Location via proxy:   [ UP ]  
[Report a bug]   [Manage cookies]                

BÜYÜK TÜRK KLASİKLERİ

Fuzuli, Baki, Şeyhi ve birçok şairden sseçilmiş şiirler.

BÜYÜK TÜRK KLASİKLERİ Gazeller ve Diliçi Çevirileri SAÜ Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü 2013 Girişli B Grubu I. ve II. Öğretim Öğrencilerinin Ortak Çalışmasıdır 0 13. YÜZYIL......................................................................... 1 Esrâr Dede ................................................................... 205 Yunus Emre ..................................................................... 1 Nedim .......................................................................... 210 15. YÜZYIL....................................................................... 19 Hoca Neş’et ................................................................. 219 Necâtî Bey ..................................................................... 19 Neylî ............................................................................ 221 Şeyhî .............................................................................. 48 İlhâmî ........................................................................... 223 16. YÜZYIL....................................................................... 50 Şeyh Gâlib ................................................................... 225 Zâtî ................................................................................ 50 19. YÜZYIL ..................................................................... 243 Hayâlî Bey ..................................................................... 52 Vâsıf ............................................................................ 243 Muhîbbî ......................................................................... 61 Sünbülzâde Vehbî ........................................................ 244 Yahyâ Bey ..................................................................... 62 Keçecizâde İzzet Molla................................................ 246 Nev’î .............................................................................. 65 Fuzûlî ............................................................................. 69 Bâkî ............................................................................... 88 Bağdatlı Rûhî ............................................................... 115 17. YÜZYIL..................................................................... 117 Bahtî ............................................................................ 117 Veysî ............................................................................ 118 Hâletî ........................................................................... 120 Fehîm-i Kadîm ............................................................ 122 Sâbit ............................................................................. 124 Nef’î ............................................................................ 126 Şeyhülislâm Yahyâ ...................................................... 137 Şeyhülislâm Bahâyî ..................................................... 147 Cevrî ............................................................................ 152 Vecdî ........................................................................... 155 Nâilî-i Kadîm ............................................................... 