Location via proxy:   [ UP ]  
[Report a bug]   [Manage cookies]                
Skip to main content
Saadet Altay
  • Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bölümü
Research Interests:
Cumhuriyet’in ilanından sonra ulusal kültürü çağdaş uygarlık düzeyine ulaştırmak amacıyla toplumsal her alanda köklü dönüşümler gerçekleştirilmeye başlanmış, bu süreçte hem müzik eğitimini hem de müzik kurumlarını yeniden yapılandırmak... more
Cumhuriyet’in ilanından sonra ulusal kültürü çağdaş uygarlık düzeyine ulaştırmak amacıyla toplumsal her alanda köklü dönüşümler gerçekleştirilmeye başlanmış, bu süreçte hem müzik eğitimini hem de müzik kurumlarını yeniden yapılandırmak üzere harekete geçilmiştir. 1924’ten itibaren yetenekli Türk gençleri, Batı müziği eğitimi için yurt dışına gönderilmiş, aynı sene Ankara Musikî Muallim Mektebi açılmıştır. Dârülelhan’ın Doğu Musikîsi bölümü 1926 yılı sonunda kapatılarak okulun adı İstanbul Belediye Konservatuvarı olarak değiştirilmiştir. 1934 senesinde, Musikî Muallim Mektebi, Riyâset-i Cumhur Filarmonik Orkestrası, Temsil Şubesi aynı çatı altında toplanarak, Millî Musikî ve Temsil Akademisi kurulmuştur. Kültür Bakanlığı yetkilileri ve genç Türk müzisyenler, ulusal müziğe yön vermek ve bu konuda alınacak tedbirleri görüşmek üzere 26Kasım 1934’te bir araya gelmiş, yapılan toplantılardan sonra Türkiye Devlet Musikî ve Tiyatro Akademisinin Ana Çizgileri adını taşıyan bir rapor hazırlanmış, Ankara Musikî Muallim Mektebinin Devlet Konservatuvarına dönüştürülmesine karar verilmiştir. Müzik alanında üretilen eserlere ve yeniden yapılanmaya yönelik tüm çabalara rağmen, yurt dışında eğitim alarak ülkeye dönen, yaşları 25-30 arasındaki gençlerle arzu edilen köklü değişimin gerçekleştirilemeyeceği anlaşılınca, Almanya’nın önemli isimlerinden besteci Paul Hindemith davet edilmiştir. 1935-1937 seneleri arasında Türkiye’yi dört kez ziyaret eden Hindemith, üç rapor hazırlamıştır. Bu raporlarda Türk müzik hayatındaki sorunlardan, kurumsallaşma ve eğitim faaliyetlerinin nasıl olması gerektiğinden bahsetmiştir. 1936’da Ankara Devlet Konservatuvarının kuruluş aşamasında Hindemith’in raporları ve tavsiyeleri dikkate alınmıştır. Türk halk müziğini bir hazine olarak niteleyen ve çok sesli müzik çalışmalarında kaynak olarak tavsiye eden Alman uzmanın önerisiyle, Konservatuvar içerisinde bir Folklor Arşivi kurulmuştur. Müzik ve tiyatro alanında yetkin isimler, Hindemith’in teklifiyle Türkiye’ye gelmeye başlamış, süreç içerisinde verimli ve nitelikli çalışmalar gerçekleştirilmiştir. Bu olumlu gelişmelerin yanında olumsuz bazı durumlar da yaşanmıştır. Hindemith’in tavsiyesiyle Orkestra’da istihdam edilen yabancı müzisyenlerle Türk müzisyenler arasında yaşanan çatışmalar, çalışmaların aksamasına neden olmuştur. Ayrıca Konservatuvar, Alman uzmanın tavsiye ettiği tarihten önce açılmıştır. Türk besteciler, bireysellikten vazgeçmedikleri için ortak çalışmalar üretememiş, müşterek bir form ve üslup oluşturamamışlardır. Dolayısıyla toplum katında arzu edilen beğeniyi kazanamamışlardır. Sonuç olarak tüm gelişmeler değerlendirildiğinde, Paul Hindemith’in gerek kurumsallaşma çalışmalarında gerekse Türk müzik hayatındaki dönüşümün ilkelerinin belirlenmesi noktasında, önemli bir rol oynadığı inkâr edilemez bir gerçektir.
