İmdat Avşar, modern dönemde toplumcu hikâyeleriyle göze çarpan bir yazardır. Kendisine asıl ününü kazandıran hikâyeleri yanında, Türk Dünyası'nın tanınmış romanlarından da Türkçeye aktarmalar yapmaktadır. Öğretmenlik mesleği dolayısıyla... more
İmdat Avşar, modern dönemde toplumcu hikâyeleriyle göze çarpan bir yazardır. Kendisine asıl ününü kazandıran hikâyeleri yanında, Türk Dünyası'nın tanınmış romanlarından da Türkçeye aktarmalar yapmaktadır. Öğretmenlik mesleği dolayısıyla Anadolu'nun pek çok yerinde bulunan ve Anadolu insanını çok iyi gözlemleme imkânı bulan yazar, halkbilimin unsurlarından da yararlanmak noktasında önemli bir konumdadır. Yüksek bir gözlem gücüyle kaleme aldığı hikâyelerinde, Anadolu coğrafyasında, bozkır ikliminde yaşayan halkın fakirliği, saflığı, günlük hayatı ve dünyaya bakışı gerçekçi bir açıyla anlatır. Esasında bu hikâyeler kimi zaman köyden şehre giden köylüyü kimi zaman şehirden köye giden öğretmeni, kimi zaman da abdalların yaşayışlarını anlatırken, Türk dünyası ile yakın ilişkiler de tesis edilir. Anlatıların çoğunun merkezine çocuğu alan yazar, küçük insanın dramını da aksettirmek için iyi bir ayna bulmuş olur. Avşar, yayımlamış olduğu iki hikâye kitabında da gerek kendi çocukluk anılarına gerekse Anadolu'nun çeşitli şehir/kasaba/köylerinde öğretmenlik yaptığı yıllardaki gözlemlerine yoğun bir şekilde yer vermektedir. Biz bu bildiride Avşar'ın hikâyelerinde çocuk kavramına bakacak, çocukların nasıl kurgulandığını tipolojik ve tematik anlamda inceleyecek, böylece yazarın Anadolu imajlarını gözlemci gerçekçi çizgide irdeleyeceğiz.
Kocaeli ilinin merkezi olan ve İzmit körfezinin bitiminde kurulan İzmit, Anadolu’yu İstanbul’a bağlayan kara, deniz ve demiryolu kavşağında yer almaktadır. İzmit, tarih boyunca da bu coğrafi özelliklerinden dolayı farklı uygarlıklar için... more
Kocaeli ilinin merkezi olan ve İzmit körfezinin bitiminde kurulan İzmit, Anadolu’yu İstanbul’a bağlayan kara, deniz ve demiryolu kavşağında yer almaktadır. İzmit, tarih boyunca da bu coğrafi özelliklerinden dolayı farklı uygarlıklar için önemli bir yerleşim bölgesi olmuştur. Bugün İzmit’te “Kentsel Sit Alanı” olarak korunan alanlarda geleneksel konut dokusu ile bu uygarlıkların izleri sürülebilmektedir. Ancak İzmit’in geleneksel konutları son altmış yıldır hızlı kentleşme ve göç nedeniyle yapısal ve kültürel dönüşüm geçirmektedir. Kentte hızlı değişim nedeniyle az sayıda eser korunabilmiş ya da tespiti yapılmış, birçoğu da yok olmuş ya da olmaktadır. Ayrıca, Tarihi İzmit Geleneksel Konutlarını mimari bakış açısıyla inceleyen ve belgeleyen çalışmaların yeterince olmaması; bu konutlarla ilgili yapılmış herhangi bir tipolojik çalışmanın bulunmaması da çok dikkat çekicidir. Bu sebeplerle; Türk evinde önemli bir yeri olan İzmit’in geleneksel konutlarının daha derin anlaşılması ve geleceğe aktarılması bu çalışmanın ana hedefidir. Çalışmada İzmit merkezinde bulunan 40 geleneksel konut “tipolojik analiz yöntemi” ile incelenmiştir. Böylelikle, incelenen 40 konut içinde İzmit Geleneksel Konut Özelliğini taşıyan en karakteristik konutlar belirlenmiş ve konutlarda en yoğun görülen mimari özellikler tespit edilmiştir. Türk Evi içinde önemli bir yer teşkil eden ve İzmit merkezde yer alan Geleneksel İzmit Konutlarının tipolojik açıdan incelendiği bu çalışma ile; hem tipoloji kavramı ve mimarlıktaki tipoloji çalışmaları teorik olarak sorgulanmış, hem de İzmit Geleneksel Konutlarının özellikleri ortaya konmuştur. Elde edilen tipolojiler; İzmit Konutlarının geleceğe aktarılmasını sağlayacağı gibi, geçmiş kültürün geleceğe aktarılması amacı ile yapılacak olan yeni tasarımlara da rehber olacaktır.
