halk fırkası’nın kuruluş evresi:
CUMHURİYET TARİHİ
“halkçılık programı”
ve 1923 nizamnamesi
zafer toprak
Türkiye’de de halkçılık “siyasal demokrasi”den farklı bir çizgide evrildi. Bunda
Cihan Harbi’ne neden olan sorunların payı büyüktü. Özellikle Düvel-i Muazzama
diye bilinen büyük devletlerin dünya ölçeğinde paylaşım sorunlarını çözemeyişleri
ve dünyayı topyekûn bir savaşla büyük bir felakete sürüklemeleri kapitalizm ve
demokrasiye olan güveni büyük ölçüde sarsmıştı. 19. yüzyılın inşasında başı çeken
liberalizm yıpranmış; yeni arayışlara neden olmuştu.
Gazi Mustafa
Kemal Paşa
Hazretlerinin
Bir Hitabesi
– Halkçılık,
halk hükümeti,
hakimiyet bila
kayd u şart
milletindir
- Türkiye
Büyük Millet
Meclisi’nin 2
Kanun-ı evvel
1337 celsesinde
Hey’et-i
Vükela’nın
vazife ve
mes’uliyeti
hakkındaki
teklifin
müzâkere ve
münakaşası
münasebetiyle
irad olunmuştur.
ve dört saat
devam etmiştir,
Ankara 13401338 Hakimiyet-i
Milliye
Matbaası.
20
lık programı unvanı altında tab’ı ve
neşretmiştim.”
Gazi Mustafa Kemal, 1927 yılında toplanan Cumhuriyet Halk
Fırkası’nın Büyük Kongresi’nde okuduğu Nutuk’ta Meclis’te oluşan hiziplere değinirken şu satırlara yer
veriyordu:
“Bilmünasebe arz etmiştim ki, ilk
Teşkilât-ı Esasiyye Kanunumuza
menşe teşkil eden 13 Eylül 1920 tarihli bir programı, Meclis’e takdim
etmiştim. Bu programın, Meclis’te
18 Eylül’de okunan kısmından başka,
buna esas olmak üzere, Büyük Millet
Meclisi’nin mahiyet-i esasiyyesini ve
usulü idare hakkındaki nokta-i nazarı tespit eden ve Meclis’in küşadını
müteakip kıraat ve kabul olunan takririmi de bu kısımla beraber, Halkçı-
Bu satırlar birçok araştırmacıyı 1920
güzünde yayınlanmış bir Halkçılık
Programı’nın peşine düşmeye sevk
etmişti. Bugüne kadar Milli Kütüphane ve TBMM Kütüphanesi dâhil,
Türkiye’nin herhangi bir kitaplığında
ya da bireysel kütüphanede bu program bulunamadı. Böyle, basılmış bir
program gerçekten var mıydı? Yoksa
Gazi, Nutuk’ta program adı altında
farklı bir metne mi atıfta bulunuyordu? Bu makalede, ilk önce bu hususa yanıt getireceğiz. İkinci husus,
Gazi’nin, Halk Fırkası’nı kurarkenki
saiklerine değineceğiz. Son olarak ilk
nizamnamenin hazırlanış evresinde
kimlik sorununu, geçirdiği evreleri
ele alacağız. Bu evrede Türkiyelilik
bir kenara bırakılarak Türk’te karar kalınacaktı. Umarız bu üç husus
1920- 1931 dönemini kapsayan Halk
Fırkası’nın kuruluş evresinde karşılaştığı sorunları açıklamamıza yardımcı olur.
huriyet] Halk Fırkası’nın gelişkin bir
programı ancak 1931 kurultayında
kabul edilmişti. Fırka uzun süre olası
programın kimi hususlarını da içeren
nizamname ile yönetildi. Cumhuriyet
Halk Partisi tarihini yazan ya da Milli
Mücadele’nin geçirdiği evrelerden
söz eden hemen hemen her kitap
Halkçılık Programı’na gönderme yapar. Ama bu vesileyle farklı belgeler
Halkçılık Programı olarak sunulur.
“halkçılık programı”
Atatürk’ün Halkçılık Programı [İstanbul; Baha Matbaası, 1963] başlıklı
eserinde İsmail Arar, tüm çabalarına
karşın bu programa ulaşamadığını
belirtiyordu. Ama buna rağmen, kitabının önsözünde Atatürk’ün, 1920
yılı Eylül ayında, Halkçılık Programı
adı altıda bir de broşür yayınladığını kaydediyordu. Kanıtı 1927 yılında
söylenen Nutuk’tu. Nutuk’un yayınından bugüne kimse “yayınlanmış”
bir Halkçılık Programı’nı sorgulamaya cesaret edemedi. Gerçekten böyle
yayınlanmış bir program var mıydı?
Bize göre böyle hazırlanmış ve basılmış bir program hiçbir zaman olmadı. Peki, kim, nerede yanılıyordu?
İlk önce Halkçılık Programı’ndan
başlayalım. İttihat ve Terakki, II.
Meşrutiyet yıllarında birçok kez
program yayınlamıştı. Oysa [Cum-
Gazi’nin Nutuk’ta sözünü ettiği 13
Eylül günü Meclis’e verilen takrir Büyük Millet Meclisi Reisi sıfatıyla “İcra
Vekilleri Heyeti adına Büyük Millet
Nutuk’taki “Halkçılık Programı”
araştırmacıları iki hususta yanıltıyordu. İlki 1927’de okunan Nutuk’ta
söylenenler, önemli ölçüde belgeleri
içerse de, büyük ölçüde Gazi Mustafa
Kemal’in anımsadığı bir geçmişti. Bu
evredeki her türlü gelişmeyi yayınlamasına karşın “Halkçılık Programı” Nutuk’un Vesikalar cildinde yer
almadı. Her insan gibi Gazi Mustafa
Kemal de, geçmişi hatırlarken yanılabilirdi. Nitekim halkçılık söyleminin güç kazandığı 1927 Kongresi’nde,
ileride CHF programının ana ilkelerinden biri olan halkçılık ilkesinin
gündeme geldiği bir dönemde Gazi,
Halk Fırkası’nın kuruluş evresindeki
gelişmeleri “Halkçılık Programı” adı
altında anımsamasını yadırgamamak
gerekirdi.
Araştırmacıları yanıltan ikinci husus
Gazi Mustafa Kemal’in, “Meclis’in
küşadını müteakip kıraat ve kabul
olunun takriri”ni “Halkçılık progra-
Ahmet Hamdi
[Başar]’ın
“halkçılık”ı
savunan
risalesi: Milli
Halk Saltanatı,
İstanbul;
Şehzadebaşı
Evkaf Matbaası,
6 Teşrin-i sânî
338.
mı unvanı” adı altında yayınladığı
beyanıydı. Meclis’in açılışını “müteakip” konuşma konusunda da Gazi
yanlış anımsıyor olabilirdi. Mustafa
Kemal’in, CHF Büyük Kongresi’nde
okuduğu Nutuk’u bir kenara bırakırsak, Meclis’te yaptığı en uzun konuşmaların ilki “Meclis’in küşadını müteakip” 24 Nisan 1920 tarihli, daha
çok Milli Mücadele’nin ilk evresindeki belgelerin takdiminden oluşan
“Mütareke’den Meclis’in açılmasına
kadar geçen zaman zarfında cereyan
eden siyasî olaylar hakkında” başlıklı
konuşmasıydı. Diğeri ise bundan bir
buçuk yılı aşkın bir süre sonra, 2 Aralık 1921 tarihinde yaptığı ve Nutuk’u
bir kenara bırakırsak - ki mekân ola-
rak Meclis’te okunsa da, hazırun CHF
Kongre mensuplarıydı,- Meclis’te
yaptığı ve iktidarın niteliğini belirleyen konuşmaydı.