160 Neşâtî ........................................................................... 171 Mezâkî ......................................................................... 174 Nâbî ............................................................................. 180 18. YÜZYIL..................................................................... 184 Osmanzâde Tâib .......................................................... 184 Râşid ............................................................................ 185 Seyyid Vehbî ............................................................... 187 Şeyhülislâm Esad Efendi ............................................. 189 Mehmed Emin Belîğ.................................................... 191 Nevres-i Kadîm ........................................................... 193 Koca Râgıb Paşa .......................................................... 195 Haşmet ......................................................................... 199 Fıtnat Hanım ................................................................ 203 1 13. YÜZYIL Canım orada tutsaktı, vîrân yerde kalmıştım. “Gel” dediler Yunus Emre oraya gittim. Yöneldim ve işte göçtüm. GAZEL Hak’dan nazar oldı bana Hak kapusın açar oldum Yûnus Hakk’a bilişeli cân u gönül virişeli Girdüm Hakk’un haznesine dürr ü gevher saçar oldum Şol Tapduğ’a irişeli gözlerümü açar oldum Hak’dan bir nazar oldu (bana bir ilgi, bir lütûf oldu) Hak Yûnus Hak’la tanışalı, can ve gönül verişeli, Tapduk kapısını açtım. Hakk’ın hazînesine girdim, inci ve mücevher Emre’ye erişeli, gözlerim açılmaya başladı. saçtım. GAZEL Devlet tâcı başa kondı aşk kadehin bana sundı İster idüm Allâh’ı buldumısa ne oldı Susaduğumca ben dahı her dem anı içer oldum Ağlarıdum dün ü gün güldümise ne oldı Başıma devlet tacı kondu, bana aşk kadehini sundu. Her Allah’ı isterdim buldumsa ne oldu? Gece gündüz ağlardım, zaman susadıkça ondan içtim. sonunda güldümse ne oldu? Esritdi aşka düşürdi ben hamıdum aşk bişürdi Erenler meydânında yuvarlanur top idüm Aklumı başa divşürdi hayrı şerden seçer oldum Pâdişâh çevgânında kaldumısa ne oldı Beni esritip (sarhoş edip) aşka düşürdü. Ben hamdım, aşk Erenler meydanında yuvarlanan bir toptum Pâdişâh pişirdi, aklımı başıma devşirdi, hayrı şerden seçmeğe çevgeninde kaldımsa ne oldu? başladım. Erenler sohbetinde deste kızıl gül idüm Hayra döndi benüm işüm endişeden âzâd başum Açıldum ele geldüm soldumısa ne oldı Nefsüm başın kesüben şer işlerden kaçar oldum Erenler sohbetinde bir deste kırmızı gül idim, Açıldım ele Benim işim hayra döndü, başım kaygıdan kurtuldu. Nefsimin geldim ve soldumsa ne oldu? başını keserek şer işlerden kaçmağa başladım. Âlimler ulemâlar medresede buldısa Kesdüm başın nefsüm öldi fısk u fesâd işler kıldı Ben harâbât içinde buldumısa ne oldı Hak’dan bana nazar oldı kanadlandum uçar oldum Âlimlerle ulemanın medresede bulduğunu, ben harâbât Fısk u fesâd yapmağa başladığı için nefsimin başını kestim. içinde buldumsa ne oldu? Öldü. (Böylece) Hak’dan bana lütûf oldu kanatlanıp uçmağa başladım. İşit Yûnus’ı işit yine delü oldı hoş Erenler mânîsine daldumısa ne oldı Uçdum bir hoş yire kondum bu dünyâyı bâkî sandum İşit Yûnus işit, yine deli oldu, Erenlerin mânâsına (âlemine) Ey yârenler ben usandum kondum girü göçer oldum daldımsa, ne oldu? Uçtum, hoş bir yere kondum. Bu dünyâyı bâkî sandım. Ey dostlar ben usandım. Kondum, tekrar göçer oldum. GAZEL İlim ilim bilmekdür ilim