Location via proxy:   [ UP ]  
[Report a bug]   [Manage cookies]                
Tanrı ile iletişim Prof.Dr.Sait Yılmaz 19 Eylül 2022 “Yaradan ile gizlice bağlantı kuran insan, kendi içinde akan gücü, her arzusunun gerçekleşmesi şeklinde hissedecektir1.” Kendisini “Mesih” ilan eden eski milletvekili Hasan Mezarcı, dini güncellediğini söyleyerek bazı haramları helal kılmaya yetkisi olduğunu iddia etti. Mezarcı, Ankara İlahiyat Fakültesi mezunu ve devlette dokuz yıl müftülük yapmış bir din adamı. Üç aylık ceza sürecinden başlayarak içine kapanma ve yalnızlaşma sürecine girmiş. Bu dönemde Allah tarafından kendisine Mesih İsa olduğunun bildirildiğini belirten Mezarcı, beraberindeki havarileriyle vazifesini yapacağını duyurdu. İsa Mesih‟in görevi Tanrı Krallığı‟nı yeryüzünde kurmaktı. Vaftizin hemen ardından İsa çöle çekildi. İncillerde "Şeytan tarafından sınansın diye Ruh'un İsa'yı çöle gönderdiği" belirtilir. (Matta 3:16, Markos 1:11). Morfolojik açıdan bu dönem bir dizi erginlenme sınavını temsil eder. Muhtemelen Mezarcı da bir erginlenme deneyimi yaşadı. Tarih boyunca insanlar için Tanrı ile iletişim kurmanın en bilindik yolu, “dua etmek” oldu. Yağmur ve bereket duası en eski dini ritüeli temsil eder. Farklı din ve inançlar, Tanrı ile iletişimde yeni aracı ve yöntemler getirdiler. Akad Kralı I. Sargon‟un Ay Tanrısının ışık ile doldurması için “avucunu açma” ritüeli diğer sonraki dinlerin de izleği oldu. “Tokalaşma” ise Ahura Mazda‟nın karanlığa doğru gidip Ezeli İnsan‟ın elinden tutmasını temsil eden Maniheist bir ritüeldir2. Tabii herkes Tanrı‟ya inanmıyordu yani kendi işini kendi görüyordu. Ateist İngiliz kralı John (1199-1216), çok sonra Papa‟nın zoru ile Hıristiyanlığı kabul etmişti ama ölürken şöyle demişti; “Tanrı‟nın yoluna girdiğimden beri hiçbir işim rast gitmedi3.” Ancak, bugün de insanoğlunun çaresiz kaldığı durumlarda en çok sığındığı yöntem dua ve din inancı olmaya devam ediyor. İnsanoğlunun zihinsel yapısı, dünyevi olguları madde üstü varlıklarla açıklamaya yatkındır. Varlık bilinci, rüya, hastalık, ölüm korkusu ve sonsuzluk arzusu, söz konusu zihinsel eğilimin kesintisiz bir şekilde kuvvetlenmesini ve bu düşüncelerin yeniden ortaya çıkmasını sağlayan etkenlerdendir. Dünyanın genel gidişinde düşünen insan genellikle açlık, sefalet, esaret gibi zor şartlar altında mutsuz bir ortamda idi. Dünya ancak iyi bir ahiret yaşamı umudu ile çekilebilir hale gelebilirdi4. Din tarih boyunca bu boşluğa cevap verdi hatta kullandı. Din, bilimin toplumsal sorunlara yanıt veremediği koşullarda, insanlara (metafizik) yüce güçlere dayanan açıklamalar sunmakta, çıkmazlarda umut vermekte, karamsarlıkta teselli etmekte, onları ahlaken uyarmakta ve dizginlemektedir. Dinsel pratikler, çoğu zaman insanların, toplumsal kimliklerinin insanlıktan üstün şeylere dayandığını öne sürmelerini sağlayan, kimliklerine Tanrısal bir onay damgası vurmalarına olanak veren bir araçtır. “Tanrı (ya da atalar) şunu yapmamızı buyurdu” düşüncesi eylemlerimizi haklı ve anlamlı kılan bir tür yetki belgesi yerine geçer. Eğer İsa yaşasaydı, kehanetleri gerçekleşmeyince, yandaşları onun çevresinden uzaklaşabilir ya da birbirine düşer ve hareketin tükenmesine yol açabilirdi. Eğer Pavlus‟un kişiliği kendisinin İsa‟nın öğretisine ilişkin görüşlerini etkilemeseydi, Hıristiyanlık Yahudilere özgü bir inanç olarak kalabilirdi. Konstantin olmasaydı, Hıristiyanlık ancak sadece kölelere, asker eşlerine ve kentli zanaatkârlara çekici gelen silik bir kült olarak varlığını sürdürebilirdi. 1 Baird T. Spalding, Life and Teaching of the Masters of the Far East, DeVoors Publications, (1986), 145. Henri-Charles Puech, Le Manicheisme, Edité par Civilisations du Sud, (Paris, 1949), 81. 3 Susan Wise Bauer, Rönesans Dünyası, Alfa Yayınları, (İstanbul, 2022), 167. 4 Bertrand Russell, Batı Felsefesi, Orta Çağ, 7.Baskı, Say Yayınları, (İstanbul, 2000), 15. 2 1 Pek çok Hıristiyan, Hıristiyanlığın bugünkü halini şans eseri almasını inançlarının doğruluğunun bir kanıtı olarak görmektedir. Çünkü insan geleceğe ve buradan da sonsuzluğa belli bir inanç sistemiyle bağlanmak istemektedir. Burada, üç ana ortam söz konusudur; (1) Tanrı(lar), (2) Tanrısallık (Ulûhiyet), (3) İnsan Olma Durumu. Bu ortamların detaylarına negatif teoloji ile ilgili başka bir makalede değineceğiz. Bu makaledeki konumuz ise İnsanın Tanrı ile iletişimi ve ona olan yolculuğu yani Tanrı‟ya ulaşması. „İlahi Aşk‟ başlıklı makalemizde, Tanrı ile özdeşleşmek ve onunla bir olmak için denenen mistik yollar üzerinde durmuştuk. En eski filozoflara göre, Tanrı, BİR idi ve onun bir parçası olarak, ona ulaşmak insanın gerçek hedefi olmalıydı. Görünen dünyanın maddi zevklerinden (para, kibir, şehvet) kurtularak, görünmeyen (gayri cismani) dünyada Tanrı‟ya ulaşmalıydık. Bunun en yolu, içimizdeki Tanrı‟yı keşfetmek için „kendini bilmek‟ten, bir yandan da ruhu maddi şeylerden temizlemekten geçiyordu. Bu doktrine göre; Tanrı aslında içimizde ve biz onun bir parçası ve yansımasıyız. Bu makalede Tanrı ile iletişimde bize rehberlik eden aracıların (peygamberler, melekler, din adamları, şamanlar vb.) işlevleri yanında insanın kendisinin Tanrı ile iletişime geçme gayretleri üzerinde duracağız. İlahi Aşk başlıklı makalemizde mistikler ve sufilerin kullandığı yöntemlerden (inziva, çilecilik, vahdet-i vücud, seyr-ü sülük vd.) yeterince bahsettik. Bu makalede esrime, erginlenme ve aydınlanma üzerine odaklanacağız. Bunu yaparken, Eski Yunan ve Roma‟dan Semavi Dinler ve Doğu inanışlarındaki sırlara (mysterialar), inisiyasyon (spiritüel gelişim) ve diğer pratiklere yer vereceğiz. Bütün bunlar aslında öncelikle şu soruyu sormamızı gerektiriyor? İletişime geçeceğimiz ya da ulaşacağımız hangi Tanrı? Bu yüzden, makaleye tanrının evrimi ile başlayacağız ve böylece metafizik, görünmeyen dünyanın henüz göremediğimiz ve farkında olmadığımız diğer yedi boyutunda iletişim ve yolculuk için doğru frekansı bulmaya çalışacağız. Tanrı Anlayışının Evrimi İnsanoğlunun her kuşağı kendisi için geçerli olan Tanrı imgesini yaratmak zorunda kalmıştır5. Öteki dünya ile ilişkisine karşın din fazlasıyla pragmatiktir. Mitolojik tanrılar yanında Gök Tanrı, Savaş Tanrısı, Bereket Tanrısı gibi kavramlar ya da kabilesel tanrılar bu pragmatimizden doğmuştur ve Tanrı‟dan ne anladığımız hala sorgulanması gereken bir konudur. Mısır‟da Firavun ordusunu yok eden Tanrı; son derece acımasız, kindar ve tarafgirdir. Musa‟nın Tanrısı muzaffer olmak isteyen bir Tanrı iken, İşaya‟nın Tanrısı hüzün dolu idi. Köktenci biri, İbrahim'in, Musa'nın ve daha sonraki tüm peygamberlerin Tanrı'yı aynen bugün bizim algıladığımız şekilde algıladıklarına inanır. Ama üç büyük dine (Yahudilik, Hıristiyanlık, İslam) bakıldığında nesnel bir Tanrı imgesinden ziyade, her dinin ve kuşağın kendisi için geçerli olan bir Tanrı imgesine sahip olduğu görülür. Karen Armstrong'un ifadesiyle, bir kuşakta belli insanlar tarafından oluşturulan Tanrı tasavvuru bir başka kuşakta anlamsız kalmıştır6. Tanrı kavramlarından biri belli bir zamanda anlamını/değerini yitirdiğinde, sessizce göz ardı edilir ve yeni bir teoloji onun yerini alır. Nitekim her coğrafya kendi sorunları ve kaygıları ile baş etmek için kendi farklı (din) ideolojini geliştirmiştir. Çin‟de Taoculuk ve Konfüçyüsçülük, Hindistan‟da Hinduizm ve Budizm, Ortadoğu‟da Zerdüşt ve İbrani „tektanrıcı‟ versiyonlar ortaya çıktı. Zamanla Tanrı ile 5 6 Karen Armstrong, Tanrı’nın Tarihi, Pegasus Yayınları, (İstanbul, 2017), 21. Armstrong, ibid, (2017), 13 2 ilişkiler değişti. Avrupa‟da felsefi akılcılık ve Kapitalizm insan hayatına yön verirken, Hindistan‟da Tanrı önemini kaybetti. Hindu ve Budistler, Tanrıları aşmanın, onların ötesine geçmenin yollarını aradılar. Brahma‟ya göre gerçek, farklı görüngelerin arkasındaki varlığın gizli kaynağı (vahdet/birlik) anlayışında yatmaktaydı. Günümüzde İbrahimî dinler Tanrı'nın zamandan ve mekândan ayrı olduğuna inanır. Bu yüzden, Tanrı somut evrenden bağımsızdır ancak yine de duaları duyar ve tepki verir. İbrahimî dinlerin kitaplarında Tanrı kişileştirilmiş bir yaratıcıdır. Birincil kişi olarak konuşur ve bazen insanların karşısına „insan görüntüsü‟ ile çıkar. Tanrının adı da zaman içerisinde değişim halindedir. İslam'da Allah Müntakim (intikam alan), Mütekebbir‟dir (büyüklenen). Ayrıca Sabur (çok sabırlı), celil (Celalet, azamet, hiddet, hışım), rahim (çok merhametli), halim (yumuşak huylu), vedud (sevecen) gibi insani duygular ifade eden isimlerle de anılır ve insana ait özelliklerin de aslında Allah'a ait olduğu ifade edilir. Hristiyanlıkta Tanrı baba gibi, Sufîlikte arkadaş gibidir. Tanah'ta da Yehova'nın sık sık kişileştirildiği görülür. Tanrı soyut bir kavram, inananların hissedebildiği ama dokunamadığı bir olgudur. İnananların çoğu Tanrı‟nın bizi her an kendisini izlediğini düşünür. İnananlara göre, Tanrılar bizimle mucizeler aracılığıyla temas eder. Birçoğumuza göre, hepimizin içinde bir parça tanrı var, içimizdeki tanrı benim özüm, en iyi halim, olmam gereken kişidir. Bu yüzden, Tanrı tarafından seçildiğine inanan insanlar var. Bazen bu kişi bir peygamber, bir kâhin, bir siyasi lider, bir tarikat lideri ya da sıradan biri olmakla birlikte yaşadığı tecrübeler nedeni ile öyle olduğunu düşünen herkes olabilir. Nöro-teoloji uzmanlarına göre; beyinde tek bir tanrı bölgesi yok, tanrı ile bağ kurmak beynimizi ve dünyayı algılamamızı değiştiriyor. Geleneksel Teizmin (tek Tanrılı dinlerin) Tanrısı, özsel olarak ezeli, mutlak kudret sahibi (mantıksal olarak mümkün olan her şeyi yapabilir anlamında), her şeyi bilen ve mükemmel bir şekilde özgür ve iyidir. Semavi dinlerin bahsettiği Tanrı, kişisel ilişki kurulabilecek bir Tanrı‟dır. Yahudilerin, Hıristiyanların ve Müslümanların Tanrısı bir anlamda konuşan bir Tanrıdır, sözleri bizi biçimlendiren Tanrı Kelamı‟dır. Müslümanlar Tanrı‟nın fiziksel bir formunun olmadığını düşünürken, Hintliler onun bir enerji ağacı olduğunu düşünüyor. Çin felsefesine göre, her şeyin olmasının bir nedeni vardır, bir enerji alanında yaşıyoruz, her şeyden enerjiden yapılmıştır. Bu enerji ile her şey birbirine bağlıdır, kuşlar uçmaz rüzgâr onları uçurur, balıklar yüzmez taşınır, ilahi müdahale dediğimiz şey sadece farkında olmadığımız bağlantılardır. Biz, yüz milyarlarca galaksi içindeki ortalama bir yıldızın ufak bir gezegeninde, beyni hala çok gelişmemiş bir canlı türüyüz. Bizi özel yapan şey evreni anlayabiliyor olmamız. Einstein ile uzayda zamanın eğilip, bükülebileceğini öğrendik ama henüz tüm evreni açıklayacak bir doğa kuramı oluşturamadık. Bilim insanları, dinlerin anladığı şekilde bir Tanrı‟nın var olduğu varsayımına şüphe ile bakmakta ama evrene ince ayar veren bir gücü daha olası görmektedir. Kısaca, dinlerin Tanrısı ile fiziğin Tanrısı ayrı ayrı kavramlardır. Evrenin yapısı ile fizik kanunları bir araya geldiği zaman, ortaya çıkan “kuantum teorisi” evrenin bir yerlerinde geçmişin sonsuz defa tekrarlandığı bir alan olduğunu öne sürüyor. Evrenin bir yerlerinde, sonsuz sayıda siz olabilirsiniz. Din ve bilim arasındaki tartışmalardan Tanrı ile ilgili üç tür görüşün ağırlık kazandığını görüyoruz; (1) Dinlerin Tanrısı; her şeyi yaratmış ve yaratmaya devam etmektedir. Her şeyi gören ve bilendir, doğaüstü bir olgudur. Evren ve hayat insan merkezlidir, insan bilinci ve eylemleri ile bir imtihandadır, cennet ve cehennem yani insanlar için hesap günü vardır. 3 (2) Bilimin (daha çok Fiziğin) Tanrısı; evrim teorisine inanmakla birlikte, evrenin büyük tasarımını yapan, ince ayarın sahibi bir güçtür (bu genellikle dinlerin Tanrısı değildir). Fiziğin tanrısı, aradığımız büyük zekâ, bedensiz bir beyin olabilir. (3) Tanrı yoktur diyenler; evrim bilim teorisine inansın ya da inanmasın metafiziğe veya herhangi bir Tanrı olgusuna inanmayan, her şeyin rastlantısal olduğunu ya da bilimsel bir açıklamasının olduğunu düşünenler. Biz bu evrende çok minik ama düşünen yaratıklarsak, yaşadığımız onca şey; bayramlar, futbol maçları, aşklar, hayvan sevgisi, hasretler, şiirler, özlemler neyin nesi idi? Bunları neden yaşıyoruz ya da anılarda depoluyoruz? Daha açık bir soru; eğer varsa Tanrı nerede ve ne yapmak istiyor? Tanrı, evrenin neresinde? Genel olarak baktığımızda her şeyin önceden belirlenmiş olduğunu seziyoruz ama olmayabilir de, çünkü gerçekte neyin belirlenmiş olduğunu hiçbir zaman bilemeyiz. Genellikle Evren‟in iyi tanımlanmış yasalara göre evrimleştiği kabul edilmektedir. Bu yasalar bilimin bulacağı yeni yasalar olabileceği gibi Tanrı‟nın yasaları da olabilir. Fakat göründüğü kadarı ile Tanrı bu yasaları bozmak üzere Evren‟e müdahalede bulunmuyor. Hermetik öğretide Tanrı’ya yolculuk Hermes (İslamiyet‟te İdris peygamber, kadim Mısır‟da kral Toth), Âdem‟in yedinci kuşak torunu ve kendisine 30 sayfa indirilmiş (Corpus Hermeticum7; CH) bir peygamber. Hermetik öğretinin ilk durağı Kadim Mısır oldu. Thoth‟un kitabının Mısır medeniyetinden mukaddem olan tüm ilimleri içerdiği, on ya da yirmi bin yıllık bir mazisi olduğu söylenir. Hermetik öğretiye göre; “Hayat, bir organizmadan diğerine yer değiştirir. Ve her bir organizmada şuurun bir başlangıcı ve sonu vardır. Fakat hayatın bir başlangıcı ve sonu yoktur. Her canlı organizma, kesif madde, hayati nefs ve ruhtan mürekkeptir (CH XII; 15b-18). “İnsan, felekler âlemine iner ve yedi feleğin her birinin özelliklerinden bir şeyler alır. Sonra gökyüzünün en alt katından kesafet âlemine inerek cismani bir tabiata bürünür. (CH I; 12-14). İşte bu insan, her ne kadar hakiki mahiyeti itibarıyla gayri cismani ve ölümsüz ise de bu parçasıyla cismani ve ölümlüdür. (CH I; 15) Ruh (nefs) bedendedir, akıl ruhtadır, Tanrı akıldadır. Tanrı her şeyin üzerinde faaldir. Akıl, ruhun üzerinde faaldir. Ruh, havanın üzerinde faaldir. Hava da kesif maddeler üzerinde faaldir. ( CH XI; 13b, 14a). İyi (hayr), ışık (nur) ve hayat; Tanrı‟nın cevherleridir, hakiki insan da işte bunlardan gelir ve tekrar onlara döner. (Hermetica, C.II, 36).” Her şey Tanrı‟nın düşündüğü düşüncelerdedir (CH XI; 17b-20a). “.. Akıl, Tanrı‟nın en temel cevheridir. Nasıl ışık, güneş tarafından saçılırsa, akıl da Tanrı tarafından saçılır. O, insana girer ve bazılarını ilah yapar. Fakat hayvanların ruhları bundan mahrumdurlar. (C.H. XII; 1-4). Akıl, kaderden üstündür ve içinde bulunduğu ruhu kaderin ellerinin ulaşamayacağı yere yükselmeye muktedirdir (CH XI; 5-8).” “Ruh, ilahi bir ışıktır. Ölümden sonra bir ışığa doğru yol alınır. Dünyaya tekâmül için gelinir. Ruhlar öte âlemde tekâmül durumuna göre bulunurlar. Başka dünyalarda da hayat vardır. Eski insanların kökeni dünya dışıdır8.” 