Location via proxy:   [ UP ]  
[Report a bug]   [Manage cookies]                
İSTANBUL ÖZEL SAYISI 2016 İSTANBUL ÖZEL SAYISI 2016 Kıtaların buluştuğu, doğu ile batının benzersiz bir sentez oluşturduğu yegâne şehir olan İstanbul, tarihsel, kültürel ve doğal güzellikleri ile yaşayan bir şehir... 8 bin 500 yıllık tarihi ile adeta bir açık hava müzesi olan İstanbul’da binlerce tarihi esere ev sahipliği yapıyoruz. İstanbul Büyükşehir Belediyesi olarak göreve geldiğimiz günden bu yana bir medeniyet, bir kültür yelpazesi olan yedi tepeli kentimizin tarihi mirasını ihya ederek geleceğe taşıma gayretindeyiz. Kültürel mirasımızın korunmasına yönelik olarak; “UNESCO kriterleri” doğrultusunda; 2006 yılında İstanbul Sit Alanları Alan Yönetimi Başkanlığı’nı kurduk, şehrimizin tarihi alanları için yönetim planımızı hazırladık. UNESCO’nun kuruluşunun 70’inci, İstanbul’un “Dünya Miras Alanı” olarak UNESCO’ya katılımının 30’uncu yılı vesilesiyle Paris’te etkinlikler düzenledik. Fransa’da gerçekleştirdiğimiz temaslar kapsamında, 2016’da düzenlenecek Dünya Mirası Komitesi toplantısına İstanbul’un ev sahipliği yapması talebini UNESCO’ya ilettik. UNESCO Dünya Miras Komitesi’nin Temmuz 2016’da İstanbul’un ev sahipliğinde gerçekleşmesi önerisinin kabul görmesinin ve Türkiye’nin UNESCO Dünya Miras Komitesi Dönem Başkanlığı’na getirilmesinin ardından İstanbul Koordinasyon Kurulu’nu kurduk. Kentimizin uluslararası çaptaki bu büyük toplantıya ve toplantı öncesinde gerçekleşecek olan Gençlik Forumu’na hazırlanması için çalışmalarımızı başlattık. Akademisyenler, ilgililer, İstanbul Büyükşehir Belediyesi yapılanmaları ile ortaklaşa yürüttüğümüz hazırlıklarda belediyemizin uluslararası kanadının Dışişleri Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı, UNESCO Türkiye Milli Komitesi ve İstanbul Valiliği ile yapılan organizasyon toplantılarına ve organizasyon çalışanlarına ev sahipliği yapmasını sağladık. Bu önemli toplantıya ev sahipliği yapacak olmaktan büyük mutluluk ve gurur duyuyoruz… Aynı zamanda İstanbul’umuzun sahip olduğu kültürel mirası tanıtan kalıcı bir yayın gerçekleştirmeyi de gündemimize aldık. Dünya Mirası İstanbul Özel Sayısı bu amaçla hazırlandı. Bu vesile ile alanında uzman akademisyenlerin katkı sağladığı bu nadide çalışmanın İstanbul’un kültürel mirasına dair bilgilerin gün yüzüne çıkmasında aracı olacağına inanıyor; derginin hazırlanmasında emeği geçen mesai arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. TAKDİM Eski Dünya güneşinin doğuşuyla batışı arasında Boğaz’ın iki yakasında yerleşen İstanbul, geçmişin kültür ve medeniyetinin emaneti, geleceğin ümit ve gelişiminin özgün odağı olarak, dünya miras sıralamalarında aldığı müstesna yerler itibariyle de öne çıkmaktadır. Bir yaya şehri çekirdeğinden gelişen, çıkmaz sokaklara varacak kadar özgün ve sürprizler içeren geleneksel dokusunun yanısıra görkemli bir başkent olmanın merkezi ögelerini barındıran İstanbul, zaman içinde eksilenleri değişik mekân açılımlarıyla çeşitlendirerek kültürel mirasımızı günümüze vardırmış bulunmaktadır. Doğasının hareketliliğini oluşturan yedi tepesini taçlandıran anıtların, külliyelerin ve diğer eserlerin şehir dokusunun plastiğini oyalı işleyişi, deniz ve karanın kucaklaşması ile yaşanan görsel etki, siluetin gün içindeki farklı görünümleri, ortaya çıkan manzaranın ışıltısı, İstanbul’un şiirlere ilham olan özgünlüğünü eşsiz kılmaktadır. Yerel özellikleri ve somut kültür değerleri açısından her devirde en ileri seviyeyi sağlamış ve aşmış bulunan İstanbul, somut sanat eserlerine ve gelişimine öncü olmasının yanında toplumsal yaşam ve kültürel birikimiyle somut olmayan kültür mirasının da sahibi, yaşayanı ve varisidir. Bu nedenle tarihi boyunca dünya çapında bir kent olma niteliğini sürekli olarak taşımış bulunmaktadır. Gerçekten de çok kültürlülük ve barış içinde çeşitliliğin sürdürülmesi etiği her devirde İstanbul’un sakinlerinin tanımı ve tasviri durumundadır. Coğrafyası ile imarının ortak paydasında oluşmuş zengin iç ve dış mekân çeşitlenmesinin; kamusal kullanım, paylaşım ve hizmet yönlerinde bu ölçüde etkin kılındığı ve huzur ortamı oluşturduğu kentsel yaşam ortamı nadir bulunur bir değer zemini olarak algılanmaktadır. Kültürel konulardaki ihtimam ve hassasiyetin, özgün ortamlarda ve kentsel yaşam içinde sürdürülmesi, toplumların ferdi ve sosyal gelişimleriyle farkındalık ve uyumu yakalayabildikleri bir üst kültürel değerdir. Kültür mirasını yansıtan eserler, mekânlar ve kentsel elemanlar bu kültürel değeri belirleyici, açıklayıcı ve destekleyici araçlardır. Bu suretle farkındalık, koruma ve sahiplenme yetilerinin geliştirilmesi mümkün olabilmektedir. Yaşadığımız süreçte koruma, kullanma ve yaşatma geleneğinin güncel bir boyutu olan dünya miras alanı kimliğinin üstlenilmesi, sorumlulukları ve başarı ihtiyacının önemini artırmaktadır. Bu çerçevede kentin tarihi, arkeolojik, kentsel… nitelikli sitleri içinde koruma gayretinin ön plana çıkması kaçınılmazdır. Kültür mirasını sürdürme hedefiyle örgütlenmek, koruma ve yönetim planlarını yapmak, bu planların uygulanması için çaba sarfetmek, koruma ve imar çalışmalarında ilgili kurulların desteğini almak, uluslararası etkileşimi sağlamak, kültürel değerler konusunda bilimsel çalışmaları desteklemek, süreci izlemek etkin ve yetkin neticeler alınması için evrensel yöntemlerdir; İstanbul’da da bu sistem izlenmektedir. Sistemin örgütlenme yanını temsilen gerek İstanbul Sit Alanları Alan Yönetimi Başkanlığı’nın kurulması ve kurumlaşması için destek olunması sürecinde gerek UNESCO çalışmaları takibinin sağlanması hususlarında İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin hassasiyet ve yardımları şayan-ı şükrandır. Bu doğrultuda Dünya Miras Komitesi 40. Oturumu’nun Dünya Miras Alanı olan İstanbul’a davet edilmesi ve organizasyonunun üstlenilmesi İstanbul için kent yönetiminin sağladığı bir ilk ve ayrıcalıktır. İstanbul Sit Alanları Alan Başkanlığı Dünya Miras Komitesi-2016 onuruna İstanbul Özel Sayısı’nı hazırlama sorumluluğunu hissetmiş ve sürekli olabilmesi umuduyla bu yayının hazırlanmasına öncülük etmiştir. Akademisyenlerin, çalışma arkadaşlarımızın ve Büyükşehir Belediyesi İletişim Danışmanlığı’nın emekleri ile ortaya çıkan elinizdeki yayın, bu ayrıcalığın devamlı hatırlanacağı bir ikram olarak yaşayacaktır. Dr. Halil Onur İstanbul Sit Alanları Alan Başkanı Prof. Dr. Zekiye YENEN Prof. Dr. Fatma ÜNSAL Yıldız Teknik Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü zekiye.kuleli@gmail.com Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü unsal.fatma@gmail.com Dünya Miras Komitesi - DMK’nın İstanbul’da gerçekleşmesi programlanan 40. toplantısı onuruna yayın organı World Heritage Review - WHR 2016 Temmuz sayısı Türkiye’ye ayrılmış bulunmaktadır. Bu sayı ülkemizden Dünya Miras Listesi’ne girmiş ve aday olan alanlara ayrıldığından İstanbul sınırlı sayıda sayfa ile temsil edilebilmektedir. DMK 2016 İstanbul Toplantısının gerçekleştirilmesi için örgütlenen İstanbul Koordinasyon Kurulu bu eksikliği İstanbul Özel Sayısı'nın hazırlanıp yayınlanması yoluyla gidermeye karar vermiştir. Bu aşamada konuyu İstanbul Sit Alanları Alan Başkanlığı sahiplenmiş, elinizdeki yayın bu doğrultuda hazırlanmıştır. 28 Ekim 2015 tarihinde hedefin belirlenmesini takiben İstanbul özel sayısının ortak akıl ile gerçekleştirilmesi için hazırlıklar, Danışma Kurulu ile görüşmeler çerçevesinde geliştirilmiştir. 27 Kasım 2015 tarihinde Alan Başkanlığı’nda Danışma Kurulu düzenlenmiştir. Toplantıya (alfabetik sıra ile) Ahmet Vefa Çobanoğlu, Gülşen Özaydın, Hayri Fehmi Yılmaz, Necdet Sakaoğlu, Ümit Meriç, Yegân Kâhya’nın yanısıra İstanbul Alan Başkanlığı yöneticileri Halil Onur ve Muzaffer Şahin, editörler Zekiye Yenen, Fatma Ünsal, yayın kurulu teknik sorumlusu Fatma Sema Yücel Sekban, iletişim sorumlusu Sümeyra Yılmaz katılmışlardır. 11 Aralık 2016 tarihindeki geniş katılımlı toplantıya da Danışma Kurulu toplantısında yazı istenmesi kararlaştırılan yazarlar davet edilmişlerdir. Bu çalışmaların da yönlendirici katkıları ile İstanbul Özel Sayısı yayınının varoluş amacı, İstanbul’un Avrupa, Asya ve Afrika’nın “Mutluluk Kapısı / Dersaadet” olarak adlandırılmasından yola çıkarak, tarihi boyunca hep özel olan, özel kalan bu kentin özel bir yayına kavuşması olarak belirlenmiştir. Yayın; somut ve somut olmayan kültür mirasının birlikte ele alınmasının önemli olduğu, aksi takdirde yapıların ruhunu kaybetmesi ve öznesiz kalması tehlikesi ile karşıkarşıya kalındığı, böylelikle, İSTANBUL ÖZEL SAYISI HAKKINDA geleceği biçimlendiren geçmişi doğru okuyabilmenin mümkün olduğu kabulü üzerinden kurgulanmıştır. Bu doğrultuda İstanbul Özel Sayısının yayın kurgusu kentin; • coğrafyasının bahşettiği özgünlüğü eşsiz anıtsal eserler ve sürprizli yaşam mekânları ile taçlandıran tarihi ve kültürel kent peyzajı, • çok katmanlılığı ve bitmeyen yeniden oluşumu, • farklı yaşam ritüellerinin barışık çeşitliliği, çok-kültürlülüğü, • kültürel geçişlerin ve büyük coğrafyaya yayılan akımların mekânı olması, • ezber bozan tasarım ve üretim geleneği, • Dünya Miras Alanı kimliği ve koruma olgusu, • çok disiplinli çalışmalar gerektiren bilim alanı niteliklerini yansıtmak üzere tasarlanmış, somut kültür mirasına konu olan mekânsal ögeler üzerinden sosyoekonomik, politik, yönetimsel, kültürel ve yaşama dair yazılardan oluşması hedeflenmiştir. Kültür mirası politikalarının sürdürülebilirliğinin geleceğimizi temsil eden kuşakların konu hakkında bilgilenmesi ile olanaklı olacağından hareketle, Arkitera süreli yayınının ilgililerinin katkıları ve yardımı ile gençlere yönelik “İstanbul ve Kültürel Miras” temalı bir yarışma düzenlenmiştir. Yarışmacıların makale, video, röportaj, grafik, infografik, fotoğraf, karikatür gibi farklı anlatım türlerinde hazırladıkları eserleri ile başvurmaları ve İstanbul Özel Sayısında yer alabilmeleri sağlanmıştır. Bu doğrultuda İstanbul Özel Sayısı 2016’da; • kentin yönetimi işlevini ve mekânsal karşılığını anlatan, • tarihi yerleşmenin biçimlenmesinde coğrafyanın etkisini / katkısını yorumlayan, • İstanbul’un Marmaray ve Metro altyapı çalışmaları nedeniyle yapılan arkeolojik kazılarla genişleyen tarihini hatırlatan, çok katmanlı yapısına yer veren, • bu kazılarla açıklığa kavuşan gizli kalmış zanaatlardan camcılığı bilgilenmemize sunan, • Batı’da ortaya çıkan ve fiziki çevreyi etkileyen sanat akımlarından Art Nouveau’nun İstanbul’a özgü yorumlanmasını örnekleyen, • kentin farklı semtlerinde gelişen eş zamanlı farklı yaşam kesitlerini ve yaşama kültürlerini sergileyen, • İstanbul’un tarihi kesiminin korunmasını Erken Cumhuriyet Dönemi politikaları üzerinden hatırlatan, • ülkemizdeki genel kültür mirası politikaları çerçevesinde İstanbul’a değinen orijinal yazılara ve • İstanbul ve Kültürel Miras yarışmasını kazanan katılımcıların katkılarına yer verilmiştir. İstanbul Özel Sayısının Türkçe ve İngilizce ayrı basımlar halinde yayımlanması, Osmanlıca sözcüklerin tercüme edilmesindeki hata riski nedeniyle her iki dilde de sözlük verilerek anlaşılırlığının sağlanması, yazıların tercümelerinin uluslararası kalitede olmasının hedeflenmesi, zaman kısıtlılığı gözetilerek, makalelerin Türkçe ve İngilizce yazım denetimlerinin editörlerin sorumluluğuna verilmesi, makaleleri ayıran sayfalardaki görsel malzemenin, sayının içeriği ile uyumlu olarak, gravürlerden ve eski fotoğraflardan seçilmesi … teknik konuların bir kısmına örneklerdir. Yayının hazırlık sürecinde İstanbul Alan Başkanlığı’nın bu yayını kurumsal kimliğini güçlendirmek için bir fırsat olarak kabullenmesi ve yapıcı yaklaşımı, Alan Başkanlığı’nın genç ve dinamik kadrosunun özverili çalışmaları ve kısıtlı sürede nitelikli iş üretme becerisi editörlerin en önemli güvencesi ve dayanağı olmuştur. İstanbul Özel Sayısının kalıcı olması dileklerimizi sunar, bu yolda ilgililerin olumlu x olumsuz eleştirilerini, yapıcı katkılarını bekleriz. Saygılarımızla, İstanbul, Mayıs 2016 İÇİNDEKİLER ÜÇ KITANIN PAYİTAHTI YÖNETİMİ 12/21 İSTANBUL’UN ÇARŞAMBA DİVANI S A Y IS I L ÖZEL 2016 30/39 ART NOUVEAU’dan Art DECO’ya GEÇ OSMANLI MİMARLIĞI ve SANATINDA YENİ BİR AÇILIM 86/99 İSTANBUL’UN ERKEN CUMHURİYET DÖNEMİ PLANLAMASINDA KÜLTÜR VARLIKLARININ KORUNMASI ve MODERNİZASYON İKİLEMİ BÜYÜK KOL 66/73 İS TA N B U DOĞAL YAPI ve İKLİM İSTANBUL’UN 22/29 BAĞLAMINDA BİÇİMLENİŞİ 17. YÜZYILDAN CUMHURİYET DÖNEMİNE KİMLİK, İDEOLOJİ ve MEKÂNIN SEMBOLİK ANLAMI ÜZERİNDEN EYÜP 74/85 YAKIN AMA UZAK BİR TAKIMADA: İSTANBUL ADALARI DÜNYA MİRASI İSTANBUL ÖZEL SAYISI Türkçe ve İngilizce dillerinde İstanbul'da basılmıştır. Editörler Zekiye Yenen, Fatma Ünsal Editörler yardımcısı Fatma Sema Yücel Sekban Genel Yayın Koordinatörü Muzaffer Şahin Basıldığı Tarih ve Yer Haziran 2016, İstanbul Çeviri Yayımcı Yayınlayan Yayın Türü ISSN DÜNYA MİRAS ALANI YARIMADA’NIN 40/57 TARİHİ ARKEOLOJİSİ 100/105 Belkıs Dişbudak Nedime Mercangöz Uluslararası Konferans Tercümanları A.Ş. - UKT İstanbul Sit Alanları Alan Başkanlığı İstanbul Büyükşehir Belediyesi Özel Yayın Xxx xxx DOĞAL ve KÜLTÜREL MİRASIN KORUNMASINDA YEREL GÜCÜN ÖNCELİĞİ MARMARAY, METRO İNŞAATI KAZILARI 58/65 KURTARMA SİRKECİ CAM BULUNTULARI 106/109 İSTANBUL ve KÜLTÜREL MİRAS ESER YARIŞMASI İstanbul Özel Sayısında yer alan makalelerin kapsamından yazarları sorumludur. Fotoğraflar için -makale sonunda kaynak belirtilmediyse - yazarın arşivinden ya da Atatürk Kitaplığı'ndan, İstanbul Alan Başkanlığı ve İBB arşivlerinden yararlanılmıştır. İSTANBUL ÖZEL SAYISI 2016 11 İSTANBUL ÖZEL SAYISI / 2016 Necdet SAKAOĞLU Yazar, Araştırmacı & Tarihçi selcuksakaoglu@googlemail.com ÜÇ KITANIN PAYİTAHTI İSTANBUL’UN YÖNETİMİ ÇARŞAMBA DİVANI – BÜYÜK KOL İstanbul; Kostantinopolis asırları ardından 1453’ten 1922’ye değin Mahrusa-i Saltanat, Dersaadet, unvanlarıyla Osmanlı Devletinin payitahtı oldu. Surlarla güvenliğe alınan kentin doğal sınırları Haliç, Boğaz ve Marmara kıyılarıydı. Kara Surlarının dışında ekim alanları, ortada da Türklerin Kızıl Elma dedikleri “Roma”ya uzanan Sultan Yolu (Via Egnetia) vardı. İstanbul bugün, gökdelenlerin gölgesinde bir semt: “Fatih”! Bu ulu şehir megapole dönerken tarihi Payitahtı, bir semti yutuverdi. Yitik İstanbul’u tanımlamakta zorluk çekiliyor. Yapay, yakışmayan “Tarihî Yarımada”, “Suriçi” deniyor. Oysa daha düne kadar Üsküdar’dan, Kadıköy’den, Beşiktaş’tan, Kasımpaşa’dan, Eyüp’ten... “İstanbul’a gidilir, İstanbul’dan dönülür”dü. Günümüzün İstanbul’u Gebze ile Çatalca arasında sanki küçük bir ülke. Geçmişte devletlerin yönetim merkezleri için özel örgütleri, Payitaht halkının güvenlik ve esenliği önlemleri, protokol ve törenleri vardı. MS 331’de İmparatorluk başkenti olan İstanbul; bu konumunu Roma ve Bizans’tan sonra Türk Sultanları asırlarında da korudu. İmparatorlar gibi padişahlar da Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarında egemen oldukları ülkeleri Dersaadet (mutluluk kapısı) dedikleri ve buradan yönettikleri için, 1453’ten 1923’e kadar, 470 yıl boyunca kentin esenlik ve bayındırlığını önemsediler (Resim 1). Her padişah, iki denizin, Boğaz’ın, Haliç’in, tepelerin ve adaların kuşattığı bu görkemli taht şehrinin her köşesini biniş, gidiş, alay, tebdil ve törenlerde görüp tanımaktaydılar. İstanbul’un her köşe bucağını sanat yapılarıyla bayındır kılmak emelleriydi. Kimi padişahlar kentin bayındırlığı için örgütler kurup kanunnameler koyarak vezir ve kadılardan divanlar kurdular. En büyük karar organı sarayda kurumlaşan Divan-ı Hümayun’du. Diğerleri bunun komisyonları gibiydi. İkindi, Salı, Çarşamba, Cuma Divanları bunlardandı. Daha eskilerde padişah divanı yapıldığı da bilinmektedir. Ayak Divanı, At Divanı denen olağanüstü görüşmelerse divanhanede değil, açıkta yapılırdı. İkindi Divanı, Salı ve Cuma Divanları sadrazamın konağında veya Paşakapısı’nda yapılır, Divan’dan kalan ikincil konular karara bağlanır, davalara bakılırdı. Sadrazamın Rumeli ve Anadolu kazaskerleriyle yaptığı Cuma Divanı, bir bakıma yargıtay işlevindeydi. Çarşamba Divanı’nın gündemi ve devamındaki Büyük Kol denen çarşı- İstanbul MS 331de imparatorluk başkenti olmuş, bu konumunu Roma ve Bizans’tan sonra Osmanlı döneminde de korumuştur. İmparatorlar gibi padişahlar da Avrupa, Asya, Afrika kıtalarında egemen oldukları ülkeleri “Dersaadet” de denen İstanbul’dan yönettikleri için kentin esenlik ve bayındırlığını önemsemişlerdir. Her hafta yinelenen Çarşamba Divanı sona erince yine sadrazamın başkanlığında Büyük Kol denen çarşı pazar eksenli kent denetimine çıkılır, Kol’da İstanbul kadısı, yeniçeri ağası, subaşı, asesbaşı, kol oğlanları, mimarbaşı, daha birçok görevli yer alır, durulan noktalarda sadrazamın buyrukları, verdiği cezalar hemen uygulanırdı. Resim 1. Dersaadet denen Suriçi İstanbul’un büyük bir bölümü çarşılardan oluşuyordu. Kapalı Çarşı ve hanlar merkezli bu ticaret alanının güvenliği ve denetimi birinci derecede önemliydi. (Resim 4). Bu beldelerin de onlarca, yüzlerce kasaba, mahalle ve köyü vardı. pazar denetimi doğrudan “İstanbul”a dönüktü. Başlangıçta sarayda Kubbealtı’nda toplanırken 17. yüzyıl ve sonrasında Paşakapısı / Babıâli’de yapılmaya başladı. Divan başkanı, padişaha karşı İstanbul’un yönetiminden sorumlu Sadrazam, seferde veya Edirne’de ise vekili Sadaret Kaymakamıydı. Divanın üyeleri de İstanbul Efendisi (kent kadısı) ile Bilâd-ı Selâse (üç belde: Galata, Üsküdar, Eyüp) kadılarıydı. İstanbul, doğal yapısı, savunma, iaşe, ulaşım, bayındırlık, nüfus yoğunluğu gibi nedenlerle bu özel yönetimi gerektiren bir Payitahttı. Dersaadet denen surlarla çevrili asıl kentin çevresinde daha üç beldesi vardı: karadan ve Haliç suyolundan bağlantılı Eyüp (Resim 2), Haliç’in karşı tarafında Galata (Resim 3), Boğaz’ın Anadolu yakasında Üsküdar Resim 2. Eyüp bir ticaret merkezi değil, Çatalca’ya, Silivri’ye kadar uzanan padişah çiftliklerinin merkezi aynı zamanda da kutsanan bir yerdi. İstanbul, Payitahtlık (saray ve saltanat merkezi ayrıcalığından) “Dersaadet”ti. Galata, Eyüp ve Üsküdar’a da üç belde anlamında Bilâd-ı Selâse denirdi. Merkezi Haliç kıyısındaki Eyüp’ün diğer adı önceleri Havass-ı Kostantiniyye, daha sonra Havass-ı Refi’a (Yüce Haslar) idi. Kadılık sınırı Çatalca’ya kadardı. Akropol görünümlü kalesi ve ünlü kulesiyle Mahrusa-i Galata Kadılığı’nın yönetim alanı Kasımpaşa’dan, Beşiktaş’a, oradan Boğaz köylerine kadar uzanmaktaydı. Medine-i Üsküdar, Anadolu yakasında tek merkezdi. Kadılık sınırları Adalar’dan Beykoz’a ve Gebze’ye kadardı. Her kadılığın büyükçe nahiyelerinde kenar Osmanlı Devleti’nin karar organı, sarayda kurumlaşan Divan-ı Hümayun’dur. İkindi, Salı, Çarşamba, Cuma Divanları bu kurumun komisyonları olup Kubbealtı’nda ve Paşakapısı / Babıâli’de toplanırdı. Resim 3. Dersaadetle bakışık Haliç’in karşı kıyısındaki ikinci kent Galata ticari bir merkezdi. Resim 4. Boğaziçi’nin Anadolu yakasında gelişen Üsküdar’ın kent kimliğini iskelesi ve Mihrimah Sultan Camii simgeliyordu. naibi, ayak naibi denen görevliler vardı. Dersaadet ve Bilâd-ı Selâse kadılıkları “mahreç mevleviyeti” (il kadılığı) düzeyinde, birbirinden bağımsız yargı ve yönetme erkleriydi. Çarşamba Divanı ve saray merasimleri dışında biraraya gelmeleri, teşrifat dışında üstlük altlık konumları, Dersaadet kadısına bağlılıkları söz konusu değildi. Saltanat yüzyıllarında İstanbul’un bu özel yönetiminin, Tanzimat’ta Şehremaneti (valilik-belediye örgütü) kuruluncaya değin, günü, gündemi, katılımcıları, protokolü değişmedi. Bunu zorunlu kılan koşullar, şeriat, hukuk ve örf (yönetsel düzen) idi. Bu yapılanma, bir yönüyle İlmiye sınıfının dokunulmazlığına (yargı bağımsızlığına) da dayanıyordu. Özerk ve dokunulmaz İlmiye sınıfı İSTANBUL ÖZEL SAYISI 2016 15 “Dersaadet” denen surlarla çevrili kentin çevresinde “Bilâd-ı Selâse” denilen üç beldesi vardı: karadan ve Haliç suyolundan bağlantılı Eyüp, Haliç’in karşı tarafında Galata, Boğaz’ın Anadolu yakasında Üsküdar. mensupları (müderris ve kadılar), terfi ederek mevleviyet derecelerine ulaşırlar, terfi ederek Galata, Eyüp, Üsküdar kadılıklarına atanırlardı. İstanbul efendisi de denen Dersaadet kadılığına ise Edirne, Medine, Mekke kadılıkları arasından atama yapılırdı. Bir üst derece Anadolu ve Rumeli kadı askerlikleriydi. Her kadı için, müddet-i örfiye (görev süresi) bir yıldı. Bu, ‘kadı’nın tekrar aynı göreve atanmasına engel değildi. İstanbul ve Üç Belde kadıları, kendi bölgelerinin yargıcı ve yöneticisiydiler ama Kapıkulu kışla ve ocaklarına, kulluklara, yeniçerilerin sulta kurduklara yerlere, Tersane’ye müdahale edemezlerdi. İstanbul ve üç belde kadılarına, Çarşamba Divanı’na bağlı olmaksızın doğrudan padişah ve sadrazam buyruklar verirdi. Bu emirler, “Dersaadetim ve Bilâd-ı selâse kadıları efendilere hüküm ki” hitabıyla dördüne veya örneğin “Mahrusa-i Galata Kadısı efendiye...” hitabıyla ilgili kadıya yazılırdı. Dersaadet ve Galata mollalarının (kadılarının) bir görevleri de limana gelen gemicilerin, gezginlerin, elçilik görevlilerinin güvenliklerini sağlamak, sorunlarını çözmekti. İstanbul’un, yönetimden, güvenlik ve iaşe işlerine kadar sorunlarına sadrazamla birlikte bakan dört ‘kadı’nın muayyen birer makamı yoktu. İstanbul Efendisi/ Dersaadet Kadısı, dava dinleme-duruşma görevini Mahmutpaşa Camii‘nde veya evinde, Galata Kadısı Arap Camii avlusundaki meşrutada, Üsküdar ve Eyüp kadıları evlerinde yapar; ilam, hüccet, dava, tescil, vakıf, nikâh işlemlerini yardımcıları şer’iye kâtiplerine yazdırır, sicil defterlerine işletirlerdi. Yargı, yönetim, denetim işlerindeki yardımcıları, kethüda, bab naibi, ayak naibi, muhtesip, kâtip, kassam, muhzır, subaşı, asesbaşı, böcekbaşı, tellal, kolcu, suyolcu, mimar ve kalfalardı. Dersaadet, Eyüp ve Üsküdar kadıları bu beldelerdeki evlerinde, Galata Kadısı İstanbul’da oturur, her sabah bir kayıkla Karaköy’e geçer, akşam dönerdi. Resim 6. İstanbul ve Bilâd-ı Selâse Kadıları Çarşamba Divanı’nın üyeleriydi. Bu kadılar büyük merasimlere özel kuşamlı atla, kallavi kavukla ve kürkle katılırdı. Eyüp’ün kadılık sınırı Çatalca’ya kadardı. Galata Kadılığının yönetim alanı Kasımpaşa’dan, Beşiktaş’a, oradan Boğaz köylerine kadar uzanırdı. Üsküdar Anadolu yakasında tek merkezdi; kadılık sınırları Adalar’ı, Beykoz’u ve Gebze’yi içine almaktaydı. Bu beldelerin de nahiye, mahalle ve köyleri bulunuyordu. Cülus, muayede (bayramlaşma) ve diğer merasimlere dört kadı da teşrifat gereği çağrılır; bayram tebriklerinde padişah, ilmiye ileri gelenleri sırasında bunlara da tahtından doğrularak el öptürürdü. Bu davranış, padişahın ilmiye mensuplarına saygısının işaretiydi. Sıradan günlerde sade binişli (kumaş cübbe), sarıklı ve mavi mest pabuçlu görülen İstanbul kadıları, merasimlerde örf denen büyük oval sarık, mevsime ve merasime göre bol yenli kürk giyerek yer alırlardı. Atlarına, saçaklı abaî (rişe) denen sırma işlemeli püsküllü gaşiye örtülür, yanlarında keçeli çuhadarlar yürürdü. karşı sorumlu olan sadrazamın görevi, İstanbul’un asayişi ve ticaret düzeniydi. Bu amaçla narh uygulamalarını teftiş etmek, suçüstü cezalar vermekti (Resim 5). Sadrazam seferde veya padişahla Edirne’de ise bu sorumluluğunu vekili Sadaret Kaymakamı üstlenir, Çarşamba Divanı’na da başkanlık ederdi. Resim 5. Çarşamba Divanı oturumları gibi Kol Denetimi de sadrazam başkanlığında yapılırdı. Çarşamba günleri sabah namazından sonra Paşakapısı Divanhanesine gelen dört kadı, sadrazamın gelmesini beklerler, sadrazam “sabahınız hayrola” diyerek kadıları selamlayıp sadra (baş sedir) geçer, sağına İstanbul ve Eyüp kadılarını, soluna Galata ve Üsküdar kadılarını buyur ederdi (Resim 6). Divanda sadrazamın veya vekili sadaret kaymakamının Selimî kavuk ve erkân Resim 7. İstanbul ticaret merkezlerinin odak noktası 'Çarşı-yı Kebir' de denen Kapalı Çarşı kürkü giyimli olması teşrifat gereğiydi. Oturum başlayınca sadrazam önce şikâyetleri dinleyip kadılara sorar, buyrukları kendisi verirdi. İkinci aşamada, İstanbul ve belde kadıları temyiz duruşmaları yaparlardı. Divanda görülen şer’i davalar “sicil” denen yargı defterine işlenirken idari-örfî konu ve kararlar için kayıt tutulmazdı. Oturumun kent yaşamı bakımından daha önemli örfî (yönetsel) konuları üçüncü aşamada; iaşe, yakacak, fiyat/narh, güvenlik, bayındırlık, imar ve inşaat, iskân, yol, temizlik, su-çeşme hizmetleri, taşımacılık, ulaşım, yem, yangın, salgın, göç, iskele, çarşı pazar, gedik (yeni dükkân açma) işleri görüşülerek gereken kararlar alınır, buyruklar yazılırdı. Divan-ı Hümayun teşrifat ve geleneklerinin uygulandığı Çarşamba Divanları, öğleye doğru kuşluk yemeği servisiyle biter, sıra “Büyük Kol” denen denetime geldiğinde buna katılmaları gerekmeyenler, sadrazamdan izin alarak ayrılırlardı. Büyük Kol / Kola Çıkma “Çıkdıkça sa’adetle kol’a dûş-i felekde Zer-meş’ale-i mâh müheyyâ mı değildir”1 (Nailî) Çarşamba Divanı’nın son aşaması gösterimsel denetim turu olan Büyük Koldu ve sadrazamın, arada padişahın da “tebdilen” (tanınmayacağı kıyafetle) sık sık kent denetimine çıkmaları gelenekti. Kol denetiminde, kavga, dalaşma gibi yakışıksız durumlarla çöp yığınları, enkaz ve çukurlarla karşılaşılmaması, esnafın da dükkânlarına çekidüzen vermesi için mumcular denen bir meşaleci ekibi önden giderdi. Çarşamba Divanı Oturumları Dersaadet (İstanbul: bugünkü Suriçi), Galata, Havass-ı Refi’a (Eyüp) ve Kasaba-i Üsküdar kadılarının her Çarşamba sabahı, sadrazamın başkanlığında Paşakapısı Divanhanesinde, bazen sadrazamın konağında, İstanbul gündemli divan kurmaları kanun-ı kadim (eski ve değişmez yasa) idi. Divan öncesinde sadrazamın, yeni beylerbeyleri ve sancakbeylerini yeniçeri ağasıyla birlikte kabul etmesi gelenekti. Payitahtın yönetiminden padişaha Resim 8. Kol denetimi sırasında hafiyelik, habercilik ve kılavuzluk hizmeti yapan Vezir Baş Tebdili, Vezir Tatar Ağası, Kol Başı ile Salma Çuhadarı 1“Evren içinde denetime mutlulukla çıktığı zaman Ay onun önünde altından meşale tutar” N. Sakaoğlu çevirisi Resim 9. Büyük Kola katılan yeniçeri subaylarından Baş Çavuş, Orta Çavuşu ile Koloğlu Baş Çavuşu Resim 10. Sadrazamın yakın korumalarından Şatır İSTANBUL ÖZEL SAYISI 2016 17 Çarşamba Divanının “Büyük Kol” denilen kent teftişi heyeti, Hocapaşa, Sirkeci, Eminönü, Unkapanı, Yağkapanı, Balkapanı, Yemişkapanı ve çarşılar içinden geçip, Zeyrek Yokuşu, Saraçhanebaşı, Uluyol ve Divanyolu’nu izleyerek Paşakapısı’na dönerdi. Sadrazam, bayındırlık ve ticaret düzeninden sorumlu görevlilerle, çarşı pazar yoğunluklu semtleri denetlerken (Resim 7), Bilâd-ı Selâse kadıları da kendi beldelerinde kola çıkarlardı. Paşakapısı binektaşında at binen sadrazam; maiyetindeki İstanbul kadısı, Yeniçeri ağası veya sekbanbaşı, veziriazam ağaları, kapı kethüdaları, Dergâh-ı Âli çavuşları, subaşı, asesbaşı, cebeci ve topçu çavuşları, kadı kethüdası, ihtisap ağası, mimarbaşı, Bostancı odabaşısı, çardak çorbacısı, kol oğlanları, saraçbaşı ve şatırlardan oluşan “kol”un ortasında, kanunname gereği önünde, iki yanında, arkasında - eski deyimle göz büyülgü (gözdağı) verip korku salangörkemli bir heyetle hareket ederdi (Resim 8-16). Büyük kol, Hocapaşa, Sirkeci, İskele Resim 11. Büyük Kol’un ceza uygulayıcıları olan Yeniçeri Ağası, Ağa Yamağı ile Falakacı Başı 2 Fındıklı Şemdani-zade Süleyman Efendi'nin Osmanlı Tarihi başı (Eminönü), Unkapanı, Yağkapanı, Balkapanı, Yemişkapanı, çardaklar ve çarşılar içinden geçerek (Eyüp’e de uğrandığı olurdu), Zeyrek Yokuşu, Saraçhanebaşı, Uluyol ve Divanyolu’ndan Paşakapısı’na döner, kent teftişi tamamlanırdı. Üç dört saat süren bu turlamada sık sık durularak ürün kalitesi, dükkân ve işyerlerinin düzeni, bakkal, fırıncı ve kasap esnafının temizliği, ekmeğin pişkinliği, ölçüsü, etlerin yağ oranı ve tazeliği, narhlara uyulup uyulmadığı, terazi ve dirhemler; arasta, kapan, han ve sokaklar, çeşmeler denetlenirdi. Sadrazamın durmak, inmek istediği yerde, yeniçeri ağası atının dizginini tutarak inmesine yardım eder, o ve İstanbul kadısı karşısında el pençe durur, sormadıkça konuşmazlardı. Sadrazam; narhları kadıya, yol, çeşme, temizlik... gibi işleri belediye başkanı konumundaki ihtisap ağasına sorardı. Denetimler sırasında cezalandırmalar, esnafın ve halkın gözü önünde yapılırdı. Bu uygulamaların, yol ortasında falakaya yatırmak, bayat etleri, pişmemiş ekmekleri köpeklere yedirmek gibi tarihe geçmiş öyküleri vardır. Örneğin, Hekimoğlu Ali Paşa’nın, 1732deki sadaretinde, ilk kola çıkışında Paşakapısı’ndan Eyüp’e gelesiye 22 ekmekçi, bakkal ve kasap astırarak esnafa ve halka gözdağı verdiği, Mür’i’t-Tevârih’te2 yazılıdır. Sadrazam seferdeyse vekili olan sadaret kaymakamı Çarşamba Divanı’na kendi konağında başkanlık eder, kola çıkardı. Ancak, yeniçeri ağası da seferde olacağından onun yerini sekbanbaşı alır, kol önünde de mumcuların yerine kollukçular yürürdü Kaynakça Sonuç Mumcu, A., Hukuksal ve Siyasal Karar Organı Olarak Divan-ı Hümayun, ss. 148,166. Sadrazam padişahın mutlak vekili ve payitaht İstanbul’un yöneticisi, Çarşamba Divanı da danışma ve yargı kuruluydu. Bu sistemin İstanbul’un fethini izleyen ilk örgütlenme sırasında Mahmud Paşanın ilk sadrazamlığı (1453-1466), Hızır Paşa’nın İstanbul, Molla Hüsrev, Molla Güranî ve Molla Arap’ın da belde kadılıkları evresinde başladığı; 1834’te İstanbul kadısının, Pazartesi ve Perşembe günleri yabancı tacirlerin davalarına bakmakla görevlendirilmesine, Tanzimat’ın yönetim ve yargı yeniliklerine, İstanbul Şehremaneti’nin (belediye ve valilik) kuruluşuna kadar dört yüzyıl sürdüğü söylenebilir. Evliya, Seyahatnâme, c. 1, ss. 363, 432, 440, 462, 472. Mantran, R., İstanbul I, ss. 127-139. Ortaylı, İ., Türkiye İdare Tarihi, s. 157. Sakaoğlu, N., “Bilâd-ı Selase” D.B. İstanbul Ansiklopedisi, c. 1, ss. 228-229. Sakaoğlu, N., “Bilâd-ı Selase” D.B. İstanbul Ansiklopedisi, c. 2, ss. 228-229. “Tevki’î Abdurrahman Paşa Kanunnameleri”, Millî Tetebbular Mecmuası, sayı 3, ss. 501-503. Uzunçarşılı, İ. H., Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilâtı, ss. 96-101, 137, 212. Uzunçarşılı, İ. H., Osmanlı Devletinin Merkez ve Bahriye Teşkilâtı, ss. 40-181. Uzunçarşılı, İ. H., İstanbul ve Bilâd-ı Selâse Denilen Eyüp, Galata ve Üsküdar Kadılıkları, İstanbul Enstitüsü, c. III, ss. 25-32. Ziyaoğlu, R., Belediye Rehberi, ss. 39. Resimler için Kaynakça Resim 1-4, 7 Necdet Sakaoğlu Arşivi. Resim 5, 8-16 Mahmut Şevket Paşa, Osmanlı Teşkilât ve Kıyafet-i Askeriyesi. Büyük kol bitip Paşakapısı’na dönüldüğünde çeşnigirler sadrazama ve görevlilere sofralar kurar, sonra herkes dağılırdı. Resim 12. Büyük Kola katılan ocak zabitlerinden Kethuda Başı, Çorbacı ile Odabaşı Ergin, O., Mecelle-i Umûr-ı Belediye, ss. 299 ve devamı. Resim 6 “İstanbullu Rum Ressamlar Topkapı Sarayı'nda” sergisinin afişi, 2011. Resim 13. Büyük Kola katılanlardan kadıya yardımcılık eden Sekbanbaşı ile Subaşı Resim 14. İstanbul çarşılarının güvenlik sorumluları: gündüz denetçilerinin amiri Asesbaşı ile gece denetimlerinden sorumlu Böcekbaşı “Kanun-ı Divan-ı Çarşanba” O gün şehir kadısı, Galata, Eyüp ve Üsküdar kadıları sadrazam sarayına gelirler. Sadrazam selimî ve erkân kürküyle Divanhâne’ye çıkar. Cuma tertibi üzere divan edip davâ dinler. Kulların işlerini şer’i-şerif üzere görür. Husumet ve nizaları keser. Osmanlı kanunlarını icra eder. Lâzım geldikçe kadı efendilere dinletir. Divandan sonra yemek yenir. Yeni beylerbeyi ve sancakbeyleri yeniçeri ağasıyla sadrazamın huzuruna çıkarlar. Sadrazam kanûn-ı kadîm üzre kol dolaşmak dilerse selimî ve erkân kürkü ve divân rahtlı atla şu tertipte hareket eder: ibtida subaşı perişânî sarıkla, asesbaşı süpürge sorguçla yoldaşlarının önüne dizilip atbaşı eşerler. Çardak çorbacısı süpürge sarıkla, şehir kadısı kethüdası perişânî sarıkla beraber giderler. Dergâh-ı âli çavuşları mücevveze, çavuşbaşı selimî ve dîvân rahtlı atlarla eşerler. Şehîr kadısı örflü yalnız eşer. Yeniçeri ağası selimî ve divân rahtlı atlarla eşer. Üsküflü ve serâser kuşaklı mumcular önde iki sıra piyâde yürürler. Kapı kethüdaları bunların önünce ikişerli yürürler. Kol oğlanları, sadrazamın önüne düşüp mumcuların ortasında yürürler. İhtisap ağası perişânî sarıkla ve orta kuşaklı elinde değnekle sadrazamın sağ üzengisi yanında yürür. Terazi götüren, sadrazamın önünde şatırların ortasında saraçbaşıyla, süpürge sorguçlu muhzır ağa sağ üzengide, Bostancılar ortabaşısı solda yürürler. Darp ve tazir âletlerini bunlar götürür, yakalama ve dövmeyi bunlar yapar. Kethüdayerleri, cebeci ve topcu çavuşları veziriazam ağalarıyla geride karışık yürürler. Bu üslûpla saraydan çıkıp iskele yolundan, zahire yoklamak için Unkapanı’na uğranır. Attan inmek lâzım geldikte çavuşlar dışında cümlesi atlardan inip hazır olurlar. Sadrazamın yeniçeri ağası attan indirip ihtisap ağasının elindeki değneği alıp verir. Zahire işlerini yokladıktan sonra at binilip Zeyrekbaşı’na (günümüzde Saraçhane’nin İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafı) doğru giderler. Narh işlerinde satıcı ve müşteriye gadrolmamak üzere düzeltip tutmayanların hakkından gelirler. İktiza ederse şer’le ol gün siyâset (idam) ve mucib-i ibret ederler. Fırınlarda ekmek yoklamada, ihtisap ağası fırından etmek alıp sadrazama verir. Ekmeği kırar bakar ve çekdirir, bahanesi (kusuru) yoksa geçer. Tazire müstahak ise ve dirliği yoksa hemen orada herkesin önünde yatırıp dövdürür. Eğer dirliği varsa zâbitine (ocak odabaşına) teslim ve tazîr ettirir. Sadrazam nerede durursa kadı efendi ve yeniçeri ağası karşısında atlarını çekip dururlar. Hitap ve sual olmadıkça