Location via proxy:   [ UP ]  
[Report a bug]   [Manage cookies]                
yazar ve diktatör muhsin altun Darbe 1 Ekim 1965 sabahı, Endonezya’nın başkenti Jakarta bir grup genç subayın darbe girişimine sahne oldu. Kendilerini “30 Eylül Hareketi” (G30S) olarak tanıtan darbeciler, ordunun üst komuta kademesinden altı generali kaçırıp öldürdüler. Radyodan okuttukları bildiriye bakılırsa ülkenin kurucu lideri Sukarno’yu antikomünist generallerin darbesinden korumak üzere harekete geçmişlerdi. Geride kalan generallerin en kıdemlisi, Ordu Stratejik Rezerv Komutanı (Komando Cadangan Strategis Angkatan Darat- KOSTRAD) Tümgeneral Suharto idi. “Standart Operasyon Prosedürü” uyarınca “vekâleten” komutayı üstlenen Suharto, aynı günün akşamı tek kurşun atmadan darbe girişimini bastırdı. Kendisi ulusun yeni kurtarıcısı olurken darbeciler bir aile fotoğrafı bile çektiremeden dağılmışlardı. Darbecilerin karargâh olarak kullandığı Halim Hava Üssü’ndeki iki sivilin ifadelerini değerlendiren ordu sözcüleri, girişimin ardında Endonezya Komünist Partisi’nin (PKI) olduğu yönünde açıklamalar yaptılar. General Suharto, radyodaki ulusa sesleniş konuşmasını “kökleri kazınacak” diyerek tamamladı. Ardından ülkede 20. yüzyılın en büyük kıyımlarından biri başladı. Ekim 1965 ile Mart 1966 arasındaki altı ay içinde, bir milyonu aşkın insan “Ensar” adı altında örgütlenen dindar çeteler tarafından Komünistlik ve “darbe girişimine katılım” suçlamasıyla öldürüldü. Endonezya üzerine çalışmalarıyla tanınan tarihçi Robert Cribb’in tespitiyle, kurbanların aşırı uysallığı, faillerin utanç ve suçluluk duygusundan yoksunluğu ve hızlı hareket etmeleri nedeniyle kıyımlar tropik bir fırtına gibi aniden patlak vermiş ve aynı hızla sona ermişti. Komünistlere yönelik operasyonlar kıyımlarla sınırlı kalmayacaktı. Aynı dönemde PKI bağlantılı olduğu değerlendirilen yaklaşık 1.5 milyon kişi tutuklanıp cezaevine konuldu. Sadece Java adasındaki cezaevlerinde 34.000 “B Grubu” tutuklu vardı. 13 Mayıs 1966 tarihli Başkanlık talimatına göre, B Grubu, “PKI ve yan kuruluşlarına üye olmakla birlikte darbe girişimine katıldıklarına dair kanıt bulunmadığı için mahkemeye çıkarılmayan ancak tahliyesi sakıncalı görülen” Komünistlerden oluşmaktaydı. PKI ile doğrudan ilişkili değerlendirilen “A Grubu” Komünistlerin çoğu daha ilk başta öldürüldüğünden en geniş kesimi B ve C Grubu Komünistler oluşturuyordu. 26 Mayıs 1970: Suharto ABD başkanı Nixon’ın konuğu (Foto: bbc). O yıllarda cezaevlerindeki tutuklulara yeterli gıda ve elbise sağlanmasında sorunlar vardı. Çoğu tutuklu, ailesinin gönderdikleri ile yaşamını sürdürmek zorundaydı. Ailesinin haber alamadığı tutuklulardan yetersiz beslenme nedeniyle ölenler de az değildi. Tutukluları uzun süre cezaevinde tutmanın maliyeti, Suharto’nun “Yeni Düzen” (Orde Baru) rejimini farklı arayışlara yöneltti. İlk olarak, 1.375.320 kişiden oluşan “C Grubu” tutuklunun