Enderun Dergisi 4(1) (2020) 41-46
Enderun Dergisi
Gönderiliş Tarihi: 03/12/2019
Kabul Tarihi: 19/03/2020
ORCID: 0000-0002-1009-0041
Cilt:4 Sayı:1
KİTAP KRİTİĞİ: REFAH DEVLETİNİN KRİZİ
Pierre Rosanvallon, (2004), Refah Devletinin Krizi, Çeviren: Burcu Şahinli,
Ankara: Dost Kitabevi.
Mutlu SESLİ1
1. GİRİŞ: Amaçlar Hakkında Kuşku
Refah devleti (Etat-providence) deyimi ilk kez Fransa’da ikinci imparatorluk zamanında
kullanılmıştır. Devletin yetkilerinin genişlemesine karşı çıkan fakat aynı zamanda aşırı bireycilik
felsefesine aynı oranda yaklaşan liberal düşünürler tarafından ortaya atılmıştır. İngilizce “welfare
state” (refah devleti) deyimi ise 1940’lı yıllarda kullanılmaya başlanmıştır. Rosanvallon’a göre terimin
Almanca karşılığı olan “Wohlfahrstaat” ise 1870’li yıllarda “kürsü sosyalistleri2” tarafından
kullanılmıştır.
Refah devleti; “piyasa güçlerinin rolünü azaltmak amacıyla, bilinçli bir şekilde örgütlü kamu
gücünün kullanıldığı bir devlet türüdür.” Refah devleti, üç alanda faal durumdadır: İlki, bireylere ve
ailelere, minimum bir düzeyde gelir garantisi sağlamak. İkincisi, kişilerin, belirli sosyal risklerin
(hastalık, yaşlılık, işsizlik vb.) üstesinden gelmelerinde onlara yardımcı olmaktadır. Sonuncusu ise,
sosyal refah hizmetleri aracığıyla, tüm vatandaşlara en iyi yaşam standartları sunmaktır (Özdemir,
Erişim Tarihi:11.11.2019).
Peki, Refah devletinin böyle “ulvi” amaçları karşısında onu kriz alanına çeviren şey(ler) nedir?
Yoksa refah devleti düşüncesi, devletin cennete dönüştürülmesi düşüncesinin uygulamada devleti
cehenneme dönüştürme çabasına mı tekabül etmektedir? Böyle bir kriz varsa bunu aşmanın yolları
nelerdir?
Bu bağlamda refah devleti krizi düşüncesini besleyen ya da ortaya çıkaran sorunların arka
planında yatan gerçeklikleri en iyi anlatan ve tahlil eden ve varsa krizi aşmanın yollarını gösteren
yazarlardan biri olan Rosanvallon’un “Refah Devletinin Krizi” çalışması bu manada ufuk açıcı bir
nitelik taşımaktadır.
Rosanvallon’un tabiriyle “refah devleti hasta”. Peki ama bu hastalık nasıl teşhis edilebilir?
Ona göre hastalığın teşhisini koymak kolaydır. Sanayileşmiş ülkelerin tamamına yakınının son yirmi
Dr. Öğr. Üyesi, Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi Adalet Meslek Yüksek Okulu, mutlu.sesli@gop.edu.tr, Tel: 0 (356) 250
00 40.
1
1870-1890''lı yıllarının burjuva ideolojik akımı temsilcileri, alman üniversitelerinin belli başlı profesörleriydi. Sosyalist
geçiniyorlar, liberal burjuva ve reformizmini üniversite kürsülerinde öğütlüyorlardı. Devletin, hasım sınıfları olabildiğince
uzlaştıran kurum olduğunu, sosyalizmi kapitalistlerin çıkarlarına dokunmaksızın, aşamalı olarak almayı savunuyorlardı.
Programları, işçiler için hastalığa ve sakatlanmaya karşı sigorta kurumu kurulması, işçi yasalarında bazı reformların
yapılmasıyla sınırlıydı. Kürsü sosyalistleri, iyi örgütlenmiş sendikaya değer veriyor, işçi sınıfının politik mücadelesini ve
işçilerin bir siyasal partisinin olmasını gereksiz bulmaktaydılar. Bakınız: http://www.uludagsozluk.com/k/kursu-sosyalizmi/
Erişim Tarihi: 17 Kasım 2019.