7 Brian P. Copenhaver, Hermetica: The Greek Corpus Hermeticum and the Latin Asclepius in a New English Translation, Cambridge University, (1995). A.N. Dock, A.J. Festugiere, Corpus Hermeticum, Paris, (1954). 8 Caner Işık, Eski Dünyanın Kadim Bilgesi Hermes, Doğu-Batı Dergisi: Antik Dünya Bilgeliği, Yıl: 10, Sayı: 40, (Mart-Nisan 2007), 55-56. 4 Hermetik kozmolojiye göre, uzayın en altında ölümlülük yeri olan dünya vardır. En üstünde ise ölümsüzlük yeri olan Zuhal yıldızı yani Satürn bulunur. Zuhal yıldızı ilk aklın bütün sırlarını taşır, yedinci ve son kattır, ölümsüzlüğe orada erişilir. İmtihanı kazanan ruhlar, yedi kata göğe başarıyla yükselip ölümsüzlüğe kavuşurlar. Yedinci ve son kat ölümsüzlüğe kavuşulan, büyük aydınlık ve külli aklın sırlarını taşıyan Zuhal feleğinin katıdır. Ruhun bu aslına doğru yükselişine Latinler Ortaçağ‟da “Itinerarium mentis in Deum “Aklın Tanrı’ya doğru yolculuğu” derlerdi. Ölümde kesif beden, toprak ve su haline çözülür. Hayati ruh (pneuma), yeniden atmosfere karışır. Yukarıya doğru yükselirken, uğradığı her bir feleğe, sırayla o felekten kendine gelen kötü ihtirasları verir9. Böylece bütün tefessühlerden ve bozulmalardan arınır. Bir müddet en üst semada ikamet eder. Sonunda maddi evreni bırakır, onun üzerinde olan ve Tanrı‟nın kudretlerinin bulunduğu gayr-i cismani âleme girer. Kendisi de bizzat bu kudretlerden biri olur, Tanrı‟da olur. (CH I; 24-26a). Thoth gizli bilgilere sahipti ve bu bilgileri Atlantis‟ten getirmişti. Kabaca M.Ö.1000 M.S.1000 yılları arasındaki bir süreçte, Mısır‟dan Yunanistan ve Ön Asya‟ya dek uzanan coğrafyada, Hermes motifi antik Grek inancından İslam‟ın söylemine (İdris) aktarılır. Sadece Yunanistan‟a değil Mezopotamya kanalıyla Hint ve Çin‟e de Hermes‟in hikmetinin (Tanrı bilgisinin) buradan yayıldığı rivayet edilir. İslam coğrafyasında ise Arapça‟dan tercüme edilerek ile Hıristiyan dünyasına geçer. Corpus Hermeticum muhteva olarak içerisinde birçok Mısır dini motifini, Tevrati, Zerdüşt, Stoacı, Platoncu, Yeni-Platoncu, Pythagorasçı ve Gnostik temaları taşımaktadır. Kutsal emanetler olarak saklanan bu bilgilere sadece rahiplerin seçtikleri çok az sayıdaki inisiyeler ulaşabilmiştir. Sais tapınağı binlerce yıl önce Atlantis‟ten gelen yüksek rahiplerin bilgilerinin ilk kez seçilmiş ve elenen adaylara aktarıldığı yer olarak biliniyordu, diğer tüm tapınaklar daha sonra yapılarak buradaki bilgi ve bilgelik oralara taşınmıştı. Hermes‟i binlerce yıldır cazip kılan Tanrı bilgisine (hikmet) ulaşmak için öngördüğü akıl yolculuğu ve yaratılış kozmolojisi oldu. Hermetik öğreti İslamiyet içinde Bâtınilik, çeşitli tarikatlar, tasavvuf ve en önemlisi Anadolu‟nun (heterodoks) İslam anlayışına çok önemli etkiler bıraktı. Metafizik iletişim.. Metafizik, duyularımızla bilip tanıyabildiğimiz varlıkları duyu-dünyayı araştıran felsefe dalıdır. Evrenin, Tanrının, ruhun ne olduğu sorusuna cevap vermeye çalıştığı gibi bilginin alanı ve değerinin ne olduğunu da inceler ve bu konularda akıl yoluyla bilgi edinilebileceği inancına dayanır. Mistisizm, varlığın özünün sezgiyle ve mistik deneyle (yaşantıyla) doğrudan kavranabileceğini savunan görüştür. Mistikler, genellikle. Tanrının, evrende göründüğünü ya da onunla aynı şey olduğunu; sezgi ve deneyle Tanrıya ulaşılabileceğini ve onunla kaynaşılabileceğini düşünürler ve bu durumu en yüksek amaç olarak görürler. Ezoterik ve eksoterik hakikat arasındaki ayrım tüm dinlerde farklı geleneklerin ortaya çıkmasına neden oldu. Gizli öğreti anlayışı bütün dinsel hakikatin mantıkla ve açıkça ifade edilemeyeceği varsayımından hareket ediyordu. Bazı dinsel anlamların her bireyin kendi zamanında anlaşılabilecek tefekkürü (içsel titreşimleri) vardı. Kutsal metinlerin her zaman iletilmesi mümkün olmayan özel anlamları bulunmaktaydı. Bunlar ancak tefekkürün içe dönük teknikleriyle keşfedilebilirdi, bir anlamda onları kendiniz için yaratmanız gerekirdi10; 9 Robert Powell, Hermetic Astrology, Sophia Foundation Press, (2006), 2-4. Armstrong, ibid, (2017), 187. 10 5 - Erginlenme (inisiyasyon), bireyin kendini gerçekleştirme, yetkinleşme sürecindeki ilk adımı atması, (Tanrı‟ya giden) yola koyulmasıdır. Şaman adayı, erginlenme sürecinde geçtiği sınavlar sayesinde insan ruhunun ne denli savunmasız olduğunu ölçer ve onu korumanın yollarını öğrenir; aynı şekilde farklı hastalıkların yarattığı acıları tecrübeyle tanır ve bunların sorumlularını tanımlamayı öğrenir; ritüel bir ölüm yaşar, ölüler diyarına iner ve kimi zaman göğe çıkar. - Esrime, kişinin, duyulur dünyanın dışına çıkarak kendinden geçmesi, kendini Tanrı‟yla birleşmiş sayması durumudur. Esrime, insan ruhunun bedenden ayrılarak, Tanrı'yla birleştiği söylenen duruma; kişinin görünüşler dünyasının ötesine geçerek, „duyulur dünyanın dışına çıkarak‟, „kendini Tanrı'yla birleşmiş sayması durumu‟na karşılık gelir. Şaman, hem bir teolog, hem cinbilimci, hem esrime uzmanı, hem otacı, avın yardımcısı, topluluğun ve sürülerin koruyucusu, ruhların kılavuzu, bazı toplumlarda bilge ve ozandır. - Aydınlanma, farkında olmama ve cehalet halinden „hakikatin gerçekleştirilmesi‟ ve „farkındalık‟tır. Aydınlanma deneyimiyle Gotama, bir Budha, „Aydınlanmış Olan‟ olmuştur. Budha, „tinsel gözüyle‟ varoluş tabakalarını deler, geçmiş doğumlarını anımsar ve yeniden doğmaya yol açan kanunların örtüsünü kaldırır. Yaşamın varoluşsal ve kuramsal anlamı ona açılmıştır. Aydınlanma yoluyla Budha, yaşarken geçici Nirvanasına ulaşmıştır, ölümüyle de nihaî Nirvanasına erişmiştir. Budist gelenek, Buda‟nın bunu başarmasındaki sistematik meditasyon tekniklerini öğretir. Hermetizm öğretisi, Ezoterizmin ayrılmaz bir parçasıdır11. Hermes‟in kitabındaki sembolik anlatımlara uygun olarak Mısır‟da inisiyatik öğretilerle ruhun dünyadan Öte Dünya‟ya oradan da ruhsal plana geri dönüş yolculuğuna dair bilgiler aktarılmaktaydı. İnsanlığın kökeni, Cennettedir. Dünya hayatı insana maddeye bağımlılık getirmiştir. Tüm dinlerin sembolü olan Kıyamet ile birlikte insan gerçek kökenine doğru yolculuğa çıkacaktır. Her insanın ölürken kurtuluşa erişme şansı vardır. O anda deneyimlediği berrak ışıkta kendini bulup tanıması yeterlidir. Ölüler Kitabı12nın yüksek sesle okunması son bir çağrı oluşturur; ama yazgısına her zaman ölen kişi karar verir. Duru ışığı ve ölüm sonrası hayatın baştan çıkarıcılığına direnme gücünü, seçme iradesini göstermesi gerekir. Başka bir ifadeyle, ölüm erginlenme yönünde bir olanak sunar ama bu erginlenme de diğer tüm erginlenme biçimleri gibi adayın göğüs gerip geçmesi gereken bir dizi sınav içermektedir13. Ölüm sonrası gibi Işık deneyimi en son ve belki de en güç erginlenme sınavıdır. Ezoterizm ile Görünmeyen Dünya’ya geçiş Dinler tarihine “İnisiyatik - Ezoterik” bilgiler ışığında bakabilen bir kişi, kendisini birden bir şaşkınlığın ve bir hayranlığın içine gömülmüş halde buluverir. O anda tanık oluğu öğretinin; daha önce havralarda, kiliselerde ve camilerde dinsel otoritelerce kendisine telkin edilen temellere hiç de uymadığını fark eder. Bu tarih; sadece dinlerin bilinmeyen ve görünmeyen Bâtıni yönlerini değil, aynı zamanda insanın gizli kalmış yanlarını da bünyesinde saklamaktadır. Dinler hakkında yeterli bir anlayışa ulaşılamamasının en büyük nedeni ezoterik bilgilerin bilinmemesidir. Her ezoterik okul, farklı yollarla bu gizli dünyaya ulaşmaya çalışır. Bu yolculuk, mistik iç tecrübelerden, sanatsal ifadelerden ve felsefi kavramlardan geçen yollara sahiptir. Ezoterik bilginin merkezinde iki düşünce bulunur. Kubilay Akman, Ezoterik Yollar, Alfa Basım Yayım, (İstanbul, 2018), 144. Y.W. Evans-Wetz, The Tibetian Book of the Dead, Oxford University Press, (Oxford, 1927), 106. 13 Helmut Hoffmann, The Religions of Tibet, George Allen & Unwin, (London, 1961), 126. 11 12 6 - Öncelikle görünür dünyanın arkasında görünmez bir dünya olduğu kabul edilir. Bu geçici olarak gizlenmiş bir dünyadır. - İkinci düşünceye göre ise içimizde durağan şekilde mevcut olan insan kapasitelerini geliştirerek bu gizli dünyaya girmek mümkündür. Görünmeyen dünyanın kapıları geçmişte olduğu gibi günümüzde de açıktır. Bu kapıdan içeri bakabilmenin yolları bulunduğu takdirde, o kapının ardındaki gerçeklere ulaşabilmek her zaman için mümkündür. Dinlerin gizli kalmış bilinmeyen yönleri ve insan varlığının derin sırları, işte o kapının ardında bizleri beklemektedir. Bugün görünmeyen ile ilgili çalışmalar Bâtınilik ve ezoterizm ile suçlanıyor. Ezoterizm evrenseldir, aynı anda hem herkese hem de hiç kimseye aittir. Üyeleri her türlü inanç sisteminden gelebilir. Tüm ezoterik bilginin merkezinde iki düşüncenin bulunduğu söylenir. Bu düşüncelerin ilki, görünür dünyanın arkasında görünmez bir dünya olduğudur. Bu, geçici olarak gizlenmiş bir dünyadır. İkinci düşünceye göre, içinde durağan bir şekilde mevcut olan insan kapasitemizi geliştirerek bu gizli dünyaya girmemiz mümkündür. Her ezoterik okul, farklı yollarla işte bu gizli dünyaya ulaşmaya çalışır. Bu yolculuk mistik tecrübelerden, sanatsal ifadelerden ve felsefi kavramlardan geçen yollara sahiptir. İslam‟ın ezoterizmi Bâtıniliktir. Yahudilik‟te Kabala, Budhizm‟de ise Vajrayana‟dır. Hıristiyanlıkta Behmenizm, Katharizm gibi mezhepler ezoterik kabul edilir. Kabala Ezoterizmi Birçok filozofun bir zamanlar Mısır‟daki „Gizli Sırlar Öğretisi‟ eğitiminden (inisiasyon) geçirildiği gerçeğinden hareketle, tüm filozofların dünya, evren ve varoluşla ilgili yaklaşımları bundan etkilenmiştir. Osiris Rahibi‟nin sırları her ne kadar Yahudi ruhban kesiminin çoğunluğu tarafından anlaşılamamış hatta dejenere edilerek hiç olmadık bir hale büründürüldüyse de, çok az sayıdaki gerçek inisiye rahiplerce Musa‟nın sırları yine de yaşatılabildi. Musa‟nın şifrelendirerek kaleme aldığı Tevrat‟ın gerçek sırlarına vakıf olan bu “bilge rahipler” ellerindeki sırları hiç bir zaman dışarıya sızdırmayarak Kabala Ezoterizmi‟ni oluşturdular. Kabala, Musevi Mistikleri‟nin yolu anlamına gelir. Bu yol, tamamen Musa‟nın gizlediği sırları içerir. Bu sırlar o denli gizli tutulmuştur ki, bu sırlardan bu yola girmeyen Musevi halkının bile haberi olamamıştır. Dışarıya tamamen kapalı bir sistem içinde faaliyet gösteren Kabalacı Rahipler tarafından saklanan bu sırlar, çok az sayıda insanın elinde günümüze kadar gelebilmiştir. İnisiyatik bir çalışma olan Kabala Öğretisi‟nin gizli yolu hep sembollerle dış halkalara anlatılmıştır. Kullanılan semboller öğretinin kapalılığını göstermesi bakımından son derece önemlidir. Görünen ve görünmeyen dünyalar ile ilgili bilgiler Kabala‟nın temeli olan Tevrat‟ta yer almaktadır. İlk ezoterik kural şudur; Mutlak, her şeyin kaynağıdır. Ancak, herhangi bir şey var olmadan önce sadece Kutsal Olan vardı ve varlığın ötesindeydi. Tanrı, Tanrı‟yı (kendisini) gözlemlemek istedi ve bu yüzden bir Kozmik Ayna‟nın var edilmesi gerekli oldu. Önce, hiçlikten bir boşluk yaratıldı. Bu, Mutlak‟ın iradesiyle ve geri çekilmesiyle ortaya çıkabildi. Bu boşluğun içine varoluşun yürütücü kanunları olmak üzere o ilahi prensip yayıldı. Her şey ilahi boyuttan var edilmiştir ve zamanın sonunda yok edilecektir. Ezoterik felsefenin dayandığı temel, varlığın katlı ve hiyerarşik olarak yapılandığıdır. Bu hiyerarşide en dışta yani en aşağıda olan görüntü aslında en içte olanın bir şekilde dışavurumudur. Mana içeridedir, söz dışarıdadır. İnsan dışarıdadır ama insan hakikati içeridedir. Yunus, “Bir ben vardır benden içeri” derken, ezoterik bakışını yansıtmaktadır. 