi kendisine verilen belge ile bunu özel müze veya koleksiyonculara satabilir. 2863/27 maddenin, Yönetmeliğe göre değiştirilmesi gerekmektedir (Çal 2003). Etnoğrafik eserlerden hangisinin sanat tarihinin konusu olabileceğine kolayca karar verilememektedir. Yine koleksiyoncu olmayan insanların 104. SAYFA evlerinde atalarından kalan bu tür birkaç parça eserin yasal sıkıntı çıkarabilmesi sorunu çözülmelidir. Sanat Tarihinin Alt Dalları: Sanat tarihinin hangi alt dallardan oluştuğu, yine önemli problemlerden biridir. Halen ayrı birer dal olarak görünen arkeoloji, mimarlık tarihi, şehir tarihi, nümizmatik gibi alanların aslında sanat tarihi çatısı altında olması gerekmektedir. Arkeoloji: Arkeoloji – sanat tarihi ilişkisi bütün bu dallar içinde en sorunlusudur. Avrupa kökenli olmak üzere Türkiye’deki paylaşım, çağlara göredir. Tarih Öncesi ve İlk Çağ arkeoloji, Orta Çağ ve sonrası ise sanat tarihi alanına bırakılmıştır (Cantay, 2004,s.10). İlk bakışta mantıklı görünen bu çözüm bizdeki uygulamada günümüzde de süren ciddi sıkıntılara yol açmıştır. Avrupa, 19. Yüzyılda Yunan kültürünü ön plana çıkarıp antik kültürü Avrupa’nın ortak paydası görmüştür. Yunanistan’ın bağımsızlığının ardından Grek ve Roma eserlerinin Osmanlı ülkesinde çokça bulunmasını, kendilerine bir müdahale için yasal neden saymışlardır (Shaw, 2004,s.30). Osmanlının eski eserlerle ilgili ayrı ilk hukuki düzenlemesi olan 1869 Asar-ı Atika Nizamnamesi, büyük ölçüde Avrupalıların Osmanlı topraklarındaki kazılarını denetleme ihtiyacından doğmuştur. Bu nizamnamenin çıkarılış amacının belirtildiği girişinde, antika denilen eserlere Avrupalıların çok önem verdiği ve bu tür eserlerin daha çok Osmanlı topraklarında bulunduğunun belirtilmesi, bu konudaki zayıflığımızı gösteriyor. Cumhuriyetle beraber Atatürk yönetimi, Avrupa’nın eski eserleri siyasi amaçla kullanmasına aynı yöntemle karşılık vermiştir. Anadolu’daki Grek ve Roma’dan daha eski olan Hitit gibi kültürleri Türk sayılmış, bu dönem kazıları desteklenmiş, Avrupa’ya arkeoloji alanında yetişmek üzere öğrenciler gönderilmiştir. Arkeoloji, Cumhuriyetin milliyetçi politikasının temel taşlarındandır. Atatürk’ün ölümüyle beraber Türkiye, Batı dünyası sistemine girmiş, arkeoloji bu sefer de Batıyla ilişkilerin, modernleşmenin sembolü gibi görülmüştür. Arkeoloji, hem kadro hem de ödenek olarak diğer dallara göre Türkiye’de hep ayrıcalıklı olmuştur. Türk Tarih Kurumu ve Kültür Bakanlığı’nın kazı ödenekleri ve müzelerdeki kadroların aslan payını arkeoloji almıştır. Arkeolojinin insan elinden çıkan her şeyi, sanat tarihinin ise sadece sanat değeri taşıyanları değerlendirdiği genel kabul haline dönüşmüştür (Arel,2004 ; Can-Işıklı 2013,s.173). 1990’lı yıllarda bazı arkeologlar, sanat tarihçilerin bu yüzden kazı yapamayacakları, kazıyı sadece arkeologların yürütebileceğini dile getirmişlerdir (Arık, 2007). Bursa Uludağ Üniversitesi Arkeoloji Bölümünün Osmanlı Arkeolojisi Anabilim Dalı kurulması teklifinin 2014 yılı başında YÖK’na gönderilmesi, sıkıntının sürdüğünü gösteriyor. Sanat tarihinin temel ölçüsünün sanat olduğu doğrudur. Ancak arkeoloji ve sanat tarihi, uygulamada yalnızca bu sınırlarla hareket edememiştir. Sanat tarihi, mesela Karamanoğulları 105. SAYFA Beyliğinden kalma ahşap tavanlı, toprak harçlı basit bir mahalle mescidini de, Selimiye Camisi’ni de kapsamına alır. Her iki yapı arasında sanat bakımından çok büyük fark vardır. Ama bu sanat tarihinin bu mescidi incelemesini engellemez. Öncelikle sanat endişesinin dışında, döneminden kalan belgedir. İkinci olarak mimari