2
41
Enderun Dergisi 4(1) (2020) 41-46
yılda finansman sorunu yaşamalarının temel nedeni sağlık ve sosyal harcamalarının, gelirlerden çok
daha hızlı bir şekilde artması. Bütçe açıklarını kapatmanın tek yolu ise zorunlu kesintileri artırmak…
Fakat refah devleti bu kriz dönemlerinde olumlu rol oynamıştır şimdiye dek. Hatta iktisatçılar
sosyal koruma sistemlerinin döngüsel krizleri önleyici işlevinden söz eder. Peki, hal böyle iken
vergilerin ve sosyal ödeneklerin artması şirketlerin rekabet gücünü ve ekonominin dinamizmini tehdit
eder mi? Ona göre şu an cevabı aranan soru da budur. Eğer işler böyle giderse, yani zorunlu kesintiler
artarsa kısa vadede hane gelirleri ortadan kaybolacak. Böyle bir şey düşünmek ise beslenmemize,
barınmamıza büyük derecede etki edecek.
Günümüzde refah devletinin finansman sorunu var mı? Yazara göre refah devletinin
finansman sorunu, doğası gereği farklılaşmıştır. Artık gelirlerin ve harcamaların dengelenmesi
olanaklı değildir. Mesela; 1970’li yılların ekonomik denklemleri ile 1990’nın ekonomik denklemleri
birbirinden farklıdır. Ekonomik denklem, toplum ve toplumsal ilişkiler düzeyinde rol oynar. Ona göre
asıl nokta, bireyler guruplar ve sınıflar arasında yeni bir sözleşme oluşturulması sorunudur. Refah
devletinin asıl tıkanma noktası kültürel ve psikolojik boyuttadır. Yani kriz asıl kültürel ve ahlaki
boyuttadır.
Rosanvallon çalışmasının asıl amacını yeni post-sosyal demokrat alanın tanımlanması olarak
açıklamaktadır. Bu bağlamda ona göre sosyal demokratlar kendilerini aşırı devletçi dayanışma
anlayışına hapsettikleri için bu durumdan bir çıkış yolu bulmakta zorlanmaktadırlar.
Peki bir olgu olarak refah devletinin krizinden söz edilebilir mi? Yazar Fransız devletinin
krizini teşhis ederken üç analizin ortaya konduğundan bahsetmektedir. İlki, mali çıkmazla karşı
karşıya olduğu, ikincisi ekonomik ve sosyal başarısının azaldığı, üçüncüsü, gelişiminin gündemdeki
birtakım kültürel değişimler tarafından engellediğidir. Bu analizler karşısında yazar ilk olarak refah
devletinin mali bir çıkmazda olup olmadığı sorusunu araştırmaya girişmektedir. Yazar elindeki
verilere bakarak sosyal politikalara ve yeniden dağıtım mekanizmalarına bağlı kamusal harcamaların
artış hızının ulusal üretimin artış hızından çok yüksek olduğu sonucuna vararak bunun milli hâsılada
vergi vb. gibi zorunlu kesintilerin artmasına neden olduğu sonucuna varmaktadır.
Bu tezleri sonucunda yazar “refah devletinin gelişiminin ve finansmanın gerektirdiği yeniden
dağıtım derecesinin sosyolojik bir sınırı var mıdır?”, sorusunu odak noktaya koyuyor ve sorularına
devam ediyor.
Giscard d’Estaing3’e göre zorunlu kesintilerin % 40 sınırını aşması durumunda “büyük bir
toplumsal değişim” söz konusu olacak. Zorunlu kesintilerin oranı bugün % 45. Böyle bir toplumsal
değişim olmadığına göre; bu sınırı yukarı mı çekmek gerekiyor? Zorunlu kesintilerin geçmişte
sapması var olan türevi sürerse, bu durum Fransızlar tarafından tercih edilen “öncelik ve sorumluluk
toplumu”yla uyumsuz hale gelecek midir? Leon Say’dan, Colin Clark’a kadar birçok iktisatçı sosyal
harcamalardaki yeni bir artışın sistem açısından yapısal olarak katlanılamaz olarak görmektedir. Bu
yazarların çoğu refah devletinin sınırlarına ulaşıldığını düşünmektedir. Acaba gerçek sınırlara yakın
mıyız?