söylemezler. Sadrazamdan gayri bir ferde söz söylemek kanun değildir. Sadrazam narha dair suali kadı efendiye ve ihtisab ağasına buyurur. Kasaplarda et az yahut arıksa yeniçeri ağasından sorar. Sadrazam Zeyrekbaşı’nda Divanyolu üzerinden kendi sarayına varır. Cümlesi selâmlayarak evlerine giderler. Sadaret Kaimmakamı olanlar da bu kanunları icra ederler. Yeniçeri ağası yerine sekbânbaşı, mumcular yerine de kollukçular yürür. Resim 15. Büyük Kol zabitlerinden Kollukçu Zabiti, Kara Kollukçu ile Kollukçu Çavuşu Resim 16. Kol hizmetlilerinden Sebilci ile Saka İSTANBUL ÖZEL SAYISI 2016 19 Narh Kanunu Dükkân sahiplerinin aşırı fiyatla müşterilere zarar vermemesi için padişah narh koydurtur. Dünya işlerinin müdürü ve devlet vekili olan sadrazam bilenlere danışarak, satana ve alana zarar olmasın diye yiyeceklere ve diğer gereksinimlere narh koyulması için kadılara fermân buyurur. Onlar da ferman gereği narh belirleyip icrasını takip eder, uymayanları cezalandırırlar. Narh işleri umumi meseledir. Ferman buyrulmadıkça indirilmez ve zam yapılmaz. Sık sık fiyat yükseltme ve indirme fermanı vermekte gâyet ihtiyatlı olmalı ve danışmada bulunmalıdır. Muhtekirler ve işine hile katanlar ve işini pis yapanlar, ekmeği çiğ pişirenler ve eksik satanlar hâllerine göre cezalandırılmalıdır. Vekil-i devlet sadrazam narh işlerine bizzat dikkat etmelidir. Zira âlemin rahatının bir maddesi de narh icrası, çarşı esnafının ve pazar işlerinin intizamıdır. Kadim kanunnamelerde böyle yazılmıştır. SÖZLÜK ALAY: Resmi tören. ANADOLU KAZASKERİ: Yargıtay yargıcı. Anadolu yargıçlarının başı. ARASTA: Eski çarşılarda aynı işi yapanlara özel sokak. BEYLERBEYİ: Osmanlı eyaletlerinde mülki ve askeri en büyük yönetici. BİLAD-I SELASE: İstanbul’un banliyösü sayılan Eyüp, Galata, Üsküdar yerleşimleri. BİNEK TAŞI: Kapı önündeki ata veya arabaya binişte inişte kullanılan yüksekçe taş. BİNİŞ: Padişahın ziyaret veya gezi amacıyla günübirlik saraydan çıkışı. BOLYENLİ: Törenlere özel kolları ve eteği uzun kürk. BOSTANCI ODABAŞISI: Saray bostancı örgütünün bölük komutanı. BÖCEKBAŞI: Geceleri çarşılarda dolaşan eski polis. BÜYÜK KOL: Sadrazamın başkanlığında yapılan çarşı ve kent denetimi. CEBECİ: Ordu silahlarının bakımını ve korunmasını yapan askeri sınıf. CUMA DİVANI: Sadrazamın ikindiden sonra konağında yaptığı toplantı. CÜLUS: Yeni padişahın tahta oturması. ÇARDAK ÇORBACISI: Çarşılarda esnaf şikâyetlerini dinleyen görevli. ÇEKDİRME: Tarttırma. ÇEŞNİGİR: Protokol şölenlerinde sofra hizmetlerini yürüten saray görevlisi. DARP VE TAZİR: Kadının suç ve kabahate göre hükmettiği dayak cezası. DERGÂH-I ÂLİ ÇAVUŞU: Saray kapılarını bekleyen yüksek görevli. DERSAADET: İstanbul’un Osmanlı Devleti zamanındaki başkent unvanı. DİVAN RAHTI: Tören eyeri. KEÇELİ ÇUHADAR: Başına yeniçeriler gibi keçe külâh giyen Paşakapısı görevlisi. MÜDDET-İ ÖRFİYE: Bir görevde kalma süresi. SİCİL DEFTERİ: Kadı ilâmı denen resmi yazıların kaydedildiği defter. KENAR NAİBİ: Küçük yerleşimlerde kadı adına davalara bakan hukuk bilen kişi. MÜDERRİS: Medrese denen eski okullarda ders veren öğretim görevlisi. KETHÜDA: İşgüder. KETHÜDA YERİ: İşgüderin yardımcısı. MÜHEYYA: Hizmete veya gidişe hazır olan. SİYASET: (yaygın anlamından farklı olarak) idam cezasına çarptırma. KIZIL ELMA: Osmanlı Devletinin genişleme siyasetinde varılmak istenen en son sınır: Budin. NARH : Kadının ilgili esnaf temsilcileri ile görüşerek gereksinim maddelerine koyduğu fiyat. KOL : Bir denetim işi için belirlenen kadro veya gidilecek yer. OCAK : Askeri örgütlerin kışla ve görev yerleri. KOLOĞLANI: Çarşı pazar denetimi yapan eski zabıta görevlisi. ÖRF: Din kurallarına göre değil öteden beri uygulanan yerleşik kurallar. KOLCU: Kırları yolları geçitleri bekleyen. ÖRF: Oval kavuk. KOLLUKÇU: Şehir surlarının kapılarında giriş çıkışları kontrol eden asker. PAŞAKAPISI – BABIALİ: Saraydan sonra Osmanlı Devletinin yönetim merkezi. HÜKÜM: Padişahın veya sadrazamın yapılmasını buyurduğu iş. KUBBEALTI: Topkapı Saraında divan üyelerinin (bakanlar kurulu) toplandığı büyük salon. PAYİTAHT: Padişahlık tahtının ve sarayın bulunduğu kent: saltanat başkenti. İBTİDA: İlk önce KULLUK: Karakol. İHTİSAP AĞASI: Günümüzdeki belediye başkanı karşılığı unvan. MAH: Ay takvimine göre 30 günlük zaman dilimi, ay. PERİŞANİ: Rastgele dolanmış görünümü veren beyaz tülbentten sarık. İKİNDİ DİVANI: Sadrazamın ikindiden sonra yaptığı toplantı: Cuma divanı. MAHREC MEVLEVİYETİ: İllerin kadılık kadrosu. İLMİYE: İslam öğretisine göre medrese dersleri veren, kadılık yapanlar. MAHRUSA-İ GALATA: Galata kenti. ERKAN KÜRKÜ: Törenlere özel kürk üstlük. EŞMEK: At yürüyüşü. FALAKAYA YATIRMAK: Şer’an verilen ceza gereği kişinin ayak tabanlarına vurulan sopa. GALATA MOLLASI: Galata bölgesinin yargı ve yönetim amiri kadı. GAŞİYE: Eyer. GİDİŞ: Padişahın veya saray halkının bir amaçla saraydan çıkış ve dönüşleri. HAVASS-I KONSTANTİNİYE – HAVASS-I REFİ’A: Eyüp’ün eski adı, has çiftlikler. HÜCCET: Divan-ı Hümayundan verilen kanıt belgesi. İSTANBUL EFENDİSİ: İstanbul’u yöneten ve yargı işlerine de bakan büyük kadı. İHTİSAP AĞASI: Tanzimattan önce İstanbul’un kent sorunlarına bakan belediye başkanı. KADI KETHÜDASI: Büyük kadıların günlük iş ve ilişkilerine bakan görevli. KALFA: Mimar yardımcısı. ARIK: Etin yağsız, yavan olması. DERSAADET KADISI: İstanbul’un yargı ve yönetim işlerine bakan yargıç. KANUN-I KADİM: Osmanlı Devletinin kuruluş evresinden beri uygulanan yasalar. ASES BAŞI: İstihbarat işleri yapan sivil polis. DİRHEM : Yaklaşık 3,2 gramlık eski tartı ölçüsü. KAPIKULU: Devletten aylık, 3 aylık ulufe denen ücret alan paralı asker. AT DİVANI: Padişahın, atının dizgini elinde, ayağı üzengide komutanlarla yaptığı görüşme. DİRLİĞİ OLMAK: (metinde) Yeniçeri kurumuna bağlı olmak, ulufe alma hakkı olmak. KAPI KETHÜDASI: Yarı bağımsız beylerin İstanbul’daki sorumlu temsilcileri. AYAK NAİBİ: Kent kadısının uzak semtlerde görev yapan, görevine yürüyerek ya da katırla giden yardımcısı. DİVANHANE: Paşakapısında sadrazam başkanlığındaki toplantıların yapıldığı salon. BAB NAİBİ: Büyük kadıların yardımcıları. BELDE KADISI: Küçük yerlerde kadılık görevi yapan. DİVAN-I HÜMAYUN: Sarayda sadrazam başkanlığındaki büyük kurulun toplantı salonu. KASSAM: Ölenin mirasını varislere paylaştıran hukukçu. KANUNNAME: Sürekli yürürlüğü sözkonusu olan padişah yasası. KAPAN: ithal edilen emtianın kalite kontrolünün ve fiyatlamasının yapıldığı ticaret hanı. MAHRUSA-İ SALTANAT: Osmanlı Devletinin başkenti : İstanbul. MEDİNE-İ ÜSKÜDAR: Üsküdar kenti. MEŞALECİ: Devlet görevlileri geceleri bir yerden bir yere giderken önlerinde ışık tutan kişi. MİMAR BAŞI: Kamu mimarlarının en büyüğü. RUMELİ KAZASKERİ: Osmanlı Devletinin Avrupa topraklarındaki kadılarının başı. SAÇAKLI ABAİ – RİŞE: Törenlerde devlet büyüklerinin bindiği atların süslü eyerleri. SADARET KAYMAKAMI: Sadrazam seferde iken İstanbul’da ona vekillik eden vezir. SADRAZAM: Padişahın mührünü taşıyan en büyük vezir, devlet vekili. MOLLA : Mahreç (il) kadısı. SALI DİVANI: Salı günkü divandan sonra kalan işlere sadrazamca Paşakapısı'nda bakılması. MEVLEVİYET: Yüksek düzeydeki kadılık. SALTANAT: İrs-soy yoluyla kazanılan egemenlik hakkı, padişahlık, hükümdarlık. MUAYEDE: Bayramlaşma töreni. SANCAKBEYİ: Vilâyetten küçük, kazadan büyük mülki ve askeri bölgelerin yöneticisi. MUCİP-İ İBRET: Ceza uygulamasının görenlere ders olacak şekilde yapılması. SUBAŞI: Kentlerde ve kazalarda garnizon, jandarma komutanı. SUYOLCU: Kente gelen su kanallarını denetleyen ve onartan görevli. SÜPÜRGE SORGUÇ: Kavuk önündeki yelpaze biçimli sorguç. ŞATIR: Kortejlerde padişahın veya sadrazamın atının iki yanında yürüyen tören askerleri. ŞEHREMANETİ: Başkent İstanbul’un tanzimatta kurulan belediye yönetimi. ŞEHİR KADISI: İl merkezinde yargı ve yönetim işlerine bakan yargıç. ŞERİAT : Kuran hükümlerine göre düzenlenmiş olan yasaların tümü. ŞERİYE KATİBİ: Kadının hükümlerini ve kararlarını sicil defterine yazan. TAZİRE MÜSTAHAK: Cezalandırılması gereken. TEBDİL: Padişahın ve vezirlerin tanınmadan denetim yapmak için giydikleri kıyafet. TEŞRİFAT: Protokol. Törenlerde katılanların yerlerini ve davranışlarını belirleyen kurallar. ÜSKÜF: Saray görevlilerine özel tepesi yuvarlak silindir biçiminde külah. VEKİL-İ DEVLET: Sadrazamlar için kullanılan unvan. VEZİR: Divan üyeliği ve valilik yapan en yüksek saltanat görevlisi. MUHTESİB: Yani ihtisab ağası, eski belediye başkanı. SARAÇBAŞI: Saraçların çalıştığı büyük saraçhane çarşısının esnafça seçilen yöneticisi. MUHZIR: Davacı ve davalıyı kadının huzuruna getiren yargı görevlisi. SEKBANBAŞI: Yeniçeri ocağının yeniçeri ağasından sonra gelen büyük komutanı. MUMCU: Eski protokolde kortejin önünde yürüyen ve göstermelik mum taşıyanlar. SELİM-İ KAVUK: Alın kısmı dar, üstü geniş, yarı kübik padişah başlığı. YENİÇERİ AĞASI: Kapıkulu ordusu denen yeniçeri ve sipahilerin en büyük komutanı. SERASER: Üzeri altın ipliklerle bezeli değerli kumaş. ZABİT: Ordu subayı veya yakalama tutuklama görevlisi. MÜCEVVEZE: Yüksek konik kavuk. VEZİR-İ AZAM AĞASI: Sadrazamın özel işlerini yürüten kamu görevlisi. İSTANBUL ÖZEL SAYISI 2016 21 İSTANBUL ÖZEL SAYISI / 2016 Doç. Dr. Esin Ö. Aktuğlu Aktan Yıldız Teknik Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, Şehir ve Bölge Planlama Bölümü. esinaktan@hotmail.com DOĞAL YAPI ve İKLİM BAĞLAMINDA İSTANBUL’UN BİÇİMLENİŞİ İstanbul’un morfolojik gelişim süreci çok çeşitli yönlerden incelenebilir. Morfoloji kavramının içeriği nedeniyle birçok alanla ilişkilendirilip oluşum sürecine katkısı üzerinde durulabilir. Bu yazıda İstanbul kentinin yer seçimi ve biçimlenmesi doğal yapı ve iklimin etkisi açısından incelenmektedir. Kentlerin yer seçimi, biçimlenişi ve gelişiminde doğal faktörlerin rolü büyüktür. Doğal faktörler arasında doğal yapı ve iklim, insanların en temel ihtiyaçlarından barınma konusu bağlamında önemlidir. Uygun coğrafi (fiziksel) şartlar ve yaşanabilir iklim koşulları kentlerin sürekliliğini sağlarken, toplumuna da konfor ve güven duygusu vermektedir. Morfoloji1 (biçimbilim) çeşitli alanlardaki biçimleri ve biçimlenmeleri inceleyen bir bilimdir. Kentin içsel (temel) yapısı (yer seçimi, doğal yapıya uygunluğu, iklime duyarlı olması, vb.) kentin fiziksel biçimlenişini etkilemektedir. Bir kentin ‘fiziksel biçimi’ coğrafi ve tarihsel etkenlerin karmaşık bir bileşiminden kaynaklanmaktadır; ekonomik, sosyal ve kültürel olayların sunduğundan farklı, oturmuş kavramsal kategorilere göre daha kolaylıkla izlenebilir bir düzen oluşturmaktadır.2 Plandaki fiziksel dış hatları ve düşey görünümü veya dış çizgisiyle tanımlanan büyüklük ‘biçimle’ yakın bağlantılıdır. İstanbul’un morfolojik gelişimi ele alındığında, 8000 yıllık geçmişi olan kentin oluşumunu çok çeşitli faktörlerin etkilediği anlaşılmaktadır. Makalede bu faktörlerden doğal yapının ve iklimin İstanbul’u nasıl cazip kıldığı ve kentsel gelişimini nasıl yönlendirdiği tartışılmaktadır. İstanbul’un Doğal Yapısı İstanbul Boğazı’nın iki yakasına yayılmış olan İstanbul oldukça karmaşık bir doğal yapıya sahiptir. İstanbul Kocaeli Yarımadası ile Çatalca Yarımadası üzerindedir. Kuzeyindeki Doğal yapı ve iklim kentlerin yer seçimi, biçimlenişi ve gelişimi bağlamında önemlidir. Uygun coğrafi şartlar ve yaşanabilir iklim koşulları kentlerin sürekliliğini sağlarken, toplumuna da konfor ve güven duygusu vermektedir. Karadeniz ile güneyindeki Marmara Denizi arasında kabaca kuzeydoğugüneybatı doğrultusunda uzanan İstanbul Boğazı’nın; Karadeniz ve Akdeniz kültürlerini birleştiren tek denizyolu olması, Avrupa ile Asya kıtalarını hem ayıran hem de bağlayan konumu İstanbul’un tarih boyunca gelişmesini tetikleyen ve diğer yerlerden farklılaştırarak ona ayrı bir özellik veren en önemli etkenlerdendir.3 İstanbul’un topoğrafyası, jeomorfolojisi, hidrolojisi, toprak yapısı ve bitki örtüsü incelendiğinde, binlerce yıl önce burada yerleşmenin ve gelişmenin ne kadar sürdürülebilir olduğu anlaşılmaktadır. İstanbul’un ve çevresinin bugünkü topoğrafik ve jeomorfolojik yapısı uzun ve karışık bir evrimin sonucudur. Milyonlarca yıla yayılan bir dizi jeolojik olay sonucunda, bölgede çöküntü alanları meydana gelmiş, çöküntü havzalarını tortullar doldurmuş, Kocaeli ve Çatalca az engebeli alanları oluşmuştur. İstanbul ilinin yayıldığı alanın (Şekil 1) % 74,4’ünü platolar, % 9,5’ini ovalar, % 16,1’ini alçak dağlar ve tepeler kaplamaktadır. Topoğrafyayı yükseltisi 100-200 m arasında değişen alçak bir plato oluşturur. Plato nispeten yakın bir jeolojik devirde, kuzeybatı-güneydoğu doğrultusunda, Belgrad Ormanı’ndan Aydos Dağı’na doğru çekilecek bir eksen boyunca kubbeleşmiştir. Bunun sonucunda oluşan eğim koşullarının, akarsu ağını da etkileyerek, akarsuların Boğaz’ın batısında Marmara Denizi’ne, doğusunda ise Karadeniz’e doğru yönelmelerine yolaçmış olduğu düşünülmektedir. Plato üzerinde yoğun bir vadi ağının varlığı ve bütün bu vadilerin plato içine derin bir şekilde gömülerek onu parçaladıkları görülmektedir. Platoyu yaran vadilerin en önemlisi İstanbul Boğazı’dır. Bu yarılma ve onun çok önemli sonuçları olan topoğrafik parçalanma ve kuvvetli eğimler, Boğaz’ın tabanındaki çok farklı kotları açıklar. Denizin son yükselişi aşamasında Boğaz Vadisi deniz tarafından kaplanmış, aynı zamanda birçok vadi ağzında da Büyükçekmece, Küçükçekmece, Haliç, Terkos, Tuzla çevresindeki koylar ve adacıklar, (Prens) Adalar(ı), Yenikapı ile Yeşilköy arasında, bir kısmı sonradan alüvyonlarla doldurulmuş, girintiler meydana gelmiştir. Böylece İstanbul ve çevresindeki bugünkü görünümün ve kıyı çizgisinin ana hatları geçmişte ortaya çıkmıştır.4 MÖ 7000 yıllarında Çanakkale Boğazı’ndan deniz suyu girene dek Marmara Denizi’nin tatlı ya da hafif acımsı bir göl olduğu, Karadeniz’le5 su bağlantısının ise MÖ 5500 gibi geç bir tarihte boğaz ile gerçekleştiği anlaşılmıştır. İstanbul’un Marmara kıyıları alçak kıyılar grubuna girer. Yüksek ve falezli kıyı özellikleri İstanbul Boğazı’nın kuzey ağzının her iki yanında Karadeniz kıyılarında Şile ve hatta Ağva’nın doğusuna kadar uzanan alanda gözlenir. İl genelinde yamaç eğimleri 45°den fazla olan ve plato yüzeyinde aniden yükselen kütleler dağ olarak tanımlanmıştır. Yüksek kütleler özellikle kuzey-batı ve güney-doğu uçlarında artmaktadır. İlin güneydoğusunda yer alan Prens Adaları da birer aşınım artığı tepe olup, sonradan deniz basmasına uğramış alanlardır. İstanbul’da sık vadi ağının plato yüzeyi 1 Morfoloji - ‘Biçim bir özün görünüşü, öz bir biçimin gerçeğidir. Biçim, özün devinimini sınırlayıcı olarak belirleyebileceği gibi geliştirici olarak da belirleyebilir. Üretim biçimlerinde olduğu gibi önce geliştirici olurken sonra sınırlayıcılığa da dönüşebilir.’ O. Hançerlioğlu, 2008, Felsefe Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul, 28. 2 Benevolo, 1993: 16. 3 Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, 3. cilt, 1994: 76. 4 Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, 3. cilt, 1994: 77, 78. 5 Ryan ve Pitman’ın (1998) ortaya attığı teoriden sonra, Giosan (2009) ve ekibinin Tuna Deltası’nda yaptıkları araştırma sonucuna göre, Karadeniz’in su yüzeyi günümüze göre yaklaşık 30 m aşağıdadır. Şekil 1. İstanbul Rölyefi içinde derin bir şekilde gömülmesi ve sonuçta platonun alçak rakımına rağmen oldukça yüksek eğimler gösteren ‘façeta’lardan6 oluşan bir topoğrafyanın varlığının insanlar tarafından toprağın değerlendirilmesi ve kullanılması üzerinde çok büyük etkisi olmuştur. Geniş düzlüklerin azlığı ve eğimlerin fazlalığı yerleşme yerlerinin seçiminde, bunların gelişim tarzında ve ulaşım ağlarının belirmesinde etkili olmuştur. Yerleşmelerin büyük bir kısmı bazı vadilerin ağızlarında deltalar veya birikinti konileri üzerine kurulmuştur. Boğazın girintileri olan Haliç, İstinye ve Tarabya kıyıları da tipik birer ‘ria’dır7. Boğaz boyunca, yerleşimler daha antik çağda daima vadi ağızlarındaki küçük düzlüklerde, çökelti alanlarında, birikinti konileri üzerinde kurulmuştur. Birbirinden yüksek alanlarla ayrılan bu eski yerleşmelerin çevre ile iletişimleri uzun süre eksik kalmıştır. İstanbul İli’nin doğal yapı faktörlerinden biri olan hidrolojik özelliklerinden en önemlisi su kütleleri olan denizlerdir. İlin kuzeyinde doğal bir sınır oluşturan Karadeniz, kıtalararası bir içdeniz özelliğine sahiptir. İlin güneyinde yer Şekil 2. İstanbul Su Havzaları ve Koruma Kuşakları 6 Façeta - Yarılmaya başlayan bir fay dik bayırının oluşturduğu şev 7 Dik ve derin Boğaz kıyıları aynı zamanda “rialı kıyı” olarak da nitelendirilir. Rialı kıyı nispeten yüksek ve akarsularla derin bir şekilde yarılmış olan bir alanda, vadilerin aşağı kesimlerinin sular altında kalmasıyla oluşan kıyı tipidir. İSTANBUL ÖZEL SAYISI 2016 25 alan diğer önemli su kütlesi Marmara Denizi’dir. İki denizin arasındaki su alışverişi İstanbul Boğazı’nda iki tabakalı akıntı sistemini oluşturur. İstanbul il sınırları içinde büyük akarsu veya ırmak (dolayısıyla ova da) yoktur fakat çok sayıda dere vardır. Jeomorfolojik özelliklerin olumlu bir etkisi olarak, geniş sahalara yayılmış, dallanıp budaklanan kolların birleşmesi ile oluşan bazı vadiler, su depolama ve baraj kurma bakımından elverişlidir (Şekil 2). İstanbul’da çok çeşitli toprak tipleri yer alır. Bunlardan en yaygın olan toprak tipi kahverengi orman topraklarıdır. Bu topraklar İstanbul’un Doğu Yakası’ndaki alanının bütün kuzey kesimlerini bir kuşak halinde kaplar. Kahverengi orman topraklarında görülen humus nedeniyle su tutma yetenekleri zayıf olduğundan buharlaşmaya elverişli zemin meydana getiren bu tip kuru orman ve maki elemanlarının yayılma nedeni olarak gösterilebilir. Kumullar Çatalca’da, kıyılardaki dar plaj şeritleri dışında Terkos Gölü ile Karadeniz arasında kalan sahada, Kocaeli Yarımadası’nda ise Karadeniz kıyılarında Şile ve Ağva gerisinde, Riva Deresi ağzında görülür. İstanbul metropoliten alanının doğal bitki örtüsü, orman, maki, ‘psödomaki’ (Karadeniz iklimine uymuş, değişime uğramış, nemli karakterli, daha ağaçcıl maki bitki toplulukları) ile kıyı bitkilerinden meydana gelmektedir. Çatalca ve Kocaeli Yarımadası’nda iklim şartlarına uyan bitki toplulukları kuzeyde “nemli” güneyde “kuru” türlerini geliştirmiştir. Bitki örtüsünün sadece iklimle değil toprakla da ilişkisi vardır. Kireçsiz kahverengi orman topraklarında kayın birlikleri, kahverengi orman topraklarında ise meşe ve kestane türleri görülmektedir.8 İstanbul coğrafi konumu, topoğrafik yapısı, yükseltili arazisi, toprak ve iklim özelliklerinin etkisiyle doğal orman oluşumuna elverişli bir konumda bulunmaktadır. İstanbul, doğal yapının olanaklarından yararlanılarak, ılıman bir mikro-klimaya sahip konumda, korunaklı bir alanda, rüzgârdan korunan Haliç doğal limanının kıyısında, Boğaz’ın güneyinde kurulmuştur. Kent, İstanbul’un İklimi İklim bir yerde uzun bir süre boyunca topoğrafya, jeomorfoloji, gözlemlenen sıcaklık, nem, hava basıncı, hidroloji, toprak yapısı, bitki rüzgâr, yağış, yağış şekli gibi meteorolojik ortalamasına verilen addır. örtüsü ve konum bakımından olayların Coğrafi bakımdan geçiş ve geçit alanı olma özelliği taşıyan topraklarda yer alan incelendiğinde, burada İstanbul’un iklimi karmaşık bir yapıya yerleşmenin ve gelişmenin ne sahiptir. İstanbul’da genel olarak üç ayrı iklim tipinin etkileri görülür (Şekil 3). kadar sürdürülebilir olduğu Bunlar; Karadeniz kıyısında olması sebebiyle Karadeniz’in nemli, Akdeniz’in anlaşılmaktadır. tipi, yağışı emme yeteneğine sahip olup mikroorganizma türleri bakımından da zengindir. İstanbul’da bir diğer önemli alan kaplayan toprak tipi de kireçsiz kahverengi topraklardır. Doğu Yakası’nın güney kesimlerini, Batı Yakası’nda ise kuzeydoğu ve güneybatı kesimlerini kapsar. Gevşek ve taneli bileşimleri Ege ve Marmara denizleri vasıtasıyla kuzeye doğru uzanması ve bu civarda önemli yükseltilerin bloke etmemesi nedeniyle Akdeniz’in ılıman, iç bölgelerin karasal iklimleridir. Bu farklı iklim tiplerinin etkilerini bazen yanyana veya ardarda göstermesi (yağışlı bir sabahın ardından açık ve sıcak bir havanın gelmesi veya tersi durum gibi) İstanbul’u Marmara Bölgesi’ndeki diğer illerden 8 www.ibb.gov.tr/sites/ks/tr-TR/0-Istanbul-Tanitim/konum/Pages/Cografi Konum ve Stratejik Onem.aspx 9 Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, 4. cilt, 1994: 148. 10 M. Kadıoğlu, 2009: 203. Hakim rüzgâr Karadeniz kıyılarında ve İstanbul Boğazı’nda daha şiddetli esmektedir; nedeni Boğaz’ın iki tarafında yükselen arazinin oluşturduğu kanalın rüzgârın hızını artırmasıdır. Bu nedenle İstanbul’daki en şiddetli rüzgâr Boğaz’da ölçülür. Şekil 3. Marmara Bölgesi’nde İklim Bölgeleri farklı kılar.9 Kentin coğrafyasının sunduğu iklim koşulları kentin biçimlenişinde önemli önermeler barındırmaktadır. İstanbul’dan iki önemli siklon (alçak basınç merkezi) yörüngesi geçer, her ikisi de İstanbul ve yakın çevresinde önemli miktarda yağış bırakır. İstanbul’da yağışlara neden olan siklonların yörüngelerinde meydana gelen değişmeler (kuzeye veya güneye kaymalar), İstanbul gibi doğu-batı yönünde dar bir şerit şeklinde uzanan kara parçasındaki su kaynaklarını önemli oranda etkileyebilmektedir.10 Kuzeye çıkıldıkça yağışın miktarı ve süresi artar. Zaman zaman kuraklık olduğu gibi seller de yaşanmaktadır. Daha çok kuzeyli ve güneyli hava akımlarının etkilediği İstanbul’da sert kuzey rüzgârları birkaç gün hiç kesilmeden estiğinde Marmara Denizi kıyılarında 1m.’yi bulabilen düzey değişikliği ölçülür. Lodos fırtınaları sırasında da bu olayın tersi meydana gelir. Böyle günlerde Boğaz’daki akıntı rejiminde değişiklik görülür12 Doğal hava kanalları olan küçük vadiler ve su yolları aynı zamanda kentin havalandırılması ve hava sıcaklığının düşürülmesinde önemli rol oynamaktadır. Bazı durumlarda karşılaştığı engeller rüzgârı değiştirebilir; bu durumda kentin havalandırılması ve kent içindeki hava sıcaklığının düşürülmesinde rüzgâr yeterli olamamaktadır. Bölgesel rüzgârlar ancak belli bir kritik değeri geçtiği zaman kent içindeki havayı dağıtabilmektedir. Hava sıcaklığı Marmara kıyılarından Karadeniz kıyılarına doğru ve İstanbul Boğazı’ndan iç kesimlerine doğru gidildikçe azalmaktadır. En yüksek ortalama sıcaklıklar Kartal'da, en düşük ortalama sıcaklıklar ise Ömerli’de ölçülmektedir.13 İstanbul’da yıllık ortalama bağıl nem % 75 civarındadır. Hava sıcaklıkları havanın nemine ve esen rüzgârın şiddetine göre termometreden farklı olarak hissedilir. Boğaz bölgesi; kıvrımları, keskin dönemeçleriyle morfolojik yapısı, alt ve üst akıntıları ile mevsimlere ve hatta günlere göre değişen meteorolojik yapısıyla deniz araçları için seyir açısından dünyanın en tehlikeli ve en dar suyollarından biridir. Boğaz’ı geçen gemiler en az on iki kez rota değişikliği yapmaktadır. Üst akıntıların kuzeyden güneye olması ve kış aylarındaki şiddetli rüzgârı kaza riskini artırmaktadır.14 Yakın gelecekte kentimizin ikliminin karasal iklim yönünde değişmesi beklenmektedir. Bu nedenle, İstanbul için planlama çalışmalarında ikliminin minimumda değişmesi yönünde duyarlı davranmak önem kazanmaktadır. İstanbul’un Biçimlenişi Kentin Haliç ile Marmara Denizi arasında yer alan üçgen şekilli bir yarımadada kurulan ilk çekirdeğinin zamanla batıya doğru aşama aşama genişlemesine denk gelen Bizans, Septimus Severus, Constantinus ve Theodosios surlarının yerleri vadi sisteminin, su rezerv alanlarının, engebeli (dağlık) alanların ve topoğrafyanın belirlediği koşullara bağlı oluşmuştur. Kentin gelişiminde Değişik hava akımlarının etkilediği bir alanda yer alan İstanbul’da yazlar sıcak ve genellikle kurak, kışlar ise yağışlı ve genellikle soğuk geçer. İlkbaharda serin, nemli ve yağışlı havalar çoğunluktayken sonbaharda serin ve nemli havalarla açık havalar nöbetleşir.11 Genel olarak İstanbul için hakim rüzgâr kuzeydoğu’dan (yılda ortalama olarak 130 günle) poyraz ile güneybatıdan esen lodostur (Şekil 4). Lodosun ardından yağmur yağmaktadır. Ancak, yer şekilleri nedeniyle İstanbul’un bazı ilçelerinde farklılıklar olabilmektedir. Örneğin hakim rüzgâr yönü Kartal’da kış ve ilkbahar aylarında batıdan, sonbaharda ve yazın ise doğudandır. Şekil 4. İstanbul’da Hakim Rüzgâr Yönü 11 Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, 4. cilt, 1994: 149. 12 Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, 4. cilt, 1994: 149. 13 M. Kadıoğlu, 2009: 207. 14 M. Kadıoğlu, 2009: 209. Şekil 5. Tarihi Yarımada’nın topoğrafyası İSTANBUL ÖZEL SAYISI 2016 27 doğal koşullardan özellikle rüzgârdan korunaklı bir liman olması yerleşmenin önemini ve gücünü artırmıştır. 19. yüzyılın ortalarında kentin yayıldığı alan yaklaşık 3 km. çapında ve yaya erişim mesafesindedir. Bu dönem İstanbul’un “yaya kenti” özelliği gösterdiği bir dönemdir. 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar İstanbul’da kentiçi yolculuklar büyük ölçüde ‘yaya’ olarak ve ‘kayıkla’ yapılmıştır. Şekil 6. Boğaz’ın topoğrafyası ve yerleşmeler, 1905 ve tarih boyunca arazi kullanımında, iki sırt bölgesi ile bunların arasında yer alan vadi, uzun süreler önemli rol oynamıştır (Şekil 5). Bu sırtlar üzerinde gelişen yerleşme merkezlerinden esas çekirdeğe yaklaşan bağlantıları da bu hatları izlemiştir. Yerleşmeye ve yol 15 Bkz. Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, 1994: 78. 16 Ç. Aysu, 1989: 172, 6. geçirilmesine elverişli geniş düzlüklerin azlığı, başlangıçta alansal yayılma yerine bir ağacın dalları gibi kol kol yayılan vadiler arasındaki sırtları izleyen çizgisel bir kentsel gelişme ortaya çıkarmıştır.15 Rüzgâr bu alanın özellikle kıyı oluşumunda etkendir. Haliç’in İzleyen zaman diliminde İstanbul içinde toplu taşıma sistemlerinin evrimi kentin gelişiminde önemli bir rol üstlenmiştir. Tanzimat sonrasında devletin üst kademe bürokratlarının Boğaziçi’nde oturmaya başlamasıyla, kent Boğaz boyunca, coğrafi olarak uygun alanlara sıçramalar gerçekleştirmiştir. Boğaziçi’nde yerleşmeler, önceleri alanın topoğrafik özelliğine bağlı olarak, rüzgârlara karşı korunaklı olan, koy içlerinde ve vadi ağızlarında yer seçmiştir. Karadeniz’in sert rüzgârından korunan, vadideki akarsudan, alüvyonlu tarım topraklarından, tatlı kaynak sularından ve koydaki balıklardan yararlanan ilk Boğaz sakinleri için bu alanlar yeterlidir. Korunaklı koyların güneye bakan yamaçlarında tarım ve kıyılarında balıkçılık faaliyetleri ile geçinen daimi köy yerleşmeleri oluşmuştur.16 Bu yerleşmeler Boğaz’ın İstanbul’a en yakın güney kısımlarından başlayarak kentsel alana katılması ile kıyıda yalılar ile ve iskele etrafında sınırlı alanda genişleyerek gelişmiştir. Bazı koylar da doğal kumul alanları, plaj ve dinlenme alanları şeklinde kente hizmet etmiştir. Kentin önceleri kompakt olan biçimi 20. yüzyılın başlarında topoğrafik olarak yükseltilerin daha az olduğu, bağlı olarak banliyö hatlarının döşendiği Marmara Denizi boyunca, doğu-batı yönünde, doğrusal biçimde gelişmiş, daha sonra kuzeye doğru noktasal sıçramalar ile biçimlenme farklılaşmıştır. Yaya ulaşımı ve denizyolu ulaşımı ağırlıklı İstanbul kentinin 1916 yılında yerleşim olarak yayıldığı alan yaklaşık 10 km. çapındadır (Şekil 6). Değerlendirme İstanbul’u İstanbul yapan önemli özelliklerinden önde geleni doğal yapısıdır. Kent doğal yapının olanaklarından yararlanılarak güneyde, korunaklı bir alanda kurulmuştur. İstanbul’un Boğaz ile iki kıtanın buluşma hattında yerseçmiş olması yerleşmeye stratejik önem de kazandırmaktadır. Boğaz’ın iki yakasında ve Suriçi platosunun kıyıya inen vadiler çevresinde oluşan siluetle dünyanın en güzel kentlerinden biri olarak varlığını sürdüren İstanbul’u topoğrafya yaratmıştır. İstanbul yaşamını da deniz yaratır. Deniz İstanbul’un iki yakasını ayırmaz, birleştirir. İstanbul, denizden görülen karalar ya da karadan görülen denizler kadar İstanbul’dur. İmparatorluklar başkenti olmasını da buna borçludur.17 Yukarıda aktarıldığı üzere su kenti olan İstanbul’un yakın gelecekte ikliminin karasal iklim yönünde değişeceği, hatta bu yönde değişimin başladığı konusunda uyarılar söz konusudur. Bunun karşısında, İstanbul için planlama çalışmalarında ikliminin minimumda değişmesi yönünde duyarlı davranılmalıdır. Örneğin, kent içinde planlama çalışmaları sırasında rüzgârın dikkate alınması hayati öneme sahip bir kriterdir. Kentin havalanması için rüzgârın özellikle yaz aylarında serinletici etkisini arttırıcı doğal koridorların açılması, sürdürülmesi, yerleşim lekeleri arasında yeni koridorların oluşturulması gerekmektedir. Topoğrafyaya, akarsularına, göllerine, bitki örtüsüne, ormanlarına yapılan müdahaleler; İstanbul’un kıyıdan koparak kuzeye su havzalarına ve orman alanlarına doğru yayılmasına, sakinlerinin ılıman iklimi yaşayamamasına, yerleşme için uygun olmayan alanlarda yaşamanın daha kirletici ve masraflı olmasına sebep olmaktadır. Bir kentin kentsel gelişiminde, özünü 17 D. Kuban, 2009: 94-96. kaybetmeye başladığı noktada kentin sadece ismi kalır. Kentin doğal yapısı, topoğrafyası, yükseltileri, akarsuları, bitki örtüsü, iklimi, rüzgârı ve diğer doğal özelliklerinin o kentin kurulma nedenleri arasında olma olasılığı yüksektir. Kentin gelişimi bu verilere uygun yönlendirilmezse kentin karakteri değişir. Doğal yapısı değişince bitki örtüsünden iklimine, hatta rüzgârın kente etki düzeyine kadar birçok değişiklik olur. Önemli olan bu değişimin kentlerin lehine çevrilmesidir. Kaynakça Aktuğlu Aktan, E. Ö., (2006), Kent BiçimiUlaşım Etkileşimine İlişkin (Tarihsel ve Güncel) Yaklaşımlar ve İstanbul Örneği, Yıldız Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Şehir Planlama Programı, basılmamış doktora tezi, İstanbul. Aysu, Ç., (1989), Boğaziçi’nde Mekânsal Değişim, İstanbul Üniversitesi Deniz Bilimleri ve Coğrafya Enstitüsü, basılmamış doktora tezi, İstanbul. Benevolo, L., (1993), Avrupa Tarihinde Kentler, Nur Nirven, çev., 1995, AFA Yayıncılık, İstanbul. Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, (1994), 3. ve 4. ciltler, Kültür ve Tabiat Vakfı Yayını, İstanbul. Giosan, L., F. Filip, S. Constantinescu, (2009), Was the Black Sea catastrophically flooded in the early Holocene? Quaternary Science Reviews, 28: 1-6. Kadıoğlu, M., (2009),“İstanbul’un Rüzgârları”, İstanbul, cilt II, YKY Yayın, İstanbul, ss. 199-209. Kuban, D., (2009), “Topoğrafyanın yarattığı kent”, Karaların ve Denizlerin Sultanı İstanbul, cilt I., YKY Yayınları, İstanbul, ss. 93-113. Ryan, W.B.F., Pitman III, W.C.,1998, Noah’s Flood: The New Scientific Discoveries about the Event that Changed History,.Simon & Schuster, New York. Soysal, M. (hazırlayan) (1996), Kentler Kenti İstanbul, “Dünya Kenti İstanbul” Sergisi’nin bilimsel kataloglarının metinleri. (HABİTAT II), Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul. Tekeli, İ., (2013), İstanbul’un Planlanmasının ve Gelişmesinin Öyküsü, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul. Yenen Z., Enlil Z., Ünal Y., (1993), “İstanbul: A City of Waterfronts or A City Inland”, R. Brutomesso, ed., Waterfronts: A New Frontier for Cities on Water, Venice, ss.116-123. Şekiller için Kaynakça Şekil 1. sehirrehberi.ibb.gov.tr/map.aspx, E. Aktan tarafından düzenlenmiştir. Şekil 2. sehirrehberi.ibb.gov.tr/map.aspx. Şekil 3. www.newkon.net/1123.html, E. Aktan tarafından düzenlenmiştir. Şekil 4. 