değer bakımından mesela Karaman Hatuniye Medresesi üst düzey işçiliği sergilerken bu mescit aynı dönemde sıradan olanı bize gösterir. Bu yüzden sanat tarihçisi her ikisini de incelemek durumundadır. Aynı şekilde bir arkeolog da kazıda çıkan nitelikli bir seramiği sanat değeri taşıyor diye görmezden gelemez. Hangi ölçünün bir nesneyi sanat eseri yaptığına her zaman kolayca karar verilemediğini biliyoruz. Dolayısıyla sanat tarihinin temel ölçüsünün sanat değeri olduğu ayrımı, kolay uygulanabilir bir ölçü olmamıştır. İşin gerçeği bu yapay ayrışmanın temelinde bir haksızlığın yatmasıdır. Yalnızca ilgilendikleri alanın zaman dilimleri farklı olduğu halde mezunlarına iki ayrı unvan verilmesi ve arkeologların teknik eleman sayılması, yıllardır süren bir problem yaratmıştır. Bunun temelinde siyasi tavırlar yatmaktadır. Bizce doğru olanı, tarih öncesinden yakın geçmişe kadar zaman dilimini kapsayan sanat tarihinin üst çatı olması, bunun altında tarih öncesi, ilk çağ, orta çağ, yakın çağ gibi zaman dilimleri ya da mimari, el sanatı gibi türlere göre bir uzmanlaşmanın yer almasıdır. Nitekim YÖK kurulduktan sonra daha önce ayrı olan arkeoloji ve sanat tarihi bölümleri birleştirilmişti. Büyük kısmı son yıllarda tekrar iki ayrı bölüm haline getirildiler. Kazı, yöntemleri ve kuralları olan teknik bir işlemdir. Her dönemin, mesela Cumhuriyet döneminin bile kazısı yapılabilir. Genel yapı söylediğimiz gibi kurulursa, yalnızca kazı yapan ayrı bir bölüm de oluşturulabilir. O zaman sanat tarihçiler kazı yapamaz görüşü haklılık kazanabilir. Yoksa Yunan ve Roma dönemleri sanatının arkeologlarca verilip, sanat tarihçilerinin kazı yapamayacağını söylemek basit bir kurnazlığa dönüşür. Arkeolojinin sanat tarihi kavramı içinde olması gerektiği görüşüne (Cantay 2004:7) katılıyoruz. 1960’lı yıllarda tahrip ve kaçakçılık gerekçesiyle bazı yabancı kazıların durdurulması, mahkemeler yoluyla Türk döneminden olmayan bazı eserlerin Batı müzelerinden geri alınmasının “sömürgeci zihniyetle hesaplaşma ve Türk kimliğinin vurgulanması” olarak yorumlanması (Hodder,2001,s.69), aslında bu kavganın ne kadar anlamsız olduğunu da gösteriyor. Mimarlık Tarihi: Türkiye uygulamasında önemli bir tartışma yaratmasa da bazı sorunlar vardır. Sanat tarihi ve mimarlık tarihi ilişkisi netleşmemiştir. Aldıkları eğitim gereği mimar kökenli mimarlık tarihçileri bu alana daha yatkın olabiliyorlar. Diğer yandan restoratör mimarların da sanat tarihçileri kadar dönem kültürüne hakim olmadıkları belirtilmiştir (Cantay, 2004,s.13). Uzun yıllar sanat tarihçilerin uğraş alanı iken son 20 yıldır yüksek lisans ve doktoralarını bu alanda yapan mimarların çoğalması ve mimarlık bölümlerinde mimarlık tarihi ana bilim dalı açılması, mimarlık tarihini uygulamada ayrı bir dal haline getirmiştir. Mimarlık tarihinin Türkiye’de sanat tarihçilerce kurulduğu, Celal Esad, S. H. Eldem ve D. 106. SAYFA Kuban gibi mimarlık tarihçilerinin bütüncül kuramlarına karşılık son yirmi yıldır bu kuramların çeşitlendiği ve sivilleştiği ileri sürülür (Düzenli,2009,s.23-27). Fakat seçimi yalnızca araştırmayı yapanın sanat tarihçisi ya da mimar oluşuna göre yapmak (Düzenli, 2009,s.35), kesin bir ayrım sağlamıyor. Birbirinden ayrı yapılan ve sonuçları birbirine yakın iki araştırmadan birini mimar yaptığı için mimarlık tarihi, diğerini sanat tarihçisi yaptığı için sanat tarihi altına koymak ne kadar mümkündür? Devletin memur unvanları arasında sanat tarihçisi gibi mimarlık tarihçisi de yoktur. Taşınır ve taşınmaz eserler söz konusu olduğunda da sanat tarihi bazı alt