Bu ikinci konuşma son derece
önemliydi. Önemi, rejimin niteliğini
ortaya koymasından kaynaklanıyordu. “Hey’et-i Vekile’nin vazife
ve mes’uliyeti hakkındaki teklif müzakere ve münakaşası münasebetiyle” yapılan konuşma güçler birliği
– güçler ayrılığı konusuna değinen,
Teşkilat-ı Esasiyye’nin kurgusunu
açıklayan ve Tek Parti’nin gerekçesini belirleyerek Gazi’nin ileriki yıllarda konumunu ortaya koyan bir
konuşmaydı. Hemen hatırlatalım, bu
Türkiye Büyük
Milet Meclisi’nce
kabul edilen
Teşkilât-ı
Esasiyye
Kanunu ve
1) Misâk-ı Millî
Beyannamesi,
2) Meclis’in
kendi intihâbını
gösteren
talimatname,
3) Nisâb-ı
Müzakere’ye,
4) İcra
Vekillerinin
İntihâbı’na,
5) İstanbul’un
işgalinden sonra
İstanbul’ca vaki’
olan ukudâta
dair kanunlarla
Mustafa
Kemal Paşa
Hazretlerinin
irad
buyurdukları
nutuklardan
esas noktalar.
TOPLUMSAL TAR‹H 213 EYLÜL 2011
Meclisi Riyaseti’ne sunduğu bir kanun lâyihasıydı. Meclis’e “program”
olarak takdim edilmişti. “Hey’et-i
Vekile’nin siyasî, ictimaî, idarî, askerî
nokta-i nazarlarını telhis ve teşkilat-ı
idariyye hakkındaki mukarrerâtını
ihtiva eden program”dı. Ama sunulduğu aşamada “halkçılık programı”
adı konmamıştı. Takririn içeriğinde
halkçılıkla ilgili tek bir satır ya da
sözcük yoktu. Gazi, yıllar sonra bu
belgeye Nutuk’ta “Halkçılık Programı” olarak atıfta bulunacaktı. Oysa
1920 sonbaharında bu tür bir belgeyi Meclis’e “halkçılık” adı altında
sunmaktan yana değildi. “Halkçılık
Programı” zamanla Gazi’nin kimi
konuşmalarında ve yazışmalarında
yer aldı. Bu belgenin daha sonraları
“Halkçılık Programı” olarak nitelenmesi, Meclis’te “Bolşevik” tehdidinin
ortaya çıkmasıyla yakından bağlantılıydı. Tokat mebusu Nâzım Bey’in 89
oya karşı 98 oy ile Meclis’çe Dâhiliye
Nazırı seçilmesi, Mustafa Suphi’nin
girişimleri, Halk Zümresi, Halk İştirakiyun Fırkası ve Yeşil Ordu, Gazi
için kuzeyden gelebilecek bir tehdit
olarak algılanıyordu. Nitekim bu tehdit ile ilgili Ali Fuat Cebesoy’a yazdığı bir mektupta ilk kez “halkçılık
programı”ndan söz edecekti.
Gazi, Latife
Hanım’la
birlikte halk
arasında, 1923.
21
konuşma önemine binaen Nutuk dışında, 1920’li yıllarda Gazi’nin risale
olarak basılmış tek eseriydi.
CUMHURİYET TARİHİ
Mustafa Kemal, Nutuk’taki “Halkçılık Programı”nı gündeme getirirken
aslında “Meclis’in küşadını müteakip” sözleriyle bizleri 24 Nisan konuşmasına yönlendiriyordu. Bu konuş-
4) İcra Vekillerinin İntihabı’na,
5) İstanbul’un İşgalinden Sonra
İstanbul’ca Vaki’ Olan Ukudâta
Dair Kanunlarla Mustafa Kemal
Paşa Hazretlerinin İrad Buyurdukları Nutuklardan Esas Noktalar
başlığını taşıyan risalede 2 Aralık
söylevinin anlamı şu satırlarla ifade ediliyordu: “Mustafa Kemal Paşa
icra salâhiyetini, kendi tarafından
müntahap Reisicumhur ve onun tâyin
edeceği bir İcra Vekilleri Hey’eti marifetiyle istimal eder. Meclis, hükûmeti
her vakit murakabe ve ıskat edebilir.”
Tüm Tek Parti döneminde ülke büyük
ölçüde bu anlayışla yönetilecekti. Bu
nedenle de Gazi Mustafa Kemal’in
anılarında bu konuşmasının ayrı bir
yeri oldu. Nutuk’ta da 13 Eylül konuşmasından söz ederken “halkçılık
programı”nın yayını hususunda gönderme yaptığı aslında 2 Aralık 1921
tarihli konuşmasıydı.
halkçılığın evveliyatı
1923
Nizamnamasi
hazırlanırken
önerileri içeren
tek yaprak
Halk Fırkası
Nizamnamesi
Umumî Esaslar’ı.
1923
Nizamnamasi
hazırlanırken
16 sayfalık ilk
taslak risale:
Halk Fırkası
Nizamnamesi.
22
masında herhangi bir şekilde halkçılıktan söz edilmiyordu. Nutuk’ta
“Halkçılık Programı”
vesilesiyle
belirttiği, Meclis’te hizipleşmenin
gündeme geldiği ve İkinci Grub’un
ve Hüseyin Avni’nin konuşma sırasında ikide bir müdahale etme gereği duyduğu konuşma 2 Aralık 1921
tarihli “Hey’et-i Vekile’nin vazife ve
mes’uliyeti hakkındaki teklif müzakere ve münakaşası münasebetiyle”
adlı konuşmasıydı. Nitekim bu konuşma “halkçılık” alt başlığı altında
1922 yılında yayınlandı.
Bu konuşmanın bir başka önemi
Teşkilat-ı Esasiyye Kanunu’nun gerekçesi, “esbâb-ı mucibe”si olarak
yorumlanmasıydı. 1922 Ekim ayında yayınlanan Türkiye Büyük Milet
Meclisi’nce Kabul Edilen Teşkilât-ı
Esasiyye Kanunu ve 1) Misâk-ı
Millî Beyannamesi, 2) Meclis’in
Kendi İntihâbını Gösteren Talimatname, 3) Nisâb-ı Müzakere’ye,
hazretleri Hey’et-i Vekile’nin vazife
ve mes’uliyeti hakkında teklifin müzakere ve münakaşası münasebetiyle bir nutuk irad buyurmuşlardır
ki Teşkilât-ı Esasiyye Kanunu’nun
esbâb-ı mucibesi mahiyetindedir”.
Risale yukarıda belirtilen belgeleri
içerdiği gibi dört saat süren 2 Aralık
söylevinden önem arz eden paragraflara yer veriyordu.
Konuşmanın özü kurulmakta olan
siyasi rejimin temel prensiplerinden
biri olan, eskiden “vahdet-i kuvvet”
ya da “vahdet-i kuvâ” denilen “kuvvetler birliği”ydi. Kanun-ı Esasî’nin
güçler ayrılığı anlayışını getirdiğini,
bu tür bir anayasal kurgunun imparatorluğu çökerttiğini vurgulayan Gazi,
çözüm olarak Büyük Millet Meclisi
hükümeti çatısı altında güçler birliğinin ülkeyi selamete çıkaracağını söylüyordu. Bu prensip İcra Vekilleri Kanunu ile uygulamaya sokulmuş, 1921
mevzuatında ve 1923 Cumhuriyet’in
kuruluş kanununda yer aldıktan
sonra, 1924 Anayasası’nın 5, 6 ve
7’inci maddelerinde en sarih ifadesini bulmuştu. Nitekim bu üç madde
şu satırları içeriyor; Madde 5: Teşri
salâhiyeti ve icra kudreti Büyük Millet
Meclisi’nde tecelli ve temerküz eder;
Madde 6: Meclis, teşriî salâhiyeti
bizzat istimal eder; Madde 7: Meclis
Halkçılığın semantik temelleri, II.
Meşrutiyet yıllarında atılmıştı. Halk,
cemiyet, içtimaiyyat, tesanüt, millet ve benzeri birçok sözcük gerçek
anlamlarını II. Meşrutiyet yıllarında
kazandı. Reaya, teb’a, ahali ve halk
sözcükleri değişik dönemlerde aynı
beşeri unsura verilen adlardı. “Halk”
sözcüğüne, 19. yüzyıl sözlüklerinde
rastlanırsa da günlük konuşmalarda,
ya da yazında “ahali” yeğlenen bir
terimdi. Ahali sözcüğü, reaya ya da
teb’adan halka geçişi simgeledi. Diğer bir deyişle “kul”dan “vatandaş”a
uzanan engebeli yolun bir ara aşamasıydı. II. Meşrutiyet yılları halk
sözcüğünün giderek günlük dilde
yer ettiği dönemdi. Halk bir anlamda
“vatandaş”lardan oluşuyordu. Ancak, vatandaşlar topluluğu olmanın
ötesinde kolektif bir boyutu vardı.
