Location via proxy:   [ UP ]  
[Report a bug]   [Manage cookies]                
TOPLUMSAL TAR‹H 195 MART 2010 “Doğu” Raporları dosya editörü: zafer toprak 47 doğu sorunu ve “DOĞU” RAPORLARI necmeddin sahir sılan’ın raporları zafer toprak Cumhuriyet yönetimi farklı bir etnik yapıya sahip bu bölgelerde öncelikle ulaşıma önem vermişti. Bu nedenle “milli şimendifer siyaseti” gündeme geldi ve bütçeden önemli bir pay demiryolu inşaatına ayrıldı. Ancak bu coğrafyalarda aşiret düzeni uzun yıllar devam etti; devlet bu yörelere uzanamadı. Her ne kadar Şeyh Sait ayaklanmasının ardından Şark Islahat Planı adı altında yöreye yönelik bir düzenleme, gündeme gelmişse de sorunun temelinde yatan toprak düzenine ilişilemedi. Anadolu, coğrafi terim olduğu kadar siyasi bir nitelik de taşımaktadır. Bugün her türlü Türkiye coğrafyası tanımında ve okullarda okutulan ders kitaplarında Anadolu bölgelere ayrılmıştır. Bu arada Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu Türkiye’nin doğusunda bulunan bölgeler olarak yer almaktadır. Tüm bu coğrafya bölümlemeleri Türkiye’nin 20. yüzyılda geçirdiği travmanın sonucudur. Bu top- Tunceli’de bir subay köylülerle konuşuyor. 48 1 Ağustos 1937 tarihli Tan gazetesinin Tunceli ekinden. rakların beşeri yapısı köklü dönüşüme uğrarken aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihe karışması yeni tanımların gündeme gelmesine neden olmuştur. Kısaca, Türkiye topraklarının bu tür alt coğrafya bölgelerine ayrılması Milli Mücadele ve sonrası ulus devlet inşa sürecinin sonuçlarıdır. Osmanlı’nın son döneminde Anadolu sözcüğü, bugünkü Anadolu’nun orta ve batı bölgeleri için kullanılırdı. Doğu Anadolu diye bildiğimiz yüksek bölgeye Erzurum Yaylası, Güneydoğu Anadolu’ya ise Cezire-i Ulya yani Yukarı Cezire denirdi. Kimi kez Cezire-i Ulya’ya Diyarbakır Yaylası da dendiği olurdu. Milli Mücadele ile birlikte ülke bütünlüğünü vurgulamaya yönelik olarak Şarki Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kuruldu; doğu yöreler de Anadolu kapsamına alındı. Ardından Bu fotoğraf Hasan Saltık Arşivi’nden alınmıştır, izinsiz kullanılamaz. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ile birlikte Misak-ı Milli Sınarları hedeflendi. Hatta bu tanım güneyde Musul’a kadar uzanıyordu. 20’li yıllardan itibaren coğrafya kitaplarında Anadolu alt bölgelere ayrılmaya başladı; 30’lu yıllarda artık bugünkü coğrafya alt bölümleri yerleşmiş oluyordu. doğu anadolu’da doğal koşullar Bugünkü Anadolu’nun farklı tanımlanmasının gerisinde doğal coğrafya koşulları yatıyordu. Bu coğrafyaların dağlık yapısı ya da dağlarla Anadolu’nun içerlerinden kopuk oluşu, kapalı havza niteliği taşıması okul ders kitaplarında ayrı bir coğrafi alan olarak tanımlanmasına neden olmuştu. Cumhuriyet’in 50’li yıllarına kadar karayoluyla Batı’ya ulaşım hemen hemen olanaksız addedilmişti. Uzun yıllar Erzurum, Trabzon üzerinden, Diyarbakır, Samsun üzerinden dış dünyaya bağlanmıştı. Demiryolunun ulaşamadığı yöreler için çıkış yolu her zaman en yakın suyolu olmuştu. Musul’dan İstanbul’a ulaşım Basra Körfezi ve Süveyş Kanalı üzerinden, Antep’ten Beyrut üzerinden, Kars’tan Batum üzerinden gerçekleştirilmişti. Karayolu ulaşımında doğuda Erzurum sınırlı olanaklara sahipti. Trabzon-Tebriz yolu Gümüşhane-Erzurum-Doğubeyazıt üzerinden geçmiş, Erzurum İran’a ulaşımda bir transit merkezi konumu kazanmıştı. Ayrıca kış aylarında açık olmasa da Sivas-Erzincan-ErzurumAğrı, Doğubeyazıt güzergâhı hayvan sevkıyatında da kullanılmıştı. Her mevsim geçit vermeyen diğer bir yol Mardin-Diyarbakır, Bingöl, Erzurum, Artvin karayoluydu. Cumhuriyet Türkiyesi’nin karşılaştığı en engebeli sorun, o günlerde Vilayât-ı Şarkiyye diye tanımlanan bu ulaşılması zor yöreleri inşa sürecinde olan ulus devletle bütünlemekti. Osmanlı döneminde Doğu ve Güneydoğu Anadolu görece özerk sayılabilecek bir konumdaydı. Devletin varlığı çok sınırlı bir biçimde hissediliyordu. Chester Projesi ile bu yörelerin dünyaya açılması düşünülmüşse de sermaye yetersizliği nedeniyle sonuç alınamamıştı. Cumhuriyet yönetimi ise farklı bir etnik yapıya sahip bu bölgeleri ulus devletle bütünlemek için öncelikle ulaşıma önem vermişti. Bu nedenle “milli şimendifer siyaseti” gündeme TOPLUMSAL TAR‹H 195 MART 2010 Tunceli’de devlete ait bir binanın temel atma töreni. geldi ve bütçeden önemli bir pay demiryolu inşaatına ayrıldı. Ancak bu coğrafyalarda aşiret düzeni uzun yıllar devam etti; devlet bu yörelere uzanamadı. Her ne kadar Şeyh Sait ayaklanmasının ardından Şark Islahat Planı adı altında yöreye yönelik bir düzenleme, gündeme gelmişse de sorunun temelinde yatan toprak düzenine ilişilemedi. 