Ona göre refah devletinin geleceği hakkında yapılacak sorgulamanın hareket noktası toplumun
kendisidir. Toplumsal bağlar ne derece esnektir? Toplumsal yapının katılığı ve esnekliği nasıl
çözümlenmelidir?
Yazar yukarda belirtilen birçok sorunun yanıtlanmasını eseri için amaç edinmiştir. Refah
devletinin asıl güç anahtarının kapitalizm olmadığını bizzat modern devletin hareketinde aramak
gerektiğini ileri sürmektedir. Bu hipotezini ileri sürerken iki önerme ortaya atmaktadır. İlki; 20 yy
refah devleti “klasik” koruyucu devletin derinleşmiş ve genişlemiş halidir. İkincisi; koruyucu devlet,
modern devletin özel bir siyasal biçimidir.
Ona göre refah devleti “klasik” koruyucu devletin derinleşmiş ve genişlemiş halidir.
Hobbes’un “Leviathan”ını ve Locke’nin “Yönetim Üzerine İnceleme”sini değerlendiren yazar iki
eserde de ortak noktanın güvenliğin üretilmesi ve belirsizliğin azaltılması olarak belirlemektedir.
Onlar için devleti düşünmekle bireylerin korunma hakkını tanımak aynı şeydir. Bu noktada Hobbes
“Cumhuriyetin amacı kişilerin güvenliğidir” yani bireyin ilk hakkı olan yaşama hakkını sağlamaktır
demektedir. Böylelikle ona göre bireyin doğuşuyla modern devletin doğuşu aynı kaynaktan
3
Fransa'da Beşinci Cumhuriyeti'nin üçüncü cumhurbaşkanı olan merkez-sağ siyasetçi (1974-1981).
42
Enderun Dergisi 4(1) (2020) 41-46
beslenmektedir. Birey olmadan koruyucu devlet, koruyucu devlet olmadan da haklarını
gerçekleştirecek birey olamaz. Doğal durumdan uygar duruma geçişi sağlayan ise toplumsal
sözleşmedir. Toplumsal sözleşme ile bireyleri ve iç barışı ve dış güvenliği koruyacak “Leviathan”
ortaya çıkar. İşte tam bu noktada ona göre bireylerin güvenliği aynı zamanda başka bir hakkın yani
mülkiyet hakkının tanınmasını ve güvence altına alınmasını ortaya çıkarmaktadır. Hobbes bu konuda
Cumhuriyetin olmadığı yerde sürekli bir savaşın olacağını ve bu esnada ne mülkiyet ne de mal birliği
olacağını söylemektedir. Ona göre mülkiyet, bireyin ayrılamaz parçası ve uzantısıdır. Toplumsal
şiddeti kısıtlar ve güvenliği üretir. Birey, mülkiyet ve koruyucu devlet ayrılamaz niteliktedir. Bu
nedenle de Locke Cumhuriyetin temel amacının bireylerin mülkiyetlerini korumak olduğunu
söylemektedir.
Ona göre işte tam bu noktada koruyucu devletin tek işlevi kazanımları (yaşam ya da mülkiyet)
korumaktır, güvenliği artırmak değildir. Gelirlerin yeniden dağıtımı, toplumsal ilişkilerin
düzenlenmesi, kolektif hizmetlerin yerine getirilmesi vb. görevleri üstlenmektedir. Bu görevlerin
üstlenmesi ile koruyucu devletten refah devletine radikal ve derinleşerek bir geçiş yaşanmıştır. Söz
konusu radikalleşme 18. yy’dan itibaren demokratik ve eşitlikçi hareketlerin etkisi altında
gerçekleşmektedir. Ona göre yaşamın ve mülkiyetin devlet tarafından korunması yeni haklar
doğurmaktadır. Demokratik hakların geleceği en son nokta ise ekonomik korunma haklarıdır. Buna
göre refah devleti, koruyucu devletin yalnızca bir uzantısı ve dönüşüp gelişmesi ile vardığı bir
aşamadır.
