Location via proxy:   [ UP ]  
[Report a bug]   [Manage cookies]                
halk fırkası’nın kuruluş evresi: CUMHURİYET TARİHİ “halkçılık programı” ve 1923 nizamnamesi zafer toprak Türkiye’de de halkçılık “siyasal demokrasi”den farklı bir çizgide evrildi. Bunda Cihan Harbi’ne neden olan sorunların payı büyüktü. Özellikle Düvel-i Muazzama diye bilinen büyük devletlerin dünya ölçeğinde paylaşım sorunlarını çözemeyişleri ve dünyayı topyekûn bir savaşla büyük bir felakete sürüklemeleri kapitalizm ve demokrasiye olan güveni büyük ölçüde sarsmıştı. 19. yüzyılın inşasında başı çeken liberalizm yıpranmış; yeni arayışlara neden olmuştu. Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerinin Bir Hitabesi – Halkçılık, halk hükümeti, hakimiyet bila kayd u şart milletindir - Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 2 Kanun-ı evvel 1337 celsesinde Hey’et-i Vükela’nın vazife ve mes’uliyeti hakkındaki teklifin müzâkere ve münakaşası münasebetiyle irad olunmuştur. ve dört saat devam etmiştir, Ankara 13401338 Hakimiyet-i Milliye Matbaası. 20 lık programı unvanı altında tab’ı ve neşretmiştim.” Gazi Mustafa Kemal, 1927 yılında toplanan Cumhuriyet Halk Fırkası’nın Büyük Kongresi’nde okuduğu Nutuk’ta Meclis’te oluşan hiziplere değinirken şu satırlara yer veriyordu: “Bilmünasebe arz etmiştim ki, ilk Teşkilât-ı Esasiyye Kanunumuza menşe teşkil eden 13 Eylül 1920 tarihli bir programı, Meclis’e takdim etmiştim. Bu programın, Meclis’te 18 Eylül’de okunan kısmından başka, buna esas olmak üzere, Büyük Millet Meclisi’nin mahiyet-i esasiyyesini ve usulü idare hakkındaki nokta-i nazarı tespit eden ve Meclis’in küşadını müteakip kıraat ve kabul olunan takririmi de bu kısımla beraber, Halkçı- Bu satırlar birçok araştırmacıyı 1920 güzünde yayınlanmış bir Halkçılık Programı’nın peşine düşmeye sevk etmişti. Bugüne kadar Milli Kütüphane ve TBMM Kütüphanesi dâhil, Türkiye’nin herhangi bir kitaplığında ya da bireysel kütüphanede bu program bulunamadı. Böyle, basılmış bir program gerçekten var mıydı? Yoksa Gazi, Nutuk’ta program adı altında farklı bir metne mi atıfta bulunuyordu? Bu makalede, ilk önce bu hususa yanıt getireceğiz. İkinci husus, Gazi’nin, Halk Fırkası’nı kurarkenki saiklerine değineceğiz. Son olarak ilk nizamnamenin hazırlanış evresinde kimlik sorununu, geçirdiği evreleri ele alacağız. Bu evrede Türkiyelilik bir kenara bırakılarak Türk’te karar kalınacaktı. Umarız bu üç husus 1920- 1931 dönemini kapsayan Halk Fırkası’nın kuruluş evresinde karşılaştığı sorunları açıklamamıza yardımcı olur. huriyet] Halk Fırkası’nın gelişkin bir programı ancak 1931 kurultayında kabul edilmişti. Fırka uzun süre olası programın kimi hususlarını da içeren nizamname ile yönetildi. Cumhuriyet Halk Partisi tarihini yazan ya da Milli Mücadele’nin geçirdiği evrelerden söz eden hemen hemen her kitap Halkçılık Programı’na gönderme yapar. Ama bu vesileyle farklı belgeler Halkçılık Programı olarak sunulur. “halkçılık programı” Atatürk’ün Halkçılık Programı [İstanbul; Baha Matbaası, 1963] başlıklı eserinde İsmail Arar, tüm çabalarına karşın bu programa ulaşamadığını belirtiyordu. Ama buna rağmen, kitabının önsözünde Atatürk’ün, 1920 yılı Eylül ayında, Halkçılık Programı adı altıda bir de broşür yayınladığını kaydediyordu. Kanıtı 1927 yılında söylenen Nutuk’tu. Nutuk’un yayınından bugüne kimse “yayınlanmış” bir Halkçılık Programı’nı sorgulamaya cesaret edemedi. Gerçekten böyle yayınlanmış bir program var mıydı? Bize göre böyle hazırlanmış ve basılmış bir program hiçbir zaman olmadı. Peki, kim, nerede yanılıyordu? İlk önce Halkçılık Programı’ndan başlayalım. İttihat ve Terakki, II. Meşrutiyet yıllarında birçok kez program yayınlamıştı. Oysa [Cum- Gazi’nin Nutuk’ta sözünü ettiği 13 Eylül günü Meclis’e verilen takrir Büyük Millet Meclisi Reisi sıfatıyla “İcra Vekilleri Heyeti adına Büyük Millet Nutuk’taki “Halkçılık Programı” araştırmacıları iki hususta yanıltıyordu. İlki 1927’de okunan Nutuk’ta söylenenler, önemli ölçüde belgeleri içerse de, büyük ölçüde Gazi Mustafa Kemal’in anımsadığı bir geçmişti. Bu evredeki her türlü gelişmeyi yayınlamasına karşın “Halkçılık Programı” Nutuk’un Vesikalar cildinde yer almadı. Her insan gibi Gazi Mustafa Kemal de, geçmişi hatırlarken yanılabilirdi. Nitekim halkçılık söyleminin güç kazandığı 1927 Kongresi’nde, ileride CHF programının ana ilkelerinden biri olan halkçılık ilkesinin gündeme geldiği bir dönemde Gazi, Halk Fırkası’nın kuruluş evresindeki gelişmeleri “Halkçılık Programı” adı altında anımsamasını yadırgamamak gerekirdi. Araştırmacıları yanıltan ikinci husus Gazi Mustafa Kemal’in, “Meclis’in küşadını müteakip kıraat ve kabul olunun takriri”ni “Halkçılık progra- Ahmet Hamdi [Başar]’ın “halkçılık”ı savunan risalesi: Milli Halk Saltanatı, İstanbul; Şehzadebaşı Evkaf Matbaası, 6 Teşrin-i sânî 338. mı unvanı” adı altında yayınladığı beyanıydı. Meclis’in açılışını “müteakip” konuşma konusunda da Gazi yanlış anımsıyor olabilirdi. Mustafa Kemal’in, CHF Büyük Kongresi’nde okuduğu Nutuk’u bir kenara bırakırsak, Meclis’te yaptığı en uzun konuşmaların ilki “Meclis’in küşadını müteakip” 24 Nisan 1920 tarihli, daha çok Milli Mücadele’nin ilk evresindeki belgelerin takdiminden oluşan “Mütareke’den Meclis’in açılmasına kadar geçen zaman zarfında cereyan eden siyasî olaylar hakkında” başlıklı konuşmasıydı. Diğeri ise bundan bir buçuk yılı aşkın bir süre sonra, 2 Aralık 1921 tarihinde yaptığı ve Nutuk’u bir kenara bırakırsak - ki mekân ola- rak Meclis’te okunsa da, hazırun CHF Kongre mensuplarıydı,- Meclis’te yaptığı ve iktidarın niteliğini belirleyen konuşmaydı. Bu ikinci konuşma son derece önemliydi. Önemi, rejimin niteliğini ortaya koymasından kaynaklanıyordu. “Hey’et-i Vekile’nin vazife ve mes’uliyeti hakkındaki teklif müzakere ve münakaşası münasebetiyle” yapılan