Location via proxy:   [ UP ]  
[Report a bug]   [Manage cookies]                

ORTA DOĞU ÇATIŞMALARI (1955 – 1959)

Özet Doğal kaynakların etkisi ve Stratejik öneminden dolayı Orta Doğu bölgesi, yüzyıllar boyunca büyük güç olma hayalinde olan ve bunu emperyalist politikalarla uygulama alanına sokmak isteyen devletlerin çatışma sahası olmuştur. Bugün Orta Doğu'da yaşanan bunalımların ağırlık noktasını 1948 yılında İsrail'in bağımsız bir devlet olarak ortaya çıkması ve sonrasında Arap ülkelerinin bu gelişmeye karşı göstermiş olduğu reaksiyonlar oluşturmaktadır. II. Dünya Savaşı sonrasında iki büyük süper güçten birisi olan Sovyet Rusya'nın komünizmi tüm dünyada yaymak istemesi ve buna karşı bir diğer süper güç olan Amerika'nın karşı çıkması, yaşanan gelişmelerin kilit noktasını oluşturmaktadır. Bu bağlamda gerek bu güçlerin birbirleri olan çekişmesi ve gerekse Orta Doğu'da Arap ülkelerinin kendi içerisinde yaşamış olduğu çalkantılar, bölgede otoriter rejimlerin oluşmasında etkili olmuştur. Biz bu çalışmamızda 1954-1959 yılları arasında Orta Doğu'da yaşanan buhranlar ve bunların sebepleri ile oluşan değişim ve dönüşümler üzerinde durmaya çalıştık. GİRİŞ Orta Doğu'nun yeri ve sınırları ile bu sınırlar içine giren ülkeler henüz tam kesinlik kazanmamıştır. Bu da, söz konusu Orta Doğu adının tamamen politik olduğunu ve gelişen politik olaylara bağlı olarak sınırlarının ve içindeki ülkelerin de zamana bağlı, politik koşullar doğrultusunda değişeceğini göstermektedir 1. XX. yüzyılın dünya siyasetine büyük ölçüde etki etmiş olan İngiltere ve Fransa gibi ülkeleri düşündüğümüz zaman, bu ülkelerin coğrafi konumuna göre Asya kıtası doğudadır. Kendilerinin siyasi yönden ilgi duydukları alanlar da Asya kıtasının batısındadır. İşte bu saha için siyasi ve ekonomik emelleri olan ve üzerinde güneşin batmadığı bir imparatorluğa sahip bulunan İngiltere, o devirde Asya'nın bu batı kısmına bir ad vermek gerektiğini düşünmüştür. Buna bağlı olarak XIX. yüzyıl sonu ve XX. yüzyılın başında, özellikle İngiltere ve Fransa'nın coğrafi konumları yerine Avrupa'nın coğrafi * Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Tezli Yüksek Lisans Öğrencisi,

1 ORTA DOĞU ÇATIŞMALARI (1955 – 1959) Volkan YAŞAR* Özet Doğal kaynakların etkisi ve Stratejik öneminden dolayı Orta Doğu bölgesi, yüzyıllar boyunca büyük güç olma hayalinde olan ve bunu emperyalist politikalarla uygulama alanına sokmak isteyen devletlerin çatışma sahası olmuştur. Bugün Orta Doğu’da yaşanan bunalımların ağırlık noktasını 1948 yılında İsrail’in bağımsız bir devlet olarak ortaya çıkması ve sonrasında Arap ülkelerinin bu gelişmeye karşı göstermiş olduğu reaksiyonlar oluşturmaktadır. II. Dünya Savaşı sonrasında iki büyük süper güçten birisi olan Sovyet Rusya’nın komünizmi tüm dünyada yaymak istemesi ve buna karşı bir diğer süper güç olan Amerika’nın karşı çıkması, yaşanan gelişmelerin kilit noktasını oluşturmaktadır. Bu bağlamda gerek bu güçlerin birbirleri olan çekişmesi ve gerekse Orta Doğu’da Arap ülkelerinin kendi içerisinde yaşamış olduğu çalkantılar, bölgede otoriter rejimlerin oluşmasında etkili olmuştur. Biz bu çalışmamızda 1954-1959 yılları arasında Orta Doğu’da yaşanan buhranlar ve bunların sebepleri ile oluşan değişim ve dönüşümler üzerinde durmaya çalıştık. Anahtar Kelimeler: Orta Doğu, İsrail, Arap milliyetçili, Bağdat Paktı, Buhranlar. GİRİŞ Orta Doğu’nun yeri ve sınırları ile bu sınırlar içine giren ülkeler henüz tam kesinlik kazanmamıştır. Bu da, söz konusu Orta Doğu adının tamamen politik olduğunu ve gelişen politik olaylara bağlı olarak sınırlarının ve içindeki ülkelerin de zamana bağlı, politik koşullar doğrultusunda değişeceğini göstermektedir1. XX. yüzyılın dünya siyasetine büyük ölçüde etki etmiş olan İngiltere ve Fransa gibi ülkeleri düşündüğümüz zaman, bu ülkelerin coğrafi konumuna göre Asya kıtası doğudadır. Kendilerinin siyasi yönden ilgi duydukları alanlar da Asya kıtasının batısındadır. İşte bu saha için siyasi ve ekonomik emelleri olan ve üzerinde güneşin batmadığı bir imparatorluğa sahip bulunan İngiltere, o devirde Asya’nın bu batı kısmına bir ad vermek gerektiğini düşünmüştür. Buna bağlı olarak XIX. yüzyıl sonu ve XX. yüzyılın başında, özellikle İngiltere ve Fransa’nın coğrafi konumları yerine Avrupa’nın coğrafi Nevşehir Ha ı Bektaş Veli Ü iversitesi Sosyal Bili ler E stitüsü Tarih A a ili Dalı Tezli Yüksek Lisa s Öğre isi, e-mail: volkan064806@gmail.com 1 Mesut Eli üyük, Orta Doğu’ u Coğrafya Bakı ı da Adı, Yeri, Ö e i , Orta Doğu Araştır aları Dergisi (s.129, Cilt , Sayı , Elazığ, O ak , s. . * 2 konumu düşünüldüğünde biraz daha doğuya kaymıştır. Bundan dolayı aynı sahaya Amerikalılar Yakın Doğu derken, Avrupalılar Orta Doğu adını kullanıyorlardı2. Görüldüğü gibi Orta Doğu kavramı, batılıların bulundukları coğrafyayı merkez alarak, bu coğrafyaya verdikleri bir isim olmakla birlikte, I. Dünya Savaşı sonrasında genel olarak kabul görmüştür. Orta Doğu olarak adlandırılan bölge en dar bakış açısıyla Türkiye, İran ve Mısır üçgeni ve bu üçgenin içinde kalan ülkeleri kapsar. En geniş bakış açısına göreyse bu devletleri ve onlara komşu olan çevre Müslüman ülkeleri, yani Kuzey Afrika, Sudan, Somali ve Afganistan’ı içerir. Bilim adamları arasında üzerinde en çok anlaşmaya varılan tanım, Arap devletlerine Türkiye, İran ve İsrail’in eklenmesiyle elde edilen bölgedir3. Nüfusunun çok büyük çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu Orta Doğu bölgesinin önemini petrol artırmıştır. Özellikle İran Körfezi çevresindeki kimi bölgeler geniş petrol kaynaklarına sahiptir, ancak bu bereket az sayıda birkaç ülkeye, özellikle Suudi Arabistan, İran, Kuveyt, Irak ve Birleşik Arap Emirlikleri’ne nasip olmuştur. Orta Doğu petrolünün çıkarılması, XX. yüzyıla dek başlamadı ve önemli oranlara ancak 1945’ten sonra ulaşıldı4. II. Dünya Savaşı’ndan bugüne dünyanın genel olarak enerjiye talebi artmıştır. Bu çerçevede 1950 yılında dünyanın günlük petrol tüketimi yaklaşık 10 milyon varil düzeyinde iken 2010 sonu itibarıyla 8 kattan fazla artarak günümüzde 85,4 milyon varile ulaşmıştır5. Orta Doğu, dünyanın petrol rezervlerinin yarısından fazlasına sahip olmasından dolayı büyük güçlerin etkisi altında, bulunduğu coğrafyadan kaynaklı kültürel ve dinsel farklılıklarının (Musevilik, Hristiyanlık ve Müslümanlığın doğuş yeri) olmasından dolayı da sürekli iç çatışma halinde olan bir bölgedir. Dünyanın en önemli coğrafik bağlantı noktasında bulunan Orta Doğu’nun stratejik ve politik önemi, yüzyıllardır büyük güçlerin çıkarlarına göre belirlenmektedir. Özellikle XVIII. yüzyıldan sonra emperyalist güçlerin çıkarları, Orta Doğu bölgesinde bulunan kavim, ırk, din ve ülkeler arasında çözümsüz uyuşmazlıkların sürdürülmesini gerektirmiştir. Böylece, Orta Doğu ülkelerinde silahlanma yarışının hızlandırılması, uyuşmazlık ve çatışmaların sürekliliği ve barış sürecinin engellenmesi emperyalist güçler tarafından hep istenmiştir. Orta Doğu’nun yapay bir biçimde sınırlarının çizilmesi, bölgenin azınlıklar temeline dayalı olarak parçalanmış olması, bölgede oldukça çok sayıda devletçik kurulması ve kurulan devletlerin başına dinsel ve 2 a.g.m., s. 134. Oral Sander, Siyasi Tarih (1918-1994), İ ge Yayı ları, A kara, Aralık , s. . 