Tıpkı “millet” gibi bütüncü bir sözcüktü.
Osmanlı’da anayasal anlamda “millet”
sözcüğü yaygın değildi. Zira “millet”
bugünkünden çok daha farklı anlam
içeriyordu. Millet bir tür “cemaat”tı.
Çoğu kez gayrimüslim unsur için kullanılıyordu. Ancak, II. Meşrutiyet yıllarında Müslümanları da içerecek biçimde “Osmanlı milleti”nden söz edilmeye başlanmıştı. “Türk milleti” deyişi, türdeş Cumhuriyet Türkiyesi’ni
beklemek durumundaydı. II. Meşrutiyet yıllarında halk sözcüğü bir
anlamda bugünkü ulus ya da millet
sözcüğüyle eşanlamlı kullanılıyordu.
Cumhuriyet Halk Fırkası’ndaki halk
sözcüğü de bu kavram örtüşmesinin
bir uzantısıydı. Tek Parti dönemin-
Aslında her iki ilkenin temelleri Meşrutiyet yıllarında atılmıştı. Milliyetçilik ve halkçılık İttihatçıların “ictimai inkılâb” dedikleri “yeni hayat”ın
temel dayanaklarıydı. Gerek Mustafa Kemal’in Halk Fırkası’nın kuruluş evresindeki konuşmalarında ve
yazışmalarında yer alan, gerekse
l931 CHF Programı’nda ve 1937’de
Anayasa’da altı oktan biri olarak
beliren “halkçılık” sözcüğünü ilk kez
Falih Rıfkı Atay bir yazısında kullanmışsa da bunu kapsamlı bir düşünceye dönüştüren Ziya Gökalp oldu.
Yeni Mecmua 14 Şubat 1918 günlü
32. sayısı İttihatçı ideologun “Halkçılık” başlığını taşıyan bir yazısına yer
verdi. Halk ve halkçılık, Gökalp’in
düşün sisteminin önemli bir boyutuydu. İttihatçı düşünür, birçok
meşrutiyet aydını gibi evrimden
yanaydı; “tekâmül”ü ilke edinmişti:
Toplumsal yaşamın aşamaları ancak
evrim yasalarının ışığında izlenebilirdi. II. Meşrutiyet “ictimaiyyat”ı,
evrimci pozitivizminin bir uzantısıydı. Halk ise bu sürecin çimentosunu
oluşturuyordu.
halkçılığın gündeme gelişi
Mustafa Kemal “halkçılık” ve “halk
hükümeti” sözcüklerini ilk kez 12
Temmuz 1920 günü Konya Mebusu
Refik Bey ve arkadaşlarının verdi-
ği önerge üzerine yapmıştı. Bu konuşmasında “Zannederim bugünkü
mevcudiyetimizin mahiyet-i asliyyesi, milletin temayülât-ı asliyyesini ispat etmiştir; o da halkçılıktır ve halk
hükûmetidir. Hükûmetlerin halkın
eline geçmesidir. (Alkışlar) Efendiler, biz memur sınıfı yaratmak için
çalışmayalım ve mutlaka bir memur
kadrosu dâhilinde bulunanları bir
yere koymakla dimağımızı itab etmeyelim [yormayalım]. İdareyi halka
teslim etmek için çalışalım (Alkışlar)”
sözleriyle halkçılığı ilk kez gündeme
getiriyordu.
Ancak, halkçılık sözcüğü Bolşevizm
tehdidi karşısında önem kazanacaktı.
Mustafa Kemal, Meclis’te bazı kişilerin “iğfal” edildiğini ve Bolşevizme
yöneldiğini ima ederek Bolşevizm konusunda şunları söylüyordu: “Bizim
nokta-i nazarımız, bizim prensiplerimiz cümlece malûmdur ki, Bolşevik
prensipleri değildir ve Bolşevik prensiplerini milletimize kabul ettirmek
için de şimdiye kadar hiç düşünmedik
ve teşebbüste bulunmadık. Bizim itikadımıza göre, milletimizin temin-i
hayat ve tealisi kendi kabiliyet-i hazmiyyesiyle mütenasib olan nokta-i
nazarlardır. Fakat esas itibariyle tetkik olunursa bizim nokta-i nazarımız
–ki halkçılıktır- kuvvetin, kudretin,
hâkimiyetin, idarenin doğrudan doğruya halka verilmesidir, halkın elinde
bulundurulmasıdır. Yine şüphe yok
ki, bu dünyanın en kuvvetli bir esası,
bir prensibidir.”
Her iki konuşmada sözü geçen “halkçılık” ve “halk hükümeti” sözcükleri
giderek siyasi söylemde yer etti. Fakat bir program olarak nitelenmesi
Mustafa Kemal’in komünizm [komünist faaliyeti] ve Doğu cephesi üzerine Moskova’daki murahhas heyetinden gelen bir rapor üzerine 16 Eylül
1920’de Garp Cephesi Kumandanı Ali
Fuat Paşa’ya yazdığı “zata mahsus”
mektupta yer aldı. Bu mektubunda
ülkede kurulmuş olan “komünizm
teşkilâtı gaye itibariyle tamamen bizim aleyhimizdedir” diyordu. Bu insanlar “ictimaî inkılab”dan yanaydılar. Ancak, Milli Mücadele ortamında
bunun ne denli tehlike arz ettiğini
göremiyorlardı. Bu kişiler ikna edilmeye çalışılmışsa da başarılı olunamamıştı. Bu nedenle Bolşevizmi
alt edecek “halkçılık programı” adı
altında bir program kabul edilmişti.
Bu satırlardan anlaşıldığına göre
kuzeyden gelen Bolşevizm ve komünizm rüzgârına karşı Mustafa Kemal
13 Eylül tarihli anayasa tasarısını Ali
Fuat Paşa’ya “halkçılık programı” adı
altında sunuyordu. Ancak, bu özel
bir mektuptu. Takriri aleni olarak
“Halkçılık Programı” olarak nitelendiren Teşkilat-ı Esasiyye görüşmeleri
sırasında Encümen Mazbata Muharriri [raportör] İsmail Suphi Bey
olmuştu. Tasarı Meclis’te epey tartışılmıştı. Trabzon mebusu Ali Şükrü
Bey, Meclis’te gündemde olan metnin iktidarın “mesleğini” yani siyasi
çizgisini belirleyen bir “program” olduğunu, programı taklitçilikle, halkın
ruhunu göz önünde almamakla ve
dinî konulara gereği gibi önem vermemekle eleştirecek; daha da öteye
giderek Bolşeviklik akımından esin-
TOPLUMSAL TAR‹H 213 EYLÜL 2011
de bu iki kavram giderek farklılaştı.
“Millet” sözcüğünün toplumsal içeriği
“halk” sözcüğünde kristalleşti. Milliyetçilik ve halkçılık bundan böyle
rejimin ve partinin altı ilkesi arasında
ayrı ayrı yer aldı.
1923
Nizamnamesi’nin
basılmış
son şekli:
Halk Fırkası
Nizamnamesi
– Türkiye
Büyük Millet
Meclisi’ndeki
Halk Fırkası
azaları
tarafından
bilmüzakere
hey’et-i
umumiyyesi
9 Eylül 339
tarihinde kabul
olunmuştur,
Ankara; 13421339.
Nutuk’un
okunduğu 1927
Büyük Kongre
zabıtları:
Cumhuriyet
Halk Fırkası
Büyük Kongresi,
Ankara; Türkiye
Büyük Millet
Meclisi Matbaası,
1927.