tahliyesi gündeme 1 geldi. C Grubu, asgari düzeyde bile olsa “doğrudan ya da dolaylı olarak darbe girişimine katıldığından makul şüphe duyulan” kişileri kapsıyordu. Örneğin PKI ya da bağlantılı kuruluşların üyesi olanlarla 1948’deki Madiun Olayı’na (Peristiwa Madiun) katılmış olanlar bu grupta değerlendirilmişti. Hükümetin C grubundaki tutukluların tahliyesine dair planı duyulduğunda, Ensar çetelerinin bağlı olduğu Nahdlat’ul Ulama (Ulemanın Uyanışı- NU) ve diğer antikomünist gruplar onların topluma geri dönmesine karşı çıktı. Tepkilerden çekinen hükümet tahliye sürecini yıllara yayma yoluna gitti. 1968’de ilk kafile tahliye edildiğinde, NU yetkilileri tahliyenin bu kadar erken olmaması gerektiği yönünde sert açıklamalar yaptılar. NU Yürütme Komitesi, “yasaklı parti ve örgütlerle ilişkili” kişilerin üye olarak kabul edilmemesi, tahliye olanlara ait ayrıntıların kaydedilip takip edilmeleri yönünde şubelerine talimat gönderdi. NU ve onun gençlik kanadı Ensar (Gerakan Pemuda Ansor), özellikle Java adasındaki kıyımlarda aktif rol almış; Yeni Düzen’in antikomünist politikalarının koşulsuz destekçisi olmuştu. Kızıl Ada İkinci olarak, hükümetin görevlendirdiği bir heyet, Jakarta’nın 2.700 km kuzeydoğusundaki Buru adasının bir Komünist ceza kolonisine dönüştürülmesini önerdi. Burası, kaçışı doğal olarak engelleyen sık ormanları ve yaşamı sürdürmeye yetecek kaynakların varlığı nedeniyle uygun görünüyordu. Adanın “özel göç alanı” olarak düzenlenmesi, tutukluların barındırılması ve beslenmesi açısından maliyet-etkin bir çözüm olacaktı. Suharto’nun 26 Şubat 1969 tarihli onayı ile Buru adası, B Grubu Komünistler için “Rehabilitasyon Teşkil Merkezi” olarak belirlendi. Projenin uygulanmasından sorumlu adalet bakanı Sugih Arto’ya göre, dört duvar arasında olmaktansa bir adada yaşamak “daha insani” sayılırdı. 17 Ağustos 1969 günü 850 kişilik ilk kafile denize açıldı. “Buru Adası İnsaniyet Projesi” kapsamında, üç yıl içinde adaya nakledilen tutuklu sayısı 10.000’i aşmıştı. Geri dönüş söz konusu değildi. Tutuklulardan Hersri Setiowan’ın anlatımına göre, onları karşılayan muhafız şöyle seslendi: “Burada yiyip içip uyuyacak ve çalışacaksınız. Dua etmeyi de unutmayın; ölünceye kadar buradasınız!” Buru adası bundan böyle “Kızıl Ada” olarak tanınacaktı. Yaşam koşullarının çok sert olduğu adada, tutuklular kendi inşa ettikleri her biri elli kişilik ahşap barakalarda kaldılar. İlk yıllarda çok sayıda tutuklu yetersiz beslenme, verem, sıtma, aşırı çalışma ve sert cezalardan dolayı hayatını kaybetti. Hayatı çekilmez hale getiren kıtlık, seller ve zehirlenmeler bazı tutukluları intiharı seçmeye zorlarken bazısı işkenceye yenik düştü. Daha büyük kısmı da kasıtlı ihmalin kurbanı oldu. 2 Buru adasında tutukluların inşa ettiği barakalar (AJAR, 2015) Tutukluların zorunlu çalışmaya (angarya) tabi tutulması, balta girmemiş ormanlarla kaplı olan adada kısa