4 Arthur Golds h ıdt J‘. - Lawrence Davidson, Kısa Ortadoğu Tarihi, Doruk Yayı ları, İsta ul, Kası , s. . 5 Kayhan Mutlu – ‘a aza Taş – Mah ut Akpı ar, Orta Doğu Raporu, Turgut Özal Ü iversitesi Yayı ları, A kara 2012, s. 13. 3 3 etnik ayrıma dayalı rejimlerin yerleştirilmesi hep bu politikaların ürünüdür6. Bunun bir diğer ürünü de yine bu politikalar neticesinde gerek pazarlık gücü, gerek büyük devletlerin kendi ideolojilerini yaymak istemesi bağlamında, bu güçlerin ticari fayda sağlamak ve bölgeyi kontrol atına almak istemelerinden kaynaklı bölgedeki devletleri silahlandırma çabalarıdır. İSRAİL’İN KURULUŞU ve ARAP İSRAİL SAVAŞI (1948-1949) İsrail-Arap savaşlarının kökenleri, İsrail devletinin kuruluşundan daha öncesine, Arap liderliğinin orada bir Musevi vatanı oluşturulma çabasını engellemeye çalıştığı döneme kadar uzanır. Bu mücadele, Filistin’de Yahudiler için milli bir vatan oluşturulması ilkesinin de yer aldığı İngiliz mandasının uygulanmaya başlamasından sonra ivme kazanmıştır7. I. Dünya Savaşı sırasında Başkan Wilson’un Yahudi sorunu ile ilgili tutum ve davranışları, İngiltere’yi bu mesele ile yakından ilgilenmeye sevk etmiştir. Nitekim İngiliz Dışişleri Bakanı Balfour, 2 Kasım 1917’de Siyonist Federasyonu Başkanı Lord Rothshild’a gönderdiği mektupta, İngiltere’nin Filistin’de bir Yahudi devleti kurulmasını kabul ettiğini resmen bildirdi. ‘’Balfour Deklarasyonu’’ adını alan bu belge, Yahudi devleti kurulması sorununun bir dönüm noktası sayılmaktadır8. Bundan sonraki süreçte ise, Yahudiler kitleler halinde Filistin’e göçe başlayacaklar ve I. Dünya Savaşı sonrasında Milletler Cemiyeti’nin Filistin’i İngiltere’nin mandasına verme kararının ardından bu göçler daha da hız kazanacaktır. Bu gelişmelere Araplar tepkisiz kalamazdı. Dolayısıyla İngilizlerin izlediği politika, Araplar arasında bu devlete karşı büyük tepkilere yol açacak ve bu tarihlerden itibaren Araplar ile Yahudiler arasında çarpışmalar başlayacaktır. II. Dünya Savaşı bittiğinde ise İngiltere 2 Nisan 1947’de meseleyi Birleşmiş Milletler’e götürdü. Birleşmiş Milletler, konuyu ele aldıktan sonra, Filistin’in Arap ve Yahudiler arasında bölünmesine ve Kudüs’e de tarafsız bir statü verilmesine karar verdi. Birleşmiş Milletlerin bu kararı, Arapların ve Yahudilerin tepkilerine neden oldu. BM kararı üzerine İngiltere yaptığı bir açıklamada, 15 Mayıs 1948’den itibaren Filistin’deki bütün kuvvetlerini çekeceğini ilan etti ve Nisan 1948’den itibaren kuvvetlerini çekmeye başladı. Bu çekme işinin tamamlanmasından bir gün önce de, David Ben Gurion Meh et Ko aoğlu, Uluslararası İlişkiler Işığı da Ortadoğu, Ge elkur ay Bası evi, A kara Bernard Lewis, Ortadoğu, Çev. Sele Y. Kölay, Arkadaş Yayı ları, A kara , s. -421. 8 ‘ifat Uçarol, Siyasi Tarih (1789-2012) , Der Yayı ları, İsta ul , s. -712. 6 7 , s. -206. 4 başkanlığında 14 Mayıs 1948 günü Tel-Aviv’de toplanan Yahudi Milli Konseyi, İsrail Devleti’nin kuruluşunu ilan etti9. İsrail Devleti’nin kurulmasının hemen ardından Mısır, Ürdün, Suriye, Lübnan ve Irak orduları 15 Mayıstan itibaren İsrail’in üzerine yürümeye başladılar ve böylelikle birinci Arap – İsrail savaşı başlamış oldu. Bu arada Amerika İsrail Devleti’ni kurulur kurulmaz tanımıştı. Sovyet Rusya ise savaş çıktıktan ancak iki gün sonra tanıdı. Dolayısıyla bu durum, Sovyetlerin açık bir şekilde Araplara karşı cephe aldığını gösteriyordu. Nitekim İngiltere ve Amerika, savaş çıkar çıkmaz Filistin kıyılarını abluka altına alıp, Filistin’e silah sevkiyatına ambargo koydukları halde, Sovyetler, kurdukları bir hava köprüsü vasıtasıyla Çekoslovakya’dan Yahudilere hafif toplar ve otomatik silahlar sevk etmeye başladı10. Sovyet Rusya, Birinci Arap – İsrail Savaşı sona erdikten sonra da Amerika, İngiltere ve Fransa’nın savaşan taraflara uygulayacağı silah ambargosuna katılmayacaktır. Bu durum ise Sovyetlerin Orta Doğu’ya girmesini daha kolay hale getirecektir. Bir yıl kadar süren savaş sonrasında Araplar ateşkes imzalamak zorunda kaldılar ve İsrail - Mısır ateşkes anlaşması, 24 Şubat 1949’da Rodos’ta, İsrail - Lübnan ateşkes anlaşması 23 Mart 1949’da Ras-en Nakura’da ve İsrail - Suriye ateşkesi de 20 Temmuz 1949’da Manahayim’de imzalandı. Savaştan galip çıkan İsrail Filistin topraklarının yarıdan fazlasını ele geçirmekle kalmadı, aynı zamanda Birleşmiş Milletler ’in Kudüs hakkındaki taksim kararına rağmen buranın da yarısını ele geçirdi. 1967 savaşında İsrail, Kudüs’ün diğer yarısını da ele geçirecektir11. İsrail devleti ile Arap komşuları arasındaki 1948 - 1949 savaşı, Orta Doğu’da birçok derin değişimi harekete geçiren devrimci bir olaydır. İsrailliler ve hayranları açısından savaş, önce yerli Filistinlilerin direnişine, sonra İngiliz emperyalizmine ve en son Arap devletlerinin ordularına karşı verilen bir bağımsızlık mücadelesiydi. İsrail zaferi, modern tarihte ilk kez bir Orta Doğu ülkesinin bir sömürge rejimini ülkesinden çıkartarak demokratik bir yönetim kurması açısından devrimci olarak nitelendi. Arapların bakış açısından ise Filistin’deki yenilgileri, ordularının aşağılanması ve rejimlerinin itibar yitirmesi anlamına geldiği için devrimci nitelik taşımıştır. İzleyen yıllarda birçok Arap hükümeti askeri darbelerle devrilmiş, birçok kral ve başbakan suikastlara kurban gitmiştir12. Fahir Ar aoğlu, . Yüzyıl Siyasi Tarihi, Alkı gös. yer. 11 a.g.e., s. 591. 12 Golds h ıdt – Davidson, a.g.e., s. 383. 9 10 Yayı evi, İsta ul, Nisa , s. 0. 5 1948-1949 Arap – İsrail - Savaşı, Orta Doğu’nun yapısını değiştiren birtakım neticeler doğurmuştur ki bunları şu şekilde sıralayabiliriz13: 1- Savaş Filistin’de yaşayan bir milyon kadar Arabı yerinden yurdundan etmiş ve bir Mülteciler meselesi ortaya çıkmıştır. Yahudilerden korkan birçok Arap yurtlarını terk ederek komşu Arap ülkelere sığındıkları gibi, bazı Arap komutanları da, muharebe sahası olabilecek yerlerdeki Arapları buralardan ayrılmaya teşvik etmiştir. Mülteciler meselesi günümüze kadar çeşitli safhalardan geçerek bugün bir Filistin meselesi, yani bağımsız bir Filistin devletinin kurulup kurulmaması meselesi haline gelmiştir. 2- Arap ülkeleri içinde en kuvvetli orduya sahip olduğu sanılan Mısır’ın, savaşta en ağır yenilgiye uğrayanlardan olması, Mısır’da monarşinin, yani Kral Faruk rejiminin devrilmesi neticesini vermiştir. Yenilgide devlet idaresindeki bozuklukların büyük rolü olduğunu gören bir kısım Mısırlı genç subay, Yarbay Cemal Abdunnasır’ın liderliğinde Hür Subaylar Komitesi adı ile gizli bir teşkilat kurdular ve 23 Temmuz 1952’de yaptıkları darbe ile Kral Faruk’u devirip ülkeden çıkardılar. 