Location via proxy:   [ UP ]  
[Report a bug]   [Manage cookies]                

Türk Tefekkürü Tarihi

Ülken, Hilmi Ziya (2007) Yapı Kredi Yayınları, Ankara. Kitap; Payen Türk, ve İslami Türk Tefekkürü ana bölümlerinden oluşmak üzere iki bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde; Türk mitolojisi, kozmogonisi ve hikmeti üzerinde durulurken Türk tefekkürünü etkileyen Hindo-Avrupailer, Buda, Manicheisme, Hristiyanlık ve Judaisme’den bahsedilmektedir. İkinci Bölümde, İslam medeniyeti, Türk skolastiği, Sühreverdi, Nizamülmülk, Yusuf Has Hacip, Türk tasavvufu, Mağrip ve Maşrik mektepleri, ve teşkilatlardan söz edilmektedir. Bununla beraber Ülken, Türk tefekkür tarihinin; Payen, İslami ve Modern Türk Tefekkürü tarihi olarak ayırmanın uygun olduğu görüşündedir (14).

Türk Tefekkürü Tarihi Ülken, Hilmi Ziya (2007) Yapı Kredi Yayınları, Ankara. Kitap; Payen Türk, ve İslami Türk Tefekkürü ana bölümlerinden oluşmak üzere iki bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde; Türk mitolojisi, kozmogonisi ve hikmeti üzerinde durulurken Türk tefekkürünü etkileyen Hindo-Avrupailer, Buda, Manicheisme, Hristiyanlık ve Judaisme’den bahsedilmektedir. İkinci Bölümde, İslam medeniyeti, Türk skolastiği, Sühreverdi, Nizamülmülk, Yusuf Has Hacip, Türk tasavvufu, Mağrip ve Maşrik mektepleri, ve teşkilatlardan söz edilmektedir. Bununla beraber Ülken, Türk tefekkür tarihinin; Payen, İslami ve Modern Türk Tefekkürü tarihi olarak ayırmanın uygun olduğu görüşündedir (14). Başlangıç bölümünde kayda değer noktalardan birisi olarak Ülken, mekteplerde okutulan edebiyat tarihinin çok geniş ölçüde olmadığını ve Baki’yi okuyan gençlerin Ibn-i Kemali, Namık Kemal’i okurken İshak hocayı bilmediğinden bahsetmektedir. Aslında tefekkür tarihimizin Milli Eğitim müfredatında çok zayıf bir şekilde üstünden geçildiğine dikkat çekmektedir (9). Sümer, Çin, İran mitolojisinin ve hakeza Orhon ve Yenisey kitabelerinin Türk mitolojisine kaynaklık eden en önemli kaynaklar arasında bulunduğundan söz edilmektedir (13). Türk tarihi konusunda çeşitli araştırmalar yapan bilim adamlarından Radloff, Türk kozmogonisinin en geniş şeklini Altay Türklerinde bulmuştur. Alemde hiçbir şey yokken Karahan ve Su bulunmaktadır. Karahan; gören, Su ise görünendir. Karahan; şekilsiz ve biçimsiz bir kuvvetten olan sudan insanı yaratmıştır ve böylece Karahan kendisini yalnızlıktan kurtarmıştır. Bu düşünce aslında İlkçağ filozoflarından her şeyin kaynağı “su” diyen Thales’in düşüncesine ve Kur’an-ı Kerim’de, Yasin Suresi’nde “sizi bir kan pıhtısından (su şeklide bir sıvı) yarattık” ayeti kerimesindeki bilgide var olan inanışlara yakın bir inanış olduğu görülmektedir (32). Bu kozmogoliye göre üç büyük alem bulunmaktadır; Birinci alemde; Karahan- Allah, Göğün 17. Katında oturmakta ve emrinde bulunan tanrılarla yeri ve göğü idare etektedir. Bu tanrıların hepsi, Karahan’dan vücut bulmuşlardır. Bunlardan üçü en önemlisidir; Bayülken Tanrı; 16. Katta altın dağda, altın bir taht üzerinde oturur, Kayağan Tanrı; 9. Kattadır. Mergan Tanrı; yedinci kattadır. Gün ana=Güneş