sürede 3 milyon hektarlık bir çeltik sahası açılmasıyla sonuçlandı. Buru ülkenin en büyük pirinç deposu haline gelmişti. Zamanla sebze ve meyve yetiştirmeye de başlayan tutuklular, sulama sistemleri, yollar ve diğer tesisleri inşa ederek adayı yaşanabilir hale geldiler. Bu gelişmeyi değerlendiren rejim, bazen zorla bazen ikna yoluyla tutuklu ailelerini de adaya yerleştirmeye girişti. Aileler, ev ve tarla vaadiyle ordunun yönettiği resmi bir göç programına katılmaya zorlanıyordu. 1972-74 yılları arasında 632 kadın ve çocuk, tutuklu eşlerine ve babalarına katılmak üzere adaya nakledildi. “Unit-IV” olarak bilinen -tutukluların küçük evler inşa ettiği- kamp yeri, 1972’de Savanajaya adını alarak köy statüsü kazandı. Komünist tutuklular Savanajaya’yı yavaş yavaş bir cennete çevirdiler. Yollar temizlendi, ilkokullar çocuklarla doldu ve köyün idari binası sanat gösterileri için kullanılmaya başlandı. Yerleşimciler tarlalarda canla başla çalıştılar, ürünlerini pazarda sattılar; ekmekler, krakerler ve faydalı bitkilerden oluşan bir ev endüstrisi yaratmışlardı. Sonuçta, komşuların birbirlerinin dini bayramlarını kutladığı mutlu ve müreffeh bir köy ortaya çıktı.[2] Batı’da yeni gelişmekte olan insan hakları örgütlerinden ve Jimmy Carter yönetimindeki ABD’den yükselen çağrılar, B Grubu Komünistlerin çoğunun 1979’da tahliyesiyle sonuçlandı. Tutuklular tahliyeden önce, Marksist-Leninist ideolojiyi yaymayı amaçlayan faaliyetlerde bulunmayacaklarına ve devlet aleyhine dava açmayacaklarına dair “Allah adına” yemin etmek ve bir “taahhütname” imzalamak zorundaydı. Buru Dörtlüsü B Grubundan en son tahliye edilen kişi, taahhütname imzalamayı reddeden ünlü yazar Pramudya Ananta Tur oldu. Bütün iktidarların kuşkuyla baktığı Pramudya (1925-2006), sömürgen Hollanda, “Bağlantısız” Sukarno ve son olarak faşist Suharto rejimi altında, ömrünün yaklaşık 17 yılını cezaevinde, 13 yılını ev hapsinde geçirdi. Darbe girişiminin ardından 13 Ekim günü Pramudya’nın evi antikomünist bir çete tarafından basılıp yağmalandı, kitaplığı ve notları yakıldı. Kendisi ve erkek kardeşi gözaltına alındı. Önce KOSTRAD’a, 3 ardından bölge komutanlığı (Komando Daerah Militer- KODAM) karargâhına götürülen Pramudya, yaklaşık beş yıl Jakarta’da tutuklu kaldıktan sonra ilk kafile içerisinde Buru adasına nakledildi. Pramudya, Buru adasında tam on yıl kaldı. Kirli bir un ve yanında yakalayabildiği kedi, köpek, yılan, kertenkele, kertenkele yumurtası gibi gıdalardan ve sistematik şiddetten oluşan bir beslenme rejimi vardı. Bir askerin tüfek dipçiği ile vurduğu sağ kulağı duymuyor, sol kulağı ile kısmen duyabiliyordu. Dönemin şakacı adalet bakanı, Pramudya için “yazmasına izin verdik ama kalemi ve kâğıdı yok” demişti. 1973’te yoğunlaşan uluslararası çağrılar üzerine angarya yükümlülüğünden kurtuldu ve yazması için bir daktilo verildi. 