3- Bu yenilgi, Arap dünyasında milliyetçilik duygularını harekete geçirmiş ve Arap milliyetçiliği hareketini başlatmıştır. Bu milliyetçiliği en çok tahrik eden Nasır olmuştur. Nasır, Arapları birleştirip milli ve büyük bir Arap dünyası kurmak ve onun başına geçmek istemiştir. 4- Bu birinci Arap – İsrail Savaşı ateşkes anlaşmaları ile neticelenmişti. Barış yapılmadığından geçici bir durumdu. Yani Araplar için bir intikam imkanı vardı. Bu intikam da İsrail’in ortadan kaldırılması idi. İşte bu duygular Arap milliyetçiliği ile birleşince, bundan sonraki Arap – İsrail savaşlarının da tohumları atılmış olmaktaydı. İNGİLİZ – İRAN PETROL ANLAŞMAZLIĞI ( 1951 – 1954 ) Arap – İsrail Savaşı ve akabinde İran – Irak Savaşı ile başlayan, Kafkasya’da Azerbaycan – Ermenistan çatışması ile devam eden, Irak’ın Kuveyt’i işgali sonrasında Körfez Savaşı’na yol açan ve son olarak ABD’nin Irak’a girerek Saddam yönetimini devirmesi14 gibi gelişmelerin başlangıç noktasını Orta Doğu bölgesinin zengin hammadde kaynakları teşkil eder. Ar aoğlu, a.g.e., s.591-593. Bilgehan Emeklier – Nihal Ergül, Petrolün Uluslararası İlişkilerdeki Yeri: Jeopolitik Teoriler ve Petropolitik ’’, Bilgi Strateji Dergisi, Cilt , Sayı , Güz , s. -74. 13 14 6 I. Dünya Savaşı’ndan büyük güç olarak çıkan İngiltere, II. Dünya Savaşı’ndan sonra eski gücünü kaybetmişti. Ancak buna rağmen Orta Doğu’da büyük etkisi olan ve çıkarları gereği bu bölge ile ilgilenen bir devletti. Kıbrıs, Süveyş Kanalı, Sudan, Güney Arabistan üzerinde egemenliği; Irak ve İran’da petrol şirketleri ve askeri üsleri; kendisinden siyasi yönden ayrılmış olmakla beraber, İngiliz Uluslar Topluluğu’na dahil olan Hindistan ve Pakistan’a giden yolları, bu bölgede bulunuyordu15. Bu bağlamda İngiltere, bölgedeki çıkarlarını sürdürmek istiyordu. İngilizler İran’da petrol endüstrisine 1901 yılında başladı. 1908 yılında İran petrollerinin işletmesi için Anglo-İran Oil Company ( AİOC ) seçildi. 1933 yılında AİOC ile Shah of İran şirketi 60 yıllığına ayrıcalıklı anlaşma imzaladı. Bu anlaşma ile şirkete, herkese açık olmayan lüks petrolü özel seçilmiş alanlarda işletme hakkını verdi. Bu şirketin İran’da bütün petrolü kontrol altına aldığı anlamına geliyordu16. II. Dünya Savaşı’ndan sonra İran, söz konusu şirketin kendisine ödediği paranın az olması sebebiyle paranın artırılmasını, dolayısıyla bu anlaşmanın değiştirilmesini istedi. Bu bağlamda 17 Temmuz 1949’da, 1933 anlaşmasına ek bir anlaşma imzalandı. Ancak bu anlaşma ile şirket, İran’a ödeyeceği payı çok az artırmıştı. Halbuki bu sırada Amerikan şirketlerinin Venezuela ve Suudi Arabistan ile yaptığı anlaşmalarda, üretimden elde edilen kar yarı yarıya paylaşılmakta idi17. Söz konusu anlaşma İran Meclisi’nde bulunan Milli Cephe grubu ve onun lideri Dr. Musaddık tarafından kabul edilmedi ve akabinde İran’da petrolün millileştirilmesi için gösteriler düzenlendi. Şirket bu durum karşısında, Amerikan şirketleri gibi karın yarısını vermeyi kabul etti ise de, Musaddık, İran petrollerinin millileştirilmesini öngören bir kanun tasarısını 19 Şubat 1951’de Meclis’e sundu. Müzakereler sırasında, Başbakan Ali Razmara, 3 Mart 1951 günü yaptığı bir konuşmada ‘’teknik, ekonomik ve politik sebeplerle’’ millileştirmenin mümkün olamayacağını söyledi. Fakat 4 gün sonra camiden çıkarken öldürüldü. Bu şartlar altında Dr. Musaddık 28 Nisan 1951’de başbakanlığa getirildi ve 2 gün sonra da İran petrollerinin millileştirilmesini öngören kanun Meclis’te kabul edildi18. Bu gelişme üzerine İngiltere ile İran arasındaki gerginlik hat safhaya çıktı. İngiltere meseleyi Milletlerarası Adalet Divanı’na taşıdı ve İran üzerindeki baskılarına devam etti. Fakat Uçarol, a.g.e., s. 974. Edward Henniker – Major, Natio alisatio ; The Anglo – Iranian Oil Company, 1951 Britian vs. Iran , Seve Pillars Institute, Moral Cents Vol.2, Issue 2, Summer / Fall 2013, s. 16. 17 Ar aoğlu, a.g.e., s. 594. 18 gös. yer. 15 16 7 1921 Sovyet – İran Antlaşması gereğince19, Sovyet Rusya’nın olaya müdahil olabileceği gerçeği, İngiltere’yi İran sularına bir kruvazör ile bir miktar asker göndermekten ileri götürmedi. Dr. Musaddık ’ın her geçen gün komünist Tudeh Partisi’nin kontrolüne giriyor olması ülke içerisinde tepkilere yol açtı. Bu sebeple, General Zahidi liderliğinde ordunun 19 Ağustos 1953’te giriştiği darbe başarılı oldu ve Musaddık düşürülerek tutuklandı. Başbakanlığa getirilmiş olan General Zahidi, petrol anlaşmazlığının çözümü için Amerika’nın aracılığını istedi ve bu suretle Anglo – İranian Oil Company ile İran arasında 5 Ağustos 1954’te bir anlaşma imzaladı20. Buna göre Konsorsiyumda Anglo – İranian Şirketinin hissesi %40, Hollanda’ya ait Royal Dutch Shell Şirketi %16, Fransız Petrol Şirketi %6 ve geriye kalan 5 Amerikan şirketinin her biri de %8’er hisseye sahip olacak ve İran petrolleri bu şirketler tarafından ortak olarak işletilecekti. BAĞDAT PAKTI VE DOĞRDUĞU NETİCELER II. Dünya Savaşı’ndan sonra, İngiltere’nin Orta Doğu politikası, esasen Arap ülkelerinin milliyetçi duygularının artmasına sebep olmuştur. Bunun yanında 1948’de İsrail’in kurulması hadisesi de, bu bölgedeki devletler ile Batı arasında herhangi bir işbirliği anlaşmasının yapılmasını daha da zora sokmuştur. 1950 ve 1952 yılları arasında, ABD, Fransa ve Türkiye’nin desteği ile İngiltere tarafından başlatılan iki Orta Doğu savunma önerisi Orta Doğu ülkeleri tarafından kabul edilmeyip başarısız olmuştur21. Ancak bu faaliyetin esas kaynağı ABD Başkanı John Foster Dulles’ın, Kore Savaşı sonrası komünist emperyalizmi tehlikesine karşı daha güçlü tedbirler alma düşüncesinde yatmaktadır. Bu sırada İngiltere ile Mısır arasındaki Süveyş anlaşmazlığı henüz çözümlenmemiş ve Arap memleketleriyle İsrail arasındaki gerginlikler devam ediyordu. Bu sebeple, Dulles, bütün Orta Doğu’yu kapsayacak bir savunma sisteminin kurulması için ‘’Northern Tier’’ (Kuzey Kuşağı) tasarısını öne sürdü ve bunu, geleceğe ait bir iş olarak sonraya bıraktı22. SSCB tehdidinin en fazla bilincinde olan ve olası Sovyet saldırısının rotasında bulunan devletleri kapsayan Kuzey Kuşağı’nda Türkiye, İran, Bu a laş a ı altı ı addesi e göre, ir üçü ü devlet veya o u üttefiki, Sovyet ‘usya ya karşı İra ı tehdit eder ve İra toprakları ı ir harekât üssü hali getirir ve İra da u a e gel ola azsa, Sovyet ‘usya İra toprakları a asker sok ak hakkı a sahip ola aktı; kz. Ar aoğlu, a.g.e., s. 595. 20 Ar aoğlu, a.g.e., s. 596. 21 Behçet Ke al Yeşil ursa, Bağdat Paktı – , Tarihi Peşi de - Uluslararası Tarih ve Sosyal Araştır alar Dergisi s. , Sayı , yıl , s. . 22 Ar aoğlu, a.g.e., s. 634. 19 8 Irak, Pakistan ve Suriye yer alıyordu. Dulles’a göre Orta Doğu’nun savunması Kuzey Kuşağı devletlerine dayandırılmalıydı çünkü İsrail diğer Arap devletlerini birincil derecede rahatsız ederken, bu devletler Sovyetler tehdidini doğrudan hissediyorlardı. Ayrıca, bu sistem Batı tarafından zorla kabul ettirilmemeli, bölge içinde başlayacak olan bir girişimin sonucunda doğmalıydı23. Öte yandan Türkiye’nin izlemiş olduğu Batı yanlısı politika, Batıya karşı bağımsızlık mücadelesi veren Arap ülkelerinin tepkisine neden olmuştur. 