Gözetim Toplumu
[ Panoptikon ]
Derleyenler
Barış Çoban - Bora Ataman
İçindekiler
Önsöz
3
Finans Kapitalizminin İçselleştirilmiş Mantığı Olarak Gözetim
5
Ali Ergur
Gözetimin Toplumsal Meşruiyeti
15
Sevgi Kesim Güven
Alternatif Medya ve Anti-Gözetim
33
Bora Ataman - Barış Çoban
Panoptisizm ve Sanat
49
Görkem Kutluer
Dijital Gözetime Karşı Savunma Rehberleri:
Neden İhtiyacımız Var ? Nasıl Daha İyi Kullanılabilirler?
61
Ahmet A. Sabancı
“Karakutu”- http://karakutuprojesi.org: Bir Bilgi Sızdırma
Platformu
Yasin Özel - Şevket Uyanık
71
Gözetim Toplumu
PANOPTİKON
EMO Yayın No: GY/2016/562
ISBN: 978-605-01-0901-6
Adres: Ergenekon Mah. Cumhuriyet Cad. Adlı Han No:173/3
Harbiye - İstanbul
Tel:
0212 259 11 50
Faks: 0212 258 36 55
Web: http://istanbul.emo.org.tr
E-Posta: istanbul@emo.org.tr
Yayın Tarihi: Ekim 2016
Baskı
Ege Basım
Adres: Esatpaşa Mah. Ziyapaşa Cad. No:4 34704 Ataşehir / İstanbul
Tel: 0216 470 44 70
ÖNSÖZ
Feodal dönemin obez imparatorluklarının pek umurunda değildi yoksul halk,
çünkü onlar feodal beylere vergilerini ödüyorlar ve gerektiğinde orduya katılıp
askerlik yapıyorlardı ya bu yeterdi. Feodal beylerin gördükleri de esas olarak toprak,
köyler ve köylü ailelerdi. Tek tek bireyleri ne yapsınlardı? Ancak bu büyük topraklar
üzerinde 18. yüzyılda uç vermeye başlayan kapitalist ilişkiler ile birlikte karışıklıklar
görülmeye başladı. Artık, herkesin iktidarın gözü tarafından fiilen algılanması
gerekli oldu, kapitalist bir toplumda yani mümkün olduğunca yaygınlaştırılmış,
mümkün olduğunca verimli bir üretimle birlikte; işbölümünde kimilerinin şu işi,
kimilerinin bu işi yapmasına ihtiyaç olduğunda, halkın direniş hareketlerinin,
ataletin ya da isyanın, doğmakta olan tüm bu kapitalist düzeni altüst etmesinden
korkulduğunda, o zaman, her bireyin somut ve keskin gözetlenmesi gerekti.
Bunun için 1785 yılında Mimar Samuel Bentham’dan bir yapı tasarlaması
istendi. Tasarımı Samuel Bentham’a; içinde yer alacak sistemleri temellendiren
düşüncelerin de kardeşi Jeremy Bentham’a ait bu yapı Panoptikon adıyla anıldı.
Panoptikon’un en önemli özelliği, çok sayıda insanın gözetim altında tutulmasını
amaçlamasıydı.
Michel Foucault, 1975 yılında yazdığı “Hapishanenin Doğuşu” adlı kitabında
Panoptikon’u bir iktidar metaforu olarak kullanır. Merkezinden bütün hücrelerin
rahatlıkla görüldüğü ama gözetleyen gardiyanların hiçbir zaman hiçbir noktadan
görünmediği asimetrik, tek yönlü bir gözetleme sistemi…
Elinizdeki kitapta Panoptikon’u çağdaş bir sorunsal olarak ele alan 6 makale yer
alıyor. EEMKON 2015 Kongresi’nin “Kent ve Elektrik Sempozyumu” kapsamında
yer alan “Gözetim Toplumu – Panoptikon” oturumunun ilgiyle karşılanması, bizlere
bu konunun ayrı bir yayın olarak ele alınması gerektiğini gösterdi.
Prof. Dr. Ali Ergur’un kaleme aldığı, “Finans Kapitalizminin İçselleştirilmiş
Mantığı Olarak Gözetim” yazısında; “Sistemin kendini sürekli olarak yeniden
üreterek devam ettirebilmesi, bir diğer deyişle, tüketimi koşullayarak üretim için
gerekli döngüyü sağlayan ideolojinin korunması için gerekli olan denetim, dolayısıyla
gözetim, teknolojik araçların yarattığı kültürel değerlerin ve hatta varlık nedenlerinin
içinde gizli” olduğu saptaması yapıldıktan sonra teknolojik denetimin kullanıcılar
için nasıl doğal bir süreç halini alarak gözlerden kaybolduğu ya da yarattığı kültürel
değerlerin çekiciliğinde nasıl bir gönüllü katılım yarattığı anlatılıyor.
3
“Gözetimin Toplumsal Meşruiyeti” adlı yazısında Dr. Sevgi Kesim Güven; “Kişisel
bilgilerin her gün binlerce kuruluş ve devlet tarafından toplanarak mahremiyetin
ya da özel alanın yok edilme durumuyla karşı karşıya bulunulmasına rağmen,
gözetim araçları, toplu ya da bireysel bir tepkiyle karşılaşmadan çok hızlı bir şekilde
artmaktadır” dedikten sonra gözetimin meşruiyet nedenlerinin önem kazandığının
altını çiziyor.
Doç. Dr. Bora Ataman ve Prof. Dr. Barış Çoban, “Alternatif Medya ve AntiGözetim” yazılarında; Toplumsal hareketler ve alternatif medya, alternatif
yeni medya ve sosyal medya arasındaki ilişkileri ele alarak, özellikle Occupy
hareketleriyle birlikte medya çalışmaları ama özellikle de yeni medya ve alternatif
medya çalışmaları ile (yeni) toplumsal hareketler çalışmaları arasındaki uzaklık ya
da boşluğun kapanmakta olduğuna dikkat çekiyorlar.
Çoban ve Ataman’ın büyüteç tuttukları bir önemli konu da, alternatif karşı-göz ile
iktidarın gözetim altında tutulması mücadelesinde hackerlerın önemli bir görevi
yerine getirmekte oldukları.
“Panoptisizm ve Sanat” başlıklı yazısında, Yrd. Doç. Dr. Görkem Kutluer;
panoptisizmin sanatla ilişkisini irdelerken, kendini "Surveillance Camera Man"
adıyla anonimleştiren Amerikalı performans sanatçısının, gözetleme pratiklerini
sanat yoluyla speküle etmesi örneğini aktarıyor. Kamerasını saklama gereği
duymadan, tanımadığı insanların görüntülerini kaydeden sanatçı, kamerasıyla
sokaklarda, kafelerde, bankalarda, okullarda, restoran mutfaklarında sıradan
insanlara yaklaşarak çekim yapmaya çalışır. Filme alınanların tamamına yakını
çok sert tepkiler vererek sanatçıyı uzaklaştırmaya çalışsalar da karşılarında kararlı
bir kameraman olduğunu görürler; bu tavır onları çileden çıkartır. Kaydı hiçbir
koşulda –filme alınanlar tarafından dövülürken bile- durdurmayan sanatçının, bu
yaşadıklarını göze alma nedeninin, aklındaki çok önemli bir soruya cevap aramak
olduğunu, çekim yaptığı kişilere yönelttiği sorudan anlarız: “Neden şuradaki duvara
sabitlenmiş kameradan değil de, bu kameradan rahatsız oluyorsun?”
“Bu durumdan kurtulabilmemiz ve interneti daha güvenli bir yer haline getirebilmemiz
için devletlerin pervasızca uyguladığı toplu gözetime ve şirketlerin sırf kâr uğruna
hepimizin dijital ikizlerini esir alıp satmalarına karşı mücadele etmemiz gerekiyor.
Ancak bunu yapana kadar, kendimizi tüm bu gözetim araçlarına karşı savunmamız
gerekiyor. Neyse ki bunu nasıl yapacağımızı öğrenmek artık eskisi kadar zor değil”
diyen Araştırmacı Yazar ve Dijital Aktivist Ahmet A. Sabancı, “Dijital Gözetime
Karşı Savunma Rehberleri” başlıklı yazısında; “Neden İhtiyacımız Var? Nasıl Daha
İyi Kullanılabilirler?” sorularının yanıtlarını veriyor.
Yasin Özel ve Şevket Uyanık; Bir Bilgi Sızdırma Platformu Olarak “Karakutu Projesi”
başlıklı yazılarında; Projenin aktif hale geldikten sonra en büyük ihtiyacı, aynı ABD
halkının savaşa karşı tepkisini artırarak Vietnam savaşının bitişini hızlandıran,
Vietnam belgelerini sızdıran ABD ordu çalışanı Daniel Ellsberg gibi, Irak savaşında
sivillerin bilinçli olarak öldürüldüğünü gözler önüne seren ordu çalışanı Bradley
Manning gibi, ABD Ulusal Güvenlik Dairesinin (NSA) dünyayı 1984 distopyasına
dönüştürdüğünün belgelerini sızdıran NSA çalışanı Edward Snowden gibi cesur
insanlara platform için çağrıda bulunuyorlar.
Bilgilendirici ve yararlı olması dileğiyle, iyi okumalar…
EMO İstanbul Şubesi
40. Dönem Yönetim Kurulu
4
Finans Kapitalizminin İçselleştirilmiş
Mantığı Olarak Gözetim
Ali Ergur *
Günümüz toplumunun gündelik deneyimleri, öncelikle on dokuzuncu
yüzyılın son çeyreğinden itibaren ekonomik ve toplumsal bağlamda
etkilerini belirgin şekilde artırmaya başlamış olan küreselleşme sürecinin
ve hedefindeki küresel pazarın, sonrasında da ekonomik değerin belirgin
bir şekilde somut metaların değişiminden ziyade, sanal değer temsilleri ve
onların değişimi üzerinden kurulduğu finansal kapitalizmin, 1960’lardan
itibaren yükselişinin gerektirdiği şekilde; hız, akışkanlık, esnek ilişki ve
varoluş formları çevresinde şekillenmeye başlamıştır. Sabit bir coğrafi
noktada, belli bir zaman diliminde tanımlanabilen somut meta üretiminin
önem arz ettiği ağır-sanayi ekonomisinden farklı olarak, bu varsayımsal
değerlerin mümkün olduğunca hızlı bir şekilde küresel pazarda yer
değiştirebilmelerini, dolayısıyla hareketliliği makbul olarak kabul eden
finans ekonomisi, genel değer üretiminde söz sahibi konumundadır.
Böylelikle, zamanın erdemi haline gelmiş akışkanlık hali ve hız, kuşkusuz
sadece sanal değerlerin oluşumunda etkili olan enformasyonların
(malumatların) dolaşımında değil, toplumsal yaşamın işleyiş mantığında
da belirleyici bir nitelik haline gelmiştir.
Küresel ölçekte bütünleşmeye giden yeni kapitalist üretim ilişkilerine
paralel olarak, özellikle enformasyon teknolojilerindeki gelişmelerle birlikte
giderek etkileşimli kitle iletişimi ağırlıklı toplum yapısı oluşmaya başlamıştır.
Teknolojinin evrimi, başlangıçta devletin ve ekonomik güç odakları gibi bazı
ayrıcalıklı sınıfların kullanımındaki daha genel maksatlı işlevlerden, özellikle
son otuz yıl içinde, sıradan bireyin kullanımına açılarak, gündelik hayatın
* Prof. Dr., Galatasaray Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü
5
sıradan işlevlerine doğru yönelmiştir. Böylelikle teknoloji, maliyetinin
düşmesi, minyatürleşmesi, hızının artması ve giderek daha bütüncül bir
ağ sistemine dahil olmasıyla incelmiş; sıradan insanın gündelik yaşamının
en sıradan anlarına kadar sızabilmiştir.
Görünürde, üzerinden artı-değer yaratılabilen her türlü ürünü, öncelikle de
sanal değer üreten temsilleri, malumatları, yeryüzü ölçeğinde hızla dolaşıma
sokabilmesiyle, ticari kazancı artırarak yeni kapitalist üretim stratejilerinin
gereklerine uygunluğuyla karşımıza çıkan teknolojik gelişmeler, yukarıda
bahsi geçen şekliyle, incelerek uzandığı ve küresel iletişim şebekesine
giderek daha sıkı bağladığı bireyler üzerinden, mevcut üretim ilişkilerinin
süregitmesini garantilemek amacıyla, mümkün olduğunca gizlenmiş
bir denetim işlevi de gerçekleştirmektedir. Sistemin kendini sürekli
olarak yeniden üreterek devam ettirebilmesi, bir diğer deyişle, tüketimi
koşullayarak üretim için gerekli döngüyü sağlayan ideolojinin korunması
için gerekli olan denetim, dolayısıyla gözetim, teknolojik araçların yarattığı
kültürel değerlerin ve hatta varlık nedenlerinin içinde gizlidir. Teknolojik
denetim bu şekilde, kullanıcıları için doğal bir süreç halini alarak gözlerden
kaybolur ya da araçların yarattığı kültürel değerlerin çekiciliği içinde
kendisine gönüllü bir katılım yaratır.
Gelişen teknolojilerin, denetim işlevlerinin yanında, sıradan bireyin bu
zamana kadar ortaya çıkaramadığı kendi varlığını, fikirlerini arzu ettiği
şekilde dolaşıma sokabildiği kanalları demokratikleştirdiği; insanlık
tarihinin belki de hiçbir anında görülmemiş bir şekilde, yeni bir üretim
aracı olmuş mikrofonu, sıradan insana uzattığı gerçeği yadsınamaz.
Bunun en belirgin hali, ilk kuşak kitle iletişiminin, vericiden-alıcıya şeklinde
gelişen tek yönlü veri iletiminin yerini, internet gibi etkileşimsel kitle
iletişimi araçlarının ortaya çıkışı ile birlikte önceden “alıcı/tüketen” olanların
her birini, artık aynı zamanda bir “verici/içerik üreten” olabilmelerinin
yolunu açan teknolojilerin almasıdır. Ancak dolaşıma sokulan kendilik
temsillerinin, üretilenlerin içeriği ve dolaşıma sokulma şekillerinin sınırları,
bu teknolojilerin “özgürleştirici” yanlarını sorguya açmakla birlikte; cep
telefonu, kredi kartı, kişisel bilgisayar, internet bağlantısı gibi bütünleşik
mikro-işlev gereçlerinin bireysel kullanımları, özgürleşme/gözetim ikiliğinin
en keskin şekilde görünür kılındığı alanlar olma özelliğini taşımaktadır.
Söz konusu teknolojilerin yolunu açtığı gözetim şekli, Foucault’nun “insan
zekasının tarihinde bir olay” diye nitelendirip gün ışığına çıkarttığı ve
modernliğin gözetim şeklinin temel modeli olarak adlandırdığı, Jeremy
Bentham’ın, “On the Rationale of Punishment” adlı eserinde ayrıntılarıyla
betimlediği Panoptikon ile aynı biçimde işlemez. Bentham’ın buluşu,
kapalı bir mekân içinde azınlığın -eski bir usul olan, işlenen suçun
cezalandırılması için oluşturulmuş zindan kuralının, yani gözetlenmesi
gerekeni karanlığa kapatmanın aksine- çoğunluğu aydınlığa çıkarıp,
gözetleyen olan kendisinin merkezi/sabit olarak konumlanmış yerini,
gözetlenene asgari şekilde göstererek -bazen belirsizleştirerek-, onun
sadece gözetlendiğine dair bir farkındalık yaratmasını sağlar; böylece
gözetleyen sadece bir bakış formunu alır. Bu bakışı üstünde hisseden
herkes, gözetlenenin artık neredeyse kendini gözetler hale geleceği
6
ölçüde içselleştirir. Bu şekilde kendini, kötülüğü yapma gücünden ve
hatta onu isteme halinden bile uzaklaşmış halde bulur (Foucault, 2007:
85-95). Foucault işte bu Panoptikon sisteminin, modern toplumun, okul,
hastane, hapishane, fabrika gibi birçok temel kurumunun işleyiş mantığını
oluşturduğunu iddia eder. Böylece, daha az denetleyen sayısıyla, daha
kalabalık kitlelere işletilen gözetimin maliyeti azalmış, monarşi döneminin
baskıcı ve doğrudan olan denetimine nazaran çehresi yumuşamıştır.
Suçun bir daha tekrarlanmaması için uygulanan cezalandırma yöntemi
yerine, kişinin sürekli izlenmesinin ya da izleniyor olduğu düşüncesinin
etkisiyle, onu henüz akıldan geçirme aşamasında yok etmeye yönelik çok
daha incelikli bir iktidar teknolojisine örnek oluşturan Panoptikon örneği,
günümüz gözetim şekillerini açıklamak için hâlâ daha önemli bir referans
teşkil etmektedir. Ancak Zygmunt Bauman ve David Lyon gibi düşünürler,
fazla şematik olan bu modelin, herkes tarafından, günümüzün her türlü
gözetim şeklini karşılamak için kullanılabileceği algısını yaratan kapsayıcı
mantığının sorunlu olduğunun altını çizerler (2013: 58-59). Artık sabit
ve duvarlarla çevrili, kapalı mekânlarla sınırlı gözetim, yerini son derece
akışkan, hareketli, sınırları değişken gözetim süreçlerine bırakmıştır.
Buradaki süreç kelimesi önemlidir; çünkü Panoptikon kelimesinin
çağrıştırdığı o sabit, kimlerden kimlere doğru işlediği az çok belli olan, sürekli
ve düzenli gözetimin aksine, etkileşimsel kitle iletişimi araçlarının sunduğu
‘olanaklarla’, bize bu kelimenin çağrıştırması gereken gerçekliğimiz, kimin
kimi gözetlediğinin belli olmadığı, anlık durumlara-amaçlara, kişiye göre
şekillenip dağılan ve tekrar şekillenen gözetim yönelimlerinden ibarettir.
Artık kurumlarla özdeşleşmiş olan azınlığın çoğunluğu gözetlediği bir
denetim aygıtından bahsedilemez; Panoptikon adem-i merkezileşmiş ve
atomlaşmıştır; böylece herkes herkesin ‘küçük biraderi’ konuma gelmiştir.
Bununla beraber, günümüzde, ‘gözetleyen yurttaşlardan’ daha fazla
gözetleme/denetleme gücüne sahip olmaya devam eden iki tip aktör
vardır: Piyasa ve güvenlik güçleri. Bahsedilen teknolojileri kullanan
herkesin, öncelikle fark etmeksizin, internet ortamında elektronik ifade
ve temsillere dönüştürülmüş her türlü eylemi, devasa bir veri havuzu
oluşturur; elektronik eylemlerinin izleri veri şeklinde bu havuzda
depolanan kişiler, öncelikle bu verilere erişme meşruiyeti bulunan bahsi
geçen güçler tarafından, her an izlenilebilir hale gelir. Böylece, gelinen
noktaya bakıldığında, hem devlet ve ticari şirketler tarafından işletilen,
hem de bireylerin kendi aralarındaki ilişkilerde birbirleri üzerine işlettikleri,
bir gözetim modeli ile karşı karşıyız.
İnternet ortamındaki her türlü elektronik eylemin veri olarak saklanabilme
olanağı, piyasa ve güvenlik güçlerinin gözetimini mümkün kılan asıl
özellik olmakla birlikte, her geçen gün sayısı katlanarak artan bu verilerin
yönetilmesini güçleştiren en önemli etken olarak da karşımıza çıkmaktadır.
Verilerin, bu nicel artışı ve birikimi sebebiyle, istenilen ya da gerekli olan her
bağlamda, kapsamlı bir şekilde değerlendirmeye alınıp yorumlanabilmesi,
bu bağlam hakkında malumat olmaktan çıkarılıp tam ve anlamlı bir bilginin
kendisi haline dönüştürülmesinin pratikteki olanaksızlığı, ‘veri yönetimi
paradoksu’ olarak nitelendirilir. Söz konusu olan bu süreç, hakkında veri
7
topladığı olgunun, onu sadece niteleyen özelliklerini art arda sıralayan
malumatları sağlamaktan öteye gidemeyen gözetimi, varlık nedeninden/
amacından uzaklaştırarak, sadece kendisi için var olan bir olguya, bir başka
deyişle 'salt gösteren’e dönüştürür; böylece, gözetim süreç ve araçları
olmadan bir toplumsal eylemin eksik kalacağı, güvensiz olacağı yönündeki
kanı, bir anlamda içi boşalan ritüeller haline gelmiş gözetim etkinlikleriyle
yayılır, doğallaşır ve kurumsallaşarak, gözetleyeni, bir çeşit ‘Tanrı’nın gözü’
biçimine sokar. Dünyanın, Weber’in tanımıyla, modern çağın sekülerleşme
eğilimi ile kaçan büyüsünün, belki de artık denetimin simge değeri olan bu
seküler ama bir o kadar da metafizikleşen göz kavramı ile geri dönüyor
olduğunu iddia edebiliriz.
Etkileşimsel kitle iletişimi teknolojilerinin kullanıcıları, arkalarında
bıraktıkları, elektronik ortamdaki her türlü eylemlerinin veriye dönüşebilen
ve takip edilebilen iziyle, amorf ve sonsuz gözetim aygıtının veri sağlama
sürecine, çoğunlukla fark etmeksizin katılım sağlamakla kalmaz, aynı
zamanda mevcut üretim ilişkilerinin devamını sağlamakla yükümlü
ideolojik söylemler ve onların içine gizlenen, teknolojik araçların yüklenmiş
olduğu kültürel değerlerle ‘ayartılarak’ gönüllü katılım da sağlamaktadırlar;
bu şekilde gözetimin giderek yaygınlaşmasına, meşrulaşmasına ve
kurumsallaşmasına en iyi şekilde hizmet etmiş olurlar.
Gözetim, yaşamın kılcal damarlarına nüfuz edebildikçe, ona maruz kalan
ve onun besleyicisi konumunda olan birey, bir temel ikilikle yarılmaktadır:
Gözetimin baskıcılığı / tekno-fetişizm. Küresel ticari ve piyasa sisteminin
süregitmesinin dayanak noktası olan ideolojik söylem, teknolojinin kullanım
değerini, yarattığı kültürel değerler sistemi ile artırarak, tüketimin devamını
sağlamak üzere, sahte kullanım alanlarını vazgeçilmez gereksinimlere
dönüştürür. Bu şekilde sürekli çözülmesi gereken sorunlardan ibaret
olarak tanımladığı hayatı, devamlı olarak ‘kolaylaştırdığını’ iddia eder;
ancak bununla yetinmeyerek bu sahte ama ‘vazgeçilmez’ olarak sunulan
gereksinimlerin hem giderilme süreçlerini hem giderilirken kullanılan
aygıtlarını (fiziki yapılarını) daha çok eğlence işleviyle süsleyerek, -Debord
tarafından, kurulu düzenin, kendisi hakkındaki kesintisiz söylemi, övücü
monoloğu olarak tanımlanan- gösteri izleğine aktarır (1983:8); böylece
gereksinimlerin giderilmesi süreciyle paralel işleyen denetim sürecinin,
kullanıcılar tarafından coşkuyla içselleştirilmesini sağlamış olur. Tüm
bunların yanında, son tahlilde, her gelişen süper teknolojinin kullanımının,
ilk anda çok bariz ama zamanla azalan bir görünürlükle, mevcut toplumsal
sınıfların düzenine göre hizalanması söz konusu olur. Bu ayarlanma
sebebiyle, teknoloji kullanımı, bütünleşik iletişim şebekesinin içinde
konumlanışıyla denetimin/gözetimin en temiz öznesi olma durumunu
oluşturur. Kurduğu festival dekoru ile en sahte kullanım alanlarını bile
vazgeçilmez olarak kodlatarak yönlendirebilen, ağın içindeki rasgele bir
noktadan başka bir şey olmama durumunu, fazlasıyla ironik bir şekilde,
üzerinde toplumsal uzlaşım sağlanmış bir ‘ayrıcalık’ olarak sunar. Böylece,
‘vazgeçilmez’ gereksinimlerin adeta bir festival havası içinde karşılandığı,
‘kolaylaştırılmış’ ve ‘ayrıcalıklı’ hale getirilmiş hayatlarımız üzerinde yükselen
tekno-fetişizm, denetimine sağlanan gönüllü katılımı anlamlı kılan en
8
önemli bileşen olmakla birlikte, titizlikle gizlenmiş olan denetim işlevinin
de en belirgin yüzü olarak karşımıza çıkar.
Bireylerin, tekno-fetişizmin dayanak noktalarını yaratan ideolojik söylemle
bütünleşmelerinin belki de asıl sırrı, bu kendisini kesintisiz öven monoloğun,
neyi ön plana çıkartarak saflarını sıklaştırdığında saklıdır: Kim olduklarını ve
ne istediklerini ortaya çıkarabilme özgürlüğü ile sistemin üzerinde bugüne
kadar hiç olmamış türden bir etki yaratma, onu değiştirebilme fırsatı.
Böylece, özgürlük alanı oluşturduğu farz edilen iletişim araçlarının teknik alt
yapısı, homojenleştirilmiş düşünsel düzlem tarafından sınırlandırılmış bir
özerkliği olsa da, “(...) varsayımsal bir makinenin kontrollarında, kusursuz
ve uzaktan kumandalı egemenlik konumunda yalıtılmış” (Baudrillard,
1983: 128) hisseden birey, kısa vadede ödülünü alır. Oysa denetim süreci,
kimi zaman görünmez şekilde, kimi zaman ise bu özerklik yanılsamaları
şeklinde vermiş olduğu küçük tatminlerin, uçucu ödüllerin karşılığında,
cüretkârca kendini açık ederek, bir öncekinden hep daha karmaşık ama
kapsayıcı bir şekilde, bireyi sarmalamaya devam eder.
Gözetimsiz bir gerçeklik düşünemez hale getirilen birey için, gözetimin
kendini göstermekten çekinmeyen yüzünün ağırlığını bertaraf edebilmenin
tek yolu, yine daha fazla gözetimi arzulamaktan geçmektedir. Bu en derin
çelişki halidir; gözetimin her yere, her âna sızmasıyla tetiklenen, yaygın
ancak derine yerleşmiş ve dolayısıyla algılanamaz hale gelmiş psişik
baskıdan kaçmak için, birey kendini, zaten süreci ve aracı eğlencenin
dikkat dağıtma işlevine bulanmış gözetime daha fazla dahil olurken
bulmaktadır. Gözetlenen olma halinin sıkıntısını, ancak kendimizi, bu
işleyişin festival dekoruna kaptırıp daha fazla gözetime açarak ve tabii
karşılığında aynı oranda gözetleme ayrıcalığı edinerek kovmaya çalışırız;
çünkü bu şekilde onu, her yerde, herkes tarafından hissedilir hale getirerek
saydam kılmış, böylece kabullenip doğallaştırmanın en son noktası olarak,
varlığını görünmez hale getirebilmiş oluruz. Ancak sıkıntı, bu kaçış ve ona
tekrar sığınmayla, gitgide derinleşir. Artık ondan kurtulmanın yegâne
formüllerinden biri olan, üzerine düşünmenin ve anlamanın biricik
gerekliliği, onu işaret etme/adlandırma işlevimizi de tamamen kaybetmiş
olur; sıkıntımıza yabancılaşırız.
Sıkıntıyı bertaraf etmek için gözetime daha fazla teslim olma hali,
beraberinde, gözetimi daha da görünmez kılan –ona daha çok sarılmanın
baştaki amacına binaen- yeni kuşak teknik nesnelerin kullanıma girmesini
ve yaygınlaşmasını getirir. Gözetimi daha da görünmez kılmak ya da bir
başka deyişle, belki dikkatleri gözetim üzerinden daha çok sıyırabilmek
için, eğlence işlevine başvurulup oyun-fantazya özelliğinin sınırları, her yeni
kuşak nesnede, hem ontoloji hem de morfolojisi bağlamında, biraz daha
zorlanır; cep telefonlarına gelen her yeni uygulama ve/veya ek özelliklerle
daha fazla ‘ironi’ ve ‘salt eğlence’ üretebilmek gibi. Bu bağlamda, teknik
nesne, içerdiği gözetleme gücünü, sunduğu eğlence işlevleri, yarattığı
fantazya evreni ve kullanıcıyı her geçen nesilde daha kuvvetli bağlarla dahil
ettiği oyun izleğiyle, her defasında daha fazla gizlemektedir.
Teknoloji arzulayan bireyler haline gelmemizin en doğal sonucu
9
olarak, yeni iletişim teknolojilerinin sözü bize verip artık özgürce açığa
çıkartmamızın mümkün olduğunu telkin ettiği kendiliklerimizin oluşumu,
tüketime açılmış bir varlık alanı inşası haline gelmiştir. Tüketimin asıl
erdem olarak, üretimin değerini görünmez kıldığı bu çağda, kimliklerimiz,
tükettiğimiz simgeler, temsiller, metalar hatta insanlar üzerinden
kurulmaktadır. Ancak bu noktada karşılaşılan ana sorun; tüketimin,
‘ad hoc ’ yani belli bir amaç için geçici olarak, belli zaman ve mekânlarda
gerçekleştirildiği gerçeğidir; bu nedenle tüketim, doğası gereği süreksiz
olup bütüncül bir deneyim olmaktan uzak olduğu noktasında başlar.
Anlık olarak gerçekleşip mutlaka eyleme konu olan ürünün/eylemin bir
tükenme/bitme ânı olması, bu parçalı ve akışkan üretim ilişkilerinin hâkim
olduğu çağın mantığına da uygun olarak, bireyin kendiliği hakkında tutarlı
ve sürekli bir gerçeklik referansı edinmesinde, insanı diğer canlılardan
farklılaştırdığı söylenebilecek, varlığını fark etme ve onu açıklayabilme
yetisinde önemli güçlükler belirlemesine yol açar. Böylece, kendisini sabit
bir toplumsal aidiyet bağlamında konumlandırabilme eğilimindeki birey
kendiliğini kurmakta zorlanır. Zira durup düşünmeden, hızla tüketmesi
gerektiğine inandığı ve tükettikçe de sürekli değişmeye hazır bekleyen
referans noktaları ile akışkan hale gelmiş zaman-mekân düzleminde var
olmaktadır.