kendin bilmekdür Göçenler menzile yitdi vardı anda karâr itdi Sen kendini bilmezsin yâ nice okumakdur Geçdi ömür kavil bitdi varlığumdan geçer oldum İlim, doğru olanı bilmektir. O da insanın kendisini Göçenler konağa erişti, gidip orada karar kıldı, ömür geçti, bilmesidir. İnsan, kendini bilmezse okumanın faydası yoktur. söz bitti, varlığımdan (varlıktan) geçtim. (Kendini bilmek, tasavvuf inanışında temel fikirlerden birisidir. Buna göre, Allah’ın bir parçası olan insan, Dutsakıdı cânum anda, kalmışdum bir vîrân yirde kendisini tanırsa, Allah’ı tanır. Yûnus’un ilimden anladığı Gel didiler vardum anda yöneldüm uş göçer oldum insanın Allah’ı bilmesidir.) 1 Bir bakışta(düşüncede)kalmayalım gel gönül dosta gidelim. Hasretle ölmeyelim gel gönül dosta gidelim. Okumakdan mânî ne kişi Hakk’ı bilmekdür Çün okıdun bilmezsin ha bir kurı emekdür Okumanın maksadı Hakk’ı bilmektir. Okuyan insan, eğer Gel gidelüm cân durmadın sûret terkini urmadın Allah’ı bilmezse, boşa emek harcamış olur. Araya düşmen girmedin gel dôsta gidelüm gönül Gel gönül can durmadan, (rûh) vücûddan ayrılmadan, araya düşman girmeden dosta gidelim. Okıdum bildüm dime çok tâat kıldum dime Eri Hak bilmezisen abes yire yilmekdür “Okudum, biliyorum” deme. “Çok itâat ettim, çok ibâdet Gel gidelüm kalma ırak dôst içün kılalum yarak ettim” deme. Eğer Hakk’ı tanımadıysan, Allah‘ı Şeyhün katındadur durak gel dôsta gidelüm gönül bilmediysen, bütün gayretin boş yere koşuşturmaktan başka Gel gidelim, uzakta kalma, dost için hazırlık yapalım, bir şey değildir. durağımız şeyhin katındadır. Gel gönül dosta gidelim. Dört Kitâbun mânisi bellüdür bir elifde Terkidelüm il ü şarı dôst içün kılalum zârı Sen elifi bilmezsin bu nice okumakdur Ele getürelüm yârı gel dôsta gidelüm gönül Dört kitâb’ın mânâsı bir Elif’de toplanmıştır. Eğer sen Elif’i Ülkeden şehirden uzaklaşalım, dost için ağlayıp sızlayalım, bilmiyorsan bu nasıl okumaktır. (Dört kitap Kur’ân, İncîl, sevgiliyi ele geçirelim. Gel gönül dosta gidelim Tevrât ve Zebûr’dur. Bunlar, Allah’ın birliği inancına dayanan kutsal kitaplardır. Eski alfabenin ilk harfi olan Elif, Bu dünyâya kalmayalum fânîdür aldanmayalum tasavvufda “bir”i, “birliği” (Vahdeti) sembolize eder. Biriken ayrılmayalum gel dôsta gidelüm gönül Yûnus’a göre ilmin ve imânın başı da, sonu da bunu Bu dünya fânidir, orada kalmayalım; ona aldanmayalım, bilmekten ibârettir.) birleşmişken ayrılmayalım. Gel gönül dosta gidelim. Yigirmi dokuz hece okusan ucdan uca Biz bu cihandan göçelüm ol dôst iline uçalum Sen elif dirsün hoca mânisi ne dimekdür Ârzû hevâdan geçelüm gel dôsta gidelüm gönül Bütün harfleri, heceleri, kitapları baştan başa okusan ne Biz bu dünyadan göçerek o dost iline uçalım; arzû ve çıkar. Önce Elif’i bilmelisin. Elif’in mânâsını bilmelisin. hevesden geçelim. Gel gönül dosta gidelim. (Yûnus dördüncü beyitteki inanışı bir kere daha tekrarlıyor. İlim, Allah’ın birliğini bilmektir. Yalnız bunu bilmek yetmez, Kulağuz olgıl sen bana gönilelüm dôstdan yana mânâsını da anlamak gerekiyor diyor.) Bakmayalum önden sona gel dôsta gidelüm gönül Sen bana kılavuz ol; dosttan yana yönelelim; önüne sonuna bakmayalım. Gel gönül dosta gidelim. Yûnus Emre dir hoca girekse var bin hacca Hepisinden eyüce bir gönüle girmekdür Yûnus Emre der ki: Ey Hoca, bin defa Hacc’a gitmek iyidir, Bu dünyâ olmaz pâyidâr aç gözüni cânın uyar ama ondan daha iyisi bir insanın gönlünü kazanmaktır. Olgıl bana