1947 yılında BM’deki Filistin’in geleceği ile ilgili görüşmelerde Arap devletleri ile ortak hareket eden Türkiye, 28 Mart 1949’da İsrail’i tanıdı24. Bu durumda Arap devletlerinin büyük bir bölümü Türkiye’den uzaklaşmıştır. Yine 1954 yılının Ekim ayında Ankara’yı ziyaret eden Irak Başbakanı Nuri Sait Paşa ile yapılan görüşmeler sonunda yayınlanan bildiride, Türkiye ile Irak’ın Ortadoğu’da bir örgüt kurmaya karar verdikleri açıklandı25. Bu bildiri, kendi liderliğinde bir Arap birliği kurmak isteyen Mısır ve Arap devletleri tarafından tepkiyle karşılanmıştır. Türkiye – Mısır arasında yaşanan bozulmanın nedeni bu diplomatik krizden çok daha önemli bir siyasal liderlik mücadelesinden kaynaklanıyordu. Orta Doğu devletleri ikiye bölünmüşlerdi: Batı’yla işbirliği içindeki devletlerin önderliğini Türkiye, Batı’ya karşı siyasal ve ekonomik bağımsızlıklarını korumaya çalışan devletlerin önderliğini ise Mısır yapıyordu. Dolayısıyla Orta Doğu’nun siyasi haritasını belirleyecek bir güç mücadelesi söz konusuydu. Bu mücadelede Türkiye sadece Batı kaynaklı savunma örgütlenmesinin öncülüğünü yapmakla yetinmedi. Özellikle 1954’te başlayan Cezayir bağımsızlık savaşı boyunca BM’de Batılılarla aynı politikayı izleme konusunda gösterdiği özen, ‘’emperyalizmin Orta Doğu’daki temsilcisi’’ olarak algılanmasına neden oldu26. Bu politik gelişmeler yaşanırken 24 Şubat 1955’te Türkiye ile Irak arasında Karşılıklı İşbirliği Antlaşması imzalanmış ve böylece Bağdat Paktı kurulmuştur. Sekiz maddelik ve beşer yıllık sürelerle yenilenmek üzere yapılan bu antlaşmaya göre; iki devlet birbirlerinin içişlerine karışmayacaklar, aralarındaki anlaşmazlıkları barış içinde çözümleyeceklerdir27. Bağdat Paktı’nı ABD olumlu karşılamıştır. Bunun yanında İngiltere daha fazla memnun olmuştur. Nitekim Ortadoğu’da söz sahibi olmak isteyen İngiltere Irak’taki varlığını idame ettirmek gayesi ile 5 Nisan 1955’te Pakta resmen üye olmuştur. SSCB ile yakın dostluk ilişkileri Baskı Ora , Türk Dış Politikası – Kurtuluş Savaşı da Bugü e Olgular, Belgeler, Yoru lar (1919 – 1980 ), İletişi Yayı ları, Cilt , İsta ul , s. -621. 24 Komisyon, Atatürk İlkeleri ve İ kılap Tarihi, Beta Yayı ılık, İsta ul , s. 322. 25 Uçarol, a.g.e., s. 1018. 26 Oran, a.g.e., s. 621. 27 Dur uş YALÇIN vd.), Türkiye Cu huriyeti Tarihi II, Atatürk Araştır a Merkezi, A kara , s. 480-481. 23 9 kurmuş olan Hindistan karşısında, Batı Bloğuna yakın olmak isteyen Pakistan’da, 23 Eylül 1955’te Pakta katılmıştır28. Paktaki bu genişlemeye rağmen, bu ittifak için başlangıçta düşünülen fikir gerçekleşmemiştir. O da, bu ittifaka, Irak’ın dışında kalan Arap ülkelerinin katılması idi. Bu olmadığı gibi, Orta Doğu üçe bölündü. Birinci grup pakta katılan Irak, İran ve Pakistan; ikinci grup Bağdat Paktı’na şiddetle cephe alan Mısır, Suriye, Suudi Arabistan ve Yemen; üçüncü grup da her iki grubun dışında kalan Ürdün ve Lübnan29. Irak dışında hiçbir Arap ülkesinin katılmadığı Paktın Arap âlemindeki olumsuz etkilerinin yanında görüldüğü gibi Bağdat Paktı, Orta Doğu’da ve özellikle Arap kuşağında birleştirici bir rol oynamak bir yana, bu kuşağın parçalanmasına vesile olmuştur30. Paktın başlangıcında düşünülen fikir, Orta Doğu’yu Sovyet Rusya’ya karşı birleştirmek idi. Dolayısıyla bu bölünme, Sovyetlerin bölgede daha rahat hareket etmesine imkan yaratmıştır. Bununla birlikte, Orta Doğu politikaları bakımından Sovyetlerin işini kolaylaştıran da Mısır Başkanı Nasır’ın tutumu olmuştur. Nasır, Arap dünyasını kendi liderliği altında birleştirmek istiyordu. Bağdat Paktı ile bu liderlik Türkiye’ye geçmiş gibi görünüyordu. Bundan dolayı Nasır, paktın kuruluşundan sonra Batı’ya karşı bir politika takibine başladı. Süveyş Meselesi ve bundan doğan 1956 Buhranı Nasır’ı büsbütün Sovyetler’e yönelmeye itecektir31. Bağdat Paktı’nın Türk dış politikasına getirdiği bir sonuçta, Türk – Sovyet ilişkilerinin iyice bozulması ve Sovyetlerin düşmanlığının kazanılmış olmasıdır. Paktla birlikte başta Mısır olmak üzere pakta karşı çıkan Arap ülkelerinin kurtarıcısı rolüne bürünen SSCB’nin, bölgede etkinliğinin artırmasıyla, Türkiye – SSCB ilişkileri daha da kötüleşmiştir32. 14 Temmuz 1958’de Irak’ta patlak veren ihtilalin sonunda gerek monarşinin ve gerekse Nuri Sait rejiminin yıkılması ve General Kasım’ın liderliğinde 1963 yılına kadar devam edecek rejimin Irak’ın kaderine egemen olması üzerine, Irak Bağdat Paktı’ndan çekilmiş ve bundan sonra paktın adı değiştirilerek Merkezi Antlaşma Teşkilatı (Central Treaty Organization-CENTO) olmuş33 ve merkezi Ankara’ya taşınmıştır. Bundan sonra yirmi yıl devam edecek olan CENTO, daha çok 28 a.g.e., s. 481. Ar aoğlu, a.g.e., s.597. 30 Mustafa Bosta ı, Türk - Arap İlişkileri e Etkisi Bakı ı da Bağdat Paktı , Gazi Akade ik Bakış Dergisi, Cilt , Sayı , A kara , s. . 31 gös. yer. 32 Ayşegül Şe türk, CENTO Merkezi A tlaş a Teşkilatı ( – 1979 ), Süley a De irel Ü iversitesi Sosyal Bili ler E stitüsü Tarih A a ili Dalı Yüksek Lisa s Tezi, Isparta , s. -52. 33 Ar aoğlu, a.g.e., s. 638. 29 10 ekonomik ve kültürel işbirliğine yönelecektir. Bu da Bağdat Paktı’nın üye ülkelerinin kalkınmalarına katkıda bulunacak olmasından dolayı olumlu bir sonucu olarak görülmektedir. SÜVEYŞ BUHRANI Süveyş Kanalı bir Fransız şirketi tarafından yapılmış ve 1869 yılında dünya gemiciliğine açılmıştır. Bu durum o dönemde İngiliz – Fransız sömürgecilik mücadelesinde yeni bir devir açmıştır. Bu bağlamda İngiltere’nin Süveyş Kanalı’ndan geçen İmparatorluk Yolu, Fransa’nın kontrolü altına girdi. Bu durumu ortadan kaldırmak isteyen İngiltere, aradığı fırsatı 1875 yılında bulacaktır. Valilerin israfı yüzünden Mısır maliyesi iflasın eşiğine gelince, Fransa sahip olduğu hisseleri satışa çıkardı ve bu hisseleri İngiltere aldı34. Böylece 1875 yılında Süveyş Kanalı’nı Fransa ile İngiltere ortak işletir hale geldiler. İngiltere 1877-78 Osmanlı – Rus Harbi sonrasında, 1882 yılında Mısır’ı işgal edip, Kanal üzerindeki kontrolünü daha da güçlendirdikten sonra, Mısır’ın güneyinde bulunan Sudan’ı da işgal etti ve böylelikle sömürge yolunun güvenliğini büyük oranda sağlamış oldu. II. Dünya Savaşı’ndan sonra petrol kaynaklarının artması ve Batı Avrupa endüstrisinin önemli ölçüde Orta Doğu petrolüne dayanması sebebiyle, Süveyş Kanalı’nın önemi daha bir artmıştı. Süveyş Buhranı’nın sebebi, Mısır’ın Nil Nehri üzerinde Asvan Barajını35 inşa etmek istemesinden kaynaklanmaktadır. Bu barajın yapımı için, ABD, İngiltere ve Dünya Bankasından para yardımı36 sözü alan Mısır, önce ABD ve sonra diğerlerinin bu yardımdan vazgeçmesiyle, 26 Temmuz 1956’da Süveyş Kanalı’nı millileştirdiğini ilan etmiştir. Bununla birlikte İkinci Arap – İsrail Savaşı başlamıştır37. Bunun üzerine İngiltere, meselenin çözümü için kanaldan en çok faydalanan 24 ülkeyi Londra’da toplantıya davet etmiştir38. Süveyş Kanalı’nı Mısır’ın kontrolünden çıkarmak için bundan sonra da BM Güvenlik Konseyi’nin yapmış olduğu toplantılar bir sonuç vermemiştir. Çünkü Batılılar, Süveyş Kanalı’nda trafiğin 34 a.g.e., s. 53-54. Nasır, Nil Nehri üzeri de yapıla ak ola Asva Barajı projesi e çok ehe iyet veriyordu. Çü kü u arajı suları . k ² yi kaplaya ak, Mısır ı tarı a elverişli toprakları ı üçte ir ispeti de ve elektrik e erjisi i % ispeti de artıra aktı. Baraj yaklaşık ir ilyar dolara alola aktı ve u u üçte iri içi de dış fi a s a a ihtiyaç vardı. Bkz. Ar aoğlu, a.g.e., s. 604. 