Yazara göre koruyucu devletten refah devletine geçiş toplumun kendini pazar olarak görmeye
başladığı bir harekettir. Bu bağlam içinde modern devlet de aslında temel olarak koruyucu devlettir.
Refah devleti dinsel inayetin belirsizliğini devlet inayetiyle ikame etme fikrini ifade eder. Yani refah
devleti kader şansızlıklarını kendi içinde telafi eder. Ona göre refah devleti “laik devletin son
sözü”dür. Yani koruyucu devletin kendini dinsel olandan bağımsız kılarak egemenliğini ilan edişinin
ardından, refah devleti dinsel olanı kendine dâhil ederek son izlerini de siler. Sigorta tekniklerinin
gelişmesiyle koruyucu devlet refah devleti haline gelir. Bu yüzden refah devleti modern sigortacılık
tekniklerin bir sonucudur. Bu yüzden Adolf Wagner (Almanya’da Sosyal Politika Birliğinin kurucusu)
devletin “en büyük doğal sigortacı” olduğunu söyleyecektir.
Peki neden refah devleti en büyük gelişimini sosyal, politik ve uluslararası savaşlarda
gelişmiştir? Yazar bu sorunun cevabını, bu dönemlerin toplumsal sözleşmenin az ya da çok yeniden
formüle edildiği dönemler olmalarıyla açıklamaktadır. Bu dönemlerde devlet tarafından garantilenen
koruma borcu daha gözle görünür hale gelmektedir. Ona göre bu nedenle refah devletinin amacı
belirsizlik ve iç savaşı önlemektir.
Peki bugün neden refah devletinin krizinden söz edilmektedir. Bu krizin çıkış noktası sadece
kamu harcamalarındaki artış mı? Yazar bu sorunun cevabını şu üç olasılıkta sıralamaktadır.
1- Toplumda gözle görülen eşitsizlik bu krizden bahsedilmesine neden olmaktadır.
2- Refah devletinin mekanikleşmesi, yani toplumsal bağ ve birlikte yaşama arzusunun
mekanikleşmesi.
3- Refah devletine saldıran ve onu kötüleyen birtakım çıkar çevrelerinin olması
Yazara göre refah devletinin dinamiği, esas olarak sınırsız bir program temeline dayanır. Ona
göre amaç, toplumu gereksinim ve riskten kurtarmaktır. Refah devletinin meşruiyeti de burada
saklıdır. Bu anlamda refah devleti bireylerin gereksinimlerinden özgürlüğe giden bir yol çizmektedir.
Ama yazar gereksinimlerin sınırsız, kaynakların sınırlı olduğu, diğer bir deyişle iktisadın anlamı olan
kıt kaynakların rasyonel dağılımını dünyadaki güçlü devletlerin yaptığını ve sömürgeleştirilen
ülkelerde bir refah devleti oluşturmanın imkânsızlığı üzerinde durmamıştır.
Yazara göre refah devleti tüm vatandaşlar için “asgari” bir bolluğun garanti edilmesi anlamına
gelmektedir. Ancak bu asgari sınır nedir? Yazar bu asgari sınırı bulmakta zorlanmış ve gerçekçi bir
yaklaşım öne sürememiştir. Bireylerin ihtiyaçlar karşısında arzu derecelerinin farklı oluşunu unutmuş
gözükmekle birlikte asgari yaşam düzeyinin nesnel bir normu olamayacağını söyleyerek sadece refah
devletinin sınırsız bir program olduğunu öne sürmektedir. Bu anlamda yazar refah devletinin
bireylerin sorunlarını çözecek yegâne sınırsız program olduğunu öne sürer. Yazar bu noktada belirttiği
devletten ayrı özel sigorta şirketlerinin olduğu gerçeğini görememektedir. Sanırım eserini yazarken
özel sigorta şirketleri Fransa’da yaygınlık kazanmamıştı. Fakat devletin artık müşteri gözeten bir
43
Enderun Dergisi 4(1) (2020) 41-46
devlete doğru gittiğini belirtmesi bu anlamda devlet dışında özel sigorta şirketlerini kastetmiş olmasını
akla getirmektedir.
