ISSN: 2149-1097
İZMİR ARAŞTIRMALARI
DERGİSİ
JOURNAL OF IZMIR
STUDIES
11
İzmir-2019
İZMİR ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
Yıl 5, Sayı: 11, 2019
SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ: Doç. Dr. Olcay Pullukçuoğlu Yapucu
EDİTÖRLER: Doç. Dr. Olcay Pullukçuoğlu Yapucu
Doç. Dr. Cihan ÖZGÜN
İDARE MERKEZİ/CORRESPONDENCE: Gençlik Caddesi No: 21 Pembe
Köşk 35100 Bornova-İZMİR
YAYIN KURULU/ EDITORIAL BOARD
Doç. Dr. Olcay PULLUKÇUOĞLU YAPUCU
Doç. Dr. Cihan ÖZGÜN
HAKEM KURULU/ REFEREE BOARD
Prof.Dr. Zeki ARIKAN, Ege Üniversitesi
Emekli Öğretim Üyesi.
Prof. Dr. Kemal ARI, Dokuz Eylül
Üniversitesi.
Prof.Dr. Mahir AYDIN, İstanbul Üniversitesi
Prof. Dr. Yusuf AYÖNÜ, Ege Üniversitesi.
Prof. Dr. Evangelia BALTA, National Hellenic
Research Foundation.
Prof. Dr. Xaris EXERTZOGLOU, University of
Aegean.
Prof. Dr. Mehmet ERSAN, Ege Üniversitesi.
Prof.Dr. Frank GÖTTMANN, Paderborn
Üniversitesi.
Prof. Dr. Ruth HAGENGRUBER, Paderborn
Üniversitesi
Prof. Dr. Necdet HAYTA, Gazi Üniversitesi.
Prof. Dr. Cüneyt KANAT, Ege Üniversitesi.
Prof. Dr. Mehmet Ali KAYA, Ege Üniversitesi.
Prof. Dr. Ayşe KAYAPINAR, Milli Savunma
Üniversitesi.
Prof.Dr. Levent KAYAPINAR, Ankara
Üniversitesi.
Prof. Dr. Mustafa KAYMAKÇI, Emekli
Öğretim Üyesi.
Prof. Dr. İnci KUYULU ERSOY, Ege
Üniversitesi.
Prof. Dr. Zeynep MERCANGÖZ, Ege
Üniversitesi.
Prof. Dr. Hasan MERT, Ege Üniversitesi.
Prof. Dr. Herkül MİLLAS, Emekli Öğretim
Üyesi.
Prof. Dr. Hale OKÇAY, Ege Üniversitesi.
Prof. Dr. Besim ÖZCAN, Atatürk
Üniversitesi.
Prof. Dr. Süleyman ÖZKAN, Ege Üniversitesi.
Prof.Dr. Eva Maria SENG, Paderborn
Üniversitesi.
Prof. Dr. Spiridon SFETAS, Aristotle
University of Theassaloniki.
Prof. Dr. Hatice ŞİRİN, Ege Üniversitesi.
Prof. Dr. Tanju DEMİR, Adnan Menderes
Üniversitesi.
Doç. Dr. Yücel AKSAN, Ege Üniversitesi
Emekli Öğretim Üyesi.
Doç. Dr. Atilla BATMAZ, Ege Üniversitesi.
Doç. Dr. Fevzi ÇAKMAK, Dokuz Eylül
Üniversitesi.
Doç. Dr. Alev GÖZCÜ, Dokuz Eylül
Üniversitesi.
Doç. Dr. Nuri KARAKAŞ, Ege Üniversitesi.
Doç. Dr. Zuhal ÖZEL SAĞLAMTİMUR, Ege
Üniversitesi.
Doç. Dr. Cihan ÖZGÜN, Ege Üniversitesi.
Doç. Dr. Olcay PULLUKÇUOĞLU YAPUCU,
Ege Üniversitesi.
Doç. Dr. Tuncay Ercan SEPETÇİOĞLU,
Adnan Menderes Üniversitesi.
Doç. Dr. Aysun SARIBEY HAYKIRAN, Adnan
Menderes Üniversitesi.
Doç. Dr. Emine TOK, Ege Üniversitesi.
Doç. Dr. Yücel YİĞİT, Polis Akademisi.
Dr. Öğr. Üyesi Mehmet BAŞARAN, Adnan
Menderes Üniversitesi.
Dr. Öğr. Üyesi Mehmet Emin ELMACI,
Dokuz Eylül Üniversitesi.
Dr. Öğr. Üyesi Günver GÜNEŞ, Adnan
Menderes Üniversitesi.
Dr. Öğr. Üyesi Kemal HAYKIRAN, Adnan
Menderes Üniversitesi.
Dr. Öğr. Üyesi Serpil ÖZMIHÇI, Dokuz Eylül
Üniversitesi.
Dr. Öğr. Üyesi Haluk SAĞLAMTİMUR, Ege
Üniversitesi.
Dr. Öğr. Üyesi Hasan UÇAR, Ege Üniversitesi.
Dr. Gregory STOURNARAS, Aristotle
University of Theassaloniki.
Dr. Siren BORA, Araştırmacı Tarihçi.
SEKRETERYA
İbrahim HAMALOĞLU, Yasin ÖZDEMİR
YAYININ TÜRÜ: Uluslararası, Ha emli
KISALTMASI: AD
E-POSTA: izmiraum@mail.ege.edu.tr / izmiraum@gmail.com
TLF
BASIM YERİ/ PRESS: Ege Üniversitesi Basımevi, Bornova, İzmir
Yazılarda ileri sürülen görüşlerden yazarı / yazarları sorumludur
Baskı Tarihi: 30.12.2019
27.12.2019
Yazılarda ileri sürülen görüşlerden yazarı / yazarları sorumludur.
T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Sertifika No: 18679
İzmir Araştırmaları Dergisi, Sayı: 5 (195-200), 2017
İÇİNDEKİLER / CONTENTS
MAKALELER / ARTICLES
Aysun SARIBEY HAYKIRAN, Mehmet BAŞARAN,
XIX. Yüzyıl Ortalarında Aydın’da Ova ve Dağ Köylerinin Sosyo-Ekonomik Yapısı:
Araplarkuyusu ve Danişmend Örneği............................................................................................. 1
Okan CÖMERT,
XIX. Yüzyılda Ege Bölgesinde Jandarmanın Eşkıya İle Mücadele Sorunsalı ................33
Fehim KURULOĞLU,
İzmir Futbolunda Birlik Beraberlik Günleri: Muhtelit Takımlar ......................................51
Mehmet BAŞARAN, Ali ÖZÇELİK
Ege Adaları Menşeli Rum Çetelerin Batı Anadolu’daki Eşkıyalık ve Kaçakçılık
Faaliyetleri (XIX. Yüzyılın İkinci Yarısından XX. Yüzyılın İlk Çeyreğine) ......................79
YENİ KİTAPLAR / NEW BOOKS
Gizem TUNÇ,
Süleyman Özkan, Osmanlı Devleti’nde Arkeolojik Kazılar ve Müzecilik, Ege
Üniversitesi Basım Evi, İzmir, 2019 ............................................................................................ 107
İzmir Araştırmaları Dergisi, Sayı: 11 (1-32), 2019
XIX. YÜZYIL ORTALARINDA AYDIN’DA OVA VE DAĞ KÖYLERİNİN
SOSYO-EKONOMİK YAPISI: ARAPLARKUYUSU VE DANİŞMEND ÖRNEĞİ
Makale Geliş Tarihi: Ağustos 2019
Aysun SARIBEY HAYKIRAN
Mehmet BAŞARAN
Öz
Makale Kabul Tarihi: Kasım 2019
Büyük Menderes Havzası’nda yer alan Aydın, tarihin her döneminde önemini
koruyan gözde bir yerleşim merkezi olma özelliği göstermektedir. Aydın ve yakın
çevresinin tarihine ilişkin çalışmalar her geçen gün artarak devam etmektedir. XIX.
yüzyılın ilk yarısına ilişkin Aydın Sancağı üzerine yapılan çalışmalara bakıldığında
büyük çoğunluğunun Aydın merkez mahalleleri ve kazalarına ait temettuat
defterlerine dayalı sosyo-ekonomik yapıyı ele aldığı görülmektedir. Bunların yanı
sıra son dönemde bölgenin demografik yapısını ortaya koymaya yönelik nüfus
defterlerine dayalı çalışmalar da yapılmaktadır. Buna karşın XIX. yüzyıl ortalarında
Aydın Sancağı’nın merkez köylerine ait nüfus ve temettuat defterleri henüz tam
olarak değerlendirilmemiştir.
Bu çalışmada, Aydın merkez köylerinin sosyo-ekonomik yapıları üzerine
devam eden bir proje kapsamında Aydın Sancağı merkez ova köyleri arasında yer
alan Araplarkuyusu, bugünkü ismiyle Kuyulu Köyü ile merkez kazaya bağlı dağ
köylerinden Danişmend Köyü’nün nüfus ve temettuat defterleri bağlamında sosyoekonomik yapısı ortaya konulmaya çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: XIX. Yüzyıl, Aydın Sancağı, Araplarkuyusu Karyesi,
Danişmend Karyesi.
THE SOCIO-ECONOMIC STRUCTURE OF THE LOWLAND VILLAGES AND THE
MOUNTAIN VILLAGES OF AYDIN IN THE MID XIX.TH CENTURY: THE EXAMPLES
OF DANİŞMEND AND ARAPLARKUYUSU
Abstract
Located in the Büyük Menderes Basin, Aydın has been a popular settlement
center which maintains its geopolitical importance in every period of history.
Because of this studies on Aydın and its near surroundings have been increasing,
recently. When the studies on the XIX.th century Aydın are examined, it is obviously
Bu makale, Aydın Menderes Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Koordinatörlüğü
bünyesinde FEF-17027 numaralı “19. Yüzyılın İlk Yarısında Aydın Merkez Köylerinin SosyoEkonomik Yapısı” başlıklı projeden üretilmiştir.
Doç. Dr., Aydın Adnan Menderes Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, e
posta: aysunsaribey@gmail.com https://orcid.org/0000-0002-1016-7707
Dr. Öğr. Üyesi, Aydın Adnan Menderes Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih
Bölümü, e posta: mbasaran61@gmail.com https://orcid.org/0000-0001-9178-7117
2 Aysun SARIBEY HAYKIRAN, Mehmet BAŞARAN
seen that the majority of these studies discuss the socio-economic structure of the
province based on the temettuat books of Aydın’s central districts and the nearby
settlements. In addition to these, recent studies that are generally carried out based
upon the population registeries aimed at revealing the demographic structure of the
region. However, the population registeries and temettuat books of the central
districts of Aydın in the mid of the 19th century have not yet been fully evaluated.
In this study, within the scope of an on-going project on the socio-economic
structure of Aydın’s central villages such as Araplarkuyusu, which is known as Kuyulu
Village today, that is located within the central plain villages of Aydın, and
Danişmend, which is one of the mountain villages of the region, will try to be
evaluated in the context of the informations that will be gathered from the
population registeries and the temettuat books.
Key Words: XIX. th Century, Sanjak of Aydın, Araplarkuyusu, Danişmend.
GİRİŞ
Osmanlı Devleti’nde daha kuruluş döneminden itibaren belirli amaç
doğrultusunda nüfus sayımları yapılmıştır. Tahrir adı altında toplanan bu
sayımlarda nüfusun tamamı sayılmamış, sadece vergi veren nüfus üzerinde
durulmuştur. Bu yöntemde sadece tahmini rakamlar üzerinde konuşularak
nüfusun belirlenme yoluna gidilmesi Osmanlı’da gerçek nüfusun
öğrenilmesini olanaksız kılmıştır. Modern anlamda nüfus sayımı ise II.
Mahmud döneminde gerçekleşmiştir. Bu sayımın en önemli amacı 1826
yılında Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması ile yerine kurulacak Asakir-i
Mansure-i Muhammediye Ordusu için askerî ve malî kaynakların tespit
edilmesidir.1
1831 yılından itibaren imparatorluk çapında başlayan ve belirli
periyotlarla devam eden nüfus sayımlarıyla erkek nüfus, yaşlarına
bakılmaksızın kayıt altına alınmaya başlandı. Kadın nüfusun kayıt altına
alınmaması nedeniyle bazı araştırmacılar tarafından gerçek anlamda bir
nüfus sayımı olarak görülmese de yapılan nüfus tahrirleri o güne kadar
yapılmış en kapsamlı ve en ayrıntılı nüfus sayımları olarak görülmektedir.2
XIX. yüzyıla ilişkin, şehir, kaza, nahiye ve köylerin nüfusu hakkında ayrıntılı
bilgi veren nüfus sayımları sonuçlarını içeren nüfus defterlerinden yerleşim
birimlerinin erkek nüfus sayısı, idari durumu, yerleşimlerdeki sülale
isimleri ile imam ve muhtar gibi yönetici kadrosundaki kişiler hakkında
bilgi sahibi olmaktayız. Ayrıca erkek nüfusun akrabalık ilişkileri, fiziksel
1
2
Başaran ve Sarıbey Haykıran, 2015, 149.
Kurt 2019, 86.
XIX. Yüzyıl Ortalarında Aydın’da Ova ve Dağ Köylerinin Sosyo-Ekonomik Yapısı:
Araplarkuyusu ve Danişmend Örneği 3
özellikleri, engel durumlarıyla birlikte bulunduğu yerden öğrenim veya
askerlik gibi nedenlerden ayrılışları hakkında bilgilere de rastlanmaktadır.
Çalışmanın kaynağını, yukarıda içeriği hakkında bilgi verilen nüfus
defterlerinden Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı Osmanlı
Arşivi nüfus defterleri kataloğunda Aydın merkez köylerinden Umurlu,
Kocagür, İmam, Pınarderesi, Serçe, Eymir Doğan, Çeştepe, Tepecik, Eymir,
Yeni nam-ı diğer Yazılıdere, Kadı, Erbeyli, Sınırtekeli, Hacı Ali Obası, Işıklı,
Araplarkuyusu, Osmanbükü, Kürtler, Çayyüzü, Evhadlar, Terziler, Kavacık,
Kayacık, Gölcük, Baklacık, Karaköy, Eğridere, Bali, Gülceler, Arus, Ambarcık,
Danişmend, Kemer Alanı, Zeytin, Girenis, Dağ Eymiri, Halife köyleri ile
Tepecik ve Kürtler köylerindeki kıptiyan nüfusa ait veriler içeren H. 1257/
M. 1841-1842 tarihli ve NFS. d. 03012 numaralı nüfus defteri
oluşturmaktadır.3 Bu çalışmada, toplamda 312 sayfadan oluşan defterin
Araplarkuyusu ve Danişmend karyelerine ait nüfus sayım sonuçlarını
içeren kısımları değerlendirilmiştir.
Bir bölgenin sosyal ve ekonomik yapısının tahlil edilmesinde diğer
bir önemli kaynak da temettuat defterleridir. Tanzimat’ın ilanından sonra,
ilki 1840 ve ikincisi 1844-45 yılında olmak üzere iki defa yapılan temettuat
sayımları bize yerleşimler hakkında değerli bilgiler sunmaktadır.
II. Mahmut döneminde (1826-1839) hazinenin gelir ve giderlerinin
tek elden yönetilebilmesi amacıyla yapılan çalışmalar kapsamında iltizamla
idare olunan hazine gelirlerinin doğrudan tahsiline başlanmış, Umûr-ı Nafıa
Meclisi kurularak tarım, ticaret ve sanayide yeni gelişmelere olanak
sağlanmak istenmiştir. 1826 yılında ihtisab resmi uygulanmasıyla temettu
vergisinin başlangıcı oluşturulmaya çalışılmıştır.
Herkesin malvarlığı ve gelirine göre adaletli bir vergilendirme
yöntemi sağlanmaya yönelik bu çalışmalar kapsamında ülke çapındaki
kaynakların değerini belirleyecek istatistikî bilgilere ihtiyaç duymuştur. Bu
nedenle II. Mahmut döneminde, Gelibolu ve Hüdavendigar sancaklarında,
menkul, gayrimenkul ve nüfus sayımları yapılmaya başlanmıştır. Ancak bu
tahrirler sonuçlandırılmamıştır.4
Tanzimat Fermanı’nın ilanından sonra idari alanda yapılan
değişikliklerle 1840-1842 yılları arasında taşrada oluşturulan muhassıllık
3
BOA, NFS. d. 03012.
4
Adıyeke, 2000, 770-774.
4 Aysun SARIBEY HAYKIRAN, Mehmet BAŞARAN
teşkilatıyla vergilerin mültezim ve ayanlar yerine doğrudan doğruya maaşlı
memur statüsünde olan muhassıllar aracılığıyla toplanması yoluna
gidilmiştir.5 Üzerine yüklenen yetki ve sorumluluklarla muhassıllık,
Tanzimat Fermanının “devleti merkezileştirerek kuvvetlendirme” amacının
sahada uygulanmış yöntemlerinden biri olmuştur.6 “Emlak, arazi, hayvanat
ve temettuat defterleri” adıyla kaydedilen temettuat tahrirlerini
gerçekleştirmek amacıyla görevlendirilen muhassıllar, yanlarına bir mal
katibi, emlak ve nüfus katibi alarak 25 Ocak 1840 tarihinden itibaren kayıt
işlemlerine girişmişlerdir.7 Ancak başlanılan bu girişim muhassılların
bölgenin önde gelen aileleriyle çeşitli usulsüzlükler yapması, önceden
vergiden muaf konumda bulunan imam, müftü ve papaz gibi din
adamlarının çıkarttıkları zorluklar ve ulaşımda yaşanan güçlükler
nedeniyle başarısız olmuşlardır. 8
Bunun ardından H. 1260-1261/M. 1844-1845 yılı temettuat
sayımları her eyaletin müşir, defterdar ve kaymakamı tarafından
yapılmıştır. Bu sayımlarda merkezden memur görevlendirilmemiş,
sayımlar, ziraat memurlarının nezaretinde; mahalle veya köy muhtarları,
müslümanlar için imam, varsa gayrimüslimler için papaz ve kocabaşlar
vasıtasıyla gerçekleştirilmiştir. Ayrıca kazalardan birer kâtip de bu iş için
atanmıştır.9
1844 - 1845 yılı temettuat defterlerin yazım düzenlemesi genel
olarak aşağıdaki gibi yapılmaktaydı.
İlk sayfanın başına, kaydın yapıldığı eyalet, kaza, köy ve mahalle
belirtilmiştir.
Akgündüz ve Öztürk, 2002, 49.
Efe, 2010, 82.
7 Öztürk, 2003, 289.
8 Çadırcı, 1991, 209.
9 Güran, 1998, 114.
5
6
XIX. Yüzyıl Ortalarında Aydın’da Ova ve Dağ Köylerinin Sosyo-Ekonomik Yapısı:
Araplarkuyusu ve Danişmend Örneği 5
“Bizzat idare olunmakta olan Aydın Sancağı’nın havi olduğu
kazalarından nefs-i Güzelhisar-ı Aydın kazası kuralarından dağ
karyelerinden olup Danişmend karyesinde mukim ahalilerin emlak ve arazi
ve temettuatlarının mikdarını mübeyyen defterdir.”
Bu kayıttan sonra, köy veya mahallede bulunan haneler birden
başlayarak kaydedilmiş; hane numarasının altına hane reisinin adı ve
şöhreti yazılmıştır. Hane kaydının en üst sağ köşesine yatay vaziyette hane
reisinin mesleği, varsa özel durumu belirtilmiştir. Bunun hemen soluna
sırasıyla hanenin ödediği vergi-yi mahsusa, öşür vergisinin aynî miktarı ve
para karşılığı, nakden ödenen “aşar ve rüsumu” ile ağnam vergisi
kaydedilmiştir.
“Hane 6 Numro 6
Vergi-yi Mahsus / 30 (kuruş)
Aşar-ı Yayla / 12 (kuruş)
Revgan-ı Zeyt 2 kıyye / 8 (kuruş)
Karye-i mezbur sakinlerinde Hacı Ahmed oğlu yetimi Mehmed’in emlak
ve temettuatı”
Hane reisinin adının altına, hane adına kayıtlı araziler, hayvanat, arı
kovanları ile dükkân, değirmen, han gibi taşınmazlar ve bunlardan elde
6 Aysun SARIBEY HAYKIRAN, Mehmet BAŞARAN
edilen tahmini gelirler yer almaktadır. Hane kaydının en sonuna üstte
dökümü verilen emlâk ve hayvanattan elde edilen tahmini kazanç; varsa
hane reisi veya oğul, kardeş, damat gibi aile fertlerinin meslek ve ticaret
gelirleri, vakıf gelirleri ve “zuhurat gelirleri” kaydedilip, bunların toplamı,
yani hanenin senelik tahmini geliri yazılmıştır.
Eşçar-ı zeytin 5 (sak)
Yaylalık 1 kıta
Hasılat-ı senevisi
Hasılat-ı senevisi
80 (kuruş) sene 59
120 (kuruş) sene 60
80 (kuruş) sene 61
100 (kuruş) sene 61
Sağman İnek 1 (re’s)
Merkep 1 (re’s)
Hasılat-ı Senevisi
10 (kuruş) sene 60
10 (kuruş) sene 61
Defterin en sonuna ise, köy veya mahallede ortaya çıkan toplam
senelik tahmini temettuat ve geçen sene ödenen toplam vergi-i mahsusa
miktarı yazılmış; bunun altına köyün muhtarları, imamı ve ziraat
müdürünün mührü vurulmuştur. Öte yandan “bende” yazılıp mühür
vurulmadan bırakılan defterlere de rastlanabilmektedir.10
10
Kütükoğlu, 1995, 398.
XIX. Yüzyıl Ortalarında Aydın’da Ova ve Dağ Köylerinin Sosyo-Ekonomik Yapısı:
Araplarkuyusu ve Danişmend Örneği 7
“Merkumun bir senede temetuatı
250 malından
200 odunculuktan
450
8 Aysun SARIBEY HAYKIRAN, Mehmet BAŞARAN
Altmış bir senesine mahsuben
Altmış bir senesine mahsuben
karye-i
mezbur
ahalilerinin karye-i mezbur ahalilerinin bir
temettuataları mikdarı
senede vermiş oldukları vergünün
mikdarı
5826
766
Derun-u defterde muharrer olduğu üzere karye-i mezbur ahalilerinin
altmış senesine mehasuben bir sene de vermiş oldukları ber-mucib-i bala yedi
yüz altmış altı kuruş vergi ve beş bin sekiz yüz yirmi altı kuruş
temettuatalarını baliğ olduğu şerhe havi kılındı.
Muhtar-ı Sani der-karye-i Danişmend
Muhtar-ı Evvel der-karye-i Danişmend
İmam der-karye-i Danişmend
Danişmend ve Araplarkuyusu karyelerine ait nüfus defterinin
dışında yukarıda içeriği ve düzenlenmesi hakkında bilgi verilen,
Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı Osmanlı Arşivi Vâridât
Muhasebe Defterleri kataloğunda yer alan, Aydın merkez köylerinden
Danişmend Karyesi’ne ait 01978 numaralı ile11 Araplarkuyusu Karyesi’ne
ait 01979 numaralı temettuat defterleri çalışmanın bir diğer önemli
kaynaklarını oluşturmaktadır. 12
Araplarkuyusu Karyesi’nin Nüfus ve Demografik Yapısı
Günümüzde Aydın merkez mahallelerinden olan Kuyulu, nüfus ve
temettuat defterlerinde Araplarkuyusu Karyesi olarak geçmektedir.13
11
12
BOA, ML.VRD.d. 01978.
BOA, ML.VRD.d. 01979.
Köyün kuruluşuna ilişkin iki rivayet vardır. Bunlardan birincisi yaklaşık olarak 150-200
yıl önce Kuyulu Köyü’nün doğusunda Çiftlik Köy diye anılan bir köy kurulur. Çiftlik Köy’ün
yakınında ise Küçükışıklı denilen üç beş hanelik bir mahalle oluşur. O dönemde yaşanan
bir doğal afet sonucu köyü su basar. Çok fazla can kaybının yaşandığı afet sonucunda
köylüler yakındaki bir kaleye sığınırlar. Anlatılanlara göre köy sakinlerinden bir ailenin
evlenme çağındaki kızı da bu felakette yaşamını yitirir. Genç kızın babası, ölen kızının çeyiz
parası ile bir kuyu kazdırır. Çevredeki tüm insanlar ve hayvanlar bu kuyudan su
ihtiyaçlarını giderirler. Zamanla kuyunun etrafında yerleşim birimi oluşmaya başlar ve bu
köyün adı Kuyulu Köy diye anılır. İkinci rivayete göre şimdiki Kuyulu Köyü’nün alt
kısmında bulunan boş araziye bir Arap ailesi gelir ve yerleşir. Gerek kendilerinin gerekse
hayvanlarının su ihtiyaçlarını gidermek amacıyla bir kuyu kazdırır. Zamanla bütün
çevredeki insan ve hayvanlar da bu kuyudan faydalanır ve burada bir mahalle oluşur ve
halk arasında Araplarkuyusu diye tanınan yerleşim Kuyulu Köyü’nün temelini oluşturur.
13
XIX. Yüzyıl Ortalarında Aydın’da Ova ve Dağ Köylerinin Sosyo-Ekonomik Yapısı:
Araplarkuyusu ve Danişmend Örneği 9
Araplarkuyusu Karyesi’ne ait 1841-1842 tarihli nüfus defterine göre köyde
68 hanede 146 erkek nüfusun kayıtlıdır.14 Erkek nüfus kadar kadın nüfusun
da olduğu var sayıldığında Araplarkuyusu’nun yaklaşık olarak 294 kişilik
bir nüfusa sahip olduğu görülmektedir. Nüfus sayımından yaklaşık olarak
iki yıl sonra yapılan 1844-45 yılına ait temettuat sayımına göre15
Araplarkuyusu Karyesi 61 haneden oluşmaktadır. Ortalama olarak bir
hanede beş kişinin yaşadığı varsayıldığında16 köyde yaklaşık olarak 305
kişilik bir nüfusa sahiptir.17
Aile, Sülale İsimleri ve Lakaplar
1841-1842 tarihli nüfus defterine göre Araplarkuyusu Karyesi’ndeki
aile üyelerinin lakap, unvan ve sülale isimlerinde baba, meslek ve fiziksel
özelliklere dayalı unvanlar verilmiştir. Araplarkuyusu Karyesi’nde yaygın
olarak kullanılan lakaplar arasında Ak oğlu, Balık oğlu, Bayram oğlu, Çakır
oğlu, Dağlı Yusuf oğlu, Debbağ oğlu, Deli Hasan oğlu, Ebubekir oğlu, Elif
oğlu, Elmacı oğlu, Emir oğlu, Ezancı oğlu, Gümüş oğlu, Habib oğlu, Hacı Ali
oğlu, Hamal oğlu, Hasan Beşe oğlu, Hüseyin Kethüda oğlu, İmam oğlu, Kadı
oğlu, Kamber oğlu, Karpuz oğlu, Kasab oğlu, Kınalı oğlu, Kırmızı oğlu, Koca
Ali oğlu, Koca Halil oğlu, Koca Hüseyin oğlu, Koca Mehmed oğlu, Kölemenci
oğlu, Kulak oğlu, Kusur oğlu, Mahmud oğlu, Manisalı oğlu, Mehmed Ali oğlu,
Mesdan oğlu, Molla Ahmed oğlu, Parmaksız oğlu, Sarhoş oğlu, Sarı Mehmed
oğlu, Serdane oğlu, Seyrek oğlu, Solak oğlu, Sökeli oğlu, Tombalak oğlu,
Topal oğlu gibi unvanlar bulunmaktadır.
Araplarkuyusu Karyesi’ndeki kişi isimlerine bakıldığında Abdi,
Ahmed, Ali, Habib, Halil, Hasan, Hüseyin, İbrahim, İsmail, Mahmud,
Mehmed, Mustafa, Osman, Süleyman, Veli, Yusuf gibi isimlerin kullanıldığı
görülmektedir.
Temettuat defterlerine göre, Araplarkuyusu Karyesi’nde 61 hanenin
aile, sülale isimleri ve lakaplarına bakıldığında hane reislerinin
çoğunluğunu Ali oğlu, Bayram oğlu, Bekir oğlu, Emir oğlu, Habib oğlu, Halil
http://orsdemirbalkanilkokulu.meb.k12.tr/meb_iys_dosyalar/09/01/714693/icerikler/koy
umuzun-tarihcesi_197921.html
14 NFS.d. 03012.
15 ML.VRD.d. 01979.
16 Göyünç, 1997, 55.
17 Rumi 1307/H.1308 Tarihli Aydın Vilayet Salnâmesi’nde Aydın Sancağı merkez
köylerinden olan Araplarkuyusu Karyesi 269 nüfus ve 95 emakine sahiptir. R. 1307/H.1308
Tarihli Aydın Vilayet Salnâmesi, s. 494.
10 Aysun SARIBEY HAYKIRAN, Mehmet BAŞARAN
oğlu, Mahmud oğlu, Mehmed oğlu, Mesdan oğlu, Osman oğlu, Yusuf oğlu
gibi aile büyüğünün adından aldığı anlaşılmaktadır. Bunun yanı sıra bazı
aileler ise lakaplarını Boyacı oğlu, Debbağ oğlu, Elmacı oğlu, Hamal oğlu
Kasap oğlu gibi icra ettikleri mesleklerden almıştır. Ayrıca Karpuzlulu oğlu,
Manisalı oğlu, Sökeli oğlu gibi aile büyüklerinin geldikleri yerleşim
birimlerinden adını alan aileler olduğu gibi Çakır oğlu, Parmaksız oğlu,
Kusur oğlu gibi fiziksel özelliklerden kaynaklı aile lakapları da
kullanılmıştır.
Bu aile ve sülale isimleri yanında; Hacı, Hatip, Derviş gibi dinsel, Dağlı
gibi mekân / yer bildiren, Kara ve Koca gibi fiziksel özellikleri gösteren
lakaplar da söz konusudur.
Araplarkuyusu Karyesi’nde kullanılan isimler arasında 14 hane
reisinin Mehmed, 8 hane reisinin Mustafa, 6 hane reisinin Halil, 5 hane
reisin de Ali ve Hasan, 4 hane reisin de Ahmed ve İbrahim ismi
bulunmaktadır. Bu isimler yanında; Hüseyin, İsmail, Süleyman, Kadri,
Mahmud, Osman, Veli ve Yusuf isimleri de kullanılmaktaydı.
45
40
35
30
25
20
15
10
5
0
İbrahim Mehmed Mustafa
Ali
Ahmed
Halil
Hasan
1841-42
18
10
9
10
8
42
20
1844-45
5
4
6
5
4
14
8
Grafik 1: Nüfus ve Temettuat Defterlerine Göre Araplarkuyusu Karyesi’nde
Kullanılan Ortak İsimler
XIX. Yüzyıl Ortalarında Aydın’da Ova ve Dağ Köylerinin Sosyo-Ekonomik Yapısı:
Araplarkuyusu ve Danişmend Örneği 11
Araplarkuyusu Karyesi’nde Tipoloji
Köye ait nüfus defterinde temettuat defterinden farklı olarak kişilerin
fiziksel özelliklerine de ayrıntısıyla yer verilmiştir. Hane üyelerinin fiziksel
özelliklerinin boy, sakal ve bıyık özelinde değerlendirmeye tutulduğu
görülmektedir. 68 hanede 146 kişinin sayıldığı nüfus sayımına göre
Araplarkuyusu Karyesi’nde büyük çoğunluğunun orta boylu olduğu
görülmektedir. 54 kişinin orta boylu olduğu köyde 27 kişi de uzun boylu
olarak kaydedilmiştir. Az sayıda kısa ve uzunca boylu kişilere de
rastlanmaktadır. Yetişkin erkek nüfusun sakal özelliklerine bakıldığında
146 kişiden 52 kişinin sakal özellikleri defterde yer almaktadır. 21 kişinin
kır sakallı, 12 kişinin kara sakallı olarak belirtildiği Araplarkuyusu
Karyesi’nde ak, köse, köse kır, kumral ve sarı sakallı kişilere de
rastlanmaktadır.
33 erkek nüfusun bıyık özelliklerin kayıt altına alındığı nüfus
defterine göre Araplarkuyusu’ndaki erkek nüfusun çoğunluğunu kara ve
ter bıyıklılar oluşturmaktadır. Bunun yanı sıra az, az kara, kumral ve sarı
bıyıklı kişilere de rastlanmaktadır. 14-18 yaş grubu arasında 12 kişinin
şâbb ve bir kişinin de şâbb-ı emred olarak kaydedildiği defterde şâbb
terimi daha çok sakalı bıyığı yeni çıkmakta olan gençler için kullanılmıştır.
Kısa Boylu
Orta Boylu
Uzun Boylu
Uzunca Boylu
Ak Sakallı
Kara Sakallı
Kır Sakallı
Köse Sakallı
Köse Kır Sakallı
Kumral Sakallı
Sarı Sakallı
Kara Sakallı
Ak Sakallı
9%
6%
Uzunca Boylu
Kır Sakallı
4%
15%
Uzun Boylu
19%
Orta Boylu
39%
Kısa Boylu
1%
Kumral Sakallı
4%
Sarı Sakallı
1%
Köse Sakallı
1%
Köse Kır Sakallı
1%
Grafik 2: Nüfus Defterine Göre Araplarkuyusu Karyesi’nin Fiziksel
Özellikleri
12 Aysun SARIBEY HAYKIRAN, Mehmet BAŞARAN
Yaş Dağılımı
1841-1842 tarihli nüfus sayımında 146 kişiden 145’inin yaşı
belirtilmiştir. 1 ile 80 yaş arası kişilerin yaşadığı Araplarkuyusu’nda genç
nüfus olarak adlandırabileceğimiz 0-20 yaş arasında 72 kişi; orta yaş
kategorisinde değerlendirebileceğimiz 21-40 yaş arasında 40 kişi ve orta
yaş üstü olarak tanımlayabileceğimiz 41-80 yaş arasında ise 33 kişi
bulunmaktadır.
41 ve 80 Yaş
Grubu
23%
1 ve 20 Yaş
Grubu
50%
21 ve 40 Yaş
Grubu
27%
1 ve 20 Yaş Grubu
21 ve 40 Yaş Grubu
41 ve 80 Yaş Grubu
Grafik 3: Araplarkuyusu Karyesi’nde Yaş Dağılımı
Mesleki Yapılanma
Nüfus defterlerinde kişilerin meslekleri hakkında ayrıntılı bilgi
bulunmamasına rağmen yalnız Muhtar-ı Evvel ve Muhtar-ı Sani ile İmam
gibi köyün yönetim kadrosundaki kişilerin kayıtlarına rastlanırken diğer
taraftan redif teşkilatında görevli kişiler ile Asakir-i Mansure ordusunda
görevli kişilerin kayıtlarının tutulması yoluna gidilmiştir. Muhtar-ı Evvel
olarak 70 yaşındaki Orta boylu kır sakallı Koca Ali oğlu Süleyman bin Ali;
Muhtar-ı Sani olarak 40 yaşındaki Uzun boylu kumral sakallı Koca Mehmed
XIX. Yüzyıl Ortalarında Aydın’da Ova ve Dağ Köylerinin Sosyo-Ekonomik Yapısı:
Araplarkuyusu ve Danişmend Örneği 13
oğlu Mehmed kayıtlıdır. Köy imamı olarak da 30 yaşında Kırşehirli Molla
Osman ibn Ali görev yapmaktadır.
Temettuat defterlerinin önemli bir özelliği hane reislerinin
mesleklerini sağlıklı bir şekilde tespit edilmesini olanaklı kılmasıdır. Hane
reisinin kimliğine ilişkin bilgilerin hemen üstünde yer alan bu bilgiye
baktığımız zaman; tarım grubu içerisinde yer alan 55 hane reisi erbab-ı
ziraat olarak yazılmakta ve bunu da 3 hane reisi ile ırgad izlemekteydi.
Sanayi ve ticaret grubu içinde yer alan ve mal ve hizmet üreten alanına
koyabileceğimiz dülgerlik mesleğine ilişkin 1 hane reisi, sanayi ve ticaret
grubu içinde yer alan ve satıcı ve tüccar alanında duhancı mesleğine ilişkin
1 hane reisi yer alırken, üretime katılmayanlar grubu içinde yer alan din ve
eğitim alanında hizmet veren hatiblik görevini de 1 hane reisi yerine
getirmektedir.
60
50
40
30
20
10
0
Muh
Erba
Muh
Hizm
Redi
Dülg Duh Hati Man Deve
İma tar-ı
b-ı
tar-ı
etka
Irgad
f
er ancı b sure ci
m Evve
Ziraa
Sani
r
l
t
1841-42
1844-45
2
55
3
1
1
1
1
1
1
1
6
1
Grafik 4: Nüfus ve Temettuat Defterlerine Göre Araplarkuyusu Karyesi’nde
Meslekler
14 Aysun SARIBEY HAYKIRAN, Mehmet BAŞARAN
Hane Reislerinin 1844 Yılı Öncesi Ödedikleri Hâsılatların
Vergisi
“Sene-i sabıkada vergi-yi mahsulattan bir senede vermiş olduğu”
başlığı altında yer alan bu vergiyi 56 hanenin ödediği görülmektedir. 40 ve
320 kuruş arasında değişen bu ödemelerin toplamı 9131 kuruştur.18
Ortalama olarak da Araplarkuyusu 163,5 kuruş vergi ödenmiş
bulunmaktadır. 1 hane reisi alil19, 1 hane reisi ihtiyar olduğundan ve 1 hane
reisi hatiplik görevini yürüttüğünden ve 1 hane reisi de Araplarkuyusu
Karyesi’ne yeni “hicret ettiğinden” vergi vermemişlerdir.
Hane Reislerinin Aşar Olarak Verdikleri Ürünlerin Miktarı ve
Ödedikleri Aşar Miktarı
Toplamda 531 kile / dolu aşar veren bu karye, değer olarak da 2409
kuruş ödeme yapmaktadır.
Bu ürünlerin birim değerleri ise; şair 3 kuruş, mısır darı 3 kuruş,
hınta 6 kuruştur.
Bunun yanında bedelen ödedikleri ise 4260,5 kuruştur.
Aşar Ödeyen
Ödenen Aşar Değeri
Ürün Miktarı
Hane Sayısı
(kuruş)
(Dolu / Kile)
Hınta
40
1632
272
27
453
151
Mısır Darı
30
324
108
2409
531
Ürün Adı
Şair
Aşar Toplam
18
19
Defterde bu vergi 9156 kuruş olarak görülmektedir.
Alîl: Hasta. İlletli.