36 Mısır, Eylülü de Dü ya Ba kası a aşvurarak ilyo dolar kredi istedi. Dü ya Ba kası u kredi içi gerekli i ele eleri yaparke , Sovyetler de Mısır a Asva Barajı içi ilyo dolar ver eyi teklif etti. Bu kredi içi otuz yılda pa uk ve piri çle öde e ek ve faizi de % ola aktı. Bkz. gös yer. 37 Mü ahit Ar ağa , Ortadoğu Barış Süre i de Ürdü ’ü Rolü, Süley a De irel Ü iversitesi Sosyal Bili ler E stitüsü Tarih A a ili Dalı Yüksek Lisa s Tezi, Isparta , s. . 38 Ayşegül Şe türk, a.g.t., s.38. 35 11 siyasî veya teknik hiçbir fark gözetmeksizin bütün devletlere açık tutulmasını39, yani milletlerarası kontrol altına alınmasını istiyor, buna karşılık Mısır, bu planı kabul etmiyor ve adeta Batıya meydan okuyordu. Bu durumda İngiltere bunu kabul etse itibarı sarsılacak ve Nasır’ın kendine olan güveni daha da artacaktı. Bu durumu kabul etmeyen İngiltere ve Fransa Kanalı güç kullanarak geri almanın hazırlıklarına başladılar. Gazze’deki fedai üslerini imha etmek ve Mısır’ın Akabe Körfezi’ndeki ablukasını kırmak arzusundaki İsrail, Mısır’a önceden hazırlığı yapılmış bir saldırı için harekete geçti. 28 Ekim 1956’da İsrail, ihtiyat kuvvetlerini de silahaltına alıp ordu gücünü iki katına çıkardı ve ertesi gün Mısır’a girdi. İsrail Gazze’yi geçip Sina’ya girdiği için İngiltere ve Fransa Mısır’a bir kesin uyarı vererek, acil ateşkes çağrısında bulundular ve askeri güçlerin Süveyş Kanalı’na 10 mil (16km) mesafeye konuşlanmasını istediler40. Neticede İsrail başarılı oldu ve Sina’nın kontrolünü eline geçirdi. Diğer taraftan İngiltere ve Fransa Mısır hava üslerini bombardımana başladılar. Niyetleri Nasır’ı düşürmek ve Süveyş’i ele geçirmekti. Bu arada beklenmedik bir gelişme oldu ve Sovyet Başbakanı Bulganin, İsrail, Fransa ve İngiltere başbakanlarına savaşın derhal durdurulması için tehditkâr mesajlar gönderdi41. İngiltere ve Fransa’nın bu saldırılarını Amerika da onaylamıyordu. Bu bağlamda Sovyetlerin ve Amerika’nın ağır baskıları neticesinde İsrail, Fransa ve İngiltere Mısır topraklarından çekilmek zorunda kaldılar. Süveyş Krizi İngiltere’nin Orta Doğu’daki varlığını söküp atarken oluşan bu güç boşluğunda İngiltere’nin rolünü Amerika üstlenmişti. Amerika kuruluşundan itibaren İsrail devleti ile sıkı işbirliği içerisindeydi. Arap devletlerindeki İsrail algısı Amerika’nın Orta Doğu mücadelesinde Sovyetler ’in gerisinde kalmasına neden olurken, Orta Doğu’da artan güç mücadelesi Arap ülkeleri arasında da rekabetin artmasına neden oluyordu42. 1956 Süveyş Buhranı’nın en mühim neticesi, Şüphesiz, Sovyet Rusya’nın Mısır’ı bir kere daha kurtarmış olmasıydı. Birincisi silah satışı ile olmuştu43. Dolayısıyla, Sovyetlerin Arap Ayı Tarihi, 9 Ekim 1956. Golds h ıdt – Davidson, a.g.e., s. 412-413. 41 Ar aoğlu, a.g.e., s. 606-607. 42 Mahir Küçükvata , Soğuk Savaşı Türk Dış Politikası a Etkileri ve Türkiye – Suriye Bu alı ı Dokuz Eylül Ü iversitesi Atatürk İlkeleri ve İ kılap Tarihi E stitüsü Çağdaş Türkiye Tarihi Araştır aları Dergisi, Cilt , Sayı , , s. . 43 Türk ası ı da yer ala ha er aşlığı da, ‘usya ı , Mısır ve Suriye ye ilyo Sterli değeri de silah verdiği açıkla dı ifadeleri yer al ıştır. Bkz. Cumhuriyet Gazetesi, Kası . 39 40 12 dünyasındaki saygınlığı da arttı. Kısacası İngiltere ve Fransa, Nasır’ın ve Sovyet Rusya’nın Orta Doğu’daki itibarını ve tesirini yok etmek isterlerken büsbütün artırmışlardı44. Türkiye açısından baktığımız zaman, Sovyetler Birliği’nin tehdidine ve yayılmasına karşı, Bağdat Paktı’nın kurulması, Türk – Sovyet ilişkilerini daha da gerginleştirdi ve bu durum aynı zamanda Türkiye’nin, Irak dışındaki Arap devletleriyle olan ilişkilerini de olumsuz etkiledi. Bu nedenlerle Türkiye, 26 Kasım 1956’da İsrail’deki Büyükelçisini geri çektiğini ve bu ülkedeki temsilcilik düzeyini Müsteşarlık düzeyine indirdiğini açıkladı45 ise de, bu Arapları tatmin etmekten uzak oldu. Türkiye’nin 1956 Süveyş Bunalımı sırasında takip ettiği politika Araplar karşısında Ankara’nın saygınlığının tekrar sarsılmasıyla sonuçlanmıştır. EİSENHOWER DOKTRİNİ 1956–67 döneminin ilk yarısına Orta Doğu’daki Doğu – Batı çatışmaları hakim olmakla beraber, bu çatışmaları yansıtan gelişmelerin başlangıç noktasını da, 1957 Ocak ayında ortaya çıkan Eisenhower Doktrini ’nde bulmak yanlış olmayacaktır. Şu sebeple ki, 1952 Nasır İhtilali ile Mısır’da monarşi yıkıldıktan sonra, Orta Doğu’da Nasır’ın başlattığı Arap milliyetçiliği hareketine ilk darbe Bağdat Paktı’ndan gelmiş, fakat 1956 Süveyş Savaşı Batı’nın saygınlığına ağır bir darbe indirdiği için Bağdat Paktı ehemmiyetini ve önemini bir hayli kaybetmiştir 46. Bununla birlikte, Batı’nın bölgede bıraktığı boşluğu, Sovyet Rusya doldurmaya çalışmaktaydı. Ancak Sovyetler ‘in bölgeye olan yakınlığı ekonomik olmaktan çok siyasi idi. Çünkü Sovyetler petrol ihraç etmekte idiler ve Orta Doğu petrollerine ihtiyaçları yoktu. Sovyetler, Süveyş Kanalı’na ve Batı’nın Orta Doğu’daki petrol kaynaklarına hakim olarak, bölgeyi siyasi kontrolleri altına alarak Batı’ya bu bölgede darbe indirmek ve mümkün olursa onları burada çökertmek niyetindeydi47. Sovyetlerin bölgedeki boşluğu doldurmaya çalışması neticesinde, komünizme direnebilmeleri adına, Orta Doğu ülkelerine ekonomik ve askeri yardım planı Başkan Eisenhower tarafından ortaya atılacaktır. Bu bağlamda Ocak 1957’de kongreye gönderdiği Ar aoğlu, a.g.e., s.608. Uçarol, a.g.e., s.1020. 46 Fahir Ar aoğlu, Filistin Meselesi ve Arap – İsrail savaşları ( Ankara, 1994, s. 200. 47 Ar aoğlu, Siyasi Tarihi, s. 609. 