1927 Büyük
Kongresi’nde
kabul edilen
yeni nizamname:
Cumhuriyet
Halk Fırkası
Nizamnamesi
– 15 Teşrin-i
evvel 1927’de
in’ikad eden
Cumhuriyet Halk
Fırkası Büyük
Kongresi’nin 22
Teşrin-i evvel
1927 tarihli
ictima’ında
bilmüzakere
kabul edilmiştir,
Ankara; Türkiye
Büyük Millet
Meclisi Matbaası,
1927.
23
CUMHURİYET TARİHİ
Cumhuriyet
Halk Partisi’nin
1935 Programı:
C.H.P. Programı
– Partinin
Dördüncü
Büyük Kurultayı
onaylamıştır –
Mayıs 1935.
Cumhuriyet
Halk Fırkası’nın
yayınlanmış ilk
programı: C.H.F.
– Fırkanın
Üçüncü Büyük
Kongresi
tarafından
kabul
olunmuştur.
Mayıs – 1931,
İstanbul; Devlet
Matbaası, 1931.
Cumhuriyet
Halk Partisi’nin
Beşinci Büyük
Kurultayı’nda
kabul edilen
programı:
C.H.P. Programı
– Partinin
Beşinci Büyük
Kurultayı’nda
kabul edilmiştir.
29 Mayıs 1939,
Ankara; Ulus
Basımevi.
lendiğini ima edecekti. İcra Vekilleri
Hey’eti adına konuşan Maliye Vekili
Ferid Bey ve Dâhiliye Vekili Refet
Bey, metnin hükûmetin siyasî programı mahiyetinde olduğunu belirtmişlerdi. Bu arada Menteşe mebusu
Dr. Tevfik Rüştü, Ankara Meclisi’nin
siyasi kurgusuna gönderme yaparak,
Meclis’in dışında bir yürütmenin
olamayacağını, kararı Meclis’in vereceğini, “Meclis’in malı” olacak bir
programın ancak Meclis bünyesinde
hazırlanabileceğini vurguluyordu.
Nitekim görüşmeler sonucu, İzmir
mebusu Yunus Nadi’nin başkanlığında, Burdur Milletvekili İsmail
Suphi’nin mazbata muharrirliğinde
Meclis’in her şubesinden üçer kişilik
bir Encümen-i Mahsus kurulmuş ve
bir rapor hazırlanmıştı. Bu raporun
18 Kasım 1920’de görüşülmesine baş-
Kimi günümüz
kaynaklarında
“Halkçılık
Beyannamesi”
diye geçen Büyük
Millet Meclisi’nin
Beyannamesi şu
satırları içeriyordu:
24
“Emperyalist devletlerin, devlet ve
milletimizin hayatına açıkça kasd
etmeleri neticesinde müdafaa-i
meşrua için toplanan Türkiye Büyük
Millet Meclisi, şimdiye kadar muhtelif
vesilelerle sarahaten veya zımnen ilân
ettiği maksat ve mesleğini bir kere daha
landı ve 20 Ocak 1921 günü Teşkilât-ı
Esasiyye Kanunu kabul edildi.
“maksat ve meslek”
Takrirde yer alan “maksat ve meslek” başlıklı ilk dört maddenin niteliği Encümen-i Mahsus Mazbata
Muharriri İsmail Suphi tarafından
yorumlanırken hükümet tarafından
kendilerine “Halkçılık Programı” gönderildiğini, bunun iki kısma ayrılabileceğini, “maksat ve meslek” bölümü
bunun ilk kısmını oluşturduğunu, geri
kalan kısmının “mevadd-ı esasiyye ve
idariyye”ye ait olduğunu vurguluyordu. Tasarıda yer alan ilk dört madde
aslında TBMM hükûmetinin temel
amaçlarını kapsıyordu. Encümen’in
kanunla ilgili düzenlemelerinde bu
maddeler yer almadı. Bu bölüm son-
bütün cihana arz için şu beyannameyi
neşreylemeğe lüzum görmüştür.
Türkiye Büyük Milet Meclisi, millî
hudutlar dâhilinde, İslâm ekseriyetinin,
hayat ve istiklâlini temin ve hilafet ve
saltanat makamını tahlis ahdiyle teşekkül
etmiştir. Binaenaleyh hayat ve istiklâlini,
yegâne ve mukaddes emel bildiği Türkiye
halkını, emperyalizm ve kapitalizm
tahakküm ve zulmünden kurtararak
irade ve hâkimiyetinin sahibi kılmakla
gayesine vâsıl olacağı kanaatindedir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, milletin
hayat ve istiklâline suikast eden
emperyalist ve kapitalist düşmanların
tecavüzâtına karşı müdafaa ve bu
maksada münafi hareket edenleri tedip
azmiyle müesses bir orduya sahiptir.
Emir ve kumanda salâhiyeti Büyük Millet
Meclisi’nin şahsiyet-i mâneviyyesindedir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, halkın
raları TBMM Beyannamesi diye yayınlandı. Beyanname de ileriki yıllarda
“Halkçılık Beyannamesi” diye nitelendi. Oysa o tarihlerde böyle bir nitelik
taşımıyordu.
“Halkçılık Programı” konusundaki
kaygıları gene İsmail Suphi gündeme getiriyordu. Encümen bu dört
maddeden yola çıkarak bir program
yapmayı düşünmüştü. Ama Meclis
bir “fırka” değildi. Program fırkalara
mahsustu. Meclis adına bir program
yapmak doğru olmayacaktı. O nedenle, hükümetin “program” adı altında
gönderdiği metin Encümen’de kanun
tasarısına dönüştürülmüş ve programın başında bulunan “mevadd-ı
esasiyye”, yani “maksat ve meslek”
bölümünün Büyük Millet Meclisi’nin
amaçlarını göstereceği için bir be-
öteden beri mâruz bulunduğu sefalet
sebeplerini yeni vesait ve teşkilât
ile kaldırarak yerine refah ve saadet
ikame etmeği başlıca hedefi addeder.
Binaenaleyh toprak, maarif, adliye,
iktisat ve evkaf işlerinde ve diğer
mesailde, içtimaî uhuvvet ve teavünü
hâkim kılarak, halkın ihtiyacâtına göre
teceddüdât ve tesirâtı vücude getirmeğe
çalışacaktır. Bunun için de siyasî ve
ictimaî umdelerini milletin ruhundan
almak ve tatbikatta milletin temayülât ve
an’anâtınını gözetmek fikrindedir.
Binaenaleyh Türkiye Büyük Millet Meclisi
memleketin idarî, iktisadî, ictimaî umum
ihtiyacâtına müteallik ahkâmı peyderpey
tetkik ve kanun şeklinde tatbik mevkiine
vaz’eylemeğe başlamıştır.”
Veminallahü’t-tevfik
21 Teşrin-i evvel 1336.
yanname olarak yayınlanmasına karar verilmişti. Bu beyannamede yer
alan ilkeler Meclis için “mukaddes
bir gaye” idi. Meclis’in bu “gaye”leri
tüm dünyaya bağıra bağıra ilan etmesini kimse engelleyemezdi. Bunlar
İsmail Suphi’nin sözleriydi. Benzer
bir görüş Encümen-i Mahsus’un gerekçesinde de yer alıyordu. Ancak,
bu metinde “hükûmetin verdiği
program” deniyor, “halkçılık”tan söz
edilmiyor. “Maksat ve meslek” başlığı
altındaki ilk dört maddenin birleştirilerek bir beyannameye dönüştürüldüğü belirtiliyordu.
1921 yılına gelindiğinde halkçılık artık
iç siyasetin temel ilkesini oluşturuyordu. 1 Mart 1921 günü ikinci toplanma yılını açarken Mustafa Kemal, iç
siyasette şiarın “halkçılık, yani milleti bizzat kendi mukadderatına hâkim
kılmak” olduğunu söylüyor, bunun
Teşkilât-ı Esasiyye Kanunu’nda tespit edildiğini kaydediyordu. Aynı
yıl bu kez Doğu Cephesi kumandanı
Kâzım Karabekir Paşa’ya yazdığı 20
Temmuz günlü mektupta Teşkilât-ı
Esasiyye Kanunu’nun bütün idari
mevzuatı ve hükümetin hukuki tavrını içeren ayrıntılı ve tam bir kanun
olmadığını, ülkenin mülki ve idari
teşkilatında zamanın icaplarının gerektirdiği halkçılık esasını ifade eden
bir düstur olduğunu belirtiyordu.