XIX. Yüzyıl Ortalarında Aydın’da Ova ve Dağ Köylerinin Sosyo-Ekonomik Yapısı:
Araplarkuyusu ve Danişmend Örneği 15
Bedelen
Ödeyen Hane
Bedelen Ödenen Değer
Sayısı
(kuruş)
Bağ
53
1061,5
Penbe
31
1802,5
Zeytin
19
164,5
Harir
16
108,5
Bostan
14
464
Kovan
7
31,5
Penbe ve Bostan
6
345
Susam
2
64
Susam
1
69
Ortak Penbe
1
120
Ortak bağ
1
30
Penbe, Bostan,
Bedelen
Toplam
4260,5
Genel Toplam
6669,5
Tablo 1: Araplarkuyusu Karyesi’nde Hane Reislerinin Ödedikleri
Ürünler ve Aşar Miktarları
16 Aysun SARIBEY HAYKIRAN, Mehmet BAŞARAN
Tarımsal Alanlar, Elde Edilen Ürünler ve Miktarları
1844-1845 yılları temettuat defterlerini incelediğimiz zaman, ekilen
arazi ve ekim dışı arazi hakkında şu bilgileri elde etmekteyiz; ekilen arazi
1123 dönüm olarak görünmekte ve bu araziler 48 hane reisi tarafından
işlenmektedir. İşlenen arazi miktarı 4 dönüm ile 94 dönüm arasında
değişmektedir. Bu da ortalama köy temelinde 23,3 dönüm yapmaktadır.
“Gayr-i Mezru” olarak kullanılan arazi ise 262 dönüm olarak belirtilmiştir.
25 hane reisinin sahibi olduğu belirtilen bu ziraat olunmayan arazi “kendi
hayvanı için otlak” olarak kullanılmaktaydı.
Diğer tarımsal üretime bakacak olursak;
Tarımsal Ürünler
Miktar
Hane Sayısı
290,5
51
Zeytün eşcarı (sak)
142
23
30
8
İncir fidanlığı (Dönüm)
24
6
Üzüm Bağı (Dönüm)
Arı Kovanı (Adet)
Ortakçılık
Tarımsal alanlarda hane reisinin kişi veya kişilerle ortak olarak
topraklarını işledikleri defterlerden elde ettiğimiz veriler kapsamında
anlaşılmaktadır. Bu ortaklık aynı yerleşim yerinde olduğu gibi farklı
yerleşim yerlerinde de olmaktadır. Araplarkuyusu’nda yaşayan hane
reislerinin Sobice’de 310 sak zeytini ve İneabad Kazası’nda da 100 dönüm
tarla ve 29 dönüm incir bahçesi bulunmakta ve bunları ortak olarak
işlemektedir.
12 hane reisi ortak olarak işledikleri mezru tarladan 1844 ve 1845
yılları arasında 7299,5 kuruş, 3 hane reisi ortak olarak işledikleri bahçe,
bağ ve penbe üretiminden aynı yıllar içinde 1776,5 kuruş hasılat elde
etmektedir.
Hayvancılık
Aşağıda verdiğimiz tablodan da anlaşılacağı üzere Araplarkuyusu
Karyesi’nde büyükbaş hayvancılık yapılmaktaydı.
XIX. Yüzyıl Ortalarında Aydın’da Ova ve Dağ Köylerinin Sosyo-Ekonomik Yapısı:
Araplarkuyusu ve Danişmend Örneği 17
Miktar (Re’s)
Hayvan Sahibi Hane Sayısı
Sağman Kara Sığır
75
41
Kara Sığır Öküzü
67
32
Kara Sığır Döğesi
66
31
Döllü Kısrak
55
8
Merkep
39
38
Gayrı Sağman Camus
35
14
Yük Devesi
29
6
Sağman Camus
19
10
Araba Camusu
14
7
Camus Döğesi
10
8
9
2
Bargir
5
3
Hayvan Cinsi
Kara Sığır
Tablo 2: Araplarkuyusu Karyesi’nde Büyükbaş Hayvan Varlığı
Karyede 41 hanenin 75 adet sağman karasığır sahibi olduğu bilgisini
elde etmekteyiz. Hane sahipleri bunların üzerinden yıllık 3000 kuruş
hasılat elde edilmekte ve bu da bir hayvanın ortalama 40 kuruş değerinde
olduğunu göstermektedir.
8 hane reisi 19 sağman camus’dan da yıllık 760 kuruş hasılat elde
ederken, o yıl içinde birim değeri de 40 kuruş olarak değerlendirilmekte ve
ayrıca 6 hane reisi de 29 yük devesini yük ve taşımacılık alanında
kullanarak 5200 kuruş hasılat elde etmekteydiler.
Araba camusu ile belirtilen kısım ise karyenin taşımacılık alanında da
önemli bir gelir kaynağı oluşturduğunu ve tarım dışında da bir gelir
kaynağı olduğunu göstermektedir. 4 hane reisinin 5 adet arabası
bulunurken, bundan 851 kuruş hasılat elde etmekteydiler.
Menkul Gelirleri
1 hane reisinin 1 adet asiyabı bulunmakta ve bundan da yıllık 851
kuruş hasılat elde etmektedir.
18 Aysun SARIBEY HAYKIRAN, Mehmet BAŞARAN
Temettu Vergisi
Tüccar ve esnafın yıllık kazanç miktarları tahmin ve takdir edilerek
konan temettu vergisinin geçmişi II. Mahmut döneminde ihdas edilen
ihtisab resmine dayanmaktadır. Vergi düzeninde yapılan reformlar
çerçevesinde sanat, ticaret, serbest meslek ve emek vergileri 1863‟de
tahrir esasına göre temettü’ vergisi adıyla toplanmaya başlamış ve 1926
tarihli Kazanç Vergisi Kanunu’na kadar temettu’ vergisi adı altında devam
etmiştir.20
Temettuat Miktarı
(Kuruş)
Temettuat Ödeyen
Hane Sayısı
73721,5
60
Ticaretinden
430
2
Irgadlıktan
6100
19
200
1
Dülgerlikten
500
1
Temettuat Vergisi
Çeşidi
Temettuatından
Bedellikten ücreti
80951,5
Tablo 3: Araplarkuyusu Karyesi’nde Temettu Miktarları
Bu veriler kapsamında 61 haneye sahip Araplarkuyusu Karyesi
toplamda 80951,521 kuruş temettu’ vergisi ödemektedir. Yukarıda yer alan
tabloda da görüleceği üzere haneler kendi veya başkasıyla yaptıkları farklı
ticari ilişkiler sunucunda elde ettikleri gelirin de vergisini ödemektedirler.
Danişmend Karyesi Nüfus ve Demografik Yapısı
Günümüzde Aydın ili Efeler ilçesinin kuzeybatısında bulunan ve
kuzey-güney yönlerinde eğimli bir alan üzerinde konumlanan Danişmend
Mahallesi, merkez ilçeye 6,9 km uzaklıktadır. Köyün adının Aydın’a
yerleşen Oğuz boylarından Danişmendli Aşireti’nden aldığına dair bilgiler
olmasının yanı sıra mahallenin girişinde yatırı bulunan Kesikbaş Dede’nin
Yunan işgali sırasında başı koltuğunun altında savaşarak “danışmayın,
vurun artık!” dediği ve bu sözün zamanla Danışmand’a, daha sonraları da
20
21
Şahin, 2013, 55.
Defterde bu vergi 81001,5 kuruş olarak görülmektedir.
XIX. Yüzyıl Ortalarında Aydın’da Ova ve Dağ Köylerinin Sosyo-Ekonomik Yapısı:
Araplarkuyusu ve Danişmend Örneği 19
Danişmend’e dönüştüğüne dair rivayetler de bulunmaktadır.22 Tarihi
geçmişi Fatih dönemi mufassal defterlerine kadar dayanan Danişmend
Karyesi XIX. yüzyıl kayıtlarında Aydın Sancağı merkez kazası dağ
köylerinden Danişmend Karyesi şeklinde geçmektedir.23
1841-1842 tarihli nüfus sayımına göre Danişmend Karyesi’nde altı
hanede 15 erkek nüfusun kaydı tutulmuştur. Yetişkin erkek nüfus kadar
kadın nüfusun da var olduğunu kabul edersek, karyede yaklaşık olarak 30
kişinin yaşadığını söyleyebiliriz. 1844-1845 yılına ait temettuat defterine
göre ise yedi haneden oluşan köyde ortalama olarak 35 kişi yaşamaktadır.
Aile, Sülale İsimleri ve Lakapları
1841-1842 nüfus sayımında altı haneden oluşan Danişmend
Karyesi’nde Hacı oğlu, Kanad oğlu, Kansız oğlu, Koca oğlu ve Sarı oğlu gibi
aile, sülale lakapları kullanılırken şahıs isimleri arasında altı kişinin
Mehmed, üç kişinin Hüseyin, ikişer kişinin Ali ve Mustafa, birer kişinin de
Ahmed ve Yusuf isimlerini aldığı görülmektedir.
Nüfus sayımından iki yıl sonra yapılan temettuat sayımında yedi
haneden oluşan Danişmend Karyesi’nin aile, sülale lakaplarının devam
ettiği görülmektedir. Hane reislerinin lakaplarına bakıldığında Ahmed oğlu,
Kanad oğlu, Kansız oğlu, Kemerli oğlu, Mehmed oğlu, Salcı oğlu gibi sülale
isimleri bulunmaktadır. Bunun yanı sıra Hacı gibi dinsel, Koca gibi fiziksel
özellikleri gösteren, Yetim gibi akrabalık ilişkilerini gösteren lakaplar da
söz konusudur.
5 hane reisinin Mehmed, birer hane reisi de Hüseyin ve Yusuf ismini
kullandıkları görülmektedir.
Danişmend Karyesi’nde Tipoloji
1841-1842 tarihli nüfus sayımında 15 erkek nüfusun yer aldığı
Danişmend Karyesi’nde sekiz kişiye ait fiziksel özelliklere yer verilmiştir.
Dörder kişi orta ve uzun boylu olarak kaydedilmiştir. İki kişinin köse ve bir
kişinin de kara sakallı olduğu Danişmend Karyesi’nde iki kişi sarı bıyıklı ve
bir kişi de ter bıyıklı olarak kayda geçmiştir.
Koçak, 2017, 8-9.
R. 1307/H.1308 Tarihli Aydın Vilayet Salnâmesi’ne göre Danişmend Karyesi 34 nüfus ve
10 emakine sahipti. R. 1307/H. 1308 Tarihli Aydın Vilayet Salnâmesi, s. 494.
22
23
20 Aysun SARIBEY HAYKIRAN, Mehmet BAŞARAN
Yaş Dağılımı
Genç ve orta yaşlı kategorisinde insanların yaşadığı Danişmend
Karyesi’nde yaşlı nüfus barındırmamaktadır. Karyedeki en genç kişi, Hacı
oğlu Hüseyin’in iki yaşındaki oğlu Mehmed’dir. Karyenin en yaşlı kişisi ise,
aynı zamanda Muhtar-ı Sani görevinde bulunan 40 yaşındaki Sarı oğlu
Mehmed’dir.
21 ve 40 Yaş
Grubu
33%
1 ve 20 Yaş
Grubu
67%
Grafik 5: Danişmend Karyesi’nde Yaş Dağılımı
Mesleki Yapılanma
İdari ve askeri mesleklerin dışında herhangi bir meslek kaydının
tutulmadığı Danişmend Karyesi nüfus defterinde Muhtar-ı Evvel ve
Muhtar-ı Sani unvanlı kişilere rastlanılmaktadır. Danişmend Karyesi’nin
Muhtar-ı Evvel’i 35 yaşındaki Kanad oğlu Mehmed, Muhtar-ı Sani’si ise 40
yaşındaki Sarı oğlu Mehmed’dir. Ayrıca 6 nolu hanede ve 14 numarada
kayıtlı 25 yaşındaki Kansız oğlu Mehmed Redif olarak kayda geçmektedir.
Ancak iki yıl sonrasına ait temettuat defterinde ise Danişmend
Karyesi’ndeki yedi hane üyesi sanayi ve ticaret grubu içinde yer alan satıcı
– tüccar alanına koyabileceğimiz Oduncu olarak kaydedilmiştir. Üretime
katılmayanlar grubu içinde yer alan idari alanda hizmet veren alanda yer
alan 1 hane reisi Muhtar-ı Evvel olarak yer almakta ve aynı zamanda
odunculuk da yapmaktaydı.
1841-1842 Tarihi
1844-1845 Tarihi
Muhtar-ı Evvel
1
Redif
1
Muhtar-ı Sani
1
Muhtar-ı Evvel
Oduncu
1
7
Tablo 4: Danişmend Karyesi’nde Mesleki Yapılanma
XIX. Yüzyıl Ortalarında Aydın’da Ova ve Dağ Köylerinin Sosyo-Ekonomik Yapısı:
Araplarkuyusu ve Danişmend Örneği 21
Hane Reislerinin 1844 Yılı Öncesi Ödedikleri Hâsılatların
Vergisi
“Sene-i sabıkada vergi-yi mahsulattan bir senede vermiş olduğu”
başlığı altında yer alan bu vergiyi 7 hanenin ödediği görülmektedir. 30 ve
166 kuruş arasında değişen bu ödemelerin toplamı 766 kuruştur. Ortalama
olarak da Danişmend Karyesi’nde 86 kuruş vergi ödenmiş bulunmaktadır.
Hane Reislerinin Aşar Olarak Verdikleri Ürünlerin Miktarı ve
Ödedikleri Aşar Miktarı
Toplamda 32 kile / dolu aşar veren bu karye, değer olarak da 108,5
kuruş ödeme yapmaktadır.
Bu ürünlerin birim değerleri ise; şaʻîr 2,5 kuruş, revgan-ı zeyt 4
kuruştur. Bunun yanında bedelen ödedikleri ise 98 kuruştur.
Ürün Adı
Revgan-ı Zeyt
Şaʻîr
Aşar Toplam
Aşar Ödeyen
Hane Sayısı
5
2
Ödenen Aşar
Ürün Miktarı
Değeri (kuruş) (Dolu / Kile)
76
19
32,5
13
108,5
32
Bedelen Ödeyen Bedelen Ödenen
Hane Sayısı
Değer (kuruş)
7
82
1
14
1
2
Yaylalık öşrü
Keçi öşrü
Ceviz öşrü
Bedelen
Toplam
98
Genel Toplam
206,5
Tablo 5: Danişmend Karyesi’nde Ürünler ve Aşar Miktarı
Tarımsal Alanlar, Elde Edilen Ürünler ve Miktarları
Danişmend Karyesi’nde ekilen arazi ve ekim dışı arazi hakkında
1844-1845 yılları temettuat defterlerinden bilgiler elde etmek
mümkündür. Karye dahilinde ekilen arazi 8,5 dönüm olarak görünmekte ve
bu araziler 2 hane reisi tarafından işlenmektedir. İşlenen arazi miktarı 3,5
dönüm ile 5 dönüm arasında değişmektedir. Bu da ortalama köy temelinde
4,25 dönüm yapmaktadır.
22 Aysun SARIBEY HAYKIRAN, Mehmet BAŞARAN
Diğer tarımsal üretime bakacak olursak;
Tarımsal Ürünler
Miktar
Hane Sayısı
Zeytin eşçarı (sak)
55
5
7
4
Yaylalık (dönüm)
6
6
Hatab koruluğu (dönüm)
Ortakçılık ve Kiracılık
Danişmend Karyesi’nde bir hane reisinin “aherden” diye belirttiği,
ancak dönüm verilmediği ve “Kanadoğlu Hacı Mehmed ve Arab Karyesinden
Kara Veli oğlu ile ortak ziraat” ettikleri tarladan 1844 yılında 78,5 kuruş ve
1261 yılında da 140 kuruş hâsılat elde ettiği belirtilmektedir.
Hayvancılık
Aşağıda verdiğimiz tablodan da anlaşılacağı üzere Danişmend
Karyesi’nde büyükbaş ve küçükbaş hayvancılık yapılmaktadır. Bunun
yanında merkep ve katır varlığının da olması taşımacılık ile de ilgili bir
uğraş içerisinde bulunduklarını gösterebilmektedir.
Miktar (Re’s)
Hayvan Sahibi Hane Sayısı
Merkep
6
6
Sağman İnek
2
2
2
2
Katır
2
1
Hayvan Cinsi
Öküz çift
Tablo 6: Danişmend Karyesi’nde Büyükbaş Hayvan Varlığı
Karyede 2 hanenin 2 adet sağman inek ve 2 hanenin 2 çift yani 4 adet
öküzü bulunmaktaydı. Hane sahipleri sağman ineklerden yıllık olarak 20
kuruş hâsılat elde ederken, 1 hayvan da 10 kuruş hâsılat elde edilmekteydi.
Ağnam Vergisi
Ödenen Ağnam
Ağnam
Ürün Adı
Ödeyen Hane Sayısı Vergisi Miktarı Miktarı (Re’s)
Rüsumat-ı Keçi
1
175
35
Oğlak
1
25
Tablo 7: Danişmend Karyesi’nde Ağnam Resmi ve Miktarı
XIX. Yüzyıl Ortalarında Aydın’da Ova ve Dağ Köylerinin Sosyo-Ekonomik Yapısı:
Araplarkuyusu ve Danişmend Örneği 23
Temettu Vergisi
Tüccar ve esnafın yıllık kazanç miktarları tahmin ve takdir edilerek
konan temettu vergisinin geçmişi II. Mahmut döneminde ihdas edilen
ihtisab resmine dayanmaktadır. Vergi düzeninde yapılan reformlar
çerçevesinde sanat, ticaret, serbest meslek ve emek vergileri 1863’te tahrir
esasına göre temettu’ vergisi adıyla toplanmaya başlamış ve 1926 tarihli
Kazanç Vergisi Kanunu’na kadar temettu’ vergisi adı altında devam
etmiştir.24
Temettuat Vergisi Çeşidi Temettuat Miktarı
(Kuruş)
Odunculuktan
3700
Malından
TOPLAM
2171,5
Temettuat Ödeyen
Hane Sayısı
7
7
5871,5
Tablo 8: Danişmend Karyesi’nde Temettu Vergisi ve Miktarı
Bu veriler kapsamında 7 haneye sahip Danişmend Karyesi toplamda
5871,525 kuruş temettu vergisi ödemektedir. Yukarıda yer alan tabloda da
görüleceği üzere haneler kendi veya başkasıyla yaptıkları farklı ticari
ilişkiler sunucunda elde ettikleri gelirin de vergisini ödemektedirler.
SONUÇ
Araplarkuyusu ve Danişmend köylerine ait 1841-1842 tarihli nüfus
defteriyle 1844-1845 tarihli temettuat defterlerindeki veriler
değerlendirildiğinde köyler arasında gerek demografik gerekse sosyoekonomik açıdan farklı özellikler göze çarpmaktadır.
XIX. yüzyıl ortalarında sahip olduğu hane sayısı ile Aydın merkez
kazaya bağlı en az nüfuslu köy olma özelliği gösteren Danişmend
Karyesi’nde Tanzimat’ın hemen sonrasında yapılan nüfus sayımına göre 6
hanede 15 erkek nüfus kayıtlı iken Araplarkuyusu Karyesi’nde 68 hanede
146 erkek nüfusun kaydı tutulmuştur. Bu köylerde erkek nüfus kadar kadın
nüfusunda yaşadığı varsayıldığında Araplarkuyusu Köyü, Danişmend
Köyü’nün on katı oranda nüfusa sahiptir. Köylerdeki erkek nüfusun yaş
dağılımları incelendiğinde ise Danişmend Köyü’nde nüfusun tamamı genç
24
25
Şahin, 2013, 55.
Defterde bu vergi 5826,5 kuruş olarak görülmektedir.
24 Aysun SARIBEY HAYKIRAN, Mehmet BAŞARAN
ve orta yaş olarak değerlendirilebileceğiz 0-40 yaş kategorisinde yer
almaktadır. Bu karşın 1-80 yaş arasında kişilerin yaşadığı
Araplarlarkuyusu’nun büyük çoğunluğu genç olmakla birlikte köyde orta ve
yaşlı nüfus da bulunmaktadır. Yetişkin erken nüfus fiziksel özellikler
bakımından karşılaştırıldığında ise Araplarkuyusu’nda daha çok orta ve
uzunlu boylu, kır ve kara sakallı kara ve ter bıyıklı kişilerin çoğunluğu
oluşturduğu görülmektedir. Buna karşın Danişmend Köyü’nde orta ve uzun
boylu, köse ve kara sakallı, sarı ve ter bıyıklı kişiler yaşamaktadır. Her iki
köyde kullanılan şahıs isimleri arasında, Mehmed, Mustafa, Ali, İbrahim ve
Hasan çoğunluğu oluşturmaktadır.
Mesleki yapılanma açısından karşılaştırıldığında ise dağ köylerinden
Danişmend Karyesi’nde yaşayan hane reislerinin tamamı odunculuktan
geçimini sağlarken Araplarkuyusu Karyesi’nin büyük çoğunluğunda ise
erbab-ı ziraat olarak kayıtlı tarıma dayalı meslekler icra edilmektedir.
Araplarkuyusu’nda ayrıca tarımsal faaliyetlerin dışında dülgerlik ve
duhancı gibi sanayi ve ticaret alanına yönelik az sayıda mesleğe de
rastlanmaktadır. Bu durum bizlere, ova köylerinde köy ve tarım ilişkisinin
varlığını ve önemini koruduğunu buna karşın dağ köylerinin ev yapımı ve
ısınma ile ilgili köy ve şehir yaşamına özel bir katkı sağladığını
göstermektedir.
Araplarkuyusu Köyü’nde tarımsal ürün çeşitliği açısından üzüm,
zeytin, pamuk ve susam ön plandadır. Araplarkuyusu ve Danişmend köyleri
örneğinde de görüldüğü gibi ova ve dağ köylerinde hem hane sayısı, hem de
ürün miktarı açısından bağ yani üzüm önemli yer tutarken, aynı zamanda
Evliya Çelebi’nin de söylediği gibi “ovalarından bal, dağlarından yağ akar”
sözüyle ve / veya Heredot’un söylediği üzerinde durulan “Bizim yeryüzünde
bildiğimiz en güzel gökyüzünün altı ve en güzel iklimin bulunduğu yer”
sözleriyle Aydın merkez köylerinde geleneksel olarak zeytin ve incir
geçmişten günümüze varlığını sürdüren karakteristik ürünler olarak yer
almaktadır.
Tarımsal üretim ve ormancılığın ön planda olduğu Araplarkuyusu ve
Danişmend köylerinde aynı zamanda büyük ve küçükbaş hayvancılıkta
yapılmaktaydı. Araplarkuyusu’nda büyük baş hayvancılık ön planda olup
daha çok, karasığır, merkep, deve, bargir ve camus yetiştirilmekteydi.
Araplarkuyusu’nda camus arabası yani manda ile çekilen arabanın, merkep
ve yük devesinin varlığı köy ve dolayısıyla şehir arasında taşımacılık
faaliyetinin önemli bir yer tuttuğu sonucunu vermektedir.
XIX. Yüzyıl Ortalarında Aydın’da Ova ve Dağ Köylerinin Sosyo-Ekonomik Yapısı:
Araplarkuyusu ve Danişmend Örneği 25
KAYNAKÇA
I. Arşiv Kaynakları
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı (BOA)
ML.VRD.d. 01978
ML.VRD.d. 01979
NFS.d. 03012
II. Resmi Yayınlar
R. 1307/H. 1308 Tarihli Aydın Vilayet Salnâmesi
III. Araştırma ve İnceleme Eserleri
Adıyeke 2000 Nuri Adıyeke, “Temettuat Sayımları ve Bu sayımları Düzenleyen
Nizamname Örnekleri”, OTAM Dergisi, Ankara, 2000, Sayı 11, s. 769-823.
Akgündüz ve Öztürk 2002 Ahmet Akgündüz ve Said Öztürk, Darende Temettuat
Defterleri, Cilt:1, İstanbul Araştırma Vakfı Yayınları, İstanbul, 2002.
Başaran ve Sarıbey Haykıran, 2015 Mehmet Başaran, Aysun Sarıbey Haykıran,
“H.1261/M. 1845 Tarihli Nüfus Defterlerine Göre Tire’ye Gelen Müslim ve
Gayrimüslimlerin Nitelik ve Nicelikleri”, Turkish Studies, Volume 10/Winter
2015, ss. 149-174.
Çadırcı 1991 Musa Çadırcı, Tanzimat Döneminde Anadolu Kentlerinin Sosyal ve
Ekonomik Yapıları, TTK Yayınları, Ankara, 1991.
Efe 2010 Ayla Efe, “Osmanlı Devleti’inde Mali Sistem Arayışının Getirdiği Yerel
Yönetim Uygulamaları: Muhassıllık Örneği”, Tarih Dergisi, Sayı 49 (2009/1),
İstanbul, 2010, ss. 59-89.
Göyünç 1997 Nejat Göyünç, “Hane”, DİA, c. 15, İstanbul 1997, ss. 552-553.
Güran 1998 Tevfik Güran, “Osmanlı Tarım Ekonomisi, 1840-1910”, 19. Yüzyılda
Osmanlı Tarımı Üzerine Araştırmalar, Eren Yayıncılık, İstanbul, 1998.
http://orsdemirbalkanilkokulu.meb.k12.tr/meb_iys_dosyalar/09/01/714693/icer
ikler/koyumuzun-tarihcesi_197921.html
Koçak 2017 Fatma Koçak, Danişment Mahallesi, Efeler Belediyesi Kültür Yayınları,
Aydın 2017
Kurt, 2019 Yılmaz Kurt, “1831 Yılında Antalya İğdir Kazası Nüfusu”, Antalya Kitabı,
Antalya’da Türk-İslâm Medeniyetlerinin İzleri, c. 2, Palet Yayınları, Antalya
2019, ss. 86-91.
26 Aysun SARIBEY HAYKIRAN, Mehmet BAŞARAN
Kütükoğlu, 1995 Mübahat S. Kütükoğlu, “Osmanlı Sosyal ve İktisadi Tarihi
Kaynaklarından Temettü Defterleri”, Belleten, Cilt: LIX, Sayı: 225, 1995, ss.
395-418.
Öztürk 2003 Said Öztürk, “Türkiye’de Temettuat Çalışmaları”,
Araştırmaları Literatür Dergisi, Cilt: 1, Sayı 1, 2003, ss. 287-304.
Türkiye
Şahin 2013 Harun Şahin, “Osmanlı Vergi Sisteminde Reform ve Temettü’ Vergisi”,
Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, c. 37, S. 1, Sivas 2013, ss. 4557.
EKLER
Ek-1: Araplarkuyusu Karyesi hane reislerinin isimleri, lakaplar ve meslekleri
Evliya oğlu Mehmed
Erbab-ı Ziraat
Hasan Kethüda oğlu Hasan
Erbab-ı Ziraat
Şehirli oğlu Balı İbrahim
Irgad
Araplarkuyusu Karyesi
1
1
Araplarkuyusu Karyesi
2
2
Araplarkuyusu Karyesi
3
3
Araplarkuyusu Karyesi
4
4
Araplarkuyusu Karyesi
5
5
Zuracı oğlu Mustafa
Araplarkuyusu Karyesi
6
6
Kara Mehmed
Araplarkuyusu Karyesi
7
7
Araplarkuyusu Karyesi
8
8
Araplarkuyusu Karyesi
9
9
Hatip Osman oğlu
Hamal oğlu Mehmed
Manisalı oğlu Mustafa
Sıra Mehmed oğlu Mahmud
Araplarkuyusu Karyesi 10 10 Parmaksız oğlu Mustafa
Araplarkuyusu Karyesi 11 11 Manisalı oğlu Mehmed
Araplarkuyusu Karyesi 12 12 Kırmızı oğlu Halil
Hatip
Erbab-ı Ziraat
Erbab-ı Ziraat
Erbab-ı Ziraat
Erbab-ı Ziraat
Erbab-ı Ziraat
Erbab-ı Ziraat
Erbab-ı Ziraat
Araplarkuyusu Karyesi 13 13 Emir oğlu Mehmed
Erbab-ı Ziraat
Araplarkuyusu Karyesi 15 15 Kölemenci oğlu İsmail
Erbab-ı Ziraat
Araplarkuyusu Karyesi 14 14 Şehirli oğlu Sıra Mustafa
Araplarkuyusu Karyesi 16 16 Dağlı Yusuf oğlu
Araplarkuyusu Karyesi 17 17 Çakır oğlu Süleyman
Araplarkuyusu Karyesi 18 18 Habib oğlu Mehmed
Araplarkuyusu Karyesi 19 19 Kasap oğlu Ahmed
Araplarkuyusu Karyesi 20 20 Koca Ali oğlu Hacı Halil
Araplarkuyusu Karyesi 21 21 Kanbar oğlu Mustafa
Araplarkuyusu Karyesi 22 22 Koca Mehmed oğlu Ali
Erbab-ı Ziraat
Erbab-ı Ziraat
Erbab-ı Ziraat
Erbab-ı Ziraat
Erbab-ı Ziraat
Erbab-ı Ziraat
Erbab-ı Ziraat
Erbab-ı Ziraat
XIX. Yüzyıl Ortalarında Aydın’da Ova ve Dağ Köylerinin Sosyo-Ekonomik Yapısı:
Araplarkuyusu ve Danişmend Örneği 27
Araplarkuyusu Karyesi 23 23 Hacı Mehmed oğlu Ali
Erbab-ı Ziraat
Araplarkuyusu Karyesi 25 25 Bayram oğlu Yusuf
Erbab-ı Ziraat
Araplarkuyusu Karyesi 27 27 Ezancı oğlu Molla Mustafa
Erbab-ı Ziraat
Araplarkuyusu Karyesi 24 24 İmam oğlu Osman
Araplarkuyusu Karyesi 26 26 Derviş Mehmed
Araplarkuyusu Karyesi 28 28 Mahmud oğlu Ali
Irgad
Erbab-ı Ziraat
Araplarkuyusu Karyesi 29 29 ... Halil
Erbab-ı Ziraat
Araplarkuyusu Karyesi 30 30 Ezancı oğlu Halil
Erbab-ı Ziraat
Araplarkuyusu Karyesi 31 31 Debbağ oğlu Mehmed
Dülger esnafı
Irgad
Araplarkuyusu Karyesi 32 32 Sökeli oğlu Mehmed
Erbab-ı Ziraat
Araplarkuyusu Karyesi 34 34 Hacı Halil oğlu İbrahim
Erbab-ı Ziraat
Araplarkuyusu Karyesi 33 33 Gümüş oğlu Halil
Araplarkuyusu Karyesi 35 35 Dağlı oğlu Halil
Araplarkuyusu Karyesi 36 36 Çakır oğlu Mustafa
Araplarkuyusu Karyesi 37 37 Mesdan oğlu Mehmed
Araplarkuyusu Karyesi 38 38 Bayram oğlu İbrahim
Araplarkuyusu Karyesi 39 39 Bekir oğlu
Araplarkuyusu Karyesi 40 40 Ezancı oğlu Derviş
Araplarkuyusu Karyesi 41 41 Beğ oğlu Mehmed
Erbab-ı Ziraat
Erbab-ı Ziraat
Erbab-ı Ziraat
Erbab-ı Ziraat
Erbab-ı Ziraat
Erbab-ı Ziraat
Erbab-ı Ziraat
Araplarkuyusu Karyesi 42 42 Gavas Ali
Erbab-ı Ziraat
Araplarkuyusu Karyesi 43 43 Karpuzlulu oğlu Hüseyin
Erbab-ı Ziraat
Araplarkuyusu Karyesi 44 44 Mesdan oğlu Ali
Araplarkuyusu Karyesi 45 45 Koca Mehmed oğlu Hüseyin
Erbab-ı Ziraat
Erbab-ı Ziraat
Araplarkuyusu Karyesi 46 46 Kara Veli
Erbab-ı Ziraat
Araplarkuyusu Karyesi 47 47 Koca Bıyık oğlu İsmail
Erbab-ı Ziraat
Araplarkuyusu Karyesi 48 48 Koca Halil oğlu
Araplarkuyusu Karyesi 49 49 Hacı Ali oğlu Ahmed
Araplarkuyusu Karyesi 50 50 Kınalı oğlu
Hüseyin Kethüda oğlu
Araplarkuyusu Karyesi 51 51 Mehmed
Erbab-ı Ziraat
Erbab-ı Ziraat
Erbab-ı Ziraat
Erbab-ı Ziraat
Erbab-ı Ziraat
28 Aysun SARIBEY HAYKIRAN, Mehmet BAŞARAN
Araplarkuyusu Karyesi 52 52 Bayram oğlu Kadri
Erbab-ı Ziraat
Araplarkuyusu Karyesi 54 54 Ataş Süleyman
Erbab-ı Ziraat
Araplarkuyusu Karyesi 53 53 Sökeli oğlu Kara Ahmed
Muhtar Zoraklı Oğlu
Araplarkuyusu Karyesi 55 55 Molla Mehmed
Araplarkuyusu Karyesi 56 56 Boyacı oğlu Mehmed
Erbab-ı Ziraat
Erbab-ı Ziraat
Araplarkuyusu Karyesi 57 57 Kara Hasan
Erbab-ı Ziraat
Araplarkuyusu Karyesi 58 58 Kölemenci oğlu İbrahim
Erbab-ı Ziraat
Araplarkuyusu Karyesi 59 59 Elmacı oğlu Ahmed
Araplarkuyusu Karyesi 60 60 Kusur oğlu Hasan
Araplarkuyusu Karyesi 61 61 Kadı oğlu Mustafa
Erbab-ı Ziraat
Erbab-ı Ziraat
Erbab-ı Ziraat
Duhancı Erbab-ı Ziraat
Ek-2
Belge 1: Araplarkuyusu Karyesi Temettuat Defteri İlk Sayfası
XIX. Yüzyıl Ortalarında Aydın’da Ova ve Dağ Köylerinin Sosyo-Ekonomik Yapısı:
Araplarkuyusu ve Danişmend Örneği 29
Belge 2: Araplarkuyusu Karyesi Temettuat Defteri Son Sayfası
Ek-3: Danişmend Karyesi hane reislerinin isimleri, lakaplar ve meslekleri
Muhtar-ı
Danişmend Karyesi
1 1 Kanadoğlu Hacı Mehmed
Danişmend Karyesi
3 3 Kemerlioğlu Hüseyin
Oduncu
5 5 Kansız oğlu Mehmed
Oduncu
Danişmend Karyesi
Hacı Mehmed oğlu yetimi
6 6 Mehmed
Oduncu
Danişmend Karyesi
Kanad oğlu Ali yetimi
7 7 Mehmed
Oduncu
Danişmend Karyesi
Danişmend Karyesi
Danişmend Karyesi
Evvel
Oduncu
2 2 Salcıoğlu Mehmed
Oduncu
4 4 Koca Ahmed oğlu Yusuf
Oduncu
30 Aysun SARIBEY HAYKIRAN, Mehmet BAŞARAN
Ek-4
Belge 31: Danişmend Karyesi Temettuat Defteri
Ek-5
XIX. Yüzyıl Ortalarında Aydın’da Ova ve Dağ Köylerinin Sosyo-Ekonomik Yapısı:
Araplarkuyusu ve Danişmend Örneği 31
Belge 4: Araplarkuyusu Karyesi Nüfus Defterinin İlk Sayfası
32 Aysun SARIBEY HAYKIRAN, Mehmet BAŞARAN
Ek-6
Belge 5: Danişmend Karyesi Nüfus Defterinin İlk Sayfası
İzmir Araştırmaları Dergisi, Sayı: 11 (33-49), 2019
XIX. YÜZYILDA EGE BÖLGESİNDE JANDARMANIN EŞKIYA İLE
MÜCADELE SORUNSALI
Okan CÖMERT
Makale Geliş Tarihi: Ağustos 2019
Öz
Makale Kabul Tarihi: Kasım 2019
Eşkıya veya eşkıyalık teması yıllar boyunca sosyal bilimlerin ana
konularından birisi olmuştur. Çeşitli bakış açıları veya farklı yaklaşımlar bu
sorunsala yeni tanımlar kazandırmıştır. Eşkıyalık meselesini iç güvenlik
perspektifinden tanımlamakta bu yaklaşımlardan bir tanesindir. Osmanlı
İmparatorluğu içerisinde bir iç güvenlik meselesi olarak eşkıyalığın özellikle Ege
bölgesinde 19. yüzyılda ön plana çıktığını görmekteyiz. Taşrada bir iç güvenlik
kurumu olan Jandarma teşkilatı bu meseleyi bertaraf etmekte büyük bir mücadele
vermiştir. Tam bu noktada bu makalenin amacı, Osmanlı Jandarmasının eşkıyalar ile
mücadelesine iklim, fiziki coğrafya ve insan faktörleri temel alınarak yeni bir bakış
açısı kazandırmaktır. Bu çerçevede makalede, kısaca 19. yüzyıl Osmanlı
İmparatorluğunun genel bir yapısı çizildikten sonra eşkıya ve eşkıyalık terimlerinin
tanımları yapılacaktır. Müteakiben Osmanlı Jandarma teşkilatının eşkıya ile
mücadelede benimsediği harekât tarzı ışığında bu mücadelenin zorluklarından
bahsedilecektir. Sonuç olarak 19. yüzyılda Ege bölgesinde eşkıya çetelerinin neden
giderek çoğaldıklarına ve güçlendiklerine yeni bir açıklama getirilecektir.
Anahtar Kelimeler: 19. yüzyıl, Eşkıya, Efe, Zeybek, İç Güvenlik, Jandarma,
Ege Bölgesi.
IN THE XIXth CENTURY GENDARMERIE’S THE STRUGGLE PROBLEM WITH
BANDITIES IN THE AEGEAN REGION
Abstract
The theme of bandits or banditry has been one of the main subjects of social sciences
over the years. Various perspectives or different approaches have given new
definitions to this problem. One of these approaches is to examine this problem from
the internal security perspective. As a matter of internal security within the Ottoman
Empire, banditry came to the fore especially in the Aegean region in the 19th century.
The Gendarmerie, which is an internal security institution in the provinces, has
struggled to overcome this issue. At this point, the aim of this article is to give a new
perspective to the struggle of the Ottoman Gendarmerie with bandits based on
climate, physical geography and human factors. In this context, after briefly drawing
a general structure of the 19th century Ottoman Empire, the definitions of bandit and
banditry terms will be made. Subsequently, the difficulties of this struggle will be
mentioned in the light of the operation style adopted by the Ottoman Gendarmerie in
Jandarma Üsteğmen, İletişim: okancomert@gmail.com, Çanakkale.
34 Okan CÖMERT
combating the bandits. As a result, a new explanation will be given as to why bandits
gangs have increased and strengthened in the Aegean region in the 19th century.