konuşma güçler birliği – güçler ayrılığı konusuna değinen, Teşkilat-ı Esasiyye’nin kurgusunu açıklayan ve Tek Parti’nin gerekçesini belirleyerek Gazi’nin ileriki yıllarda konumunu ortaya koyan bir konuşmaydı. Hemen hatırlatalım, bu Türkiye Büyük Milet Meclisi’nce kabul edilen Teşkilât-ı Esasiyye Kanunu ve 1) Misâk-ı Millî Beyannamesi, 2) Meclis’in kendi intihâbını gösteren talimatname, 3) Nisâb-ı Müzakere’ye, 4) İcra Vekillerinin İntihâbı’na, 5) İstanbul’un işgalinden sonra İstanbul’ca vaki’ olan ukudâta dair kanunlarla Mustafa Kemal Paşa Hazretlerinin irad buyurdukları nutuklardan esas noktalar. TOPLUMSAL TAR‹H 213 EYLÜL 2011 Meclisi Riyaseti’ne sunduğu bir kanun lâyihasıydı. Meclis’e “program” olarak takdim edilmişti. “Hey’et-i Vekile’nin siyasî, ictimaî, idarî, askerî nokta-i nazarlarını telhis ve teşkilat-ı idariyye hakkındaki mukarrerâtını ihtiva eden program”dı. Ama sunulduğu aşamada “halkçılık programı” adı konmamıştı. Takririn içeriğinde halkçılıkla ilgili tek bir satır ya da sözcük yoktu. Gazi, yıllar sonra bu belgeye Nutuk’ta “Halkçılık Programı” olarak atıfta bulunacaktı. Oysa 1920 sonbaharında bu tür bir belgeyi Meclis’e “halkçılık” adı altında sunmaktan yana değildi. “Halkçılık Programı” zamanla Gazi’nin kimi konuşmalarında ve yazışmalarında yer aldı. Bu belgenin daha sonraları “Halkçılık Programı” olarak nitelenmesi, Meclis’te “Bolşevik” tehdidinin ortaya çıkmasıyla yakından bağlantılıydı. Tokat mebusu Nâzım Bey’in 89 oya karşı 98 oy ile Meclis’çe Dâhiliye Nazırı seçilmesi, Mustafa Suphi’nin girişimleri, Halk Zümresi, Halk İştirakiyun Fırkası ve Yeşil Ordu, Gazi için kuzeyden gelebilecek bir tehdit olarak algılanıyordu. Nitekim bu tehdit ile ilgili Ali Fuat Cebesoy’a yazdığı bir mektupta ilk kez “halkçılık programı”ndan söz edecekti. Gazi, Latife Hanım’la birlikte halk arasında, 1923. 21 konuşma önemine binaen Nutuk dışında, 1920’li yıllarda Gazi’nin risale olarak basılmış tek eseriydi. CUMHURİYET TARİHİ Mustafa Kemal, Nutuk’taki “Halkçılık Programı”nı gündeme getirirken aslında “Meclis’in küşadını müteakip” sözleriyle bizleri 24 Nisan konuşmasına yönlendiriyordu. Bu konuş- 4) İcra Vekillerinin İntihabı’na, 5) İstanbul’un İşgalinden Sonra İstanbul’ca Vaki’ Olan Ukudâta Dair Kanunlarla Mustafa Kemal Paşa Hazretlerinin İrad Buyurdukları Nutuklardan Esas Noktalar başlığını taşıyan risalede 2 Aralık söylevinin anlamı şu satırlarla ifade ediliyordu: “Mustafa Kemal Paşa icra salâhiyetini, kendi tarafından müntahap Reisicumhur ve onun tâyin edeceği bir İcra Vekilleri Hey’eti marifetiyle istimal eder. Meclis, hükûmeti her vakit murakabe ve ıskat edebilir.” Tüm Tek Parti döneminde ülke büyük ölçüde bu anlayışla yönetilecekti. Bu nedenle de Gazi Mustafa Kemal’in anılarında bu konuşmasının ayrı bir yeri oldu. Nutuk’ta da 13 Eylül konuşmasından söz ederken “halkçılık programı”nın yayını hususunda gönderme yaptığı aslında 2 Aralık 1921 tarihli konuşmasıydı. halkçılığın evveliyatı 1923 Nizamnamasi hazırlanırken önerileri içeren tek yaprak Halk Fırkası Nizamnamesi Umumî Esaslar’ı. 1923 Nizamnamasi hazırlanırken 16 sayfalık ilk taslak risale: Halk Fırkası Nizamnamesi. 22 masında herhangi bir şekilde halkçılıktan söz edilmiyordu. Nutuk’ta “Halkçılık Programı” vesilesiyle belirttiği, Meclis’te hizipleşmenin gündeme geldiği ve İkinci Grub’un ve Hüseyin Avni’nin konuşma sırasında ikide bir müdahale etme gereği duyduğu konuşma 2 Aralık 1921 tarihli “Hey’et-i Vekile’nin vazife ve mes’uliyeti hakkındaki teklif müzakere ve münakaşası münasebetiyle” adlı konuşmasıydı. Nitekim bu konuşma “halkçılık” alt başlığı altında 1922 yılında yayınlandı. Bu konuşmanın bir başka önemi Teşkilat-ı Esasiyye Kanunu’nun gerekçesi, “esbâb-ı mucibe”si olarak yorumlanmasıydı. 1922 Ekim ayında yayınlanan Türkiye Büyük Milet Meclisi’nce Kabul Edilen Teşkilât-ı Esasiyye Kanunu ve 1) Misâk-ı Millî Beyannamesi, 2) Meclis’in Kendi İntihâbını Gösteren Talimatname, 3) Nisâb-ı Müzakere’ye, hazretleri Hey’et-i Vekile’nin vazife ve mes’uliyeti hakkında teklifin müzakere ve münakaşası münasebetiyle bir nutuk irad buyurmuşlardır ki Teşkilât-ı Esasiyye Kanunu’nun esbâb-ı mucibesi mahiyetindedir”. Risale yukarıda belirtilen belgeleri içerdiği gibi dört saat süren 2 Aralık söylevinden önem arz eden paragraflara yer veriyordu. Konuşmanın özü kurulmakta olan siyasi rejimin temel prensiplerinden biri olan, eskiden “vahdet-i kuvvet” ya da “vahdet-i kuvâ” denilen “kuvvetler birliği”ydi. Kanun-ı Esasî’nin güçler ayrılığı anlayışını getirdiğini, bu tür bir anayasal kurgunun imparatorluğu çökerttiğini vurgulayan Gazi, çözüm olarak Büyük Millet Meclisi hükümeti çatısı altında güçler birliğinin ülkeyi selamete çıkaracağını söylüyordu. Bu prensip İcra Vekilleri Kanunu ile uygulamaya sokulmuş, 1921 mevzuatında ve 1923 Cumhuriyet’in kuruluş kanununda yer aldıktan sonra, 1924 Anayasası’nın 5, 6 ve 7’inci maddelerinde en sarih ifadesini bulmuştu. Nitekim bu üç madde şu satırları içeriyor; Madde 5: Teşri salâhiyeti ve icra kudreti Büyük Millet Meclisi’nde tecelli ve temerküz eder; Madde 6: Meclis, teşriî salâhiyeti bizzat istimal eder; Madde 7: Meclis Halkçılığın semantik temelleri, II. Meşrutiyet yıllarında atılmıştı. Halk, cemiyet, içtimaiyyat, tesanüt, millet ve benzeri birçok sözcük gerçek anlamlarını II. Meşrutiyet yıllarında kazandı. Reaya, teb’a, ahali ve halk sözcükleri değişik dönemlerde aynı beşeri unsura verilen adlardı. “Halk” sözcüğüne, 19. yüzyıl sözlüklerinde rastlanırsa da günlük konuşmalarda, ya da yazında “ahali” yeğlenen bir terimdi. Ahali sözcüğü, reaya ya da teb’adan halka geçişi simgeledi. Diğer bir deyişle “kul”dan “vatandaş”a uzanan engebeli yolun bir ara aşamasıydı. II. Meşrutiyet yılları halk sözcüğünün giderek günlük dilde yer ettiği dönemdi. Halk bir anlamda “vatandaş”lardan