7 Ezoterizmin kaynağı ve temel ilkeleri Kuran‟da da vardır ve pek çok Müslüman bunun farkında değildir. Bu konuya aşağıda tekrar döneceğiz. Ezoterizm’de Ölüm ve Tanrı’ya Dönüş yolu Ezoterizme göre; ölüm, Tanrı‟ya dönüş yoludur. Her insan ruhu yukarı mertebeye yükselerek, Tanrı‟ya ulaşma çabası içindedir. Ölüm bir son değil yeni bir başlangıçtır; yeniden doğulur (enkarnasyon). Ruhun kanunlarına bilinçli şekilde uyarak ilahi ruha yükselirsiniz. Din kitaplarının içinde saklı olan bilgiler şunlardır14; - Evrenin ilahi yaratılış süreci ve Tanrı‟nın zihni, - İnsan ruhun yapısı ve işlevi, - İnsan ruhunu ilahi kaynağıyla bir araya getiren “Dönüş Yolu”. Dönüş Yolu, enkarne olmuş insanı İlahi Kaynak ile birleştiren süreci açıklar. Bazı insanların çoğu insandan daha akıllı ve yetenekli olmaları, Cennet Bahçesine daha çok uğramaları yani enkarne olmaları ile ilgilidir. Bu “Dört Yolculuk” kavramı ile açıklanır. Reenkarnasyon, “İlahi Plan” kapsamında insanın evrimi ile ilgili bir süreçtir. İlk Yolculuk; insanlığın en üstteki İlahi Âlem‟den, Yaratılış ve Oluşum Dünyaları yoluyla fizikselliğe inmesidir. Enkarnasyona girdikten sonra kişi, İkinci Yolculuk‟a başlar yani ulûhiyete doğru genel evrim süreci ile yükseliş. Bu hem kişisel hem de kolektif seviyede (insanlığın genel ilerlemesinde) gerçekleştirilir. Üçüncü Yolculuk artık bitki ve hayvansal içgüdülere maruz kalmayan bireylerle ilgilidir. Onlar artık tamamen insandır ve bu gelişmiş varlıklar dünyaya seçimle dönerler. Amaçları insanlığın gelişimine yardım etmektir. Sıradan veya olağanüstü insanlar gibi görünseler de karakteristik özellikleri çok farklıdır. Dünyevi görevlerinin ve kaderlerinin ne olduğunu çok iyi bilirler. Dördüncü Yolculuk, Zamanın Sonu‟dur. Bu evrende kozmik döngüde mümkün olan her şey elde edilir. Bu, Kıyamet‟tir. Her varlık İlahi Âlem‟e geri dönecek, insanlığın birikmiş tecrübesi öz bilincin ışığı, İlahi Öz-Porte‟ye yansıyacaktır. Mutlak, bu eksiksiz imaja baktığında; Tanrı, Varoluş Aynası‟nda Tanrı‟yı görecektir15. Tarih, anbean evrime olan katkılarımızla ilgilidir. Ölümde insanın maddi bedeni gelmiş olduğu elementlere döner, görünmez ilahi insan ise gelmiş olduğu kaynağa16. Ölümsüzlük yolu zordur, onu çok az insan, kendini bilen bulacaktır. Kendini bilen, içindeki Tanrıyı bulan kişidir. Tanrı, nasıl insan kalbinde ikamet ediyorsa, bilgelik de onun içinde ikamet ediyor. Aydınlanmış insanlar, gizemlerin rahmine insan olarak girer, Tanrı olarak çıkarlar. Bunun için binlerce yıldır maddi bedeni, ilahi aracıdan ayırmak üzere pek çok yöntem denendi. Tanrı Akıl‟da olduğuna göre, ona çok yakınız ve bu yüzden kendimizde bulmalıyız. İnsan zihin gücü olmadan hiçbir şey üretemez. Her şey düşüncededir. Aradığı şeyi kendi içinde bulamayan, aradığını kendi dışında asla bulamayacaktır. Bu yüzden, gizemlerde aşağıdaki ifade sıklıkla tekrarlanır; 14 Akman, a.g.e., (2018), 152. Akman, a.g.e., (2018), 37-38. 16 Jason Augustus Newcomb, Poimandres, the Shepherd of Men, a Hermetic Gospel: Corpus Hermeticum, Book 1, New Hermetic Press, (2015), 87. 15 8 “Ey insan! Kendini tanı, çünkü hazinelerin hazinesi senin içinde gizlidir!” Bunun için Kur‟an-ı Kerim‟de Allah‟a yaklaşmanın sırrı olarak temiz kalp sahip olmak buyurulmaktadır; “Kalb-i selim ile Allah’a varılan gün dışında insanın zenginliği ve oğulları fayda vermez” (Kuran, 26:88-89). “İbrahim Allah’a yakın idi ve Rabbine kalb-i selim ile geldi.” (Kuran, 37:83-84). Tanrı Krallığının habercileri Evren, zaman içinde kendilerini yaratıcı bir şekilde ifade etme gereksinimini karşılamak içim evrimleşip her türlü yetenek ve işlev geliştirmiş olan zeki varlıklarla doludur. Varoluş ve bilincin ardındaki önemli olan şey yaratıcılıktır, yaratıcılık da birçok biçim alır. Tanrı Krallığı hiyerarşisini şu şekilde sıralayabiliriz17; (1) Tek Bir Olan (Tanrı). (2) Yardımcı Tanrılar. (3) Melekler. (4) Peygamberler ve Bilgeler. (5) Şeytan, Cin, Kâhin vb. olgular. (6) Apokaliptikler. (7) Dünya dışı varlıklar. İnsanlığın ilk dönemlerinde, Yarı-Tanrılar vardı. Bütün bu tanrılar, yaratıcılık, bilinç ve enerjiyle çalışarak öğrenmek ve kendi gelişimlerini ilerletmek için buraya geldiler. Kimi çok başarılı oldu, derslerinde ustalaştı, kimi de oldukça yıkıcı yanlışlar yaptı. Asıl ve tek Tanrı, İlk Yaratıcı‟dır. Dinler, peygamberlerin zihinlerindeki deneyimlerle başlıyor. Peygamberler başka hiç kimsenin duymadığı sesleri duymuşlardır. Musa‟nın hikâyesine göre, Tanrı onunla yanan bir çalı aracılığıyla konuşmuş ve Mısır‟daki köleleri vaat edilmiş topraklar olan Filistin‟e götürmek için talimat almıştı18. Peygamberler, kâhin değil, elçidir. Geleceği öngörmekten çok, Tanrı‟dan duyduklarını iletir ve yayarlar. Mesajları yaymak için öyküleri kullanan inandırıcı konuşmacılardır. Peygamberler, insanların hayatlarına yön vermekte öykülerin gücünün farkındalardı. Peygamberlerin ortak özellikleri şu şekilde sıralanabilir; - İlahi bir misyon ve Tanrıya elçi olmak (vahiy, messenger), - Mucizeler ve üstün yeteneklere sahip olmak (örneğin Hz. Musa‟nın asasının yılana dönüşmesi, Hz. İsa‟nın engelli birini ayağa kaldırması, Hz. Muhammed‟in taşla konuşması), - Tanrısal esin sahibi olmak, karizma ve liderlik (Hitabet yeteneği kuvvetli olduğu için Tanrı Krallığı‟nın kurma işi Hz. Musa‟ya verilmişti.) Peygamberler ve dini bilgeler, hepsi farklı şeyler görmüş ya da duymuştur. Hindu bilgeler, karma ve yeniden doğum çarkının işleyişini ve zamanın kendisinin sonsuz bir döngü oluşturduğunu gördü. Yahudi peygamberler, zamanı gelince tarihin sonlandırmak için Mesih‟i gönderecek olan Tek Gerçek Tanrı‟yı gördü. Zerdüşt, zamanın sonunda iyilik ve kötülük Söz konusu hiyerarşinin detayları için bakınız; Sait Yılmaz, Gök Halkı (Galaktika), academia.edu.tr, (18 Ağustos 2020). 18 Richard Holloway, A Little History of Religion, Yale University Press, (2016), 18. 17 9 arasında nihai bir çatışma yaşanacağını ve iyiliğin zafer kazanacağını gördü. Çinli bilgeler ise gelecekte onları neyin beklediğinden çok bu hayatı en iyi şekilde yaşamaya ilgi duydular. Peygamberlerin ortaya çıktığı dönemlerde Firavun ya da Roma İmparatorluğu gibi genel bir düzensizlik ve kurtarıcı (Mesih) beklentisi vardır. Ortadoğu coğrafyasında, İsa‟nın yaşadığı dönemde yaklaşık 200 bin, Hz. Muhammed‟e ilk vahyin indiği yıllarda ise 124 bin kişi peygamber olduğu iddiası ile etrafta dolaşmaktadır. Peygamberler dönemine kıtlık, zorbalık, çaresizlik ve itaat kültürü hâkimdir. Bununla beraber, insanlar somut olana yani gördüğüne inanma eğilimindedir. Günümüzde de kendini peygamber ilan eden ya da Tanrı‟dan haber aldığını ya da gördüğünü iddia eden insanlar ortaya çıkmaya devam ediyor. Joseph Smith, 19. Yüzyılda ABD‟nin New York eyaletinde ortaya çıkan bir peygamberdir. 25 yaşında iken onu harekete geçiren ilk vahiy geldi. Bir melek ona Hıristiyanlığın yolunu kaybettiğini ve kiliselerden uzak durması gerektiğini söyledi. Melek, 4. Yüzyılda New York, Palmyra‟daki bir tepede toprağa gömülmüş altın levhalara yazılı bir kitabın olduğunu haber verdi. Kitabı yazan, Mormon adındaki bir kişiydi. Özetle, Tanrı planlarını Ortadoğu‟dan Amerika‟nın Batısına yöneltmişti. Sung Myung Moon, 1920 yılında Kore‟de dünyaya geldi. 16 yaşında iken İsa ona göründü ve kendi misyonunu tamamlamak için görevlendirdi. İsa, kusursuz eşini bulamadan çarmıha gerilmişti. Yeni plan, evlenmek ve günahsız çocuklar dünyaya getirmekti. Moon, toplu nikâh törenleri düzenleyerek onları evlenmeye teşvik etti. Apokaliptik hareketler daima Tanrı‟nın onların acılarına uzun süre kulak tıkamasına inanamayan zulüm altındaki insanlar arasında ortaya çıkar. Tanrı‟dan alınan gizli istihbaratın kendi taraftarlarına kodlanarak aktarılmasına apokaliptik yöntem (vahiy) denilir. İlk apokaliptik ajan, Daniel adını kullandı. Yahudi kökenli Daniel‟e göre; Tanrı onlara sonun yaklaştığını göstermek için Mesih adında çok özel bir gizli ajan gönderecekti. Ancak, Mesih gökten inmeyecek, kendi aralarından biri olacaktı. Böylece Museviliğin ve Hıristiyanlığın Mesih konsepti ortaya çıktı. İsa‟dan sonra halk, gözünü dört açıp, Mesih‟i beklemeye başladı ama o hiçbir zaman gelmedi. Tanrı Tahtı; Melekût Sümer'de Bilgelik Tanrısı Enki, insanlara, diğer Tanrılardan haber getirir. İslam‟da aynı işi Cebrail yapar. Cebrail'in kudret sahibi olması, kemale eriştiricilik nitelikleri de19 Bilgelik Tanrısına uymaktadır. Kur‟an‟da geçen ve Tanrı‟nın işlerin yürümesinde yardımcı olan dört melek (Cebrail, Mikail, İsrafil ve Azrail) birer yarı tanrı gibidirler. Tevrat‟ta dört yerde geçen “Tanrılar Tanrısı” için Yahudi kökenli Musa İbn Meymun (1135-1205), “Melekler Tanrısı” anlamı verir. Buradan meleklerin de bir Tanrı olduğu anlamı çıkarılabilir. Keza Tevrat‟ta iki yerde, İncil‟de üç yerde geçen başka bir ifade var; “Rabler Rabbi (Efendiler Efendisi)”. Bu durumda, Sabiilerin çok tanrılı olmakla suçlanmaları anlamsız hale gelmektedir. Hz. İbrahim‟in içinden çıktığı Sabiiler, üç semavi dine ve Zerdüştlüğe kaynaklık ettiler. Eski Kadim uygarlıkların inançlarında olduğu gibi Tevrat, İncil ve Kur‟an‟a ve bunların yorumlarına göre, Tanrı‟nın “Melekut”u yani “Krallığı”; meleklerle yürütülür ve yönetilir. Kuran‟da Secde Suresi‟nin 5. Ayetinde şu açıklama var; “(O Arş’a yaslanmış Tanrı), işleri, gökten yere doğru yönetir. Sonra O’na, işler (rapor niteliğinde) çıkar. Bir günde. O bir gün, sizin saydıklarınızdan bin yıl kadardır.” 19 Meydan Larousse, Cebrail. 10 Kuran‟da Naziat Suresi‟nin 5. Ayetinde şöyle denmekte; “İşleri yöneten meleklere ant olsun.” Nisa Suresi‟nin 172. ve Mutaffifin Suresi‟nin 21. Ayetlerinde kimi meleklerden “mukarrabun” yani “Tanrı‟ya yakın olanlar” diye söz edilir. En yakın ve “Bakan” konumundaki dört melek şu şekilde anlatılır; - Cebrail; İslam‟da “vahiy meleği” olarak bilinir, “kutsal ruh” deyimi ile de onun anlatılmak istendiği ifade edilir. Hadislerden onun da bir tahtının olduğunu ve ona bağlı pek çok meleğin olduğunu anlıyoruz. - Mikail; Yiyecek sağlayan melek olarak bilinir ve ona bağlı da pek çok melek vardır. - İsrafil; Temel işlevi Kıyamet saati geldiğinde ve müteakip safhalar için boru (sur) üflemektir ve ona bağlı da melekler vardır. - Azrail; ölüm meleği olarak bilinir ve o da pek çok meleğin başıdır. Yaratılış hikâyesinin Kuran‟da nasıl geçtiğine bir bakalım: Allah bir gün melekleriyle otururken, canı birden bire Âdem‟i yaratmak ister ve ‟ben yeryüzünde bir Halife yaratacağım‟ der. Fakat melekler bu işten hoşlanmazlar ve ‟kanlar akıtacak birini mi var edeceksin?‟ derler. Fakat Allah „sizin bilemeyeceğinizi herhalde ben bilirim‟ der. (Bakara-30) Cinlerin-şeytanların bilgi hırsızlığını nasıl yaptıkları da açıklanır. Cinler-şeytanlar, “birinci kat göğe doğru” bilgi çalmak üzere işe girişirken “birbirlerinin üstüne çıkar”, zincirlemesine dizilirler.” Bunları üzerine ateş parçaları (gök taşları) yağdırılır, kurtulamayanlar “yanıp gider”, kurtulanlar bilgiyi zincir halkalarına aktarır, bunlara “yüz tane” yalan katarak yeryüzündeki “kâhin”, “büyücü” türünden kimselerin ağzına düşürürler. Yunan mysteriaları ve gizem dinleri Yunan-Doğu mysteriaları, eskatoloji ve kıyamet spekülasyonları, hükümdar tapmaları bağdaştırmacı düşüncenin gücünü ve önemini yansıtır. Selamet (Kurtuluş) vaadi, Helenistik dinlerin yeniliğini ve başlıca özgül çizgisini oluşturur. Ölüme ve dirilişe maruz maruz bırakılacaklarına inanılan tanrılara tapım az çok bir erginlenme (soru cevaplı din dersleri, ayinler, batıni öğretim) içeriyordu. Bunun ardından yeni aday gizli cemiyete kabul ediliyordu. Helenistik mysterialar, tanrıya yakınlaşmayı güçlendirmek hatta unio mystica‟yı (mistik birleşme) sağlamak amacıyla, arkaik ritüel tavırlarına başvurur; vahşi müzik, çılgın danslar, dövmeler yaptırma, sanrılara yol açan bitkiler yutma. Antik çağın gizem dinleri içinde; Dionysosçuluk dışında tüm mysterialar Doğu kökenlidir; Frigya (Kybele ve Attis), Mısır (İsis ve Osiris), Fenike (Adonis), İran (Mithra) öne çıkmaktadır. - Eleusis Gizemleri, en iyi belgelenmiş ve olasılıkla en önemli gizem diniydi. M.Ö. 1500‟e kadar geri giden, Yunan tahıl ve tarım tanrıçası Demeter ve kızı Persphone‟nin gizemleri Atina‟nın 20 km. ilerisindeki Eleusis‟te‟ki iki tanrıça mabedi ile tanınır. M.S. 393‟te İmparator I. Theodosius Hıristiyan olmayan bütün dinleri yasaklayana kadar yaklaşık iki bin yıl boyunca kutlandı. Gizemler, ölümden sonraki yaşam ile ilgiliydi ve bir tür cennet (Elysion Çayırları‟na özgür bir geçiş) vaat ediyorlardı. Kabul edilenler harika bir ışığa denk gelir, danslar ve kutsal sesler ile çayıra kabul edilir. Karanlıkta kalan kabul edilmeyenler ise 11 çamurun ve sisin içinde sefalet içinde kalır. Aday olmak için katil ya da barbar20 olmamak gerekiyordu. - Orpheus Misteronları, yeraltına gidip gelen ve kafası gövdesinden ayrı yaşamaya devam eden Orpheus kaynaklı ilahiler ve öğretilerle ilgiliydi. - Dionysos ayinleri, öldürüldükten sonra dirilen Şarap Tanrısı Dionysos ile ilgiliydi. Ölüm ve daha önemlisi ölümden sonraki yaşamla ilgili gizli hakikatlerim ifşası, bütün gizem dinlerinin en önemli özelliklerindendi. Hıristiyanlığın gelişmesi bu kültlerden büyük ölçüde etkilendi. Helenistik çağda ve Roma döneminde en popüler Yunan tanrısı Dionysos‟tu. Halka açık tapımı, esrime bölümü çıkarılarak (ama esrimeler Dionysosçu mysterialarda rol oynamaya devam etti) arındırıldı ve tinselleştirildi21. Erginleşme ile erişilen giz iyi korunmuştur. Daha geç döneme ilişkin Orpheusçu ilahi dışında, tören usullerine ilişkin metinlerin aşağı yukarı hepsi kaybolmuştur. “Eleusis mysteriaları” yalnızca erginlenme odası veya sırlar odasında (telesterion) ve belirli bir tarihte yapılan erginlenme töreninden farklı olarak, diğer selamet dinlerindeki erginlemeler herhangi bir yerde ve herhangi bir tarihte gerçekleştirilebiliyordu. Mithra ve Attis mysterialarında üzeri ızgarayla örtülmüş bir çukurun üstünde boğalar ve koçlar kurban ediliyordu. Hayvanın kanı çukurun içindeki adayın üzerine damlıyordu. Kısacası, erginlenme töreni bir tür imitato dei‟yi (tanrı taklidi) gerçekleştiriyordu. İsis mysterialarında erginlenirken, „gönüllü bir ölüm‟ yaşar ve „manevi doğum günü‟ne varabilmek için „ölümün krallığı‟na yaklaşır22. Kybele mysterialarında adaya, moriturus (ölmek üzere olan biri) diye bakılır23. Bu mistik ölümü, tinsel nitelikte yeni bir doğum izliyordu. Mithra mysterialarında ekmek ve şarap, erginleşmelere bu hayatta güç ve bilgelik, öteki dünyada ise şanlı bir ölümsüzlük sağlıyordu24. Erginlenme sayesinde aday, tanrılarla eşit hale geliyordu. Tanrı katına yükselme, tanrılaşma, fanilikten sıyrılma (apathanatismos) tüm mysteriaların yakından bildiği kavramlardır25. Frigya‟da Attis‟in ve Attis tapımının kökeninde her zaman bir kaya, başka bir deyişle, Ana Tanrıça Kybele bulunur. Frigya ritüelinde yeni erginlenmişler sanki yeniden doğmuş gibi sütle besleniyordu26. Attis‟e “daha yeşilken biçilmiş başak” dendiğine göre, ritüel yemeği esas olarak ekmek ve şaraptan oluşuyordu. Nitekim Firmicus Maternus, bu ayini Hıristiyanların „Son Yemek‟ inancının şeytani ve uğursuz bir karşılığı olarak yorumlar27. Bu arkaik mitoloji ve kanlı ritüeller, Hıristiyanlık çağının ilk yüzyıllarında tüm Roma İmparatorluğunda çok yaygınlaşacak bir selamet dininin kökünü oluşturur. Musevilik kahinler ve Tanrı ile iletişim.. Musa da diğer peygamberlerin yaptığı gibi sırları üstü örtülü ve kapalı bir şekilde aktarmıştır. Zaten peygamberlik vazifesinin kendisine bildirildiği ve ilk vahyin kendisine aktarıldığı Serbal Kayalıkları‟ndaki mağaradan, en son vahyine kadar bilginin nasıl verileceği Yunanistan‟da barbar, Yunanca konuşmayan kimse demektir. Carl Scheider, Kulturgeschichte des Hellenismus, C.II, C.H. Beck, (München, 1968), 802. 