Keywords: 19th Century, Bandit, Efe, Zeybek, Internal Security, Gendarmerie,
Aegean Region
GİRİŞ
Osmanlı İmparatorluğu da ilk kurulduğu yıllardan itibaren devamlı
olarak bir değişim ve gelişim çabası vardı. Belli bir yöntem çerçevesinde
devlet geliştirilmeye ve düzenlenmeye çalışıldı. Bu gelişim sürecinde
kullanılan yöntemin her zaman en iyisi olduğu düşünüldü. Ancak
savaşlarda yenilgiler başlayıp ülke genel anlamda bir başarısızlık süreci
içerisine girmeye başlayınca mevcut kullanılan yöntemler eleştirilmeye
başlandı. İlk başlarda özellikle askeri alanda bir eksikliğin olduğu hissedilse
de ilerleyen dönemlerde toplumsal, hukuki ve siyasi alanlarda da pek çok
eksiğin olduğu fark edildi. Osmanlı İmparatorluğu yöneticileri 19. yüzyıla
gelmeden çok öncesinde ülkenin birtakım yeniliklere ihtiyacının olduğunun
farkındaydı. Ancak 19. yüzyıl, Osmanlı İmparatorluğu’nun en uzun yüzyılı
olarak hızlı bir değişimin gerekliliğinin en üst noktada hissedildiği yüzyıl
olmuştu. Bu çerçevede Osmanlı kurumları ve toplumunun temelini
oluşturan gelenekleri yeni çıkarılan kanun ve nizamlarla köklü
değişikliklere uğradı1.
Avrupa’yı derinden sarsan Fransız Devrimi ve Sanayi Devrimi,
Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki etkilerini 19. yüzyılda göstermeye
başladı. İmparatorluk, başlangıçta bu devrimleri Avrupa’nın iç meselesi
olarak karşıdan izlemekle yetindi. Ancak yıllar geçtikte bu devrimlere karşı
tedbir almayan ve adaptasyonunu sağlayamayan Osmanlı İmparatorluğu,
kaçınılmaz olarak devrimlerin etkisi altına girdi. Fransız Devriminin
sonucu olarak ortaya çıkan ayrılıkçı milli akımlar, Osmanlı İmparatorluğu
içerisinde de görülmeye başlandı. İmparatorluğu oluşturan milletler, kendi
bağımsızlıklarını elde etmek için tek tek isyan etti. Sanayi Devrimi ile
başlayan büyük bir üretim hamlesi, Osmanlı İmparatorluğunun küçük
üretim tezgâhlarını yutmaya başladı. Avrupa’nın seri üretimine
yetişemeyen Osmanlı sanayisi, Avrupa’ya verilen ekonomik ayrıcalıklarla
birlikte bitme noktasına geldi2.
İlber Ortaylı, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, Timaş Yayınları, 6. Baskı, Osmanlı
Tarihi Dizisi, İstanbul, Şubat 2008, s. 2-3.
2
Donald Quataert, The Ottoman Empire 1700-1922, Cambridge University Press, New
York, 2005, s. 31-33.
1
XIX. Yüzyılda Ege Bölgesinde Jandarmanın Eşkıya İle Mücadele Sorunsalı 35
19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu dış politikası ile iç politikası iç
içe geçmiş durumdaydı. İmparatorluğun dış politikada izlediği politika
doğrudan iç politikasını etkiliyordu. Bu durumun en güzel örneklerini
dönemin dominant ülkeleri ile Balkan sorunları üzerinde yaptıkları
görüşmeler üzerinde görülmekteydi. İmparatorluğun iç politikası da aynı
zamanda dış politika üzerinde belirleyici olabiliyordu. Bu trajik durumun
en iyi örneğini Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa isyanında gözlemlenebiliyordu.
Hem iç hem de dış ilişkilerinde giderek zayıf düşen Osmanlı yönetimi, ülke
sınırlarını korumakta büyük zorluklar çekmesinin yanında, iç huzur ve
güvenini sağlamak konusunda da yetersiz kalıyordu3.
Osmanlı İmparatorluğu’nda bu yüzyılda ülkenin iç huzurunu bozan
en önemli sorunlardan bir tanesi eşkıyalıktı. Eşkıyalar imparatorluk
içerisinde çok tehlikeli bir iç güvenlik problemiydi. Bu problem Osmanlı
İmparatorluğunun geniş coğrafyası dikkate alındığında özellikle
Balkanlarda ve Ege bölgesinde yoğunlaşıyordu. Eşkıyalar işledikleri
hırsızlık, adam kaçırma, kundaklama, cinayet, yol kesme, soygun gibi
suçlarla bulundukları bölgede iç güvenliği sekteye uğratıyordu. İç
güvenliğin sağlanamaması nedeniyle bölgede yaşayan insanlar ya göç
ediyorlar ya da bulundukları bölgede evlerinden çıkmaya çekiniyorlardı.
Bu durum ise bölgenin sosyal ve ekonomik yapısını derinden etkiliyordu4.
Osmanlı İmparatorluğunun kolluk kuvvetleri eşkıya ile mücadelede
zayıf kalıyordu. Özellikle önleyici kolluk önlemleri ve yöntemleri hemen
hemen hiç yoktu. Önleyici olmanın yanında mevcut eşkıya çeteleri ile
mücadelede kullandıkları yöntemlerde tam anlamıyla başarılı değildi. Bu
yüzden eşkıyaların neden olduğu iç güvenlik problemleri Osmanlı
İmparatorluğu’nda çok üst seviyelere kadar çıkmıştı. Özellikle Ege bölgesi
eşkıya çetelerinin fazlasıyla faaliyet gösterdikleri bir alan haline geldi5. Ege
bölgesinin sosyal, ekonomik, coğrafi yapısı ve iklim özellikleri eşkıya
çetelerinin faaliyet gösterebilmeleri için muazzam olanaklar sağlıyordu6.
Bu olanaklar eşkıya çetelerine fayda sağlarken onlarla mücadele eden
Okan Cömert, “19. Yüzyılda Ege Bölgesinde Bir İç Güvenlik Meselesi Olarak
Eşkıyalık”, Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü,
(Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İzmir, 2019, s. 7.
4
Cihan Özgün, “XIX. Yüzyılın İkinci Yarısında Yabancı Sermayeye Tepki: Aydın
Sancağı Üzerine Bazı Tespitler”, Tarih Okulu, Sayı IV, Yaz 2009, s. 20.
5
Okan Cömert 2019, s. 8.
6
Sabri Yetkin, Ege’de Eşkıyalar, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 3. Baskı, İstanbul,
Ağustos 2003, s. 40.
3
36 Okan CÖMERT
Jandarma birimlerinin hareket kabiliyetini sınırlıyordu. Bu çerçevede
bölgede bulunan Jandarma kuvvetleri iç güvenliği sağlayabilmek için pek
çok faktör ile aynı anda mücadele etmesi gerekiyordu.
Eşkıya, Efe, Zeybek
Eşkıyalık kavramının ne anlama geldiğine baktığımızda özünde
işlenmiş bir suçu barındırsa da genel itibariyle çok farklı oluşumların ve
ilişkilerin bir birleşimi olduğunu görürüz. Eşkıya terimi efe, zeybek, haydut,
levent, sekban gibi isimlerle eş anlamlı olarak kullanılabildiği gibi yaygın
bir şekilde ise yağma ve çapulculuk yapan, asayişi bozan kişiler için de
kullanılır. Eşkıyalığın kısa bir tanımını yapacak olursak; eşkıyalık, zor
kullanmak suretiyle münferit ya da gruplar halinde dağlarda ya da meskûn
mahalde ev ve çiftlik basma, yağma, soygun, tecavüz ya da yol kesme gibi
illegal eylemlerin genel adıdır, diyebiliriz7. Ferit Devellioğlu ise eşkıyalık
terimini bedbaht, talihsiz, günahkâr, asi kelimeleri ile tanımlamıştır.
Devellioğlu’nun sözlüğünde eşkıya terimi tekil bir anlamı ifade ederken,
şaki kelimesi ise eşkıyanın çoğul anlamı olarak kullanılmaktadır8. Şaki
kelimesi aynı zamanda Şemseddin Sami’nin eseri Kamus-i Türki’de de
tanımlanmaktadır. Bu eserde bedbaht, bed faal, haylaz, habis, serkeş gibi
kelimeler şaki isminin tanımlanmasında kullanılmıştır9. Ancak zaman
içerisinde ve muhtemelen eşkıyaların en çok kullandıkları suç
yöntemlerinden birisi olması nedeniyle eşkıya kelimesi, Türkçe’de yol
kesen anlamına gelen kātıu’t-tarîk kelimesi ile ifade edilmiştir. Ayrıca
kaynaklarda eşkıya kelimesi haydut, harâmi anlamına gelen muhârib
kelimelerinin karşılığı olarak da kullanılmaktadır10.
Tüm bu terim anlamlarının yanında eşkıyalığın İslam hukukunda da
ayrı bir yeri vardır. İslam hukukunda eşkıyalık fiilinin tam olarak
gerçekleşebilmesi için Müslüman ülkesinde ve Müslümanlara karşı
yapılmış olması gerekmektedir. Bir Müslüman şahsın gayrimüslim bir
şahısa ya da gayrimüslim bir şahısın Müslüman bir şahısa işlediği suç nevi
ne
olursa
olsun
İslam
hukukuna
göre
eşkıyalık
olarak
7
Mehmet Yaşar Ertaş, “18. ve 19. Yüzyılda Osmanlı Taşrasında Yasadışılık: Yerel
İdarecilerle Eşkıya İlişkileri”, Osmanlı’dan Günümüze Eşkıyalık ve Terör, Ed.
Osman Köse, Samsun, Mart 2009, s. 147.
8
Ferit Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, Ankara, 1978, s. 1170.
9
Şemseddin Sami, Kamus-i Türki, İstanbul, 1899, s. 781.
10
Ali Bardakoğlu, “Eşkıya”, İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları,
C. 11, İstanbul, 2013, s. 463.
XIX. Yüzyılda Ege Bölgesinde Jandarmanın Eşkıya İle Mücadele Sorunsalı 37
tanımlanmamaktadır11. Bu durumda Osmanlı İmparatorluğunun Müslüman
tebaasının gayrimüslim tebaa üzerinde gerçekleştirdiği suçları eşkıyalık
olarak tanımlaması tamamıyla İslam hukukuna aykırıdır12. Eşkıyalık, içinde
birkaç suçu barındırabilen karma bir eylem olduğundan suçun
gerçekleşmesi için fıkıh kurallarının çerçevesini çizdiği suçlardan birinin
işlenmiş olması yeterlidir. Bunun için de mala veya şahsa karşı fiilen
işlenmiş bir suç bulunmasa bile sadece yol emniyetinin ve kamu düzeninin
ihlâl edilmesi dahi tek başına yeterli sayılmaktadır13.
Politik açıdan eşkıyalık kelimesinin içeriğine baktığımızda politik bir
çerçevesinin olmadığını görürüz. Eşkıyalığın politik bir çerçeve kazanması
ise chapterizanlık olarak tanımlanmaktadır. Eşkıyalar içinde bulunduğu
toplumdan koparak farklı bağımsız bir topluluk oluşturamazlar. Onlar
sadece içinde yaşadıkları toplumun kriminal parçalarıdırlar. Sahip
oldukları bu kriminal yapı, onların toplumdan uzak bir yaşam sürmelerine
neden olmaktadır. Bu açıdan bakıldığında eşkıyalığı toplumsal düzenin
ayrımcılığına ve haksızlığına maruz kalmış ve bu yüzden mevcut düzene
karşı çıkan kişilerin hareketi olarak da adlandırabiliriz14. Osmanlı
İmparatorluğunda politik olan isyan hareketleri ile politik olmayan
eşkıyalık hareketleri birbirinden ayrılmıştır. Eşkıyalık hareketleri yapısı
gereği mevcut yönetimi değiştirme amacı asla gütmez. Politik bir amaç
çerçevesinde mevcut yönetim şeklini değiştirmeyi amaçlayan ve bu amaç
için mevcut yönetime karşı silahlı mukavemette bulunma hareketine ‘bağy’
denilmektedir15.
Eşkıya terimini tanımladıktan sonra mutlaka efe ve zeybek
kavramlarının da tanımlanması gerekmektedir. Çünkü eşkıyalık ve efelik
kavramı birbiri ile örtüştüğünü gözlemlemekteyiz. Hatta tamamı ile benzer
11
Ali Bardakoğlu 2013, ss. 466-469
BOA, Y..PRK.DH.., 1-90, H- 12.12.1302. Bu belge içerisinde İngiliz vatandaşı olan
gayrimüslim Mösyö Şarno İzmir civarından eşkıya çeteleri tarafından kaçırıldığı ve adı
geçen şahsın serbest bırakılması için pederinden sekiz bin lira fidye istendiğinden
bahsedilmektedir. Belge de önemli olan nokta Müslüman olan Osmanlı İmparatorluğu
içerisinde gayrimüslim bir kişiye karşı suç işleyen Müslüman bir kişi veya kişiler eşkıya
olarak belirtilmektedir.
13
Ali Bardakoğlu 2013, s. 467.
14
Bünyamin Bezci, “İsyanın Sosyo-Politik Tarihselliği: Eşkıyalar, Chapterizanlar ve
Teröristler”, Uluslararası Hukuk ve Politika Dergisi, Cilt 2, No:7, 2005, s. 100.
15
Ali Şafak, “Bağy”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C. 4, İstanbul,
2013, s. 451.
12
38 Okan CÖMERT
olan bir hareket tarzının iki farklı ifadesi olarak karşımıza çıkmaktadır.
Yapılan tanımlamalara baktığımızda eşkıya kelimesinin negatif bir anlamda
kullanıldığı ve efelik kelimesinin ise mevcut harekete pozitif bir nitelik
kazandırma yönünde kullanıldığı görülmektedir. Efe sözlük anlamı ile
Kamus-i Türki adlı eserde, ‘Efendilikten muhaffef (kısaltılmış), Aydın
bölgesinin ileri gelen zeybekleri16 tarafından ağa makamındaki zeybeklere
verilmektedir’ diye bir açıklama yapılmıştır17. Bu tanımdan da anlaşılacağı
gibi zeybeklik, bir ast konumu nitelendirirken, efe kavramı ise lider
pozisyonda olan bir kişiyi bize anlatmaktadır.
Zeybek kelimesinin kökeni ve anlamı konusunda pek çok araştırmacı
pek çok tanım ve görüş ortaya koymuştur. Ancak bu görüşlerin pek çoğuna
baktığımızda bazı kelimelerin anlamlarına dayanarak zeybek kelimesinin
kökenine varmaya yönelik zoraki yorumlanmalar olduğunu görürüz. Bu
yorumlamalar içerisinde en ayakları yere basanlarından bir tanesi Ethem
Oruç tarafından yapılmaktadır. Oruç’a göre Zeybek kelimesinin kökeni
Anadolu’da halen daha yaygın kullanılmakta olan “Zağmak” kelimesinden
gelmektedir. Zağmak, kaçmak, koşmak, seğirtmek anlamında Denizli, Çal,
Sarayköy, Aydın, Buharkent, Manisa, Alaşehir yörelerinde bulunan insanlar
tarafından kullanılmaktadır. Zağmak kelimesindeki –mak fiilden isim
yapım ekini çıkardığımızda ve zağ kelimesine –bek ya da –bak şahıs ekini
getirdiğimizde oluşan zağbek veya zağbak kavramı ortaya çıkmaktadır. Bu
kelime ise sürekli kaçan, belli bir mevkide uzun süreli kalmayan,
gerektiğinde saldırıya geçen ya da kendini savunma amacıyla yer değiştiren
kişi anlamına gelmektedir. Zeybeklik kültüründe bulunan dağlarda
yaşamak, yeri geldiğinde kaçmak yeri geldiğinde de saldırıya geçmek, asla
bir yerde uzun süreli kalmamak gibi hareket tarzları, zeybek kelimesinin
zaybak ya da zaybek sözcüğünden geldiğini söyleyebilmek için mantıklı bir
zemin oluşturmaktadır18.
Görünüşe göre efe kelimesinin kökeni hakkında da kesin bir kanıya
varmak oldukça zor. Ancak kelime kökeninin büyük bir olasılıkla Türkçe
olduğu düşünülmektedir. Çünkü efe kelimesine benzer pek çok sözcük
halen daha Anadolu’nun derinliklerinde kullanılmaktadır. Bunlara birkaç
“Zeybek kelimesini sözlükler, Batı Anadolu’da özellikle dağlık yerlerde yaşayan, iyi
savaşçı, asayiş ve yolların muhafazasından sorumlu ücretli askerler olarak
tanımlanmaktadır.” Ayrıntılı bilgi için bkz. Sabri Yetkin 2003, s. 53.
17
Şemsettin Sami 1899, s. 139.
18
Etem Oruç, Atçalı Kel ve Yağdereli Sinanoğlu Efe, Berfin Yayınları, 1. Baskı,
İstanbul, Mart 2013, ss. 66-67.
16
XIX. Yüzyılda Ege Bölgesinde Jandarmanın Eşkıya İle Mücadele Sorunsalı 39
örnek vermek istersek, aba, ağa, apa, ape, ebe, ede, eke, eme, gibi kelimeler
karşımıza çıkmaktadır19.
Bu kelimelerin hepsinin anlamına baktığımızda ithaf edilen kişi ya da
nesneye büyüklük ve değer katma çabasının olduğu görülmektedir. Efe
sözcüğü de yukarıda sayılan diğer kelimeler gibi iki sesli bir sessiz harften
oluşmaktadır ve nitelendirdiği şahısa önem verme amacı bulunmaktadır.
Hem zeybek hem de efe kelimesinin kökeni ve anlamı hakkında kesin bir
yargıya varılamamasının en önemli nedenlerinden bir tanesi, isyan
kültürünün bir parçası olan efelik ve zeybeklik kültürünün tarihçesinin
köklü olmasıdır. İlk efenin, ilk zeybeğin ne zaman isyan ettiği ve mevcut
düzene ne zaman başkaldırdığı bilinmemesinden dolayı bu kelimelerin
anlam içerikleri ve kökenleri hakkında da kesin ortak bir noktaya
varılamayacağı düşüncesindeyim.
Jandarma’nın Eşkıya ile Mücadelesinde Harekât Tarzı
Eşkıya ile mücadele oldukça zorlu bir süreçti. Eşkıya çetelerinin ne
zaman, nerede, ne yapacakları tam olarak kestirilemiyordu. Böyle bir
durumda eşkıya çetelerini engellemek, takip etmek ve yakalamak kolluk
kuvvetlerini oldukça zorluyordu. Bu zorlu süreç içerisinde görev yapılan
bölgenin huzur ve refahını sağlayabilmek kolluk kuvvetlerinin aynı
zamanda başarısının bir ölçütüydü. Bunun bilincinde olan Jandarma
birlikleri eşkıya ile mücadelede tüm benliğini ortaya koyuyordu. Bu
mücadele içerisinde görevini layığı ile yapmaya çalışan Jandarma
kuvvetleri birtakım yöntemler geliştiriyordu. Bu yöntemleri belirlerken ve
geliştirirken sadece eşkıya çeteleri bir etken olmamış aynı zamanda Ege
bölgesinin coğrafi yapısı, iklim özellikleri, demografik yapısı gibi pek çok
faktör de etkili olmuştu20.
Ege bölgesinin iklim ve coğrafi özellikleri göz önünde
bulundurulduğunda eşkıya çetelerinin burada yoğunlaşmasına elverişli
olduğu görülmektedir. Bu özellikler diğer taraftan Ege bölgesinin iç
güvenliğini sağlamaya çalışan Jandarma kuvvetlerine karşı büyük engel
olduğu görülür. Jandarma kuvvetlerinin eşkıya ile mücadelesinde bölgede
bulunan dağlar kıyıya dik uzanmaktadır ve bu durum iklim yapısına
doğrudan etki etmektedir. Ege denizinden gelen ılıman ve nemli hava iç
Ali Haydar Avcı, Zeybeklik ve Zeybekler Tarihi, Barış Kitap, 2. Baskı, Ankara, 2012,
s. 68.
20
Okan Cömert 2019, s. 134.
19
40 Okan CÖMERT
kesimlerde uzak noktalara kadar ulaşabilmektedir. İç bölgelere kadar
ulaşabilen bu ılıman iklim yapısı Ege dağlarının insan yaşamı için elverişli
hale gelmesini sağlamaktadır. Şu nokta çok önemlidir ki, eşkıyalar çeteleri
de en nihayetinde insanlardan oluşmaktaydı ve bu insanların dağlarda
hayatlarını sürdürebilmek bir takım temel ihtiyaçları vardı. Dağlarda
bulunan elverişli iklim yapısı eşkıya çetelerinin dağlardaki konforunu
doğrudan etkilemekteydi ve dağlardaki kalış sürelerini artmasını
sağlamaktaydı21.
Görsel 1’de22 de görüldüğü üzere Ege bölgesinin bu coğrafi yapısı
aynı zamanda tarımsal üretimini de doğrudan etkilemekteydi. Gediz, Küçük
Menderes ve Büyük Menderes nehirlerinin oluşturduğu verimli alüvyon
ovalar düzenli bir tarımsal üretimin oluşmasına olanak sağlıyordu23. Bu
21
Sabri Yetkin 2003, s. 40.
Okan Cömert 2019, s. 135.
23
Besim Darkot, Metin Tuncel, Ege Bölgesi Coğrafyası, İstanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Basımevi, İstanbul, 1995, ss. 7.
22
XIX. Yüzyılda Ege Bölgesinde Jandarmanın Eşkıya İle Mücadele Sorunsalı 41
tarımsal üretim ise bölgede düzenli ekonomik bir yapının oluşmasını ve
tarımsal ticaretin bu bölgede yoğunlaşmasını sağlıyordu. Tarımsal gelişim
ile üretilen ürünler, kolaylıkla Ege kıyılarına ve Anadolu’nun iç bölgelerinde
bulunan pazarlara ulaştırılabiliyordu. Doğal olarak oluşan bu ticaret yolu
eşkıya çetelerini bu bölgeye doğru çekiyordu. Çünkü eşkıya çetelerinin
varlığını sürdürebilmek için ihtiyaç duyduğu ekonomik kaynaklar bu yol
üzerinden geçen ticaret kervanlarından rahatlıkla elde edilebiliyordu24.
Eşkıya çetelerinin bu bölgede yoğunlaşması bölgede iç güvenliği
sağlamak ile görevli bulunan Jandarma kuvvetlerine büyük görev
yüklüyordu. Başlangıçta bu görevden başarı ile çıkabilmek için Jandarma
kuvvetleri genel olarak Jandarma subaylarının harp okulunda öğrendikleri
nizami harp tekniklerini kullandılar. Ancak bu tarz bir hareket eşkıya
çeteleri ile mücadelede yetersiz kalıyordu. Böyle zorlu bir arazi yapısında
eşkıya çeteleri ile mücadele etmek için Jandarma birlikleri farklı bir harekât
tarzı uygulama zorunluluğunu hissettiler. Eşkıya çeteleri ile büyük
mücadeleler sonrası edinilen tecrübeler Jandarma kuvvetlerini gayri
nizami harp tekniklerini öğrenmeye ve uygulamaya itmişti25.
Bünyamin Bezci 2005, s. 101.
Osmanlı ordusunun uyguladığı gayri nizami harp teknikleri konusunda Enver
Paşa’nın Balkanlarda eşkıya çeteleri ile mücadelelerinin de yer aldığı anılarının
işlendiği, Halil Erdoğan Cengiz, Enver Paşa’nın Anıları 1881-1908, Türkiye İş
Bankası Kültür Yayınları, 12. Baskı, İstanbul, 2019 isimli eser incelenebilir. Ayrıca
Osmanlı İmparatorluğunda gayri nizami harp üzerine sistemli bir şekilde inceleyen
Ömer Fevzi Bey, Osmanlı Gayrinizamî Harp Doktrini, Hazırlayan: Ali Güneş,
Dergâh Yayınları, İstanbul, 2016 isimli eser bu alanda oldukça önemli bir yayındır.
1909 yılına ait bir baskısı ele geçirilen ve bir Osmanlı subayı olan Ömer Fevzi Bey’in
kaleme aldığı Muhafaza-i Asayişe Me’mur Zabitanın Vezaifi: Usul-i Takib-i Eşkıya ve
Çete Muharebeleri oldukça dikkat çekici bir çalışmadır. Bu tarihe kadar birçok ayrılıkçı
hareketle ve eşkıya çeteleri ile mücadele eden Osmanlı subaylarından sadece birisi olan
Ömer Fevzi Bey, edindiği tecrübeleri kaleme almaya karar vermiştir. 1909 sonrası
dönemde Osmanlı askeri okullarında ders kitabı olarak okutulan bu eser içeriği
itibariyle oldukça kapsamlıydı. Bu eserde muharebe sahasının analizi, istihbarat araçları
ile haber elemanları, eşkıya çeşitleri ve bunlarla mücadele yöntemleri, eşkıya ile
mücadele eden subaylarda bulunması gereken dayanıklılık ve sabır, eşkıya çeteleri ile
mücadele edilirken kullanılması gereken taktik ve teknikler, çıkarılacak devriyeler ve
keşif/gözetleme postaları, mola verildiğinde birliğin nasıl hareket etmesi gerektiği, işgal
edilecek olan geçici üs bölgeleri, birliklerin gece ve gündüz yürüyüş usulleri, eşkıya
takibinde arama teknikleri, tesadüf harbi, pusu çeşitleri ve pusuya karşı koyma esasları,
meskun mahalde muharebe, teslim olanların muharebe sahasından çıkarılmaları, eşkıya
ile mücadelede topçu ve süvari birliklerinin kullanılması gibi pek çok konu ayrıntılı
24
25
42 Okan CÖMERT
Osmanlı İmparatorluğu, 20. yüzyıl başlarına kadar savaş alanlarında
edindiği gayri nizami harp tecrübelerini bir talimname ışığında diğer
kuşaklara aktarılamamıştı. Balkanlar ve Ege coğrafyasında Osmanlı kolluk
birimlerinin ve ordusunun eşkıya çeteleri ile mücadele ederken
öğrendikleri gayri nizami harp teknikleri belli bir doktrin etrafında
birleştirilemedi. Ancak dönemin askeri okullarında bu harp tekniğine karşı
savaş alanlarındaki ihtiyaçtan kaynaklanan ayrı bir ilgi vardı. Örneğin,
Erkan-ı Harbiye Mektebinde öğrenci iken Mustafa Kemal Atatürk’e gayri
nizami harp üzerine bir ödev verilmişti. Bu durum bize gayri nizami harbin
askeri okullarda bilinmesi gerekliliğinin dönemin kurmay subayları
tarafından farkında olunduğunu göstermektedir26.
Gayri nizami harp penceresinden Osmanlı İmparatorluğu’nun
Jandarma kuvvetlerinin Ege bölgesindeki eşkıyalar ile mücadelesine
baktığımızda bir takım aydınlatıcı fikirler karşımıza çıkmaktadır. Eşkıya
çeteleri ile nizami harp teknikleri mücadele etmenin zorluklarının farkında
olan Jandarma kuvvetleri, muharebe alanında öğrendiği gayri nizami harp
tekniklerini eşkıya çeteleri ile mücadelede kullanıyordu. Jandarma
kuvvetlerinin uyguladıkları sızma harekâtı, pusu atma, keşif/gözetleme,
haber elemanı ve kılavuz kullanma, istihbarata karşı koyma, istihbarat
krokileri çıkarma, eşkıya işbirlikçilerini tespit etme, meskûn mahalde
muharebe gibi pek çok eşkıya ile mücadele teknikleri gayri nizami harbin
bir unsuruydu27.
19. yüzyılda Ege bölgesinde Jandarma kuvvetlerinin eşkıya ile
mücadelede gayri nizami harp tekniklerini en çok uyguladıkları bölgenin
Aydın dağları olduğu tahmin edilebilir. Görsel 2’de28 üç boyutlu olarak
göstermeye çalışıldığı gibi Aydın dağları oldukça engebeli, kayalık, yer yer
ormanlık alanların olduğu ve bol miktarda dere yatağına sahip bir arazi
yapısı mevcuttur. Coğrafi oluşumların binlerce hatta milyonlarca yıl
içerisinde meydana geldikleri düşünüldüğünde muhtemelen yüz yıl
öncesinde de eşkıya çeteleri Aydın dağlarında aynı coğrafi yapı üzerinde
olarak işlenmiştir. Çeşitli krokilerle de desteklenen eser, subaylar tarafından anlaşılması
için en kolay halini almıştır.
26
Ömer Fevzi Bey 2016, ss. 23-35.
27
Ömer Fevzi Bey 2016, s. 44.
28
Okan Cömert 2019, s. 144.
hayatlarını
XIX. Yüzyılda Ege Bölgesinde Jandarmanın Eşkıya İle Mücadele Sorunsalı 43
sürdürüyorlardı.
44 Okan CÖMERT
Arazi yapısını eşkıya çetelerinin yaşam alanları çerçevesinde
incelediğimizde, ormanlık alanlar ve mağara oluşumları eşkıyalar için
uygun sığınaklar olacağı düşünülebilir29. Ormanlık alanlar aynı zamanda
eşkıya çeteleri için büyük bir gizlenme alanı haline de gelmekteydi. Eşkıya
çeteleri ormanlık alanların büyük bitki örtüsü tabakasını gizleme amacıyla
kullanarak istedikleri hedefe görünmeden varabilirlerdi. Dönemin
Jandarma kuvvetleri bulundukları yerden ancak yatay açıda gözetleme
yapabiliyorlardı. Önlerine çıkan her doğal örtü eşkıyaların tespitinde kolluk
kuvvetlerinin işini zorlaştırıyordu.
Jandarma kuvvetleri buna benzer bir sorunu dere yatakları
içerisinden eşkıya çetelerini tespit etmekte de yaşıyor olabilir. Dere
yatakları oluşumları itibariyle dağlarda yüksek zemin ile daha alçak zemin
arasında doğal bir yol görevi görür. Dönemin dağ yolları teknolojisinin çok
gelişmiş olmadığı düşünüldüğünde dağları tırmanırken ve dağlardan
inerken bu kurumuş dere yataklarını kullanmak oldukça mantıklı
gözükmektedir. Dere yataklarından hareket eden eşkıya çeteleri, yatak
kenarlarında bulunan doğal yükseltileri kullanarak etraftan görünümlerini
minimize ediyor olmalıydı. Bu durum ise sadece yatay açıdan bakma
şansları olan takip kollarının eşkıya çetelerini tespit etmesini oldukça
güçleştiriyordu.
Jandarma subayları harp okulunda aldıkları eğitim çerçevesinde
arazinin muharebeyi ne ölçüde etkileyebileceğini öngörebiliyorlardı. Bu
yüzden çok iyi bir harita eğitimi alıyorlardı30. Aldıkları bu harita eğitimi
sayesinde eşkıya çeteleri ile karşılaşılacak muhtemel muharebe sahalarının
krokilerini çıkarıyorlardı31. Kolluk kuvvetleri Ege dağları gibi zorlu bir
BOA, DH.ŞFR., 649-25, R- 22.10.1335. Bu belge içerisinde Sökeli Kapdan
Aleko’nun Sisam Deniz’inde teşkilatlandırdığı dört bin Rum eşkıyanın Kuşadası ve
Antalya sahiline çıkacakları haber alındığından Aydın ve havalisince tedabir-i lazıme
ittihaz kılındığına ve hatta bu kuvvetle alakadar olan bir Rum çetesinin Milas ile Söke
arasındaki Foça Ormanı’nda görülmesiyle takip müfrezelerinin çıkarıldığından
bahsetmektedir. Görüldüğü üzere ormanlık alanlar eşkıya çeteleri için yaşam alanları
olabilmektedir.
30
İsmail Hakkı Demircioğlu, Ebru Demircioğlu, İnanç Genç, “Jandarma Alay
Mektepleri Öğretim Programı”, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Jandarma, Berikan
Yayınevi, Ankara, 2018, s.93.
31
Ege bölgesinde Jandarma kuvvetlerinin kullandıkları bu krokilere arşiv gizliliği
nedeniyle ulaşılamasa da, Jandarma subaylarının harp okulunda aldıkları harita eğitimi
gereği olarak bu bilgilerini muharebe hazırlık aşamasında kullandıkları öngörülebilir.
Bir Osmanlı subayı olan Enver Paşa’nın Balkanlar kendi elleri ile çizdiği krokiler, bu
29
XIX. Yüzyılda Ege Bölgesinde Jandarmanın Eşkıya İle Mücadele Sorunsalı 45
arazide hareket etmeden önce mutlaka eşkıya çetelerinin muhtemel
bulunabilecekleri noktaları bu krokilere işlemeliydi. Eşkıyaların
kullanabileceği yollar, köprüler, su kaynakları, mandıralar, göçer dinlenme
noktaları, meskûn mahaller mutlaka bilinmeli ve haritada anlaşılır şekilde
gösterilmeliydi.
Ancak mevcut bu krokilerin bir olumsuz noktaları vardı: Hazırlanan
krokiler iki boyutlu bir görsel araçtı. Krokiler iki boyutlu olması nedeniyle
arazi yapısını tam olarak yansıtmıyordu. Jandarma kuvvetleri istenilen
hedefe ulaşabilmek için kullanacakları yolları, köprüleri, araziyi mutlaka
önceden
değerlendirmeliydi.
Muhtemel
muharebe
alanını
değerlendirebilmek için mutlaka araziyi yakından görmek gerekiyordu. Bu
durum ise bölgeyi iyi tanıyan ve tecrübeli Jandarma personelinin eşkıya
takibinde mutlaka görevlendirmesi zorunluluğunu doğuruyordu32.
Tecrübeli olmayan ve bölgeyi tam olarak bilmeyen Jandarma
personelinin çalıştığı bölgelerde saha kılavuzlarının kullanılması büyük
önemli bir süreçti. Faaliyet gösterilecek arazide bulunan yolların ve
köprülerin gidiş ve gelişlere uygun olup olmadığı, arazinin tahdit ettiği
noktalarda bulunun uygun geçiş güzergahları, doğal engeller, içilebilir su
kaynakları ve diğer eşkıya takibinde Jandarma kuvvetlerinin harekât
kabiliyetini etkileyebilecek unsurlar ancak bölgeyi çok iyi tanıyan
kılavuzlar sayesinde öğrenilebilirdi. Bu çerçevede Ege bölgesinde eşkıya
takibinde Jandarma kuvvetlerine yardımcı olması için sıklıkla kılavuzlar
görevlendiriliyordu33.
Jandarma kuvvetlerinin eşkıya takibinde kılavuzları kullanma
yöntemleri üzerine mevcut arazi yapısı da göz önünde bulundurulup
düşünüldüğünde iki farklı kılavuz kullanma durumu ön görülmektedir.
Bunlardan ilki, takip kollarının eşkıya çetesini sabit bir noktada olmasını
beklendikleri durumdur. İkincisi ise eşkıya çetesinin arazi üzerinde nerede
olduğu bilinmeden geniş bir arazi kesiminde arandığı durumdur. Birinci
durumda, kolluk kuvvetleri muhbirleri vasıtası ile el ettikleri bilgiler
eğitim seviyesinin ne düzeyde yüksek olduğunun bir göstergesi olabilir. Enver Paşa’nın
çizdiği krokilerin görselleri için, Halil Erdoğan Cengiz 2019, ss. 114-115’e bakınız.
32
BOA, YEE..KP.., 40-3903, H- 29.12.1341. Bu belge içerisinde Saruhan sancağı
civarında bulunan eşkıya hareketliliğinin artışı ehil olmayan güvenlik birimleri amiri
nedeniyle gerçekleştiğine vurgu yapılmaktadır.
33
BOA, BEO, 3483-261173, H- 10.01.1327. Bu belgede Aydın vilayeti çevresinde
eşkıyaları etkisiz hale getirmekle görevli kolluk birimlerine yardımcı olmaları için
görevlendirilen kılavuzlara verilecek mükâfatlardan bahsedilmektedir.
46 Okan CÖMERT
ışığında eşkıyaları etkisiz hale getirmek için belli bir yerde yakalama
operasyonu düzenlemek istemekteydi. Bu yer belli bir meskûn mahalde ev,
ahır, dam vb. olabileceği gibi belli bir arazi kesiminde sığınak, mağara da
olabilirdi. Kolluk kuvvetleri böyle belli bir operasyonda hedefe ulaşırken
sessiz, kimseye görünmeden, kestirme yollar kullanarak ve hedefe en hızlı
şekilde ulaşmak zorundaydı. Bu hareket kabiliyetini ancak bölgeyi çok iyi
bilen kılavuzlar sayesinde yapabilirdi. Ayrıca istenilen mevkiye varıldıktan
sonra hedefin bulunması ve teyit edilmesi ancak bölge kılavuzları marifeti
ile sağlanabilirdi. İkinci durumda ise kolluk kuvvetleri eşkıyanın tam olarak
yerini bilememekte ve geniş bir arazi kesimi üzerinde aramaktaydı. Böyle
bir durumda arama yapılan arazinin fiziki yapısının çok iyi bilinmesi
gerekiyordu. Bu bilgiler çerçevesinde eşkıyanın geniş arazi kesiminde
bulunabileceği yerler tahmin edilerek bu bölgelere pusu kurulması marifeti
ile eşkıyaların yakalanmasına çalışılıyor olmalıydı.
Jandarma kuvvetleri için Ege dağları üzerinde eşkıya çetelerinin
bulundukları yerlerin tam olarak nerede bulunduklarını bilmek hayati
önem taşıyordu. Eşkıya çetelerinin barındıkları alanları nokta istihbarat ile
bilmek ve kolluk kuvvetlerini bu bilgi çerçevesinde sevk ve idare etmek,
eşkıya çeteleri karşısında başarılı olmanın önemli gerekliliklerinden bir
tanesiydi. Kolluk kuvvetlerinin ihtiyaç duyduğu bu bilginin kaynaklarından
bir tanesi muhbirlerdi. Jandarma kuvvetlerinin kullandıkları muhbirler
genel olarak yerel halktan olup, gizli olarak kolluk kuvvetlerine eşkıya
çeteleri hakkında bilgi getiriyorlardı. Çoğunlukla eşkıya çetelerinden zarar
görmüş olan ailelerin fertlerinden olan bu kişilerin devamlı olarak
eşkıyalar hakkında elde ettikleri bilgileri Jandarma birimlerine aktarması
çok önemliydi. Bu bilgi akışını düzenli olarak sağlayabilmek ve bölgede
bulunan diğer insanları da Jandarma’ya eşkıyalar hakkında bilgi vermeye
teşvik etmek için zaman zaman para ödülleri verilebiliyordu34.