Zaman ve mekân parçalanması yaratan söz konusu etkileşimsel iletişim
araçları, bireyin sadece kendiliğini algılaması ve açıklayabilmesinde değil,
içinde yaşadığı ve sınırlarının, aktörlerinin giderek belirsizleştiği küresel
sahnede olup bitenler hakkında da bütüncül bir anlama varmasını, genel
kanının aksine, zorlaştırır. Bireye, elinin altındaki aletlerle, çevresi hakkında
giderek daha fazla ‘bilgi’ edindiği ve çevresine daha fazla hâkim olmaya
başladığı düşündürtülüyor olsa da, aslında karşı karşıya olduğumuz olgu;
öncelikle bazı filtrelerden süzülüp gelen malumatların yanlı ve yönlendirici
oluşlarıdır. Oysa hem kendilikleri için gerekli kurucu referans noktalarına,
hem çevrelerine daha iyi hâkim olmalarını sağlayan ‘bilgilere’, söz konusu
iletişim teknolojilerinin üzerinden ulaştıklarını düşünen bireyler için, bu
teknolojilerle mümkün kılınan küresel ağa sürekli olarak bağlı kalmak,
o ‘bilgilere’ ulaşmak ve aynı zamanda onlar tarafından ulaşılabilmek,
öncelikle çevrelerini ve kendilerini algılayabilmek bakımından büyük önem
taşımaktadır. Anlık ve değişken şekillerde, kimliklerini üzerlerine kurdukları
referans noktalarını, onlara sağlayan bu ağ içinde sürekli bulunabilme,
kurdukları her yeni kendilik haline doğrulanma, takdir edilme, beğenilme
(‘like’) olanağı tanıdığından, varoluşları için merkezi önem taşır hale
gelmiştir. Dolayısıyla varlık, gitgide sanal bir ifadeye dönüşmektedir; çünkü
var olmanın öncelikli koşulu, ağlara etkin olarak bağlanıp her an ulaşan/
ulaşılabilen olmaktan geçmektedir. Bu ağlara bağlı olmayan ya da düzenli
olarak erişilemeyenlerin kimlikleri, ağda dolaşıma girmediğinden, nasıl
kuruldukları ve neye benzedikleri açısından muamma olarak kalır. Bu
‘dijital marjinaller,’ şimdilik sadece bazı durumlar özelinde şüphe yaratır
ve/veya oyunu bozup sanal kimliksizliğiyle, gözetimin geldiği boyutu belki
de en sert şekilde gösteren olarak, yok sayılır. Sanal kimliğin, dolayısıyla
ağda bulunmanın, her an ulaşan ve elbette ulaşılabilen olmanın norm
olmaya doğru gittiği gelecekte, dolaşıma girmeyi reddetmenin her hali,
10
gözetimden, gözlerden uzak olma isteği, mahremiyetin anlamsızlaştığı
ya da yasal olmayana indirgendiği bağlamda, şüpheli davranış olarak
nitelendirilmeye adaydır.
Kendi içinde yönsüzleşmiş ve çevresini de artık neredeyse sadece
anlık olarak tükettiği standartlaşmış malumatlar üzerinden, parçalı bir
şekilde algılamaya çalışan bireyler için, giderek karmaşıklaşan, sezilmesi/
öngörülmesi neredeyse olanaksız günümüz dünyası, tüm bunlara ek
olarak, sürekli artan tehditlerle çevrili olduğuna onu ikna etmiş bir söylemle
ayrıca kuşatılmıştır. 2001 yılı ve sonrasındaki süreçte en belirginleşmiş
haline rastladığımız, risklerin abartılması yoluyla yaratılan korku/endişe
politikaları, güvenlik sorunu olarak tanımlanan bir olguya toplumsal
meşruiyet kazandırmıştır. Böylece, bireylerin, gözetim teknolojilerinin
belki de en bariz şekillerine olan bağlılıkları pekiştirilmiştir. Kamu gücünün
maruz kaldığı her güvenlik açığı sonrasında, adından büyük fontlarla
söz ettiren, istatiksel olarak olma olasılığı az, ama olduğu olasılıkta da
verdiği zarar yoğun olan riskler (Beck, 2001: 99), gözetim odaklı güvenlik
önlemlerinin, sorgulanması neredeyse ‘kötü niyet’ olarak addedilebilecek
şekilde, toplumsal düzeyde meşrulaşması ve küresel boyutta
yaygınlaşmasına zemin hazırlamıştır. Diğer yandan bu eğilim gözetim
teknolojilerinin pazarını da canlı tutmaktadır. Böylece, eski dönemlerle
karşılaştırıldığında, bireysel ve toplumsal riskler, büyük resmin bireyler
tarafından anlaşılmasının pek mümkün olmadığı günümüzde, belli başka
amaçlar uğruna, onlarla mücadelenin ömür boyu süren bir iş halini alması
gerekliliğiyle biçimsizleşmiş, tam olarak sezilemez hale gelmiştir.
Günümüzün resmi, en dolaysız halini, Bauman ve Lyon’un kaleminden
çıkan şu satırlarda bulmuştur: “Bir yandan güvensizlikten bütün eski
nesillerin korunduğundan daha iyi korunuyoruz; ama diğer yandan
elektronik öncesi hiçbir kuşak, güvensizlik duygusunu günlük (gecelik)
hayatın bu tür bir parçası olarak deneyimlememiştir” (2013: 107). Oysa
toplumsal sorunun kaynağına inmeden, sadece ondan korunmak yoluyla,
sorunu ‘çözmeye’ çalıştığı gözlemlenen ve hatta bazı durumlarda ‘çözmesi
gereken’ sorunlar yarattığı bilinen bilim ve teknolojideki gelişmelere bel
bağlayıp huzuru onların ‘çözümlerinde’ aramak, insanları, toplumsal
sorunların ana kaynağına bakmaktan alıkoyabilmektedir. Bu ise köklü
çözümlere odaklanmayı kısmen engellerken, gözetimin biraz daha
doğallaştırılıp fark edilmemesine olanak verir (Bauman & Lyon, 2013: 1189).
Günümüz insanı, Goethe’nin, Mephistopheles'e iktidar karşılığı ruhunu
veren Dr. Faust’una benzer. Bugünün belirsiz dünyasında teknoloji, azınlığın
yaratmış olduğu başarılı yanılsama sayesinde, çoğunluğun da çıkarıymış
gibi görünen, ama aslında bazı küçük grupların dolaysız çıkarları tarafından
oluşturulmuş ideolojik koşullanmayla, özgürlük karşılığında olduğuna
inandırarak, mahremiyetimize el koyuyor; böylece bizi özgürlük-güvenlik
ikilemine hapsetmiş oluyor. Oysa özgürlük sorumlulukla mümkündür.
Bilişim çağı, bu sorumluluğu, bireyin ötekine karşı olan sorumluluğuna dair
ahlâkı parçalamaktadır; çünkü her geçen gün ‘kolaylaştırdığı’ eylemlerimiz
üzerinden, acısız, ağrısız, zahmetsiz ve uzaktan hale getirdiği sorumluluk
11
duygusu, aslında sorumsuzluk anlamına gelmektedir. Bir çeşit ahlâki
vakum ya da yerçekimsizlik halinden bahsedebiliriz. Bilişim ortamı akıl
çelici, yanıltıcı kimliklerle doludur; sanal kimliğiniz, -rumuzların arkasına
geçmeden, kendinizi olduğunuz gibi sunduğunuz şekillerde- her ne kadar
sizi olduğunuz gibi yansıtıyor gibi görünse de, aslında fiziki gerçeklikteki
kimliğimize dair durağan ve elektronik ortamda üzerinde oynanabilen
parçaların (fotoğraflarımız ya da kelimelerin en mükemmel haline, yani
üzerinde düşünülerek üretilen yazı haline dökülen ve dolayısıyla hep o
şekliyle aklımızda var olmuş gibi görünen, ama aslında nasıl oluştuğu,
hangi soru işaretleriyle birlikte oluşturulduğu tamamen kaybettirilmiş olan
fikirlerimiz gibi), sadece kesik kesik bir şekilde yan yana dizilmiş şeklidir.
Tam bu yüzden, yani fiziki gerçeklikte var olan çelişkilerle dolu dinamik
kimliğimizi, bu durağan parçalarımız arkasında kaybedip, görünmez kıldığı
için, yanıltıcıdır. Bununla birlikte, tam bu akıl çelici görünümler/kimlikler
üzerinden kahraman ya da ayıplanan olunur. Ötekine karşı acımasızlığın
yolu da, sadece belli temsil ve ifadeler üzerinden belirebilen, dolayısıyla
fiziki gerçeklikteki kimliğin aslında kaybedilerek kurulabildiği, bir sanal
öteki ile açılır; böylece öteki olanı, gayrı-insani ya da daha az insan olarak
algılayabildiğimiz anlar yaratmaya kadar bile gidebildiğimiz gözlemlenir.
Bu teğet ahlâk ortamında, insani temasın bir anlamda ortadan kalkması,
bu sürecin en tehlikeli boyutudur; çünkü birey, fiziki kimliğin kaybolduğu
noktada oluşan bu çelici görünümler/temsiller sebebiyle, sanal düzlemdeki
eylemin muhatabını insan olarak görmemeye başlayabilmektedir. Buna
bir de, birbiri içine girme eğilimi gösteren sanal gerçeklik ile fiziki gerçeklik
arasındaki ayrımı algılamanın güçleşmesi eklendiğinde, verme olasılığı
olduğu zararın, fiziki gerçekliğe etkilerini kestirmekte zorlanıyor ya da
basitçe, fiziki gerçeklikteki etkileriyle karşılaşmayacak olmanın bilinciyle,
zarar vermiş olmanın sorumluluğunu daha kolay bir şekilde göz ardı
edebilmektedir. Bunun en hafif tezahürü, yüzüne karşı “seni terk ediyorum”
denilemeyen sevgilinin karşısında susup ondan uzaklaşır uzaklaşmaz
ona SMS atmaktır; en ağır, en vahim boyutu ise çocuk pornografisine,
özel hayatın görüntülenip Internet’te dağıtılmasına, nihayet sanal tacizin
nesnesi olan ötekinin intiharına kadar gider.
Bilişim çağı, aynı zamanda sıradan bireyin, baş edemeyeceği kadar çok
malumata maruz kaldığı bir ortam yaratır. Bilgi ile karıştırılmaması gereken
bu malumatı, bilginin kendisine dönüştürmek, bireyin kendini ‘özne’ gibi
hissedebilmesinden geçmekle birlikte, günümüzün en sık rastlanılan
örneklerinde, malumat yığışımının buna izin vermediği görülmektedir.
Üstelik donanımsız, yani kendiliğini bütünsel bir deneyim üzerinden
algılama özelliğini, altındaki mekân ve zaman zeminin kayganlaşmasıyla
yitirmiş olan birey, bu yığışım karşısında daha da savunmasız hale gelir;
kendini kapitalizmin tuzaklarına çok kolay ve gönüllü bir şekilde düşmüş
bulur. Ancak, bütün bunların sonucu olarak teknolojinin kendisini ya da
onu yönlendiren ideolojiyi dolaşıma sokan medyayı suçlamak, bizi nereye
götürür? Zira bunların, yalnızca bazı ideolojik koşullanmışlıkların sonucu
olduğunu unutmamak gerekmekle birlikte; son tahlilde, teknolojiler, insanı
sadece rekabetçi, bencil, iflah olmaz bir iktidar meraklısı olarak nitelemesi
12
işine gelen piyasa mantığı tarafından belirlendiği sürece, gayrı-insani ve
yıkıcı olmaktan kurtulamazlar. Gözetimin bu son derece saydam hale gelmiş
yapısı, bir yandan içselleştirilmiş bir tüketim/denetim ideolojisinin süre
gitmesini sağlarken, diğer yandan, aynı etkileşimsel teknolojik düzey, karşıgözetim stratejilerinin de büyüyüp gelişmelerine olanak sağlamaktadır.
Günümüzün tekno-bilimsel hakikat rejimini anlamak, öncelikle teknolojinin
bu diyalektik ikili doğasını idrak etmeyi gerektirmektedir. Baskıcı ve
denetleyici politikalar kadar, bunlara karşı mücadele de aynı etkileşimsellik
ve teknoloji kullanımının demokratikleşmesi sayesinde mümkündür.
Kaynakça
Baudrillard, Jean (1983). “The Ecstasy of Communication”. The Anti-Aesthetic, Essays
on Postmodern Culture Hal Foster (Ed). Washington: Bay Press.
Bauman, Z. Lyon, D. (2013). Akışkan Gözetim. İstanbul: Ayrıntı Y.
Beck, Ulrick (2001). La société du risque, sur la voie d’une autre modernit. Paris : Alto/
Aubier.
Debord, G. (1983). Society of Spectacle, Detroit: Black&Red.
Foucault, M. (2007). İktidarın Gözü. İstanbul: Ayrıntı Y.
13
Gözetimin Toplumsal Meşruiyeti
Sevgi Kesim Güven*
Giriş
Gözetleme konusu, Lyon’un da altını çizdiği gibi günümüz toplumlarında
anahtar konumdadır. Çünkü postmodernizm, küreselleşme ya da
enformasyon toplumu gibi terimler, günümüzün temel toplumsal
değişimlerine ışık tutmak için ortaya konurken, gözetlenen toplum kavramı,
bu değişimlerden kaynaklanan ve onlara etki eden önemli toplumsal
süreçlere işaret etmektedir (Lyon, 2006: 17).
Gözetim kelimesinin kökeni literatürde Fransızca’dan geliyor (İng.
surveillance). İlk olarak 18. yüzyılın sonlarına doğru bir kişinin hareketlerini
yakından izlemek için kullanılmış (Clarke, 2005: 9). Concise Oxford
sözlüğünde gözetim, bir şüphelinin gizlice gözetim altına alınması (htpp//
www.astoxford.com) şeklinde, Türk Dil Kurumu sözlüğünde ise gözetim,
gözetme, işe nezaret, himaye ve hukukta da gözaltına alma şeklinde karşılık
buluyor (www.tdk.gov.tr). Gary T. Marx, gözetimle ilgili olarak verilen
bu tanımların günümüzde kullanılan gözetim kavramını karşılamada
yetersiz kaldığını düşünmektedir. Örneğin Concise Oxford sözlüğünde
verilen gözetim tanımında özellikle vurgulanan şüpheli olma durumunun
günümüz gözetim kavramıyla örtüşmediğini belirtir. Ona göre bugünkü
gözetim teknolojilerinin çoğu, özellikle bir şüphelinin yakalanması için ya
da sadece önceden bilinen bir kişiye değil, aynı zamanda coğrafi alanlara,
belirli zaman dilimlerine, şebekelere, sistemlere ve insan kategorilerine de
genel olarak uygulanmaktadır. Gary. T. Marx gözetimin sözlük tanımındaki,
gözetim altına alınan objeyle bu işi yapan kişi arasında belirgin ayrımın
* Dr, Boğaziçi Üniversitesi.
15
da değiştiğini ayrıca vurgular (2002: 10–11). Bu değişikliklere, geleneksel
gözetim ve yeni gözetim arasındaki farklılıklara ileride ayrıntılı olarak
değinilecektir.
Gözetim kelimesi günümüzde ağırlıklı olarak olumsuz bir anlam
taşımaktadır ama birçok farklı içeriğe sahiptir ve bu konu da gözetimin en
çok tartışılan alanlarından birisi olmuştur. Örneğin Brian Martin ‘gözetim’
sözcüğünün hoş olmayan çağrışımlar uyandırmasının yanı sıra, diğerlerini
yakından izleme anlamında ise ‘gözetim’in o kadar da kötü olmadığına
değinir. Martin yakından izlemeyle küçük çocukların incinmemesi için
onları yakından izlemeyi veya hastaların sağlığının takip edilmesini
kastetmektedir. Ona göre pek çok insan, denizde yüzmek ya da yüksek bir
merdiven tırmanmak gibi risk taşıyan eylemlerde bulunduklarında birinin
onları izlemesinden hoşlanırlar. Bunlar, ‘gözetim’in iyi ve olumlu anlamının
örnekleridir (1998: 64).
İnsanlar birlikte yaşadıklarından, birbirleri hakkında pek çok şey öğrenirler
ve bu da bir tür gözetim olarak düşünülebilir; sokakta yürürken, bir
restoranda arkadaşlarımıza rastladığımızda ya da evimize gelen ziyaretçiler
vesilesiyle bizim herhangi bir zaman diliminde ne yaptığımız, diğerleri
tarafından öğrenilir. Ancak, bu tip olaylarda insanlar, haklarında öğrenilen
bilgilere pek aldırış etmezler. Çünkü bir arkadaşla görüşme gibi benzeri
durumlarda, hem karşılıklı katılım mutabakatı hem de aşağı yukarı bir güç
eşitliği vardır. Dolayısıyla bu bir tür gözetim değildir. Bir olayın gözetim
olarak adlandırılması için öncelikle ortada büyük bir güç farkının ya da
güven yoksunluğunun olması gerekir (Martin, 1998: 64–65).
Staples da gözetimdeki güç ilişkilerini kabul etmektedir. Ona göre, kesinlikle
tek yönlü olmayan kasıtlı ve kararlı tertipler olarak karşımıza çıkan güç
ilişkileri girdabına karışmış durumdayız. Bir polis memuru ileri teknolojili
bir tarayıcıyla şüphelileri gözetlerken, bir yandan da devriye arabasına
konulan video kamerayla merkez tarafından gözlenebilmektedir. Benzer
şekilde bir öğretmen, bir bilgisayar programını kullanarak öğrencileri
gözlerken, kendisinin sınıftaki performansının da bu programla izlendiğini
fark edebilir (1997: 3). Bu örneklerin hepsi bizlere gözetim konusunun
sadece kavramsal analizinde değil gözetleyen ve gözetlenen açısından
ne kadar karmaşık olduğunu göstermektedir. Özellikle de yeni iletişim
teknolojileriyle bu karmaşıklık daha da artmıştır. Elbette ki gözetim konusu
sadece elektronik sisteme dayalı yeni iletişim teknolojilerinin ortaya
çıkardığı bir kavram değildir; sosyal ilişkilerin ta başından beri vardır.
Bu nedenle gözetimin günümüzde sahip olduğu ayırt edici anlamlarına
ulaşmak için öncelikle onun tarihselliğini ele alma gerekmektedir.
Gözetimin Tarihselliği
Giddens, insanlık tarihi kadar eski bir kavram olan gözetimin resmi olarak
yazının bulunuşuyla başladığına değinir. Yazının bulunuşuyla başlayan
resmi gözetim tarihi, matbaanın bulunuşuyla ayrı bir noktaya gelmiştir.
Ona göre matbaanın icadının gözetim anlamındaki en önemli sonucu,
matbaanın devletin mutlakiyetini pekiştirmesidir. Böylece devlet gözetim
16
operasyonlarında ilerleme sağlar (2005: 237). Matbaanın bulunuşundan
sonra devlet, gözetimi özellikle kurumlar üzerinde baskı unsuru
oluşturacak şekilde kullanmaya başlamıştır.
Gözetim olgusu özellikle dinin çok ön plana çıktığı 15. yüzyılda da baskın
bir hal almıştır. Bu, kâfirlerin, şeytan ve cadıların aranmasını ya da din
bilinci, örf ve kurallarının (örneğin zina ve evlilik) takibi gibi rutin olayları
içermekteydi. Dini kurumlar ayrıca doğum, evlilik, vaftiz ve ölüm kayıtlarını
da tutardı. 16. yüzyıla gelindiğinde, hem yeni ihtiyaçları olan hem de gelişen
bilgi toplama ve kullanma kapasitesine sahip ulus devletlerin ortaya
çıkmasıyla beraber siyasi gözetim dini gözetime benzer şekilde önem
kazanmıştır. Sonraki birkaç yüzyılda, devlet ve ekonomi aktörlerinin çok
daha geniş sosyal, coğrafi ve zamansal alanları kontrol ettiği ‘polis devlet’e
geçiş söz konusu olmuştur (Marx, 2005). Modern dediğimiz toplumların
başka bir özelliği, beraberinde güçlü bir gözetim boyutunu getiren
kapitalist ekonomik sisteme sahip olmalarıydı. Karl Marx, bir üretim biçimi
olarak kapitalizmi analiz ederken, gözetim olgusunu da tespit eder. Ona
göre kapitalist üretimin başlıca amacı ve yönlendirilme dürtüsü, elden
geldiğince fazla artı değer üretmektir. Dolayısıyla bu, işgücünü mümkün
olan en geniş ölçüde sömürmeyi doğurur. Kapitalistin uyguladığı gözetim,
sadece toplumsal iş sürecinin mahiyetinden doğan ve bu sürece özgü bir
işlev değil, aynı zamanda, bu toplumsal iş sürecinin sömürülmesi işlevidir.
Kapitalistin gözetimi, –özünde üretim sürecinin iki yanlı mahiyetinden
dolayı– bir yandan kullanım değerleri üreten toplumsal bir süreç, bir
yandan da artı değer yaratan bir süreçtir (Marx, 1975: 358–360).
Gözetimle ilgili ilk dönem analizcileri içinde en ünlüsü olan Max Weber’in
görüşleri de önemlidir. Ona göre gözetim, bürokrasiyle sınırlı olup
kapitalist işletmeler de bürokrasinin bir türüdür. Modern örgütler her
şeyden önce ussallıklarıyla nitelenirken bu özellik onlara hem tutarlılık
verir, hem de onları örgüt biçimlerinden ayırır (Lyon, 1997: 43). Weber’in
gözetimde belirleyici unsur olarak gördüğü bürokratik mekanizmanın gücü,
bu yapının diğerlerine göre teknik üstünlüğünden kaynaklanmaktadır.
Bu teknik üstünlük, örgütlerde doğrululuk, hız, kesinlik, dosya bilgisi,
süreklilik, gizlilik, birlik, tam bağımsızlık, sürtüşmenin, maddi ve kişisel
maliyetlerin azaltılabilmesidir (Weber,1998: 308). Ona göre bürokratik
yönetim, esasında bilgi temeline dayalı denetim anlamına gelir. Bu
özellik, bürokratik yönetimi ayrıca ussal kılmaktadır. Söz konusu bilgi,
yönetime olağanüstü güç sağlamaya yeten teknik bilgidir. Buna ek olarak
bu bürokratik kuruluşlar ya da onları kullanan güç sahipleri, hizmetin
bilgisine sahip olarak güçlerini artırma eğilimindedirler. Çünkü bu hizmeti
yürütmeleri sırasında özel bilgiler edinebilir ve kendilerine özgü bilgi yüklü
dosyalar da ellerinin altında bulunabilir. Sadece bürokrasiye özgü olmasa
da ‘resmi sır’ kavramı böyle bir şeydir. Bu ilişki, ticari sırların teknolojik
eğitimle ilişkisinde olduğu gibi, teknik bilgiyle ilgilidir ve güç mücadelesinin
bir ürünüdür (Weber,2005: 53).
Marx ve Weber’in bu analizleri gözetim çalışmaları için çok önemlidir.
Bununla birlikte gözetimde kullanılan araçların çeşitlenmesiyle birlikte hem
devletin hem de örgütlerin yaptığı gözetimin içeriği ve alanları genişlemiştir.
17
Bu alanın genişlemesi gözetimin devlet ya da kurumlar tarafından disiplin
edici bir araç olarak kullanılmasını amacından uzaklaştırmamıştır.
Devletin gözetimi sırasıyla iş alanında, piyasada, tıp, bankacılık ve sigorta
alanlarındaki özel sektörün de gözetimi kullanmasıyla tamamlanmıştır.
Yani devletin gözetimiyle özel alandaki gözetimin birbirlerini beslediği bir
döneme girilmiştir (Marx, 2005).
Özellikle 1980’li yıllar, değişen beşeri ve teknik koşullarla birlikte bir yandan
gözetim amaçlı bilgisayarların kullanılmaya başlandığı, diğer yandan da
gözetimin tüketici dünyasının belirleyici bir aracı haline gelmeye başladığı
bir dönemdir. Bunların her biri uzun vadeli tarihsel süreçlerin sonucudur.
Sanayi devriminden beri kurumların ve toplumların daha etkin gözetlenme
amacına, şimdilerde mikro-elektronik teknolojilerin uygulamasıyla,
hem de gözetim kapasitesi çok genişlemiş olarak varılmaktadır. Aynı
zamanda gözetimin hedefleri de genişlemiştir. Bunlara ek olarak, gözetim
teknolojideki gelişmelerle güçlendirilmiş ve belli bir ölçüde de yönlendirilmiş
olarak, gittikçe daha küresel ve entegre bir olgu halini almıştır. Hem ticari
hem de devlet bağlantılı veriler ulusal sınırları aşmaktadır. Aynı zamanda
küresel pazarlama, dünyanın değişik yerlerindeki tüketimin analiz
edilmesine büyük ilgi göstermektedir. Bu büyük ilgi, küresel pazarlamada
kredi kartı ve barkodlu kartların uluslararası kullanımı, tüketici bilgileri
ve kişisel bilgilerin bir bölgeden diğerine kolaylıkla geçiş yapmasını da
getirmektedir.
Bu küresel gözetim özellikle enformasyon toplumunun bir sonucu
olarak hızlı bir şekilde yayılmaktadır. Günlük yaşantımız içinde yaptığımız
faaliyetlerin sonucunda neredeyse her zaman her yerde kişisel verinin
oluşması ve birikmesi mümkün hale gelmiştir. Ne zaman bir mağazada bir
kredi kartı kullansak, isimlerimiz, aldığımız şeyler ve harcama miktarlarımız
dev veri tabanı listelerine eklenmektedir. Bunun dışında otoyolda aldığımız
elektronik biletten cep telefonuyla olan konuşmalarımıza kadar her şey
kayıt edilip, analiz edilme sürecinden geçirilerek depolanabilmektedir.
Bunun daha uç noktasında ne zaman doktora gitsek, sigortaya dilekçe
versek, faturalarımızı ödesek, resmi makamlarla ilişki kursak ya da çevrimiçi
olsak hareketlerimizden ve durumumuzdan elde edilen resim daha net ve
görünür olmaktadır. Fiziki vücutlarımız gittikçe artan bir ‘veri vücudunun’
gölgesinde kalmaktadır. Bu veri vücudu bizi izlemekten çok daha fazla
şey yaparken bize yol gösteriyor, öncülük ediyor, bir yere ulaşmadan
önce değerlendirmiş ve sınıflandırmış oluyor. Bu nedenle özel ve kamu
kurumlarına gittiğimizde bizi temsil eden profile uygun düşen bir şekilde
karşılanıyoruz (Stalder, 2002: 120). Stalder’ın yaptığı bu saptama, gözetim
kavramının ‘şimdilik’ ulaştığı noktayı belirtmektedir.
Gözetim artık sadece kapitalist üretim sürecinin ya da bürokratik örgütlerin
işlerinin devamını sağlayan bir güç aracı olarak algılanmamaktadır. Gözetim,
kapıların dinlendiği ya da Soğuk Savaş dönemlerine göre daha yaygındır.
Bununla birlikte baskı unsuru olarak görülmekten öte korunma aracı ve
hayatı kolaylaştırıcı teknoloji aletlerine sahip olmak için ödenebilecek bir
bedel olarak karışımızda durmaktadır.
18
Gözetimin Toplumsal Meşruiyeti
Enformasyon teknolojilerindeki gelişmelerle birlikte yeni dünya düzeni,
enformasyon toplumundan gözetim toplumuna doğru evrilmektedir.
Gözetim, verilerin toplanıp işlendiği siyaset ve güvenlikten, tüketim
ve eğlenceye kadar geniş bir yelpazede kesintisiz bir şekilde devam
etmektedir. Bu veriler, onlarca kuruluş ve devlet tarafından küresel
enformasyon merkezlerinde depolanmaktadır. Önümüzdeki tabloda
kötümser bir yaklaşımla bireyler, ağlar üzerinde birer kod numarası
olan dijital yurttaşlar haline gelecektir. Gözetimin geldiği noktada
İngiltere, Almanya ve ABD gibi ülkeler, ‘gözetim toplumları’ olarak bilinir
hale gelmiştir. Türkiye ölçeğinde de baktığımızda, ülkenin enformasyon
teknolojilerine sahip olma ve kullanma oranındaki artış ve buna paralel
olarak oluşan güvenlik paranoyasıyla beraber bu teknolojilerin çok hızlı bir
şekilde hayata sokulduğu söylenebilir.
Gelinen noktada hem kamu kuruluşlarının hem de özel kuruluşların,
insanlar hakkında bilgi toplayabilmek adına kapasitelerini geliştiriyor
olmaları, aslında çok az insanın hoşuna gitmektedir. Kamuoyu anketleri
sık sık, insanların çoğunun kendi gizlilik hakkına çok önem verdiğini
-ama başkalarının gizlilik hakkına aynı ölçüde önem vermediğini- ortaya
koymuştur. Ancak, gizliliğe saldırı konusundaki bu bilinç, insanları
gözetime karşı toplu bir eyleme götürmemiştir (Martin,1998: 57). Bireyler,
her gün elektronik posta kutularını dolduran spamlara, cep telefonlarına
gelen yüzlerce reklam mesajına ve istemedikleri telefon aramalarına
karşı tepkilerini dile getirmelerine rağmen, örneğin elektronik postalarını
dolduran bu spam adreslerinden isimlerinin silinmesini istemeye ya da
ima etmeye bile yönelmemektedirler.
Kişisel bilgilerin her gün binlerce kuruluş ve devlet tarafından toplanarak
mahremiyetin ya da özel alanın yok edilme durumuyla karşı karşıya
bulunulmasına rağmen, gözetim araçları, toplu ya da bireysel bir tepkiyle
karşılaşmadan çok hızlı bir şekilde artmaktadır. Bu noktada gözetimin
meşruiyet nedenleri önem kazanıyor.
Meşruiyet nedenlerinde Lyon’nun belirttiği gibi, bu teknolojilerin getirdiği
yeniliklerin, modern toplumlar için, hayatın kalitesine olumlu katkılar olarak
görülmesinin etkisi önemlidir. Yani gözetim, tek taraflı olarak iyi ya da kötü
değildir ve bu nedenle de kişisel bilgilerin saklanmasını, işlenmesini ve veri
tabanlarının kullanılmasını çevreleyen ikilemler vardır (Lyon,1997: 155).