22 Apuleisus, Metamorphoses, XI, Trans. Golden Ass, (1994), 21, 24. 23 Julius Firmicus Maternus, De Erore Profanarum Religionum, Trans. R.E. Oster, (1971), 18. 24 Franz Cumont, Textes et Monuments Figures Relatifs aux Mysteres de Mithra, C.I, Nabu Press, (2010), 320. 25 Samuel Angus, The Mystery Religions and Christianity, Dover Publications, (2011), 106. 26 Sallustius, De diis et Mundo, Ghent University, (2008), 4. 27 Maternus, ibid, (1971), 18. 20 21 12 ve insanlara nasıl aktarılacağı konusunda yönlendirilmiştir. Bazen aynen aldığı vahyi aktarmış bazen de aldığı bilgileri kendi derleyerek vermiştir. Bu aktarımları da Tevrat‟ın ilk 5 bölümünü oluşturur. Tevrat‟ın diğer bölümleri kendisinin dışındakilerce kaleme alındı. Çıkış‟ın M.Ö. 5. Yüzyılda düzenlenmiş son metninde Tanrı‟nın Sina Dağı‟nda Musa ile 1200 civarında gerçekleştiği düşünülen bir anlaşma yaptığı söylenir. İsrailoğulları Yehova‟yı tek tanrı yapma sözü vermişler, karşılığında kendilerine seçilmiş halk olacağı ve etkin şekilde korunacağı vaat edilmişti. İsrailoğulları Yehova ile Filistin‟in geleneksel tanrıları arasında bir seçim yapmak zorundaydılar. Ancak, onu savaşta ihtiyaç duyduklarında hatırlamışlar, her şey yolunda gittiğinde gene Baal, Anat ve Aşera‟ya tapmaya devam etmişlerdi. İncil (Yeni Ahit), eski İsrailoğulları olarak bilinen insanların, esas olarak Musa‟nın tanrısı olan Yehova‟ya sadakatin birleştirdiği değişik etnik gruptan insanlardan oluşan bir konfederasyondan başka bir şey olmadığını açıkça dile getirir28. Tekvin ve Çıkış‟a kaynaklık ettiği söylenen en eski iki yazar büyük ihtimalle M.Ö. 8. Yüzyılda metinleri kaleme almışlardı. Biri güneydeki Yehuda Krallığını anlatırken, diğeri kuzeydeki İsrail Krallığından gelmekte idi. Yaratılış ve Tufan gibi anahtar konularda bile neden bu kadar çelişkili ifadelerle karşılaşıldığı konusunda doyurucu bir açıklama bugüne kadar yapılamamıştır. Yahudi dini bir kâhinler dinidir. Çünkü Tevrat‟ın yorumunu bizzat onlar yaparlar. Yahudilerle Tanrı Yahve arasındaki irtibatı onlar sağlar, şeriatı uygular Yahudi halkını ibadetler konusunda yönlendirirler. Kâhinlik, Yahudilerde babadan oğula geçiyordu ve Tevrat‟a göre Levililer olan Harun‟un soyuna has bir özellikti29. M.Ö. 1300‟lü yıllarda yaşadığı iddia edilen Hz.Musa‟nın kitabı Tevrat 5 sifirden oluşurken, kendine kâhin (cohen) ya da peygamber diyenler M.Ö. 7. Yüzyıldan itibaren 1200 yıl içinde 34 sifir daha ilave etti30. M.S. 6. Yüzyılda nihai şeklini alan Yahudi kanunlarının sonuncusu Talmud olmasına rağmen, kaleme alınan Tevrat sifirleri arasında en eskisinin, bazılarına göre yaklaşık M.Ö. 7. Yüzyılda yazılan Amos sifiri olduğu kabul edilir. Yahudiler, rivayet ve kıssalarının büyük bir kısmını Sümer, Babil ve Kenan edebiyatından almışlardır31. Musevilikte ilk kıyamet metinleri, Daniel ve Hanok‟un Kitabı‟nın en eski bölümü “sofular (hasidim)” adıyla çıkar. Sofular, kapalı bir cemaatti. Daniel ve Hanok, dünyanın sonunun yaklaştığını öngörüyorlardı. Sofular, artık Tanrı‟nın fazla gecikmeyecek yargı gününe hazırlanmalıydı. Daniel‟in kitabı, M.Ö. 164‟e doğru tamamlanmıştı. Yazar, kendi çağında veya kısa süre önce yaşanmış olayları yüzyıllarca önce dile getirilmiş kehanetler olarak betimlemekteydi32. Haber kaynağı ise gördüğü düşlerdi. Bir düşünde parçalanan bir heykel görmüş, bunu Göklerin Tanrısının hiç yıkılmayacak başka bir krallık kuracağı şeklinde yorumladı (2:44). Diğer bir düşünde denizden çıkan dört büyük yaratık görür, buradan dört krallığın çökeceği ve egemenliğin kendi halkına verileceği yorumunu yapar (7:27). 28 Armstrong, ibid, (2017), 37. Çıkış, 18; Çölde Sayım, 16. 30 “Nebiyim” yani peygamberler denilen ikinci kısım, ilk ve sonraki peygamberler ayrılmış bölümlerden oluşur. Birincisi Yeşu‟nun Filistin‟e girişinden Beyt el-Makdis‟deki tapınağın yıkılışına kadar geçen zamanı ele alır ve sekiz sifirdir. İkinci bölüm, 14 sifir halinde geç dönem peygamberlere ayrılmıştır; Yeşaya, Yeremya, Hezekiel, Daniel, Hoşea, Yoel, Amos, Obadya, Yunus, Mika, Nahum, Habakkuk, Sefenya, Hagay, Zekeriya ve Malaki. Üçüncü bölüm (Ketubim) 12 sifirden oluşur; Mezmurlar, Süleyman‟ın Özdeyişleri, Eyub, Ezgiler Ezgisi, Rut, Hoşea, Ağıtlar, Yeremya, Ezra, Ester, Nehemya, Daniel. 31 Mircea Eliade, Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi, Gotama Budha’dan Hristiyanlığın Doğuşuna, Alfa Yayınları, Çev.:A.Berktay, (İstanbul, 2017), 266. 32 Robert H. Charles, The Apocrypha and Pseudepigrapha of the Old Testament: Apocrypha, C.I, Apocryphile Press, (2004), 259-260. 29 13 Daniel‟in “eskiden beri var olan” ile mahkeme görüsü içinde, „insanoğluna benzer birinin‟ gökten inişine tanık olur. „Eskiden beri var olan‟ın huzuruna götürülür ve ona “egemenlik, yücelik ve krallık” verilir (7:13-14). Bu ifade, M.Ö. 1. Yüzyılda çok tutacak, İsa da kendisi için bu unvanı (Ezeli İnsan) seçecektir. Aslında bu mit Hint-Avrupa kökenlidir ama insanoğlunun en yakın öncüleri İran„Kalde‟ bağdaştırmacılığında aranmalıdır. Eskatolojik temsilcilik görevi verilmiş Ezeli İnsan düşüncesi, Kitabı Mukaddes‟e ait değildir. Yaratılıştan önce de var olan bir Âdem‟den ancak geç dönem Yahudiliğinde söz edilecektir. Ama Yahudilik Ezeli İnsan mitinin bir çeşitlemesini sunduğundan habersizdi, Yaratılıştan önce var olduğundan hiç söz etmez33. Hanok da, esrime halinde gördüğü düşte, gökten kovulan melekler ile döneklerin alevler içindeki bir uçuruma atılmaya mahkum edildiği duruşmaya katıldığını söyler (90:20). Ezra‟da ise “Günahkarlar, Cehennem Fırını‟na atılacak, erdemliler ise Hazlar Cenneti‟nde ödüllendirilecek (7:33-37)” der. Mahkemenin ardından kötülük ebediyen silinecek, yozlaşma yenilecek ve gerçek her yerde egemen olacaktır (IV. Ezra 6:26-28). Ateşle verilen eskatolojik hüküm anlayışı büyük olasılıkla İran kökenlidir34. Şeytan figürü de İran düalizminin etkisi altında gelişmiştir. Tanrı’nın oğlu İsa.. İsa'nın Mesihliğini ortaya çıkaran olay vaftizci, Yahya tarafından vaftiz edilmesidir. İsa'nın neden vaftiz olduğu bilinmiyor ama ona Mesih saygınlığının vaftizle indiği kesindir. Vaftizin hemen ardından çöle çekildi. İncillerde “Şeytan tarafından sınansın diye Ruh'un İsa'yı çöle gönderdiği” belirtilir. (Matta 3:16, Markos 1:11). Morfolojik açıdan bu dönem bir dizi erginlenme sınavını temsil eder. Şeytan, onu ayartmaya çalışır. Vaftizci Yahya'nın tutuklanmasının ardından İsa vaazlarını başlattı. İsa, Celile'ye döner dönmez Evangelos'u yani Tanrı'nın müjdesini duyurdu; “Zaman doldu, Tanrının Egemenliği yaklaştı. Tövbe edin, Müjde'ye inanın!”. Bu çağrı, bir yüzyıldan uzun bir süredir birkaç istisna dışında tüm Yahudi dinselliğine egemen olan eskatolojik umudu temsil etmektedir. Peygamberler ve Vaftizci Yahya'nın ardından İsa'da dünyanın çehresinin çok yakında değişeceğini haber veriyordu. İsa'nın vaazının özü budur. Markos 1:15 ve Matta 4:17, „Göklerin Krallığı‟ndan bahseder ama bu Tanrının Egemenliği ile eş anlamlıdır. M.S. 30 yılının Pentekost günü, İsa‟nın öğrencileri hepsi bir aradaydı. “Ansızın gökten güçlü bir rüzgârın esişini andıran bir ses geldi ve bulundukları evi tümüyle doldurdu. Ateşten dillere benzer bir şeylerin dağılıp her birinin üzerine indiğini gördüler. İnananların hepsi Kutsal Ruh‟la doldular, Ruh‟un onları konuşturduğu başka dillerde konuşmaya başladılar” (Elçilerin İşleri 2:1-4). Kutsal Ruh‟un ateşle ilişkili tezahürleri, dinler tarihinde oldukça sık rastlanan bir izlektir. Bunlara Mezopotamya, İran ve Hindistan‟da (Budha, Mahavira) rastlanır35. Hıristiyan Kilisesi, Pentekost günü doğar. Havariler (Elçiler) ancak Kutsal Ruh onlara indikten sonra İncil‟i vaaz etmeye başlar ve çok sayıda “mucize gerçekleştirir, belirti sergilerler”. (İşler 2:43). Petrus, o gün kalabalığı ilk kez Hıristiyanlığa çağırır. O ve yoldaşları İsa Mesih‟in dirildiğine tanıklık eder, onu tanrı diriltmiştir. (2:24, 32). Aziz Pavlus‟un Mesihçiliği diriliş fikri çevresinde gelişir. Mesihçi drama, o çağda iyi bilinen ama aslında ilk ifadeleri çok daha eskiye dayanan bir soteriyoloji senaryosunu 33 Sigmund Mowinckel, He That Cometh: The Messiah Concept in the Old Testament and Later Judaism, Eerdmans, (2005), 420. 34 Eliade, ibid, (2017), 345. 35 Etienne Trocme, Le “Livre des Actes” et l'Histoire, Cambridge University Press, (2009), 202. 14 anımsatır36. Kurtarıcı insanlar için gökten yeryüzüne iner ve görevini yerine getirdikten sonra tekrar yeryüzüne döner. Pavlus, M.S. 51‟de Korinthos‟ta kaleme alınmış en eski mektubu olan, Selaniklilere Birinci Mektup‟ta, İsa‟nın ikinci kez gelişine ilişkin „Rab‟bin bir sözü‟nü bildirir. “Rabbin kendisi bir emir çağrısıyla, başmeleğin seslenmesiyle, Tanrı‟nın borazanıyla gökten inecek. Önce Mesih‟e ait ölüler dirilecek. Sonra biz yaşamakta olanlar, onlarla birlikte Rabbi havada karşılamak üzere bulutlar içinde alınıp götürüleceğiz. Böylece sonsuz dek Rable birlikte olacağız” (4:16-17). Birçok örnekte, Yunan-Roma devrinde Yahudilerin alıp bünyelerine kattığı, putperest kökenli dinsel uygulamaların Hıristiyanlığa nakledilmesiyle karşılaşıyoruz; örneğin şarabın ritüel amaçlı kullanımı, Hayat ağacı simgesi vb.). Haç, yeryüzünden göklere yükselen bir ağaç, göğün ve yerin merkezine dikilen, evrenin sağlam dayanağı olan ölümsüz bir bitki, “Golgota‟ya dikilmiş hayat ağacı” diye betimlenir. Gökle iletişim haç (merkez) aracılığıyla sağlanır ve tüm evren bu şekilde “kurtarılır”. Ama selamet kavramı aslında, Dünya Ağacı simgeselliğinde bir arada var olan, sürekli yenilenme ve kozmik yeniden yaratılış, evrensel bereket ve kutsallık, mutlak gerçek ve sonuç olarak ölümsüzlük kavramlarını yineleyip tamamlamaktadır37. Hıristiyanlıkla birlikte en beklenmedik ve Avrupa‟nın dinsel, kültürel ve toplumsal tarihinde hatırı sayılır sonuçlara yol açan yenilik, dünyadan el etek çekme ve çok katı bir çilecilikle ayırt edilen manastır yaşantısı oldu38. Bu olgu yakın zamana kadar sanıldığı gibi yalnızca Mısır‟da değil Filistin, Suriye, Mezopotamya‟da da, III. Yüzyılda bağımsız bir biçimde ortaya çıkmıştır39. Mısır manastır hayatını Aziz Antonius kurar ama Teb çölündeki manastır hayatını (burada IV. Yüzyıl sonuna doğru 7000 kadar keşiş bulunuyordu) 320‟ye doğru Pacomius (290-347) örgütler. Keşişler, anti-kültürü (çölü ve mağaraları) gönüllü olarak seçmişti. Keşişler, gerçek azizler olarak İblislere emir verebilecek ve Tanrının emirlerini esnetebilecek kadar güçlüdür. Davalar imceliyor, kehanetler bildiriyor, şifa dağıtıyor, yüksek memurları azarlıyor ve onlara öğütler veriyordu. Bu tuhaf adamlar Hıristiyanlığı bir kitle dinine dönüştürdü40. Onların ardılları olan erken Ortaçağ keşişlerinin özellikle Batıda gerçekleştirdikleri de en az bunlar kadar şaşırtıcı idi. Hıristiyan bir kişinin yaşamını sürdürüp bundan zevk alabilmesi için Tanrı‟yla birlikte yaşamayı öğrenmesi gerekir. Hıristiyan, Kutsal Ruh‟un içinde olduğunu bilerek, onun sesinin rehberliğinde yaşamalıdır41. Kutsal Ruh‟un Hıristiyanlığa uygun şekilde yaşanabilmesi için Mesih tarafından gönderildiğine inanır. Hıristiyanlığın teorik çerçevesini oluşturan Pavlus‟a göre iki farklı tür Hıristiyan vardır; ruhsal Hıristiyan ve bedensel Hıristiyan. Ruhsal kişi Mesih‟i kabul etmiştir ve Mesih merkezli bir yaşam sürdürmektedir. Bedensel Hıristiyan, hala Hıristiyan‟dır (bir noktada yaşamını Mesih İsa‟ya adamıştır), ancak yaşamının merkezinde kendisi ve kendi ihtiyaçları vardır. Hıristiyan‟ın Kutsal Ruh ile dolu olmamasının nedeni „günah‟tır. Kişisel ahlakımızın yönetimini Tanrı‟ya vermek istemeyiştir. Aquinolu Tomasso‟ya göre, açık bir gerçeklikten yola çıkılarak Tanrı‟ya ulaşılır. Her etkili neden bir başka nedenin varlığını gerektirir ve bu dizi boyunca geriye doğru uzandıkça Arkaik mitolojilerde, insanları eğitmek veya kurtarmak için inen ve sonra göğe geri dönen birçok doğaüstü varlık tipi bulunur; Tanrı‟nın Oğulları, Yaratıcı Tanrılar, Uygarlaştırıcı Kahramanlar, Mesihçi veya binyılcı figürler vb. 37 Mircea Eliade, Dinler Tarihine Giriş, Alfa Yayınları, (İstanbul, 2017), 99. 