oluşuyordu. Ancak, vatandaşlar topluluğu olmanın ötesinde kolektif bir boyutu vardı. Tıpkı “millet” gibi bütüncü bir sözcüktü. Osmanlı’da anayasal anlamda “millet” sözcüğü yaygın değildi. Zira “millet” bugünkünden çok daha farklı anlam içeriyordu. Millet bir tür “cemaat”tı. Çoğu kez gayrimüslim unsur için kullanılıyordu. Ancak, II. Meşrutiyet yıllarında Müslümanları da içerecek biçimde “Osmanlı milleti”nden söz edilmeye başlanmıştı. “Türk milleti” deyişi, türdeş Cumhuriyet Türkiyesi’ni beklemek durumundaydı. II. Meşrutiyet yıllarında halk sözcüğü bir anlamda bugünkü ulus ya da millet sözcüğüyle eşanlamlı kullanılıyordu. Cumhuriyet Halk Fırkası’ndaki halk sözcüğü de bu kavram örtüşmesinin bir uzantısıydı. Tek Parti dönemin- Aslında her iki ilkenin temelleri Meşrutiyet yıllarında atılmıştı. Milliyetçilik ve halkçılık İttihatçıların “ictimai inkılâb” dedikleri “yeni hayat”ın temel dayanaklarıydı. Gerek Mustafa Kemal’in Halk Fırkası’nın kuruluş evresindeki konuşmalarında ve yazışmalarında yer alan, gerekse l931 CHF Programı’nda ve 1937’de Anayasa’da altı oktan biri olarak beliren “halkçılık” sözcüğünü ilk kez Falih Rıfkı Atay bir yazısında kullanmışsa da bunu kapsamlı bir düşünceye dönüştüren Ziya Gökalp oldu. Yeni Mecmua 14 Şubat 1918 günlü 32. sayısı İttihatçı ideologun “Halkçılık” başlığını taşıyan bir yazısına yer verdi. Halk ve halkçılık, Gökalp’in düşün sisteminin önemli bir boyutuydu. İttihatçı düşünür, birçok meşrutiyet aydını gibi evrimden yanaydı; “tekâmül”ü ilke edinmişti: Toplumsal yaşamın aşamaları ancak evrim yasalarının ışığında izlenebilirdi. II. Meşrutiyet “ictimaiyyat”ı, evrimci pozitivizminin bir uzantısıydı. Halk ise bu sürecin çimentosunu oluşturuyordu. halkçılığın gündeme gelişi Mustafa Kemal “halkçılık” ve “halk hükümeti” sözcüklerini ilk kez 12 Temmuz 1920 günü Konya Mebusu Refik Bey ve arkadaşlarının verdi- ği önerge üzerine yapmıştı. Bu konuşmasında “Zannederim bugünkü mevcudiyetimizin mahiyet-i asliyyesi, milletin temayülât-ı asliyyesini ispat etmiştir; o da halkçılıktır ve halk hükûmetidir. Hükûmetlerin halkın eline geçmesidir. (Alkışlar) Efendiler, biz memur sınıfı yaratmak için çalışmayalım ve mutlaka bir memur kadrosu dâhilinde bulunanları bir yere koymakla dimağımızı itab etmeyelim [yormayalım]. İdareyi halka teslim etmek için çalışalım (Alkışlar)” sözleriyle halkçılığı ilk kez gündeme getiriyordu. Ancak, halkçılık sözcüğü Bolşevizm tehdidi karşısında önem kazanacaktı. Mustafa Kemal, Meclis’te bazı kişilerin “iğfal” edildiğini ve Bolşevizme yöneldiğini ima ederek Bolşevizm konusunda şunları söylüyordu: “Bizim nokta-i nazarımız, bizim prensiplerimiz cümlece malûmdur ki, Bolşevik prensipleri değildir ve Bolşevik prensiplerini milletimize kabul ettirmek için de şimdiye kadar hiç düşünmedik ve teşebbüste bulunmadık. Bizim itikadımıza göre, milletimizin temin-i hayat ve tealisi kendi kabiliyet-i hazmiyyesiyle mütenasib olan nokta-i nazarlardır. Fakat esas itibariyle tetkik olunursa bizim nokta-i nazarımız –ki halkçılıktır- kuvvetin, kudretin, hâkimiyetin, idarenin doğrudan doğruya halka verilmesidir, halkın elinde bulundurulmasıdır. Yine şüphe yok ki, bu dünyanın en kuvvetli bir esası, bir prensibidir.” Her iki konuşmada sözü geçen “halkçılık” ve “halk hükümeti” sözcükleri giderek siyasi söylemde yer etti. Fakat bir program olarak nitelenmesi Mustafa Kemal’in komünizm [komünist faaliyeti] ve Doğu cephesi üzerine Moskova’daki murahhas heyetinden gelen bir rapor üzerine 16 Eylül 1920’de Garp Cephesi Kumandanı Ali Fuat Paşa’ya yazdığı “zata mahsus” mektupta yer aldı. Bu mektubunda ülkede kurulmuş olan “komünizm teşkilâtı gaye itibariyle tamamen bizim aleyhimizdedir” diyordu. Bu insanlar “ictimaî inkılab”dan yanaydılar. Ancak, Milli Mücadele ortamında bunun ne denli tehlike arz ettiğini göremiyorlardı. Bu kişiler ikna edilmeye çalışılmışsa da başarılı olunamamıştı. Bu nedenle Bolşevizmi alt edecek “halkçılık programı” adı altında bir program kabul edilmişti. Bu satırlardan anlaşıldığına göre kuzeyden gelen Bolşevizm ve komünizm rüzgârına karşı Mustafa Kemal 13 Eylül tarihli anayasa tasarısını Ali Fuat Paşa’ya “halkçılık programı” adı altında sunuyordu. Ancak, bu özel bir mektuptu. Takriri aleni olarak “Halkçılık Programı” olarak nitelendiren Teşkilat-ı Esasiyye görüşmeleri sırasında Encümen Mazbata Muharriri [raportör] İsmail Suphi Bey olmuştu. Tasarı Meclis’te epey tartışılmıştı. Trabzon mebusu Ali Şükrü Bey, Meclis’te gündemde olan metnin iktidarın “mesleğini” yani siyasi çizgisini belirleyen bir “program” olduğunu, programı taklitçilikle, halkın ruhunu göz önünde almamakla ve dinî konulara gereği gibi önem vermemekle eleştirecek; daha da öteye giderek Bolşeviklik akımından esin- TOPLUMSAL TAR‹H 213 EYLÜL 2011 de bu iki kavram giderek farklılaştı. “Millet” sözcüğünün toplumsal içeriği “halk” sözcüğünde kristalleşti. Milliyetçilik ve halkçılık bundan böyle rejimin ve partinin altı ilkesi arasında ayrı ayrı yer aldı. 1923 Nizamnamesi’nin basılmış son şekli: Halk Fırkası Nizamnamesi – Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki Halk Fırkası azaları tarafından bilmüzakere hey’et-i umumiyyesi 9 Eylül 339 tarihinde kabul olunmuştur, Ankara; 13421339. Nutuk’un okunduğu 1927 Büyük Kongre zabıtları: Cumhuriyet Halk Fırkası Büyük Kongresi, Ankara; Türkiye Büyük Millet Meclisi Matbaası, 1927. 1927 Büyük Kongresi’nde kabul edilen yeni nizamname: Cumhuriyet Halk Fırkası Nizamnamesi – 15 Teşrin-i evvel 1927’de in’ikad eden Cumhuriyet Halk Fırkası Büyük Kongresi’nin 22 Teşrin-i evvel 1927 tarihli ictima’ında bilmüzakere kabul edilmiştir, Ankara; Türkiye Büyük Millet Meclisi Matbaası, 1927. 