30’lu yıllarda toprak reformu için kimi ön hazırlıklar yapıldı; Ömer Lütfi Barkan’a o sırada gerçekleştirilen Doğu ve Güneydoğu Avrupa’daki toprak reformları inceletildiyse de siyasi yapının hassas dengeler üzerine oturmuş oluşu nedeniyle bu yörelere dokunulamadı. Düzenin korunabilmesi için çoğu kez yöre şeyhi, şıhı, toprak ağasıyla işbirliğine gidildi. doğu raporlarının dünü Türkiye’nin “Doğu” sorunu çok daha öncelere uzanıyordu. Tanzimat ertesi bu yöreler iktidarları sürekli meşgul etti. Derviş Paşa harekâtı, Hamidiye alayları, Neşet Paşa harekâtı, Mutasarrıf Arif’in, Celal Bey’in raporları bu dönemdeki gelişmelerin somut sonuçlarıydı. Keza II. Meşrutiyet’in özellikle ilk yıllarında benzer harekâtlar birbirini izledi. 49 “DOĞU” RAPORLARI NSS Arşivi’nde bulunan Tunceli haritasında 1937-38 operasyonları sırasında ilan edilen yasak bölgeler ve karakollar da işaretlenmiş olarak gösteriliyor. Tarih Vakfı Arşivi NSS Fonu. 50 Cumhuriyet’le birlikte Koçgiri direnişi, Şeyh Sait ayaklanması, Maliye Müfettişi Hamdi Bey’in, Ali Cemal Bey’in raporları ve nihayet Şark Islahat Planı. Şark Islahat Planı beraberinde birçok rapor ve genelge getirdi. Çankırı Mebusu ve TBMM Başkanı Abdülhalik Renda’nın raporu, Dahiliye Vekili Cemil [Uybadin] Bey’in raporu, Genel Müfettiş İbrahim Tali’nin raporları, Erkan-ı Harbiye Reisi Fevzi Çakmak’ın raporları, Halis Paşa’nın raporu, Birinci Umumî Müfettiş Avni Doğan’ın raporu bunlar arasında sayılabilir. Biz bu yazımızda Necmeddin Sahir Sılan’ın raporlarını tanıtacağız. Ancak, Necmeddin Sahir Sılan’dan önce yöreyle ilgili en ilginç raporlardan birini hazırlamış olan ve bizi geniş ölçüde bilgilendiren Abdülhalik Renda’nın raporuna değineceğiz. Zira Necmeddin Sahir Sılan’ın söyledikleri ile Abdülhalik Renda’nın tespitleri arasında önemli benzerlikler olduğunu göreceğiz. Bir de şunu hatırlatmakta yarar görüyoruz. Devlet, Doğu ve Güney Anadolu’daki yapı hakkında son derece ayrıntılı bilgiye sahipti. Bunu çok gizli anlamına gelen “üç hilâli” hizmete özel raporlarda görebiliyoruz. Bu raporlarda gündeme gelen sorunlar ne ölçüde çözüm buldu. Bu ayrıca tartışılması gereken bir husus. nı ve Malatya’nın güneyindeki Kâhta, Hısnımansur ve Behisni kazalarını kapsamıştı. şark ıslahat planı ve abdülhalik renda Necmeddin Sahir Sılan’ın “dağ Türkü” diye nitelediği kesimin adını koyarak, “Kürtler” üzerine bir rapor hazırlamıştı. Kürtlerin nerelerde, ne miktarda sakin olduklarını, kullandıkları dili, yaşam koşullarını, yörede devletin etkinliği ayrıntılı bir biçimde bu raporda yer almıştı. O günlerde Fırat’ın doğusunda ve Bingöl dağlarının güneyinde bulunan Urfa, Mardin, Siverek, Diyarbekir, Ergani, Elâzığ, Dersim, Genç, Muş, Beyazıt, Van, Hakkâri, Bitlis, Siirt vilayetleri ile Erzurum vilayetinin Hınıs ve Kiğı, Erzincan’ın Pülümür kazalarının kayıtlara göre nüfusu 1.360.000 dolayındaydı. Yaptığı inceleme sonucu bu yörelerdeki halkın çoğunluğu, yani 993.000’i Kürtlerden oluşuyordu. Bu nüfus içerisinde Türkçe konuşanların nüfusu 251.000 ve Arapça konuşanlarınki ise 117.600 idi. Abdülhalik Renda’nın raporuna dönersek, devlet katında önemli görevler üstlenmiş olan Renda, Doğu’yu iyi bilen bir kişiydi. İttihatçı gelenekten geliyordu ve Cumhuriyet’in inşasında önemli roller üstlenmişti. Bu açıdan saptamaları da ayrı bir önem taşıyordu. Abdülhalik Renda’nın kendisi Arnavut kökenliydi. Ancak, İttihatçılığı onun etnik kimlik sorunlarını aşmasını sağlamıştı. Ortak bir kimlik oluşturma çabası içerisinde Cumhuriyet’in önde gelen devlet adamları arasında yer aldı. Renda’nın raporu Şeyh Sait ayaklanması ertesi hazırlanmıştı. Başvekil İsmet Paşa’nın görevlendirmesiyle “isyan sahası” diye nitelenebilecek yöreye bir “tetkik seyahatı” yapmıştı. İncelemeleri Gaziantep, Urfa, Siverek, Diyarbekir, Siirt, Bitlis, Van, Muş, Genç, Elâzığ, Dersim, Ergani, Mardin, Malatya ve Maraş vilayetlerini, Van Gölü’nün kuzey ve güney sahilini, Muş, Genç ve Elâzığ arasındaki isyan mahalli olan kazaları, Dersim vilayetinin bütün kazaları- Fırat’ın doğusunda ve Bingöl dağlarının güneyindeki coğrafyada sakin olan halkın ancak 100.000 kadarı Kürtçe bilmiyordu. Kürtçe ve Arapça konuşan geri kalan halk dahil olduğu halde bütün sekene Kürtçe konuşmaktaydı. Fırat’ın batısında Malatya vilayetindeki halkın yarıdan biraz Fırat’ın doğusunda bulunan Kürtler ekonomide hâkim konumdaydılar ve Kürtçe temel dildi. Elaziz, Ergani, Diyarbekir, Urfa, Bitlis, Van, Muş ve Palu gibi yörelerin Türk kasabalarından erkek ahalisi de Kürtlerle alışverişlerinde Kürtçe konuşmakta ve böylece köyler ve küçük kasabaların ahalisi Türkçe öğrenmeye ve konuşmaya mecbur olmaksızın bütün işlerini görmekte, ihtiyaçlarını gidermekteydiler. Fırat’ın batısında Malatya vilayetinin vaziyeti de benzerdi. Yalnız bu vilayetin Behisni kazasında yaşayan Kürtlerin erkekleri ihtiyaçlarını gidermek için Türkçe öğrenmek durumundaydılar. Fırat’ın batısında Kürtlerin erkekleri Türkçe öğrenmeye mecbur kalmışlarsa da kadınlar hâlâ Kürtçe konuşuyorlardı. devlet versus aşiret reisleri Abdülhalik Renda’ya göre, bu yörelerde bey ve ağaların, aşiret reislerinin nüfuzu devam ediyordu. Köylünün sırtındaki şer’i vergi aşar 1925 yılında kaldırılmıştı. Bu uygulama ancak “yalnız köyü” diye adlandırılan bağımsız köylerde anlam kazanmıştı. Ağa ve bey köyleriyle çiftliklerinde vergi mukabili olarak eski öşür miktarında ya da ondan bir nispette aşağı öşür veya vergi ağa ve bey tarafından alınmaktaydı. Devletin etkin olamadığı yörelerde bey, ağa, aşiret reisi iktidarı simgeliyordu. Abdülhalik Renda raporunda bu coğrafyalarda resmen devlet etkinliğini gösteremiyordu. Devlet memurları görevlerini gereği gibi yerine getirmiyorlardı. Yaşam koşulları son derece zor olan bu coğrafya sürgün yeri olarak görülüyordu. “Bütün memurin-i devlet Garpta ve merkezdeki memurlarımızdan daha aşağı seviye ve iktidarda” idiler. Kendilerini mağdur mevkide görüyor, heves ve arzu ile görevlerini yerine getirmiyorlardı. Kolluk kuvvetlerinin sayısı son derece düşüktü. Kasaba ve köyler ba- TOPLUMSAL TAR‹H 195 MART 2010 fazlası Kürt’tü. Malatya vilayetinde ve Pazarcık kazalarında da 22.000 kadar Kürt bulunuyordu. kımsızdı, sağlık koşulları son derece elverişsizdi. Bayındırlık alanında pek bir şey yapılmıyordu. Adli makamlar adaletten ziyade “tezvirata ve haksızlığa” alet oluyordu. Maznun ya da itham edilmiş, suçlu suçsuz binlerce kişi firardaydı. Eğitim alanında devlet bir varlık gösteremiyordu; öğretmen sayısı yetersizdi ve yöreye gelenler de yeterli birikimden yoksundu. Ermenilerden kalan “emval-i metruke”den olan köylere Kürtler yavaş yavaş yerleşmekteydi. Kürt nüfusu sürekli artıyordu. Çoğu yerde hükümet ve karakol binaları devleti görünür kılma açısından etkileyici olamıyordu. Çoğu toprağın kaydı kuyudu yoktu. Tahrir yapılmamıştı. Arazi vergisi ödenmiyordu. Aşarın kaldırılışı, ağa ve bey köylerinde anlam taşımıyordu. Çoğu yerde aşiret reisleri ile ağaların nüfuzları bakiydi. Aşiret düzenine son verebilmek için Necmeddin Sahir Sılan, birçok kez halkla temas kurmuş,“halkın gösterdiği hassasiyet”i gündeme getirmiş, kimi yöre yöneticilerinin görüşlerini almış, “derinlemesine mülakat” diye nitelediğimiz yöntemlerle bölge hakkında zengin bir bilgi toplamıştı. Bugün bile eşine ender rastlanan bir siyasi işlevi yerine getirmişti. evvelemirde hükümeti bu yörelerde görünür kılmak, halkı, aşiret mensuplarını, hükümet gücüyle, hayat, mal ve haklarının korunabileceği konusunda ikna etmek gerekiyordu. Devletin olmadığı bir ortamda kişi hakkını elde etmek için aşiret reisine başvurmanın dışında çözüm bulunmuyordu. Aşiret mensupları açısından aşiret reisi hükümetten daha güçlü ve daha “şedit”ti. Devleti aşiret reisinden daha güçlü kılmadıkça aşiret mensubu aşiret reisine boyun eğmek zorunda kalıyordu. Ne hükümete vergi veriyor, ne askere gidiyordu. Devleti görünür kılmanın başında ise hükümet binaları geliyordu. Vilayet, kaza ve nahiye daireleri ile jandarma karakollarının devleti temsil edecek bir düzeyde inşa ve tefriş edilmesi gerekiyordu. Bu binaların ağaların evlerinden daha muhteşem ve büyük yapılması, karakolların gereğinde bir süre için kale gibi korunaklı bir halde inşa edilmesi, “cahil halka” devletin ağalardan daha güçlü olduğunu, binaların mukavemet ve azameti ile gösterilmesi gerekiyordu. Dersimli köylü kızlar. 1 Ağustos 1937 tarihli Tan gazetesinin Tunceli ekinden. Abdülhalik Renda’ya göre yörede devleti hâkim kılmak için demiryolu politikasının ayrı bir önemi vardı. Kısa sürede Kayseri’den Erzincan’a ve Muş yoluyla Van Gölü sahiline ve Malatya’dan Diyarbekir’e demiryoluyla ulaşmak gerekiyordu. Yukarıda da belirtildiği gibi, demiryolu bir ölçüde devleti temsil ediyordu. Doğu’ya giden memurun genellikle şevki kırılıyordu: Oraya arzu ve hevesle gitmiyordu. Adeta cebren gidiyordu. Çocuklarını okutacak okul bulamıyor ve birçok olanaktan yoksun 51 Vakfı ekibi tarafından kitap haline dönüştürülmüştü. “DOĞU” RAPORLARI Necmeddin Sahir Sılan, TBMM’nin altıncı döneminde (1939) Bingöl, yedinci (1943) ve sekizinci (1946) dönemlerinde Tunceli mebusu oldu. Milletvekilliğinin yanı sıra TBMM Başkanlık Divanı kâtip üyeliği yaptı. 1950’de CHP’den ve milletvekilliğinden istifa etti ve 1950-1954 yılları arasında Demokrat Parti Genel İdare Kurulu’nun kararı ile Erzincan, Tunceli ve Bingöl’deki DP teşkilatlarının parti müfettişi olarak görevlendirildi. Devletin en mahrem noktalarına ulaşabilen bir kişiydi. 1957 yılında 33. derecede, yani en üst derecede masonluk elde etmişti. raporlar ve toplumsal sorunlar Resmi söyleme uygun yayın yapan Tan gazetesi yönetimi, askeri yöntemlerle devletin bölgede istediği sonucu alacağını düşünüyor olsa gerek. 1 Ağustos 1937 tarihli Tan gazetesinin Tunceli ekinden. kalmaktan şikâyetçi olarak bir an önce Batı’ya naklini istiyordu. Orada kalıcı memurların çoğunun düzeyi ise, Batı’dakilerin altındaydı. Buna çözüm getirmek için bütün devlet memurlarına zorunlu hizmet getirmek gerekiyordu. Gitmeyenler terfi ettirilmemeliydi. Mecburi hizmet üç yıldan az olmamalı ve özendirici ücret yöntemleri uygulanmalıydı. Diğer önemli bir konu kolluk kuvveti idi. O günün koşullarında jandarma bu coğrafyada etkin olamıyordu. Sayıdan çok niteliğe önem verilmeliydi. bingöl mebusu necmeddin sahir sılan Bu raporun yazılışından on üç, on dört yıl sonra Necmeddin Sahir Sılan’ın raporları gündeme geldi. Necmeddin Sahir Sılan da yöreyi iyi bilen bir mebustu. 52 Doğu Sorunu üzerine en fazla rapor veren kişiydi. Ayrıca CHP’ye sunulan bu raporlar Tek Parti döneminde siyasetin sanıldığından çok daha etkin bir “iletişim” aracı olduğunu gösteriyordu. Mebus, devletle halk arasında önemli bir işlev görüyordu. Kendi seçim bölgesine gidiyor, halkla konuşuyor, yöre yönetimi hakkında partisine rapor veriyordu. Tabii Necmeddin Sahir Sılan örneği ne kadar genellenebilirdi; bu ayrı bir sorundu. Ancak Necmeddin Sahir Sılan’ın raporları sayesinde Tek Parti döneminden Çok Partili döneme geçişte bu coğrafya hakkında ayrıntılı bir bilgi kaynağına sahip olmuş oluyoruz. Abdülhalik Renda’nın yirmili yılların ikinci yarısında gündeme getirdiği sorunlar üç aşağı beş yukarı kırklı yıllarda da gündemdeydi. Tek bir istisna ile… Abdülhalik Renda’nın “Kürt” diye niteledikleri, Necmeddin Sahir Sılan’da “Dağ Türkü” olmuştu. Necmeddin Sahir Sılan, Cumhuriyet Türkiyesi’nin oluşumuna yakından tanıklık etmiş bir kişiydi. 1920 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Evrak ve Tahrirat Müdürü olarak çalışmıştı. Milli Mücadele’nin ilk evresinde, her şeyin kötü gittiği bir dönemde, mebuslar arasında Türkiye’nin ilk anketini düzenlemiş, 315 mebusa yönelttiği “Kazanılacak olan İstiklal Savaşı’nın iyi sonuçlar vermesi neyle mümkün olacaktır ?” sorusuna 315 cevap almıştı. Bu anket yıllar boyu gün yüzüne çıkmamış, 2004 yılında Mete Tunçay’ın başkanlığında Tarih Necmeddin Sahir Sılan milletvekili oluş tarihinden itibaren Cumhuriyet Halk Partisi’ne dokuz, Demokrat Parti’ye dört rapor yazdı. Bu raporlar halen Tarih Vakfı arşivlerinde saklanıyor ve yakında bir kitap olarak yayınlanacak. Bingöl vilayetinin oluşumundan sonra ilk Bingöl mebusu olan Necmeddin Sahir Sılan, mebus seçildiği 1939 yılından itibaren CHP’ye, daha sonra DP’ye raporlar hazırladı. Bu raporlarda yöreyle ilgili ilginç bilgiler yer aldı. Abdülhalik Renda’nın yukarıda saptadığı sorunlar, Necmeddin Sahir Sılan’ın da raporlarında bariz bir biçimde yer alıyordu. Ancak, Necmeddin Sahir Sılan, büyük ölçüde kendi inisiyatifiyle yöreyi gözlemlemiş ve halkın arasına karışarak çok daha doğrudan bilgi edinme yolları bulmuştu. Bu açıdan Abdülhalik Renda’nın raporundan farklıydı. Ayrıca sosyal konulara da eğilmiş, kız kaçırmadan kadın intiharlarına kadar, değişik sorunları gündeme getirmişti. Abdülhalik Renda’nın raporu sorunların tespitinde ayrıntılı bir nitelik taşıyorsa da bu yörelerle ilgili gözlemlerinde son derece “gerçekçi” idi. Oysa Necmeddin Sahir Sılan, iyimserliğini koruyor, olumlu gelişmeleri sık sık gündeme getiriyordu. Mesela raporlarının birinde kız kaçırma ve Abdülhalik Renda’nın raporunda da vurgulandığı gibi Necmeddin Sahir Sılan’ın hemen her raporunda coğrafya etmeni ve ulaşım zorlukları ön planda yer alıyordu: “Yüksek dağlarla kuşanmış olan Bingöl Vilâyeti hudutları dahilindeki yol ve köprü işleri önemli bir vaziyet arz etmektedir. Vilâyetin şimalinde [kuzeyinde] Erzurum, cenubunda [güneyinde] Diyarbekir demiryolu ile irtibatının temin edilebilmesi ve vilâyet dâhilindeki kazalarda da muvasalanın [ulaşımın] muntazam şekilde tesis olunabilmesi, bir çok yerlerde toprak tesviyesiyle açılmış olan yolların iyice yapılmasına ve kış ve ilk bahar mevsimlerinde geçit vermeyen büyük sular üzerinde köprüler kurulmasına bağlı bulunmaktadır. Vilâyet merkezi olan Çapakçur’da ve diğer kazalarda idare âmirleri ve halk ile vaki muhtelif temas ve görüşmelerde bu husustaki mahrumiyet üzerinde ısrarla durulmuş ve Dördüncü Umumî Müfettişliğin bu mevzu üzerindeki vaat ve teşebbüslerinin, yüksek ve salâhiyetli makamların yardımıyla, önümüzdeki yıllarda tahakkuku halk için büyük bir ümit kaynağı olmuştur.” ulaşım ağı ve demiryolu Necmeddin Sahir Sılan, ardından ulaşım ağında yapılması gereken yol şebekeleri hakkında bilgi veriyor, Tunceli’de yol inşaatında çalışan köylüler. 1 Ağustos 1937 tarihli Tan gazetesinin Tunceli ekinden. Munzur üzerinde inşa edilen geçici köprü ve nöbet bekleyen askerler. TOPLUMSAL TAR‹H 195 MART 2010 intihar vakalarıyla ilgili şu satırlar yer alıyordu: “ Vilâyet mıntıkasındaki kız kaçırma vakalarının eskisi gibi olmadığı ve kızlarını maddî menfaat temini maksadıyla küçük yaşta elden çıkarmak itiyatlarına karşı evlenme haddinin on beş yaşına indirilmesinin çok iyi semereleri görüldüğü ve bu suretle ebeveynin istismarına karşı aksülâmel mahiyetinde telâkki edilen kız kaçırma vakalarının da kısmen önlenmiş olduğu ifade edilmiştir. Bu arada, mahiyetine lâyikiyle nüfuz edilememiş olmakla beraber, intihar vakalarının kadınlar arasında daha çok olduğu öğrenilmiş…” Tabii bugün bile kız kaçırma ve genç kızlar arasında “intihar” sorunu devam etmektedir. Necmeddin Sahir Sılan, çoğu kez tekil örnekleri genellemekle yetiniyordu. 1 Ağustos 1937 tarihli Tan gazetesinin Tunceli ekinden. Cumhuriyet Türkiyesi’nin karşılaştığı en engebeli sorun, o günlerde Vilayât-ı Şarkiyye diye tanımlanan bu ulaşılması zor yöreleri inşa sürecinde olan ulus devletle bütünlemekti. Osmanlı döneminde Doğu ve Güneydoğu Anadolu görece özerk sayılabilecek bir konumdaydı. Devletin varlığı çok sınırlı bir biçimde hissediliyordu. özellikle kış ve ilkbahar mevsimlerinde geçit vermeyen, altı yedi ay boyunca ulaşıma kapalı olan bağlantı yollarının bir an önce çözüm bulması gereğine dikkati çekiyordu. Devletin özellikle yol politikasıyla bu yörelere ulaşabileceğini vurgulayan Necmeddin Sahir Sılan, hemen hemen her raporunda bu hususa değinmişti. Raporlarının birinde ulaşım ağı ile ilgili bölüm şu satırlarla son buluyordu: “Halkın bu dileklerine karşı, Cumhuriyet hükümetimizin aziz yurdumuzun her bakımdan imarı hususundaki yüksek karar ve hareketleri mevzuu bahsedilmiş ve Cumhuriyet hükümetlerinin verdiği sözü daima tuttuğu ve tahakkuk ettirdiği ileri sürülmek suretiyle, Cenup [Güney] ve Şark [Doğu] demiryollarını kısa bir devrede başardığı gibi, ülkemizin yol ve köprülerini ve medenî diğer tesislerini de muayyen bir plân dâhilinde ve malî imkânlarla başarmaya matuf teşebbüslerine hararetle devam etmekte olduğu söylenilmiş, hükümetimizin ve Partimizin her husustaki mesaisi halk tarafından memnuniyet ve sevinçle karşılanmıştır.” 53 “DOĞU” RAPORLARI Necmeddin Sahir Sılan’ın 11/12/1940 tarihli raporu “Milli Birlik ve Beraberlik” başlığını taşıyordu. Bu rapor aslında Bingöl mebusu olarak seçildiği yörede “yurttaşlarla konuşma”dan oluşuyordu. Daha doğrusu halka yaptığı bir konuşma CHP genel sekreterliğine gönderilmişti. O nedenle raporlar arasında yer alıyordu. Aslında yol yapımı ile sorunlar çözülmüyordu. Ulaşım araçları da son derece yetersizdi. Zira bölgede yaygın bir biçimde kağnı ve binek hayvanıyla ulaşım sağlanıyordu. Vilayet dâhilinde çiftçiye dört tekerlekli arabaların uygun koşullarda dağıtımı ve tekerlekli arabaların benimsenmesi önem arz ediyordu. Abdülhalik Renda’nın yirmili yılların ikinci yarısında gündeme getirdiği sorunlar üç aşağı beş yukarı kırklı yıllarda da gündemdeydi. Tek bir istisna ile… Abdülhalik Renda’nın “Kürt” diye niteledikleri, Necmeddin Sahir Sılan’da “Dağ Türkü” olmuştu. Konuşmasında Necmeddin Sahir Sılan özellikle tasarlanan Elazığ-Van demiryolundan övgüyle söz ediyor, “şark ve garp, şimal ve cenup vilâyetlerimizi birbirine bağlayan demiryolu siyaseti ile bir çok köylerimiz şenleniyor, bir çok şehirlerimiz bugünü yarına bağlayan medenî eserlerin ve iktisadî hareketlerin mihrakı oluyor” diyordu. Ulaşım olanaklarının yetersizliği ve su taşkınları birçok raporda gündeme geliyordu. Raporların birinde kış ve ilkbahar aylarında vilayet merkeziyle bağlantısı kopan Kiğı kazasının Erzincan ya da Erzurum’a bağlanması tartışılıyordu. Perisuyu denilen nehrin üzerinde köprü olmaması nedeniyle yaz aylarında bile ulaşım güçlükle sağlanıyordu. Bu nedenle Perisuyu’nun öte tarafındaki yerleşim yerlerinin Bingöl vilayetinden ayrılması düşünülüyordu. 54 Ulaşım sorunu bu coğrafyada yeni idari düzenlemelere gidilmesini gerekli kılıyordu. Camusgölü mıntıkasındaki köylerin Elazığ vilayetinden alınarak Bingöl vilayetine verilmesi daha uygun görülüyordu. Keza Karlıova kazasının Erzurum ya da Muş vilayetlerinden birine bağlanması üzerinde duruluyordu. Bütün bu idari düzenlemelerde asayiş başta olmak üzere stratejik kaygılar önemli bir rol oynuyordu. çağdaşlık simgesi: elektrik-su Coğrafyanın önemli bir kısmı elektrikten mahrumdu. Bingöl vilayet merkezi Çapakçur’da 1939 yılında henüz elektrik ve su tesisi yoktu. Halkın kendisine bu dilekleri iletmesi üzerine Necmeddin Sahir Sılan, yöre idari makamlarıyla görüşmüş ve Çapakçur’un içinden geçen nehirden yararlanılarak elektrik temini yoluna gidilmesini sağlamaya çalışmıştı. Ancak raporda bu konuyla ilgili şu satırlar yer alıyordu: “Halkın bu temiz dileğini yerine getirmek hususunda salâhiyetli makamlar dahi mutabık bulunmakla beraber” kuruluş giderlerinin karşılanamaması gerekçesiyle uygulamaya geçilemediği anlaşılmıştı. “Bununla beraber bu işin ciddî bir etüt mevzuu olarak mütalaası suretiyle Vilâyet Merkezinin az masraflı bir tesis ile elektriğe kavuşması çok yerinde görülmüştür.” Keza içme suyu sorunu da aynı oranda önemliydi. Çapakçur’un yerel kaynaklarından sağlanan su, ihtiyacı karşılamıyordu. Merkeze beş kilometre mesafede bulunan Mirzan suyunun kente getirilmesi isteniyordu. Bu suyun kente ulaşması için on beş bin liralık bir masraf gerekiyordu. Ancak özel idare ve belediye bütçe- leri buna elvermiyordu. İçme suyu sorunu Genç kazasında da gündeme gelmişti. Bütün yörede gerek tarım gerekse içmek için su, başlı başına bir sorun oluşturuyordu. Necmeddin Sahir Sılan, tıpkı Abdülhalik Renda gibi, yörede devletin görünür olmasına ayrı bir önem atfediyordu. Bu da kamu binalarıyla mümkün olabilirdi. Resmi kurumlar eski binalarda faal durumdaydı. Oysa yeni binaların bir an önce yapılması gerekiyordu. Vilayet merkez örgütünü kucaklayacak yeni bir hükümet konağı inşası kaçınılmazdı. Çapakçur’un vilayet merkezi oluşundan sonra yapılan tek bina hastane idi; o da bir türlü açılamıyordu. Bu konuda karşılaşılan zorlukları Necmeddin Sahir Sılan şu satırlarla ifade ediyordu. “ … büyükçe inşaat işlerine mesafenin uzaklığı ve malzeme nakliyatının zorluğu hasebiyle sermaye ve vukuf sahibi mühendislerin talip olmadığı ve bu vaziyet muvacehesinde talip olanların bu havalide sermayesi ve vukufu az bazı iş sahiplerinden ibaret bulunduğu ve uzak mesafelerde ve muhtelif yerlerdeki inşaat işlerini sürekli olarak murakabe için resmi teşekküller elinde matlup miktar ve evsafta vazifedarlar bulunamadığı anlaşılmıştır.” Devlet memurlarının ikamet ettikleri binalar da son derece elverişsizdi. Bu yapılar sıhhi koşullardan uzaktı; hastalıklara neden oluyordu; zor kış şartlarında ısıtılması sorun oluyordu. Bu nedenle ölüm vakaları da yüksekti. Hükümet memurları için hükümetçe sıhhi şartları olan memur evlerinin yapılması ve özellikle tüm ülke için geçerli olan bu soruna, “Çapakçur” gibi mesken buhranının had safhada olduğu bir yöreden başlanması yerinde bir tedbir olacaktı. Mesken sorunu yöre halkı için de önem arz ediyordu. Vilayette binalar taş ve çamurla ve kavak, söğüt ağaçlarıyla yapılmakta ve bu yüzden bir yapı babadan çocuğa devredilmeden yıkılmaktaydı. Kaolin adlı topraktan tuğla ve kiremit yapıldığı takdirde kasaba ve köylerdeki evlerin daha dayanıklı ve sıhhi şartlara daha elverişli olacağı vurgulanıyordu. Kürt sözcüğü daha önceki raporlarda, bu arada Abdülhalik Renda’nın raporunda sakınılmadan kullanıldığı halde özellikle Dersim ayaklanması ertesi kaçınılması gereken bir sözcük olmuştu. Necmeddin Sahir Sılan raporunda “köy işleri”nden söz ederken “… bazı yerlerde de öz Türkçe yerine dağ Türkçesi konuşulması yüzünden Köy kanununun tamamıyla tatbikine imkan olamadığı”nı belirtiyordu. Yöre çok fakirdi. Tarımın ve hayvancılığın geliştirilmesi için, kış ve ilkbahar mevsimlerinde yol bulunamayışı ve su taşkınları yüzünden, ulaşım olanakları kesilen bu vilayeti düzgün yollarla Elazığ-Diyarbakır ve Sivas-Erzurum demiryollarına bağlamak gerekiyordu. Son derece sınırlı olan Özel İdare bütçesine sıhhi, içtimaî, kültürel sorunlar ve kurumlarla, bayındırlık işlerini başarmak üzere mali olanaklar dâhilinde genel bütçeden birkaç yıl sürekli olarak yardımda bulunulması, çok geri olan ve “dağ Türkçesi” konuşulan birçok mıntıkada kültür hareketlerini uyandırmak ve “içtimaî, fikrî” hareketlere hız vermek gerekiyordu. leri sonucu düzenlenmişti. O sıralarda vilayet merkezinin Çapakçur’dan Genç kazasına nakledilmesi söz konusuydu. Çapakçur halkı vilayet merkezi kalma konusunda ısrarlıydı. Özellikle yeni demiryolu hattının Genç’ten geçirilmesi vilayet merkezinin değiştirilmesinde etken oluyordu. Elazığ-Muş yolu üzerinde yordu. Bu kazada evlenmek isteyenler sağlık muayenesi için Çapakçur’a gitmek durumunda kalıyorlardı. Karlıova kazasında da hükümet doktoru yoktu. Kışı zorlu ve sürekli olan bu bölgede ne eczane, ne de ebe vardı. Çözüm olarak vilayet Özel İdare bütçesinden beş yüz liralık döner sermaye tahsisi ile Dördüncü Umumî bulunan Çapakçur’un da hükümetçe imar edileceği vaatleriyle halk ikna edilmeye çalışılıyordu. Müfettişlik tarafından bir “sağlık otomobili” ile seyyar bir doktor temin edilmişti. Böylece köylere kinin ve diğer ilaçların dağıtımı sağlanmış oluyordu. Bu tür bir önlemin maddi olmaktan çok “manevî” önemi vardı. Benzer bir çözümün diğer vilayetlere de uygulanması raporda temenni ediliyordu. Bu arada evlenme durumundaki yurttaşların, sağlık muayenelerinin doktoru bulunmayan kazalarda, gerekli bilgilerle donatılmış küçük sıhhat memurları tarafından yapılmasını sağlamak amacıyla kanunun ilgili maddelerinde düzenlemeye gidilmesi öneriliyordu. nüfus ve sağlık Necmeddin Sahir Sılan ilk raporunu yazdığı tarihte bu coğrafyada parti teşkilatının da son derece yetersiz olduğunu söylüyordu. Sadece Kiğı kazasında parti örgütü vardı. Dördüncü Umumî Müfettiş ve Bingöl Valisi ile olan görüşmelerde diğer kazalarda da parti örgütü kurulma olasılığı görüşülmüşse de “şimdilik” buna olanak olmadığı görülmüştü. Halkevi ise iki kazada açılmıştı. Necmeddin Sahir Sılan, raporunun bu bölümünde ayrıntılarıyla Halkevi etkinliklerine yer veriyordu. Tek kitaplık vilayet merkezindeki Halkevi’nde bulunuyordu. Bu kitaplıktaki kitap sayısı ise 772 idi. Necmeddin Sahir Sılan, salt gözlemde bulunup rapor yazmakla kalmıyor, halkla yönetim arasında sorunların çözümü için de çaba sarf ediyordu. Bu tür gayretler raporlarda da ayrıntılarıyla yer alıyordu. 1940 tarihli bir rapor Bingöl vilayetinde halkla ve idari makamlarla olan görüşme- Necmeddin Sahir Sılan’ın raporlarından görüldüğü kadarıyla bir başka sorun yöre halkının bir kısmının konargöçer oluşuydu. 1940, nüfus sayım yılıydı. Yörede karşılaşılan sorun birbirini kucaklayan dağlık mıntıkalarda ve davar sürüleriyle yaylalarda dağınık ve gezginci olarak yaşayanların nüfus sayımlarının gereği gibi yapılamamasıydı. Bu durum özellikle II. Dünya Savaşı nedeniyle gündeme gelen seferberlik sorununu ilgilendiriyordu. Diğer bir sorun vilayet merkezi Çapakçur’da yirmi yataklı bir hastane yapılmış olmasına rağmen bir türlü faaliyete geçememesiydi. Özel idare bütçesiyle yaptırılan bu küçük hastane iki yıldan beri doktor bekliyordu. Keza, Solhan kazasında bulunan tedavi evi doktorsuzluk nedeniyle atıl kalmıştı. Birçok yörede hükümet tabibi yoktu. Genç kazasında da iki yıldan beri doktor bekleni- TOPLUMSAL TAR‹H 195 MART 2010 kürt versus “dağ türkü” Munzur üzerinde köprücü müfrezesi talim yapıyor. 1 Ağustos 1937 tarihli Tan gazetesinin Tunceli ekinden. eğitim ve “dağ türkçesi” Eğitim sorununa her raporda değinilmişti. “Dağ Türkçesi” sürekli gündeme geliyordu. “Türkçemizin kökleşmesini ve doğuş ve yaşayış tarzlarına göre Dağ Türkçesiyle konuşanlar arasında Türkçemizin yayılmasını temin edecek olan mekteplerimizde ve teşekküllerimizde” iyi sonuçlar alınmaya başlanmıştı. Vilayet dâhilinde iki adet beş sınıflı ve on bir adet üç sınıflı okul tüm vilayet çocuklarının okutulmasına yetmekten çok uzaktı. 55 “DOĞU” RAPORLARI Ama yine de “öğretmenlerin değerli emekleriyle anaları babaları Türkçe bilmeyen çocukların Türkçeyi öğrenmeleri ve Türkçeyi yaymaya başlamaları istikbal için sevinçle karşılanacak mahiyette” idi. Raporda eğitim konusuna ayrı bir önem veriliyor ve köylere kadar okullar konusunda ayrıntılı bilgi veriliyordu. Necmeddin Sahir Sılan eğitimin önemini şu satırlarla vurguluyordu: “Genç talebeye Cumhuriyetin feyzini aşılayan, onu Cumhuriyet güneşiyle dimdik tutan kudret, onu okutan öğretmen ve onu yetiştiren mekteptir. Yurdumuzun bu güzel topraklarında çocuk olarak dünyaya gelen, genç olarak büyüyen, ihtiyar olarak yaşayan ve ölümüne kadar Dağ Türkçesinden başka bir ses duymayan vatandaşları Türk camiasında kuvvetle temsil edebilmek için, dâvamızı kazanmak için tutacağımız yollardan biri yine mekteptir.” doğu’da ekonomi Yöre topraklarının büyük bir kısmı dağlıktı ve tarıma elverişli değildi. Ama yine de buğday, arpa ve darı mahsulü alınıyordu. Yöre halkı öküz istiyordu, tohum istiyordu. Ziraat Bankası kredisinden bilfiil tarımla uğraşanlar yararlanıyordu. Oysa bölgede kredi ihtiyacı genişti. Ayrıca gündemde olan toprak dağıtımının salt tarımla uğraşanlarla sınırlı tutulmaması isteniyordu. İşsiz güçsüz birçok kişi vardı. Bunlara da toprak verildiği takdirde sonuç alınabilirdi. Toprak sorunu özellikle Genç kazasında had safhadaydı. Bu yörede topraklar üç dört ağanın elindeydi. Bu topraklardan birçoğu işlenmiyordu. Necmeddin Sahir Sılan’a göre “prensip itibar ile ellerinde çok toprak olanların işleyemedikleri toprakları değeriyle almak ve topraksız olanlara vermek yerinde bir hareketti”. 56 Yörede özellikle savaş ortamı nedeniyle işgücü açığı vardı. Ama bu konuda gelenekle modernite çatışır konumdaydı. Kimi kesim teknolojik girdi beklentisi içerisindeydi. Halk dileklerini şu şekilde ifade ediyor- du: “Rençber işleri geri kalıyor. Motorla müteharrik çift sürme âletleri Vilâyetimize de gönderilmelidir. Aynı zamanda biçme makinesi de lâzımdır. Bilhassa askere gidenlerin yerine rençber bulunmadığı için mahsul işlerinin motorlu vasıtalarla temini ricasındayız.” yöreye Cumhuriyet’i, rejimi götürme çabası içerisindeydi. Özellikle II. Dünya Savaşı’nın çıkışıyla birlikte bu “görev”i daha da etkin bir biçimde yerine getirmişti. Bu tür bilgiler yöre halkına hitap ettiği ve sonradan bir raporuna koyduğu söylevde şu satırlarla yer alıyordu: “Motorla müteharrik çift sürme aletleri” gündemde iken Necmeddin Sahir Sılan yörede geleneksel tavrın tarımı olumsuz etkilediğini de kaydediyordu. Bu yörede karasaban son derece yaygındı. Karasabanı bırakmak, karasaban yerine pulluk kullanmak gerekiyordu. İyi mahsul alabilmek için toprağı iyi işlemek, iyi bellemek, hiç olmazsa toprak altına üç parmak kadar girmek gerekiyordu. Böyle olmadıkça iyi mahsul almaya olanak yoktu. Önceki yıllarda “numunelik” olarak vilayete dört pulluk gönderilmiş, ancak halk bunlara rağbet etmemiş, hiçbiri kullanılmamıştı. Gerekçe olarak pullukları çeken hayvanların ezilmekte olduğunu ileri sürmüşlerdi. Halk çok da haksız değildi; pullukları çekecek derecede güçlü öküzleri yoktu. Öküz yerine at kullanmak gerekebilirdi; ama o da sermaye işiydi. Necmeddin Sahir Sılan’a göre buna ihtiyaç kalmadan öküzler ortak kullanılarak iş görmek mümkündü. Bu amaçla Ziraat Bankası’nın Çapakçur şubesi halka kredi açmıştı. Ancak yöre insanı bu krediden yararlanmak istememişti. Kredi, faiz bunlar mubah şeyler değildi. “Büyük Türk Milleti emin olabilir ki Cumhuriyet orduları emir aldıkları zaman vazifelerini hakkıyla ifa edecek kıymettedirler. Yaptığımız ve yapacağımız fedakârlıklara Cumhuriyet orduları lâyık olduklarını ispat etmeğe her an hazırdırlar. Bu arada topraksız köylüye toprak dağıtımı için başvurular da düşük kalmıştı. Bir nedeni dağıtılacak toprağın başka vilayetlerde olduğu şayiasının çıkarılmış oluşuydu. Bu şayialar özellikle “millî” yani hazineye ait arazileri eken çiftçilerle ortakçılıkta çalışanlar tarafından çıkarılıyordu. Oysa Gençlilere dağıtılacak toprak Murat Nehri’nin öte yüzünde Tekören köyü civarındaydı ve çok değerliydi. siyaset ve rejim savunusu Necmeddin Sahir Sılan gerçek bir siyasetçiydi. Halkla olan ilişkilerinde salt dinleyici değildi. Aynı zamanda Aziz Vatandaşlarım, ne mutlu bizlere ki biz, dünya milletleri içinde en üstün ve en eski bir medeniyetin sahibi aziz Türk milletinin ve yavuz Türk ordusunun birbirine güvenen ve vatan mücahedesinde, vatan dâvasında eşi olmayan bir ırkın evlâtlarıyız. Ne mutlu bizlere ki Vatanın büyük evlâdı İsmet İnönü’ye malikiyetle müftehiriz. Çünkü O, bizimdir, biz Onun emrinde ve izindeyiz. Ne mutlu aziz Türk milleti, birlik ve beraberliğimizin kaynağını Türk ülküsünün azimkâr ve fedakâr timsali Millî Şefimizin kudretli ve kuvvetli varlığında perçinlemiş bulunuyoruz. Yaşa, var ol aziz Milletim, aziz Şefim.” Ancak tüm bu retoriklere rağmen Necmeddin Sahir Sılan Tek Parti döneminde siyasetin ne olduğunu biliyordu. Tek Parti yönetiminin sınırlarını aşarak seçilmiş olduğu yörede halkla temas kurmuş, “halkın gösterdiği hassasiyet”i gündeme getirmişti. Kimi yöre yöneticilerinin görüşlerini almış, halkla yönetim arasında köprü işlevi görmüştü. Raporlarında ise “derinlemesine mülakat” diye nitelediğimiz yöntemi uygulayarak bölge hakkında zengin bir bilgi toplamıştı. Dönemin çok az siyasetçisi bu denli seçildikleri bölge ile ilgilenmişti. Bugün bile eşine ender rastlanan bir siyaset anlayışını benimseyen Necmeddin Sahir Sılan, arşiviyle de tarih alanına özgün bir katkıda bulunmuş, bizlere dünü bırakmıştı.