Muhbirlere para ödülü verilmesi yöntemi eşkıya çeteleri hakkında
bilgi almak için sıklıkla kullanılan eski bir yöntemdi. Bu yöntem ile
muhbirlerin sayısı arttırılıp, harcadıkları emeklerin ekonomik bir
karşılığının olduğu diğer bölge halkına gösterilmek istenmişti. Yöntemin ne
kadar başarılı olduğu tartışma götürebilir. Çünkü muhbirlerin verdikleri
bilgiler çerçevesinde eşkıya ile mücadele eden Jandarma birlikleri, bölge
BOA, MV, 124-15, H- 03.01.1327. 25 Ocak 1909 tarihli bir belgede eşkıya ile
mücadelede İzmir’e gönderilen iki tabur kuvvetindeki takip koluna bilgi sağlaması ve
eşkıya çetelerinin daha rahat bulunabilmesi için görevlendirilen muhbirlere nakdi ödül
verilmesi teklif edilmiştir.
34
XIX. Yüzyılda Ege Bölgesinde Jandarmanın Eşkıya İle Mücadele Sorunsalı 47
bazında başarısız olursa ve eşkıyaları yakalayamazsa bu durum muhbir için
hiç iyi olmazdı. Taşrada eşkıya çeteleri kendilerini ihbar eden kişiyi
kolaylıkla öğrenebilirdi. Hemen ardından ise muhbiri ve onun ailesini
ölümcül şekilde cezalandırabilirdi35.
SONUÇ
Osmanlı İmparatorluğu 19. yüzyılda dış ilişkilerinde yaşadığı
buhranlı süreç içerisinde iç politikasında da çok derin yaralar aldı.
Eşkıyalar ve onların meydana getirdikleri iç güvenlik meseleleri Osmanlı
İmparatorluğu’nun bu yüzyılda en temel iç problem konu başlıklarından
birisi oldu. Tam bu noktada Jandarma teşkilatı bu temel problem ile
mücadele etmek ve problemi etkisiz hale getirilmek için büyük bir
sorumluluğu üzerinde buldu. Osmanlı İmparatorluğu’nun 19. yüzyılda yeni
kurulmuş bu iç güvenlik kurumu, eşkıya çeteleri ile mücadelede tecrübeye
dayanan yeni yöntemler geliştirmiş ve bunu başarı ile Ege bölgesinin zorlu
arazi yapısında başarı ile uygulamaya çalışmıştır. Ancak eşkıya çetelerinin
faaliyet gösterdikleri arazi yapısını çok iyi tanıması, bölge halkı üzerinde
büyük bir nüfuza sahip olmaları, bölge halkının bir kısmının destek
vermesi, bölgede görev yapan Jandarma personelin tecrübe eksiği, takip
kollarının zorlu arazi yapısında yetersiz donanım ile görev yapmak
zorunda kalması, insan istihbaratının eşkıyalar hakkında tek bilgi alma
kaynağı olması gibi nedenler Jandarma kuvvetlerinin eşkıya çeteleri ile
mücadelesini ciddi seviyede zorlaştırmıştır.
KAYNAKÇA
I. Arşiv Kaynakları
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı (BOA)
BOA, Y..PRK.DH.., 1-90, H- 12.12.1302.
BOA, DH.ŞFR., 649-25, R- 22.10.1335.
BOA, YEE..KP.., 40-3903, H- 29.12.1341.
BOA, BEO, 3483-261173, H- 10.01.1327.
BOA, DH.EUM., 23-24, H- 25.12.1335.
BOA, DH.EUM., 23-24, H- 25.12.1335. Bu belgede eşkıya çeteleri kendilerini ihbar
ettiklerini öğrendikleri Cabir isimli kişiden intikam almak için annesi Esma Hanım’ı
öldürdüklerinden bahsetmektedir.
35
48 Okan CÖMERT
II. Araştırma ve İnceleme Eserleri
Avcı, Ali Haydar, Zeybeklik ve Zeybekler Tarihi, Barış Kitap, 2. Baskı, Ankara, 2012.
Bardakoğlu, Ali, “Eşkıya”, İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, C.
11, İstanbul, 2013.
Bey, Ömer Fevzi, Osmanlı Gayrinizamî Harp Doktrini, Hazırlayan: Ali Güneş, Dergâh
Yayınları, İstanbul, 2016.
Bezci, Bünyamin, “İsyanın Sosyo-Politik Tarihselliği: Eşkıyalar, Chapterizanlar ve
Teröristler”, Uluslararası Hukuk ve Politika Dergisi, Cilt 2, No:7, 2005.
Cengiz, Halil Erdoğan, Enver Paşa’nın Anıları 1881-1908, Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları, 12. Baskı, İstanbul, 2019.
Cömert, Okan, “19. Yüzyılda Ege Bölgesinde Bir İç Güvenlik Meselesi Olarak
Eşkıyalık”, Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi
Enstitüsü, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İzmir, 2019.
Darkot, Besim, Metin Tuncel, Ege Bölgesi Coğrafyası, İstanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Basımevi, İstanbul, 1995.
Demircioğlu, İsmail Hakkı, Ebru Demircioğlu, İnanç Genç, “Jandarma Alay
Mektepleri Öğretim Programı”, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Jandarma, Berikan
Yayınevi, Ankara, 2018.
Devellioğlu, Ferit, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, Ankara, 1978.
Ertaş, Mehmet Yaşar, “18. ve 19. Yüzyılda Osmanlı Taşrasında Yasadışılık: Yerel
İdarecilerle Eşkıya İlişkileri”, Osmanlı’dan Günümüze Eşkıyalık ve Terör, Ed.
Osman Köse, Samsun, Mart 2009.
Ortaylı, İlber, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, Timaş Yayınları, 6. Baskı, Osmanlı
Tarihi Dizisi, İstanbul, Şubat 2008.
Oruç, Ethem, Atçalı Kel ve Yağdereli Sinanoğlu Efe, Berfin Yayınları, 1. Baskı,
İstanbul, Mart 2013.
Özgün, Cihan, “XIX. Yüzyılın İkinci Yarısında Yabancı Sermayeye Tepki: Aydın
Sancağı Üzerine Bazı Tespitler”, Tarih Okulu, Sayı IV, Yaz 2009.
____________ “Osmanlı Devleti’nde Jandarma Kuvvetlerinin Eşkıya ve Çeteleri Takip
Etme Yöntemleri”, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Jandarma, Berikan Yayınevi,
Ankara, 2018.
Quataert, Donald, The Ottoman Empire 1700-1922, Cambridge University Press,
New York, 2005.
Sami, Şemseddin, Kamus-i Türki, İstanbul, 1899.
XIX. Yüzyılda Ege Bölgesinde Jandarmanın Eşkıya İle Mücadele Sorunsalı 49
Şafak, Ali, “Bağy”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C. 4, İstanbul, 2013.
Yetkin, Sabri, Ege’de Eşkıyalar, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 3. Baskı, İstanbul,
Ağustos 2003.
İzmir Araştırmaları Dergisi, Sayı: 11 (51-77), 2019
İZMİR FUTBOLUNDA BİRLİK BERABERLİK GÜNLERİ: MUHTELİT
TAKIMLAR*
Fehim KURULOĞLU
Makale Geliş Tarihi: Ağustos 2019
Öz
Makale Kabul Tarihi: Kasım 2019
İzmir’de kurulan spor kulüpleri arasındaki rekabet tüm Türkiye’de bilinen bir
gerçektir ve Karşıyaka-Göztepe, Göztepe-Altay, Altay-Karşıyaka maçları birçok spor
otoritesince en çok bilinen derbi mücadeleleri arasında gösterilmektedir. Söz konusu
kulüpler arasında günümüzdeki bu rekabet, kuruldukları ilk yıllardaki tutum ve
mücadeleleri karşılaştırıldığında taban tabana bir zıtlık göstermekteydi. Karşıyaka
Mümarese-i Bedeniye Kulübü ve Altay Gençlik Kulübü’nün kuruluş amaçlarına
bakıldığında bu durum net bir şekilde görülebilir. Her iki kulübün kuruluş gayesi
şehirdeki Türk gençlerinin sıhhatli ve idmanlı olmalarını sağlamakla birlikte
İzmir’de daha etkili ve güçlü konumda olan gayrimüslim takımlara karşı mücadele
etmekti. Bu kapsamda Türk takımları birbirleri aralarında maçlar yapmalarının
yanı sıra kurdukları muhtelit takımlar vasıtasıyla güç birliği yaparak gerek yabancı
takımlar gerekse İstanbul takımlarına karşı çeşitli müsabakalar düzenlediler.
Bu çalışmada İzmir karmalarının İngiliz Takımı, İstanbul kulüpleri, Levski,
Temeşvar ve El İttihad takımlarına karşı yaptıkları futbol maçları değerlendirilerek,
takımların nasıl ve hangi oyunculardan oluşturulduğu, maçlarda alınan sonuçlar
bağlamında İzmir futbolunun yabancı takımlar ve İstanbul takımlarına karşı o
günkü durumu ortaya konulmaya çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: XX. Yüzyıl, İzmir, Futbol, Muhtelit Takımlar.
UNITY AND SOLIDARITY DAYS OF IZMIR FOOTBALL CLUBS: MIXED
FOOTBALL TEAMS
Abstract
The competition among Izmir football clubs is a well known reality in Turkish
football community. Karsıyaka-Goztepe, Goztepe-Altay, Altay-Karşıyaka football
games are shown as one of the most though matches in Turkey by sport authorities.
The contrast between foundation period of these clubs and today is very marked.
During foundation period esspecially Altay and Karsıyaka struggled together against
non-muslim teams in İzmir such as Greek, Armenian, Levantine. The main purpose of
these clubs to keep healty and well-trained the Turkish youth and also defeat other
Bu çalışma 15 Şubat 2018 tarihinde TSYD İzmir Şubesi’nin Yaşar Üniversitesi’nde
düzenlediği “İzmir Spor Tarihi Kongresi”nde sözlü olarak sunulan bildirinin geliştirilmiş
halidir.
Dr.,
Gaziosmanpaşa
Üniversitesi
Fen-Edebiyat
Fakültesi
Tarih
Bölümü.
fehim.kuruloglu@gop.edu.tr, https://orcid.org/0000-0001-7024-5423
52 Fehim KURULOĞLU
teams. To doing that sometimes Turkish clubs joint their forces against other clubs.
After the National Struggle the roles changed and rivalry between these clubs were
transformed.
Izmir football clubs occasionaly founded a mixed team in the name of “İzmir
Muhteliti”. The football board of the city choose the best players from each teams and
that team played against British team, Istanbul teams, Levski from Bulgaria,
Temeşvar from Romania and El-Ittıhad from Egypt. This article discusses below
questions: How these games organized? How much succeeded Izmir teams during
these games? What was the main parameters to found a mixed team?
Key Words: XX. Century, İzmir, Football, Mixed Teams.
GİRİŞ
Bilindiği üzere İzmir modern sporların Osmanlı Devleti’ne girdiği
önemli merkezlerden biridir. Sportif faaliyetler konusunda birçok ilkin
yaşandığı bu şehir Türk futbol tarihi açısından da ayrıcalıklı bir konuma
sahiptir. 1 Futbolun Osmanlı Devleti sınırları içinde ilk oynandığı yerlerden
biri olan İzmir, XX. yüzyılın başlarında önceki asra kıyasla ekonomik ve
kültürel gelişim alanlarında biraz geriye düşse de geçmişten aldığı güç,
gelenekleri ve sahip olduğu renkli etnik ve dini yapı sebebiyle Osmanlı
Devleti’nin en önemli şehirlerindendi.
Bilhassa İstanbul’da hızlı bir şekilde gelişim gösteren futbol, 1912
yılında Karşıyaka Kulübü ve ardından 1914 yılında kurulacak olan Altay
Kulübü ile İzmirli Türkler için artık bambaşka anlamlar ifade etmeye
başlayacaktı. Bu tarihlere kadar İzmir’deki spor sahalarında yalnızca Rum,
Ermeni, İngiliz ve İtalyanların kurmuş oldukları takımların sözü geçerken,
Türkler saha kenarında seyirci olmakla yetinmekteydiler.2 XX. yüzyıl
başlarında İzmir’deki en etkili takımlar arasında; Pelops, Panionios,
Apollon, İskos, Karavokiri, Midilli, Vanderers, Apetyan, Scholl, Evangelidis,
Amerikan Koleji Takımı ve Garibaldi yer almaktaydı.
Bu dönemde ülkedeki futbol organizasyonu mahalli turnuvalar
şeklinde organize edilmekteydi. İstanbul ve İzmir futbol maçlarının yoğun
ilgiyle takip edildiği, takım sayısının lig kurmaya yetecek kadar fazla olduğu
başlıca iki futbol şehriydi ve bu iki şehir arasında futbolda geçmişi
1890’lara dayanan bir rekabetin var olduğu bilinmektedir. Bu rekabet XX.
yüzyılda da sürmüş ve iki şehir takımları dönem dönem özel turnuvalar,
Hasan Mert, Geçmişten Günümüze Sosyal Ekonomik ve Kültürel Yönleriyle Bornova,
İzmir 2008, s.225.
2 Cemal Ahmed, “İzmir Şampiyonu Karşıyaka Kulübü’nün Mazisi”, Spor Âlemi, 25.10.1926,
S.241, s.4.
1
İzmir Futbolunda Birlik Beraberlik Günleri: Muhtelit Takımlar 53
organizasyonlar, şenlikler kapsamında karşı karşıya gelmiş idi. Kulüplerin
kendi adlarına yaptıkları müsabakalar haricinde iki şehrin karma takımları
da bu mücadelelerde yerini almıştır.
Bu tarz organizasyonlardan başka bilhassa Cumhuriyetin ilanı
sonrası gerek İstanbul’a gerek İzmir’e gelen yabancı ülke futbol
takımlarının özel müsabakalar yaptıkları görülmektedir. Dönemin basını
bu maçlara birer milli maç havasında yaklaşmıştır. Karşılaşmalara atfedilen
önem o kadar artmıştır ki dönemin futbol federasyonu diyebileceğimiz
“İdman Cemiyeti İttifakı” kulüplere gönderdiği yazıda “milli hüviyete” sahip
muhtelit takımların oluşturulmasını zorunlu tutmuştur. Bu uyarının
altında, 1923 yılında İstanbul’a gelen Macar ve Çek takımlarının
Galatasaray, Fenerbahçe ve Altınordu takımları ve bunlardan oluşan
muhtelit takımlara karşı elde ettiği farklı sonuçlar yatmaktadır.3
Muhtelit yani karma takım oluşturma geleneği yukarıda ifade edildiği
gibi İstanbul-İzmir rekabetinin ilk yıllarına kadar dayanmaktadır. İzmir
muhteliti ile Moda FC arasında 27 Aralık 1897 tarihinde oynanan
karşılaşma aynı zamanda şehirler arası ilk deplasman maçı olarak kabul
edilmektedir. Öte yandan iki muhtelit takımın arasındaki ilk deplasman
müsabakası da 22 Aralık 1922 de Adana muhtelitinin Mersin muhteliti ile
karşılaşmak üzere Mersin’e yaptığı seyahat olarak kabul edilmektedir.4
Karma takım oluşturma düşüncesinin çıkış noktası şehirlerin kendilerini
spor sahalarında en güçlü kadrolarla temsil etme ihtiyacından doğmuştur.
İstanbul ve İzmir gibi futbol kulüplerinin fazla olduğu şehirlerde bu tür
kadroların oluşturulması mıntıka teşkilatları tarafından organize
edilmekteydi. Ancak konu kadro tercihlerine geldiğinde, günümüzde Milli
Takım kadroları ne kadar tartışmalıysa o dönemde de benzer tartışmaların
yapıldığı görülebilmektedir.
Mehmet Ali Gökaçtı, Bizim İçin Oyna, İletişim Yayınları, İstanbul 2008, s.97.
Mehmet Yüce, İdmancı Ruhlar Futbol Tarihimizin Klasik Devreleri 1923-1952,
İletişim Yayınları İstanbul 2015, s.53.Yüce yaptığı araştırmada 1897-1913 yılları arasında
İzmir muhtelitlerinin İstanbul muhtelitleri ve kulüplerine karşı 19 maç yaptığını ve
bunlardan skorları tespit edilebilen 12 maçın 8’ini İzmir muhtelitinin kazandığını
belirtmektedir. Bkz. Yüce, a.g.e., s.61-62. Burada ifade edilmesi gereken husus bu
dönemdeki muhtelit kadrolar gayrimüslim sporculardan oluşmasıdır ki söz konusu
periyotta Türk sporcuların örgütlenme ve oyunu öğrenme noktasında emekleme çağında
oldukları söylenebilir.
3
4
54 Fehim KURULOĞLU
Muhtelit Nasıl Kurulacak?
İzmir muhtelitinin nasıl oluşturulacağı konusunda çeşitli fikirler
ortaya atıldı. En yaygın uygulama İzmir Futbol Heyet-i Müttehidesi’nin
(İzmir Futbol Heyeti Birliği) İzmir muhtelitinde oynayacak oyuncuları
tespit etmesi usulü olmuştur. Örneğin heyet, Temeşvar takımı ile
oynanacak müsabaka için 27 oyuncu seçmiş ve lig maçlarını erteleyerek
takımın bir an evvel hazırlıklara başlaması talimatını vermişti. Seçilen
futbolcular kırmızı ve beyaz olmak üzere iki takıma ayrılarak
antrenmanlarını maç gününe kadar bu şekilde sürdürmüşlerdir.5
Yine bir başka örnekte, 1925 yılında İzmir’e gelecek SüleymaniyeBeykoz muhtelit takımına karşı çıkarılacak İzmir Muhtelit kadrosunun
tespitinin nasıl yapıldığını Cemal Ahmed Bey Anadolu Gazetesi’ndeki
köşesinde şöyle anlatmıştır: “Futbol Heyeti’nin istifası dolayısıyla muhtelit
takım teşkili mesuliyetini bittabi hiç kimse üzerine alamazdı. Fakat alelacele
iş görmeye alışan bizler buna da çare bulduk. Dün Karşıyaka’ya her kulüpten
birer murahhas davet edildi. Gelen altı kulüp murahhasları bu meseleyi
hallettiler.”6
Muhtelit tespiti için ilginç öneriler de gelmekteydi. Kısa bir süre
yayın hayatında kalan İzmir İdman Mecmuası İzmir muhtelitinin tespiti için
mini bir anket düzenlenmesini önermekteydi. Bu ankete İzmir’deki futbol
kulüplerinin birinci takımlarında oynayan oyuncuların katılmaları
istenerek yapılan listelerin gazete yazıhanesine iletilmesi ve ortaya çıkan
sonuç üzerinden kadro tartışmalarının yapılması önerilmişti.7
Kulüpçülük Tartışmaları
Muhtelit takımların kurulmasında en çok karşılaşılan problemlerden
biri kulüpçülük zihniyeti idi. Her kulüp bu tür organizasyonlarda daha fazla
sporcu ile temsil edilmek ister. Dolayısıyla kadroların oluşturulması
esnasında yöneticilerin ve hatta müsabakalar esnasında futbolcuların
kulüpçülük zihniyetiyle hareket ederek şehri temsil edecek takıma zarar
verebildikleri görülebilmektedir. Bunun İzmir özelinde ilk örneğini İzmir
muhtelitinin Garibaldi ile oynadığı hazırlık karşılaşmasında görmek
mümkündür.8 İstanbul muhtelitiyle karşılaşmadan evvel gücünü denemek
“Bugünkü Maçlar”, Anadolu, 22 Kânunusani 1926.
“İzmir Muhteliti Teşekkül Etti”, Anadolu, 21 Nisan 1925.
7 İzmir İdman Mecmuası, 1 Mayıs 1340, S.1, s.6. Bu dergi yalnızca bir sayı çıkabilmiştir.
8 “Bugünkü Maçlar”, Anadolu, 05 Mart 1926.
5
6
İzmir Futbolunda Birlik Beraberlik Günleri: Muhtelit Takımlar 55
isteyen İzmir karması Garibaldi-İngiliz muhteliti karşısında beklenen
oyununu oynayamamasına rağmen 3-2 galip gelmişti. Müsabakada
oyuncular arasındaki ahenksizliği ve anlaşmazlığı net bir şekilde gören Gol
Mecmuası muhabiri sonucu kulüpçülük ihtiraslarına bağlamıştı: “Altaylılık,
Karşıyakalılık, Altınordululuk bir dereceye kadar dâhili müsabakalarda
bütün heyecanla devam etsin, ya fakat İzmir’i temsil edecek bir muhtelitte
yalnız İzmir gençliği olmalı ve bu düşünce ile hareket edilmelidir.”9
Kulüpçülükle ilgili bir diğer tartışma da Mısır şampiyonu El İttihad
takımının İzmir seyahatinde yaşandı. Bu maça çıkacak muhteliti tespit
etmek üzere Altay ve Karşıyaka karmasına karşı Altınordu takımı arasında
bir müsabaka düzenlendi ve maçı Altay-Karşıyaka muhteliti 4-1 kazandı.10
Bu maçtan bir süre sonra Altaylı ve Karşıyakalı sporcuların maça
çıkmayacağı yönünde haberler basına yansımaya başladı. Anadolu Gazetesi
bu menfi haberler üzerine yayınladığı bir makalede “İzmir sporculuğunun,
İzmir gençliğinin ve İzmir’in şerefi için” kulüpçülük zihniyetinden
sıyrılmalarını ve her iki tarafın da fedakârlıkta bulunması gerektiğini
belirtmişti. 11 Kadro anlaşmazlığından çıkan bu tartışmalar El İttihad
takımıyla iki farklı kadronun iki maç yapması ile nihayete erdi.12
1926 senesinde Cumhuriyet Gazetesi’nin ortaya koyduğu bir kupa
için İstanbul muhtelitiyle karşılaşacak olan İzmir muhtelitinin kadro
tercihiyle ilgili tartışmalar bu sefer de yedek kaleci götürülmemesinden
çıktı. Bu tercih de kulüpçülük yapıldığı şeklinde yorumlanmıştır: “Futbol
heyetinin çok mühim olan bu noktayı ihmali bir kısım azasının maalesef İzmir
şerefi namına değil, kendi kulüpleri namına hareketlerinden münbaistir ve
onların kıymeti hakkında bir fikir verebilir.”13
Kulüpler arasındaki anlaşmazlıklar futbolcu seçimden başka hasılatın
paylaşılmasında da kendisini göstermiştir. Fenerbahçe’nin 1925 yılındaki
İzmir seyahatinde ise anlaşmazlığın temelinde hâsılatın paylaşılması vardı.
Fenerbahçe Karşıyaka, Altınordu, Altay ve İzmir muhteliti ile 4 maç yapmak
Ahmed Said, “Muhtelit Takımın Muvaffakiyetsizliği”, Gol Mecmuası, 10 Mart 1926, S.19,
s.10. Muhtelit takım şu isimlerden oluşmaktaydı: Fehmi, Malik, Burhan, Alaaddin, Hamid,
Danyal, Feyzi, Şevki, Nevzad, Halil, Nadir, Vahab, İsmail Hakkı, Zeki Beyler. Anadolu, 04
Mart 1926.
10 “Cuma Günkü Futbol Müsabakaları”, Anadolu, 05 Eylül 1926.
11 “Sporcularımız Anlaşmalıdır”, Anadolu, 23 Eylül 1926.
12 “Misafir Kardeşlerimiz Altay-Karşıyaka Muhteliti İle Karşılaşıyor”, Anadolu, 24 Eylül
1926.
13 “Bugünkü Maç”, Anadolu, 15 Teşrinisani 1926.
9
56 Fehim KURULOĞLU
üzere İzmir’e geliyordu. Maçların organizasyonunu yapan Karşıyaka
Kulübü, Altay’ın 4 maçın toplam hasılatının %25’ini istemesi nedeniyle
anlaşmazlık yaşadıklarını, bu anlaşmazlığın sürmesi halinde Altay yerine
başka bir takımın turnuvaya dâhil edileceğini ve bu haliyle Altaylı
sporcuların İzmir muhtelitinde yer alamayacağını duyurdu.14 Ancak
korkulan olmadı ve anlaşmazlık Belediye Başkanı Aziz Bey ile Halk Fırkası
Mutemedi Doktor Sadettin Bey’in araya girmesiyle çözümlendi. Altaylılar
hâsılattan pay istemediklerini ve istenmesi halinde muhtelit takıma oyuncu
göndereceklerini beyan ederek meselenin kapandığını ilan etti.15
Mütareke Dönemi Dayanışmasına Bir Örnek: İzmir İdmanyurdu
ve Karşıyaka Muhteliti
Türklerin futbol sahalarında kendilerini göstermeye başlamaları
sonrası yukarıda adı geçen takımlarla yapmış oldukları maçlar çoğu zaman
sıradan bir futbol maçının üstünde anlamlar taşıyordu.16 Şehirde egemen
olmak isteyen etnik grup ya da dini cemaatlerin temsilcisi olma hüviyeti
taşıyan takımların mücadelesi, bir bakıma bu grupların siyasi
mücadelelerin futbol sahalarına yansımasıydı. Birinci Dünya Savaşı
yıllarında İzmir Türklüğünün futbol sahalarındaki en güçlü takımı olan
Altay’ın İttihad ve Terakki yöneticileri ve Türk Ocaklarından aldığı destek
savaş sonrası döneme olumsuz olarak yansımıştı. Mütareke döneminde bu
iki grupla bağlantısı olan tüm kişi ve kurumlar gibi Altay takımı da zor
günler yaşadı. Kulübün kurucuları olan Mustafa Necati ve Vasıf Çınar’ın
Yunan işgali sonrası şehri terk etmesi, kulübün hamilerinden Vali Rahmi
Bey’in de görev süresinin 13 Ekim 1917 tarihinde son bulması ve Türk
Ocağı’nın faaliyetlerinin durdurulması Altaylı sporcuları oldukça zor
durumda bıraktı. Süreli yayınlar üzerinde yapılan araştırmalar Altay’ın
1919 yılı sonuna kadar faaliyetlerini takip etmemizi sağlarken 1920
yılından sonra uzun bir süre kulübün adına rastlanılamamıştır. Bu süre
“Fenerbahçe-İzmir”, Anadolu, 6 Mart 1925.
“Altaylılar Fenerbahçe İle Karşılaşacak mı?”, Sada-yı Hak, 16 Mart 1925.
16 Aşağıda bulacağınız basına yansıyan ifadeler bu maçlara nasıl bir önem atfedildiğinin
küçük bir örneğidir. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Altay’ın Karşıyaka Rum Kulübünü
yendiği maç Köylü Gazetesinde şu ifadelerle duyuruldu: “Şimdiye kadar sair milletler
tarafından spor hususunda daima ihmal edilen Türklüğün gücünü bu kadar parlak
muvaffakiyetlerle âleme ispat eden Altay Kulübü ile cidden iftihar edebiliriz.” Köylü, 9
Kânunuevvel 1330; yine Altay’ın Amerikan Koleji takımını 2-0 yenmesi sonrası Ahenk
Gazetesi haberi okuyucularına şu sözlerle verdi: “Şimdiye kadar Türklüğün şeref ve
milliyesini daima yükselten Altaycılar bu defa da sıfıra karşı iki gol ile kati bir galibiyet elde
etmiştir.” Ahenk, 30 Kânunusani 1330.
14
15
İzmir Futbolunda Birlik Beraberlik Günleri: Muhtelit Takımlar 57
zarfında İzmir’deki futbol sahalarında yeni bir takımın vücuda geldiği
görülmektedir. Bu kulüp İzmir İdman Yurdu’dur.
Spor Âlemi Dergisinin İzmir’le ilgili verdiği havadislerden İzmir’deki
futbol ligine Türk takımlarının alınmadığı gibi, İzmir’i temsil eden hiçbir
karmaya Türk oyuncuların dâhil edilmediğini öğrenmekteyiz. Bu şartlar
altında ayakta kalan tek Türk takımı olan Karşıyaka Terbiye-yi Bedeniyye
Yurdu ile maçlar yapan İdman Yurdu takımı sadece İngiliz takımı ve limana
uğrayan İtalyan Boeriyo gemisi mürettebatı ile karşılaşabilmiştir. İdman
Yurdunun İngiliz takımına karşı 7-0 kaybettiği bir mücadele sonrası İzmir
muhteliti olarak İngilizlerin karşısına dikilen Türk takımı da 3-0
yenilmiştir. Bu maçın rövanşında ise yine İngiliz takımı 4-2 galip gelmesini
bildi.17
İdman Yurdu kadrosunda şu isimler yer almaktaydı: Kırsakal
Muzaffer, Suphi, Mustafa Balöz, Zım Zım Osman, Mamako Saim (Seymener),
Hoca Mehmet, Sakızlı Neşet, Muammer, Mazlum, Hafız, Mümtaz, Sivrisinek
Baha, Dede Kenan, İmanım Cemal, Bacak Mithat, Kolokir Hüseyin, Hasan
Yanık ve Adnan.
Olimpiyat Elemeleri
1924 Olimpiyat oyunlarına ev sahipliği yapacak olan Paris’e gidecek
Türk milli takımının seçimi için öncelikle spor mıntıkalarından kendi
içlerinden en iyi sporcuları seçerek Eskişehir’de yapılacak seçmelere
göndermeleri istendi ve 1924 yılı Mart ayı içerisinde İzmir’de yapılan
seçmelerde İzmir’i temsil edecek kadro şu isimlerden oluşturuldu: Vahi,
Necati, Kenan (KSK Gençlerbirliği), Alaaddin, Hüsameddin, Feyzi, Hüseyin,
Ziya, Suphi, Neşet (Altınordu), Burhaneddin, Danyal, Bahaddin, Hamid,
Malik, Şevki, Mithat (Altay).18
Eskişehir’deki İstanbul karması ile karşılaşan İzmir karması maçta 10 öne geçmesine rağmen ilk yarının ve ikinci yarının sonlarında yediği
gollerle maçı 3-1 kaybetti19. Bu sonuca rağmen Türk milli takımı antrenörü
Billy Hunter Altay’dan Hamid, Burhan ve Altınordu’dan Ziya beyleri milli
takım kadrosuna dahil ederek İzmirli futbolcuların başarısını tasdiklemiş
oldu.20
Spor Âlemi, 08 Nisan 1920, S.12, s.164.
“Son Müsabaka”, Sada-yı Hak, 13 Mart 1924.
19 Türkiye İdman Mecmuası, 3 Nisan 1340, S.41, s.150-151.
20 “Eskişehir’de İzmir Sporcuları”, Sada-yı Hak, 27 Mart 1924.
17
18
58 Fehim KURULOĞLU
Muhacirler Yararına Turnuva: Altay/Karşıyaka Muhteliti –
Altınordu/İdman Yurdu Muhteliti
Muhtelit takımların bir başka karşılaşması Altay ve Karşıyaka
Gençlerbirliği muhtelitine karşı İdman Yurdu ve Altınordu karmasının
1924 yılının ilk günlerinde karşı karşıya geldikleri ve İzmir'deki muhacirler
yararına düzenlenen müsabakadır.
Bilindiği üzere İzmir şehrinin demografik yapısı hem Büyük Savaş,
hem de Milli Mücadele sonrası büyük değişimler yaşadı. Sulhun ilanı
sonrası İzmir çevre illerden ve Yunanistan’la mübadele sonrası gelen
muhacirlerden oluşan yeni bir nüfusa ev sahipliği yapmaya başladı.
Muhacirlerin yeni yurtlarına yerleşmeleri kolay olmamakla birlikte savaş
sonrası şartları altında oldukça ciddi sıkıntılar yaşadıkları bilinmektedir.
Bu bağlamda İzmir’deki spor kulüpleri bugünkü ifadeyle sosyal sorumluluk
projesi diyebileceğimiz bir şekilde muhacirler yararına bir spor bayramı
düzenlediler.21
Etkinlikler kapsamında yapılan bayrak yarışını Altınordu takımı
birincilikle tamamlarken, bisiklet yarışında da Altaylı Muzaffer Bey galip
geldi. Hilal Terbiye-i Bedeniye Kulübü ile önceki adı Yeşil Yuva Kulübü olan
yeni adıyla Karşıyaka İdman Ocağı arasında oynanan müsabakada İdman
Ocaklılar 2-0 galip geldiler ve ortaya konan kupayı kazandılar. Şenliğin bir
başka etkinliğinde Altınordulu gençlerle Bahriyeliler halat yarışında karşı
karşıya geldiler ve bu mücadeleden Bahriyeliler galip çıktı. Daha sonra
İzmir Erkek Lisesi trampetçileri önde, arkalarında Altay, Altınordu, İdman
Yurdu, İdman Ocağı, Hilal, Karşıyaka Gençlerbirliği sporcuları ve onları da
takiben İzmir Lisesi izcileri resmigeçit düzenleyerek seyircileri
selamladılar.
Spor bayramının merakla beklenen müsabakası muhtelit takımlar
arasındaydı. Hakem Said Bey’in idare ettiği müsabakanın ilk yarısı golsüz
sona erdi. İkinci yarının başlarında Altay muhteliti baskısını arttırarak Said
Bey’in golüyle 1-0 öne geçti. Altınordulu Hüseyin Bey’in golü maça dengeyi
getirse de bu golden birkaç dakika sonra Ziya Bey’in attığı gol ile Şifa
Eczanesi'nin ortaya koyduğu kupayı kazanan 2-1'lik skorla İdman YurduAltınordu karması oldu. Bu maçın bir diğer önemi de Altay’ın bir yıldan
uzun süren namağlup unvanının sona ermiş olmasıdır. Takımlar maça
aşağıdaki 11'lerle çıkmıştır:
21 “Spor Müsabakalarının Neticeleri”, Sada-yı Hak, 6 Kânunusani 1924; Spor Âlemi, 13
Kânunusani 1339 (1924), S.121-9 (Nüsha-i Mahsusa), s.39.
İzmir Futbolunda Birlik Beraberlik Günleri: Muhtelit Takımlar 59
İdman Yurdu-Altınordu: Edip(AO),
Hüsameddin(AO),
Feyzi(AO),
Suphi(İY),
Mazlum(İY), Zeki(İY), Şevki(İY).
Alaaddin(AO), Neşet(İY),
Ziya(İY),
Hüseyin(AO),
Altay-Karşıyaka Gençlerbirliği: Kenan(KSK), Burhan(A), Hasan(A),
Vahi(KSK), Hamid(A), Danyal(A), Müfid(KSK), Necati(KSK), Said(KSK),
Kenan(A), Refet(KSK).22
Fenerbahçeliler İzmir’de
1925 yılında İstanbul’un en güçlü takımı olarak kabul edilen
Fenerbahçe takımı Karşıyakalı gençlerin girişimleriyle Mart ayında İzmir’e
davet edildiler. Dört maç yapmak üzere İzmir’e gelecek olan Sarı-Lacivertli
takım Karşıyaka, Altınordu, Altay ve nihayetinde de İzmir muhteliti ile
karşılaşacaktı. Organizasyon öncesi yukarıda da ifade edilen Altay Kulübü
ile Karşıyaka Kulübü arasında hasılat nedeniyle tartışma yaşanması
tatsızlık yarattı.23 Ancak hadisenin tatlıya bağlanması ile müsabakalar
sorunsuz bir şekilde icra edildi.24
İzmir şampiyonu Altay ile 25 Mart’ta, Muhtelit-Fenerbahçe maçının
ise 27 Mart’ta öğleden sonra Punta Stadyumu’nda yapılması kararlaştırıldı.
Maçların giriş ücreti olarak birinci sınıfta 1 Lira, tribünlerde 50 kuruş ve
ale’l-ıtlak duhuliye (Genele açık giriş ücreti) 25 kuruş olarak açıklandı.25
18 Mart akşamı İzmir’e ulaşan Fenerbahçelileri istasyonda coşkulu
bir kalabalık karşıladı. İzmirli sporcuların yanı sıra Soma ve Manisalı
sporcular da istasyonda hazır bulundular.26 Fenerbahçelilere hitaben bir
konuşma yapan İzmir Belediyesi ve Türk Ocağı Reisi Aziz Bey, bu ziyaretten
duydukları memnuniyeti Fenerbahçelileri öven sözlerle dile getirdi. Bu
nutka cevap veren Fenerbahçeli Fuad Bey yedi ay evvel Fenerbahçeli
küçüklerin İzmir’e yapmış oldukları seyahatin bugünkü ziyaretin
temellerini attığını, seyahate katılanların İzmir’de görmüş oldukları samimi
misafirperverlikten ziyadesiyle memnun kaldıklarını söyledi. Misafirler ve
Spor Âlemi, Tarihsiz, S.121-10, s.14.
“Fenerbahçe-İzmir”, Anadolu, 6 Mart 1925.
24 Altay İdman Yurdu Katib-i Umumisi Adil Raşid Bey Karşıyaka Gençlerbirliği’nden Zühtü
Tevfik Bey’e hitaben gazeteye gönderdiği açık mektupta; Fenerbahçelilerin şehre gelmeleri
nedeniyle aralarındaki tartışmayı geçici bir süre rafa kaldırdıklarını, sessizliklerinin başka
türlü yorumlanmaması gerektiğini ifade etmiştir. Anadolu, 18 Mart 1925.
25 “Fenerbahçe”, Anadolu, 18 Mart 1925.
26 “Fenerbahçeliler Dün Akşam Geldiler”, Anadolu, 19 Mart 1925.
22
23
60 Fehim KURULOĞLU
onları karşılayan kafile yemek yiyip sohbet ettikten sonra dinlenmeye
çekildiler.27
21 Mart günü oynanan Karşıyaka-Fenerbahçe maçı 0-0 sonuçlandı.28
Ertesi gün Altınordu ile karşılaşan sarı-lacivertliler farklı bir skorla 8-0
sahadan galip ayrıldılar.29 Bir sonraki müsabaka Altay’la planlandığı gibi 25
Mart günü yapıldı. Maçın hemen başında Fenerbahçe’nin 1-0 öne geçmesi
birkaç gün önce Altınordu’nun yaşadığı hezimeti anımsatsa da Altay
Hamid’in uzak mesafeden attığı golle beraberliği sağladı ve ilk yarı bu
sonuçla tamamlandı. İkinci yarıda Fenerbahçeli Suphi Bedri’nin ortaladığı
topa isabetli bir vuruş yaparak takımını 2-1 öne geçirdi ve maç Altaylıların
kalan dakikalardaki baskısına rağmen Fenerbahçe’nin galibiyetiyle sona
erdi. Bu maçta hakemin ofsayt kararlarını yanlış vermesine kızan
Fenerbahçeliler ikinci yarıda hakemin değişmesini istediler. Kısa süren bir
münakaşadan sonra Fenerbahçe Kaptanı Zeki Bey hakem olarak maçı
tarafsız bir şekilde idare etti.30
Fenerbahçe’nin İzmir’de oynadığı maçlarda elde ettiği sonuçlar İzmir
sporculuğunun gücünü sınaması bakımından önemli bir parametre
olmuştur. Spor çevrelerinde yapılan yorumlar genellikle alınan bu
mağlubiyetlerden gerekli derslerin çıkarılması kudret, maharet ve marifet
yönünden İzmirli sporcuların kendilerini geliştirmeleri gerektiği şeklinde
yapılmıştır.31
Fenerbahçe turnedeki son maçında İzmir Muhteliti ile karşılaştı ve
müsabaka İzmirliler adına adeta bir hüsranla bitti. Maçı 7-0 kazanan
Fenerbahçe İstanbul’a namağlup dönmeyi başardı ve İzmir sporculuğuyla
arasında ciddi bir fark olduğunu ispatladı. İlk yarısı 4-0 biten maçın ikinci
yarısında da 3 gol bulan Fenerbahçe’nin bu galibiyetinde İstanbul ekibinin
iyi oynamasının yanı sıra muhtelitin bir kez dahi bir arada antrenman
yapmadığı, hazırlıksız ve düzensiz olduğu eleştirileri yapılmıştır. En iyi
oyunculardan kurulu bir takım oluşturulmasına rağmen bunlar arasında
dayanışma, iş birliği ve takım oyununu oynamalarını sağlayacak
birliktelikten uzak oldukları görülmüştür. Takımlar maça aşağıdaki
kadrolarla çıktılar:
“Fenerbahçe İzmir’e Gelirken ve İzmir’de”, Anadolu, 20 Mart 1925.