yoldaş u yâr gel dôsta gidelüm gönül (Tasavvufda ve eski kültürümüzde gönül, Allah’ın evi, Bu dünyâ sürekli kalmaz. Gözünü aç, canını uyar, bana tecelligâhıdır. Dolayısıyla bir gönül kazanmak, Allah’ın yoldaş ve arkadaş ol. Gel gönül dosta gidelim. rızâsını kazanmak demektir.) Ölüm haberi gelmedin ecel yakamuz almadın GAZEL Azrâil hamle kılmadın gel dôsta gidelüm gönül Bir nazarda kalmayalum gel dôsta gidelüm gönül Ölüm haberi gelmeden, ecel yakamıza yapışmadan, Azrâil Hasretile ölmeyelüm gel dôsta gidelüm gönül hamle etmeden (saldırmadan), gel gönül dosta gidelim. 2 Gerçek erene varalum Hakk’ın haberin soralum Bu çağda sakal çıkar görenin göreceği tutar. Gönül Yûnus Emre’yi alalum gel dôsta gidelüm gönül güzellerin arasına karışır, aşka düşer Gerçek erene gidelim, Hakk’ın haberini alalım. Yûnus Emre’yi alıp gel gönül dosta gidelim. Hayırdan şerri çok sever işlemeğe becid iver Nefsinün dieğin kovar nefs evine düşdi gönül GAZEL Hayırdan çok şerri sever, şer işlemeğe acele eder. Nefsinin Ata belinden bir zamân anasına düşdi gönül arzusu peşinde koşar: gönül nefs evine düştü Hak’dan bize destûr oldı hazîneye düşdi gönül Bir zaman gönül baba belinden ana rahmine düştü. Hak’tan Kırkbeşimde suret döner kara sakala ak iner bize izin çıktı, gönül hazineye düştü Bakup şeybetin göricek yoldurmağa düşdi gönül Kırkbeşinde yüzü değişir kara sakala ak düşer. Yaşlandığını görünce gönül ağaran kılları yolmağa başladı Anda beni cân eyledi et ü sünük kan eyledi Dört on güni diyiceğiz değritmeye düşdi gönül. Orada bana can verdi; et kemik ve can verdi. Kırk gün içinde Yola gider başaramaz yiğitliğe eli varmaz kımıldamağa başladı gönül Bu nesneleri koyuban yuvanmağa düşdi gönül Yola gider başaramaz, gençliğe eli erişmez. Gönül bütün bunlar bırakıp tembelliğe düştü Yürüridüm anda pinhân Hak buyruğu virmez amân Vatanumdan ayırdılar bu dünyaya düşdi gönül Orada gizlice yürüyordum. Tanrı buyruğuna karşı gelinmez. Oğl eydür bunadı ölmez kız eydür yirinden durmaz Yurdumdan ayırdılar gönül bu dünyaya düştü Hiç kendi hâlinden bilmez hâlden hâle düşdi gönül Oğul: ’Bunadı, ölmez’ der; kız ‘yerinden kalmaz’ der. Hâlden hâle düşen gönül kendi hâlini bilmez Beni beşiğe urdılar elüm ayağum sardılar Öndin acısın virdiler tuz içine düşdi gönül Beni beşiğe yatrdılar, elimi ayağımı sardılar. Önce acısıı Öliceğiz şükrideler sinden yana iledeler verdiler tuz içine düştü gönül Allâh adın zikr ideler çok şüküre irdi gönül Ölünce şükrederler, mezara götürürler. Allah’ın adını anarlar. Gönül çok şüküre erişti Günde iki kez çözerler başına akça dizerler Ağzıma emcek virdiler nefs kabzına düşdi gönül Günde iki kez çözdüler, başıma akça dzidler. Ağzıma meme Su getüreler yumağa kefen saralar komağa verdiler, nefis eline düştü gönül Ağaç ata bindüreler teneşire düşdi gönül Yıkamak için su getirirler, kefene sararar. Tahta ata bindirdiler gönül teneşire kavuştu Bu nesneyi terkeyledüm yürimeğe azmeyledüm On’ki sünüğin yazarlar elden ele düşdi gönül Bunu bırakarak yürümeğe karar verdim. On iki kaburga Eğer varsa amelün gin olısar sinün senün kemiği belirmişti. Gönül elden düştü Eğer yoğısa amelün şarâb içdi gönül (İyi) Amelin varsa mezarın geniş olur. (iyş) Amelin yoksa gönül ateşten şarap içti Oğlan iken sultân kopar kim elin im yüzin öper Akıl bana yoldaş oldı sultanlığa düşdi gönül (İnsan) Çocukken sultan sayılır kimi elini kii yüzünü öper. Yûnus anlayıver hâlün şuna uğraşıyor yolun Akıl