Tasavvuf tarihinin son dönem mutasavvıflarından olan, Osmanlı’nın yıkılışını ve Cumhuriyet’in kuruluşunu tecrübe eden Abdülhakim Arvâsî’nin yaşadığı yıllar (1865-1943) her alanda olduğu gibi tasavvufî açıdan da hızlı değişmelerin... more
Tasavvuf tarihinin son dönem mutasavvıflarından olan, Osmanlı’nın yıkılışını ve Cumhuriyet’in kuruluşunu tecrübe eden Abdülhakim Arvâsî’nin yaşadığı yıllar (1865-1943) her alanda olduğu gibi tasavvufî açıdan da hızlı değişmelerin gözlemlendiği bir sürece tekabül etmektedir. Abdülhakim Arvâsî’nin hayatı ve tasavvufî görüşlerini ihtiva eden bu yazımızda, müellifimizi eserleri ile ve hayatına dair Hüseyin Vassâf’a verdiği bilgilerle ayrıca yakın çevresindeki isimlerden biri olan Necip Fazıl Kısakürek’in onunla ilgili edindiği izlenimlerle tanıtmaya çalıştık. Nakşbendiyye tarîkatının Hâlidiyye koluna mensup olan Abdülhakim Arvâsî’nin biri Râbıta-i Şerîfe diğeri er-Riyâzü’t-Tasavvufiyye olmak üzere tasavvufa dâir kaleme aldığı iki matbû eseri bulunmaktadır. Bunların dışında muhtelif vesilelerle görüş ve düşüncelerini beyan ettiği risâle ve mektupları vardır. Süleyman Kuku Son Halkalar ve Seyyid Abdülhakîm Arvâsî’nin Külliyâtı, Hüseyin Hilmi Işık Tâm İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye adlı eserlerinde söz konusu bu risâle ve mektuplara yer vermiştir. Asıl nüshaları elimizde olmadığı için zikredilen eserlerden Abdülhakim Arvâsî’nin risâle ve mektuplarına ulaştık. I. Dünya Savaşı’nın olduğu yıllarda (1914-1918) Doğu Anadolu Bölgesi’nin Ruslar tarafından işgâl edilmesiyle Abdülhakim Arvâsî, âilesi ile memleketi Van-Başkale’den göç etmek zorunda kaldı. Musul, Adana ve Eskişehir üzerinden uzun süren yolculuklardan sonra 1919 yılında İstanbul’a geldi. Eyüp semtinin Haliç’e bakan kısmında yer alan Kâşgarî Tekkesi’nde son postnişîn olarak meşîhat makamına geçti. 1925 yılına kadar tarîkat faaliyetlerini devam ettirdi. Bununla birlikte o, Medresetü’l-Mütehassisîn’de (Süleymaniye Medresesi) tasavvuf müderrisi olarak görev üstlendi.
En eski mitik anlatılardan modern edebî metinlere kadar pek çok alanda karşımıza çıkan ve sözlüklerde genellikle “Kapı boşluğunun alt yanında bulunan alçak basamak.” şeklinde tanımlanan eşik, tasavvuf kültüründe mürşit ile mürit... more
En eski mitik anlatılardan modern edebî metinlere kadar pek çok alanda karşımıza çıkan ve sözlüklerde genellikle “Kapı boşluğunun alt yanında bulunan alçak basamak.” şeklinde tanımlanan eşik, tasavvuf kültüründe mürşit ile mürit arasındaki ilişkiyi anlamlandırırken hayli önemli bir işlevi yerine getirmektedir. Yaygın kanaate göre, zâhirden bâtına geçmek ve hakikat yolunda emin bir şekilde ilerlemek isteyen müridin, mürşidinin kapı eşiğine baş koyması gerekir. Böylece mürit, mürşidine bağlılığını ve teslimiyetini ifade etmiş olur. Bu açıdan bakıldığında eşik; alçak gönüllüğü, adanmışlığı ve benlik davası gütmekten vazgeçişi simgelemektedir. Böylesine derin manalar ihtiva eden eşik, menkıbelerde bir kabahatin affı dilenirken de kullanılmaktadır. Bir anlık gafletle nefsine uyan ve mürşidinin gönlünü kıran müritler, mürşidin eşiğinde bekleyip af talep etmekte ve sonunda bu amaçlarına ulaşmaktadırlar. Bunun en güzel örneklerinden biri, mürşit Tapduk Emre ile müridi Yûnus Emre arasında geçen meşhur eşik menkıbesinde kendini göstermektedir. Ancak eşiğin bir “af dilenme makamı” olarak kullanımına dair menkıbelerde geçen tek örnek bu değildir. Mürşit Zengî Ata ile müridi Seyyid Ahmed Ata, mürşit Hacı Bektaş-ı Veli ile müridi Molla Sadeddin, mürşit Emir Külâl ile müridi Behâeddin Buhârî arasında da benzer bir hadisenin yaşandığı ve bir kabahat işleyen müritlerin kapı eşiğine baş koyarak mürşitlerinin affına mazhar olmaya çalıştıkları görülmektedir. Bu makalede ilk olarak eşik teriminin tasavvuf kültüründe taşıdığı anlam ele alınmış, ardından eşiğin bir pişmanlık ifadesi olarak nasıl kullanıldığı örnek menkıbeler eşliğinde incelenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Tasavvuf kültürü, mürşit, mürit, eşik, af dilenme.
