_____________________________________________________ART-SANAT 5/2016_____________________________________________________
BİR STANDART YARATMA
VERNAKÜLER MİMARLIK
ARACI
OLARAK
TÜRKİYE’DE
ASLIHAN ECE PAKÖZ
Öğr. Gör. Y. Mim., Selahattin Eyyübi Üniversitesi
Meslek Yüksek Okulu
Mimari Restorasyon Programı
aslihanece.pakoz@seu.edu.tr
ÖZ1
Vernaküler mimarlık, bir yörenin kendine özgü mimari biçimlenme dili olarak
tanımlanmaktadır. Bu mimari biçimlenmeyi anlatan; sivil mimari, halk mimarlığı, yerel
mimarlık, geleneksel mimarlık, mimarsız mimarlık, spontene, indigene, primitif, etnik,
folklorik, anonim, bölgesel mimarlık gibi bir çok kavram bulunmaktadır. Bu çalışmada bu
kavramlar arasında en tarafsız karşılığı olduğu düşünülen “vernaküler mimarlık”
kavramının kullanılması tercih edilmiştir. Vernaküler mimariyi oluşturan yapılar
tanımlanırken yapıların benzerliklerinden hareket edilmekte ve bu benzerlikleri ortaya
çıkarmak için tipolojik sınıflandırma yönteminden yararlanılmaktadır. Bu yöntem,
yapılardaki çeşitliliği görmemeye ve yapıları birbiri ile özdeş kılmaya yol açmaktadır.
Çalışmada, vernaküler mimarlık alanında kullanılan tipolojik sınıflandırma yönteminin
Türkiye’de neden güncelliğini koruduğu sorgulanacak ve vernaküler mimarlıkta
sınıflandırma ısrarının nedenleri üzerine savlar ileri sürülecektir.
Anahtar Kelimeler: Vernaküler, mimarlık, tipoloji, standart, Türkiye.
1Bu çalışma, yazarın, Mardin Artuklu Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü’nde, Prof. Dr. Uğur Tanyeli
danışmanlığında hazırlamakta olduğu doktora tez çalışmasından yararlanılarak oluşturulmuştur.
171
_____________________________________________________ART-SANAT 5/2016_____________________________________________________
AS A TOOL OF STANDARD
ARCHITECTURE IN TURKEY
CREATION
VERNACULAR
ABSTRACT
Vernacular architecture is defined as a unique language of architectural stylization
in a region. There are various notions such as civic architecture, folk architecture, local
architecture, architecture without architects, spontaneous, primitive, ethnical, folkloric,
anonymous, regional architectures etc. that depict this type of architectural stylization. In
this study, the notion “vernacular architecture”, which is considered to be the most
impartial concept amongst those aforementioned notions, is preferred. When defining the
structures that form the vernacular architecture, the starting point is the similarities of the
structures and in order to reveal such similarities, the typological classification method is
utilized. This method causes the diversity in the structures to be ignored and it renders the
structures identical to each other. This study asks why the typological classification
method used in the vernacular architecture still retains its popularity, and arguments are
forward about the reasons of classification persistence in the vernacular architecture.
Keywords: Vernacular, architecture, typology, standard, Turkey
172
_____________________________________________________ART-SANAT 5/2016_____________________________________________________
GİRİŞ
Mimarlık alanında vernaküler kavramı, yapılardaki benzerlik örüntülerini teşhis
etmeye yarayan tipolojik yöntemin temelini oluşturmaktadır. Vernaküler ve bağlantılı
kavramlarla, belirli bir yerdeki geleneksel konut yapıları tanımlanırken, genelleme
yapılarak o yerdeki tüm yapıların özdeş olduğu savı ön plana alınmaktadır. Bu cümledeki
“belirli bir yer” ifadesi, bir sokak kadar dar ölçekli, kent, yöre kadar geniş ölçekli veya
“ulus-mekân” denebilecek kadar da muhayyel nitelikte olabilmektedir. Hepsinde de
“vernaküler” mimarlıktan konuşan özne, tekil yapıyı aşan bir kapsam genişlemesinden ve
bir mimarlık ürünleri ailesinden söz etmektedir.