yedinci katta, Ay ata ise altıncı kattadır. Güneş dişi Ay ise erkektir. Beşinci katta Koday Yayçu, üçünü katta Bayülken’in iki oğlu; Yayık ve Mayter oturmaktadır. En fazla şeyin olduğu yer 3.kattır. Burada, Cennet/Ak ülke, bütün hayatın kaynağı “Süt gölü” vardır. Süt gölü; doğum tanrıçası olan Ayzıt veya Yayık eliyle doğacak çocuklara hayat verir. Süt gölü; Sami mitolojisindeki Ab-ı Kevser’e tekabül etmektedir. Payen Türk cennetlerinin tasviri Kur’an-ı Kerim’de anlatılan cennet tasvirlerine çok benzemektedir. Arıca bu katta, Mukaddes Suruvdağı ve Yedi Koday bulunmaktadır. Bunları insanların emrine sunan Yaycu’lar bulunmaktadır (36-37). Bunların hepsi birinci alemin içindedir. İkinci alemde; cinler ve periler bulunmaktadır. Bunlara; Yer-Su adı verilen yarı tanrılar olarak bakılmaktadır. En büyüğü Ogan’dır. Ogan, Bayülkenin ülkesine kadar uzanan bir çam ağacının gölgesinde oturmaktadır. Yerin altı ise üçüncü ve başka bir alemdir. Yunan mitolojisinde bu katta Hades Türk Mitolojisindeki adıyla Erlik Han bulunmaktadır (Yerlik Han). Bu aslında kovulan şeytandır (38). Bu anlatılan mitolojiye benzer bir mitoloji olarak Oğuz ve Yakutlularında mitolojileri bulunmaktadır 40-45.Türk dini Ziya Gökalp’inde belirttiği gibi, Toyonizm’dir. Bu dinin sihirbazlık şeklini aldığı formu ise Şamanizm’dir 46. Türk Mitolojisinin İkinci ayağını yarı ilahlar ve kahramanlara ait bilgiler oluşturmaktadır. Dokuz Oğuz efsanesi, Oğuz destanı, Bozkurt masalı ve Alankuva; Kırk Kız ustüreleri ve Dede Korkut Hikayeleri Türk mitolojisi ile ilgili olarak geniş bilgiler vermektedirler (41). Türkler kendilerine ait bir hikmet/felsefe oluşturan nadir medeniyetlerdendir. Yunan hikmeti; kaderci, İran hikmeti; insaniyetçi ama Türk Hikmeti, Hakikatçi ve Terakkicidir (54). Türk tefekkürü üzerinde, Çin Türkistan’ında; Yunan-Buda tesiri ve Manicheisme (dekhanlar arasında) Uygurlar arasında Kar Hoça’da kabul etmiştir. Hristiyanlık; Bizans mezheplerinden en güçlüsü olan Nasturilik, Çin Türkistan’ında hakim olmuştur. Bu mezhepte İsa peygamberin de yaratılmış bir insan olduğu kabul edilmektedir. Bu özellik Türkler arasında yayılmasına zemin hazırlamıştır. Judaisme ise yani Yahudilik Hazar Türkleri arasında yayılmıştır (75-76). İkinci Bölüm: İslami Türk Tefekkürü İslam ilmi, nakli ve akli ilimler olarak ikiye ayrılır. Nakli ilimler vahiy ya da ilham yoluyla oluşmuş ilimlerdir. Akli ilimler ise, doğrudan gözlenebilen ve deney yoluyla elde edilen ilimlerdir. Bu ilim türünde din ikinci sıradadır 83- 88 Akli ilimler; Yunan medeniyetinden gelenler ve bizzat İslam dininin tesiriyle oluşmuş ilimler olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Yunan medeniyetinden ilimler; Süryani ve Nasturilerin tercüme yoluyla özellikle Abbasiler zamanında gelmişlerdir. Bunlar Urfa ve Antakya mekteplerinde Hristiyanlar tarafından dine nakil ve tatbik edildikten sonra Nasturiler tarafından İslamiyet’e sokulmuştur. Bu devirde El-kindi, Farabi ve İbn-i Sina gibi büyük Türk tefekkürleri yetişmiştir. Ziraat, arazi idaresi, medeni ihtiyaçlar, komşu devletlerle siyasi ve askeri