Bireyler, bu ikilem içerisinde bilgi ve güç arasındaki ilişkiye geri dönüp
baktıklarında, bütün teknolojik gelişmelerin daima ‘daha iyisi için’ olduğuna
inandıkları noktada, gözetim kültürünün anlamı daha da genişlemektedir.
Bu bağlamda da bazen uyuşturucu kontrolları yapılmasının, parmak
iziyle giriş-çıkışların yapılmasının ya da okul önlerine gözetim kameraları
yerleştirme kararlarının alınmasının çok zorlayıcı sebepleri var gibi
görünmektedir (Staples, 1997: 130).
Bu zorlayıcı sebepler, gözetlemenin her zaman iki yüzü olmasından
kaynaklanmaktadır. İnsanlar bu ikilemden dolayı, onlara sunulan
19
hız, güvenlik ve emniyet gibi olanaklardan yararlanmak için gözetim
araçlarını basitçe ödenmesi gereken bedeller olarak görmektedirler.
Lyon’a göre bu izin içinde iki öğe vardır: Bir tarafta, hayatın çoğu
alanında gözetlemenin bir derece gerekli olduğuna dair bir fikir birliği
varken, diğer tarafta mahremiyetle ilgili hakların, gerektiğinde gözetimi
sorgulamak için doğru dili kapsadığına dair geniş bir görüş birliği de
söz konusudur. Ona göre biraz gözetlemenin gerekli olduğuna dair fikir
birliği, pek çok alanda görülmektedir. Vatandaşlar, doğru vergi dosyasına
ya da işsizlik yardım kayıtlarına sahip olmanın getireceği faydaları talep
etmek istemektedirler. Özellikle kent yaşamı içinde insanlar geceleri
kameraların ve alarm sistemlerinin kurulu olduğunu bilirlerse kendilerini
daha güvende hissedeceklerdir. Hatta hastanedeki yeni doğum yapmış
anneler, bebeklerinin kaçırılmasını engelleyecek olan her türlü elektronik
gözetimden memnun kalacaklardır. Lyon’a göre bu durum gözetleme
gücünün pozitif ve üretici yanıdır. Çünkü yeni teknolojiler, zarardan ve
sömürüden koruyucu ve önleyici olarak gösterildikleri sürece bunlar
tarafından üretilmesi beklenilen sosyal düzen zaten hazır olarak oluşacaktır
(Lyon,2006: 277–278).
Bu zorlayıcı sebeplerle ilgili olarak elektronik gözetim ve gözetim
toplumlarıyla bağlantılı çalışmalarıyla bilinen G. T. Marx da Lyon gibi bu
teknolojilerin derinden hissedilen ihtiyaçları karşıladığına değinmektedir.
Ona göre bizler, giderek daha fazla yabancılar arasında yaşamaya
başlıyoruz. Eski homojen çevremizde, herkesi tanıdığımız toplumlar yok
olmaktadır. Bu noktada eğer daha güçlü teknolojileri hayatımızda istiyorsak,
kişisel gizlilikle ilgili beklentilerimiz daha sınırlı olmak zorundadır (G. T.
Marx, 1996). Kişisel gizlilikle ilgili beklentilerimizin değişmesi mahremiyetin
değerinin sorgulanmasına yol açmıştır. Bu sorgulama içinde kişisel bilgilere
özellikle de devletin ve kurumların müdahale edebilme hakkı, aslında
Sewell ve Parker’ın da belirttiği gibi, gelişen liberal proje içinde bizlere birer
etik değer olarak kabul ettirilmektedir (Sewell ve Parker, 2001: 187).
Gözetimin meşruiyetinde diğer önemli bir neden de gözetimin,
teknolojilerin pozitif ve üretici gücünün yanında, güvenliğin de teminatı
olarak görülmesidir. Gözetleme G. T. Marx’ın değindiği ‘gizli polis’ işinden
daha çok, suçluları daha suç işlemeden önce tespit edip onları açığa
çıkarmayı konu eden, ‘Azınlık Raporu’** filmine benzemeye başlamıştır.
Devlet bu yabancılar toplumunda, ancak gözetim araçlarını kullanarak
suçluyu bulup masumu koruyabilmektedir. Bu sayede de bireyler, kişisel
bilgilerini gönüllü olarak paylaşma noktasına getirilmektedir (Marx, 1996).
Gözetim teknolojileriyle sağlandığı düşünülen bu güvenlik nedir?
Altheide’ye göre bu güvenlik, öncelikle bu teknolojilerin suça müdahale
**Azınlık Raporuru (Minority Report–2001): Ünlü bilimkurgu yazarı Philip K. Dick’in bir kısa
öyküsünden yönetmen Steven Spielberg tarafından uyarlanan ilm, 2054’te Washington DC’de
geçmektedir. Filmde suç işlemeyi düşünen insanlar, bu suçları işlemeden önce tespit edilmektedir. Bu
tespit işlemini poliste yer alan suç öncesi biriminde çalışan üç tane insansı varlık ve bazı teknolojik
aygıtlar sayesinde olmaktadır. Filmdeki önemli noktalardan biri polis suçu işleyeceği öngörülen kişiyi
suçu işlemeden önce yakaladığı halde tutuklamaktadır. Film, Dedektif John Anderton (suç öncesi
biriminin başı)’un cinayet suçlamasıyla karşı karşıya kalması etrafında gelişir.
20
etme amacından çok, bu teknolojilerin caydırıcı olma etkisinden
kaynaklanmaktadır. ‘Korkuya’ yol açan ‘tehditleri’ önlemenin aracı olarak
bir zamanlar arada sırada yapılan gözetlemeler, artık sık sık olmaya
başlamıştır. Özellikle suç ve son zamanlarda sık sık görülen terör
olaylarına karşı insanların duyduğu korku ve bu korkudan kurtulma isteği,
gözetlemeyi getirmektedir. Korku, insanlarda güvenlik arayışına sebep
olur ve tabii ki güvenlik gözetleme üzerine kurulur. Bu yüzden kendimizi
ne kadar çok güvende hissetmek istesek, o kadar çok korkarız, daha çok
gözetleme isteriz, dolayısıyla bu mekanizmayı daha çok kabullenmiş oluruz
(Altheide 2004: 229).
Staples de dünya üzerinde yaratılmaya çalışılan korku kültürünün
gözetimin meşru bir zemin bulmasında önemli olduğuna değinir. Bu
korku kültürü bizlere gösterilenlerden oluşturulur. Çünkü, G. T. Marx’ın
da altını çizdiği gibi her gün, yabancılar toplumunda yaşadığımız ve
bu yabancılar toplumunda zarar görmeden kalmamızın yolu olarak
birbirimize güvenmememiz gerektiği bize öğretilmektedir. Bu da Staples’e
göre insanlarda kültürel bir travmaya yol açmaktadır. Bu kültürel travma,
bizim korkularımızı gidereceği iddia edilen ‘bilimi’ ve görünüşte ‘masum
teknolojiyi’ satanlar için iyi bir ortam hazırlamaktadır. Bu koşullarda, daha
yaygın, gerçek ve öngörülebilir gözetim ve sosyal kontrol yöntemlerine
başvurulmaktadır. Bireyler, karşılaştıkları sorunlar karşısında, kendilerini
‘titiz kurallara’ maruz bırakmanın talihsiz ama bir o kadar da gerekli bir
koşul olduğuna inandırılmaktadır (Staples, 1997: 133). Nock’un belirttiği
gibi, bu yabancılar toplumunda asıl yabancı içimizdedir. Nock’un tabiriyle,
bizim asıl korktuğumuz bizim hepimizin içinde yaşadığı varsayılan
yabancıdır. Histeri kültüründe herkes olası bir şüphelidir; aksi takdirde ‘iyi’
tanınan kişiler neden uzun gözetimlere maruz kalsın ki? Mesaj çok açıktır:
“Disiplin kurallarına onay vermekten kaçınıyorsan, gizleyecek şeylerin var
demektir” (Akt. Staples, 1997: 132).
Görünüşe göre hiç kimseye güvenmiyoruz. Bu güvensizliğin yayılmasında
medyanın rolü çok büyüktür. Medya ve sinema günlük yaşamı, kararsızlık,
belirsizlik dolu olarak anlattığı trajik bir dramaya dönüştürmüştür. Medya,
gösteri araçlarıyla bireyleri şu şeklide uyarmaktadır: “Dikkat et! Bir sonraki
sen olabilirsin!” Bu mesajla şartlanmış bireyler olarak karşılaştığımız
sorunlar zincirine karşı durmanın tek yolunun herkesi ‘gözetlemek’
olduğuna, güvenlik için bunun gerekli olduğunu inanır hale geldik;
getirildik. Böylece gözetlenmeye kendi maruz kalışımızın da, ne kadar
acı olursa olsun, gerekli olduğu yönünde inandırıldık (Staples, 1997: 132).
Üstelik sıradaki kurban olmamak için bunu gönüllü olarak kabul ettik. Bu
çaresizlik bizlere “öğrenilmiş çaresizlik teorisi”ni (learned helplessness)
hatırlatmaktadır
Öğrenilmiş çaresizlik teorisine göre kontrol edilemeyen durumlarla
karşılaşmak, kişinin repertuvarındaki tepkilerin gelecek sonuçları
etkilemeyeceği beklentisinin ortaya çıkmasına neden olur. Bu kontrol
edememe beklentisi motivasyonel sorunlara (tepki vermede yavaşlama ve
direniş göstermede yavaşlama), bilişsel sorunlara (sonuçları kontrol etmek
için var olan imkânları algılamada yetersizlik) ve duygusal sorunlara (üzüntü
21
ve azalan öz saygı) yol açmaktadır. Bu sorunlar, topluca öğrenilmiş çaresizlik
sorunları olarak bilinir (Hoeksema & Girgus, 1989: 435). “Öğrenilmiş
çaresizlik modeli, kontrol edilemeyen olaylara maruz kalma sonucunda,
tepkilerin sonuç üzerinde bir etki sağlamayacağının öğrenileceğini ve bu
öğrenmenin kontrolu mümkün koşullara genelleneceğini öngörür. Bu
model aynı zamanda, kontrolsuzluk deneyimi neticesinde gelişen kontrol
yetersizliği algısının, hayatın diğer alanlarına genellenerek depresyona yol
açtığını iddia eder” (Bulduk, 2002: 78).
Öğrenilmiş çaresizlik teorisi ve gözetimin meşruiyet kaynağı arasında
bağ kurulabilmesi için tabii ki bu sonuçların insanlar üzerinde de etkili
olması gerekir. İnsanlara çaresizlik duygusunun öğretilip öğretilemediğiyle
ilgili olarak Hiroto bir grup deneği bir süre, “ne yaparlarsa yapsınlar
önleyemeyecekleri”, rahatsızlık verecek şiddette gürültüye maruz
bırakmış; daha sonra, deney ortamına, gürültüyü önleyebilecekleri bir
mekanizma eklemiştir. Denekler gürültüyü durdurabilecek sonradan
eklenen olanağı kullanmamışlar, hayvanların yaptıkları gibi, bir anlamda
“kaderlerine rıza göstermişlerdir”. Savaş esirlerinin, kendilerine yapılan
işkence ve haksız muameleye bir süre sonra rıza gösterip, bu konuda
hiçbir girişimde bulanmamaları öğrenilmiş çaresizlikle açıklanabilir
olgulardandır (Aktaran Cüceloğlu, 1992: 317). Öğrenilmiş çaresizlik altında
kalanlar çok yoğun olarak şu duyguyu yaşayacaklardır: “Ne yapsak boş”.
Böylesi bir koşullandırılma içinde yaşayan bireyler, bir sonraki kurban
olmamak için onlara gösterilen güvenlik önlemlerini kabul edip, önlem
alma ilkesini yükseltmişlerdir. Üstelik Furedi’nin deyimiyle toplum, artık
“kendi çaresizliğiyle barışıktır ve kendi gücünü belirleme kudretine olan
inancını yitirmiştir ” (Furedi, 2001: 225).
Güvensizlik, sonunda önlem alma ilkesini doğurmuştur. Burada önemli bir
nokta, güvensizlik hisseden toplumların güvenliği artırmak için teknolojiye
başvurmalarıdır. Bu önlem alma, toplumsal hayatın her alanına nüfuz
etmektedir. Önlem alma ilkesi bizim sadece riskler yüzünden kaygı içinde
kalmayıp, kendi durumumuza bir çözüm bulma konusunda şüpheli
olduğumuzu gösterir. Önlem alma ilkesine göre, sonucu önceden
bilinmediği sürece yeni bir riske girmemek en doğrusudur. Güvenliğin
yüceltilmesi, aynı zamanda, insanın potansiyeliyle ilgili son derece karamsar
bir yaklaşımı yansıtmaktadır. Önlem alma ilkesinde ısrar edenler, bunu
insanlığın kendi yeniliklerinin sonuçlarını önceden görememe ön kabulü
ve iddiasıyla temellendirmektedirler. Risk toplumu teorisyenlerinden
çoğu, insanlığın bilgisinin çözüm sağlamaktan çok sorun yarattığını
savunmaktadır (Furedi, 2001: 36). Beck’e göre “tehlikenin kaynağı artık
cehalet değil bilgidir”. Beck bu görüşün nedenini de şu şekilde açıklar:
“Bilginin tehlikeyle eşitlenmesi insanoğlunun kendi davranışının sonuçlarını
kontrol etme yeteneğinin olmadığı anlamına gelmekte, Frankenstein
modeli bilgi ve bilim iddialarının ardında yatan dehşeti ortaya koymaktadır.
Bu bakış açısından bakıldığında, insan sorun çözücü değil, bizzat sorunun
kendisi haline gelir” (Aktaran Furedi,2001: 36).
Bu sorunlu insan, artık risk saplantısı içindedir ve kendisine öğretilen
şekilde gündelik yaşamın getirdiği sorunlarla baş edememeyi doğal bir
22
durum olarak görmektedir. Bu bir anlamda bizleri öğrenilmiş çaresizlik
teorisine ulaştırmaktadır. Bu durum insan için artık Furedi’inin tanımıyla
ders alınacak bir durum değildir. İnsanın yaşamla başedemeyeceği
şeklindeki bu varsayım, risk yelpazesini daha da genişletmiştir. Önlem
ilkesinin barındırdığı, kötümser insan anlayışı, bireyi çaresiz ya da hasta
olarak resmetmektedir. Bu resim içinde herkes risk altındadır ve dolayısıyla
“kurbandır”. Riskli bir yaşam sürmemek, yani güvenli bir yaşam için harcanan
çabalar ise artık son derece meşru görülmektedir (Furedi,2001: 48). Bu
noktada gözetleme araçları, bu meşruiyet içinde yerlerini almaktadırlar.
Çünkü güvenliği artırmak için onu daha fazla istemek yetmemekte;
şartlarını da yerine getirmek gerekmektedir (Furedi,2001: 44).
Burada yerine getirilmesi gereken ise güvenlik artırıcı her türlü gözetim
mekanizmalarını toplumun yararı olduğu için kabul etmektir. Gözetleme
araçları, riski minimuma indirmenin ve önlemenin bir yolu olarak
görülmektedir. Çünkü önceden bilmek rahatlatır ve tehlikelere karşı
önlem almayı sağlar. Fakat diğer taraftan, gözetleme birçok kişi tarafından
riskin nedeni, hükümetin özel hayata müdahalesinin ya da ticari kontrolun
potansiyeli olarak görülmektedir. Bu, gözetlemenin iki yüzünün bir başka
görünüşüdür (Lyon, 2006: 95).
Özetle şunu söyleyebiliriz ki; oluşan bu risk saplantısı, enformasyon
toplumlarında pek çok ticari kurum tarafından da kışkırtılmaktadır.
Tıpkı mahremiyetle ya da özel yaşamla ilgili yapılan tanımlamalardaki
belirsizlikler gibi, risk kavramı da değişikliğe uğramıştır.
Eskiden risk kavramının hem iyi hem de kötü bir anlamı vardı. Risk bu
anlam ikiliği içinde cesaret ve erdem göstergesi sayılırken, bugün ise
riskin olumsuz yanı, yıkıcılığı daha çok vurgulanmaktadır. Salgın bir virüs
gibi olan risk, insan yaşamının derinlerine nüfuz etmeye başlamıştır.
Bauman’ın belirttiği gibi, kime ve neye güvenileceği açık değildir; çünkü hiç
kimsenin işlerin nasıl gideceğini denetlemediği görülmektedir. Hiç kimse,
işlerin gerçekten de beklenen yönde gideceğine dair garanti veremez.
Güvenliksiz koşullarda yaşamak riskli bir hayattır ve üstlenilen risklerin
maliyetini ödemek zorunda olan bireydir (Bauman, 2005: 61). Ödenecek
olan bedel ise Furedi’nin de belirttiği gibi, riskin yarattığı cesaretsizlikle
artık öznenin kaybolmasıdır (Furedi, 2001: 226).
Gözetlenmeye karşı gösterilecek olan tepkilerin biçimlenmesinde, kişilerin
gözetlendiklerinin farkında olup olmamaları etkili olmaktadır. Gumbert
ve Drucker’ın bu konuda belirttikleri gibi, bireylerin gözetlendiklerinin
farkında olmaları, öncelikle onların psikolojik davranışlarını etkilemekte;
örneğin sokaklarda gördükleri kameralar karşısında davranış değişikliğine
gidebilmektedirler. Gumbert ve Drucker’a göre gözetlemeye karşı oluşan
tepkiler, aşağıdaki senaryolarla açıklanabilir:
Gözetleme teknolojilerinin farkında olmama: Böyle bir
teknolojinin var olduğunu ya da geliştirilebilir olduğunu bilmeyen
bireylerde bu teknolojiler, davranış değişikliğine yol açmaz ve bu
bireylerde görülen değişiklikler sadece empoze edilen kurallar ve
kültürel beklentiler çerçevesinde değerlendirilebilir.
23
Gözetleme teknolojilerinin farkında olmakla birlikte
kullanım amacını bilmeme: Bireyler gözetleme teknolojilerinin
var olduğunu bilirler ve gözetim altında olduklarını bir ihtimal olarak
görebilirler. Bu durumda insanların davranış biçimleri, Bentham’ın
bahsettiği ve hapishanedeki bireylerin birileri onları izliyor olması
ihtimaline karşı sergiledikleri davranışlarla benzerlik göstermektedir.
Bütün sosyal performans bireylerin bu bilgilerine dayanır.
Gözetleme yapıldığının tam farkında olma: Bireyler
bulundukları ortamda gözetleme yapıldığını bilirler ve aslında bu
gözetleme onların davranış biçimlerini belirler. Birey, gözetlemenin
parametrelerinin ne olduğunu öğrenmeye çalışır. Farkında olma
derecemize göre topluma açık bir yere girdiğimiz zaman değişik
davranış biçimleri sergileriz. Kişi gözetlemenin hiç farkında olmazsa
ortama yavaş yavaş alışır. Bu işlem, yavaş yavaş insanların beklediği
gizlilikten sıyrılmalarını sağlar. Bireyler gözetlemenin farkında
oldukları zaman aşağıdaki davranış biçimlerinin sergileyebilirler:
Tepkisel Davranış: Gözetleme teknolojisini kuran ya da yöneten
insanlarda görülen davranış biçimi.
Farkında olmayı ihmal etme: Sanki gözetleme yokmuş gibi
davranma biçimi.
Gözetlemeye tepki vermeme: Gözetlemenin bir kültürel ya da
teknolojik norm olduğu varsayımı üzerine kurulu davranış biçimi
(2001: 117-118).
Bu kabul şekilleri kişilerin gözetlemeye karşı gösterecekleri tepkilerin
şeklinde etkili olabilmektedir. Bireyler bulundukları mekânda
izlendiklerinden haberdar edilmeseler bile, bir otoritenin varlığının
bilinmesi, insanların kendi güvenliklerinden emin olmasına neden
olmaktadır. Bir bireyin gözetimin farkında olması, onun anlayışında,
kendisine zarar verme potansiyeli taşıyanların gözetlenmesi gibi bir
işleve de sahiptir. Böylece birey seviyesinde işleyen gözetim, her iki
kapasitede de işlevini sürdürür. Olası sapkınlar önlenirken, bulunulan
yere uygun davranışlar sergileyen çalışanlar gözetimlerinin farkında
olarak onu desteklemektedirler. Bu farkındalık içerisinde gözetim bir
disiplin tekniği işlevini görür. Gözleniyor olabileceklerini bilen insanlar,
kendilerini başkalarının gözünden bakarmışçasına değerlendirerek kendi
hareketlerini kendileri düzenlerler (Patton, 2000: 285-286).
Gözetlemeyi bilme derecesi bir anlamda, bireylerin gözetimle birlikte kendi
hareketlerinin kontrolunu ve gözetimin içselleştirilmesini sağlamaktadır.
Ayrıca bireyler Patton’nun da özenle ayıklayıp belirttiği gibi, somut olarak
görmedikleri bir otoritenin varlığından haberdar olduklarında, hem
güvenliklerinin sağlandığından emin olurlar hem de gözetimin bir anlamda
mahremiyete yönelik istilasını sorgulamaz duruma gelirler.
Konunun bir başka ilginç açısı ise Nelkin’in belirttiği izlemekten aldığı
haz konusudur. Ona göre gözetime direniş eksikliğinin nedeni, sadece
güvenlik, gözetimin üretici/pozitif gücü ya da devlet ve diğer kurumların
24
güçlerini artırmaya yönelik çabaları değildir. Bu, siyaset, güvenlik ya
da iktisadi çıkarların ötesinde, bireylerin. izlemekten aldığı hazla***
ilgilidir (Akt. Dedeoğlu, 2004). Zizek, gözetlemeyle birlikte bu hazzın nasıl
oluştuğuyla ilgili olarak Benhtham’ın Panoptikon’undan yola çıkar ve şu
şekilde açıklar: “Bentham’a göre Panoptikon’un korkunç etkili oluşu,
öznelerin (mahkûmların, hastaların, öğrencilerin, fabrika işçilerinin)
her şeyin görüldüğü merkezi kontrol kulesinden gerçekten gözetlenip
gözetlenmediklerinden hiçbir zaman emin olamamalarından kaynaklanır.
Bu belirsizlik, tehdit hissini, ötekinin bakışından kaçmanın imkânsız
olduğu hissine yoğunlaştırır.” (Zizek) bu noktayı, Alfred Hitchcok’un ünlü
“Arka Pencere” filmindeki seyretme ve haz arasındaki ilintiyle açıklar. “Arka
Pencere” filminde fotoğrafçı L. B Jeffries (James Stewart), bir araba yarışını
görüntülerken kaza geçirir ve bacağını kırar. New York’taki apartman
dairesindeki zorunlu tatili sırasında komşularını seyrederek zaman
geçirirken bir komşusunun karısını öldürdüğü şüphesine kapılır. Zizek’e
göre burada gözetleyen Jeff’in bakışı, ötekinin bakışıyla karşılaştığı noktada
gözetimci konumunu kaybedip öncelikle gözlemlediği şeyin parçasına
dönüşmüştür. Aslında bu kişi, gözetimi devam ettirmekle kendi arzusuyla
yüzleşmektedir. Zizek’in deyimiyle “Jeff’in (ve bizlerin) öbür apartmanda
olanlara kafayı takmış olması (olmamız), Jeff’in ve bizlerin pencerenin
bu tarafında, tam da onun karşıya baktığı yerde olup biteni kaçırmamızı
sağlayan bir işlev görmektedir”. “Arka Pencere” bir anlamda, bakış
yoluyla, gizli gizli gözetleme yoluyla iktidara dönüşerek kaçan bir öznenin
hikâyesidir. “Arka Pencere”de, bahçenin karşı tarafındaki apartman
sakinleri Jeff’in dikkatli gözleri tarafından fiilen sürekli gözetlenirler, ama
bundan dehşete kapılmak şöyle dursun, bilmezden gelip günlük işlerini
sürdürürler. Tam tersine, dehşete kapılan, önemli bir ayrıntıyı gözden
kaçırırım endişesiyle sürekli pencereden dışarı bakan Jeff’in kendisidir.
Panoptikon’un merkezi, her yere yetişen gözüdür. Arka pencere ona göre
esasen bir fantezi penceresidir (Zizek, 128: 2005).
Gözetimin meşruiyet kaynakları dolayısıyla gözetime karşı direnişin sınırlı
kalmasında bireylerin bir anlamda başkalarını izlemekten aldıkları bu hazzın
da etkili olduğu kabul edilmelidir. Burada öznenin haz alma halini doğuran
şeylerden birisi, Adorno’nun da belirttiği gibi kültür endüstrisidir. Ona göre
artık kültür endüstrisi içindeki birey için en önemli şey hazdır. Haz duymak
için tüketen, dolaşan ve en uçta şiddete bile başvuran birçok özne etrafta
dolaşmaktadır. Bu haz insanı, insanın lanetli kısmına denk gelmektedir.
İnsanın özne olarak çöküşüyle birlikte --doğa üzerindeki egemenliği artsa
bile-- kendisine dağıtılan metaların niceliğiyle beraber kitlenin acizliği
ve güdülme olasılığı artmaktadır. Kültür endüstrisindeki enformasyon
seli her yerdedir. Bu enformasyon kendilerini sürekli olarak eğlenmek
zorunda hisseden özneleri aptallaştırırken, kültür endüstrisi için uygun
*** Haz: Lacan’ın ilk çalışmalarında haz, öncelikle cinsel haz anlamında kullanılmıştır. Ancak
sonradan Freud’un haz ilkesinin ötesinde bir tatmini anlatan güdüleri ifade etmek için kullanılmıştır.
Bu tatmin memnuniyette olduğu kadar bedensel tarzda veya psişik acıda ortaya çıkmaktadır. Bu
yüzden de bilinçdışı mazoşistik bir karakter taşır. (Elizabeth Wright, Lacan ve Postfeminizm, Çev.
Ebru Kılıç, 83).
25
insanlar üretmektedir. Aklın egemen olduğu öznenin -kültür endüstrisi
etkisiyle- içi boşalmış ve öznellik durumu yitirilmiştir. Öznellikler yerini
birbirine benzeyenlere bırakmıştır ve farklılıklar ortadan kalkarken özne
de hiçleşmeye başlamıştır. Bu durumda artık özne kültür endüstrisinin
nesnesi haline gelir (Adorno, 2002). Birbirine benzeyen bu özneler için
gözetim altında kaybettikleri mahremiyetlerinden daha önemlisi, gözetim
araçlarının eğlence aracı olarak haz vermesi ve mikro gözetim oyununa
bu hazza ulaşmak için gönüllü olarak katılmaktır. Bu nedenle de bu haz
araçlarından vazgeçmek istemeyecekler ve haz oburu olarak dolaşmaya
devam etmek isteyeceklerdir.
Gözetimin meşruiyeti ve dolayısıyla gözetimle barışık olma durumu,
yukarıda belirtilen nedenlerin haricinde insanoğlunun dini inançlarında
saklı olabilir. Bütün dinlerin mensuplarına/müminlerine özellikle verdiği
bir mesaj vardır: Kullar Tanrının gözetimi ve denetimi altındadır. Ayrıca
“Tanrı her şeyi görür ve bilir.” Öyle ki Tanrı insana kendinden daha yakındır.
Görmek ve bilmek denetimin asal bileşenleridir. Gözetleyici Tanrının
kulları üstünde psikolojik üstünlüğü bulunmaktadır. Çünkü gözetlendiğini
bilen ve görmediği bir şeyin üstünlüğünü kabul eden kullar, öbür dünyada
cezalandırılma korkusuyla itaat ederler. Dinsel inanışla gözetlenme, kullar
üstündeki psikolojik baskıyı oluştururken diğer yandan da toplumsal
düzeni sağlayıcı ruhani bir unsur olarak yer alır. Böylece insanların
içinde zarar verici dürtülerin kontrol altında almayı sağladığına inanılan
bir inançla insanların kendi kendilerini gözetimleri sağlanır. Bu aslında
bize, Patton’nun belirttiği gözetim araçlarının farkında olan bireylerin
tepkisini hatırlatmaktadır. Ona göre gözetimin farkında olan bireyler için
gözetim, bir disiplin tekniği işlevini görür. Özet olarak bu konuda kişilerin
kendi kendilerine sağlayacakları kontrol, dürtülerin denetlenmesinde bu
farkındalık ve somut olarak görmeseler de bir otoritenin varlığını kabul en
önemli unsurlardır.
Buradan yola çıkarak, aşağıdaki satırlarda, insan yaşamında önemli bir yere
sahip olan dini inançlar alanı içinde, Tanrının ‘sıfatları’yla ilgili örneklerin de
konuya farklı bir boyut getirebileceğini düşünerek, kitabı olan İbrahimî üç
dinin (Yahudilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık) kitaplarında. Tanrının kulları
üstünde her şekilde gözetiminin olmasıyla ilgili yeteneklerinin yer alma
şekli incelenmiştir.
Tanrının sıfatları içinde yer alan her şeyi bilme, görme ve duymayla ilgili
özellikler, İbrahimî bu üç dinin kitaplarında oldukça benzer şekillerde ifade
edilmiştir ve kullara hiçbir zaman yalnız olmadıklarını hatırlatmaktadır.
Şöyle ki: Müslümanlıkta Allahın temel ve tartışmasız olarak iki grup sıfatı
vardır. Bunlar ‘zati’ ve ‘subuti’ adı verilen sıfatlarıdır.
Zâti Sıfatlar: Sadece Allahın zatına mahsus olduğuna, yarattıklarından
herhangi birine verilmesi caiz ve mümkün olmadığına inanılan sıfatlardır.
Varlığının tartışılmaz zorunluluğu; başlangıcı olmamak; sonu olmamak;
kendinden sonra olan şeylere (kendisi ilk) benzememek; zatında,
sıfatlarında ve fiillerinde bir ve tek olması, eşi ve benzeri ve ortağının
bulunmaması; varlığı kendiliğinden olmak, var olmak için bir başka varlığa
26
ihtiyaç duymamak gibi sıfatlardır (İlmihal, 2004: 88–89).