Research Interests:
Bulaşıcı ve ağır bir göz hastalığı olan trahom, görüldüğü yerlerde halkın yüzde yüzünü etkisi altına alabildiğinden ve tedavi edilmediğinde körlükle sonuçlanabildiğinden dolayı önemli bir toplumsal tehdittir.Cumhuriyet ilan edildiğinde... more
Bulaşıcı ve ağır bir göz hastalığı olan trahom, görüldüğü yerlerde halkın yüzde yüzünü etkisi
altına alabildiğinden ve tedavi edilmediğinde körlükle sonuçlanabildiğinden dolayı önemli bir
toplumsal tehdittir.Cumhuriyet ilan edildiğinde sıtma, verem ve frengi gibi ülke nüfusunu olumsuz
etkileyen hastalıklardan biri de trahomdu ve bu hastalıktan muzdarip olan hasta sayısı 3 milyon
olarak tahmin edilmekteydi.Yapılan taramalarda hastalığın özellikle Doğu, Güney ve Güneydoğu
bölgelerinde yoğunluk arz ettiği anlaşıldı.Gaziantep de trahom hastalığının en çok görüldüğü
vilayetlerden biriydi ve hastalığın görülme oranı yüzde 70’leri geçmekteydi.Ülkede trahom
hastalığıyla mücadele çalışmalarına 1924 senesinde başlandı. Sabit ve seyyar olarak örgütlenen
mücadele teşkilatı bütçe yetersizliği nedeniyle, 1928 senesine kadar sadece Adıyaman ve Malatya’da
faaliyetlerini sürdürdü. Aynı yıl Kilis’te bir poliklinik ve Besni’de 10 yataklı bir trahom dispanseri
açıldı.Trahomla savaşta asıl önemli gelişme 1930 senesinde yaşandı.Trahom mücadele çalışmalarının
bir mütehassıs hekimin yönetiminde sürdürülmesi uygun görüldüğünden, Gaziantep’te bir “Trahom
Mücadele Reisliği” kuruldu.Tüm sabit ve seyyar örgüt, bu reisliğe bağlandı.Reisliğin, trahom savaş
örgütünün idarî, malî işleri ile bilimsel çalışmalarını denetlemek, mücadele ihtiyaçlarını belirlemek,
ülkede trahomun yoğun olarak görüldüğü bölgeleri tetkik ederek trahom oranını tespit etmek gibi
görevleri bulunmaktaydı.Yine 1930 senesinde Gaziantep ve Kilis mücadele örgütüne seyyar teşkilat
ilave edilerek, aynı yerlerde onar yataklı trahom mücadele hastaneleri hizmet sunumuna başladı.1936
yılı itibarıyla trahom mücadelesi 10’u sabit, 7’si seyyar olmak üzere toplam 17 kurum aracılığıyla
sürdürülmekteydi.Bütün bu teşkilat, merkezi Gaziantep’te bulunan reisliğe bağlıydı ve toplam yatak
sayısı 130 idi.Trahomlu çocukların kontrollerini düzenli bir şekilde yürütmek, diğer çocuklara
hastalığın bulaşmasını önlemek ve tedavilerini sağlamak amacıyla 25 adet trahom mektebi
açıldı.Bunlardan 6’sı da Gaziantep’teydi. Cumhuriyet’in ilk on beş yılında trahom mücadelesine
gerekli önem verildi ve bu doğrultuda özveriyle çalışmalar gerçekleştirildi. Ancak bütçeden gerekli
payın ayrılamaması, yeterli sağlık insangücü yokluğu ve bunların istihdam edilmesinde yaşanansorunlar, çevre sağlığı hizmetlerindeki aksaklıklar, toplumun yaşam standartlarının düşüklüğü gibi
nedenlerden ötürü diğer vilayetlerde olduğu gibi, Gaziantep’te de trahomla mücadele çalışmalarında
istenilen hedefe ulaşılamadı.Lakin gerçekleştirilen faaliyetler, ilerleyen yıllarda devam ettirilen
çalışmalara model oluşturdu ve 1971 yılına gelindiğinde Gaziantep’te trahom endeksi yüzde 1’e
geriledi.Bu başarının elde edilmesinde ilk yıllardaki mücadele çalışmalarının katkısı büyüktü.
