Location via proxy:   [ UP ]  
[Report a bug]   [Manage cookies]                
ŞİİR HÜSEYİN HAYDAR* *Türkçenin usta şairi Hüseyin Haydar 1956 yılında Trabzon’un Yeşilce köyünde dünyaya geldi. Şiirlerinde yaşadığımız çağın toplumsal mücadelesini dile getiren ünlü şairin şiirleri, Rusça, Arapça, Farsça, İngilizce, Çince gibi dünya dillerine çevrildi. Ulusal ve uluslararası basında edebiyat, sanat üzerine pek çok makale kaleme aldı. On beş yıldan beri Aydınlık Gazetesindeki “Şairin Emeği” köşesinde her hafta şiirlerini yayımlıyor. “Doğu Tabletleri” adlı yapıtıyla Avrasya’da yaşanan insanlık trajedisini, yoğun bir tarihsel derinlikte dile getirdi. ABD emperyalizminin insanlığa yönelttiği saldırılara karşı durdu. Çin’de katıldığı toplantılarda Bir Kuşak Bir Yol girişiminin kültür, sanat, şiir ayağının kurulması için çaba gösterdi. Şanghay Yazarlar Birliğine yaptığı ziyarette Avrasya’da İpek Yolu Şiir Birlikleri önerisi kabul edildi. Pek çok ödül sahibi olan Hüseyin Haydar, mücadeleci bir ruhla şairlere çağrı yapan “Büyük insanlığın şairlerine Yenidünya manifestosu", “Yükselen Asya'da Şairin Görevi.", "İpek Yolu Şiir Kuşağını Kuruyoruz!", "Sınırsız Sanat Birliğine Çağrı!" vb. manifestolar yayımladı. Haydar, H. (2016, 5 Kasım). Doksan Dokuzuncu Tablet, Ata. Aydınlık Gazetesi. 90 Atıf: Haydar, H. (2023). Doğu Tabletleri Doksan Dokuzuncu Tablet, Ata. BRIQ Kuşak ve Yol Girişimi Dergisi, 4(4), 90-91. ŞİİR DOĞU TABLETLERİ Doksan Dokuzuncu Tablet, Ata Hüseyin Haydar Alemin nurundan değil, kıyam eyledi yerin narından, Dünyaya iş için gelmiş, nasıl tarlasına giderse yoksul köylü. İlahi emirle değil, nasıl kasırgaya çevirirse gündoğusu, Öyle şaşırtır yedi düveli, ya istiklal ya ölüm türküsü. Kutlu ruhu değil Gökbörü'nün, anadan doğma bozkurt, Günün mecbur dirilişi neyse, yetişir gökyüzü ordusu. O geldiğinde ne hür bir ağaç vardı, ne de kardeş bir orman, Yetmiş iki tür bozkır çalısından gülistan yaratan. Şayak kalpaklı askere, evvela şayak kalpağı giydirdi elleriyle, Uyandırdı içindeki ölmek ve öldürebilmek kabiliyetini. Gökten gelen gururlu adamların bilge oğlu, tufanda doğdu, Harp tezgâhında öğrendi ruh kumaşı nasıl dokunur. Nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden, kalbinde bir bütün, Güzel ve rahat günlere inanan şayak kalpaklı adam, Nasıl ve ne zaman geleceğini bilen sarışın kurdun ardından, Dünyanın en ışıklı, en muazzam karanlığına atladı. Sürülmüş toprağın ve şehirlerin bahtı bir şafak vakti değişti: Toprakta karınca, suda balık, havada kuş kadar çok, Korkak, cesur, cahil, hakim ve hatta çocuk mu çocuk... Bir şafak vakti ağır ellerini toprağa basıp doğrulduğu zaman, Kollarından tutup kaldıran Ata'yı gördü, orda kükredi. Korkusu vardı korkusunu aldı, ağısı vardı ağısını emdi, Ona ateşli arzuyu verdi, yağız bir kısrağa bindirdi, Uzak Asya'dan dörtnala gelen, ağzı aşkla kızıl kan köpüklü. Bilimin isyanı mıdır bu, isyanın sanatı mı yoksa? Baldırı çıplağa atlastan bir takım giysi dikecek kademli, Yüzyılı sermiş terzi masasına kumaş gibi biçiyor: Akıl erkin, kollar yetkin, gövdeye tam oturmuş ihtilal, Buluştu al kan içinde kurtuluş yıldızıyla altın hilal. Can tutkulu, arzu kanatlı, dünya herkese yeter de artar. Arkadaşlar, o kudretli zaferin Türkiye örgütçüsü biziz, Esir halklar ayağa kalkmayı, yürümeyi öğreniyor. Yükselen Asya'da yan yana koşacağız, çağdan çağa, Doğu kazanacak ve paylaşacak zaferini Batı'yla. Devrimin güneşi parlasın diye herkese eşit uzaklıkta, Yükselsin insanlık Kuvayi Milliye’den kuvayi insanlığa. Böyledir ulu önderler, ellerini çabuk tutar, iş biter bitmez Giderler, verdikleri bin yıldan bir gün bile tatmadan. 91