alanları da kapsamaktadır. Bunlardan biri müzeciliktir (Çal, 2009). Taşınır eserlerin korunması, sergilenmesi, onarımı, koleksiyonculuk ile ilgili sorunları aynı zamanda sanat tarihini de ilgilendirmektedir. Taşınmazların tescili, korunması, onarılmasıyla ilgili olanlar ise ekonomik-yasal-idari çerçevenin çok daha geniş tutulması zorunluluğunu doğurmuştur. Halen de sanat tarihinin çözülmesi en sıkıntılı konuları bu alandadır. Hem taşınır hem de taşınmazları ilgilendiren bir başka alan da kazılardır. Sanat Tarihçilerin İş Alanları: Başta Kültür ve Turizm Bakanlığının müzeler ve koruma kurulları gelir. Uzun yıllar sanat tarihçilerin çalışabildiği tek alan olmuştur. Kimi zaman Döner Sermaye İşletmesi Müdürlüğü (DÖSİM) bünyesine işçi olarak sanat tarihçilerin alındığı, bunların zaman içinde 4/B kadrosuna2 aktarıldığı bilinmekle beraber sayısı hakkında kesin bilgimiz yoktur. Halen Bakanlıkta 247 sanat tarihçisi çalışmaktadır. 1987 yılında arkeologların teknik eleman sayılmasıyla sanat tarihçiler uzun yıllar süren bir haksızlığa uğramışlardır3. Çeşitli dallardan mezun olup Kültür Bakanlığında çalışanlardan yalnızca arkeologların teknik hizmetler sınıfından sayılmasındaki yanlışlık, altından kalkılamayan sonuçlar doğurmuştur. Hemen arkasından üniversiteler ve bakanlıklarca bunu çözme çabaları başlatılmıştır4. 107. SAYFA YÖK’ün uygun görüşü ile MEB, 1990 yılında sanat tarihçilerin de teknik eleman sayılmasını kararlaştırmıştır5. 2 Sayılı Devlet Me urları Ka u u u /B addesi sözleş eli e urları kapsar. Özlük hakları akı ı da sayılı yasaya, sosyal güve lik akı ı da SGK’na ağlıdırlar. aylık süre ile sözleş e yapılır. 3 - 17-09gü ve sayılı Res i Gazete’ i / Sayılı Kararı ile Ü iversiteleri Arkeoloji Ve Sa at Tarihi Bölü leri i Prehistorya, Protohistorya ve Ö asya Arkeolojisi, Klasik Arkeoloji A a ili Dalları da ezu ola lar Sayılı Ka u u değişik . Maddesi Ortak Hükü ler Bölü ü ü A Be di i . Fıkrası kapsa ı a alı arak tek ik ele a sayıl ışlardır. 4 -Devlet Baka lığı’ ı sa at tarihçileri de u kapsa a alı ası hakkı daki -01gü ve -2/5-03-1273 sayılı yazısı a, Baş aka lık Ka u lar Ve Kararlar Ge el Müdürlüğü’ ü -2gü ve sayılı ya ıtı da, Maliye ve Gü rük, Milli Eğiti Ge çlik ve Spor Baka lıkları ile Devlet Perso el Başka lığı ı görüşleri i alı ası gerektiği ildiril iştir. A kara Ü iversitesi Rektörlüğü -09gü ve sayılı kararıyla ü iversiteleri Sa at Tarihi, A tropoloji, Et oloji, Sü eroloji, Hititoloji A a ili Dalları İle Klasik Filoloji Bölü ü ezu ları ı tek ik hiz etler sı ıfı a alı aları ı uygu görüş ile Ü iversitelerarası Kurul’a, Ü iversitelerarası Kurul da, -09gü ve Sayılı Topla tısı u aralı kararı ile ve yi e uygu görüş ile Yükseköğreti Kurulu’ a gö der iştir. Yükseköğreti Kurulu Başka lığı da -11gü ve sayılı kararıyla Kültür Baka lığı ve Vakıflar Ge el Müdürlüğü’ e sözü edile ölü leri tek ik hiz etler sı ıfı a alı ası ı uygu gördükleri i ildir iştir. 5 -Yükseköğreti Kurulu Başka lığı’ ı -11gü ve sayılı yazısı ve Kültür Baka lığı ı -12-1989 gü lü yazısı a eva e Milli Eğiti Baka lığı -02gü ve sayılı yazısı ile Sa at Tarihi, A tropoloji, Et oloji, Hititoloji A a ili Dalları İle Klasik Filoloji Bölü ü ezu ları ı , Sayılı Ka u u değişik . Maddesi Ortak Hükü ler Bölü ü ü A Be di i . Fıkrası kapsa ı da tek ik hiz etler sı ıfı a alı ası ı uygu ul uştur. - Kültür Bakanlığı Hukuk Müşavirliği 25-11-1992 gün ve 1489 sayılı Bakanlık Makamına yazısında, arkeologların teknik hizmetler sınıfına geçmesinden sonra benzer dallardan mezun olanlardan bazılarının yargı kararı aldıkları, bir kısmının da Bakanlığa