Yapılar birbirine benzeyebilir ve bazı durumlarda bu benzerlikler, dikkat çekecek
kadar belirgin de olabilir. Ancak, benzerliklerin ön plana çıkarılması bir düşünme şekline
dönüştüğünde, çeşitliliği görmemeye yol açan bir yöntem olan tipolojik sınıflandırma
ortaya çıkmaktadır. Foucault’nun Kelimeler ve Şeyler’de söz ettiği gibi “donanımı olmayan
bir” göz, benzer birkaç biçimi yaklaştırabilir ve diğerlerini de şu veya bu farklılıktan ötürü
ayırabilir: Fiili durumda, bir fen bilimi deneyi için bile, kesin bir işlemden ve önceden
konulmuş bir kıstasın uygulanmasından kaynaklanmayan hiçbir benzerlik, hiçbir ayrım
yoktur. Foucault, yapılan gruplandırmaların, daha taslakları çıkartılır çıkartılmaz
bozulmakta olduğunu, çünkü onları destekleyen kimlik alanının ne kadar dar olursa olsun,
gene de istikrarlı olamayacak kadar geniş olduğunu söyler. Bu konuda Borges’in bir
metninden alıntı yaparak örnek verir. Bir Çin ansiklopedisinde hayvanların
sınıflandırılması şu şekildedir: a) İmparatora ait olanlar, b) içi saman doldurulmuş olanlar,
c) evcilleştirilmiş olanlar, d) süt domuzları, e) denizkızları, f) masalsı hayvanlar, g) başıboş
köpekler, h) bu tasnifin içinde yer alanlar, i) deli gibi çırpınanlar, j) sayılamayacak kadar
çok olanlar, k) devetüyünden çok ince bir fırçayla resmedilenler, l) vesaire, m) testiyi
kırmış olanlar, n) uzaktan sineğe benzeyenler (Foucault, 2006,: 11). Çin ansiklopedisinde
hayvanlar için yapılan bu sınıflandırma, sınıflandırmaların mutlaklığını düşünmek için
önemli gözükmektedir.
Mimarlık tarihi yazımında “Türk Evi” diye adlandırılan kategoride bu mutlaklık
sorgulanabilir. Birbirinden farklı zamanlarda, farklı insanların, farklı hayatlar yaşadığı, çok
geniş bir coğrafyaya yayılmış sayısız konutun hepsinin benzer özelliklere sahip olduğunu
söylemek, ancak yapılan tipolojik sınıflandırma yöntemiyle mümkün olmuştur. Türk Evi
adı altında toplanan evler, bu yöntem aracılığıyla; yere, iklime, plan özelliklerine, cephe
düzenine, kat sayısına, yapı malzemesine, yapım sistemine ya da pencere kapı oranlarına
kadar bir çok özelliklerine göre sınıflandırılmışlardır. Örneğin plan özellikleri bakımından;
sofasız, dış sofalı, iç sofalı, orta sofalı diye bir sınıflandırma yapılmıştır (Eldem, 1954: 24).