Rosanvallon refah devletinin eşitlikçi kültürün ürünü olduğunu söylemektedir. Fakat aynı
Rosanvallon refah devletini doğuran kapitalist sistem eşitlikçi bir ekonomik bir yapı olmamakla
eleştirir. İlginç olan refah devletinin ilk geliştiği yerlerin kapitalist ülkeler olmasıdır. Bu anlamda refah
devleti eşitliğin değil eşitsizliğin azaltılmasının bir sonucu veya eşitlik isteyen toplumların bir istemi
olarak karşımıza çıkması gerekir. Tabiî ki buradan kasıt siyasal ve hukuki eşitlik değildir.
Öte yandan yazar refah devletinin düşünsel temellerini sarsılmasını kastederken aynı zamanda
bir dayanışma krizinden de bahsetmektedir. Başarılı refah devletleri dayanışmaya dayalıdır. Bu
nedenle toplumu oluşturan bireyler arasındaki dayanışmanın dokusu dağılmamalıdır.
Dolayısıyla refah devleti kapsamında topluma da büyük görevler düştüğünü toplumun
ekonomik eşitsizlik içindeki bireylere devletin yapamadığını yapması gerektiğini söylemektedir.
Toplumsal dayanışmanın insanların kendilerini toplumsal yaşamdan ayrıştırarak yalnızlaştırmasının
daha doğrusu bireyler arasındaki ilişkilerin mekanikleşmesinin bu olguyu zayıflattığını belirterek
doğru bir tespitte bulunmuştur. Ona göre refah devleti devlete olduğu kadar bireylere de birtakım
ödevler yüklemektedir.
2. DEVLETSİZ TOPLUM KURAMINDA REFAH DEVLETİ ELEŞTİRİSİ
Rosanvallon’e göre refah devleti bireyi özgürleştirme projesi olarak yorumlanmalıdır. Ancak
bu önerme bireysel özgürlüklerin merkeze alındığı liberalizm ile çelişkiler göstermektedir. Bireysel
özgürlük mü, özgürleştirme mi? Özgürlükler anlamında devletin rolü ne olacak? Devletin toplumdaki
dezavantajlı kesimleri korumak gibi karşı çıkılması güç olan bir amacı dahi olsa, bireysel özgürlüklere
müdahale edilmemesini isteyen liberaller, devletin savunma, iç güvenlik ve adalet gibi görevleri
yapmasını yeterli saymaktadırlar. Öte yandan yazarın sunduğu bireyi özgürleştirmenin tam olarak neyi
ifade ettiği ve sınırları net değildir. Refah devleti bağlamında devleti adalet ve hukukun çiğnenmesine
olanak veren bir yapı olarak değil evrensel değerler (özgürlük, adalet vs.) ışığında anlamaya çalışmak
ve bu yönde dönüştürmek daha doğru görünüyor.
Ona göre liberalizm, devletin aşırı etkin rol oynamasının reddi ve pazarın düzenleme
erdemlerinin yüceltilmesi anlamını taşımaktadır. Pazar görelidir ve kusursuz olarak tanımlanmaz,
yalnız düzenleme türlerinin en iyisi ya da en kötüsüdür. Liberal kuramcılar, refah devletinin
gerçekleştirdiği yeniden dağıtımın bütünsel olarak başarısız olduğunu hatta istenilenin tersi bir etki
yaptığını söylerler. Onlara göre pazar kusursuz olmamakla birlikte her durumda başarı ve adalet
gereklerinin en iyi bileşkesini vermektedir. Yazara göre bu “görelilik” liberal bir devlet kuramı
oluşturmaz.