başvurduğu belirtilerek, Sanat Tarihi, Antropoloji, Etnoloji, Sümeroloji, Hititoloji Anabilim Dalları İle Klasik Filoloji Bölümü mezunlarının teknik hizmetler sınıfı haklarından yararlanmalarını doğru bulmuştur. Buna karşılık 1997 yılına kadar bir gelişme olmamıştır. Başbakanlık Devlet Personel Dairesi Başkanlığı’nın 2-2-1997 gün 7799 sayılı yazısına YÖK Başkanlığının 10-02-1999 gün ve 2464 sayılı cevabında, Sanat Tarihi, Antropoloji, Etnoloji, Sümeroloji, Hititoloji Anabilim Dalları İle Klasik Filoloji Bölümü mezunlarının, teknik bilimler lisansiyeri sayıldığını bildirmiştir. Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı 18-07-1997 gün ve 13403 sayılı yazısı ile bu dalların arkeolog kariyerine sahip olduğuna ve teknik hizmetler sınıfına alınmalarına karar vermiştir. Mevcut şartlarda biran önce problemi çözmek gibi yönü de olsa, YÖK’nun, sanat tarihçilerin arkeolog unvanını alabilecekleri şeklindeki çözümü6, sanat tarihçilerini incitmiştir. Oysa daha baştan bu hak, müze araştırmacıları kadrosuna verilseydi bu problemler yaşanmayacaktı. 21 yıl sonra haksızlık kısmen giderilmiştir. 23-09-2008 Tarihli ve 27006 Sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 2008/14094 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile, üniversitelerin Arkeoloji ve Sanat Tarihi, Sanat Tarihi, Sanat Tarihi, Arkeoloji, Antropoloji, Etnoloji, Hititoloji, Sümeroloji ve Klasik Filoloji (Latin Dili Edebiyatı, Yunan Dili ve Edebiyatı) bölüm ve/veya anabilim dallarından mezun olanlar, 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununun 36. Maddesinin Ortak Hükümler Bölümünün (A/4) numaralı bendi kapsamına alınmıştır. Buna karşılık bu unvanların ayrıca genel idari hizmetler sınıfından çıkarılıp teknik hizmetler sınıfına yasayla aktarılmadığı için bu hak yine kullanılamamıştır. Ancak 4 Temmuz 2011 tarihli ve 27984 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 644 sayılı KHK ile müze araştırmacısı unvanı teknik hizmetler sınıfına alınmıştır. Ancak zam ve tazminatlar konusunda arkeologlar C bendi, sanat tarihçiler, 2 yıllık bölümlerden mezun teknikerlerle D bendinde yer almışlardır. Ücret farkı azalsa da arkeologlar ile diğer dalların eşitliği yine sağlanamamıştır. Halen bir müzede çalışan sanat tarihçi, sümerolog, halkbi6 -Yükseköğreti Kurulu Başka lığı -10Arkeoloji ve Sa at Tarihi Bölü ü ezu ları ı Devlet Perso el Dairesi Başka lığı da -10Başka lığı’ a yazısı da sözü edile dallarda kadrosu da istihda edile ile eği i ka ul et gü ve sayılı, A kara Ü iversitesi Rektörlüğü e yazısı ile arkeolog u va ı kulla aları a karar ver iştir. Baş aka lık gü ve sayılı, A adolu Sa at Tarihçileri Der eği ezu ola ları tek ik hiz etler sı ıfı da yer ala arkeolog iştir. 108. SAYFA limci gibi diğer dalların müze araştırmacısı, arkeologların ise arkeolog diye iki ayrı kadroda bulunması gelecekte yine benzer sıkıntıların yaşanacağını gösteriyor. Arkeolog unvanının kaldırılması ve bütün dalların müze araştırmacısı altında birleştirilmesi gerekiyor. Bu ikilik yetmezmiş gibi bir de kültür ve turizm uzmanlığı kadrosu oluşturulmuştur. Sanat tarihçi, arkeolog vd.nin girebildiği bu kadrolarda çalışanların (ek göstergeleri 3600) ücretleri arkeolog ve müze araştırmacılarından (ek göstergeleri 2200) daha yüksektir. 23 yılın sonunda tam bir eşitlik sağlanmasına yaklaşılmışken çalışanların iş verimini düşüren yeni bir eşitsizlik yaratılmıştır. Mevcut durumda her iki unvanın kaldırılıp bütün çalışanların kültür ve turizm uzmanlığı kadrosuna aktarılması gerekiyor. Müze araştırmacılarında 1954-1974 yılları için en yüksek oran, arkeologlarda % 52, sanat tarihçilerde ise % 17’dir. 1970 yılından sonra arkeolog sayısı giderek artmaktadır. 