Bu işlemin yapılması, evlerin sadece kat planlarına bakılarak ‒hatta sadece “esas” kat
olarak kabul edilen üst katları dikkate alınarak ve ayrıntıları silecek kadar uzaktan
bakılarak‒ mümkün olmuştur. Bu sınıflandırmada rastgele bir grubu ele aldığımızda, bu
gruptaki evlerin hepsinin aynı özelliklerde olmadığı görülmektedir. Yapılan
sınıflandırmayla, evlerin ortak özelliklerinden sadece biri, onların özdeş görülmesine ve
birbirleri arasındaki farklılıkların göz ardı edilmesine yol açmaktadır. Ülkemizde
vernaküler mimarlık alanında yapılan çalışmalarda bununla ilgili örnekler kolaylıkla
173
_____________________________________________________ART-SANAT 5/2016_____________________________________________________
verilebilir. "Safranbolu evleri genellikle iki ya da üç katlıdır", "Konya evleri plan özellikleri
bakımından; hayatlı evler ve sofalı evler olarak ikiye ayrılır", "Ankara evlerinin hepsine
avludan girilir" gibi ifadeler, yapıları özdeş olarak değerlendiren bir sınıflandırmanın
sonucudur. Bu örnekler tüm şehirler için çoğaltılabilir. Yapıldığı anda bozulabilecek bu
sınıflandırmalar, üzerinden yarım yüzyıldan fazla zaman da geçse kesinlik üretmeye,
aynen aktarılmaya devam etmektedir. Bu durum, sınıflandırmaların tarihselliğinin
görülmemesi ve yapılan sınıflandırmaların dışında düşünemez hale gelinmesi şeklinde
yorumlanabilir. Türkiye’de birçok mimarlık tarihçisi, yüzyıllarca süren ve geniş bir
coğrafyaya yayılan toplumsal yaşamı, tek bir kültüre ve bu kültürün ürünü olan tek bir eve
indirgeyerek anlatırken bu sınıflandırmaları temel almaktadır. Üniversitelerin mimarlık
bölümlerinin çoğunda, mimarlık tarihi derslerinin içeriklerine bakıldığında bu durum
rahatlıkla görülebilir.
Başta basit bir tasnif işlemi olarak görülebilecek tipolojik sınıflandırma yöntemi,
sonrasında karmaşık sorunları beraberinde getirmiştir. Örneğin plan üzerinde sofalı ya da
sofasız olması bakımından kolayca sınıflandırılabilen evlerde, bu sofaların nasıl
kullanıldığı ya da her evde hangi farklılıklarla kullanıldığı sorgulanmayacaktır. Başka bir
deyişle çizim üzerinde iki boyutlu olarak değerlendirilen evler, aslında toplumsal
yaşamdan soyutlanmaktadır. Evlerin hepsini ortak özellikler çerçevesinde ele almanın yol
açtığı başka bir sorun ise sanki tek bir doğru mimari çözüm var ve o bulunmuş,
çoğaltılarak uygulanmış algısı oluşturmasıdır ki bu durum, vernaküler mimarinin hiç
hatası olmayan, en doğru çözümlerin üretildiği yapılar olduğu idealizmini yaratmaktadır.
KONUNUN GÜNCELLİĞİNİ KORUMASINDAKİ GEREKÇELER
Türkiye'de vernaküler mimari konusunda yapılan çalışmalara bakıldığında,
konunun "Türk Evi" kavramından ayrı düşünülmediği görülmektedir. Vernaküler
mimaride önemli bir sınıflandırma çalışması olan Türk Evi kavramının ortaya
çıkmasındaki gerekçelerin neler olduğu sorusu, aslında vernaküler mimarlığın nelere
karşılık geldiğini anlamaya çalışmak açısından da önemlidir. Bu bağlamda, Türk Evi'ni ve
Türkiye'de vernaküler mimarlığı gündeme taşıyan gerekçeler bu bölümde bir arada ele
alınmıştır. Bu gerekçeler milliyetçilik, kimlik kaybı endişesi, mahalle kavramının yıkımı
endişesi, mahremiyet kavramının yıkımı endişesi, çevrenin bozulması ve deprem korkusu
olarak düşünülmüştür.
Türk Evi terimi ilk olarak Hamdullah Suphi’nin 1912’de yaptığı “her şeyin Türk
olduğu” bir Türk Evi'nin etrafında şekillendirdiği konuşmalarında geçmektedir (Bertram,
2012: 119). Türk sanat ve mimarlık tarihçiliği alanında ise “Türk Evi” terimi ilk kez 1928
yılında Celal Esat Arseven tarafından Türk San’atı adlı kitabında kullanılmıştır (Tanyeli,
1999: 284). Arseven, ulusal olarak tanımladığı tüm mimari varlığı tarihselleştirmeyi
amaçladığı için “Türk Evi” adlandırmasını kullanır. Ardından Sedad Hakkı Eldem
tarafından “Türk Evi” kavramı üzerindeki çalışma tamamlanır. Eldem, bir Türk kültürü
tarifi yaparak, bu Türklüğe içkin bir ev yapma biçimi tahayyül etmektedir. Osmanlı
sınırları içerisinde bulunan ve farklı özellikler gösteren evleri, sınıflandırmasına uygun
olarak seçerek, Türk Evi adı altında birleştirmiştir. Böylece Türk Evi, milliyetçilikle
gerekçelendirilerek hem tarih yazımı alanında ve hem de pratikte üretilmeye başlanmıştır.