Eyyûb Sultan’da Şeyhü’l-islam Hoca Sa'deddin Efendi’nin yaptırdığı tekkeye Kastamonu Şâbanî Asitanesi’nin 7. şeyhi Çorumlu İsmail Kudsî Efendi’nin halifesi Şâban Efendi’nin postnişin olmasıyla bir Halvetî-Şâbanî şeyhi ilk defa İstanbul’da... more
Eyyûb Sultan’da Şeyhü’l-islam Hoca Sa'deddin Efendi’nin yaptırdığı tekkeye Kastamonu Şâbanî Asitanesi’nin 7. şeyhi Çorumlu İsmail Kudsî Efendi’nin halifesi Şâban Efendi’nin postnişin olmasıyla bir Halvetî-Şâbanî şeyhi ilk defa İstanbul’da bir tekkede irşada başlamıştır. İstanbul’da 17. yüzyıl ortalarında 3 Şâbanî tekkesi bulunurken 19. yüzyıl sonunda Şâbanî tekkelerinin sayısı 27’ye ulaşmış ve Şâbaniyye Osmanlı’nın son döneminin en yaygın tarikatlarından biri halini almıştır. Tespitlerimize göre İstanbul’da 40 ayrı tekkede Halvetî-Şâbanî icazetine sahip şeyhler postnişin olmuştur. 1925 yılında tekkelerin kapatıldığı sırada 23 tekkede Şâbanî şeyhleri vazife görüyordu. 1925 sonrasında çoğu ahşap olan yapıların meşruta kısımlarında bir süre daha son şeyhler ikamet etmeyi sürdürmüşlerdir. Söz konusu tekkelerden bir kısmı cami olarak faaliyetlerini sürdürürken bu imkânı bulamayan bir kısım tekkeler Vakıflar İdaresi’nce satışa çıkarılmış, bir kısmı da kiraya verilmiştir. Bir kısmı da zamanın tahribatı ve bakımsızlık yüzünden yıkılmış ve arsa halini almıştır.
Öz Tekkeler, tarih boyunca sosyo-kültürel çeşitliliğin korunabilmesine katkıda bulunmuş, hoşgörü ve kardeşlik gibi evrensel bazı değerlerin yaşatılmasında önemli bir fonksiyon icra etmiş kurumlardır. Bunun yoğun bir şekilde Osmanlı'da... more
Öz Tekkeler, tarih boyunca sosyo-kültürel çeşitliliğin korunabilmesine katkıda bulunmuş, hoşgörü ve kardeşlik gibi evrensel bazı değerlerin yaşatılmasında önemli bir fonksiyon icra etmiş kurumlardır. Bunun yoğun bir şekilde Osmanlı'da karşılık bulduğu ve İstanbul'un farklı tarikatlere ait çok sayıda tekkeye ev sahipliği yaptığı bilinmektedir. Ümmī Sinān Dergâhı bunlardan birisidir ve 16. yüzyıldan günümüze kadar varlığını korumuştur. alvetīlik'in Sināniyye kolunun kurucusu kabul edilen Ümmī Sinān'a nispetle bu adı alan dergâh, alvetīlik'in Osmanlı'daki en önemli merkezlerinden biri olagelmiştir. Bu çalışmada söz konusu dergâhın tarihsel gelişimi ele alınmış; Ümmī Sinān'ın renkli kişiliği, kendisinden sonra tekkede görev yapan şeyhler, tekkenin fiziki konumu hakkında bilgiler sunulmaktadır. Abstract A Khalwatī Tekke in the Ottomans: the Ümmî Sinân Dergâh The Tekkes have contributed to the preservation of socio-cultural diversity and served to improve universal values such as tolerance and brotherhood throughout their history. It is well-known that the Ottoman State in general was once home to these values, and its capital city Istanbul in particular hosted countless tekkes belonging to various Sufi orders. The Ümmî Sinân Dergâh in İstanbul is one of such tekkes, which has survived since the 16 th century. The dergâh, named after Ümmî Sinân, the founder of the Sināniyye branch of the Khalwatī order, served as a prominent place of the Khalwatī order in the Ottoman period. This study offers a brief historical development of the dergâh, and provides information regarding the colorful personality of Ümmî Sinân, his successors, and the physical condition of the dergâh.