2 aralık 1921 konuşması
Mustafa Kemal’in 2 Aralık 1921 tarihli Meclis konuşmasını bütünüyle
veren ve 1922 yılında yayınlanan
bir risalede ise “halkçılık” bilfiil ka-
pakta yer alıyordu : “Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerinin Bir
Hitabesi – Halkçılık, Halk Hükümeti, Hâkimiyet Bila kayd u şart
milletindir - Türkiye Büyük Millet
Meclisi’nin 2 Kanun-ı evvel 1337
celsesinde Hey’et-i Vükela’nın Vazife ve Mes’uliyeti Hakkındaki Teklifin Müzakere ve Münakaşası Münasebetiyle İrad Olunmuştur. Ve
Dört Saat Devam Etmiştir, Ankara
1340-1338 Hakimiyet-i Milliye Matbaası”. Bu risale büyük bir olasılıkla,
Mustafa Kemal’in Nutuk’ta belirttiği,
yayınlanmış “Halkçılık Programı”ydı.
Kapağında “halkçılık” sözcüğü bilfiil
yer alıyordu; ancak bir “program”ı
içermiyordu. Risale çok önemliydi, zira kurulmakta olan rejimin
niteliğini açık bir biçimde ortaya
koyuyordu. Türkiye için Meclis hükümetinin neden gerekli olduğu bu
metinde ayrıntılarıyla ifade ediliyor,
yukarıda belirtildiği gibi bir anlamda
Teşkilat-ı Esasiyye Kanunu’nda yer
alan maddelere açıklık kazandırılıyordu. Mustafa Kemal konuşmasında birkaç yerde “halk”tan söz ediyor,
kurulmuş olan hükümetin “halk hükümeti” olduğunu vurguluyor, “halkçılık, nizam-ı ictimaîsini sâyine, hukukuna istinad ettirmek isteyen bir
meslek-i ictimaîdir” diyordu. Mustafa Kemal’e göre, TBMM rejimi Batı
demokrasilerinden farklıydı ve bu
böyle olmalıydı. Zira yeni kurulmakta olan rejim Milli Mücadele’nin bir
ürünüydü. İlgili bölüm “Efendiler biz
benzememekle ve benzetmemekle
iftihar etmeliyiz! Çünkü biz bize benziyoruz efendiler!” sözleriyle sonlanıyordu:
ilk resmi vesika
Mustafa Kemal’e
göre, TBMM
rejimi Batı
demokrasilerinden
farklıydı ve bu
böyle olmalıydı.
Zira yeni
kurulmakta
olan rejim Milli
Mücadele’nin bir
ürünüydü.
TOPLUMSAL TAR‹H 213 EYLÜL 2011
İsmail Arar’ın
“Halkçılık”
üzerine kitabı:
Atatürk’ün
Halkçılık
Programı
[ve Halkçılık
İlkesinin
Tarihçesi],
İstanbul; Baha
Matbaası, 1963.
30 Ağustos 1922’de savaş artık kazanılmıştı. Ancak iç ve dış muhalefet
devam ediyordu. Yeni bir devlet
yapısı oluşturulmadığı, reformlara
gidilmediği takdirde tüm kazanımlar yitirilebilirdi. Bunun için de Milli Mücadele’de olduğu gibi birliğe
gerek vardı. Birlik ise ancak güçlü
bir siyasal örgüt çatısı altında sağlanabilirdi. Bu esas düşüncenin sevkiyle Mustafa Kemal ve yakın çevresi Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i
Hukuk Cemiyeti’nin devamı olacak
bir partiyle yollarına devam etmeyi
uygun gördüler. Anadolu ve Rumeli
Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin programı vatan topraklarının kurtuluşu ve milletin istiklali üzerine bina
edilmişti. Bu hedeflere büyük ölçüde
varılmıştı. Lozan’daki barış görüşmeleriyle bir süre sonra tüm dünya
Türkiye’nin bağımsızlığını tanıyacaktı. Barış sonrası ülkeyi yeni hedeflere
yönlendirecek yeni bir siyasal örgüt
kurulmalıydı. Mustafa Kemal’e göre
Anadolu ve Rumeli” tabirine artık
gerek yoktu. Çünkü Misak-ı Milli gerçekleşmişti. Türkiye bağımsızlığını
tüm dünyaya ilan etmişti. Müdafaa-i
Hukuk terimi de Milli Mücadele’ye
özgüydü. “Müdafaa-i Hukuk” teriminin hedeflediği haklar elde edilmişti.
O halde yeni bir isimle yeni bir parti
kurmak ve yeni bir program tespit
etmek gerekiyordu. İşte bu ihtiyacın
sevkiyle Halk Fırkası adıyla yeni bir
parti kurulacaktı. Bu bir süreçti.
Mustafa Kemal’in 7 Eylül 1922 günü
Ankara’da çıkan gazetelere verdiği
25
CUMHURİYET TARİHİ
Lutfi Fikri’nin
Gazi’nin
kuvvetler
birliği [tevhid-i
kuva] görüşüne
karşı çıkan
güçler ayrılığı
[tefrik-i kuva]
risalesi: Hukuk-ı
Esasiyye
Mebâhisinden:
Hükümdarlık
Karşısında
Milliyet ve
Mes’uliyyet ve
Tefrik-i Kuva
Mesa’ili,
Akşam –
Teşebbüs
Matbaası, 1338.
beyanatı Anadolu Ajansı’nca tüm ülkeye duyuruluyordu. Ajansın haberi
şu satırları içeriyordu: “Ankara’da
münteşir Hâkimiyet-i Milliye, Yeni
Gün ve Öğüt gazeteleri mümessilleri
müştereken Gazi Mustafa Kemal Paşa
Hazretleri’ni ziyaret ederek bade’ssulh [barış sonrası] hangi esaslar
dairesinde çalışacağını sormuşlardır. Müşarünileyh bu münasebetle
âtideki beyanatta bulunmuştur.”
Beyanat Halk Fırkası’nın kuruluşu
ile ilgili ilk resmi vesika idi. Bu uzun
beyanat dört bölümden oluşuyordu. İlk bölüm, milletin yakın geçmişi
ile geleceği hakkında genel fikirleri
içeriyordu. Millet istiklâline sahip
olmuştu; barış günleri yakındı. Gelecekte, milleti tehdit edecek tehlikelere karşı hazırlanmak ve çalışmak
bütün millet için borçtu. Ülkeye göz
dikenlere yalnız cephede galip gelmek kâfi değildi. Siyaset, yönetim ve
iktisat bakımında da güçlü olmak gerekirdi. İkinci bölüm, ülkenin başlıca
dertlerini sayıyordu. Tarım ve ticaret
geriydi. Ülke harap ve ahalisi fakirdi.
Taşıt araçları azdı. Milli eğitim her
yere ve herkese gereği gibi nüfuz
edememişti. Toplumsal yaşamın en
büyük düşmanı cehaletti. Bilgisizlik
ve daha başka nedenler milleti fakir
ve zayıf düşürmüş ve düşürecekti.
Üçüncü bölüm, bağımsızlık için veri-
Mustafa Kemal’in
2 Aralık 1921
günlü konuşmasında
şu satırlar yer
alıyordu:
26
“Bu hükûmet demokrat bir
hükûmet midir, sosyalist bir
hükûmet midir, yani şimdiye kadar
okuduğumuz kitaplarda ismi zikredilen
hükûmetlerden hangisidir?’ buyurdular!
Efendim bizim hükûmetimiz demokratik
bir hükûmet değildir, sosyalist bir
hükûmet değildir. Ve hakikaten
kitaplarda mevcut olan hükûmetlerin,
mahiyet-i ilmiyyesi itibariyle, hiçbirine
benzemeyen bir hükûmettir. Fakat
hâkimiyet-i milliyyeyi, irade-i milliyyeyi
yegâne tecelli ettiren bir hükûmettir. Bu
mahiyette bir hükûmettir! İlmî, ictimaî
mecinde “Ben öyle bir fırka teşkilini
tasavvur ediyorum ki, bu fırka milletin bütün sunufunun [sınıflarının]
refah ve saadetini temine mâtuf bir
programa mâlik olsun” diyordu.
len mücadelenin tamamlanması için
uzun vadeli bir çaba gerekiyordu.