bana yoldaş oldu, sultanlığa heves etti gönül Bunda elin ireriken hayr işlere düşdi gönül Yûnus hâlini anla, yolun şuna varıyor: Bu dünyada elin ulaşırken gönül hayır işlere düştü Bu çağıla sakal biter görenin gülregi dutar Güzeller katında biter sev-sevüye düşdi gönül 3 GAZEL Gaafil ne bilir Hakk’ı sevr var Aşkın aldı benden beni bana seni gerek seni Bırak gülen gülsün, Hak bizim olsun. Hakk’ı sevenlerin Ben yanaram düni güni bana seni gerek seni olduğunu, gafil olanlar ne bilir? Aşkın beni benden aldı bana sen gereksin sen. Ben gece gündüz yanarım bana sen gereksin sen Bu yol uzaktadur menzili çokdur Geçidi yokdur derin sular var Ne varlığa sevünirem ne yokluğa yirinürem Bu yok uzaktadır, konakları çoktur. Geçidi yoktur, derin Aşkınla avunuram bana seni gerek seni sular var Ne varlığa sevinirim ne yokluğa üzülürüm. Aşkınla Girdik bu yola aşkıla bile avunurum bana sen gereksin sen Gurbetlik ile bizi salar var Bu yola aşk ile birlikte girdik. Bizi gurbet illere salanlar var Aşkın âşıklar öldürür aşk denizine doldurur Tecellîye doldurur bana seni gerek seni Aşkın aşıklar öldürür, aşk denizine daldırır. Tecelli ile Her kim merdâne gelsün meydâna doldurur; bana sen gereksin sen Kalmasun câna kimde hüner var Her kim mert ise meydana gelsin. Kimde hüner varsa saklamasın göstersin Aşkun şarabından içem mecnun olup dağa düşem Sensin dün ü gün endişem bana seni gerek seni Aşkın şarabındam içeyim, Mecnun olup dağlara düşeyim. Yûnus sen bunda meydân isteme Gece gündüz düşüncem sensin; bana seni gerek seni Meydân içinde merdâneler var Yunus sen burada meydan isteme. Meydan içinde meydan Sûfîlere sohber gerek ahîlere ahret gerek erleri var Mecnûnla’a Leyl’î gerek bana eni gerek seni Sûfîlere sohber gerek ahîlere ahret gerek. Mecnûnla’a Leylâ GAZEL gerek; bana sen gereksin sen Sensin Kerîm sensin Rahîm Allâh sana sundum elüm Senden artuk yokdur emüm Allâh sana sudum elüm Eğer beni öldireler külim göke savurular Kerîm olan sensin, Rahmân olan sensin Allahım elimi Sana Toprağum anda çağıra bana seni gerek seni sundum. Sen’den başka ilacım yoktur, Allah’ım elimi Sana Eğer beni öldürseler, külümü göğe savursalar. Toprağım sundum orada ‘bana sen gereklisin sen’ diye bağırır Ecel geldi vâde irdi bu ömrün kadehi doldu Yûnus durur benüm adum güngeldükçe artar odum Kimdir ki içmeden kaldı Allâh sana sundum elimi İki cihânda maksudum bana seni gerek seni Ecel geldi, vâde ulaştı bu ömrümün kadehi doldu. İçmeden Benim adım Yunus’tur. Gün geçtikçe ateşim artar. İki kim kaldı Allah’ım elimi Sana sundum cihanda maksadım: bana sen gereklisin sen Gözlerüm göke süzüldi cânum göğüzden üzüldi GAZEL Dilüm tetiği bozuldı Allâh sana sundum elimi Yar yüreğim yâr gör ki neler var Gözlerim göğe süzüldü, canım göğüsten koptu. Dilimin tetiği Bu halk içinde bize güler var bozuldu, Allah elimi Sana sundum Sevgili yüreğimi yar da neler var gör. Bu halk içinde bize gülenler var Uş biçildi kefen donum Hazret’e yöneltdüm yönüm Aceb nice ola hâlüm Allâh sana sundu elüm Ko gülen gülsün Hak bizim olsun 4 İşte kefen elbisem biçildi, yönümü Tanrı’ya doğrulttum. Acabâ hâlim ne olacaktı? Allah’ım elimi Sana sundum Bir niçe kişilerün gaflet gözin bağlamış Hak yoluna dirisen bir yufkaya kıyamaz Urdılar suyum ılıdı kavum kardaş cümle geldi Birçok kişilerin gözünü gaflet bağlamış. Hak yolu için(bir Esen kalsun kavum kardaş Allâh sana sundum elüm şey) desen bir yufkaya (bile) kıyamaz Suyumu ocağa