38 Andre Jean Festugere, Les Moines d’Orient, I, Cerf, (1961) 23. 39 Peter Brown, The World of Late Antiquity AD 150-750 , W.W. Norton & Company, (1989), 101. 40 Peter Brown, The Rise and Function of the Holy Man in Late Antiquity, Cambridge University Press, (2012), 88. 41 Steven L. Pogue, The First Year of Your Christian Life, Campus Crusade for Christ, (1989), 77. 36 15 ilk nedene, Tanrı‟ya varılır42. Akıl tarafından bu şekilde keşfedilen Tanrı, sonsuz ve basit olsa da, insan dilinin ötesindedir. Tanrı, katıksız var olma edimidir (ipsum esse), dolayısıyla sonsuz, hareketsiz, ezeli ve ebedidir. Nedensellik ilkesine dayanarak varlığı kanıtlanınca, aynı zamanda Tanrı‟nın dünyanın yaratıcısı olduğu sonucuna da varılır. Her şeyi özgürce, hiçbir zorunluluk duymadan yaratmıştır. Ama Tomasso‟ya göre insan aklı dünyanın ezelden beri mi var olduğunu ya da tam tersine yaratılışın zaman içinde mi gerçekleştiğini kanıtlayamaz. Erken Orta Çağ boyunca hava koşulları ile ilgili olarak Hıristiyan toplumlarda birbirini tamamlayan iki inanç kabul gördü; istenmeyen yağmur ve dolu yağışından şeytanın sorumlu olduğu inancı ve kötü havaları defetmek (ya da nefret edilen bir komşunun toprağına yağdırmak) için yakarılabilen erkek ve bazen kadın „fırtına yapıcılar‟ın var olduğu inancı. İstenen hava koşullarına ulaşmanın teknikleri azizlere, fırtına yapıcılara, dualar ve büyüyle müdahale edebilir sayılan başka kişilere seslenme; sözlü ve yazılı büyüler, yalvarma ve yakarma; koruma parası ödeme ve daha birçok şeyi kapsamaktaydı43. Orta Çağ boyunca kötü hava koşullarının, kıranın ve doğanın diğer kaprislerinin insan deneyiminde uğursuz bir yeri vardı ve bunlardan kurtulmak için meleklere, azizlere ve hatta İblis‟e dua, sihir ve yalvarmanın karışımı pratikler ve yerel bilgelikleri içeren yöntemler ile başvuruluyordu44. 664‟te veba salgını karşısında bir kuşak önce Hıristiyan olmuş Doğu Saksonlar, tepki olarak vebadan kurtulmak için tekrar din değiştirdiler ve putlara tapmaya başladılar45. 8. Yüzyılın sonuna doğru “Tanrı‟nın Hizmetkârı” Auriolus, kendisinin ve komşularının tarlalarını doludan uzak tutmak için bir tılsım yazdı ya da onun için yazdı. Dokuz kez okuduktan sonra tarlasına gömdü ve 1926‟da çiftçiler bulana kadar orada kaldı. 1009‟da Viking istilaları karşısında krallığı tehlikeye giren II. Aethelred (978-1016), “Tanrının merhametini ve şefkatini tekrar kazanmak ve onun yardımıyla düşmanlarını yenmek için” bütün ulusuna dua, tövbe ve sadaka emri verdi46. M.S. 1002‟de Roma İmparatoru olan III. Otto, mucize sahibi bir Aziz olan Praglı Adalbert‟in kutsal emanetlerini bölüştürmesi, şifanın ve ilahi ihsanın diğer biçimlerinin aziz hamilerin kemiklerinden aktığını söyleyen evrensel Hıristiyan görüşünü ifade etmekteydi47. Hz. Muhammed’in vahyi Hz. Muhammed‟in 610‟a doğru gelen ilk vahiylerinden önceki yaşamı pek bilinmemektedir. Hadislere göre, bu vahiylerden önce mağaralarda ve başka ıssız yerlerde uzun süre „ruhsal inziva (tahannus)‟ dönemleri geçirmiştir. Bu Arap çoktanrıcılığına yabancı bir uygulamadır. Hz. Muhammed büyük olasılıkla yolculuklarında tanıştığı veya söz edildiğini duyduğu bazı Hristiyan keşişlerin gece boyunca uykusuz kalmalarından, dualarından ve tefekkürlerinden etkilenmişti48. Hatice‟nin bir kuzeni Hristiyan‟dı. Ayrıca, Ortodoks Hristiyanlığın veya çeşitli mezheplerin (Nasturiler, Gnostikler) bazı inançlarıyla İbranilerin fikir ve ibadetleri de Arap kentlerinde biliniyordu. İslam öncesi din, Filistin‟in M.Ö. IV. Yüzyıldaki halk dinine yakındı. Gerçek anlamda bir ruhban sınıfı yoktu. İbranilerde „rahip‟ anlamına gelen „cohen‟, Arapça „kâhin‟ terimi „bilici‟ anlamında kullanılmaktadır. İçine bir cin giren kâhin geleceği görme, kaybolmuş bazı Etienne Gibson, Ortaçağ Felsefesi, Çev.: Ayşe Meral, Kabalcı Yayınevi, (2004), 483. Eliade, ibid, (2017), 106. 44 Edt. S.J. Crawford, Byrtferth’s Manual, Early English Text Society, (London, 1929), 137. 45 Bede, Ecclesiastical History of the English People III, Penguin Classics, (1991), 30. 46 F. Libermann (Edt.), Edict When the Great Army Came To England, EHD, (Halle, 1916), 447. 47 Julia M.H. Smith, Roma’dan Sonra Avrupa, Yeni Bir Kültür Tarihi 500-1000, Çev.:A.Fethi, Alfa Yayınları, (İstanbul, 2010), 110. 48 Mircea Eliade, Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi, Muhammed’den Reform Çağına, Alfa Yayınları, Çev.:A.Berktay, (İstanbul, 2017), 90. 42 43 16 eşyaları veya yolunu kaybetmiş develeri bulma gücüne sahipti. Hz. Muhammed inançlarını vaaz etmeye başladığında sık sık bir cinden etkilenmekle suçlanırdı49. Hz. Muhammed‟in çağdaşları arasında yalnızca „hanif‟ olarak bilinen birkaç şair ve görü sahibi tektanrıcıydı; bazıları Hristiyanların etkisindeydi. Ama Hristiyanlığın (sonra da İslam‟ın) o çok karakteristik eskatolojisine yabancıydılar. Genel anlamda Arapların da bu eskatolojiye yabancı olduğu söylenebilir50. Hz. Muhammed‟in risaleti bir anlamda vahyin ön belirtilerini oluşturan birçok vecd deneyiminden sonra başladı. Görülere işitsel vahiyler eşlik ediyordu. Hz. Muhammed‟in risaletini belirleyen ilk mistik deneyimler İbn İshak‟ın (Öl.768) aktardığı hadislerde nakledilmiştir. Hz. Muhammed, yıllık inzivasını gerçekleştirdiği mağarada uyurken, Cebrail elinde kitap tutarak ona geldi ve buyurdu; “Oku!”… Muhammed okudu ve Melek sonunda ondan uzaklaştı. “Uyandım ve kalbime bir şey yazılmış gibi oldu.” Muhammed mağaradan çıktı ve dağın yamacının ortasına gelmişti ki, gökten bir sesin şöyle dediğini duydu; „Ey Muhammed! Sen Allah‟ın Resulüsün ve ben de Cebrail‟im‟. Bakmak için başımı göğe kaldırdım ve ufukta Cebrail‟i bir insan biçiminde bağdaş kurmuş otururken gördüm.‟ Melek ona aynı sözleri yineledi ve Hz. Muhammed ne öne ne arkaya kıpırdayamadan durmuş ona bakıyordu. “Gözümü gökte nereye çevirsem onu görüyordum51.” Bu deneyimlerin gerçekliği kesin gözükmemektedir. Bazı modern tarihçiler, mağaradaki rüyet ve Melek Cebrail‟in ufka vuran görüsünün aynı deneyime ait olmadığı kanısındadır. Muhammed‟in ilk baştaki direnişi, gerek şamanların, gerekse birçok mistik ve kâhinin gönül esinlerini üstlenirken gösterdiği duraksamayı hatırlatmaktadır. Kuran‟da mağaradaki düşsel görüye değinilmesinin nedeni, muhtemelen Peygamberi cin çarptığı suçlamasından sakınma isteğidir. Ama Kuran‟daki başka imalar esinin gerçekliğini doğrulamaktadır52. Vahyin “tebliği” genellikle şiddetli titremeler, humma veya üşüme nöbetleri eşliğinde gerçekleşiyordu. Tarikat - Tasavvuf ve Tanrı’ya Ulaşmak Müslümanlıkta 8. Yüzyılın sonlarına kadar tarikat ve tasavvuf adlı herhangi bir kurum yoktu. Yeni Platoncu filozofların etkileri kuşaktan kuşağa yayılarak sürmüştü. Onların görüşlerinden etkilenen birçok kişi ve mezhep oldu. Filozoflar bu akıma „Tasavvuf‟, kendilerine de „Sufi‟ adını verdiler. Tasavvufa Helenistik etkiler Hâkim Tirmizi‟den sonra Farabi‟nin getirdiği yenilikler sayesinde girmeye başlamıştır. Şii ve Sünni mutasavvıfları birbirleriyle karıştırmamaya özen göstermek gerekir. İslam tasavvufu Kur‟an ayetlerinin birbirinin içine geçmiş muhkem (manası açık) ve müteşabih (mecazi) ayetlerden kaynaklandı53. Muhkem ayetlere bakarak mezhepler, müteşabih ayetlere bakarak da tarikatlar ortaya çıktı54. Müslümanlık inancına kendilerini bütünüyle vermiş Sufilerin en başta gelen amacı Tanrı‟ya yaklaşmak olmuştu. Sufiler, dış 49 Eliade, ibid, (2017), 92. Tor Andrae, Les Origines de I’Islam et le Christianisme, (Paris, 1955), 41; J Wellhausen, Reste Arabichen Heidentums, (Berlin, 1961), 215. 51 İbn İshak, Mohammed, The Man and His Faith, Çev. Tor Andrea, (New York, 1960), 43-44. Başka bir çeviri Legs, Blachere, Le Probleme de Mahomet, (1952), 39-40. 52 Onu (vahyi) hemen okuyasın diye dilini hareket ettirme. Onu toplamak ve okumak bize düşer. O halde biz okuduğumuzda sen onun okunuşunu izle..” (75:16-18). Başka bir deyişle, Peygamberin kişisel doğaçlamalara girmesi yasaklanmıştı. 53 Kur'an-ı kerimde manası açık olan âyetlere Muhkem âyetler, manası açık olmayan, tefsire, izaha muhtaç olanlara Müteşabih âyetler adı verilir. 54 Ahmed Güner Sayar, Osmanlı’dan 21. Yüzyıla Ekonomik, Kültürel ve Devlet Felsefesine Ait Değişmeler, Ötüken Yayınları, (İstanbul, 2008), 51. 50 17 ibadete çok önem vermiyorlar gerçek Tanrı kavrayışını, Tanrı ile mistik kaynaşmayı arıyorlardı. Tarikat, tasavvuf için yol; mezhep ise şeriat için yol demektir. Tarikat keşfe ve ilhama dayanırken, mezhepler nakle (kitap, peygamber) dayanır. Tasavvuf, gizli anlamlarını keşfeden evliyalar, veliler, şeyhler aracılığıyla bir insanları İlahi Aşk denilen Tanrı‟ya yaklaştıran bir yoldur. Sürekli Allah‟a yakın olmak için onun adını anmak (zikir) yolu ile dünyevi hayattan uzaklaşmak gerekir. Tarikat hareketi tarihsel olarak Sufizm ile bağlantılıdır. Bu anlayış başlangıçta tanrı ile konuşmak için hayatın sofu yolu anlamında idi. 7. ve 8. yüzyıllarda İslam‟da mistik özellikler taşıyan Sufizm akımı ortaya çıktı. Sufiler, dış ibadete çok önem vermiyorlar gerçek Tanrı kavrayışını, Tanrı ile mistik kaynaşmayı arıyorlardı. Sufilerin bazı mistik teknikleri sonradan katılan çevrelerle temas içinde derinleşip değiştirildi. Hint etkisi XII. Yüzyıldan itibaren zikirle ortaya çıktı. Ulema, tasavvufa hoşgörülü davranmak zorunda kalsa bile, özellikle İrani ve irfani unsurları dikkatle izlemeye devam ettiler. Ulema‟ya göre, bu unsurlar, bazı sufi şeyhlerin öğretisi araçlığıyla İslamın birliğini tehdit ediyordu. Ulema‟nın bu gelişmeye yanıtı, resmi statüye sahip ve ücretli müderrislerin ders verdiği medreseleri çoğaltmak oldu. VIII-XIV. Yüzyıla doğru yüzlerce medrese yüksek eğitimin denetimin ulemanın elinde toplanmasını sağlamıştı55. Tasavvuf, kelam âlimi Gazali sayesinde ulemanın da onayını aldıktan sonra çok yaygınlaştı. Önce Batı Asya ve Kuzey Afrika‟ya sonra İslam‟ın girdiği her yere Hindistan, Orta Asya, Endonezya ve Doğu Afrika‟ya yayıldı. Zaman içinde şeyhlerin çevresinde yaşayan sınırlı mürit toplulukları birçok yerde kolları ve yüzlerce tarikata dönüştü. Sufiler, en iyi İslam misyonerleri oldular. Tarikatlarda Mürşit denilen manevi önderler eşliğinde tasavvuf öğretisini uygulamaya istek duyan kişilere (talip) yolun esasları hakkında teorik ve pratik bilgi verilir. Yola giren kimseler (mürid) ve yolda ilerleyenler (salik) tasavvuf öğretisinin esaslarını yaptıkları pratiklerle (zikir, tefekkür, rabıta, murakabe, nafile ibadetler vs.) kendi derunlarında keşfederler. Kuran, tasavvufun her türlü yorumunun merkezindedir, Allah kelamının iç manasını anlamaya adanmış sayısız tefsir vardır. Bunlara yukarıda, gayb ve gizli bilgiler ile ilgili ayetler bölümünde yer vermiştik. Bazı ayetlerin gizli bilgilerin verildiği kişilerin seçildiğini haber vermesi daha sonra ortaya çıkacak Tasavvuf içinde evliya, şeyh, veli gibi aktörlerin doğmasına yol açmıştır56. “Biz Kitab’ı kullarımızdan seçtiklerimize miras kıldık. Bazıları kendilerine zulmederler, bazıları ortadadırlar ve bazıları da Allah’ın izniyle hayırlarda öne geçmek için yarışırlar” (Kuran, 35:52). Bu ayet ile ilgili yapılan yoruma göre, iki tür seçim yapılmaktadır. Birincisi peygamberlerin seçimi; günahsızlık, ilahi yardım, vahiy ve çağrının yayılması için. Müminlerin kalanı için ise salih ameller, faziletli çabalar ve manevi hakikatler ve haller için seçilmek57. Sufilerin bazıları Panteist (Tanrı tüm dünyadadır, tüm dünya tanrının bir tezahürü ya da duygusudur) dünya görüşüne sahiptiler. İslam dünyasında sayıları yüzleri bulan ve çoğu çeşitli kollara ayrılmış tarikatların sayısı belirsizdir ve her zaman yeni bir tarikat ortaya 55 H.A.R. Gibb, Mohammedanism: An Historical Survey, Oxford University Press, (1966), 144. Mahmud Erol Kılıç, Anadolu'nun Ruhu: Tasavvuf, Felsefe, Siyaset Konuşmaları, Sufi Kitap, (İstanbul, 2018), 18. 57 Carl W. Ernst, Sufism: An Introduction to the Mystical Tradition of Islam, Shambhala, (2011), 28. 