ilişkiler alanındaki ilimler yunan medeniyetinin tesiriyle gelmişlerdir. İslam medeniyetinde doğan ilimler; Matematikte Ben-i Musa Ailesi, Kimyada Cabir, Tabiiyatta İbn-i Sina, Ahlakta Nasıruddin Tusi, Musikide Farabi gibi düşünürler yetişmiştir. Bunlarda yine köken itibariyle Yunan medeniyetinden beslenmişlerdir. Ancak bunların dışında yunan medeniyetiyle hiç alakası olmayan Tarih, Coğrafya, Lisaniyat, Cebir ve Logaritma ilimleri ilk olarak Türklerde gelişmiştir (85-90). Ibn-i Haldun Mufassal Tarihi ve Mukaddimesiyle felsefi tarihin bütün dünya üzerindeki ilk eserini vermiştir 90-91. El-Kindi ve İbn-i Sina hesaba dair, İbn-i Heysemül Huzni fizik ve Ömer Hayyam Cebir ilimlerinde ürünler vermişlerdir (92). Tasavvuf ilminde ise Beyazıt ı Bestami, Cüneyd-i Bağdadi, Hallac-ı Mansur, Muhyiddin-i Arabi ve Mevlana önemli eserler vermişlerdir. Muhyiddin-i Arabi’nin batıda ve doğuda yüzü aşkın eseri (Fusus-ul Hikem, Divan) olduğu bilinmektedir 96. Sufiler; terk-i dünya, terk-i ukba ve terk-i terk düsturunu hakikate ulaşmak için benimsemişlerdir. 97. Ama Hallac-ı Mansur gibi “Ene-l hak”-ben Allah’ım demek doğru değildir (100). İslam skolastiğinde Şark ve Garp mektepleri bulunmaktadır. Birinci mektep X-XI. Yüzyılda gelişmiş ve şark-doğu mektebi olarak anılan bu mektepte büyük alimler yetişmiştir. Garp mektebi ise genellikle yunan tesirinde Endülüs diyarlarında vücuda gelmiştir. Şark mektebinin en büyük tefekkürleri Türk düşünürlerdir. Bu yüzden Türk skolastiği olarak adlandırmak daha uygun bulunmuştur. El Kindi, yunan eserlerinden bilhassa Aristo ve platonun eserlerini tercüme etmiştir. Türk skolastiğinde düşünürleri iki zümrede toplanmaktadır. 1.Meşşaiyun; Farabi, İb-i Sina ve El Kindi Aristo’dan etkilenmiş ve tercüme şerhler yapmışlardır 2. İşrakiyyun’dur. Bunlar Neo-Platonisme’yi takip edenlerdir. Bu grupta Türkler yok gibidir. Sühreverdi, İbn-i Bace ve İbn-i Tufeyl Arap ve acemdir (104). Meşşaiyunlara göre; madde ezelidir. Ve Allah külli eşyaya taalluk eder ve cüzi hadiselere karışmaz. Bu düşünceleri sebebiyle Farabi ve İbn-i Sina Gazali tarafından kafirlikle suçlanmıştır (106). Farabi; Aristo ve Sabii felsefesinden etkilenmiştir. Ettalimüs Sani bir ansiklopedidir. Farabi, Meratib-ul Ulum, İhya-i ulum, Menay-ül Akl kitabında Aristo’nun eseri olan kitabun-nefs de bahsettiği akıl veya zihinden bahsetmekte ve her şeyin birinci sebebini; birinci prensip veya intelligence yani “Allah” olarak açıklamaktadır (118). Ibn-i Sina’da Aristo’dan etkilenmiştir. Bütün bilgilerin başına mantığı oymuştur. Aristo gibi onda da nefis; nebati, hayvani ve insani nefis olarak üçe ayrılmaktadır (1399. Vücut ise; mümkün, bizatihi mümkün ve bizatihi zaruri yani ilk illet veya Allah olmak üzere üçe ayrılır 145. Birçok düşüncesiyle İbn-i Rüşd tarafından da eleştirilmiştir. İbn-i Sina tabiat müşahedesiyle akıl arasında ahenk görmesi itibariyle Avrupa Rasyonalist felsefesine zemin hazırlamış; ve Descartes’in Cogito’sundan farklı olarak vücut ve tasavvurun aynı olduğu fikrinden hareket ederek böylece onun uğradığı müşkilattan kurtulmuş ve adeta