koydular, ısındı. Kavim kardeş hepsi geldi. Kavim, kardeş esen kalsın. Allâh’ım elimi Sana sundum Bu dünye bir gelindür yeşil kızıl donanmış Kişi yen gelince bakubanı doyamaz. Gledi salacam sarılur dört yana salâ virülür Bu dünyâ bir gelindir, yeşil kızıl donanmış, insan yeni geline İl namâzuma dirilür Allâh sana sundum elüm bakmaya doyamaz. Salacam geldi, sarılır; dört yana selâm verilir. Halk namâzımı kılmak için toplanır. Allah’ım elimi Sana sundum İy niçe arslanları alur akdarur ölüm Azrâil pençesine bir yohsulca döyemez Çün cenazeden şeşdiler üstüme toprak sacdılar Ölüm birçok arslanı alır götürür. O arslanlar Azrâil’in Hep koyubanı kaçdılar Allâh sana sundum elüm pençesine bir yoksulun tahammül ettiği kadar dayanamazlar Vaktâki cenazeden dağıldılar, üstüme toprak sacdılar. Hep koyarak kaçtılar. Allah’ım elimi sana sundum Var imdi miskin Yûnus uryân olup gir yola Yüz çukallu gelürse yalıncağı soyamaz Yidi tamu sekiz uçmak her birinün vardur yolı Şimdi miskin Yûnus git, soyun(ve) yola gir. Yüz zırhlı gelirse Her bir yolda yüz biin çârşû Allâh sana sundum elüm de (bir) çıplağı soyamaz. Yedi cehennem sekiz cennet her birinin yolu var. Her bir yolda yüz bin çarşı. Allah’ım sana sundum elimi GAZEL İy âşıklar iy âşıklar aşk mezheb ü dîndür bana Geldi Münker ile Nekir her birisi sordı bir dil Gördi güzüm dôst yüzini yas kamu düğündür bana İlâhi sen cevâb virgil Allâh sana sundum elüm Ey âşıklar, ey âşıklar benim dînim ve mezhebim aşktır; Geldi Münker ile Nekir, her birisi bir dil sordu. İlâhi sen Dost’un yüzünü gördüğümden ber, yaslı günlerim hep düğün cevap ver. Allah’ım sana sundum elimi günleridir. Görün aceb oldı zamân gönülden eylerüz figaan Ayruk bana ben dimeyem kimseneye sen dimeyem Ölür çün anadan doğan Allâh sana sundum elüm Bu kul o sultân dimeyem işidenler kala tana Görün zaman ne acayip oldu. Gönülden feryat ederiz. Artık bana “ben ’’, başkasına da “sen’’ demeyeyim. Bu Mâdem ki anadan doğan ölür. Allah’ım sana sundum elimi kuldur, o sultândır demeyeyim ki herkes hayretler içinde kalsın. (Tasavvufta Tanrı’ya ulaşmanın ilk adımı benlikten Yûnus tap uzatdun sözi Allahuna tutgıl yüzi kurtulmaktır. Bu inanışa göre ben-sen, benlik-senlik Dîdârdan ayurma bizi Allâh sana sundum elüm zâhiridir. Görünen her şey Allah’ın bir parçası, gölgesi, Yûnus sözü uzattın. Yüzünü Allah’a döndür. Bizi Sevgili’den tecellisidir.) ayırma. Allah’ım Sana sundum elimi Dôst aşkına ulaşaldan dünyâ âhiret bir oldı GAZEL Ezel ebed sorarısan dün ile bugündür bana Niçeler bu dünyede günâhını yuyamaz Dostun aşkına ulaştığımdan beri dünyâ ve ahiret benim için Ömri geçer yok yire iy dirîgâ duyamaz oldu. Benim nazarımda ezel ile ebed, dün ile bugün gibidir. Bu dünyâda birçok kimse günâhını, yıkayamaz. Yok yere ömrü geçer, yazık ki duymaz. Ayruk bize yas olmaya hîç gönlümüz pas olmaya 5 Zîra Hâk’dan gelen âvâz savulmaz bir ündür bana Âşıkların gönlü de, gözü de Sevgili’ye yönelmiştir. Artık Artık bize yas olmaz, gönlümüzde pas, yâni dünyâ kiri geriye ne kalır? Gönlü ve gözü ile Allah’a bağlanmış olan olmaz. Hak’dan gelen âvâz, bizi kendimize getirdi, gerçek ibâdeti ne yapsın? yolu buldurdu. Tâat kılan uçmağ içün dîn tutmayan tamu içün Ben aşkundan ayrılmayam dergâhundan ırılmayam Ol ikiden fâriğ olur neye benzer bu işâret Eğer benden gider isem senün ile varam sana Cennete gitmek için ibâdet eden, Cehennem’den kurtulmak Ben senin aşkından ayrılmayayım, dergâhından