1/50.000 ölçekli İstanbul Metropoliten Alan Alt Bölge Nazım Plan Raporu. Şekil 5. http://individual.utoronto.ca/safran/ Constantinople/Map.html Şekil 6. A. Y. Kubilay, İstanbul Haritaları 1422-1922, Denizler Kitabevi, E. Aktan tarafından düzenlenmiştir. İSTANBUL ÖZEL SAYISI 2016 29 İSTANBUL ÖZEL SAYISI / 2016 Prof. Dr. Afife Batur İstanbul Teknik Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Tarihi Programı. baturaf@gmail.com ART NOUVEAU’dan Art DECO’ya GEÇ OSMANLI MİMARLIĞI VE SANATINDA YENİ BİR AÇILIM Art Nouveau / Yeni Sanat ‘Art Nouveau’ sözlük karşılığı ‘Yeni Sanat’ demek olan Fransızca bir sözcüktür. Art Nouveau, yeni bir yüzyıl yaklaşırken yeni kavrayış modelleri, yeni bir etik arayan, giderek yeni biçim ve kurgular deneyen bir sanat ve düşünce akımının adı olarak belirmiştir. Fransa sınırlarının dışına taşan ve Avrupa’da ve Amerika’da hatta Japonya’da yaygınlaşan bir sanat eğilimi ve sanat tarihinde 19. yüzyılın sonu ile 20. yüzyılın başında yaklaşık 25 yıl süren, ancak bu kısa süreye karşın derin izler bırakmış olan bir sanat akımıdır. Romantik, bireyselci bir tasarım ve süsleme akımıdır. Art Nouveau üslûbunun öncülü ve hazırlayıcıları arasında sanayi çağına özgü “yeni”yi arama düşüncesini başlatan bir öncü olarak W. Morris’in (1834-1896) ayrı bir yeri vardır. Art Nouveau 19. yüzyılın ortasından başlayarak William Morris ve bir grup düşünürün sınai üretimin hiçbir arama ve biçimleme endişesi taşımadan piyasaya ve kullanıma sürdüğü ürünlerin neden olduğu ‘biçimsizlik/çirkinlik/elverişsizlik’ ortamından veya “biçimsel ve artistik” anarşiden kurtulmak amacı taşıyan bireysel girişimlerle başlamıştır. W. Morris’in bu bağlamdaki düşünceleri Avrupa’da “Art Nouveau”nun başlangıç noktasını oluşturur. Varlıklı bir ailenin üyesi olan W. Morris Oxford’daki eğitiminin ardından deneysel girişimlere başlamıştır. Mimar Philippe Webb’in tasarladığı ünlü evinin, ‘Red House’, 1850, dekorasyonunu bizzat üstlenmiştir (Resim 1). Arkadaşlarıyla birlikte bir dekoratif sanat laboratuvarı kurma fikrini geliştirmiştir. ‘Morris-Marshall- Faulkner Kumpanyası’ olarak halı, kumaş, duvar kâğıdı, mobilya ve cam eşya üretimine başlamıştır (Resim 2). Sonrasında 1881’de bir halı fabrikası ve 1890’da bir basımevi kurmuştur. Sanat alemini endüstriyel tasarım / 'industrial design' dünyasından ayıran mesafe, onun sayesinde kısalacaktır. Art Nouveau Akımı, bu düşünsel hazırlıkların ve girişimlerin ardından 19. yüzyılın son çeyreğinde Avrupa ülkelerinin göreli bir politik istikrara ve refaha kavuştuğu yıllarda ortaya çıkmıştır. Art Nouveau öncelikle sanayileşmiş, bu yeni üretim biçimini geliştirip sahiplenmiş ülkelerde görülmüştür. Akımın düşünsel arka planı, kuşkusuz sanayileşmenin ve büyüyen ekonomilerin ve sanayileşmenin olanaklarıyla Art Nouveau yeni kavrayış modelleri, yeni bir etik arayan, giderek yeni biçim ve kurgular deneyen bir sanat ve düşünce akımının adıdır. beslenmiştir; örneğin basım, yayım veya ulaşım teknolojisindeki gelişmelerden yararlanmıştır. Avrupa ülkelerinde bu yeni sınıfların ve başta zengin, aydın ve özgürlükçü kentsoyluların estetik gereksinim ve talepleri ile etik normlarının Art Nouveau’nun oluşumunda büyük payı vardır. Hemen hemen aynı yıllarda İngiltere, Fransa Belçika’da ve ardından Almanya, Avusturya ve İspanya’da genellikle birer dergi çevresinde benzer düşünceleri paylaşan sanatçıların yeni yaratım ve üslûp arayışlarına yöneldikleri görülmüştür. (Resim 3, 4, 5). Akım, İngiltere’de 'Liberty', Amerika’da 'Modern Style', Fransa ve Belçika’da 'Art Nouveau', Hollanda’da 'Nieuwe Kunst', Almanya’da 'Jugendstil', Avusturya’da 'Secessionstil', İtalya’da 'Stile Floreale', İspanya’da 'Modernismo' gibi adlarla anılıp benimsenmiştir (Şekil 1). İstanbul ve Art Nouveau Üslûbu Art Nouveau Akımı’nın ortaya çıkıp geliştiği yıllar, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş öncesi dönemine rastlamaktadır. Yüzyıl sonu İstanbul’u çökmekte olan bir imparatorluğun başkentidir. Milliyetçi veya etnik başkaldırılar, sürekli savaşlar ve yenilgiler, İmparatorluğu güçsüz ve yoksul düşürmüştür. Sanayi, bütün çabalara rağmen, yeterince gelişmemiştir, mamul üretimi düşüktür. Büyük çapta bir dışalım söz konusudur. Resim 1. Red House- Tasarımcılar: Ph.Webb ve W.Morris İmparatorluk yönetiminin isabetli öngörüsü ile gerçekleştirilen çağdaş iletişim ve ulaşım araçlarının kullanımı, Osmanlı başkentini tüm Avrupa kentlerine ve yurtiçine bağlayan telgraf haberleşmesi ile demiryolu yapımları, İstanbul’un Avrupa ile bağlantısını kolaylaştırmaktadır. Paris veya Brüksel’deki gibi İstanbul’da da Bon Marche, Au Lion, Bazar Allemand, Louvre vb. büyük mağazalar açılıyor, İstanbul kentsoylusu Paris veya Londra modasını Maison Botter’in ‘haute couture’ kreasyonlarından veya Mir et Cotterau’dan izleyebiliyordu. Cercle D’Orient, Teutonia, Constantinople, Union Française klüplerden; Concordia, Odeon, Crystal, Petits Champs tiyatrolardan birkaçıydı. Listeye yüzlerce isim daha eklenebilir. Tümü Avrupai yaşam biçiminin gereği veya dekoru olan binlerce yapı inşa edilmektedir. Ne var ki, İmparatorluğun içinde bulunduğu bu perişan durum İstanbul ve bazı kentler için geçerli Resim 2. Duvar kağıdı tasarımı, 1862-W. Morris İstanbul’da Art Nouveau mimarisi, bu tarzı tercih eden sosyal grupların gereksinim, beğeni ve parasal olanaklarının bir türevi olarak, genellikle büyük, görkemli ve pahalı yapımlardır. görünmemektedir. İmparatorluk için çizilebilecek karanlık ve gölgeli tablo, İstanbul, İzmir vb. kentler söz konusu olduğunda neredeyse, ışıltıya dönüşebilmektedir. Bunlar, İmparatorluğun tüm verimini toplayıp ihraç eden, bir anlamda hinterlandı İmparatorluğun kendisi olan büyükkentlerdir. Özellikle İstanbul; Tanzimat’tan sonra yönetim etkinliklerinin artması ve merkezileşmesi, dışalım ve liman işlevlerinin önem kazanması, transit ticaretinin getirdiği yüksek gelirler ve nüfus artışı ile ülkenin ‘egemen’ kenti olmuştur. İstanbul zengin ve yapı yatırımlarına aktarılacak büyük artı değer birikimine sahip bir merkezdir. Gerçekten de İstanbul’da aktif bir inşaat ve mimarlık piyasası vardır. Kentte yeni bir kentsoylu kesim bulunmaktadır. Osmanlı yüksek bürokrasisini de içeren varlıklılar, İstanbul’a yerleşmiş yerli Avrupalılar ve Avrupa iş çevrelerinin İstanbul temsilcileri toplumsal yaşamda öne çıkmakta, bu sınıfların gereksinme ve beklentileri önem kazanmaktadır. Kısaca, İmparatorluk içinde bir ada gibi de olsa İstanbul, yenilikçi düşüncelerin ve Art Nouveau’nun boy verdiği Avrupa başkentlerinin parasal ve toplumsal koşullarına sahip gibi görünmektedir. Yüzyıl ortalarında kurulan Belediye de, İstanbul’a çağdaş bir kent görünümü kazandırmak amacındadır. Bu amaç, yukarıda değinilen gereksinmelerle birlikte Avrupa’dan gelecek mimarlar için geniş iş alanları demektir. 19. yüzyıl başında yabancı mimar olarak yalnız A. Melling’in adı bilinirken 50’li yıllara doğru Fossati Kardeşler pek çok İstanbul yapısını imzalamışlardır. Yüzyılın ikinci yarısından başlayarak çeşitli Avrupa ülkelerinden gelmiş çok sayıda mimarın bu kentte çalıştığı bilinmektedir. Aslında Osmanlı mimarlığında Batılı üslûp ve biçimlerin, tabii Osmanlı mimarlarınca, kullanımı yeni değildir. Krikor ve Garabet Balyan, Melling ve Smith ve Fossati’ler, 19. yüzyılın ilk yarısının klâsisist eğilimlerini biçimlendiren önemli ve tanınmış adlardır. Bu kuşağın çekilmesiyle 1860’lardan başlayarak klâsik disiplinin çözülmeye başladığı görülmektedir; kentsel mimaride bir çeşitlilik ve repertuvarı geniş bir eklektisizm belirmektedir. Bu çeşitlilikte Doğu ve İslâm kökenli oryantalist biçimlenmeler giderek öne çıkmaktadır. Üstelik Avrupa’nın çeşitli ülkelerinden gelmiş çok sayıda mimarın varlığından ötürü İSTANBUL ÖZEL SAYISI 2016 33 bir dergi veya dernek hakkında bilgi bulunamamıştır. Ancak, Art Nouveau üslûbunun çok çeşitli giriş yolları ve kullanım alanları olduğu söylenebilir. Bütün kısıtlılığına, politik eksene yapışmışlığına karşın Osmanlı dönemindeki kimi kavram ve terimlerin ve sözcüklerin Art Nouveau literatüründekilerle benzerliği şaşırtıcıdır. Resim 3. Van Eetvelde Evi, Brüksel bu dönemde bir üslûp çoğulluğu yaşanmaktadır. Dönem Avrupa’da da Eklektisizmin (Eclectisme) ve Historisizmin (Historicisme) alabildiğine yaygın olarak kullanıldığı yıllardır. Art Nouveau, Historisizm’in hemen her modelinin temsil edildiği İstanbul mimarisine yüzyıl dönümünde katılmıştır. Art Nouveau mimarlığının İstanbul’da, Avrupa kentlerinde olduğu gibi, dernek, dergi veya klüpler çevresinde toplanan sanatçılar tarafından geliştirildiğine ilişkin belgesel veriler yoktur. İstanbul’da canlı bir kültürel yaşam varsa da bugüne kadar doğrudan Art Nouveau konseptini yükümlenen ‘Edebiyat-ı Cedide’, bu tür bir yakınlık için son derece ilginç bir örnek olarak düşünülebilir. Adındaki ‘yeni’ (cedid) sözcüğü bile ilgi duyulmasını gerektirir. Edebiyat-ı Cedide Hareketi, 1896-1901 yıllarında ünlü şair Tevfik Fikret’in (1867-1915) yönetiminde yayımlanan Servet-i Fünun Dergisi çevresinde yeni bir edebiyat kuşağının oluşumunun adıdır. Hareketin aktif yılları tam da Art Nouveau'nun ortaya çıktığı yıllardır. Servet-i Fünun Dergisi, döneminin resimli (musavver) dergilerindendir. Yurtiçinden ve dışından birçok yapının fotoğrafları ile roman ve şiir illüstrasyonları ve Art Nouveau logo ve vinyetler, çiçeksi desenler dergi sayfalarını bezemektedir. Dergide kapanmasından az önce (sayı: 588’de 18 Temmuz 1318/31 Temmuz 1902, s.235-238) Art Nouveau sanatını ve mimarisini tanıtan bir yazı ve resimler de yayımlanmıştır. Servet-i Fünun’un ve Edebiyat-ı Cedide’nin, Art Nouveau’nun odağı olmamakla birlikte, estetiğine açık tüm enteriyör detayları, mağaza bölümünde defileler için düzenlenmiş asma katının eğrisel çizgili planı ile dar ve uzun arsasının kısıtlamalarını aşan ve içerde de Art Nouveau ‘nun mekânsal özelliklerini sunan bir yapıttır. Maison Botter’in yapımı, sahibinin ve mimarının tanınmışlıkları bir yana, getirdiği yeni biçim önerileriyle etkili olmuş görünmektedir. Grand Rue de Pera (bugün İstiklâl Caddesi) çevresinde ardarda Art Nouveau yapıların ortaya çıkması rastlantı olmasa gerektir. Bütün yıkımlara karşın, halen İstiklâl Caddesi’nin iki yanındaki yapı adalarında sayısı elliler civarında Art Nouveau üslûbunda tasarlanmış veya en azından dekorasyonu Art Nouveau olan apartman bulunmaktadır. İstanbul’da Art Nouveau’nun yoğunlukla kullanıldığı belirli bölge ve mahalleler Osmanlı yüksek bürokratlarının, sarayla ilişkili kesimin, levanten kentsoyluların, yabancı misyon mensuplarının yerleşme haritası ile hemen hemen çakışır ve dönemin sosyal topografyasını verir. ve bu akımı entellektüel olarak besleyen bir çevre geliştirdiği söylenebilir. Art Nouveau estetiğinin ve beğenisinin bir diğer giriş kanalı kadın dergileri olmalıdır. Avrupa’dan gelen dergilerin yanıbaşında İstanbul’da da yayınlanmaya başlayan kadın dergileri, varlıklı kesimin Art Nouveau beğeniyi tanımasının bir diğer yolu olmuştur. İthal edilen ve İstanbul’un büyük lüks mağazalarında satılan günlük kullanım eşyaları bir diğer kanaldır. Günümüz İstanbul antikacılarının gözde parçalarını oluşturan bu objelerin Art Nouveau Şekil 1. Üslûp adlandırmaları beğenisinin benimsenmesinde büyük payı olmalıdır. bir Art Nouveau konut ve dekorasyon modelinin gelişmiş olmasıdır. İstanbul ve Art Nouveau Mimarlığı İstanbul Art Nouveau Mimarisinde birçok yapının müellifleri ve yapım tarihleri henüz bilinmemektedir. Bilinen, üslûbun önce profesyonel örneklerde veya çalışmalarda kullanıldığı ve anonim mimariye daha sonra geçtiğidir. Art Nouveau mimarlığının ilk örnekleri, İmparatorluğun ticareti ve sanayii gelişmiş merkezlerinde ve bazı kıyı kentlerinde 20. yüzyıl başında görülmüştür. Özgün ve anıtsal örnekler bu merkezlerde ve 1910’lara kadar olan sürede gerçekleştirilmiştir. İstanbul, birçok bakımdan olduğu gibi, Art Nouveau mimarlığı bakımından da Türkiye’nin en önemli merkezidir. Bu önem önce, sayısal olarak en zengin birikime sahip olması anlamındadır. İkinci olarak Art Nouveau üslûbunda tasarlanmış anıtsal yapılar İstanbul’dadır, çoğu genellikle korunmaktadır ve bu anıtsal örneklerdeki stilistik nüansların bir tür koleksiyon oluşturan kaliteleri, İstanbul örneklerine önem kazandırmaktadır. Nihayet üçüncü olarak anonim mimaride İstanbul’a özgü olduğunu savunduğumuz Resim 4. Paris Metrosu girişi Resim 5. La Sagrada Familia 1883, A. Gaudi İstanbul’da tarihi bilinen en eski Art Nouveau yapı, Maison Botter’dir1. (İstiklâl Caddesi 475-77) (Resim 6). Sultan 2. Abdülhamid’in resmi terzisi olan Hollanda uyruklu Jean Botter’in haute couture tarzında çalışan Moda Evi için İtalyan mimar Raimondo D’Aronco tarafından tasarlanmıştır. Saray’ın da mimarı olan ve 1900 yılına kadarki çalışmalarında -belki de resmi istekler uyarınca- genel olarak a l’ottoman bir vurgu taşıyan oryantalist/historisist tasarımlar hazırlayan ve Art Nouveau'yu temkinli bir dikkatle kullanan D’Aronco, Maison Botter’de cesur ve yaratıcı bir tasarım ortaya koymuştur. Maison Botter, oval planlı merdiveni, vitraylı merdiven pencereleri, apartmanın İstanbul Art Nouveau mimarisi Pera ile sınırlı kalmamıştır, 19. yüzyılın sonları ile 20. yüzyılın ilk on yılı arasında -Pera yoğunluğunda olmasa da- kentin ana gelişim yollarını izleyerek yayılma göstermiştir. Özellikle, yapılanma açısından canlılığın II. Abdülhamit devrinde en çok kaydedildiği Taksim - Harbiye - Şişli ekseni boyunca ve Resim 6. Maison Botter -1900, R. D'Aronco 1 Maison Botter’in mağaza bölümünün iç kısmı 1962 yılında bir banka şubesine dönüştürülmek üzere yıkıldı. Botter ailesine ayrılmış olan üst katlar boşaltılmış durumdadır. Yapı, korunması gereken kültür varlığı olarak tescil edilmiş (ve restorasyon projeleri hazırlanmış) olmasına karşın terkedilmiş durumdadır. İSTANBUL ÖZEL SAYISI 2016 35 Nouveau üslûbunda tasarladığı proje, onu daha başında İstanbul’un Art Nouveau tasarımcılarının birinci sırasına geçirmiştir. 1894 Depremi nedeniyle uygulanmasa da bu proje İstanbul’da yapılmış ilk Art Nouveau tasarımıdır. Hem Saray’ın hem de Vakıflar Nezareti’nin mimarı oluşu onun adını pek çok mimarın önüne geçirdiği gibi tipolojik repertuvarın genişlemesine de katkıda bulunmuş olmalıdır. Resim 7. Şeyh Zafir Türbesi, R. D'Aronco Teşvikiye’den geçerek Nişantaşı’na doğru çıkan çevrede görülmüştür. Sonrasında, yerli yapı gelenekleri ile karşılıklı ilişkisini sürdürerek, Boğaziçi’nin Avrupa yakasındaki köylerde, Marmara Denizi’ndeki adalarda ve seyrek olarak da Anadolu yakasındaki Üsküdar, Beylerbeyi, Kadıköy, Fenerbahçe’de yayılmıştır. 1900 veya kesin tarihi bilinmeyenler de dikkate alınarak 1898’lerde başlayan İstanbul’daki Art Nouveau mimarlığı uygulamalarında başlıca iki dönem ayırdedilmektedir: I. Birinci dönem: Profesyonel ve Anıtsal Yapım 1894-1909 (1915) II. İkinci dönem: Anonim ve Yerel 19221930 Bu tarihlendirme, hemen farkedileceği gibi, Osmanlı İmparatorluğu’nun siyasi tarihi ile belirlenmiş gibidir. I. Dünya Savaşı doğal olarak, bütün ülkelerde olduğundan daha fazla, Türkiye’yi ve İstanbul’u etkilemiştir. İmparatorluğun çöküşü ve yeni bir siyasi düzenin oluşumu elbette belirleyici olacaktır. Birinci Dönem: Profesyonel ve Anıtsal Yapım 1894-1909 (1915) Birinci dönem, başlangıcından 2. Meşrutiyet’e kadar olan süreyi kapsamaktadır ve Art Nouveau mimarlığının profesyonel mimarlar tarafından benimsenip uygulandığı dönemdir. Bu dönemin Art Nouveau tasarımları, bilindiği kadarıyla, örgün akademik eğitim görmüş mimarlar tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu nedenle hemen hepsinde belirli bir profesyonel kalite hep varolmuştur. Profesyonellik, bu ilk dönemde tüm tipolojik ve işlevsel kategorilerde de Art Nouveau üslûbunun kullanılmasında gözlenmektedir. Cami, türbe, çeşme, müze, resmi yapı vb. ile her tür konuta (apartman, saray, sayfiye konutu vb.), otelden okula ve hatıra anıtına kadar çeşitli tip ve işlevde yapı Art Nouveau üslûbunda tasarlanmıştır. Bu olguda en büyük katkı R. D’Aronco’nundur. İstanbul’a 1896 Dersaadet Ziraat ve Sanayi Sergi-i Umumisi Projesi için çağrılması ve Art D’Aronco’nun Yıldız Sarayı’nda Art Nouveau üslûbundaki tasarımları uzun bir listedir: Küçük Mabeyn (vitray tasarımı Bonet), kış bahçeleri (bilinen üç adet), Tiyatro, Çini Fabrikası, manej, Yeni Harem Köşkü, çeşmeler (üç adet), Güvercinlik, İzzet Paşa Dairesi, Şale Köşkü ve daha birçok küçük yapı. D’Aronco’nun Saray dışındaki Art Nouveau üslûbunda gerçekleştirdiği çok sayıda yapı arasında başlıcaları; Karamustafa Paşa Mescidi (Karaköy,1903,1958’de yıktırıldı), Şeyh Zafir Türbe - Kitaplık - Çeşmesi (Beşiktaş, 1903), (Resim 7), Lâleli Çeşme (Galata), Tophane Çeşmesi, Yalova Termal Tesisleri, Şakir Paşa Mezarı, Şam Telgraf Anıtı, Nazime Sultan Yalısı, Memduh Paşa Köşkü, Huber Köşkü, Botter Evleridir. İtalyan Hükümeti için tasarladığı Tarabya Yazlığı ve İtalyan Yetimhanesi de Art Nouveau üslûbunda tasarımlardır. grupların gereksinim ve beğenilerinin ve parasal olanaklarının bir türevi olarak, gerçekleştirilen Art Nouveau mimarisi, genellikle büyük, görkemli ve pahalı yapımlardır. Art Nouveau üslûbunda tasarım yapan mimarların değişik Avrupa ülkelerinden gelmelerinin veya Osmanlı mimarlarının farklı akademilerde öğrenim yapmalarının sonucunda Art Nouveau tasarımlarda stilistik ve formel özellikler bakımından zengin bir çeşitlilik gözlenmektedir. Bu bakımdan İstanbul Art Nouveau’su değişik esin ve etkileri yansıtan görkemli bir koleksiyon olarak algılanmaya açık bir mimari mirastır. Örnek olarak; İstanbullu mimarlar Konstantinos Kyriakides ve Alexandre D. Neocosmos (Yenidunia) tasarımı Ar Apartmanı (İstiklâl Caddesi, 403, 1906) veya görkemli Frej Apartmanı belirtilebilir. Caracach kardeşlerin Mısır Hidivi için tasarladıkları söylenen İstiklâl Caddesi, İmam Adnan Sokağı köşesindeki apartman, kendine özgü ve tuğlanın dekoratif özelliğini öne çıkaran bir tasarımdır. İstanbul’un Art Nouveau yapı portföyünde en çok apartman, köşk veya konak türü büyük kentsel konutlar, sayfiye konutları ve ofis binaları bulunmaktadır. İstanbul’da kentsel lokalizasyon açısından Art Nouveau’nun yoğunlukla kullanıldığı belirli bölge ve mahalleler seçilebilmektedir. Bunlar, genellikle Osmanlı yüksek bürokratlarının, sarayla ilişkili kesimin, levanten kentsoyluların, yabancı misyon mensuplarının yerleşme haritası ile hemen hemen çakışır. Pera, Boğaziçi’nin Batı yakası, Yeşilköy, Moda ve benzerleri Art Nouveau yapı lokalizasyonunu ve dönemin sosyal topografyasını vermektedir. Bu sosyal Resim 8. Vlora Han, Sirkeci İstanbullu yerli mimarların genelde İtalyan floreal üslubu ile Viyana’nın geometrisini birleştiren tasarımlar yaptıkları görülür: Georgiadis kardeşlerin, Dimosthenis-Stefanos, Meşrutiyet Caddesi no. 126’daki apartmanları veya Karaghiannis’in Sıraselviler no.87’deki (şimdi hayli değiştirilmiş) yapıtı, adları yeterince bilinmeyen İstanbullu Art Nouveau tasarımcıların birkaç örneğidir. Gerisi, şimdilik bilinmeyen listesinde kayıtlıdır: Asmalı Mescit Sokak’taki Pina Apartmanı, Mis Sokak Kont Otel veya no.28, Büyük Parmakkapı Sokak, no.30, Sofyalı Sokak, no.7 ve birçok diğeri yazılabilir. İstanbul’daki Art Nouveau yapıların hepsinin kendi içinde bütüncül anlamda bir Art Nouveau mimari tasarıma sahip olduklarını söylemek kolay değildir. Art Nouveau özellikleri, motifler, biçimler çoğu kez -Avrupa’da da olduğu gibi- başka üslûplardaki tasarımlara eklenmiştir. Örneğin, Hidiva Emine Sarayı’nda (Bebek) Art Nouveau Neoklâsik biçimlerle biraradadır. Yeniçeri Müzesi ve Ziraat, Orman ve Maadin Nezareti Binası’nda da oryantalist öğeler Art Nouveau bir tasarıma eklenmiştir. İstanbul Art Nouveau’sunun sözü edilen çeşitliliğine karşın başlıca iki çizginin egemen olduğu da söylenebilir. Biri, en belirgin olarak Şeyh Zafir Türbe / Kitaplığında temsil edilen -yapının kitlesel biçiminin hatta geometrisinin de önem kazandığı- Viyana Ekolü ve özellikle Olbrich etkileridir. Hidiva Emine Sarayı, Maison Botter, hatta Lâleli Çeşme bu grup içinde yer alabilir. İkinci çizgi, İtalyan Liberty’sinin floral motiflerinin öne çıktığı bezemenin de daha natüralist karakterde olduğu konsept olarak tanımlanabilir. Vlora Hanı (Sirkeci) (Resim 8) olarak bilinen yapı örnek olarak verilebilir. Kuşkusuz tamamen özgün tasarımlar da vardır: A. Ratip Paşa Köşkü ve İtalyan Elçiliği Yazlık Rezidansı, farklı esin kaynaklarına karşın, İstanbul’a özgü olmada birleşen yapıtlardır. Rezidansın Stilistik ve formel özellikler bakımından zengin bir çeşitlilik gözlenen İstanbul Art Nouveau’su değişik esin ve etkileri yansıtan görkemli bir koleksiyon olarak algılanmaya açık bir mimari mirastır. klâsik plan şemasını asimetrik bir kitle kurgusuna dönüştüren Art Nouveau karakteri, Boğaziçi peyzajına katılan geniş saçaklarının ve büyük açıklıklı payandalarının yerel çizgisiyle özgün bir bütünlük oluşturur. Ratip Paşa Köşkü’nde de saçaklar ve eliböğründeler kullanılmıştır ama bu kez, çok geniş olmayan saçaklar değişik kotlarda balkon veya pencere üstlerinde kullanılarak cephenin geleneksel geometrik bölümlemesini değiştirir ve ahşaptan oyma floral motiflerin Art Nouveau etkisini tamamlar. Art Nouveau konseptinin plan ve mekânlara getirdiği yenilikler fazla yaygın görünmemektedir. Geleneksel plan şemalarında büyük değişiklik görülmezken galeri ve asma kat kullanımı, floral desenli vitraylarla iç mekânı aydınlatan metal strüktürlü cam çatı örtüleri büyük konut veya saraylarla sınırlı kalmıştır. Örnekse; Hidiv Sarayları, Ratip Paşa Köşkü, Ziraat, Orman ve Maadin Nezareti Binaları’nın floral desenli vitrayları sayılabilir. Cephelerde genellikle simetrik düzenlemeler geçerlidir. Bezemeler, çoğunlukla pencere, kapı, balkon vb. mimari öğelerde toplanmıştır. Bezeme tekniklerinde alçı döküm tekniği başta gelmek üzere -daha çok anıtsal örneklerde olmak üzere- taş oyma ve metal kullanılmıştır. Dökme ve dövme demirden pencere, balkon ve bahçe parmaklıkları olasılıkla model kitaplardan çıkarılmış desenlerden oluşan zengin bir Art Nouveau motif dağarı İSTANBUL ÖZEL SAYISI 2016 37 oluşturur. İç mekânların bezemesinde alçı yine başta gelmektedir. Seramik ve duvar kağıdı, en sık karşılaşılan ve Art Nouveau iç mekânları canlandıran ithal malzemelerdir. İç mekânlardaki merdivenlerde metal işçiliği, özellikle zengin ve anıtsal yapılarda parlak örnekler oluşturur. Sultan II. Abdülhamid’i deviren Temmuz 1909 ihtilâli, Art Nouveau üslûbunun gelişmesinde, en azından resmî veya saray ve benzeri anıtsal yapılardaki kullanımında, önemli bir kesintiye neden olmuştur. Kültürel kimlik sorununu milliyetçi ideoloji bağlamında programlayan Jeuns Turcs Hareketi, mimarlıkta da Batılılaşmanın, Avrupalılığın ve kozmopolitizmin sorgulanmasını gündeme getirmekteydi. Günlük dilde Milli Mimari olarak anılan Osmanlı Revivalizmi öne çıkarken Art Nouveau hareketi gerilemeğe başlamıştır. 1860’lardan itibaren varlığını sürdüren Oryantalist eğilim, bu kez Osmanlı görünümler edinerek kültürel kimliğin göstergesi sayılmıştır. Art Nouveau’nun bu gerilemesi ve ardından gelen savaşlar, yenilgi, çöküntü ve işgâl, yalnız Art Nouveau için değil herşey ve tüm mimarlık için bir boşluk yaratmıştır. İkinci Dönem: Anonim ve Yerel 1922-1930 Kurtuluş Savaşı’nın bitiminde yaşam yeniden başlarken Art Nouveau’nun da kaldığı yerden yeniden sürmeye başladığı görülmüştür. Art Nouveau'nun ilk on yıllık döneminde gerçekleştirilen yapıtlar, günlük ev eşyası ve gazete ve dergilerin de katkısıyla, belirli bir alışkanlık ve eğilimin oluşmasını sağlamıştır. Her zaman olduğu gibi avant-garde ve yüksek kültürden orta sınıflara kültür aktarımı süreci sonunda -Savaş kesintisine rağmen- Art Nouveau’ya ilişkin beğeni kalıplarının orta-üst kesimden orta alt kesime kadar benimsendiği bir oluşum yaşanmıştır. İkinci Dönem, Art Nouveau beğenisinin orta sınıflar tarafından benimsenmesi ve konut yapımında Art Nouveau mimarlığının yaygınlaşması ile karakterize olur. Orta sınıfın konutu, çoğunlukla, anonim mimarlık kapsamında gerçekleştirilir. Profesyonel işi mimariden farklı olarak genellikle örgün eğitimden geçmemiş, usta/çırak ilişkisi ve uygulama içinde yetişmiş yapı ustalarının ürünü olan anonim mimari, belirlenmiş yapım teknikleri ve malzemenin yanısıra yine belirli beğeni kalıplarına, üslûp örüntülerine bağımlı bir yapımdır. Yaklaşık yirmi yıllık bir süreç sonunda Art Nouveau mimarlığı için de bu tür üslûp çerçevelerinin oluştuğu anlaşılmaktadır. Sultan II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesiyle birlikte saray mimarları kadrosunun değiştirilmesi ve pek çok mimarın İstanbul’dan ayrılması da anonim mimariye geçişi hızlandıran bir etken olarak düşünülebilir. Resim 9. Cephe Detayı, Arnavutköy Bu ikinci evresinde Art Nouveau mimarlığı, çoğunlukla geleneksel yapım teknikleri ve malzemeleri kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Daha önce de belirtildiği gibi, Art Nouveau mimarlığı Avrupa’da geleneksel yapım yöntemlerinden çok demir/çelik malzemenin yeni kullanım biçimlerini Avrupa’da demir/çelik malzemenin yeni kullanım biçimlerini geliştirme çabalarına oturan Art Nouveau mimarlığının İstanbul’daki anonim uygulamalarında geleneksel malzeme ve teknikler ile otantik çizgiler öne çıkar. Hatta kimi yazarlar İstanbul Art Nouveau’sunu “Erenköy Üslûbu” olarak adlandırmışlardır. Resim 10. Dikranyan Evi, Kireçburnu geliştirme çabalarına oturuyordu. İstanbul’da ise -Rusya’da ve Balkan ülkelerinde olduğu gibi- çoğu kez geleneksel malzeme ve teknikler öne geçmiştir. Bu konuda en önemli örnek, mimar Kemalettin’in A. Ratip Paşa için tasarladığı büyük köşk veya saraydır. Çelik, cam ve ahşabın yanyana kullanıldığı ama geleneksel teknolojinin daha ağırlıklı olduğu yapı, asıl ahşaptan Art Nouveau dekorasyonu ile ünlüdür. Bu tür ara örneklerin varlığı ve ahşabın Art Nouveau için kullanımı, yerli ustalar için bir tutamak ve yol gösterici olmuş olmalıdır. İkinci evrenin Art Nouveau yapıları İstanbul’da geniş bir coğrafyaya yayılmış görünmektedir. 1950’lere kadar olan kentsel sınırlar içinde İstanbul’un hemen her semtinde Art Nouveau yapılara raslamak olasıdır. Yine de rastlama sıklığı ve yoğunluk bakımından bazı semtler ayırdedilmektedir. Bir yoğunluk haritası, kentin kozmopolit semtlerini öne çıkarır: Sarıyer/Büyükdere, Yeniköy, Arnavutköy, (Resim 9, 10, 11), Bakırköy, Yeşilköy, Moda/Mühürdar/Bahariye, Yeldeğirmeni, Adalar gibi. Ne var ki Göztepe ve Erenköy gibi daha homojen bir nüfus yapısı gösteren bölgelerde de Art Nouveau üslûbu çok yaygındır. Bu evrenin Art Nouveau yapıları genellikle iki veya üç bazen de dört katlıdır. Yükseltilmiş kâgir bir bodrum kat ile tuğla üzerine ahşap kaplı beden duvarları genel bir uygulamadır. Bezeme öğeleri ahşaptandır. Plan şemalarında belki çok önemli yenilikler gözlenmez ama geleneksel şemaların kullanımında bazı esneklikler ve vurgulamalar görülür. Asıl önemlisi pek çok örnekte karşılaşılan kütlelerin serbest artikülasyonudur. Topografyanın elverdiği durumlarda yarım kat ilişkisinin ve bunun cepheye getireceği hareketin aranması, çok sık kullanılan yarım altıgen çıkmalar ve geleneksel Osmanlı konutunda olmayan sekizgen köşe kulesi motifi, altı çizilerek belirtilmelidir. Balkon öğesinin konumu, sayısı ve boyutlarındaki artış ve bezemesiyle vurgulanması bu evrenin bir diğer özelliğidir. bir eklektisizmi beraberine alarak yaygınlaşan Art Nouveau konut mimarisi, 1930’lara doğru bu kez Art Deco anlayışının eşliğinde daha bir süre devam etmiş ve yerini Modernist anlayışa bırakmıştır. Cephelerde genellikle stilistik bir tutarlılık vardır. İstanbul Art Nouveau’sunun profesyonel uygulamasındaki kimi eklektik uygulamalara karşı anonim Art Nouveau mimari daha homojen karakterde ve otantik çizgiler taşır. Cephelerde dekorasyonun istifi, Osmanlı sivil mimarisinin ilkeleri ve belirlenmiş alışkanlıkları paralelinde, belli mimari öğeleri bezeme için değerlendiren bir anlayışla gerçekleştirilmektedir. Bezeme motifleri Jugenstil esinini ve çizgilerini yansıtan, kendi içinde asimetrik ve floral ama binaya montajında geometrik bir disipline bağlanmış biçimlerdir. Pek çok motif veya motif grubunun belli şablonlarla üretilmiş olduğu bellidir. İstanbul Art Nouveau’sunda renk kullanımı nadirdir. Bazı balkon parmaklıklarının renklendirilmesi ve vitraylar dışında renk kullanımı yalnızca sofaları, balkon veya merdiven holü ve girişleri ayıran bölmelerin camlarında görülür. Kapı ve bölmelerin üst kısımlarında küçük kareler içinde renkli cam kullanımı en yaygın uygulamadır. Camlarda, desenli ve şeffaf kâğıt yapıştırma da ucuz ve kolay bir renklendirme tekniği olarak kullanılmıştır. Resim 11. Avcılar Klubü, Arnavutköy Yukarıda sıralanan özellikler, tek ve toplu olarak tamamen İstanbul’daki uygulamalarda gözlenen motif veya bileşimlerdir. Bu nedenle bu özelliklerin, özgün bir İstanbul Art Nouveau Mimarisini tanımladığı varsayılabilir. İstanbul’da oryantalist eğilimli İSTANBUL ÖZEL SAYISI 2016 39 İSTANBUL ÖZEL SAYISI / 2016 Prof. Dr. Sait Başaran İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Taşınabilir Kültür Varlıklarını Koruma ve Onarım Bölümü. sait.basaran@gmail.com Zeynep Sevim Kızıltan İstanbul Arkeoloji Müzeleri, Müze Müdürü. zeynep.kiziltan@hotmail.com DÜNYA MİRAS ALANI TARİHİ YARIMADA’NIN ARKEOLOJİSİ İstanbul’un sınırları içinde son yıllarda ortaya çıkartılan arkeolojik bulgular insanlık tarihine ilişkin önemli bilgileri sunmuştur. Yarımburgaz Mağarası'nda yapılan arkeolojik çalışmalar neticesinde ele geçen aletler mağarada Pleistosen zaman diliminde, Alt Paleolitik Çağda yerleşildiğini kanıtlamıştır. Bu veriler Yarımburgaz Mağarası'nda insan izlerinin 400.000 yıl öncesine dayandığını ortaya çıkarmıştır. Buluntular, Yarımburgaz Mağarası’nın bugün için bilinen Yakındoğu’nun en eski yerleşim yeri olduğunu ortaya koymakta ve Avrupa kıtasının yerleşiminde önemli bir görev yüklendiğini düşündürmektedir. Bunun yanısıra Fikirtepe, Pendik ve Tuzla yerleşmelerinde yapılan kazılar ile Karadeniz kıyı şeridindeki Ağaçlı ve Gümüşdere kumlukları, Domalı bölgesi, Yeşilköy, Ayamama Deresi, Çekmece gölleri çevresi, Selimpaşa, Ümraniye ve Dudullu’da yapılan yüzey araştırmaları İstanbul’un tarihöncesi dönemlerine ilişkin önemli bilgiler edinmemizi sağlamıştır. Marmaray - Metro projeleri kapsamında Yenikapı (Theodosios Limanı) ve Sirkeci istasyon alanlarında yürütülen kurtarma kazıları kent tarihini önemli ölçüde değiştirmiş, İstanbul’un tarihî geçmişi hakkında oldukça değerli, özgün ve şaşırtıcı bilgilere ulaşılmasını sağlamıştır. Yenikapı Kurtarma Kazıları Teodosius Limanı Bizans İmparatorluğu’nun en önemli limanlarından olan Theodosius Limanı, kentin Propontis’e (Marmara Denizi) bakan kıyısında, o zamanlar kıyıya hayli derin bir girinti yapan koyda, büyük olasılıkla İmparator I. Theodosius (379395) zamanında kurulmuştu1. Limanın doğu ucunda olduğu bilinen Horrea Theodosiana gibi ambar binalarının varlığı, burasının İskenderiye’den veya başka yerlerden gelen gemilerin taşıdığı tahılın ve diğer maddelerin boşaltıldığı oldukça büyük bir ticari liman olduğuna işaret etmektedir. Günümüzde Yenikapı’da yer alan limanda, deniz düzleminin 3 m üstünde başlayan kazılar, yer yer -10 / -10,5 m düzleminde bölgenin jeolojik yapısı olan Miyosen tabakasına inilerek tamamlanmıştır. Yaklaşık 13,5 m kalınlığındaki kültür dolgusu içinde Osmanlı, Bizans ve Neolitik dönemlere ait kültür tabakaları tespit edilmiştir. Ayrıca liman dolgusu içinde, Arkaik, Klasik, Helenistik ve Roma dönemlerine ait buluntular da ele geçmiştir. 4. yüzyıldan 7. yüzyıla kadar aktif olarak kullanılan liman, Mısır’ın 641 İstanbul, kültür tarihi bakımından çok ayrıcalıklı ve kendine özgü konumuyla özel bir kenttir. Kentin Yakındoğu ve Anadolu kültürleri ile Balkan ve Trakya kültürleri arasındaki doğal geçiş yolunun üzerinde ve tarihöncesi dönemlerden itibaren Uzak Doğu’dan gelen İpek Yolu ve Baharat Yolu’nun uğrak yeri olması, Karadeniz Havzası’nı Ege ve Akdeniz dünyasına bağlayan deniz yoluyla kesiştiği kavşaktaki konumu, farklı kıtalara (Avrupa - Asya - Afrika) uzanan sanatsal, kültürel ve sosyal ilişkileri geniş bir coğrafyaya yayılan Doğu Roma ve Osmanlı imparatorluklarına başkentlik yapmasına zemin hazırlamıştır. Marmaray - Metro projeleri kapsamında Yenikapı (Theodosios Limanı) ve Sirkeci istasyon alanlarında yürütülen kurtarma kazıları, efsanelere dayalı kent tarihini önemli ölçüde değiştirmiş ve İstanbul’un tarihî geçmişi hakkında oldukça değerli, özgün ve şaşırtıcı bilgilere ulaşmamızı sağlamıştır (Resim 1). yılında Arapların eline geçmesi ile buradan gelen tahıl sevkiyatının sona ermesi sonucunda işlevinin önemli bir bölümünü yitirmiştir. Kazılarda ele geçen ve 4 - 7. yüzyıllara tarihlenen Doğu Akdeniz Mısır amforaları ile 4 - 6. yüzyıllara tarihlenen Filistin kökenli amforaların sayıca fazla olması, buna karşın 7. ve 8. yüzyıllara ait buluntuların azlığı bu görüşü desteklemektedir2. Ancak Lykos Deresi’nin getirdiği mil ve molozlarla batıdan itibaren dolmaya başlayan limanın doğusu bir süre daha kullanılmıştır. 11. yüzyıla kadar küçük gemiler ve balıkçı teknelerinin uğradığı liman, 12. yüzyılın sonlarından itibaren tamamına yakın bir kısmının dolmasından sonra sadece kıyı denizciliği yapan balıkçı ve küçük nakliye gemileri tarafından kullanılmıştır. Sonraki süreçte tamamı dolan limana 13. yüzyılın ikinci yarısında deri tabaklama işi yapan Yahudiler yerleştirilmiştir . İstanbul’un fethinden sonra ise bostan alanı olarak tahsis edilmiştir3. destekli muhtemelen 18. yüzyıla ait iki bostan kuyusu ve çok sayıda su kuyusu ile çeşitli seramik ve metal objeler gün ışığına çıkmıştır4. 