20. Yüzyıldaki sömürgeci dönemin ilk yarısını anlattığı “Buru Dörtlüsü” (This Earth of Mankind, Child of All Nations, Footsteps, Glass House), onun adada geçirdiği on yılın ürünüdür. Buru Dörtlüsü, ilk önce tutuklu arkadaşlarına anlattığı, sonra müsadere tehlikesi altında yazıya geçirdiği ve nihayet kadın akrabalarının gizli ceplerinde dışarıya çıkartabildiği dört hikâyeden oluşuyordu. Adada yaşadıklarını ise “Dilsizin Sessiz Şarkısı”nda (Nyanyi Sunyi Seorang Bisu) keskin bir dille anlatacaktı. Bir gazeteci 1972’de Suharto’ya, Pramudya’nın 30 Eylül Hareketiyle ilgisi olduğunu gerçekten düşünüp düşünmediğini sordu. “Hayır” dedi Suharto gülümseyerek ve devam etti: “PKI’nin kültür kanadı LEKRA’nın bir üyesi olarak, eğer darbe başarılı olsaydı onun gibi insanlar darbeyi kutsayacaklardı.” PKI bağlantılı Halkın Kültür Enstitüsü (Lembaga Kebudayaan Rakjat- LEKRA), darbe girişimi öncesinde beş milyon üyeye sahipti. Yaklaşık 15 yıllık tutukluluktan sonra tahliye edilen Pramudya, 1992 yılına kadar ev hapsinde tutuldu. 1999’daki ABD ziyaretinde kendisine Komünist olup olmadığı sorulduğunda, böyle bir kimlik taşımadığını ancak “militarist ve faşist” olarak tanımladığı Yeni Düzen rejiminin kendisini böyle nitelediği cevabını verecekti. En sevdiği Amerikan yazarları sorulunca iki kişinin adını verdi: John Steinbeck ve William Saroyan. Pramudya, darbe girişimini ise son kitabı Sürgün’de şöyle değerlendirdi: “Olan şudur: Ordu ve Suharto darbeyi başlattı ve ardından başkalarını darbecilikle suçlayarak iki milyon insan öldürdüler. Anlıyor musunuz? Kendi yaptıkları bir şeyin intikamı için iki milyon insan öldürdüler! Burada, Javalı geçmişimizle, Ken Arok tarafından Tunggul Ametung’u öldürmesi emredilen Kebo Ijo’nun tarihiyle bir paralellik var: Tunggul Ametung öldürüldükten sonra Ken Arok başa geçer ve Kebo Ijo’yu idam ettirir. Gördüğünüz gibi, bizim tarihimizde böyle bir adet vardır.” Yazar Pramudya, Diktatör Suharto döneminde 15 yıl tutuklu kaldı (Foto: Tagar.id). 4 Mezarsız Ölüler Endonezya’yı yaklaşık 32 yıl demir yumrukla yöneten Hacı Muhammed Suharto, ülkeyi sarsan Güneydoğu Asya ekonomik krizinin tetiklediği yaygın öğrenci gösterileri karşısında 21 Mayıs 1998 günü istifa etti. Java krallarının deyimiyle, “tacını çıkarmaya” (lengser keprabon) razı olmuştu. Suharto, geride IMF ile imzalanmış bir “Standby anlaşması” ve ekonominin kritik sektörlerinde faaliyet gösteren otuzu aşkın aile şirketi bıraktı. Pramudya ve eski siyasi tutuklu arkadaşları, kıyım hakkındaki gerçekleri belgelemek ve tanıklıkları kaydetmek amacıyla 10 Mart 1999 günü “1965 Kurbanlarını Araştırma Vakfı”nı (Yayasan Penelitian Korban Pembunuhan 1965- YPKP) kurdular. Vakfın kuruluşu dindar Müslümanların sert tepkisiyle karşılaştı. Antikomünist sloganlar içeren pankartlarla caddelere döküldüler. Bir dindar çete, YPKP başkanı İbu Sulami’nin Tangerang’taki evine saldırarak yakma girişiminde bulundu. PKI kadın örgütlenmesi GERWANİ’nin son