Ülke ihtiyaçlarını uygun ve bütün
millet bireylerinin destekleyeceği
bir programla yola çıkılması kaçınılmazdı. Dördüncü bölüm ise bu programın gerçekleştirilmesi için siyasi
bir parti kurmak gerekiyordu. Halk
Fırkası unvanını alacak olan bu partinin programını hazırlamak için bütün millet bireylerini kendisine fikir
vermeye davet ediyordu. Gazeteler
Mustafa Kemal’in beyanatını “Mustafa Kemal ve İstikbalimiz”, “Büyük
kumandan milletin istikbal-i ictimaî
ve iktisadîsini nasıl düşünüyor?”,
“Sulhtan sonra Türkiye” başlıklarıyla
yayınlayacaklardı. Mustafa Kemal,
13 Ocak l923 günü İleri gazetesinde,
Halk Fırkası’nın kuruluşuyla ilgili de-
noktasından bizim hükûmetimizi ifade
etmek lâzim gelirse ‘halk hükûmeti’
deriz. Teşkilât-ı Esasiyye Kanunu’muzun
birinciden dördüncüye kadar olan
maddeleri hükûmetin ne olduğunu, kimin
tarafından idare olunduğunu, idare
eden hey’etin kuvvet ve salâhiyetini
tasrih etmiştir. Şekil ve sureti tespit
olunmuştur. Fakat meslek-i ictimaî
itibariyle dahi düşündüğümüz
zaman, biz hayatını, istiklâlini
kurtarmak için çalışan erbâb-ı
say’iz, zavallı bir halkız! Mahiyetimizi
bilelim.
Kurtulmak, yaşamak için çalışan ve
çalışmaya mecbur olan bir halkız!
Binaenaleyh her birimizin hakkı vardır;
salâhiyeti vardır. Fakat çalışmak
sayesinde bir hakkı iktisab ederiz. Yoksa
arka üstü yatmak ve hayatını say’den
muarra geçirmek isteyen insanların bizim
hey’et-i ictimaiyyemiz içerisinde yeri
yoktur; hakkı yoktur!(Alkışlar) O halde
ifade ediniz efendiler! Halkçılık,
Mustafa Kemal, programın hazırlık evresinde halk ile temas ederek
onun düşüncelerinden faydalanmayı
uygun görecekti. Bu amaçla, 14 Ocak
1923’te Batı Anadolu’ya hareket etti.
Eskişehir, İzmit, Bursa ve İzmir ile bu
kentlerin çevresindeki kasabalara
uğradı. Halk ile uzun görüşmeler yaptı. Yaptığı konuşmalarda kuracağı fırkanın halkçılık anlayışını, toplumsal
içeriğini ayrıntılı bir biçimde ele alıyordu. Görüşmeleri sırasında “millî
hâkimiyet”in öneminden, Lozan
konferansından, ülkenin toplumsal
ve iktisadi sorunlarından ve de barış ertesi kuracağı Halk Fırkası’ndan
bahsediyordu. Fırkayı tanımlarken
de şu sözleri sarf ediyordu: “Böyle
bir fırkanın ruh-ı aslîsi, istiklâl-i tam
ve bilâkayd ü şart hâkimiyet-i milliyyedir. Bu milletin mukadderâtını
ellerine tevdi edeceğimiz insanlardan mürekkep meclis ve onun hükümetinin dikkatle takip edeceği dava
hiçbir taraftan milletin istiklâline,
hür hâkimiyetine göz dikilmemesinden ve bu istiklâl ve hâkimiyetine
dikilecek gözleri çıkarmaktan ibaret
bulunacaktır.”
nizam-ı ictimaîsini sây’ine, hukukuna
istinad ettirmek isteyen bir meslek-i
ictimaîdir.
Efendiler! Biz bu hakkımızı mahfuz
bulundurmak, istiklâlimizi emin
bulundurabilmek için hey’et-i
umumiyyemizce, hey’et-i milliyyemizce
bizi mahvetmek isteyen emperyalizme
karşı ve bizi yutmak isteyen
kapitalizme karşı hey’et-i milliyyece
mücahedeyi caiz gören bir mesleği
takip eden insanlarız. Binaenaleyh
bu ve bu gibi teşvikâtla ve izahâtla
hükûmetimizin istinad ettiği esasın, ilm-i
ictimaîye müstenid bir esas olduğunu
bâriz bir surette görürüz! Fakat ne
yapalım ki demokrasiye benzemiyormuş,
sosyalizme benzemiyormuş, hiçbir
şeye benzemiyormuş! Efendiler biz
benzememekle ve benzetmemekle iftihar
etmeliyiz! Çünkü biz bize benziyoruz
efendiler! (Alkışlar)”
sonra kuracağı Halk Fırkası hakkında halk ile yaptığı görüşmeler, basın
aracılığıyla ülkenin dört bir yanına
ulaştırılmıştı. Parti nizamnamesinin
hazırlanması için çalışmalar ise bilfiil
Ankara’ya dönüşü ile birlikte başlamıştı. Bu arada, 1 Nisan 1923 günü Büyük Millet Meclisi kendisini dağıtarak
yeni seçim yapılması kararını almıştı.
Meclis’in dağılmasından bir hafta
sonra, 8 Nisan günü, Mustafa Kemal,
yeni seçim için Anadolu ve Rumeli
Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adına “Dokuz Umde” adıyla tarihe geçen seçim
programını yayınlıyordu. Bu belgede Hilafet’in kaldırılması, Şer’iye
Vekâleti’nin lağvı, medreseler ve tekkelerin yasaklanması, şapka giyilmesi
gibi birçok husus yer almıyordu.
Mustafa Kemal, halkın tek bir çatı
altında, tek bir parti yönetiminde hedeflere yürümesi gerektiğini vurguluyordu. 7 Şubat 1923 günü Balıkesir’de
Paşa Camii minberinden okuduğu
söylevde aynı görüşü daha ayrıntılı
bir biçimde ele alıyor, Tek Parti’nin
zorunluluğuna dikkati çekiyordu.
Öncelikle Batı’daki çok partili sisteme değiniyor, bu ülkelerde siyasal
partilerin “iktisadî maksatlar” üzerine
kurulmuş olduğunu söylüyordu. Nedeni de bu ülkelerde değişik sınıfların
varlığıydı. Her sınıf çıkarlarını korumak için ayrı ayrı örgütlenmişti. Bu
son derece doğaldı. Oysa Türkiye’de
durum çok farklıydı. II. Meşrutiyet
yıllarında bu ülke siyasal partilerden çok canı yanmıştı. “Güya bizim
memleketimizde de ayrı ayrı sınıflar
varmış gibi teessüs eden fırkalar yüzünden şahit olduğumuz neticeler
mâlumdur” diyordu. Oysa “Halk Fırkası dediğimiz zaman, bunun içinde
bir kısım değil, bütün millet dâhil”di.
Bu sözlerin ardından ülkede “halk”ın
durumunu kuş bakışı gözden geçiriyordu. Türkiye’de iktisadî menfaatler
üzerine kurulmuş, ayrı sınıflar yoktu;
bu nedenle kurulacak partinin bir “sınıf fırkası” olmayacağını, bütün ülke
çıkarlarını gözetecek bir parti olacağını bildiriyordu.
Aslında bu belge Halk Fırkası’nın
ilk programıydı. Nitekim Dokuz
Umde’nin bir parti program olduğunu Mustafa Kemal de onaylıyordu.