“Fenerbahçe-Karşıyaka Maçı”, Anadolu, 22 Mart 1925.
29 “Fenerbahçe-Altınordu Maçı”, Anadolu, 23 Mart 1925.
30 “Fenerbahçe-Altay Müsabakası”, Anadolu, 26 Mart 1925.
31 Haydar Rüşdü, “Spor ve Gençlik”, Anadolu, 29 Mart 1925.
27
28
İzmir Futbolunda Birlik Beraberlik Günleri: Muhtelit Takımlar 61
İzmir Muhteliti: Kenan (KSK), Burhan (A), Sezai (KSK), Vahi (KSK),
Hamid (A), Feyzi (AO), Nebil (A), Necati (A), Saim (KSK), Ali (KSK), Zeki
(AO).
Fenerbahçe: Şekib, Kadri, Cafer, Fahri, İsmet, Ulvi, Bedri, Saadettin,
Alaattin, Zeki, Sabih.32
Galatasaray’ın İzmir Seyahati
1925 yılı yaz ayları İzmir futbol dünyası bakımından oldukça renkli
geçti. İstanbul’un köklü kulüplerinden biri olan Galatasaray Kulübü İzmir’e
geliyordu. İzmir’de iki maç yapacak olan Galatasaray takımı ilk maçta
Altay’ı 4-1 ile yenmeyi başardı.33
11 Temmuz 1925 günü yapılan müsabakada Altay-Altınordu
muhteliti ilk karşılaşmanın rövanşını alarak Galatasaray’ı 2-1 mağlup etti.
Bu galibiyet İzmir spor tarihinin altın harflerle yazılacak büyük
başarılarından biri olarak duyurulmuştu. Tarihi maça takımlar aşağıdaki on
birlerle çıktılar.
Galatasaray: Ulvi, Mehmed, Mithad, Vedad, Nihad, Kemal, Kerim,
Osman, Kemal, Müslih, Mehmed.
Altay-Altınordu Muhteliti: Fehmi, Zeki, Burhan, Danyal, Hamid,
Şevki, Necati, Vahab, Muzaffer, Hüseyin, Ziya.34
Galatasaray Kaptanı Nihad Bey, basına verdiği röportajda İzmir
seyahatleri hakkında detaylı bilgiler vermiştir. İzmir futbol hayatının her
geçen gün gelişim gösterdiğinin belirtildiği haberin devamında Nihad Bey
Galatasaray kafilesinin fevkalade iyi karşılandığını, Altaylı ve Altınordulu
gençlerin Manisa'ya gelerek orada ilk karşılamayı yaptıklarını, daha sonra
Basmane İstasyonunda başta Mustafa Necati beyler olmak üzere birçok
mebusların, belediye başkanının ve hükümet erkânının kendilerini
karşıladıklarını belirtir.
İlk yarıda yaşanan ilginç bir hadiseyi aktaran Nihad Bey, hakemin çift
vuruştan direkt kaleye giren topu önce gol vermeye meylettiğini ancak
sonrasında Galatasaray antrenörü Hunter'in nizamnameyi göstererek itiraz
etmesi üzerine kararından döndüğünü anlatır. Hakemin ertesi gün
Galatasaray Kulübüne telgraf çekerek teşekkürünü belirttiğini de ekler.
“Fenerbahçeliler Şerefine”, Anadolu, 29 Mart 1925.
“Galatasaraylı Misafirlerimiz”, Anadolu, 2 Temmuz 1925.
34 Ahmed Cemal, “Galatasaray - Altınordu/Altay Muhteliti”, Anadolu, 12 Temmuz 1925.
32
33
62 Fehim KURULOĞLU
Maçın ikinci yarısında tek kale oynadıklarını belirten Nihad Bey, buna
karşın İzmirlilerin en iyi oyunlarını ortaya koyduklarını ifade etti.
Karşıyaka, Altay ve Bayraklı kulüplerine teşekkürlerini sunan Nihad Bey
Karşıyaka ve Altay arasındaki rekabetin Galatasaray Fenerbahçe
rekabetinden daha şiddetli olduğunun altını çizer. İzmirli taraftarların
birtakım taşkınlıklarda bulunduklarını belirten Galatasaraylı oyuncular,
soyunma odalarının camlarının kırıldığını bunlar ne kadar menfi hadiseler
olsa da bilinmesi gerektiğini vurguladılar. En son oynanan GalatasarayFenerbahçe müsabakasında yaşanan hadiselerle kıyaslayan futbolcular
olayların mesulünün yine kendileri olduğunu, ülkenin iki büyük takım
taraftarlarının diğer taraftarlara da kötü örnek olduklarını ifade ettiler.35
Maçtan sonra Galatasaray kafilesinin başkanı Yusuf Ziya Bey, İzmir
seyahati dönüşünde Valilik, Belediye, basın ve spor kulüplerinin ilgisine ve
İzmir halkına teşekkür eden bir telgraf çekmeyi ihmal etmeyerek iki şehir
arasındaki rekabetin centilmenlik çerçevesinde sürmesi gerektiğini
gösterdi.36
Bulgarlar İzmir’de: Levski Takımı’nın İzmir Seyahati
20’li yıllar Orta Avrupa futbolunun yükselişte olduğu ve kıta
Avrupa’sını etkisi altına aldığı yıllardı. Bu dönemde Macar ve Çekoslovak
takımları profesyonelliğe çağdaşlarından daha hızlı bir şekilde giriş
yaparak bundan maddi kazanç sağlamayı başarmışlardı. Savaş sonrası
dönemin ekonomik sıkıntıları içerisinde yapılan bu atılım Macar ve
Çekoslovak futbolunun ihraç malı haline gelmesini sağladı. Bu ülkelerdeki
kulüpler sezon açılışı, ateşkes yıldönümü, şenlikler, yılbaşı ve paskalya
günleri gibi özel günlerde turnelere çıkarak ciddi kazançlar sağlamayı
başardılar.37 Macar ve Çekoslovakların haricinde Bulgar, Romen, Yunan ve
Mısır futbol takımları da bu kervana katılarak uluslararası futbol ağlarının
örülmesine katkıda bulundular. Benzer şekilde Galatasaray ve
Fenerbahçelilerin de bu tür seyahatler çerçevesinde Avrupa, Rusya ve
Ukrayna turlarına çıktıkları görülmektedir. Bu kapsamda Türkiye’ye de
gelen takımlar İstanbul ve İzmir kulüpleriyle defalarca karşılaştılar.
1925 yılı sonbaharında Bulgar şampiyonu Levski takımının Altay ve
Karşıyaka kulüplerinin davetlisi olarak şehre geleceği haberi büyük ilgi
Cumhuriyet, 14 Temmuz 1925.
“Galatasaraylıların Teşekkürü”, Anadolu, 14 Temmuz 1925.
37 Pierre Lanfranchi, “1920-1938 Döneminde Avrupa’da Futbol”, Futbol ve Kültürü, Der.
Roman Horak, Wolfgang Reitter, Tanıl Bora, İletişim Yayınları, İstanbul 2009, s.268-269.
35
36
İzmir Futbolunda Birlik Beraberlik Günleri: Muhtelit Takımlar 63
gördü. Spor çevreleri İzmir kulüplerinin böyle bir organizasyonda
bulunmalarını futbol görgü ve becerilerinin gelişmesi için önemli bir araç
olarak görmekteydi. Sada-yı Hak’tan Cemal Ahmet günümüz futbolunun
fenni bir surette ilerleme kaydettiğinin altını çizerek bunu şu sözlerle ifade
etmiştir: “Bugün mağlup edip memleketlerine gönderdiğimiz ecnebi
futbolcuları vaktiyle Taksim Stadyumunda ve herkesin inzar-ı takdiri önünde
bizimkilerin ayağına top bile vermemişti. Herkes görüyordu ki, yalnız birbiri
üzerine atlamakla, çarpışmakla, otuz adımdan demir gibi şut çekmekle bu iş
bitmiyor. Bunların hepsiyle beraber bir şey daha isteniyor. Fen… Sürat ve fen!
Esasen futboldalar bütün maharet şu iki kelime ile tavsif edilemez mi?”38
Levski takımının İzmir seyahatini Karşıyaka kulübü organize etmiş,
müsabakaların 9 Eylül’e denk getirilmesi için Said Bey’in yoğun çalışmaları
olmuştur. Said Bey’in yanı sıra Karşıyaka Reis-i sanisi Zühdü Bey ve Heyet-i
İdare azasından Cemal, Altay’dan takım kaptanı ve reisi Hamid ve Refet
Ahmet Beyler misafirlerin ağırlanmasında yoğun çaba sarf ettiler.39 Spor
Âlemi dergisi adına maçları takip eden Fuat Hüsnü organizasyonda
birtakım eksikliler olduğunu, İzmirlilerin eski misafirperverliklerinden
eser olmadığını bilhassa vurgulamıştır.40
Üç maç yapmak üzere İzmir’e gelen Bulgarlar ilk maçta Karşıyaka’yı
2-1 yenerken41, ikinci maçta Altay ile 0-0 berabere kaldı.42 Bulgar takımı
üçüncü ve son maçında Altay ve Karşıyakalı futbolculardan oluşan İzmir
karmasıyla karşılaştılar. İlk iki müsabakada istenilen sonuçları elde
edemeyen İzmirli sporcular üçüncü maça ümitli çıktılar. Binlerce İzmirlinin
tribünlerde yerini aldığı müsabakaya İzmir karması şu isimlerle çıktı:
Fehmi, Burhan, İsmail, Vahi, Saim, Danyal, Hamid, Nevzat, Halil, Vahab,
Nadir.43
İzmir muhteliti büyük ümitlerle çıktığı ilk maçta 4-1 yenilmekten
kurtulamadı. Misafirlerle yapılan son rövanş müsabakasını ise 1-0’lık
skorla kazanmış oldular.44 Bu maçın rövanşını Bulgaristan’da oynamak
isteyen Levskililer Altay-Karşıya muhtelitini Bulgaristan’a davet
etmişlerdir. Spor Âlemi İzmirlilerin daveti kabul etmeleri halinde İstanbul,
Ahmet Cemal, “İlk Ecnebi Futbol Takımı Şehrimizde”, Anadolu, 04 Eylül 1925.
Spor Âlemi, 24 Eylül 1341, S.192-3, s.6.
40 “Levski İzmir’de”, Spor Âlemi, 17 Eylül 1341, S.191-2, s.14.
41 “Levski – Karşıyaka Maçı”, Anadolu, 11 Eylül 1925.
42 “Levski – Altay Müsabakası”, Anadolu, 13 Eylül 1925.
43 “Levski – Altay/Karşıyaka Muhteliti”, Anadolu, 20 Eylül 1925.
44 Spor Âlemi, 24 Eylül 1341, S.192-3, s.3-6.
38
39
64 Fehim KURULOĞLU
Filibe ve Romanya’da birkaç maç yaptıktan sonra Köstence yoluyla
Bulgaristan’a gidebileceklerini belirtmekten de geri durmamıştır.45
Romenler İzmir’de: Temeşvar Takımı’nın İzmir Seyahati
Futbol takımlarının bilgi, görgü ve deneyimlerini arttırması için yerli
rakiplerini sıkı bir şekilde takip etmelerinin yanı sıra dünya futbolunda
yaşanan gelişmelerden uzak kalınmaması gereği İzmirli sporseverlerin de
malumuydu. Levski tecrübesi sonrası bunu daha iyi idrak eden İzmirli
sporcuların bir sonraki misafiri Romanya şampiyonu Temeşvar takım oldu.
28 Nisan 1926 günü İzmir’e ayak basan Romen sporcular Bandırma’dan
İzmir’e kadar olan güzergâhlarında yoğun sevgi ve tezahüratlarla
karşılaşmıştı. Romenler İzmir’de Belediye Reisi Aziz, Fırka Müfettişi
Sadettin, Ocak Katib-i Mesulü Çiftçi Necati ve Altay Reisi Nuri Beylerle
birçok sporcular ve spor meraklıları tarafından karşılandılar. Belediye’nin
organizasyonunda misafirler için verilen yemeğe Vali Kazım Paşa, Belediye
Başkanı, Maarif Müdürü Nail ve Belediye azasından Tahir Kenan Beyler de
teşrif etmişlerdi. Bu yoğun ilgi ve alakaya şaşıran Temeşvar antrenörü
basına verdiği demeçte “On beş seneden beri futbol ardından diyar diyar
dolaştım. Güzel memleketinizdeki samimi istikbale hiçbir yerde tesadüf
etmedim. Bundan çok mütehassısız” diyerek mutluluğunu dile getirdi.46
On bin seyircinin önünde Temeşvar karşısına çıkan İzmir karması şu
isimlerden oluşuyordu: Fehmi, Alaaddin, Zeki, Vahi, Hamid, Feyzi, Şevki,
Hüseyin, Halil, Nevzad, Vahab. Maçın başında her iki takım da birbirini
tarttıktan sonra Temeşvar takımı oyuna ağırlığını koymaya başladı.
Temeşvar’ın hücumlarını başarıyla savuşturan İzmir muhteliti 35.dakikada
Hüseyin’in ayağından bulduğu golle 1-0 öne geçti. Bu golden beş dakika
sonra penaltı kazanan Temeşvar takımı İzmir’in en iyi kalecisi olan Altaylı
Fehmi’yi geçemedi ve devreye bu sonuçla girildi. İkinci yarının hemen
başında beraberliği yakalayan Romenler ataklarını sıklaştırdılar. Buna
karşılık vermeyi bilen İzmirliler maçta dengeyi sağladılar ve Nevzad’ın
düşürülmesiyle kazanılan penaltıyı Hüseyin gole dönüştürerek takımını
tekrar öne geçirdi. Penaltı pozisyonunun kahramanı Nevzad Bey penaltıyı
kendi atmak istemesine rağmen takım kaptanı Hamid Bey’in uyarısı sonucu
vuruşu Hüseyin yapmıştı. Maçın devamında Nevzad ile Vahab arasında
45
46
Spor Âlemi, 22 Nisan 1926, S.222-33, s.18.
“Temeşvar Takımı Şehrimizde”, Anadolu, 30 Nisan 1926.
İzmir Futbolunda Birlik Beraberlik Günleri: Muhtelit Takımlar 65
yaşanan anlaşmazlıklar İzmir takımının galip gelmesine mâni oldu ve
misafir takım son dakika golüyle sahadan beraberlikle ayrıldı.47
İzmir muhtelitinin aldığı bu sonuç İstanbul’da büyük yankı uyandırdı.
Çünkü çok kısa bir süre önce aynı takımla karşılaşan İstanbul muhteliti
Romenlere 5-3 yenilmekten kurtulamamıştı. İstanbul spor çevrelerinde
şanssızlık olarak nitelendirilen bu mağlubiyeti alaycı bir dille eleştiren Gol
Mecmuası “Zavallı İzmir… İzmir’in galiba İstanbul’da spor cihetinden hiç
kredisi yok” sözleriyle Beykoz-Süleymaniye muhtelitine karşı İzmirlilerin
oynadıkları iyi futbola rağmen hakemin yaptığı bariz hatalara göndermede
bulunuyordu.48
Mısırlı El İttihad Futbol Takımının İzmir Ziyareti
Mısır’ın o dönem en güçlü futbol takımlarından biri olan El İttihad
takımı 1926 yılında İzmir’e bir ziyarette bulundu.
3 Eylül 1926 Cuma günü bu müsabaka için seçilecek oyuncuları tespit
için Altay-Karşıyaka karması ile Altınordu arasında bir hazırlık maçı
düzenlendi. Malik(Ksk), Burhan(A), Necati(Ksk), Ali(Ksk), Hamid(A),
Vehbi(A), Ercüment(Ksk), Nevzat(Ksk), Vahap(A), Hasan(A) on biriyle
maça çıkan muhtelit takım sahadan 4-1 gibi farklı bir skorla ayrıldı49. Ancak
maç içerisinde yaşanan tatsızlıklar muhtelit takımın başarısıyla ilgili soru
işaretlerini beraberinde getirmişti. Vahab ile Nevzad arasında yine pas
vermeme yüzünden çıkan tartışma sonrası Nevzad sahayı terk etmiş ve
muhtelit maçı bir kişi eksik sürdürmüştü. Eksik muhtelit takım Vahab’ın
golüyle 4-1 öne geçtikten sonra Altınordulu Saim Bey sahaya girip hakemin
düdüğünü alarak takımı sahadan çekti ve maç yarıda kaldı. Yaşanan bu
hadise İzmir futbolunun ne kadar profesyonel olduğunu göstermesi
bakımından da manidardır.50
İzmir’de sıcak ve samimi bir karşılama gören Mısırlı sporcular
şerefine Karşıyaka Kulübü bir ziyafet düzenledi. Bunun yanı sıra
47 “Temeşvar-İzmir Muhtelit Maçı”, Anadolu, 02 Mayıs 1926; Spor Âlemi, 13 Mayıs 1926,
S.225-36, s.3. Temeşvar takımı sahaya mor-beyaz, İzmir muhteliti de beyaz fanila ve
göğsünde mıntıkanın rengi olan mor yıldızla sahaya çıkmışlardı. Maçı dönemin meşhur
hakemlerinden İngiliz Mister Favler yönetti.
48 “İzmir-Temeşvar Müsabakasında”, Gol Mecmuası, 10 Mayıs 1926, S.10, s.12.
49 “Mühim Bir Maç”, Anadolu, 02 Eylül 1926; “Cuma Günkü Futbol Müsabakaları”, Anadolu
05 Eylül 1926.
50 Spor Âlemi 9 Eylül 1926, S.238-49, s.17
66 Fehim KURULOĞLU
Cumhuriyet Halk Fırkası Tilkilik mahfili ve Mısır Konsolosluğu da Elİttihadlı sporcular için birer ziyafet organize etmişti.
Yukarıda sözü edilen birtakım anlaşmazlıklar İzmir muhtelitinin
maça olan konsantrasyonu açısından pek olumlu sonuçlar vermedi. İlk
maça Süleyman (A), Burhan (A), Alaaddin (A), Ruhi (K), Hamid (A), Danyal
(A), Ali (K), Nevzat (K), Halil (K), Vahab (A), Hasan (A) kadrosuyla çıkan
İzmir muhteliti sahadan 3-0 yenik ayrıldı.51 Uzun bir maç değerlendirme
yazısı kaleme alan Şahab Bey, elde edilen sonucun pek de şerefsiz
olmadığını ancak kaleci Süleyman’ın üstün başarısı olmasa farkın daha da
çok olabileceğini belirtmiştir.52
El İttihad takımıyla yapılacak ikinci maçtan evvel Altaylılar
Karantina’daki Ocak mahfelinde Mısırlılara unutulmaz bir eğlence ve
ziyafet sundular. Salepçizade Mehmet, Adnan, Muzaffer ve Celal Beyler
alafranga, Hafız Emir Bey ile Zeynel Abidin Bey’in mahdumeleri de alaturka
musiki parçaları çalarak geceye renk kattılar. Gece yarısına kadar süren
eğlencede Eşref, Rıza ve Burhan Beyler zeybek dansı oynarken, Azmi bey
de Laz havalarını oynayarak misafirlere unutulmaz anlar yaşattılar.53
Bu maçın rövanşı niteliğinde olan ikinci maç 26 Eylül günü
gerçekleşti. Hafta içi olmasına ve hava şartlarının olumsuz olmasına
rağmen üç binden fazla seyircinin izlediği müsabakaya Mısır Konsolosu
Sırrı Bey de iştirak etti. İzmir muhtelitinin kadrosu şu isimlerden
oluşuyordu: Malik, Zeki, Burhan, Halil, Saim, Ruhi, Hasan, Vahab, Muzaffer,
Nevzad ve Hüseyin.
Bir önceki maça nazaran daha iyi bir oyun ortaya koyan İzmirliler,
basının ifadesine göre hakeminin kötü kararları nedeniyle maçı 3-1
kaybetmekten kurtulamadılar.54 Bu dönemde alınan bu tür mağlubiyetler
Rum, Ermeni ve Levanten takımlarına karşı alınan yenilgiler kadar tepki
görmüyordu. Türkiye dışındaki takımlarla oynanan maçlara ders ve ya
eğitim faaliyeti gözüyle bakıldığı söylenebilir. Bunu dönemin basınına
yansıyan ifadelerden anlamak mümkündür. Ancak yabancı ve daha güçlü
takımlarla yapılacak maçlar sayesinde kendilerinin gerçek güçlerini ve
Anadolu, 26 Eylül 1926.
Şahab, “Karşıyaka Altay-El İttihad Maçında Elde Edilen Netice Pek Şerefsiz Değildir”,
Anadolu, 26 Eylül 1926.
53 “Kıymetli Misafirlerimiz Şereflerine Altay’ın Ziyafet ve Müsameresi”, Anadolu, 27 Eylül
1926.
54 “İzmir Muhteliti ile El-İttihad’ın Dünkü Maçı”, Anadolu, 27 Eylül 1926.
51
52
İzmir Futbolunda Birlik Beraberlik Günleri: Muhtelit Takımlar 67
potansiyellerini anlayacaklarına ilişkin yaygın bir kanaat İzmir spor
camiasında bulunmaktaydı.
Vefa-Altınordu Muhteliti İzmir’de
1926 yılının Temmuz ayında İzmir idmancılarının İstanbul’dan yeni
misafirleri vardı. İstanbul’un köklü futbol kulüplerinden Vefa ve Altınordu
takımları turne programları gereği İzmir’de Altay, Karşıyaka ve Altınordu
kulüplerinin misafiri oldular. Vefa ve Altınordu’dan oluşan İstanbul
muhteliti Altay’a 2-1 yenilirken, Altınordu’yu 4-3 mağlup etti ve son
müsabakada Karşıyaka ile 4-4 berabere kaldı.55
Altaylı sporcular İstanbul’dan gelen misafirleri şerefine bir ziyafet
düzenlemeyi ihmal etmediler. Bu yemekte Altay namına Çiftçi Necati Bey
İzmir gençliğinin ziyaretten duyduğu memnuniyeti dile getirdi ve Altay’ın
daimî bir hatırası olmak üzere ufak bir bayrağını misafirlere hediye etti.
Vefa-Altınordu muhteliti adına bir konuşma yapan Saim Bey gördükleri
samimiyet ve misafirperverlik için teşekkürle karşılık vermişti. Sporcular
hep bir ağızdan “Yaşa! Yaşa! Yaşa!” tezahüratları yaparak karma takımların
oynayacağı maçtan evvel eğlenceli bir gece gece geçirdiler.56
Muhtelit takımların karşılaşmasından evvel Anadolu Gazetesi’ndeki
köşesinde maçla ilgili bir değerlendirme yazısı kaleme alan Altay’ın Kaptanı
Hamid Bey, İstanbul’un birinci sınıf bir takımı olarak nitelendirdiği
muhtelitle İzmirli gençlerin tanışıp kaynaşmasını bir fırsat olarak
gördüğünü belirtmiştir. Kulüplerin muhtelite karşı oynadığı maçlarda
başarılı bir performans gösterdiklerini vurgulayan Hamid Bey, bilhassa
muhtelit takımdan Şekip, Demir ve Hayri Ragıp Bey’in oyunlarının İzmirli
sporseverlerce takdirle karşılandığının ve sonraki maç olan muhtelitler
karşılaşmasını İzmir muhtelitinin kazanmaması için bir neden olmadığının
altını çizmişti.57
On günden beri İzmir’de misafir olarak bulunan Vefa ve Altınordulu
gençler bu süre zarfında Altay, Karşıyaka, Altınordu ve Garibaldi ile
yaptıkları 4 maçta yalnızca Altay’a yenilmiş, 2 galibiyet ve bir beraberlik
almıştı.58 İlk maçta Altay’ın galip gelmesi üzerine muhtelit takımın çok
kuvvetli olmaması için İzmir şampiyonu Karşıyaka’dan oyuncu dâhil
Anadolu, 23, 24, 27 Haziran 1926.
“Misafir Futbolcularımız Şerefine Verilecek Ziyafet”, Anadolu, 2 Temmuz 1926.
57 Hamid, “İzmir Muhteliti-Altınordu Vefa Muhteliti Müsabakası Münasebetiyle”, Anadolu,
01 Temmuz 1926.
58 Hizmet, 07 Temmuz 1926.
55
56
68 Fehim KURULOĞLU
edilmemişti. Ancak sonraki sonuçlar bu maçın kolay olmayacağını
sporculara gösterdi. Son maçta alınacak bir galibiyetle İzmir’in gerçek
gücünü göstermek istediği maça olan ilgiden anlaşılabiliyordu.
Tribünlerdeki binlerce seyirci arasında Başvekil İsmet Paşa, Büyük Millet
Meclisi Reisi Kazım (Özalp) Paşa, Fahreddin (Altay) Paşa ve İzmir Valisi
Kazım (Dirik) Paşa da yer almıştı. İzmir muhteliti Altay’dan Hamid, Fehmi,
Alaaddin ve Danyal gibi önemli isimlerden yoksun bir şekilde aşağıdaki
kadroyla maça çıktı:
Altay-A.O: Mustafa Remzi, Zeki, İsmail, Şevki, Saim, Feyzi, Vefik,
Hasan, Burhan, Vahab, Burhan
Vefa-A.O: Hüsamettin, Hayri, Turgut, Şekip, Mustafa, Ekrem, Kemal,
Ali, Sami, Muzaffer, Vasıf
Altaylı Hamid Bey’in idaresinde İzmir muhteliti ile İstanbul
muhtelitini karşı karşıya getiren müsabaka bir gol düellosuna sahne oldu
ve kıran kırana geçen maçı ev sahibi takım 5-4 kazanmasını bildi.59
İzmir Muhteliti İstanbul’da
İzmir ile İstanbul arasındaki spor rekabetinin geçmişinin XIX. yüzyıl
sonlarına kadar dayandığını ifade etmiştik. Bu iki şehirdeki gayrimüslim
sporcular arasında yapılan müsabakaların büyük bir kısmı İzmirlilerin
galibiyeti ile sonuçlanmıştı. Bu çalışmada değerlendirmeye aldığımız
muhtelit takım müsabakaları ise Türk sporcular arasında yapılan
maçlardır. İstanbul’daki Türk kulüplerinin İzmir’dekilere nazaran daha
erken kurulması, İstanbul’un başkent olmasının getirdiği avantajlar,
yabancı oyuncu ve takımlarla daha sık temaslar kurulması, iki şehir
arasındaki sosyo-ekonomik farklılıklar spor sahasındaki rekabette İstanbul
takımlarının bir adım öne çıkmasını sağlamıştır denilebilir. İki şehir
takımları arasında oynanan ve bu çalışma içinde bir kısmı aktarılan
maçlara atfedilen önem rekabetin geldiği noktayı göstermesi bakımından
önemli bir veri sunar.
Cumhuriyet Gazetesi İstanbul ve İzmir muhtelitlerinin karşılaşmasını
organize etmek için ortaya bir kupa koyma fikrini attı. Maçın 5 Kasım 1926
günü İstanbul’da oynanması planlanmıştı. Bu fikir İzmir ve İstanbul
basınında geniş yankı uyandırdı ve konu ile ilgili neşriyat gün be gün arttı.
59
“Son Maç”, Anadolu, 04 Temmuz 1926.
İzmir Futbolunda Birlik Beraberlik Günleri: Muhtelit Takımlar 69
Her iki şehrin spor çevrelerini heyecanlandıran bu gelişme üzerine İzmir
mıntıkası derhal hazırlıklara başlama kararı aldı.
Bu maçı diğerlerinden farklı kılan ise basın üzerinden İstanbul ve
İzmir spor çevrelerinin Milli Takım seçimi ile ilgili tartışmalarıydı. İstanbul
basını İstanbul muhtelitinin Romenlere 5-3 yenilmesi üzerine İzmirli
sporcuların yeterli tecrübeye sahip olmamalarına rağmen Türkiye’yi temsil
etmek için milli takımın kendilerinden seçilmesi gerektiğini iddia ettiklerini
belirtmişti. Ancak olay bir yanlış anlaşılmadan ibaretti. Futbol Federasyonu
İzmir mıntıkasına Romanya ile oynanacak maç için milli takım oluşturup
oluşturamayacağını sormuştu. Konu üzerinde yapılan istişarelerden sonra
İzmir Muhteliti İstanbul’dan Zeki, Kadri ve Mehmed Beylerle takviye
edilirse bu görevi kabul edebileceklerini duyurdular. Konunun İzmirİstanbul rekabetine getirilmesi böyle bir maçın organizesinin temelini
oluşturdu ve kazanan tarafın milli takımı oluşturmaya hak kazanacağı fikri
yayıldı.60
Muhtelit takımın tertibi için seçme maçları organize eden İzmir
mıntıkası çıkardığı iki kadronun bu maçlara hazırlanmasını temine çalıştı.61
Ancak elde edilen sonuçlar beklendiği gibi çıkmayınca bu müsabakanın
ertelenmesi gerektiği görüşleri basında yer aldı.62 İzmirlilere göre Romanya
Şampiyonu Temeşvar’a karşı alınan başarılı sonuçlar İstanbul ekiplerinin
çekinmesine neden olmuş bu sebeple Şubat ayında Mısır’a giden
Galatasaray ve Fenerbahçe takımları İzmir’in maç yapma talebini geri
çevirmişlerdi.63
Yapılan çalışmalar neticesinde 17 Kasım Çarşamba günü Bandırma
Ekspresi ile yola çıkmak üzere İzmir’i temsil etmesi kararlaştırılan kadro şu
isimlerden oluştu: Malik, Burhan, Zeki, Necati, Saim, Danyal, Feyzi, Vehbi,
Hasan, Vahab, Halil, Nevzat, Hüseyin, Muzaffer, İsmail Hakkı ve Şemsi
“İzmir Muhteliti Son Egzersizini Yaptı”, Anadolu, 14 Teşrinisani 1926.
“Bugünkü Maç”, Anadolu, 15 Teşrinievvel 1926.
62 Anadolu, 24 Teşrinievvel 1926. Bu maçta as takım yedek takıma 5-3 mağlup oldu.
Hazırlıklar kapsamında yapılan ikinci maç da as takım bu kez 9-1’lik skorla galip geldi.
Anadolu, 31 Teşrinievvel 1926. Bir başka hazırlık maçı İzmir’deki İtalyan takımı Garibaldi
ile oynandı. Maçı Muhtelit 3-2 kazanmasına rağmen takımın yetersizliğiyle ilgili yoğun
eleştiriler yapılmıştır. Bkz. Ahmed Said, “Muhtelit Takımın Muvaffakiyetsizliği”, Gol
Mecmuası, 10 Mart 1926 S.19, s.10; “İzmir Muhteliti Ne Vaziyette?”, Anadolu, 26
Teşrinisani 1926. Altay’ın tecrübeli kaptanı Hamid Bey takımın bu haliyle İstanbul’da
başarılı olmasını mümkün görmediğini önceden ifade etmişti.
63 “İzmir Muhteliti Ne Vaziyette?”, Anadolu, 26 Teşrinisani 1926.
60
61
70 Fehim KURULOĞLU
Beyler.64 Ancak muhtelit kadronun ilan edildiği gün Cumhuriyet
Gazetesi’nden gelen haber İzmir spor camiasına bomba gibi düştü. Gazete
muhtelit müsabakasının hava şartlarına bağlı olarak gereken ilgiyi ve
hasılatı toplayamayacağı gerekçesiyle bahar ya da yaz aylarına
ertelendiğini duyurdu.65
Ancak daha sonra yapılan görüşmeler ve İzmir mıntıkasının ısrarları
sonucu maçın oynanmasına karar verildi ve İzmir kafilesi Altay Spor
Kulübü Reisi Nuri ve Futbol Heyet-i Müttehidesi azasından Talat Bey
başkanlığında 17 Kasım günü İstanbul’a doğru yola koyuldu.66 Anadolu
Gazetesi’nde konu ile ilgili İzmir spor yöneticilerini ve bu maçı
düzenleyenleri eleştiren bir yazı kaleme alan Hamid Bey, İzmir-İstanbul
müsabakasının alelade bir maç olmadığını ve aceleye getirilmemesi
gerektiğini, buna rağmen ısrarla bu maçı oynamak istenmesini “hoyrat
çocukların misafirlik oyunlarına” benzetmiştir. Amatör sporcuların bu tür
seyahatler için hevesli olmasını kendi de bir sporcu olarak anlayışla
karşılayan Hamid Bey, buna karşılık yöneticilerin işlerini layıkıyla
yapmadıkları eleştirisini getirmiştir.67 18 Kasım’da İstanbul’a ulaşan
İzmirlileri İstanbul Futbol Heyet-i Müttehidesi Reisi Muvaffak Bey, Futbol
Heyet-i Reisi Orhan, Kemal ve Muharrem Beyler ile İstanbullu sporcular
yoğun bir sevgi gösterisi ve tezahüratlarla karşılayarak otellerine kadar
uğurladılar.68
Altaylı Hamid Bey’in yapmış olduğu uyarılar ve tenkitlerde ne kadar
haklı olduğu oynanan ilk maç sonunda ortaya çıktı ve 20 Kasım’da oynanan
ilk maçı İstanbul Muhteliti 4-1 kazandı.69 4 binden fazla seyircinin geldiği
Taksim stadındaki maçta iki takım mıntıkalarının renklerini taşıyan
formalarının göğsünde beyaz yıldızla sahaya çıktılar. Kemal Bey’in
hakemliğinde başlayan maçta tarafların kadroları şu şekildeydi:
İzmir: Fehmi, Burhan, Zeki, Saim, Danyal, Feyzi, Hüseyin, Nevzad,
Muzaffer, Vahab, Hasan.
İstanbul: Ulvi, Burhan, Kadri, Burhan(Beykozlu), Nihad, Kemal Refet,
Muslih?, Latif, Zeki, Ali, Sabih.
“İzmir Muhteliti Öbür Gün Hareket Ediyor”, Anadolu, 15 Teşrinisani 1926.
“Seyahati Alt Üst Eden Bir Telgraf”, Anadolu, 15 Teşrinisani 1926.
66 “Muhtelitimiz Gitti”, Anadolu, 18 Teşrinisani 1926.
67 Hamid, “İzmir-İstanbul Müsabakası”, Anadolu, 19 Teşrinisani 1926.
68 Milliyet, 19 Teşrinisani 1926.
69 “İzmirlilerle İkinci Maç Bugün”, Anadolu, 21 Teşrinisani 1926.
64
65
İzmir Futbolunda Birlik Beraberlik Günleri: Muhtelit Takımlar 71
Genelde İstanbul muhtelitinin hakimiyeti altında geçen maçın ilk
devresi 2-0 İstanbullular lehine sonuçlanırken, İzmir muhteliti devrenin
sonlarında kazandığı penaltıyı gole çevirememişti. Karşılaşmanın ikinci
yarısı da aynı şekilde sürmüş ve maç beklenildiğinin aksine İstanbulluların
galibiyetiyle sonuçlandı. Maçtan evvel İzmir muhtelitinin kuvveti hakkında
pek fikir sahibi olmayan İstanbul’un neler yapacağı merak konusu olmasına
rağmen İstanbul takımı teknik ve baskılı bir oyunla kazanmasını bildi.70
İlk maçtan sonra Darülbedayinin davetine iştirak eden İzmirliler
ardından Yıldız Gazinosu’nda kendileri şerefine verilen ziyafete katıldılar.
İstanbul muhteliti hazırlıklar kapsamında A ve B olmak üzere iki ayrı
muhtelit takım kurmuştu. İlk maçı A kadrosuyla oynayan İstanbul muhteliti
ikinci maça da B kadrosu ile çıkmaya karar verdi71. Öte yandan alınan bu
kötü sonuç üzerine İzmir muhteliti kadrosunun takviyesi gündeme geldi ve
Altaylı Hamid ile Karşıyakalı Halil Beyler İstanbul’a çağrıldılar.72
İkinci maç ilk maça nazaran daha heyecanlı geçti ve maçı 4-3 İzmir
muhteliti kazandı. İlk maça göre daha zayıf bir ekiple sahaya çıkan İstanbul
muhteliti Beykoz, Vefa, Süleymaniye ve Anadolu takımı oyuncularından
oluşmaktaydı. İzmir muhteliti de ilk maçtaki kadrosundan beş oyuncuyu
değiştirmişti. Takımlar aşağıdaki kadrolarla sahaya çıktılar:
İstanbul: İbrahim, Zühdü, Tevfik, Şekib, İbrahim, Mehmed, Hamid,
Sedad, Sami, Ali Rıza.
İzmir: Malik, Burhan, Necati, Vahi, Feyzi, Danyal, Şevki, Hüseyin,
Nevzad, Vahab, İsmail Hakkı.
İstanbul basını mağlubiyetin sebebini kadroda yer almayan
oyunculara bağlarken, İzmir takımının bu maçta daha organize olduğu da
ifade edilmiştir. Bu maçta da Vahab ile Nevzad arasındaki sorunun sürdüğü
gözlemlenmiş, Nevzad’ın attığı golden sonra dahi Vahab’ın yüksek sesle
bunun kalecinin hatasından olduğunu söylemesine şahit olan gazeteciler
şaşkınlıklarını gizleyememişlerdi.73
Bu iki maçın ardından izmir kafilesi dönüş hazırlığındayken üçüncü
bir maç yapılması teklif edildi. İstanbulluların iki sene önce İzmir’de
oynanan 7-1’lik maça gönderme yaparak intikam maçı olarak
“İstanbul Muhteliti İzmirlilere Karşı Galip Geldi”, Milliyet, 20 Teşrinisani 1926.
“Bugün İzmirlilerle İkinci Maç Yapılacak”, Milliyet, 21 Teşrinisani 1926.
72 “Rövanş Maçı Kabul Edilmiş”, Anadolu, 23 Teşrinisani 1926.
73 “Dünkü Maçı İzmir Takımı Kazandı”, Milliyet, 22 Teşrinisani 1926.