Yazar liberallerin öne sürdüğü, pazarın görünmez bir el ile düzenlendiği, bu “doğal düzen”de
devletin müdahalesinin gereksiz ve zararlı olduğu tezine karşı çıkarak, liberalizmin neden olgulara
gelince devletin sınırlarını belirleme konusunda yetersiz kaldığını sorgulamaktadır. Örneğin; Adam
Smith için devlet hakkında liberal düşünüşün belirsizliğinin ilk örneği olduğunu belirtmektedir. Şöyle
ki; Smith’in ekonomik alanın pazar aracılığıyla kendi kendisini düzenleme anlayışından yola çıkarak
devletin rolünün azaltılması gerektiğini öne sürer. Daha sonra ise bizzat ekonomik çözümlemesi
dahilinde devletin belli oranda genişlemesini onayladığını söyleyerek, devlete bu aşamada rol biçtiğini
ima eder. Ve Smith’in devletin sınırlandırılmasında temel kriterin ekonomik alanla, siyasal olanın
ayrılması gerektiği olgusu olduğunu öne sürer. “Ulusların Zenginliği” kitabında egemenin veya
cumhuriyetin görevleri arasında kamu kuruluşlarının ve işlerinin devamını sağlamak ve geliştirmek
olduğunu söylediğini, pazara koyulacak birtakım sınırlamaların gerektiğini söylediğini ve ekonomik
alanın bir anlamda bir kısmının kamusal ya da siyasal alanda kalacağını belirttiğini söylemektedir. Bu
anlamda Smith’in bir nevi sınırlı da olsa refah devleti anlayışını savunduğunu iddia etmektedir. Ve bu
anlamda Smith’in özgün bir devlet anlayışı olmadığını, belirsizliklerle dolu bir kuram öne sürdüğünü
belirtmektedir.
Yazar, Burke’un özel olanla kamusal olan ayrımına dayalı devletin sınırlandırılması tezine
yani devletin kamusal olan her şeyle (kamu güvenliği, kamusal refah, kamu düzeni) sınırlaması
gerektiğine karşı çıkarak tezinin işlevsellikten yoksun olduğunu, çünkü Burke’un kendisinin de bu
ilkede “çoğu sürekli bazılarınınsa geçici olan” istisnalar içerdiğini kabul ettiğini söyler. Yazar,
44
Enderun Dergisi 4(1) (2020) 41-46
Burke’un en güvenilir dayanak noktasının var olan toplumsal düzenin korunmasını oluşturduğunu
söyler.
Yazar, Humboldt’un devletin tamamen güvenliği ilgilendiren konular dışında hiçbir şeye
karışmaması gerektiğini söylerken, hukuku kimin yaptığını, yapacağını söylemediğini, kendisinin öne
sürdüğü “adil, nomos, ve yasa” kavramları için hiçbir kriter öne sürmediğini söyler. Sonuç olarak
liberalizmin refah devletine son verilmesi düşüncesinin içi boş bir düşünce olduğunu belirterek,
liberallerin pazarın kendi kendisini düzenleme ilkesine hapsolup kaldıklarını belirtir. Liberallerin
devlet anlayışının araçsal olduğunu, devletin büyümesinin zararlı bir etki doğuracağını düşündüklerini
belirtir. Kendisinin belirttiği koruyucu devletten refah devletine dönüşümün mantığını
kavrayamadıklarını belirtir. Bu anlamda klasik liberalizmin pazar yoluyla kendi kendini
düzenlemesine dair ekonomik bir kuram geliştirdiğini ancak Locke’n öne sürdüğü siyasal koruyucu
devlet temsillinden öte gidemediğini söyler. Bu çelişkiyi gerçek anlamda çözenlerin yalnızca liberal
anarşizmin kuramcılarından Paine ve Godwin olduğunu söyler. Çünkü yazara göre onların her devletin
gereksiz ve sakıncalı olduğu; yalnızca toplumun dışında var olabileceği tezini kendisine uygun
görmektedir. Ona göre refah devletinin eleştirisinin ancak temel koruyucu devlet olarak klasik hukuk
devletine saldırılması gerekir. Mill’in ise öne sürdüğü kuramı yani “liberal pazar adaleti” doktrinin
zaten pek çok düşünürün sosyalizme yataklık yapmakla suçladığını söyleyerek dikkate dahi
almamaktadır..