56 18 çıkabilir. Zamanla Sufist öğretinin taraftarları başlarındaki şeyh ya da insanlar ile memleket memleket dolaşan derviş (keşiş) tarikatlarını oluşturmaya başladılar. Bu tarikatlar, Sünnilerde de Şiilerde de yasal kabul ediliyordu. Tarikatların temel öğretilerini (Şeyhlerin yolu) aşağıdaki şekilde özetleyebiliriz58; - Kadiri şeyhleri; Bu yol Abdülkadir Geylani ile bağlantılıdır. Sesli zikir yapılır, halkada toplanılır, yiyecekler zamanla azaltılıp insanlara daha az görüşmek suretiyle inzivaya çekilinir. Kadiri şeyhlerinin yolu, Allah‟ın büyüklük ve izzetini zikirle başlar. Bu suretle nefis ehlileştirilmiş, eğitilmiş ve temizlenmiş olur. - Mevlevi şeyhleri; Bu tarik zikir ve aşk yolunda olmak üzerine kuruludur. Nefes kontrolü ile şeytani imaların önü kesilir, kalp temizlenir. Nefesini kontrol etmek isteyen kademeli olarak yiyecek tüketimini azaltmalıdır. Nefes kontrolüyle sessiz zikir ile içten dışa ve dıştan içe şahitlik yoluyla, zikredilen Vahdeti içinde özümsemeyene dek topuk üzerine dönülür. - Havatiri şeyhleri; İlahi vahdeti tasdik eden La İlahe İllallah zikridir. Namazda oturulduğu gibi oturulup, doksan dokuzluk tespih sağ ele alınır, sol bacağın üzerine konulur ve nefes tutulur. Zikir ile kalbin maddiyata güvenden ve insanlara dayanmaktan arındırılması sağlanır. IX. yüzyılda tasavvufta üç ilahi birleşme kuramı bilinmektedir59; (a) Ruhla Allah‟ın özdeşleşmesini yadsıyan bir bitişme (ittisal veya visal), (b) İki farklı anlamı kapsayan bir özdeşleşme (ittihat); bu anlamlardan birincisi (a) ile eş anlamlıdır. İkincisi ise tabiatların birleşmesini akla getirir. (c) İçine girme (hulul); Allah‟ın Ruhu, tabiatlarında bir karışma olmadan, sufinin arınmış ruhuna yerleşir. İbn Arabi şunu kabul eder; “Mistik hallere ilişkin bilgi ancak tecrübeyle edinilebilir; insan aklı onu tanımlayamadığı gibi, mantık yürüterek, çıkarsama yoluyla da ona ulaşamaz.” Batınilik bu nedenle gereklidir; “Bu manevi bilgi türü yüceliği nedeniyle insanların çoğunluğundan gizlenmelidir. Çünkü derinliklerine ulaşılması güçtür ve tehlikesi büyüktür.” İbn Arabi metafiziğinin ve tasavvufunun temel anlayışı Vahdet-i Vücud yani hem Varlığın hem de İdraki Birliğidir. Başka bir ifadeyle, farklılaşmış, bütünsel Gerçeklik Ulûhiyettin ilk varoluş tarzını oluşturur. Manevi veya akli bir kutupla kozmik veya varoluşsal bir kutba bölünmüş Gerçeklikten söz ettiğinde, birincisini Allah veya Yaratıcı (Halik), ikincisini ise Yaratıcı (hakk) veya Kozmos diye ifade eder60. İbn Arabi, manevi ve kozmik kutuplardan her birinin potansiyel ve örtük biçimde diğer bir kutbu da gerektirdiğini de belirtir. Her insan yaratılmış bir varlık olarak gizli özünde Allah‟tan başka bir şey olamaz; insan, Allah‟ın bilgisinin nesnesi olarak, Allah‟ın Kendisini bilmesine katkıda bulunur ve böylece İlahi özgürlüğe katılır. Kamil İnsan, Gerçekliğin iki kutbu arasındaki Berzah‟ı oluşturur. O hem erkektir, yani Göğün ve Allah Kelamı‟nın temsilcisidir hem de dişidir, yani yerin ve Kozmos‟un temsilcisidir. Göğü ve Yeri şahsında birleştiren Kamil İnsan aynı zamanda Vahdet-i Vücuda erişir. Veli, yaratma gücünü (himmet) Allah‟la paylaşır yani kendi içsel imgelerini nesnel olarak gerçekleştirebilir. Ama hiçbir Veli, bu imgelerin nesnel gerçekliğini sınırlı bir süre dışında koruyamaz. 58 Ernst, ibid, (2011), 92-96. G.C. Anawati & Louis Gardet, Mystique Musulname, Librarie Philosophique J. Vrin (Paris, 1986), 43. 60 R.W.J. Austin, İbn al-Arabi. Bezels of Wisdom, Paulist Press, (New York, 1980), 153. 59 19 Farabi (872-950), uzlaştırmacı bir düşünürdü. Farabi‟nin „akıllar teorisi‟, ilk varlıktan ilk aklın sudürü ve zuhurundan sonra aşamalı bir sıra dizisi içerisinde meydana gelen, her akılda tekrarlanan ve her defasında yeni bir akıl üçlüsünün doğuşuna, yeni bir ruh ve âlem meydana gelmesine yol açan üçlü çile doldurma ve kendinden geçmeyle, onuncu akla varan bir süreçtir. İlk ilahi özler, Aristoteles‟te feleki tanrılar iken Farabi‟de soyut akıllardır. Hallac (Öl.922), her insanın nihai amacının Allah‟la, aşk yolu ile gerçekleştirilen mistik birleşme olduğunu ilan etti. Müminin davranışları bu birleşme içinde kutsanıp ilahileştiriliyordu. Vecd halindeyken, mahkûm edilmesine yol açan ünlü sözünü söyledi; „Ene’l Hakk (Ben Tanrı‟dan gayri değilim)‟61. Bu kavram, kişinin Tanrı ile birleşip bütünleştiği, varlığının Tanrı varlığı içinde eriyip yok olduğunu ifade eder. Zındıkla suçlanan Hallac idam edildikten sonra Müslüman dünyasının her köşesinde veliliği durmadan güç kazandı. Hallac sonrası sufiler halka açık yerlerde boy gösterirken Ortodoks öğretiye karşı çıkmadıklarını kanıtlamak zorunda kaldılar. Bazıları mistik deneyimlerini, kelam konusundaki düşüncelerini gizliyorlardı. 36 yaşında ölen Şihabüddin Yahya Sühreverdi (1155-1191) Sühreverdi, 49 kitap yazdı. Başlıca eseri olan Hikmetü‟l-İşrak, eski İran hikmetinin ve Hermesçi Gnosisin yeniden güncelleştirilmesi çabası olarak görülür. Vecd halinde görülen bir rüyette; “Hermes (İdris) ve Platon‟un müşahede ettiği nurani varlıkların çokluğu ve Zerdüşt‟ün bahsettiği İzzet Nuru ve Melekût Nurunu, ilahi ışımayı keşfetti; öyle ki ruhani bir coşku, hükümdarların en mümini Keyhüsrev‟i o ışımaya doğru yükseltmişti62.” “İsrak” kavramı (doğan güneşin saçtığı parlaklık), İzzet Nuru, Avesta‟nın Hvarena‟sıdır. Sühreverdi onu Işıklar Işığı‟nın (Nuru‟l Envar) ezeli ve ebedi ışıldaması olarak betimler; Zerdüşti „Behmen‟ adıyla anılan ilk Başmelek bu nurdan sudür eder. Işıklar Işığıyla İlk Sadır arasındaki bu ilişki, varlığın tüm türeme aşamalarında, her türlü yaratılan kategorisini çiftler halinde düzenleyerek bulunur63. “İsrak” kavramı (doğan güneşin saçtığı parlaklık) şu anlamlara gönderme yapar; (1) Kaynağı ışık olan hikmet, teozofi ve (2) Buradan hareketle, idrak edilebilir Işıkların belirmesi üzerine kurulu bir öğreti. Ama aynı zamanda (3) Doğuluların yan Kadim Pers Bilgelerinin teozofisi. Tüm manevi varoluş tarzları ve tüm kozmik gerçekler Işıklar Işığı‟ndan sudür etmiş farklı başmelek türleri tarafından yaratılır ve yönetilir. Sühreverdi kozmolojisinin dört evreninden; Melekutun (göksel ve insani ruhlar âlemi) ile mundus imaginalisin (âlem-i misal) „saf ışıktan varlıkların kavranabilir dünyası ile duyusal dünya arasındaki aracı alem‟in önemini unutmayalım; bu alemi özel olarak algılayan organ etkin İmgelemdir64. Sühreverdi‟nin ilk defa kurduğu bu berzah âlemi ontolojisi daha sonra İslam‟ın tüm arifleri ve mutasavvıflarınca ele alınıp boyutlandırılacaktır. (Gerçekten de bu ontoloji başat bir öneme sahiptir; insan varlığının ölüm sonrası geleceğine açılan perspektifin en ön planında yer almaktadır. Üçlü bir işlevi vardır. Diriliş onun aracılığıyla gerçekleşir, çünkü o latif bedenlerin yeridir; peygamberlerin düzenlediği simgeler ve tüm rüyet deneyimleri onun aracılığıyla tam anlamıyla gerçeklik kazanır; dolayısıyla te‟vil (çeviri, yorum), Kuran‟daki vahyin verilerini „manevi hakikatleri‟ne döndüren yorum da onunla gerçekleşir. Yaşar Nuri Öztürk, Hallac-ı Mansur ve Eseri, Yeni Boyut, (1996), 104. Henry Corbin, En İslam İranien: Aspects Spirituels et Philosophiques, Gallimard, (1991), 29. 63 Henry Corbin, Histoire de la Philosophe Islamique, Gallimard, (Paris, 1964), 288-289. 64 Corbin, ibid, (1964), 296. 61 62 20 Sufi şair Mevlana Celaleddin Rumi‟ye (1207-1283) göre; tereddüt, yılgınlık, acı ve aşk hep insanlar içindi ama bunlara rağmen insanın ıstırap içinde yuvarlanması gerekmiyordu. Müzik ve dans aracılığıyla hayatın hakikatini keşfetmek mümkündü. Mevlana, „müziğin ahenginde bir sır saklı; eğer onu açıklarsam, dünya alt-üst olur‟ diyordu. Gerçekten de müziğin işlevi, „ruha gerçek vatanını ve son ereğini hatırlatarak, onu uyandırmaktır.‟ Mevlana şöyle der, „Hepimiz Âdem‟in bedeninin parçasıydık ve bu melodileri cennette dinledik. Su ve kil içimize kuşkuyu döktü gerçi, ama bunları az da olsa hatırlarız65.‟ Mevlana bir tarikat da kurdu; Mevleviyye. Sultan Veled‟in örgütlediği tarikatta semanın hem kozmik hem de kelami bir niteliği vardır. Dervişlerin içindeki döndükleri oda evreni, hem güneş etrafında hem kendi etraflarında dönen gezegenleri simgeler. Kudümler, Kıyamet Günü‟nün sur seslerini çağrıştırır. Semazenler halkası, birisi iniş eğrisini veya ruhların gerileyerek tekrar maddeye karışmasını, diğeri ruhların Allah‟a doğru yükselişine karşı gelen yükseliş eğrisini temsil eden iki yarım halkaya bölünmüştür. Ritim çok hızlanınca şeyh de semaya katılır ve halkanın merkezinde dönmeye başlar, çünkü o güneşi temsil etmektedir. Bu gerçekleştirilen birleşmenin doruk noktasıdır. Taoculuk ve Tasavvuf Taocu anlayışa göre; insanın aklı onu bir yere götürmez, akılcıların ayakları çürüktür. Keza ilim boştur ve aşk ile hakikatin yolundan gitmek gerekir. Genel ve küllî hakikate dalıp, kalp ile ona yönelmek gerekir. Çünkü akıl ve irade ile Tao‟ya ulaşılamaz. Bu yolda aşk denemesi, rakstan ve musikiden daha iyidir. Veya ibadetten daha iyi olan nefisini kırma ile yani insanın gereksiz akıldan, şehirdeki lezzetlerden, suni lokmalardan kendini kurtarmasıdır. Kendini medeniyette yapılan lokma ve lezzetlere muhtaç olmaktan kurtarmasıdır. Kendini fakirlik ve uygarlığa muhtaç olmama elbisesi ile süsleyip, tabiatın bağrına gidip, kendini Tao‟ya teslim etmesi gerekir; coşku, bağlanma ve aşk ile ona dalması gerekir. Bu kavramların, Müslümanlardaki Sufi kavramların aynısı olduğunu görüyoruz. Bu kendi kültürümüzde bulunan „vahdeti vücut (yaratan ile yaratılanın bir olduğu)‟ düşüncesidir. Tabiatta ve varlık âleminde birliği öngörür. Ay, yıldız, yer, gök, maden, su, insan, kötü, iyi, hayvan ve cansız varlıklar çokluktur. Çin insanı M.Ö. 2000‟lerden önce bu ihtilafların altında ortaklık ve bu çoklukların altında birlik görmüş ve aramıştır. Her şey, her an başka bir eşyaya dönüşme halindedir. Kalıcı olmayan gerçekler olup, olma, doğma ve ölüm halindedirler. Akıl gözüyle gördüğümüz bütün farklılıkları eğer ilham (Tanrı gözü) ile görürsek evrensel birliğe dönüşür. Bu kendini göstermeyi yenilgiye uğratıp, istek ve coşku ile ona dalmak, o oluşa yetişmektir, bu her yerde nefse hâkim olmakla mümkündür. O, Allah‟tır, bütün sıfatlar O‟ndandır. Bizi maddi hayata bağlayan bütün hevesleri yok etmek, gereksiz düşüncelerin birbiri üstüne biriktirip bağladığı şeylerden kurtulmaktır. Bütün ihtiyaçları ve bağlılıkları koparmaktır, hürriyete ermektir. Bu şekilde o birliğe ulaşılabilir. Bu, aynı zamanda Lao-Tsu‟nun önderi olduğu, Taocu okulun düşüncesidir. Düşünce tarzının aslında tasavvufi olduğunu görüyoruz, bu düşünce tarzına aşinayız. Şamanizm ve erginlenme Paleotik çağdan beri, esrime; insanın uykuda ya da uyanıkken düş görmesi ve „trans‟ haline yani öte dünyaya yolculuk olarak yorumlanan bir bilinç kaybı içine girdiği deneyimler Marjan Mole, La Danse Extatique en İslam, Orientales VI Manbalari: Les Danses Sacrées, (Paris, 1973), 208213. 65 21 her çağda görülmüştür66. Şamanizme özgü düş ve esrime deneyimleri, sonrasındaki pek çok diğer inanca benzerlik teşkil etmiştir. Şamanın pek çok gücü, erginlenme deneyimlerinin sonucudur. Ruhların ve yaşlı, usta şamanların üstlendiği bu çifte eğitim erginlenme sürecini oluşturur. Aday düşünde veya esrime deneyimi içinde de pekâlâ erginlenebilir. Şaman adayı, erginlenme sürecinde geçtiği sınavlar sayesinde insan ruhunun ne denli savunmasız olduğunu ölçer ve onu korumanın yollarını öğrenir; aynı şekilde farklı hastalıkların yarattığı acıları tecrübeyle tanır ve bunların sorumlularını tanımlamayı öğrenir; ritüel bir ölüm yaşar, ölüler diyarına iner ve kimi zaman göğe çıkar. Sonsuzca çoğalan egemen bir gök tanrısı (Tengri ve 99 tengri); yaratıcı olsa da eserleri (dünya ve insan) şeytani bir düşmanın kurnazca müdahalesiyle bozulan bir tanrı; insan ruhunun savunmasızlığı; cinlerin ve kötü ruhların yol açtığı hastalıklar ve ölüm; kimi zaman oldukça karmaşık bir mitolojik coğrafya gerektiren (gök ve yeraltı katlarının çokluğunun göğe veya öteki dünyaya giden yollar hakkında bilgi sahibi olmayı gerektirmesi) üç bölümlü (gök, yer, yeraltı) bir evren.. Buryatlara göre, Tanrılar sarayına kabul edilen şaman adayının ruhu, orada mesleğin sırları, tanrıların biçimleri ve isimleri, ruhların isimleri ve onlara tapınma biçimleri vb. konularda ata şamanların eğitiminden geçer. Ruh, ancak bu ilk erginlenme işlemini tamamladıktan sonra yeniden bedene döner67. Şaman, hem bir teolog, hem cinbilimci, hem esrime uzmanı, hem otacı, avın yardımcısı, topluluğun ve sürülerin koruyucusu, ruhların kılavuzu, bazı toplumlarda bilge ve ozandır. Şaman, bazı büyüsel güçleriyle tanınır; yağmur yağdırabilir ve fırtınaları denetleyebilirler68. Şamanlar, topluluğun ruhsal bütünlüğünün korunmasında asal bir rol oynar. Onlar gerçek anlamda cinlerin karşıtı üstün insanlardır; cinlerle ve hastalıklarla olduğu kadar kara büyü ile de savaşırlar. Genel anlamda şamanın; ölüme, hastalıklara, kısırlığa, talihsizliğe ve “karanlıklar” dünyasına karşı hayatı, sağlığı, doğurganlığı ve “ışık” dünyasını savunduğu söylenebilir. Anadolu İnançları Eski Türklerdeki Şaman inanışına göre, bütün dünya ruhlarla doludur. Dağlar, göller, ırmaklar hep canlı nesnelerdir. Onlar yalnızca coğrafi yerler değil aynı zamanda konuşan, duyan, evlenen, çoluk çocuk sahibi olan varlıklardır. Şaman ise onlarla konuşabilir, ölenlerin ruhları ile de iletişim kurabilirdi. Şamanik kalıntılar arasında; sihir, büyü, cin çağırma, fal, yıldız kayınca birinin öleceğini sanma, kapıya boynuz asma, evin eşiğine basmama gibi pek çok adet bulunmaktadır. Feleğin çemberi bugün de kullandığımız bir anlayış olarak Türk kozmolojisinin ürünüdür. Dünya, zaman ve mekân içinde dönüyor, dönüp-duran zaman, geleceği geçmişin bir tekrarı haine getiriyordu69. Bugünün Şamanları içinde saymamız gereken bir grup da âşıklar ve halk ozanlarıdır. Saz, Şamanik ayinlerde davulun yerini almış, kutsal olarak bilinmektedir. Eski Türk toplumunda Şamanların dışında yalnızca din adamlığıyla, hekimlikle, kâhinlikle, büyücülükle uğraşan kimseler vardı. Yağmur duası da Türklerin İslamiyet‟i kabulünden çok önce yaptıkları ibadetler arasında idi. Birçok dine girmiş olmasına rağmen eski inançları Türklerin psikolojisinde yer ederek her zamana belirleyici olmuştur. Hurafe, adet, görenek dediğimiz hatta bazen İslam inancıyla açıkladığımız birçok dinsel davranış aslında eski inançlarımızın devam etmesinden başka bir şey değildir70. Mircea Eliade, Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi, Taş Devrinden Eleusis Mysterialarına, Alfa Yayınları, Çev.:A.Berktay, (İstanbul, 2017), 32. 67 Mircea Eliade, Le Chamanisme, Payot, (2007), 36. 