lideri İbu Sulami, darbe girişiminin ardından 17 yıl tutuklu kalmış; bu yazıda anlatılması uygun olmayan işkence ve aşağılamalara maruz kalmıştı. Vakfın önceliği, toplu mezarların ortaya çıkarılmasıydı. İbu Sulami, ilk kez 16 Kasım 2000 günü Orta Java’daki Wonocobo ilinin Dempas köyünde, aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu 24 kişilik bir toplu mezarın açılmasını sağladı. Kadınlardan birinin parmağındaki 28.06.1965 tarihi yazılı evlilik yüzüğünden, 3 Mart 1966’daki kıyımdan dokuz ay kadar önce evlendiği anlaşılmaktadır. Toplu mezarda ayrıca 13 adet boş şarjör bulundu. Buluntular, otopsi ve kimlik teşhisi için Yogyakarta’daki Sarjito hastanesine kaldırıldı. Adli antropoloji uzmanlarının yardımıyla iskeletlerden teşhis edilebilenler yeniden defin için- ailelerine teslim edildi. 25 Mayıs 2001 günü Kaloran köyünde düzenlenen cenaze töreni, “Kaloran İslami Kardeşlik Forumu” (Forum Ukuwah İslamiya Kaloran) üyesi bir grubun vahşi saldırısıyla kesintiye uğradı. Kurbanların yakınları, eski siyasi tutuklu Irawan Mangunkusuma’nın evinde toplanmıştı. 300 kişilik dindar kalabalık, “Irawan’a ölüm! Komünist Irawan!” sloganları eşliğinde ve kesici silahlar kuşanmış oldukları halde Irawan’ın evini kuşattı. Irawan evinden kaçıp gizlenmek zorunda kaldı. Saldırganlar kefenleri parçalayıp kemikleri etrafa dağıttılar, bir kısmını ateşe verdiler. Kurbanların kalıntılarının buraya gömülemeyeceğini savunan dindar topluluk, Endonezya’da Komünizmin yeniden canlanmasını önlemek için yerel meclise YPKP’nin yasaklanması çağrısında bulunarak dağıldı. Bir Ensar liderine göre, eğer cenaze töreni gerçekleşmiş olsaydı kurbanların Komünist ve ateist oldukları miti sembolik olarak zayıflayacaktı ve Allah’a inanan diğerleri gibi “insan” kimliğine geri döneceklerdi. Ailelerin ölülerini onurlandırıp uygun ritüellerle defnetmesine bile tahammülü olmayan dindar zihin yapısı, geçmişin gömülü olduğu yerde kalmasını siyasal ve sınıfsal çıkarları açısından daha güvenli görüyordu. Eski bir Java deyimiyle, olan olmuştu (yang sudah, sudah). Uzun süren cezaevi ve tecrit koşullarında bünyesi zayıflamış olan Pramudya, 30 Nisan 2006 günü vefat etti. Geride, bazıları Türkçeye de çevrilen elliyi aşkın kitaptan oluşan saygın bir edebi miras bıraktı. İstifasının ardından on yıl daha yaşayan Suharto ise kaldırıldığı hastanede 27 Ocak 2008 günü öldü. Ne yargılanmış ne de ciddi bir itibar kaybına uğramıştı; devlet töreniyle toprağa verildi. Bugün fesli ve başörtülü dindar Müslümanlar, Suharto’nun Matesih kasabasındaki görkemli türbesinin başında dua edip Kur’an okumaktadır. Dünya tarihindeki en zalim faşist liderlerden biri, Endonezya’yı “ateizm ve Komünizmden kurtaran” şanlı bir asker ve İslam’ın dindar bir takipçisi olarak anılmaktadır. Onun ülkede estirdiği korku ve terör, “Komünist” olarak fişlenen yoksul kitlelere uyguladığı kıyım, nedense Batı başkentlerinin dikkatini