Yayınlanan programın kısa bulunduğunu, bir siyasal parti için yetersiz
olduğunu söyleyenlere verdiği cevapta “Dokuz Umde” adı altında bilinen
programın itiraz edenlerin gördükleri
ve bildikleri tarzda bir kitap olmadığını vurguluyor, ancak Fırka’nın temel
prensiplerini kapsayan pratik bir metin olduğunu kaydediyordu. Mustafa
Kemal, uygulaması olanaksız fikirleri,
kuramsal bir dizi ayrıntıyı yaldızlayarak bir kitap yazabilecekleri, ama
öyle yapmadıklarını, milletin maddî
manevî yenileşmesi ve gelişmesi yolunda, söz ve kuramlara değil, iş ve icraata öncelik verdiklerini söylüyordu.
program ve dokuz umde
Dokuz Umde’nin başında, ülkeyi
“inhilâl ve izmihlâl felâketi”nden,
bugünkü dille “bölünme ve yok olma
felaketi”nden kurtarmak için milletten aldığı mutlak yetki ile toplanan
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ulusal egemenliğe dayanan bir “halk devleti” kurduğu ve bu devletin üzerine
aldığı “millî vazife”lerin önemli kısmını üç yıl içinde başararak 1 Nisan 1923
günü yeni seçime oybirliği ile karar
verdiği yer alıyordu. Ardından gelecekteki çalışmaları ve kurulacak olan
Halk Fırkası’nı resmen ilan ediyordu.
Mustafa Kemal’in Batı Anadolu’da
yaptığı seyahat sırasında barıştan
Dokuz Umde, aslında Halk Fırkası
kurulmadan önce ilan edilmiş bir
7 Şubat 1923 günü
Balıkesir’de Paşa
Camii minberinden
yaptığı konuşmada
halkçılıktaki
dayanışma
anlayışını şu
sözlerle ifade
ediyordu:
“Biliyorsunuz ki, memleketimiz çiftçi
memleketidir, o halde milletimizin
azim ekseriyeti de çiftçidir. Bu
böyle olunca buna karşı büyük
arazi sahipleri hatıra gelir. Bizde
büyük araziye kaç kişi maliktir?
Bu arazinin miktarı nedir? Tetkik
edilirse görülür ki memleketimizin
vüs’atine nazaran hiç kimse büyük
araziye mâlik değildir. Binaenaleyh
bu arazi sahipleri de himaye edilecek
insanlardır.
Sonra san’at sahipleriyle kasabalarda
ticaret eden küçük tüccarlar gelir.
Bittabi bunların menfaatlerini,
hâl ve âtilerini temin ve muhafaza
etmek mecburiyetindeyiz. Çiftçilerin
karşısında olduğunu farz ettiğimiz
büyük arazi sahipleri gibi bu
ticaret erbâbının karşısında da
büyük sermaye sahipleri insanlar
yoktur. Kaç milyonerimiz var?
Hiç... Binaenaleyh biraz parası
olanlara da düşman olacak değiliz.
Bilâkis memleketimizde birçok
milyonerlerin, hatta milyarderlerin
yetişmesine çalışacağız.
Sonra amele gelir. Bugün
memleketimizde fabrika, imalathane
ve saire gibi müessesât çok
mahduttur. Mevcut amelemizin
miktarı yirmi bini geçmez. Hâlbuki
memleketi yükseltmek için çok
fabrikalara muhtacız; bunun için de
amele lâzımdır. Binaenaleyh tarlada
çalışan çiftçilerden farklı olmayan
ameleyi de himaye ve siyanet etmek
icab eder.
Bundan sonra da münevverler
ve ulema denilen zevat gelir.
Bu münevverler ve ulema kendi
kendilerine toplanıp halka düşman
olabilir mi? Bunlara terettüp eden
vazife halkın içine girerek onları irşat
etmek, yükseltmek ve onlara terakki
ve temeddüne yol göstermektir. İşte
ben milletimizi böyle görüyorum.
Binaenaleyh muhtelif meslekler
erbâbının menfaatleri yekdiğeriyle
imtizaç halinde olduğundan onları
sınıflara ayırmak imkânı yoktur
ve umumi heyetiyle hepsi halktan
ibarettir.”
TOPLUMSAL TAR‹H 213 EYLÜL 2011
30 Ocak 1923 günü İzmir’de gazetecilerle yaptığı bir söyleşide milleti
oluşturan unsurların birliğinden söz
ediyor; birbirinden farklı menfaatler peşinde koşacak ve bu nedenle
birbiriyle mücadele edecek muhtelif
sınıflardan söz edilemeyeceğini, var
olan sınıfların yekdiğerine gerekli olduğunu vurguluyordu: “Bence bizim
milletimiz yekdiğerinden çok farklı
menâfi [menfaatler] takip edecek ve
bu itibarla yekdiğerleriyle mücadele
halinde buluna gelen muhtelif sunufa [sınıflara] malik değildir. Mevcut
sınıflar yekdiğerinin lâzım ve melzumu mahiyetindedir. Binaenaleyh,
Halk Fırkası bilcümle sunufun hukukunu ve esbâb-ı terakki ve saadetini
temine hasr-ı iştigal edebilir.”
27
CUMHURİYET TARİHİ
denle bu üç faktör göz ardı edilerek
kuruluş evresindeki gelişmeleri anlamlandırmak olanaksızdı. Nitekim
Kürt sorununun kaderi de bu evrede
belirlendi. Vatandaşlık kimliği ya da
Türkiyelilik ve Türklük 1923 yaz aylarında belirgin bir nitelik kazandı.
Gazi Mustafa
Kemal, Büyük
Kongre’de
Nutuk’u okurken.
28
Dokuz Umde’nin
girizgâhı şu
satırlarla
sonlanıyordu:
“Önümüzdeki devre, inşallah
takrir-i müsâlemet müyesser
olacağından iktisadî tekemmülâtını
temîn ve her nevi teşkilâtımızı
itmam ve ikmal ve bu suretle mülk-i
milleti refaha nail etmek gaye
olacaktır.
Yeni devre-i mesaîde Meclis’in
ekseriyetini bu gaye etrafından
toplamak ve memleketi hâkimiyet-i
milliyye dairesinde siyasî teşkilâta
mazhar etmek için bir Halk Fırkası
teşekkül edecektir.
Meclis’te elyevm müteşekkil
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i
Hukuk Grubu” Halk Fırkası’na
intikal edecektir. Mezkûr fırkanın
halk hâkimiyeti, teceddüt ve
inkişafât-ı maddiyye ve mâneviyye
esasâtına mübteni mufassal ve
muntazam bir programı bilcümle
âzasının nazar-ı münakaşa ve
tasvibine arz edilecektir. Buna
intizaren grubumuz aşağıda
umdelerle intihabâta iştirâke karar
vermiştir.
Bu umdeler memleketin en
müstacel ihtiyacını ve birçok
erbâb-ı ihtisasın mütalâatı ve
bilhassa İzmir’de bütün memleket
mümessillerinden müteşekkil
olarak in’ikad eden İktisat Kongresi
mesaisi dahi nazar-ı dikkate
alınarak tesbit edilmiştir.”
programdı. Halk Fırkası kurulurken
üzerinde çalışılan nizamnamenin başında yer alan ilkeler bölümü de aslında programda yer alması gereken
hususlara değiniyordu. Halk Fırkası
ve 1924’ten itibaren Cumhuriyet Halk
Fırkası’nın resmen 1931 yılına kadar
ayrı bir programı olmadı. Ama gerek
nizamname, gerek 1927 kongresinde
yayınlanan “Umumî Riyasetin Beyannamesi” belgesi program işlevi
de görüyordu.
kürt sorunu
ve nizamname
Halkçılık ilkesi daha sonra altı okla
ifadesini bulan CHF program ilkelerinin ilki ve en önemlisi oldu. Bu Halk
Fırkası kuruluş evresinde Gazi’nin
söylevlerinde ve bizzat ilk nizamname çalışmalarında gözlemleniyordu.
2 Aralık 1921 günkü konuşmasında
Mustafa Kemal halkçılıktan resmen
söz ediyordu. Ancak, Meclis’teki hizip nedeniyle, kısa bir süre sonra
parti çatısı altında çalışma kararı
almasıyla, “halk” , “halkçı” sözcükleri
sık kullanılır oldu. Nitekim partinin
adı Halk Fırkası kondu.