Bu çalışmanın amacı, aşk ve kahramanlık konulu Türk halk hikâyelerinde düşman tipini ve bu tipin sahip olduğu özellikleri belirlemektir. Konusu tip araştırması olan çalışmada, edebi eserlerde tiplerin sadece olumlu özellikleriyle yer... more
Bu çalışmanın amacı, aşk ve kahramanlık konulu Türk halk hikâyelerinde düşman tipini ve bu tipin sahip olduğu özellikleri belirlemektir. Konusu tip araştırması olan çalışmada, edebi eserlerde tiplerin sadece olumlu özellikleriyle yer almadığından hareket edilerek, olumsuz özelliklere sahip düşman tipler ve bu tiplerin özellikleri farklı bakış açılarıyla ortaya konulmaya çalışılmıştır. Halk hikâyeleri üzerine geçmişte yapılan tip araştırmaları kahramanlık hikâyeleri kapsamında daha çok Dede Korkut Hikâyeleri merkezli olup Alp/Alperen tipi, kadın tipleri, vb. gibi; aşk konulu hikâyelerde ise kahraman ve sevgili tipleri üzerinde yoğunlaşmıştır. Çatışma ya da zıtlık şüphesiz anlatım esasına dayanan edebi eserlerin teşekkülünde en önemli unsurlardır. Başka bir deyişle edebi eserde, olumlu tipler yanında olumsuz tiplerin bulunması -özellikle Türk halk edebiyatına özgü anlatım esasına bağlı edebi verimlerde- toplumsal değerlerin ve algıların daha belirgin bir şekilde ifade edilebilmesinde önemli bir işlevi yerine getirir. Araştırmacılarca geçmişte yapılan çalışmalarda, edebi eserlerin özellikle eserin olumlu başkahramanı açısından değerlendirildiği yani düşman tipinin ihmal edildiği görülmektedir. Hâlbuki edebi eserde başkahramanın olumlu niteliklerinin ortaya çıkmasında düşman tipe ait olumsuz niteliklerin önemli bir rolü vardır. Geçmişten bu yana yapılan tip çalışmalarında bu husus gözden kaçırılmış veya ihmal edilmiştir. Bu bağlamda düşünüldüğünde, Türk halk hikâyelerinde düşman tipini ve bu tipin işlevlerini belirleme amacını taşıyan çalışmanın önemi daha net olarak anlaşılmaktadır.
Abstract The aim of this study is to determine the enemy type and features of the type in Turkish folk stories. In this study whose topic is type, we will try to show the enemy, cruel, preventive types and the features of these types because types don’t always exist in literary works with their positive features. The type studies which were done on folk stories in the past focus mostly on the Alp/Alperen type based in Dede Korkut stories whereas they focus on bravery and love types in the stories which are about women types and love. It is certain that literary works come into value thanks to existing of conflicts and contrasts. That is, there are negative types besides positive types in literary works. It has been determined that literary works weren’t thought as a whole in the studies done by researchers in the past, and also, researchers who gave sufficient importance to types of brave and love neglected the enemy/cruel types. When you consider all that is being said, you will understand the importance of study which aims to determine Turkish folk stories enemy type and the functions of this type.
Elinizdeki kitabın temelleri genel koordinatörlüğünü Sn. Mahmoud Zein El Abidin’in üstlendiği 2018 tarihli ‘Bitlis Çalıştayında atılmıştır. Yıldız Teknik Üniversitesi’nin desteklediği ve BETAV sponsorluğunda gerçekleştirilen çalıştaya... more