Bu çalışmanın amacı Gaziantep halkının sağlığını önemli boyutlarda etkileyen trahom
hastalığının ortadan kaldırılması amacıyla Cumhuriyet’in ilk on beş yılında gerçekleştirilen
mücadele faaliyetlerini irdeleyerek, bahsi geçen vilayette ortaya konulan mesainin, trahomla savaşta
ne kadar etkili olduğunu belirleyebilmektir. Bu amaç doğrultusunda çalışmada “betimsel inceleme”
metodu kullanılmıştır. Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi belgeleri, TBMM Zabıt Cerideleri,
Gaziantep’in Sıhhi ve İçtimai Coğrafyası, Gaziantep İl Yıllığı, telif ve tetkik eserler, verilerin elde
edilmesinde kullanılan temel kaynaklar arasındadır.
TRACHOMA AND ACTIVITIES OF COMBATING SUCH DISEASE IN GAZİANTEP
DURING THE FIRST FIFTEEN YEAR OF THE REPUBLIC
Trachoma, an infectious and severe eye disease, is an important social threat because it can
affect 100 percent of the population of the area where it is spread and may result in blindness if it is
left untreated. During the period of proclamation of Republic, trachoma was one of the diseases
affecting the population of the country such as malaria, tuberculosis and syphilis and the number of
patients suffering from this disease was estimated as 3 million. From the examination made in the
country, it was understood that the disease was particularly concentrated in the Eastern, South and
South East regions. Gaziantep was one of the provinces where trachoma disease was spread largely
and the rate of spread of the disease was 70 percent. The activities of combating trachoma disease in
the country began in 1924. The combating organization, composed of stationary and mobile
structures, continued its activities in Adıyaman and Malatya until 1928 due to the lack of budget. At
the same year, a policlinic in Kilis and a 10-bed trachoma dispenser in Besni were opened. The most
important development in the war against Trachoma occurred in 1930. Since it was deemed  appropriate to carry out the Trachoma combating activities under the supervision of a specialist
physician, a "Trachoma Combating Headquarters" was established in Gaziantep. All the stationary
and mobile organizations were connected hierarchically to this headquarters. It has the duty to
supervise the administrative, financial and scientific works of the organization for the war against
trachoma, to determine the struggle needs and to determine the trachoma ratios by examining the
regions where trachoma was spread more intensively in the country. In 1930, a mobile organization
was added to the combating organization of Gaziantep and Kilis, and trachoma fighting hospitals
with many beds started to serve in the same places. By 1936, the war against trachoma had been
carried out through a total of 17 institutions, 10 of which were stationary and 7 of which were
mobile. All this organization was operating under the headquarters in Gaziantep and the total number
of beds was 130. The controls of children with trachoma were carried out on a regular basis and 25
trachoma schools were opened in order to prevent the contagion and to provide treatment against it. 6
of these schools were in Gaziantep. A big importance was given to the treatment and struggle against
trachoma in the first fifteen years of the Republic and a devotional work was carried out in this
direction. However the fight against trachoma in Gaziantep did not achieved the desired goal, as in
other provinces of the country because of the lack of necessary share from the budget, the lack of
sufficient health manpower and problems in their employment, the problems in environmental health
services and the low living standards of the society. However the activities carried out at this period
constituted a model for the work carried on in the following years, and by 1971, the trachoma index
in Gaziantep was reduced to 1 percent. The struggle performed in the first years of the Republic gave
a great contribution in the achievement of this success.
The aim of this study is to examine the activities carried out in the first fifteen years of the
Republic in order to eliminate the trachoma disease that affected seriously the health of the people of
Gaziantep and to determine the effectiveness of the efforts shown in this regard, in the mentioned
province. For this purpose, the "descriptive examination" method was used in the study. Documents
of the Republic Archives of the Prime Ministry, TBMM records, Gaziantep Sanitary and Interior
Geography, Gaziantep Provincial Yearbook and copyright and examination works are among the
basic sources used in obtaining the data used in the study.