Spinoza ve Hegel’in ulaşacakları neticelere evvelden varmıştır (155). Selçuklu devri Bu devirde felsefe zayıflamakla beraber sadece Kelam, Siyasi felsefe, Matematik ve Felekiyyat gibi ilimler devam etmiştir. Kelam alanın da İmam Gazali öne çıkmaktadır. O, akılla imanın hudutlarını ayırmıştır. Ve imanın esas olduğunu belirtmiştir. Tehafüt-ül Ulema eseriyle kendisinden önceki Farabi ve İbn-i Sina gibi düşünürlere hücum etmiştir (158). Şahadeddin Sühreverdi ise sihirbazlık v dinsizlik isnat oluğunda Salahattin Eyyubi’nin emriyle 33 yaşında idam edilmiştir . Siyası felsefenin en önemli eserleri; siyasetname (nizamülmülk) Selçuklular zamanında ve Kutadgu Bilig ise Karahanlılar zamanında yazılmıştır 164. Siyasetname; hükümdarın tebasına karşı vazifeleri, saray teşkilatı, devlet teşkilatı ve idare mekanizmasının farklı kısımları hakkında bilgilerden oluşmaktadır. Nizamülmülk kadınların devlet işlerinde yer almasına oldukça karşı çıkmıştır. Kitabın büyük bir kısmı arazi teşkilatına aittir . Yusuf Has Hacip de Kutadgu Bilig’i; Kaşgarda hükümet süren Bograhan adına yazmıştır. 73 fasıl ve 6500 den fazla beytten ibarettir. Bu kitapta çok fazla yabancı kelime bulunmamaktadır bu yönüyle milli bir yaratış kıymetine sahiptir. Beylerin beyliğe sahip olması için ne gibi özelliklere sahip olması gerektiğinden bahseder. İbn-i Sina gibi toplumu hakimler, muharipler ve rençberler olmak üzere üçe ayırmıştır. Beyler anadan doğma beydir ama beyliği sonradan öğrenirler, beyler bilgili olmalı, tohum iyi olursa er de iyi olur, beylik, temizlik, intizam, sürat, kahramanlık ve gözü tokluk demektir (162-169) İlimler Mantık; Farabi ve İbn-i Sina Aristo mantığını benimsemişlerdir. Kadı Seraceddin Ürmevi, Taftazani, Seyyid Şerif Cürcani ve Molla Ferani gibi alimler yetişmişti. Riyaziyatta; Yunan ve Hint kaynaklarından beslenmiştir. Cebir ve matematik Yunanlılardan gelse de Türklerin elinde tam bir ilim haline gelmişlerdir. Ibn-i Türk El Cili, El Harezmi, Harzemli El Biruni, Nasır Tusi, Gıyaseddin Cemşit, Uluğ ve Ali Kuşçu gibi ilim adamları yetişmiştir. Mirim Çelebi ise sonuncusudur. Bu alimler matematik ve cebir alanında eserler vermişlerdir. Tabiat ilimleri; tıp, zirai, nebatat, hayvanat ve madeniyat, kimya gibi ilimleri kapsamaktadır. Reyli Samani, İbn-i Sina, (el kanun fit-tıp), Hacı Paşa, Umur Bey, Hayatızade Fevzi Mustafa gibi alimler eserler vermişlerdir (176-184). Ahlak; Nasır Tusi (ahlak-ı nasırı), Gazali (nasihat-ül mülk, ihya-u ulum’un bazı bölümleri), Kınalızade Ali Çelebi gibi alimler yetişmiştir. Onun kitabı Ahlak-ı Alai’de psikoloji ilmine verilen değer görülmektedir (189). Ansiklopedi; Farabi (talim-us sani ve ihsa-el ulum) ve İbn-i Sina (şifa), Abdullah Muhamed Bin Ahmed Bin Yusuf (mefatihul ulum) eserler vermişlerdir. Taşköprülüzade Ahmet Efendi Mevzuat-ıl Ulum eserini ansiklopedi olarak yazmıştır. Bu konuda en meşhur ve büyük alim ise Katip Çelebidir. O, Keşfüz Zunun ve Seyahatname eserlerini yazmıştır. Bursalı İsmail Hakkı’nın Ruh-ul Beyan ve Kitab-un Netice adlı eserleri ansiklopedi özelliği taşımasıyla önemli