Türkiye’de dergâhlar ve bunların konumu ile ilgili tarihsel süreç içinde yapılan değerlendirmeler farklı anlayışlar ve görüşleri ortaya koymaktadır. Günümüzde dergâhların işlevleri ile ilgili tartışılan sorunların başında bunların... more
Türkiye’de dergâhlar ve bunların konumu ile ilgili tarihsel süreç içinde yapılan değerlendirmeler farklı anlayışlar ve görüşleri ortaya koymaktadır. Günümüzde dergâhların işlevleri ile ilgili tartışılan sorunların başında bunların etkinliğinin yanında taşıdıkları manevi rollerini ne ölçüde yerine getirdikleridir. Özellikle Hacı Bektaş Veli’nin türbesinin de içinde bulunan mekânın fonksiyonelliği ile ilgili tartışmalar her geçen gün artmakta, bu konuda ne gibi tedbirlerin alınması gerektiği çeşitli kesimlerce ele alınmaktadır. Günümüzde Alevilerin en önemli tekkelerinden birisi olan Hacı Bektaş Tekkesi her ne kadar ziyarete açık bir yer ise de bu ziyaret bir kabir ziyaretinden öteye geçmez. Dergâh olarak tam işlevsel olamamasının önündeki engel “677 sayılı Tekke ve Zaviyeler Kanunu”dur.
Osmanlı toplumunun rûhî ve manevî dünyasında etkili olan tekkelerin sosyal dayanışmanın sağlanması ile ilim, kültür ve sanat ortamının oluşmasında, toplumsal huzuru sağlamaya yönelik hizmetler sunulmasında önemli katkıları olmuştur.... more
Osmanlı toplumunun rûhî ve manevî dünyasında etkili olan tekkelerin sosyal dayanışmanın sağlanması ile ilim, kültür ve sanat ortamının oluşmasında, toplumsal huzuru sağlamaya yönelik hizmetler sunulmasında önemli katkıları olmuştur. Osmanlı döneminde inşâ edilen yapılar arasında sosyal, kültürel, dinî, siyâsî ve iktisâdî etkenlerin tesiriyle tekkelerin oldukça fazla sayıda olduğunu görmekteyiz. Tekkeler gönül ferahlığına ulaşmak isteyen ve karakter bakımından birbirinden farklı türde insanlara kapılarını açmıştır. Onları aynı çatı altında kaynaştırmış, mensuplarını en güzel şekilde geliştirmeye yönelik etkinlikler sunmuştur. Günümüzde Abdülmecid Sivâsî ve Abdülahad Nûrî’nin türbelerinin bulunduğu tarihî ve kültürel dokunun kendine özgü izlerinin görüldüğü söz konusu tekke Halvetîliğe bağlı Şemsiyye’nin tek kolu olan Sivâsîliği tanımamız açısından önemlidir. Bu makalede adı geçen mutasavvıflar ile Sivâsîlik ve mezkûr tekkenin tarihi gelişimi incelenmiştir.
Dervish lodges that were influential in the spiritual and moral world of the Ottoman Society made important contributions to social solidarity, development of the science, the culture and the art, and the creation of the social peace. We observe that among the founded buildings in the Ottoman period there were too many lodges due to the influence of social, cultural, religious and economic elements. Lodges opened their doors to different kinds of people with distinct habits and characteristics who want to reach contentment. They melted those people in the same pot and also offered activities to improve their members in most beautiful way. The lodge where the shrines of Abdulmecid Sivasi and Abdüle had Nuri are located and in which the characteristical traces of the historical and cultural fabric are observed is important to get to know Sivasilik, which is the unique brunch of Şemsiyye that is tied to Halvetilik. In this article, the Sufis, Sivasilik and the historical development of the lodges are studied
Toplamda on bir öyküden oluşan Hatırlı Yara, Ocak ayında Dergâh Yayınları etiketiyle okuyucuyla buluştu. Her biri kendine özgü olan bu öyküler gelip insanın boğazında bir yerlere takılıyor. Bu toprakların ham maddesi olan acı, gurbet,... more
Toplamda on bir öyküden oluşan Hatırlı Yara, Ocak ayında Dergâh Yayınları etiketiyle okuyucuyla buluştu. Her biri kendine özgü olan bu öyküler gelip insanın boğazında bir yerlere takılıyor. Bu toprakların ham maddesi olan acı, gurbet, feryad, bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm, Mukadder Gemici öykülerinin de mayasını oluşturuyor diyebiliriz.
Yazılı izin alınmadan çoğaltılamaz, yayınlanamaz, bilimsel çalışmalar dışında alıntı yapılamaz. Bu kitapta yer alan yazıların içeriğinden doğabilecek her türlü yükümlülük ve sorumluluk yazarlarına aittir.