44 45 – 1988 ), Türkiye İş Ba kası Kültür Yayı ları, 13 Eisenhower Doktrini adını alan mesajda yukarıdaki plan çerçevesinde, kongreden şu hususlarda kendisine yetki verilmesini istiyordu48: - Bağımsızlığını korumak için ekonomik kalkınma çabası içine giren Orta Doğu ülkelerine ekonomik yardım yapmak. - Bunlardan isteyen ülkelere askeri yardım yapmak. - Bu ülkelerin istemeleri şartıyla, ‘’milletlerarası komünizmin kontrolü altında bulunan bir ülkeden gelecek açık silahlı saldırılar karşısında’’ Amerikan silahlı kuvvetlerinin kullanılması. Eisenhower Doktrini, iki bakımdan Amerikan dış politikasında mühim bir gelişmeyi ifade etmekteydi49: Birincisi, bu doktrin ile Amerika’nın Orta Doğu ile bağlantı alanı esaslı bir şekilde genişlemekteydi. Her ne kadar Amerika, Orta Doğu ile siyasi ilgisini ilk defa 1947 Truman Doktrini ile ortaya koymuş ise de, bu ilgi bölgelerin sadece kuzey parçasına inhisar etmekteydi. Hâlbuki Eisenhower Doktrini, bütün bir Orta Doğu bölgesini içine alıyor ve Amerikan askerinin kullanılması ihtimali ile de, bölgedeki ülkelerin komünizme karşı savunulması gibi son derece geniş içerikli bir sorumluluğu üstleniyordu. İkinci olarak, bu doktrin ile Amerika, İngiltere ve Fransa’nın Orta Doğu’da bıraktıkları boşluğu, çok daha farklı bir yapı ile doldurmak üzere harekete geçiriyor ve Sovyet Rusya’nın karşısına dikiliyordu. Amerika ile Sovyet Rusya ilk defa olarak Orta Doğu’da karşı karşıya gelmeye başlıyordu. Eisenhower Doktrini ilk olarak Lübnan’da kabul gördü. Lübnan bu hareketi ile şimdiye kadar takip ettiği tarafsızlık politikasını terk etmiş oluyordu. Lübnan’ın arkasından Pakistan, Irak, Türkiye ve Yunanistan, Eisenhower Doktrini’ni kabul ettiklerini açıkladılar50. Arap milliyetçileri, bunu ABD’nin, İngiltere’nin bölgedeki vasilik girişimi olarak değerlendirdiler. Onlara göre Süveyş Sorunu, Siyonizm ve emperyalizmin, Arar dünyasını, bir komünist saldırısı varsayımına oranla çok daha fazla tehdit ettiğini gösteriyordu. Mısır’da Nasır ve Suriye’de Baas partisi, Eisenhower Doktrinini reddettiler. Irak’ta İngilizlerle işbirliği içindeki eski Arap milliyetçisi Nuri Sait ise doktrine destek veriyordu51. Sovyetlerin tepkisi haliyle sert oldu. 7 Ocaktaki yayınladıkları resmi bildiride, Eisenhower Doktrini’ni, ‘’Orta Doğu ülkelerini esaret altına alma amacı güden bir tedbir’’, ‘’Amerikan tekelci kapitalizminin militarist çevrelerinin Orta Doğu işlerine kaba müdahalesi’’ 48 a.g.e., s. 609-610. Ar aoğlu, Filistin meselesi…, s. -203. 50 Ar aoğlu, Siyasi Tarihi, s. 610-611. 51 Golds h ıdt – Davidson, a.g.e., s. 414. 49 14 olarak nitelendirdi. Arkasından, 11 Şubatta Amerika, İngiltere ve Fransa’ya verdikleri notalarda, Orta Doğu’da, ittifak blokları kurulmamasını, yabancı askerlerin geri çekilmesini, yabancı üslerin tasfiyesini, bölgenin içişlerine karışılmamasını ve bölgeye silah satılmamasını belirtti52. Bu durumda Amerika, Sovyetler’e, söz konusu bölgedeki faaliyetlerini ve özellikle Mısır ve Suriye’ye silah satanın kendisi olduğunu hatırlattı. ÜRDÜN HADİSELERİ Nasır, Mısır’da iktidara geldiği ilk günden itibaren, Orta Doğu’daki monarşileri devirmek ve Arap dünyasını ilerici dediği sosyalist – cumhuriyet rejimlerinin idaresi altında ve kendi liderliği etrafında toplamak istiyordu. Bu monarşik rejimlerin başında da Ürdün, Irak, Suudi Arabistan gelmekte idi. Bu ülkelerdeki monarşik rejimlere karşı geniş ve yoğun bir propagandaya girişmişti53. Nasır önderliğinde yükselen anti–emperyalist pan–Arap milliyetçiliği, bölgenin Arap halkları nezdinde gittikçe daha fazla itibar görmekteydi. Ürdün Kralı Hüseyin’in 1955 yılında bir diğer Haşimi Krallığı olan Irak’la birleşme ve Bağdat Paktı’na girme yönündeki girişimleri Filistinlilerin başını çektiği kitlesel gösterilerle engellendi. Ordu içinde huzursuzluk başladı ve 1957 yılında Kral Hüseyin’e karşı Mavera-i Ürdünlü Nasırcı bir subay olan Ebu Nuvar önderliğinde başarısızlıkla sonuçlanan bir darbe girişimi yapıldı54. 1957 Nisasında Nasır yanlısı subaylar tarafından Ürdün’de monarşinin devrilme olasılığı karşısında Kral Hüseyin’in bu ayaklanmanın ‘’uluslararası komünizm ve onun taraftarlarınca’’ çıkarıldığını söyleyerek Eisenhower Doktrini’nin uygulanmasını istemesi üzerine, Amerika’nın VI. Filosu ’nu Beyrut açıklarına göndermesi55 ve Nisan sonunda Ürdün’e on milyon dolarlık askeri yardım yapacağını açıklaması56 söz konusu olmuştur. Bu durum Amerika’nın Eisenhower Doktrini’ni hayata geçirdiğini göstermektedir. Ar aoğlu, a.g.e., s.611. a.g.e., s. 612. 54 Fulya Atacan, Değişe Toplu lar değiş eye Siyaset: Ortadoğu, Bağla Yayı ılık, İsta ul , s. . 55 Tayyar Arı, Geç işte Gü ü üze Ortadoğu–Siyaset, Savaş ve Diplo asi, Alfa Yayı ılık, İsta ul . s. 269. 56 Ar aoğlu, a.g.e., s. 613. 52 53 15 1957 SURİYE BUHRANI I.Dünya Savaşı sırasında İtilaf Devletleri aralarında yapmış oldukları gizli antlaşmalar neticesinde Osmanlı topraklarını paylaşmışlardır. Bu antlaşmalardan Sykes-Picot Antlaşması, Suriye’de Fransız mandası yönünde atılan en önemli adımlardan birini oluşturmaktadır. Savaşın başlarında gizlice bir araya gelen Fransızlar, İngilizler, İtalyanlar ve Ruslar Arap topraklarının kaderiyle ilgili önemli kararlar almışlardır. Bu anlaşma, İngilizlerin Şerif Hüseyin’e belirsiz bir şekilde Arap Krallığı sözü vermelerinden altı ay sonra imzalanmıştı. Böylece İngiltere ve Fransa Suriye ve Lübnan’ın Fransız, Irak ve Ürdün’ün ise İngiliz nüfuzuna bırakılması konusunda anlaşmış oluyorlardı57. Suriye Fransız mandasından ancak II. Dünya Savaşı’ndan sonra kurtulacak ve tam bağımsızlığına kavuşacaktır. Fakat buna rağmen uzun müddet içeride siyasi istikrara kavuşamayacaktır. 1945-1949 arasında nispeten sakin geçen Suriye’nin siyasi hayatı, 1949’dan itibaren tam bir karışıklık ve düzensizlik içine girmiştir. 1949-1953 yılları arasında Suriye’de üç hükümet darbesi, 21 Kabine değişikliği olmuş ve bu arada iki defa askeri diktatörlük kurulmuştur58. Ülkede askeri darbeler dönemi ilk olarak Mart 1949’da General Hüsni Zaim darbesi ile başlamış, Dört ay sonra Albay Sami El-Hinnayi, Aralıkta Albay Edip Çiçekli, Şubat 1954’te Albay Faysal El-Atası darbeleri yaşanmıştır59. Fakat 1953 Ekiminde yapılan genel seçimlerde Çiçekli ’nin Kurtuluş Hareketi Partisi’nin çok büyük çoğunluk elde etmesi, Çiçekli ‘nin diktatörlüğüne ve Baas Partisi de dahil, diğer siyasi partilerle arasının açılmasına sebep olmuş, bunun neticesi olarak da, Çiçekli, 25 Şubat 1954’te askeri bir darbe ile iktidardan düşürülmüş, bu tarihten sonra ise Suriye’nin siyasi hayatında Baas Partisi birinci planda olacaktır60. Baas Partisi, 1930’larda Arap dünyasında Batı hegemonyasının olumsuz etkisine yönelik başkaldırı düşüncesinin biçimlenmeye başladığı dönemde fikir olarak ortaya çıktı ve kısa süre içinde destek buldu. Alman Nasyonal Sosyalist ve Faşist ideolojilerin yansıması olarak, Suriye’de başlayan ve daha sonra Irak’ta destek bulan Arap milliyetçiliği hareketinin temsilcisi oldu61. Baas, Suriye milliyetçiliğinden çok Arap milliyetçisi bir parti olarak kurulmuş olmakla beraber, programında Suriye, Irak, Filistin ve Ürdün’ü birleştirmeyi amaçlayan Bereketli Hilal üzerinde bir ‘’Büyük Suriye’’ projesi bulunmaktaydı62. Meh et Şahi , Ortadoğu Siyaseti de Suriye, Plati Yayı ları, A kara, Eki Ar aoğlu, a.g.e., s.613-614. 59 Şahi , a.g.e., s.48. 60 Ar aoğlu, a.g.e., s.614. 61 Ö er Pehliva oğlu, Ortadoğu ve Türkiye, Kastaş Yayı evi, İsta ul, Te uz 62 Arı, a.g.e., s. 283. 57 , s. 7. 58 , s. . 