Konumuzu ilgilendiren sıfatları ise ‘subuti’ sıfatların içindedir. Özellikle
Allahın üstünlükleri ile ilgilidirler. Kulların devamlı bir görünmeyen
tarafından izlendiklerini düşünmelerine neden olan bu sıfatlardır; sekiz
tanedirler:
1. Hayat: ‘Diri ve canlı olmak’ demektir. Diridir ve canlıdır. Her şeye, kuru
ve ölü toprağa can verir. Ezeli ve ebedi hayata sahiptir.
2. İlim: Bilmek’ demektir. Allah her şeyi bilendir. Olmuşu, olanı, olacağı,
gelmişi, geçmişi, gizliyi, açığı bilir. Allahın bilgisi yarattıklarının bilgisine
benzemez, artmaz, eskimez. O, her şeyi ezeli ilmiyle bilir. Allah, her şeyi
olacağı için bilir. Yoksa her şey Allah bildiği için olmaz. Alemde görülen bu
güzel düzen, tertip ve şaşmaz ahenk, onun yaratıcısının engin ve sonsuz
ilminin en büyük göstergesidir. İlim sıfatı ile ilgili ayetlerden bazılarında
şöyle denir: “O karada ve denizde ne varsa bilir. Onun ilmi dışında bir
yaprak dahi düşmez…”(el-En’âm6/59), “Göklerde ve yerde olanları Allahın
bildiğini görmüyor musunuz?...” (el-mücâdele 58/7), “Onlar bilmiyorlar mı
ki, Allah onların gizli tuttuklarını da bilir, açığa vurduklarını da…” (bakara-77),
“Her kim de gönlünden koparak bir hayır işlerse şüphesiz, Allah onu bilir,
karşılığını verir…”(Bakara).
3. Semi: ‘İşitmek’ demektir. Allah işiticidir. Gizli, açık, fısıltı halinde, yavaş
sesle ya da yüksek sesle ne söylenirse Allah işitir. Bir şeyi duyması, o anda
ikinci bir şeyi işitmesine engel değildir. İşitme sıfatı ile ilgili ayetlerden
bazılarında şöyle denmektedir: “Allah şöyle dedi: ‘Korkmayın, çünkü ben
sizinle beraberim. İşitirim ve görürüm…" (Taha–46).
4. Basar: ‘Görmek’ demektir. Allah her şeyi görücüdür. Hiçbir şey Allahın
görmesinden gizli kalmaz. Saklı, açık, aydınlık, karalık ne varsa Allah görür.
Allahın işitici ve görücü olduğuna dair pek çok ayet vardır. Bunlardan birisi
şöyledir: “(Allah) gözlerin hain bakışını ve kalplerin gizlediğini bilir. Allah
adaletle hükmeder. Onu bırakıp taptıkları ise hiçbir şeye hükmedemezler.
Şüphesiz ki Allah, hakkıyla işiten ve görendir.”(el Mümin 40/19–20), “Namazı
dosdoğru kılın, zekâtı verin. Kendiniz için her ne iyilik işlemiş olursanız,
Allah katında onu bulursunuz. Şüphesiz Allah bütün yaptıklarınızı görür...
” (Bakara).
5. İrade: “Dilemek” demektir. Allah dileyicidir. Allah’ın dileği olur, dilemediği
olmaz.
6. Kudret: “Gücü yetmek” demektir. Allah sonsuz bir güç ve kudret sahibidir.
7. Kelâm: “Söylem ve konuşmak demektir. Allah konuşan varlıktır.
8.Tekvîn:“Yaratmak, yok olanı yokluktan varlığa çıkarmak” demektir
(İlmihal,2004,88-89).
Ayrıca Allah’ın sıfatları içinde yer alan her şeyi bilme, görme ve duymaya
yönelik üstünlükler, Kuran ayetlerinin genelinde kullara hissettirilmektedir;
neredeyse her ayetinin sonunda “Allah yapmakta olduklarınızı bilir” cümlesi
yer almaktadır.
27
Yahudilik inancında da Müslümanlık inancına benzer bir şekilde tanrının
bu sıfatları yer almaktadır. Bu sıfatların Tevrat’ta yer aldığı şekiller:
Tanrı yüce, aşkın bir varlıktır: Onu kimse göremez (Çıkış, 33, 20). Ama o
aynı zamanda Yahova, kendisini çağıranlara yakındır (Mezmur, 145, 18).
Yahova birdir, O’ndan başka tanrı yoktur (Tensiye, 4, 35). Ezeli ve Ebedidir
(İşâya, 41, 4; 48, 12; Tekvin, 21, 23). Kâdir bir tanrıdır (Tekvin, 17, 1–2).
Merhametlidir.(Mezmur,136). Yaratıcıdır: “Başlangıçta Tanrı, gökleri ve
yeri yarattı” (Tekvin, 1, 1). Melik’tir, hükümdardır, yüce bir taht üzerindedir
(İşâya, 6, 1). Kâinatı idare eder. “Rabb, gökten bakar, bütün âdemoğullarını
görür; oturduğu yerden bütün yeryüzünde oturanlara bakar, her birinin
kalbini yaratan, bütün işlerini temyiz eden O’dur. (Mez’mur, 33,13–15) (Son
ayette özellikle Allah’ın zaman üstünlüğü ve ezeliyete vurgu yapılmıştır.)
Gökte ve yerde olup biteni, insanların hareketlerini, hatta düşüncelerini
bilir: (Mezmur, 139: 1–12) Yani Yahova, cismani ve maddi değildir ama
sıfatları ile her yere nüfuz etmektedir.
“Tanrının iki gözü vardır ve her şeyi görür. (1.Reg., 15, 19) Kulakları vardır,
işitir (Sayılar, 11, 1). Koklama duyusu vardır. (Tekvin, 8, 21) Buradaki
koklama duyusundan maksat “samimiyet kokusunu” alması demektir ki,
mecazi bir deyimdir. Zaten Arapça tercümede “rıza kokusunu” (hoşnutluk,
samimiyet kokusunu) aldı diye ifade edilmiştir.
Dokunma duyusu vardır: (Eyub, 19, 21). Ağzı bize söyler (İşâye, 1,20).
Düşmanlarını dudaklarının bir üfleyişle öldürür. (İşâye, 11,4). Dudakları
kızgınlıkla doludur ve dili, yiyip bitiren bir ateştir (İşâye, 30, 27). Kendisini
terk eden kötülere sırtını döner (Yeramya, 18, 27). Kurtarmak istediklerine
yüzünü gösterir (Mezmur, 16, 14). Eli, sağ eli, bazusu vardır; her şeye gücü
yeter (Mezmur, 16, 14) sağ el, bereket ve güçten kinaye olduğu gibi, “Bazu”
da büyük güç ve kuvvetten mecazdır. Çünkü Tevrat’ın diğer ayetlerinde
Yahova’nın aşkınlığını bildiren binlerce cümle vardır (Sağlam, 1998: 154–
156).
İncil’de de Tevrat ve Kuran’daki gibi, tanrının her şeyi bildiği ve gördüğü
inancıyla ilgili olarak verilen örnekler bulunmaktadır:
Luka 8: Her şey açığa çıkacak (Mar. 4: 21–25). “ Hiç kimse kandil yakıp bunu
bir kapla örtmez; ya da yatağın altına koymaz. Tersine, içeri girenler ışığı
görsünler diye onu kandilliğe koyar. Çünkü açığa çıkarılmayacak gizli hiçbir
şey yok; bilinmeyecek, aydınlığa çıkmayacak saklı hiçbir şey yoktur. Bunun
için nasıl dinlendiğinize dikkat edin. Kimde varsa, ona daha çok verilecek.
Ama kimde yoksa, kendisinde de var sandığı bile elinden alınacak (İncil,
2004: 145).
Luka 12: Uyarılar ve Teşvikler (Mat. 10: 26–31). “O sırada halktan binlerce
kişi birbirlerini ezercesine toplanmıştı. İsa önce kendi öğrencilerine şunları
söylemeye başladı: Ferisilerin mayasından -yani ikiyüzlülükten- kaçının.
Örtülü olup da açığa çıkarılmayacak, gizli olup da bilinmeyecek hiçbir şey
yoktur. Bunun için karanlıkta söylediğiniz her söz gün ışığında duyulacak,
kapalı kapılar ardında fısıldadıklarınız damlardan duyurulacaktır (İncil,
2004:158–159).
28
Tevrat ve İncil’de aynı Kuran’daki ayetlerin sonunda yer alan “Allah
yapmakta olduklarınızı bilir” cümlesine benzer bir şekilde “ben Rab’im”
yer almaktadır. Burada “Rab” (htpp://www.diyanet.gov.tr/turkish/default.
asp); yaratan, nimet veren ve terbiye eden anlamına gelmektedir. Terbiye
etme, kulların devamlı olarak izlendikleri inancının yerleştirilmesine ve
yanlış yaptıklarında cezalandırılacaklarının bu kutsal kitaplar aracılığı ile
öğretilmesine dayanmaktadır.
Bu kutsal kitaplarla, onların içinden verdiğimiz örneklerden çıkan sonuca
göre, her şeyin bilindiği, kimsenin sizi duyamayacağı, göremeyeceği bir
yerde bile ve hatta karanlıkta bile görünüp, dinlenebilecekleri inancı
verilmektedir kullara. Gözetimle barışık olmamız, yani gözetime karşı bir
direniş göstermememizde, çocukluğumuzdan yetişkinliğimize sarkan dini
öğretilerin etkisinin olduğu görüşü ayrıca düşünülmelidir. Bir anlamda
gözetimin içselleştirilmesine olanak sağlayan nedenlerden biri, “insanlığın
dini inançlarında saklıdır”. Dini öğretiyle birlikte kullara verilen gözetim
anlayışı bireylerde “vicdani gözetimi” sağlamaktadır..
Gözetimin toplumsal meşruiyet nedenleri olarak yukarda tespit edilen
bu nedenler gözetim faaliyetlerinin artmasına ve sorgulanmadan kabul
edilmesi sonucunu doğurmaktadır.
Sonuç
Gözetimin meşruiyet kaynakları bir yandan her türlü gözetimin bir direnç
kaynağı bulmadan kabul edilmesine neden olurken bir yandan da tüm
dünyada yayılan bir gözetim kültürünün oluşmasını hızlandırmaktadır. Bu
kültür içinde gözetim sistemlerinin ikili yapısının öne çıktığı görülmüştür. Bu
bağlamda gözetimin hem pozitif ve üretici yanlarına atıfta bulunulmakta,
hem de özel alanın yok olmasını sağlayan özelliğine de dikkat çekilmektedir.
Bunun sonucunda da gözetim bir yanda korku ve şüpheyi beslerken,
bir yandan da kişilerin arzuladığı bir olay haline gelmiştir. Artık sıradan
insanlar için bile ‘saklanacak yer kalmamaktadır’. Kişilerin gözetimden
kaçma olasılıkları azalmaktadır. Alışveriş merkezine, bankaya, alt geçide ve
hatta bazen banyoya gitmek bilinmeyen seyirci kitlesi önünde bir şeyler
yapmak anlamına gelmektedir.
Evlerimiz, her geçen gün artan bir hızla alışkanlıklarımız, tercih ve mali
durumumuza erişim sağlayan yeni telekomünikasyon bağlarıyla bir yerlere
bağlanıyor. Aynı zamanda, aynı teknolojilerin bazıları bazı insanların
evlerini ‘sanal’ hapishanelere dönüştürmektedir. Çünkü buraları kimi
otoritelerce uzaktan gözlenmektedir. Bu teknolojik cihazlarla çocuklarının
telefon konuşmaları endişeli ebeveynlerce dinlenmekte, çocuk bakıcısının
davranışları kameraya çekilmekte ya da birbirlerinin e-postalarına
girilmektedir. Bunun sonucunda da günümüzde, ‘kamu’ ve ‘özel’ ile ‘gerçek,’
‘özgürlük’ ve onun ‘simülasyonu’ arasındaki sınırlar belirsizleşmektedir
(Staples, 1997: 133-134).
Önümüzdeki süreç, korku kültürünün daha da arttığı dünyada, yabancılar
toplum içinde güvenli yaşamak için, bu gözetim araçlarının daha da
29
artacağının ve bununla birlikte bu konunun etik ve politik boyutlarının daha
da tartışılacağı bir dönem olacaktır. Bu anlamda, gözetim teknolojilerinin
gönüllü kullanıcısı durumuna gelmiş ve dijital kodlara dönüşecek olan
bireyler, bu sistemlerin kurallarına uygun olarak davranmak zorunluluğu
hissedeceklerdir. Bu bağlamda gözetim olgusu, baskı ve denetim yoluyla
kurulan bir sistem olmaktan öte gönüllülük ilişkisine dayanan bir yapılanma
içinde incelenecektir.
Kaynakça
Adorno, Theodor W (2002). Minima Moralia: Sakatlanmış Yaşamdan Yansımalar.
İstanbul: Metis.
Altheide, David L. (2004), “The Control Narrative of the İnternet”. Symbolic Interaction,
Vol. 27, No. 2, 223-245.
Bauman, Z. (2005). Bireyselleşmiş Toplum, İstanbul: Ayrıntı Yayınları,.
Botan Carl, Vorvoreanu, Mihaela (2004), “What Do Employes Think about Electronic
Surveillance at Work? Electoric Monitoring the Workplace: Controversies and Solutions
(Ed. John Weckert). İdea Group.
Bulduk, Sevda (2002). Öğrenilmiş Çaresizliğin Genelleme Sorunu: Görev Etkisi. Türk
Psikoloji Dergisi, Cilt 17, Sayı: 50, Aralık, 77-93.
Clarke, Roger (2005), “ Have We Learnt to Love Big Brother?”. Issues, Vol.71, 9-12.
Cüceloğlu, Doğan (1992). İnsan ve Davranış. Remzi Kitapevi, İstanbul.
Dedeoğlu, Gözde (2004), “Gözetleme, Mahremiyet ve İnsan Onuru”, http: //www.
dergi. tbd. org.tr / yazarlar/19042004/gozde_dedeoglu.html.
Furedi, Frank (2001). Korku Kültürü: Risk Almamanın Riskleri. İstanbul: Ayrıntı Y.
Giddens, Anthony (2005). Ulus, Devlet ve Şiddet. İstanbul: Devin.
Gumbert, Gary & J. Drucker, Susan (2001). Public Boundaries: Privacy and Surveillance
in a Technological World. Communication Quarterly, Vol. 49, Issue 2, 115-129.
Hoeksema, Susan-Girgus Nolen. vd.(1986). Learned Helplessness in Children: A
Longitudinal Study of Depression, Achievement, and Explanatory Style. Journal of
Personality of Social Psyhology, Vol. 51, Issue 2, 435-442.
İlmihal (2004). Cilt I, Ankara: Diyanet İşleri Vakfı Yayınları,.
İncil (Müjde), (2004). İstanbul: Yeni Yaşam Yayınları.
Lyon, David (1997). Elektronik Göz (Gözetim Toplumunun Yükselişi). İstanbul: Sarmal
Yayınları.
Lyon, David (2002). “Everyday Surveillance: Personal Data And Social Classifications”.
Information, Communication and Society, Vol. 5, Issue 2, April, 242-257.
Lyon, David, (2006). Gözetlenen Toplum. İstanbul: Kalkedon.
Martin, Brian (1998). Information Liberation Challenging the Corruptions of
Information Power, London: Freedom Pres.
Marx, Gary T. (1996), Privacy and Technology, http: // www .web .mit . edu / gtmarx /
www /privantt .html.
30
Marx, Gary T. (2002). What’s New About the “New Surveillance”? Classifying for
Change and Continuity. Surveillanca&Society,Journal, Vol.1, Issue 1, 9-29.
Marx, Gary T. (2005). Surveillance and Society, http://www. web. mit. edu/ gtmarx /
www/ surandsoc.html.
Marx, Gary T. (2005). Seeing Hazily (but not Darkly) Through the Lens: Some Recent
Empirical Studies of Surveillance Technologies. Law and Social Inquiry, Vol 30, Issue
2, 339-371.
Marx, Karl (1975). Kapital (Birinci Cilt). Ankara: Sol Yayınları.
Patton, Jason W. (2000). Protecting Privacy in Public? Surveillance Technologies and
the Value of Public Places. Ethics and Information Technology, Vol.2, 181-187.
Sağlam, Bahaddin (1998). Geçmiş ve Gelecek Arasında Tevrat.
Yayınları.
İstanbul: Tebliğ
Stalder, Felix (2002). Opinion. Privacy is not the Antidote to Surveillance. Surveillance
& Society, Vol. 1, Issue 1, 120-124.
Staples, William G. (1997). The Culture of Surveillance: Dicipline and Social Control in
the United States. New York: St. Martin's Pres,
Sewell, Graham & Barker, James R. (2001). Neither good, nor bad, but dangerous:
Surveillance as an Ethical paradox”. Ethics and Information Techhology, Vol 3, Issue
3, 183-196.
Weber, Max (1998), Sosyoloji Yazıları. İstanbul: İletişim Yayınları.
Weber, Max (2005). Bürokrasi ve Otorite. Ankara: Adres Yayınları,.
Wright, Elizabeth (2002). Lacan ve Postfeminizm. İstanbul: Everest Yayın.
Zizek, S. (2005). Yamuk Bakmak, İstanbul: Metis Yayınları.
htpp://www.diyanet.gov.tr/turkish/default.asp.
htpp://www.tdk.gov.tr (Söz Bul Kısmında)
htpp://www.astoxford.com (Sözlük Arama Kısmında)
31
Alternatif Medya ve Anti-Gözetim
Bora Ataman* - Barış Çoban**
Neoliberal küreselleşme ve tüketici-yurttaş
Neoliberal küreselleşme ve cihatçıların başını çektiği uluslararası terörizm
en azından 2001 Irak ve 2003 Afganistan işgallerinden bu yana bir
madalyonun iki yüzü gibi kabul ediliyor. İkisi arasında bir sebep-sonuç ilişkisi
kurmak ya da daha geniş perspektiften aralarındaki her iki tarafa da fayda
sağlayan çıkar çevrimini görebilmek son zamanlarda giderek kolaylaştı.
Piyasa ilişkileri içinde silah üreticileri ve tüketicilerinin kimler olduğuna ve
aralarındaki ilişkilere yakından bakmak bunun için yeterli. 15-16 Kasım
2015’de Antalya’da gerçekleşen G20 zirvesinde Rusya devlet başkanı
Putin, (Irak Şam İslam Devleti) IŞİD’in arkasındaki ülkelerin bazıları arasında
zirve katılımcılarının da yer aldığını açıkladı (RT, 16 Kasım 2015). Tabii bu
açıklama içinde Rusya’nın dünyadaki silah satışlarının yaklaşık 1/3’ünden
sorumlu ABD’nin hemen arkasından geldiği bilgisi yoktu. “Teröristlerin”
elindeki silahların menşeine dair ayrıntılı bir bilgi de paylaşılmadı. Zaten
kendi yağdırdıkları bombaların ve öldürdükleri sivillerin de hesabını soran
yoktu Batı’nın kabadayılarından. Bu arada birkaç gün önce gerçekleşen
ve IŞİD’in üstlendiği Paris saldırısının ardından Fransa, bunun bir ‘savaş
nedeni’ olduğunu açıkladı (Aljazeera, 14 Kasım 2015). Sanki bir savaşda
değilmiş gibi! Danimarka parlamentosunun dış politika komitesinin başkanı
aşırı sağcı Danimarka Halk Partisi milletvekillerinden Søren Espersen ise
Paris saldırısının ardından hızını alamadı ve “IŞİD’in hâkimiyeti altındaki
* Doç. Dr., Doğuş Üniversitesi, İletişim Bilimleri Bölümü
** Prof. Dr., Doğuş Üniversitesi, İletişim Bilimleri Bölümü
33
topraklarda kadın çocuk demeden hepsini bombalayalım, centilmenliğe
gerek yok” dedi (The Local, 15 Kasım 2015).
Dünyamız, her şeye rağmen, enerji ve silah kartellerinin domine ettiği
bir uluslararası kapitalizmin boyunduruğu altında hasbelkader dönmeye
devam ediyor. Ancak, “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” şiarlarıyla gerçekleştirilen
“demokratik burjuva devrimleri” (Lenin) ve akabinde inşa edilen modern
ulus devletlerinin uzun zamandır liberal anlatı içinde zaten kısıtlı olarak
dizayn edilen demokrasiyle pek bir ilişkileri kalmadı. Başta ABD olmak
üzere güçlü Batı devletlerinin şirketleşmesi/holdingleşmesi; Türkiye’de
milli iradeyi bedeni ve benliğinde cisimleştiren R.T. Erdoğan’ın da özlem
ve övgüyle zaman zaman sözünü ettiği, CEO başkan ve başbakanların
yönetimindeki teknokratlardan oluşan ve şirket yönetim kurullarını
andıran hükümetleri ortaya çıkardı. Bunun halklar açısından sonuçları
yıkıcı, reçeteleri acı oldu, olmaya devam ediyor. Örneğin, etkilerinin halen
sürdüğü 2008 küresel ekonomik krizi sonrasında ABD hükümetinin krizin
başlıca sorumlularını kurtarmak için nasıl canla başla çalıştığı, ancak
krizden yara alan halka sıra geldiğinde kolaylıkla göz ardı edilebildikleri
hatırlanacaktır. Dolayısıyla modern devletlerin yurttaşlarına biçilen rol bu
devlet-şirketlerde ya tüketici ya da işçi olmaktan pek de fazlası değil.
Gözetlenen yurttaş
Bu karamsar arka plan çağdaş gözetim mefhumunu anlamak için gerekli.
Nihayetinde Batı dünyası için konuştuğumuzda Orwell’in “1984” -Büyük
Birader- ya da Bentham’ın Panopticon’undan söz etmiyoruz artık. Ortada,
özgürlüğü hayat tarzı seçimine indirgeyen ve yurttaşın serbest zamanını
serbest pazarda ancak tüketici olarak yaşayabileceğini söyleyen yeni bir
paradigma var. Aslında ücretli işçi ve serbest tüketici olmanın dışında
hayata katılabilmek için pek bir alan kalmadığında, siyasi hak ve ödevlere
gönderme yapan ‘yurttaş’ kavramı da önemini yitiriyor. Dolayısıyla
gözetimden söz edildiğinde yurttaşın şirketler tarafından tüketici olarak
profilinin çıkarılması, davranışlarının gözetlenmesi, yönlendirilmesi ve
mümkün mertebe yönetilmesi söz konusu. Tabii tüketici-yurttaşın çıkar
perspektifli gönüllü katılımının bu tasarımdaki vazgeçilmez rolünü de
atlamamak lazım. Çalışan olarak ise işlikteki performansının takip edilmesi
ve davranışlarının kontrol altında tutulması önem arz ediyor.
Her ikisinde de, yani tüketici-yurttaş ve işçi-yurttaş olarak ilişki içinde
bulunduğu kurumlara nazaran güçsüz konumda. Bu güçsüzlük hem
beden hem de kişisel verilerin kontrolu bağlamında aynı derecede
geçerli. Şirketlerin yurttaşın kişisel verilerini nasıl ve ne amaçla
topladığını, bu verilere nerelerden ulaştığını, kimlerle neden paylaştığını
ve nasıl kullandığını bilebilmekten olabildiğince uzağız. Gözetlemenin
ve gözetlenmenin tadına vardığımız ‘reality show’lar dünyasında bunu
çok da umursamıyor oluşumuz sistemin kendini sürekli olarak yeniden
üretebilmesi açısından son derece faydalı elbette. Mahremiyet algımız
yavaş yavaş, günümüz yüksek primatlarıyla benzer bir yaşam evrenine
sahip hominid atalarımızınkine benzemeye başladı! Hal böyle olduğunda
34
da yaşamının kontrolünü elinde tutan özerk bireylerden değil, Durkheim’in
([1893]1997) “mekanik dayanışma” kavramında işaret ettiği total sosyal
organizmanın üst belirlenmiş bir şekilde işleyen dişlilerinden söz etmeye
başlıyoruz.
Ancak, yurttaş nosyonu açısından belki de gözetimin en can alıcı kısmı,
işçi ya da tüketici olarak gözetlenmek değil… Kamuya ait olanla eş anlı
olarak demokratik kazanımlarını da birer birer kaybeden yurttaşı, bu
talan ve saldırı karşısında mücadele edemez hale getirmeyi amaçlayan
çağdaş neoliberal devletin güvenlikçi paradigmasında hayat enerjisini
bulan bütünleşik, total ve küresel gözetleme mekanizmasının hedefine
oturtmak! Foucault’nun panoptikonun işlevine dair söylediklerini
hatırlamak gerekiyor; “Gözetlenen bireyin, kulede bir gözetleyen olup
olmadığına bakmaksızın zihninde içselleştirdiği gardiyanı tarafından kendi
kendini gözetim altında tutması…” Tabii bu bakış açısı sosyal yaşamın
bütününden ziyade demokrasi uğruna mücadele etme gayretini henüz
toptan kaybetmemiş yurttaşlar açısından bir değer ifade ediyor. Böylesi
can sıkıcı meselelerle ilgilenmeyen çok sayıda insan için gözetlenmek ve
gözetlemek; görmek, göstermek, görünmek, dolayısıyla da beğenilmek,
takdir edilmek, kıskanılmak hatta korkulmak vb. vazgeçilmez modern
yaşam nimetlerine gönderme yapan olağan ve tarafsız (nötr) gerçeklikler.
Ancak yurttaş kimliğiyle hak odaklı mücadeleleri sürdürenler açısından
dünya giderek daha karanlık bir yer haline geliyor. Örneğin, Suruç ya da
Ankara katliamında (ve diğerlerinde) gördüğümüz gibi ya terörizmin ya da
Türkiye’de 2015 yılında yapılan son genel seçimlerde gördüğümüz üzere
özgürlüklere karşı güvenlik paranoyasından nasiplenen iktidarın/devletin
yasal şiddetinin hedefi olabiliyorlar. Öte yandan ABD, Fransa ve Türkiye’nin
tüm yurttaşlarını sürekli gözetim altında tutulmasını yasalaştıran kanunların
ve yasanın yetmediği yerde gayri yasal uygulamaların hedefindeler. En
azından WikiLeaks ve Edward Snowden’dan bu yana buradaki iddiamızı
kanıtlayan gerçekler görmek isteyen gözlerin önünde duruyor. Kısaca,
yurttaşın karşısında, aralarındaki sözleşmeyi tek taraflı olarak sonlandıran
bir devlet mekanizması bulunuyor.
Liberal anlatı her ne kadar bunu Dr. Frankestein’ın (Shelley) yarattığı
canavara boyun eğmesi minvalinde okuyabilecek olsa da halklar
ve devletler arasındaki ilişki hiçbir zaman karşılıklı bir sözleşmeyle
belirlenmemişti. Bunun yerine en az beş bin yıllık uygarlık tarihi dikkate
alındığında sınıf-içi ve sınıflar-arası güç mücadelelerinin ve ilk fırsatta
bozulmak amacıyla yapılan ateşkes ve antlaşmaların belirleyici olduğu
söylenebilir. Dolayısıyla çağdaş devletin, gözetim ve kontrol altında
tuttuğu yurttaş bireyle arasındaki ilişkiyi liberal demokrasilerin kurucu
metinlerinin (anayasa, haklar bildirgeleri ve kanunlar) dışına taşıdığını hatta
tersine çevirdiğini söylemek mümkün. Devletin şeffaflığına karşın bireyin
mahremiyetine dayalı liberal paradigma, çoktandır yerini devlet babanın
çocuklarının bekası için gerekirse çocuklarına rağmen çalıştığı kadim
Asya tipi bir yönetim anlayışına bıraktı. Bu yönetim anlayışında şeffaf olan
birey, herkesin bekasını/güvenliğini ve refahını kendinde topladığı için gizli
olması gereken ise devlet! Devlet babanın çocuklarını koruması, kollaması
35
yani gözetmesi gerekiyor. Bu yeni siyasal ve sosyal ilişkilenme biçimini
“Yeni Ortaçağ” olarak adlandıran birçok yazar, çizer, düşünür mevcut (bkz.
Arend, 1999; Bull, 1977; Scott, 2015).
Başkaldırı: Yeni, yine, yeniden…
Haddini bilmez, laftan anlamaz ve ısrarcı yurttaşlar, “Yeryüzünün
Lanetlileri” (Fanon) arasında katıldığından beri verilen demokrasi ve hak
odaklı mücadeleler Batı’da da şiddetini artırdı. 20. YY’nin sonunda Seattle
Savaşıyla dünya çapında görünürlük kazanan Anti-küreselleşme hareketi
ve son yıllarda gezegeni saran ve sarsan Occupy hareketleri bu iddianın
en önemli kanıtları arasında. Enformasyon ve iletişim teknolojilerinin bu
mücadelelerdeki rolü ise yaşamsal. Bu konuda çokça araştırma yapıldı,
yapılmaya devam ediyor. Toplumsal hareketler ve alternatif medya, alternatif
yeni medya ve sosyal medya arasındaki ilişkiler sosyal bilimler alanındaki
araştırmalarda giderek daha fazla yer kaplamaya başladı. Özellikle Occupy
hareketleriyle birlikte medya çalışmaları ama özellikle de yeni medya ve
alternatif medya çalışmaları ile (yeni) toplumsal hareketler çalışmaları
arasındaki uzaklık, boşluk kapanıyor (bkz. Atkinson, 2016; Castells, 2013;
Downing vd., 2001; Gerbaudo, 2014; Langlois & Dubois, 2016; Lievrouw,
2011). Liberal anlatıya içkin yaklaşık 100 yaşındaki “Dördüncü Kuvvet
Medya” yakıştırması; yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerinin dengesine
dayalı parlamenter demokrasinin şirket - devletinde işlevini giderek
kaybetmesiyle birlikte anlamsızlaşmaya başladı. Ticari yaygın/ana akım
medyanın şirket-devletin egemenliği altındaki gezegende bağımsız bir
kuvvetmiş gibi halk/yurttaşlar adına devletin üç kuvvetini gözetlemesi,
bir nevi halk adına ‘bekçi köpekliği’ yapması, giderek yok olan bir medya/
habercilik aktivitesine dönüştü. Bugün bekçi köpeğinden değil ‘kucak
köpeği’nden söz ediliyor ana akım medya denilince… (bkz. Boehlert,
2006; Whitten-Woodring, 2009) Cesaretini toplayıp bu kadim profesyonel
gazetecilik ilkeleri doğrultusunda davranmaya çalıştığı kısıtlı zamanlarda
da zaten eğlence odaklı ticari medyanın yarattığı büyük resim içinde ancak
kendine dekoratif bir unsur olarak yer bulabiliyor.