Yazar Nozick’in asgari devlete geçişi ekonomik olarak açıklayabilmesi için ortaya attığı telafi
kuramı, yani, asgari devlet ödemede bulunmayanlar için dahi korumacı olması gerektiği düşüncesini
destekler. Yani Nozick’in refah devleti eleştirisini uygun bularak öne sürdüğü asgari devlet unsurunun
yeniden dağıtım ilkesiyle refah devletine bir alternatif olabileceğini belirtmektedir.
Bu anlamda da Rawls’ın “toplum reel bir fırsat eşitliğine ulaşabilmek için doğuştan daha az
varlığı olanlara ve daha elverişsiz durumda bulunanlara daha fazla ilgi göstermelidir” tezini
destekleyerek Rawls’ın dağıtıcı adalet kuramını dağıtıcı refah devleti anlayışının alternatifi olarak
görür.
Ona göre refah devleti hakkında güncel tartışma devletleştirme/özelleştirme alternatifine
sıkışmış durumdadır. Yazar, büyüme oranları ile sosyal harcamalar arasındaki fark büyüdükçe
özelleştirmenin zorunlu olacağını kabul eder. Son kertede refah devletinin geleceğinin
toplumsallaşma, yerinden yönetim ve özerkleşmeden geçtiğini söyler. Yani bürokrasinin yükünün
azaltılması ve rasyonalize edilmesi, birtakım kamu hizmetlerini yeniden düzenleyerek onları
kullananlara daha yakın hale getirilmesi, kamusal olmayan örgütlenmelere ağırlık verilmesi (dernek,
vakıf gibi) ve dayanışmanın artırılmasıdır.
Yazar, refah devletin alternatifinin liberal modelle, sosyal demokrasi sonrası modelde
olacağını söyler. Bu anlamda sosyal demokrasi sonrası model, devletle varılacak sosyal-politik
anlaşma (sivil özgürlüklerin genişletilmesi, devletin toplu hizmet yaratması), toplumun kendisiyle
varacağı toplumsal (demokratik) uzlaşma, patronlarla varılacak sosyo-ekonomik uzlaşmadır.
3. SONUÇ YERİNE
Yazar eserinde Fransa’daki ekonomik durumu göz önüne alarak aslında Fransa’nın bu krizden
kurtulma yollarının neler olacağını açıklamış ve bu krizi yaşayan veya yaşaması muhtemel ülkelerin
yapmaları gereken olguları sıralamıştır. Fakat esere geniş bir perspektiften bakıldığında, eserini bir
nevi liberal ekonominin kuramcıları ve liberal ekonomi modelinin eleştirisi üzerine kurmuştur. Fakat
kaçırdığı çok önemli bir nokta olarak kendisinin de daha sonra kabul ettiği bu krizden çıkmanın
yegâne çözüm yollarının bir nevi siyasi liberalizm olduğudur. Çünkü siyasi liberalizm sivil
özgürlüklerin genişletilmesi, her nevi demokratik uzlaşmayı kendisine zaten temel olarak almaktadır.
Ama hem siyasi hem de ekonomik liberalizm devletin toplumun herhangi bir alandaki bir
mekanizmaya karışmasını istemez. Nitekim günümüz dünyasına hakim olan kolektivist yapılanmaya
rağmen liberal düşünürlerin ısrarla vurguladıkları şekilde “sınırlı devlet” argümanı zaten, modern
devletin meşruiyet zeminini ortaya koymaktadır.
Bu anlamda liberaller refah devletinin pazar mekanizmalarının bozulması veya zarar görmesi
durumunda devletin pazara müdahale etmesi tezine karşı çıkmaktadır. Onlara göre adaleti sağlamak
gibi ulvi bir düşünce dahi olsa pazarın işleyişine devlet karışmamalıdır.