1987 yılında müzelere alınan 33 müze araştırmacısının 22 tanesi arkeologlara, 11 tanesi sanat tarihçi ve arkeologlara ayrılmıştır (Çal, 1990,s.283). 2009-2013 yıllarında Kültür ve Turizm Bakanlığı 126 arkeolog, 29 sanat tarihçisi almıştır. 1985 yılında müzelerimizdeki eserlerin (sikkeler ve arşiv belgeleri dışında) % 26’sı arkeolojik, % 14’ü etnografik eserdir. 1975-1983 yıllarında müzelere giren eserlerde satın alınma oranı % 42 ile % 84 arasında değişir (Çal, 1990,s.300). Yani eserlerin çoğunluğu satın alınma yoluyla gelir. Bu durum, müzelerde sanat tarihçilere az yer vermenin müzelerin eser durumunu da değiştirdiğini gösteriyor. Diğer kurumlar da dahil olmak üzere 2007-2011 arasında 143 arkeolog, 26 sanat tarihçisi atanabilmiştir (Çakır vd, 2012) Liselere 1957 yılından itibaren sanat tarihi derslerinin konulmasıyla öğretmenlik yolu açılmıştır. Ancak bu dersleri resim öğretmenleri de verebildiğinden ciddi bir iş alanı oluşmamıştı. 1996 yılından itibaren büyük ölçüde seçmeli derse dönüştürüldüğü için yılda ortalama 5 civarında sanat tarihi öğretmeni atanabilmektedir. Burada da formasyon alabilme öğretmen olmanın önünde ciddi bir engeldir. 2000 yılından sonra bu imkan da kaldırılmıştır.1999-2002 yıllarında sanat tarihi bölümü mezunlarına da sınıf öğretmeni olma hakkı tanınmış, 2005 yılında ise KPPS sınavı sonunda belirlenen notları alanlar arasından ortalama 5 kişi sanat tarihi öğretmeni olarak atanabilmiştir. 2005 yılında Milli Eğitim Bakanlığında norm kadro 205, çalışan öğretmen 136, açık 69 olarak belirlenmiştir (Demirağ, 2005,s.79). 2008-2012 yıllarında 10 sanat tarihçisi atanabilmiştir. İstanbul’daki orta öğretim sanat tarihi derslerine girenlerin % 36’sının sanat tarihi, % 43’nün resim, % 16’sının tarih öğretmeni olması durumu ortaya koyuyor (Gönültaş, 2005,s.91). Lise sanat tarihi ders kitaplarının hazırlanmasında ve daha doğrusu bilginin aktarılmasında sıkıntılar olduğu ve eğitim uzmanlarına danışılması gerektiği belirtilmiştir (Gür, 2004). 2000 yılında sanat tarihi bölümünü bitirenlerden yüksek not ortalaması olanların, öğretmen olabilmek için tarih gibi öğretmenlik hakkı olan bölümlerde tezsiz yüksek lisans yaptıktan sonra tarih öğretmeni olabilmeye hak kazanmalarının (Gönültaş, 2005,s.18) uygulamada ciddi bir sonucu olmamıştır. 109. SAYFA Lise öğrencilerinin diğer derslerde olduğu gibi sanat tarihinde de derse ilgisi, üniversite sınavında çıkan soru sayısına göre değişmektedir. Saint Benoit Lisesi’ndeki sanat tarihi derslerinin üniversite sınavında bu alandan soru çıkmadığı için kaldırılıp yerine turizm dersi konulması (Gönültaş, 2005,s.75) üzücü bir örnektir. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nde çeşitli kadrolarda 38 sanat tarihçisi çalışmaktadır. Buraya sanat tarihçisi alınmak istenmiş, ancak devlet memuriyeti içinde sanat tarihçisi unvanı bulunmadığı gerekçesiyle bu kadrolara arkeologlar girmiştir. Bir diğer alan Valilikler (Özel İdare) ve Belediyeler bünyesinde oluşturulan Koruma Uygulama Ve Denetim Birimleridir (KUDEP). 30 Mart 2006 tarihli 26124 Sayılı Resmi Gazete’de yönetmeliği yayımlanmıştır. 