Ancak bu denklemin dışında bir medya da yok değil. Alternatif medya
kavramsallaştırması tam da burada devreye giriyor. Yeryüzünün lanetlileri
teknolojik gelişmeler ama özellikle de internet ve ağa bağlı yazılım
ve donanımlarla birlikte güçlerine yenilerini eklediler. Her ne kadar
egemenlerin aynı teknolojiler sayesinde kendi hesaplarına yazdıkları
kazançların büyüklüğüyle kıyaslanamayacak olsa da neoliberal küresel
saldırılara küreyerel ölçekte cevap verme yeteneklerindeki artış göz ardı
edilemeyecek kadar fazla. Ayrıca uluslararası sistemin küreselleşmesi
egemenlerin gücünü aritmetik olarak artırırken, anti-küresel, antikapitalist ve pro-demokratik hareketlerin bileşenlerini oluşturan
ezilenlerin gücünün, gerek sayılarının fazlalığı, gerek seslerinin renkliliği,
gerekse de halklar arasındaki potansiyel yaratıcı sinerjinin öngörülemez
büyüklüğü sebebiyle geometrik olarak artma olasılığını da dikkate
almak gerekir. Alternatif medya çalışmalarının çoğunun arka planında,
teorik ve metodolojik çerçevelerinde benzeri bir iyimserlik bulabilirsiniz.
36
Buna paralel olarak belirtmek gerekir ki bu çalışmada yapılan alternatif
medya kavramsallaştırması da gerçeğin oldukça idealize edilmiş iyimser
bir yorumlanmasına dayanıyor. Aşağıdaki satırlar bu uyarı ışığında
değerlendirilmeli.
Alternatif medya, özetle, gerek kurumsal işleyiş, gerek ürettiği içerik ve bu
içeriğin üretim aşamaları gerekse de izleyicisi, okuyucusu, dinleyicisi ile
kurduğu ilişki itibariyle yaygın ticari medyanın zıttı bir varoluşa işaret ediyor.
Ancak alternatif medya ile ticari yaygın medya arasındaki zıtlık, medyanın
ürettiği içeriği aşan bir zıtlık. Nasıl ki yaygın medya kuruluşları hiyerarşik
toplumsal ilişkilerin yeniden üretildiği bir işlik olarak küresel kapitalizmin
kendini var ettiği alanlardan biriyse alternatif medya da daha adil, daha
eşit, daha özgür, daha demokratik başka bir dünyanın mümkün olduğunu
kanıtlayan bir organizasyonel düzlem olarak düşünülüyor, tasarlanıyor
(bkz. Çoban / Ataman, 2015). Aynı zamanda ticari yaygın medya,
izleyicisine, ürettiği içerikleri tüketmek haricinde pek bir rol bahşetmiyor
ve izleyiciyi kendi ekonomik, kültürel ve siyasal hayatının failliği hususunda
güçlendirici kayda değer bir rol de oynamıyor. Halbuki alternatif medyanın
temel argümanlarından biri medya profesyoneli ile medya tüketicisi
arasındaki medya metinlerinin üretimi bağlamındaki eşitsiz ilişkiyi mümkün
mertebe ortadan kaldırmaktır. Böylece failin Freire’nin (1987) ifade ettiği
gibi dünyayı okuyup yazmasının olanakları yaratılabilecektir. Yeryüzünün
lanetlileri lanetin kaldırılması mücadelesinde önce kendilerini, sonra
birbirlerini, sonra da düşmanlarını tanıyabilmeli, tanımlayabilmelidirler.
Dünyayı okuyup yazabilmek, dünyayı değiştirebilmek, daha adil bir dünya
kurabilmek için Freireci perspektiften bir ön şarttır. Alternatif medya bu
sebeple sadece eleştirel/muhalif içerik üreten bir medya kuruluşu değildir.
Alternatif hayatın biçimlendiği, mikro boyutlarda yaşatıldığı, yeniden
üretildiği, sınandığı bir oksijen çadırıdır.
Alternatif medyanın buradaki gibi kavramsallaştırılması, yani hem bir
mücadele aracı hem de alternatif yaşamın filizlendiği bir sığınak, bir
kuluçka merkezi gibi kodlanması, ona, mücadelenin sadece medya
düzleminde değil, her sathında bir görev ve sorumluluk yüklemektedir.
Elbette mücadelesinin ağırlıklı düzlemi enformasyon alanındadır. Ancak bu
alan sadece alternatif haber ve alternatif kültürel üretime indirgenemez.
Dördüncü kuvvetin işlevsizliği çoktandır daha aktif, saldırgan ve direngen
bir ‘beşinci kuvvetin’ (Ramonet, 2003) öne çıkıp daha geniş halk kesimleri
nezdinde de görünürlük kazanmasını sağlamıştır. Dolayısıyla neoliberal
küresel iktidarın gözetim aygıtına ve güvenlik paradigmasına karşı
alternatif medyanın sürdürdüğü mücadele, haber üretimini aşan proaktif
bir mücadeledir. Yurttaş haberciliği ve video aktivizm, sızıntı haberciliği,
kültürel bozma, hacking gibi araçlara sahiptir. Ağ toplumunun ağlaşmış
toplumsal hareketleri içindeki kendine has yeriyle alternatif (yeni) medya
röntgenci devletin irrasyonel tutum ve davranışlarının yanı sıra kirli
çamaşırlarını da ortaya sermeye çalışır. Yani profesyonel meslek ilkelerinin
çizdiği sınırlar içinde haber üretmenin ötesine geçen bir şeffaflaştırma, bir
içini dışına çıkarma, ridiküle etme, işleyemez hale getirme gibi oldukça
aktif ve gerektiğinde saldırgan taktikler söz konusudur. Bu sebeple de
37
anti- ya da karşıt (counter-), tabandan (sous-) gözetim (veillance) olarak
adlandırılan çalışmaların içinde (bkz. Wilson, 2012; Monahan, 2006; De
Souza, 2014; Mann, Nolan & Wellman, 2003; Marx, 2003; Huey, 2010;
Fuchs, 2012; Mallén 2012; Fuchs & Trottier, 2015) alternatif medyanın
önemli bir yeri olduğunu düşünmekteyiz. İlaveten, karşıt gözetim ve
alternatif medya çalışmaları arasında bugüne kadar sadece video aktivizm
ve yurttaş haberciliği üzerinden kurulan zayıf ilişkiyi de güçlendirmekten
yanayız. Neticede, bu çalışmalarda ağırlıkla üstünde durulduğu üzere,
alternatif medyanın rolü sadece polisi şiddet uygulamaktan vazgeçirmek,
polis şiddetini görünür kılmak ve yasal mücadeleler için kanıt üretmekle
sınırlandırılamaz. Gerektiğinde iktidarın daha sonra maniple etmek
amacıyla kullanacağı görüntüleri yok etmek; yani polisin elindeki kamerayı
kırmak, mobeseleri devreden çıkarmak, fişlemeleri engellemek, fişleri yok
etmek, bozmak, kullanılmaz hale getirmek de bu mücadelenin bir parçası
olarak görülebilir. Bu türden proaktif müdahaleleri dikkate almak demek
genellikle medyaya atfedilen farkındalık yaratma ve bilgilendirme gibi
işlevlerin çokça ötesine geçmektir.
Alternatif (yeni) medya ve anti-gözetim taktikleri
Toplumsal eylemler genel olarak iktidarın gözünün önünde ve bu göze karşı
ve bu gözle göz göze gelinerek gerçekleştirilir. Direniş süreci bu anlamda
dolayımlı bir biçimde de olsa iktidarın gözüne karşı yurttaşların gözlerinin
karşı karşıya geldiği bakışım üzerine kuruludur. İktidar eylemci yurttaşlara
bakar. Veri madenciliği, analizi ve eşleştirmesiyle, kameralarıyla, kolluk
kuvvetlerinin gözleri dolayımıyla onları kaydeder. Örneğin yüz tanıma
sistemi marifetiyle kimliklerini tespit edebilir, söz konusu kimliğe ait diğer
verilerle eşleştirebilir. Böylece sadece ne türden bir politik fail olduğunuz
bilgisi değil sağlık dosyanıza işlenmiş problemleriniz ve mesela yaşam
tarzı tercihleriniz de birbirileriyle ilişkilendirilebilir. Bunun olası korkunç
sonuçları üzerine son yıllarda üretilen onlarca distopyan film üretildi. Ama
belki de Charlie Brooker’ın elinden çıkma İngiliz yapımı Black Mirror TV
dizisi (2011-…) gözetim meselesini kolaylıkla anlamımızı sağlayan popüler
metinler arasında en faydalısı olarak önerilebilir.
Şirket-devletin gözetim stratejisinin karşısında yurttaşın taktikleri ise sınırlı
ama etkilidir. Liberal demokrasinin kurucu metinlerini arkasına alarak
direnişini meşrulaştırıp iktidar karşısına çırılçıplak çıkmayı tercih edebilir.
Gerçi benzeri sivil itaatsizlik eylemleri için illa liberal demokrasinin gücüne
yaslanmak gerekmez. Örneğin Mısır, İran, Çin, vb. otoriter ve totaliter
rejimlerde İnsaniyet ve haysiyet vurgularının ağırlık kazandığı gözü kara
feda eylemleri de benzer bir çıplaklık taktiğine başvurabilir. Örneğin, “Arap
Baharı” sürecinde fedailerin kalabalıklaşması ya da halkın fedaileşmesi
korkunun yitimini ve cesaretin bulaşıcılığını artırmıştır. Bunun aksine
yurttaş maske ile kendini gizlemeyi de tercih edebilir. Nihayetinde şeffaf
olması gereken kendisi değil devlettir. Liberal anlatı devlet karşısında
bireyin üstünlüğüne vurgu yapar. Ancak bu üstünlük korunması gereken
yasal bir üstünlüktür yoksa fiiliyatta devletin daha güçlü olduğu aşikardır.
Dolayısıyla kurucu metinler bireyi devlet karşısında korumak amacıyla
38
devletin şeffaflığına, hesap vermesi gerekliliğine vurgu yaparken birey
yurttaşı devletten bağımsız kılmaya ve devlet müdahalesinden korumaya
çalışmaktadırlar. Örnekler için Amerikan Anayasası’nın 4. ve 14. değişiklik
maddelerine bakılabilir.
Yeni toplumsal hareketlerin aktivistleri, mücadelenin koşullarına göre
açıklık ve gizlilik temelli bir karşı-gözetim politikası belirlerler. İktidarın
“şiddet” temelli gözünün, iktidara karşı gelen tüm yurttaşlar üzerindeki
tehditkâr bakışına karşı taktikler geliştirilir. İktidar ise bakışını radikal
muhalefeti mümkünse sindirmek, değilse, ana akım medyanın desteğiyle
marjinalize etmek amaçlı kullanır. İktidar bunun için elde ettiği her türlü
veriyi maniple eder, maniple edilecek veri olmadığında ise, Gezi Direnişi
sürecinde ortaya çıkarttığı hayali Kabataş saldırganları ve kısa bir süre için
direnişçiler tarafından revir olarak kullanılan Dolmabahçe’deki Bezm-i Alem
Valide Sultan camisinde içki içildiği yalanında olduğu gibi, verileri sıfırdan
üretmeye çabalar. İktidar tarafından damgalanan radikal muhalefet ise
alternatif medyaları kullanarak toplumun gözünü iktidara yöneltmeye
çabalar, iktidarın gayri-meşruluğunu, suçlarını ortalığa saçarak kanıtlamayı
hedefler. Bu açıdan iktidarla muhalefet arasında göz üzerinden yürüyen
toplumsal gözü belirleme üzerine bir mücadele söz konusudur. Çağdaş
dünyamızı tanımlayan dolayımlı ekran kültürü kamuoyu kavramını
neredeyse kamu gözüne sıkıştırmış vaziyettedir (Debord, 1996; van Dijk,
2012).
Anti-gözetim, karşı gözetim ve tabandan gözetimi de içine alacak biçimde
ağlaşmış yeni toplumsal hareketlerle ilişkilendirilerek tanımlanabilecek bir
kavramdır. Bu bağlamda, hem sanal hem de gerçek alanlarda işlevsel bir
mücadele pratiğidir. Her ikisinin de somut politik etkileri söz konusudur.
İktidarın gözetimi, toplumsal bedenler ve bu bedenlerle ilişkilendirilen
kişisel veriler üzerinden sistemin yeniden üretimini garanti ederken, antigözetim bu yeniden-üretimi kesintiye uğratır, tahrip eder, alternatif bir
otonom karşı-kamusal alanın yaratılmasını hedefler. Gözetleyen göze ışık
tutar, körleştirir, gör(e)mediği yerlerde yaşamın yeninden inşası için kurulan
oksijen çadırlarına kalkan olur.
Anti-gözetim iktidarın toplumsal özgürlükleri sınırlamasına karşı koyar.
İktidarla toplum arasında göz üzerinden yürüyen çatışmada farklı cephelerde
yürütülen bir mücadeleye gönderme yapar. İlk cephe sokaklarda, gündelik
yaşam bağlamında açılmıştır. İktidar kentlere yerleştirdiği kameralar aracılığı
ile sürekli bir gözetim gerçekleştirmektedir. Bunun yanı sıra kamu ve özel
kuruluşların güvenlik kameraları da devletin gözetim sistemine farklı
biçimlerde eklemlenmektedir. Gündelik yaşam alanları sürekli kontrol altında
tutulmaya çalışılır. Örneğin, yoksul halkın yaşadığı ve devrimci muhalefetin
var olduğu bölgeler özellikle ve dikkatle sürekli bir gözetime tabiidir. Bu hem
sabit kameralarla, hem de polis araçlarının devriyesi ile görünen bir biçimde
hem de muhbirler ve ajanlarla görünmez bir biçimde gerçekleştirilmektedir.
Emniyet güçlerinin siber suçlarla ilgili birimleri ise bedenleri kişisel verilerle
birbirine bağlamak için aynı görünmezlik içinde çalışır. Devletin yaramaz
yurttaşlarının kaydını tuttuğu gizli ilişkisel veri tabanları, zaman içinde
39
değişen potansiyel iç düşmanlarını belirleme, tanımlama ve yok etmek
amacıyla devlet tarafından saklanır, zamanı geldikçe kullanılır.
İktidarın kontrol arzusunu cisimleştiren gözetimine rağmen işçilerin,
azınlıkların ve alt-kültürlere mensup yurttaşların yaşadıkları yoksul
mahalleler aynı zamanda süreğen bir kentsel mücadele uzamlarıdır.
Devlet bu mahallelerde vücut bulan karşı-iktidar alanlarını kontrol altında
tutmak ve örneğin mutenalaştırma gerekçesiyle gerektiğinde de yok
etmek için mobeseleri caydırıcı, tehditkâr ve suçlayıcı olarak etkin bir
biçimde kullanmaktadır. Buna karşı, özellikle bu mahallelerin sivil savunma
gücü gibi hareket eden radikal sol hareketlere mensup militanlar ise
mobeseleri hedef almakta ve zarar vermektedir. Sokak savaşları, barikat
mücadeleleri bağlamında yeni yeni kullanılan, mobeselerin olmadığı ya da
etkisiz hale getirildiği durumlarda, etkin bir gözetim aracı olan droneların
düşürülmesi, yok edilmesi de gözetim karşıtı mücadelenin parçası haline
gelmiştir. Birçok yoksul semtte gerçekleştirilen militan eylemlilikler
mobeselere ve diğer sabit ya da hareketli kameralara yönelmektedir.
Muhalifler ise iktidarın gözünü körleştirmek için bu aletlere zarar vermekte;
aynı zamanda tanınmamak için de maskeler kullanmaktadır. Radikal sol
örgütlerin militanları için maske takmak eylem pratiklerinin neredeyse
temel koşulu haline gelmiş gibidir. Hatta militanlar kıyafetlerinden dolayı
tespit edilmemek için dahi giyim tercihlerine dikkat etmektedirler. Bunun
yanında örnekleri henüz az olmakla birlikte ‘karşı mobese’ ve ‘karşı drone’
uygulamalarına da rastlanmaktadır (Sözcü, ‘PKK Sur’da Mobese kurmuş’,
22 Aralık 2015; Bianet, ‘Helikopter düştü ama Gezi ayakta’, 12 Haziran
2013).
Ancak militanların siber alanda etkili bir mücadele sürdürebilmesi için daha
sofistike araçlara ve uzman bilgisine ihtiyaç vardır. Militanların örneğin
redhack gibi radikal bilgisayar korsanlarıyla veya Alternatif Bilişim Derneği
gibi ‘şifre kültürünü’ yaymaya çalışan sivil toplum örgütleriyle dayanışması
bu minvalde önem taşımaktadır. Bu türden bir dayanışma, aşağıda
özetleneceği üzere, alternatif medyanın anti-gözetim etkinliği içindeki
yerine gönderme yapmaktadır. Alternatif medyayla eklemlenmeksizin
baktığımızda ise sokak hareketinin gözetim karşıtı faaliyetlerinin
‘maskeleme’ ve ‘körleştirme’ ile sınırlı kaldığını söyleyebiliriz. Halbuki siber
alandaki mücadeleler ve devletin işlediği suçların görsel kaydının tutulması,
arşivlenmesi ve yayınlanması gibi etkinlikler; yanı sıra sürdürülebilir
otonom bir dijital yaşam inşası, alternatif medya ile toplumsal hareketlerin
kesişim kümesi içinde incelenmelidir.
Enformasyonel mücadele
İktidarın gözetimine karşı militan ‘enformasyonel mücadele’, günümüzde
daha çok alternatif (yeni) medya pratikleri üzerinden gerçekleştirilmektedir.
İlk amacı toplumun iktidarın gözetimi hakkında farkındalık kazanmasıdır.
Bir sonraki adım yurttaşın röntgenci devlete karşı kendini koruyabilmesi
ve arzu ettiğinde mücadele edebilmesi için gerekli bilgiyle sahip olmasını
sağlamaktır. Bilgilendirici, eğitsel yayınlar bu hedef doğrultusunda
40
gerçekleştirilir. İktidarın gözetiminin ne olduğu, nasıl gerçekleştirildiği
ve buna karşı neler yapılabileceği ve nasıl karşı konulabileceği üzerinde
durulur. Üçüncü ve son olarak ise, toplumun gözetime karşı harekete
geçirilmesi (mobilize edilmesi) amaçlanmaktadır.
Farkındalık kazanma, kendini korumak amacıyla bilgi edinme ve başka bir
dünya için harekete geçme arasında ise kanaat, tutum ve davranış eksenleri
üzerinden tanımlanabilecek mesafeler vardır. Tarihsel ve toplumsal
koşullar bu mesafeler arasındaki uzaklık üzerinde etkilidir. Farkındalık,
bilgilenme ve mobilizasyon arasındaki zamansal ve uzamsal mesafe,
örneğin Occupy hareketlerinde, alternatif yeni medya olanaklarının etkin
kullanımı ve tarihsel koşulların yarattığı atmosfer nedeniyle olabildiğince
hızlı kapanabilmiştir. Çevrimiçi hareketlilik ve buna koşut olarak sokak
hareketlerinin ortaya çıkması -ağlaşmış ekran kültürünün yardımıylatoplumun gözünün bu mücadeleye dönmesini kolaylaştırmıştır. Gerçek
ve sanalın üst üste bindiği bu yeni dünyada nüfusun geniş kesimlerinin
iktidarla doğrudan karşı karşıya gelmesi görece kolaylaşmıştır. Bu da
iktidarlar üzerinde halkın gözetimi altında oldukları hissini güçlendiren
sürekli bir baskı yaratmıştır. Ancak, yanlış anlaşılmasın, şirket-devletler
bugüne kadar bu baskıya sadece daha fazla şiddet uygulayarak cevap
vermeyi tercih etmişlerdir. İktidarın şiddeti, yeni toplumsal hareketleri
aynı eskileri gibi belirsizliğe ve gelgitli bir varoluşa sürüklemektedir. Yalnız,
sokağın şiddetine karşın henüz göreceli olarak güvenli olan çevrimiçi
mücadele sathında, bazıları tarafından klavye solculuğuyla itham edilseler
de, dayanışmacı mücadele ruhunu canlı tutan yurttaşların aktivitesi devam
etmektedir. Gerçek ve sanal arasındaki dayanışma, sokak ve ev arasındaki
ilişki kopmuş değildir.
Nihayetinde, alternatif medyanın anti gözetim bağlamında verdiği
enformasyonel mücadeleyi üç eksende tartışabileceğimizi öneriyoruz:
1- Yurttaş haberciliği ve video aktivizm
Alternatif (yeni) medya alternatif gözün yaratıldığı mecradır. Alternatif
göz yaşama dair ‘aşağıdan bakışın’ (sousveillance) geliştirilmesi, iktidarın
yerleştirdiği ‘yukarıdan bakış’ etkisinin kırılmasını sağlar. Yurttaş haberci
alternatif yeni medyanın bir parçasıdır, ancak onun sınırlarının dışına
çıkabilen bir dinamizm ve otonomiye de sahiptir. Bu açıdan iktidarın
karşısında daha etkili bir göz olma şansını yakalar. Alternatif yeni medyanın
gözetim kültürüne karşı temel çabası farkındalık yaratma, bilgilendirme ve
harekete geçirmedir.
Yurttaş haberci iktidara karşı gerçekleştirilen direnişlerin bir parçasıdır,
bunun dışında yoksul semtlerde yaşananları aktaran aktivisttir. İktidarın
görünmesi istemediği her şeyi görünür kılan, devletin karanlık yüzünü
teşhir eden bir güce sahiptir. Toplumsal eylemlerde ya da yoksul
semtlerde iktidarın ya da uzantılarının uyguladığı şiddeti teşhir etmesi
en önemli işlevlerinden biridir. Bu açıdan direnişçilerin meşruiyetini ve
devletin saldırganlığını görünür kılar. Ana akım medyanın görmezden
geldiği toplumsal meseleleri gün yüzüne çıkarır. Yurttaş haberci toplumun
41
gözü gibi hareket eder, meselelere ‘aşağıdan bakar’, iktidar medyasının
yukarıdan bakışını etkisizleştirmeyi amaçlar.
Yurttaş habercileri gündelik yaşamın içerisinde bir ağ içerisinde sosyal
medya platformlarını kullanarak farklı yerlerden bir direniş ağının parçaları
gibi işler ve alternatif gözlerin yaşama bakışlarını yansıtırlar. İktidarın
gözüne karşı, alternatif bir gözün savunusunu yaparlar. Alternatif medyanın
akışındaki yavaşlığı giderir ve kurumsallıktan kaynaklanan çerçevelenmiş
bakışların dışında farklı bakışların gerçekleştirilebilir olduğunu gösterirler.
Yurttaş haberciler yazdıklarıyla, fotoğrafları ve videolarıyla etkin bir biçimde
karşı-gözetime katkıda bulunmaktadır.
Video aktivist de devletin ve özellikle devlet şiddetinin teşhir edilmesi,
devlete karşı eylemliliklerin görünür kılınarak muhalif gözün devlete karşı
bakışının yaygınlaştırılması bakımından etkili bir güce sahip olabilmektedir.
Video aktivizm yaşananlara ‘şahitlik’ etmekte, bu süreçte ya canlı-yayınlar
ya da kaydedilmiş videolar kullanılmaktadır. Ürettiği kurgusal ve/veya
belgesel yapımlarla toplumsal hafızaya katkıda bulunur. Geliştirdiği
taktiklerle videonun yaratıcı kullanımlarını tanıtır, öğretir, yaygınlaştırır.
Video aktivizm, Bertolt Brecht’in “Parti’ye Övgü” şiirindekine benzer biçimde,
hiç kapanmayan ve iktidarı sürekli gözetleyen on binlerce göz yaratmıştır.
Her ne kadar bu gözler bir parti hiyerarşisi içinde ilişkilenmemiş olsa da
yatay olarak ağ üzerinden yoğun bir ilişki içinde oldukları iddia edilebilir.
Özellikle devlet şiddeti ve terörünün yaşandığı durumlarda ana akım
medyanın yalancı şahitliğine karşı yurttaş haberci ve video aktivist,
toplumların şahitliğini yapmaktadır. Devletlerin gözünden gösterilenle
gerçekten yaşanan arasındaki uçurumu görünür kılmaktadırlar. Lenin’e
referansla söylersek yurttaş habercilerin gücü “gerçeğin bildirilmesinde
saklıdır”.
2- Sızdırma
WikiLeaks örneğinde olduğu gibi, bu mücadele biçimi iktidarların sırlarının
sızdırılıp kamuoyu ile paylaşılabileceği platformlar yaratmak ve sızmaların
yapılması yönünde cesaretlendirici bir çabanın içerisine girmeyi içerir.
İktidar alanında çatlaklar yaratarak sızmaların akışını olanaklı kılar. Sızdırma
yapanların kimliğini koruyan, sızıntının gerçekliği denetledikten sonra hem
online platformlar hem de etkin gazeteler üzerinden herkesin bilgisine
sunmak amaçlanır. WikiLeaks’in sızdırmalarının ve en etkililerinden biri olan
Snowden’ın sızdırması iktidarın gözetiminin tüm yaşam alanlarımızı sınırsız
biçimde kaplama hedeflerini görünür kılmaktadır (bkz. Prism programı).
Türkiye’nin son birkaç yılına damgasını vurmuş Twitter fenomeni Fuat Avni
örneği de bu bağlamda düşünülebilir. Kim olduğu belli değildir, nerede
olduğu belli değildir ve sürekli olarak gayri meşru olarak kodladığı ve suç
örgütü olmakla itham ettiği devlete ve özellikle de R.T. Erdoğan’a dair
gizli bilgileri paylaşmaktadır. Sızdırdığı belgeden ziyade spekülatif bilgidir.
Bunlardan kimisi sonrasında doğrulanmışsa da çoğu belgesiz olduğu için
WikiLeaks örneğine kısmen benzemektedir. Ana akım gazetecilerde zaman
zaman sızan bilgilerin aktığı çeşmeler gibi işlev görebilmektedirler. Yakın
tarihte Emin Çölaşan’ın “minik kuşu” devlet katındaki yolsuzlukları fısıldardı
42
gazetecinin kulağına. Çok daha yakın tarihte, Mehmet Baransu’nun
bavullarla taşıdığı belgeler ise Ergenekon soruşturmalarının temelini
oluşturmuştu.
‘Sızıntı gazeteciliği’ (Uçkan / Ertem, 2011), Snowden örneğinde olduğu
gibi, büyük çaplı bir editöryal müdahaleyi şart koşuyor olabilir. Milyonlarca
sayfa arasında çalışma yapmak, verileri analiz etmek, mantıklı bütünlükler
halinde haberleştirmek kolay iş değildir. Ve ayrıca daha sonrasında
da bunu halkın geniş kesimlerine ulaştırmak meselesi var elbette. Bu
sebeple Assange ve Snowden New York Times ve Guardian’ın güçlü,
sözünü dinletir gazetecileriyle işbirliği yaparak yayınlamışlardı belgeleri.
Bu sürece dair hem Oscarlı bir belgesel (Poitras, 2014) hem de WikiLeaks’i
ele alan Amerikan yapımı bir film (Condon, 2013) üretildi geçtiğimiz birkaç
yıl içinde. Her ikisinde de liberal bir perspektiften kötücül devletin kirli
çamaşırlarının ortaya çıkarılmasının yurttaş hakları ve demokrasinin bekası
açısından ne kadar mühim olduğu anlatılıyor. Yine de, liberal WikiLeaks
gazeteciliğini, alternatif medya çalışmalarının sosyalist cenahını temsil
eden Fuchs bile, alternatif ve hatta sosyalist bir karşı gözetim stratejisi
olarak değerlendirebiliyor (Fuchs, 2012: 152).
3- Hacking
Anonymous ve Türkiye’de RedHack gibi online yeraltı hack grupları
iktidarların gözetimine karşı hack ile karşı koymakta, etkili dijital eylemler
gerçekleştirerek hem gözetimi kesintiye uğratabilmekte hem de gizli
bilgileri ele geçirerek, kamuya duyurmaktadır. Hackerler maskeli eylemciler
gibi gizlenmekte ve iktidarı çıplak bırakacak eylemler gerçekleştirmektedir.
İktidarın gözünün ulaşabildiği yerlerin tespiti ve haritalanması, bunun
yanında alternatif karşı-göz ile iktidarın gözetim altında tutulması
mücadelesinde hackerler önemli bir görevi yerine getirmektedir. Hackerlar
hem iktidara karşı sanal ortamda direnişi yürütmekte hem de tüm çevrimiçi
faaliyetlerin iktidarın gözetimi dışında gerçekleştirilmesini mümkün kılan
bilgi ve uygulamaların üretimi ve dağıtımını gerçekleştirmektedirler.
Hackerlar enformasyonel mücadelenin en etkin militanlarıdır, eylemlerinin
merkezi dijital ortam olmasına rağmen gerçek yaşamı etkileyen bir
güçleri vardır. Hacker gruplarının sempatizanları sokak eylemleri
dahi yapabilmektedir. Örneğin, Anonymous “1 Milyon Maske Eylemi”
kapsamında takipçilerine 5 Kasım 2015 tarihinde dünyanın 671 kentinde
sokağa çıkma çağrısı yapmıştı. Eylemin çağrı merkezi doğal olarak sosyal
medyaydı ve #MMM, #MMM2015, #MillionMaskMarch, #Nov5th gibi
hashtagler kullanılmıştı.
Anonymous Türkiye dahil farklı ülkelerdeki iktidarlara ya da faşizan örgüt ve
yapılara yönelik hack eylemleri ile birçok bilginin sızdırılmasını sağlamıştır.
Aynı şekilde Türkiyeli hacker grubu RedHack, bir çok devlet kurumunun
çevrimiçi arşivlerine sızmış ve edindiği belge ve bilgileri kamuya açıklamıştır.