70
71
72 Fehim KURULOĞLU
adlandırdıkları bu müsabakanın 26 Kasım’da Fenerbahçe’ye karşı
yapılacağı duyuruldu. Hamid ve Halil Beylerle takviye edilen İzmir
muhtelitinin daha ilk maça nispetle daha güçlü olduğundan maçın
beraberlikle biteceği tahminleri yapılmaktaydı.74
İzmir muhteliti maça kalede Fehmi, geride Zeki ve Burhan, orta
alanda Vahi, Hamid, Danyal, ileride Vahab, Halil, Feyzi, Nevzad ve İsmail
Hakkı on biriyle çıktı. Galatasaraylı Sedad Bey’in hakemliğinde oynanan
müsabakanın ilk on dakikasında 3-0 öne geçen Fenerbahçe’ye karşı geri
kalan 80 dakikada dengeyi sağlayan İzmirliler maçın geri kalanında bir gol
bulmalarına rağmen sahadan yenilgiyle ayrıldılar.75
İstanbul’da alınan kötü sonuç İzmir spor camiasında yoğun
tartışmaları da beraberinde getirdi. Maçın ortaya atıldığı ilk günden
itibaren buna itiraz edenlerin başında gelen Hamid Bey, olumsuz
sonuçların müsebbibinin İzmir mıntıka yöneticileri olduğunu belirtti.
Seyahatin organizasyonunda da önemli ihmaller olduğunu belirten Hamid
Bey, üstü kapalı bir şekilde sporculara ayrılan bütçenin uygun
harcanmadığını ve sporcuların orada mağdur edildiğini ifade etmiştir.
Mıntıka yönetimine sualler soran Hamid sözlerini şu ifadelerle
nihayetlendirmiştir: “Filvaki olan olmuş ve bize, çiğnetilen şerefe acımaktan
başka iş kalmamıştır. Fakat bu işlerin nasıl olup bittiğini öğrenmek
hakkımızdır. Hangi ihtiraslara nelerin kurban gittiğini bilerek belki biraz
müteselli olmak mümkündür. Binaenaleyh mufassal izahat istiyoruz. İcab
ediyorsa bu maksad için umumi bir içtima akdedilmelidir. Heyet-i merkez ve
futbol heyetinin nazar-ı dikkatine vazediyorum.”76
İstanbul’da alınan bu olumsuz sonuçların İzmir futbolunun geldiği
noktayı gösterip göstermediği ya da İstanbul’la mukayese edilip
edilemeyeceği konusu dönemin basınında tartışılsa da ortaya konan futbol,
yönetim-organizasyon yapısı ve alınan sonuçların İzmir sporculuğu için
pek iç açıcı olmadığı kesindir. İzmir’in İstanbul’dan geri kalmasının çeşitli
sebepleri bulunmaktadır. Mehmet Ali Gökaçtı’ya göre bunun nedeni,
futbolun İzmir’de milliyetçi bir refleks olarak doğup, büyümesi ve yalnızca
bu hedef doğrultusunda seyretmesidir. Savaş dönemi sona erip, gayri
Müslimlerin büyük bir kısmının yurttan çıkarılması ve milli bir hükümetin
kurulması ile doğuş felsefesine ihtiyaç kalmayarak yeni bir yön tayin
“Bugünkü İki Mühim Maç”, Milliyet, 26 Teşrinisani 1926.
“Dünkü Maç Fener’in Galibiyetiyle Neticelendi”, Milliyet, 27 Teşrinisani 1926.
76 Hamid, “İzmir-İstanbul Müsabakası”, Anadolu, 6 Kânunuevvel 1926.
74
75
İzmir Futbolunda Birlik Beraberlik Günleri: Muhtelit Takımlar 73
edilememesinin İzmir kulüplerinin gelişim göstermesine engel olmuştur.77
Eşref Şefik ise 1930’larda yaptığı değerlendirmede sorunu; İzmir dışındaki
kulüpleri tanımamalarına, yurtdışı bağlantılarının olmamasına ve yabancı
antrenörlerle çalışmamalarına bağlamaktadır.78 Anadolu gazetesine göre
de İzmir’in elim bir işgal dönemi yaşaması ve bu süreçte sporcuların önemli
bir kısmının şehri terk etmesi gelişimin önündeki engellerden biri olarak
görülmektedir.79 Öte yandan İstanbul’daki Türk kulüplerinin önde
gelenlerinin sırasıyla 1903, 1905 ve 1907 yıllarında kuruldukları göz
önünde bulundurulduğunda İzmirli çağdaşlarından çok daha önce
kulüpleştikleri görülür ki, futbol gelişimleri açısından bunun da etkisi
olduğu söylenebilir.
SONUÇ
Futbolun profesyonelleşme ve kurumsallaşma öncesi döneminde
şehirlerin muhtelit takım oluşturarak birbirleriyle karşılaşması yaygın bir
uygulamaydı. Muhtelit takımlar kurulması süreci iyi yönetildiği takdirde
tribünlerde birlik beraberliği sağlamak açısından olumlu katkıları
olabilecek bir uygulamadır. Bu tip takım oluşumlarının mahalli liglerde
oyuncular arasındaki rekabeti arttırıp ulusal çapta tanınmalarına olanak
sağladığı görülmüştür. Örneğin Altaylı Hamid Bey’in 1924 Olimpiyat
oyunlarına gidecek Milli Takım’da yer alması onu İstanbul muhitinde
tanınan bir oyuncu haline getirdi. Bu tanışıklığa binaen İzmirlilerin
İstanbul’da oynayacakları maça sonradan Hamid Bey’in davet edilmesi
İstanbul basınında korkuyla karışık geniş yankı uyandırmıştı.
Muhtelit takımların yapmış oldukları maçlar şehrin spor kültürü
açısından geldiği noktayı göstermesi bakımından önemli veriler
sunmaktadır. Bu bağlamda İzmir muhtelitinin inişli çıkışlı bir performans
gösterdiği görülmektedir.
Muhtelit takımların sporculuk yönünden katkılarının yanında ciddi
bir ekonomik getiri sağladığı da bir başka gerçektir. Birer bayram
havasında geçen futbol müsabakalarına ek olarak zaman zaman diğer spor
dallarının da icra edildiği şenlikler düzenlenmiştir. Binlerce seyirciyi
stadyumlara toplayan bu tür etkinlikler şehir ekonomisine önemli katkılar
Mehmet Ali Gökaçtı, a.g.e., s.63.
“Altay Takımı İstanbul’da Neden Yenildi?”, Kaynak Gazetesi, 14.03.1936, s.9. Altay o
hafta İstanbul’da oynadığı müsabakalarda Fenerbahçe’ye 6-2, Güneşspor’a da 7-2 mağlup
olmuştu.
79 “İzmir Spor Tarihine Aid Kıymetli Vesaik”, Anadolu, 28 Şubat 1926.
77
78
74 Fehim KURULOĞLU
sağlamıştır. Öte yandan yabancı takımlarla yapılan maçların ev sahibi
şehrin tanıtımı yönünden bulunmaz bir fırsat sunduğu da aşikârdır. Ayrıca
maç günü stadyum hasılatından elde edilen gelirler takımların spor
malzemesi ihtiyaçlarının karşılanması ve spor sahalarının tanzimi için bir
gelir kapısı olmuştur.
Muhtelit takım maçlarının organizasyonu ulusun kaynaşmasını
isteyen bir yönetim için aynı zamanda araç olarak da değerlendirilebilir.
Spor camiasının birbirini daha yakından tanıyıp kaynaşması ve ulusal
gururun simgesi olan Milli Takımların daha sağlıklı bir temelde kurulması
için spor yöneticilerine olanak sağlamıştır.
Muhtelit takımların oluşturulmasında yaşanan tartışmalar dönemin
spor yönetiminin eksikliklerini ve zaaflarını da bizlere göstermektedir.
Çalışmanın başında değinilen sorunlar İzmir mıntıkası futbol yönetiminin
sorunlu
yönlerini
göstermesi
bakımından
değerlendirilmesi
gerekmektedir.
Muhtelitlerin oluşumunun avantajlı yanları olduğu gibi olumsuz
yanları da olabilmektedir. Bu süreç iyi idare edilmediği takdirde yerel ya da
başka bir ifadeyle mikro milliyetçiliklerin, bölgeselci yaklaşımların
gelişmesine yol açabilme potansiyeline de sahiptir.
Çalışmada değerlendirmeye çalıştığımız 14 müsabaka haricinde
muhtelit takımların başka karşılaşmaları da olmuştur. Örnekler alınırken
yerel rekabetler, İstanbul-İzmir rekabeti ve yabancı takımlarla oynanan
maçlardan bir seçki oluşturulmaya çalışılmış ve dönemin genel havası
aktarılmaya çalışılmıştır. Ekte tespit edilen diğer muhtelit müsabakalar ve
sonuçlarına ulaşılabilir. Ahmet Talimciler’in ifade ettiği şekilde taraftarlığı
bir kimlik oluşturma olgusu olarak kabul edecek olursak80 muhtelit
takımların müsabakalarında ortaya çıkan taraftar kimliğinin adına
“İzmirlilik” denilebilir. Muhtelit takımların oluşturduğu ortak İzmirlilik
paydası şehir kimliğinin oluşmasına katkı sağlamıştır. Dönemin basınında
İzmir ve İstanbul futbolu hakkında yapılan yorumların takım bazında değil
şehir bazında değerlendirilmesi de bu savı doğrular niteliktedir.81
80 Ahmet Talimciler, Sporun Sosyolojisi Sosyolojinin Sporu, Bağlam Yayınları İstanbul
2010, s.109.
81 1926 Eylül’ünde İzmir’e gelen Beşiktaş takımının Altınordu’yu 3-1, Karşıyaka’yı 2-0
mağlup ettikten sonra Altay’a 4-1 yenilmesi sonrası Anadolu Gazetesi Altay’ın “İzmir’in
şerefini kurtarmış oldu(ğunu)” yazıyordu ki bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Fehim
Kuruloğlu, Altay Spor Kulübü Tarihi, İstanbul 2014, s.120.
İzmir Futbolunda Birlik Beraberlik Günleri: Muhtelit Takımlar 75
KAYNAKÇA
I. Süreli Yayınlar
Ahenk
Anadolu
Cumhuriyet
Gol Mecmuası
Hizmet
İzmir İdman Mecmuası
Köylü
Milliyet
Sada-yı Hak
Spor Alemi
Türkiye İdman Mecmuası
II. Araştırma ve İnceleme Eserleri
GÖKAÇTI Mehmet Ali, Bizim İçin Oyna, İletişim Yayınları, İstanbul 2008.
KURULOĞLU Fehim, Altay Spor Kulübü Tarihi, İstanbul 2014.
LANFRANCHİ Pierre, “1920-1938 Döneminde Avrupa’da Futbol”, Futbol ve
Kültürü, Der. Roman Horak, Wolfgang Reitter, Tanıl Bora, İletişim Yayınları,
İstanbul 2009.
MERT Hasan, Geçmişten Günümüze Sosyal Ekonomik ve Kültürel Yönleriyle
Bornova, İzmir 2008.
TALİMCİLER Ahmet, Sporun Sosyolojisi Sosyolojinin Sporu, Bağlam Yayınları
İstanbul 2010.
YÜCE Mehmet, İdmancı Ruhlar Futbol Tarihimizin Klasik Devreleri 19231952, İletişim Yayınları İstanbul 2015.
76 Fehim KURULOĞLU
EK-1
İzmir Muhtelitlerinin Yaptığı Maçlar
0-3
Nisan 1920
İdmanyurdu/Karşıyaka – İngiliz Takımı
5 Aralık 1924
İdmanyurdu/Altınordu – Altay/Karşıyaka
2-1
İzmir Muhteliti - Fenerbahçe
0-7
İzmir Muhteliti – Galatasaray
2-1
İzmir Muhteliti – Levski
1-4
İzmir Muhteliti – Karesi
0-0
Nisan 1920
İdmanyurdu/Karşıyaka – İngiliz Takımı
2-4
İzmir Muhteliti – İstanbul Muhteliti
1-3
3-0
11 Temmuz 1925
İzmir Muhteliti – Süleymaniye
13 Ağustos 1925
İzmir Muhteliti – Darüşşafaka
0-0
İzmir Muhteliti – Levski
1-0
Mart 1923
28 Mart 1925
26 Nisan 1925
19 Eylül 1925
20 Eylül 1925
22 Ocak 1926
16 Nisan 1926
İzmir Muhteliti
Muhteliti
–
Beykoz/Süleymaniye
2-2
23 Nisan 1926
İzmir Muhteliti
Muhteliti
–
Beykoz/Süleymaniye
1-5
1 Mayıs 1926
İzmir Muhteliti – Temeşvar
2-2
26 Eylül 1926
1-3
3 Temmuz 1926
İzmir Muhteliti – El İttihad
20 Kasım 1926
İzmir Muhteliti – İstanbul Muhteliti (A)
1-4
25 Eylül 1926
İzmir Muhteliti – El İttihad
0-3
İzmir Muhteliti – Vefa/Altınordu Muhteliti
5-4
İzmir Futbolunda Birlik Beraberlik Günleri: Muhtelit Takımlar 77
21 Kasım 1926
İzmir Muhteliti – İstanbul Muhteliti (B)
4-3
11 Temmuz 1930
İzmir Muhteliti – Macar Genç
1-3
26 Kasım 1926
8 Nisan 1933
İzmir Muhteliti – Fenerbahçe
1-4
İzmir Muhteliti – Apollon
2-1
İzmir Araştırmaları Dergisi, Sayı: 11 (79-105), 2019
EGE ADALARI MENŞELİ RUM ÇETELERİN BATI ANADOLU’DAKİ
EŞKIYALIK VE KAÇAKÇILIK FAALİYETLERİ
(XIX. YÜZYILIN İKİNCİ YARISINDAN XX. YÜZYILIN İLK ÇEYREĞİNE)
Mehmet BAŞARAN
Ali ÖZÇELİK
Makale Geliş Tarihi: Ağustos 2019
Öz
Makale Kabul Tarihi: Kasım 2019
Yunanistan’ın 1830 yılında bağımsızlığını ilan etmesinin ardından daha rahat
hareket etme imkânı bulan Rum çeteler, kısa zamanda Batı Anadolu’daki eşkıyalık ve
kaçakçılık faaliyetlerinin en önemli aktörlerinden biri haline gelmişlerdi. Toprakları
tarıma pek de elverişli olmadığı için geçim kaynağı olarak erken dönemlerden
itibaren gemiciliğe, denizciliğe ve korsanlığa yönelmiş olan Adalı Rumlar ise, söz
konusu çetelerin temel insan kaynağını oluşturmuşlardı.
XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, çoğunluğu Adalı Rumlardan oluşan
çeteler, Sisam ile Sakız arasındaki deniz güzergâhında Türk kayıklarına ve sahil
kasabalarına düzenli aralıklarla saldırılar düzenlemiş ve ciddi bir tehdit olarak
anılmaya başlamışlardı. Gerek denizde gerekse karada amansız bir eşkıyalık
faaliyetine girişen Adalı Rumlar; 1850-1920 yılları arasında Katırcıyani, Karabacak,
Karayotoğlu Nikola, Hambrikooğlu Panayot, Nikola, Kaptan Andreya, Kaptan Aleko,
Kaptan Ulaho, Kaptan Foti, Kaptan Sokrat ve Kör Mina gibi pek çok çete reisinin
emrinde posta/kervan soygunu, cinayet, insan kaçırmak ve hırsızlık gibi illegal
eylemler gerçekleştirmişlerdi. Aydın’ın demiryolu ile İzmir’e bağlanmasının ardından
bölgede tarım ve ticaretin gelişmesiyle birlikte de gözlerini Levantenlerin
servetlerine dikmişlerdi. Nitekim Whitall, Wilkinson, Forbes ve Paterson gibi ünlü
ailelerden talep edilen haraç ve fidyeler sık sık resmi yazışmalara konu olmuştu.
Rum çetelerin eşkıyalık dışındaki bir diğer önemli geçim kaynağı da
kaçakçılık olmuştu. Batı Anadolu’nun coğrafi yapısı, özellikle adalara geçişin
kolaylığı nedeniyle denizden kaçakçılığa oldukça müsaitti. Kıyıları ve yerli halkı çok
iyi tanımaları hasebiyle adalardaki Rumları çetelerine dâhil eden ya da bizzat
adalardan türeyen kaçakçı gruplar, XIX. yüzyıl sonlarında Sömbeki, Kalimnos, Midilli
ve Sisam gibi adalar ile Kuşadası-Söke mıntıkasını bir kaçakçılık üssüne
dönüştürmüşlerdi. Rum kaçakçılar; Yunanistan-Ege adaları-Batı Anadolu üçgeninde
Bu makale 19 – 20 Ekim 2017 tarihleri arasında yapılan “Uluslararası Ege Adaları
Sempozyumu’nda sunulan bildirinin gözden geçirilmiş ve genişletilmiş halidir.
Dr. Öğr. Üyesi, Aydın Adnan Menderes Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü,
e posta: mbasaran61@gmail.com https://orcid.org/0000-0001-9178-7117
Tire
Belediyesi Tarih Danışmanı, Tarihçi/Yazar, caligulali@hotmail.com /
adu.aliozcelik@gmail.com https://orcid.org/0000-0003-0712-966X
80 Mehmet BAŞARAN, Ali ÖZÇELİK
ve bazen “Hıdıviyye” gibi vapurlarla, bazen de daha küçük çapta deniz araçlarıyla;
tütün, çalıntı hayvan, çam kabuğu, kereste, silah ve değerli eşya sevkiyatı
yapmışlardı.
Bu çalışmada; Osmanlı idarecileri tarafından “Avrupa ve adalardan mürtekip
ve serseri makulesi ecnebiler” olarak nitelendirilen Rum eşkıya ve kaçakçıların,
İmparatorluğun son demlerinde Batı Anadolu’da süren faaliyetleri; arşiv belgeleri,
dönem gazeteleri ve ikinci elden kaynakların ışığında değerlendirilecektir. ; eşkıya
takiplerinden sahil güvenlik önlemlerine, Rum firarileri gemilerinde çalıştıran
Amerikalı taşımacılık şirketlerinden Reji karşıtlığının tezahürü olan tütün
kaçakçılığına oldukça geniş bir perspektifte ve bölge özelinde; siyasi, iktisadi ve
sosyal bir panorama ortaya konacaktır.
Anahtar Kelimeler: Ege Adaları, Batı Anadolu, Eşkıyalık, Kaçakçılık, Rum
çeteler.
BANDITRY AND SMUGGLING ACTIVITIES OF AEGEAN ISLANDS ORIGINATED
GREEK GANGS IN WESTERN ANATOLIA
(FROM THE SECOND HALF OF THE XIXTH CENTURY TO THE FIRST QUARTER
OF THE XXTH CENTURY)
Abstract
Greek gangs, which gained a wider radius of action after the Greece’s
declaration of independence, rapidly became one of the most important actors of the
banditry and smuggling activities in western Anatolia. Greeks from the Aegean
islands, who historically involved in seafaring, navigation and piracy for their
livelihood because of the unsuitability of the islands for agriculture, were the main
source of manpower of these gangs.
By the second half of the XIXth century, gangs, mainly composed from Greeks of
Aegean islands, periodically attacked to Turkish vessels on the route between Samos
and Chios and to coastal towns and started to be considered as a serious threat.
Between the years of 1850 - 1920, Greeks from islands ruthlessly embarked on
banditry activities on land and at sea. They executed many stagecoach/caravan
robbery, homicide, abduction and theft actions under many gang leaders, notably
Katırcıyani, Karabacak, Karayotoğlu Nikola, Hambrikooğlu Panayot, Captain
Andreia, Captain Aleko, Captain Ulaho, Captain Foti, and Kör Mina. These gangs
aspired to wealth of the Levantines, who made considerable fortune with the
development of agriculture and commerce in the region after the construction of
İzmir-Aydın railroad. Tribute and ransom demands from famous families like
Whittall, Wilkinson, Forbes and Paterson, frequently mentioned in the offical
correspondances.
Another source of income for the Greek gangs was smuggling. Topography of
western Anatolia, especially because of conveniance of passage to the islands,was
suitable for maritime trafficing. Smuggler groups, which were incorporated or
composed from Greeks from islands who were familiar with the shores and native
Ege Adaları Menşeli Rum Çetelerin Batı Anadolu’daki Eşkıyalık ve Kaçakçılık Faaliyetleri 81
population, turned the islands of Symi, Kalymnos, Lesbos, and Samos and KuşadasıSöke zone to a smuggling base during the last decades of XIX th century. Greek
smugglers transported tobacco, stolen livestock, pine bark, lumber, weapon and
valuables via “Hıdıviyye” type ships and sometimes with smaller type vessels.
In this study, western Anatolian activities of Greek bandits and smugglers, who
were described by Ottoman administrators as “the wild bunch foreigners”, will be
evaluated in the light of archival documents, newspapers of the period and secondary
sources.
Key Words: Aegean Islands, Western Anatolia, Banditry, Smuggling, Greek
gangs.
GİRİŞ
XIX. yüzyıl ortalarında, İmparatorluğun en gözde yerleşimlerinden
biri olan Aydın Vilayetinde iktisadi faaliyetler büyük ölçüde toprağa
dayanmaktaydı. Ortakçılık ve kiracılığın sıklıkla görüldüğü bölgede zengin
bir zirai çeşitlilik mevcuttu. Özellikle incir, zeytin, üzüm, pamuk, tütün ve
palamut üretimi oldukça yaygın durumdaydı.1 Bölgede tarımsal verimliliğin
doğal bir sonucu olarak gelişen ticaret ise kapitülasyonlarla elde ettikleri
ayrıcalıklar çerçevesinde Osmanlı limanlarında serbestçe ticaret yapma
olanaklarına sahip olan Avrupa ekonomisinin etkinlik alanı içine girmişti.2
Yüzyıl ortalarında Aydın Vilayetinde ki gelişimin ve ticari hamlelerin
en önemli nedenlerinden birisi Osmanlı ekonomisinin dünya kapitalist
sistemine eklemlenmesini sağlayacak 1838 Osmanlı-İngiliz Ticaret
Anlaşmasıydı.3 Yapılan gümrük indirimlerinin ve verilen ayrıcalıkların yanı
sıra topraklarında uyguladıkları modern tarım teknikleri sayesinde
servetlerini arttıran yabancı tüccar sayısının çoğalması İngiltere ve Fransa
gibi devletlerin Vilayette kök salmasına imkân sağlamıştı.4
Olcay Pullukçuoğlu Yapucu, Aydın Sancağı 1845-1914 (Sosyal, Ekonomik, İdari, Kültürel
Durum), Ege Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi, İzmir,
2006, s. 288; Olcay Pullukçuoğlu Yapucu, Modernleşme Sürecinde Bir Sancak Aydın, Kitap
Yayınevi 2008.
2 İlber Ortaylı, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, İstanbul: Hil Yayınevi, 1987, ss. 75-77.
3 Şevket Pamuk, “Osmanlı Ekonomisi ve Dünya Kapitalizmine Açılış”, Tanzimat’tan
Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi, C. 3, İletişim Yayınları, İstanbul, 1985, s. 718; Niyazi
Berkes, Türkiye İktisat Tarihi, Gerçek Yayınevi, İstanbul, 1969, s. 25; Abdullah Martal,
Değişim Sürecinde İzmir’de Sanayileşme (19. Yüzyıl), Dokuz Eylül Yayınları, İzmir, 1999.
4 Günver Güneş, “Cumhuriyet’in İlk Yıllarında Aydın’da İktisadi ve Ticari Yaşam: Aydın
Ticaret Odasının Faaliyetleri”, Uluslararası Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Sempozyumu Bildiri
Kitabı, (Ed. Bayram Kodaman vd.), Süleyman Demirel Üniversitesi Basımevi, Isparta, 2008,
ss. 711-717.
1
82 Mehmet BAŞARAN, Ali ÖZÇELİK
Kasaba’nın ifadesiyle;
“gümrük indirimleri, hükümetin denetimini azaltması ve hükümetin
dışındaki korumacılık ile yargı alanının genişlemesi, Batı Anadolu’yu yabancı
ticaret çıkarları açısından dünyanın en çekici ve en umut veren bölgelerinden
biri haline getirmişti.”5
Arazi Kanunnamesinden sonra doğan imkânlar doğrultusunda da
İzmir - Aydın arasındaki ekilebilir arazinin pek çoğu İngiliz tüccarların
eline geçmişti. İngilizlerin 1857 - 1892 yılları arasında Aydın ve çevresinde
satın aldıkları toprakların miktarı, 131.960 dönümdü.
“A. O. Clarke Kuşadası’ndan 72.000 dönüm, G. Meredith Aydın’dan
12.000 dönüm, Asia Minor Cotton Company Nazilli’den 36.800 dönüm, J.
Aldrich Aydın’dan 6.000 dönüm, C. Gregoriades Ayasuluğ’dan 5.160 dönüm
toprak satın almıştı. Ayrıca o zamanlar bazı bireyleri Fransız, bazı bireyleri
de
İngiliz
uyruğunda
olan
Giraud
ailesinin
1860’larda
Karaosmanoğulları’ndan aldıkları geniş toprakların alanı veya değeri hiçbir
resmi kayıtta görülmemekteydi.”6
Elbette bölgenin ticari bir odak ve merkez olmasında İzmir limanı
büyük bir önem teşkil ediyordu. Yüzyılın ortalarında yabancı bir gözlemci
ihracat mevsiminde İzmir’i şu cümlelerle betimlemekteydi:
“Başlarından ve kuyruklarından birbirine bağlı deve kervanlarının
Küçük Asya’nın her tarafından kente gelmeye başladığı meyve mevsiminde,
İzmir’de her şey canlılık ve faaliyet halinde. Genellikle beş altı deve bir arada
bulunuyor… Tüccarında avlusuna vardıklarında develer yüklerini boşaltmak
üzere diz çöküyorlar. Erkek, kadın ve çocuklardan oluşan gruplar hiç
durmaksızın meyveleri ihracat için paketliyorlar… Olgunlaşmış, ama gene de
yeşil olan meyve, yapraklarından ve dallarından ayrılıp sandıklara konuyor…
Ustabaşı her katı (deniz suyuyla) ıslatıyor…. İncir paketlenince, sandıkların
kapakları çivileniyor…Ve derhal ihraç edilmek üzere gemilere yükleniyor. Bu
incirler yolculuk boyunca olgunlaşıp sakarin buharıyla kaplanacaklar. Taze
meyveyle yüklü gemilerden Londra’ya ilk ulaşana ödül vereceği söyleniyor…”
7
Reşad Kasaba, “İzmir”, Doğu Akdeniz’de Liman Kentleri (1800-1914), (Ed. Çağlar Keyder, Y.
Eyüp Özveren, Donald Quataert), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1993, s. 11.
6 Cihan Özgün, “XIX. Yüzyılın İkinci Yarısında Yabancı Sermayeye Tepki: Aydın Sancağı
Üzerine Bazı Tespitler”, Tarih Okulu, Sayı 4, Yaz 2009, ss. 17-38.
7 Kasaba, a.g.e., s. 12.
5
Ege Adaları Menşeli Rum Çetelerin Batı Anadolu’daki Eşkıyalık ve Kaçakçılık Faaliyetleri 83
Vilayetteki bu canlı iktisadi akışın üretim kısmında Müslümanlar
etkiliydi ancak ticari aşamada, bölgede yabancı firmalar, azınlıklar ve
acenteler tekel ve söz sahibi olmuştu. Öyle ki XIX. yüzyılda İzmir ve
civarındaki sanayi kuruluşlarının büyük bir bölümünün sahipleri, en büyük
ortakları veya imtiyaz sahipleri ağırlığı Rumlar olmak üzere
gayrimüslimlerden oluşmaktaydı.8
Yahudiler daha çok parasal işlerle uğraşırken, en ücra köşelerdeki
bakkal dükkânları bile Rumların veya Ermenilerin kontrolü altındaydı.
Rumlar aynı zamanda sokak satıcılığından nalbantlığa, değirmencilikten,
kahveciliğe kadar her tür işle uğraşıyordu. En başarılı oldukları alan ticaret,
özellikle komisyonculuk idi. Kısaca söylemek gerekirse can alıcı birçok
ekonomik faaliyete azınlıklar hâkimdi. Bu sermaye grupları bölgeyi
tanımaları, Türkçe bilmeleri ve ticari tecrübeleri gibi vasıflarıyla Avrupalı
tüccarlar için vazgeçilmez iş ortakları olarak görülmelerini sağlamıştı.9 İnşa
edilen demiryolunun tarım ve ticareti geliştireceğini öngören ve yerli
Rumlarla iş birliği içerisinde olan İngilizler de kâr oranının yükseleceğini
düşünerek bölgeden toprak satın alıyorlardı. Aydın’ın demiryolu ile İzmir’e
bağlanması bölgedeki tarım ve ticareti geliştirmiş, ulaşım imkânlarının
sağladığı lojistik akış ise İzmir’in ticari hayatta İstanbul ve Selanik’i geride
bırakmasına imkân vermişti.10 Elbette söz konusu zenginlik de, sosyal
sınıflar arası farklılığın tezahürü olarak asayişsizliği ve çeteleşmeyi had
safhaya çıkarmıştı.
XIX. yüzyılda Doğu Akdeniz’in en büyük ihracat limanı konumundaki
İzmir ve ard bölgesindeki zenginlikten pay alma çabaları, asayişsizliği
bölgenin ekonomik ve toplumsal hayatının önemli bir parçası haline
getirmişti. XIX. yüzyıl sonlarına doğru şiddetlenen bu durumun
müsebbipleri arasında yerli unsurların yanı sıra Batı Anadolu ile doğrudan
teması olan Ege adalarında yaşayan Rumlar da bulunmaktaydı. Zira ticari
canlılık ile başta Sakız olmak üzere Tinos ve Naksos gibi uzak adalardan
gelen pek çok göçmen bölgeye akın etmeye başlamıştı. Öyle ki 1870’li
yılların başında sadece adalardan İzmir’e gelen 3.000’den fazla Rum olduğu
8 1847’de açılan kâğıt fabrikası ve 1866’da imtiyazı alınan şeker fabrikası gibi 19. yüzyılın
başlarında kurulan sanayi kuruluşlarının sahipleri büyük ölçüde gayrimüslimlerdi. Kasaba,
a.g.e., ss. 17-19.
9 Orhan Kurmuş, Emperyalizmin Türkiye’ye Girişi, Savaş Yayınları, Ankara, 1982, ss. 18-19.
10Gülçin Uzuntepe, Osmanlı İmparatorluğu’nda İlk Demiryolu: İzmir-Aydın, Kasaba (Turgutlu)
1856-1897, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Yüksek Lisans Tezi,
Eskişehir, 2000, s. 19.; Nedim Atilla, İzmir Demiryolları, İzmir Büyükşehir Belediyesi Kent
Kitaplığı Yayınları, İzmir, 2002, ss. 40-41.
84 Mehmet BAŞARAN, Ali ÖZÇELİK
tahmin edilmektedir.11 Bunlar arasında denizaşırı ticaret yapan şirketlerin
sahipleri veya varlıklı Rum ve Türklerin yanında çalışmak için aileleriyle
birlikte gelen yoksulların yanı sıra kısa yoldan büyük paralar
kazanabilecekleri mecralar arayanlar da bulunmaktaydı.12
Osmanlı yöneticileri resmi yazışmalarda bu göçmenleri “Avrupa ve
adalardan mürtekip ve serseri makulesi ecnebiler”13 olarak
nitelendirmekteydi. Adalardan gelen bu Rum “serseri makulesi”nin en
önemli illegal icraatları ise ‘eşkıyalık’ ve ‘kaçakçılık’ olmuştu.
Rum Eşkıyalar
Mora İsyanı ardından Yunanistan’ın bağımsızlığını kazanmasının,
Batı Anadolu’nun eşkıyalık tarihine çeşitli etkileri olmuştur. XV. yüzyıldan
itibaren peyderpey Osmanlı idaresine giren Ege adaları, coğrafi özellikleri
açısından üretime çok elverişli değildi. Bu adalarda tarım ya da sanayi
adına büyük bir potansiyelden de söz edilemezdi. Dolayısıyla Adalı
Rumların geçim kaynağı ezelden beri gemicilik ve denizcilik üzerine
kurulmuştu. Bunlar arasında erken dönemlerden itibaren korsanlık
yapanlar da mevcuttu. Söz konusu etkenin yansıması olarak da
bağımsızlığın ilanının ardından kimi Adalı Rumlar, gelir elde etmek için
Mora’dan gelen çetecilerle birleşerek Batı Anadolu kıyılarına zaman zaman
saldırılar düzenlemişler ve eşkıyalık faaliyetlerinde bulunmuşlardı.
Böylelikle yüzyıl ortalarında Yunanistan’dan gelen çeteler ve Rum reayanın
içinden çıkan eşkıyalar, adalılarla birlikte Batı Anadolu sahilinde etkili bir
güç haline gelmişlerdi. Bu gruplar özellikle Sisam ile Sakız adaları arasında
bir tehdit unsuru haline gelerek Türk kayıklarıyla Ege sahillerindeki
kasabalara saldırmaya başlamışlardı.14
1850’li yılların başlarında, Aydın Vilayetinde ki en önemli Rum
eşkıya Katırcı Yani idi. Katırcı Yani’nin eylem biçimi, Batı Anadolu’da
kendisinden önceki eşkıyalık olaylarıyla benzerlik göstermekteydi. Katırcı
Yani tüccar ve çiftçileri dağa kaldırarak yüklü miktarda fidye almış,
kervanlara saldırmış ve posta baskınları düzenlemişti. Devlet, ünlü eşkıyayı
ve çetesini yakalayabilmek için, başta takip ve af gibi birçok çare aramış ve
nihayetinde başarılı olmuştu. 1853’te teslim olan Katırcı Yani, İzmir’de
Pullukçuoğlu Yapucu, a.g.t., s. 152.
Kasaba, a.g.e., s. 21.
13 BOA A. MKT. UM 105/100 (1268) 1852.
14 Zeki Arıkan, “Mithat Paşa’nın Aydın Valiliği (Ağustos 1880-Mayıs 1881), Uluslararası
Mithat Paşa Semineri, Edirne, 8-10 Mayıs 1984, Bildiriler ve Tartışmalar, 1986, s. 137.
11
12
Ege Adaları Menşeli Rum Çetelerin Batı Anadolu’daki Eşkıyalık ve Kaçakçılık Faaliyetleri 85
yapılan sorgulamaları sırasında İzmir ve civarındaki bazı İngiliz tüccarların
kendisine yardım ettiğini, hatta onların Buca ve İzmir’deki evlerinde konuk
olduğunu açıklamış; ancak, isimlerini vermemişti. Bu arada Katırcı Yani’nin
“dehalet”15 ettiğini öğrenen birçok yabancının yanı sıra, İzmir’deki yabancı
ülke konsolosları tercümanları vilayet binasına gelerek çete reisini ziyaret
etmişti. 16
Katırcı Yani çetesinin tasfiyesi sonrası kısa bir huzur dönemi yaşansa
da, yakın zamanda Ege adaları menşeli Rum eşkıyalığı, Batı Anadolu’da
tekrar büyük bir güç kazanmıştı. Nitekim Adalı Rumların ve yerli
işbirlikçilerinin sebep olduğu olaylar, 1880 yılının Ağustos ayında Aydın
Valiliği’ndeki görevine başlayan Mithat Paşa’nın Mabeyn-i Hümayun
Başkitabeti’ne yazdığı rapordaki şu cümlelerle gözler önüne serilmişti:
“… Aydın Vilayeti sahil cihetinin Ayvalık’tan ta Mekri’ye [Fethiye] kadar
80 - 100 saatlik mesafesi üzerinde vaki kasaba ve karyelerin birbiri üzerine %
80 ahalisi Rum milletinden olarak bunların dahi ekserisi [çoğu] Yunan
gayretkeşlerinden [taraftarları] olmasıyla içlerinden birçoğu Yunan
mahmiliği (himaye) iddiasına sapmış ve bunların muavenet ve belki davetiyle
Yunan adalarından pek çok eşhas ibtida hizmetçilik ve ziraatçılık vesilesiyle
gelip ve emlak ve arazi sahibi olup yerleşmiş idüğünden ve bu vecihle en
küçük kazada birkaç bin Yunanlı olduğu gibi nefs-i İzmir şehrinde otuz
binden mütecaviz Yunanlı bulunduğundan bunlar maddeten her türlü
fenalığa mütecasir [yeltenen] olarak birçok vukuat-ı cinaiye zuhura geldiği
misullu sevahilde olanlar dahi hariçten gelen eşkıyaya muavenet ettiklerine
mebni geçen seneden ve hususiyle birkaç aydan beri sevahilin her tarafını
Yunan eşkıyası istila edip ve bunlara bakarak taraf taraf her mahalde
haydutluk ve katl-i nüfus maddeleri çoğalıp emniyet bi’l-külliye münselib
[kaçmış, kaçırılmış] olmuş…”17
Kısa süreli valiliği döneminde zaptiyenin yetersizliği konusunda
Saray’a sık sık raporlar gönderen Mithat Paşa, olayların önüne
geçilememesini Adliye ve Zaptiye teşkilatlarının düzensizliğine
bağlamaktaydı. Zira kolluk kuvvetlerinin şahitliğini ve ifadelerini dikkate
almayan mahkemeler, cinayet, yaralama ya da hırsızlık gibi suçlardan
tutuklananları bir saat içinde serbest bırakmaktaydı. Rodos’a veya
Dehalet: Sığınmak, aman dilemek, medet, yardım isteyiş.
Sabri Yetkin, Batı Anadolu’daki Eşkıyalık Olaylarının Yapısal Bir İncelemesi (19. Yüzyılın
Son Çeyreğinden Balkan Savaşına), Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi
Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi, İzmir, 1995, s.s. 80-81.