2014 yılı itibarıyla 25 Valilik ve 28 Belediyedeki KUDEP’lerde 53 sanat tarihçisi sözleşmeli olarak çalışmaktadır. Sözleşmeli personel tavan ücret listesindeki sanat tarihçilerin 2 yıllık meslek yüksek okulları ile eş tutulması buradaki temel problemdir. Kültür ve Turizm Bakanlığında çalışan sanat tarihçilerin kesin sayısını bilmiyoruz. Tahminimiz 150-200 arasında olduğudur. Kesin olmamakla beraber üniversitelerin en büyük iş alanı olduğunu söyleyebiliriz. Halen üniversitelerdeki 35 sanat tarihi bölümünde 290 öğretim elemanı çalışmaktadır (Ek A). YARARLANILAN KAYNAKLAR Altun, A. (1993). “Oktay Aslanapa Ve Türk Sanatına Katkıları”, Oktay Aslanapa Armağanı, Ankara, s.11-23. Altuner, H. (2007). “Türkiye’de Sanat Tarihi ve Cumhuriyet’ten Günümüze Sanat Tarihi Eğitimi”, Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 6/2, s. 79-90. Altuner, H. (2008). “Türkiye’deki Orta Öğretim Sanat Tarihi Müfredat Programı İle Almanya, Fransa ve İtalya Müfredat Programlarının Karşılaştırılması”, D.Ü. Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi Dergisi, 11, s.84-100. Altuner, H. (2010). “Cumhuriyet Devri Orta Öğretimindeki Sanat Tarihi Müfredatının Değerlendirilmesi”, TÜBAR, 28, s. 41-55. Anonim. (2001). “Küçük Arkeoloji Antolojisi”, Cogito 28 Arkeoloji: Bir Bilimin Katmanları, Yapı Kredi Yayınları:1520, İstanbul, s. 26-40. Arel, A. (2004). “Türkiye’nin Sanat Tarihi: Kuramını Arayan Bir İnceleme Alanı”, Sanat Tarihi Eğitiminin İrdelenmesi 12-13 Mayıs 2004 Sempozyum Bildirileri, Sanat Tarihi Derneği Yayınları, İstanbul, s.1-5. 110. SAYFA Arık, M. O. (2007). Türk Kültürüne Yönelik Arkeolojik Çalışmalar ve Sorunları, http://seldjukian.blogspot.com.tr/2007/11/olu-ark.html (erişim tarihi 2-3-2014) Aslanapa, O. (1973). “Türk Sanatı Araştırmalarının Gelişmesi”, Cumhuriyetin 50. Yılına Armağan, TKAE Yayını, Ankara, 1973, s. 120-127. Aslanapa, O. (1976). “Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümünün Kuruluşunun Otuzuncu Yıl Dönümü”, Sanat Tarihi Yıllığı, 6, İ.Ü. Sanat Tarihi Enstitüsü Yayınları, İstanbul, s.1-2. Aslanapa, O. (2000). “Türkiye’de Türk Sanatı Araştırmalarının Gelişimi”, Cumhuriyetin Yetmişbeş Yılında Kültür Ve Sanat, Sanat Tarihi Derneği Yayını, İstanbul, s.53-63. Atasoy, N. (2004a). “Sanat Tarihçisi Kimliğinden Hareketle”, Sanat Tarihi Eğitiminin İrdelenmesi 12-13 Mayıs 2004 Sempozyum Bildirileri, Sanat Tarihi Derneği Yayınları, İstanbul, s.57-62. Atasoy, N. (2004b). “Sanat Tarihi Mezunları İle İlgili Araştırma”, Sanat Tarihi Eğitiminin İrdelenmesi 12-13 Mayıs 2004 Sempozyum Bildirileri, Sanat Tarihi Derneği Yayınları, İstanbul, s.105-107. Ayvazoğlu, B. (1991). “Türkiye’de Sanat Tarihi ve Estetikle İlgili İlk Çalışmalar”, Erdem, Atatürk Kültür Merkezi Dergisi, 5/15, s.977-992. Batur, A., Akay, A., Renda G., Tanyeli, U., İnankur, Z. (2002), “Türkiye’de Sanat Tarihi Eğitimi Ve Sorunları”, Sanat Dünyamız, 84, İstanbul, s.69-88. Bayrakal, S. (2011). “Sanat Tarihçisinin Çok Yönlülüğü”, SDÜ Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, 24, s.161-165. Bozdoğan, Sibel., Necipoğlu, G. (2009). “İçiçe Geçmiş Söylemler: Diyar-ı Rum Mimarlığı Tarihyazımındaki Oryantalist Ve Milliyetçi Mirasların Sorgulanması”, Türkiye Literatür Dergisi, 7/13, İstanbul, s.51-66. Can, B.,Işıklı,M. (2013). “Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bilimlerinin Kurumsal ve Kuramsal Birlikteliği Üzerine”, Prof. Dr. Hamza Gündoğdu Armağanı, Uluslar arası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 25, Ordu, s. 170-177. Cantay, G. (2004). “Sanat Tarihi Nedir”, Sanat Tarihi Eğitiminin İrdelenmesi 12-13 Mayıs 2004 Sempozyum Bildirileri, Sanat Tarihi Derneği Yayınları, İstanbul, s.7-18 Cephanecigil, G.(2009). “Me’yus Kalplere Bir İnşirah: Bedayi-i Asar-ı Osmaniye Ve Ressam Hüsnü Bey”, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, 7/14,İstanbul, s.425433. 