68 John Andrew Boyle, Turkish and Mongol Schamanism in the Middle Ages, Folklore, 83, (1972), 177-193. 69 Erol Göka, Türklerin Psikolojisi, Timaş Yayınları, 3. Baskı, (İstanbul, 2008), 282-284. 70 Göka, a.g.e., (2008), 223. 66 22 Türkler İslamiyet‟e geçerken töreleri ve inançlarından birçok şeyi korudular. İslam‟ın zahiri yönü gibi Bâtıni yönünü de yaşamlarının bir parçası yaptılar. İslamiyet‟e geçişte Türklerin direnç noktaları Türk Töresi, Göktanrı inancı ve birçok unsuru tarikatlara yansıyan Şamanizm idi. Bâtıni düşünceler, Türk tasavvufu ve tarikatlarının önünü açtı. Çarpılma, nazar boncuğu, dilek için bez bağlama, Nevruz‟da ateş üstünden atlama, alnına (para) yapıştırma gibi inançlar gizli güçler ve kötü ruhlara ilişkin Asya Türkleri, özellikle Şaman dini kaynaklıdır. Hint anlayışı ve Tanrı’ya yolculuk Hint, 2.700 yıllık tarih boyunca, medeniyet, kültür, tasavvuf ile kaynayan bir irfan kaynağıdır. M.Ö. 1000 yılında Sanskritçe olarak yazıya dökülen Vedalar‟da özellikle dini adetlerin temel unsuru olarak vefat etmiş atalar ve tanrılar adına gerçekleştirilen ayin törenleriyle, saygı ve sevgi gereği yapılan fedakârlıkların üzerinde durulmuştur71. Vedaların ilk aktarılışından yüzyıllar sonra, M.Ö. 600 dolaylarında, Upanişadlar adıyla bilinen ve bir dizi şiirle nesirden oluşan tefsirler sayesinde ölüm sonrası deneyimin doğası yeniden çerçevelendirildi. Upanişadların görüşüne göre aydınlanmış ruh, bu dünyada yaşasa bile onun bir parçası değildi; dünyevi hırsların iç yüzünü görebilen, kendi varoluşun ve eşyanın illüzyonundan koparabilendi. Ölüm, bireyin ruhunun geçtiği bir dizi değişimden oluşurken; söz konusu ruh da tüm varoluştan, cennet ve cehennemden, tanrı ve tanrıçalardan, dünyevi mekânın sınavlarından kaçtıkça, kalıcı bir öbür dünya ortaya çıkıyordu. Ölümden sonra öteki dünyada varoluş hakkında Vedacı ve Brahmancı kavramlar hem karmaşık hem karışıktır. Ölümden sonra üç olasılık vardır72; (1) Ruhun yeni bir bedenlenmeyle yeryüzüne geri dönmesi. (2) Cennette, tanrıların yanında kalma. (3) Ruhun, Brahmanla özdeşleşmesi. Upanişadların yazarlarına göre, gökyüzü cenneti geçicidir ve belli bir süre sonra ruhlar yeryüzüne dönüp yeniden bedenlenmeye zorlanırlar. Dolayısıyla tek kurtuluş olanağı, irfan ve meditasyon sayesinde ölüm sonrasında Brahmanla özdeşleşmektir. Hindu eylem yasasına (Karma) göre, tin veya ruhumuz şu anda yaşadığımız hayata gelmeden önce geçmişte pek çok yaşam sürmüştür. Bundan sonra da gelecekte birçok yaşam sürecektir. Bu hayatların her biri, daha önceki hayatınızda nasıl davrandığınıza göre belirlenir. Bütün varoluş bir geri dönüşüm fabrikası gibidir. İnsanlar karmalarına göre farklı bir yaşam türünde tekrar dünyaya gelirler. Yani insanlar; ne ölüyor, ne tamamen yok oluyor ne de ölümün ötesinde farklı bir yaşam türüne gidiyorlar. “Ölüm” yazan kapıdan giren hayatın niteliği, “Yeniden Doğum” ile başlayan hayatın statüsünü belirler. Samara yani “dolaşma” adındaki bu fabrikada ruhlar bir sonraki formuna bürünür. Bir hayatta gerçekleştirdiğimiz iyi veya kötü eylem, bir sonraki görünümümüzün niteliğini belirler. Ruh, samara döngüsünde sekiz milyon kadar görünüme sahip olabilir. En sonunda „mokşa‟ aşamasına ulaşır; döngüden kurtulur ve okyanustaki bir su damlası gibi sonsuzluğa karışır73. Bu sonsuz varoluş döngüsünün dışına çıkmak ve kurtuluşa ermek, Hindu dininin nihai amacıdır. Batı düşüncesinde zaman bir hedefe atılan ok gibi ilerler yani dümdüz bir çizgi gibidir. Hint düşüncesinde ise zaman, bir çark gibi döner yani bir çember gibidir. Tıpkı karma‟nın bireyleri yeniden doğum döngüsüne sevk etmesi gibi, evren de benzer bir yasaya tabidir. 71 David Smith, Hinduism and Modernity, Malden, (Maryland, 2003), 33-39. J. Gonda, Les Religions De I’İnde, I, Payot, (1965), 203. 73 Richard Holloway, A Little History of Religion, Yale University Press, (2016), 27. 72 23 Evren de kendi varlığının sonuna gelince boşluğun içinde kaybolur ve Bir Tek Şey zamanın çarkını yeniden döndürmeye başlar. Bunun üzerine Brahma başka bir evreni yaratır. Gerçek olan tek şey, Brahman adındaki Evrensel Ruh veya Tin‟dir. Dünya üzerindeki her şey aslında farklı kisve ve şekil altında Brahman‟ın bir suretidir. Upaşinadlar‟a göre Brahma bütün varlıklarda saklıdır. İnsanlar ayrı ayrı varlıklara sahip olduklarını düşünebilirler ama bu bir illüzyondur. Hepsi, Brahman‟ın süregelen öyküsünde tekrar tekrar sahneye çıkan karakterlerdir. Bir sonraki bölümde üstlenecekleri rolleri karma belirler. Sadece bireylerin rolleri değil, toplumun farklı sınıflar veya kastlar şeklinde nasıl örgütleneceği de belirlenir. Üç yüzyıllık bir dönemde kaleme alınan ve M.Ö.300‟lerde tamamlanan Upaşinadlar, Hinduizm‟deki ilgiyi seremonik yönden felsefi ve teolojik yöne çeker. Karma ve samsara öğretisi ilk olarak Upaşinadlar ile ortaya çıkar. Tanrılar da bizim gibi yaratılmıştır ve zamanın çarkının dönüşüne tabidir. Ama değişmeyen “Bir Tek Şey” vardır. Şekli olmayan Bir Tek Şey, onlar aracılığıyla farklı şekillere bürünmüştür. Brahman, bu dünyayı yaratma görevini, isim karışıklığına yol açacak bir biçimde “Brahma” adı verilen bir yaratıcı tanrıya verdi. Brahma, ilk erkeği (Manu) ve ilk kadını (Şatarupa) yarattı. İnsanlık onlardan doğdu ama insanlar eşit yaratılmadılar. Önem sırasına göre dört kast vardı. En üstte Brahmanlar yani rahipler ve öğretmenler, ardından Kşatriyalar yani krallar, aristokratlar ve savaşçılar, onların ardından Vaisyalar yani tacirler, tüccarlar ve zanaatkârlar, en altta ise Sudralar yani hizmetkârlar ve tarım işçileri vardı. Bu dört kastın altında tuvaletleri boşaltan ve diğer kirli işleri yapan bir çalışan sınıf vardı. Ruhun zamanın döner sahnesinden kurtulabilmesi için uygulayabileceği disiplinler vardır. İnsanların kendisi gerçek değildir; bir illüzyonun içine hapsolmuştur. Kurtuluş, bu illüzyondan çıkmayı başarmak ve nihayetinde benliğin yok olmasına izin vermektir. Bizi kurtuluşa yakınlaştıran disiplinleri iki farklı spiritüel uygulama türüne ayırabiliriz74. Bunları dışsal yol ve içsel yol gibi düşünebiliriz. Birinde bir şeye odaklanırız, diğerinde ise hiçbir şeye odaklanmayız. „Sevgi dolu teslimiyet‟ olarak da bilinen dışsal yolu izleyen kişiler, „Şekli Olmayan Bir Tek Şey‟ ile iletişim kurabilmek için bir tanrının şeklini veya imgesini kullanır. Tapınaktaki tanrılara armağanlar götürür ve sevgi dolu bir ihtimam gösterir. Bu ritüelleri gerçekleştirerek kendinden çıkıp Bir Tek Şey ile buluşur. Bu bir anlamda kendilerini unutmalarını sağlar. Aşama aşama onları bu illüzyona hapseden insan doğasından kurtulurlar. Ama bu uzun bir iştir ve sürekli dönen çarktan nihai olarak kaçmak için sayısız hayat sürmek gerekir. Kurtuluşa giden diğer yol tam tersi yöndedir. Görünüşün ötesine ulaşmak için imgeler yerine meditasyon uygulaması ile benlik illüzyonundan çıkmaya çalışır. Bu yolu seçenler sessizce oturup vücudun rahatsızlığını ve zihninde dolaşıp duran oyalayıcı şeyleri görmezden gelmeyi öğrenir. Bunu yaparak kendini benlik illüzyonundan arındırıp Gerçek‟le bir olmayı amaçlar. Ancak, meditasyon da kestirme bir yol değildir, sağladığı birlik hissi gelip geçicidir. Boş zihin çok geçmeden yeniden bilindik arzularla ve oyalayıcı şeylerle dolar. İşte bu nedenle, kendini unutma ve Bir Tek Şey ile bir olma arayışındaki kişiler, bütün dünyevi bağlarını koparır ve kendini tamamen inkâr edip gezgin bir dilenci olarak hayatına devam eder ve gerçek olan Bir Tek Şey‟de kendini kaybetmek için onu bu hayata bağlayan bütün bedensel ihtiyaçlarını bastırır. Budizm M.Ö. 563 yılında doğan ve günümüz Nepal‟inin sınırlarının yakınlarında rahat koşullar yetişen Siddhartha Gautama; hastalık, yaşlılık, ölüm ve elbette yeniden doğuş sorularına cevap bulabilmek için 29 yaşında evini ve ailesini terk etti. Saygın hocalardan 74 Holloway, ibid, (2016), 39-40. 24 eğitim almak için çilecilik gibi deneyimleri sonuç vermedi. En nihayetinde, ritüellerin ya da belirli bir tanrıya gösterilen sadakatin desteği olmaksızın, yoga meditasyonu sayesinde varoluş döngüsünü kavramış ve tek bir yaşamda tam aydınlanmayı gerçekleştirme yolunu keşfedebildi75. Buddha; “Her şey acıdır, her şey geçicidir!” diye ilan etmişti. Upanişadlardan sonrası çağın bütün dinsel düşüncesi bu görüşü izledi76. İnsan deneyimi hangi türde olursa olsun, acı üretir. Daha geç dönemde bir yazarın ifade ettiği gibi “Beden acıdır; çünkü acının mekânıdır; duyular (duyu) nesneleri algılar, algılar acılardır çünkü insanı acıya sürüklerler, zevk bile acıdır çünkü onu acı izler”. En eski Samkhya eserinin yazarı İsvarakrişna, bu felsefenin temelinde insanın üç acının azabından kurtulma isteğinin yattığını belirtir; göksel felaket (tanrılar yol açar), yeryüzü sefaleti (doğa neden olur) ve iç ya da organik sefalet 77. Bu felsefe, umutsuzluk değil tam tersine „acı‟nın bir varoluş yasası olarak, selametin olmazsa olmaz koşulu olarak kabul edilmesidir. Bilge için her şey acıdır. Bilgeye ve çileciye, özgürlüğe ve mutluluğa ulaşmanın bir tek yolu olduğu durmaksızın hatırlatılır; dünyadan elini eteğini çekmek, malından mülkünden ve hırslarından arınmak, köklü bir inzivaya çekilmek. Zaten sadece insan acı çekmez, acı kozmik bir gerekliliktir. Sırf zaman içinde var olma, bir vadesi dolma olgusu bile acıya yol açar. Acı evrenseldir ama özgürleşmek için acı ile nasıl başa çıkılacağı bilinirse, acı nihai değildir. Buddha, Ruhları samara döngüsüne hapseden şeyin ne olduğunu sorguladı. Buddha, keşişlerin önerdiği açlık ile kendine işkence etmek yerine ılımlık yani bir Orta Yol önerdi. Orta Yol‟un yön işaretleri Dört Yüce Gerçekti. Bütün hayat acılarla doludur. Acıların nedeni arzudur. Arzu ortadan kaldırılabilir. Arzuyu ortadan kaldırabilmek için 8 aşamalı yolu takip etmek gerekir. Budha, geliştirdiği tedavi, varoluş hastalığını iyileştirmenin yolları dördüncü gerçeği oluşturur ve “Orta Yol” adıyla bilinir. Bu yol, iki aşırı uçtan sakınmaktadır; mutluluğun duyusal zevklerle aranması ve tam ters yol, tinsel mutluluğa aşırı bir çilecilikle ulaşılmaya çalışılması. Orta Yol‟a “sekiz aşamalı yol” da denir78; (1) Doğru (veya haklı) görüş veya kanı, (2) Doğru düşünce, (3) Doğru söz, (4) Doğru davranış, (5) Doğru yaşam biçimi, (6) Doğru çaba, (7) Doğru dikkat, (8) Doğru yoğunlaşmadan, oluşur. Son iki gerçek, açık bir şekilde şunu ifade eder; (1) Nirvana vardır ama, (2) Ona özel yoğunlaşma ve meditasyon teknikleri ile ulaşılabilir. Budha, hiçbir Nirvana tanımı yapmaz ama sürekli onun bazı vasıfları üzerinde durur. Budha, çileci uygulamalarla Yoga tekniklerini 75 Ananda K. Coomaraswamy, I.B. Horner, The Living Thoughts of Guatama the Buddha, (Kentucky, 2001), 111. 76 Gonda, ibid, (1965), 268. 77 Swami Virupakshananda (Edt.), Samkhya Karika of Isvara Krsna I, Advaita Ashrama, (1995). 78 Guy Richard Welbon, The Buddhist Nirvana and its Western Interpreation, (Chicago, 1968), 121. 25 özel anlama yöntemleriyle bütünleştirdiği bir meditasyon yöntemi biçimlendirdi. Budha‟nın tebliğ ettiği bütün gerçekler, Yoga tarzında hayata geçirilmeli yani çile doldurulmalı ve denenmeliydi. Nirvanaya giden yol, kaçınılmaz bir şekilde mucizevi güçler edinilmesini sağlar. Bu durum, keşişin “koşullanmalardan kurtulma” yolunda olduğunun, çarklarının içinde öğütüldüğü doğa yasalarını askıya aldığının kanıtıydı. Ama bu güçlerin iki türlü tehlikesi vardır; dünya üzerinde büyüsel egemenlik kurma gibi boş bir uğraş içine girmesi ve dindışı kesim içinde kafa karışıklığı yaratması. Mucizevi güçler, beş yüksek ilim sınıfı içinde yer alır79; (1) Siddhi, (2) Tanrısal göz, (3) Tanrısal işitme, (4) Başkalarının düşüncelerini bilme, (5) Daha önceki varoluşları hatırlama. Budist olmayan yoginler de bu güçlere sahip olabilir. Budha, “Digha Nikaya 80”da (I, 78) meditasyon halindeki “bhikkhu”nun çoğalabildiğini, görünmez olabildiğini, katı toprağın içinden geçip, suyun üzerinde yürüyüp, gökte uçabildiğini veya göksel sesleri duyabildiğini, başkalarının düşüncelerini okuyabildiğini, daha önceki varoluşlarını hatırlayabildiğini açıklar. Bu güçler, başka yoginler ve esrimeciler tarafından da edinilebilir, keşişi yoldan çıkarabilir, dindışı olanlar yalnızca büyünün olduğunu sanabilirlerdi. Bu yüzden, Budha, mucizevi güçlerin ruhban olmayanların önünde sergilenmesini kesinlikle yasaklamıştı. Pratik bir insan olan Buddha, listeleri severdi ve ihtiyaç duyduğumuz şeyi 8 aşama halinde sıraladı81; doğru inanç, doğru azim, doğru konuşma, doğru davranış, doğru uğraş, doğru çaba, doğru düşünme ve doğru konsantrasyon. Doğru inanç ve doğru azim, Orta Yolu bulup ilerlemektir. Daha sonra başkalarını hiç kötülememe veya onlara kaba saba bir dil kullanmama gelir. Daha da önemlisi çalmak, öldürmek veya utanç verici herhangi bir şey yapmamak ve başkalarına zarar veren uğraşlardan uzak durmaktır. Budizmin basit ama güçlü mesajı şuydu; Kişi, sadece merhametle ve bencil arzuların tamamen tasfiyesi sayesinde karmanın esaretinden, yani bedensel varoluşun döngüsünden kurtulabilir82. Budizmin ölümü ve öbür dünyayı kavrama şeklinin temelinde, bireyin sabit özbenliğinin gerçekliğini reddetmesi vardır. Duyumsal gerçekliğin geçici olduğunu iddia eden Budizme göre, bu durum bir kez kavrandığında ölüme dair tüm korkular ortadan kalkacaktır. “Nibbana” veya diğer adı ile “Nirvana”, özbenlik illüzyonunun maskesinin düştüğü ve ölümün ardında, çabalamanın veya arzuların olmadığı bir evrede, sükûnetin elde edilmesidir; ölüme ve yeniden doğuma neden olan karma yığılması da gerçekleşmeyecektir83. Budizm, bir inanç değil uygulamadır. İnanılacak bir şeyden çok yapılacak bir şeydir. Püf noktası, durmak bilmeden arzulayan zihni meditasyon aracılığıyla kontrol etmektir. Meditasyon yapanlar sessizce oturup kendi nefes alışverişine odaklanarak, bir sözcük veya çiçek üzerine düşünerek farklı bilinç seviyelerinden geçer ve arzuyu yok eden sükûnete ulaşır. Orta Yola ikna olan keşişler, Budist rahipler ve rahibeler topluluğunu oluşturdu. Buddha, Hint 79 Eliade, ibid, (2017b), 131. T.W. Rhys Davids, Dialogues of the Budha (Digha Nikaya), Forgotten Books, (2007). 