Öz Ebelik, dünyanın en eski mesleklerinden birisidir. Ebeler, günümüzde doğum öncesi, esnası ve sonrasında anneler ile yenidoğanlara gerekli bakımı sağlamakla yükümlü meslek mensuplarıdır. Bu nedenle sağlıklı toplum ve sağlıklı nesiller... more
Öz Ebelik, dünyanın en eski mesleklerinden birisidir. Ebeler, günümüzde doğum öncesi, esnası ve sonrasında anneler ile yenidoğanlara gerekli bakımı sağlamakla yükümlü meslek mensuplarıdır. Bu nedenle sağlıklı toplum ve sağlıklı nesiller idealine ulaşmada kilit rolleri bulunmaktadır. Türkiye'de ebeler, 1842 senesinde formel eğitim almaya başladı. Çünkü bu dönemde Osmanlı bürokrat ve hekimleri anne ve bebek ölümlerinden geleneksel/ mahallî ebeleri sorumlu tutulmaktaydı. Geleneksel ebeler kurslar aracılığıyla eğitilirse sorun çözülebilirdi. Ancak eğitim konusunda başarı sağlanamayınca, mevcut ebelere şahâdetname (diploma) verilmesi ve denetlenmesi uygun görüldü. Ebelik mesleğinin dönüşümünde önemli rol oynayan Dr. Besim Ömer Paşa tarafından 1892'de ülkenin ilk doğumevi (viladethane) açıldı. 1909'da ise Kadırga'da bir Ebelik Mektebi tesis edildi. Dr. Besim Ömer tarafından belirlenen şartlara göre bu okula sadece 30 yaşından küçük ve ilkokul mezunu kadınlar başvurabilecekti. Bahsi geçen koşulları sağlama imkânı olmayan geleneksel/mahallî ebeler, bu uygulama ile tamamen sistem dışına itildi. Ebelik mesleği bağımsız bir meslek olmaktan gittikçe uzaklaştı ve erkek hekimlerin denetimi altına girdi. Cumhuriyet döneminde de diplomalı ebe sayısını attırmaya yönelik birtakım girişimlerde bulunuldu ve İstanbul'daki mektebin haricinde elli kişilik Ebe Talebe Yurdu kuruldu. Numune Hastanelerinde ebelere yönelik kısa kurs programları düzenlendi. Ancak Cumhuriyet'in ilanının üzerinden 13 yıl geçmesine rağmen ebe sayısında hedeflenen artış gerçekleştirilemedi. Ülke nüfusunun yaklaşık yüzde sekseninin köylerde yaşadığı dikkate alınarak 1936 senesinde köy ebe mekteplerinin açılmasına karar verildi. Böylelikle köylerde istihdam edilmek üzere köy ebesi yetiştirilmeye başlandı. Lakin Cumhuriyet'in on beşinci yılının sonuna gelindiğinde ebelik eğitiminin niteliğini iyileştirme ve ebe sayısını arttırma konusunda istenilen hedefe ulaşılamadı. Ayrıca Osmanlı'da olduğu gibi Cumhuriyet'in ilk on beş yılına da erkek egemen tıp anlayışı damgasını vurduğundan, ebelik mesleği özerk bir meslek olarak gelişemedi. Anahtar Kelimeler: Eğitim, Ebelik, Ebelik Eğitimi.