çekmemişti. Endonezya’daki kıyımı “model operasyon” olarak adlandıran dönemin CIA yetkilisi Ralph W. McGehee’nin sözleri, bunun olası nedeni hakkında fikir vermektedir: “Bütün büyük kanlı olayların Washington’dan izini sürerek Suharto’yu iktidara götüren yolu bulabilirsiniz. Bunun başarısı, defalarca tekrarlanacağı anlamına geliyor.” Daha sonra Şili, Arjantin, Orta Amerika, Bolivya, Ruanda, Kongo ve Bosna’da tekrarlanacak kıyımların ilki ve en kanlısı Endonezya’da sahnelenmişti. 5 Sonuç Suçluya “cezasızlık” vadeden bir rejimde, kurban ya “hesabın ahirete kaldığı” yorumuna sığınacak ya da geçmişinden ve umutsuz yaşamından utanır hale gelecektir. Endonezya’da ikincisi oldu. “Darbe girişimine katılım” suçlaması, Yeni Düzen rejiminde kalıtsal bir leke, bir tür İlk Günah gibiydi. Yaratılan korku, utancı da beraberinde getirdi: Failler cürümleriyle medyada boy gösterirken işkence ve tecavüze uğrayanlar, sevdiklerini kaybedenler bundan dolayı utanç duydular. Ülkeyi “Korku Takımadaları” olarak adlandıran gazeteci Andre Vltchek’in tespitiyle, “gerçeği analiz etmeye olan isteksizlik ve yetersizlik kendini kandırmaya; çekilen acılar utanca; işlenen suçlar onura dönüştü.” İyi planlanmış ve uygulanmış bu vahşi psikolojik oyunun etkisi bugün de sürmekte; Endonezya halkının büyük çoğunluğu rejimin kurbanlarla ilgili anlatılarını benimsemiş görünmektedir. Kıyımdan kurtulabilenler acılarını mezara götürürken hala ne özre ne de tazminata yanaşan devletin en büyük umudu gerçekleşmek üzeredir: Önümüzdeki on, bilemediniz yirmi yıl içinde, Endonezya’yı ilerici bir ulustan faşist bir devlete çeviren korkuları hatırlayan kimse kalmayacak. İnsanlar sessizce bu dünyadan göçerken faşizm -muhtemelen- yaşamaya devam edecek. Okuyucuya notlar: 1) Bu çalışmada; - Dindarca Öldürmek (M. Altun) - Indonesia: Archipelago of Fear (A. Vltchek) - State Terrorism and Political Identity in Indonesia (A. Heryanto) - Breaking Silence of Indonesian Mass Killings between 1965 and 1966 (C. Auikool) - The 1965-1966 Affairs and Communist-Phobia in Post Suharto Indonesia (B. Wiryomartono) Başlıklı kaynaklardan yararlandım. 2) 1999 yılına gelindiğinde, Savanajaya köyünde yaşayan eski siyasi tutuklulardan -yerleşimcilerin üçte birini oluşturan- 60 aile Hıristiyan, kalanlar Müslümandı. Ancak yukarıda tasvir ettiğimiz mutlu tablo uzun sürmedi. 1999 yılı sonunda Endonezya’nın Maluku takımadalarını kasıp kavuran dindar şiddet dalgası Buru adasına da ulaştı. 19 Aralık 1999’da, Ramazan ayının son günü, beyazlar giyinmiş başı sarıklı silahlı bir grup köydeki iki kiliseyi ateşe verdi. 40 kişinin öldüğü saldırının ardından Hıristiyan aileler Savanajaya’yı terk ederken kalan ailelerdeki kadınlar da başlarını örtmeye zorlandı. 3) Bu çalışmanın kısa versiyonu, 3 Ekim 2021 tarihli Karar gazetesinde; uzun vesiyonu 4 Ekim 2021 tarihinde https://biratesgordum.wordpress.com adresinde yayınlandı. 6