Özellikle Mart 2012'de Ankara Emniyet Müdürlüğü'nün internet sitesine
sızarak, çok sayıda ihbar ve iç yazışmayı sızdırması etkili olmuştur. Muhalif
hacker grupları hedef aldıkları iktidar ya da kişi ve gruplara karşı yürüttükleri
43
hack eylemlerini aynı zamanda siyasal kampanyalara dönüştürerek, siyasal
gündemi belirleme konusunda da etkili olabilmektedirler.
İktidarın gözetimine karşı farklı kolektifler hem farkındalık yaratma hem
de gözetimin engellenmesi ve karşı gözetim olanakları üzerinde faaliyet
göstermektedir. Örneğin “birisine bir maske verin ve size doğruyu söylesin”
mottosunu temel alan “karakutu projesi” (karakutuprojesi.org) sızdırma
haberciliğin içeriğini oluşturan bilgi sızdırma faaliyetinin iktidarların
gözetimine takılmadan yapılabilmesini mümkün kılan bilgi ve uygulamaları
sağlamayı amaçlamaktadır.
Alternatif Bilişim Derneği gözetimin engellenmesi, şifreleme ve hack
kültürünün Türkiye’de gelişimi açısından önemli bir yere sahiptir. Temel
amaçlarını “internet ve diğer bilgi ve iletişim teknolojileri ile bu teknolojilerin
kullanımı, sosyal, siyasal etkileri ve ortaya çıkardığı sonuçlar hakkında
alternatif, sıra dışı, egemen erk karşıtı fikirler ve çözümler üretmeye”
çalışmak olarak ortaya koymaktadırlar (alternatifbilisim.org). Söz konusu
kolektif yürüttüğü farklı projeler üzerinden hem gözetim karşıtı bir
kültürün hem de hacker kültürünün gelişimini sağlama konusunda etkin
bir mücadele yürütmektedir (bkz. Keleş ve Sal, 2013).
Sonuç
Alternatif medya, gerek kurum, gerek içerik gerekse de izleyicisi ile
kurduğu ilişki itibariyle medyaya dair liberal anlatının ötesinde var olan,
‘başka bir dünya’nın günümüz dünyası içindeki yansımasıdır. Her ne kadar
dördüncünün işlevsizliği sebebiyle kendisine atfedilen beşinci kuvvet
rolünü zaman zaman oynuyormuş gibi algılansa da aslında kuvvetlerin
anlamını yitirdiği neoliberal dünyaya doğrudan bir karşı çıkıştır. Temsiliyet
yerine doğrudan demokrasinin, seçkinciliğin yerine tabandan katılımın,
hiyerarşiler yerine heterarşilerin, eşitliğin, kâr için üreten kapitalizm yerine
ihtiyaçlara dönük üretimin ve rekabet yerine paylaşımın, dayanışmanın
geçtiği yeni bir toplumsal yaşam biçiminin savunulduğu ve mikro ölçeklerde
üretildiği uzamlardır alternatif medya kurumları… Elbette bu makaledeki
alternatif medya tasvirinin idealize ve normatif bir bakış açısına sahip
olduğunun altını çizerek tekrardan belirtmemiz gerekir.
Bu başka dünyalarda iktidarın tebaasını kontrol etmesi, gözetmesi,
gözetlemesi söz konusu edilmez. Eşitler arası karşılıklı bir görme,
gösterme ve gözetlemeden bahsedilebilir ancak. Kişisel ve toplumsal
olan sürekli bir pazarlık konusudur ve koşullar çerçevesinde sürekli
değişkenlik gösterebilir. Dayanışmanın ve paylaşmanın öne çıktığı bir
heterarşik ilişki evreninde liberal bireyin hiçbir işe yaramasa da kanının
son damlasına kadar savunur göründüğü haklar anlamını yitirir. Mülkiyet
hakları çerçevesinin dışında neoliberal dünyanın değer vermediği kişilik
hakları, özel hayatın gizliliği, mahremiyet, kişisel veriler üzerindeki sahiplik,
vb. kavramlar bu yeni ilişki evreninde belirsizleşir, kayganlaşır, akışkan
bir sosyal varoluşun sürekli yeniden tanımlanması gereken meseleleri
haline dönüşür. Neoliberal iktidarın tersine doğrudan demokrasi söz
44
konusu liberal hakları tabandan bozar, dönüştürür ve yeniler. İnsan,
ne elindeki mülkü ne bedeni ne de benliğiyle kıskanç bir sahiplik
ilişkisi kurgulamadığında, mülkiyet temelli bireyciliğin altındaki zemin
kayganlaşır. Ben(ler) ve Öteki(ler) arasındaki ayrım sürekli bir pazarlığın
konusu haline gelir. Böyle bir toplumda herkes herkesi gözetler ama hiç
kimsenin diğerinin üzerinde kutsanmış, kanunlaştırılmış, değiştirilemez
bir iktidarı yoktur. İktidarın kurumsallaşmasına müsaade edilmez. Böylesi
bir toplumsal düzenin, yukarıda dikkat çektiğimiz hominid atalarımızın
yaşam evrenine benzerliği şaşırtıcıdır. Ancak yukarıdaki tartışmadan farklı
olarak burada kurumsal iktidarın baskıcı, kontrolcu ve yok edici sinsi gözü
denklemin dışına çıkartılmıştır.
Alternatif medya, spekülatif bir tasvirini yapmaya çalıştığımız alternatif
dünyaların mikro ölçeklerde yaşandığı sosyal uzamlardır. Ama aynı
zamanda alternatif medya “gelecek güzel günler” için verilen mücadeleye
enformasyonel alanda aktif olarak katılmasıyla varoluşunu kazanır.
Enformasyon üretimi alternatif medya açısından hayatın üretimi demektir,
daha azı değil.
Kaynakça
Arend, A.C. (1999). Legal Rules and International Society. Oxford: Oxford University
Press.
Atkinson, J. D. (2016). Alternatif Medya ve Direniş Siyaseti. İstanbul: Kafka Kitap.
Bentham, Jeremy (1843). The Works, 10. Memoirs Part I and Correspondence. Liberty
fund.
Boehlert, Eric (2006). Lapdogs: How the Press Lay Down for the Bush White House.
New York: Free Press.
Brooker, C. (2011-…). Black Mirror (TV Series).
Bull, Hedley (1977). The Anarchical Society: A Study of Order in World Politics. London:
MacMillan.
Castells, M. (2013). İsyan ve Umut Ağları: İnternet Çağında Toplumsal Hareketler.
İstanbul: Koç Üniversitesi Yayınları.
Condon, B. (2013). Wikileaks. The Fifth Estate (Movie).
Çoban, B. ve Ataman, B. (2015) (Der) Türkiye’de Alternatif Medya. İstanbul: Kafka
Kitap.
De Souza, R. R. M. (2014). Inverse Surveillance, Activist Journalism and the Brazilian
Protests: The Midia NINJA Case. Birkbeck L. Rev., 2: 211-227.
Debord, G. (1996). The Society of the Spectacle. London: Verso.
Downing, J. & Ford, V. T., Gil, G., Stein, L. (2001) Radical Media: Rebellious
Communication and Social Movements. Thousand Oaks, California: Sage.
Durkheim, Emile (1997). The Division of Labor in Society. New York: Free Press.
Fanon, F. (2007). The wretched of the earth. Grove Press.
Foucault, Michel (1977). Discipline and Punish: the Birth of the Prison. New York:
Random House.
Freire, P. & Macedo, D. (1987). Reading the word and the world. Westport, CT: Bergin
& Garvey.
Fuchs, C. (2012). The political economy of privacy on Facebook. Television & New
45
Media, 13(2): 139-159.
Fuchs, C., & Trottier, D. (2015). Towards a theoretical model of social media surveillance
in contemporary society. Communications, 40(1): 113-135.
Gerbaudo, P. (2014). Twitler ve Sokaklar: Sosyal Medya ve Günümüz Eylemciliği.
İstanbul: Agora.
Huey, L. (2010). A Social Movement for Privacy/Against Surveillance-Some Dİfficulties
in Engendering Mass Resistance in a Land of Twitter and Tweets. Case Western Reserve
Journal of International Law, 42(3): 699-709.
Keleş, Ali Rıza, Sal, Yetkin (Der.) (2013) Hack Kültürü ve Hacktivizm: Yeni bir Siyaset
Biçimi. İstanbul: Alternatif Bilişim.
Langlois, A. & Dubois, F. (2016). Otonom Medya: Direnişi ve Muhalefeti Canlandırmak.
İstanbul: Kafka Kitap.
Lenin, V.I. (197[4]) Lenin Collected Works. Moscow: Progress Publishers, Volume 21.
Lenin, V.I. (1972) No Falsehood! Our Strenght Lies in Stating the Truth! Lenin Collected
Works. Moscow: Progress Publishers, Vol. 9, 295-299.
Lievrouw, L. A. (2011). Alternative and Activist New Media. Cambridge: Polity Press.
Mallén, A. (2012). “Citizen journalism, surveillance and control”. Crime, Security And
Surveillance: Effects for the Surveillant and the Surveilled. (Ed. G. Vande Walle, N.
Zurawski, ve E. Van den Herrewegen) The Hague, Boom - eleven publishers, Groene
Gras.
Mann, S., Nolan, J., & Wellman, B. (2003). Sousveillance: Inventing and Using Wearable
Computing Devices for Data Collection in Surveillance Environments. Surveillance &
Society, 1(3): 331-355.
Marx, G. T. (2003). A Tack in the Shoe: Neutralizing and Resisting the New Surveillance.
Journal of Social Issues, 59(2): 369-390.
Monahan, T. (2006). ‘Counter-surveillance as Political Intervention?’, Social Semiotics,
Vol.16 No.4: 515-534.
Orwell, G. (1949). Nineteen Eighty-Four. A novel. New York: Harcourt, Brace & Co.
Poitras, Laura (2014). Citizenfour (Documentary).
Ramonet, I. (2003). Set the Media Free. Le Monde diplomatique, October 2003.
Shelley, M. (1998/1818) Frankenstein. Oxford: Oxford University Press.
Uçkan, Ö. & Ertem, C. (2011). Wikileaks. İstanbul: Etkileşim.
Van Dijk, J. (2012). The Network Society. London: Sage.
Whitten-Woodring, J. (2009). Watchdog or lapdog? Media freedom, regime type,
and government respect for human rights. International Studies Quarterly, 53(3): 595625.
Wilson, D. (2012) Counter-Surveillance, Protest and Policing. Playmouth Law and
Criminal Justice Review (2012) 1.
İnternet Kaynakları
alternatifbilisim.org
“Anonymous'tan 5 Kasım eylemi: 1 Milyon Maske”. Sol, 5/11/2015. http://haber.sol.org.
tr/dunya/anonymoustan-5-kasim-eylemi-1-milyon-maske-135170
“Danish MP: ‘Bomb women and children’. The Local, 15/11/2015. http://www.thelocal.
dk/20151115/danish-mp-bomb-women-and-children-or-lose-to-isis
Girit, S. (2012).”Redhack davası başlıyor”. BBC Türkçe, 26/11/2012. http://www.bbc.
com/turkce/haberler/2012/11/121125_redhack.shtml
46
“Hollande calls Paris attacks an 'act of war'”. Aljazeera, 14/11/2015. http://www.
aljazeera.com/news/2015/11/hollande-paris-france-attacks-concern-stadiumisil-151114103631610.html
karakutuprojesi.org/
“PKK, Sur’da MOBESE kurmuş!” Sözcü, 22/11/2015. http://www.sozcu.com.tr/2015/
gundem/pkk-surda-mobese-kurmus-1015247/
Tahaoğlu, Ç. (2013). “Helikopter Düştü Ama Gezi Ayakta”. Bianet, 12/6/2013. bianet.
org/bianet/toplum/147505-helikopter-dustu-ama-gezi-ayakta
www.rt.com/news/322305-isis-financed-40-countries/
47
Panoptisizm ve Sanat
Görkem Kutluer*
Duyu ve uyaranlarla ilgili bir refleks olan ‘bakış’ın, organize bir eylem olarak
‘gözetleme’ye dönüşmesi için sistemli bir yapıya ihtiyaç vardır. Bakış, anlık
ve plansız olabilir. Gözetleme ise zamana yayılmak ve imgeleri üstüste
yığmak durumundadır. Bu yığını, yalnızca görülen nesnenin gözetleme
süresi boyunca sergilediği değişimler oluşturmaz; izleyenin sosyo-kültürel
yapısı gibi, doğumundan izleyici olana kadar beraberinde taşıdığı kodlar
da gözetleme pratiğinin yapısına eklemlenir. İzleyen, görüntüyü kendi
kodlarıyla uyumlu bir hale getirerek parçalara böler; imajın detaylarını
kendi algısına göre seçer, böylece görsel bellek inşasına girişir. Görüntü,
tek ve değişmez bir bütünlüğe değil, her bakışta göreceli olarak yeniden
kurgulanan parçalı bir yapıya işaret eder. Bu yüzden ‘gözetleme’
dendiğinde, aynı zamanda seçme’nin; yani eleme işleminin, buna bağlı
olarak da bütünü parçalara ayıran düşünsel bir mekanizmanın varlığı
sözkonusudur.
Burada ‘izleme’ yerine ‘gözetleme’ sözcüğünün seçilmesi, gözetlenen
ve izleyen arasındaki hiyerarşik mesafeye vurgu yapabilmek içindir.
Mesafe, ‘kendi’ kavramı ile ‘öteki’ arasındadır ve eğer gözetleme yerine
izleme denirse, aradaki mesafe kısalır; örneğin kendi (self) ile ayna
arasına düşer. Oysa benim burada yapmak istediğim, kişinin kendini
aynada izlemesi gibi edilgen bir eylemi ele almak değil; insanın hâkimiyet
kurmak için ‘görünmeden’ gözetlemesini tartışmaktır. Bu, kameralarla
donatılmış günümüz kentleri için artık çok kanıksanmış, üstüne çok fazla
* Yrd. Doç. Dr., Giresun Üniversitesi, Güzel Sanatlar Eğitimi Bölümü
49
yazılıp çizilmiş bir konudur; ancak iktidar kurmak için izlemenin tarihsel
boyutları üzerinde düşünmek, gözetleme itkisinin köklerinin ne kadar
eskilere dayandığını görmek, bunun sanat alanındaki yansımalarına göz
atmak, çağımızın gözetleme temsillerinin hangi düşünsel veya sezgisel
merhalelerden geçtikten sonra son halini aldığını görmek açısından
oldukça heyecan vericidir.
Göz, görmek, gözetlemek gibi kavramların üzerine tarih boyunca bir tür
tanrısallık atfedilmiştir. Pek çok kadim inanışta güneş metaforu, sevgilinin
(Tanrı’nın) gözünü simgeler. Güneş, gözdür; hem oldurur (yaratır), hem de
öldürür (yakar) (Tekin, 2012). Güneş’in her an her şeyi görebilme gücünde
olması; Güneş’e atfedilen iktidarın ‘görme’ üzerinden şekillenmesi, akla
Jeremy Bentham’ın ‘Panoptik Hapishane’sini getirir. Bentham, 1791’de
yayımladığı mimari planda, silindir biçimli bir yapının içinde, mahkûmların
kalacakları hücreleri ve hücrelerin camla kaplı duvarlarını çizip, silindirin
ortasına; yani binanın avlu kısmına bir gözetleme kulesi yerleştirmiştir.
Gözetleyici gardiyanın tüm hücrelere eşit mesafedeki konumu, herhangi
bir mahkûmu her an tüm çıplaklığıyla gözetleyebilme olanağını sağlar
(fig 1).
ig 1: Presidio Modelo Hapishanesi’nin avlusu, Küba
Tıpkı eski inanç kültürlerinin yarattığı düşünsel göz gibi, panoptik hapishane
fikrinde de insan bilinci merkezi bir izleme mecrası yaratma ve bu yolla
kendini kontrol altında tutma yoluna başvurmuştur.
‘Göz’ün güneşle temsil edilmesinin bir boyutu yukarıda değinilen
merkeziyetçi kontrol ise, bir başka boyutu da “bilginin” en güçlü ışık
kaynağıyla özdeşleştirilmesidir. Edebi metinlerde, mitlerde, söylencelerde,
50
dini ritüellerde ‘ışığın bilgisi’ veya ‘ışığın bilgi olduğu’ bilgisi asırlar boyunca
dolaylı olarak anlatılmıştır. Platon’un mağarası, doğu kökenli gölge oyunları
veya kutsal kitaplarda gölge cehalet, ışık ise bilgi olarak ele alınır. Bilginin
kaynağını üretmek, bilgiyi toplamak ve muhafaza etmek ışığa mahsustur.
Işık, görüntüyü biçimlendirmeye ve görüntünün nesnesini kesintilere
uğratıp parçalamaya muktedirdir.
Resim ve heykel geleneğinde yüzyıllarca plastik bir unsur olarak kullanılan
ışık, projeksiyon teknolojilerinin gelişimiyle birlikte, dolaylı olarak değil; fiilen
sergi mekânlarına ulaşmıştır. Büyük video enstalasyonları galerilere girmiş;
ışık, fikirsel ve biçimsel anlamda speküle edilmiştir. Fiziksel ortamından
ayrılan video görüntüsü bazen bir sinema perdesi gibi kullanılan heykellerin
üzerine, bazen de düz bir duvarın tamamına aktarılmaya başlamıştır.
Kadraj, kayıt, montaj gibi aşamalardan geçerek elde edilen iki boyutlu imaj,
sabit bir noktadan çıkan ışık olarak mekâna taşındığında, yeni biçimsel
olanaklar doğar. Mekân yüzeyleri arasında dolanan ışık, kırılmalarla ortaya
üçüncü bir form çıkarır. Bu form orada olmayan, veya orada olması yalnızca
mekâna ve ışığın yansımasına bağlı bir formdur. Elektronik ortamda
oluşturulmuş görüntünün projekte edilmesinde kullanılan bütünün
(heykel, beden veya mekân olabilir) biçimsel yapısına göre video imajı
kendini yeniden üretir. Düz yüzeylere yansıtılsa farklı gözlemlenebilecek
görüntüler, bir nesnenin; örneğin bir heykelin üstünde meydana gelen
kırılma ve bükülmelere göre yeniden biçimlendirilebilir. Kaynağı ortada
görünmeyen ışığın (iktidarın), pasif nesne üzerindeki bakışı, nesnenin
ruhsal varoluşundan çok dışsal gerçekliğiyle ilgilenir.
Bilginin; ışığın yayılımı mimari yapılar için önceleri yalnız çevresel idi; oysa
şimdilerde binanın içini ve dışını aynı anda kuşatmış durumdadır (Kotz,
2006: 111). Kamusal alanların elektronik gözetleme alanlarına dönüşmesi,
panoptisizmin sanat alanında işlenmesini kaçınılmaz kılmıştır.
Muhatap Alınmanın Zevki
Kendini ‘Surveillance Camera Man’ adıyla anonimleştiren Amerikalı
performans sanatçısı, gözetleme pratiklerini sanat yoluyla speküle
ederken; son derece doğrudan ve net bir biçimi benimsemiş; kamerasını
saklama gereği duymadan, tanımadığı insanların görüntülerini
kaydetmiştir. Elinde kamerasıyla sokaklardaki, kafelerdeki, bankalardaki,
okullardaki, restoran mutfaklarındaki ‘sıradan insanlara’ yaklaşarak çekim
yapmaya çalışır. Filme alınanların tamamına yakını çok sert tepkiler
vererek sanatçıyı uzaklaştırmaya çalışsalar da karşılarında kararlı bir
kameraman olduğunu görürler; bu tavır onları çileden çıkartır. Kaydı
hiçbir koşulda –filme alınanlar tarafından dövülürken bile- durdurmayan
sanatçının, bu yaşadıklarını göze alma nedeninin, aklındaki çok önemli bir
soruya cevap aramak olduğunu, çekim yaptığı kişilere yönelttiği sorudan
anlıyoruz: “Neden şuradaki duvara sabitlenmiş kameradan değil de, bu
kameradan rahatsız oluyorsun?” Bu soru, aynı zamanda performansın
belkemiğidir; iktidarın ‘görünmeden’ gözetlemesiyle; iktidarın kamerasıyla
sorunu olmayan bireyler, elinde kamerayla dolaşan bir adama nefret
51
kusabilirler. Bir bankanın kapısında çekim yapan sanatçıyı fark eden
müşteri, yumruğunu sanatçıya sallamadan dakikalar önce banka içindeki
pek çok kamera tarafından izlenmiş, muhtemelen banka personeline
kişisel verilerinin tüm detaylarını vermiştir. Ancak kendiyle hemzemin olan,
kendi gibi gözüken bu adamı, kendi varoluşuyla ilgili bir tehdit olarak görür.
Performans kaydını izlediğimizde, çekime müdahale etmek için sanatçının
kamerasına yaklaşanların gözüktüğü pek çok karenin geri planında bir
güvenlik kamerasının olduğunu görürüz (fig 2’de sağ köşede).
ig 2: Surveillance Camera Man’in performans videosundan alınmış görüntü.
Psikoloji bilimi çalışma alanımın dışında kaldığı için, başlı başına bir
çelişkiler yumağı gibi gözüken bu performanstaki yoğun duygusal tepkileri
derinlemesine analiz edemem. Ancak, diğerlerine benzemeyen bir kaydın,
gözetlenen bireyin psikolojik motivasyonunun ne’liğine dair önemli bir
bilgiyi taşıdığını sezdim: Sanatçı, park halindeki motosikletine binip gitmek
üzere olan bir adamı kayda alırken, adam herhangi bir müdahalede
bulunmadan sanatçıya gülümseyerek bir süre bakar. Kontağı çevirip
hareket etmeye hazırlanırken, sanatçıya dönerek “daha önce kimse
benimle bu kadar ilgilenmemişti” der. Bu adamın şakacı veya dalgacı biri
olduğunu düşünebiliriz; ancak söylediği sözler, ‘muhatap alınmaktan’
duyulan zevkin, izlenen olmaya tahammül etmeyi sağladığını hissettirir.
İktidar, yurttaşlarla ilgili her türlü görüntü ve bilgiyi kaydedip depolayabilir;
çünkü bunda bir tür ‘var etme’ yanılsaması vardır. Sanatçıyı hırpalayanların
problemi kaydedilmekle değil; ‘herhangi biri’ tarafından kaydedilmekle
ilgilidir. İktidarın, gözetleme yoluyla yurttaş güvenliğini sağladığına ikna
olmuş, bu durumu kanıksamışlardır.
Gözetleme pratiklerini doğrudan eleştiren bu performans biçim olarak,
eleştirdiği alanın kendisini kullanır. 1960’larda ortaya çıkan feminist
sanatçılar ise gözetleme olgusunun yol açtığı parçalanmışlık hissini
gündeme getiren yapıtlar üreterek; ‘biçim’in göz marifetiyle uğradığı
kesintilere vurgu yapmışlardır. ‘Göz’ erkek egemen sanat dünyasının
bakışının kaynağı, gözetlenen ise kadının imgesidir.
52
Sanat tarihinin yazımında kadın sanatçılara yer verilmemesi, kadınların
sanattan çok zanaatla özdeşleştirilmesi veya kadının sanat dünyasında
yalnızca ‘estetik’ bir obje; yani canlı model olarak erkek sanatçılara hizmet
vermesi gibi olgulara eleştirel bir bakış açısı getiren kadın sanatçılar,
1960’lı yıllardan itibaren kadın bedeninin metalaştırılmasını eleştiren işler
üretmeye başladılar. Sanatsal üretimleriyle yalnızca erkek egemen sanat
piyasasını eleştirmediler, aynı zamanda başarılı olabilmek için cinsiyetlerini
bastıran, bir erkek gibi düşünmek veya resim yapmak zorunda hisseden
kadın sanatçılara da muhalefet ettiler.
Bu muhalefetin kullandığı yöntemlere geçmeden önce, sanat dünyasının
kadına biçtiği payenin ne olduğunu kısaca açıklamak gerekir:
Gombrich, Sanatın Öyküsü’nde “Sanat diye bir şey yoktur aslında. Yalnızca
sanatçılar vardır. Biçimleri ve renkleri ‘doğru’ olacak biçimde dengelemek
gibi mükemmel bir yeteneğe sahip erkek ve kadınlardır bunlar (596)”
dese de, bin yıllık bir perspektifte ele aldığı bu sanat tarihi antolojisinde
tek bir kadın sanatçıya yer vermemiştir. Bununla birlikte “kadın” kelimesini
seksenden fazla kere, kaçınılmaz olarak kullanmıştır. Çünkü yüzyıllar boyu
erkekler, kadın bedenini ve emeğini resimlerine ve heykellerine konu
etmişler, kadını görsel bir malzeme olarak görmüşlerdir. Gombrich’in
kitabında kadın kelimesinin geçtiği birkaç cümleye bakmamız, erkek
ressamların kadın temasını nasıl işlediklerini ve ‘isimsiz kadınların’ sanattaki
fonksiyonun kusursuz birer model olmaktan öteye geçmediğini görmemizi
sağlayacaktır: “Aşçı kadın” (Jan Vermeer, 1660); “Evde Elma Soyan Kadın”
(Pieter de Hooch, 1663); “Valpinçonlu Yıkanan Kadın” (Jean-AugusteDominique Ingres, 1808); "Başak Toplayan Kadınlar" (Jean-François Millet,
1857), Sanatın Öyküsü’nde adı geçen eserlerden birkaçıdır.
Sanatın Öyküsü’nde kadın sanatçılara yer verilmemesi, Gombrich’in bilinçli
tercihi değildir; bu sonucu, sanat dünyasının konjonktürü oluşturmuştur.
Tıpkı Sanatın Öyküsü gibi, Francis Claudon'un (1988) Romantizm Sanat
Ansiklopedisi’nde ve 1985'te yayınlanan The Book of Art kitabının Modern
Sanat'a ayrılan 8. cildinde de kadın sanatçılardan bahsedilmez (Ulusoy,
1999: 57). Çünkü kadın sanatçıların galerilerde veya sanat fuarlarında,
kadın kimliklerini saklamaksızın yer edinebilmeleri pek mümkün değildir.
Öyle ki, resimlerini takma erkek isimleri kullanarak imzalayan, kadın
olduklarını galericilerden bile gizleyerek çalışan sanatçılar vardır. Amerikalı
soyut ekspresyonist ressam Grace Hartigan, 50’li yıllarda resimlerini
“George Hartigan” adıyla imzalamış, böylece sanat eleştirmenlerinin onu
ciddiye almasını sağlamıştır. Sergi küratörlerinin, galericilerin, sanatçıların,
sanat eleştirmenlerinin ve sanat tarihçilerinin erkeklerden oluştuğu bir
dünyada George olarak kendine bir yer açmış, rüştünü ispatladıktan sonra
da Grace Hartigan olarak yoluna devam etmiştir. Erkeklerin ‘öteki’ olarak
gördüğü taraftan karşıya; ‘erkeklerin tarafına’ geçerken, ‘kendi’ olmayı
bırakmak zorunda kalmıştır.
Beauvoir’ın The Second Sex’te anlattığı gibi kadın, erkek tarafından ‘öteki’
olarak konumlandırılmış, tıpkı siyasal tarihin yazımına katılmadığı gibi, sanat
tarihinin oluşum süreçlerine kadın olarak girememiştir. ‘Öteki’, olsa olsa
53
izlenir; resme model olarak katılır; kadının yüzyıllarca bu durum karşısında
sessiz kalması, durumu içten içe kabullenmesinden kaynaklanır. İzleyen
(self) ve izlenen (other) olarak ikiye bölünen kadın varlığı, yaşantısının her
anında içselleştirdiği erkek bakışıyla kendi görünüşünü denetler: “Erkekler
davrandıkları gibi, kadınlarsa göründükleri gibidirler. Erkekler kadınları
seyrederler. Kadınlarsa seyredilişlerini seyrederler. (...) Kadının içindeki
gözlemci erkek, gözlenense kadındır. Böylece kadın kendisini bir nesneye
– özellikle görsel bir nesneye – seyirlik bir şeye dönüştürmüş olur (Berger,
1995: 47)”. Berger, kadınların panoptik erkek bakışıyla kurdukları iktidarı
içselleştirerek, bedenlerini ataerkil öteki’nin gözünden yaşadıklarını ve
kendilerini gözetim altında tuttuklarını anlatır.
Gerçekten de öyledir; yüzyıllar boyu sanata estetik bir malzeme olarak dahil
edilen kadın, varoluşsal konumlanmasını görsellik ve ‘güzellik’ üzerinden
inşa etmiş ve mükemmel bir seyirlik malzeme olduğunu kabul etmiştir.
Panoptikonisizmde izleyici olmanın bir tür üstünlük olduğu vurgusu
vardır. Berger’in saptamasının üstünde biraz daha durmak gerekir; izleyen
erkek (kendi), izlenen kadının (öteki) kendine yabancılaşmasını sağlayarak
kadına cismani bir bedel ödetir. “Öteki, öteki olduğu, yabancı yabancı
kaldığı sürece ırkçılık yoktur. Öteki farklı hale geldiğinde, yani tehlikeli
biçimde yakınlaştığında ırkçılık ortaya çıkmaya başlar. Ötekini uzakta
tutma merakı da bu noktada uyanır” (Baudrillard, 2004: 131). Bu yüzden
kadın, 20. Yüzyılın ortalarına kadar, yumuşak etli, ince ve narin tenli bir nü
model olarak sanatın içinde yer edinebilmiştir. Ancak 1960’ların devrimci
ruhu kadın sanatçılara da yansımıştır ve kadınlar, erkek egemen sanat
dünyasına ‘tehlikeli biçimde’ yakınlaşmışlardır.
Parçalayarak “Olduran Göz”
1960’ların ortalarından itibaren
uyanış
başlamış,
kadınlar
yukarıda
kısaca
değinilen
konjonktüre tepki niteliğindeki
sanatsal
üretimleriyle,
kadına bakışı radikal biçimde
sarsmaya girişmişlerdir. Beden,
beden
süreçleri,
toplumsal
cinsiyet
rolleri,
toplumsal
yabancılaşma,
bedensel
yabancılaşma
gibi
konuları
işleyen kadın sanatçılar, erkek
egemenliğine
başkaldırırken,
yüzyıllarca baskılanan kadın
kimliğini tekrardan inşa etmeye
koyulmuşlardır.
