İlk Osmanlı sikkelerinin darp yerleri ve Osman Gâzî’nin ilk pâyitahtı Yenişehir’in ne zaman saltanat yurdu hâline geldiği konularında çağdaş bilimsel materyaller yok denecek kadar az olduğundan, bu dönemden günümüze intikâl etmiş her...
moreİlk Osmanlı sikkelerinin darp yerleri ve Osman Gâzî’nin ilk pâyitahtı Yenişehir’in ne zaman saltanat yurdu hâline geldiği konularında çağdaş bilimsel materyaller yok denecek kadar az olduğundan, bu dönemden günümüze intikâl etmiş her türlü maddî kanıt târihî açıdan büyük bir önem arz etmektedir.
Uzun süre benzeri olmayan ünik bir sikke olarak kalan ilk Osman Gâzî sikkesinin, gerçekte kurucu hükümdârın bastırdığı tek sikke olmadığı, aksine ortak ya da farklı mizanpajlarda tasarlanmış daha başka örneklerinin de mevcut olduğu, ancak 1980’lerde Nicholas Lowick’in elinde bulunduğu söylenen ikinci bir sikkenin çok net bir fotoğrafının ele geçmesi sayesinde ortaya çıkmıştır. Burada yeniden neşrettiğimiz Osman Gâzî’ye ait üçüncü sikkenin net renkli fotoğrafından ise; bu sikkenin ikinci sikke ile aynı olmayıp ona çok yakın bir mizanpajda tasarlanan, ancak iki yerinde önemli değişiklikler bulunan üçüncü bir Osman Gâzî sikkesi olduğu kuşkusuz bir biçimde anlaşılmıştır. 699/1300’de hazırlanan ikinci sikke kalıbının her iki yüzünün darp yeri ve târihi dışında aynen korunduğu bu üçüncü sikkede, diğer sikkede rakamla yazılan ٦٩٩ = “699” (1300) târihinin yerini bu kez yazı ile سب؏ مايہ “Seb’a-mīye = 700” (1300-1301) târihi; darp yerinin işlendiği en son satırın sağ alt kenarındaki سگود “Sögüd” isminin yerini ise يكيشار “Yeñi-şār” ibâresi almıştır.
Osman Gâzî’nin vaktiyle Amerika’da yer alan kayıp ikinci sikkesi ve İsviçre’de saklanıp bilâhare Doha Müzesi’ne bağışlanan üçüncü sikkesine ilişkin makalelerimizden sonra, yakın zamanda Feridun Emecen tarafından İlk Osmanlılar adlı kitabın yeni baskısında (Kapı Yayınları, İstanbul 2021): “Şimdilik Osman Bey’e atfedilen iki sikke mevcuttur. Üçüncü bir sikke daha olduğu konusundaki kanaatler, ortalıkta dolaşan ikinci sikkeye ait çizimlerin veya resimlerin ‘çekim veya çizim’ farklılıklarına ‘ayrı şekiller imiş’ gibi anlam yüklenmesine dayanır.” şeklinde yersiz ve mesnedsiz bir iddia ortaya atmıştır (s. 54, dipnot: 10).
Oysa buradaki araştırmamızda açıkça görüldüğü üzere, iki sikkenin darp yeri ve târihine ilişkin değerlendirmelerimizin ikinci sikkenin “çizimleri” ile uzaktan-yakından hiçbir alâkası olmadığı gibi, bu kısımlar birbiriyle en küçük bir benzerlik dahi göstermeyecek kadar birbirinden farklıdır. Daha önce de belirttiğimiz gibi; bir yıl arayla basılmış olan her iki sikke de aynı hakkâk tarafından tasarlandığı, darp yer ve târihleri değiştirilerek tek bir ortak kalıptan çıkarıldığı için birbirine çok benzemekle birlikte, ikisinin daha önce bulundukları yerler de, şahıslar da birbirinden tamâmen farklıdır. Bu sikkelerden birinin yıllarca İngiltere’de, özel bir koleksiyonerin elinde bulunurken, sonradan Amerika’da Nicholas Lowick’in (ö. 1986) eline geçmiş olduğunun ve bilâhare Stephen Album aracılığıyla British Museum’a intikal ettirilmiş olabileceğinin bilinmesi; diğerinin ise tamamen farklı bir şekilde, yıllar önce Bursa’da Şerafettin Erel’in sikkeleri arasında yer alırken 400 Anadolu sikkesiyle birlikte İsviçre’li bir nümismata satılmış ve uzun yıllar burada saklandıktan sonra nihâyetinde Katar’lı bir şeyhe satılıp Doha Müzesi’ne aktarılmış olması, ikisinin aynı sikke olmadığını ve hiçbir şekilde birbiriyle alâkalandırılamayacağını yeterince ispat etmektedir.
Öte yandan Osman Gâzî’nin Amerika’daki kayıp ikinci sikkesi ve Doha’da bulunan üçüncü sikkesinin ön yüzlerindeki darp yer ve tarihlerinin birbirinden tamâmen farklı olması, Doha’daki sikkenin bu yüzünün daha net ve çapaksız bir yüzeye sâhip olup, hatlarının da tümüyle daha net ve belirgin bir şekilde çıkarılması; aynı şekilde üçüncü sikkenin arka yüzündeki beş boğumlu yarı dairesel çerçevenin üçüncü satırında “Gündüz”ün “gef”inin sağ tarafına hizalanan boğumunun çerçevesi çok keskin, belirgin ve öne doğru çıkık bir şekilde devam edip hafif bir silinme ile tamamlanırken, ikinci sikkenin aynı yerinde “gef”e hizalanan yarı dairesel çerçevenin tamamen silinip yüzey seviyesine dek aşınmış olması; ayrıca ikinci sikkenin aynı yüzündeki “darebe” kaydında, “dad” ile “rı” harflerinin birleştiği noktanın hemen üstünde yatay derin bir kesik bulunmasına rağmen üçüncü sikkede yer almaması, fiziksel görünümleri açısından da her iki sikkenin birbirinden tamamen farklı olduğunu anlayabilmek için yeterlidir.
Sonuç itibâriyle uç noktalarda seyreden bu büyük farklılıklar göz ardı edilerek, sadece zan ve tahminle ortaya atılan hiçbir iddiânın bilimsel teâmül ve yöntemlerle bağdaştırılabilmesi, metodolojik açından akademik ve bilimsel bir çerçeveye oturtulabilmesi mümkün değildir.