23 CUMHURİYET TARİHİ Cumhuriyet Halk Partisi’nin 1935 Programı: C.H.P. Programı – Partinin Dördüncü Büyük Kurultayı onaylamıştır – Mayıs 1935. Cumhuriyet Halk Fırkası’nın yayınlanmış ilk programı: C.H.F. – Fırkanın Üçüncü Büyük Kongresi tarafından kabul olunmuştur. Mayıs – 1931, İstanbul; Devlet Matbaası, 1931. Cumhuriyet Halk Partisi’nin Beşinci Büyük Kurultayı’nda kabul edilen programı: C.H.P. Programı – Partinin Beşinci Büyük Kurultayı’nda kabul edilmiştir. 29 Mayıs 1939, Ankara; Ulus Basımevi. lendiğini ima edecekti. İcra Vekilleri Hey’eti adına konuşan Maliye Vekili Ferid Bey ve Dâhiliye Vekili Refet Bey, metnin hükûmetin siyasî programı mahiyetinde olduğunu belirtmişlerdi. Bu arada Menteşe mebusu Dr. Tevfik Rüştü, Ankara Meclisi’nin siyasi kurgusuna gönderme yaparak, Meclis’in dışında bir yürütmenin olamayacağını, kararı Meclis’in vereceğini, “Meclis’in malı” olacak bir programın ancak Meclis bünyesinde hazırlanabileceğini vurguluyordu. Nitekim görüşmeler sonucu, İzmir mebusu Yunus Nadi’nin başkanlığında, Burdur Milletvekili İsmail Suphi’nin mazbata muharrirliğinde Meclis’in her şubesinden üçer kişilik bir Encümen-i Mahsus kurulmuş ve bir rapor hazırlanmıştı. Bu raporun 18 Kasım 1920’de görüşülmesine baş- Kimi günümüz kaynaklarında “Halkçılık Beyannamesi” diye geçen Büyük Millet Meclisi’nin Beyannamesi şu satırları içeriyordu: 24 “Emperyalist devletlerin, devlet ve milletimizin hayatına açıkça kasd etmeleri neticesinde müdafaa-i meşrua için toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisi, şimdiye kadar muhtelif vesilelerle sarahaten veya zımnen ilân ettiği maksat ve mesleğini bir kere daha landı ve 20 Ocak 1921 günü Teşkilât-ı Esasiyye Kanunu kabul edildi. “maksat ve meslek” Takrirde yer alan “maksat ve meslek” başlıklı ilk dört maddenin niteliği Encümen-i Mahsus Mazbata Muharriri İsmail Suphi tarafından yorumlanırken hükümet tarafından kendilerine “Halkçılık Programı” gönderildiğini, bunun iki kısma ayrılabileceğini, “maksat ve meslek” bölümü bunun ilk kısmını oluşturduğunu, geri kalan kısmının “mevadd-ı esasiyye ve idariyye”ye ait olduğunu vurguluyordu. Tasarıda yer alan ilk dört madde aslında TBMM hükûmetinin temel amaçlarını kapsıyordu. Encümen’in kanunla ilgili düzenlemelerinde bu maddeler yer almadı. Bu bölüm son- bütün cihana arz için şu beyannameyi neşreylemeğe lüzum görmüştür. Türkiye Büyük Milet Meclisi, millî hudutlar dâhilinde, İslâm ekseriyetinin, hayat ve istiklâlini temin ve hilafet ve saltanat makamını tahlis ahdiyle teşekkül etmiştir. Binaenaleyh hayat ve istiklâlini, yegâne ve mukaddes emel bildiği Türkiye halkını, emperyalizm ve kapitalizm tahakküm ve zulmünden kurtararak irade ve hâkimiyetinin sahibi kılmakla gayesine vâsıl olacağı kanaatindedir. Türkiye Büyük Millet Meclisi, milletin hayat ve istiklâline suikast eden emperyalist ve kapitalist düşmanların tecavüzâtına karşı müdafaa ve bu maksada münafi hareket edenleri tedip azmiyle müesses bir orduya sahiptir. Emir ve kumanda salâhiyeti Büyük Millet Meclisi’nin şahsiyet-i mâneviyyesindedir. Türkiye Büyük Millet Meclisi, halkın raları TBMM Beyannamesi diye yayınlandı. Beyanname de ileriki yıllarda “Halkçılık Beyannamesi” diye nitelendi. Oysa o tarihlerde böyle bir nitelik taşımıyordu. “Halkçılık Programı” konusundaki kaygıları gene İsmail Suphi gündeme getiriyordu. Encümen bu dört maddeden yola çıkarak bir program yapmayı düşünmüştü. Ama Meclis bir “fırka” değildi. Program fırkalara mahsustu. Meclis adına bir program yapmak doğru olmayacaktı. O nedenle, hükümetin “program” adı altında gönderdiği metin Encümen’de kanun tasarısına dönüştürülmüş ve programın başında bulunan “mevadd-ı esasiyye”, yani “maksat ve meslek” bölümünün Büyük Millet Meclisi’nin amaçlarını göstereceği için bir be- öteden beri mâruz bulunduğu sefalet sebeplerini yeni vesait ve teşkilât ile kaldırarak yerine refah ve saadet ikame etmeği başlıca hedefi addeder. Binaenaleyh toprak, maarif, adliye, iktisat ve evkaf işlerinde ve diğer mesailde, içtimaî uhuvvet ve teavünü hâkim kılarak, halkın ihtiyacâtına göre teceddüdât ve tesirâtı vücude getirmeğe çalışacaktır. Bunun için de siyasî ve ictimaî umdelerini milletin ruhundan almak ve tatbikatta milletin temayülât ve an’anâtınını gözetmek fikrindedir. Binaenaleyh Türkiye Büyük Millet Meclisi memleketin idarî, iktisadî, ictimaî umum ihtiyacâtına müteallik ahkâmı peyderpey tetkik ve kanun şeklinde tatbik mevkiine vaz’eylemeğe başlamıştır.” Veminallahü’t-tevfik 21 Teşrin-i evvel 1336. yanname olarak yayınlanmasına karar verilmişti. Bu beyannamede yer alan ilkeler Meclis için “mukaddes bir gaye” idi. Meclis’in bu “gaye”leri tüm dünyaya bağıra bağıra ilan etmesini kimse engelleyemezdi. Bunlar İsmail Suphi’nin sözleriydi. Benzer bir görüş Encümen-i Mahsus’un gerekçesinde de yer alıyordu. Ancak, bu metinde “hükûmetin verdiği program” deniyor, “halkçılık”tan söz edilmiyor. “Maksat ve meslek” başlığı altındaki ilk dört maddenin birleştirilerek bir beyannameye dönüştürüldüğü belirtiliyordu. 1921 yılına gelindiğinde halkçılık artık iç siyasetin temel ilkesini oluşturuyordu. 1 Mart 1921 günü ikinci toplanma yılını açarken Mustafa Kemal, iç siyasette şiarın “halkçılık, yani milleti bizzat kendi mukadderatına hâkim kılmak” olduğunu söylüyor, bunun Teşkilât-ı Esasiyye Kanunu’nda tespit edildiğini kaydediyordu. Aynı yıl bu kez Doğu Cephesi kumandanı Kâzım Karabekir Paşa’ya yazdığı 20 Temmuz günlü mektupta Teşkilât-ı Esasiyye Kanunu’nun bütün idari mevzuatı ve hükümetin hukuki tavrını içeren ayrıntılı ve tam bir kanun olmadığını, ülkenin mülki ve idari teşkilatında zamanın icaplarının gerektirdiği halkçılık esasını ifade eden bir düstur olduğunu belirtiyordu. 