Yoko
Ono,
1964’te
gerçekleştirdiği
performansta
edilgen bir halde yere oturmuş,
54
ig 3: Yoko Ono, Cut Piece, 1964
izleyicilerin tek tek sahneye
çıkarak elbisesinden birer parça
kesmelerine izin vermiştir. Bu
çalışmada,
‘izleyen’
olmanın
temelde ‘iştah açıcı’ ve aktif,
izlenen olmanın ise teslimiyetçi ve
pasif olduğunu görürüz. Makasla
kestikleri parçaların vücudu yavaş
yavaş çıplaklaştırdığını gören
izleyicilerden, yer yer gülüşme
ve hatta kahkaha sesleri yükselir.
Bazı izleyiciler küçük ve masum
ig 4: Yoko Ono, Cut Piece, 2003
makas hareketleriyle yetinirken,
bazıları kendini alamaz ve büyük
parçaları kesmek için çaba sarfeder. Ono’nun yüzündeki ifadesizliğin ve
izleyicilerden yükselen heyecanlı seslerin arazındaki zıtlık, kadın bedenine
düşünsel anlamda nasıl davrandığımızı gösterir (fig 3, fig 4).
Kadın bedeninin yalnızca görsel bir eleman olarak kullanıldığı durumlarda;
bir yağlıboya tabloda, bir reklam afişinde veya nü bir fotoğrafta
gördüğümüz, parçalanmış bir beden imgesidir. Kadının çırılçıplak, sere
serpe uzanmış bir halde görüldüğü imajlarda, hatta porno filmlerde bile
izleyici, kadın bedenini parçalara ayırır. Herbir izleyicinin bakışıyla farklı
bir zihinsel gerçeklik inşa edilir, ancak bu parçaları birleştirdiğimizde bir
bütüne ulaşamayız.
1960’lı ve 1970’li yıllarda gelişen feminist sanat hareketi, işte bu
parçalanmış beden imgesini Ono’nun yaptığı gibi iyice speküle ederek,
bir tür toplumsal arınmanın formülünü aradı.
Çalışmalarında ayna imgesini Lacancı bir bakışla kullanan Francesca
Woodman’ın yapıtları, görsel kültürün kadın bedenini ‘kesintiye uğratarak’
bize gösteriyor oluşuna gönderme yapar. Bakış olarak ‘öteki’ ve ayna
olarak ‘öteki, Lacancı psikanalizde egonun oluşumunda ve gelişiminde
kaçınılmaz olarak girilen birer evre olmakla beraber burada; iktidar ve
gözetleyici erkek dünyasının, kadını, ‘öteki’ni anlamak ve onun sınırlarını
çizmek için bedene bir nesne muamelesi yapması ve o nesneyi parçalara
ayırması temsil edilir (fig.5).
Adrian Piper’ın Kataliz serisinden bir örnek olan 3. Kataliz performansında,
New York’ta ünlü markaların bulunduğu caddelerden birinde, üzerine ıslak
boya yazarak dolaşması ve bu halde alışveriş yapmaya çalışması da, ‘öteki’
olarak kadın bedeni kavramını ve bu kavramla ‘diğerleri’ arasında oluşan
mesafeyi somutlaştırır. Kataliz Serisi’ndeki diğer tüm performanslarında
da cinsel ve etnik kimlik üzerine yorumlar yaparak, toplumun kadın
bedenine ve öteki’ne dair algısını sarsma niyeti ve tavrı vardır. (Adrian
Piper, Catalysis III)
Orlan ise parçalanmayı ‘temsil etmenin’ biraz daha ötesine geçer;
parçalar. 1990’lı yıllarda bir dizi estetik ameliyat geçirerek tarih boyunca
sanata konu olmuş güzellik sembollerinin; Mona Lisa’nın, Venüs’ün,
55
ig 5: Francesca Woodman, Self-deceit, 1978.
Diana’nın, Europa’nın, Psyche’nin birer parçasını
etmiştir. Orlan’ın yüzüne bakarken, Mona Lisa’nın
çenesinin bir arada oluşunun garipliğiyle; görsel
kesitlerin içiçeliğinden çıkan bir merkezsiz evreni
karşı karşıyayızdır (fig 6).
kendi yüzüne adapte
alnının veya Venüs’ün
bilinçaltımızdaki farklı
vurgulayan yüzeylerle
ig 6: Orlan, he Reincarnation of Saint-Orlan için bir şema
çene: Botticelli - Venus; burun: Gérôme - Psyche; alın: da Vinci’s Mona Lisa; gözler: Diana (16.
yy.); ağız: Boucher - Europe
Valie Export, 1968’de gerçekleştirdiği “Tap and Touch Cinema” adlı
sokak performansında, boynundan geçirip astığı bir kutudaki kapaktan
bedenine bakma ve dokunma hakkını izleyiciye verir. Tıpkı Yoko Ono’nun
performansındaki izleyici kitlesi gibi burada da gülüşen, ‘zıpırlık yapan’
bir kitle vardır. Export’un bu işindeki çarpıcı kavramsal katman, kutuyu
keserek yarattığı gözetleme perdesinin ve işin adının atıfta bulunduğu
ekran imgesidir (fig 7).
56
ig 7: Valie Export, Tap and Touch Cinema, Performans, 1968-1971
Ekran, bir pencere açar; onun karşısındaki konumlanışımızın temelinde
yatan, bu pencerenin gözetlemek üzere açıldığını önceden kabul ediyor
oluşumuzdur. Andre Bazin da ekran imgesinin “gerçekliğe açılan bir
pencere değil, tersine, gerçek’i gizleyen, bütünlüğü içinden bir parçasını
koparıp bize gösteren” niteliğini vurgular (akt. Köse, 2004: 65). Gözetleyen,
iktidarı elinde tutandır; ancak burada Export’un tuzağına düşer; kendini
ifşa ederek.
Yukarıda sözü edilen kadınlar, gözetleme olgusunun aktörlerinin olsa olsa
dışsal gerçekliğe dokunabileceğini söylemeye çalışarak, iktidarın gözünü
aşağılamışlardır. Feminist harekete dahil olmayan, ancak gözetleme
pratiklerinin biçimini veya kavramsal katmanlarını kurcalayan yapıtlar
üreten diğer sanatçılar da, iktidarın gözetleme çabasını bir yanıyla
eksik bulur ve attıkları her adımda “mükemmel gözetlemenin” mümkün
olamayacağını söylemiş olurlar.
Monica Bonvicini’nin 2003-2004 yıllarında Tate Modern’in bulunduğu
caddede uyguladığı “Bir Saniye Bile Kaçırma” adlı enstalasyonu, bu türdeki
yapıtlara güçlü bir örnek olarak gösterilebilir (fig 8). Aynayla kaplı dört
yüzlü prizmanın içinde, kullanılabilir bir tuvalet vardır. Cadde üzerindeki
bu seyyar tuvaletin duvarlarını oluşturan aynalar, içeriden bakıldığında
dışarıyı gösterebilecek türdendir; bu yüzden kamusal alanla özel alanın
sınırları birbirine karışır. Bu enstalasyonun, “modernizmin her şeyi görmek
konusundaki arzusuna ama aynı orandaki başarısızlığına alaycı bir atıf”
olduğunu ifade eden sanatçı, panoptikonist gözetleme sistemini “gözle
görünür biçimde” eleştirmiştir.
ig 8: Monica Bonvicini, Don’t Miss A Sec (Bir Saniye Bile Kaçırma), Londra, 2004, (250x140x190 cm)
57
SpY ve Jakub Geltner gibi sanatçılarsa panoptisizmin içini boşaltmakla
uğraşırken dolaysız bir elemanı; kamera biçimini tercih etmişlerdir. İşlevsiz
kameralarla kurdukları düzeneklerle, enfeksiyon gibi yayılan (Jungbauer,
2015) bir yapıya işaret ederler (fig 9, fig 10, fig 11, fig 12).
ig 9: SpY, Cameras, (Madrid)
ig 10: SpY, Cameras (detay), (Madrid)
11: Jakub Geltner, Nest 01, (Prag)
58
ig 12: Jakub Geltner, Nest 05 (detay), (Aarhus)
Foucault (98), mükemmel gözetlemenin bir kötü niyetlilik bütünü
olduğunu söyler; bu lafzın gerçekliği su götürmezdir. Ancak sanat,
gerçek’ten daha gerçek bir dünyayla ilgilenir. Bu nedenle yukarıda sözü
edilen sanatçılar, ‘mükemmel gözetlemenin’ mümkün olamayacağını
ima ediyorlar. Çünkü gözetlenen, kendini bakışa veya bakış ihtimaline
göre ‘oldurur’; bunu yaparken de kendini ‘öldürür’. Ego, kendi sınırlarını
çizmek için bile bakışa ihtiyaç duyar, kendini tanımlamak ve dış dünyaya
göre konumlandırmak için kaçınılmaz olarak kendini unutur. Badiou (35),
“Bilincim için ‘nesneleştirilmiş’ olması sayesinde beni istikrarlı bir inşa
olarak, dışsallığıyla ulaşılabilen bir içsellik olarak kuran; benimle-arasınamesafe-konmuş-kendimdir, bağrıma bastığım” derken bu unutmanın
herkesçe içsel olarak bilinen formülünün çıkış noktasını izah eder.
Sanat (bir tür spekülasyondur) panoptisizmi kurcaladığında, iktidarın
gözetlemesinin naif bir çabadan öteye geçemediği ortaya çıkar.
Kaynakça
Badiou, Alain (2004). Etik - Kötülük Kavrayışı Üzerine Bir Deneme. İstanbul: Metis
Yayınları.
Baudrillard, Jean (2004). Tam Ekran. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Berger, John (2003). Görme Biçimleri. İstanbul: Metis Yayınları.
Claudon, Francis (1988). Romantizm Sanat Ansiklopedisi.. İstanbul: Remzi Kitabevi.
De Beauvoir, Simone (2014). The Second Sex. No. 2270. New York: Random House.
Export, V. (1968-1971)Tap and Touch Cinema (fig 7) Performance Photo: ©
VBK, Wien, 2011 http://pomeranz-collection.com/?q=node/40#flou adresinden
10.09.2015’te alınmıştır.
Foucault, Michel (2003). İktidarın Gözü (Seçme Yazılar:4). İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Geltner, J. (fig 11, fig 12). http://www.geltner.cz adresinden 30.10.2015’te alınmıştır.
Gombrich, Ernst H. (1984). Sanatın Öyküsü. İstanbul: Remzi Kitabevi.
Jungbauer, J. (2015). Artist Jakub Geltner Installs Surveillance Cameras Into Public
59
Spaces. http://www.ignant.de/2015/07/06/artist-jakub-geltner-installs-surveillancecameras-into-public-spaces/ adresinden 30.10.2015’te alınmıştır.
Kotz, Liz (2006). Video Projection - The Space Between Screens. Theory In
Contemporary Art Since 1985. Zoya Kocur ve Simon Leung (der.) Oxford: Blackwell
Publishing. 101-115.
Köse, Hüseyin (2004). Bourdieu Medyaya Karşı, İstanbul: Papirüs Yayınevi.
Orlan (fig 6). https://art100.wikispaces.com/OrlanPresentation adresinden
12.10.2015’te alınmıştır.
Ulusoy, Demet (1999). Plastik sanatlarda toplumsal cinsiyet. Hacettepe Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Dergisi, 16(2). 47-73.
Piper, Adrian (1988). Cornered - Transcript of Piper's Video Installation Work. https://
www.youtube.com/watch?v=SKPtKrKvXyo adresinden 24.10.2015’te alınmıştır.
Presidio Modelo Hapishanesi (fig 1). https://en.wikipedia.org/wiki/Panopticon#/
media File:Presidio-modelo2.JPG adresinden 10.01.2011’de alınmıştır.
SpY, (fig 9 - fig 10). www.SpY-urbanart.com adresinden 29.10.2015’te alınmıştır.
Surveillance Camera Man, (fig 2). https://www.youtube.com/
watch?v=jzysxHGZCAU adresinden 12.11.2015’te alınmıştır.
Tekin, G. Murat Bardakçı, Tarihin Arka Odası, Habertürk TV, 04.02.2012.
The Book of Art (1985). Volume 8, "Modern Art".
Woodman, F. (1978). Self-deceit #1 (Fig. 5.) Photograph: The Estate of Francesca
Woodman, Courtesy George and Betty Woodman and Victoria Miro Gallery The
Estate of Francesca Woodman, Courtesy George and Betty Woodman and Victoria
Miro Gallery/PR http://www.theguardian.com/artanddesign/2010/nov/21/francescawoodman-photographs-miro-review adresinden 10.09.2015’te alınmıştır.
60
Dijital Gözetime Karşı Savunma Rehberleri
Neden İhtiyacımız Var?
Nasıl Daha İyi Kullanılabilirler?
Ahmet A. Sabancı *
Dijital Gözetimin Mevcut Durumu
İnternetin medeniyetimize sunduğu katkılar saymakla bitmez. Bilginin
özgürce ve neredeyse ışık hızında yayılabilmesini sağlaması daha önce
hiç kimsenin hayal edemeyeceği kadar büyük işleri başarmamızı sağladı.
Ancak yaygınlığı ve daima evrim geçiren, yani daima henüz bilmediğimiz
kimi arızalara sahip olan(i) , yapısı onun hiç istenmeyen şekillerde manipüle
edilmesine ve onu kullananlara karşı bir silaha dönüştürülebilmesine de
neden oldu. Bu manipülasyonlardan birisi, dijital gözetim, internetin ve
onun kullananların karşısındaki en büyük tehdit dersek sanırım abartmış
olmayız.
Yaklaşık beş yıl öncesinde kadar dijital gözetimden bahsettiğinizde, az
sayıdaki dijital aktivistten ve bir kısım komplo teorisyeninden başka sizi
ciddiye alacak birilerini bulmanız mümkün değildi. Ancak başta Snowden'ın
NSA'den sızdırdığı belgeler(ii) olmak üzere yakın geçmişte ortaya çıkmaya
başlayan ve her geçen gün daha artan kanıtlar(iii), dijital gözetimin önemli
* Yazar, araştırmacı ve dijital aktivist.
(i) Bahsedilen “daima henüz bilinmeyen arızalara sahip olma” durumu, Quinn Norton'un yazdığı ve
benim Türkçeye çevirdiğim “Her Şey Bozuk” isimli makalede kapsamlı bir şekilde anlatılmaktadır:
https://bit.ly/herseybozuk
(ii) Edward Snowden, 2013 yılında NSA'den gizlice aldığı ve Laura Poitras ve Glenn Greenwald
aracılığıyla tüm dünyayla paylaştığı belgelerle NSA ve GCHQ'nun tüm interneti gözetlemek için bir
kısmı illegal olan birçok yöntem kullandığını açığa çıkardı. Yeni belgeler editöryal kontrolle birlikte
hâlâ yayınlanmay devam ediyor. Konuyla ilgili olarak Gleen Greenwald'un yazdığı “No Place to
Hide” kitabı önemli bir başlangıç kaynağı olabilir. Kitap hakkında benim tarafımdan yazılan bir
kritik de şuradan okunabilir: http://bit.ly/noplacetohide-tr
61
bir tehdit olduğunu görmeye başlamamızı sağladı. Üstelik dijital gözetimin
devlet kurumlarının kullandığı bir silah olmanın ötesine geçip günümüzde
internet reklamcılığı başta olmak üzere birçok dijital sektör tarafından
kâr amaçlı kullanılmaya başlanmış olması da, tehditin internet kullanan
hemen herkesi kapsayacak kadar büyümesine neden oldu.
Öyle ki, günümüzde ortalama bir internet kullanıcısının attığı her adım
en azından birkaç farklı kurum ve şirket tarafından kayıt altına alınıyor
ve bu verilerin büyük bir kısmı o verilerin kaynağı olan kişinin ruhu bile
duymadan onlarca farklı yerle paylaşılıyor ve hatta bu yerlere satılıyor.
Günümüzde internette kullandığımız birçok ücretsiz servisin en temel
gelir kaynağı üretilen bu veriler. Üstelik bu verilerin dolaşımı tamamen
kontrolsuz bir şekilde gerçekleşiyor ve hesap oluştururken hiç okumadan
kabul ettiğimiz 'Kullanıcı Sözleşmeleri' sayesinde bizim hiçbir söz söyleme
hakkımız bile olmuyor.
Her ne kadar Avrupa Birliği gibi kimi resmi kurumlar bu konuyu denetim
altına almak için bir şeyler yapmaya çabalıyor olsalar da, bu yasalar çoğu
zaman bu verilerin devletler tarafından nasıl kullanılacağını denetleme
ve kontrol altında tutma konusunda yetersiz ya da isteksiz kalıyor. Hatta
şu anda ülkemizde tekrar gündeme gelmiş olan Kişisel Verileri Koruma
Kanunu tasarısı gibi örnekler ise açıkça devletin bu verileri daha özgür bir
şekilde ve tamamen denetimsizce kullanılmasına izin vermeyi amaçlıyor.
Tüm bunların sonucunda, dijital ikizimizi (veya dijital gölgemizi(iv)) tamamen
savunmasız ve dileyen herkesin kullanımına açık bir halde bırakmış
oluyoruz. Üstelik dijital ikizimizin bizim hakkımızda ne kadar çok şeyi ortaya
serebileceğinin farkında bile değiliz. Her gün yüzlerce farklı veritabanına
kopyalanan ve onlarca farklı algoritma tarafından analiz edilen dijital
ikizlerimiz, bizim hakkımızda bizim söyleyebileceğimizden ya da söylemek
isteyeceklerimizden çok daha fazlasını bir yığın devlet kurumuna ve şirkete
söylüyor. Kimi zaman henüz yapmadığımız şeyleri bile.
Dijital Gözetime Karşı Kendimizi Savunmayı Öğrenmek
Bu durumdan kurtulabilmemiz ve interneti daha güvenli bir yer haline
getirebilmemiz için devletlerin pervasızca uyguladığı toplu gözetime ve
şirketlerin sırf kâr uğruna hepimizin dijital ikizlerini esir alıp satmalarına
karşı mücadele etmemiz gerekiyor. Ancak bunu yapana kadar, kendimizi
tüm bu gözetim araçlarına karşı savunmamız gerekiyor. Neyse ki bunu
nasıl yapacağımızı öğrenmek artık eskisi kadar zor değil. Birçok aktivist, STK
ve bağımsız gönüllüler, insanların kendilerini bu konuda eğitebilmelerine
yardımcı olmak için rehberler hazırlıyor.
(iii) Bu kanıtlardan en önemlisi ise 2015 yılının Temmuz ayında Hacking Team isimli, devletlere
casus yazılım satan bir şirketin sistemlerinin hacklenmesi ile birlikte ortaya çıkan belgeler oldu.
Hacking Team'in neler yaptığı hakkında türkçe olarak kapsamlı bir bilgi için Jiyan'ın hazırladığı
dosyaya bakabilirsiniz: https://jiyan.us/tag/hackingteam/
(iv) Dijital ikiz ve dijital gölge kavramları aynı şeyden bahseder ve zaman zaman birbirlerinin yerine
kullanılır. Bu kavram temel olarak internette bizim tarafımızdan üretilen verilerin toplanmasıyla
oluşturulan dijital kopyamız olarak da düşünülebilir. Konuyla ilgili hazırlanmış İngilizce bir
websitesi olan https://myshadow.org/ kavramın daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacaktır.
62
Elbette bu rehberler tek bir formatı ya da yöntemi kullanmıyor. Her birisi
oluşturulurken farklı kesimleri ve farklı hedefleri gözeterek oluşturuluyor.
Bu yüzden de bu konuda kendisini eğitmek isteyen birisi kimi zaman
kendisine hiç hitap etmeyen bir rehberle karşı karşıya kalıp bunları
yapamayacağını düşünürken, kimisi de ihtiyacı olandan daha alt seviyede
bilgileri veren bir rehberi bulup yeni bir şeyler öğrenme şansını kaçırıyor.
Maalesef şu ana kadar bu konuda hazırlanmış Türkçe rehberleri bir araya
toplayacak bir rehberimiz de yoktu. Herkes bildiklerini paylaşsa da, hangi
rehberin kimler için faydalı olabileceği gibi bilgiler çoğu zaman ancak
bireylerin deneyip yanılarak öğrendiği bir şey oluyor. Bu da kaçınılmaz
olarak bu konuda kendisini eğitmek veya geliştirmek isteyen insanların
hevesini kırabiliyor.
Bu konudaki eksiği giderebilmek ve kendisini dijital gözetime karşı savunmak
isteyen herkese bir başlangıç noktası oluşturabilmek adına, burada mevcut
Türkçe rehberler arasında belirli bir yeterlilik seviyesine ulaşmış olanları
anlatacağım. Her bir rehberin bu yazıyı yazdığımız zamandaki mevcut
durumlarını ele alacak, hangi konulara odaklandıklarını ve kimler için faydalı
olabileceklerini anlatacağım. Bunun yanı sıra rehberlerde gördüğüm kimi
eksiklerden ya da iyileştirilebilecek noktalardan da bahsedeceğim.
Dijital Gözetime Karşı Savunma Rehberleri
- Email Özsavunma (Email Self Defense)
Adres: https://emailselfdefense.fsf.org/tr/
Hazırlayanlar: Free Software Foundation (FSF). Türkçeye çevirisini kimin yaptığını
bilmiyoruz.
Free Software Foundation tarafından hazırlanan ve Türkçeye çevrilen
Email Özsavunma, daha basit ve tek bir hedefe odaklı rehberlerden
birisi. Yalnızca şifreli bir şekilde email göndermeyi ve almayı öğretmeyi
amaçlayan bu rehber oldukça basit bir dille ve temel seviyede bilgisayar
kullanabilen herkesin yararlanabileceği bir şekilde hazırlanmış.
Rehber, basit bir dille email şifrelemeye neden ihtiyaç duyabileceğinizi ve
hatta ihtiyacınız olmasa bile neden kullanmanızın daha iyi olabileceğini
anlatıyor. Bu gerçekten önemli, çünkü birçok insan bu konularda
meraklı olsalar da gerçekten neden böyle bir şeyi yapmaları gerektiğini
kavrayamadıkları için uygulamaktan vazgeçiyorlar.
Rehber, emaillerinizi şifrelemek için neler yapmanız gerektiğini ve bunları
tüm işletim sistemlerinde nasıl kolayca yapabileceğinizi görsellerle
birlikte anlatıyor. Takip edilmesi kolay bir formatta hazırlanmış ve
okuyana yaptıkları işin hiç de zor olmadığı hissini vererek önyargılarından
kurtulmalarını sağlıyor. Bu özellikle kimi rehberlerde ve eğitim amaçlı
hazırlanan metinlerde bulması zor bir özellik.
Amacına gayet uygun ve çok başarılı bir şekilde hazırlanmış bu rehber,
eğer tek öğrenmek istediğiniz emaillerinizi şifrelemek ise tam ihtiyacınız
olan şey. Ama bundan daha fazlasını öğrenmek istiyorsanız bu rehber size
çok fazla yardımcı olamayacaktır.
63
- Gözetim Meşru Müdafa (Surveillance Self Defense)
Adres: https://ssd.eff.org/tr
Hazırlayanlar: Electronic Frontier Foundation (EFF). Türkçe çevirisi Abdullah Aloğlu ve
Ahmet A. Sabancı tarafından yapıldı.
“Gözetim Meşru Müdafaa (GMM)”, tam kapsamlı bir karşı-gözetim rehberi
oluşturmak amacıyla EFF tarafından başlatılan ve şu ana kadar Türkçe de
dahil olmak üzere 11 farklı dilde mevcut olan bir rehber. Aynı zamanda
mevcut rehberler arasında en ince şekilde planlanan ve güncel tutulan
olma özelliğini de taşıyor.
GMM'nin en önemli özelliklerinden birisi, farklı kesimlerden insanlara
ihtiyaçlarına göre özel setler hazırlamış ve bir anlamda insanlara gerçekten
ihtiyaçları olan önlemleri alma konusunda da yardımcı olmayı kendisine
görev edinmiş olması. Bu, birçok rehber için en büyük eksiklerden birisi.
Söz konusu dijital gözetim olduğunda; bir gazeteci ile bir avukatın, normal
bir aktivist ile bir LGBTİ aktivistinin ihtiyaçları ve almaları gereken önlemler
arasında ciddi farklar olmakta. Bu duruma genel olarak ‘tehdit modellemesi’
denilmektedir. Kişilerin bulundukları koşullar, korumak istedikleri şeyler
ve kimlerin onları gözetliyor olabileceği gibi birçok farklı etken bu modeli
belirler ve her çözüm herkes için işe yaramaz. GMM'nin bu konuya hassas
bir şekilde yaklaşıp kendi setlerinin yanı sıra tehdit modellemesini de
anlatan özel bir bölüm yazmış olması oldukça değerli bir nokta.
GMM, gözetimin birçok farklı boyutuna ve şekline karşı okuyucularını
bilinçlendirmeyi ve onlara kendilerini en iyi şekilde savunmanın yollarını
anlatmayı amaçlıyor. Bu en temel konulardan (email şifreleme, internet
trafiğinizin güvenliğini sağlama, harddisk şifreleme...) daha az bilinen
risklere (cep telefonlarının gözetlenmesi, protestolardaki riskler ve ABD
sınırından geçerken olabilecekler...) kadar birçok konuda okuyucularına
yardımcı olan metinlere sahip. Setlerden sizin için uygun olanı seçip takip
edebileceğiniz gibi, neye ihtiyacınız olduğunu bilip direkt alakalı metne de
ulaşabiliyorsunuz.
Rehber, birçok anlamda ideal bir eğitim aracı olma özelliğini taşıyor. Konuya
hakim olmasına rağmen yeni başlayanları sıkmayacak bir şekilde bunları
anlatabilmesi veya tüm potansiyel riskleri göz önünde bulundurarak akla
gelebilecek her soruyu cevaplaması gibi. Tüm bunların yanı sıra kendisini
sürekli güncel tutabilmek için elinden geleni yapıyor olması da her ihtiyaç
duyulduğunda ziyaret edilebilecek bir rehber olmasını sağlıyor.
- Security-in-a-Box
Adres: https://info.securityinabox.org/tr
Hazırlayanlar: Tactical Technology Collective ve Front Line Defenders. Türkçe çevirisini
kimin yaptığını bilmiyoruz.
Tactical Tech tarafından hazırlanan Security-in-a-Box, aslında çok kapsamlı
bir projenin parçalarından birisi. Bu projenin parçaları arasında Securityin-a-Box'ın el kitabı haline getirilmiş versiyonu ve mobil, mesajlaşma
64
ve STK'lara odaklanmış daha özel rehberler gibi farklı rehberler de
bulunmakta.
Security-in-a-Box kapsamlı oluşu ve genel konularda da bilgilendirici
makaleler içermesi açısından Gözetim Meşru Müdafaa'ya benzese de
aralarında kimi farklar mevcut. Bunlardan birisi, GMM'nin sağladığı
set özelliği burada yok, bu yüzden site içerisinde ihtiyacınız olanları
kendiniz belirlemeniz gerekiyor. Yani Security-in-a-Box'ı verimli bir
şekilde kullanabilmeniz için kendi tehdit modelinizi önceden oluşturmuş
olmanızda büyük fayda var.
Ancak Security-in-a-Box'ın önemli bir farkı, odağının tamamen Orta Doğu
ve Kuzey Afrika bölgesindeki aktivistler ve internet kullanıcıları olması. Yani
bu bölgede yaşayan internet kullanıcılarının ve aktivistlerin ihtiyaçlarını
gözeterek oluşturulmuş bir rehber. Her ne kadar henüz yeni İngilizce
versiyonuyla Türkçe çevirisi arasında kimi eksikler olsa da, İngilizce
versiyonunda bulunan "Tools And Tactics For The Lgbti Community In The
Middle-East And North Africa" gibi özel başlıklar (GMM'deki setlere benzer
bir yapıları var) bunun önemli bir göstergesi. Bu anlamda rehber özellikle
bölgemizde yaşayan kimi aktivist gruplar için oldukça faydalı olabilecek
bölümlere sahip.
Rehberin İngilizce versiyonu kendisini sürekli geliştiriyor ve güncel tutuyor
ancak Türkçe kısmı biraz geriden takip ediyor. Bu yüzden de rehberden
tam verimi alabilmenin yolu İngilizcenizin de en azından orta seviyede
olmasından geçiyor. Ancak umuyorum ki Security-in-a-Box ekibi en kısa
zamanda Türkçe versiyonunun da İngilizceyi yakalaması için elinden geleni
yapıyordur.
- Kem Gözlere Şiş
Adres: https://kemgozleresis.org.tr/tr
Hazırlayanlar: Alternatif Bilişim Derneği
“Kem Gözlere Şiş”, Alternatif Bilişim Derneği tarafından hazırlanan ve
incelediklerimiz arasında Türkiye'den bir ekip tarafından hazırlanmış olan
tek rehber. Bu da onu kaçınılmaz olarak daha farklı bir yere koyuyor.
“Kem Gözlere Şiş”, Snowden sızıntılarının ilk patlak verdiği zamanda
planlanan ve bu yüzden de temel olarak devlet ve istihbarat teşkilatlarının
gerçekleştirebilecekleri dijital gözetim yollarına karşı savunmayı temel
alan bir rehber. Rehberde önerilen ve nasıl kullanılacağı öğretilen birçok
araç NSA sızıntılarında gördüğümüz gözetim taktiklerine karşı savunmayı
mümkün kılıyor. Bunları kullanıyor olmak da doğal olarak diğer dijital
gözetim biçimlerine karşı da kendinizi savunabilmenizi sağlıyor.
Rehber, neden böyle bir şeye ihtiyaç duyulduğunu anlatan “Hakkımızda”
kısmı dışında tamamen araçlara ve bunların nasıl kullanılabileceğine
odaklanıyor. Bu anlamda Gözetim Meşru Müdafaa'dan farklı olarak burada
neye, neden ihtiyacınız olacağına dair çok fazla bilgi bulamayabilirsiniz.
Ancak ne yapmak istediğinizi biliyorsanız (güvenli mesajlaşma, disk
65
şifreleme...) direkt bu başlıklar altında ideal araçların nasıl kullanılacağını
bulabiliyorsunuz. Yani kendi tehdit modeliniz hazırsa, bu rehberden çok
daha kolay bir şekilde faydalanabilirsiniz.