18. yüzyılda Rum ve Ermeni vatandaşlara satılan liman alanında, 19. yüzyılda yapılan demiryolu inşaatı sırasında surların bir bölümü yıkılmış, 20. yüzyılda sahil yolunun yapımı ile günümüzdeki görünümünü kazanmıştır. Limanda bulunan 37 gemi kalıntısının, arkeolojik kazıları ve ilk belgeleme çalışmaları yapıldıktan sonra, konservasyonları ve rekonstrüksiyonları yapılmak üzere ilgili kurumlara teslim edilmiştir5. Bu batıklar üzerinde çalışan araştırmacılar, değişik yüzyıllara tarihlendirilen batıkların liman içinde bulunması hakkında farklı görüşler ileri sürmekte, gemilerin kuvvetli bir fırtına veya tsunami gibi doğal bir felaket sonucu limanda batmış olabileceğini belirtmektedirler. En çok savunulan görüşlerden birisi de, bazı teknelerin miadını doldurdukları için limanda terkedilmiş olabileceğidir. Konu üzerinde çalışan bilim insanları, kazı alanı içinde saptanan dokuz stratigrafik kesitten 4 numaralı sediment istifinde, 553 yılında meydana gelen deprem ve bunun ardından oluşan tsunami Osmanlı Dönemi Yenikapı’da kazı alanının doğu kısmında güneyde sürdürülen kazılarda kısmen çamur harç, kısmen horasan harç, daha sonraki dönemlerde de çimento harç kullanılarak, düzgün olmayan taşlarla örülmüş, birçok mekândan oluşan ve Osmanlı dönemine tarihlenen bir yapı grubu ile bunun doğu ucunda yer alan ve muhtemelen 20. yüzyıla ait bir sarnıç açığa çıkartılmıştır. Osmanlı kültür katı içinde sürdürülen kazılarda, üst kotlardaki yapılar nedeniyle yer yer bozulmuş, taş duvarları ahşaplarla Resim 1. Yenikapı’nın Genel Görüntüsü ve Kazı Alanları 1 Dirimtekin 1953: 59; Müller Wiener 2003: 8; Başaran 2012: 9; Kızıltan 2014: 57-59; Kızıltan - Başaran 2015: 265 vd. Batık Gemiler Yenikapı Liman alanı içinde sürdürülen arkeolojik kazılarda, yaklaşık -1 m derinlikte halat ve ahşap kalıntıların ortaya çıkması üzerine genişletilen kazılar neticesinde, 5 - 11. yüzyıllar arasına tarihlenen, çeşitli tip ve boyutta 37 batık gemi kalıntısı açığa çıkartılmıştır. Bunlar dünyanın en geniş Orta Çağ batık gemi koleksiyonu olarak kabul edilmektedir. Şehrin en büyük ticaret merkezlerinden biri olan Theodosius Limanı’nda, muhtemelen Lykos Deresi’nin sebep olduğu sedimantasyon sonucu işlevini yitirip karaya katılması sonucu, tekne kalıntıları günümüze ulaşabilmiştir. Tekne kalıntıları, Bizans dönemi gemi tipolojisi, gemi yapım teknolojisi ve bu teknolojilerin evrimine ilişkin önemli bilgiler sunmaktadır. dalgalarının etkilerinin saptandığını ifade etmektedirler6. Bunun yanında yaz aylarında Marmara Denizi’nde ansızın patlayan ve “kaçak” olarak adlandırılan lodosun, teknelerin batmasına neden olabileceği de düşünülmektedir7. Söz konusu fırtınada batmış gemilerin üzerinde kalın bir deniz kumu katmanı oluşmuştur. Liman tabanındaki taş dolgu üstünde MÖ 6 - 4. yüzyıllara tarihlenen Arkaik, Klâsik ve Erken Helenistik dönemlere ait çok sayıda amfora ve eserin bulunması, Theodosius Limanı’nın Bizans öncesinde, Karadeniz kıyısında kurulmuş koloni kentleri ile Ege Bölgesi’ndeki diğer şehir devletleri arasında ticari amaçlı seyreden teknelerin kötü hava koşullarında derin ve korunaklı bir koy olan bu alanı kullandıklarını düşündürmektedir. Yenikapı Liman Kazılarında bugüne kadar gün ışığına çıkartılan 37 batık, Erken ve Orta Bizans dönemine tarihlenmektedir. Bu batıklar, büyük bir gemi koleksiyonu oluşturmalarının yanısıra oldukça iyi korunarak tanımlanabilir bir durumda günümüze ulaşmaları nedeniyle de önem taşımaktadır. Gemilere ait ahşap elemanların özgün durumda bulunması, orijinal gövde biçimleri, döşek ve posta kavislerini izleyebilme imkânını sunmuştur. Gemilerin çoğunun karina ve küpeştelerine kadar yükselen kaplama tahtaları, bu gemiler üzerinde çalışmalar sürdüren araştırıcıların, gemi tasarımları ve yapım teknikleri hakkında detaylı bilgi edinmelerini sağlamaktadır. Yenikapı batıkları “yuvarlak gemi” diye bilinen yük gemilerinin yanısıra, kıyı denizciliği yapan orta ve küçük boyutlardaki gemiler ve balıkçı kayıkları olmak üzere değişik örnekleri içermektedir. Ayrıca çok nadir bulunan 2 Asal 2007: 155. 3 Berger 1994, 263; Ayrıntılı bilgi için bk. Kızıltan - Başaran 2015: 265 vd. 4 Kızıltan - Başaran 2015, 265. 5 Limanda bulunan 37 gemi kalıntısı, arkeolojik kazıları ve ilk belgeleme çalışmaları İstanbul Arkeoloji Müzeleri uzmanları tarafından yapıldıktan sonra, Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan alınan izinler ve protokoller kapsamında, belgeleme, kaldırma işlemleri, konservasyon ve rekonstrüksiyon çalışmaları yapılarak, müzeye teslim edilmek üzere iki ayrı üniversitenin ilgili uzmanlarına teslim edilmiştir. Teknelerden, 29 tanesinin belgelenerek kaldırılması, 33 tanesinin ise konservasyon ve rekonstrüksiyon işlemleri; İstanbul Üniversitesi, Taşınabilir Kültür Varlıklarını Koruma ve Onarım Bölümü Başkanı Prof. Dr. Sait Başaran ve ekibince, onun emekli olmasından sonra Bölüm Başkanı Doç. Dr. Ufuk Kocabaş ve ekibi tarafından “Yenikapı Batıkları Projesi” kapsamında yürütülmektedir. (Kocabaş, 2008; Kocabaş - Türkmenoğlu, 2009; Kocabaş, 2010; Özsait - Kocabaş, 2010); Kocabaş 2012: 25-35; Özsait - Kocabaş 2013: 37-46; 8 teknenin belgelenerek kaldırılması işlemleri ile 4 teknenin konservasyon ve rekonstrüksiyon işlemleri ise Bodrum Sualtı Arkeoloji Enstitüsü (INA - Institute of Nautical Archaeology) Başkanı ve Teksas A&M Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Cemal Pulak ve ekibi tarafından yürütülmektedir. Pulak, 2007: 215, 208-209; Pulak, Ingram, Jones, Matthews 2013: 23-34; Kızıltan - Başaran 2015: 267 vd. 6 Perinçek, 2010: 131-135. İSTANBUL 7 Kocabaş 2010: 23-33. ÖZEL SAYISI 2016 43 amfora parçaları tespit edilmiştir. Kıç tarafına yakın bir noktada, muhtemelen kaptana ait günlük kullanım eşyalarının bulunduğu bir bölme tespit edilmiştir. Bölmede pişmiş topraktan yapılmış maltız, testi, çömlek, bardak, geminin taşıdığı amforalardan farklı iki adet küçük amfora ve hasır bir sepet içinde kiraz çekirdekleri bulunmuştur. Batık iskele ve sancak karinası günümüze sağlam biçimde ulaşmıştır. Korunan uzunluğu 6,2 m, karinasının en geniş yeri 1,90 m’dir. Özgün boyu yaklaşık 8 m, karina genişliği de 2,5 m olarak belirlenmiştir. C14 analizleri sonucu MS 672 - 870 arasına tarihlenmiştir. Günlük yaşamla ilgili verileri koruması, batıkta bulunan kiraz çekirdekleri geminin bir yaz fırtınası ile battığını düşündürmektedir11(Resim 3). Arkeolojik araştırmalar sırasında Osmanlı, Bizans ve Neolitik dönemlere ait kültür tabakaları tespit edilen Tarihi Yarımada’nın tarihöncesi dönemlerde önemli bir yerleşim bölgesi konumunda olduğu anlaşılmış, kentin iskân tarihinin sürekliliğine ışık tutan önemli veriler ortaya çıkmıştır. 527 - 610 tarihleri arasında kullanımda kaldığını ve 539 ile 591 yıllarında onarım geçirdiğini göstermiştir14. İskelenin batısında bulunan ve iskeleye çapraz olarak, kuzey-güney yönünde uzanan ve 25,5 m’si tespit edilebilen, iki sıra iri taş bloklardan inşa edilmiş rıhtım 2,80 m genişliğindedir.Limanın batı sınırını oluşturan kesme taş ve tuğla sıralarıyla almaşık olarak inşa edilen Theodosius surlarının bir bölümü açığa çıkartılmıştır. Güneybatı yönündeki surlar, köşe yaparak doğu yönünde devam etmektedir. Köşenin hemen altında, 4,40m genişliğinde düzgün kesme taş ve horasan harç örgülü bir duvarın batıya doğru devam eden 54 m’ lik bölümü takip edilmiş ve duvar çevresinde I. Konstantinus dönemine (324 - 337) ait bronz sikkeler bulunmuştur. Gerek duvarın örgü tekniği gerekse sikkeler, duvarın 4. yüzyılda inşa edildiğini ve Konstantinus suruna ait olabileceğini düşündürmektedir15. Liman içinde yüküyle batan dördüncü tekne YK 35 numaralı batıktır12. Bu teknenin iç kaplamaları üzerinde, yanyana ve sırtsırta dizilerek istiflenmiş, tüm ve tümlenebilir farklı tiplerde toplam 127 adet Kırım tipi amfora, ahşap ve pişmiş toprak mutfak kapları, kandiller, koku şişeleri, gemi donanımları, ahşap kilit ve ağırlık kutusu bulunmuştur. İlk tespitler sonucu geminin 5. yüzyıla ait, yelkenli açık deniz ticaret gemisi olduğu belirlenmiştir13(Resim 4). Resim 2. Çektiri Tipi ve “uzun gemi” olarak adlandırılan çektiri tipi altı kürekli gemi de mevcuttur. Çektiriler, bu tipin Bizans dönemine tarihlenen ilk örnekleridir. YK 1 (Yenikapı 1) numaralı tekne8, küçük bir ticaret gemisi olup son derece sağlam ve sert ahşaplı, Türk meşesi olarak da bilinen saçlı meşeden imal edilmiştir. Teknenin taşıdığı yük ile tekne içinde bulunan iki demir çapa, bunun terkedilmediğini, bilâkis limanda demirli iken battığını göstermektedir. Orijinal uzunluğunun 10 m olduğu tahmin edilen batığın tespit edilen kısmı 6,5 m olup, 10. 8 9 10 11 12 13 yüzyıla tarihlenmektedir (Resim 2). YK 1’in yakınında bulunan YK 3 numaralı batık9 orta boy bir yük gemisidir. Mevcut uzunluğu 9.12 m, karinasının geniş yeri 2.28 m’dir. Geminin tam boyunun yaklaşık 18 m, karinasının da yaklaşık 6 m olduğu düşünülmektedir. C14 analizleri sonucu MS 668 - 840 yıllarına tarihlenmiştir. YK 12 numaralı ticaret teknesi10, taşıdığı yükün özgün durumda bulunması nedeniyle Yenikapı batıkları arasında ayrı bir öneme sahiptir. Batığın içinde, sağlam durumda çok sayıda amfora ve kırık Yenikapı 100 Ada Kazı Çalışmaları Limanın batısında “100 Ada” olarak isimlendirilen bölge ile doğusundaki bölgede yapılan kazılarda açığa çıkartılan mimari kalıntılar, liman hakkında önemli bilgiler sunmaktadır. Bu alanda yapılan kazılarda 4 yüzyıldan 13. yüzyıla kadar uzanan farklı dönemlere ait içiçe geçmiş mimari kalıntılar ortaya çıkartılmıştır. 100 Ada’nın önemli kalıntıları arasında mendirek ve rıhtım taşları ile bu taşların önünde bulunan kalın ve sık kazıklardan yapılmış ve 43,5 m’lik kısmı kazılar sırasında tespit edilen ahşap iskele yeralmaktadır. Kazıklardan alınan örnekler üzerinde yapılan dendrokronoloji analizleri, iskelenin Cemal Pulak ve ekibi tarafından Ağustos 2005-Ocak 2006 tarihleri arasında arazide belgelenerek kaldırılmıştır. Ufuk Kocabaş ve ekibi tarafından, 26 Mayıs 2006 - 05 Temmuz 2006 tarihleri arasında arazide belgelenerek kaldırılmıştır. Bu tekne Ufuk Kocabaş ve ekibi tarafından arazide belgelenerek kaldırılmıştır. Kocabaş 2010: 29; Özsait - Kocabaş 2012: 103; Kocabaş, Özsait - Kocabaş, 2013, 43, 48-55; Kızıltan - Başaran 2015: 268-271. YK 35 Ufuk Kocabaş ve ekibince belgelenerek kaldırılmıştır. Özsait - Kocabaş 2013: 41. Resim 3. YK 12 14 Kuniholm - Pearson - Wazny 2014: 156. 15 Gökçay 2007, 168-173; Kızıltan 2014: 59. 16 Gökçay 2007: 174; Kızıltan 2010: 5; Kızıltan - Başaran 2015: 272 vd. Bu alanda açığa çıkartılan önemli mimari kalıntılardan biri de, içinde bulunan bol miktardaki kandilden dolayı 4. yüzyıla tarihlenen ve 11 m’ lik bölümü kazılan tonozlu tuğla yapıdır. 1.80 m yükseklikte, 1.60 m genişlikte, alt kısmı kesme taşlarla, üst kısmı ise tuğla ile örgülü tonozlu yapının, atık su kanalı olarak kullanılmış olabileceği düşünülmektedir16. İSTANBUL ÖZEL SAYISI 2016 45 Resim 5. 100 Ada Kalıntıları Resim 4. YK 35 Yüküyle Batan Gemi Ayrıca bu bölgede 3.50 x 1.20 m boyutlarında dörtgen planlı, dört odadan oluşan, üzeri balık pulu şeklinde tonoz örtülü hipojenin (mezar odası) odalarından birine ait tonoz örtü günümüze gelebilmiştir. Temel seviyesinde ele geçen buluntular ile taş üzeri gizli tuğla örgü duvar teknikleri, yapıyı 12. yüzyıla tarihlemektedir (Resim 5). Kilise Kalıntısı Yenikapı kazı alanının kuzeybatısındaki Metro bölümünde ortaya çıkartılan kilise, limanın dolmaya başladığı 12. 13. yüzyılda inşa edilmiştir. 9,50 x 11,45 m boyutlarındaki doğu-batı doğrultulu kalıntı, ilk kullanım evresinde tek apsisli olup sonradan kuzey ve güney yanlarına basit taş örgülü birer nef ilâve edilerek üç apsisli bir yapıya dönüştürülmüştür. Kilisenin içinde ve çevresinde, özgün durumda 22 mezar bulunmuştur17 (Resim 6). İskeleler Sayıları 200'ü bulan iskelelerYenikapı’da günışığına çıkartılan Theodosius Limanı’nın günümüze ulaşan kanıtlarındandır. İskelelerden ikisi taş, diğerleri ahşaptır. Kuzey-güney uzantılı 17 Gökçay 2007: 174 vd.; Kızıltan - Başaran 2015: 273. 18 Kızıltan - Başaran 2015: 274-275. ahşap iskele kazıklarından alınan örneklerin dendrokronolojik analiz sonuçları bunların 5. yüzyılın başından itibaren inşa edilmeye başlandığı yönündedir. Taş iskelelerden birisi Metro kazı alanının kuzeydoğu, diğeri kuzeybatı kesimindedir. Kuzeydoğudaki iskele, güneybatı-kuzeydoğu doğrultusunda olup, aralıklarla birbirini takip eden beş ayaktan oluşmaktadır. Ayaklardan güneybatı uçtaki beşgen, kuzeydoğuya doğru aralıklı bir şekilde yerleştirilen dört ayak ise dikdörtgen planlıdır. Ayakların tespit edilebilen toplam uzunluğu 32,50 m’dir. Temelde görülen ahşap kalıpların içi niteliğinde ahşap kalıp üzerinde yükselen iskele mermer ve kireçtaşı bloklarla çevrelenmiş, iç kısmı horasan harç ve taş kırıkları ile doldurulmuştur. Aralıklarla inşa edilen ayaklar birbirine kemerlerle bağlanmıştır. Çevresinde ele geçen arkeolojik malzemelerle birlikte, iskelenin yapımında kullanılan ahşaplar üzerinde yapılan dendrokronolojik analiz sonuçları, bunun 8. yüzyıl sonu veya 9. yüzyıl başlarında inşa edilmiş olduğunu göstermiştir18 (Resim 7, 8). Theodosius Limanı kazılarındaki bulgular (ambar binalarının varlığı, önemli sayıda iskele ve batık gemi kalıntısı) burasının Klâsik Antik Dönemde ve Orta Çağda oldukça büyük bir ticari liman olduğuna işaret etmektedir. Neolitik Dönemde Yenikapı Yenikapı kazı alanın doğu bölgesindeki kazılarda doğu ve batı yönlerindeki açmalarda, topoğrafyaya bağlı olarak değişen -5 / -5.80 m arasındaki farklı derinliklerde, liman içinde bulunan malzeme gruplarından yüzey işlemleri ve form açısından farklı özellikler gösteren çanak çömlek parçaları tespit edilmiştir. Yapılan ilk incelemelerde bu parçaların Kalkolitik Çağ’a, Kuzey Marmara kıyılarının özgün Toptepe Kültürü’ne ait olabileceği düşünülmüştür. Ancak liman alanı içinde sürdürülen kazılarda bu kültür katı tespit edilmemiştir. Bu çanak çömlek gurubunun liman dışındaki bir alandan su yoluyla limana taşındığı düşünülmektedir. Bu bölgenin batısında -6.30 m kotunda sürdürülen kazılarda, liman tabanındaki taş dolgudan farklı plan veren taş sıraları, dağınık halde yanmış kerpiç parçaları ile el yapımı çanak çömleğin bulunduğu Neolitik tabakaya ulaşılmıştır. Bu tabakaya ait mimari ve diğer buluntular yakın çevresindeki bulunanlarla karşılaştırıldığında, Yenikapı kazı alanının da içinde bulunduğu Marmara Bölgesi’nin, özellikle de İstanbul’un Neolitik Çağ kültürleri olarak bilinen Fikirtepe ve Yarımburgaz kazılarında bulunan çanak çömlek ve küçük buluntu gruplarıyla çok benzerlik gösterdiği görülmüştür19. Mimarinin büyük kısmı dörtgen, kalanı ise yuvarlak planlıdır. Yapılar bitişik nizamda inşa edilmiş olup dörtgen planlı yapıların bir kısmında ortak duvar kullanıldığını gösteren izlere rastlanmıştır. Dikdörtgen veya kare plan veren mekânlar genel olarak 5x5m, 3x3m veya daha küçük boyutludur. Taşıyıcı elemanları ahşaptır. Neolitik Mimari Yenikapı kazı alanının doğu bölgesindeki kazılarda, kazı alanının güneybatı yönünde, günümüz deniz seviyesinin -6.30 m altında tespit edilen, liman tabanındaki taş dolgudan farklılık gösteren kısmen dağılmış durumdaki taş dizilerinden, burada kuzeybatıgüneydoğu yönünde uzanan ve gruplar oluşturacak biçimde yanyana sıralanmış kulübelerden oluşan bir yerleşmenin mevcut olduğu anlaşılmıştır. Yenikapı'da Neolitik mimariye ait bulgular, dağılmış taş temel izleri dışında, genel olarak dipleri taşlarla desteklenmiş, ahşap dikmelerin çamur ile sıkıştırılmış izlerinden oluşmaktadır. Kazı alanının kuzeyinde dere yatağının içinde -8.40 / -8.75 m’de muhtemelen devrilmiş veya yıkılmış durumda tespit Resim 6. Kilise Kalıntısı 19 Gökçay 2007: 166-179; Kızıltan 2010: 1-16; Kızıltan - Başaran 2015: 276 vd. İSTANBUL ÖZEL SAYISI 2016 47 malzemesine benzer özellikte malzemeler tespit edilmiştir. Özellikle kazı alanının doğusunda bulunmuş olan kremasyon mezarlarda tüm ve tüme yakın hediye kapların tamamı bu grup içerisinde yer almaktadır. Kap tipleri genel olarak küresel gövdeli, ip delik tutamaklı, boyunlu çömlekler, derin kâseler ve bezemeli kaplardan oluşmaktadı20. Neolitik Dönem Buluntuları Metro ve Marmaray kazılarında, kazı envanterinin % 5,1’lik dilimini oluşturan 35 adet işlenmiş ahşap buluntu yer almaktadır. Yenikapı Kazısı ilk Neolitik Çağ buluntularının deniz suları altında, balçık dolgunun içinde, oksijensiz ortamda korunagelmesi, kuşkusuz Türkiye ve dünya arkeolojisi açısından önemlidir. Bulunan ahşapların bir kısmı aşağıda örneklendirildiği gibi, alet bir kısmı ise ne olduğu tam Resim 7. Taş İskele edilen bu dal örgü mimari, Marmara ve Trakya bölgelerindeki mimariyle yakın benzerlik taşıdığı gibi, Kuzeybatı Anadolu ve Trakya dal örgü mimari geleneğinin Yenikapı yerleşmesinde de devam ettiğini göstermiştir (Resim 9). Yerleşme içinde ve yakın çevresinde bulunan çanakçömlek parçaların bir kısmı Fikirtepe malzemesi ile yakın benzerlik göstermesi nedeniyle, Yenikapı’daki bu yerleşmenin Fikirtepe’nin bazı evreleri ile çağdaş olduğuna işaret etmektedir. Resim 8. Ahşap İskele Dal örgü mimarinin batı kenarında, ortalama -8.15 m kotunda bulunan ve güney-kuzey yönünde uzanan yaklaşık 8 x 20 m.lik alanda, Anadolu arkeolojisi için ilk ve çok önemli bir buluntu grubu tespit edilmiştir. Kil zemin üzerinde içleri dere kumuyla dolmuş, Çanak Çömlekli Neolitik Çağ insanlarına ait çok sayıdaki ayak izi, günışığıyla buluşmuştur. Islak killi zemin üzerinde yürüyen insanlara ait ayak çukurluklarının üzeri hızlı şekilde kum ile kaplanmış ve izler bozulmadan günümüze kadar gelmiştir. Dal örgü mimarinin batısında, kuzey-güney aksında bir yürüyüş bandında rastlanan izlerin, çok düzenli görünümleri nedeniyle giyimli ayaklara ait olduğu kuşkusuzdur. Kullanılan ayakkabıların anlamlandırılamayan işlenmiş ahşaptan oluşmaktadır. Fikirtepe Kültürü’ne tarihlenen yerleşmenin güneyinde tespit edilmiş olan su yatağının hemen kenarında, -6.60 m kotunda 1,35 m ve 1,13 m uzunluklarında iyi işçilik gösteren iki adet ahşap kürek bulunmuştur. Su yatağında iki ahşap yay parçası, küçük hayvanları avlamakta kullanılan bir fırlatma tokmağı ve bir tane de bumerang benzeri ahşap alet mevcuttur. Ayrıca alanın muhtelif yerlerinde ahşaptan yapılmış iki kap ve ilk kez henüz Fikirtepe Kültürünün hangi evresine ait olduğunu tanımlayamadığımız bir figürin ele geçmiştir (Resim 11). Kemik buluntularda karakteristik olarak birkaç alet grubu ön plana çıkmaktadır. Bunlar daha çok sap, delici, spatula, deri veya benzeri bir organik malzemeden yapılmış olma ihtimali yüksektir. Bununla birlikte az sayıda çıplak ayak izleri de tespit edilmiştir. Toplam 2.080 olan ayak izlerinin en küçüğü burundan topuğa 15.9 cm, en büyüğü ise 28.9 cm uzunluğundadır (Resim 10). Çanak-Çömlek Marmaray Kazısı’nda Neolitik Döneme ait kazı envanterine dâhil olan eserler dışında, toplam 15.833 adet çanak çömlek parçası değerlendirilmiş ve malzemenin, Fikirtepe ve Yarımburgaz çanak çömleklerine çok benzediği görülmüştür. Yenikapı Kazılarında saptanan Fikirtepe Kültürü’ne ait çanak çömlek buluntularında genel olarak Arkaik ve Klâsik evrelere ait buluntular izlenebilmekte, bu nedenle Yenikapı Kazısı Fikirtepe çanak çömlek buluntu topluluğu, Arkaik ve Klâsik Fikirtepe olmak üzere iki başlık altında tanımlanmaktadır. Yenikapı Neolitik yerleşim alanında sürdürülen kazılarda, Fikirtepe çanak çömlek gruplarının yanısıra Yarımburgaz IV. evresi olarak tanımlanan gelişkin Fikirtepe çanak çömlek grubu Resim 9. Dal Örgü Mimari Kalıntıları 20 Kızıltan 2013: 011; Kızıltan - Başaran 2015: 279 vd. 21 Kızıltan - Başaran 2015: 280 - 281. mablak olarak tanımlanan düzleticiler, figürinler ve az sayıdaki kaşıklardır. Kemik aletlerin yapımında genel olarak büyük memeli hayvanların uzun kemikleri, koyun ve keçinin alt bacak kemikleri ve tarak kemiklerinin tercih edildiği boynuz aletlere geyik boynuzun damgasını vurduğu anlaşılmıştır. Taş aletler içerisinde çakmaktaşları sayıca baskındır. Kazı envanterinde çakmaktaşları % 42,9, sürtme taş aletler % 13,3 oranındadır. Çakmaktaşı alet gruplarında kesiciler, kazıyıcılar diğer alet gruplarına göre daha fazladır. Çeşitli boylarda dilgiler, kenarları baskı tekniği ile düzeltilmiş kazıyıcılar, deliciler ve prizmatik dilgi çekirdekleri dönemin karakteristik buluntuları arasında sayılmaktadır21. Yenikapı Neolitik Dönem Mezarları Yerleşmenin güney yönünde yer alan su yatağının hemen kenarında, yaklaşık -6,51 / -6,73 m kotunda, bir aileye ait olabileceği düşünülen basit bir toprak mezar bulunmuştur. 1 numaralı bu mezarda ikisi erişkin olmak üzere toplam dört bireye ait hoker (cenin) pozisyonunda iskelet mevcuttur (Resim 12). Erişkin iskeletlerinden alt kotta olanı, iyi bir işçilik gösteren 1 m uzunluğunda, bir ucu sivri diğer ucu çatal biçiminde sonlanan bir ahşap alet üzerine yatırılmıştır. Daha üst kotta bulunan erişkin iskeletin alt çenesi dışında kafatasına ait hiçbir kemiğe rastlanmamıştır. Buna göre, üst kotta bulunan ölü, diğer üçünden kısa bir süre sonra gömülmüş olmalıdır. Çocuk iskeletinin birinin üzerindeki büyük bir çanağa ait parçaların dışında, mezara hediye olarak, klâsik Fikirtepe benzeri farklı boyutlarda dört adet kap bırakılmıştır (Resim 13). Kazı alanının doğusunda kuzey-güney yönündeki dere yatağının doğu kenarında -7,60 m kotunda, üzeri iki parça ahşap kaplı, 2 numaralı mezar tespit edilmiştir. Kuzeydoğu-güneybatı doğrultusunda uzanan iskeletin altına yerleştirilen ızgara şeklindeki iki yatay beş dikey ahşap, ölünün taşındığı ve birlikte İSTANBUL ÖZEL SAYISI 2016 49 Resim 11. Ahşap Figürin Sirkeci Kazı Çalışmaları Resim 10. Ayak İzleri gömüldüğü bir düzeneğe ait olmalıdır. İskeletin ayakucunda bulunan ip delik tutamaklı çömleğin ikincil bir gömüt olduğu anlaşılmıştır22. Bu kap ile mezar çevresinde bulunan çanakların tümü Fikirtepe’de bulunanların benzeridir (Resim 14). Yenikapı Metro kazı alanının doğusunda -7,25 m kotunda tespit edilen mezarın üzeri de yine ahşapla kapatılmıştır (Resim 15). Güneybatı-kuzeydoğu yönünde, hoker pozisyonunda yatırılmış erişkin bir bireye ait iskeletin dört yanına dikilmiş dikmeler tespit edilmiştir. Yerleşim alanının yaklaşık 100m. doğusunda, balçık dolgunun altında kalmış olan yaşam düzleminde daha önce Anadolu Neolitiğinde bilinmeyen çömlek içi yedi adet kremasyon mezar ve aynı düzlemde cesetlerin yakıldığı ve kemiklerin yerinde bırakıldığı iki kremasyon çukuru bulunmuştur (Resim 16). Yanmış kemiklerin arasında yumuşakça kabuğundan yapılmış, 37’si küçük, bir tanesi diğerlerine göre daha büyük olan 38 adet boncuk ele geçmiştir. Yenikapı Neolitik Dönem yerleşmelerinde ölü gömme uygulaması üç farklı biçimi içermektedir. Bunlardan ilki bireylerin toprağa açılan çukurlara gömülmesidir. İkinci grup bir örnekle temsil edilmektedir; orta boy bir kabın içinde erişkin olmayan bir bireye ait ikincil gömüt niteliğinde kemikler bulunmuştur. Üçüncü uygulama ise üç farklı durumda bulunmuş olan kremasyon uygulamalarıdır. Yenikapı’da dört gömütte beşi erişkin olmak üzere, toplam sekiz iskelet açığa çıkartılmıştır. Erişkinlerden üçünün kadın, birinin erkek olduğu belirlenebilmiştir23. Gömütlerin ayırt edici özelliği, ahşap kullanımıdır. Neolitik tabaka içinde dönemin yaşantısını yansıtan mimari izler, çeşitli pişmiş toprak, çakmaktaşı, kemik, ahşap parçalar ve mezarlar ortaya çıkartılmıştır. Dönem insanına ait mezar tipleri, gömü gelenekleri, ahşap konut tipleri ve yüzlerce ayak izi, bugüne kadar Yakındoğu arkeolojisinde bilinen ilk örnekleri oluşturmaktadır. 22 Yılmaz 2011: 283-302; 2014: 265-267. 23 Ayrıntılı bilgi için bk. Kızıltan - Başaran 2015: 282-283; Yılmaz 2011: 301; 2014: 260-269. 24 Bizans dönemi ticareti için bk Asal 2007: 180 vd.; 2010: 153-156. Yine, Tarihi Yarımada içinde yer alan Çarşıkapı’da yapılan bir temel kazısında Prehistorik döneme tarihlenen çanak çömlek kalıntıların ortaya çıkmış olması, Tarihi Yarımada'nın tarihöncesi dönemlerde önemli bir yerleşim bölgesi konumunda olduğunu açıklamaktadır. Yenikapı kazılarında günışığına çıkan Neolitik kültüre ait kalıntıların yanısıra, Byzantion’un kuruluş yıllarına (MÖ 7. yüzyılın ilk yarısı) tarihlenen Arkaik döneme ait Attika, Ege Adaları, Batı Anadolu ve Doğu Akdeniz kökenli buluntular da yerleşimin sürekliliğini ve ticari ilişkilerini göstermektedir24. Alanda yer alan mimari kalıntılardan özellikle limanı batıdan sınırlayan Theodosius Surları ve 100 Ada mevkiinde yapılan arkeolojik kazı sırasında ortaya çıkan Konstantinus Suru'na ait bölüm, tonozlu tuğla yapı kalıntısı, balık pulu şeklinde işlenmiş tonozu ile dikkat çeken hipoje ve diğer kalıntılar, Erken Bizans dönemi duvar yapım tekniğine ilişkin önemli bilgiler sunmaktadır. Marmaray Projesi kapsamında Sirkeci bölgesinde yapılan kazılarda, Yenikapı’da olduğu gibi, bu döneme ilişkin İstanbul’un kültür tarihine ışık tutacak önemli sonuçlara ulaşılmıştır. Sirkeci’deki kazılar Cağaloğlu'nda Gar içinde, Sirkeci Garı'nın güneyinde ve Hocapaşa'da olmak üzere, dört ayrı alanda gerçekleştirilmiştir. Bu alanların tümü bugünkü istasyonun doğusunda Prosphorianos Limanı’nın25 kıyısında yer almaktadır. Kazılarda genel olarak üst tabakalarda Osmanlı döneminin çeşitli evrelerine ait tabakanın altında Bizans dönemi kalıntılarıyla karşılaşılmıştır. Ancak kazı alanlarının dar olması nedeniyle söz konusu kültür katlarında, mimari kalıntılarda bütünlük elde edilememiştir. Cağaloğlu’nda mozaik kalıntısı, Bizans ve Osmanlı’ya tarihlenen mimari kalıntılar ilginçtir. Gar içi açmasında Bizans dolgusu içinde çok miktarda üçayak astarlı ya da sırlı seramikler, atölye artığı seramik parçaları ile cüruf ve fırın olabilecek yuvarlak yapı kalıntısı, bu alanın 13.14. yüzyılda da seramik üretim atölyesi olduğunu göstermiştir. Sirkeci Garı'nın güneyindeki doğu şaftında MÖ 7. yüzyılda başlayıp günümüze değin süre gelen tarihsel süreci temsil eden kalıntılar ortaya çıkmıştır. Bunlar arasında yer alan siyah ve kırmızı figür tekniği ile üretilmiş MÖ 7. - 5. yüzyıllara ait ithal vazo parçaları, cam eşyalar, çeşitli şehirlerle yapılan ticareti kanıtlayan damgalı amfora kulpları büyük bir grup oluşturmaktadır. Hocapaşa şaftında yapılan kazılarda genellikle Osmanlı ve Bizans dönemlerinin çeşitli evrelerine ait mimari ve seramik kalıntılar ortaya çıkmıştır. Vergi Dairesinin bodrumunda yapılan sondajda Roma dönemine ait mermer kadın başı ve Roma dönemi seramikleri ele geçmiştir26 (Resim 17). Büyük Saray Kazısı Kazılar, Dar-ül Fünun Binası’nın oturduğu alan, Sultanahmet Cezaevi Bahçesi ve tonozlu mekânların bulunduğu alanda gerçekleştirilmiştir. Kazılarda Dar-ül Fünun Binasının inşaası sırasında Hipodromda yer alan bronz burmalı sütuna ait yılan başlarından birinin üst çenesi ile İmparator Arcadius’un (395 - 409) karısı Eudoksia’nın gümüş heykeline ait yazıtlı kaidesi ele geçmiştir. Bu alandaki çalışmalarda Bizans dönemine ait yapı kalıntıları, mermer kaplama ve mozaik döşemeli tabanların yanısıra Augusteion 25 Müller Wiener 2001: 57; 2003: 5; Kızıltan 2014: 69-72. 26 Ayrıntılı bilgi için bk. Girgin 2007: 98-105; cam buluntular için bk. Özgümüş 2010: 121-134. 27 Müller Wiener 2002, 230 vd. Meydanı'na açılan 6,20 m genişliği olan Khalke Pule27 (Bronz Kapı), Büyük Saray’ın ana girişi ile mermer kaplamalı nişler ve çeşitli yapılara ait kalıntılar ortaya çıkmıştır. Sultanahmet Eski Cezaevi'nin bahçesinde yürütülen kazı çalışmalarında Bizans dönemine ait 48 m uzunluğu 4 m genişliği olan sokak kalıntısının iki yanında Bizans yapı kalıntıları bulunmaktadır. Tonozlu mekanda Osmanlı ve duvarları fresklerle süslü Bizans dönemine ait duvar kalıntıları saptanmıştır. Büyük Saray bölgesinde Resim 12. Toplu Gömü İSTANBUL ÖZEL SAYISI 2016 51 yapılan kazılarda günışığına çıkan Frig, Doğu Yunan, Korint, Attika Keramik örnekleri ile Sultanahmet Eski Cezaevi kazısından ortaya çıkan benzer örnekler, bu alandaki yerleşimin MÖ 7. yüzyılda başlayıp günümüze değin süregelen tarihsel sürecini yansıtmaktadır28. Değerlendirme Tarihi Yarımada, kuzeyde doğal bir liman olan Haliç, doğu ve güneyinde Marmara Deniz surları, batıda beşinci yüzyılın başında İmparator Theodosius tarafından inşasına başlanan görkemli surlarla çevrilidir. Dünya Miras Alanı Tarihi Yarımada Sarayburnu’nda tarihöncesi çağlardan başlayarak Megaralı kolonistler tarafından MÖ 7. yüzyılın ortalarında kurulan Byzantion’dan Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti dönemleri de dâhil sürekli yerleşilmiştir. Bundan dolayı tarihöncesi, Grek, Helenistik ve Roma dönemlerine ait kültürel kalıntıların büyük bölümü toprak altındadır ve günümüzün kent dokusu nedeniyle bunların ortaya çıkartılması olanaksızdır. Ancak, Byzantion`daki yapılara ilişkin bilgi ve belge son yıllarda Marmaray projesi kapsamında yapılan kazılardan, Tarihi Yarımada’nın çeşitli alanlarında açılan temeller sırasında ortaya çıkan kültürel kalıntılardan ve antik kaynaklardan (özellikle ortaçağ kaynakları) -kısmen de olsaöğrenilebilmektedir. Byzantion`un ilk çekirdeğini oluşturan bugünkü Topkapı Sarayı ve Ayasofya`nın bulunduğu alan Antik Çağda kentin akropolisini oluşturuyordu. Yazılı kaynaklara göre Akropolis’te çeşitli tapınaklar yer alıyordu. Yine bu kaynaklarda, sütunlu dört galeriyle çevrili, içinde Helios`un heykeli bulunan bir agoradan da sözedilmektedir. Yunanlı yazar Ksenophon (MÖ 5.-4. yüzyıl) ise Thrakion olarak adlandırılan büyük bir meydandan bahsetmektedir. Bunun kuzeyinde Strategion adı verilen, üst düzeyde devlet yöneticilerinin oturduğu bir alan, aynı bölgede ‘gymnasion’lar ve sarnıçlar bulunduğu, bölgedeki en önemli hamam yapısının ise Strategion yakınındaki Akhilleus Hamamı olduğu 28 Denker - Yağcı - Akay 2007: 126-141 ve ilgili notlar. 29 Kızıltan - Saner 2011: 34. belirtilmektedir. Ancak bu yapılardan günümüze hiçbir iz ulaşmamıştır. Çarşıkapı’da yer alan Merzifonlu Mustafa Paşa Türbesi yakınındaki bir temel kazısında Geç Kalkolitik Çağa tarihlenen pişmiş topraktan bir testi parçası bulunmuştur. Aynı alanda MÖ 4. yüzyıla ait siyah boyalı keramikler ve Attika tipi stel parçası ortaya çıkmıştır. Roma döneminde nüfusun artması üzerine nekropolisin Vezneciler Zeyrek arasındaki bölgeye yayıldığı Unkapanı’nda 1960 yılında yapılan kazılar neticesinde ortaya çıkan lahitler ve mezar yapıları ile kanıtlanmaktadır. İstanbul Üniversitesi Merkez Binası’nın girişine yakın alanda yapılan yol düzenleme çalışmalarında 2. yüzyıla tarihlenen Medusa betimli iki adet mermer lahit kapağının bulunmuş olması da bu tezi desteklemektedir. 1953 yılında Belediye Sarayı inşa edilmek üzere yapılan temel kazısında, olasılıkla Roma villasına ait, taban döşeme mozaiği ortaya çıkmıştır. Tauri Forumu’nun girişinde kalıntıları günümüze değin özgün yerinde bulunan İmparator I. Theodosius (379-395) adına yapılan üç gözlü Zafer Takı yer alıyordu. Zafer Takı, yapılan restitüsyon denemesine göre, 34 metre uzunluğunda, 7 metre genişliğinde, orta açıklığı geniş, yan açıklıkları dar, her açıklığın dörder sütunla taşındığı muhteşem bir yapıydı. Bu dönemde etrafı sütunlu revakların, kilise ve hamamların da yer aldığı mermer yapılı sivil ve kamu binalarıyla çevrili olan alanın kuzey doğusunda Jupiter Tapınağı bulunmaktaydı. Söz konusu kalıntılar Erken Roma döneminden itibaren şehrin Mese Yolu çevresinde şekillendiğini göstermektedir. İstanbul’un ayakta kalabilmiş en eski anıtlarından olan ve bugün Bozdoğan Su Kemeri olarak bilinen Valens yapısının önemli bir kısmı bu alan içinde yer almaktadır. Geç Roma Erken Bizans dönemine ait bu su kemeri Roma mimarisinin olağanüstü etkileyici güzel bir örneğidir. Sur dibine yakın alanlarda ortaya çıkan lahitler, Roma döneminde kentin yayılma alanlarına ilişkin bilgileri tamamlayıcı niteliktedir. Lahitlerden biri düz kapaklı çift bölmeli aile lahdi olarak tanımlanmaktadır. Resim 13. Ölü Armağanları Diğerinin kapağında iri akroterler ve kapağın kısa kenarındaki üçgen alınlıkta bir meduza kabartması yer almaktadır29. Süleymaniye Uzunçarşı Caddesi’nde 1999 yılında yapılan kazıda ortaya çıkan taş örgülü duvar kalıntısı ile Beyazıt Meydanı’nda Vakıf Bank’ın bulunduğu parselde yapılan kazıda günışığına çıkan kesme taş örgülü payeli duvar kalıntısı Roma İmparatorluk Döneminde yerleşmenin yayıldığı alanlara tanıklık etmektedir. Resim 14. Ahşap Düzenekli ve Çömlek Gömütler Resim 15. Ahşap Kapaklı Gömüt 330’da İmparator I. Konstantinus yeni başkent olarak ilân ettiği kente Roma’dan senatörler, yüksek memurlar, soylular getirerek Romalı nüfusu arttırmış ve imar faaliyetlerini başlatmıştır. 