16 Baas hareketinin (Hizb el-Arabi el-İştiraki) temel amaçlarına bakıldığında tek bir Arap ulusu yaratmak, sosyalizmi gerçekleştirmek suretiyle Arap dünyasını yabancı boyunduruğundan kurtarmak, bağlantısızlık politikası çerçevesinde emperyalizme ve sömürgeciliğe karşı çıkmak63 ana felsefesi üzerine temellendirilmiştir. Nasır’ın da aynı şekilde Arap milliyetçiliğinin destekleyicisi olmasını, Bağdat Paktı’na cephe almasını ve Sovyetler’e olan yakınlığını göz önünde bulundurduğumuz zaman, Baas Partisi ile Nasır’ın ilişkilerinin yakınlığı anlaşılır. Bunun yanında Batı’nın Suriye üzerindeki ekonomik ve politik yaklaşımları ile bu dönemde yaşanan buhranlar, bu ilişkinin daha da yakınlaşmasına katkı sağlamıştır. Ne var ki, her ikisinin sosyalizm anlayışları tamamen uyuşmuyordu. 1957 yılı başından itibaren Suriye’nin gittikçe Sovyetler’e yaklaştığını görüyoruz. Suriye’nin gittikçe komünist tesiri altına girmeye başlamasında Suriye kabinesinin güçlü simalarından olan ve komünist sempatisi ile tanınan Halit el-Azm’ın etkisi büyük olmuştur. Halit el-Azm 1956 Temmuzunda Savunma Bakanı olarak bir heyetle Moskova’ya gitti ve orada Sovyetler’le birtakım anlaşmalar imzaladı64. Bu anlaşmalar Sovyetler ’in Suriye’ye yapacağı ekonomik ve askeri yardımları ile birlikte, bölgede askeri üsler elde etmesini içeriyordu. Suriye’de komünizmin üs haline gelme hadisesi, ABD’de büyük bir tepki ile karşılandı ve milletlerarası bir tehlike olarak değerlendirildi. Suriye’nin komşuları da aynı şekilde telaşa kapılmışlar ve Sovyetler ‘in Suriye üzerindeki etkisini tepkiyle karşılamışlardır. Sovyetler ‘in büyük bir güç olarak bölgeye yerleşiyor olması, yine Sovyetler’ in gerek Türkiye’den toprak talepleri ve gerekse Akdeniz’e inebilmek için çevre ülkeler üzerindeki politika ve uygulamalarını düşündüğümüz zaman tepki ile karşılanmasını gayet tabii karşılamak gerekir. Sovyetler’ in Türkiye’ye karşı önceleri kuzeyden gelen tehdidi, böylelikle güneyden gelmeye başlamıştı. Bu durumda ise Türkiye Suriye sınırında askeri tedbirler almak suretiyle Suriye’ye uyarılarda bulunmuştur. Yaşanan bu gerginliklerin ardından Rusya, Başbakan Adnan Menderes’e gönderdiği mektupta, Türkiye’yi, Suriye’ye tecavüz emelleri beslemekle suçluyordu. Menderes bu mektuba karşılık 30 Eylül 1957’de verdiği cevapta, ‘’Suriye’den herhangi bir şikâyet mesajı alınmamışken Rusya’nın bu davranışı ’nın Suriye’ye sahip çıkmak manasına geldiğini, Türkiye’nin hiçbir devlete karşı saldırı emeli olmadığını, sadece kendisini savunmak için tertibat aldığını’’ 65 ifade etmiştir. Galip Çağ – Sami Eker, Ortadoğu’da Baas Reji leri: Suriye ve Irak , Ça kırı Karateki Ü iversitesi Uluslararası Avrasya Strateji Dergisi, Cilt , Sayı , Kası , s. . 64 Ar aoğlu, a.g.e., s. 614-615. 65 Ka ura Gürü , Dış İlişkiler ve Türk Politikası, A kara Ü iversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayı ları, A kara 1983, s. 201. 63 17 Ekim ayında Türk-Sovyet gerginliği ve Suriye krizi daha da şiddetlendi. Kruşçev 9 Ekimde bir Amerikan gazetesine verdiği bir demeçte, ‘’Eğer savaş patlak verirse, biz Türkiye’ye daha yakınız ama siz değilsiniz. Silahlar ateş almaya başlayınca roketler uçacak ve o zaman düşünmek için vakit çok geç olacak’’ diyor, buna karşılık Amerika Dışişleri Bakanlığı 11 Ekimde, ‘’Aradaki mesafeye rağmen, Birleşik Amerika’nın, bir müttefiki ve dostu olan Türkiye’ye karşı NATO içinde yüklenmiş olduğu taahhütleri hafife alamayacağı’’66 ifadelerini bir bildiri ile belirtmiştir. Bu gelişmelerle birlikte, 1 Şubat 1958’de Suriye ile Mısır’ın birleşmesi ile kurulan ‘’Birleşik Arap Cumhuriyeti’’ Suriye Buhranı’nı ortadan kaldırmıştır. Ne var ki komünizm tehlikesine karşı Arap birliğinin sürekliliğini savunan birleşik devletin ömrü kısa sürmüş ve 1961 yılında dağılmıştır. Bunun temel nedeni ise Nasır’ın tek adam merkezli ve güçlü bir otoriterlik yönetime olan eğilimiydi. Nasır, Suriye ile birleşmekten ziyade bu ülkeyi bir çeşit uydu haline getirmek ya da Mısır’ın içinde eritmek istiyordu. 1958’de kurulan ilk birlik kabinesinde otuz dört üye içerisinde yalnızca on dört Suriyeli ’nin olması ve bütün kilit koltukların Mısırlılarda olması67 bu eğilimin en önemli göstergesi olmuştur. 1963 sonraki döneme baktığımız zaman, Baas Partisi’nin Suriye’de egemen olduğunu, fakat siyasal mücadelenin de parti içerisinde artarak devam ettiğini görüyoruz. Görüldüğü gibi Amerika Orta Doğu’da komünizmin yayılmasına karşı çare arayışları içerisinde iken, Arapların böyle bir karşı çıkış ve çareleri olmamıştır. Arapların en büyük ve temel meselesinin İsrail meselesi olduğu açıktır. Suriye ile Mısır’ın birliğinin önündeki en büyük engel de yine bu iki ülke arasında bulunan İsrail idi. 1958 LÜBNAN BUHRANI 1958’li yıllar Arap milliyetçiliğinin giderek yaygınlaştığı yıllardır. Mısır ve Suriye’nin kısa süreli birleşmesinin yanında, Arap dünyasına karşı Hıristiyan dünyasının yanında yer alan bazı Arap ülkeleri de söz konusu olmuştur. Lübnanlı Marunî Hıristiyan Cumhurbaşkanı Kamil Şamun, genelde kendisinin Arap Orta Doğu’sunda yalnız kalmasına neden olacak bölgesel konularda, fazlasıyla Batı yanlısı durumunu devam ettirmiş ve Hıristiyan rakiplerine tahammülsüzlüğünü ve Müslüman karşıtlığını giderek artırmıştı. 1957’de görev süresinin sonuna yaklaşırken, Şamun ikinci kez seçilmek için diğer siyasi liderleri anayasal olmayan bir 66 67 Ar aoğlu, a.g.e., s.616-617. Poyraz Gürso , Suriye, Atılı Ü iversitesi Yayı ları, A kara , s. 51. 18 girişime yönlendirdi. Bunun sonucunda bölgesel baskılarla tansiyon yükseltildi ve Mayıs 1958’de iç savaş patlak verdi68. Cumhurbaşkanı Şamun, bu olayların ardından Batı’dan bir destek aramaya yöneldi ve Lübnan’da yaşanan olayların sebebinin Birleşik Arap Cumhuriyeti olduğunu BM’ye bildirdi. BM Güvenlik konseyi, Şamun’ un şikâyetlerini pek de gerçekçi bulmadı ise de, 14 Temmuz 1958’de Irak’ta General Kasım liderliğinde bir askeri darbe ile monarşinin yıkılması ve Kral Faysal ile Kral Naibi Abdülillah’ın ve Başbakan Nuri Said Paşa’nın öldürülmesi69 olayları Amerika’nın Lübnan’a asker sevk etmesine sebep oldu. Zira yaşanan gelişmeler Nasır’ın ön plana çıkıp bölgeyi kontrolü altına alması ve ülkenin giderek Doğu blokuna kayması ile neticelenebilirdi. Ancak Amerika’nın bu sevkiyatı, General Kasım’ın bundan sonra Sovyetler’le yakın temaslar kurması, askeri ve ekonomik işbirliği içerisine girmesine engel teşkil etmiyordu. Dolayısıyla Sovyetler, Orta Doğu’daki etkisini giderek artırmakta ve bölgede yeni üsler elde etmekteydi. Kamil Şamun cumhurbaşkanlığı süresini dolduğu halde uzatmak istiyordu. Nitekim anayasal olmayan girişimi de buradan kaynaklanmaktaydı. Irak olaylarından sonra Amerika’nın da baskısı ile Şamun cumhurbaşkanlığı süresini uzatmaktan vazgeçti. Bunun üzerine Lübnan Parlamentosu 31 Temmuzda Genelkurmay Başkanı General Şahab’ı büyük çoğunlukla cumhurbaşkanlığına seçti70. Böylelikle Lübnan’da yaşanan gerginlikler biraz olsun azalmış görünmekteydi. IRAK’TA MONARŞİNİN YIKILMASI Suriye ve Mısır’ın Birleşik Arap Cumhuriyeti’ni kurması üzerine, Ürdün ile Irak da (Haşimi soyundan) bir ‘’Arap Birliği’’ kurmaya karar vermişlerdir. Mısır’ın tepkisine yol açan bu gelişmeden sonra, Lübnan Buhranı ortaya çıkmış ve bu durum da Irak’ı telaşlandırmış, Şamun ise, Türkiye ve Irak’tan Lübnan’a müdahale edilmesini istemiştir. Bunun üzerine Nuri Sait Paşa, Irak’ın doğusundaki birlikleri ülkenin batısına sevk etmiş iken, bu birliklerin komutanı General Kasım bir hükümet darbesi yapmıştır. Kral Faysal ile Kral naibi amcası Prens Abdülillah öldürülmüş, Nuri Sait Paşa ise Bağdat’tan gizlice kaçarken halk tarafından linç 68 Ü it Çelik, İç Çatış alar ve Dış Müdahaleler Arası da Lü a , History Studies International Journal of History, Doi Number: http://dx.doi.org/10,9737/hist_460, Volume 4/1 2012, s. 131. 