Research Interests:
Research Interests:
Research Interests:
Research Interests:
Tedavi edilmediğinde körlükle sonuçlanan, bulaşıcı ve ağır bir göz hastalığı olan trahom, Cumhuriyet'in ilk yıllarında önemli bir toplum sağlığı problemiydi. Bahsi geçen yıllarda özellikle Doğu, Güney ve Güneydoğu vilayetlerinde... more
Tedavi edilmediğinde körlükle sonuçlanan, bulaşıcı ve ağır bir göz hastalığı olan trahom, Cumhuriyet'in ilk yıllarında önemli bir toplum sağlığı problemiydi. Bahsi geçen yıllarda özellikle Doğu, Güney ve Güneydoğu vilayetlerinde yoğunlukla bulunan trahom hastalığı, bireyin üretim kabiliyetini azalttığından, bağımlı ve tüketici bir sınıfın meydana gelmesine neden oluyordu. Mücadeleye başlama kararının alındığı 1924 senesinde, ülkede yaklaşık üç milyona yakın trahom vakası olduğu tahmin ediliyordu. Trahomla savaş faaliyetlerine 1925 senesinde, sınırlı bir bütçe ile " körler memleketi " olarak nitelenen Adıyaman ile Malatya'da başlayan Sıhhiye Vekâleti, zamanla mücadele mıntıkasını genişletti. Sabit ve seyyar şekilde örgütlenen teşkilat, bir yandan tedavi hizmetlerini yürütürken diğer yandan da proflaktik yani koruyucu tedbirleri içeren çalışmalar
Research Interests:
“Vatanın müdafaasından sonra bir hükümetin birinci vazifesi halkın sıhhat-i umumiyesinin himayesidir.” Dr. Refik SAYDAM (Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı) Milli Mücadele’nin başarıyla... more
“Vatanın müdafaasından sonra bir hükümetin birinci vazifesi halkın sıhhat-i umumiyesinin himayesidir.” Dr. Refik SAYDAM
      (Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı)
Milli Mücadele’nin başarıyla sonuçlanmasının ardından kurulan Yeni Türk Devleti’ne, salgın hastalıkların tehdidinde varlığını sürdürmeye çalışan, yorgun ve üretim kapasitesi çok sınırlı bir nüfus miras kaldı. Zamanında çağın gerekleri dikkate alınarak kurulan Osmanlı hastanelerinin sayısı, sağlık insan gücü mevcudiyeti ve niteliği, bu dönemde sıhhi sorunlarla boğuşan halkın ihtiyaçlarını karşılayabilecek düzeyde değildi. Çalışmalarına Ulusal Bağımsızlık Savaşı döneminde başlayan, Cumhuriyet’in ilanından sonra hız veren Sıhhiye ve Muaveneti İçtimaiye Vekâleti (Sağlık ve sosyal Yardım Bakanlığı), mevcut problemlerin tabloyu daha da ağırlaştıracağını öngördüğünden, vakit kaybetmeden harekete geçti. Ankara, Sivas, Erzurum ve Diyarbakır’da bulunan ve II. Abdülhamid döneminde tesis edilen Gureba Hastanelerini, 1924 yılında “Numune Hastanesi” ismiyle ve yeni bir anlayışla yeniden örgütledi. 1933 senesinde Haydarpaşa’da bulunan Darülfünun-ı Osmanî Tıp Fakültesi Avrupa yakasına nakledilince, Anadolu yakasında tam teşekküllü bir hastane kalmadı. Hastaların sağlık hizmeti ihtiyacını gidermek amacıyla, Darülfünun-ı Osmanî Tıp Fakültesi Seririyat Hastanesi ya da Seririyat Pavyonları adı verilen klinik binalarında, 250 yataklı bir hastanenin kurulmasına karar verildi. Ek binaların inşası ve hâlihazırdaki binaların onarımı tamamlandıktan sonra yeni kurum, Haydarpaşa Numune adıyla, 1936 senesinde faaliyete başladı.
Numune Hastaneleri, ülkenin doğusunda ve vasat olarak nitelenen bölgelerinde, yerel yönetimlere rehber ve örnek olmak, onları hastane açmaya özendirmek amacıyla kuruldu. Bahsi geçen karar, Cumhuriyet idaresinin Anadolu’nun gelişimine verdiği önemin bir göstergesi idi. Açıldıkları günden itibaren bulaşıcı hastalıklarla mücadelede etkin bir şekilde faaliyette bulunan, zamanla birer ihtisas ve eğitim kurumu kimliği kazanan Numune Hastaneleri, donanımlı hekimlerin yetişmesine katkı sağladı. Ebe ve hemşirelerin eğitiminde de adeta bir okul gibi işlev gören bu hastaneler, sundukları koruyucu ve tedavi edici sağlık hizmetleri aracılığıyla, genç Cumhuriyet’in sağlıklı nüfus idealine ulaşmasında önemli rol oynadı. İlerleyen yıllarda Trabzon, Adana ve Konya’da da, “numune” ismiyle hastanelerin açılması, bu sağlık kurumlarının örnek teşkil etme ve rehber olma fonksiyonunu yerine getirdiğini kanıtlamaktaydı.
Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi mimarisinin özelliklerini yansıtan, geçmişle günümüz arasında bir köprü görevi üstlenen Numune Hastanelerinin tarihi önemi, zamanla göz ardı edildi. “Pragmatik” olduğu öne sürülen girişimlerle, bu binalar ya yıkılarak tamamen ortadan kaldırıldı ya da tarihi dokusu bozuldu. Günümüzde işlevini sürdüren Numune Hastanelerinin koruma altına alınması, bu alanda toplumsal bilincin arttırılması, kültürel ve sosyal değerlerimizi gelecek nesillere aktarmak bakımından çok önemlidir. Elinizdeki eser, bu yönüyle de bahsi geçen konuya dikkat çekmeyi hedeflemektedir.
Sonuç olarak Numune Hastanelerinin kökeni II. Abdülhamid döneminde kurulan Gureba Hastanelerine dayanmaktadır. Öte yandan Cumhuriyet yönetimi için üretim, sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel kalkınmanın en önemli aracıdır. Üretimin temel ögesinin insan unsuru olduğu düşünüldüğünde, Gureba Hastanelerinin Numune Hastanesine dönüştürülmesi projesi, doğrudan insana yapılan bir yatırım olarak değerlendirilmelidir.
“Atatürk Döneminde Numune Hastanelerine Dönüştürülen Osmanlı Hastaneleri (1924-1938)” adlı bu eserin tıp ve kurum tarihi çalışmalarına katkı sağlaması, bu alanda yeni araştırmalara esin kaynağı olması dileğiyle…
Özet Cumhuriyet’ten önce ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında, tüm yurtta olduğu gibi Diyarbakır’da da önemli sağlık problemleri yaşanmaktaydı. Sıtma, frengi ve verem gibi bulaşıcı hastalıkların yanı sıra, çevre sağlığına yeterli özenin... more
Özet

Cumhuriyet’ten önce ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında, tüm yurtta olduğu gibi Diyarbakır’da da önemli sağlık problemleri yaşanmaktaydı. Sıtma, frengi ve verem gibi bulaşıcı hastalıkların yanı sıra, çevre sağlığına yeterli özenin gösterilmemesine ve olumsuz iklim koşullarına bağlı olarak, tifo, tifüs, dizanteri, şark çıbanı gibi sorunlara da sık rastlanmaktaydı. Mil- li Mücadele döneminde kurulan Sıhhiye ve Muavenet-i İçtimaîye Vekâleti (Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı), vilayetteki sıhhî problemlere çözüm getirmek için zaman kaybetmeden harekete geçti. 1924 senesinde Diyarba- kır Gureba Hastanesini, yeni bir anlayışla örgütledi ve “Numune Hastane- si” ismiyle vatandaşın hizmetine açtı. Hastaların İstanbul, Sivas gibi uzak şehirlere gitmeden tedavi altına alınmalarını temin etmek amacıyla, 1926 senesinde “Diyarbakır Kuduz Tedavi Merkezi” kuruldu. Cumhuriyet’in ilk yıllarında cinsel yolla bulaşan hastalıklar da önemli toplum sağlığı sorunları arasındaydı. İl Özel İdaresi (Hususi İdare) tarafından 1927’de “Diyarbakır Zühreviye Hastanesi” (Zührevî Hastalıklar Dispanseri) adıyla tesis edilen kurum sayesinde, başta frengi olmak üzere diğer zührevi hastalıklara ya- kalananlar, tedavi altına alınmaya başlandı. Çocuk sağlığını korumak, ge- liştirmek ve çocuk ölümlerinin önüne geçmek maksadıyla 1935 senesinde, “Diyarbakır Süt Çocuğu Muayene ve Müşavere Evi” vatandaşın hizmetine
























706

açıldı. Ayrıca Silvan, Lice, Çermik ve Osmaniye kazalarında beşer yataklı muayene ve tedavi evleri tesis edilerek, ayaktan başvuran hastalara polikli- nik hizmeti verildi, fakir olanların ilaçları ücretsiz temin edildi. Bahsi geçen sağlık kuruluşlarında 1924-1938 seneleri arasında birçok hasta ayaktan ya da yatırılarak tedavi altına alındı.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu kadrosu, “Nüfus meselesini, memle- ket için hayat meselesi” olarak görmekteydi. Yukarıda bahsi geçen tüm sağ- lık kurumları, sunduğu hizmetler aracılığıyla, nüfusun nitelik ve niceliğini iyileştirilme çalışmalarına katkı sağladı; “sağlıklı ve gürbüz nesil” idealine erişme noktasında önemli görevler üstlendi. Cumhuriyetin ilk yıllarında te- sis edilen ve vilayetin sağlık örgütünün temelini oluşturan bu kuruluşlar, “doğu illerinin kalkınmasını, verimli hale gelmesini ve devlet kudretinin arttırılmasını” hedefleyen hükümetler için, ehemmiyeti büyük faaliyetlerde bulundular. Özetle, Diyarbakır’da açılan yataklı ve yataksız tedavi kurumla- rı, insana ve bölgeye yapılan yatırımın somut bir göstergesiydi.