Elinizdeki kitabın temelleri genel koordinatörlüğünü Sn. Mahmoud Zein El Abidin’in üstlendiği 2018 tarihli ‘Bitlis Çalıştayında atılmıştır. Yıldız Teknik Üniversitesi’nin desteklediği ve BETAV sponsorluğunda gerçekleştirilen çalıştaya davet edilişimin akabinde, tamamı Yıldız Teknik Üniversitesi öğrencilerinden oluşturulan ekip üyeleriyle bir araya gelinmiş ve bir yol haritası çıkartılmıştır. Hazırlanan taslak uyarınca alan faaliyetlerinde toplanan verilerin öncelikle sergi/seminer sunumuyla paylaşılması, ardından da sürecin bir kitap çalışmasıyla taçlandırılması kararlaştırılmıştır. Böylelikle 22-29 Temmuz 2018 tarihleri arasında saha çalışmasını yapan ekibimiz, sergi etkinliğini 19 Aralıkta Yıldız Kampüsünde düzenler. İlerleyen süreçte sergi, BETAV’ın İstanbul binasına alınarak etkinlik sürdürülmüştür. Ne var ki çeşitli öznel durumların (öğrencilerin çoğunun mezun olması, dönem içi okul projelerinin ağırlık kazanması, yeni idari görevlerin yarattığı zaman kısıtlılığı vb.) tesirleri neticesinde kitap aşamasına geçilemeden çalışma sonlandırılmıştır. Bitlis’in geleneksel mimari kimliği hakkında kitap yazma fikrinin ikinci kez dile getirilişi 2019 yılı nisan ayında olmuştur. Burada esasen amaçlanan şey 8 Ağustos Kurtuluş Günü etkinliklerinde sunmak üzere bir mimari tespit rehberi hazırlamaktı. Çalıştay ekibinde de yer alan Cahit Üstündağ’la birlikte yeniden başlatılan süreçte araştırmalarımız derinleştikçe iki özel sorunu keşfettik. Öncelikle incelediğimiz yayınlarda ortaya koyulan kabullerden bazılarının eleştirel bir bakışla yeniden değerlendirilmesi gerekiyordu. Sonrasında ise tespitlerle yetinmenin yaratacağı boşluk kendisini belli etmeye başlamıştı. Doğaldır ki bu emareler çalışmanın uzun soluklu geçeceğinin sinyalleri olmuştur. Nitekim süreç de öyle gelişti. Kuşkularla ilgili en somut örnek sofa meselesidir. Yöresel mimarinin plan tiplerini çıkarma safhasında, Türkiye genelindeki hâkim yaklaşımın, sınıflandırmanın merkezine yöre ayrımı yapmaksızın sofayı yerleştirmek olduğunu fark ettik. Oysa böylesi bir tavır İzmir’den Kars’a tüm Anadolu’da konutu tek bir yaşam formuna bağlamakla eşdeğerdir. Bir bakıma olgudan hareketle plan şeması çıkartmak yerine, var olan şemaya olgunun uydurulması söz konusu olmuştur. Her yörede geleneksel konutun ortak kullanım hacimleri barındırması, her ortak hacmin sofa hüviyeti taşıdığı anlamına gelmemektedir. En azından Bitlis ve Doğu Anadolu bölgesi müşterek mekânları bu konumdadır. Sonuçta kullanım niteliği farklı olduğu halde biçimsel benzerliğe dayanarak bir hacmi ‘sofa’ şeklinde adlandırmanın mimari kimliği hatalı okumaya yol açacağı gerçeği, yeni bir tipolojik sistem tanımlama gayretini doğurdu. Yapılan tanımlamanın geliştirilmeye ihtiyacı olduğu açıktır. Tespitlerle yetinmeye gelince, denilebilir ki bilimsellik iddiasında bir eksikliğe denk düşeceği hissedilmiştir. Yetinmeci bir tavırda tez, yani mevcut durum ortaya konsa dahi, antitez (olması gereken) ve sentez (nasıl olacağı) haneleri boş kalacaktır. Dolayısıyla içeriğin genişletilmesinde karar kılınmıştır. Bu açıdan bakıldığında yazım işinin tamamlandığı söylenemez. Sentez aşamasını temsil eden bir tasarım rehberini hazırlama görevi önümüzde durmaktadır. Lakin rehbere dayanak sağlayacak başvuru referanslarının böylece hazır hale getirildiği söylenebilir. Eksikliklerimiz muhakkak kalmıştır; Mimarlık camiasının yanı sıra sosyal disiplinlerden gelecek eleştirel destek sayesinde eksiklerin giderileceğine inancımız da aynı ölçüde kesindir. Tarihi geçmişi uzun, pek çok kültür ve etnik yapıyı barındıran bir coğrafyanın mimarlığı hakkında yazı yazmak, yazılan her cümleye bir müddet sonrasında dönme mecburiyetini doğuruyor. Edinilen bir bilgi, kısa süre zarfında yeni soru işaretlerini ve yeni arayışları peşinden getiriyor. Üstelik cevaplar etnografyadan arkeolojiye, geçim ekonomilerinden inanç dünyasına pek çok farklı disipline temas edilmeden bulunamıyor. Sunum yazısı esnasında bile ruhumuzun bir yanı hangi bölümde nereyi atlamış olabileceğimiz kaygısıyla çabalamaya devam ediyor. O nedenle bilimsel çalışmalarda hiçbir zaman için son sözün henüz kâğıda dökülmediği kanaatindeyiz. Bu çalışanın yeni sözlere esin vermesi temel umudumuzdur.