2 aralık 1921 konuşması Mustafa Kemal’in 2 Aralık 1921 tarihli Meclis konuşmasını bütünüyle veren ve 1922 yılında yayınlanan bir risalede ise “halkçılık” bilfiil ka- pakta yer alıyordu : “Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerinin Bir Hitabesi – Halkçılık, Halk Hükümeti, Hâkimiyet Bila kayd u şart milletindir - Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 2 Kanun-ı evvel 1337 celsesinde Hey’et-i Vükela’nın Vazife ve Mes’uliyeti Hakkındaki Teklifin Müzakere ve Münakaşası Münasebetiyle İrad Olunmuştur. Ve Dört Saat Devam Etmiştir, Ankara 1340-1338 Hakimiyet-i Milliye Matbaası”. Bu risale büyük bir olasılıkla, Mustafa Kemal’in Nutuk’ta belirttiği, yayınlanmış “Halkçılık Programı”ydı. Kapağında “halkçılık” sözcüğü bilfiil yer alıyordu; ancak bir “program”ı içermiyordu. Risale çok önemliydi, zira kurulmakta olan rejimin niteliğini açık bir biçimde ortaya koyuyordu. Türkiye için Meclis hükümetinin neden gerekli olduğu bu metinde ayrıntılarıyla ifade ediliyor, yukarıda belirtildiği gibi bir anlamda Teşkilat-ı Esasiyye Kanunu’nda yer alan maddelere açıklık kazandırılıyordu. Mustafa Kemal konuşmasında birkaç yerde “halk”tan söz ediyor, kurulmuş olan hükümetin “halk hükümeti” olduğunu vurguluyor, “halkçılık, nizam-ı ictimaîsini sâyine, hukukuna istinad ettirmek isteyen bir meslek-i ictimaîdir” diyordu. Mustafa Kemal’e göre, TBMM rejimi Batı demokrasilerinden farklıydı ve bu böyle olmalıydı. Zira yeni kurulmakta olan rejim Milli Mücadele’nin bir ürünüydü. İlgili bölüm “Efendiler biz benzememekle ve benzetmemekle iftihar etmeliyiz! Çünkü biz bize benziyoruz efendiler!” sözleriyle sonlanıyordu: ilk resmi vesika Mustafa Kemal’e göre, TBMM rejimi Batı demokrasilerinden farklıydı ve bu böyle olmalıydı. Zira yeni kurulmakta olan rejim Milli Mücadele’nin bir ürünüydü. TOPLUMSAL TAR‹H 213 EYLÜL 2011 İsmail Arar’ın “Halkçılık” üzerine kitabı: Atatürk’ün Halkçılık Programı [ve Halkçılık İlkesinin Tarihçesi], İstanbul; Baha Matbaası, 1963. 30 Ağustos 1922’de savaş artık kazanılmıştı. Ancak iç ve dış muhalefet devam ediyordu. Yeni bir devlet yapısı oluşturulmadığı, reformlara gidilmediği takdirde tüm kazanımlar yitirilebilirdi. Bunun için de Milli Mücadele’de olduğu gibi birliğe gerek vardı. Birlik ise ancak güçlü bir siyasal örgüt çatısı altında sağlanabilirdi. Bu esas düşüncenin sevkiyle Mustafa Kemal ve yakın çevresi Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin devamı olacak bir partiyle yollarına devam etmeyi uygun gördüler. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin programı vatan topraklarının kurtuluşu ve milletin istiklali üzerine bina edilmişti. Bu hedeflere büyük ölçüde varılmıştı. Lozan’daki barış görüşmeleriyle bir süre sonra tüm dünya Türkiye’nin bağımsızlığını tanıyacaktı. Barış sonrası ülkeyi yeni hedeflere yönlendirecek yeni bir siyasal örgüt kurulmalıydı. Mustafa Kemal’e göre Anadolu ve Rumeli” tabirine artık gerek yoktu. Çünkü Misak-ı Milli gerçekleşmişti. Türkiye bağımsızlığını tüm dünyaya ilan etmişti. Müdafaa-i Hukuk terimi de Milli Mücadele’ye özgüydü. “Müdafaa-i Hukuk” teriminin hedeflediği haklar elde edilmişti. O halde yeni bir isimle yeni bir parti kurmak ve yeni bir program tespit etmek gerekiyordu. İşte bu ihtiyacın sevkiyle Halk Fırkası adıyla yeni bir parti kurulacaktı. Bu bir süreçti. Mustafa Kemal’in 7 Eylül 1922 günü Ankara’da çıkan gazetelere verdiği 25 CUMHURİYET TARİHİ Lutfi Fikri’nin Gazi’nin kuvvetler birliği [tevhid-i kuva] görüşüne karşı çıkan güçler ayrılığı [tefrik-i kuva] risalesi: Hukuk-ı Esasiyye Mebâhisinden: Hükümdarlık Karşısında Milliyet ve Mes’uliyyet ve Tefrik-i Kuva Mesa’ili, Akşam – Teşebbüs Matbaası, 1338. beyanatı Anadolu Ajansı’nca tüm ülkeye duyuruluyordu. Ajansın haberi şu satırları içeriyordu: “Ankara’da münteşir Hâkimiyet-i Milliye, Yeni Gün ve Öğüt gazeteleri mümessilleri müştereken Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ni ziyaret ederek bade’ssulh [barış sonrası] hangi esaslar dairesinde çalışacağını sormuşlardır. Müşarünileyh bu münasebetle âtideki beyanatta bulunmuştur.” Beyanat Halk Fırkası’nın kuruluşu ile ilgili ilk resmi vesika idi. Bu uzun beyanat dört bölümden oluşuyordu. İlk bölüm, milletin yakın geçmişi ile geleceği hakkında genel fikirleri içeriyordu. Millet istiklâline sahip olmuştu; barış günleri yakındı. Gelecekte, milleti tehdit edecek tehlikelere karşı hazırlanmak ve çalışmak bütün millet için borçtu. Ülkeye göz dikenlere yalnız cephede galip gelmek kâfi değildi. Siyaset, yönetim ve iktisat bakımında da güçlü olmak gerekirdi. İkinci bölüm, ülkenin başlıca dertlerini sayıyordu. Tarım ve ticaret geriydi. Ülke harap ve ahalisi fakirdi. Taşıt araçları azdı. Milli eğitim her yere ve herkese gereği gibi nüfuz edememişti. Toplumsal yaşamın en büyük düşmanı cehaletti. Bilgisizlik ve daha başka nedenler milleti fakir ve zayıf düşürmüş ve düşürecekti. Üçüncü bölüm, bağımsızlık için veri- Mustafa Kemal’in 2 Aralık 1921 günlü konuşmasında şu satırlar yer alıyordu: 26 “Bu hükûmet demokrat bir hükûmet midir, sosyalist bir hükûmet midir, yani şimdiye kadar okuduğumuz kitaplarda ismi zikredilen hükûmetlerden hangisidir?’ buyurdular! Efendim bizim hükûmetimiz demokratik bir hükûmet değildir, sosyalist bir hükûmet değildir. Ve hakikaten kitaplarda mevcut olan hükûmetlerin, mahiyet-i ilmiyyesi itibariyle, hiçbirine benzemeyen bir hükûmettir. Fakat hâkimiyet-i milliyyeyi, irade-i milliyyeyi yegâne tecelli ettiren bir hükûmettir. Bu mahiyette bir hükûmettir! İlmî, ictimaî mecinde “Ben öyle bir fırka teşkilini tasavvur ediyorum ki, bu fırka milletin bütün sunufunun [sınıflarının] refah ve saadetini temine mâtuf bir programa mâlik olsun” diyordu. len mücadelenin tamamlanması için uzun vadeli bir çaba gerekiyordu. Ülke ihtiyaçlarını uygun ve bütün millet bireylerinin destekleyeceği bir programla yola çıkılması kaçınılmazdı. Dördüncü bölüm ise bu programın gerçekleştirilmesi için siyasi bir parti kurmak gerekiyordu. Halk Fırkası unvanını alacak olan bu partinin programını hazırlamak için bütün millet