111. SAYFA Cezar, M. (1998). “17. Yüzyıl Osmanlı Kaynaklarında Sanat Tarihi İle İlgili Noktalar”, 17. Yüzyıl Osmanlı Kültür ve Sanatı (19-20 Mart 1998 Sempozyum Bildirileri), Sanat Tarihi Derneği Yayınları 4, İstanbul, s.41-54. Çakır, E., Tatar, N.,Erdoğdu F. (2012). “2007-2011) ÖSYS_KPSS: Arkeoloji, Sanat Tarihi Bölümleri İçin İstatistiksel Bir Çalışma”, Uluslararası Avrasya Sosyal Bilimler Dergisi, 6, s.1-9. Çal, H. (1990). Türkiye’nin Cumhuriyet Dönemi Eski Eser Politikası, C.1-2, AÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sanat Tarihi Ana Bilim Dalı, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara. Çal, H. (2003). “Eski Eserlerle İlgili Yasalarda Etnoğrafik Eser Anlayışı”, Türkiye’de Halk Bilimi Müzeciliği Ve Sorunları Sempozyum Bildirileri, Ankara, s.164167. Çal, Halit (2009), “Osmanlıdan Günümüze Türkiye’de Müzeler”, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, 7/14, İstanbul, 2009, s.315-333. Demirağ, F. (2007). Ortaöğretimde Sanat Tarihi Eğitimi-Öğretimi Ve Problemleri (1957-2005), Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Van. Durukan, A. (2000). “Ülkemizde Sanat Tarihi Araştırmaları Ve Celal Esad Arseven”, Celal Esad Arseven Anısına Sanat Tarihi Semineri Bildirileri Mimar Sinan Üniversitesi 7-10 Mart 1994, İstanbul, s.133. Düzenli, H. İ. (2009). “Fiziksel İnşadan Metinsel İnşaya: Türkiye’de Mimarlık Tarihi ve Tarihçiliğin Serüveni”, Türkiye Literatür Dergisi, 7/13, İstanbul, s.11-50. Düzenli, H.İ., Deniz, F., Uğur, Y. (2009), “Gülru Necipoğlu İle Amerika’da Osmanlı Mimarlık Tarihi Çalışmak Ve Mimarlık Sanat Tarihi İlişkisi Üzerine”, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, Mimarlık Tarihi, 7/13, İstanbul, 2009, s.347-380. Ersoy, A. (2007). XIX. Yüzyıl’da Osmanlı Mimarlık Tarihi ve Kuramsal Söylemin İnşası”, Journal Of Turkish Studies Türklük Bilgisi Araştırmaları, Vol. 31/1, In Memoriam Şinasi Tekin I, Harvard University, s.333-344. Erzen, J. (1996). “Türk Sanat Tarihinde Düşünsel Boyut Ve Doğan Kuban”, Prof. Dr. Doğan Kuban’a Armağan, Eren Yayını, İstanbul, s. 3-4. Eyice, S. (1972). “Celal Esat Arseven”, Belleten, 142, s.173-201. Eyice, S. (1972). “Anadolu Selçuklu Sanatı Çalışmalarının Başlangıcında İki 112. SAYFA Yabancı: Clement Huart ve Friedrich Sarre”, Türkiyat Mecmuası, 17, İstanbul, 1972, s.133148. Eyice, S. (1973). “Albert Louis Gabriel”, Belleten, 147, s.321-363. Eyice, S. (2003). “Sanat Tarihi Eğitimi”, Sanat ve Plastik Sanatlar Eğitimi Dergisi (http://www.sanatvebilgi.com) (erişim 2-3-2014) Glück, H. (1973). “Türk Sanatının Dünyadaki Yeri”, Eski Türk Sanatı ve Avrupa’ya Etkisi, Türkiye İş Bankası Yayını 21, Ankara, s.169-181. Gönültaş, S. (2005). Türkiye’de Orta Öğretimde Sanat Tarihi Eğitimi, İstanbul Teknik Ünv. Sos. Bil. Ens. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul. Gür, Z. (2004). “Orta Öğretimde Sanat Tarihi”, Sanat Tarihi Eğitiminin İrdelenmesi 12-13 Mayıs 2004 Sempozyum Bildirileri, Sanat Tarihi Derneği Yayınları, İstanbul, s.47-51. Hodder, İ.(2001). “Tutku Ve Oyun Olarak Geçmiş: Çoğul Geçmişlerin Kurulmasında Bir İhtilaflar Yerleşmesi Olarak Çatalhöyük”, Cogito 28 Arkeoloji: Bir Bilimin Katmanları, Yapı Kredi Yayınları:1520, İstanbul, s.65-83. İnankur, Z. (2004). “Sanat Tarihi Eğitiminin Sorunları”, Sanat Tarihi Eğitiminin İrdelenmesi 12-13 Mayıs 2004 Sempozyum Bildirileri, Sanat Tarihi Derneği Yayınları, İstanbul, s.23-24. Karpuz, H. (2009). “Anadolu Selçuklu Sanatı Literatürü”, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, 7/14, İstanbul, s.51-66. Kök, E. (2009). “İslam Öncesi Türk Sanatı Literatürü”, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, 7/14, İstanbul, s.33-49. Köprülü, F. (1973). “Türk Sanatı”, Eski Türk Sanatı ve Avrupa’ya Etkisi, Türkiye İş Bankası Yayını 21, Ankara, s.183-189. Kuban, Doğan (1995). Türk ve İslam Sanatı Üzerine Denemeler, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 2. baskı, İstanbul. Kuban, D. (1969). “Celal Esad Arseven Ve Türk Sanatı Kavramı”, Mimarlık, 72, s. s. 18-20 Madran, E.