69 Ar aoğlu, a.g.e., s. 620. 70 gös. yer. 19 edilmiştir71. Irak’ta monarşinin yıkılmasını Irak halkı ve Sovyetler sevinçle karşılarken, Batı endişe ile karşılamıştır. Irak’ta monarşinin yıkılmasına Türkiye’den sert tepki gelmiştir. Irak İhtilalinin olduğu Temmuz 1958’de Bağdat Paktı üyeleri İstanbul’da Irak olaylarının görüşüldüğü bir toplantı yaptılar. Türkiye 17 Temmuzda ABD’ye başvurup Irak’a müdahale etme kararında olduğunu bildirmiştir. Bu haber ise Sovyetler ‘i harekete geçirmiş ve Türkiye’yi bölgede bir silahlı çatışmayı başlatabileceği düşüncesiyle uyarmıştır. Bu gerginlik üzerine ABD Dışişleri Bakanı Dulles, Türkiye, İran ve Pakistan’a Türkiye’nin Kafkaslar bölgesinden Hayber Geçidine kadar olan 3000 millik bir sınır bölgesinin savunma garantisi vermiştir. Bundan sonra Sovyetler de daha fazla ileri gidememişlerdir. ABD’nin de pek kararlı olmadığı söz konusu müdahaleden Türkiye de vazgeçmiştir72. Bu çerçevede hat safhada yaşanan gerginlikler biraz olsun yumuşamıştır. SONUÇ 1954-1959 yılları arasında yaşanan buhranların en önemli sonucu, Sovyet Rusya’nın Orta Doğu’da önemli bir güç haline gelmesi olmuştur. Bu durumun yaşanmasının en önemli sebebi ise, 1948’de İsrail devletinin kurulmasının ardından Arap ülkelerinin ve özellikle Nasır’ın takip ettiği politikalar olmuştur. Bunun yanında Batı’nın izlediği politikalar da aynı şekilde Sovyetler’ in Orta Doğu’da etkin olmasında son derece önemli olmuştur. Sovyetlerin komünizmi Orta Doğu’da yayma girişimlerine engel olmak maksadıyla oluşturulan Bağdat Paktı, bölgeyi Sovyetler’e karşı bir birlik içerisine sokacakken, aksine, Sovyetler’ in bölgede daha fazla aktif olmasına neden olmuştur. II. Dünya Savaşı sırasında, Sovyet Rusya’nın Türkiye’den toprak talepleri, Türkiye’nin Batı yanlısı bir politika izlemesine sebep olmuş, savaş sonrasında ise Arap ulusçuluğunu benimseyen ülkeler üzerinde yayılmacı siyaset izlemesi, Orta Doğu’da gelişen olaylar neticesinde aktif hale gelmesi ile birlikte, Türkiye’yi bu kez güneyden tehdit eder hale gelmesi söz konusu olmuştur. Bu durumda ise Türkiye, bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü korumak gayesi ile Batı’ya daha fazla yakınlaşma gereği duymuş, bu sebeple de ittifaklar sistemine katılmak istemiştir. Bununla birlikte Türkiye, gerek İsrail’i tanıması, gerek Süveyş Kanalı’nın millileştirilmesi olayında Bağdat Paktı üyesi olması nedeniyle Batı yanlısı bir politika izlemesi 71 72 Ar aoğlu, a.g.e., s.621. a.g.e., s. 622-623. 20 ve gerekse Orta Doğu’da Araplara karşı izlemiş olduğu politikalar neticesinde, Arap ülkeleri ile sorunlar yaşamış ve bu ülkeler ile olan ilişkileri ciddi anlamda soğuk bir iklim havasına bürünmüştür. Türkiye’nin Arap ülkeleri ile olan bu soğukluğu, günümüzde hala devam etmekle birlikte, yaşanan bu gerginliklerin sebebini yalnızca Türkiye’nin tutumunda ya da Batı’nın izlediği politikalarda görmemek gerekir. Bunun yanında Sovyetler’ in Orta Doğu’da artan bir hızla devam eden baskısı ve Arap ülkelerinde yaşanan darbeler ve iç çalkantılar, söz konusu ilişkilerin çıkmazda kalmasında diğer etken amillerdir. 21 KAYNAKLAR Arthur Golds h ıdt J‘. - Lawrence Davidson, Kısa Ortadoğu Tarihi, Doruk Yayı ları, İsta ul, Kası 2011. Ayı Tarihi, 9 Ekim 1956. Ayşegül Şe türk, CENTO Merkezi A tlaş a Teşkilatı ( Sosyal Bili ler E stitüsü Tarih A a ili – 1979 ), Süley a De irel Ü iversitesi Dalı Yüksek Lisa s Tezi, Isparta . Baskı Ora , Türk Dış Politikası–Kurtuluş Savaşı da Bugü e Olgular, Belgeler, Yorumlar(1919-1980), İletişi Yayı ları, Cilt , İsta ul . Behçet Ke al Yeşil ursa, Bağdat Paktı Araştır alar Dergisi s. - – , Sayı , yıl , Tarihi Peşi de - Uluslararası Tarih ve Sosyal . Bernard Lewis, Ortadoğu, Çev. Sele Y. Kölay, Arkadaş Yayı ları, A kara . Bilgehan Emeklier – Nihal Ergül, Petrolün Uluslararası İlişkilerdeki Yeri: Jeopolitik Teoriler ve Petropolitik ’’, Bilgi Strateji Dergisi, Cilt , Sayı , Güz Cumhuriyet Gazetesi, Kası . 956. Dur uş YALÇIN vd.), Türkiye Cu huriyeti Tarihi II, Atatürk Araştır a Merkezi, A kara . Edward Henniker – Major, Natio alisatio ; The Anglo – Iranian Oil Company, 1951 Britian vs. Iran , Seven Pillars Institute, Moral Cents Vol.2, Issue 2, Summer / Fall 2013. Fahir Ar aoğlu, . Yüzyıl Siyasi Tarihi, Alkı Yayı evi, İsta Fahir Ar aoğlu, Filistin Meselesi ve Arap – İsrail savaşları ( Yayı ları, A kara, ul, Nisa . – 1988 ), Türkiye İş Ba kası Kültür . Fulya Atacan, Değişe Toplu lar değiş eye Siyaset: Ortadoğu, Bağla Yayı ılık, İsta ul . Galip Çağ – Sa i Eker, Ortadoğu’da Baas Reji leri: Suriye ve Irak , Ça kırı Karateki Ü iversitesi Uluslararası Avrasya Strateji Dergisi, Cilt , Sayı , Kası . 22 Kamuran Gürü , Dış İlişkiler ve Türk Politikası, A kara Ü iversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayı ları, Ankara 1983. Kayhan Mutlu – ‘a aza Taş – Mah ut Akpı ar, Orta Doğu Raporu, Turgut Özal Ü iversitesi Yayı ları, Ankara 2012. Komisyon, Atatürk İlkeleri ve İ kılap Tarihi, Beta Yayı ılık, İsta ul Mahir Küçükvata , Soğuk Savaşı Türk Dış Politikası a Etkileri ve . Türkiye – Suriye Bu alı ı Dokuz Eylül Ü iversitesi Atatürk İlkeleri ve İ kılap Tarihi E stitüsü Çağdaş Türkiye Tarihi Araştır aları Dergisi, Cilt , Sayı , . Meh et Ko aoğlu, Uluslararası İlişkiler Işığı da Ortadoğu, Ge elkur ay Bası evi, A kara Meh et Şahi , Ortadoğu Siyaseti de Suriye, Plati Yayı ları, A kara, Eki . . Mesut Eli üyük, Orta Doğu’ u Coğrafya Bakı ı da Adı, Yeri, Ö e i , Orta Doğu Araştır aları Dergisi (s.129- , Cilt , Sayı , Elazığ, O ak . Mustafa Bosta ı, Türk - Arap İlişkileri e Etkisi Bakı ı da Bağdat Paktı , Gazi Akade ik Bakış Dergisi, Cilt , Sayı , A kara 2013. Mü ahit Ar ağa , Ortadoğu Barış Süre i de Ürdü ’ü Rolü, Süley a De irel Ü iversitesi Sosyal Bili ler E stitüsü Tarih A a ili Dalı Yüksek Lisa s Tezi, Isparta . Oral Sander, Siyasi Tarih (1918-1994), İ ge Yayı ları, A kara, Aralık . Ö er Pehliva oğlu, Ortadoğu ve Türkiye, Kastaş Yayı evi, İsta ul, Te uz Poyraz Gürso , Suriye, Atılı . Ü iversitesi Yayı ları, A kara ‘ifat Uçarol, Siyasi Tarih (1789-2012) , Der Yayı ları, İsta ul . . Tayyar Arı, Geç işte Gü ü üze Ortadoğu – Siyaset, Savaş ve Diplo asi, Alfa Yayı ılık, İsta 2005. Ü it Çelik, İç Çatış alar ve Dış Müdahaleler Arası da Lü a , History Studies International Journal of History, Volume 4/1 2012, http://dx.doi.org/10,9737/hist_460. ul