395 yılında Roma İmparatorluğu’nun ikiye bölünmesiyle Konstantinopolis / Neo Roma adıyla Roma İmparatorluğu’nun doğudaki idari merkezi olarak yeniden inşa ettirilmesinden sonra kentin nüfusu hızla artmış ve 5. yüzyılın başında Konstantinus surlarının dışına taşmıştır. Genişleyen kent alanı 14 idari bölgeye ayrılmıştır. Geniş bir coğrafyaya yayılmış bulunan Byzantion antik kentinde yapılan lokal araştırmalar, kentin topoğrafyasına olduğu kadar iskân tarihinin devamlılığına ışık tutan önemli verilerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Resim 16. Kremasyon Kapları (Urneler) İSTANBUL ÖZEL SAYISI 2016 53 Kaynakça Resim 17. Sirkeci Buluntusu Kadın Heykeli Asal, R., (2007), Gün Işığında İstanbul’un 8000 Yılı, Marmaray, Metro, Sultanahmet Kazıları, İstanbul Ticareti ve Theodosius Limanı, Z. Kızıltan, ed., Vehbi Koç Vakfı, İstanbul, ss. 180-189, Asal, R., (2010), Theodosius Limanı ve İstanbul’un Bizans Dönemi Deniz Ticareti, U. Kocabaş, ed., İstanbul Arkeoloji Müzeleri 1. Marmaray-Metro Kurtarma Kazıları Sempozyumu Bildirileri: 5-6 Mayıs 2008, İstanbul Arkeoloji Müzeleri, İstanbul, ss. 153-156. Başaran, S., (2010), Demirden Yollar ve Marmaray Kıyısında Eski Bir Liman, U. Kocabaş, ed., Yenikapı’nın Eski Gemileri 1, Ege Yayınları, İstanbul, ss. 19. Berger, A., (1994), Theodosius Limanı, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, Cilt VII, İstanbul, ss. 263. Bittel, K., (1970) Bemerkungen über die prähistorische Ansiedlung auf dem Fikirtepe bei Kadikoy (Istanbul)”, Istanbuler Mitteilungen 19/20, ss. 1-19. Denker, A., Yağcı, G. ve Akay, A.B., (2007), Sultanahmet Eski Cezaevi, Z. Kızıltan, ed., Gün Işığında İstanbul’un 8000 Yılı, Marmaray, Metro, Sultanahmet Kazıları, Vehbi Koç Vakfı, İstanbul, ss. 125-141. Dirimtekin, F., (1953), Fetihten Önce Marmara Surları, İstanbul. Doğu D., Köse, N., Kartal ve Erdin N., (2011), Wood Identification of Wooden Marine Piles From the Ancient Byzantine Port of Eleutherius/Theodosius, BioResources, 6 / 2, ss. 987-1018. Girgin, Ç., (2007), Sirkeci’de Sürdürülen Kazı Çalışmalarından Elde Edilen Sonuçlar, Gün Işığında İstanbul’un 8000 Yılı, Marmaray, Metro, Sultanahmet Kazıları, Vehbi Koç Vakfı, İstanbul, ss. 97-105. Gökçay, M., (2007), Kazılarında Ortaya Çıkan Mimari Buluntular, Z. Kızıltan, ed., Gün Işığında İstanbul’un 8000 Yılı, Marmaray, Metro, Sultanahmet Kazıları, Vehbi Koç Vakfı, İstanbul, ss. 166-179. Gyllius, P. ,(1997), İstanbul’un Tarihi Eserleri, E. Özbayoğlu, çev., İstanbul. Kızıltan, Z., (2010), Marmaray ve Metro Projeleri Kapsamında Yapılan Yenikapı Sirkeci ve Üsküdar Kazıları, U. Kocabaş, ed., İstanbul Arkeoloji Müzeleri 1. Marmaray-Metro Kurtarma Kazıları Sempozyumu Bildirileri: 5-6 Mayıs 2008, İstanbul Arkeoloji Müzeleri, İstanbul, ss. 1-16. Kızıltan, Z., (2011), Yenikapı Kurtarma Kazılarında Bulunan Neolitik Döneme Ait Ahşap Bir Figürin, TÜBA-AR 14,ss. 305-308. Kızıltan, Z., (2014), Marmaray-Metro Projesi Kurtarma kazıları; Yenikapı-Sirkeci ve Üsküdar İstasyonları Arkeolojik Çalışmaları ve İstanbul’un 8 Bin Yılı’’, Hayalden Gerçeğe Bir İstanbul Öyküsü Marmaray, Gama Holding, Ankara, ss. 54-76. Kızıltan, Z., (2014), Marmaray-Metro Projeleri; Yenikapı, Sirkeci ve Üsküdar Kazıları, 2004-2014 Fotoğraflarla Kazı Günlüğü, İstanbul, ss. 8-21. Kızıltan, Z., Başaran, S., (2015), Marmaray Metro Projeleri ve Yenikapı Arkeolojik Kurtarma Kazıları, Ü. Yalçın ve H.D. Bienert ed., Kültürlerin Köprüsü Anadolu, Zeitschrift für Kunst und Kultur im Bergbau Beiheft 27 (Türkçe - Almanca), ss. 263-288. Kızıltan, Z., Polat, M. A., (2013), Yenikapı Kurtarma Kazıları: Neolitik Dönem Çalışmaları, Arkeoloji ve Sanat 143, ss. 1-40. Kızıltan, Z., Saner, T., (2010), İstanbul’da Arkeoloji, İstanbul Arkeoloji Müzeleri Arşiv Belgeleri (1970-2010), İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul. Kocabaş, U., (2010), İstanbul Üniversitesi Yenikapı Batıkları Projesi: Gemiler, İstanbul Arkeoloji Müzeleri 1. Marmaray-Metro Kurtarma Kazıları Sempozyumu Bildirileri: 5-6 Mayıs 2008, İstanbul Arkeoloji Müzeleri, İstanbul, ss. 23-33. Kocabaş, U., (2012), Theodosius Limanı’nda Hayat, Batıklar ve Hızlı Gömülme, Yenikapı’nın Eski Gemileri, Yenikapı Batıkları 1, 2., Ege Yayınları, İstanbul, ss. 25-35. Kocabaş, U., Özsait Kocabaş, I., (2013), Gemi Arkeolojisinde Yeni Bir Milat, Yenikapı Batıkları Projesi, Saklı Limandan Hikayeler, Yenikapı’nın Batıkları, Vehbi Koç Vakfı, İstanbul, ss. 37-46. Kuniholm, P. I, Pearson, C. L ve Wazny, T., (2014), Yenikapı İle Diğer Marmaray Proje Alanlarında Dendrokronoloji Araştırmaları, Hayalden Gerçeğe Bir İstanbul Öyküsü Marmaray, Gama Holding, Ankara, ss. 154-159. Müller Wiener, W., (2003), Bizans’tan Osmanlı’ya İstanbul Limanları, E. Özbek, çev., İstanbul. Müller Wiener, W., (2001), İstanbul’un Tarihsel Topoğrafyası, Ü. Sayın, çev., İstanbul. Özgümüş, Ü., (2010), Marmaray Sirkeci Kurtarma Kazıları Cam Buluntularının Değerlendirilmesi, İstanbul Arkeoloji Müzeleri 1. Marmaray-Metro Kurtarma Kazıları Sempozyumu Bildirileri: 5-6 Mayıs 2008, İstanbul Arkeoloji Müzeleri, İstanbul, ss. 121-134. Özsait Kocabaş, I., Kocabaş, U., (2012), Yenikapı Batıklarında Teknoloji ve Konstrüksiyon Özellikleri: Bir Ön Değerlendirme, Yenikapı’nın Eski Gemileri 1, Ege Yayınları, İstanbul, ss. 102. Özsait Kocabaş, I., (2013), Yenikapı 12 Teknesinin Yüzyıllar Süren Yolculuğu, Saklı Limandan Hikayeler, Yenikapı’nın Batıkları, Vehbi Koç Vakfı, İstanbul, ss. 48-55. Perinçek, D., (2010), Yenikapı Kazı Alanının Son 8000 Yıllık Jeo-Arkeolojisi ve Doğal Afetlerin Jeolojik Kesitteki İzleri, Yenikapı Antik Liman Kazılarında Jeoarkeoloji Çalışmaları ve Yeni Bulgular, Türkiye Jeoloji Kurultayı Bildiri Özetleri Kitabı: 16- 22 Nisan 2007), İstanbul, ss. 131-135. Pulak, C., (2007), Yenikapı Bizans Batıkları, Z. Kızıltan, ed., Gün Işığında İstanbul’un 8000 Yılı, Marmaray, Metro, Sultanahmet Kazıları, Vehbi Koç Vakfı, İstanbul, ss. 202-215. Pulak C., Ingram R., Jones M. Ve Matthews S., (2013), Yenikapı Batıkları ve Batıkların Gemi Yapımı Araştırmalarına Katkısı”, Saklı Limandan Hikayeler, Yenikapı’nın Batıkları, Vehbi Koç Vakfı, İstanbul, ss. 23-34. Yılmaz, Y., (2011), Marmara Bölgesi Neolitik Dönem Ölü Gömme Geleneklerinde İlkler: Yenikapı Kazı Bulguları”, TÜBA-AR 14,ss. 283-302. Yılmaz, Y., (2014), Bir Yerleşim, Bir Yöntem: Yenikapı Neolitik Dönem Gömütlerinin Kazılması, Belgelenmesi ve Değerlendirilmesi, Hayalden Gerçeğe Bir İstanbul Öyküsü Marmaray, Gama Holding, Ankara, ss. 256-271. İSTANBUL ÖZEL SAYISI 2016 55 İSTANBUL ÖZEL SAYISI / 2016 MARMARAY, METRO İNŞAATI KURTARMA KAZILARI Prof. Dr. Üzlifat Canav Özgümüş Doğuş Üniversitesi, Sanat ve Tasarım Fakültesi. ozgumusuzlifat@hotmail.com SİRKECİ CAM BULUNTULARI Marmaray-Metro inşaatı projesi çerçevesinde, İstanbul’un değişik semtlerinde İstanbul Arkeoloji Müzeleri Başkanlığı’nda kurtarma kazıları yapılmıştır. Bu kazılarda yaklaşık 2000 yıllık bir süreci kapsayan Yunan, Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerine ait çok çeşitli cam buluntulara ulaşılmıştır. Bu cam parçalar her dönemin en güzel örneklerini içermektedir. Genel olarak bakıldığında Sirkeci bölgesindeki tüm kazı alanlarında en erken örneklere rastladığımız zaman dilimi Helenistik dönemdir (MÖ 3.-1. yüzyıllar). Bu döneme ait döküm ve mozaik cam parçalar, ayrıca bir iç-kalıp amphoriskos bulunmuştur (Resim 1). Kazılarda Roma döneminden itibaren (1.4. yüzyıllar) buluntuların yoğun artışına tanık olunmuştur. Çok rafine ve temiz malzemeden yapılmış renksiz ürünlerin yanısıra cam harmanına istenmeyen metal oksitlerinin karışmasıyla renklenmiş mavimsi, yeşilimsi, sarımsı, damarlı ve oliv renklere de rastlanmıştır. Özellikle renkli olarak imal edilmiş turkuvaz, kobalt mavisi, mor ve amber camları da görmek mümkündür. Roma günlük yaşantısının tipik eşyalarından olan serbest veya kalıba üflenmiş koku şişeleri, bardaklar, kadehler, kaseler ve burma bilezikler çoğunluğu teşkil eden malzemelerdir. Kalın cidarlı, kalıplanmış kâseler (Resim 2), enine yivli veya oval yüzeyler halinde kesme bezemeli lüks camlara ait parçalar ele geçmiştir. Roma dönemine ait en sıradışı buluntu ise seri üretimin ilk örneklerinden olan ve Metropolitan Museum‘un “Ennion Sergisi” Kataloğu’nda da yer alan Ennion markalı kâse parçalarıdır1 (Resim 3). 1. yüzyıla ait olan, açık mavi renkteki bu parçalar, kalıba üfleme tekniğiyle elde edilen kabartma bitkisel Bu yazıya konu olan Marmaray, Metro inşaatı kazılarına değin, Osmanlı camcılığı bazı kaynaklardan takip edilebiliyordu. bezemeler taşır. Bezemelerin arasında ’tabula ansata’ içinde Grekçe harflerle “‘ENNION YAPTI” yazılıdır. Bu buluntular, Dünyada az rastlanır olmaları bakımından, çok önemlidir. Sirkeci kazılarında yoğun miktarda Bizans camı da bulunmuştur. Bunlar günlük yaşamda kullanılan eşyalardır. Renkler genellikle canlı tonlardadır: yeşil, oliv, amber, sarı-yeşil çok rastlanan miktardadır. Renksiz örnekler azdır, bunlarda rafine bir işçilik görülmektedir. Özellikle dökme düz pencere camları habbeli olmakla beraber renksizdir. Bazılarının kenarı taşlanmıştır (çarkla şekillendirilmiş). Bunlar muhtemelen Sirkeci’deki önemli bir yapıdan kalan camlar olmalıdır. Tamamlandığı zaman yarım daire veya üçgen biçim verebilecek örnekler de mevcuttur. Pencere camları sadece dökme düz camlardan ibaret değildir; silindir cam ve fil gözü denilen göbekli camlardan da bahsedilebilir. Bizans buluntularından iki örnek çok nadir mimari parçalar olup biri mozaik camdan diğeri altın varaklı camdan yapılmış duvar plakalarıdır2 (Resim 4). Marmaray kazılarında en yoğun rastlanan biçim kadehlerdir3. Benzerlerine dayanarak 6.-7. yüzyıllara tarihlenebilirler fakat biçimlerin sürekliliği gözönüne alınırsa daha geç tarihlerde de aynı formların kullanılmış olması ihtimal dahilindedir. Bizans dönemine tarihlenen bir diğer buluntu grubu yağ kandilleridir. Bunlar içi boş saplı kandiller4, boncuk dipli kandiller, kulplu kandiller ve konik kandillerdir5 (Resim 5). Genel olarak renkler yeşil ve sarının tonlarındadır. Özellikle konik kandiller (bunların içki kabı olarak kullanılmaları da mümkündür) işçilikleri açısından son derece kaliteli ürünlerdir. Bazıları enine yivler halinde kesme dekorlu, bazıları da kobalt mavisi cam damlalarla beneklidir. Diğer kandil biçimleri daha geç dönemlere ait olabilmekle beraber konik kandiller Geç Roma veya Erken Bizans dönemlerine tarihlenebilir (5.yüzyıl). Resim 2. Roma kâse Bizans camlarının en ilginç grubu külçe parçalarıdır. Kilolarca oliv, amber, yeşil ve mavinin değişik tonlarında külçe parçası ele geçmiştir (Resim 6). Bunlar yeniden eritilerek şekillendirilmek üzere ithal edilmiş olmalıdır. Ayrıca çok miktarda kırık bardak, kâse dipleri, şişeler (Resim 6), sade ve burma bilezikler (Resim 7) buluntular arasında sayılabilir. Sirkeci’de bulunan külçe parçaları ile yakından bağlantılı çok önemli bir konu da henüz bulunamamış olan “Camcılar Kapısı’’dır (Porte Verrerie)6. Bu bölgede yapılan araştırmalarda kapı ile ilgili olabilecek bazı buluntulara rastlanmakla beraber, bu kapıya ait oldukları şimdilik kesin değildir. Resim 1. Helenistik amphoriskos Resim 3. Ennion markalı cam parçalar Sirkeci kazılarında çok miktarda Osmanlı camı da bulunmuş olup bunlar Osmanlı camcılığının tarihi açısından çok büyük önem taşımaktadır. Bu yazıya konu olan kazılara değin, Osmanlı camcılığı belli amaçlarla hazırlanmış Surname-i Hümayun (1582) (Resim 8) ve Surname-i Vehbi (1820) (Resim 11) gibi minyatürlü kitaplardan, narh defterlerinden (1640 tarihli narh defteri), seyahatnamelerden (Evliya Çelebi Seyahatnamesi), tereke defterlerinden, hatta bazı gazetelerden (Takvim-i Vekayi, 19 Ocak 1847) takip 1 C.S.Lightfoot.Ennion :Master of Roman Glass, New York, 2014. 2 A.Saldern, Ancient and Byzantine Glass from Sardis. London ,1980: 89 no 657-666; C.S. Lightfoot, Ancient Glass in National Museums Scotland, Edinburg, 2007: 192; A. Oliver,Ancient and Islamic Glass in The Carnegie Museum of Natural History, Pittsburg, 1980: 150, no 268; Ü.Özgümüş, ‘Byzantine Glass Finds in The Roman Theatre at İznik (Nikaea)’. Byzantinische Zeitschrift, Band 101, Heft 2, 2008, Tafel XXVII Fig.4. 3 A.V.M. Gill, Amorium Reports, Finds I: The Glass (1987-1997), Oxford, 2002: 65, no 170: Fig.2/4; 171 Fig.2/5. 4 Gill (2002) s. 63 no 21-22,24; Oliver, 1980: 116, no 200-202; Saldern, 1980, Pl.11 no 274-275. 5 Lightfoot, 2007: 95, 219-220. 6 J.P. Philippe, Le Monde Byzantine Dans L’Histoire de la Verrerie, Bologna, 1970: 17. Resim 4. Bizans mimarisinde cam süslemeler Resim 5. Bizans konik kandiller İSTANBUL ÖZEL SAYISI 2016 59 edilebiliyordu. 19. yüzyıla ait Beykoz camlarının dışında gerçek objelerden yoksunduk. Küçük bir grup Osmanlı camı Polyektos Kilisesi kazılarında bulunmuş fakat detaylı çalışılmamıştır7. Sirkeci’deki kazılarda ise -kırık parçalar halinde de olsa- bunların her tipine yoğun olarak rastlanmış olup halen elimizde yüzlerce parça bulunmaktadır. Bunların erken örnekleri (15.yüzyıl), serbest üflenmiş camın üzerine omuzdan aşağı gelecek şekilde, kalıba üflenmiş kaburgalı ikinci bir tabaka cam sarılmış şişelerdir (Resim 10), boyunlarında bir boğum yer almaktadır, üretildikleri teknik itibarıyla Abbasi camlarını hatırlatmakla beraber renkleri açısından Bizans camlarına çok benzemektedir8. Oliv, kahverengi ve sarı renkli camların malzemesi Bizans dönemine tarihlenen objelerle hemen hemen aynıdır. Bu da Osmanlı ve Bizanslı ustaların birbirlerinden pek de uzak olmadıklarını göstermektedir. Daha sonra şişelerin boyutları epeyce büyümüş, şekilleri değişmiş ve renklerin tamamı turkuvaza dönmüştür (16-17. yüzyıllar). Osmanlı dönemi camcılığı devlet tarafından desteklenen ve belli kurallara bağlanan bir sanayi olarak düşünülmelidir. Cam ustaları ise değişik zamanlarda şehrin belirli bölgelerinde toplanmıştır. Yazılı kaynaklarda adı geçen veya kazılar sonucu ortaya çıkan bu bölgeler Bakırköy, Sultanahmet, Tekfur Sarayı, Sirkeci ve Beykoz’dur. Ayrıca aynacıların, şişe ustalarının ve pencere camı üreticiliği yapanların ayrı ayrı imalâthanelerde üretimde bulunduklarını da öğreniyoruz. Sirkeci’deki buluntular da bu bilgileri destekler mahiyette görünmektedir. Cam ürünlerin arasında en yüksek sayıyı şişeler teşkil etmektedir. Bu şişelerin yerli olup olmadığı hakkındaki en önemli referansımız Surname-i Hümayun minyatürleri, Surname-i Vehbi minyatürleri ve Üsküdar III. Ahmed Çeşmesi’ndeki kabartmalardır. 16.-17. yüzyıllara tarihlenen tabakalarda bulunan camlar, bu minyatürlerdeki gibi, turkuvaz renkli, bazıları kaburgalı bazıları sadedir (Resim 9-11), tamamı homojen bir yapı göstermektedir. Bitmiş ürünlerin yanısıra üretim sırasında bozulmuş parçalar da ele geçmiştir: erimiş cam mamuller, ısı şokuna uğramış objeler, katmanlar halinde şekilsiz topaklar, üretim artığı ortaya çıkarılmıştır. Bu tür malzemenin varlığı da yerli cam üretim faaliyetine işaret etmektedir. Yazılı kaynaklarda adı geçen veya kazılar sonucu ortaya çıkan cam üretimi faaliyet alanları (imalâthaneler) Bakırköy, Sultanahmet, Tekfur Sarayı, Sirkeci ve Beykoz’dadır. Sirkeci kazıları buluntusu camların minyatürlerdeki örneklere bu derece benzemesi, yine kazı alanlarında üretim artıklarının bulunması, bu camların yerli ürün olduğunu ortaya koymaktadır. Daha önceki yayınlarda Osmanlılarda cam üretiminin Venedik’e bağlı olarak geliştiği hatta Surname-i Hümayun’da görülen cam ustalarının Osmanlı kıyafeti giymiş Venedikli camcılar olduğu iddiaları da Sirkeci buluntuları sayesinde artık geçerliliğini yitirmiş bulunmaktadır9. Sirkeci kazılarında yerel malzemenin yanısıra ithal eşyalar da görülmektedir. Bu da son derece doğal bir olaydır, şöyle ki Osmanlı arşivlerinde batı dünyasından cam ithal edildiği sıkça vurgulanan bir konudur. Kazılar sırasında yoğun olarak rastlanan Venedik ve Bohem camları hatırı sayılır miktardadır ve söz konusu ithal malzemenin elle tutulur örnekleridir. 19. yüzyıla ait camlar ise daha farklıdır. Renkleri daha iyi ağartılmış, neredeyse renksiz denilebilecek örneklerin üretilmiş Resim 8. Surname-i Hümayun, cam fırını Resim 6. Bizans şişe ve külçe parçaları 7 8 9 Resim 7. Bizans bilezik J.W. Hayes, “Glass of the Ottoman Period”. Excavations at Saraçhane in İstanbul, c.II, Princeton, 1992: 418-420, Fig.156-8; Pl.52 d. S. Carboni; D. Whitehouse Glass of the Sultans, New York, 2001: 95 (şişenin fırfırlı boynu), 96 (şişenin bombeli boynu), S. Carboni, Glass from Islamic Lands, London, 2002: 235 (şişenin bombeli boynu). M. Rogers, ’Glass in Ottoman Turkey’, İstanbuler Mitteilungen, sayı: 33,1983: 251. olması camcılığın zaman içinde geliştiğini göstermektedir. Beykoz camlarının renksiz örnekleri çok sayıdadır, özellikle yastık tabanlar dikkati çekecek yoğunluktadır 10 (Resim 12). Bunlar gülabdan veya ibriklerin kaideleridir. Diğer bir örnek ise kobalt mavisidir (Resim 12). Geç dönem Osmanlı camları renkleri ve üretim biçimleri açısından homojen bir gruptur. Marmaray, Metro çalışmaları kapsamındaki Sirkeci kazılarında çok sayıda yerli cam ürünün günışığına çıkmasıyla Osmanlı camcılığının bilinmeyen ve karanlıkta kalan dönemleri epeyce aydınlanmış, bu konudaki bilgilerimiz önemli derecede artmıştır. İstanbul’un en işlek semtlerinden olan Sirkeci ve Tahtakale civarında İtalya’dan, özellikle Venedik, Ceneviz, Pisa ve Amalfi’den ailelerin ikamet ettikleri bilinmektedir. Bu İtalyan sakinler Bizans döneminden beri ticaret yapma amacıyla İstanbul’da bulunmaktaydılar. Aileleri ile birlikte oturdukları evlerinde de kendi memleketlerinden getirdikleri eşyaları, özellikle cam malzemeleri kullanmaları çok doğaldır. Kaldı ki, daha önce belirtildiği gibi, bu cam eşyalar Osmanlı ithalâtının önemli bir kısmını teşkil ediyordu. Sirkeci’deki İtalya kökenli cam eşya buluntuları çoğunlukla 16.-17. yüzyıllara ait malzemeyi içermektedir. Marmaray, Metro kazıları yapılana kadar bu tarz camları sadece müzelerde ve yayınlarda görülmekteydi11. Buluntular özellikle 1583 yılında Adriyatik Denizi’nde batan Gagiana adlı Venedik ticaret gemisinden çıkan camlarla büyük benzerlik göstermektedir (Gnalick Wreck)12. Filigranlı kaplar Venedik camları içindeki en kalabalık gruptur. Huni ağızlı uzun boyunlu vazo veya şişe parçaları, içi boş yayvan ayaklı kâse ve 10 F. Bayramoğlu, Turkish Glass Art and Beykoz-Ware, Istanbul, 1976: 150,152; Ü. Canav, TŞCFAŞ Cam Eserler Koleksiyonu, İstanbul,1985: 99; Ü. Özgümüş, Anadolu Camcılığı, İstanbul, 2000: 79. 11 R. Rückert, ’Venezianische Moscheeampeln in İstanbul’. Sonderdruck aus der Festschrift für Harald Keller, Darmstadt,1963: 223-234; Hettes, Old Venetian Glass. London,1960. 12 I. Lazar ve H. Wilmott, The Glass from the Gnalick Wreck, Koper, 2006. İSTANBUL ÖZEL SAYISI 2016 61 analizleri yapılmıştır. Bütün bu buluntular İstanbul’da yüzyıllardan beri kesintisiz olarak cam eşyanın kullanıldığını gözler önüne sermektedir. İstanbul’un üç büyük imparatorluğa (Roma, Bizans ve Osmanlı) başkentlik etmiş bir metropol olduğu düşünülürse bu buluntuların ne derece önem taşıdığını anlamak zor olmasa gerektir. Sirkeci kazılarında çok miktarda yerli cam ürünün günışığına çıkmasıyla Osmanlı camcılığı konusundaki bilgilerimiz önemli derecede artmıştır. Resim 9-10. Surname-i Hümayun’dan camlar ve kazı buluntusu şişe parçaları Resim 11. Surname-i Vehbi’deki minyatür ve kazı buluntusu şişe 13 kadeh kaideleri dikkat çeker (Resim 13). Camilerde kandil olarak kullanılan ince uzun silindirik gövdeli ‘cesendello’ların yalnızca boncuk dipli alt kısımları elimize geçmiş bulunmaktadır (Resim 13). Bu eşyalar üretilirken opak beyaz veya renkli cam çubuklar sıcak saydam camın dış yüzeyine yapıştırılmıştır. Türk çeşmi bülbüllerine benzeseler de, bunlar çok ince cidarlı oldukları için hemen diğerlerinden ayrılabilmektedir. Sirkeci camlarına çok benzeyen sarmal çubuklu camların (vetro a fili veya latticinio) özellikle camilerde kullanılmak üzere Venedik elçisi Marc Antonio Barbaro aracılığı ile Sokollu Mehmet Paşa tarafından sipariş edildiğine dair kayıtlar da vardır (11 Haziran 1569)13. Paşa 300 adet İznik kandili tipinde geniş karınlı dışa dönük ağızlı kandil, 300 adet cesendello, 300 adet büyük cesendello olmak üzere toplam 900 kandil istemiştir. Bugün Topkapı Sarayı’nda olan bazı kandiller bu ısmarlanan kandillere çok yakın örneklerdir. Çalışmalar sırasında Venedik kaynaklı pencere camları da bulunmuştur. Döküm veya kalıba üflenerek üretilen bal peteği kabartmalı bu camların yakın benzerleri Gnalic Wreck buluntuları arasında da yeralmaktadır. Grimsi veya yeşilimsi camların yanısıra çok özel görünen amber ve zümrüt yeşili birkaç cam daha vardır ki benzerlerine henüz rastlanmamıştır. Kaynakça Resim 12. Beykoz camları ve kazı buluntuları Bu yazıda kısaca özetlenen; MarmaraySirkeci kazıları kapsamında İstanbul’da cam üretimi ve cam kullanımı konusunda gerçekçi bir profil çıkarmanın mümkün olduğudur. Yine değişik dönemlere ait camlar, Şişecam Araştırma Merkezi uzmanları tarafından incelenmiş ve electron microprobe R. J. Charleston, ’The Import of Western Glass into Turkey: sixteenth-eighteenth centuries’. The Connoisseur, May, 1966: 18-26. Bayramoğlu, F., (1976), Turkish Glass Art and Beykoz-Ware, İstanbul. Canav, Ü., (1985), TŞCFAŞ Cam Eserler Koleksiyonu, İstanbul. Carboni, S., Whitehouse D., (2001), Glass of the Sultans, New York. Carboni, S., (2002), Glass from Islamic Lands, London. Charleston, R.J., (1966), The Import of Western Glass into Turkey: SixteenthEighteenth Centuries, The Connoisseur, ss.18-26. Gill ,A.V.M., (2002), Amorium Reports, Finds I: The Glass (1987-1997), Oxford. Hayes, J.W., (1992), Glass of the Ottoman Period, Excavations at Saraçhane in İstanbul, Princeton, c. II, ss. 410-421. Hettes, K., (1960), Old Venetian Glass, Londra. Janin, R., (1969), La Geographie Ecclesiastique de L’Empire Byzantin: Les Eglises et les Monasteres, Paris. Lazar, I., Wilmott, H., (2006), The Glass from the Gnalick Wreck, Koper. Lightfoot, C.S., (2007), Ancient Glass in National Museums Scotland, Edinburg. Lightfoot, C.S., (2014), Ennion:Master of Roman Glass, New York. Oliver, A., (1980), Ancient and Islamic Glass in The Carnegie Museum of Natural History, Pittsburg. Özgümüş, Ü., (2000), Anadolu Camcılığı, İstanbul. Özgümüş, Ü., (2008), Byzantine Glass Finds in The Roman Theatre at İznik (Nikaea), Byzantinische Zeitschrift, Band 101, Heft 2, ss.727-735. Philippe, J.P., (1970), Le Monde Byzantine Dans L’Histoire de la Verrerie, Bologna. Rogers, M., (1983), Glass in Ottoman Turkey, İstanbuler Mitteilungen, s.33, ss. 251. Rückert, R., (1963), Venezianische Moscheeampeln in İstanbul, Sonderdruck aus der Festschrift für Harald Keller, Darmstadt, ss. 223-234. Saldern, A., (1980), Ancient and Byzantine Glass from Sardis, Londra. Resim 13.Venedik camları İSTANBUL ÖZEL SAYISI 2016 63 İSTANBUL ÖZEL SAYISI / 2016 Doç. Dr. Hülya Berkmen Yıldız Teknik Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, Şehir ve Bölge Planlama Bölümü hulyayakar@gmail.com 17. YÜZYILDAN CUMHURİYET DÖNEMİNE KİMLİK, İDEOLOJİ ve MEKÂNIN SEMBOLİK ANLAMI ÜZERİNDEN EYÜP İstanbul Metropoliten Alanı’nda, Haliç kıyısı’nda yer alan Eyüp, Tarihi Yarımada komşuluğunda sur dışında ilk yerleşme olmasından kaynaklanan özgün kimliğini günümüze kadar korumuş bir yerleşmedir (Şekil 1). Sit alanı, anıtsal ve sivil mimarlık örnekleriyle öne çıkan Eyüp’ün fizik mekânının biçimlenmesini sağlayan değerler yerleşmenin/semtin tarihsel süreç içindeki “yaşam biçimi” ve “kültürel yapısı”dır. Fatih Sultan Mehmet’in 1453 yılında İstanbul’u fethetmek için şehri kuşattığı sırada kabri bulunan Hazret-i Muhammed’in mihmandarı Hazret-i Halid Eba Eyyüb El-Ensari’nin türbesinin bulunmasıyla Eyüp günümüze kadar korunmuş olan kutsal mekân kimliğini elde etmiştir. Yerleşme, Ebu Eyyub’a ait olan mezarın yanında Fatih Sultan Mehmet tarafından inşa ettirilen İstanbul’un ilk Sultan Camii ve Külliyesi (1459) çevresinde 15. ve 16. yüzyıllarda gelişmiştir. Eyüp Sultan 563 yıldan buyana Müslümanlar için İstanbul’daki manevi mekânların en önemlilerinden biri ve dünyadaki dördüncü1 hac yeri olarak kabul edilmektedir. Eyüp’ün, Eyüp Sultan ile güçlenen manevi sembolizmi, Osmanlı İmparatorluğu’nun sultanlarının halife olarak İslâm dünyasının dini temsilcisi sıfatına erişmesi ve bunun gereği olarak da Hz. Peygamber’e ait kutsal emanetlerin Kâbe’den Eyüp’e taşınmasını sağlamıştır. Böylelikle Hazret-i Eyüp Türbesi’nin temsil ettiği kutsal merkez, Osmanlı Devlet protokolünde çok önemli bir yer almıştır. Eyüp’ün İmparatorluğun gelişme dönemindeki rollerinden biri de, Devletin halkla ilişkilerini güçlendirmek adına, ideolojik ve simgesel anlamda tahta oturma (cülûs), bağlılık yemini (biat), kılıç kuşanma törenleri ile sünnet, doğum ve zafer kutlamalarının yapıldığı yer ve halk ile bütünleşmeyi ifade eden önemli odak noktalarından biri olmasıdır (Tanman, 1998: 94-96). Tören, Eyüp ve Saray arasında Kutsal Aks olarak tanımlanan güzergâh ve Haliç üzerinden yapıldığından, bu aks üzerindeki Eyüp’ün fizik mekânının biçimlenmesini sağlayan değerler semtin tarihsel süreç içindeki “yaşam biçimi” ve “kültürel yapısı”dır. ve çevresindeki mahalleler Eyüp yerleşmesinin gelişmesini etkilemiştir (Resim 1). Kılıç kuşanma törenlerin aksatılmadan uygulanması, Eyüp Sultan’ın kutsallığının devlet tarafından da vurgulanması anlamındadır. Eyüp’ün kutsal kabul edilmesi pek çok hayır kurumunun Eyyüb Ensari’nin yakınında, çevresinde bir hayrat vakıf eseri bırakmak için yarışmasına neden olmuştur. Eyüp’te yer alan hayrat vakıflarına ait değerlerin başında cami ve mescitler, tekkeler, medreseler, çeşmeler, sıbyan mektebi, sebilhaneler, hamamlar gelmekte, bu hizmet yapılarının çevresi yerleşme dokusu ile kuşatılmış bulunmaktadır. Bu nedenle Eyüp Sultan Külliyesi çevresi işlevsel ilişkiler açısından birbirini takip eden, devamlılığını sağlayan ve günümüze kadar ulaşan, gerek fizikmekân açısından gerek sembolik değerler açısından bir bütünlük sunmaktadır. Fransız sosyal bilimci Jean François Perouse’a göre; mezarlıklar “güncel demografik dinamiklerin canlı kaynakları” ve “sadece sakinlerinin hayatlarından değil, ilk bakışta göremeyeceğimiz başka pek çok şeyden de bahsederler. Mezar taşları bazen ölmüşlerin geldikleri yerler (ülke, şehir, köy) bazen İstanbul’a gelişlerine kadar izledikleri yol hakkında değerli bilgi kaynakları” ifadesiyle Eyüp Sultan mezarlığının tarihsel öneminden bahsetmektedir. 1874 yılında İstanbul’u ziyaret eden İtalyan edebiyatçı Edmondo de Amicis Haliç’i “İstanbul’un en güzel manzarası” olarak niteler, Haliç’in kıyısında yer alan Eyüp için “zarif camii, bembeyaz türbeleri, kabirleri bir servi ormanının içinde kalan büyük mezarlığı ile Osmanlı’nın mukaddes toprağıdır” ifadesini kullanmaktadır. (Amicis, 2006) Bu ifadelerden anlaşıldığı üzere Eyüp mezarlığı, konumu ve bitki örtüsü ile Haliç’in en önemli manzara noktası olarak hatıralarda yer almaktadır. Eyüp Bizans Dönemi’nde de Haliç’e bakan yamaçları ve kıyıya doğru uzanan özgün peyzajı nedeniyle “Cosmidon” yani “yeşil” bölge olarak adlandırılmış olup, söz konusu alan 19. yüzyıla kadar mesire yeri olma özelliğini sürdürmüştür (Erses, 1998). Eyüp Sultan’ın kutsallığının devlet tarafından da benimsenmesi ve sembolik değerlerinin öne çıkarılması ile Eyüp kutsal bir yere defin edilmek isteyenler için ideal bir mezarlık Yerleşme Fatih Sultan Mehmet tarafından inşa ettirilen İstanbul’un ilk Sultan Camii ve Külliyesi çevresinde 15. ve 16. yüzyıllarda gelişmiştir. olarak kabul edilmiştir. Devlet ileri gelenlerinin yanısıra sivil halkın, hatta İstanbul dışında yaşayanların dahi son uykuları için tercih edilen Eyüp Mezarlığı, özellikle Eyüp Külliyesi yakınlarında kümelenen irili ufaklı türbeleri ile İstanbul’un en gözde “ölüler sitesi” olmuştur (Eyice, 1998). Burada yatmak isteyen devlet ileri gelenleri için türbelerin yapılmış olması, başka semtlerde tek tük rastlanan açık türbelerin çok sayıda ve yoğun olarak yer aldığı bir yerleşme olmasını da açıklamaktadır. Bu türbeler Türk mezar mimarisi bakımından çeşitlilikleri ile dikkat çekici olup tamamı 16. yüzyılda yapılmıştır. Türbe ve mezarlık alanın kutsal bir mezar çevresinde oluşmasıyla günümüzde de tarihi bir mezarlık olarak önemini koruyan Eyüp yerleşmesinde, yine ruhani dünyaya 1 “Binlerce ‘hacet’ sahibinin iman ve umutla yaklaştığı ziyaret ve niyaz yeri. Hatta bazıları Eyüp’ün Mekke, Medine, Kudüs’ten sonra üçüncü kutsal İslam ziyaretgahı olduğu düşüncesindedirler.” H. İnalcık, Eyüp Sultan Tarihi Ön Araştırma Projesi, Eyüp’te Sosyal Yaşam, Tülay Artan, editör, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1998. Şekil 1. Tarihi Yarımada - Eyüp ilişkisini gösteren harita hizmet etmek, ölülerin ruhlarına Fatiha gönderebilmek duygusuyla ziyarete gelenlerin gereksinmelerini karşılamak üzere oldukça önemli sayıda ve çeşitli özelliklerde sebiller yer almaktadır. Bu nedenle İstanbul’un en fazla sebil ve çeşme bulunan yerleşmesi Eyüp olmuştur (Eyice, 1998). Söz konusu sebil ve çeşmeler de Eyüp’ün “su” ile ilişkisinin tarihsel bir devamlılığı olarak kabul edilebilir. İstanbul’un su gereksinmesini karşılamak üzere Kanuni Sultan Süleyman zamanında Roma döneminde yapılmış olan su yapıları yeniden ele alınmış, eklemeler yapılarak, üstü kapalı kanallar ve yeraltı galerileri ile su yolları iyileştirilmiştir. Bu su yollarından en önemlisi olan Mimar Sinan eseri Kırkçeşme tesislerinin bir bölümü Eyüp sınırları içerisinde yer almaktadır (Yenen vd, 2000). Ruhaniyeti kabul edilen Sahabe Türbesi ve yanında Fatih tarafından kurulan cami etrafında yer alan mezarlıklarla İSTANBUL ÖZEL SAYISI 2016 67 Eyüp’ün Osmanlı dönemindeki rollerinden biri de, Devletin halkla ilişkilerini güçlendirmek adına, ideolojik ve simgesel anlamda cülûs, biat, kılıç kuşanma törenleri ile sünnet, doğum ve zafer kutlamalarının yapıldığı yer ve halk ile bütünleşmeyi ifade eden önemli odak noktalarından biri olmasıdır. birlikte sur dışı Türk mahallesi olan Eyüp ruhani dünya ile günümüz dünyasının yanyana / içiçe yaşadığı bir semt olarak hızla gelişmiştir. Günümüz dünyasının en dikkat çekici özelliği ise Eyüp’ün bu ruhani kimliğinin yanısıra eğlence kimliğinin de kendine özgü bir biçimde varolmasıdır. Lâle devri olarak adlandırılan 1718-1730 yılları İstanbul’da kültürel etkinliklerin yoğunlaştığı, kentin sur dışına doğru büyümesiyle Kağıthane ve özellikle Eyüp mesire alanlarının önem kazandığı, mesire yerleri ile birlikte bu dönemde sayıları artan sahil sarayları, yerleşme dokusunu oluşturan önemli unsurlar olarak öne çıkmaktadır (Yenen vd, 2000: 81-85). Ağırlıklı olarak hanım sultanların ve çocukların yaşam alanı olarak algılanan, mesire alanlarıyla öne çıkan Eyüp’te müzik gündelik hayatta her zaman önemli bir yer tutmuştur. “Ayrılık yaman kelime, benzetmek azdır ölüme, kim uğrarsa bu zulüme, gündüzü olurmuş gece” dizeleri ile hafızalarda yer alan Zekai Dede Efendi2 Eyüp ile özdeşleşmiş ve Osmanlı Dönemindeki son büyük bestekâr olarak kabul edilmektedir (Sanal, 2001). 2 Zekai Dede Efendi 1825 yılında Eyüp’te Cedid Ali Paşa Mahallesi’nde dünyaya gelmiş, Eyüp’te medrese dersleri ve Eyyübi Bey’den müzik dersleri almıştır. Önemli eserleri arasında “Hisâr-Bûselik”, “Şehnâz Bûselik”, “Hicazkâr” fasılları, “Ferahnâk Beste”, “Acem-Aşîrân Beste”, “Sûz-i Dil Semaî”, Mevlevî Ayinleri yer alır. H. Sanal, 2001: 33. Resim 1. Eyüp sırtlarından Haliç’e bakış İSTANBUL ÖZEL SAYISI 2016 69 Eyüp Bizans Dönemi’nde de Haliç’e bakan yamaçları ve kıyıya doğru uzanan özgün peyzajı nedeniyle “Cosmidon” yani “yeşil” bölge olarak adlandırılmıştır. Bunda Eyüp yamaçlarındaki mezarlık alanlarının da etkisi vardır. Bu müzik, mevlevihanelerde yerleşmenin ruhani kimliği ile de örtüşen Mevlevi müziği, kılıç kuşanma törenleri ile Devletin gücünün ortaya konduğu alanda mehteran müziği, düğün, sünnet, cenaze mevlitleri ile çeşitlilik kazanmıştır. Bu nedenle Eyüp’te yetişmiş önemli pek çok mevlüdhan, hafız, besteci ve söz yazarlarının yanısıra önemli bir mevlevihane olan Bahariye Mevlihanesi de Eyüp’te bulunmaktadır. 1873 yılında kurulmuş olan Bahariye Mevlevihanesi günümüzde yaşatılmakta, burada derviş törenleri düzenlenmektedir. Eyüp’te kılıç kuşanma törenleri ile bütünleşmiş olan müzik türü mehteran müziğidir. Mehter kökeni Orta Asya Türk Devletleri’ne kadar uzanan, Devletin ululuğu ve muhteşemliğini ortaya koyan en eski müzik törenidir. Mehter bir şenlik müziği olmayıp, ordunun savaşa çıkışının başlangıcını sembolize etmektedir. Savaşta Hakanın otağının önüne, mehter bayrağının altına kurulan büyük davul ve hakanlık kösünün vuruşu ile ordu savaşa ilk adımını atmaktaydı. Mehter ve bayrak bir devletin sembolü olup aynı zamanda Hakanın yetki belgesi niteliğini de taşımaktadır. Osmanlı İmparatorluğu Dönemi’nde “mehter takımı” en kurallı ve görkemli dönemini Fatih Sultan Mehmet zamanında yaşamıştır. Mehter takımının3 müzik aletleri kadar kıyafetleri de dikkat çekici olup özel renkleri ve modelleri ile takımın bireylerinin mehteran içerisindeki konumlarını belirlemektedir (Parlar, 1998). Bu nedenle mehter takımı giyiminden, töreninden, müziğine kadar elçilerin, ressamların, seyyahların ilgi odağı olmuş, Türk ve mehter modası Avrupa’yı uzun süre etkisi altına almıştır. Kanuni Sultan Süleyman zamanında (1520-1574) sınırları Viyana’ya kadar dayanan Osmanlı İmparatorluğu’nun ihtişamından ve mehteran müziğinden etkilenen, o tarihlerde sayıları 90’ı aşan besteci ve kompozitör tarafından 150 civarında marş bestelenmiştir. Bu besteciler arasında Lizst, Rossini, John Strauss, Beethoven bulunmaktadır. Mozart “Saraydan Kız Kaçırma Operası”nın 9. bölümünde mehteran müziğini kullanmıştır (Parlar, 1998). Eyüp musiki ile birlikte edebiyat sanatı için de ilham kaynağı olmuştur. Pierre Loti takma adıyla Avrupa edebiyatında ünlenen bir Fransız deniz subayı ilk olarak 1876-77 yıllarında İstanbul’da bulunmuş ve burada müslüman bir hanıma aşık olmuş, ülkesine döndükten sonra İstanbul’da tuttuğu günlüklerinin de yardımıyla “Aziyade” isimli bir roman yayınlamıştır. P. Loti, romanında ve daha sonraki yazılarında Türklere duyduğu bağlılık ve saygıdan da bahsetmektedir (Erses, 1998). 