bireylerini kendisine fikir vermeye davet ediyordu. Gazeteler Mustafa Kemal’in beyanatını “Mustafa Kemal ve İstikbalimiz”, “Büyük kumandan milletin istikbal-i ictimaî ve iktisadîsini nasıl düşünüyor?”, “Sulhtan sonra Türkiye” başlıklarıyla yayınlayacaklardı. Mustafa Kemal, 13 Ocak l923 günü İleri gazetesinde, Halk Fırkası’nın kuruluşuyla ilgili de- noktasından bizim hükûmetimizi ifade etmek lâzim gelirse ‘halk hükûmeti’ deriz. Teşkilât-ı Esasiyye Kanunu’muzun birinciden dördüncüye kadar olan maddeleri hükûmetin ne olduğunu, kimin tarafından idare olunduğunu, idare eden hey’etin kuvvet ve salâhiyetini tasrih etmiştir. Şekil ve sureti tespit olunmuştur. Fakat meslek-i ictimaî itibariyle dahi düşündüğümüz zaman, biz hayatını, istiklâlini kurtarmak için çalışan erbâb-ı say’iz, zavallı bir halkız! Mahiyetimizi bilelim. Kurtulmak, yaşamak için çalışan ve çalışmaya mecbur olan bir halkız! Binaenaleyh her birimizin hakkı vardır; salâhiyeti vardır. Fakat çalışmak sayesinde bir hakkı iktisab ederiz. Yoksa arka üstü yatmak ve hayatını say’den muarra geçirmek isteyen insanların bizim hey’et-i ictimaiyyemiz içerisinde yeri yoktur; hakkı yoktur!(Alkışlar) O halde ifade ediniz efendiler! Halkçılık, Mustafa Kemal, programın hazırlık evresinde halk ile temas ederek onun düşüncelerinden faydalanmayı uygun görecekti. Bu amaçla, 14 Ocak 1923’te Batı Anadolu’ya hareket etti. Eskişehir, İzmit, Bursa ve İzmir ile bu kentlerin çevresindeki kasabalara uğradı. Halk ile uzun görüşmeler yaptı. Yaptığı konuşmalarda kuracağı fırkanın halkçılık anlayışını, toplumsal içeriğini ayrıntılı bir biçimde ele alıyordu. Görüşmeleri sırasında “millî hâkimiyet”in öneminden, Lozan konferansından, ülkenin toplumsal ve iktisadi sorunlarından ve de barış ertesi kuracağı Halk Fırkası’ndan bahsediyordu. Fırkayı tanımlarken de şu sözleri sarf ediyordu: “Böyle bir fırkanın ruh-ı aslîsi, istiklâl-i tam ve bilâkayd ü şart hâkimiyet-i milliyyedir. Bu milletin mukadderâtını ellerine tevdi edeceğimiz insanlardan mürekkep meclis ve onun hükümetinin dikkatle takip edeceği dava hiçbir taraftan milletin istiklâline, hür hâkimiyetine göz dikilmemesinden ve bu istiklâl ve hâkimiyetine dikilecek gözleri çıkarmaktan ibaret bulunacaktır.” nizam-ı ictimaîsini sây’ine, hukukuna istinad ettirmek isteyen bir meslek-i ictimaîdir. Efendiler! Biz bu hakkımızı mahfuz bulundurmak, istiklâlimizi emin bulundurabilmek için hey’et-i umumiyyemizce, hey’et-i milliyyemizce bizi mahvetmek isteyen emperyalizme karşı ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı hey’et-i milliyyece mücahedeyi caiz gören bir mesleği takip eden insanlarız. Binaenaleyh bu ve bu gibi teşvikâtla ve izahâtla hükûmetimizin istinad ettiği esasın, ilm-i ictimaîye müstenid bir esas olduğunu bâriz bir surette görürüz! Fakat ne yapalım ki demokrasiye benzemiyormuş, sosyalizme benzemiyormuş, hiçbir şeye benzemiyormuş! Efendiler biz benzememekle ve benzetmemekle iftihar etmeliyiz! Çünkü biz bize benziyoruz efendiler! (Alkışlar)” sonra kuracağı Halk Fırkası hakkında halk ile yaptığı görüşmeler, basın aracılığıyla ülkenin dört bir yanına ulaştırılmıştı. Parti nizamnamesinin hazırlanması için çalışmalar ise bilfiil Ankara’ya dönüşü ile birlikte başlamıştı. Bu arada, 1 Nisan 1923 günü Büyük Millet Meclisi kendisini dağıtarak yeni seçim yapılması kararını almıştı. Meclis’in dağılmasından bir hafta sonra, 8 Nisan günü, Mustafa Kemal, yeni seçim için Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adına “Dokuz Umde” adıyla tarihe geçen seçim programını yayınlıyordu. Bu belgede Hilafet’in kaldırılması, Şer’iye Vekâleti’nin lağvı, medreseler ve tekkelerin yasaklanması, şapka giyilmesi gibi birçok husus yer almıyordu. Mustafa Kemal, halkın tek bir çatı altında, tek bir parti yönetiminde hedeflere yürümesi gerektiğini vurguluyordu. 7 Şubat 1923 günü Balıkesir’de Paşa Camii minberinden okuduğu söylevde aynı görüşü daha ayrıntılı bir biçimde ele alıyor, Tek Parti’nin zorunluluğuna dikkati çekiyordu. Öncelikle Batı’daki çok partili sisteme değiniyor, bu ülkelerde siyasal partilerin “iktisadî maksatlar” üzerine kurulmuş olduğunu söylüyordu. Nedeni de bu ülkelerde değişik sınıfların varlığıydı. Her sınıf çıkarlarını korumak için ayrı ayrı örgütlenmişti. Bu son derece doğaldı. Oysa Türkiye’de durum çok farklıydı. II. Meşrutiyet yıllarında bu ülke siyasal partilerden çok canı yanmıştı. “Güya bizim memleketimizde de ayrı ayrı sınıflar varmış gibi teessüs eden fırkalar yüzünden şahit olduğumuz neticeler mâlumdur” diyordu. Oysa “Halk Fırkası dediğimiz zaman, bunun içinde bir kısım değil, bütün millet dâhil”di. Bu sözlerin ardından ülkede “halk”ın durumunu kuş bakışı gözden geçiriyordu. Türkiye’de iktisadî menfaatler üzerine kurulmuş, ayrı sınıflar yoktu; bu nedenle kurulacak partinin bir “sınıf fırkası” olmayacağını, bütün ülke çıkarlarını gözetecek bir parti olacağını bildiriyordu. Aslında bu belge Halk Fırkası’nın ilk programıydı. Nitekim Dokuz Umde’nin bir parti program olduğunu Mustafa Kemal de onaylıyordu. Yayınlanan programın kısa bulunduğunu, bir siyasal parti için yetersiz olduğunu söyleyenlere verdiği cevapta “Dokuz Umde” adı altında bilinen programın itiraz edenlerin gördükleri ve bildikleri tarzda bir kitap olmadığını vurguluyor, ancak Fırka’nın temel prensiplerini kapsayan pratik bir metin olduğunu kaydediyordu. Mustafa Kemal, uygulaması olanaksız fikirleri, kuramsal bir dizi ayrıntıyı yaldızlayarak bir kitap yazabilecekleri, ama öyle yapmadıklarını, milletin maddî manevî yenileşmesi ve gelişmesi yolunda, söz ve kuramlara değil, iş ve icraata öncelik verdiklerini söylüyordu. program ve dokuz umde Dokuz Umde’nin başında, ülkeyi “inhilâl ve izmihlâl felâketi”nden, bugünkü dille “bölünme ve yok olma felaketi”nden kurtarmak için milletten aldığı mutlak yetki