81 Holloway, ibid, (2016), 47. 82 Bradley K. Hawkins, Buddhism, Upper Saadle River, (New Jersey, 1999), 42-44. 83 Christopher M. Moreman, Beyond the Threshold Afterlife Beliefs and Experiences in World Religions, Rowman and Littlefield Publishers, (Maryland, 2000), 120-121. 80 26 dininin karma ve samara varsayımlarında dayanarak yeniden doğum çarkını durdurmak için bir yol önermişti. Buddha‟ya göre, yeniden doğum çarkını durdurmanın en kolay yolu keşiş olmak ve Aydınlanmaya götüren disiplinleri pratik etmekti. Ancak, koşullarınız gereği imkânsızsa, yapabileceğiniz en iyi şey etik bir yaşam sürmek ve bir daha ki sefere rahip veya rahibelerin giyindiği turuncu kıyafetlere bürünmeyi ummaktı. Aydınlanma, gerçeğin zihinde görülmesidir. Aydınlanma yolu; öncelikle kendini tanımalısın; nereden geliyorum vb. anahtar ise meditasyondur. Meditasyonun, pek çok yolu var en bilineni; nefesini tutmak, geçmişi takip etmeyin geleceği düşünmeyin sadece o anda rahatlayın, nefes almaya odaklanmaktır. Anıları, duyguları ve düşünceleri geride bırakmak ve sadece var olmaya odaklanmak, kalanı görebilmek; bu çok emek ister. Budizm gibi Caynacılık da Hinduizmin insanlık için yönelttiği soruya verilen bir yanıttır. Karmamız bizi yeniden doğum çarkına hapsediyorsa, kendimizi nasıl özgürleştirebiliriz ve nirvana‟ya ulaşabiliriz? Nirvana, ruhun sonunda samsaradan kurtulmasıyla gerçekleşir. Buddha, aşırı uçlar arasında Orta Yol‟u önermişti ama Caynacılık en aşırı yolu seçti; kendini tamamen inkâr etmeye yöneldi. Caynacılığın kurucusu Vardamara, Mahavira ya da büyük kahraman olarak tanındı. En büyük ideal, sallekhane eylemini gerçekleştirmek ve kendini açlıktan öldürmekti. Sallekhane veya açlık yolu ile intihar en yüce Caynacı idealidir. Günahtan arınan ruhlar hafifleyerek sonunda üstteki kürenin cennetlerine süzülürler ve 27. Cennete vardıklarında nirvana‟ya ulaşırlar. Böylece sonsuza kadar dingin bir mutluluk halinde kalırlar. Mahavira, M.Ö.427‟de öldüğünde 14 bin rahip ve 36 bin rahibeyi yanına toplamıştı. 20.yüzyılda vejetaryenlik, çıplak gezme ve Hindistan‟ın İngiliz işgaline karşı şiddetten uzak durma öğretisi üzerinde etkili oldu84. Bütün Hint felsefelerinin ve meditasyon tekniklerinin amacı, acıdan kurtulmaktır. İnsanın selametine hizmet etmeyen hiçbir ilmin değeri yoktur. Selamet ise insanlık halinin aşılmasını gerektirir. Hint literatüründe insanlık hali; bağlanma, zincirlenme, tutsaklık veya unutma, sarhoşluk, uyku, bilgisizlik imgeleri ile kullanılır ve insanlık halinin aşılması (özgürlük, kurtuluş, mokşa, mukti, nirvana vb.) için bağlardan kurtulma ve perdenin yırtılması (gözleri örten bir bağın çözülmesi) veya uyanma, hatırlama vb. imgelere başvurulur. Cehaleti yok eden veya mayanın perdesini yırtan irfan (jnana, vidya) selamete olanak tanır. Gerçek “ilim” bir “uyanış”la eşdeğerlidir. Budha, en mükemmel “uyanmış insan” örneğidir. Gnosis‟in (vidya, jnana) neredeyse büyüsel gücü Upanişdalarda sık sık yüceltilir. Yalnız ve yalnızca metafizik (batıni) bilgi sayesinde kişiler bilgisizliği (avidya) yok eder ve kurtuluşa erer yani insanlık durumunu aşmayı başarırlar. İrfanın neredeyse büyüsel nitelikteki bu gücü bir yandan ritüellerin harekete geçirdiği güçlere ve diğer yandan çile ya da Yoga uygulamalarıyla elde edilen mucizevi güçlere benzetilebilir85. „Yaşarken kurtulmuş (civan-muktalık)‟ kişiler, iyilik ve kötülüğün ötesine geçmişlerdir ve dünya değerlerini dikkate almak zorunda değildirler, onlara her şey mubahtır. Samadhi‟yi gerçekleştirdiğini iddia eden veya buna içtenlikle inanan çok sayıda yoginin yeryüzünde kendi cennetlerinde yaşadığı kabul edilir. Davranışları artık neden-sonuç ilişkilerinin dışına çıktığı için metafizik açıdan bunu yapmaya hakları vardır. Civan-mukta tanımı gereği, her türlü arzudan kurtulmuşlardır (çünkü tüm vasanalar yok edilmiştir), davranışları herhangi bir sonuca yol açmaz, kurtulmuş ruh artık karmanın etkisi altında değildir86. 84 Holloway, ibid, (2016), 56-57. Franklin Edgerton, The Beginnings of Indian Philosophy, Harvard University Press, (London, 1965), 22. 86 Jean Varenne, Le Yoga et la Tradition Hindoue, Celt, (1972), 162. 85 27 Osho Hintli bilge Osho‟ya (1931-1990) göre; günümüzdeki anlamıyla sevgi bir tuzaktan, bir oyundan öte bir şey değildir. Ruhsal boyutu olmaksızın sevişmek mekaniktir. En güçlü cinsel engeller, utanç, suçluluk, kuşku, cesaretsizlik ve sıkıntıdır87. Osho sözlerinin devamında; “Cinsel yaşantını bir meditasyona dönüştürürsen, sevgi bundan çiçek gibi açacaktır. Bu çiçeklenme tanrısala ilk adımdır. Seks bedenseldir; sevgi ise ruhsaldır. Sevgi çiçeğinin açmasıyla ilahi aşk da ortaya çıkar. Kendiliğinden olur bu. Böylece tanrısala, gerçek yuvana daha bir yaklaşmış olursun. Bu aşamada sevgi üzerinde meditasyon yapmaya başlayabilirsin. Bu da ikinci adım olmaktadır. Sevgi çiçeği açar açmaz meditasyona başla. Daha derinlere inerek, onu bütünüyle hisset. Şimdi, artık bedenler değil, ruhlar birleşiyor. Ancak bu bile, hâlâ iki insanın karşılaşmasıdır. O anda sevgiyi de, seksi gördüğün gibi gör. Birleşmeyi, ruhsal karşılaşmayı gör. O zaman sevgiyi de aşar, ilahi aşka ulaşırsın. Bir kapıdır ilahi aşk. O da bir karşılaşmadır. Ama artık iki insanın değil, seninle bütünün karşılaşmasıdır” demektedir88. Sonuç; Tanrı’ya ulaşmanın doğru frekansı.. İnsan nihai anlamda kendini belirleyen bir varlıktır. Sonsuz bozkırdaki çakıl taşları gibiyiz. Ölüme ayarlı hayatlarımızı yaşarken içimizde taşıdığımız o boşluk duygusunu din ve Tanrı duygusu ile doldurmaya çalışıyoruz. Eğer bir dine inanıyorsak sonunda Tanrı‟ya döneceğimizi biliyoruz demektir. Ancak az sayıda insan, büyük manevi yüceliklere ulaşabilir. Bazıları görünürdeki dünyasal başarısızlıkları ve ölümleri vasıtasıyla insanca bir büyüklüğe ulaşma fırsatı yakalamıştır. Bu insanlar, kaderin onu ağır bir şekilde ezmesine minnettardır, iç bağı ile sonsuz yaşamı yakalamıştır. Bilimin ve teknolojinin yolu doğanın gizli gerçeklerinin ortaya çıkarılması yani sonuçta Tanrısal görüşün yakalanmasıdır. Dünyada yaşarken, Tanrı ile iletişim kurmalıyız. Tanrı bizimle pek çok şekilde konuşur. Tanrı‟nın bize verdiği ışık akıl‟dır, aklın ışığı ile ona ulaşabiliriz. Görünmeyen dünyanın mevcudiyetini ve insanın beş duyu ile kısıtlı sadece fiziksel bir yapıdan mevcut olmadığını ispatlayan olaylar karşısında, birçok psikolog ve psikiyatrist, bir zamanlar kadim mabetlerde hüküm süren sırlar bilimini, günümüz insanının anlayışına uyarlayacak bir dizi parapsikolojik çalışmalara girişmişlerdir. Günümüzün devasa bilgi hacmi karşısında ilk yapılması gereken onu tasnif etmekti. Sonra bağlantıları kurmak için “yapay zekâ” ihtiyacı ortaya çıktı. Ancak bugün yapay zekâ çalışmaları insan gibi düşünen makineler üretmek peşindedir. Üstelik insan beynine eklemlenecek parçalar ile beynin düşünme ve sezgi kapasitesi geliştirilmeye çalışılmaktadır89. Muhtemelen yeni kuşak bir insan modeline geçiş aşamasındayız. 2040‟lardan sonra ortaya çıkacak. İnsan 2.0 olarak adlandırılan bu (insan-makine karışımı) yeni insan tipi, Tanrı‟nın bize bahşettiği akıl ve sezgi kapasitesini zorlayabilir. Bu gelişmeler insan hayatında kökten değişimlerin habercisi olabilir. Dijital ortam çevrimiçi bir dünyada tüm insanları birbirine daha yakından irtibatlayabilir. Gezegenler arası insan türleri ortaya çıkacak, daha ileride ölümsüzlüğe gidilecek. Bütün bu gelişmeler, Tanrı‟ya atfettiğimiz işlerin gittikçe insanlar tarafından kontrolü anlamına gelmektedir. Bilim ve teknoloji sayesinde, özellikle yapay zekâ ve robotlar alanındaki çalışmalar ile insanoğlu gittikçe daha fazla Tanrının iş sahasına girmektedir. Dinlerin bugüne kadar insanları Tanrı yoluna çekmekte kullandığı asıl frekans korku olmuştur. Hâlbuki doğru frekans „sevgi‟dir. Çünkü sevgi „Tanrı‟ demektir ve sevgiyle yapılan her şeyde Tanrısal (İlahi) güç vardır. Yaşam, sevgi antremanı olmalı, her davranışımız sevgi alışverişi olmalıdır. İnsan özü itibariyle tabiatla ilgili her şeyi sever. İlahi alana girmek için 87 Harville Hendrix, Getting the Love You Want: A Guide for Couples, Henry Holt & Co, (2007), 145. Osho, Sex Matters: From Sex to Superconsciousness, Kindle Edition, St. Martin's Press, (2003), 77. 89 Bernard Stigler, Technics and Time, Stanford University Press, (California, 1998), 51. 88 28 doğru frekansa sahip olunması daha doğrusu yüksek frekansın yakalanması gerekir. Frekanslar ne kadar yüksek ise somut varlığın gizemli tarafları görülebilir ve sevgi potansiyeli de o nispette artar. Bu frekans içinizdeki seste, gerçek iradededir. Gerçek irade, yaşamın çok daha derin bir amacı, benliğinizin özüdür. İçimizdeki ses ile ilişkide ustalaştıkça, Gerçek İrade ile bağlantı kurarız. Bu, tıpkı bir radyoda doğru frekansı bulmaya benzemektedir. Seçilmiş” olanlar, yücelişi anlayanlar ve içindeki kozmik bilgiye ulaşanlardır. Geçmişteki hiçbir şey tekrar erişilmeyecek şekilde kaybedilmez, tersine, her şey geri dönülmez bir şekilde saklanır. Bilinciniz tarihinize açıldıkça eski gözlerinizi açmayı öğreneceksiniz. Kendini çok eski zamanlarda bu gezegende ifade eden muhteşem bir özünüz vardı ve şu anda algıladığınızdan çok daha fazlası devam etmektedir. İçinizdeki eski gözleri açtığınızda kişisel tarihinizin bütünüyle ilişki kurabilecek hale gelmekle kalmayacak, gezegenin, galaksinin ve evrenin tarihi ile de ilişkinizi kurabileceksiniz. Halen bulunduğunuz dört boyutlu yaşamdan daha fazlasına ve belki onbirinci boyuta çıkacak, işte o zaman gerçekten, tanrılarınızın kimler olduğunu ortaya çıkaracaksınız. Yaratıcı kozmik ışınlardan gelen frekansları almayı öğrendikçe tanrılarla karşılaşmaya hazır hale geleceksiniz. Ancak, sıçramayı herkes gerçekleştirmeyecek çünkü herkes uyum içinde çalışmak isteyen frekansta titreşmiyor. Şimdi, harekete geçme zamanıdır. Dünya bir boyutsal çarpışmaya doğru ilerliyor. Bu seksen yılın içinde birçok boyut ya da olasılık kesişecek. Şu anda yaşanan kaos sadece hızlanan değişimin bir parçası. Görünmeyen (daha çok ruhsal âlemler ya da Cennet olarak kabul edilen) olduğu kadar, çoğu insanın bir tek onun var olduğuna inandığı görünen bir evrende yaşıyoruz. Hakikat, uzaydaki ve ruhsal âlemdeki diğer kardeşlerine yakından bağlı, evrensel bilginin ve zekânın ölümsüz varlıkları olmamızdır. Aslında şu andaki dünyamızın birer parçası olanların hepsi gerçekten bir illüzyon. Koca bir hologramın içinde yaşıyoruz. Ölümlü insan, üstün bilimle ölümsüzlüğe yükselebilir. Bunun için, özünüzün sınırlarını, doğanın evrensel yasalarını keşfedin. Tanrı‟yı bilmek, gerçek iradenin işleyişini bilmek, size ne olacağını da bilmektir. Kendini yeniden yaratan ve pek çok yaratıcılık işine müdahil olmaya başlayan insan yarı-tanrı olacaktır. Ölümsüzlüğü bulduğumuz da ise Tanrı ile buluşacağız. Nihai bilgeliğin ortaya koyduğu gerçek; insanın özleyebileceği nihai ve en yüksek hedef, sevgidir. Bizi geçmişe, özlemlere, geleceğe ve sonsuzluğa bağlayan tek şey, sevgidir. Zaman ve mekânı aşabilen tek şey sevgidir. Sevgi ile ve daha çok severek, sonsuza kadar elini tutacak ruhlar bulmak için yaşayalım. Bir insanın rahat ve huzur bulabileceği tek yer, başka bir insanın kalbidir. İnsan şiirinin, insan düşünce ve inancının vermesi gereken gizin anlamı; insanın sevgiyle ve sevgi içinde kurtuluşudur90. Tanrı‟ya giden yol başka bir insanın yüreğinden, onun acılarına ve sevgisine ortak olmaktan geçiyor. Gördüğü insanı sevmeyen biri görmediği Tanrı‟yı da sevemez. Yaşadığın din, sizi sevgisiz ve çıkarcı hale getirmişse, ne işe yarar? Sevdiğiniz kişilerle zamanla kökleriniz birleşmeli ve tek bir ağaç olmalısınız. Sevgi olmadan ölüm size varoluşun anahtarlarını vermez. Sevdiğiniz kişilerle zamanla kökleriniz birleşmeli ve tek bir ağaç olmalısınız. Ölürken sevdiklerinizi söylemen gereken tek şey şudur; “Beni unutma!. Yukarıda bekliyor olacağım.” Evrenin sırlarını galaksilerin ötesinde olduğu kadar, yakınında göremediği dünyada arayın. Hakikat, uzayın derinliklerinde değil, çok yakınlarımızda bir yerde, beynimizin açılmayan bir bölümünde ya da gözümüzdeki perdenin arkasında. Tüm insanların beyinleri birbirine bağlandığında yani tek bir enerji ağacı olup, avatar yaşama geçtiğimizde; belki de halen bulunduğunuz dört boyutlu yaşamdan daha fazlasına ve onbirinci boyuta çıkacak, işte o 90 Viktor E. Krankl, İnsanın Anlam Arayışı, Okyanus Yayınları, (İstanbul, 2010), 52. 29 zaman gerçeği görecek, BİR‟de olacaksınız. Aklın Tanrıya yolculuğunda olmanız için her aşamada bilinç düzeyinizde tekâmül etmiş olmalısınız. Unutmayalım, ölümlü yaratıklarız ama ölümsüz olan ruhtur. İnsanın en büyük problemi ruhunun ölümsüz olduğunu bilmemesi, algılayamamasıdır. Yukarı doğru tırmanan „Ben‟e evriliyoruz. Ebediyen yenilenmiş, yine de ebediyen aynı. 30