1887 yılında İstanbul’a dönen Loti Türk gibi yaşayarak ve Türk kahvesi içerek tüm zamanını huzuru bulduğunu ve manzarasını sevdiğini sıklıkla belirttiği Haliç sırtlarında, Eyüp’te yer alan kahvede geçirmiştir. Tam zamanı bilinmese de o tarihlerden itibaren tepeye ve kahveye Pierre Loti denilmektedir. Edebiyat ile olan bağlantısı aynı zamanda Eyüp’ün en güzel manzara noktalarından olan Pierre Loti Kahvesi’ne de adını vermiştir (Koman, 1986). Eyüp’ün mehteran müziğinden sonra Avrupa sanat dünyasını etkilediğine bir başka örnek de Loti’nin İstanbul’a gelişinden 10 yıl sonra konusu Japonya’da geçen “Madam Krizantem” adlı eserinden ilham alan İtalyan besteci Puccini’nin Avrupa’da Pierre Loti’nin öncülüğünü yaptığı Japon egzotizminin etkisiyle “Madame Butterfly”ı bestelemesidir (Refik, 1988). Bugün eğer küreselleşmeden bahsediyorsak 18. yüzyıl İstanbul’unun rolünü de hesaba katmak gerekmektedir. Eyüp’ün kültürel değerleri içerisinde günümüzde güzel sanatların bir dalı olarak tanımlanan “seramik sanatı” (çamur ve kilden obje üretmek) tarihsel süreçteki adıyla “çömlekçilik” atölyelerinin ve oyuncak atölyelerinin yerleşmede gelişmesinde pek çok etken rol oynamıştır. Bunlardan en önemlisi çömlek yapımında kullanılan toprağın yerleşmede yer almasıdır (Fındık, 1998). Eyüp’ün önemli bir mesire yeri, ağırlıklı olarak hanım sultanlar, çocukların yaşam alanı olması ve hem İstanbul sakinleri hem de İstanbul dışından gelen ziyaretçiler için cazibe alanı olması, ziyaretçilerin oyuncak ve çömleklere ilgi göstermesinin nedeni olmuştur. Eyüp çarşısı bu imalât atölyeleri ve satış alanlarıyla kendine özgü bir kimlik kazanmıştır. Eyüp’te yapılan yüzey araştırmaları sonuçlarına göre üretilen çömleklerin önemli bir bölümünün halkın gündelik yaşamında kullanılmak için üretildiği anlaşılmaktadır (Refik, 1988). Tüm kente hizmet eden bu çömlek üretiminin ölçeğini tam olarak tahmin etmek mümkün olmamakla birlikte, yeme, içme, depolama için gerekli çömlekler ile suyolları için üretilen künkler, çömlek imalâtının boyutu hakkında ipucu vermektedir. Eyüp ‘ün önemli bir mezarlık alanı olması mezar sulama geleneği olan toplumumuzda, üretilen testilerin sadece evlerde değil, mezarlıklarda da kullanılan bir eşya olduğunu düşündürmektedir (Kültür Bakanlığı, 1995). Aynı zamanda bostanları, fidanlıkları, çiçekçileri ile tanınan bir semt olan Eyüp’te çiçekler için saksı, turşu ve sebzeler için küp kullanımı çömlekçiliğin bu semtte gelişmesini destekleyen Eyüp’e özgü etmenler olarak sıralanabilir. Yapılan araştırmalar bu dönemde tahta oyuncak yapımı yanısıra 3 19. yüzyılda II. Mahmut Yeniçeri Teşkilatı ile birlikte mehter takımını da kaldırarak (1826) yerine Muzıkay-ı Humayunu kurmuş, böylece 500 yıllık bir geçmişi olan mehter geleneği bitmiştir. Eyüp Sultan Vakfı tarafından 1997 yılında bir mehter takımı kurulmuş olup özel günlerde gösteriler yapmaktadırlar. değerleri Eyüp’ün önemli ve ilginç bir yerleşme olmasını sağlamıştır. Eyüp günümüzde her ne kadar dini bir merkez, dini bir yerleşme olarak baskın kimlik taşımaktaysa da bu kimliğin yanısıra pek çok alt kimliği de içinde saklamaktadır. Sayfiye, mesire, eğlence kimliğini ve bu kimliği besleyen fidanlıklar, oyuncakçılar, çömlekçiler ve müzik Eyüp’ün özgün fizik mekân dokusunun oluşmasında en temel etkenlerdir. Mayıs, Eyüp Belediyesi, İstanbul, ss. 94-96. Yenen, Z. ve O. Akın, H. Berkmen (200), Eyüp Dönüşüm Sürecinde Sosyal, Ekonomik, Mekânsal Yapı, İstanbul, Eyüp Belediyesi, İstanbul. Yenişehirlioğlu, F. (1995), Éyüp Çarşısı”, Eyüp Belediyesi, İstanbul, ss. 96-99. Eyüp dini merkez baskın kimliğinin yanında türlü alt kimlikleri de barındırmaktadır: öncenin sayfiye, mesire, eğlence Şekiller için Kaynakça Şekil 1. Moltke 1839 Haritası, İstanbul kimliği, bu kimliği besleyen Büyükşehir Belediyesi Arşivi. Resim1. Gravürlerle İstanbul, C.2, Kültür fidanlıklar, oyuncakçılar, Kaynakça ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara. Amicis, De E. (2006), “İstanbul, 1874” çömlekçiler ve müzik Eyüp’ün Beynun Akyavaş, çev., Türk Tarih Kurumu, özgün fizik mekân dokusunun İstanbul. Erses, S. (1998), “Kuruluşundan Günümüze da Kimlik Arayışı”, Tarihi, oluşmasında temel etkenlerdir. Eyüpsultan’ Kültürü ve Sanatıyla II. Eyüp Sultan çocuklar için düdüklü testi üretimi yapıldığını da göstermektedir; bunların örnekleri İstanbul Belediye Müzesi’nde bulunmaktadır (Yenişehirlioğlu, 1995). Oyuncakçılar, 1921 yılında çıkan yangına kadar Eyüp Sultan Türbesi’ ne giden İskele Caddesi’nde iki sıra halindeki dükkânlarda satış yapmaktaydılar. Dükkânların arka tarafında ise oyuncak imalâthaneleri yer alıyordu. Oyuncakların şekilleri genellikle aynıydı çünkü oyuncakçılar canlı yaratık şeklinde oyuncak yapmayı günah olarak kabul etmekteydiler, bu nedenle bebek ya da hayvan figüründe oyuncak yapmazlardı. Küçük müzik aletleri en fazla yapılan oyuncak biçimi idi. Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde İstanbul esnafını tanımlarken Eyüp oyuncakçı esnafı olarak 105 kişiden ve 100 dükkândan ve bahsetmektedir (Evliya Çelebi, 1896). Eyüp Sultan Camii, türbesi, mezarları gibi kutsal değerlerinin yanında, balıkçılar, süt pazarı, tesbihçiler, yazmacılar, gülyağı satıcıları, çömlekçiler, oyuncakçılar, hayvan pazarı, Cuma pazarı… gibi alışveriş taleplerini de karşılayan kayda değer çarşısı ile yoğun ziyaretçi varlığı da bulunmaktaydı. Haliç kıyısının varlığı, değişken topoğrafyasının sahil ile sunduğu olanaklar, yapılar, yeşil dokusu ile içiçe olan tarihsel Sempozyumu, 8-10 Mayıs, Eyüp Belediyesi, İstanbul, ss. 294 -298. Evliya Çelebi Seyahatnamesi (1896), Dersaadet, cilt I, 1. kitap, İkdam. Eyice, S. (1998), “Eyüpsultan Semtinde Tarih ve Sanat Tarihi”, Tarihi, Kültürü ve Sanatıyla II. Eyüp Sultan Sempozyumu, 8-10 Mayıs, Eyüp Belediyesi, İstanbul, ss. 12-38. Fındık, N.Ö. (2014), Anadolu Arkeolojisinde Bazı Seramik Oyuncaklar (XII-XV. yüzyıllar), (ilk basım 1998), Milli Folklor, yıl 26. Koman, M. (1986), “Eyüp Sultan Loti Kahvesi ve Çevresi”, İstanbul. Kültür Bakanlığı (1995), İstanbul Tekfur Sarayı- Osmanlı Dönemi Çini Fırınları ve Eyüp Çömlekçiler Mahallesi Yüzey Araştırmaları”, T.C. Kültür Bakanlığı, Kazı ve Araştırma Sonuçları Toplantısı, Ankara, ss. 535-566. Parlar, G. (1998), “Sanatçı Gözüyle Mehter”, Tarihi, Kültürü ve Sanatıyla II. Eyüp Sultan Sempozyumu, 8-10 Mayıs, Eyüp Belediyesi, İstanbul, ss:180-185. Refik, A. (1988), XVI. Yüzyılda İstanbul’da Gündelik Hayat. Sanal, H. (2001), “Eyüpsultan Vasfında Musikili Bir Türkü”, V. Eyüpsultan Sempozyumu, Eyüp Belediyesi, İstanbul, ss. 30-37. Tanman, B. (1998), Kılıç Kuşanma Törenlerinin Eyüp Sultan Külliyesi ile Yakın Çevresine Yansıması, Tarihi, Kültürü ve Sanatıyla II. Eyüp Sultan Sempozyumu, 8-10 İSTANBUL ÖZEL SAYISI 2016 71 İSTANBUL ÖZEL SAYISI / 2016 Prof. Dr. Yegan Kahya İstanbul Teknik Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Bölümü. kahyaygn@gmail.com YAKIN AMA UZAK BİR TAKIMADA: İSTANBUL ADALARI İstanbul’un güneydoğusunda, Marmara kıyısı açıklarında yeralan dokuz ada ile iki kayalığın oluşturduğu takımada, “İstanbul Adaları” veya “Prens Adaları” olarak adlandırılır1(Şekil 1-2). Bu adalardan Büyükada (Prinkipo), Heybeliada (Halki), Burgaz Adası (Antigoni), Kınalıada (Proti) ve Sedef Adası (Terebintos) yerleşik nüfusu olan alanlardır. Günümüzde adı Demokrasi ve Özgürlük Adası olarak değiştirilen Yassıada (Plati), Burgazada’nın kuzeyinde, ona yakın konumlanmış olan Kaşık Adası (Pita), Sivri Ada (Oxia), Tavşan Adası (Neandros) bu takımadanın daha az yerleşilmiş adalarını oluşturur. Daha önce küçük adacıklar olduğu bilinen sığlıktaki kayalıkların üzerinde ise Batmaz ve Vordonos çakarları bulunmaktadır. Maden açısından zengin olan Adalar, demir oksit içeren toprağından dolayı, tarihte “Kızıl Adalar” olarak da adlandırılmıştır2. Bitkilerin yetişmesi için çok elverişli olan bu toprak, adalardaki bitki örtüsünün zenginlik ve çeşitliliğinin önemli bir unsuru olmuştur. Kızılçam ve diğer maki türlerinden oluşan orman alanları İstanbul Adaları’nın siluetini belirleyen en karakteristik peyzaj unsurudur. Manastırlar, Balıkçı Köyleri ve Sürgünler MÖ 4. yüzyılda Aristoteles’in adalardan “Khalkedon (Kadıköy) Adaları”3 diye sözederek buradaki maden ocaklarından bahsetmiş olması, adaların tarih öncesi dönemde de bilindiğine işaret etmektedir. Burgaz Adası’nda bulunan bir mezar taşı4 ile Büyükada’da bulunan İstanbul Adaları, zaman içinde geçirdiği tüm değişimlere rağmen, özgün doğal, tarihi, kentsel ve kültürel peyzaj değerlerini halen büyük ölçüde koruyan sakin bir yaşam alanıdır. Adalar Bizans İmparatorluğu devrinde, Osmanlı Devleti’nin Meşrutiyet döneminde, Ekim Devrimi sırasında gözden düşen din ve devlet ileri gelenleri için sürgün ve sığınma yeri olmuştur. bir heykel5 ve Makedonya kralı Büyük İskender’in babası II. Philipp’e ait altın sikkeler de içeren “Büyükada Definesi”6 adaların eskiçağda yerleşilmiş olduğunu düşündüren buluntulardır7. Resim 1. Burgazada Metamorphosis Kilisesi’ne ait kalıntılar Şekil 1. İstanbul ve Adaları İmparator II. Justinus’un 6. yüzyılda Büyükada’da da bir saray ve manastır yaptırmasıyla8 önem kazanan Adalar’da kilise ve manastırlar inşa edilmeye başlar. Bizans kaynakları, bu manastırların Adalar’da bulunan Roma dönemi tapınaklarının üzerine kurulduğunu belirtmektedirler9. Günümüze ulaşan kalıntılardan, Bizans döneminde Adalar’ın tümünde büyük manastır ve kiliselerin bulunduğu anlaşılmaktadır. Heybeliada’daki Panagia Kamariotissa Kilisesi ile Burgazada’daki Hristos Metamorphosis Manastır Kilisesi’ne ait duvar bloğu, sütun, sütun başlıkları, duvar ve temel kalıntıları10, Adalar’daki Bizans döneminin günümüze gelebilmiş tanıklarındandır (Resim 1). Bu dönemde Adalar küçük balıkçı köyleri niteliğindeki yerleşmeler ve zengin manastırların çevresinde tarla ve bağların bulunduğu ekili alanlardan oluşmaktadır11. Bu zenginlik, Adalar’ın defalarca kuşatılarak yağma edilmesine de neden olmuştur. Adalar, manastırlar bölgesi olmanın yanısıra Bizans imparatorluğunun gözden düşen din ve devlet ileri gelenleri ile siyasi rakipleri için de bir sürgün ve sığınma yeri olmuştur12. İstanbul’un Fethinin Ardından İstanbul’un alınışından kısa bir süre önce, Nisan 1453’te Osmanlılar tarafından fethedilen13 Adalar, fetih sonrasında yaşanan kısa bir geçiş dönemin ardından tekrar canlanarak Osmanlı Dönemi’nde de manastırların merkezindeki tarım ve balıkçı köyü niteliklerini sürdürmeye devam etmişlerdir (Resim 2). Şekil 2. Adaların birbiriyle olan konumsal ilişkisi 1 Kısaca “Adalar” olarak da tanımlanan bu takımada, tarihi kaynaklarda pek çok başka isimle de anılmaktadır: Prens/Prenses Adaları: J. von Hammer, İstanbul ve Boğaziçi, çev. S. Özkan, c.1., AKDTYK Türk Tarih Kurumu yay., Ankara 2011: 9; R. Janin, “Les iles des Princes, Étude historique et topographique”, Échos d’Orient, c.23, No.134, 1924: 181; R. Janin, Constantinople Byzantine, Développement Urbain et Répertoire Topographique, 3.baskı, Paris 1964: 506, 507; P. A. Dethier, Boğaziçi ve İstanbul 19. Yüzyıl Sonu, İstanbul 1993: 95; K. Belke, “Lemmata Prinzeninseln” TIB:13 Bthynien und Hellespont, (Avusturya Bilimler Akademisi’nin 2017 baskı programında). Ayrıca Demonisoi (Halk Adaları, Cin Adaları), Pitiusa (Çam Adaları), Papadonisia (Papaz/ Keşiş/Rahip Adaları), Evliya Adaları, Domenesca (Ruh Adaları), Mutluluk Adaları tarihte zaman zaman karşımıza çıkan isimleridir. Hammer, age., 9; J. Grelot, İstanbul Seyahatnamesi, çev. M. Selen, İstanbul 1998: 54; Dethier, age., 95. 2 Janin, age., 1964: 507. 3 Aristoteles, Harika Anlatımlar (Peri thavmasion akusmaton) dan aktaranlar O. Erdenen, İstanbul Adaları, İstanbul 1962: 5 ve A. Milas, Büyükada Prinkipo Ada-i Kebir, İstanbul 2014: 23. 4 M. Hurmutzi, Antigoni Adası, İstanbul 1859: 51-59 dan aktaran A.Papadopoulos-Kerameus, Σημειώσεις ἐϰ χειρογράϕων “El Yazmalarından Notlar”, (Semeloseis ek cheirographon), Byzantinische Zeitschrift, c.12/1, 1903: 326. 5 A. Milas, 2014, 23-24; E. Özbayoğlu, Hükümdarın Adası Büyükada (Eskiçağ ve Bizans Dönemi), İstanbul 2006: 34-35. 6 E. Bosch, Eski Sikkeler Rehberi, c.1, İstanbul 1951: 211-215. 7 Heykel ile Büyükada Hazinesi olarak tanımlanan sikkeler günümüzde İstanbul Arkeoloji Müzesi’ndedir. Resim 2. Melling (1763-1831) gravüründe Adalar 8 9 10 11 12 13 Belke, age., 269; Zonaras’tan nakleden P. Gyllius, İstanbul Boğazı, çev. E. Özbayoğlu, İstanbul 2000: 245. A. Poridis, İstanbul Adaları’nın Sosyal ve Fiziksel Gelişiminin Analizi ile Fiziksel Çevrenin Değerlendirilmesine İlişkin Sistematik Bir Yaklaşım, yayınlanmamış doktora tezi, Y.T.Ü. Fen Bilimleri Enstitüsü, İstanbul 1999: 6. R. Ousterhout, E. Akyürek, “Burgazada’daki Metamorphosis Kilisesi”, Arkeoloji ve Sanat Tarihi Araştırmaları Yıldız Demiriz’e Armağan, haz. M.B. Tanman, U. Tükel, İstanbul 2001: 93-105; H. Tekkeden, Burgazadası’ndaki Metamorphosis ve Ayios Georgiyos Karipis Manastırı ile Ayios Ioannis Prodromos Kilisesi, yayınlanmamış yüksek Lisans Tezi, İ.Ü. Fen Bilimleri Enstitüsü, İstanbul 1974. G. Schlumberger, Prens Adaları, çev. ve yay. haz. H. Çağlayaner, 2.baskı, İstanbul 2000: 29. Pek çok önemli ismin Adalar’a sürgün edildiği bilinmektedir. II.Konstantin, Başrahip Theodoros, İmparatoriçe İrene, İmparatoriçe Zoe, İmparator Mikhael Rangabe, İmparator Romanos Diogenes, İmparator Romanos Lakapenos, Kraliçe Theodora, Büyük Narses, Patrik Methodios bu sürgünlerden bazılarıdır. Schlumberger, ay., 29, 30, 67, 71. Kritovulos, Kritovulos Tarihi 1451-1467, çev. A. Çokona, İstanbul 2012: 155; S. Runciman, Die Eroberung von Konstantinopel 1453, 3.baskı, Münih 1977: 100. İSTANBUL ÖZEL SAYISI 2016 75 Adalar; 19. yüzyılda azınlık ve Levanten gruplar ile Osmanlı üst düzey bürokrasisi tarafından sevilen yazlık bir bölge haline gelmiş, dönemin tanınmış mimarları tarafından, bitki örtüsü açısından zengin bahçeler içinde, batılı mimarlık üslûplarının sivil mimariye uyarlanarak yeniden yorumlandığı, görkemli köşkler ile bezenmiştir. Resim 3. Heybeliada Ruhban Okulu Birbirine yakın konumlanmış en büyük dört ada (Büyükada, Heybeliada, Burgazada, Kınalıada) bu yerleşmelerin bulunduğu adalardır. 18. yüzyılda Ege Adaları ve Mora Yarımadası’ndan Marmara’ya doğru farklı dönemlerde gerçekleşen göçlerle gelen bağcı ve balıkçıların yerleştiği adalarda 19. yüzyıla kadar nüfusun çoğunluğunu Rumlar oluşturmuştur14. Resim 5. Ahşap bir yapının ulaştığı boyutlar açısından görkemli bir örnek, Rum Yetimhanesi vermek üzere dini eğitim ve etkinlik alanı olarak kullanılan komplekste, 1844 tarihli Aya Triada Manastırı Kilisesi’nin yanısıra manastır ve öncüllerinin ardından 1896’da mimar Fotiadis tarafından yeniden yapılan bugünkü okul yapısı yeralmaktadır (Resim 3). Okulun önemli tarihsel kaynakları da içeren zengin bir kitaplığı da bulunmaktadır.Uygun hava koşullarında birkaç çifte kürekli pazar kayıkları ile gidilen Adalar’ın kentle ilişkileri önceleri oldukça sınırlıdır. Adalar; 1839 Tanzimat Fermanı’nın Resim 6. 1911 de Laskaris Kalfa’ya yaptırılan Splendid Palas Oteli azınlıklara sağladığı olanaklar, 1846’da buharlı vapur seferlerinin başlaması16 ve ardından 'Şirket-i Hayriye' vapurlarıyla Adalar seferlerinin düzenli hale gelmesiyle17 azınlık ve Levanten gruplar ile Osmanlı üst düzey bürokrasisi tarafından sevilen yazlık bir bölge haline gelir (Resim 4). Adaların giderek İstanbul yaşamıyla bütünleştiği bu tarihlerde Kınalıada’ya yoğun şekilde Ermeniler yerleşmeye başlar18. Nüfus artışı ve kentsel gelişmelerin sonucu olarak 1861’de İstanbul’da ilk belediye Vapur Seferlerinin Düzenli Hale Gelmesi, Yeni Yaşam Biçimi, Yeni Yapılanma Resim 4. 19. yüzyıl sonunda Heybeliada 18. yüzyıl sonundan başlayarak Fransız, İngiliz gibi Batılılar, gezi, ticaret ve yazlık konaklama amacıyla adalara gelmeye başlar. 1773’de Kasımpaşa’da kurulan 'Mühendishane-i Bahri-i Hümayun'un 1824 yılından başlayarak kademeli olarak Heybeliada’ya taşınması15 ile kalabalık bir Türk topluluğu buraya yerleşir ve burada önemli bir nüfus artışı görülür. Bu dönemde Adalar’daki önemli bir diğer eğitim kurumu da Heybeliada’ya hâkim bir tepede, koru içinde konumlanan Ruhban Okulu’dur. İlk yapımı 9. yüzyıl başına tarihlenen yapılar grubu, birkaç kez onarılarak yenilenmesi nedeniyle, içinde farklı dönemlerden yapılar barındırır. Üst düzey teoloji eğitimi 14 H. Milas, Geçmişten Bugüne Yunanlılar-Dil, Din ve Kimlikleri, İstanbul 2003: 224. 15 Schlumberger, age., 155; N.Ertuğ, Osmanlı Döneminde İstanbul Deniz Ulaşımı ve Kayıkçılar, Kültür Bak. Yay., 2755, Ankara 2001: 186; R. E. Koçu, İstanbul Ansiklopedisi, c.1, İstanbul 1958: 207. Resim 7. 1880 de mimar Poliçis’in tasarladığı Büyükada Con Paşa Köşkü Resim 8. Neoklasik cepheleriyle Sabuncakis Köşkü teşkilâtı olan 6. Daire’nin ardından '7. Daire-i Belediye' adıyla Adalar Belediyesi oluşturulmuştur19. Kentteki yönetim alanlarının daha sonraki yıllarda yeniden tanımlanmasıyla ismi '14. Daire-i Belediye', daha sonra da '19. Daire-i Belediye' olarak değişen Adalar Belediyesi’nin merkezi Büyükada’dadır20. Adalardaki muhtarlık sistemi, nüfusun kozmopolit niteliği dikkate alınarak, üzerinde yaşayan her milleti temsil eden ayrı bir muhtar olacak şekilde farklı yapılandırılmıştır21. Adalar’da nüfusun artması ve çeşitlenmesiyle birlikte farklı inanç grupları için yeni dini yapılara duyulan gereksinim doğrultusunda yapımına başlanan kilise ve manastırların yanısıra, sinagog ve cami yapımı da önem kazanmıştır. Yeni yapımlarda kimi zaman daha önceki dönemlerin yapılarının temelleri ve/veya malzemeleri kullanılmıştır22. Daha önce ahşap bir yapının cami olarak kullanıldığı Büyükada’ya, II. Abdülhamid tarafından cephe biçimlenişi ve mimari ayrıntılarıyla döneminin eklektik/seçmeci üslûbunu yansıtan Hamidiye (Selvili) Camii yaptırılmıştır23. 16 17 18 19 20 21 Schlumberger, age.,154. Z. Çelik, 19. Yüzyılda Osmanlı Başkenti-Değişen İstanbul, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1986: 70-71. Arşaluys Araratyan Gazetesi, 7 Ekim 1844, İzmir. O. N. Ergin, Mecelle-i Umûr-ı Belediyye, İBB Kültür İşleri Daire Başkanlığı yay.21, İstanbul 1995: c.3, 1345, 1346, 1379, 1386. Ergin, ay., c.3, 1347, 1379, 1383, 1384; c.4, 1486, 1626. İ. Dağdelen, “Osmanlı Arşiv Belgeleri ve Diğer Bazı Kaynaklara Göre Osmanlı Döneminde Adalar (Yerel Tarih Araştırması Örneği)”, I. İstanbul Adaları Sempozyumu, Adalar Kültür Derneği yay.,İstanbul 2015: 51. 22 Burgazada’da Aya Yani/ Ioannes Prodromos Kilisesi, Hristos/Metamorphosis Kilisesi, Büyükada’da Aya Yorgi Kilisesi, Hristos/Metamorphosis Manastırı Kilisesi, Heybeliada Aya Triada (Theotokos) Manastırı Kilisesi bu yapılara örnek verilebilir. 23 Milas, age.,132. İSTANBUL ÖZEL SAYISI 2016 77 Adalardaki muhtarlık sistemi, nüfusun kozmopolit niteliği dikkate alınarak, üzerinde yaşayan her milleti temsil eden ayrı bir muhtar olacak şekilde yapılandırılmıştır. 19. yüzyıl Osmanlı toplumunu ve özellikle de İstanbul nüfusunu tanımlayan çok kültürlü heterojen yapı, bu dönemde başta Büyükada olmak üzere Adalar’da zengin, renkli ve seçkin bir Batılı yaşam biçiminin yerleşmesine neden olur. Böylece Adalar’daki manastır, kilise ve okul gibi kâgir kamu yapılarının inşaasına, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren büyük köşkler ve otel binalarının yapımı da eklenir. Büyükada’da Giacomo Oteli/Splendid Oteli, Ankara Palas, Heybeliada’da Halki Palas ve Grande Britanya/Karamanyan Oteli, Burgazada’da Hotel Antigoni/Burgaz Palas bu oteller arasında sayılabilir. Bazıları günümüzde Resim 9. Büyükada Amalia Evi Resim 10. Büyükada Mizzi Köşkü’nün cephesinden bir ayrıntı yokolmuş veya yenilenerek çok değişmiş olan bu otel binalarının en ilgi çekici olanlarından biri de 1899’da mimar A. Vallaury tarafından Prinkipo Palas adıyla otel olarak inşa edilmiş olan Büyükada’daki Rum Yetimhanesi’dir (Resim 5). Birbiri üzerine taşan çıkmalarla ahşap karkas olarak yapılmış, boyutlarıyla çok görkemli ve özel bir yapıdır. İşletme izinlerinde yaşanan sorunlar nedeniyle 1902’den itibaren Patrikhane tarafından yetimhane olarak kullanılmıştır24. Fotiadis, Küçük Nikolaidis, D’aranco, Vallaury, Kaludis, Poliçis, Azaryan, Dimadis ile Dimitri Kalfa, Dimopulos Kalfa, Niko Kalfa, Simota Kalfa gibi tanınmış mimar ve kalfalar tarafından yapılan ve dönemi için ileri düzeyde sayılabilecek teknolojik donatılarıyla modern konfor koşullarına sahip bu yapılar, adalardaki yeni yaşam biçiminin fiziksel görüntüsünü oluştururlar (Resim 6). Büyükada’da Con Paşa Köşkü, Hacopulo Köşkü, Kalvokoresis Yalı Köşkü, Mazlum Bey Köşkü, Mizzi Köşkü, Sabuncakis Köşkü, Yelkencizade Köşkü, yanan Azaryan Köşkü, Heybeliada Hulusi Bey Köşkü, İlyasko Yalısı, Mari Köşkü, Burgazada’da yanan Kevencioğlu Köşkü, Kınalıada Sirakyan İkiz Evleri25 döneminin ilgi çekici örneklerindendir (Resim 7-11). Tarih boyunca önemli kayıplara neden olan depremler yaşamış olan Adalar, 1894 depreminde de büyük hasar görmüştür26. Yıkılan anıtsal ve sivil yapıların27 büyük çoğunluğu kâgirdir, ahşap yapılar depremden daha az etkilenmiştir28. Yüzyılın sonuna doğru büyük hız kazanan yapım eylemleri I. Dünya Resim 11. Stilize bitkisel formların yapısal eleman olarak kullanıldığı Yelkencizade Köşkü Y. L. Zarifi, Hatırlarım: Kaybolan Bir Dünya İstanbul 1800-1920, İstanbul 2005. Yapı isimlerinde, Y. Kahya, “İstanbul Adaları”, İstanbul Mimarlık Rehberi, Boğaziçi ve Asya Yakası, ed. A. Batur, Mimarlar Odası yay., İstanbul 2015: 172-208 deki katalog esas alınmıştır. 1894 yılında İstanbul’da Meydana Gelen Büyük Depreme ait Anonim bir Günlük, haz. S. Çalık, ed. A. Yeşildal, S. Ünlü, Üsküdar Belediyesi yay.11, İstanbul 2003: 26-29, 67; S. Küçükalioğlu Özkılınç, 1894 Depremi ve İstanbul, İş Bankası Kültür yay., İstanbul 2015: 97; İstanbul Depremleri Fotoğraf ve Belgelerde 1894 Depremi, haz. M. Genç ve M. Mazak, 2. baskı, İGDAŞ Kültürel yay., İstanbul 2001: 58. 27 M. Genç, M. Mazak, ay. 31 v.d.; F. Öztin, 10 Temmuz 1894 İstanbul Depremi Raporu, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Afet İşleri Gn. Md. Deprem Araştırma Dairesi yay., Ankara 1994: 80-87; O. Sakin,, Tarihsel Kaynaklarıyla İstanbul Depremleri, İstanbul 2002: 133. 28 Poridis, ay., 272. Savaşı’na kadar devam eder. Bu süreçte, yeni yapılan özel ve kamusal binalar ve kentsel düzenlemelerin yanısıra 1894 depremiyle hasar gören ya da yıkılan yapıların pek çoğunun büyük ölçüde yenilenmesiyle Adalar yeni bir görünüm kazanır. kadar uzun yıllar boyunca ülkenin verem mücadelesinde çok önemli bir merkez olur. 1928 yılında Burgazada sahilinde açılan 'Dr. Medeni Berk Prevantoryumu' da 1940 yılına kadar kullanımda kalır34. Arazisi ve yapılarından bazıları günümüzde de varlığını sürdürmektedir. Sağlıklı Bir Ortam, Sağlık Ortamı 20. Yüzyılın Sürgünleri Adalar’ın yumuşak ve sakin havası burada sanatoryumların kurulması için çok elverişli bir ortam oluşturur. 16. yüzyıldan başlayarak İstanbul’da görülen salgın hastalıklar sırasında bazı vatandaşların şehirden uzaklaşarak yalıtılmış ortamı ve temiz havası nedeniyle kısa süreler için Adalar’a yerleştikleri29, bu nedenle adaların nüfusunun bu zamanlarda geçici olarak arttığı bilinir. 1895’te II. Abdülhamid’in 'Cemiyet-i Tıbbiye’yi Şahane'den vereme karşı korunma çarelerinin araştırılmasını istemesi üzerine yapılan bilimsel bir toplantıda, Prens Adaları’nın havasının sanatoryum için çok uygun olduğuna işaret edilir30 ve bu toplantının ardından 1902’de İstanbul’un ilk sanatoryumu, 'Sen Jorj Burgazadası Çocuk Sanatoryumu' adıyla yazlık sanatoryum olarak açılır31. Burgazada’nın tepe noktasında konumlanan sanatoryuma daha sonra çocukların denize girmesi ve güneşlenmeleri için sahilde bir yapı daha eklenir. İstanbul’da yetişkinler için açılan ilk sanatoryum ise 1923 tarihli özel 'Büyükada Verem Sanatoryumu'dur32. İlk devlet sanatoryumu ise kuzey rüzgârlarına kapalı, güneş alma süresi uzun, dağ iklimine benzeyen özellikleri ve ağaçlıklı açık alanlarıyla Heybeliada Çamlimanı’nda 1924 yılında hizmete giren 'Heybeliada Sanatoryumu'dur33. Sayısı artan yapılarıyla zaman içinde büyüyen tesis, kapatıldığı 2005 yılına Adalar, 20. yüzyıl başında tekrar sürgün ve sığınma mekânı olmuştur. 1908’de Meşrutiyet’in ilânı ve Abdülhamit’in tahttan indirilmesinden sonra adalara sürgüne gönderilen dönemin önde gelen yöneticileri “Ada Misafirleri” olarak bilinir35. 1917’de Rusya’daki devrimden kaçarak İstanbul’a sığınan Beyaz Rusların da bir kısmı adalardaki konut ve manastırlara yerleştirilirler36. Yeni sakinler, I. Dünya Savaşı’na kadar zengin ve rahat yaşam sürdürülen ancak huzursuz geçen savaş dönemi ve bir kısmı yurtdışına giden Rumların ardından canlılığını yitiren Adalar’da, sosyal yaşama yeniden canlılık getirirler. 1929’da Rusya’dan çıkarılan Ekim Devrimi’nin liderlerinden siyaset adamı, devrimci ve teorisyen L. Troçki de 1929–1933 yıllarında sürgün olarak ailesi ve yardımcıları ile birlikte polis koruması altında Büyükada’da yaşamış ve ‘Hayatım’ isimli otobiyografisini de burada yazmıştır37. Esin Kaynağı Bir Ortam Adalar, doğa ile içiçe geçen yaşam çevresi ve resimsi güzelliği ile güzel sanatlar ve yazın dünyasının önemli isimlerine de esin kaynağı olmuş, verimli bir çalışma ortamı oluşturmuştur. Türk edebiyatının usta kalemlerinden Sait Faik Abasıyanık, Nurullah Ataç, Recaizade Mahmut Ekrem, Reşat Nuri Güntekin, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Ahmet Rasim… gibi bugün hayatta olmayan tanınmış isimlerin yanısıra günümüzün pek çok yazar ve şairi, önemli yapıtlarını Adalar’da yazmışlardır. Bu yazarlardan bazılarının yaşadığı evler, günümüzde onarılarak kişisel eşyalarının sergilendiği müze- Resim 12. Mimari proje yarışması ile elde edilen Büyükada Anadolu Kulübü binası 29 30 31 32 33 24 25 26 34 35 36 37 Türk Mektupları, Kanuni Döneminde Avrupalı Bir Elçinin Gözlemleri (1555-1560) Ogier Ghiselin de Busbecq, çev. D. Türkömer, İş Bankası Kültür yay., 3. baskı, İstanbul 2014: 198,199; Schlumberger, age., 154; C. Pinquet, “Bir Takımadayla İlgili Değerlendirmeler: Prens Adaları” İstanbul Araştırmaları Yıllığı, c.3, İstanbul 2014: 96; O. Erdenen, age., 45. N. Yıldırım, İstanbul’un Sağlık Tarihi, İstanbul 2010: 93-94, 407, Erdenen, 45. Yıldırım, ay., 98-99... Dr. Musa Kazım tarafından açılmıştır. Yıldırım, ay.,98. Yıldırım, 96, 98 ve 99 v.d.; BOA, MF.MKT, 1232/95-5: “Yabancı ülkelerde mevcut olduğu şekilde Osmanlı Ülkesi’nde de bir sanatoryuma ihtiyaç olduğu, sanatoryum için tespit edilen yerlerden en uygununun Heybeliada olabileceği, Heybeliada’da sanatoryum olarak kullanılabilecek, orduya ait boş bir bina bulunduğu, bu binanın Maarif Bakanlığı’na devredilerek bir sanatoryuma dönüştürülmesine izin verilmesi gerektiği konusunda Maarif Nezareti’nden Sadaret’e gönderilen 27.05.1918 tarihli belgeyi aktaran Belgelerde İstanbul Adaları, ed. C. Ekici, Adalar Kültür Derneği yay. 12, İstanbul 2010: 262. P. Tuğlacı, Tarih Boyunca İstanbul Adaları, c.2, İstanbul 1992: 278. R.E. Koçu, “Adalar”, İstanbul Ansiklopedisi, c.2, İstanbul 1959’dan aktaran Erdenen, age., 53 ve Milas, age., 152,153. T.A. Baran, “Mütareke Döneminde İstanbul’daki Rus Mültecilerin Yaşamı”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, C.12, Mart-Temmuz-Kasım 2006: sayı 64-66. İSTANBUL Lev Troçki (1879-1940) otobiyografisinin yanısıra Tahrif Edilen İhtilal, Sovyetler Birliği’nin Müdafaası ve Muhalefet, Komünist Enternasyonal’in Üçüncü Hatalar Devri, ÖZEL SAYISI Daimi İhtilal, Rus İhtilalinin Tarihi gibi yapıtlarını da İstanbul’da yazmıştır. Ö. S. Coşar, Troçki İstanbul'da, İş Bankası Kültür yay., 3.baskı, İstanbul 2015: 201. 2016 79 eve dönüştürülmüştür. İstanbul üzerine destansı şiirlerin yazarı Yahya Kemal Beyatlı da şiirlerinde Adalar’ı çok kez konu almış, Adalar’ın doğal güzelliğinin sosyal yaşamı zenginleştirdiğini gösteren dizeler içeren bu eserlerinden bazısı sevilen şarkıların sözlerini oluşturmuştur. Cumhuriyet Yılları Adalar, Cumhuriyet’in ilânından sonra büyük ölçüde Atatürk ile devlet bürokrasisi ve İstanbul burjuvazisinin ileri gelenlerinin ilgisiyle yeniden önem kazanır, sosyal ve kültürel yaşam canlanmaya başlar. Atatürk 1928 yılından itibaren her yaz Büyükada Anadolu Kulübü’ne gelerek burada düzenlenen balo ve toplantılara katılır, devlet ileri gelenleri ile yabancı devlet adamlarını burada ağırlar. 1906’da açılmış olan yat kulübünün yerine 1926’da kurulan Anadolu Kulübü, yerleştiği büyük arazi üzerinde bulunan tarihi yapılarının38 yanısıra, ulusal bir yarışma ile T. Cansever ve A. Hancı tarafından tasarlanarak 1951-57’de inşa edilen modernist yapısıyla dikkat çeker39(Resim 12). İsmet İnönü de 1924 yılında rahatsızlığı nedeniyle dinlenmek üzere geldiği Heybeliada’da kendisine bir ev satın alır, burada bulunduğu zamanlarda Büyükada Anadolu Kulübü’nü de sık sık ziyaret eder. 1894 depreminde yıkılan ahşap bir köşkün yerine 1920’de yaptırılan ve Mavromatis Köşkü olarak da bilinen yapı İnönü döneminin dekorasyonuyla günümüzde 'İsmet İnönü Evi' olarak yaşatılmakta, bahçesi ise yaz aylarında kültür ve sanat etkinlikleri için kullanılmaktadır. II. Dünya Savaşı sonrasında azınlıkların, üst gelir grubundakilerin ve siyaset adamlarının ilgisini çeken Adalar’da 1960-70’li yılların siyasi gerilimleri azınlık nüfusun azalmasına neden olur. Buna karşılık 1939 Erzincan depreminin ardından başlayan iç göçlerin giderek artması ile Adalar’daki demografik yapı oldukça değişir40. Bunun sonucunda Adalar’da bulunan köşklerin büyük bir kısmında mülkiyet değişikliği kaçınılmaz olur. Sezonluk kullanımın yaygınlaştığı günümüzde Adalar’da, çoğunluğunu Türkler’in oluşturduğu, Sünni, Alevi, Kürt, Laz, Rum Ortodoks, Rum Katolik, Ermeni Gregoryen, Ermeni Katolik, Latin Katolik, Süryani, Keldani, Sefarat Yahudi, Aşkenaz Yahudi, Karait Yahudi, Levanten, İtalyan, Bulgar, Yugoslav, İsveçli, Alman Resim 13 - 14. Sahilden uzaklaşıldıkça serbest düzene dönüşen parsellerde modernist üslupta mütevazı konutlar ve Avusturyalı olmak üzere değişik din, mezhep ve kökenden gruplar birarada yaşamlarını sürdürmektedir41. Kentsel Doku ve Mimari Yapı Adalar’da, kentsel dokuda iki farklı yerleşme biçimi gözlenir42. Adaların merkezi denebilecek iskele ve çarşı bölgesindeki konutlar, küçük parseller üzerinde, bitişik nizam ve 2-3 katlı inşa edilmişlerdir. Geleneksel dokuyu oluşturan bu küçük ölçekli mütevazı yapıların içinde geçtiğimiz Yüzyıl başına tarihlenen ahşap ve zemin katı kâgir, üst katları ahşap örneklerin yanısıra ağırlıklı olarak 1940-60’larda Art Deco, Bauhaus etkileriyle yalın bir üslûpta üretilmiş modernist çizgide kâgir ve betonarme yapılar da yeralır (Resim 13-14). Çarşı bölgesinden dışarıya doğru serbest düzene dönüşen parsellerdeki bu yapılar müstakil evler olabildiği gibi zaman zaman da apartman olarak karşımıza çıkar. Merkezden uzaklaşıldıkça, büyük parseller üzerinde ayrık düzende oluşturulmuş büyük anıtsal köşkler görülür. Ada-parsel üzerindeki serbest düzenin sunduğu olanaklarla yaratılan Resim 16. Bitki örtüsü açısından zengin bahçeler içindeki köşkler özgür tasarımlar özgün/deneysel bir mimari ortamın gelişmesini sağlamıştır. Genellikle parsellerin eğiminden yararlanılarak oluşturulan bodrum katların üzerinde, zemin katları kâgir, üst katları ahşap veya tümüyle kâgir olarak tasarlanmışlardır. Ayrıca tuğla taşıyıcı duvarların volta döşemelerle birlikte kullanıldığı, strüktür açısından yeni yorumlar getirilen kâgir yapılar da mimarinin çeşitlenmesine katkı sunar. Bu görkemli konutlar, Adalar’ın eğimli topoğrafyasına uyumlu olarak kademelenen, bitki örtüsü açısından Resim 15. Topoğrafyanın eğimine göre yerleşmiş yapıların oluşturduğu ada silueti Resim 18. Kınalıada Camisi 38 39 40 41 42 27.000 m2 alan üzerine kurulmuş olan kulüp arazisi üzerinde Tarihi Bina, İkiz Köşkler, Sarı Bina ve Yeni Bina olmak üzere beş büyük yapı vardır. “Anadolu Kulübü Binası”, Arkitekt, sayı: 295,59, 45-52. K. Yılmaz, “20.yüzyılın İkinci Yarısından Sonra Yaşanan Göçlerin Adalar’daki Sosyo-ekonomik Yaşama Etkisi”, I. İstanbul Adaları Sempozyumu, Adalar Kültür Derneği yay. 11, İstanbul 2015: 79, 80. R. Schild, “Burgazada Canlı Etnografik Müze”, İstanbul Dergisi Tarih Vakfı yay., İstanbul 1998: 26, 121-123. Y. Kahya, “İstanbul Adaları Üzerine” I. İstanbul Adaları Sempozyumu, Adalar Kültür Derneği yay. 11, İstanbul 2015: 31. 43 44 45 Resim 17. Sahilde büyük bahçeleriyle görkemli yalı köşkleri zengin bahçeler içinde, açık, yarı-açık oturma, servis ve hizmet mekânlarını da kapsayacak şekilde düzenlenmişlerdir (Resim 15 -16). Deniz kıyısında kendi özel rıhtımları olan yalı niteliğindeki bahçeli köşkler ise Ada siluetini denizle buluşturan görüntüler sunar (Resim 17). Ağırlıklı olarak 19. yüzyıl son çeyreği ile 20. yüzyıl başına tarihlenen konutların planlarında daha çok geleneksel şemalar kullanılırken, cephelerde Klâsik, Gotik, Rönesans, Barok gibi batılı mimarlık üslûplarının sivil mimariye uyarlanarak yeniden yorumlandığı görülmektedir. Neo-Klâsik, Neo-Rönesans, NeoBarok, Ampir olarak adlandırılan bu üslûpların yanısıra, 20. yüzyılın başında Art Nouveau örgelerin ahşap mimariye uyarlanmasıyla oluşan “İstanbul Art Nouveausu” nun43 seçkin örnekleri ile zaman zaman aynı yapıda farklı beğenilerin birarada kullanıldığı seçmeci/ eklektik yaklaşımlarla oluşturulan cephe biçimlenişleri de gözlenir. Yarıaçık oturma mekânları olan balkon ve verandalar Adalar’daki dışa dönük yeni yaşam biçiminin mimarideki yansımaları olarak öne çıkar. Bu yapıların boyutsal ve mimari açıdan en görkemlileri daha çok Büyükada’da görülür. Döneminin tanınmış mimarları tarafından bahçeler içinde tasarlanan görkemli konut ve villaların yapımına kısmen 20. yüzyılda devam edilmiştir. Bu yapılarda, 1940’lı yıllarda daha çok geleneksel konutun yeniden yorumuna dayanan ulusalcı bir yaklaşım gözlenirken, 2. Dünya Savaşı sonrasında yalın bir modernist üslûp egemen olur. Modernizmin etkileri betonarme malzeme kullanımı ile birlikte mimariye de yansır. S. H. Eldem’in tasarladığı Büyükada Rıza Derviş ve Fethi Okyar Evleri, mimar E. Sarfati’nin Büyükada Kamhi-Grünberg İkiz Villası ve Burgazada Goldenberg Evi modern tasarıma sahip yapılardandır. Mimar T. Uyaroğlu ve B. Acarlı’nın Kınalıada Camisi konutlarda görülen 1950’ler modernizminin cami tasarımı içinde öne çıkan önemli bir örneği olarak dikkat çekmektedir (Resim 18). Geç dönemde inşa edilmiş, mimar T. Ve F. Cansever’e ait Burgazada Ataç Evi Adalar’da Osmanlı geleneğinde tasarlanmış az sayıdaki örnekten biridir (Resim 19). Yapıldıkları dönemlerin beğenisine paralel gelişen farklı cephe biçimlenişlerinin yanyana gelmesiyle oluşan sokak siluetlerinde, üslûp ve tipolojik özellikler açısından zengin bir çeşitlilik sunan bu sivil mimarlık örneği yapılar, farklı din ve kültürlerin anıtsal yapılarıyla birlikte bir bütün olarak Adalar’ın karakteristik mimari ve kentsel dokusunu oluştururlar (Resim 20). Bu mimari zenginliğin büyük bir kısmı tek yapı ve doku olarak günümüzde koruma kapsamındadır. 