HEALTH INSTITUTIONS ESTABLISHED IN DİYARBAKIR IN THE FIRST FIFTEEN YEARS OF THE REPUBLIC AND THEIR ACTIVITIES

Abstract



Prior to the Republic and in the first years of the Republic, important health problems were faced in Diyarbakir as it was in the whole country. In addition to infectious diseases such as malaria, syphilis and tuberculosis, problems such as typhoid, typhus, dysentery, and oriental sore were fre- quently encountered due to the lack of care for environmental health and adverse climatic conditions. The Ministry of Health and Social Assistance, which was established during the National Struggle, took action without loss of time to bring solutions to the sanitary problems in the province. In 1924, the Diyarbakır Gureba Hospital was organized with a new under- standing and opened to the service of the citizens under the name “Numune Hospital”. In 1926, the “Diyarbakır Rabies Treatment Center” was estab- lished in order to ensure that patients would be treated without going to distant cities like Istanbul or Sivas. Sexually transmitted diseases were also among important social health problems in the first years of the Republic. Thanks to the “Diyarbakır Venereal Diseases Hospital”(Venereal Diseases Dispensary) established by the Special Provincial Administration in 1927, the ones who came down with other venereal diseases, especially syphi- lis, have begun to be treated. In 1935, “Diyarbakir Infants Inspection and Counseling House” was opened for service with the aim of protecting and improving child health and in order to prevent child death. Furthermore, five-bed examination and treatment houses were established in sub-prov- inces of Silvan, Lice, Çermik and Osmaniye, and outpatients were provided with clinic services with free medication for the poor ones. Between 1924 and 1938, many patients were treated at the health institutions mentioned, as outpatient or inpatient.





707


The founders of Republic of Turkey  considered that,  “The matter of population is the matter of life for the country”. All health institutions mentioned above have contributed to the efforts given for improvement of quality and quantity of the population and have taken on important tasks  at the point of reaching the ideology of “healthy and sturdy generation”. Such institutions, established in the early years of the Republic and formed the basis of health organization of the province, were involved in activities which had great importance for governments aiming at “development of the eastern provinces, making them productive and increasing the state power”. In summary, the treatment facilities opened in Diyarbakir for outpatient or inpatient treatment were a concrete indication of the investment made in man and the region.
The sanitary heritage inherited by the Republican Regime from the Ottoman Empire involved various unfavourable elements. The unconsciousness and ignorance of the people, distrust to modern medicine, inadequate health services; difficulty... more
The sanitary heritage inherited by the Republican Regime from the Ottoman Empire involved various unfavourable elements. The unconsciousness and ignorance of the people, distrust to modern medicine, inadequate health services; difficulty in accessing to health services, and contagious diseases were all among the circumstances threatening the public health. The new Turkey was aware of the fact that a healthy human labour is the real wealth for the nation. Thus, the helth services had to be improved, the notion of “health” had to become a common social value and the people should have been equipped with technics and skills to be able to overcome health problems.  The Ministry of Healthcare and Mutual Assistance used the health propaganda asa potent instrument in order to attain the above-mentioned targets. The propaganda was carried out through the education of the teachers, films about health care, radio broadcasts, conferences, mobile exhibitions, pamphlets, sanitary museums and national and local press.
This study tries to analyze the activities of sanitary propaganda implemented by the Turkish Republic between 1923 and 1938. This is a descriptive research with some complementary contemporary data. In collecting the relevant data, the author has used the Prime Ministry Republican Archives, the contemporary national and local newspapers of the Era and various monographic researchs and Works of compilation.
Research Interests: