Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
2012
Avrasya Uluslararası Araştırmalar Dergisi
ULUSLARARASI İLİŞKİLER VE BÖLGE ÇALIŞMALARI, TÜRKİYE'DEN VE RUSYA FEDERASYONU'NDAN ÖRNEKLER2021 •
Bu makalenin amacı Türkiye'de "Bölge Çalışmaları" ya da "Bölgesel Çalışmalar"ın kapsamı, yöntemi, amacına dair görüşlerin kökenini tespit etmek ve Rusya Federasyonu'ndan örnekler ile karşılaştırmaktır. Uluslararası İlişkilerin tarifinde uzlaşılamadığı gibi Bölgesel Çalışmaların tarifinde hatta adında dahi bir uzlaşı yoktur. Türkiye'de doçentlik müracaatında Uluslararası İlişkiler bilim alanının anahtar kelimelerinden birisi Bölgesel Çalışmalardır. Doçentlik müracaatında anahtar kelimesi "Bölgesel Çalışmalar" iken literatürde "Bölge Çalışmaları" kullanılmaktadır. Makalede "Bölge Çalışmaları" kurumları ile özel hukuka tabi "Düşünce Kuruluşları"nın faaliyetleri, benzerlik ve farklılıkları değerlendirilmiştir. Bölge Çalışmalarına dair Türkiye'de Türklerce Türkiye adresli dergilerde, kitaplarda yayınlanan görüşlerin Batı kaynaklı olduğu hatta İngilizce yazıldığı görülmüştür. Batı kaynaklı görüşler Türkiye'ye Türklerce aksettirilmiştir. Bu halde Türkler dış dünyayı Batı'dan, ABD'den bağımsız gözlemleyememiş ve değerlendirememiştir. Türkler yerküreye ve bölgelerine dair düşüncelerini kendi diliyle, Türkçe ifade edememişlerdir. Batı'ya bağımlılığın göstergesi Türkiye'de Batı, Avrupa çalışmaları merkezlerinin Türklük çalışmaları ya da diğer medeniyetlere dair merkezlerden fazla olmasıdır. Yükseköğretim Bilgi Yönetim Sistemi kayıtlarında Bölge Çalışmaları faaliyeti yürüten merkezler arasında Avrupa Birliğine dair araştırma ve uygulama merkezi sayısı açık ara öndedir. Türkiyat/Türkoloji merkezlerinden çok daha fazladır. Araştırma için toplanan veriler büyük ölçüde YÖK Akademik ve Yükseköğretim Bilgi Yönetim Sisteminden, Asya ve Afrika Ülkeleri Enstitüsü ve Şarkiyat Enstitüsü'nden alınmıştır. Türkiye'den ODTÜ örneği ve Rusya Federasyonu'ndan (RF) Moskova Devlet Üniversitesi Asya ve Afrika Ülkeleri Enstitüsü ve Rusya Bilimler Akademisi Şarkiyat Enstitüsü örnekleri irdelenmiştir. Sonuç olarak Türkiye'de Bölge Çalışmalarının büyük ölçüde Batı'da, ABD'de hazırladığı kalıplara döküldüğü, şekillendiği ve Batı'dan, ABD'den şüphelenilmediği, eleştirilmediği, sorgulanmadan kabul edildiği görülmüştür. Dünya'nın başka ülkelerindeki örneklerin göz ardı edildiği tespit edilmiştir.
Özet: Yirminci asra girerken Çarlık Rusya dünyanın en büyük devlet-lerinden biridir. Aşırı merkeziyetçiliği, yayılmacı emelleri ve modern-leşme çabaları dikkate değerdir. Hanedanın kutsal ve dokunulmazlığı-na dayalı mutlakıyet idaresi, farklı milletleri asimile ederek Ruslaştırma politikaları ve Ortodoksluğun tüm Rus tebaa için tek din yapılması gay-retleri resmî çevrelerin ve çarlık hükümetinin ana hedefleriydi. Ancak, batıdaki devrimci ve değişimci çevrelerden etkilenen, Rusya'daki eko-nomik, sosyal ve kültürel geriliğin sıkıntılarından bıkan geniş Rus kütle-leri merkezi hükümetin aksine farklı arayışlar içerisindeydi. Rusya bir yandan dış ilişkilerde yayılmacı büyük devlet anlayışı sergilerken, diğer taraftan içeriden gittikçe artan ayrılıkçı ve devrimci çevrelerin baskısına maruz kalmaktaydı. Böylece yirminci yüzyıla, geniş topraklar üzerinde hâkimiyet kurmuş olan Rusya, eski kurumlarının varlığını sürdürme çabası ile devrimci çevrelerin arzuladığı düzen anlayışının çatıştığı kar-gaşa ortamında girmiştir. Rusların Türklere yönelik geleneksel davranışları yirminci asır başların-da da devam etmektedir. Osmanlı Devletini bölüp parçalama ve strate-jik yönden önem verdikleri yerlere sahip olma politikalarını sürdürür-ken, Rusya içerisindeki Türklerin asimile edilmesine çalışmakta, onlara medeniyette, kültürel gelişmede ve aydınlanma yolunda yeterli destek vermeyerek geri bırakmaktaydı. Tüm olumsuz durumlara rağmen im-paratorluktaki Türkler kültürel gelişimleri ve siyasî haklar için mücadele ediyorlardı.