1976’da doğal sit olarak tescil edilen44 Büyükada, Heybeli, Burgaz, Kınalı ve Sedef adaları 1984’te “Marmara Takım Adaları sit alanları bütünü”45 ilân edilmişlerdir. A. Batur bu dönemi 1905 ila 1925 yılları arasına tarihlemektedir. A. Batur, “İstanbul Art Nouveau’su”, Tanzimattan Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi, c.4, İletişim yay., İstanbul 1985: 1088. GEEAYK’nun 10.12.1976 gün ve 9500 sayılı kararıyla tüm Adalar Doğal Sit olarak kabul edilmiştir. KTVYK 31.03.1984/ 234 sayılı karar. İSTANBUL ÖZEL SAYISI 2016 81 Sedef Adası’nda ise 1950’lerin sonunda kapalı bir yazlık site yapılmasıyla adanın kamuya açık alanları, belirli bir alandaki günübirlik kullanımla sınırlanmıştır. Yerleşme, doku özellikleri ve içindeki modern konut tasarımının öncü örnekleri ile kentsel sit alanı olarak koruma kapsamındadır46. Ada peyzajı Motorlu taşıt trafiğinden arınmış, düşük yoğunluklu, güvenli bir yaşam ortamı sunan Adalar, peyzajı oluşturan topografya ve doğal alanlarıyla olduğu kadar kentsel tarihi dokuyu oluşturan organik sokakları, özel bir mimarlık ortamı sunan anıtsal nitelikli kâgir ve ahşap yapılarıyla da ayrıcalıklı bir yaşam alanıdır. Resim 19. Geleneksel konut mimarisinin yeniden yorumlandığı Ataç Evi Adalar’ın, azınlıklar başta olmak üzere, farklı birçok topluluk için özel bir yaşama alanı oluşturması, Adalar peyzajının içerdiği tarihsel, dini, kutsal ve ruhani Adalar’da; çok kültürlü heterojen yapının gereksindiği dini yapılar ve okul gibi kamu yapılarının yanısıra 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren büyük köşkler ve otel binaları ile sağlık yapıları da yapılmıştır. unsurlar ile atlı araba (fayton) kültürü, bisiklet kullanımı, açık havadaki toplu yeme-içme ve eğlence alışkanlıkları, müzik dinletileri, gezintileri, denize girme, yüzme-kayık yarışları gibi sosyal yaşama ilişkin geleneklerin doğal ve fiziksel yapıyla etkileşim içinde yarattığı çevre, Adalar’a kentsel - kültürel peyzaj Resim 21. Burgazada’dan Heybeliada ve Kaşık adasına bakış niteliği kazandıran karakteristikleridir47. Büyük bir metropol olan İstanbul’a çok yakın, ancak onun yüksek temposundan ve stresinden oldukça uzak, doğal ve yapılı çevrenin içiçe geçtiği sakin/yavaş yerleşmeler olan Adalar, zaman içinde geçirdiği tüm değişimlere rağmen özgün doğal, tarihi, kentsel ve kültürel peyzaj değerlerini halen büyük ölçüde birarada korumakta olan benzersiz (unique) bir alandır (Resim 21). Şekiller için Kaynakça Şekil 1. A. Yetişkin Kubilay, İstanbul Haritaları, 1422-1922, İstanbul 2010: 231. Şekil 2. E. Mamboury, Les Îles des Princes. Banlieue maritime d’Istanbul, İstanbul 1943. Resim 1, 3, 11. Y.Kahya Resim 2. A.I. Melling, Atatürk Kitaplığı, AlbümlerAlb_000002_006_001. Resim 4. Sebah-Joaillier, 9, DAI İstanbul, Negatif No.9407 (D-DAI IST9407_8002138,05.jpeg) Resim 5-10, 12, 15-17, 18, 20, 21. A. Neftçi Resim 13, 14, 19. S. Karsan 46 47 Resim 20. Büyükada sahilinin iskele ile birlikte görünüşü KTVKBK 09.12.2009/ 2201 sayılı karar. S. Karsan, “Kültürel Peyzaj Alanı Olarak Büyükada”, I. İstanbul Adaları Sempozyumu, 3-6 Ekim 2013, İstanbul 2015: 460-469. İSTANBUL ÖZEL SAYISI 2016 83 İSTANBUL ÖZEL SAYISI / 2016 Prof. Dr. F. Cânâ Bilsel Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Bölümü. bilsel@metu.edu.tr İSTANBUL’UN ERKEN CUMHURIYET DÖNEMI PLANLAMASINDA KÜLTÜR VARLIKLARININ KORUNMASI VE MODERNIZASYON İKİLEMİ1 1 Bu makale kısmen, TÜBİTAK ve EGIDE işbirliğiyle Bosphore programı kapsamında Eylül 2004’te, Türkiye Bilimler Akademisi desteğiyle Ekim 2004-Ocak 2005’te Paris’te Cité de l’Architecture et du Patrimoine, XX. Yüzyıl Mimarlık Arşivleri’nde yürütülmüş olan araştırmaya dayalı olarak geliştirilmiştir. Makalede kullanılan görsel malzeme, aksi belirtilmediği durumda Henri Prost’un Académie d’Architecture ve Cité de l’Architecture et du Patrimoine / Archives d’Architecture du XXe Siècle’de bulunan kişisel arşivinden alınmıştır. Yaklaşık binaltıyüz yıl boyunca birbirini izleyen iki imparatorluğun, Doğu Roma ve Osmanlı imparatorluklarının başkenti olmuş olan İstanbul, imparatorluk geçmişine ait çok zengin kültür varlıkları barındırmaktadır2. Tarihî anıtların ve arkeolojik alanların korunması, birçok dünya kentinde olduğu gibi, İstanbul’da da kentsel gelişme karşısında modern bir uygulama olarak gündeme gelmiştir. İstanbul’da kent mekânında modernleşme ve koruma ikilemi Osmanlı geç döneminde ilk planlı modernleşme girişimleriyle ortaya çıkmış, aynı ikilem, Cumhuriyet hükümetinin yirminci yüzyıl başlarındaki kent planlama sürecinde de başlıca sorunlardan birini oluşturmuştur. Kültürel ve doğal varlıkların korunmasıyla ilgili ilk politikalar, kentsel ölçekte ilk olarak erken Cumhuriyet döneminde, temel hedefi kentsel modernleşme olan kent planlama uygulamaları kapsamında geliştirilmiştir. 1839 tarihinde Tanzimat ile başlayan ve Osmanlı İmparatorluğu’nun kurumsal ve toplumsal açılardan modernizasyonunu amaçlayan reformlar, aynı zamanda, kent mekânına yönelik kapsamlı bir projeyi de içermektedir3. Osmanlı başkentini dönemin çağdaş Avrupa kenti imgesine uygun şekilde yeniden biçimlendirmeyi, geniş bulvarlar ve meydanlar açmayı öngören bu proje, sokakların hizalanması ve ebniye nizamnamelerinin yürürlüğe girmesiyle uygulamaya konulmuştur. Bu düzenlemeler, sıklıkla ortaya çıkan ve ahşap konutlar nedeniyle hızla yayılan yangınlarla harap olan mahallelerin yeniden inşasında etkili olmuş4, ancak yüzyılın sonunda tarihî İstanbul şehri, 1884’te Kara Surları, bir fermanla ilk kez “âsâr-ı atîka” ilân edilmiş, 1894 depreminden sonra surların yıkılmış kesimlerinin onarılması kararı alınmış, Kapalıçarşı’nın ayakta kalan kesimleri de “âsâr-ı atîka” olarak sınıflandırılmıştır. çok sayıda parça parça uygulama sonucunda, yangından korunmuş olan mahalleler ile yangın sonrası ızgara dokuların yanyana geldiği parçalı bir yapıya dönüşmüştür. Tarihî yapıları yıkımdan korumaya yönelik ilk tepkiler, on dokuzuncu yüzyıl ortalarında, kimi ilerleme yanlısı yöneticilerin başlattığı kentsel müdahalelere kadar gitmektedir. 1865 tarihli Hocapaşa yangınının ardından 'Islahat-ı Turuk Komisyonu'nun Divanyolu’nu genişletme çalışmaları sırasında bazı dinî binaların yıkılarak mezarlıkların kaldırılması, muhafazakâr çevrelerde tepkiler doğurmuştur.5 Ne bu tepkiler ne 'Evkaf Nezareti'nin çabaları, aralarında Atik Ali Paşa ve Köprülü medreselerinin de bulunduğu, bazı önemli tarihî anıtların yıkılmasını engelleyebilmiştir.6 Bununla birlikte, aynı dönemlerde 'Müze-i Hûmayûn'un kurulması gibi önemli girişimler ve 1869 tarihinde eski eserlerin korunmasıyla ilgili ilk yasal düzenlenmenin yürürlüğe girmesi, Türkiye’de arkeolojik ve mimarî varlıkların korunması tarihinin başlangıcını işaret eder.7 1884’te kent surları, bir fermanla ilk kez 'âsâr-ı atîka' ilân edilmiş ve bunların en yüksek düzeyde korunması emredilmiştir.8 1894 depreminden sonra 'Dâhiliye Nezareti', surların tarihî öneminin altını çizerek yıkılmış kesimlerinin onarılması kararını almıştır. Kapalıçarşı’nın aynı depremde zarar gören bazı kısımlarının onarılmasıyla ilgili bir raporda; tarihî çarşının ayakta kalan kesimleri de 'âsâr-ı atîka' olarak sınıflandırılmış, buna karşın onarımların çağdaş mimarî teknolojiyle yapılması tavsiye edilmiştir.9 1906 yılında çıkarılan 'Asâr-ı Atika Nizamnamesi'nin bazı maddeleri arkeolojik eserlerin yanısıra tarihî binaların korunmasını da kapsamakta, bu amaçla kaynak sağlanmasına yönelik önlemler içermektedir.10 İlginç bir biçimde, 1912 yılında anıtların korunmasına yönelik olarak çıkarılan ilk nizamname, İstanbul’da Cemil Paşa’nın şehremini olduğu ve bir dizi iddialı kentsel operasyonun uygulamaya konulduğu döneme denk düşmektedir. Bu nizamnamede de kent surlarına 'âsâr-ı atîka' olarak atıf yapılmakla birlikte, tarihî anıtların kesin bir tanımı yapılmamıştır.11 1911 tarihinde kurulan 'İstanbul Şehri Muhipleri Cemiyeti', kentteki eski eserlerin ve tarihî anıtların korunması konusuna özel bir ilgi göstermiştir.12 Cemiyet, kent surlarının, Bukoleon Sarayı’nın korunması, Rumelihisar’ın temizlenmesi, Boğaz kıyısındaki Amcazade Hüseyin Paşa Yalısı’nın rölövelerinin hazırlanması konusunda 2 S. Yerasimos, “Istanbul: Heritage and Hazards of Modernity”, World Heritage Review 10, 1998: 6-15. 3 Z. Çelik, The Remaking of Istanbul, Portrait of an Ottoman City in the Nineteenth Century. Berkeley, Los Angeles, London, 1993: 49-67; S. Yerasimos, “A propos des réformes urbaines de Tanzimat”, Villes Ottomanes à la fin de l’Empire, P. Dumont, F.Georgeon, ed., Paris 1992: 17-32. 4 Tarihî İstanbul arşivisti Osman Nuri Ergin’e göre 1853 ile 1906 arası yarım yüzyıllık dönemde İstanbul, geniş alanları tahrip eden 117 büyük yangın geçirmiştir. O. N. Ergin, Mecelle-i Umûr-ı Belediyye, cilt 3, Istanbul, 1995: 1228-1235. 5 Z. Çelik, age., 60-63. 6 Bazı türbeler yıkılırken Köprülü Türbesi bir başka yere nakledilmiş, Çemberlitaş Hamamı’nın bir kesimi de bu müdahaleler sırasında kesilmiştir. N. Altınyıldız, “The Architectural Heritage of Istanbul and the Ideology of Preservation,” Muqarnas, 24: 285. 7 1869 tarihli Âsâr-ı Atika Nizamnamesi, esas olarak arkeolojik kalıntılarla ilgili olup yapılacak kazıları düzenlemekteydi. E. Madran, “Cumhuriyet’in İlk Otuz Yılında Koruma Alanının Örgütlenmesi / Notes on the Organization of the Field of Restoration During the First Thirty Years of the Republic”, METU Journal of Faculty of Architecture, 16.1-2, 1996: 61, 88. 8 5 Haziran 1884 tarihli ferman, atıf, O. N. Ergin, age., cilt 4: 1777 ve cilt 7: 3894, atıf, S. Yerasimos, “Tanzimat’tan Günümüze Türkiye’de Kültürel Mirası Koruma Söylemi”, İstanbul Dergisi 56, 2005. 9 O. N. Ergin, op.cit., cilt 7, s. 3893, atıf, S. Yerasimos, “Tanzimat’tan Günümüze …,” agm. 10 1906’da çıkarılan eski eserlerle ilgili bu yeni Âsâr-ı Atika Nizamnamesi’nde cami, han, hamam ve kümbet gibi tarihî yapılar bu kapsamda sıralanmıştı. E. Madran, agm., 62. 11 30 Temmuz 1912 tarihli “Muhafaza-i Âbidât Hakkında Nizamname”. O. N. Ergin, age.,cilt 4, 1784, atıf, S. Yerasimos, agm. 12 Istanbul Şehri Muhipleri Cemiyeti. İmparatorluk Müzesi Müdürü, Halil Edhem Bey, asistanı Makridi Bey, mimar Vedad Bey, Prens Said Halim Paşa, Osmanlı Bankası Müdürü M. Revoil, Ahmet Midhat, Dikran Kelekyan derneğin kurucu üyeleri arasındaydı. S. Yerasimos, “Le discours sur la protection du patrimoine İstanbul’un tarihinin bir tek ulusa değil, tüm insanlığa ait olduğu yaklaşımıyla, kentin kalbinde Arkeolojik Park düzenlenmesi fikri Cumhuriyet ideolojisince Türkiye Cumhuriyeti’ni insanlığın evrensel tarihine bağlayan bir adım olarak görülmüştür. önemli çalışmalar yapmış, bir de İstanbul rehberi hazırlamıştır.13 Bu cemiyetin faaliyetleri, tehlikeli durumda olan bazı önemli Osmanlı binalarının korunması konusunda da etkili olmuştur. Tarihte Jön Türk Devrimi olarak da bilinen İkinci Meşrutiyet’in ilânından sonraki yıllar hem kentsel müdahaleler hem de tarihî anıtların korunması çabaları açısından hareketli bir dönemdir. Paris’te eğitim almış bir cerrah olan Dr. Cemil Paşa, 1912-1914 ve19191920 dönemlerinde iki kez 'İstanbul Şehreminliği' görevini üstlenmiştir. Kararlı bir modernleşme savunucusu olan Cemil Paşa, kent altyapısını ve mekânlarını modernize etmek amacıyla, parklar, meydanlar ve bulvarlar açmayı içeren bir dizi kentsel operasyon başlatmıştır. Atmeydanı’nda, Ayasofya ile Sultanahmet Camii arasında görkemli bir meydan açılması konusu gündeme geldiğinde, Mimar Sinan’ın eseri olan Haseki Hürrem Sultan Hamamı’nın yıkımdan kurtarılması İstanbul Şehri Muhipleri Cemiyeti’nin girişimleri sonucunda sağlanabilmiş, diğer bazı tarihî binalar da Evkaf Nezareti’nin itirazı sayesinde kurtarılmıştır.14 Ancak tüm bu önemli girişimlere karşın, birçok başka tarihî anıt yapı, belediyenin operasyonu sırasında bulvarların, özellikle tramvay caddelerinin açılması sırasında zarar görmüştür. Tarihî anıtları yokolmaktan kurtarmak amacıyla Maarif Nezareti 1917 tarihinde bir 'Âsâr-ı Atîka Daimî Encümeni' kurmuş,15 Encümen’in üyeleri arasında Müzeler Müdürü Halil Edhem Bey, mimar Kemalettin Bey,16 sanat tarihçisi Celal Esad (Arseven) gibi kişilere yer verilmiştir. Encümen çalışmalarına Cumhuriyet döneminde de devam etmiş, 1950’de adı “Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu” olarak değiştirilerek varlığını sürdürmüştür.17 1923 yılında Cumhuriyet’in ilân edilmesi, Türkiye’nin siyasî tarihinde kesin bir dönüm noktası olmakla birlikte, yine de Cumhuriyet’in Osmanlı döneminden miras olarak devraldığı kimi süreklilikler bulunmaktadır. Erken Cumhuriyet Döneminde İstanbul’un Planlanmasıyla ilgili İlk Girişimler 1923’te Ankara’nın Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti ilân edilmesiyle İstanbul başkent konumunu yitirmiş, sınırlı kaynakların yeni başkentin imarına ayrılması nedeniyle, Cumhuriyet’in ilânını izleyen ilk on yıl boyunca ihmal edilmiştir. Şehrin Birinci Dünya Savaşı öncesinde bir milyonu aşan nüfusu, 1930’larda 740.000’e inmiştir. Her ne kadar o dönemde, Fatih-Edirnekapı arasındaki tramvay caddesinin genişletilmesi, Beyazıt Meydanı’nda kavşak düzenlemesi gibi bazı düzenlemeler yapılsa da, kent içerisinde yangınlardan tahrip olmuş geniş alanlar imar beklemektedir. 19. yüzyılın sonundan beri süregelen savaşların yarattığı sosyo-ekonomik çöküntü nedeniyle, tarihî İstanbul kenti bakımsız ve harap bir haldedir. Bakım ve onarımı bir zamanlar çeşitli vakıflar tarafından üstlenilmiş olan çok sayıda kamusal ve dinî yapı terkedilmiş, harap durumdadır. 'Âsâr-ı Atîka Encümeni' üyesi Halil Edhem Bey kaleme aldığı raporda bu durum karşısında görüşünü “Kentin çok sayıdaki yangın geçirmiş kesimlerinden geçecek olsak, yüzlerce yıkık cami, hasar görmüş türbe ve mezarlık kalıntısı görürüz. Bunlar artık onarılma ve restorasyon dönemini geride bırakmışlardır. Beri yandan bu sefil durumda yerlerinde kalmaları da kentimiz açısından bir ayıptır…” şeklinde açıklamakta, raporun sonunda; “günümüzün İstanbul’u dünyanın en büyük viranesidir… bu duruma son vermek üzere bazı binalar feda edilebilir” yargısına varmaktadır.18 Cumhuriyet modernleşmesinin, Osmanlı dönemindeki reformlara göre, daha kapsamlı ve kökten olması amaçlanmıştır. Batıda yirminci yüzyıl başlarında yeni bir bilim dalı olarak gelişen kent planlaması, Türkiye’de Cumhuriyet hükümeti tarafından kentlerin ve kent altyapılarının modernize edilmesi ve toplumsal modernleşmeyi destekleyecek tesislerle ve kamusal mekânlarla donatılmasını sağlayacak bilimsel ve teknik bir uzmanlık alanı olarak algılanmıştır. Bu bakış açısıyla, bu alanda tanınmış olan Avrupalı mimarlar ve plancılar, Türk kentleri için planlar geliştirmek üzere uzman olarak davet edilmişlerdir. 1927 yılında yeni başkent Ankara’nın imarı için açılan şehircilik yarışmasına, Almanya ve Fransa’dan üç uzman davet edilmiş, bundan birkaç yıl sonra, 1932 yılında aynı yaklaşım İstanbul için de uygulanmıştır. Tarihî başkentin imarı konusu, Cumhuriyet Türkiye’nin UNESCO’ya, tarihî anıtların korunması ve Arkeolojik Park Projesi konusundaki ilk başvurusu 1950’li yıllarda yapılmakla beraber siyasal nedenlerle başvuru süreci tamamlanamamıştır. 13 14 15 16 Uluslararası tanınmış kişilerden Bizantolog Charles Diehl, sanat tarihçisi Jean Richepin ve Fransız Büyükelçinin eşi Mme Bompard Cemiyet’I bu girişimlerinde desteklemiştir. S. Yerasimos, agm. N. Altınyıldız, agm., 284-285. Âsâr-ı Atika Encümen-i Daimisi, S. Eyice, “İstanbul Eski Eserleri Koruma Encümeni”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, cilt 4, Istanbul, 1994: 222. 1909’dan beri Evkaf Nezaretinde baş mimar olan Kemalettin Bey 1914’te İstanbul Belediyesi Fen İşleri Dairesi’nin başına getirildi; Türkiye’de tarihî binaları korumanın kurumsallaştırı masında en büyük etkiyi sağlamış simalardan biridir. İ. Tekeli, S. İlkin, Mimar Kemalettin’in yazdıkları. Ankara, 1997. İSTANBUL 17 S. Eyice, agm., 222. ÖZEL SAYISI 18 Halil Ethem, “Âbidelerimizin Hâli”, Tarihi Abide ve Eserlerimizi Korumağa Mecburuz, Maarif Vekâleti. Istanbul, 1933: 5, atıf, N. Altınyıldız, agm., 289. 2016 87 başkentinin gerisinde kalmayacak kadar kritik bir öneme sahiptir. Aynı dönemde, önde gelen genç Türk mimarlarından Sedad Hakkı (Eldem) ve Burhan Arif (Ongun), İstanbul’un onarımı ve planlanması konusunda makaleler yazmışlardır. Mimar Sedad Hakkı, yayınladığı “İstanbul ve Şehircilik” başlıklı makalesinde, tarihî kentin harap durumundan yakınmakta, şehirciye düşen görevin hassasiyetini vurgulamakta, çağdaş şehirciliğin gereklerini yerine getirirken tarihî anıtlara karşı gösterilmesi gereken dikkatin altını çizmekte ve anıtların mümkün olduğunca çevreleriyle birlikte korunmasını öğütlemektedir.19 Burhan Arif ‘e göre, İstanbul’un planlamasını ancak şehri iyi tanıyan, ruhunu anlayan Türk mimarları gerçekleştirebilirdi.20 Bu görüşler dönemin yönetimini yeterince etkilememiş olmalıdır ki 1933’de Fransa ve Almanya’dan üç tanınmış şehir plancı-mimar, Alman Hermann Ehlgötz ile Fransız Donate Alfred Agache ve Henri Prost, İstanbul Belediyesi’nin düzenlediği yarışmaya katılmak, geleceğin kentiyle ilgili fikir ve projelerini sunmak üzere şahsen davet edilmişlerdir. Prost’un Paris’teki görevi nedeniyle bu daveti kabul edemeyeceğini bildirmesi üzerine, onun yerini kendisinin tavsiye ettiği Jacques Lambert almıştır. Üç şehir plancısı şehircinin planı jüri tarafından daha ‘gerçekçi’, aynı zamanda da tarihî kentin karakterine daha saygılı bulunmuştur. Gerçekten de Ehlgötz, proje raporunda, kenti yalnız anıtlarıyla değil, sokak dokusu ve mezarlıklarıyla birlikte korumanın önemine değinmiş, bunların “şark medeniyetinin karakteristik unsurları” olduğunu vurgulamıştır. İstanbul’da, Batı’nın modern kentlerinde olduğu gibi yeni parklar açılmasına gerek olmadığını, eski mezarlıkların yeşil alanlar olarak korunmasını savunmuştur. 21 Fas, Rabat, Kazablanka ve diğer kentler için hazırladığı planlar ve bu planların uygulamalarıyla tanınmış,23 o dönemin ardından Côte Varoise bölge planını yönetmiş, daha sonra da 1932’de Paris büyükşehir baş şehirciliği görevine getirilmiştir. 24 Bütün bu önceki deneyimleri sırasında Prost, özellikle kültürel mirasın ve doğal peyzajın korunması konusundaki duyarlılığıyla tanınmıştır. İstanbul’un Planlanmasında Henri Prost Dönemi Şekil 1. Henri Prost’un İstanbul Avrupa Yakası Master Planı – Eski İstanbul, 1937 tarihli incelemelerde bulunmak üzere İstanbul’a gelmişler ve öneri projelerini aynı yılın sonuna doğru teslim etmişlerdir. Milletvekilleri ve yetkililerinden oluşan yarışma jürisi üç teklifi dikkatle inceledikten sonra, seçimini Hermann Ehlgötz’ün projesinden yana yapmıştır. Alman plancının projesi, mevcut kente sınırlı müdahalelerle yetinirken, Fransız meslektaşları tarihi kent içerisinde geniş bulvarlar ve meydanlar açılmasını önermekteydiler. Bu nedenle Alman Ehlgötz’ün tarihî kent konusundaki muhafazakâr önerileri jüri tarafından kentin “tarihî karakterine” saygı olarak değerlendirilmiş olsa da Hermann Ehlgötz’ün nazım plan projesi uygulanmamıştır. Büyük olasılıkla, projenin ‘oryantalist’ tonu Cumhuriyet hükümetinin İstanbul’un imarı konusunda bir kent plancısından beklentileriyle tam olarak örtüşmemiş olsa gerek ki o dönemde Paris metropoliten alan planlamasını yürütmekte olan Henri Prost, bir kere daha, İstanbul nazım planının hazırlanmasında danışman olarak davet edilmiştir.22 Prost; özellikle 1914-1922 arasında Fas kentlerinin planlanmasıyla, Resim 2. Eminönü hava fotoğrafında yıkılan kent yapıları gösterilmektedir (Güzelleşen İstanbul, 1944) Resim 3. Yeni Valide Camii cephesi görünümünü bloke eden binaların yıkılması ile açıldı (Güzelleşen İstanbul , 1944) 1936-1951 yılları arasında İstanbul planlamasını yöneten Fransız şehirci, geleceğin kentini biçimlendirmede çok etkili olmuştur. İstanbul’daki on beş yıllık planlama çalışmaları arasında; İstanbul’un Avrupa Ciheti Nazım Planı (1937), Anadolu Ciheti Nazım Planı (1936-1948), mevcut ve yeni geliştirilecek kesimlerle ilgili sektör planları yanısıra, kent meydanlarının, bulvarların, park ve gezi alanlarının ayrıntılı tasarım projeleri de bulunmaktadır.25 Prost, Avrupa Ciheti Nazım Planı’nda, Cumhuriyet hükümetinin beklentileriyle uyumlu bir şekilde, Eski İstanbul’un kentsel dokusu üzerinde son derece müdahaleci bir yaklaşım benimsemiş, bu kapsamda tarihi şehrin sokak dokusunu bütünüyle yeniden düzenleyerek, kenti bir ucundan diğerine kateden geniş yollar önermiştir. Prost’un ulaşımın rasyonalizasyonu, hijyen ve estetik önceliğiyle yeni bir ulaşım ağı çevresinde geliştirmiş olduğu nazım planı geniş yeşil alanlar, parklar ve kamusal açık alanlar içermektedir 26 (Şekil 1). Planlamada Modernleşme Koruma İkilemi Resim 4. Eminönü Meydan düzenlemesi için Henri Prost’un projesi ve Süleymaniye Camisi’ne doğru perspektfli yol önerilmesi. Perspektif 1943 yılında P. Jaubert tarafından çizilmiştir. Resim 1. Henri Prost’un kişisel arşivinden, Haliç’ten Tarihi Yarımada Silueti 19 20 21 22 Alişanzade Sedad Hakkı, “İstanbul ve Şehircilik”, Mimar 1, 1931: 1-4. Burhan Arif, “İstanbul’un Plânı”, Mimar 3/5, 1933: 154-161. H. Ehlgötz, “İstanbul Şehrinin Umumî Plânı”, Cumhuriyet Dönemi İstanbul Planlama Raporları: 1934-1995, Ş. Özler, ed., İstanbul, 2007: 13-38. Vali-Belediye Başkanı’nın Henri Prost’u İstanbul’a davetiyle ilgili olarak, bkz. F. C. Bilsel, “Henri Prost’un İstanbul Planlaması (1936-1951): Nazım Planlar ve Kentsel Operasyonlarla Kentin Yapısal Dönüşümü”, F. C. Bilsel, P. Pinon, der., İmparatorluk Başkentinden Cumhuriyetin Modern Kentine: Henri Prost’un İstanbul Planlaması (1936-1951). Istanbul, 2010: 103-107. 23 24 25 26 27 1947 yılında Paris’te Académie des Beaux-Arts’da verdiği “Les Transformations d’Istanbul”27 başlıklı konferansında Henri Prost, İstanbul için geliştirdiği planın ana amacının, Türkiye’nin bu dönemdeki sosyo-politik koşullarının belirlediği amaç doğrultusunda, kenti modernleştirmek olduğunu söylemiştir. Konferansında İstanbul’un modernizasyonunu “cerrahi bir J.-L. Cohen, “Büyük Peyzajlardan Metropollere: Henri Prost”, F. C. Bilsel, P. Pinon, der., age., 49-70. The Plan d’Aménagement de la Région Parisienne 1939’da tamamlanıp onaylanmıştı. J.-P. Gaudin, Desseins de Villes, ‘Art Urbain’ et Urbanisme, Anthologie. Paris, 1991: 169. F. C. Bilsel, “Henri Prost’un İstanbul Planlaması …”, F. C. Bilsel, P. Pinon n, der., age., 115-165. C. Bilsel, “Les Transformations d’Istanbul: Transformation of Istanbul by Henri Prost”, AIZ Journal of Faculty of Architecture, cilt 8, sayı 1, İlkbahar 2011: 100-116. İSTANBUL H. Prost, Communication de Henri Prost, 17 Septembre 1947 à l’Académie des Beaux-Arts, Institut de France, Les Transformations d’Istanbul. ÖZEL SAYISI yayınlanmamış konferans, 1947. 2016 89 Tarihî Anıtların Belgelenmesi, Korunması ve Yeniden Kullanımı Henri Prost, tarihi şehrin planlamasındaki hedefleri, kentsel mekânı modernleştirmek ve şehrin ‘eşsiz manzarası’ ile tarihî anıtlarını korumak olarak belirlemiştir. yıkılmasına yolaçmıştır. Şekil 2. 1/2000 ölçekli 1943 Yedikule - Yenikapı sektör planında önerilen 1 No.lu Park ve çevresinde entegre edilmiş tarihi anıtlar ameliyat”a benzetmiş, bir yandan kentin ticarî ve sınaî gelişimini sağlamak için yeni ulaşım güzergâhları açmanın gereğine değinirken kentin tarihî peyzajının korunmasına da vurgu yapmış, kentin tarihî mirasına çok özel bir dikkat yöneltilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Prost bu bakış açısıyla önerdiği nazım plan ile kentsel modernleşme ve korumayı birarada hedeflemiştir. Eski İstanbul’a yönelik planlama çalışmalarında Henri Prost özellikle tarihî kentin siluetini korumaya yönelik bir dizi Resim 5. Mimar Sinan’ın eseri Mihrimah Camii planlama kararı geliştirmiştir (Resim 1). Tarihî Yarımada’nın siluetini korumak üzere getirdiği bu kararlar arasında en iyi bilineni, deniz seviyesinden 40 metre rakımın üzerinde yapı yüksekliklerinin sınırlanmasıdır. Gerçekte Prost’un korumayı amaçladığı İstanbul’un tarihi kent dokusu değil, başlıca anıtlarıyla birlikte kent görünümünün “genel etkisi”dir; 1940’ların başlarında Atatürk Bulvarı açıldığında, Valens Su Kemeri ile Zeyrek Camii’ni (Pantokrator Manastırı) ön plana çıkarırken, Zeyrek ile Süleymaniye arasındaki eski mahallelerin tarihi konut dokusunun bütünüyle Resim 6. 1947’de Sultan Selim Medresesi’nden bir görüntü Prost’un şehircilik yaklaşımında öncelikli olan kent estetiği, neredeyse barok olarak nitelenebilecek bir estetik anlayışı yansıtmaktadır: İstanbul nazım planında yollar önemli anıtlara, örneğin büyük camilere odaklanan, perspektif etkisi olan akslardır. 1940’larda Eminönü Meydanı düzenlemesi bu tür bir estetik anlayışı yansıtmaktadır. Çevredeki binalar yıkılarak alan genişletilmiş, Yeni Valide Camii ile Mısır Çarşısı’nın cepheleri öne çıkarılmış, meydandan Süleymaniye Camii’ne doğru perspektif açılmıştır.28 Trafiğin ve yaya alanlarının düzenlenmesinde, açık alanın yatay uzanımıyla caminin kütlesi arasındaki nispetlerle sağlanan uyum, şehircinin özellikle önem verdiği konudur (Resim 2- 4). Böyle bir estetik anlayış Eminönü’nde liman ve ticarî aktivite yoğunluğunun belirlediği tarihî kent dokusunun ‘kütle-boşluk’ ilişkisinden çok farklıdır.29 Resim 7. 1947’de Sultan Selim Medresesi’nin yanındaki türbeden bir görüntü 28 Bkz. “Eminönü Meydanı”, Güzelleşen İstanbul, XX. Yıl. Istanbul, 1944. 29 C. Bilsel, T. Arıcan Çin, “Eminönü Meydanı ve Çevresi Tarihi Kent Mekânının Başkalaşımı: Kentsel Tasarım Kuramları ve Biçim-bilim Yöntemleri ile bir Mekânsal Çözümleme Çalışması”, Mimar.İst, 8. 29, 2008: 83-97. Resim 8. Karasurları ve Topkapı Kapısı güçlendirmesi Resim 9. Edirnekapı Kapısı ve Karasurları 1947 tarihli fotoğrafı Henri Prost planlama çalışmalarında tarihi kent dokusuna yönelik müdahaleci bir tutumu benimserken, Bizans ve Osmanlı dönemlerine ait tarihî anıtlara özel bir dikkat yöneltmiştir. Bu anıtların belgelenmesi ve envanterinin oluşturulması, İstanbul’da Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olarak kurulmuş ve 193330 yılında yeniden düzenlenmiş olan Eski Eserler ve Müzeler Müdürlüğü tarafından başlatılmıştır. Eski Eserler Genel Müdürlüğü’ne bağlı olarak, ulusal anıtların belgelenmesi ve araştırılması görevi verilen, bir mimarî rölöve bürosu kurulmuştur. Bu büronun baş mimarı olarak atanan Sedat Çetintaş, İstanbul’un belli başlı tarihî anıtlarının ve külliyelerinin rölövelerini hazırlamıştır. Henri Prost, Eski Eserler Encümeni ve İstanbul Muhipleri Cemiyetiyle, daha sonra Fransız ve İngiliz Arkeoloji enstitüleriyle işbirliği yaparak tarihî anıtların belirlenerek planlama kararlarıyla korunmasını sağlamaya çalışmıştır. Raporlarında tarihî yapıların korunması, onarılması ve kentin “tarihine tanıklık eden” “anıt”lar olarak geleceğe taşınmaları gereğini vurgulamaktadır.31 Kullanım dışı kalarak harap olmuş tarihî yapılara yeni işlevler vererek, Eski İstanbul’a yönelik planlama çalışmalarında Prost’un amaçladığı; başlıca anıtlarıyla birlikte kent görünümünün genel etkisinin, özellikle Tarihî Yarımada’nın siluetinin, kentin tarihi kesimlerindeki doğal ve kültürel peyzajının korunmasıdır. planlarında onları “ulu ağaçlarla birlikte kompozisyonu tamamlayan pitoresk anıtlar” olarak yeni kent mekânlarıyla bütünleştirmenin yollarını aramıştır.32 Plancı olarak Prost’un farklı dönemlere ait tarihî yapılara yaklaşımının en iyi örneklerinden biri, Bayrampaşa (Likos) Deresi boyunca oluşturmayı önerdiği 1 No.lu Park’tır (Şekil 2). Bu parkta tarihî anıtların -Fenarî İsa Camii (Constantine Lips Bizans Manastırı), Selimiye Medresesi ve Mimar Sinan’ın Edirnekapı’daki Mihrimah Camiipeyzaj tasarımının pitoresk unsurlarını oluşturması, Mihrimah Camii dışında Resim 10. Ayasofya, Hipodrom ve İmparatorluk Sarayı’nın varsayımsal restitüsyonu, perspektif çizim. Henri Prost’un, 1905-1907 yılları arasında Roma’daki Académie de France’ın Prix de Rome programı çerçevesinde yaptığı çalışma (Académie d'Architecture / Cité de l' Architecture et du Patrimoine / Arşiv d'Architecture du XXe Siècle , 343 AA 144 ( doc . HP.DES.10-2.2 )) 30 E. Madran, Tanzimat’tan Cumhuriyete Kültür Varlıklarının Korunmasına İlişkin Tutumlar ve Düzenlemeler: 1800-1950, Ankara, 2002: 119, ve N. Candaş Kahya, A. Sağsöz, S. Al, “Türkiye’de Korumacılık ve Kültür ve Tabiat Varlıklarının Koruma Bilincinin Gelişimi: 1938-1960 Dönemi”, Turkish Studies, 9.10, 2014: 278. 31 H. Prost, “Protection des sites et transformation de certains édifices”, note C, 29 Haziran 1936, Les Transformations d’Istanbul, cilt III, 6, atıf, F. C. Bilsel, “Henri Prost’un İstanbul Planlaması ...” age., 128-129. 32 H. Prost, Communication …, age., 16-17. İSTANBUL ÖZEL SAYISI 2016 91 Şekil 3. 1936-1947 arasında, Henri Prost ve İstanbul Belediyesi Şehir Planlama Dairesi mühendis ve mimarları tarafından düzenlenen çalışmalara dayalı “Arkeoloji Parkı ve kucakladığı tarihi eserlerin planı” (Académie d’Architecture/Cité de l’Architecture et du Patrimoine/Archives d’Architecture du XXe Siècle, 343 AA 47/3 (doc. HP.DES.32-1.1) harap durumda olan diğer yapıların onarılarak kültürel faaliyetler için kullanılması öngörülmüştür (Resim 5-7). Tarihî anıtlar statüsünde bulunan Bizans dönemi surlarının korunması, Prost’un İstanbul planlamasının önemli Resim 11. Sultan Ahmet Camii, Ayasofya Meydanı ve Arkeoloji Parkıyla birlikte Sultanahmet Meydanı hedeflerinden birini oluşturmaktadır, özellikle Teodosius Kara Surlarının korunması ve restorasyonunu önemsemiştir. Eski İstanbul için hazırladığı nazım planda surların her iki yanında yeşil kuşak oluşturularak bu alanda inşaat yasağı getirilmiştir. Surların dışında 500 m., içinde ise 50 m. genişliğinde önerilen bu kuşak ile surların bütün olarak korunması ve anıtsal etkilerinin vurgulanması öngörülmüştür. Kara surlarının ve kapıların restorasyonu, İstanbul’un Osmanlılar tarafından fethinin 500’üncü yıldönümünün kutlanması hazırlıklarıyla birlikte 1940’lı yıllarda başlamıştır33 (Resim 8, 9). Resim 14. Sultan Ahmet Camii ve Ayasofya yanındaki arkeolojik kazı alanlarını gösteren Arkeoloji Parkı hava fotoğrafı Arkeolojik Park Projesi Henri Prost’un İstanbul’un Doğu Roma kalıntılarına özel ilgisi yüzyılın başlarına Resim 15. Sultan Ahmet Camii doğusundaki Arasta’nın kalıntıları Resim 12. Ayasofya Meydanı’nın yanında bulunmakta olan, Mimar Sinan’ın eseri Haseki Hürrem Sultan Hamamı Resim 16. Sultan Ahmet Arastası’nın harap yapıları Resim 13. Arkeoloji Parkıyla birlikte Topkapı Sarayı ana giriş kapısı önündeki III. Ahmet Çeşmesi 33 H. Prost, “Le Plan Décennal,” not. 265, tarih: 26 April 1943, Les Transformations d’Istanbul, Vieil Istanbul, cilt VII, s. 240-270; “İstanbul’un Fethinin 500ncü Yılının Kutlanması,” İstanbul Belediyesi, Güzelleşen İstanbul. Istanbul, 1944. Resim 17. Boğaz’ın diğer yakasındaki Üsküdar’dan görülen Sultan Ahmet Camii, Ayasofya ve Arkeoloji Park alanı İSTANBUL ÖZEL SAYISI 2016 93 yapılmakla beraber siyasal nedenlerle başvuru süreci tamamlanamamıştır.40 Buna karşılık, 1953 yılında, Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu Ayasofya ve Sultanahmet Camii ile Sultanahmet Meydanı’nı koruma alanı ilân etmiştir.41 Pitoresk Bütünlüğü Korumanın Aracı olarak “Site de Protection” Kavramı Resim 18. Eyüp mezarlık alanı ve Haliç kıyısındaki sanayi tesislerinin hava fotoğrafı Resim 19. Eyüp mezarlıklarını kesen bir yoldan görüntü dayanmaktadır. İstanbul’a ilk defa, genç bir mimar olarak, 'Beaux-Arts' Okulunun 'Prix de Rome' ödül programı çerçevesinde, Constantinopolis’in kalıntılarını incelemeye gelmiştir. Ayasofya Bazilikasının ve yedinci yüzyıla ait Bizans İmparatorluk Sarayı’nın restitüsyonu bu yarışma kapsamında hazırladığı araştırma projesinin konusudur34 (Resim 10). Prost’un İstanbul’daki Bizans mirasına ilgisi nazım plan aşamasında plan önerilerine ve raporlarına da yansımıştır, arkeolojiye, kentin tarihî belleğini günışığına çıkarmanın yolu olarak, özel bir önem vermiştir. verdiği konferansta, Arkeolojik Park önerisinin Cumhurbaşkanı Atatürk tarafından kabul edildiğini, Atatürk’ün ayrıca birkaç yıl önce de Ayasofya’nın bir müze haline getirilmesini emretmiş olduğunu söylemiş, Atatürk’e atıf yaparak, İstanbul’un tarihinin bir tek ulusa değil, tüm insanlığa ait olduğunu ifade etmiştir.36 Prost’un İstanbul’un kalbinde bir Arkeolojik Park düzenlenmesi önerisi, Cumhuriyet yetkilileri ve özellikle Atatürk tarafından Türkiye Cumhuriyeti’ni insanlığın evrensel tarihine bağlayan bir adım olarak görülmüş olmalıdır.37 Bir “arkeolojik park” oluşturma fikri ilk defa Prost’un 1937 tarihli İstanbul Nazım Planında ortaya çıkmıştır. Tarihî Yarımada’nın doğu ucunda yer alan arkeolojik parkın, batıda Kadırga’dan doğuda Bahçekapı’ya kadar uzanması, Ayasofya’yı, Hipodrom’u ve Bizans İmparatorluk Sarayı kalıntılarını, Sultan Ahmet Camii’ni, Topkapı Sarayı’nı ve Eski Bizans Akropolü’nü içermesi planlanmıştır. Prost, Arkeolojik Park’ı halka açık bir açık hava müzesi ve içerisinde kazıların yapılacağı bir arkeolojik alan olarak öngörmüştür35 (Şekil 3, Resim 11-17). Prost 'Académie des Beaux-Arts'da Henri Prost, Arkeolojik Park’ın uygulanmasına yönelik çalışmalarını, bölgede kazılar yapan arkeoloji enstitüleriyle işbirliği halinde, İstanbul’dan ayrıldığı 1951 tarihine kadar sürdürmüştür. Özellikle İstanbul’daki Fransız Arkeoloji Enstitüsü’nün kurucusu ve müdürü olan Albert Gabriel Arkeolojik Park girişimine önemli destek vermiştir. Prost ve Gabriel, tarihî mirasın korunması ve projenin uygulanması konusunda uluslararası destek sağlamak üzere birlikte çaba göstermişlerdir.38 'Académie des Beaux-Arts'da verdiği konferansta Henri Prost, İstanbul’un Bizans anıt ve kalıntılarının korunmasındaki Resim 20. Eyüp yakınındaki Zal Mahmut Paşa Kompleksi’nden bir görüntü, 1944 tarihli bir fotoğraf aciliyetin altını çizerek, Türk hükümetinin bu amaçlara ayırabileceği kaynakların çok sınırlı olduğunu da vurgulamıştır. Arkeolojik Park’ın yer alacağı bölgenin yakın geçmişte bir yangın geçirdiğini, bunun projenin uygulanmasını kolaylaştıracağını, fakat alanın özel mülkiyet elinde, parçalara bölünmüş olması nedeniyle bunların kamulaştırılmasının belediyeye büyük bir malî yük getireceğini belirtmiştir. Arkeolojik Park Projesi her ne kadar bütünüyle uygulanamamış da olsa, bu dönemde İngiliz arkeologlar Bizans İmparatorluk Sarayı’nın çeşitli bölümlerinde kazılar yapmayı sürdürmüşler ve sarayın mozaiklerini günışığına çıkarmışlardır; bu mozaikleri yerinde sergilemek üzere daha sonra yeni bir müze kurulmuştur. Bu sırada Albert Gabriel, “Konstantinopolis’in İmparatorluk alanındaki arkeolojik keşiflere dair memorandum” başlıklı bir yazıyı 30 Mayıs 1946 tarihinde UNESCO’ya, göndermiş,39 bundan bir yıl sonra da, Paris’te toplanan ‘Bizans Çalışmaları Konferansı’nda “İstanbul Arkeolojik Park” başlıklı ikinci bir 'memorandum' sunmuştur. Türkiye’nin UNESCO’ya, tarihî anıtların korunması ve Arkeolojik Park Projesi konusundaki ilk başvurusu 1950’li yıllarda, Prost ve Gabriel’in raporları esas alınarak 34 P. Pinon, “Henri Prost: Paris’ten Roma’ya, Fas’tan İstanbul’a,” F. C. Bilsel ve P. Pinon, der., age., 15-22. 