174
_____________________________________________________ART-SANAT 5/2016_____________________________________________________
Vernaküler mimariyi milliyetçilikle gerekçelendiren günümüz mimarlık tarihçilerinden
biri olan Doğan Kuban, Türk evinin tarihsel bir gerçek olduğunu söyleyerek; “Türkçe
konuşan, belirgin kültürel nitelikleri ile İmparatorluk içindeki diğer halklardan ayrılan
insanların, Orta Çağlardan başlayarak yaşadığı bir Türkiye var ise Türk evi de vardır”
demektedir. Hatta tersini düşünmenin olanaksız olduğunu söyleyerek; “Türklere evlerinde
bile Türklüğü fazla görmek Türklere uygarlığı fazla görmek demektir. Bu da Türkleri
barbar ve göçer gören 19. yüzyıl önyargısıdır. Ev kültürün ayrılmaz öğesidir. Yüzyıllarca
aynı topraklarda kendine özgü bir dil ve kültür ile yaşayıp konut kavramını geliştirmeyen
bir halk düşünmek olanaksızdır” diye belirtmektedir (Kuban, 1999:22-23).
Vernaküler mimarlığı gündeme getiren diğer bir gerekçe, kimlik kaybı endişesidir.
Türkiye’de kent sorunlarının değerlendirilmesi, “her kentin kimliği olmalı” gibi bir yargı
üzerinden yapılabilmektedir. Eski Osmanlı kentlerinde bir kimliğin olduğunun
düşünülmesinin ardından, bu kimliği kaybetme endişesi duyulmakta ve bu endişe konut
üzerinden gündeme geldiğinde karşımıza vernaküler mimarlık çıkmaktadır. Bu üstün
özelliklerin birçoğu belki de hiç mevcut olmamıştır. Osmanlı’nın son dönemindeki
yayınlara bakıldığında, eski ev ve mahalleleri geri kalmışlığın bir simgesi, tez elden
kurtulmak gereken bir kalıntı olarak gören metinler bulmanın kolay olduğu ve eski ev ve
mahalle nostaljisinin kentli orta sınıfın büyük bölümü tarafından paylaşılmadığı
görülebilmektedir. İnsanların eski mahallelerden lüks apartman dairelerine taşınmaya
çalıştığı eski Osmanlı mahalleleri, yok olduktan sonra idealleştirilmeye başlanmıştır.
Ancak Osmanlı dünyasına atfedilen üstün özellikler "Türk Evi"nde aranmaya devam
etmektedir (Sezer, 2009: 116). Balamir ve Asatekin bu konuda şöyle söylemektedir: “Dini
ve etnik kökenli bir sınıflamanın hayli güç olduğu Anadolu konut geleneğinden çıkarılacak
bir ders varsa, o da kültürel kimliğin ancak yaşanılan ortamın koşullarından
kaynaklanabileceğidir. Günümüzde ise kimlik, başka kaynaklarda aranıyor: ya soylu bir
geçmişte; Türk Evi imajı, ya da kurtarıcı bir gelecekte; çağdaş ve ilerlemeci bir imaj. Bir
anlamda içinde yaşanılan özgül günün koşullarıyla baş edemeyip, geçmişle geleceğin
ilişkisini tarihselci bir çizgide algılamanın güvencesine sığınıyor, ya yitirilen bir geçmişi, ya
da kurgulanan bir geleceği idealize ediyoruz. Oysa yaşanılan gerçekliğin özünde, kültürel
sürekliliğin kesintiye uğramış olması yatıyor” (Balamir ve Asatekin, 1991: 79).
Bu konuda Turgut Cansever de, kültürümüzün kirlendiğini söylemekte ve bunu
aşabilmek için Osmanlı şehir hayatına dönmeyi önermektedir. Cansever, bu önerisini
hayata geçirmek içinse konut alanlarında ve mahallelerde standartlar tesis etmek
gerektiğini belirtmektedir: “Konut alanında bu standartlar, tasarım metodolojisinden
başlayıp çevre tasarım ve çevre elemanları standartları, yapı tekniği standartları, biyososyal alan, aile yapısı, komşuluk ilişkileri vs. gibi talep ve çözüm standartları, tevazu,
sadelik, sükunet, gerçeklik vs. gibi biçim ifadeleri ve davranış standartları ve üsluba ait
standart çözümler ile çözüm standartları tesis etmek suretiyle; bu çözüm ve eleman
standartlarının mahalli icaplara uygun bir şekilde birleştirilmesi yoluyla yüksek düzeydeki
idrak ve çözümün geniş halk kitlelerine ulaştırılması sağlanabilecektir” (Cansever, 2006:
142). Cansever'in bu sözlerinde mahalle kavramının yıkımından endişe duyduğu ve bu
endişesine çözüm olarak vernaküler mimariye yöneldiği söylenebilir.
175
_____________________________________________________ART-SANAT 5/2016_____________________________________________________
Vernaküler mimarlığın güncelliğini korumasında mahremiyet kavramının da etkisi
vardır. Mahremiyetin mekân oluşumuna etkisi genellikle dinle ve mekânda kadının
konumu ile ilişkilendirilmektedir. Türk Evi'nde bazı bölümlerin bu anlayıştaki mahremiyet
düşüncesiyle oluştuğunu belirten ve mahremiyet olgusunun ortadan kalkmasından endişe
edenler, bu durumdan rahatsız olmakta ve mahremiyetin sağlanması için vernaküler
mimariyi önermektedir.
Vernaküler mimarlık, sürdürebilir mimarlık alanında üretilen çalışmalarda da
kendine geniş yer bulmaktadır. Çevrenin bozulmasına ya da deprem endişesine çözüm
olarak vernaküler mimari örnek gösterilmekte ve vernaküler mimariye modern özellikler
atfedilmektedir.
Hangi gerekçelerle olursa olsun aslında Türkiye'de vernaküler mimarlık konusu ele
alındığında, bugün yaşadığımız kent problemlerine her türlü çözümün vernaküler
mimarlıkta arandığı söylenebilir. Bu konuda Cengiz Bektaş, insanların “gerçek” ihtiyaçları
olduğunu, bu ihtiyaçların vernaküler mimarlıkta mevcut olduğunu söylemektedir (Bektaş,
2001: .48). Buna göre geçmişte olduğu gibi bugün de "gerçek" ihtiyaçlar bulunmalı, buna
göre evler tasarlanmalı ve böylece problemler çözülmelidir. Burada sözü edilen ve
vernaküler mimaride olduğu söylenen "gerçek" ihtiyaçlar diye bir şey aslında yoktur.
İnsanların ihtiyaçları çok çeşitlidir ve bunların bir kısmının gerçek olduğunun, diğerlerinin
ise gerçek olmadığının söylenmesi, bu ihtiyaçlara karşılık geldiği düşünülen evlerin
diğerlerinden üstün görülmesinin istenmesinden olabilir. Bu yaklaşım, gelenekselin her
açıdan bugün de gidilmesi gereken en doğru yolu gösterdiğine duyulan inançtan
kaynaklanmaktadır.
Vernaküler mimarlık ürünlerinin benzerliklerini ortaya çıkarmak için kullanılan bir
yöntem olan tipolojik sınıflandırma, aslında sadece bir tasnif işlemi değildir. Yapılan
sınıflandırmaların bazı gerekçeleri vardır ve bu gerekçelere göre evler değerlendirilerek
sınıflandırılmaktadır. Günümüzde mimarlık ürünleri sürekli değişmekteyken, geleneksel
dünyada olduğu tahayyül edilen anonimliğe referans veren vernaküler mimarlığın neden
güncelliğini koruduğu üzerinde düşünülmelidir. Bugün, yaşadığımız kentlerle ilgili birçok
problemin çözümünün vernaküler yapılarda aranması, onları temel alan sınıflandırmalar
yapma ısrarından kaynaklanıyor olabilir. Farklı bir anlatımla, sınıflama ve kavramların
tahakkümünden kaynaklanan bir düşüncenin baskın gelmesinden söz edilebilir.