ile toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ulusal egemenliğe dayanan bir “halk devleti” kurduğu ve bu devletin üzerine aldığı “millî vazife”lerin önemli kısmını üç yıl içinde başararak 1 Nisan 1923 günü yeni seçime oybirliği ile karar verdiği yer alıyordu. Ardından gelecekteki çalışmaları ve kurulacak olan Halk Fırkası’nı resmen ilan ediyordu. Mustafa Kemal’in Batı Anadolu’da yaptığı seyahat sırasında barıştan Dokuz Umde, aslında Halk Fırkası kurulmadan önce ilan edilmiş bir 7 Şubat 1923 günü Balıkesir’de Paşa Camii minberinden yaptığı konuşmada halkçılıktaki dayanışma anlayışını şu sözlerle ifade ediyordu: “Biliyorsunuz ki, memleketimiz çiftçi memleketidir, o halde milletimizin azim ekseriyeti de çiftçidir. Bu böyle olunca buna karşı büyük arazi sahipleri hatıra gelir. Bizde büyük araziye kaç kişi maliktir? Bu arazinin miktarı nedir? Tetkik edilirse görülür ki memleketimizin vüs’atine nazaran hiç kimse büyük araziye mâlik değildir. Binaenaleyh bu arazi sahipleri de himaye edilecek insanlardır. Sonra san’at sahipleriyle kasabalarda ticaret eden küçük tüccarlar gelir. Bittabi bunların menfaatlerini, hâl ve âtilerini temin ve muhafaza etmek mecburiyetindeyiz. Çiftçilerin karşısında olduğunu farz ettiğimiz büyük arazi sahipleri gibi bu ticaret erbâbının karşısında da büyük sermaye sahipleri insanlar yoktur. Kaç milyonerimiz var? Hiç... Binaenaleyh biraz parası olanlara da düşman olacak değiliz. Bilâkis memleketimizde birçok milyonerlerin, hatta milyarderlerin yetişmesine çalışacağız. Sonra amele gelir. Bugün memleketimizde fabrika, imalathane ve saire gibi müessesât çok mahduttur. Mevcut amelemizin miktarı yirmi bini geçmez. Hâlbuki memleketi yükseltmek için çok fabrikalara muhtacız; bunun için de amele lâzımdır. Binaenaleyh tarlada çalışan çiftçilerden farklı olmayan ameleyi de himaye ve siyanet etmek icab eder. Bundan sonra da münevverler ve ulema denilen zevat gelir. Bu münevverler ve ulema kendi kendilerine toplanıp halka düşman olabilir mi? Bunlara terettüp eden vazife halkın içine girerek onları irşat etmek, yükseltmek ve onlara terakki ve temeddüne yol göstermektir. İşte ben milletimizi böyle görüyorum. Binaenaleyh muhtelif meslekler erbâbının menfaatleri yekdiğeriyle imtizaç halinde olduğundan onları sınıflara ayırmak imkânı yoktur ve umumi heyetiyle hepsi halktan ibarettir.” TOPLUMSAL TAR‹H 213 EYLÜL 2011 30 Ocak 1923 günü İzmir’de gazetecilerle yaptığı bir söyleşide milleti oluşturan unsurların birliğinden söz ediyor; birbirinden farklı menfaatler peşinde koşacak ve bu nedenle birbiriyle mücadele edecek muhtelif sınıflardan söz edilemeyeceğini, var olan sınıfların yekdiğerine gerekli olduğunu vurguluyordu: “Bence bizim milletimiz yekdiğerinden çok farklı menâfi [menfaatler] takip edecek ve bu itibarla yekdiğerleriyle mücadele halinde buluna gelen muhtelif sunufa [sınıflara] malik değildir. Mevcut sınıflar yekdiğerinin lâzım ve melzumu mahiyetindedir. Binaenaleyh, Halk Fırkası bilcümle sunufun hukukunu ve esbâb-ı terakki ve saadetini temine hasr-ı iştigal edebilir.” 27 CUMHURİYET TARİHİ denle bu üç faktör göz ardı edilerek kuruluş evresindeki gelişmeleri anlamlandırmak olanaksızdı. Nitekim Kürt sorununun kaderi de bu evrede belirlendi. Vatandaşlık kimliği ya da Türkiyelilik ve Türklük 1923 yaz aylarında belirgin bir nitelik kazandı. Gazi Mustafa Kemal, Büyük Kongre’de Nutuk’u okurken. 28 Dokuz Umde’nin girizgâhı şu satırlarla sonlanıyordu: “Önümüzdeki devre, inşallah takrir-i müsâlemet müyesser olacağından iktisadî tekemmülâtını temîn ve her nevi teşkilâtımızı itmam ve ikmal ve bu suretle mülk-i milleti refaha nail etmek gaye olacaktır. Yeni devre-i mesaîde Meclis’in ekseriyetini bu gaye etrafından toplamak ve memleketi hâkimiyet-i milliyye dairesinde siyasî teşkilâta mazhar etmek için bir Halk Fırkası teşekkül edecektir. Meclis’te elyevm müteşekkil Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu” Halk Fırkası’na intikal edecektir. Mezkûr fırkanın halk hâkimiyeti, teceddüt ve inkişafât-ı maddiyye ve mâneviyye esasâtına mübteni mufassal ve muntazam bir programı bilcümle âzasının nazar-ı münakaşa ve tasvibine arz edilecektir. Buna intizaren grubumuz aşağıda umdelerle intihabâta iştirâke karar vermiştir. Bu umdeler memleketin en müstacel ihtiyacını ve birçok erbâb-ı ihtisasın mütalâatı ve bilhassa İzmir’de bütün memleket mümessillerinden müteşekkil olarak in’ikad eden İktisat Kongresi mesaisi dahi nazar-ı dikkate alınarak tesbit edilmiştir.” programdı. Halk Fırkası kurulurken üzerinde çalışılan nizamnamenin başında yer alan ilkeler bölümü de aslında programda yer alması gereken hususlara değiniyordu. Halk Fırkası ve 1924’ten itibaren Cumhuriyet Halk Fırkası’nın resmen 1931 yılına kadar ayrı bir programı olmadı. Ama gerek nizamname, gerek 1927 kongresinde yayınlanan “Umumî Riyasetin Beyannamesi” belgesi program işlevi de görüyordu. kürt sorunu ve nizamname Halkçılık ilkesi daha sonra altı okla ifadesini bulan CHF program ilkelerinin ilki ve en önemlisi oldu. Bu Halk Fırkası kuruluş evresinde Gazi’nin söylevlerinde ve bizzat ilk nizamname çalışmalarında gözlemleniyordu. 2 Aralık 1921 günkü konuşmasında Mustafa Kemal halkçılıktan resmen söz ediyordu. Ancak, Meclis’teki hizip nedeniyle, kısa bir süre sonra parti çatısı altında çalışma kararı almasıyla, “halk” , “halkçı” sözcükleri sık kullanılır oldu. Nitekim partinin adı Halk Fırkası kondu. Halk Fırkası’nın kuruluş evresi, birinci TBMM evresinde, bizzat TBMM içinde ve İstanbul’da güçlü bir muhalefetin oluştuğu bir dönemde, üstüne üstlük Lozan barış görüşmelerinin sürdürüldüğü aylara rastladı. Bu ne- Osmanlı’nın çoğulculuğundan türdeş bir toplum anlayışı, büyük ölçüde Lozan gereği, İkinci Meclis’le birlikte gündeme geliyordu. Anadolu topraklarında yaşayan etnik yönüyle Kürtleri de kapsayacak bir bütünlük, Düvel-i Muazzama nifak tohumları karşısında Ankara tarafından tek seçenek olarak görüldü. Azınlık sorunu Lozan’ın temel açılımlarından biri oldu. Ankara, gayrimüslimler dışında yeni azınlıkların yaratılmasını ülke geleceği için sakıncalı görüyordu. 