Halk Fırkası’nın kuruluş evresi, birinci TBMM evresinde, bizzat TBMM
içinde ve İstanbul’da güçlü bir muhalefetin oluştuğu bir dönemde, üstüne üstlük Lozan barış görüşmelerinin
sürdürüldüğü aylara rastladı. Bu ne-
Osmanlı’nın çoğulculuğundan türdeş
bir toplum anlayışı, büyük ölçüde
Lozan gereği, İkinci Meclis’le birlikte
gündeme geliyordu. Anadolu topraklarında yaşayan etnik yönüyle
Kürtleri de kapsayacak bir bütünlük,
Düvel-i Muazzama nifak tohumları
karşısında Ankara tarafından tek seçenek olarak görüldü. Azınlık sorunu
Lozan’ın temel açılımlarından biri
oldu. Ankara, gayrimüslimler dışında
yeni azınlıkların yaratılmasını ülke
geleceği için sakıncalı görüyordu.
1923 yaz aylarında Halk Fırkası’nın
kuruluş çalışmaları sırasında kurucu kadroların yoğun bir biçimde
tartıştıkları konulardan biri Misak-ı
Milli sonrası kurulmakta olan yeni
devletin vatandaşlık kimliğiydi. Bir
yandan Lozan sonlandırılırken, öte
yandan Halk Fırkası programı hazırlanıyordu. Nizamname bir anlamda
Lozan’a endekslenmişti. Bu açıdan
nizamnamenin kısa bir sürede geçirdiği dönüşüm ilginç bir nitelik
taşıyordu. Yeni devletin yurttaşlık
kimliği Halk Fırkası’nın 1923 tarihli ilk nizamnamesinin şekillenişiyle
belirginlik kazanıyordu. Kurucu heyete sunulan 1923 nizamnamesinin
ilk şeklindeki altıncı maddesinde
“Bir ferdin halk fırkasına dâhil olabilmesi için Türkiyeli olması ve aslen
milli yurt haricinde bulunan Müslüman milletlerden birine mensup ise
Türk milliyetini kabul etmesi şarttır”
deniyordu. Tartışmalar sırasında
yeni bir metin hazırlandı; “Halk Fırkası Nizamnamesi Umumî Esaslar”
önerisinde bu altıncı madde bu kez
üçüncü maddede şu şekle dönüşüyordu: “Halk Fırkası’na; Türk harsını
kabul etmiş olan her Türkiyeli ferd
dâhil olabilir”. Bu satırlarda görüldüğü gibi ilk taslaklarda kimlik, önce
“Türkiyeli”, ardından “Türk harsını
kabul etmiş olan Türkiyeli” diye tanımlanıyordu. Görüşmeler sonucu
bu madde son şeklini aldı. Nizamnamenin yine üçüncü maddesi bundan
TOPLUMSAL TAR‹H 213 EYLÜL 2011
böyle şöyleydi: “Halk Fırkası’na her
Türk ve hariçten gelip Türk tâbiyet
ve harsını kabul eden her fert dâhil
olabilir”. Böylece ilk aşamada “Türkiyeli” olarak sunulan madde, özellikle
Lozan’dan kaynaklanan kaygılarla,
son kertede “Türk”e dönüşmüş oldu.
Halk Fırkası nizamnamesinin taslak
metninde en ilginç maddelerden biri
umumî esasların 3. maddesiydi. Bu
maddede “halkçılık” bir kez daha vurgulanıyordu. Halk Fırkası’na mensup
olanlar gerçekten “halkçı” olmalıydı.
Halkçılara göre halk mefhumu bir sınıfa özgü değildi. Herhangi bir imtiyaz iddiasında bulunmayan ve kanun
önünde mutlak eşitliği kabul eden
bütün fertler halktandı. Çağdaş devlette hiçbir ailenin, sınıfın, cemaatin
ya da bireyin imtiyazları kabul edilemezdi. Yasama ve yürütmede bireyin
mutlak özgürlüğünü ve bağımsızlığını sınırlayan ya da kayıt altına alan
herhangi bir anane, teamül ya da güç
meşru sayılamazdı.
sonuç:
20. yüzyılın ilk yarısında dönüşüm
arayışı içerisinde olan birçok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de halkçılık “siyasal demokrasi”den farklı bir
çizgide evrildi. Bunda Cihan Harbi’ne
neden olan sorunların payı büyüktü. Özellikle Düvel-i Muazzama diye
bilinen büyük devletlerin dünya ölçeğinde paylaşım sorunlarını çözemeyişleri ve dünyayı topyekûn bir
savaşla büyük bir felakete sürüklemeleri kapitalizm ve demokrasiye
olan güveni büyük ölçüde sarsmıştı.
19. yüzyılın inşasında başı çeken liberalizm yıpranmış; yeni arayışlara neden olmuştu. Bu arayışlar iki
dünya savaşı arası daha da belirginleşecekti. 1919-1939 bir anlamda
demokrasinin karanlık çağıydı. Bunalımların buluştuğu, örtüştüğü ve
çöküntülerin birbiri ardı sıra geldiği
bir evreydi. Demokrasiler giderek
gerilemiş; yerini otoriter ve totaliter
rejimlere bırakmıştı. İşte bu denli sorunlu bir ortamda Türkiye Cumhuriyeti kuruluyor ve yeni bir ulus devlet
doğuyordu. Milli egemenlik, güçler
birliği ve halkçılık bu evrede Halk
Fırkası çatısı altında ulus devletin
inşasına yönelik temel ilkeler oldu.
Her üç ilke de son kertede dönemin
dayanışmacı [solidarist] toplum anlayışının bir ürünüydü. Dayanışmacılık
Tek Parti döneminin toplum felsefesini oluşturdu. Radikal birçok reform
bu evrede, kimi kez halka rağmen,
gündeme geldi. Geçmişin sürgit durağan yapısıyla bağ ancak “halka
rağmen, halk için” anlayışıyla koparılabiliyordu. Bu evre son kertede
Halk Fırkası
nizamname
taslağının
3. maddesi:
“Halk Fırkası’na mensup olanların
gerçekten ‘halkçı’ olması şarttır.
Halkçılara göre halk mefhumu
herhangi bir sınıfa münhasır
değildir. Hiçbir imtiyaz iddiasında
bulunmayan ve umumiyetle kanun
nazarında mutlak bir müsavatı kabul
eden bütün ferdler halktandır.
Bu suretle halkçılar asri devlet
esaslarına muhalif hiçbir ailenin,
hiçbir sınıfın, hiçbir cemaatin ve
hiçbir ferdin imtiyazlarını kabul
etmeyen ve kanunları teşri’ ve
icra etmekteki mutlak hürriyet ve
istiklalini tahdid ve takyid edici hiçbir
an’anenin, hiçbir teamülün ve hiçbir
kuvvetin meşru’iyetini tanımayan
ferdlerdir.”
“siyasal demokrasi”yle bağdaşmıyordu; ancak, birçok reform çoğulcu bir
toplumsal yapıya geçiş için zorunluluk arz ediyordu.
Mustafa Kemal
halk arasında.
addendum:
Bu makaleyi yazıp Toplumsal Tarih’e
teslim ettikten sonra Atatürk’ün İzmit Kasrı’nda 16-17 Ocak 1923 günü
gazetecilerle yaptığı söyleşiyi gözden geçirirken Gazi’nin bir paragrafı dikkatimi çekti: “Biraz sonra bazı
usuller, kanunlar ve kaideler mevzuubahs edenler oldu. Ve hatta bir
program da hazırlamakta olduklarını
işittim. [Burada söz konusu kişiler
daha sonra İkinci Grubu kuracak
olanlar. ZT) Bunun üzerine arz ettiğim proje esasâtına göre bir program
yaptım. Hatta pek aceleye gelmişti.
Halk programı namı altındaki bu projeyi bir gece tab’ettirdim. Ertesi günü
ictimâ eden zevâta dağıttırdım.”
Bu satırlardan anlaşılacağı gibi,
“program” olarak hazırlanmış takrir
Meclis’in çalışma yöntemi gereği tab’
ediliyor ve mebuslara dağıtılıyor.
Nutuk’ta ise tab’ etmenin yanı sıra
“neşr”i gündeme getirerek yayınlamaktan, kamuoyuna yönelik bir girişimden söz etmiş oluyor. Anlaşılan,
tab’ edilmiş, yani basılmış bir metin
var; ancak bu Meclis içi kullanıma yönelik bir metin… Nutuk’ta bizleri yanıltan sözcük “neşrettim” olsa gerek.
29