(1985). “Osmanlı Devletinde “Eski Eser” ve “Onarım” Üzerine Gözlemler”, Belleten, 195, s.503-546. Mazlum, D. (2005). “Öncü Bir Mimarlık Sözlüğü: Celal Esad Arseven’in Istılahatı Mimariye’si”, Sanat Tarihi Defterleri 9, İstanbul, s.9-32. Mülayim, S. (1982). Sanat Tarihinde Araştırma Ve Metot, Titiz Ofset-Basımevi, Ankara. 113. SAYFA Mülayim, S. (1989). “Erken Devir Türk Sanatı-Araştırmalar-“, Sanat Tarihi Araştırmaları Dergisi, 2/5, İstanbul, s.17-21. Mülayim, S. (2004). “Yazar Kişiliğimiz”, Sanat Tarihi Eğitiminin İrdelenmesi 12-13 Mayıs 2004 Sempozyum Bildirileri, Sanat Tarihi Derneği Yayınları, İstanbul, s.67-83. Mülayim, S. (2009). “Maziperestler ve Sanat Tarihi”, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, 7/14, İstanbul, 2009, s.11-32. Naipoğlu, S. (2008). Sanayi-i Nefise Mektebinde Sanat Tarihi Yaklaşımı ve Vahit Bey, Hacettepe Ünv. Sosyal Bilimler Ens. Sanat Tarihi ABD. Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara. Ödekan, A. (1996). “Türk Sanatının Niteliği”, Prof. Dr. Doğan Kuban’a Armağan, Eren Yayını, İstanbul, s.5-9. Ögel, S. (2000). “Günümüzde Sanat Tarihi’ne Yaklaşımlar”, Celal Esad Arseven Anısına Sanat Tarihi Semineri Bildirileri, İstanbul, s. 272-279. Özer, B. (1969). “Celal Esad Arseven”, Mimarlık, 72, s.21-24 Özsezgin, K. (1980). “Çağdaş Sanat Tarihçiliği Açısından Bedrettin Cömert”, Bedrettin Cömert’e Armağan, H.Ü. Beşeri Bilimler Dergisi Özel Sayı, s.21-29 Renda, G. (2001). “Cumhuriyet Döneminde Sanat Tarihi Bilimi”, Atatürk’ün Ölümünün 62. Yılında Cumhuriyet Türkiye’sinde Bilimsel Gelişmeler Sempozyumu (810 Kasım 2000) Ankara Bildiriler Tartışmalar, Ankara, s.107-115. Schnapp, A. (2001). “Arkeolojinin Keşfi”, Cogito28 Arkeoloji: Bir Bilimin Katmanları, Yapı Kredi Yayınları:1520, İstanbul, s.41-64. Sezer, Y. (2007). “Modern Mimaride Geleneksel Osmanlı Mimari Algısı (19091931)”, Bilim Ve Sanat Vakfı Bülten, 65, www.bisav.org.tr (erişim tarihi 2-3-2014) Shaw, W.M.K. (2004). Osmanlı Müzeciliği Müzeler, Arkeoloji Ve Tarihin Görselleştirilmesi, İstanbul: İletişim Yayınları. Sinemoğlu, N. (2000). “Celal Esad Arseven”, Celal Esad Arseven Anısına Sanat Tarihi Semineri Bildirileri, İstanbul, s.15-18. Strzygowski, J. (1935). “Türkler ve Orta Asya San’atı Meselesi”, Türkiyat Mecmuası, 3, Ankara, s.1-80. Sürün, M. (2012). Cumhuriyet Öncesi Sanat Tarihi Yaklaşımları (1850-1923) 114. SAYFA Sanat Tarihi Yayınları Üzerine Bir İnceleme), Marmara Üniversitesi Türkiyat Enstitüsü Türk Sanatı Anabilim Dalı, Yayımlanmamış Doktora Tezi, İstanbul. Şahin, B. (2009). Atatürk Devrinde Sanat Tarihi Çalışmalarının Gelişimi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara. Tok, G. (1997). “Sanat Tarihinden Tarihe, Bizans’tan Osmanlıya, Bilimden Kültüre Semavi Eyice”, Bilim ve Teknik, 353, Ankara, s.82-89 Uzay, A. P. (2009). “Anadolu Selçuklu Mimari Tarihinde Anlam Araştırmaları”, Türkiye Literatür Dergisi, 7/13, İstanbul, s.67-79. Ülkü, C. (1988). Josef Strzygowski’de Türk Sanatı Kavramı, İ.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Sanat Tarihi ABD. Yayımlanmamış Doktora Tezi, İstanbul.