görülmektedir (194 -195). Tercüme; Farabi ve İbn-i Sina Aristo ve Platondan birçok çeviri yapmışlardır., Yanyalı Esat Efendi, İbn-i Sina’nın “Şifa”sı ve Sühreverdi’nin Hikmet-ül İşrak’ını Türkçeye çevirmiştir (199). Türk tasavvufu IV. asırda Orta Asya’da başlamıştır. Ancak burada İslami tesirden çok uzak ve Türk geleneğinin izleriyle devam etmiştir fakat bu konuda çok kaynak bulunmamaktadır. Mysticisme İslamiyet’e çok evvelleri girmiş ve Türklerden evvel Arap ve acemlerde başlamıştır. Bu konudaki ilk eser Feridüddin Attar’a aittir. Orta Asya’da Necmettin Kübra, Azerbaycan’da Nizami Gencevi, Anadolu’da Mevlana ve Yunus Emre yetişmiştir 202. Sırrı Hikmet ve Klasik tasavvuf olarak ikiye ayrılmaktadır. Sırrı hikmet; Hoca Ahmet Yesevi ile başlayan ilk Türk tasavvuf cereyanıdır. Bu tasavvufta İslam’dan önce var olan Hikmet ile İslam hikmeti birleştirilmeye çalışmıştır. Yesevi’nin Divan-ı Hikmet eseri meşhurdur. Çok basit ve anlaşılır olması yönüyle oldukça fazla taraftarı vardır. Sarı Saltuk, Hacı Bektaş ve Taptuk Emre bu düşünceleri Anadolu’ya yaymışlardır (205). Süleyman efendinin “Bakırgan” adlı kitabı önemli bir eserdir. Bu tasavvuf görüşünde yetişen Yüknekli Ahmed ve Harzemli İslam da önemli şahıslardandırlar (209). Klasik tasavvuf Bu akım VII. Asır başlarında Anadolu’da ortaya çıkmış ve gelişmiş ve en parlak dönemini de IX asıra kadar yaşamıştır. Selçuklu ve Osmanlı imparatorluğu döneminde de devam eden tasavvuf düşüncesi halini almıştır. Önde gelen düşünürler ise Sadreddin Konevi, Mevlana, Yunus Emre ve Erzurumlu İbrahim Hakkı’dır. İslam tasavvufunun izlediği yollar benzer olsa da çeşitlilik arz etmektedir. Muhyiddin El-Arabi; “vahdet-i vücud”, Gazali; ilim ve imanı önde tutarken, Mevlana ve Mahmut Şebüsteri ise vahdetin eşyada tecellisi ve ilahi aşk telakkileriyle tasavvufu yüksek bir estetik cereyan haline getirmişlerdir (213) Anadolu klasik tasavvuf iki mektepte kendini göstermektedir: Mağrip ve Maşrik mektepleri. Mağrip (batı) mektebi Sadreddin Konevi vasıtasıyla yayılmış olan Muhyiddin El-Arabi’nin tesiri anlaşılmaktadır. Muhyidddin El-Arabi hayatının büyük bir kısmını Anadolu’da geçirmiş ise de doğduğu ve büyüdüğü Endülüs’e birçok şey borçludur (214) eser vermiştir ve bu eserler felsefe, fıkıh, kelam, hadis, tasavvuf şiir ve gaybi ilimler hakkındadır. Platon ve Leibniz ile aynı seviyede olan bir tefekkür olarak görülmektedir. Anadolu’da en çok onun eserleri ve fikirleri yayılmış ve birçok tenkid, takdir ve tefsire uğramıştır. En önemli eseri “Fusus-ul Hikem ve Futuhat-ül Mekiyye’dir. Onun felsefesi vahdeti vücuttur. İlmi, akıl ilmi, hal ilmi ve sır ilmi olarak 3 dereceye ayırmıştır. Sır ilmine giden yolu dört mertebe; devai, vesile sebepler, ahlak ve hakikat olarak ayırmıştır. Ona göre her şeyin bir zahiri ve batını manaları vardır. Ona göre nefsi bilmek Allah’ı bilmeye bağlıdır ama Gazali’ye göre Allah’ı bilmek nefsi bilmeye bağlıdır. Allah bir illet değildir ve bütün illetleri o yaratmıştır. Yani, her şeyden önce Allah vardı. Velayet ise; velayet-i hassa (mehdide tecelli eder), velayet-i amme (İsa da) ve