17 BOA., Y.EE., 79/105, 11 Şevval 1297 (16 Eylül 1880).
15
16
86 Mehmet BAŞARAN, Ali ÖZÇELİK
Trablus’a sürgün edilenlerin bir yolunu bulup geri dönmesi, mahkemelerin
kararlarının caydırıcı olmamasına sebep olmaktaydı.18 Yine Mithat
Paşa’nın, Saray’a gönderdiği 16 Eylül 1880 tarihli layihada, vilayetin o
sıradaki asayiş durumuyla ilgili şu bilgileri vermekteydi:
“...umumen sekene-i vilayetin birinci derecede muhtaç olduğu şey
emniyet meselesi olub eşkiya ve kuta-i tarik güruhunun taraf taraf katl-i
nüfus etmek ve adam soymak ve halkın evladını kapub akça talebiyle dağa
kaçırmak misüllü yevmiye ve her saat her taraftan gelen haberler dürlü
vukuat-ı şenia ile umumun emniyeti münselib olmuş ve kasabalara bir çeyrek
ve yarım saat mesafede vaki bağlarına bile gitmeğe kimsede takat ve cüret
kalmamış”tır.19
Mithat Paşa’nın söz konusu satırlarla betimlemeye çalıştığı
asayişsizliğin vahameti ilerleyen tarihlerde şiddetini daha da arttırmış ve
Rum çeteciliği Ege sahillerindeki yerleşimlerde hızla yayılmıştı. Adalı Rum
çetelerin, Aydın sancağına girdikleri yerlerin başında Sisam adası
üzerinden Kuşadası sahilleri gelmekteydi. Bölgenin ormanlık bir arazi
olması saklanmak için ortamı elverişli kılıyordu. Yine bu çevrede bulunan
Çanlı (Güzelçamlı) gibi Rum köylerinden destek alıyorlardı. Eşkıyalar
ayrıca Beşparmak dağlarında birçok mağarada barınıp saklanabiliyor,
çevredeki manastır ve benzeri yerlerden yardım da alabiliyorlardı.20
Buradan Aydın sancağına bağlı yerleşimlere ulaşmaları özellikle çok
kolaydı. Çanlı köyünden Sampson dağını aştıktan sonra kolaylıkla Söke,
Balat ve Milas üzerine gidebilir, Menderes’i geçerek karşıdaki köylere, hatta
Menderes güzergâhından Aydın’a ulaşabilirlerdi. Var olan verilerden Rum
eşkıyaların ve kaçakçıların daha çok Söke ve çevresinde yoğunlaştığı
izlenimini edinilebilmektedir.21
Yüzyıl sonlarında Çeşme Alaçatı’da Karabacak, Gülbahçe’de
Karayotoğlu Nikola, Bayındır’da Hambrikooğlu Panayot, Menemen
Seyrekköy’de Nikola gibi Rum çetebaşları bulunmaktaydı. Bunun yanı sıra
Yunanistan'dan gelen ve liderlerine “Kaptan” denilen çeteleri Ege'ye
çıkartıyordu.22 En bilinenleri Kaptan Andreya, Kaptan Aleko, Kaptan Ulaho,
İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Midhat ve Rüştü Paşaların Tevkiflerine Dair Vesikalar, Türk Tarih
Kurumu Basımevi, Ankara, 1987, s. 85.
19 BOA.,Y.EE. 79/105 lef 1, 11 Şevval 1298 (16 Eylül 1880).
20 Pullukçuoğlu Yapucu, a.g.t., s. 161.
21 BOA., Y.PRK.ASK. 233/8, 27 Receb 1323 (27 Eylül 1905).
22 30 kadar Rum eşkıyanın Kuşadası’ndaki büyük çaplı eylemleri için bkz. BOA., Y.PRK.ASK.
229/ 44, 18 Rebiyülevvel 1323 (23 Mayıs 1905).
18
Ege Adaları Menşeli Rum Çetelerin Batı Anadolu’daki Eşkıyalık ve Kaçakçılık Faaliyetleri 87
Kaptan Foti, Kaptan Sokrat ve Kör Mina gibi eşkıya reisleriydi.23 Adı geçen
grupların öncelikli hedefi bölgenin zenginleriydi. Özellikle Aydın
Vilayetindeki Levanten ailelerin servetleri, Rum eşkıyaların oldukça
dikkatini çekmişti. Somut örnekler verecek olursak 24 Eylül 1887
tarihinde, Bornova’da İzmir’in ünlü Levanten aileleri Whitall ve
Wilkinsonlar’ın 4 çocuğu ile 2 yardımcısı Kaptan Foti çetesi tarafından dağa
kaldırılmıştı. Çete elindeki esirler için 800 lira fidye istemiş, kılavuzlar
aracılığıyla yapılan pazarlıkta 750 liraya anlaşılıp paranın Maliye’den
ödenmesi kararlaştırılmışken Rişar Whitall gizlice parayı çeteye götürüp
çocukları kurtarmıştı. 1891 yılında ise Forbes Kumpanyası’nın Nazilli
şubesinde meyan kantarcısı olarak çalışan İtalyan Yorgi Falko’nun
Horhunlu Köyündeki evi, bir Rum çete tarafından basılmıştı. Eşkıyalar
evdekileri ciddi surette yaraladıktan sonra bol miktarda para ve eşya gasp
etmişler, ancak olaydan kısa süre sonra peşlerindeki müfreze tarafından
yakalanmışlardı.24 1896 yılında da Rum çeteler, Fransız Waligorsky ile
İtalyan Marriot’u dağa kaldırmışlardı. Fransız için 4000, İtalyan için 120
lira fidye alıp, esirleri serbest bırakmışlardı. Kasım 1898’de Rum çeteler
yine Whitaller’i hedef seçmiş ve James Whitall’i Bornova’da dağa kaldırarak
1500 lira fidye istemişlerdi. Devlet, 500 lira para ödeyerek esiri kurtarmış
ancak eşkıyalar yakalanamamıştı. Whitall ve Paterson gibi Levanten
ailelere; Kaptan Andreya, Kaptan Aleko ve Kaptan Sokrat çeteleri de sık sık
tehdit ve haraç mektupları göndermişler ve olumsuz cevap aldıkları
zamanlarda işletmelerini basmışlardı.25
Çete üyesi Rumlardan bazıları gündüz kayıkçılık yapıp akşamları
gözlerine kestirdikleri kişileri dağa kaldırıyorlardı. Yağmacı karaktere
sahip çeteler adam kaçırmak, hırsızlık, koyun ve büyük baş hayvan
kaçırmak gibi eylemlerle adlarını duyuruyorlardı. Rum çetelerin adalardaki
Yunan kanun kaçaklarıyla da sıkı ilişkileri bulunmaktaydı. Örnek verecek
olursak yerli Rumlardan Yeniköylü çoban Hristo, cinayet işleyip Sisam’a
kaçmış, bir süre orada saklandıktan sonra yanına Selanik’te askerken silah
ve cephane çalarak firar eden Manol, Urlalı Mihal, Yunanlı Nikola, Yunanlı
Sabri Yetkin, Ege’de Eşkıyalar, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1996, s. 69.
Hizmet, 20 Şaban 1308 (1 Nisan 1891). İzmir’den Kaymakam Refik Bey’in İstanbul’a
bildirdiğine göre; benzer bir olay da Söke’de meydana gelmişti. Söke’deki meyan
fabrikasının direktörü İngiltere tebaasından Mösyö Hüdor tarafından makama verilen
dilekçede, Tuzburgazı Köyü’ndeki meyan kantarını silahlı beş meçhul şahıs basarak iki bin
kuruş kadar bir meblağ alarak firar ettikleri ifade edilmişti. BOA., Y.PRK.ASK. 227/35, 9
Muharrem 1323 (5 Nisan 1905).
25 Yetkin, a.g.t., s. 95.
23
24
88 Mehmet BAŞARAN, Ali ÖZÇELİK
Pavlo ve Galoslu Pandali’yi alarak Anadolu sahilinde eşkıyalığa başlamıştı.
Sonra da bütün köy halkının tütün tarlasında çalıştığı bir saati kollayarak,
güpegündüz üstelik köy kahvesinde, ahalinin zenginlerinden Kiryako’yu
kaçırıp 3000 kuruş fidye istemişti.26 Neticede oldukça uzun uğraşlar
sonucu müfrezeler tarafından ele geçirilebilmişlerdi.
XIX. yüzyıl sonlarına doğru Rum çetelerin faaliyetleri öyle ileri
boyuttaydı ki İzmir içinde, özellikle Frenk Mahallesi’nde hırsızlık, gasp,
yankesicilik, yaralama ve cinayet gibi fiiller eksik olmamıştı. Mithat
Paşa’nın ifadeleriyle “yerlü ve ecnebiden ekseriya Yunan haşeratından
cemiyetler teşkil” edilmiş ve bunların akşamdan sabaha kadar sokaklarda
silahlı dolaşarak rast geldiklerini soymak, evlere girmek, zengin tüccarları
korkutup para sızdırmak gibi eylemleri günlük olaylardan sayılmaya
başlanmıştı.27 Durum yazışmalarda “şekavet Aydın Vilayeti’nde bulaşıcı bir
hastalık gibi yayılmaya başladı” cümleleriyle betimlenmişti.28 Dağa çıkan
çete sayısının her geçen gün artması Vilayet ve Saray arasındaki yazışma
trafiğinin artmasına neden olmuştu. Aydın valileri Rum eşkıyalara engel
olabilmek için vilayetteki zaptiyeleri İzmir ve çevresine dağıtıp nizamiye
askerinden kollar çıkarmışsa da bunun hiçbir etkisi olmamıştı. Aksine Rum
çeteler komite imzasıyla sokaklara dağıttıkları Rumca bildiride; “her kim
akşamdan sonra sokağa çıkup da üzerinde on mecidiyeden aşağı akça veya
gümüş ve altun saat gibi şey bulunmaz ise soyulduktan sonra darp ve tahkir
dahi edileceği”ni ilan ederek halkı tehdit etmişlerdi.29 Sadece Aydın
Vilayeti’nde değil imparatorluğun Avrupa kıtasındaki topraklarında da
eşkıyalık ve soygun yaygın bir olgu haline gelmişti. Nitekim 1889’da
Avrupalı bir gözlemci, durumun vahametini şu sözlerle dile getirmekteydi:
“Makedonya’da, Epir’de, Trakya’da, Küçük Asya’da gerçek bir terörizm
hüküm sürüyor. Günün ortasında köy ve kentlere giriyor ve birçok evi talan
ettikten ve direnmeğe kalkışanları öldürdükten sonra, ileri gelenleri ya da
çocuklarını kaçırıp dağlara götürüyorlar, sonra da fidye istiyorlar. Eğer
kaçırılanların akrabaları isteneni yapmakta acele etmezlerse, esirlerini
insafsızca öldürüyorlar. Köylü tarlaya gidemez hale gelmiştir. Esnaf
Ahenk, 30 Haziran, 2-5 Temmuz 1911 Ahenk, “Afet Üstüne Afet”, 4 Receb 1329 (30
Haziran 1911); Ahenk, “Sökede Yunan Eşkıyası”, 6 Receb 1329 (2 Temmuz 1911).
27 Arıkan, a.g.m., s. 138.
28 BOA., Y.EE.KP. 38/3746.
29 Arıkan, a.g.m., s. 139.
26
Ege Adaları Menşeli Rum Çetelerin Batı Anadolu’daki Eşkıyalık ve Kaçakçılık Faaliyetleri 89
kasabaya gidip alış-veriş yapamıyor, toptancı malını alamıyor. Köyle kentin
bağlantısı kesildi.”30
Eşkıyalığın hasat zamanlarında artması, sosyal ve ekonomik yaşama
büyük darbeler indirmişti. Zira Batı Anadolu’nun en önemli zenginlik
kaynağı olan incirler kurutulurken veya bağbozumu yapılırken yaşanan
eşkıyalık faaliyetleri bahçelerinde çalışan köylülerin korkarak topraklarını
terk edip eve kapanmalarına neden olmuştu. Bu da büyük bir iktisadi kayıp
anlamına gelmekteydi.1880’li yıllarda bir İngiliz tüccar tarlalarında çalışan
işçileri korumak için 43 silahlı muhafız tutmuş, 1881 yılında ise İngiltere
Büyükelçiliği, Batı Anadolu’da toprak satın alanların kendilerini tehlikeye
attıklarını bildirme zorunluluğu duymuştu.31
Rum eşkıyaların yakalanma oranı Müslüman suçlulara kıyasla
oldukça düşüktü.
Müslüman tebaadan olan faillerin %85,31’i yakalanmışken
%14,69’luk bir kesim firar etmiştir. Buna karşılık Rumlarda bu oran,
%66,09 tutuklamaya karşılık %33,91’i firar olarak kayıtlara geçmiştir.
Aydın Vilayetinde, nüfusun büyük çoğunluğunu (yaklaşık %78)
Müslümanların oluşturması nedeniyle, failler içerisinde de doğal bir şekilde
Müslümanlar ön plana çıkmaktadır. Bu suç içerisinde Müslümanların oranı
%85,37 iken, gayrimüslimlerin oranı %14,63’tür.32
Bunların tamamen yok edilememesinin ve mücadelede yetersiz
kalınmasının en büyük nedenlerinden birisi; çetelerin Ege denizindeki
adalardan bölgeye gelmesiydi. Suç işleme amacıyla bölgeye gelen çeteler,
eylemlerini gerçekleştirdikten sonra tekrar adalara kaçtıklarından ele
geçirilemiyorlardı. Oldukça uzun bir kıyı şeridine sahip olan Ege’nin,
kıyıları tamamen denetim dışıydı, bu da takipleri zorlaştırıyordu. Ayrıca,
“Hacı David Kumpanyası” gibi kimi Rum ve Amerikan taşımacılık
şirketlerinin özellikle Rum firarileri gerek Yunanistan’a gerekse kimi
Avrupa ülkelerine kaçırdıkları veya gizli bir şekilde çalıştırdıkları da
bilinmekteydi.33 Dolayısıyla Rum çetelerle mücadelede kısmi başarılar
Orhan Koloğlu, Ne Kızıl Sultan Ne Ulu Hakan: Abdülhamit Gerçeği, Gür Yayınları, İstanbul,
1987, s. 332.
31 Özgün, a.g.m., s. 20.
32 Fatih Öztop, “Suç Cetvellerine Göre Osmanlı Devleti’nde ‘Adam Öldürme’ Suçu: Aydın
Vilayeti Örneği (1908-1916)”, Türk & İslam Dünyası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Yıl 2, Sayı 3,
Haziran 2015, ss. 75-85.
33 BOA., DH.İD. 75/7, BOA., DH.İD. 94/47.
30
90 Mehmet BAŞARAN, Ali ÖZÇELİK
kazanılsa bile tam anlamıyla kökü kurutulamamış ve söz konusu durum
1922 yılına kadar devam etmişti. Bölgeyi çok iyi tanıyan pek çok Rum
çetenin Yunan işgaline eklemlenmesi ise büyük can kayıplarına sebebiyet
vermişti.
Rum Kaçakçılar
Osmanlı Devleti için Batı Anadolu, son dönemlerine kadar klasik
ekonomik sistemin iaşesinin sağlandığı önemli bir bölgeydi. Devlet, XV. ve
XVI. yüzyıllarda, sağladığı askeri koruma karşılığında yerel ürünlerde tekel
olmayı başarmış ve bölgenin artı ürününü kendi gereksinim ve istekleri
doğrultusunda yönlendirmişti.34 Bu nedenle Batı Anadolu kökenli üretim,
cinsine göre başkent ve ordu ihtiyaçlarını ve iç piyasayı doyurduktan sonra
ancak dış piyasaya gidebilmişti.
Osmanlı ülkesindeki tarımsal üretimin, madenlerin ve mamul
maddelerin kayıtsız şartsız yabancı tüccara satılması söz konusu değildi.
Yabancı tüccar da öteden beri bazı malların yasak kapsamında olduğunu
biliyor ve sadece “deryaya gitmesi memnu olan esbab ve metadan gayrı”
ürünleri satın alabiliyorlardı. 'Memnu meta’ sayılan ürünlerin listesi hayli
kabarıktı. Bunlar arasında hububat, pamuk, barut, at, silah, deri, gön,
balmumu ilk sırayı alıyordu.
Osmanlı yetkilileri kritik olmayan malların Batıya taşınmasını
genellikle görmezden gelir, kaçakçılığı askeri işleyişe zarar vermeyecek ve
iaşe akışını kesmeyecek bir ölçekte tutmaya çalışmışlardı. Özellikle XVI.
yüzyılın sonlarında, Avrupa’nın kıtlık yaşadığı dönemlerde İzmir ve
artalanından yola çıkan yün, demir, soğan, tereyağı, kara üzüm, sabun, deri,
zeytinyağı, zeytin, balmumu, kara meşe, pamuk, keten dokuma gibi kaçak
mallar Avrupa limanlarına ulaşıyordu. 35
Yasaklı listesinin kabarıklığı da doğal olarak coğrafyası denizden mal
taşımaya ve dağlardan ilerlemeye elverişli olan Ege Havzasında kaçakçılığa
rağbeti arttırmıştı. Cüretkâr denizciler ve dağ adamları da bu avantajı
sürekli kullanmıştı.
İstanbul ve Balkanlara Anadolu içlerine gidecek malların sevkiyat
noktası olan İzmir limanı, XVII. yüzyılda, Batı Anadolu’nun pamuk, yün ve
tahılına yakınlığı nedeniyle kısa süre içinde ithalat ve ihracatın önemli
Pullukçuoğlu Yapucu, a.g.t., s.173.
Arıkan, a.g.m., ss. 127-164. Daniel Goffman, Levanten Dünya ve İzmir, Tarih Vakfı Yurt
Yayınları, İstanbul, 1995, s.26.
34
35
Ege Adaları Menşeli Rum Çetelerin Batı Anadolu’daki Eşkıyalık ve Kaçakçılık Faaliyetleri 91
merkezi haline gelmişti. İzmir limanında yerli yabancı tüccarlar boy
göstermeye başlamış ve böylelikle pek çok tüccar devletin vergi
denetiminden kaçıp daha az vergi ödemek için de kaçakçılığa
başvurmuştu.36 XVIII. yüzyılda Fransa ile yapılan ticaret ve Napolyon
Savaşları ile Yunan İsyanı’nın atlatılması sonrası İzmir 1830’lardan itibaren
yeniden ticari canlılığı kazanmıştı.37 Ticaretin gelişmesine paralel olarak bu
yıllarda artan kaçakçılık ve eşkıyalık faaliyeti devleti rahatsız etmeye
başlamıştı. Ancak Osmanlı Devleti’nin İngiltere ile imzaladığı1838 Balta
Limanı Ticaret Antlaşması, memnu meta kavramını ebediyen terk etmesine
neden olmuştu. Memnu meta kavramı bitmişti fakat pre-kapitalist
ekonominin yarattığı açmazlardan biri olan kaçakçılık sona ermemişti. XIX.
yüzyıl boyunca ve XX. Yüzyılın başlarında kaçakçılığa konu olan meta
eskisinden farklıydı ve bu farkı yaratan değişen koşullardı.
1853-56 Kırım Savaşı’nın finanse edilmesinin gelir-gider dengesinde
oluşturduğu büyük açık, Osmanlı’nın Avrupa para piyasalarına
borçlanmasına neden olmuştu. Osmanlı Devleti’nin 1854-1874 yılları
arasındaki aşırı borçlanma süreci, devletin ekonomik dengelerini iyice
sarsmış ve dış borç ödeme yükümlülüğünü yerine getirememesiyle
sonuçlanmıştı. Devlet sonunda 1875 yılında borçlarını ödeyemez duruma
gelince mali iflasını açıklamıştı. Neticede önce 1880 yılında Osmanlı
Devleti’nin mali denetimini elinde tutacak olan Düyun-ı Umumiye’nin
prototipi olan “Rüsum-ı Sitte İdaresi” kurulmuştu.38 Devamında da devletin
mali iflasın iyice belirginleşmesi nedeniyle konsolide edilen dış borçları
yönetmek için 1881’de Muharrem Kararnamesi ile “Düyun-ı Umumiye” adı
altında uluslararası bir kuruluş oluşturulmuştu. Böylelikle Osmanlı
Devleti’ne borç veren İngiltere ve Fransa gibi büyük devletlerin
memurlarının çoğunlukta olduğu Düyun-ı Umumiye idaresinin
36 Goffman, a.g.e., s.42. Gemilerin resmi gümrük hangarlarının dışında yüklenip boşaltılması,
Osmanlı memurlarının demirlemiş gemileri aramasına izin verilmemesi en çok da İzmir’in
kıyı şeridinde yerleşmiş yabancı tüccarların, ev ve ambarlarının denizle doğrudan bağlantılı
olması kaçakçılık için ideal konumu sağlaması anlamına geliyordu. Özellikle denize
doğrudan çıkış kapısı olan evler gümrük vergilerinden hile yoluyla kurtulmak isteyen
kaçakçılar için çok elverişliydi.1690’larda Babıâli denize açılan bu girişlerin engellenmesine
yönelik anlaşıldığına göre etkisiz kalan emirler gönderiyordu. Daniel Goffman, “İzmir:
Köyden Kolonyal Liman Kentine”, Doğu ile Batı Arasında Osmanlı Kenti: Halep, İzmir ve
İstanbul, İstanbul, 2003, ss. 88-151.
37 Abdullah Martal, Değişim Sürecinde İzmir'de Sanayileşme (19. Yüzyıl), Dokuz Eylül
Yayınları, İzmir, 1999.
38 “Rüsum-ı Sitte” idaresinin kuruluşu ve çalışmaları için bkz. Nihat Sayar, Türkiye
İmparatorluk Dönemi Mali Olayları, İstanbul, 1977, s. 241.
92 Mehmet BAŞARAN, Ali ÖZÇELİK
kurulmasıyla Osmanlı İmparatorluğu’nun en verimli vergi kaynakları,
yabancı alacaklılar hesabına denetim altına alınarak devletin mali
bağımsızlığına son verilmişti. 39 Belirtilen etmenlerden ötürü Batı
Anadolu’da tarımın aşırı ticarileşmesi sonrasında toprak ve gelir
dağılımındaki eşitsizlikler artmış ve Müslüman nüfus ekonominin dışına
itilmiş durumdaydı.40 Ülkenin içinde bulunduğu ekonomik sıkıntılar
devletin memurlarının maaş alamamasına ve dolayısıyla açıkları kapatmak
için kanunsuz işlere ve kaçakçılığa da bulaşmalarına neden olmuştu. Bu
yeni gelişmelerin akabinde hem kaçakçılığın boyutları hem de kaçırılan
meta artık değişmeye başlamıştı. Artık tütün, ecza-yı nariye adı verilen
patlayıcı maddeler, silah, çam kabuğu ve kereste çok daha rağbet
görüyordu.41 Ancak söz konusu metaların arasında tartışmasız en çok
tercih edileni tütündü. Zira İmparatorluğun en kaliteli tütünlerinin
yetiştirildiği Aydın Vilayeti, reji idaresinin ilk kurulduğu tarihten itibaren
kurumsallaştığı yer olmuştu.42 Kurağa dayanıklı ve yaprak dokuları kalın ve
reçinemsi çekici bir kokuya sahip Batı Anadolu tütünleri kuruluşundan
itibaren Reji’nin özel ilgisini çekmişti.43 Dolayısıyla bu durumda
kaçakçıların sayısının artışına da doğal bir imkân tanımıştı. Kaçakçıların
arasında üreticiden aldığı kaçak tütünü illegal yollarla pazarlamaya çalışan
tacirler olduğu gibi, muhakkak ürettiği tütünü kendisi satan çiftçiler de
vardı. Muhtemelen bu kafilelere önderlik edip onları devletin ve Reji
kolcularının ulaşamayacağı yollardan götürenler de dağları mesken tutan
eşkıyalardı.44
Donald C. Blaisdell, Osmanlı İmparatorluğunda Avrupa Mali Denetimi ve Düyun-ı Umumiye,
İstanbul, 1979, s. 5. Ayrıca bkz: Haydar Kazgan, “Düyun-ı Umumiye”, Tanzimat’tan
Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, Cilt 3, İletişim Yayınları, İstanbul, 1985, ss. 702-708.
40 Saadet Tekin, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Nazilli, Dokuz Eylül Üniversitesi, Atatürk İlkeleri
ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi, İzmir, 1997, s. 75.
41 BOA. DH. MU_ 7-4/ 41 no: 6 (1326) 1908
42 Daha çok kara kokulu tütün ekilen İzmir ve çevresinde Değirmendere nahiyesine bağlı
Ahmetbeyli. Sancaklı, Palamutarası, Yeniköy. Bulgurca. Bozyaka, Uzundere, Buca ve Bornova
nahiyesinin dağ köyleriyle Söke, Ödemiş, Urla, Karaburun, Çeşme, Seferihisar, Bayındır. Tire
ve Selçuk'ta birinci kalite ürün yetiştiriliyordu. Aydın demiryolu üzerinde Kuşadası'na bağlı
bir nahiye merkezi olan Selçuk, aynı zamanda İzmir çevresinde ilk tütün yetiştirilen yerdi.
Selçuk'ta üretilen ve oldukça ünlü olan tohumuna da "Ayasuluğ Tohumu" adı verilmiştir.
(Ekinci), Salih Zeki, Türkiye’de Tütün, Ziraat, Sınaat ve Ticareti, İstanbul, Cumhuriyet
Matbaası, 1928, ss. 397-401.
43 Bülent Varlık, 19. Yüzyılda Emperyalizmin Batı Anadolu’da Yayılması, Ankara: Tüm
İktisatçılar Birliği Yayınlar, 1976, s. 29.
44 Eşkıyaların Osmanlı coğrafyasında kökleri çok eskilere dayanmaktadır. Ele aldığımız 19.
ve 20. yüzyılda ise bu eşkıyalar Makedonya bölgesinde Bulgar komitacılar ya da Rum
39
Ege Adaları Menşeli Rum Çetelerin Batı Anadolu’daki Eşkıyalık ve Kaçakçılık Faaliyetleri 93
Tütün kaçakçıları için arşiv belgelerinde “eşkıya” “şaki‘”, “erbâb-ı
şekâvet” gibi tanımlamalar yapıldığı görülmektedir. Eşkıyalık genellikle
devlet düzenine isyan eden ayrılıkçı gruplar için kullanılan bir terim olarak
algılanıyorken, Reji gibi kâr amaçlı kurulmuş özel bir şirketin, kaçakçıları
tanımlamak ve onlardan yakınmak için bu terimi kullanması ilginçtir. Şirket
burada kaçakçıların toplumsal düzeni bozan faaliyetlerini öne çıkarmak
için “eşkıya” kelimesine başvurmuştur.45 Eşkıya ve kaçakçı kavramlarının
bu denli iç içe girdiği dönemde Batı Anadolu özelinde ise durum daha
keskin hatlara sahipti. Eşkıyalığın Celali isyanları sonrası kronikleştiği XVI.
yüzyıldan itibaren düzenli bir asayişsizlik içinde bulunan bölgede
kaçakçılık imparatorluğun pek çok bölgesinde olduğu gibi oldukça yaygın
görülmüştü. Söz konusu olaylarda etkili olan pek çok gruptan en göze
çarpanları ise Rum çeteleri olmuştur.
Aydın Vilayetindeki tütün kaçakçılığı Reji döneminde o kadar
yaygınlaşmış ve alenileşmişti ki, toplumun her kademesinden kişilerin
kaçakçılık hadiselerine karışması olağan vakalar haline gelmişti. Öncesinde
bahsi geçtiği üzere adalı Rumların ziraat konusunda elverişli topraklara
sahip olmaması da kaçakçılığa rağbeti arttırmıştı. Adalı Rumlar özellikle
tütün kaçakçılığını muhtelif şekillerde yapmaktaydılar. Vilayette üretilen
kaçak tütünleri dışarıya çıkarıyor, dışarıdan kaçak tütün getiriyor veya
içeride üretilen kaçak tütünleri vilayet dâhilinde satışa sunuyorlardı. Bu
dönemde tütünün bol üretildiği vilayetlerde dahi dışarıdan kaçak tütün
getirilip vilayette satılabilmekteydi. Kaçakçılar vilayet dışından getirdikleri
tütünleri, küçük paketler halinde hazırlayıp kahvehanelerde piyasaya
sunuyorlardı. Kaçak tütünün piyasaya sürülmesi işinde yevmiyeyle
tutulmuş kişiler kullanılıyordu.46 Yine bazı dükkânlarda kaçak tütünle imal
edilip “fişenk” adı verilen paketler satılmaktaydı.47
Karlı getirisi nedeniyle kaçakçılık adalarda kısa zamanda bir geçim
kaynağı ve sanat olarak yerleşmeye başlamıştı. Kaçakçılar engebeli
arazileri tercih ederek yollarına devam ederken, yol güzergâhları üzerinde
konaklama yerlerinde kendilerine yardım edecek olanları önceden tespit
çeteler, Karadeniz’de Laz ya da Gürcü çeteler, İzmir’de ise Rum çeteler ve zeybek
gruplarıydı. Filiz Dığıroğlu, Trabzon Reji İdaresi, Osmanlı Bankası Arşiv ve Araştırma
Merkezi Yayınları, İstanbul, 2007, s.103.
45 Pullukçuoğlu Yapucu, a.g.t., s.254
46 Dığıroğlu, a.g.m., s. 107.
47 BOA, TFRI M. 12/1147.
94 Mehmet BAŞARAN, Ali ÖZÇELİK
ederlerdi.48. Bu dönemde Rum kaçakçıların dâhil olduğu pek çok soygun,
cinayet ve yaralama vakası resmi yazışmalara konu olmuştu.49 İzmir’den
Söke Kaymakamı Refik Bey’in;
“(…) Geçen gece (27.3.1905) Rum kaçakçılar tarafından on sekiz yük
ecza-yı nariyye ve eşya-yı memnua Sisam’dan Söke sevahiline gönderilerek
kaçırıldığı, eşya-yı memnuanın pek çoğunun Söke sevahilinden kaçırılmakta
olduğu burasının taht-ı muhafazaya alınamadığı” anlaşıldığına ilişkin resmi
yazısı kaçakçılığın boyutlarını gösteren örneklerden sadece bir tanesidir.50
XX. yüzyıl başlarında Ege adaları birer eşkıyalık ve kaçakçılık üssüne
dönüşmüştü. Bölgenin coğrafi yapısı özellikle adalara geçişin kolaylığı
nedeniyle denizden kaçakçılığa da elverişliydi. Örneğin Sömbeki ve
Kalimnos adalarında yılda ortalama 415.000 kilo yaprak tütün
kaçırılmakta, bunlar adalarda işlendikten sonra Fransız uyruklu Fransuva
adında birine satıldığı takip sonucu anlaşılmıştı. Kaçak işlemlerinde Yunan
bandıralı vapurların kullanıldığı da görülmüştü.51 Yine Sisam adası ile
Kuşadası ve Söke’nin yakınlığı buradan kaçak tütün çıkarılmasını
kolaylaştırıyordu. Söke Kaymakamı Refik Bey, Rum kaçakçılar tarafından
Sisam’dan Söke sahiline kaçak olarak memnu meta getirildiğini ve yasak
maddelerin kaçakçılığının da bu şekilde yapıldığını belirtmekteydi.52
Cezayir-i Bahr-i Sefid (Akdeniz Adaları) Valisinin Aydın Valiliği’ne
bildirilmek üzere Dâhiliye Nezareti’ne gönderdiği 1 Kasım 1909 tarihli
yazıda, Limni'ye uğramakta olan “Penda Leon” ve “Hacı David” vapurlarının
kamarot ve erzakçıları tarafından aleni surette tütün kaçakçılığı yapılmakta
olduğu ve adı geçen kumpanyaya ait Eleni adlı vapurla Midilli yakınından
karaya çıkarıldığı bildirilmekteydi. Kaçakçılıkla uğraşan bu kampanyaların
İzmir'de bulunan acentelerine gerekli uyarılar yapılmış olmasına rağmen
kaçakçılığa devam ettikleri Rodos Reji başmüdürü ve Midilli Reji
başmüdürü tarafından acentelerin tekrar uyarılması istenmişti.53 Reji
Müdüriyeti’nden verilen takrir üzerine durum merkez idareleri İzmir’de
Dığıroğlu, a.g.m., s. 254.
BOA. Y.EE. 79/105, 11 Şevval 1297 (16 Eylül 1880); BOA., Y.PRK.ASK. 160/17, 2 Zilhicce
1317 (3 Nisan 1900). Rum eşkıyanın küçük çaptaki hareketlerinden Yanni Ulaho, Yorgi ve
Hristo’nun eşkıyalıkları ve Bıyıklı Köyü civarında Jandarma tarafından etkisiz hale
getirilmesi için bkz. BOA., Y.PRK.ASK. 160/17, 2 Zilhicce 1317 (3 Nisan 1900).
50 BOA., Y.PRK.ASK. 233/8, 27 Receb 1323 (27 Eylül 1905).
51 BOA., DH.MUİ. 95-1/43, (1911).
52 BOA., Y.PRK.ASK. 233/8, 27 Receb 1323 (27 Eylül 1905).
53 BOA, DH-UMVM, 95-1/43, 1911.
48
49
Ege Adaları Menşeli Rum Çetelerin Batı Anadolu’daki Eşkıyalık ve Kaçakçılık Faaliyetleri 95
bulunan şirketlere yazılmasına rağmen kaçakçılığa devam ettikleri
anlaşılmıştı. Pandeleon Kumpanyası’nın Eleni adlı vapuru Midilli’ye
geldiğinde getirdiği dört çuval tütün, silah ve yasak eşya karaya çıkarılacağı
sırada sandal devrilmişti. Midilli Reji Baş müdüriyeti tütünlerin denizden
ıslak olduğu halde çıkarıldığı ancak diğer eşyalar suyun dibine battığı için
elde edilmediğini işaret etmişti. Bu bilgiye dayanan Rodos Reji Müdüriyeti,
bu tür olayların tekrarlanmaması için Dâhiliye Nezaretinden gerekli yerlere
emir verilmesini istiyordu.54
Akdeniz Adaları Valisi’nin 15 Kânun-u Evvel 1911 tarihinde Dâhiliye
Nezareti’ne yazdığı bir yazıda da, “İnfitriti” adlı Yunan bandırasıyla yapılan
tütün kaçakçılığında 1.500 Türk Lirası kıymetinde İtalyan malı bulunduğu,
bunların Sömbeki Adası’na çıkarıldığı belirtilerek yüz denk halinde 7.000
kilogram kaçak tütün tespit edilmiş olmasına rağmen tütünlerin alınması
için yeterli jandarma ve kolcunun olmadığı vurgulanarak adadaki kaçak
tütünün alınmasına Yunanistan’ın müsaade etmediği belirtilmekteydi.55
Rum kaçakçılar bazen “Hıdıviyye” gibi vapurlarla, bazen de daha
küçük çapta deniz araçları hatta küçük kayıklarla çuval çuval tütün
kaçırmışlardı. Cezayir-i Bahr-ı Sefid Vilayeti’nden Dâhiliye Nezareti’ne
gönderilen yazıya göre, vilayeti teşkil eden adalar denizinin birtakım hırsız
ve kaçakçı kayıklarıyla dolu olduğu, bunların fırsat buldukça ahalinin
eşyalarını çaldıklarına hatta Anadolu sahilinden çift hayvanlarını çalarak
Yunanistan’a kaçırdıklarına dikkat çekiliyordu. Ayrıca Anadolu’dan çam
kabuğu ve keresteyi kaçak olarak Yunanistan’a götürdükleri,
Yunanistan’dan adalara ve Anadolu’ya da kaçak eşya ve silah sattıkları
belirlenmişti.56 Nitekim buna benzer daha çok örnekten de görebileceğimiz
üzere tıpkı eşkıyalık meselesinde olduğu gibi Rum menşeli kaçakçılık
faaliyetlerine de Cumhuriyet’in kuruluşuna dek sıklıkla karşılaşılmıştı.
SONUÇ
XIX. yüzyılın son çeyreğindeki kaybedilen savaşlar sonucunda hem
Balkanlarda hem de Kafkaslarda büyük toprak kayıpları yaşamıştı.
Osmanlıların özellikle 1878 yılında Ruslara yenilmesinin sonucunda
Avrupa’da kaybedilen topraklardan Anadolu’nun batısına hızlı bir göç
dalgası başlamıştı. İlerleyen tarihlerde 1897 yılındaki Türk-Yunan Savaşı
BOA., DH.MUİ. 33-2/40 lef 2, 17 Şevval 1327 (1 Kasım 1909).
BOA., DH.MUİ. 33-2/40, (1909).
56 BOA., DH.MUİ. 7-4/41 lef 6, 29 Muharrem 1328 (10 Şubat 1910); Ahenk, 29 Zilkade 1326
(23 Kânunuevvel 1908).
54
55
96 Mehmet BAŞARAN, Ali ÖZÇELİK
Osmanlı Devleti için askerî açıdan bir zafer olsa da diplomatik alanda bir
yenilgi yaşanmış ve Girit’in kontrolü Batılı devletlerin baskısıyla
Yunanistan’a verilmişti. Osmanlı-Rus Savaşı’nın ardından başlayan göç
dalgasına ek olarak Osmanlı Devleti’nin Avrupa kıtasındaki topraklarında,
özellikle Makedonya’da, eşkıyalık hareketlerinin başlaması ayrı bir
demografik hareketliliğe neden olmuştu. Tüm bu sosyal kargaşaya ek
olarak XIX. yüzyıl sonlarında birçok yerel toprak sahibi yozlaşmış
durumdaydı ve bölgedeki bu kargaşa ortamından fakir halka haksız yere
baskı uygulayarak yararlanmaya çalışıyordu.57 İşlenmekte olan suçlar,
ülkenin diğer kesimlerinde olduğu gibi Batı Anadolu’da da önemli bir
sosyal sorunu oluşturmaktaydı.58 Ekonomik ve siyasal çöküntünün
yansımasına paralel olarak da nüfus artışıyla ortaya çıkan arazi sorunu,
idari amirlerin yetersizliği, vergi toplama yöntemleri, tefecilik, jandarma
baskısı, asker kaçakları, idari bozuklukları da genç köylüleri dağ çıkmaya
sevk etmişti.
Dağa çıkışlarda ve kaçakçılık faaliyetlerinde elbette bölgenin coğrafi
ve sosyal yapısının elverişli olması da etkiliydi. İsyan kültürü yüzyıllar
öncesine dayanan Ege bölgesi, sosyal ve coğrafi özellikleriyle eşkıyalara ev
sahipliği yapmaya çok uygundu. Eşkıyaların dağlar, yüksek ovalar,
ormanlar ve dar geçitli engebeli yöreler gibi ırak ve ulaşılmaz bölgelerde
görüldüğü, endüstrileşme öncesinin gelişmemiş yollarında kol gezdiği
bilinen bir gerçektir. Fiziki yapısı ile Batı Anadolu bu tarife kuşkusuz
uymaktadır. Büyük Menderes’in kuzeyi ve güneyinde 1700 metreleri bulan
yüksek Çamlı, Malgaç, Cevizli, Karıncalı, Madran, Gökbel, Beşparmak ve
Çubuk dağları sıralanmaktadır. Üstelik bu dağlar çam ve kayın ormanlarıyla
57 Nihat Nirun, “Sosyal Yapı ve Suça Yöneliş Olayı”, Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya
Fakültesi Felsefe Bölümü Dergisi, Cilt 5, 1967, s. 132. Bölgede bir süre valilik yapmış olan
Mithat Paşa’nın Aralık 1875’te Sir Henri Elliot’u ziyareti sırasında imparatorluğun geneliyle
ilgili tespitleri, Aydın Vilayeti’ndeki durumun anlaşılması için de oldukça önemlidir: “Rüşvet ve
suiistimalin hiçbir vakit erişemediği derecede çoğalması ve hükümet idaresi için elde olunan
meblağın Saray’a gönderilerek israf edilmesi ve Mabeyn’e verilen rüşvet ile vilayetlere vali tayin
olunarak bu valilerin zulmü altında vilayetlerin harap olması…gibi üzüntü verici durumlar
Devlet-i Osmaniyenin çok süratli şekilde çöküntüye doğru gitmesinin başlıca sebepleri olup…”
Bkz: Mithat Paşa, Midhat Paşa’nın Hatıraları 1: Hayatım İbret Olsun (Tabsıra-i İbret) (Haz. Osman
Selim Kocahanoğlu), 1. Cilt, İstanbul, 1997, s. 304.