Ancak “Kem Gözlere Şiş” her ne kadar oldukça iyi bir rehber olsa da, son
zamanlarda pek güncellenememiş olması onun diğer rehberlerden biraz
geride kalmasına sebep oluyor. Birçok bölüm yine kullanılabilir durumda
ama kimi araçların yapısı değişti, kimisi artık güvenli değil ve bu konularda
yenilemeler gerekiyor. “Maalesef Kem Gözlere Şiş”in arkasında küçük bir
ekip olduğu için bu konuda çok da hızlı olmaları mümkün değil. Bu noktada
da bu konuda bilgi sahibi gönüllülere ihtiyaç duyuyorlar.
“Kem Gözlere Şiş”, genel olarak çok başarılı bir rehber ve aynı zamanda
büyük bir gelişme potansiyeline de sahip. Ancak şu anki durumunda biraz
bakıma ihtiyacı olduğu da ortada. Umuyorum ki yakın zamanda biraz elden
geçirilerek ve genişletilerek çok daha kapsamlı bir rehber halini alacak ve
ihtiyacı olan herkes için daha da faydalı bir hâle gelecektir.
Rehberleri Daha Verimli Kullanabilmek
Dijital güvenlik artık yalnızca ekstrem koşullarda yaşayan insanların
değil, bütün internet kullanıcılarının problemi haline gelmiş durumda.
Kullandığımız birçok dijital servisin kâr amacıyla bizi gözetlemesinden,
devletlerin sırf daha ucuz olduğu için toplu gözetimi tercih etmesine;
gözetim amaçlı zararlı yazılımların büyük bir sektöre dönüşmesinden,
bunu sırf insanlara zarar vermek için yapan kötü amaçlı saldırganlara
kadar birçok tehdit her gün dijital ikizlerimizi ve bizleri tehdit etmekte.
İnternetin hayatımıza ilk girdiği zamanlardan günümüze kadar gelen büyük
bir yanılgı olan ‘dijital dualizm(v)'de kendimizi bu noktada savunmamızın
önündeki büyük bir engel. İnternet ile gerçek hayatın farklı ve birbirine
değmeyen iki farklı evren olduğu algısı, orada olabilecek şeylerin bize
'gerçekte' zarar vermeyeceği gibi bir yanılgıya düşmemize ve kendimizi her
türlü saldırıya açık bırakmamıza neden oluyor. Oysa artık biliyoruz ki böyle
bir ayrım söz konusu değil ve birbirinden bağımsız sandığımız bu iki evren
aslında her noktasında birbiriyle iç içe.
Oysa kendimizi dijital gözetimden koruyabilmek ve internet kullanımımızı
daha güvenli bir hale getirmek hiç de zor değil. Ancak mahremiyetin neden
önemli olduğunu ve internette mahremiyetimizi koruyamamanın ne gibi
sonuçları olabileceğini kavrayamadığımız sürece bunları yapabilmek için
gerekli olan motivasyonu bulamıyoruz. Bir de ‘dijital dualizm’ yanılgısı
devreye girdiğinde, buna hiç gerek yokmuş gibi bir algıya kapılıyoruz.
Kullandığımız teknolojilere ve her gün yaşananlara baktığımızdaysa tam
aksi bir senaryo var karşımızda. Dijital gözetim, kimi temel önlemler
(v) Dijital dualizm, Amerikalı sosyolog Nathan Jurgenson tarafından ortaya atılmış bir kavramdır.
Temel olarak interneti ve teknolojinin getirdiği yeni koşulları gerçek olarak kabul etmeyen ve
sadece iziksel dünyanın gerçek olabileceğini kabul eden düşünce yapılarını tanımlamak için
kullanılmaktadır. Çok kapsamlı ve önemli bir kavram olan dijital dualizm hakkında yazdığım
detaylı bir makaleye buradan ulaşılabilir: http://bit.ly/dijitaldualizm
66
alınmadığı zaman sizin 'gerçek' hayatınızın oldukça detaylı bir senaryosunu
çıkartabilme ve bunu dilediği gibi analiz edip ileriye dönük tahminler
bile yapabilecek bir potansiyele sahip. Ne devletlerin ne de şirketlerin
üzerimizde böyle bir güce sahip olmasının kabul edilebilir bir şey olmadığı
aşikâr. Ancak yine de eğer bundan rahatsız olmuyorsanız bile, tüm bu
verilerin bir gün kötü amaçlı birilerinin eline geçmeyeceğinin garantisini
size kimsenin veremeyeceğini de unutmamanız gerekiyor.
Eğer kendinizi dijital gözetime karşı korumak istiyorsanız, hangi rehberi
kullanacağınızdan bağımsız olarak mutlaka geçmeniz gereken bir aşama
var. O da kendi tehdit modelinizi oluşturmak. Ajan filmlerinden çıkma bir
terim gibi görünse de aslında bu yalnızca etrafınızdaki gerçekleri toplayıp
kendiniz için olası senaryoları hesaplamak gibi basit bir şey.
Tehdit modelinizi oluştururken kendinize beş temel soru sormanız ve
bunları dikkatli bir şekilde cevaplamanız gerekiyor. Bu sorular:
1) Neyi korumak istiyorum?
Eğer birisi beni gözetleyecek olsa ne için gözetler? Yazdığım yazılar için mi?
Nereye gidip kimlerle görüştüğümü öğrenmek için mi? Yaptığım araştırma
için nerelere gittiğimi görmek için mi? Savunduğum müvekkillerin kimler
olduğunu ve onlarla ne konuştuğumu öğrenmek için mi? İnternette neler
okuduğumu ve nelerle ilgilendiğimi öğrenmek için mi?
Bu soruya vereceğiniz cevap sizin için potansiyel bir gözetim durumunda
en çok neyi ya da neleri korumanız gerektiğini söyleyecektir. Bir anlamda
yangında ilk kurtarılacakları belirlemenizi sağlayacaktır.
2) Kimden korumak istiyorum?
Bu soruya vereceğiniz cevap ise sizi kimin ya da kimlerin tehdit ettiğini,
edebileceğini görmenizi sağlayacaktır. İstihbarat kurumları mı, bir takım
özel gruplar mı, devlet ya da özel bir şirket mi yoksa henüz bilmediğiniz bir
tehdit odağı mı?
Bu sorunun önemi tehdidin ne kadar büyük olabileceğini kavramanıza
yardımcı olmasıdır. Eğer sizi kimin gözetleyebileceğine dair tahminleriniz
varsa onların sizi gözetlemek için ne gibi araçlara sahip olabileceğini ya da
gözetim konusunda ne kadar bilgili olduklarını da tahmin edebilir ya da
araştırabilirsiniz. Bu da sizin ön hazırlık yapmanızı kolaylaştırır.
3) Bu şeyi korumak zorunda kalma ihtimalim nedir?
Bu soru riskin ne kadar yakın ya da uzak olduğunu tespit etmenizi
sağlayacaktır. Korumak istediğiniz şeyin tehdit altına girmesi çok yakın bir
ihtimal mi yoksa düşük ihtimalli bir senaryo mu?
Örneğin toplu gözetim hemen her an gerçekleşebilecek ve neredeyse
hedef gözetmeden yapılan bir şey. Eğer korumak istediğiniz şey toplu
gözetimle elde edilebilecek bir şey ise bu ihtimal çok daha yüksektir. Ama
örneğin bir gazeteciyseniz ve korumak istediğiniz şey henüz araştırmaya
67
devam ettiğiniz önemli bir haberse ve bu kimi devlet kurumları tarafından
önceden ele geçirilmek istenecek türde bir şeyse buna saldırma ihtimalleri
(eğer iyi sır tutan biriyseniz) daha düşük olacaktır.
Tek unutmamanız gereken nokta, hiçbir tehdidin imkânsız olmayacağıdır.
Eğer teknik olarak herhangi bir gözetim yöntemi mümkünse, birilerinin
bunu kullanma ihtimali de aynı derecede mümkündür.
4) Bunu başaramazsam ne gibi kötü sonuçları olabilir?
Burada tehdidin ne kadar büyük olduğunu ve eğer gözetim başarılı
olursa size ve etrafınızdakilere nasıl zarar verebileceğini tespit etmeye
çalışacaksınız. Bu noktada amaç bu tehdide karşı kendinizi savunmanın
önemini kavramaktır.
Örneğin önemli bir sızıntı belgeyle çalışacak bir gazeteciyseniz ya da hayatı
tehdit edilebilecek anonim bir müvekkili olan bir avukatsanız; kaynağınızın
ya da müvekkilinizin kimliğinin açığa çıkmaması için potansiyel gözetim
yollarına karşı önlem almamanız o kişinin hayatını tehlikeye atabilir. Ya
da çok fazla göze batmış bir aktivistseniz, nerelere gittiğiniz ya da rutin
rotanız gibi şeylerin tespit edilmesi sizi büyük bir riske sokabilir.
5) Bunu engellemek için ne tür zorluklara katlanabilirim?
Bu sorunun amacı ise sizin tüm bu tehditlere karşı neleri göze alabileceğinizi
ya da neleri yapmanızın mümkün olup olmadığını tespit etmektir. Bu
sayede hangi önlemleri alıp hangilerini alamayacağınızı bilerek hareket
edebilirsiniz.
Örneğin eğer bilgisayarınızdaki belgeleri güvende tutmak istiyorsanız,
gerektiğinde farklı bir işletim sistemini öğrenmeye vakit ayırabilir misiniz?
Veya birilerinden belirli bir süre bu konularda eğitim almak için vaktiniz
olacak mı? Ya da kimi önlemler için ayırabilecek ne kadar bütçeniz var (Kimi
koşullarda yeni teknolojiler ve araçlar için para harcamanız gerekebilir)?
Tüm bu soruları cevapladığınızda ve kendi tehdit modelinizi
oluşturduğunuzda, yukarıda bahsettiğimiz rehberler çok daha anlamlı ve
kullanışlı bir hale gelecektir. Çünkü gerçekten neye ihtiyacınız olacağını
bilerek bir şeyleri okumak veya araştırmak, ihtiyacınız olmayan şeylerle
vakit kaybetmenizin de önüne geçecektir. Aynı zamanda hangi önlemi
neden almanız gerektiğini biliyor olmanız da sizleri bunları hayata geçirme
konusunda daha çok teşvik edecektir.
Yukarıda da dediğim gibi bu rehberlerin hepsi çok değerli ve dijital
gözetime karşı kendinizi savunmanız için gerekli olabilecek hemen her
şeyi size öğretebilirler. Ancak bunların gerçekten etkili olabilmesi ve sizi
iyi bir şekilde koruyabilmesi için tehdit modelinizi iyi bilmenizin yanında
yapmanız gereken önemli bir şey daha var. O da bu savunma yollarını
gündelik hayatınızın bir parçası haline getirmek.
Her ne kadar dijital gözetimin kimi senaryoları her zaman karşınıza
çıkabilecek şeyler olmasa da, birçoğu hemen her an hayatımızın bir parçası
ve bunlara karşı kendinizi kısmen savunmanın çok faydası olmayacaktır.
Üstelik bu önlemleri ve araçları hayatınızın bir parçası haline getirmeniz,
68
birçok nadir senaryoya karşı da önceden hazır olabilmenizi sağlayacaktır.
Bu yüzden bu rehberleri yalnızca okuyup orada öğrendiklerinizi arada
bir kullanmak yerine, mümkün olduğunca öğrendiğiniz her şeyi internet
kullanımınızın doğal bir parçası haline getirmeye çalışmanızda fayda
var. Ayrıca çevrenizdeki insanlara bunları yaymaya çalışmak, örneğin
öğrendiklerinizi başkalarına da öğretip beraber kullanmaya başlamak da
size ve arkadaşlarınıza alışkanlık kazandırma konusunda yardımcı olacaktır.
Bu rehberlerde gördüğünüz birçok şey normal internet ve bilgisayar
kullanımınıza ek yük gibi görünse de, alışkanlıkları bir kez kazandığınızda,
hepsi görünmez hale gelecektir.
Kapanış
Dijital gözetim, maalesef gündelik bilgisayar kullanımımızın tehlikeli
bir parçası haline geldi. Kişisel verilerimizin büyük bir gelir kaynağına
dönüşmesini sağlayan reklamcılardan, daha ucuz ve daha kapsamlı olduğu
için devletler ve istihbarat teşkilatları tarafından daha çok tercih edilmeye
başlanması bunun en temel sebepleri. Ama kendimizi dijital gözetime
karşı korumak da en az o kadar kolay bir şey.
Gündelik hayatımızın birçok alanında sürekli bizi gözetlemeye çalışanlarla
bir aradayken, kendimizi savunmanın da artık gündelik hayatımızın bir
parçası haline gelmesi gerekiyor. Kimi alışkanlıklarımızı değiştirmek ve yeni
birkaç aracı kullanmayı öğrenmek gibi basit şeylerin bile bize kendimizi
savunma konusunda çok büyük yardımı olacaktır. Bunları herkesin
öğrenebilmesini sağlamak için ise her geçen gün daha fazla insan çaba
sarfediyor.
Bu noktada bizim en büyük yardımcılarımız ise dijital gözetime karşı
savunma rehberleri. Yukarıda bahsettiğim her bir rehber kendimizi
savunmak için bize yardım etmeye hazır ve her geçen gün daha fazla
yardım edebilmek için kendilerini geliştirmeye çalışıyorlar. Bu noktada
internet kullanıcılarına düşen görev ise bunları olabilecek en iyi şekilde
kullanmak ve bu rehberleri hazırlayanlara mümkün olan her yolla yardım
etmek.
Söz konusu yardım olduğunda yapılabilecek şeylerin sınırı yok. Rehberlerin
ihtiyacı olan herkese ulaşabilmesi için yayılmalarını sağlayabilirsiniz.
Gördüğünüz hataları ya da eksik noktaları rehberi hazırlayanlara sorarak
bu eksikleri doldurmalarını sağlayabilir, olmasını istediğiniz şeyleri
iletebilirsiniz. Eğer bu konularda bilgi sahibiyseniz rehberlerde eksik
gördüğünüz bölümleri kendiniz yazıp eklenmesi için gönderebilirsiniz. Ya
da rehberi hazırlayanların daha fazla emek ve zaman ayırabilmeleri için
onlara bağış yapabilirsiniz.
Dijital gözetim hayatımızın her alanını ele geçirmeye çalışırken ve özel
hayatlarımıza karşı bir savaş açmışken, bu konuda gösterilecek her
çaba çok değerlidir. Elbette tüm bunlardan kurtulmanın yolu yalnızca
savunmadan geçmiyor ama kendimizi savunabilirsek, gözetime karşı daha
güçlü bir şekilde savaşabiliriz.
69
Kaynakça
Greenwald, Gleen, "No Place to Hide", Metropolitan Books, 2014
Schneier, Bruce, "Data and Goliath: The Hidden Battles to Collect Your Data and
Control Your World", W. W. Norton & Company, 2015
Assange, Julian, "When Google Met Wikileaks", OR Books, 2014
Angwin, Julia, "Dragnet Nation: A Quest for Privacy, Security, and Freedom in a World
of Relentless Surveillance", Times Books, 2014
Gözetim Meşru Müdafa (Surveillance Self Defense), https://ssd.eff.org/tr
Email Özsavunma (Email Self Defense), https://emailselfdefense.fsf.org/tr/
Kem Gözlere Şiş, https://kemgozleresis.org.tr/tr/
Security-in-a-Box, https://info.securityinabox.org/tr
70
“Karakutu”
http://karakutuprojesi.org
Bir Bilgi Sızdırma Platformu
Yasin Özel & Şevket Uyanık
"Birisine bir maske verin ve size doğruyu söylesin."
Oscar Wilde
Devletler, tarihin başından beri halklarından bir şeyleri gizlemişlerdir.
Yasadışı dinlemeler, kayıt dışı gözaltı, gözaltında kayıp edilen insanlar,
savaş suçları, kara propaganda, iktidarı elinde bulunduran azınlığın lehine
yapılan ayrıcalıklar… Bunlar, devletlerin her zaman yaptığı ve halktan
gizledikleri temel şeylerdir. Devletin benzer uygulamalarına karşı bir
kamuoyu oluşturabilmek için öncelikle bu uygulamaların gözler önüne
serilmesi gerekir. Halk her zaman devletin gizli bir şeyler yaptığını bilir.
Ancak ayakkabı kutuları, para eritme konuşmaları, gazetecilerin talimatlarla
kovdurulması, rüşvet ilişkileri ve Reyhanlı patlamasına ilişkin gizli belgeler
gibi bilgiler insanların gözleri önüne serilmeden halk devlete karşı etkili
bir baskı gücü oluşturamaz. Yani kısaca halkın bir şeyler yapabilmesi için
arkasından çevrilen dolapları bilmeye ihtiyacı vardır. Halklar, bu gücün
kötüye kullanılmamasını ancak devleti denetleyerek ve bu denetleme
sonucunda sorunlu gördükleri durumlara seçim, meclisteki vekiller ya
da kamuoyu baskısı aracılığı ile devlete müdahale ederek sağlayabilirler.
Halkın, ülkedeki sorunlu olgulara müdahale edebilmesinin ilk aşaması
bu olguları denetim yolu ile belirleyebilmesidir. Eğer ülkenin işleyişi,
politikaları, fiili hareketleri, yaptığı anlaşmalar; ayrıca politikacılarının çıkar
ilişkisi olduğu kişi ya da kurumlar ve bu politikacıların yaptığı yanlışlar kamu
tarafından erişilemez durumda ise halkın devlet üzerinde bir denetimi
olduğu kesinlikle söylenemez.
71
Neyse ki bilgi gizleme olgusunun bir efsaneden ibaret olmadığını,
hayatlarını riske atarak gizli bilgileri kamulaştıran insanlar sayesinde
bilebiliyoruz. Tabii bilgi sızdırmalarının tamamı kamu yararını düşünen
kahramanlar tarafından yapılan bilgi kamulaştırmalarından ibaret değil.
Bilgi sızdırma olaylarının bazılarının siyasi gruplar tarafından ve bu grubun
çıkarları doğrultusunda servis edilmek suretiyle yapıldığını da unutmamak,
‘bilgi kamulaştırma’ ve ‘bilgi servis etme’ arasındaki etik farkın altını çizmek
gerek. Yakın tarihten bilgi kamulaştırma örneklerine göz atacak olursak:
• 1971 Pentagon Papers Skandalı, Daniel Ellsberg (ABD)
• 1972 Watergate Skandalı, W. Mark Felt (ABD)
• 2010 Sivillere Yapılan Askeri Saldırı, Bradley Manning (ABD)
• 2013 Gizli İstihbarat Belgeleri, Edward Snowden (ABD)
• 2014 AKP'nin Yolsuzluklarını Ortaya Koyan Ses Kayıtları/Tapeler (Türkiye)
Kötü yönetimleri, yolsuzlukları ve hukuksuzlukları ifşa etmeye odaklı
kamu yararına gazetecilik anlayışı, ‘şeffaflık’ ve ‘hesap verilebilirlik’ için
kamu baskısı oluşmasını sağlar. Kamu ile ilişki içerisindeki kurumları
ve yönetimleri şeffaflaştırmanın tek yolu o kurumlarda çalışan halktan
insanların kurum içerisindeki gizlenen bilgileri gazeteciler aracılığı ile
kamuoyuna iletmesidir. Ancak insanlar deşifre olmak, işini kaybetmek,
gözaltına alınmak gibi korkularla ellerinde bulunan bilgileri kamuoyuna
çoğu zaman iletememektedir. Bir bilgi kamulaştırıcısının kimliğinin ifşa
olması, kamulaştırılan bilginin ne olduğuna bağlı olmakla birlikte, bilgi
kamulaştırıcısının hayatını tehlikeye atabilir ya da toplumun bir kesimi
tarafından baskıya uğramasına neden olabilir. Neyse ki 21. yüzyılda sahip
olduğumuz teknolojik imkânlar sayesinde bilgi kamulaştırıcısının kimliğinin
ifşa olma olasılığı neredeyse imkânsızlaştırılabiliyor. Bizce, bu imkânların
mevcudiyetinde, halkın devleti bir parça daha denetim altına alması ve
bu sayede bir parça daha özgürleşmesi için, gizli bilgiye ulaşabilen her
bir vatandaşın bu bilgiyi kamulaştırması, içerisinde yaşadığı topluma karşı
görev ve sorumluluğudur.
Bu noktada devreye gazetecilik tarihinden beri var olan bilgi sızdırma
teşebbüsleri ve halk için hareket eden ihbarcılar devreye girer. Günümüzün
teknolojik şartları oluşana kadar gazetecilerin, basın özgürlüğünün baskı
altında olduğu birçok ülkede gerçekleri yayınlayabilmesi çok zor ve
tehlikeli olmuştur. Bilgi kaynağının gizli bir bilgiyi gazeteciye aktarması
ise hem bilgi kaynağı açısından hem de gazeteci açısından çok daha
tehlikeli bir işti. Günümüzde gazeteci bile olmayan sıradan bir kişi bile
bloglar ve sosyal medya gibi yerlerde yazılar yayımlayarak halka bir şeyler
iletebiliyor. İnternet medyasının dağıtık yapıda olmasının verdiği güç bu
medyanın ana akım medyaya karşı özgürlükler açısından çok daha üstün
olmasını sağlıyor. Ancak yine de çok gizli bir bilgiyi sıradan bir blog ya
da sosyal medya platformu üzerinden sızdırmak, bilgi kaynağı açısından
çok tehlikeli. Tweet’lerinden ya da facebook iletilerinden dolayı suçlanan,
yargılanan insan sayısı oldukça fazla. İnternet medyasında ve onun bir alt
dalı olan sosyal medyada çoğunluğun kullandığı mecralar ne yazık ki ticari
72
şirketlerin elinde ve devlet yasalar / anlaşmalar gereği bu mecralarda bir
şeyler yazan insanların bilgilerine kolayca ulaşabiliyor. Bu noktada devreye
“Karakutu” gibi projeler giriyor.
Karakutu Nedir, Nasıl Çalışır ve Ne Yapabilir?
“Karakutu” bir Korsan Parti Hareketi projesidir ve ‘Tor ağı’ üzerinde kurulan
olan bir bilgi sızdırma platformudur. Normal bir web sitesine giren kişinin
IP adresi sunucu tarafından görülebilir ve yasalar gereği kaydedilir. ‘Tor
ağı’, yapısı gereği hem sunucunun IP adresini ve lokasyonunu gizliyor
hem de siteye giriş yapan kullanıcının IP adresini ve dolayısıyla kimliğini
gizliyor. Tor ağındaki bir web sitesine giren kişinin IP adresi web site
sahibi tarafından bile görüntülenemez dolayısıyla kaydedilemez. Ancak
tabii Tor ağındaki bir web sitesine girebilmek biraz daha meşakkatli.
Tor ağındaki bir web sitesine girebilmek için Tor Browser Bundle isimli
programı kurarak bu internet tarayıcı üzerinden girmek gerekir. Tor ağı
internet üzerinde oluşturulmuş şifreli bir sanal ağdır. Tor sitelerine bir kaç
adımda bağlanmak için gerekli rehberler internette bolca bulunmaktadır
ve Karakutu Projesi aktifleştiğinde projenin web sitesinde de bir rehber
yayınlanacaktır.
Karakutu, bilgi sızdırma arayüzü olarak SecureDrop isimli özgür projeyi
kullanan bir şeffaflaştırma projesidir. SecureDrop en temelde, Tor
isimli ağın ‘Hidden Service’ isimli özelliğini kullanarak çalışır. Hidden
Service, kullanıcının ve sunucunun birer Tor devresi aracılığı ile ortak
bir randevu noktasına erişerek iletişime geçtiği bir protokoldür. Tor
devresi ile sıradan bir siteye bağlanma konusunda problem, bağlanılacak
siteye isteğin şifrelenmemiş olarak gitmesi gerektiği için ‘Exit Relay’ olan
73
bilgisayar tüm verileri izleyebilecek bir konumda olmasıydı. Ayrıca bu Exit
Relay, bağlanılacak olan sunucuyu da biliyordu. Karşılıklı olarak anonim
iletişimin kurulabilmesi için sunucunun da kimse tarafından bilinmemesi
gerekiyordu. Bu nedenle, kullanıcının Tor devresi ile direkt hedefe ulaşması
yerine bir randevu noktasına gitmesi ve hedef sunucuyu da bu randevu
noktasına çağırması şeklinde işleyen bir protokol oluşturuldu. Kullanıcı
randevu noktası belirleyip sunucuyu çağırdıktan sonra sunucu da bir Tor
devresi oluşturarak randevu noktasına ulaşır. Bu sayede ne kullanıcı hedef
sunucunun IP adresini vb. bilebilir ne de sunucu kullanıcının IP adresini vb.
bilebilir. Peki, Tor devresi nasıl çalışır? Tor, bağlanacağı her site için bir Tor
devresi oluşturur. Tor devresi, açık ve gizli anahtar çiftleriyle çalışan ‘Onion
Routing’ ismindeki anonim iletişim tekniğinin kullanılacağı bir yöntemdir.
Sızıntı Gazeteciliği
Tor ağı, yakın internet tarihi boyunca sızıntı gazeteciliğinin temel aracı
olmuştur. En bilindik örnek olarak WikiLeaks’i verebiliriz. Ancak WikiLeaks
ve benzeri birkaç sistemin kötü yanı kodların tamamen kapalı olması ve
şeffaflıktan uzak olmalarıydı. Bu sıkıntıyı gören Aaron Swartz ve Kevin
Poulsen, “DeadDrop” isimli bir sistem kodlamaya başladılar. Sistem
daha kodlama aşamasında herkesin gözetimine ve düzenlemesine
sunularak açık kaynaklı halde yapılmıştı. Aaron Swartz ABD hükümetinin
ve mahkemelerinin baskıları sonrasında intihar ettikten sonra Basın
Özgürlüğü Vakfı (Freedom of Press Foundation) tarafından geliştirilmeye
başlandı ve ismi SecureDrop oldu. Şimdilerde The New Yorker, Forbes,
Bivol, ProPublica, The Intercept, San Francisco Bay Guardian, The
Washington Post, The Guardian ve belki de bilmediğimiz başka yayın
organları da SecureDrop kullanıyor. SecureDrop bir arayüz sunarken,
kullanıcı tarafından gönderilen bilgilerin içerisindeki ‘Metadata’ isimli ek
bilgileri de temizler. Ayrıca bilgileri yalnızca Güvenli İnceleme İstasyonu
haline getirilmiş tek bir bilgisayar tarafından açılabilecek hale getirir.
Bu sayede sunucu, kötü niyetli bir kişinin eline geçmiş olsa bile sistemi
kullanan kullanıcıların kimlik bilgileri tehlikeye düşmez.
Karakutu karşılıklı anonimlik üzerine kurulu bulunduğu için ne bilgi sızdıran
ne de Karakutu’daki verilere erişen gazeteciler birbirlerini, birbiriyle
eşleşebilen herhangi bir bilgi ile örtüşecek şekilde tanıyamamaktadırlar.
Bu da herhangi bir ülke açısından yasal bir soruşturmanın Karakutu’yu
konu alması durumunda Karakutu tüm bilgileri açsa dahi bilgi sızdıranlara
ulaşılamayacağı anlamına gelmektedir. Sızdırılan bilgilerin niteliğine göre
bilgi sızdırma faaliyeti kişilerin çalıştıkları ya da hakkında bilgi sızdırdıkları
kurum ya da yerin niteliğine göre de değişik cezai ya da idari soruşturmaların
sızdırma faaliyeti hakkında başlatılmasına neden olabilecektir. Bunların
bir kısmı MİT Yasasından, Terörle Mücadele Yasasından ve hatta Askeri
mevzuattan dahi kaynaklanabilecektir. Ancak hem teknik olarak karşılıklı
anonimlik halinden hem de Karakutu’yu çalıştıranlar, isteseler dahi
sistem IP numarası tutmadığından soruşturma çerçevesinde gerçek bilgi
sızdırıcılarına ulaşılması mümkün değildir. Her ne kadar sızdırma eylemi
tek başına yerine ve duruma göre hukuka aykırılık teşkil edebilse de her
74
zaman için sızdıran kişinin sızdırdığı bilginin kamuya ulaşmasının kamunun
yüksek çıkarları açısından sızdırma faaliyetinin hukuka aykırı kabul edilme
gereğinden çok daha önemli ve hatta asla karşılaştırılamayacak derecede
olması beklenmektedir. Öyle ki bugüne kadar dünya çapında çeşitli büyük
sızdırma faaliyetleri gerçekleştiren ve bir şekilde ifşa olan kişiler vatana
ihanet vb. suçlarla aranmakta ya da yargılanabilmektedirler ve fakat
sızdırdıkları bilgiler ise onları yargılayan ya da yargılamak isteyenlerin halka
söyledikleri yalanları ortaya çıkarmak gibi çok daha yüksek bir menfaate
hizmet etmektedir. Tüm Karakutu faaliyeti “Bir adama bir maske verin ve
size gerçekleri söylesin” ve de “Halka yalan söylemek en büyük suçtur”
mottoları üzerine kurulmuş ve gelişmektedir.
Karakutu insanların güvenlik ve gizlilik konusunda kimseye (biz dahil) bel
bağlamadan halkın çıkarlarını zedeleyen her şeyin bilgisini ve belgesini
özgürce ve korkmadan yayınlayabileceği bir platform olacak. Projenin
aktif hale geldikten sonra en büyük ihtiyacı, aynı ABD halkının savaşa
karşı tepkisini artırarak Vietnam savaşının bitişini hızlandıran Vietnam
belgelerini sızdıran ABD ordu çalışanı Daniel Ellsberg gibi, Irak savaşında
sivillerin bilinçli olarak öldürüldüğünü gözler önüne seren ordu çalışanı
Bradley Manning gibi, ABD Ulusal Güvenlik Dairesinin (NSA) dünyayı 1984
distopyasına dönüştürdüğünün belgelerini sızdıran NSA çalışanı Edward
Snowden gibi cesur insanlar olacaktır. İnanıyoruz ki halka gerçekleri
göstermeye gönüllü insanlar elbet çıkacaktır.
75
76