Vernaküler mimarlık, bir yörenin kendine özgü mimari biçimlenme dili olarak tanımlanmaktadır. Bu mimari biçimlenmeyi anlatan; sivil mimari, halk mimarlığı, yerel mimarlık, geleneksel mimarlık, mimarsız mimarlık,... more
Vernaküler mimarlık, bir yörenin kendine özgü mimari biçimlenme dili olarak tanımlanmaktadır. Bu mimari biçimlenmeyi anlatan; sivil mimari, halk mimarlığı, yerel mimarlık, geleneksel mimarlık, mimarsız mimarlık, spontene, indigene, primitif, etnik, folklorik, anonim, bölgesel mimarlık gibi bir çok kavram bulunmaktadır. Bu çalışmada bu kavramlar arasında en tarafsız karşılığı olduğu düşünülen “vernaküler mimarlık” kavramının kullanılması tercih edilmiştir. Vernaküler mimariyi oluşturan yapılar tanımlanırken yapıların benzerliklerinden hareket edilmekte ve bu benzerlikleri ortaya çıkarmak için tipolojik sınıflandırma yönteminden yararlanılmaktadır. Bu yöntem, yapılardaki çeşitliliği görmemeye ve yapıları birbiri ile özdeş kılmaya yol açmaktadır. Çalışmada, vernaküler mimarlık alanında kullanılan tipolojik sınıflandırma yönteminin Türkiye’de neden güncelliğini koruduğu sorgulanacak ve vernaküler mimarlıkta sınıflandırma ısrarının nedenleri üzerine savlar ileri sürülecektir.
Bu makalede, Prof.Dr. Erol Altınsapan’ın başkanlığında 2011-2014 yıllarında, Eskişehir Karacahisar Kalesi kazılarında çıkarılan ok uçlarından, form veren örneklerden 37 adet seçilerek katalog yönteminde tanıtılmıştır. Bu ok uçları,... more
Bu makalede, Prof.Dr. Erol Altınsapan’ın başkanlığında 2011-2014 yıllarında, Eskişehir Karacahisar Kalesi kazılarında çıkarılan ok uçlarından, form veren örneklerden 37 adet seçilerek katalog yönteminde tanıtılmıştır. Bu ok uçları, buluntu yeri, malzemesi ve ölçüleriyle belgelenerek değerlendirilmiş ve bu örneklerin formlarına göre tipolojileri yapılmıştır. Bu çalışmadaki amaç; Osman Bey tarafından 1288 yılında fethedildiği bilinen Karacahisar Kalesi’nde gerçekleşen çatışmanın izleri olarak düşünebileceğimiz ve kazısı yapılan alanlarda dağınık olarak ele geçen ok uçlarının değerlendirilmesiyle birlikte, Orta Çağ savaş aletleri üzerinde çalışan araştırmacıların kullanabileceği örneklere katkıda bulunmaktır.
Bu makalede, Prof.Dr. Erol Altınsapan’ın başkanlığında 2011-2014 yılları arasında, Eskişehir Karacahisar Kalesi kazılarında çıkarılan ok uçlarının form veren örneklerden 37 adeti seçilerek katalog yönteminde tanıtılmıştır. Bu ok uçları,... more
Bu makalede, Prof.Dr. Erol Altınsapan’ın başkanlığında 2011-2014 yılları arasında, Eskişehir Karacahisar Kalesi kazılarında çıkarılan ok uçlarının form veren örneklerden 37 adeti seçilerek katalog yönteminde tanıtılmıştır. Bu ok uçları, buluntu yeri, malzemesi ve ölçüleriyle belgelenerek değerlendirilmiş ve bu örneklerin formlarına göre tipolojileri yapılmıştır.
Bu makalede, Prof.Dr. Erol Altınsapan’ın başkanlığında 2011-2014 yıllarında, Eskişehir Karacahisar Kalesi kazılarında çıkarılan ok uçlarından, form veren örneklerden 37 adet seçilerek katalog yönteminde tanıtılmıştır. Bu ok uçları,... more
Bu makalede, Prof.Dr. Erol Altınsapan’ın başkanlığında 2011-2014 yıllarında, Eskişehir Karacahisar Kalesi kazılarında çıkarılan ok uçlarından, form veren örneklerden 37 adet seçilerek katalog yönteminde tanıtılmıştır. Bu ok uçları, buluntu yeri, malzemesi ve ölçüleriyle belgelenerek değerlendirilmiş ve bu örneklerin formlarına göre tipolojileri yapılmıştır. Bu çalışmadaki amaç; Osman Bey tarafından 1288 yılında fethedildiği bilinen Karacahisar Kalesi’nde gerçekleşen çatışmanın izleri olarak düşünebileceğimiz ve kazısı yapılan alanlarda dağınık olarak ele geçen ok uçlarının değerlendirilmesiyle birlikte, Orta Çağ savaş aletleri üzerinde çalışan araştırmacıların kullanabileceği örneklere katkıda bulunmaktır.