58 Tahsin Paşa, Abdülhamid: Yıldız Hatıraları, İstanbul: Muallim Ahmed Halit Kitaphanesi,
1931, s. 227.
Ege Adaları Menşeli Rum Çetelerin Batı Anadolu’daki Eşkıyalık ve Kaçakçılık Faaliyetleri 97
kaplıydı. İşte bu yüzden bu dağlar eşkıyalar için mükemmel sığınaklardı.
Üstelik bölgede yol ağları ne kadar çoksa, ulaşım da o kadar zordu.59
Kırsal kesimde çeteler halinde örgütlenmiş Zeybeklerin ve
Çerkeslerin çıkardığı karışıkların üstesinden gelmek yerel güvenlik
kuvvetlerinin harcı olmadığı için mutlaka başka yerlerden asker veya
zaptiye sağlamak gerekmişti. Adalardan gelip kıyı köylerini ve sonraları
cüretlerini artırarak kıyıdan kilometrelerce içerdeki köyleri vuran Rum
çetelerini alt etmek için ise karadan ve denizden sevk edilen kuvvetler hem
yeterli olmamış hem de yeterli olabilecekleri durumlarda da çoğu kere olay
yerine çok geç varmışlardı. Çoğu kere, Rum çetelerin korkusundan
evlerinden dışarı çıkamayan köylülerin ürünlerini toplayamamasına neden
olan bu olaylar, bölgenin ekonomik hayatını olumsuz yönde etkilemişti.60
XIX. yüzyılın ikinci yarısından XX. yüzyılın başına, yani
İmparatorluğun yıkılışına dek geçen süre zarfında eşkıyalık ve kaçakçılık
nicelik ve nitelik bakımından ciddi bir artış göstermişti. Özellikle Etnik-i
Eterya faaliyetleri neticesinde büyük lojistik destek sağlayan Rum çeteleri,
insan kaynaklarını Ege adalarından karşılamışlar, böylelikle siyasi veya
maddi farklı amaçlar taşıyan pek çok eşkıya ve kaçakçı grubu Batı Anadolu
sahillerinde uzun zamanlar bir korku unsuru olmuştu. Buna karşı Adalı
Rum kaçakçı ve eşkıya gruplarıyla kolcular ve jandarmalar arasında
onlarca yıl süren mücadeleler binlerce insanın ölmesine neden olmuş,
Aydın Vilayeti’nin pek çok bölgesi telafisi imkânsız mağduriyetler
yaşamıştı. Nihayetinde ancak, genç Cumhuriyet’in merkezileşme
politikaları neticesinde Batı Anadolu’da huzur ve asayiş sağlanabilmişti.
KAYNAKÇA
I. Arşiv Kaynakları
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı (BOA)
BOA A. MKT. UM 105/100 (1268) 1852.
BOA, DH-UMVM, 95-1/43, 1911.
BOA, TFRI M. 12/1147.
Pullukçuoğlu Yapucu, a.g.t, s. 148.
Daha sonraları aynı kaygıların dış düşmana karşı, Balkan demiryollarının yapımında da
önemli bir rol oynadığı görüldü. Kurmuş, a.g.e., ss. 48-49.
59
60
98 Mehmet BAŞARAN, Ali ÖZÇELİK
BOA. DH. MU_ 7-4/ 41 no: 6 (1326) 1908
BOA. Y.EE. 79/105, 11 Şevval 1297 (16 Eylül 1880)
BOA., DH.İD. 75/7, BOA., DH.İD. 94/47.
BOA., DH.MUİ. 33-2/40 lef 2, 17 Şevval 1327 (1 Kasım 1909).
BOA., DH.MUİ. 7-4/41 lef 6, 29 Muharrem 1328 (10 Şubat 1910)
BOA., DH.MUİ. 95-1/43, (1911).
BOA., Y.EE., 79/105, 11 Şevval 1297 (16 Eylül 1880).
BOA., Y.EE.KP. 38/3746.
BOA., Y.PRK.ASK. 160/17, 2 Zilhicce 1317 (3 Nisan 1900)
BOA., Y.PRK.ASK. 227/35, 9 Muharrem 1323 (5 Nisan 1905).
BOA., Y.PRK.ASK. 229/ 44, 18 Rebiyülevvel 1323 (23 Mayıs 1905).
BOA., Y.PRK.ASK. 233/8, 27 Receb 1323 (27 Eylül 1905).
BOA.,Y.EE. 79/105 lef 1, 11 Şevval 1298 (16 Eylül 1880).
II. Süreli Yayınlar
Ahenk, 30 Haziran, 2-5 Temmuz 1911
Ahenk, 29 Zilkade 1326 (23 Kânunuevvel 1908).
Ahenk, “Sökede Yunan Eşkıyası”, 6 Receb 1329 (2 Temmuz 1911)
Ahenk, “Afet Üstüne Afet”, 4 Receb 1329 (30 Haziran 1911)
III. Araştırma ve İnceleme Eserleri
Arıkan, Zeki “Mithat Paşa’nın Aydın Valiliği (Ağustos 1880-Mayıs 1881),
Uluslararası Mithat Paşa Semineri, Edirne, 8-10 Mayıs 1984, Bildiriler ve
Tartışmalar, 1986.
Atilla, Nedim, İzmir Demiryolları, İzmir Büyükşehir Belediyesi Kent Kitaplığı
Yayınları, İzmir, 2002.
Berkes, Niyazi, Türkiye İktisat Tarihi, Gerçek Yayınevi, İstanbul, 1969.
Blaisdell, Donald C., Osmanlı İmparatorluğunda Avrupa Mali Denetimi ve Düyun-ı
Umumiye, İstanbul, 1979.
Dığıroğlu, Filiz, Trabzon Reji İdaresi, Osmanlı Bankası Arşiv ve Araştırma Merkezi
Yayınları, İstanbul, 2007.
Goffman, Daniel, “İzmir: Köyden Kolonyal Liman Kentine”, Doğu ile Batı Arasında
Osmanlı Kenti: Halep, İzmir ve İstanbul, İstanbul, 2003.
Ege Adaları Menşeli Rum Çetelerin Batı Anadolu’daki Eşkıyalık ve Kaçakçılık Faaliyetleri 99
Goffman, Daniel, Levanten Dünya ve İzmir, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul,
1995.
Güneş, Günver, “Cumhuriyet’in İlk Yıllarında Aydın’da İktisadi ve Ticari Yaşam:
Aydın Ticaret Odasının Faaliyetleri”, Uluslararası Türkiye Cumhuriyeti Tarihi
Sempozyumu Bildiri Kitabı, (Ed. Bayram Kodaman vd.), Süleyman Demirel
Üniversitesi Basımevi, Isparta, 2008.
Kasaba, Reşad, “İzmir”, Doğu Akdeniz’de Liman Kentleri (1800-1914), (Ed. Çağlar
Keyder, Y. Eyüp Özveren, Donald Quataert), Tarih Vakfı Yurt Yayınları,
İstanbul, 1993.
Kazgan, Haydar, “Düyun-ı Umumiye”, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye
Ansiklopedisi, Cilt 3, İletişim Yayınları, İstanbul, 1985.
Koloğlu, Orhan, Ne Kızıl Sultan Ne Ulu Hakan: Abdülhamit Gerçeği, Gür Yayınları,
İstanbul, 1987.
Kurmuş, Orhan, Emperyalizmin Türkiye’ye Girişi, Savaş Yayınları, Ankara, 1982.
Martal, Abdullah, Değişim Sürecinde İzmir’de Sanayileşme (19. Yüzyıl), Dokuz Eylül
Yayınları, İzmir, 1999.
Martal, Abdullah, Değişim Sürecinde İzmir'de Sanayileşme (19.Yüzyıl), Dokuz Eylül
Yayınları, İzmir, 1999.
Mithat Paşa, Midhat Paşa’nın Hatıraları 1: Hayatım İbret Olsun (Tabsıra-i İbret)
(Haz. Osman Selim Kocahanoğlu), 1. Cilt, İstanbul, 1997.
Nirun, Nihat, “Sosyal Yapı ve Suça Yöneliş Olayı”, Ankara Üniversitesi Dil Tarih
Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümü Dergisi, Cilt 5, 1967.
Olcay Pullukçuoğlu Yapucu, Modernleşme Sürecinde Bir Sancak Aydın, Kitap
Yayınevi 2008.
Ortaylı, İlber, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, İstanbul: Hil Yayınevi, 1987.
Özgün, Cihan, “XIX. Yüzyılın İkinci Yarısında Yabancı Sermayeye Tepki: Aydın
Sancağı Üzerine Bazı Tespitler”, Tarih Okulu, Sayı 4, Yaz 2009.
Öztop, Fatih “Suç Cetvellerine Göre Osmanlı Devleti’nde ‘Adam Öldürme’ Suçu:
Aydın Vilayeti Örneği (1908-1916)”, Türk & İslam Dünyası Sosyal
Araştırmalar Dergisi, Yıl 2, Sayı 3, Haziran 2015.
Pamuk, Şevket, “Osmanlı Ekonomisi ve Dünya Kapitalizmine Açılış”, Tanzimat’tan
Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi, C. 3, İletişim Yayınları, İstanbul, 1985.
Pullukçuoğlu Yapucu, Olcay, Aydın Sancağı 1845-1914 (Sosyal, Ekonomik, İdari,
Kültürel Durum), Ege Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Yayımlanmamış Doktora Tezi, İzmir, 2006.
100 Mehmet BAŞARAN, Ali ÖZÇELİK
Salih Zeki, Türkiye’de Tütün, Ziraat, Sınaat ve Ticareti, İstanbul, Cumhuriyet
Matbaası, 1928.
Sayar, Nihat, Türkiye İmparatorluk Dönemi Mali Olayları, İstanbul, 1977.
Tahsin Paşa, Abdülhamid: Yıldız Hatıraları, İstanbul: Muallim Ahmed Halit
Kitaphanesi, 1931.
Tekin, Saadet, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Nazilli, Dokuz Eylül Üniversitesi, Atatürk
İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi, İzmir,
1997.
Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Midhat ve Rüştü Paşaların Tevkiflerine Dair Vesikalar,
Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1987.
Uzuntepe, Gülçin, Osmanlı İmparatorluğu’nda İlk Demiryolu: İzmir-Aydın, Kasaba
(Turgutlu) 1856-1897, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Eskişehir, 2000.
Varlık, Bülent, 19. Yüzyılda Emperyalizmin Batı Anadolu’da Yayılması, Ankara: Tüm
İktisatçılar Birliği Yayınlar, 1976.
Yetkin, Sabri, Batı Anadolu’daki Eşkıyalık Olaylarının Yapısal Bir İncelemesi (19.
Yüzyılın Son Çeyreğinden Balkan Savaşına), Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk
İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi, İzmir,
1995.
Yetkin, Sabri, Ege’de Eşkıyalar, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1996.
Ege Adaları Menşeli Rum Çetelerin Batı Anadolu’daki Eşkıyalık ve Kaçakçılık Faaliyetleri 101
EKLER
Resim 1: Ege adaları ve Batı Anadolu kıyıları
102 Mehmet BAŞARAN, Ali ÖZÇELİK
Resim 2: Aydın Vilayetinde, Rum çetelerin de dahil olduğu cinayetlere
ilişkin Vali Mithat Paşa’nın Başkitabete gönderdiği raporlar
(Yıldız Esas, Kısım 31-1380-62-79)
Ege Adaları Menşeli Rum Çetelerin Batı Anadolu’daki Eşkıyalık ve Kaçakçılık Faaliyetleri 103
Resim 3: Rum eşkıya çetesi
Resim 4: Eşkıya Takibindeki Müfrezeler
104 Mehmet BAŞARAN, Ali ÖZÇELİK
Resim 5: Osmanlı Tütün Rejisi Dükkânı
Resim 6: XX. yüzyılın başlarında ele geçirilen Rum kaçakçı çetesi
Ege Adaları Menşeli Rum Çetelerin Batı Anadolu’daki Eşkıyalık ve Kaçakçılık Faaliyetleri 105
Resim 7: Kaçakçılarla mücadele eden müfrezeler.
İzmir Araştırmaları Dergisi, Sayı: 11 (107-113), 2019
Süleyman Özkan, Osmanlı Devleti’nde Arkeolojik Kazılar ve
Müzecilik, Ege Üniversitesi Basım Evi, Genişletilmiş 2. Baskı, İzmir, Eylül
2019, VII+193 s., ISBN 978-605-60717-2-0.
Gizem TUNÇ*
Arkeoloji
disiplini
ve
araştırmalarının
tarihselliğine
dokunduğumuzda, 12. yüzyıl Batı Avrupa’sının ilgisi ve merakına karşılık,
Ortadoğu ve Anadolu coğrafyasındaki yerel arkeolojik girişimlerin oldukça
uzun bir zaman diliminin sonunda başlamış olduğu dikkati çeker. Bilhassa
Osmanlı Devleti’nin en geniş sınırlarına ulaştığı 16. yüzyıl Anadolu’sunu,
Doğu Akdeniz’ini ve Arap coğrafyasını, birçok medeniyetin kesiştiği geniş
bir panorama içerisinde değerlendirdiğimizde, bölgeye olan ilgi ve merakın
nedeni, kendini gösterir. Bugün dahi tarihsel arkeoloji ve disiplinler arası
çalışmaların bir ayağını oluşturan Osmanlı arkeolojisine, Osmanlı
coğrafyasının kendine has kültürel dokusuna, tarihi mirasına dair verilere
ve dönemin o günkü durumlarına ilişkin bilgilere; bölgeye gelen
seyyahların kalemlerinden ve gravürlerinden, ressamların tuvallerinden ve
son dönem kazı fotoğraflarından takip edebilme imkânına sahibiz.
Batı Avrupa’nın bu ilgisinin nedenini yalnızca bölgenin sahip olduğu
kültürel zenginlik olarak gerekçelendirmek yeterli bir yaklaşım
olmayacaktır. 18. ve 19. yüzyıllarda Avrupa’da gündeme gelen Hellenizim
ve Neoklasik hayranlığın, Avrupa entelektüel kesiminin ilgilerini Osmanlı
coğrafyasına çevirmesiyle, Antik Yunan hayranlığı da ideolojik olarak
pekişebilmiştir. İster bölgeye duyulan ilgi ister diplomatik sebeplerle
Osmanlı coğrafyasına adım atanlar, ziyaret ettikleri yerlerin ayrıntılı
tasvirlerini yaparak buraları kendi ülkelerinde tanıtmakla kalmamış, eser
kaçakçılığını meslek edinen kişiler de bölgenin zenginliklerinden istifade
etmişlerdir. Tarihsel süreç içerisinde tüm bunlar olurken, Osmanlı Devleti,
bürokratik ve yerel bir tavır olarak ilgisiz durmuştur. Çoğunlukla kaderine
terk edilen antik kentler; bölge insanı tarafından bazen bir depo olarak,
bazen de etrafa saçılan mermerler, tıpkı Bizans ve Selçuklu da olduğu gibi
“devşirme” usulüyle bina inşalarında kullanılmıştır.Tarihi mirasın
korunmasına karşı gösterilen bu tutuk tavır, 1860’dan itibaren Osmanlı
entelektüel çevresinin Avrupa ile etkileşimiyle birlikte değişmeye başlamış,
1869’dan itibaren yapılan mevzuat düzenlemeleri ile kazı ve müzecilik
çalışmalarında belli bir yol kat edilebilmiştir.
* Ege Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı Doktora Öğrencisi,
gizem_tunc@yahoo.com.tr
108 Gizem TUNÇ
Prof. Dr. Süleyman Özkan’ın kaleme aldığı; Osmanlı Devleti’nde
Arkeolojik Kazılar ve Müzecilik, 2009 yılında yine aynı isimle
okuyucularla buluşturduğu çalışmasının genişletilmiş 2. baskısı olup,
Osmanlı Devleti’nde yürütülen Arkeolojik kazılar ve Müzecilik
faaliyetlerinin hikâyesine tepeden bakıldığı ve eski eser bilincine katkı
sağlama görevinin de üstlenildiği bir eser olarak, alan literatüründeki
yerini almıştır.
Özkan, çalışmasının Giriş (ss.1-8) bölümüne; eski eser merakı ve
koleksiyonerliğin ortaya çıkış hikâyesini Orta Çağ’a götürerek, gezginlerin
izlenimlerine ve gravür geleneğinin başlangıcına atıf yaparak başlar.
Ardından Roma asil ve askerlerin savaş ganimeti yahut özel olarak
topladıkları eserleri evlerinde sergilendikleri bilgisine ek olarak
koleksiyonerlik geleneğinin 16. yüzyıl İtalya’sında popülerlik kazandığını
belirtir. Çalışmanın konusu dâhilinde Özkan; Osmanlı coğrafyasına
ziyaretlerde bulunan; Romalı Pietro della Vale (1620), Fransız Jean Baptiste
Tavernier (1624), Danimarkalı Karsten Niebuhr (1770), Fransız Büyükelçi
Ooinutel (1670-79), ünlü Fransız botanikçi Joseph Pitton de Tournefort
(1700-1702), İtalyan nümismatik ve arkeolog Domenici Sestini (1781),
İngiliz ressam Robert Kerr Porter (1777-1842) gibi ünlü isimlerin
gözlemleri ve ziyaret ettikleri bölgelerdeki izlenimleri hakkında bizlere
kısa kısa anekdotlar da vermiştir.
Özkan, çalışmasını oluştururken faydalandığı kaynakları 3 grupta
snıflandırmıştır. 1. grup; çalışmanın ana kaynağı olan Osmanlı Devlet
Arşivleri ile İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nde bulunan koleksiyon ve
kataloglardır. 2. grup olarak kazı ve gezi raporları ve büyük oranda Arif
Müfid Mansel’in eserlerinden ve 3.grup olarak da kişilerin anıları ile müze
uzmanlarından faydalandığını belirtmiştir. Özkan buna ek olarak, kitabın
konusuna dair yapılan muhtelif çalışmalardan da bahsederek, yer yer
yazarlarına da atıfta bulunmuştur. Kitapta kullanılan görsellerin ise neden
daha çok İstanbul Arkeoloji Müzesinden faydalanıldığı sorusuna “Eski
Önasya ile ilgili Batılı yayınlarda, bizim müzelerdeki eserler pek
kullanılmamaktadır ki bunun nedeni de kendilerinde daha güzel ve çok
miktarda eser bulunmasıdır” yanıtını vermiştir.
Özkan, bilgilendirici bir girizgâhın ardından, Tanzimat’ın İlânından
Önceki Dönem başlıklı 1. bölümü (ss.9-35) kendi içerisinde 1 alt ve 6 ara
başlık olarak kategorize etmiştir. Tanzimat öncesi dönemde, Osmanlı
Hükümeti’nin eski eserlere karşı kayıtsızlığından ve bilgi yetersizliğinden
bahsederek, eser kalıntılarını, tıpkı Bizans, Selçuklu ve hatta St. Jean
Yeni Kitaplar / New Books 109
şövalyelerinin de yaptığı gibi devşirme usulü dediğimiz bir uygulamayla
bina onarımında kullandıklarına değinir. Osmanlı sarayında Kutsal
Emanetlerin ve padişahların özel eşyalarının muhafaza edilmesinin temel
sebebinin müzecilik anlayışından ziyade, İslam dinine hürmet gösterilmesi
ve atalara karşı saygıdan kaynaklandığının altı çizilmiştir. Fonksiyonel
olarak müze özelliği taşımayan ancak değerli eşyaların ve hediyelerin kale,
tekke ve türbe gibi yerlerde ziyaretlere açıldığı, insanların da tamamen
hürmet duygusuyla buralara ziyaretler gerçekleştirdikleri hususunda
durulmuştur.
Bu bölümde 2. alt başlık olarak Tanzimat Öncesi dönemde Avrupalı
asillerin, tüccarların ve büyükelçi gibi varlıklı kişilerin Yunanistan Bölgesi,
Mısır Ülkesi, Mezopotamya, Anadolu, Ege Adaları’nda gerçekleştirdikleri
kazılardan ve eser yağmacılıklarından söz edilmiştir. Bahsedilen eser
yağmacılığının ufak tefek taşınır malzemelerin olması yanında
Yunanistan’da bulunan Klasik Dönem Yunan sanatının en güzel
örneklerinden biri olan Atina Parthenon Tapınağı gibi taşınmaz eserlere ait
alınlık, kabartma ve metopların parça parça Palermo, Padova, Paris,
Würzburg ve Kalrshuhe ve Vatikan müzelerine dağıtılışı gibi benzer
faaliyetler anlatılmıştır. Aynı şekilde Mısır’dan hiyeroglif ve el yazmalarının
Avrupa’ya nakliyle Egyptology bilimi ortaya çıkmış, Mezopotamya’da 3 dilli
tabletler bulunmuş; Eski Persçe, Yeni Elamca, Yeni Babilce dillerinin tespiti
yapılmış ve bunlarda Londra’ya götürülmüştür. Anadolu ve Ege Adaları’nda
da Avrupalı arkeologlar tarafından arazi çalışmaları yürütülmüş, Aphrodite
heykeli ve Troya şehri gibi önemli kalıntılar tespit edilmiştir. Ne yazık ki bu
kazıların neticesinde tarihin bilinmez tarafları aydınlatılmış ve yeni ihtisas
dalları türemiş olsa da bölgelerin bir hayli tahrip edildiğini gözden
kaçırmamak yerinde olacaktır.
Özkan, kaleme aldığı Tanzimat’ın İlânı ve Fethi Ahmet Paşa
Dönemi (1839-1869) başlıklı 2. bölüme (37-53), Tanzimat’ın ilânı ve
Islahat Fermanı gibi kritik dönemeçlerin ardından ülkede başlayan
entelektüel uyanışın bir ürünü olarak bir müze kurma düşüncesinin
tezahüründen ve bununla ilintili olarak da 1858 tarihli ceza
kanunnamesiyle eski eser koruma farkındalığının kanunlaştırılma sürecini
değerlendirerek başlar. Özkan’ın titizlikle verdiği bilgiler ışığında şöyle bir
tarihsel süreç bizi karşılıyor;
Aya İrini kilisesindeki Harbiye Ambarında depolanan silahların
yanına arkeolojik eserlerin de eklenmesiyle Mecmua-i Âsâr-ı Atîka (Eski
Eserler Koleksiyonu) ile Mecmua-i Esliha-yı Atika (Eski Silahlar
110 Gizem TUNÇ
Koleksiyonu) olarak 2 seksiyona ayrılarak Müzehâne-i Âmire adıyla
müzecilik faaliyetleri de böylece başlamış olur. Bölüme ismini veren asker
ve diplomat olan Damat Fethi Ahmet Paşa, 1846 yılında İstanbul Arkeoloji
Müzeleri’nin ilk müdürü olarak, ülkenin pek çok yerinde sahipsiz kalan
eserlerin burada toplanmasına öncülük etmiş, 1840 yılında ilk ruhsatlı kazı
yapılmış ve 1863 tarihli bir emirname ile yabancı arkeolog yağmacılığının
önü kesilmeye çalışılmıştır. 2. bölümde bu dönemde Anadolu,
Mezopotamya, Filistin, Libya, Ege Adaları ve Kıbrıs’ta yabancı arkeolog,
konsolos, mimar, bilim insanı antikacı gibi meslek erbapları kazılar
yapmışlardır. Özkan; kazı yapan isimleri ve eserleri tespit ederek
Avrupa’daki hangi müzelere götürüldüklerini detaylı bir şekilde
açıklamıştır1.
Çalışmanın Müze-i Hümayûn’un Kurulması (1869-1872) başlıklı 3.
bölümüne göre (ss.55-58); 1857 tarihinde Fethi Ahmet Paşa’nın
öncülüğünde başlayan müzecilik faaliyetleri, Maarif Nazırı olan Safvet
Paşa’nın 1869’da Aya İrini’de depolanan tüm eserleri Müze-i Hümâyun’a
dönüştürmesi ve bunu müdürlük haline getirmeye başlamasıyla devletin
kültürel miras politikalarındaki yerini almaya başlamıştır. Özkan’ın da
değindiği üzere 1869 tarihli Âsâr-ı Atika Nizamnamesi gibi sınırlayıcı
hukuki mevzuatlarla, başıboş kazıların önü kesilerek, kazı çalışmalarını
devletin denetimi altında yapılmasına gayret gösterilmiştir. Özkan’ın bu
bölüme dair verdiği önemli bilgilerden biri de Kırım Savaşı sırasında
Osmanlılar ile İngiliz ve Fransızlarla kurulan ilişkiler sonucunda kazı
çalışmalarının artmış ve artık araştırmacılar buluntu tespitinden ziyade
Bölge ve tarihleriyle bu kişilerin kısa bir derlemesini vermek gerekirse; Charles Fellows
(Anadolu/1799-1860), Charles Alison (Anadolu/1846), William Burckhardt Barker
(Anadolu/1845),Victor Langlois (Anadolu/1852), Charles Thomas Newton (Anadolu/18161894), P.Richard Pullan (Anadolu/1857), Willian Henry Waddington (Anadolu/1855),
Saulcy (Anadolu/1852), Georges Perrot (Anadolu/1861), Johann Georg von Hahn
(Anadolu/1864-65), John Turtle Wood (Anadolu/ 1863), Ludwig Peter Spieglthal
(Anadolu/1853-58).
Paul Emille Botta (Mezopotamya/1802-1870), Austen Henry Layard
(Mezopotamya/1817-1894), Hordmuzd Rassam (Mezopotamya/1826-1894), Fulgence
Fresnel (Mezopotamya/1851), William K.Loftus (Mezopotamya/1853-54), J.E Taylor
(Mezopotamya/1854-55), Tell el Lahm(Mezopotamya/?), Tell Mukayyer (Mezopotamya/?),
Tell Abu Şahreyn (Mezopotamya/?), Birs Nimrud (Mezopotamya/?), Creswicke Rawlinson
(Mezopotamya/1810-1894).
Ernest Renan (Filistin/1864-65), R.Murdosch Smith (Libya/1860-64), E.A. Procher
(Libya/1860-64), Alfred Biliotti(Kıbrıs/1868-70), E.Miller(Kıbrıs/1863), Charles
Champoiseau ( Kıbrıs/1863), Gustave Devill ve E.Coquart ( Kıbrıs/1866).
1
Yeni Kitaplar / New Books 111
buluntuların tarihselliği üzerinde bilimsel faaliyetler gerçekleştirmeye
başlamış olmalarıdır.
Dethier Dönemi (1872-1881) başlıklı 4. bölüm (ss.59-77), Müze-i
Hümayûn’un kuruluş hikâyesinin bir devamı olarak, İstanbul Avusturya
Lisesi’nin müdürü olan Dr. Philip Anton Dethier’in başkanlığı ile müze
bünyesinde yapılan faaliyetlerin hızlandığı bir sürece temas etmektedir.
Dethier’in, Müze-i Hümâyun’un geliştirilmesi yönündeki gayretlerine
bakıldığında, bu dönemde yapılan kazıların neticesinde Sümer, Akad gibi
eski uygarlıklara dair veriler ortaya çıkarılmış ve ilk kez kazılarda resmi
görevliler refakat etmiştir. Bunun yanı sıra bu bölümde, Aya İrini’de
toplanan ve teşhir edilen eserlerin muhafazasına yeterli yer olmaması
sebebiyle Çinili Köşk’e aktarılması ve yabancı okulların müze kurma
süreçlerine de değinilmiştir. Mezopotamya, Anadolu, Arabistan Yarımadası,
Filistin, Ege Adaları, Kıbrıs bölgelerde yapılan önemli kazı çalışmaları ve bu
çalışmalar yapılırken yaşanan olaylar detaylıca aktarılmıştır.
Lakin 1874 tarihli Yeni Âsâr-ı Atîka Nizamnamesi’ndeki mevzuat
boşlukları, Müze okulu kurma gayretlerinin istenilen düzeye
çıkarılamaması ve Eser kaçakçılığının önüne geçilememesi gibi dönemin iyi
niyetli fakat sonuç vermeyen gelişmelerin de yaşandığı kaydedilmiştir.
Dönem itibariyle müzecilik faaliyetlerinde olumlu gelişmelerin
yaşanması sebebiyle çalışmasının 5. bölümüne (ss.79-150) Osman Hamdi
Bey Dönemi ve Sonrası (1881-1914) başlığını veren Özkan, döneme ilişkin
gelişmeleri titizlikle işlemiştir. Özkan, 1881’de Müze-i Hümayûn
müdürlüğüne getirilen Osman Hamdi Bey döneminde, Âsâr-ı Atîka
Nizamnamesi’nin 1884 yılında revize edildiği, 1906 nizamnamesi ile de
toplanılan eser miktarında bir artış yaşandığı kaydedilmiştir. Bununla
ilintili olarak da Müze-i Hümayûn bünyesinde bir ihtisas kütüphanesi
açılmış, Sikke seksiyonu genişletilmiştir. Osman Hamdi Bey dönemini,
Müze-i Hümayûn için bu kadar önemli kılan gelişmeler yalnızca bunlardan
ibaret değildir. Aynı zamanda bir ressam olan Osman Hamdi Bey’in
girişimiyle 1883 yılında Sanayi-i Nefise Mektebi açılmış, Müze-i Hümayûn
binası Çinili Köşk’ten daha büyük bir binaya taşınmış, Fransız ve Alman
uzman yazarlar tarafından eser envanterleri kataloglanarak müze yayını
olarak araştırmacılara ve okuyuculara sunulmuştur. Bunun yanı sıra Müze-i
Humâyun’a bağlı olarak Bergama, Bursa, Lefkoşe, Kandiye, Konya, Kudüs
Asar-ı Atika, Sivas, İstanköy, Nablus, Filibe, Selânik, Halep, Ankara, Kayseri,
Varna, Çanakkale, Samos, Musul, Medine gibi yerlerde lokal müzeler
açılmış, böylece antik yerleşim yerleri nakledilmeden ve zarar görmeden
112 Gizem TUNÇ
teşhir edilmeye başlamıştır. Özkan’ın da ifade ettiği gibi “Taş eserlerin
naklinin zorluğu nedeniyle bu tür bölge müzeleri önem
kazanmaktadır.”
Çalışmanın bu bölümünde değinilen bir diğer önemli gelişme,
Yervant Osgan Efendi, Ekrem Akurgal, Halil Edhem Bey, Theodor Makridi
Bey, Haydar Sümerkan Bey, Bedri Bey, Demostee Baltazzi Bey gibi Türk
müzecilerin kazı alanlarında kendilerini göstemeye başlamaları sonucunda,
1887 yılında Sayda (Sidon) kral mezarları gibi önemli buluntular tespit
edilmiştir. Dönemde eski eser bilinci 1860 öncesine göre daha iyi bir
duruma gelmiş ve kurumsallaşmış olmasına rağmen, eser kaçakçılığı ve
ören yerlerinde yaşanan tahribatların önüne geçilememiştir. Özkan bu
durumu, “Devletin eski eser alanlarına karşı duyarlı bir davranış
göstermesi nadir bir durumdur. Çünkü 1889 yılında Aydın’da olan
depremde evlerin yıkılması üzerine devlet, evlerin yapımı ve özellikle
camilerin tamiri için Tralles kentinden taş alınmasına izin vermiştir…”
pasajıyla açıklamıştır. Özkan, çalışmanın diğer bölümlerinde de
detaylandırdığı gibi bu dönemde Suriye-Filistin, Ege Adaları, Arabistan,
Mezopotamya, Anadolu, Trakya ve Balkanlar ve Libya’da yapılan kazı
çalışmalarından bahsetmiştir.
Özkan; Birinci Dünya Savaşı ve İşgâl Yılları (1914-1922) başlıklı 6.
Bölümünde (ss.; 151-157) Müze-i Hümayûn müdürü olan Osman Hamdi
Bey’in ölümünün ardından Halil Edhem Bey’in faaliyetlerine değinilir.
Edhem Bey döneminin, Dethier ve Osman Hamdi Bey’e nazaran daha
durgun geçtiğinin altı çizilmiştir. Zira Birinci Dünya Savaşı ve İstiklal
Harbi’nin ülkede yaratmış olduğu sancılı atmosferin, müzecilik ve kazı
faaliyetlerinin duraksamasına sebep olduğunu ve hatta pek çok ören
yerinin işgal kuvvetleri tarafından yağmalandığı bilgisi verilmiştir. Müze
çalışanlarının tüm bu gelişmelere rağmen işlerini aksatmamaya özen
gösterdikleri, bununla alakalı olarak da 1921 yılında bir Asar-ı Atika
Nizamnamesi hazırlandığı, Evkaf-ı İslamiye, Eski Şark Eserleri Müzesi,
Antalya Müzesi, Ankara Müzesi, Adana Müzesi gibi yeni müzelerin açılma
süreçlerinden ve yapılan kazı çalışmaları anlatılmıştır.
Cumhuriyet’in İlk Yılları başlıklı 7. ve son bölümde (ss.161-162), 29
Ekim 1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasının ardından Türkiye
ve Yunanistan arasında gerçekleştirilen mübadele hadisesi sırasında pek
çok eser ve koleksiyonun kaybedildiği bilgisi verilmektedir. Bunun yanı
sıra Suriye, Lübnan ve Batıya göç eden Ermeni koleksiyonerler de önemli
eserleri beraberlerinde götürmüşlerdir. Ülkeden götürülen eserlerin yanı
Yeni Kitaplar / New Books 113
sıra Frank Calvert ve A.William Buttigieg gibi isimler ellerindeki
koleksiyonları Türkiye Cumhuriyeti’ne teslim etmişlerdir. Buna ek olarak
Memluk Sultanının hediyesi olan bir çift şamdan, Büyükelçimiz Ruşen Eşref
Ünaydın’ın gayretleriyle Atina’da satın alınmıştır.
Özkan çalışmasının sonuç kısmında; Batıyla ve batılı araştırmacıların
faaliyetleri neticesinde Osmanlı Devleti’nde kazı ve müzeciliğe dair bir
yönelim sürecinin başlamış olduğundan fakat yapılan kanunların yeterli
denetim ve koruma sağlayamamasından dolayı eser kaçakçılığı ve
tahribatını önlememesi gibi durumlara sebebiyet verdiği gibi meseleleri
tartışarak, Osmanlı’dan kalan kültür varlıklarının gerçek sayılarına dair
verilerin
ancak
araştırmacıların
katkıları
ve
yayınlarıyla
tamamlanabileceğini belirtmiştir.
Dergi Yayın İlkeleri
Ege Üniversitesi İzmir Araştırma ve Uygulama Merkezi’nin
yayın organı olan İzmir Araştırmaları Dergisi, uluslararası hakemli,
akademik bir dergidir. Yılda iki sayı yayımlanır. Dergimizde, özgün
araştırma-inceleme makaleleri, çeviri, kitap tanıtma, kongresempozyum haberleri ve ölüm haberleri yayımlanır. Yazıların
bilimsel araştırma ölçütlerine uyması, alana bir yenilik getirmesi ve
başka bir yerde yayımlanmamış olması gerekir. Derginin dili
Türkçedir. Gerektiğinde Batı dillerinde de makale yayımlanabilir.
Makale ve çevirilerde, metinden bağımsız olarak 200 kelimeyi
aşmayacak Türkçe ve İngilizce özet ile anahtar kelimeler konunun
uzmanı bir hakemin değerlendirmesi ve Yayın Kurulu’nun nihai
onayıyla basılır. Yayın Kurulu, gerektiğinde yazıların yazım şekli
üzerinde küçük düzeltme ve değişikler yapabilir. Metne eklenmesi
istenen resim, çizim, harita veya belgeler yüksek çözünürlükte (JPG),
teslim edilmelidir. Resim ve belge türünden tüm materyaller
numaralandırılmalı ve altına açıklamaları yazılmalıdır.
Sayfa Düzeni:
Üst: 3 cm, Sol: 2 cm
Alt: 3 cm, Sağ: 2 cm
Boyut: 16,5 X 24 cm
Üstbilgi: 2 cm, Alt bilgi: 2 cm
Makale başlığı: 16 cm
Yazar adı: 12 punto Cambria
Metin yazı tipi: Cambria, 11 punto
Dipnotlar: 9 punto
Atıfta bulunan metinlerin kısaltılmış
verilmelidir. Dipnotlar:
Tek yazarlı kaynak
Karal 1940, 234
İki yazarlı kaynak
11-12.
İkiden fazlar yazarlı kaynak
345 vd.
Birden fazla cildi olan kaynak
Lev.12.
Birden fazla baskısı olan kaynak
87, res.23.
Yazarın aynı yılda basılmış eserleri
Alkım 1990b, 90.
kaynakçası dipnot olarak
: Uzunçarşılı 1957, 23;
: Bilge ve Kaynak 2000,
: Hamilton vd. 1957,
: Ünal 2002, I; 23-24,
: Kınal 1982 (2. Baskı),
:
Alkım
1990a,
45;
Kaynakça oluştururken yazarın soyadlarına göre alfabetik
olarak sıralanmalıdır. Kaynakça:
Kitaplarda
: Akdağ 1975 Mustafa
Akdağ, Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası “Celalî İsyanları”,
İstanbul; Bilgi Yayınevi,1975.
Çeviri Eserlerde
: Jorga 2005 Nicolae Jorga,
Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, çev. Nilüfer Epçeli, İstanbul; Yeditepe,
C.5, 2005.
Makalelerde
: İnalcık 1964 Halil
İnalcık “Sened-i İttifak ve Gülhane-i Hatt-ı Hümâyûnu” BELLETEN,
C.XXVIII, S.112, Ankara; TTK, 1964, 603-622.
Tezlerde
: Çınar 2000 Hüseyin Çınar,
18. Yüzyılın İlk Yarısında Ayıntab Şehri’nin Sosyal ve Ekonomik
Durumu, İstanbul Üniversitesi, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi),
İstanbul; 2000.
Tüm yazışmalar ve makaleler için adres:
Ege Üniversitesi
İzmir Araştırma ve Uygulama Merkezi
Gençlik Caddesi No:19, Bornova İzmir
Tlf: 0232-324-72-24
E-mail: izmiraum@mail.ege.edu.tr
izmiraum@gmail.com