1923 yaz aylarında Halk Fırkası’nın kuruluş çalışmaları sırasında kurucu kadroların yoğun bir biçimde tartıştıkları konulardan biri Misak-ı Milli sonrası kurulmakta olan yeni devletin vatandaşlık kimliğiydi. Bir yandan Lozan sonlandırılırken, öte yandan Halk Fırkası programı hazırlanıyordu. Nizamname bir anlamda Lozan’a endekslenmişti. Bu açıdan nizamnamenin kısa bir sürede geçirdiği dönüşüm ilginç bir nitelik taşıyordu. Yeni devletin yurttaşlık kimliği Halk Fırkası’nın 1923 tarihli ilk nizamnamesinin şekillenişiyle belirginlik kazanıyordu. Kurucu heyete sunulan 1923 nizamnamesinin ilk şeklindeki altıncı maddesinde “Bir ferdin halk fırkasına dâhil olabilmesi için Türkiyeli olması ve aslen milli yurt haricinde bulunan Müslüman milletlerden birine mensup ise Türk milliyetini kabul etmesi şarttır” deniyordu. Tartışmalar sırasında yeni bir metin hazırlandı; “Halk Fırkası Nizamnamesi Umumî Esaslar” önerisinde bu altıncı madde bu kez üçüncü maddede şu şekle dönüşüyordu: “Halk Fırkası’na; Türk harsını kabul etmiş olan her Türkiyeli ferd dâhil olabilir”. Bu satırlarda görüldüğü gibi ilk taslaklarda kimlik, önce “Türkiyeli”, ardından “Türk harsını kabul etmiş olan Türkiyeli” diye tanımlanıyordu. Görüşmeler sonucu bu madde son şeklini aldı. Nizamnamenin yine üçüncü maddesi bundan TOPLUMSAL TAR‹H 213 EYLÜL 2011 böyle şöyleydi: “Halk Fırkası’na her Türk ve hariçten gelip Türk tâbiyet ve harsını kabul eden her fert dâhil olabilir”. Böylece ilk aşamada “Türkiyeli” olarak sunulan madde, özellikle Lozan’dan kaynaklanan kaygılarla, son kertede “Türk”e dönüşmüş oldu. Halk Fırkası nizamnamesinin taslak metninde en ilginç maddelerden biri umumî esasların 3. maddesiydi. Bu maddede “halkçılık” bir kez daha vurgulanıyordu. Halk Fırkası’na mensup olanlar gerçekten “halkçı” olmalıydı. Halkçılara göre halk mefhumu bir sınıfa özgü değildi. Herhangi bir imtiyaz iddiasında bulunmayan ve kanun önünde mutlak eşitliği kabul eden bütün fertler halktandı. Çağdaş devlette hiçbir ailenin, sınıfın, cemaatin ya da bireyin imtiyazları kabul edilemezdi. Yasama ve yürütmede bireyin mutlak özgürlüğünü ve bağımsızlığını sınırlayan ya da kayıt altına alan herhangi bir anane, teamül ya da güç meşru sayılamazdı. sonuç: 20. yüzyılın ilk yarısında dönüşüm arayışı içerisinde olan birçok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de halkçılık “siyasal demokrasi”den farklı bir çizgide evrildi. Bunda Cihan Harbi’ne neden olan sorunların payı büyüktü. Özellikle Düvel-i Muazzama diye bilinen büyük devletlerin dünya ölçeğinde paylaşım sorunlarını çözemeyişleri ve dünyayı topyekûn bir savaşla büyük bir felakete sürüklemeleri kapitalizm ve demokrasiye olan güveni büyük ölçüde sarsmıştı. 19. yüzyılın inşasında başı çeken liberalizm yıpranmış; yeni arayışlara neden olmuştu. Bu arayışlar iki dünya savaşı arası daha da belirginleşecekti. 1919-1939 bir anlamda demokrasinin karanlık çağıydı. Bunalımların buluştuğu, örtüştüğü ve çöküntülerin birbiri ardı sıra geldiği bir evreydi. Demokrasiler giderek gerilemiş; yerini otoriter ve totaliter rejimlere bırakmıştı. İşte bu denli sorunlu bir ortamda Türkiye Cumhuriyeti kuruluyor ve yeni bir ulus devlet doğuyordu. Milli egemenlik, güçler birliği ve halkçılık bu evrede Halk Fırkası çatısı altında ulus devletin inşasına yönelik temel ilkeler oldu. Her üç ilke de son kertede dönemin dayanışmacı [solidarist] toplum anlayışının bir ürünüydü. Dayanışmacılık Tek Parti döneminin toplum felsefesini oluşturdu. Radikal birçok reform bu evrede, kimi kez halka rağmen, gündeme geldi. Geçmişin sürgit durağan yapısıyla bağ ancak “halka rağmen, halk için” anlayışıyla koparılabiliyordu. Bu evre son kertede Halk Fırkası nizamname taslağının 3. maddesi: “Halk Fırkası’na mensup olanların gerçekten ‘halkçı’ olması şarttır. Halkçılara göre halk mefhumu herhangi bir sınıfa münhasır değildir. Hiçbir imtiyaz iddiasında bulunmayan ve umumiyetle kanun nazarında mutlak bir müsavatı kabul eden bütün ferdler halktandır. Bu suretle halkçılar asri devlet esaslarına muhalif hiçbir ailenin, hiçbir sınıfın, hiçbir cemaatin ve hiçbir ferdin imtiyazlarını kabul etmeyen ve kanunları teşri’ ve icra etmekteki mutlak hürriyet ve istiklalini tahdid ve takyid edici hiçbir an’anenin, hiçbir teamülün ve hiçbir kuvvetin meşru’iyetini tanımayan ferdlerdir.” “siyasal demokrasi”yle bağdaşmıyordu; ancak, birçok reform çoğulcu bir toplumsal yapıya geçiş için zorunluluk arz ediyordu. Mustafa Kemal halk arasında. addendum: Bu makaleyi yazıp Toplumsal Tarih’e teslim ettikten sonra Atatürk’ün İzmit Kasrı’nda 16-17 Ocak 1923 günü gazetecilerle yaptığı söyleşiyi gözden geçirirken Gazi’nin bir paragrafı dikkatimi çekti: “Biraz sonra bazı usuller, kanunlar ve kaideler mevzuubahs edenler oldu. Ve hatta bir program da hazırlamakta olduklarını işittim. [Burada söz konusu kişiler daha sonra İkinci Grubu kuracak olanlar. ZT) Bunun üzerine arz ettiğim proje esasâtına göre bir program yaptım. Hatta pek aceleye gelmişti. Halk programı namı altındaki bu projeyi bir gece tab’ettirdim. Ertesi günü ictimâ eden zevâta dağıttırdım.” Bu satırlardan anlaşılacağı gibi, “program” olarak hazırlanmış takrir Meclis’in çalışma yöntemi gereği tab’ ediliyor ve mebuslara dağıtılıyor. Nutuk’ta ise tab’ etmenin yanı sıra “neşr”i gündeme getirerek yayınlamaktan, kamuoyuna yönelik bir girişimden söz etmiş oluyor. Anlaşılan, tab’ edilmiş, yani basılmış bir metin var; ancak bu Meclis içi kullanıma yönelik bir metin… Nutuk’ta bizleri yanıltan sözcük “neşrettim” olsa gerek. 29