Vernaküler yapıları inşa eden ustaların hiç hata yapmamış, geçmişin insanlarının her şeyin
en doğru çözümünü bulmuş ve o çözümlerin de bugünün dünyasında hala geçerli doğrular
tanımladığı inancı böyle bir dizi tahakkümün ürünüdür. Bugünkünden daha başarılı bir
geçmiş dünyası tarif etmek için elde inanılır gerekçeler yoktur. Böyle bir geçmiş
yaşandığına inanılarak sınıflanan evlerin toplumsal yaşamdan soyutlanıp bugünü disipline
etmeye yarayan araçlara dönüştükleri söylenebilir. Bu aynı şekilde insanların da
toplumsal değil, soyut mimari varlıklar olarak düşlenmesi demektir. Başka bir deyişle bu,
özdeş nitelikte evlerde özdeş şekilde yaşayan insanlar düşünülmesidir. Aynı zamanda bu,
mekânın ve toplumun bütün olduğunu varsaymak anlamına da gelir. Vernaküler mimarlık,
bu bütünselliği hayal etmenin de aracıdır. Vernaküler mimarlığın, doğrunun ta kendisi
olduğu inancını destekleyen tek imkan da yine bu bütünsellik düşünden başka bir şey
176
_____________________________________________________ART-SANAT 5/2016_____________________________________________________
değildir. Buna göre vernaküler mimarlık “doğru” mimarlığı üretecek ve insanlar da
böylece “doğru” yaşayacaklardır. Bu kapsamda vernaküler ve bağlantılı kavramların,
herkesin belirlenen kurallara uyduğu düşünülen totaliter uzanımlı bir dünya hayalini
kurmaya yaradığı ve tüm tanımlarının ötesinde aslında bir standartlaştırma aracına
dönüştüğü söylenebilir.
KAYNAKLAR
Balamir, A., G. Asatekin. 1991. Ulusal Kimlik Üzerine Karşıt Düşünceler ve Konut Mimarisi,
ODTÜ MFD, 11:1-2, 73-87.
Bektaş, C. 2001. Halk Yapı Sanatı, İstanbul: Literatür.
Bertram, C. 2012. Türk Evini Hayal Etmek: Eve Dair Kolektif Düşler, çev. M. Ratip, İstanbul:
İletişim.
Cansever, T. 2006, İslam’da Şehir ve Mimarî, İstanbul: Timaş.
Eldem, S. H. 1968. Türk Evi Plan Tipleri, İstanbul: İTÜ Mimarlık Fakültesi Baskı Atölyesi.
Foucault,M. 2006.Kelimeler ve Şeyler İnsan Bilimlerinin Bir Arkeolojisi, çev. M. A. Kılıçbay,
Ankara: İmge.
Kuban, D. 1995, Türk Hayatlı Evi, İstanbul: Eren Yayıncılık.
Sezer, Y. 2009. “Bir Türk Aşiyanı Yapmak: Yirminci Yüzyıl Başlarında Geleneksel Osmanlı
Evinin Tarihi Miras ve Mimari Model Olarak Algılanışı” Mimar Kemalettin ve Çağı:
Mimarlık, Toplumsal Yaşam, Politika, ed.Ali Cengizkan, Ankara: TMMOB Mimarlar Odası ve
Vakıflar Genel Müdürlüğü, 103-116.
Tanyeli, U. 1999. “Türkiye’de Modernleşme ve Vernaküler Mimari Gelenek: Bir
Cumhuriyet Dönemi İkilemi” Bilanço 1923-1998: Türkiye Cumhuriyeti’nin 75 Yılına Toplu
Bakış Uluslararası Kongresi I. Cilt, ed. Zeynep Rona, İstanbul, 283-290.
177