2002 •
GİRİŞ: ULUSLARARASI İLİŞKİLER TEORİLERİ İLE OLAYLAR ARASINDAKİ İLİŞKİLER II. Dünya Savaşı'nın çıkmasından sonra gittikçe daha güncelleşmeye ve yaygınlaşmaya başlayan Uluslararası İlişkiler kavram ve çalışmaları ile, bu yıllarda idealizm-realizm çatışması gündeme gelmiştir. Realistler tarafından, önceki dönem yaklaşımı olduğu kabul edilen idealizm, hayalci olmakla suçlanmış, bunun yerine devletlerin güç ve çıkarlarının esas alındığı realizm, yeni teorik boyutlarıyla savunulmaya başlanmıştır. Günümüze kadar genel kabul gören bir teorik çerçeveye ulaşılamamakla birlikte bu alanda önemli gelişmeler sağlanmıştır. Gerek Uluslararası İlişkiler biliminin daha önce içinde yer aldığı siyaset biliminde gerekse genel olarak bütün sosyal bilimlerde genel kabul gören veya süreklilik gösteren teoriler pek bulunamamaktadır. Bir başka deyişle herhangi bir teori yasa haline gelememektedir. Yasa yerine, belki yasaya en yaklaşan, genel(e yakın) kabul gören, bir dereceye kadar geçerliliği kanıtlanan, aşağıda ele alacağımız paradigma kavramını görüyoruz. Konunun bu yönüyle ilgili Uluslararası İlişkiler açısından, diğer sosyal bilimlere göre daha başka birtakım zorluklar ve özellikler sözkonusudur. Soğuk savaş yıllarındaki gelişmelerle birlikte artan teorik arayışlar genel¬likle önceki yaklaşımların yetersizliği veya yanlışlığı konusunda bir dereceye kadar başarılı oldukları halde, yeni ve sağlam teorilerin geliştirilmesinde aynı başarıyı gösterememişlerdir. Bu başarısızlığın temelinde ise teorisyenlerin yetersizliği değil de kullanılan örnek olay ve incelenen bölgelerin farklılıkları, teorik yapının oturacağı yapılar veya ilişkilerin ülkeden ülkeye, bölgeden böl¬geye veya belirli bir bölgede zamanla iktisadi, sosyal ve siyasal gelişmelerle çok değişik özellikler göstermeleridir. Uluslararası İlişkiler disiplininin genel ve konumuz açısından son derece önemli diğer bir özelliği ise bunun bir "Batılı Bilim" olmasıdır. Daha çok ABD'de ve Batı Avrupa'da gelişen bu bilim dalının konusu, açıklanan ve gizlenen amaçları ve ulaşılan paradigmaları ile Batılı olma niteliği, genellikle diğer sosyal bilimlerden daha ağır basmaktadır. Uluslararası İlişkiler'in Batılı olmasının, örneğin Sosyoloji'nin de Batılı olmasından farkı, Sosyoloji veya diğer bilim dalları sanayi devrimi ile birlikte Batı'da doğup geliştikleri halde belirli bir süre sonra dünyanın her tarafına, bu arada birçok sosyalist veya kapalı rejimin egemen olduğu ülkelere, ülkelerin gelişme düzeyine paralel bir şekilde yayılmış olmalarına rağmen Uluslararası İlişkiler'in aynı rahatlıkla diğer ülkelerde yerleşip gelişememesidir. Uluslararası İlişkiler'in kapalı rejimlerde gelişememesinin temel nedeni özünde yönetimi ve devletin dayandığı bütün değerleri, ideolojiyi ve devletin politikasını araştırma ve inceleme konusu yapması, bunun kaçınılmaz sonucu olarak da tartışması ve eleştirmesidir. Bununla beraber, Batılı ülke araştırmacılarının kullandığı örnek olayların genellikle yine Batılı ülkelerdeki gelişmeler veya bu ülkelerin ilişkileri pencere¬sinden diğer ülkelerle olan ilişkileri ele almaları önemli bir tercihin sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır. Örnek olaylar ile ulaşılan teoriler arasındaki kaçınılmaz ilişikinin veya birincilerin ikincileri yönlendirmesi, etkilemesi, belirlemesi gerçeğinden hareketle, birinciler konusunda teorisyenlerin seçiciliği dikkat çekmektedir. Araştırmacılar, öncelikle hangi bölgeyi, hangi gelişmeleri ve hangi ilişkiler sistemi içerisinde konuyu ele aldıklarını belirtirler. Ulaşılan sonuçla incelemeye katılmayanlar arasındaki çelişkiler, yeni araştırmalar ile belirlenerek alanın gelişmesi beklenmektedir. Böylece ele alınan örnek olayın temsil yeteneği gündeme gelmektedir ki sosyal bilimlerde özellikle Uluslararası İlişkiler'de bu yeteneğe sahip bir örnek bulmak imkansız veya son derece sınırlıdır. Bununla beraber teorisyenlerin kullandıkları olayların, kullanmadıkları ile karşılaştırılması durumu, sadece uluslararası ilişkilerin bu özelliği ile açıklanamaz. Burada araştırmacının bilinçli veya önyargılı bir şekilde yahut kolayına geldiği için yaptığı bir seçicilik de sözkonusu olabilir. Sovyetler Birliği, Orta Doğu, genel olarak ekonomik, sosyal veya siyasal bakımdan az gelişmiş veya baskıcı rejimlerin egemen olduğu devletlerin, bir araştırmanın teorik altyapısının oluşturulmasında yer alması konusunda çoğunlukla bir "cimrilik" göze çarpmakta ve genellikle Batılı ülkelerle olan ilişkileri oranında kalmaktadır. Azgelişmiş ülkelerde genel olarak bilimsel araştırmaların yetersizliği, özellikle de sosyal bilimlerin çok daha geri kalmış olduğu bilinmektedir. Soğuk savaş dönemi yıllarında, nükleer teknoloji grubu olarak Doğu Bloku ülkeleri azgelişmiş ülkeler kategorisinden sayılmadığı halde Uluslararası İlişkiler incelemelerine genellikle blok dışı ilişkiler düzeyinde girebilmiştir. Bu konuda, veri¬lerin yetersizliği veya toplumun kapalılık özelliği gibi gerekçeler böyle bir dışlama konusunda yeterli değildir. Sadece azgelişmişlik olgusu, Uluslararası İlişkiler açısından sosyalist ülkelerin "tarih dışılık" özelliğine sahip olduğunu gerektirmez. Yani, Marksist literatürde sınıf bilincinin gelişmemiş olduğu top¬lumların tarih dışı oldukları, sanayileşme ile proleterleşme sürecinin başlayacağı ve zamanla sınıf bilinci gelişeceği gibi azgelişmiş ülkelerin de karar alma mekanizmalarının gelişmesi ile dış politikada bağımsız aktör durumuna gelebilecekleri, ancak bu aşamadan sonra Uluslararası İlişkiler disiplini incelemelerine konu olabileceği ileri sürülebilir. Böyle bir iddiaya karşılık, gerçek anlamda azgelişmiş veya geri kalmış toplum veya aktör durumundaki Hindistan, Lübnan, Filistin, Kıbrıs, Güney Afrika gibi ülkelerdeki yönetim ve etnik grupların tarih dışılık gibi bir nitelemeye gerek duyulmadan incelemelere konu olduğunu görmekteyiz.
Çarlık Rusyası’nın yıkılması ve Sovyetler Birliği’nin kuruluş safhaları bölgede bulunan Türk toplulukları açısından da son derece önemli gelişmelerin yaşandığı bir dönemdir. Geniş ve farklı özellikleri olan coğrafyaya yayılmış olan çeşitli Türk toplulukları bu yıllarda önemli ölçüde bağımsız aktörler olarak siyaset sahnesine çıkmış ve başta Bolşevik liderler olmak üzere, İngiltere, ABD gibi uluslar arası sistemin güçlü devletleriyle temaslar, pazarlıklar ve işbirliği gerçekleştirmişlerdir. Bununla beraber, Çarlık rejiminin yıkılması ve Bolşevik yönetiminin kurulması ve güçlenmesi ile birlikte yeniden “Rus egemenliği” altına girmiştir. Ancak bu egemenlik, Sovyet anayasalarında ifadesini bulduğu gibi, bağımsız cumhuriyetlerin kendi iradeleriyle oluşturdukları bir federasyon veya konfederasyon benzeri sistem olarak iç ve dış politik arenalarda sunulmuştur. Uluslararası hukukun temel kaynaklarından biri olan sözleşmelerin uygula¬nabilirlik konusu, idealizm-realizm tartışmasının önemli bir boyutunu oluşturur. Bu tartışmayı ilk defa başlatanlardan E.H. Carr, 1939 yılında yayınladığı The Twenty Years' Crisis adlı kitabında, idealizm'in eleştirisini yapıyor ve idealist yaklaşımdaki hayal kırıklığını ifade ediyor. Ona göre ahlaki (moral/ethical) mu¬tabakat fiziki güç ile desteklenmediği sürece bir anlam ifade etmez. Carr bu eserinde uluslararası topluluğun temel bir kusuru olarak eşitlik yokluğuna ilişkin tartışmaları dile getirdikten sonra, "gücün sürekli ya da potansiyel olarak işin içine girmesi, uluslararası topluluk üyeleri arasındaki eşitlik düşüncesini hemen hemen anlamsız kılar" der. Bununla beraber, II Dünya Savaşı öncesinde ken¬disinin de bir uluslar topluluğu meydana getirme olasılığına inandığını, halbuki daha sonra bu inancın terkedilmesi gerektiğini belirtir. Carr, uluslararası hukukun temel ilkelerinden olan ve "ahde vefa" olarak bilinen pacta-sund-servanda'nın iki savaş arası dönemde, uluslararası hukukun temel ilkesi değil de uluslararası toplumun bir köşe taşı işlemi gördüğünü, bir Alman yazarın ifadesiyle bu durumun "pacta-sund-servanda-ism" haline geldiğini belirtir. Uluslararası sözleşmelerin, uluslararası hukukun temel me¬tinleri olarak kutsallığı konusunu tartışan yazar, sözleşmenin taraflarının, sözleşmenin kurduğu hukuk düzeni karşısında eşitlikleri oranında bu sözleşmelerin saygınlığının devam edeceğini söyler. Gerçekten de Çarlık rejimine karşı eşit bir ortamda mücadele edilirken Bolşevikler ile Türk topluluklarının gücü birbirine yakınken, Bolşeviklerin yönetimi ele geçirmesinden sonra güçler arasındaki uçurum, bu hukuki belgeleri veya taahhütleri anlamsız kılmıştır. Bununla beraber mevcut düzenin devam etmesinden en fazla istifade edenlerin ahde vefa yönündeki vaazlarının bu yönde fazla bir etkisi olmaz. Tarafların istikrarlı denge içerisinde bulunmaları halinde uluslararası hukuk, sosyal fonksiyonunu yerine getirebilecek, aksi takdirde mevcut statükonun sa¬vunucusu durumunda bulunan ülkelerin elinde, kendi lehine kullanabilecekleri bir alet olacaktır. Burada statükonun "tarihi gözardı etmek, ilişkileri zaman içinde tek boyuta indirgemek ve geleceğin de şimdiki zamana göre biçimlenmesini gözetmek durumunda" olduğunu belirtelim.
2018 •
2009 •
Open letter by academicians
Open Letter by Academics Concerning the Hamas Terrorist Attack on Israel2023 •
Faces of War – Progress or Stagnation?
9th Scientific Conference Faces of War - War – Progress or Stagnation? / The Social and Economic Impact of the Production and Trade of Arms and Armour. The Purchases of the Republic of Florence during the Lucca’s War (1429-1433),2024 •
Journal of South American Earth Sciences
New paleontological and geological data on the Ordovician and Silurian of Bolivia1996 •
Reproduction in Domestic Animals
Management Factors Associated with Sow Reproductive Performance After Weaning2012 •
2020 •
2012 •
Reflexões em Ecologia Política
REFLEXÕES EM ECOLOGIA POLÍTICA (REVISTAS E ATUALIZADAS): SOBRE A GUERRA À NATUREZA2024 •
Journal of clinical and experimental dentistry
Antibacterial activity of different root canal sealers against Enterococcus faecalis2017 •
Journal of Mathematical Analysis and Applications
On the Algebraic Dimension of "Bad" Prices in Incomplete Markets with Real Assets1995 •
The Journal of Immunology
The Activatory Receptor 2B4 Is Expressed In Vivo by Human CD8+ Effector αβ T Cells2001 •