35 H. Prost, Mémoire Descriptif du Plan Directeur de la Rive Européenne d’Istanbul, Les Transformations d’Istanbul, Plans Directeurs, cilt 3, yayınlanmamış raporlar, 1937: 4; H. Prost, Communication, op. cit.: 28-29; Pierre Pinon, “Arkeoloji Parkı”, F. C. Bilsel, P. Pinon, der., age., 289-300. 36 H. Prost, Communication, age., 29. 37 H. Prost, Mémoire …, age., 5. 38 P. Pinon, “Le projet de Parc Archéologique d’Istanbul de Henri Prost et sa tentative de mise en œuvre par Albert Gabriel”, Anatolia Antiqua, 16, 2008: 181-205. 39 E. Madran, Tanzimat’tan Cumhuriyete Kültür Varlıklarının ..., age., 162 40 P. Pinon, “Arkeoloji Parkı”, F. C. Bilsel, P. Pinon, der., age. 294-298. 1941’de kurulmuş olan Turing Kulübü bu döneme ait bazı binaların onarım ve yeniden kullanımına katkıda bulunmuştur. Yukarda değinildiği gibi, dönemin koruma anlayışı, esas olarak, anıtların ve arkeolojik alanların tek tek korunması ile sınırlıdır. Henri Prost’un planlama kararları da genel olarak bu tür bir anlayışa dayalı olmakla birlikte, bir planlama aracı olarak “site de protection” (koruma alanı / kısaca “sit”) kavramını 1940’larda Prost’un gündeme getirdiğini vurgulamak gerekir.42 İstanbul’da ve Türkiye’de koruma alanı olarak ilân edilen ilk bölge Haliç’te ve sur dışında konumlanmış tarihi bir semt olan Eyüp’tür. Müslümanlar için Eyyub-el Ensarî’nin (Türkler tarafından Eyüp Sultan adıyla da bilinir) türbesinin bulunduğu bu yer kutsaldır. Batılı gezginler ve yazarlar da Haliç manzarasına nazır topografik konumu, dinî yapıları, türbe ve mezarlıklarıyla hüzünlü bir atmosfere sahip olan bu alandan etkilenmişlerdir. Ne var ki Resim 21. Eski Karacaahmet Mezarlığı’ndan resmedilmeye değer bir görüntü, Henri Prost’un park haline dönüştürmeyi önerdiği bölümler Haliç çevresine yığılmaya başlayan sanayi tesisleri nedeniyle Eyüp, 1930’larla 1940’lar boyunca kimliğini ve bütünlüğünü kaybetme riskiyle yüz yüze gelmiştir. Henri Prost raporunda Eyüp’ün “korunması gereken bölge” olmasını önermiş, bu yerleşimin (Prost burası için 'cité funéraire' / ölüler şehri nitelemesi yapmaktadır) “pitoresk bütünlüğü”nü vurgulayarak bölgenin bir bütün olarak korunmasını amaçlamıştır43 (Resim 18-20). 'Âsâr-ı Atîka Encümeni'nin tavsiyeleri de bu kararda etkili olmuş, kurul bölgedeki korunacak dinî anıtların tespit edilmesinde plancıya yardımcı olmuştur. Prost planlama raporlarında “pitoresk bütünlük” kavramını, örneğin Anadolu Yakası’ndaki Karacaahmet Mezarlığı için olduğu gibi, Boğaziçi’nin her iki yakasındaki yerleşimler için de kullanmış, söz konusu alanların bu niteliğini fotoğraflarla belgelemiştir (Resim 21, 22). Her iki yakasında çeşitli kömür depoları, yakıt tankları ve sanayi tesislerinin çoğalmakta olduğu Boğaz’ın “eşsiz manzara”sının korunması sorunu şehircinin başlıca kaygılarından birini oluşturmuştur. “Boğaz’ın iki yakasının doğal ve insan yapısı manzarasının bütünlüğünü muhafaza etmek”, Resim 22. Eski Karacaahmet Mezarlığı’nda mezar ve selvilerin resmedilmeye değer birlikteliği, İlkbahar 1941 tarihli fotoğraf kıyılarındaki yerleşimlerin planlanması süreci 1939’dan 1948’e kadar uzun bir zamana yayılmış olsa da, Avrupa Yakası Nazım Planı’nın ve Prost ile ekibinin daha alt ölçeklerde geliştirmiş oldukları sektör planlarıyla kentsel tasarım düzenlemelerini belirleyen ana planlama kararlarından biridir. Emirgân, Küçük Çamlıca ve Çubuklu’daki bazı korular, plancının önerileri doğrultusunda, Belediye tarafından bu dönemde kamulaştırılarak -Yıldız Parkı da dahil olmak üzere- halka açılmıştır.44 Prost, Boğaz’ın her iki yakasında doğal ve kültürel varlıkların birarada oluşturdukları pitoresk bütünlüğün korunmasına özellikle önem vermiş, yalılarla çevrelerindeki ağaçların estetik etkileşimini ve renklerin uyumunu vurgulayarak, bu pitoresk kaliteyi korumak üzere ressamlarla birlikte çalışmayı önermiştir45 (Resim 23). Yine bu nedenle, Boğaz kıyısında bir sahil yolu açılmasına karşı çıkmış, yolun yalıların denizle ilişkisine zarar vermeyecek şekilde, yalıların arkasından geçirilmesini önermiştir. Anadolu Yakası’nda buna uyulabilmiş olmasına karşılık, Avrupa Yakası’nda plancının tavsiyeleri bir kenara bırakılarak 1950’lerde bir sahil yolu açılmıştır. Resim 23. Boğaz'da , Kuruçeşme'de bulunan yalılar ve yelken mavnaları, Şubat 1941 41 Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu’nun 13 Kasım 1953 tarihli kararı. 17 Temmuz 1956 tarihli ikinci kararda alanın sınırları revizyondan geçirilmiştir. Atıf, N. Duranay, E. Gürsel ve S. Ural, “Cumhuriyet’ten buyana İstanbul Planlaması”, age., 425. 42 H. Prost, “Protection des sites et transformations de certains édifices”, not C, 29 Haziran 1936, Les Transformations d’Istanbul, Cilt III, Plan Directeurs, (yayınlanmamış raporlar), 6. 43 H. Prost, “Mémoire descriptif du plan directeur de la Cité funéraire Eyüb”, not no. 262, “Protections des sites historiques, archéologiques et pittoresques”, 15 Nisan 1943, not no. 262, Les Transformations d’Istanbul, cilt III, Plan Directeurs (yayınlanmamış raporlar), 84-86, atıf, F. C. Bilsel, “Henri Prost’un İstanbul Planlaması ...,” age., 129-133. 44 İstanbul Belediyesi, Güzelleşen İstanbul. Istanbul, 1944, atıf, F. C. Bilsel, “Serbest Sahalar: Parklar, Geziler, Meydanlar ...”, C. Bilsel, P. Pinon, der., age., 369-370. 45 H. Prost, “Aménagement des Rives du Bosphore – Aménagement pittoresque des rives,” Not no. 29, Les Transformations d’Istanbul, cilt IV, Bosphore, 51-52. İSTANBUL ÖZEL SAYISI 2016 95 çevrenin bütüncül korunması olarak ele alınmamaktadır (Resim 24). Tarihî kentsel dokuya yönelik müdahaleci tutumuna karşın Henri Prost, bu dönemde bazı koruma politikalarının benimsenmesinde önemli rol oynamıştır: İstanbul’un yalnızca anıtlarının değil, doğal ve kültürel peyzajının korunmasına yönelik planlama araçları ve kararları da geliştirmiştir. İstanbul’un tarihî siluetinin korunması için getirdiği düzenlemeler, Eski Kent’in hemen hemen tümüyle yenilenmesine rağmen, bir ölçüde başarılı olabilmiştir. “Koruma alanı” –“site de protection”- kavramı da Henri Prost’un planlama uygulamalarına bir başka önemli katkısıdır; bu kavram daha sonra Türkiye’nin koruma yasalarına girmiştir. Eyüp’ün bütün olarak korunabilmesi için “koruma alanı” ilân edilmesi, bu tarihî semti, bu dönemde yayılıp genişlemekte olan sanayi tesisleri yüzünden, büsbütün harap olmaktan kurtarmıştır. Resim 24. Süleymaniye Camii ve çevresindeki parkın yeniden düzenlemesinin detaylı maketiyle birlikte topografya maketi üzerinde revize edilen İstanbul Master Planı. 1940’lı yılların başındaki bir sergiden alınan fotoğraf Sonuç Modernleşme ile koruma arasındaki ikilem, geç Osmanlı döneminden başlayarak İstanbul’da her zaman önemli bir mesele olmayı sürdürmüştür. Kentsel alanı yeniden düzenlemeyi öngören bazı iddialı planlar zaman zaman uygulanırken, kimi sivil ve resmî girişimlerin tarihî anıtların korunmasında başarılı olduğu görülür. Bu girişimlerin sonucunda, tarihî anıtları koruma sorumluluğunu üstlenecek resmî kurumlar oluşturulmuş, bu kurumlar Cumhuriyetin ilânından sonra da işlevlerini yerine getirmeyi sürdürmüştür. 1933’te açılan planlama yarışması, Cumhuriyet yetkililerinin gelecekte kentsel gelişmeyi kent planlaması ilkelerine uygun olarak yönetmekteki kararlılıklarını ortaya koymaktadır. İstanbul’un planlamasını yürütmek üzere başvurulan Fransız şehirci Henri Prost, tarihi şehrin planlamasında iki ana hedefi, kentsel mekânı modernleştirmek ve şehrin ‘eşsiz manzarası’ ile tarihî anıtlarını korumak olarak belirlemiştir. Prost’un İstanbul’da benimsediği planlama yaklaşımı, şehircinin Erken Cumhuriyet döneminde öncelikli olan toplumsal modernleşme bağlamında karşı karşıya kaldığı ikilemi ortaya koymaktadır. Prost’un ekibiyle birlikte 1936-1951 arasında hazırladığı İstanbul’un Avrupa Yakası Nazım Planı ve alt ölçeklerdeki sektör planları, esas olarak kentsel mekânı ve altyapıyı modernleştirmeye dönüktür. Dönemin anlayışıyla tutarlı olarak, plancının koruma konusuna yaklaşımı da esas olarak anıtlarla sınırlı olup, yapılı Bizans surlarının anıt olarak ilân edilmesi, 19. yüzyılda çıkan bir talimatnameye dayanmaktadır. Yarım yüzyıl sonra Henri Prost’un 1939’da onaylanmış olan Avrupa Ciheti - Eski Şehir Nazım Planı’nda, Kara Surları “koruma alanı” ilân edilmiş, surların estetik değerinin bütün olarak ortaya çıkarılması sağlanmıştır. Son olarak, Arkeolojik Park, Henri Prost’un daha 1937 yılında Nazım Plan kapsamında önerdiği en önemli projelerinden biridir. Bugün hem Kara Surları hem de Arkeolojik Park UNESCO Dünya Mirası Listesinde İstanbul’un iki önemli kültür varlığı olarak yer almaktadır. Henri Prost’un görevinden ayrılmasından sonra, Türk mimarlık ve kent planlama profesörlerinden oluşan Müşavirler Heyeti Prost ve ekibinin hazırladığı planların revizyonu üzerinde çalışmıştır. 1956’dan itibaren İstanbul, kenti modernleştirmekte kararlı olan Başbakan Adnan Menderes’in bizzat yönettiği büyük ölçekli kentsel operasyonlara konu olmuştur.46 Prost’un Nazım Planı bu operasyonlarda yüzeysel olarak referans alınmış olmakla birlikte, karayolu boyut ve standartlarında yollar tarihî kentsel dokunun içinden geçirilerek bazı mahallelerin yokolmasına, çok sayıda tarihî yapının yıkılmasına yolaçılmış, buna karşılık anıtsal camilerin bazıları restore edilmiştir. 1958 yılında, metropoliten ölçekte bir nazım plan hazırlanması için, İtalyan mimar ve plancı Luigi Piccinato’nun danışmanlığıyla yeniden çalışmalara başlanmıştır. Piccinato, nazım plan raporunda İstanbul’un ana vizyonunu bir ticaret, kültür ve turizm merkezi olarak tanımlamıştır.47 İlginç olan; 1959’da bir konferans vermek üzere davet edilen UIA Şehircilik Komitesi başkanı André Gutton’un tarihî ve kültürel mirasın önemine değinerek turizm potansiyelinin İstanbul için başlıca sanayi haline gelme potansiyelinin altını çizmiş olmasıdır.48 Kültürel mirasın turizm faaliyetlerini çekebilmek amacıyla korunması, o tarihten buyana çok iyi bilinen bir söylem haline gelmiş bulunmaktadır. Belediye İmar Müdürlüğü, mimar Turgut Cansever yönetiminde, 1/5000 ölçeğindeki Tarihî Yarımada ve Eyüp Bölgesi koruma planını 1964 yılında hazırlamıştır49. Plan ile Tarihî Yarımada farklı bölgelere ayrılmış, her bölgenin gerektirdiği koruma derecesi ve inşa edilecek yeni yapıların siluete etkileri hesaplanarak özel planlama ve yapılaşma kararları getirilmiştir. Ayasofya ve Sultanahmet Camii ile Kara Surları’nı çevreleyen alanlar ve surlar boyunca bırakılacak koruma şeridi, Henri Prost’un da tanımladığı gibi, iki özel koruma alanı olarak işaretlenmiştir. Bu alanlarda koruma statüsü devam ettirilirken, Prost’un eski kentle ilgili üç sektöre yönelik planları, tarihî kentsel dokuyu korumaması nedeniyle iptal edilmiştir. İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi öğretim üyesi Doğan Kuban tarafından, İstanbul için koruma planının temel ilkelerinin tespiti amacıyla bir ön çalışma yapılmış ve rapor hazırlanmıştır.50 Ancak Suriçi İmar Planı onaylanmamış, aynı yıl bununla taban tabana zıt kararlar içeren ‘İstanbul Kat Nizamları Planı’ uygulamaya geçirilmiş, önceki planın temel kararları ortadan kalkmıştır. Kırsal alanlardan ve ülkenin diğer kentlerinden İstanbul’a yönelen ve giderek boyutu artan göçler nedeniyle, izleyen on yıllar içinde şehrin nüfusu daha önce görülmemiş bir hızla büyümüştür. Sonuçta, büyük ölçekli kentsel operasyonlarla büyük ölçüde dönüşmüş olan kentin tarihî yapılı çevresi, kentleşme baskısına karşı koyamamış, bütünsellikten uzak müdahaleler sonucunda bütünüyle yenilenmiş ve yoğunlaşmıştır. Modernizasyon - koruma ikilemi, birincisinin lehine sonuçlanmış gibi görünse de, birbirini izleyen çok sayıdaki anlamlı çabalar, İstanbul’un kültürel ve doğal mirasının bir dereceye kadar korunabilmesine katkıda bulunmuştur, denilebilir. 46 İ. Yada Akpınar, “İstanbul’da Modern Bir Pay-i Taht: Prost Planı Çerçevesinde Menderes’in İcraatı,” F. C. Bilsel, P. Pinon, der., age., 168-199. 47 “İstanbul Metropoliten Alan Çalışmaları, Mimarlık 7, 1972: 60. 48 a.g.e.: 92. Turgut Cansever makalesinde André Goutton’un konferansını değerlendirmektedir: T. Cansever, “UIA Şehircilik Komisyonunun İstanbul’daki Toplantısı Münasebetiyle”, Arkitekt. 1959: 31-32. 49 N. Duranay, E. Gürsel, S. Ural, “Cumhuriyet’ten buyana İstanbul Planlaması,” Ş. Özler, ed., Cumhuriyet Dönemi İstanbul Planlama Raporları …, age., 423-426; İ. Tekeli, İstanbul’un Planlaması ve Gelişmesinin Öyküsü. Istanbul, 2013: 203-204. 50 D. Kuban, “İstanbul’un Tarihsel Yapısının Genel Özellikleri ve Koruma Yöntemleri,” yeniden yayınlanan rapor: D. Kuban, Türkiye’de Kentsel Koruma, Kent Tarihleri ve Koruma Yöntemleri. 2.baskı, Istanbul, 2010: 3-46. İSTANBUL ÖZEL SAYISI 2016 97 İSTANBUL ÖZEL SAYISI / 2016 Prof. Dr. Metin Sözen ÇEKÜL Vakfı Başkanı cekul@cekulvakfi.org.tr DOĞAL ve KÜLTÜREL MİRASIN KORUNMASINDA YEREL GÜCÜN ÖNCELİĞİ 20. yüzyılı bir çıkış noktası olarak alırsak, Türkiye’nin, geçen bu kısa süre içinde, doğal-kültürel mirasa bakış açısında çok önemli değişim ve dönüşümler yaşandığı görülür. Bu değişim-dönüşümün ilk belirtilerinde, Avrupa Konseyi’nin 1975 yılında “Geçmişimiz için Bir Gelecek” başlığıyla başlattığı girişimin de payı vardır. Ülkenin her noktasından büyük kentlere ve Avrupa ülkelerine göçün yaşandığı 20. yüzyılın ikinci yarısı, bir bakıma kültürel miras için de dönüm noktasıdır. Kırsal kesimden başlayarak, değişik kültürel varlıklarıyla yüklü “kentlerin büyük bir erozyona uğraması”, alınan yasal önlemleri aşan olumsuz bir değişimi birlikte getirmiştir. Bunun yanısıra, sağlıksız büyüme ve sanayi alanlarına yanlış yer seçimi, kentsel bütünlükte büyük yaralar açmış, doğruyu bulmanın bedelini büyütmüştür. Herkesin bildiği gibi bu gerçek karşısında Türkiye, özellikle İstanbul, taşınması güç bir değer kaybına uğramıştır. UNESCO başta olmak üzere uluslararası kuruluşların yeni kavramları ve önlemleri ışığında yapılan düzenlemeler ise, yeterince içselleştirme olanağına kavuşamadan, süreç hızını yitirmeden sürmüş, ilgili kurum-kuruluşların gücü baskıyı önlemeye yetmemiştir. Bu süreci ülkemiz arayışlar içinde geçirmiş, “kentsel dokulara bütüncül yaklaşımı egemen kılmak” için bulunduğu coğrafyanın gerçeklerine uygun yeni yöntemlere yönelmiştir. Kısa süredeki yasal düzenlemeler içinde özellikle orta ölçekteki yerleşmelerde başarı arayışı, yeni kavramlar ışığında yerel önlemlerle yeni bir bilinç yaratma girişimi, uzun süren çabalarla sağlıklı sonuçlara biraz olsun ulaşmayı başarmıştır. Bugün UNESCO Dünya Mirası Listesine giren ülkemizdeki örneklerin geçmişi irdelendiğinde, her kesimin uzun erimli katkılarının önemli payı olduğu görülür. Bu, ayrıca süreklilik kavramının gerekliliğinin somut bir işaretidir. Mutlu sonuçlar benzer ölçekteki yerleşimleri tetiklemiş, Safranbolu başta olmak üzere Beypazarı ve birçok kentte yeni uygulamalar, ülke bütününe yayılmıştır. Burada temel kavram, “birlikteliksüreklilik” üzerine kurulmuş, merkeziyerel yönetim bağlantısı yerelden ülke bütününe yaygınlık kazanmıştır. Birliktelikle ve süreklilikle “kamu-yerelsivil-özel kesimlerin” dağınıklığı ağır da olsa giderilmeye çalışılmış, sorumluluğun ve bilinçlendirmenin ortak bir çaba gerektirdiği, sürekli değişik yollar Sultanahmet Kentsel Arkeolojik Koruma Alanı Ülkemizde “kentsel dokulara bütüncül yaklaşımın egemen kılınması” için bulunduğumuz coğrafyanın gerçeklerine uygun yeni yöntemlere yönelinmiştir. Temel kavram “birlikteliksüreklilik” üzerine kurulmuş, “doğal-kültürel miras, eğitim, örgütlenme, tanıtım” ana başlıkları doğrultusunda özellikle orta ölçekteki yerleşmelerde, yeni kavramlar ışığında taze bir bilinç yaratma çabalarıyla, sağlıklı sonuçlara ulaşılabilmiştir. Süleymaniye Camii ve Çevresi Koruma Alanı denenerek yaşama geçmesi, olumlu örneklerle açıklanmaya çalışılmıştır. Geçen zaman içinde halkın varlığını kimlikli kılan değerlerle yeniden buluşması, nitelikli korumanın ayrıcalık yaratması, umutsuzluğun azalmasına, yapılabilirliğin çoğalmasına yolaçmaya başlamıştır. Ayrıca yerel dinamiklerin, başkalarından ve merkezi güçlerden destek ya da yaptırım beklemeden, başarıyı farklı yollarla sağlayabileceği çizgiye ulaşması, eninde sonunda dönüşümü birlikte getirmiştir. Olumlu gelişmelerle birlikte, göçle temel değerlerden kopmak sürekli bir başka güçlük yaratmış, bu durum hızı kesilmeden sürmüştür. Yoğun göçün neden olduğu hareketlilik ve sürekliliği özellikle İstanbul için dinmeyen bir yara olmuştur. Buna karşın Tarihi Kentler Birliği üyesi İstanbul’daki ilçe belediyeleri, diğer kurumlarla birlikte, anıtsal yapılardan sokak dokularının iyileştirilmesi ve yeni işlevlerle donatılmasına, çevre düzenlemelerinden sosyal-kültürel işlevlere uzanan bir yaklaşımı egemen kılmıştır. Başta söylediğimiz gibi, 21. yüzyılın başındaki iyileşmeler, beş temel başlığın gerekliliğini ortaya koymuş, “doğal-kültürel miras-eğitim-örgütlenme- tanıtım” ana başlıkları gündemin temel başlıklarına dönüşmüştür. Somut ve somut olmayan tüm miras için geçerli olan bu başlıklar, ancak bütünüyle düşünüldüğünde değer kazanabilir ve bir ileri hedefe yönelebilir. Türkiye çeşitliliğe dayanan doğalkültürel mirasıyla, her dönemde kültürel zenginliğe ulaşabilmiş bir özel coğrafya olarak, “toprağın altını ve üstünü birlikte korudukça,” UNESCO’nun tüm dünyadan beklediği sorumluluğu da yerine getirmiş, kalıcı değerleri yaşatmış olacaktır. Son yıllarda artan savaşların neden olduğu göçler, önceki ve belirli ölçekteki göçlerden daha fazla, doğalkültürel varlıkları, yerel birikimleri zedelemektedir. Özellikle ülkemiz için başlamış olan olumlu çabaları da bir oranda zorlamaktadır. Bu gerçekleri dikkate alarak, Türkiye’deki bu yeni kimlik arayışlarının ulaştığı olumlu sonuçları hızla değişen koşullar içinde değerlendirmek gerekir. Yasalarda iyileştirmeler, kültürel varlıklara yeni kaynak arayışları -her düzeyde ve her yaşta eğitim, geleneksel konutlardan sokaklara - mahallelere - kentlere havzalara ve ülke bütününe uzanan kültürel öncelikli yol haritaları, kültür öncelikli rotalar ve yeni stratejilerle, bu Zeyrek Camii ve Çevresi Koruma Alanı Türkiye çeşitliliğe dayanan doğal-kültürel mirasıyla, her dönemde kültürel zenginliğe erişmiş özel bir coğrafya olarak, “toprağın altını ve üstünü birlikte korudukça” UNESCO’nun tüm dünyadan beklediği sorumluluğu da yerine getirmiş, kalıcı değerleri yaşatmış olacaktır. bir bakıma, doğrudan halkın bilinçli katılımına zemin hazırlama eylemi gerçekleşebilir. Böylesi bir kıpırdanma hareketi içinde yerel yönetimlerin sorumluluk yüklenmesi ve yıllardır beklediğimiz bir dönüşümün yaşanması, küçümsenmeyecek bir gelişmedir. Bu değişik başlıklar ve ölçeklerdeki girişimler, “arkeolojik alanlara ilginin artması,” yerel yönetimlerin sorumluluk yüklenmesi, her kesimin katılmaya İstanbul Karasurları Koruma Alanı İSTANBUL ÖZEL SAYISI 2016 101 Tarihi Kentler Birliği ve Çekül Vakfı, diğer kurumlarla birlikte, anıtsal yapılardan geleneksel konutlara, sokaklara, mahallelere, kentlere, havzalara ve ülke bütününe uzanan kültürel öncelikli yol haritaları ve yeni stratejilerle sahiplenme yaklaşımını egemen kılmıştır. çalışması, kentlerde değişik başlıklardaki müzelerin hızla devreye girmesi, ülke ölçeğinde doğal-kültürel varlıkların envanterinin çıkarılma çabalarının yoğunlaşması, bu konudaki eğitimin tetiklenmesi, bunun bir yarışmaya dönüşmesi, Türkiye kadar tüm dünyanın da yakından ilgilenmelerini gerektirecek nitelikte değişimlerdir. Düne kadar Türkiye’deki UNESCO Dünya Mirası listesine giren yerlerin sınırlılığı dikkate alınırsa, son yıllarda yerel yönetimlerin yoğun başvuruları büyük değişimin bir işaretidir. İlgili bakanlıklar, çeşitli kurumlar, üniversiteler, sivil toplum örgütleri ve özellikle Tarihi Kentler Birliği ve ÇEKÜL Vakfı, yerel yönetimlerin uzmanlarına, yetkililerine yönelik yaptıkları eğitimlerin başlıklarını ve içeriklerini de bu doğrultuda yoğunlaştırmış ve yaygınlaştırmıştır. Büyük bir sayıya ulaşan istekler de -gelişmelerin bütünü içinde- kültürel miras eğitiminin ağırlık kazandığının göstergesidir. Tarihi Kentler Birliği (TKB) üyelerine hem doğal-kültürel hem de eğitimörgütlenme-tanıtım alanında yeni bir anlayışı egemen kılmaktadır. Sonuçların bir oranda başarıya dönüşmüş olması emeğin boşa gitmediğinin işaretidir. Daha şimdiden TKB’nin “her kentte bir kent müzesi ve arşivi” kurma çağrısı, 100’ün üzerindeki TKB üyesi kentlerde yansıma bulmuş, bir bölümü ise sürekli geliştirdiği programlarıyla devingen bir ortam yaratmıştır. İpekyolu Belediye Başkanları Forumu - 2015 Bursa toplantısında alınan kararla Kent Müzeleri girişimi yaygınlaşmış, uluslararası bir boyuta da taşınmıştır. Yalnız kent müzeleriyle kalınmayarak tüm üye belediyelerin ihtisas müzelerine yönelen girişimlere destek verilerek müzeler yelpazesi genişletilmiştir. Ayrıca arkeolojik dönemlerden başlayarak endüstri mirasının günümüze ulaşabilen örneklerinin envanteri yapılarak, bu yapılara uygun işlevler verilmesi yolunda ilginç sonuçlara ulaşılmış, farklı denemeler gelecek için ipuçları sağlamıştır. “Paylaşan ve dayanışan kentler” başlığı altında ülkeyi bir bütün olarak görme anlayışı ise, 500’e yakın doğal ve tarihsel kimliği olan TKB üyesi kentler arasında yeni ilişkiler ağının oluşmasına neden olmuştur. Yerel odaklı geliştirilen program ve hedefler doğaldır ki İstanbul’da da yansımasını bulacaktır. Bu doğrultuda uluslararası bir buluşma olanağı olarak, İstanbul kültürel kimlik ve kültürel miras konusunda sürekli bir gündeme sahiptir. Anıtsal yapılardan dokulara ulaşan ve müzelerle geniş çevrelere açılan girişimler, şu anda İstanbul’u, Anadolu-Trakya bütünü içinde farklı sorumluluklara yöneltmektedir. Kentte yapılan kazılar kentin varlığını daha ayrıntılı öğrenmemize yolaçtığı kadar tarih derinliğini de artırmaktadır. Yoğun mirasın çevre ve siluet değerinin korunması, göçün hızını kırarak sahiplik duygusunun güçlendirilmesi, başlatılan yeni kültürel dönüşümün ağırlığını korumasını da birlikte getirmektedir. Burada ulusal-uluslararası ortak bir hedefte buluşulması için “yeni bir gündeme” ihtiyaç vardır. Bu gündemde UNESCO’nun geliştirdiği, hepimizin gönülden katıldığı temel ilkeler acaba hızla değişen koşullar içinde nasıl gerçeklik kazanacaktır? Küresel ortamda tüm coğrafyalara baktığımızda, kültürel mirasla yüklü bölgeler için nasıl bir İstanbul kültürel kimlik ve kültürel miras konusunda sürekli bir gündeme sahiptir. Küresel bir soruna dönüşen çatışma ortamı ve yoğun göç koşullarında Dünya Kültür Mirası kapsamındaki kentte kültürel mirasla yüklü bölgeler için bir denge kurulabilmesi ulusal ve aynı zamanda uluslararası bir sorumluluktur. denge kurulabilir? Değerleri altüst eden değişim ve zor koşulların getirdiği sonuçlar önlenebilir mi? Ana girdi olarak UNESCO’nun eşitlik ilkesini zedelemeden, Türkiye bu sorulara cevap alabileceğimiz önemli coğrafyalardan biri olabilir mi? Sürekli değindiğimiz, yerel düzeydeki 2000 yılı sonrası umut verici iyileşmeler doğrultusunda, her bölgede görünür değişim yaşanmakla beraber, Suriye’deki göç sorunlarıyla birlikte -bütüncül koruma yolundaki Antakya, Gaziantep, Mardin, Şanlıurfa başta olmak üzere- birçok kent görünür biçimde etkilenmektedir. Kentler bir ölçü olarak tam UNESCO Dünya Miras Listesine katılma çabaları içindeyken, bu büyük göçle yükselen sıcak ortam dinebilecek midir? Önceliklerin değiştiği bu zor ortamda Diyarbakır’ın Dünya Miras Listesine girmesi, böylesi bir “iradenin ve çabanın” somut bir örneğidir. Kültür varlıklarını koruma hedeflerini bu kentler sürdürmeye çalışmakta ancak, Ülkemizden Avrupa’ya uzanan ve küresel bir soruna dönüşen göç olgusu ve çatışma ortamında güçlüklerle karşılaşılmaktadır. Türkiye’nin kültürel varlıklarını korumadaki yeni stratejilerini ve başarısını bu ortam belirli oranda zorlamaktadır. Bu, duraklama anlamına gelmemekte, ancak etkileri büyük dalgalanmalar yönetimlerin önceliklerinin değişmesine neden olmaktadır. Yine de değişen koşullarda Türkiye bu coğrafya içinde geleceğe miras bırakacak değerlerle yeni ve kalıcı yöntemler arayacaktır. Örneğin, Güneydoğu Anadolu’nun önemli kenti Gaziantep, kalesinden çarşı ve mahallelerine, arkeolojik alanlarına kazandırdığı yeni değerlerle görünür bir başarıya ulaşırken, “şimdi göçmen iskânıyla uğraşmak” zorunda kalmıştır. Her şeye rağmen Kent yine de önceliklerini korumak istemektedir. Düne kadar sınırlı sayıdaki müzesi, ihtisas müzeleriyle birlikte, 17 müzeye ulaşmış, Zeugma kazılarıyla uluslararası bir müzeyi bütüne katmayı başarmıştır. Bu gelişme yerel öncelikli yeni bir gündemin kök saldığının işaretidir. yansıtmaktadır. Dönüp dolaşıp söylenmek istenen, bu gelişmelerin içinde İstanbul‘un değerlendirilmesidir. İstanbul’un artan nüfusunun yarattığı konut baskısı Trakya’da Tekirdağ’a, Anadolu’da İzmit’e ulaşmış, İstanbul yeniden yorumlandığında; ulusaluluslararası bir değerlendirme içinde herkesin birikim ve katkılarıyla dünyanın vazgeçemediği bir büyüklüğü koruma gerekliliğini gündeme getirmiştir. İstanbul, yerel birlikteliğinden uluslararası dayanışmaya uzanan bir gündemde yaşamı sürekli kılabilir. Metropoliten alanda tarihi dokuyla yeni gelişen alanlar arasında bağ kurulabilir. Yersiz eleştirilerden çok, kalıcı desteklerle bu kentin sorunlarına cevap verilebilir çünkü savaşların, göçlerin yanlışlarını yalnız İstanbul değil tüm Dünya bile karşılayamaz. Anlamlı olan görünür yanlışların nereden kaynaklandığı değil, yanlışları üreten ortamı iyileştirmektir. Bu da “kültürel varlıklara yeni bir yaşam hakkı” tanımayı kaçınılmaz kılar. Osmanlı başkenti Bursa, aynı yerel odaklı çabalarla, dünya miras listesine girmiş, ülke sınırlarının ötesinde Balkanlara katkı vererek kültürün bütünlüğünü kanıtlamaya çalışmakta, kırsal yerleşme ölçeğinde ise, Bursa/Cumalıkızık aracılığıyla “Köyler Yaşamalıdır” başlığı altında başlatılan girişimi yaygınlaştırmaktadır. Bu girişim; daha önce Safranbolu’nun yakınındaki Yörük Köyü, Doğu Anadolu’da Kemaliye’nin Apçağa Köyü, her kentteki özgün niteliğini koruyan köylerle, yereldeki uyanışın örneklerini vermekte, kırsal yaşamı diri tutmayı, bir oranda göç konusunda kırsal alana geri dönüşü sağlamayı hedeflemektedir. Tüm yerleşmelerde köyler, kasabalar, kentler her noktada gündem içine çekilmektedir. Bu “değişim fiziki ortamda da” izlenebilir. Valiliklerin ve belediyelerin doğal ve kültürel miras envanterleri artık somut olmayan mirası da içermekte, bunların yanısıra çoğalan yayınlar, sivil toplum örgütleri ve bilim çevreleri ile merkezi hükümetin yerel temsilcileri ve belediyelerle, geniş bir yayın politikasını İSTANBUL ÖZEL SAYISI 2016 103 İSTANBUL ÖZEL SAYISI / 2016 İSTANBUL ÖZEL SAYISI 2016 105 GENÇ MİRASÇILAR İstanbul Sit Alanları Alan Başkanlığı ve ARKİTERA ortaklığında gerçekleşen "İSTANBUL ve KÜLTÜREL MİRAS" temalı eser yarışması sonuçları Video Dalında Kazanan Eser Eser Adı: MAHALLE https://vimeo.com/151724822 Crystal Jane Eksi crystal.j.eksi@gmail.com İSTANBUL DEMEK Her şehrin bir hikayesi, geçmişi vardır. Kitaplarla, filmlerle keşfedemezsin sadece. Sokaklarında kaybolmak, lezzetlerinden tatmak, tepelerine tırmanmak, kulelerine çıkmak, kubbelerinden bakmak, müziğiyle dans etmek gerekir. Kendini soyutlamak, yabancı bir şehirde turist olmuşcasına, meraklı gözlerle bakmak gerekir İstanbul’a. İstanbul’da olmak demek, İstanbullu olmak demek farklıdır. Eğer İstanbul’daysan, eğer İstanbulluysan; Yemekten sonra közde bir Türk kahvesi söylersin bol köpüklüsünden, muhabbete eşlik etsin diye. İlkbaharı hissettiğinde, güneş yüzünü gösterdiğinde kendini Adalar’a atarsın, faytonlu gezilere çıkarsın. Erguvan mevsiminde bisiklete binmektir Ada demek İstanbul’da. Eminönü’nden geçiyorsan balık ekmek yersin, tabureler üstünde denize doğru … Mısır Çarşısı’nda bir tur atarsın baharat kokuları eşliğinde, Yeni Cami önünde kuşlara yem verirsin, Kapalıçarşı’da mücevherlere, zanaate hayran kalırsın. Minyatür Dalında Kazanan Eser Eser Adı: İNCİLİ KÖŞK ve BARÇA Dilek Deveci Bilgili devecidilek@hotmail.com Fotoğraf Dalında Kazanan Eser Eser Adı: MARATON Şahan Nuhoğlu razasahan@gmail.com güneşi burada batırırsın. İstanbul’un efsaneleri gelir aklına. Rivayete göre Galata Kulesi’ne ilk kez kiminle çıkarsan onun evlenirmişsin, işte İstanbul sevdalar şehri dersin. Yedi tepeli şehire bugün de hangi tepeden baksam dersin kimi zaman; Topkapı Sarayı, Çemberlitaş, Beyazıt, Fatih, Yavuzselim, Edirnekapı, Kocamustafapaşa... seçmek zordur. Lâle festivalleri en güzel Emirgan’dadır, lâle demek bahar geldi demektir, çekici bir renk cümbüşü demektir İstanbul’da! Kendine özgü lezzetleri vardır İstanbul’un, her semtine has tatları, sanki kuraldır; Sultanahmet’te köfte Eminönü’nde balık ekmek yemek, vapurda martılara simit atmak çayını yudumlarken, Ortaköy’de kumpir yemek caminin önünde fotoğraf çekildikten hemen sonra, Emirgan’da kahvaltı yapmak Boğaz’a karşı, Maraş dondurması eşlik eder Baklava’ya yazın, kışın ise kestane elinde arşınlarsın sokakları, Balat sokaklarını tercih edersin fotoğraf çekmek için… Her sene Avrasya Maratonu’nda koşarsın, Asya’dan Avrupa’ya bir köprüdür mesafe yalnızca. Büyük Valide Han’ın tepesine çıkarsın turistlere özenip, İstanbul’luyum ben, zaferim bu benim edasında bir fotoğraf çekilmeden inemezsin kubbeden. Sahilde uzanırsın denize doğru, bir kitap eşlik eder bazen İstanbul şiirleriyle dolu, ya da korularda bir yürüyüşle başlarsın güne, pikniksiz bitiremezsin günü. Bazen kendini şımartmak istersin, tarihi hamam’da geçen bir gün rahatlamanın yoludur bazen, arınmanın, temizlenmenin, canlanmanın yolu. Nerede olursan ol gözün bir açı arar, bir manzara noktası hep yakalarsın, kimi zaman Çamlıca Tepesi’nde kimi zaman Topkapı Sarayı’nda. Kimi yerler vardır ki sanatı iliklerine kadar hissedersin, kimi yerler vardır ki tarihin bir sayfasında kaybolursun. Yolun illa ki düşer bir müzeye, galeriye. Haliç’te balık tutanları izlersin, Galata Köprüsü'nden Karaköy'e yürürsün şehrin seslerini dinleyerek. Üsküdar’da Kız Kulesi’ne karşı çayını yudumlarsın bazen bir nargileyle beraber, Kandilli’de yoğurt yersin pudra şekerli, Bazen de tarihsel bir yolculuğa çıkmak istersin, İstanbul’un her yeri tarih kokuludur ama yine de ilk durak Sultanahmet’tir hep. Her seferinde ilk defa geliyormuşcasına her yeri fotoğraflamak, bir kareye sığdırmak istersin. Türk kahvesi ise her yerde güzeldir eğer İstanbul manzarası karşındaysa… Yerebatan Sarnıcı hep rota üzerindedir, Medusa heykelini görmeden gidemezsin. Eğer bahar geldiyse, güneş ısıttıysa yeniden şehri bir Boğaz turu yapılır, ilk defa görüyormuşcasına bakıp Boğaz’a, havasını içine çekersin. Her yüzü bambaşkadır İstanbul’un; gecesi, gündüzü, yazı, kışı, Asya’sı, Avrupa’sı. Ama İstanbul’da olmak demek, İstanbul’lu olmak demek her gün gözünü başka renk bir dünyaya açmak demektir, hangi renge uyanacağından habersiz. Arka sokaklarında gezmek, gezdiğin yerlerin adını öğrenmek, her adın bir hikayesi olduğunu bilmek, İstanbul’u keşfetmektir. İstanbul’a bu renk cümbüşünü veren ise tarihi, kültürü, mirası, mimarisi, dokusu, sokakları, semtleri, Boğaz’ı, insanlarıdır çoğu zaman. Karaköy’den Tünel’le Taksim’e çıkarsın, dünyanın en eski ikinci yeraltı toplu taşıma sisteminde olduğundan habersizsindir çoğu zaman. Beyoğlu’nda kalabalığa karışırsın, müzik yirmidört saat hareketlendirir caddeyi. Bir gün Pera Müzesi’ne uğramadan, Osman Hamdi Bey’in “Kaplumbağa Terbiyecisi”ni ziyaret etmeden geçemezken, bir gün yolunu Saint Antonine Kilisesi’ne çevirirsin, her geçtiğinde bahçesine girmek fotoğraf çekmek vazgeçilmez bir adettir sanki. Galata Kulesi’nden İstanbul’a bakarsın, Pierre Loti Tepesi’ne çıkmayan yoktur bu şehirde, İstanbul’a bir de bu açıdan demli bir çay eşliğinde bakmayan olmamıştır. Kuzguncuk sokaklarında kaybolmak, başka bir döneme gitmektir adeta, Perihan Abla Sokağı’ndan geçmek, Ekmek Teknesi’nin ahşap sandalyelerinde oturmaktır İstanbul kimi zaman. Nostaljik tramvaya binersin İstiklâl Caddesi’ni gezmek ya da Moda’ya çıkmak için… Kimi zaman da seslere kulak kabartırsın, yolunu bulmanı sağlarlar, bir bakmışsın bir semt pazarındasın, bir curcuna, bir telâş, bir koşturmaca içinde kalırsın. İstanbul’da hayat canlıdır, hızlıdır, her semt başka bir dünyanın kapılarını aralar adeta. Metin Dalında Kazanan Eser Eser Adı: İSTANBUL DEMEK Anahtar Kelimeler: İstanbul'da olmak, İstanbul’un renkleri, İstanbul'da yolculuk Ayşe Nur Canbolat canbolataysenur@gmail.com İSTANBUL ÖZEL SAYISI 2016 107 İSTANBUL İSTANBUL ÖZEL SAYISI / 2016