45
Enderun Dergisi 4(1) (2020) 41-46
Liberallerin refah devletine karşı öne sürdükleri diğer eleştiri ise çeşitli nedenlerle toplumdaki
yoksul kesimlerin, korunmaya, bakıma ve desteklenmeye gereksinimi olan kişilere ve gruplara devlet
eliyle sunulacak sosyal hizmetlerin birer bedeli olması ve bunun bir ölçüde gelirlerde transferlere
neden olması onlarda rahatsızlık uyandırmaktadır. (Koçal, 2014: 214). Bu anlamda Marksistler refah
devletini kapitalizmin bir koltuk değneği olarak burjuvazinin siyasal zekâsının bir ürünü olduğunu
söyleyerek refah devletinin devletin gücünü, çalışmayan nüfusu korumak için kullanması olarak
görmektedirler. Onlara göre refah devletinin ortaya çıkışı da kapitalizmin bir sonucu olan sınıf kavgası
ve ekonomik krizlerdir.
Buna rağmen refah devletini olumlayan bazı yazarlar toplumdaki yoksul kesimlerin,
korunmaya, bakıma ve desteklenmeye gereksinimi olan kişilere ve gruplara devlet eliyle sunulacak
sosyal hizmetlerin meşruluğunu savunmaktadır. Zaten refah devletlerinin temel sorunu da bu
yardımlarla çalışmayı, tasarrufu ve girişimciliği caydırarak, çalışma ile çalışmanın ödüllerini bertaraf
etmesidir. Gerçekten de devletin refah dağıttığı, pek çok noktada aldığı vergilerle başka alanları veya
kişileri desteklediği bir sistemin sağlıklı ve her şeyden evvel adaletli olması beklenemez. Nitekim
böyle bir sistemde tasarruf veya girişimcilik değil tabir yerindeyse bedavacılık yeğlenir duruma gelir.
Küreselleşmenin başladığı 1970’li yıllar sonrası yeni dönemde, neo–liberalizmin dominant
düşünce akımı haline gelmesiyle, refah devleti başta Avrupa’da olmak üzere krize girmiştir. Bu
durum, ulusal kapitalizmden küresel kapitalizme, sanayi toplumundan bilgi toplumuna, geçiş
koşullarının doğurduğu bir sonuç olarak düşünülmektedir (Ekin Vd, 1999: 28).
Refah devletleri için güzel günlerin bittiği, sorunların başladığı bu yeni dönemde, özellikle
Avrupa’nın gelişmiş ülkelerinde, hükümetlerin sosyal harcamalar için milli gelirden ayırdıkları payın
sürekli büyüdüğü ve giderek katlanılamaz bir hacme ulaşarak, ülkelerin rekabet güçlerini zayıflattığı
öne sürülmektedir. Bu durum, refah devletinin mevcut haliyle sürdürülebilmesini imkânsız kılmaktadır
(DPT, 2001: 12-50).
KAYNAKÇA
Ekin, N., Alper, Y., Akgeyik, T., (1999), Türk Sosyal Güvenlik Sistemindeki Arayışlar:
Özelleştirme ve Yeniden Yapılanma, İstanbul: İTO Yayınları.
DPT, Sosyal Güvenlik Özel İhtisas Raporu, (2001), Sekizince Beş Yıllık Kalkınma Planı, Ankara:
DPT Yayınları.
Koçal, A. V., (2014), Bir Sosyal Politika ve Siyasal Meşruiyet Aracı Olarak ‘Hayırseverlik’:
Türkiye’de Sivil Yardım Organizasyonlarının Politik Ekonomisi ve Siyasal İşlevi, VI. Sosyal
İnsan
Hakları
Ulusal
Sempozyumu,
Anadolu
Üniversitesi,
Eskişehir,
http://www.sosyalhaklar.net/2014/program.pdf adresinden 03 Aralık 2019 tarihinde edinilmiştir.
Kürsü Sosyalizmi, http://www.uludagsozluk.com/k/kursu-sosyalizmi/ adresinden 17 Kasım 2019
tarihinde edinilmiştir.
Özdemir, S., “Refah Devleti ve Üstlendiği Temel Görevler Üzerine Bir İnceleme”,
http://www.sosyalsiyaset.com/documents/refah_devleti_ustlendigi_gorvlr.htm adresinden
11 Kasım 2019 tarihinde edinilmiştir.
Rosanvallon, P., (2004), Refah Devletinin Krizi, Çeviren: Burcu Şahinli, Ankara: Dost Kitabevi.
-331.
46