velayet-i ilahiye (Muhammed de tecelli eder) olarak 3 derecedir (215-230). O, Kur’an, eski mutasavıfflar, İşraki felsefe (platon ve Aristo), Kabalizm, Mazdeizm ve Eski Türk Mistizm’inden ilham almıştır. Birçok tenkide uğramış ve hatta dinsizlikle de suçlanmıştır 236. Onun tesiriyle Anadolu’da, mücadeleci ruh, zıd fikirleri birleştirme (syncretisme) ve batınilik akımları yayılmıştır (240). Sadreddin Konevi Malatya’da doğmuş ve Konya’ya yerleşmiştir. Annesi Muhyiddin El-Arabi ile evlenmiştir. Alaaddin Keykubat zamanında dersler vermiş ve büyük talebeler yetiştirmiştir. Bunu yanı sıra, şeyh Bahaeddin Velet ve Mevlana ile görüşmüştür. Muhyiddin El-Arabi’nin fikirlerinin yayılmasında öncülük etmiştir. Ama ondan daha fazla mantıkçı ve rasyoneldir. Batından zahire açılan alemler; alemül mana, alemül hudus, alemül meleküt, alamül hayal ve alemül mülk olmak üzere beşe ayrılır. O velayet meselesinde de üstadından ayrılmaktadır (235-45). Maşrık (doğu) mektebi; Büyük Selçuklu ile Anadolu’ya yerleşen ve Cengiz istilası ve Harzem devletinin yıkılmasıyla düşünürlerin Anadolu’ya göç etmesiyle mektebin faaliyetleri hız kazanmıştır. Mağrip ve Maşrık mektepleri çoğu konuda birbirinin zıttıdır. Hint, İran ve Türk tesirleriyle beraber Kur’an ve İslam’ın tesiri çok büyüktür (249). Necmeddin Kübra Orta Asya-Harzem’de doğan düşünür, zahiri ve batını ilimlerde ilerlemiştir. Semerkand’da şehit olmuştur. Tevilat-Tasavvuf tefsiri, Usul-ü Aşere, Adabüt-Tarika adlı kitapları vardır 257. Mevlana Celaleddin Rumi Belh’de doğmuştur. Babası da çok büyük bir alimdir. Bu yönüyle Sulatn-ül Ulema diye anılmıştır. Harzem’de yaşanan problemlerden sonra Anadolu’ya- Bağdat-Mekke, Şam-Erzurum-Erzincan- ve daha sonra Konya’ya yerleşmiştir (261). Şemseddin Tebrizi ile görüşmüş ve ondan çok etkilenmiştir ikisi arasındaki münasebet Platon-Aristo arasındaki ilişkiye benzetilmektedir. Mevlana’nın bedii tasavvufu yalnızca mistik dünya görüşünü şiirle ifade etmekle kalmıyordu. Yeni bir sema şekli, yeni bir musiki, yeni bir hayat şekli yaratıyordu (263). Mesnevi, Divanı kebir, Divan-ı şemsül hakayık, Fıh-i Mafih ve Mektubat eserleri bulunmaktadır. Mesnevisi 26.660 beytten oluşmaktadır. Şemsi Tebriziye adamış olduğu divanı da mevcuttur. Mevlana’da Platon ve İslam’ın izleri birleşmiştir. Onda şarap yaratılmadan önce biz sarhoştuk anlayışıyla aşk felsefesine olan tutkusu görülmekte ve Allah a ulaşma noktasında sanatında büyük izler görülmektedir. Hallac-ı Mansur gibi mistik bir aşk felsefesine sahiptir 275. Sözden ve mantıktan uzak durmaya çalışmıştır. Mesnevisinin birçok hikayesi Yahudilik aleyhinde ama Hristiyanlık lehindedir (279). “Sema”ya ise Şems Tebrizi’den etkilenerek başlamıştır. Sonradan ayin ve merasim haline gelmiştir (281) Mevlana’ya göre aşk; Palton gibi ruhun zindeleşmiş olan bir yükselişi değil, fakat Neo-Platonistler’de olduğu gibi eşya ve kesretle bütün bağlarını keserek insanı birliğe ve bütünlüğe götüren bir istiğrak (Allah’la birleşme) halidir (28( Tercüme ve Şerh Türk tasavvufunun oluşmasında başka dillerden tercüme edilen tercümelerinde önemi büyüktür. Orta Asya’dan kalan tercümelerden Feridüddün Attar’a ait; Tezkiretül Evliya, Mantık-u Tayr eserleri önemli tercümelerdendir. Yine Mazeni Esrar-Çağatay edebiyatından örnekler taşıması yönüyle önemlidir. Mevlana’nın mesnevisi ve İbn-ül Arabini’nin eserlerinin Türkçeye tercümeleri önemlidir 288. Osmanlı döneminde de saysız eser Türkçeye tercüme edilmiştir (295) Teşkilatçı tasavvuf Türk memleketlerindeki fikir hareketleri süratle teşkilat halini almış ve devletleşmiştir. Ahilik; Dini-tasavvufi bir teşkilattır. VII asırda Anadolu Selçukluları zamanında büyük bir önem kazanmıştır. Osmanlılar döneminde bazı yerlerde hükümet kuvveti yerine geçmiştir. Anadolu’daki kurucusu Ahi Nimetullah Evran’dır. Küçük sanat sahipleri arasında iktisadi bir teşkilat olarak gelişmiştir. Korporasyon teşekkülü, loncalar, gedikler ve esnaf teşkilatlarında kendisini göstermiştir. Tasavvuf teşkilat üzerinde bir nevi ideoloji vazifesini görmektedir. Ahiler, kendi teşkilatlarını tespit etmek ve bu teşkilatta hakim olan fikirleri göstermek için “Fütuvvetname” adında eserler yazmışlardır (301). Ahi olmak için peştamal bağlamak ve yedi müsbet ve menfi şarta riayet etmek gerekmektedir. Ahilik nazarında bu yedişer fazilet ve rezilet şunlardır; Kıskançlık kapısını kapamak ve lütuf kapısını açmak kahır ve zülüm kapısını kapamak ve ilim ve mülayemet kapısını açmak hırs kapısını bağlayarak rıza kapısını açmak tokluk ve lezzet kapısını bağlayıp açlık ve riyazet kapısını açmak haktan yana kapısını bağlayıp haktan yana kapısını açmak, herze ve hezeyan kapısını bağlamak ve marifet kapısını açmak, yalan kapısını bağlamak ve doğruluk kapısını açmak. Ahilik tam olarak İslami tasavvufa dayanmaktadır Ahi olmak isteyen birisi tarikat erkanından birine intisap edecek ve onun vasıtasıyla kuşak kuşanıp ehli tarik olacaktır. Ahiliğe intisap etmek bir nevi ahlaki, dini ve iktisadi mertebe nizamına girmek demektir. Başlıca üç mertebeden oluşmaktadır; yiğitlik-heves eyleme, ahilik-başlamak, ve şeyhlik-tamam kılmaktır. Mesela ahilik içinde şeyh olmak için birçok meziyete sahip olmak gerekmektedir; Hakka inanmak, halk arasında insaf ile durmak, nefsini kahreylemek, ahlaken ve fikren büyük insanlara hizmet etmek, dervişlere cömertlik ve alimlere karşı tevazu göstermek, düşmanlara karşı hoş dil kullanmak, cahile karşı himayekar ve mülayim olmak vb. (303). Ahilik Osmanlı Devleti’nin gelişmesine kadar Ankara, Konya, Bayburt ve Erzurum gibi memleketlerde mahalli idareler kurmuşlar hatta küçük şehir cumhuriyeti kurmuşlardır. İlk eserleri Arapça olsa da daha sonra Türkçe eserler vermişlerdir (305-6). Büyük tarikatların gelişmesi Mevlevilik-Mevlana, Bektaşilik- Hac-ı Bektaş, Kadirilik- Irak, Abdülkadir Geylani, Bayramilik –Hac-ı bayram veli ve Nakşilik-Orta Asya, Hoca Bahaeddin Nakşibend tarikatları gelişmiştir (310-20). Anarşik tasavvuf hareketleri arasında ise, Babailer ve Hurufiler bulunmaktadır. Hatta Babailer Anadolu Selçukluları zamanında çok büyümüşler ve isyan ederek bir başka devlet kurmaya çalışmışlar ama zorlukla da olsa bastırılmıştır (320-24). 10