için dîne sığınan insan, sonunda bu ikisindende vazgeçer. uzaklaşmayayım. Eğer benliğimden kurtulursam, sana senin Bu neye işârettir? Bu, Cennet arzusu ve Cehennem ile varayım. korkusuyla değil, Allah’a olan aşk için ibâdet etmek demektir. Ol dôst beni viribidi var dünyâyı bir gör didi Geldüm gördüm hoş ârâyiş seni seven kalmaz ana Her kim dostı sever ise dosttan yana gitmek gerek O Dost beni gönderdi, git şu dünyâyı gör dedi. Geldim, bu İşi güci dôst olıcak cümle işden olur âzât güzellikleri gördüm, ama anladım ki o dostu seven bu Kim dostunu seviyorsa, dosttan yana gitmelidir. İşi gücü dünyâya bağlanmaz. dost olan insan, başka işlerle uğraşmaz. Kullarına va’d eyledi yarınki gün görnem didi Anun gibi ma’şûkanun haberini kim getürür Ol dostlarun sevindüği yarınum bugündür bana Cebrâil-i mürsel sığmaz şöyle olındı işâret O, kullarına vâdetti: Bir gün size görüneceğim, didârımı O’nun gibi bir sevgilinin haberini kim getirebilir? Bu göreceksiniz, dedi. İşte, o, kulların sevinçle beklediği gün habercilik ancak Cebrâil’e yakışır. benim için bugündür. (Cebrâil, dört büyük melekten birisidir, Hz. Peygamber’e vahiy getiren Kur’ân’ı öğreten melektir.) Yûnus seni dîn idindi dîn nedür îman idindi Aşka bugün yarın nolur işi budur öndin sona Soru hisâb olmayısar dünyâ ahret kovana Yûnus, senin aşkını kendine dîn edindi, bu aşkı îmân bildi. Münker ü Nekir ne sorar terk olıcak cümle murât Onun artık baştan sona tek işi vardır ki, o da senin aşkınla Dünyâ ve ahreti terk etmiş insana kabir sorusu yoktur. avunmaktır. Bütün hırslarını, dünyâ ve âhirete âit arzû ve emellerini terk etmiş birisine Münker, Nekir ne sorabilir? (Münker ve GAZEL Nekir, kabirde ölüleri, dünyâya âit amellerinden ve Din ü millet sorarısan âşıklara dîn ne hâcet günahlarından sorguya çeken iki melektir.) Âşık kişi harâb olur harâb bilmez dîn diyânet Dîn nedir, millet nedir diye sorma. Âşıklara dîn ne gerek! Havf u recâ gelmez gelmez anda varlık yoklık bırağana Âşık kişi harâbât ehlidir, bu insanlar dîn diyânet bilmezler. ilm ü amel sığmaz anda ne terâzû var ne sırât (Din ile Allah’a inanış ve bağlanış yolu kastedilmiştir. Varlık ve yokluk endîşesini terketmiş insanın korkmasına Allah’a aşk ile bağlı olan insan, Yûnus’a göre, artık başka sebep yoktur. Ondan hiç bir şeyin hesâbı sorulmayacaktır. bir yol aramaz. (Beyitte, ayrıca Tanrı’ya ulaşmak için Ne günâhları tartılacak, ne de Sırat’tan geçmek zorunda medrese ile tarîkat arasındaki fark ele alınmıştır. Medrese kalacaktır. ehli ibâdeti ön plânda tutar. Mutasavvıflar ise Tanrı’ya (Son iki beyitte tasavvufun önemli fikirlerinden birisine ulaşmanın en kestirme yolu olarak aşkı görürler.) telmîh vardır. Buna göre insan, üç merhaleden geçerek Tanrı’ya ulaşır: Terk-i dünyâ, dünyâyı terketme; terk-i ukbâ, Âşıklarun gönlü gözi mâşûk dapa gitmiş olur ahretteki mukâfatları terketme ve terk-i terk, bu terketme Ayruk sûretde ne kalur kim kılısar zühd ü tâat düşüncesini de akıldan çıkarma… Böylece insan, her 6 yaptığını Allah için, onun rızâsı için yapmış olur ki, bu insan, ahrette sorguya suale çekilmez. Çünkü o zâten Ne gelmeğün gelmek durur ne gülmeğin gülmek durur maksada ulaşmıştır.) Son menzilün ölmek durur duymadunsa aşkdan eser Eğer aşktan bir eser duymadınsa, eğer Tanrı aşkını Ol kıyâmet bâzârında her bir kula baş kayısı tatmadınsa, yaşamanın mânâsı yoktur. Ne dünyâya gelmiş Yûnus sen âşıklar ıla hiç görmeyesin kıyâmet olmanın, ne de gülmenin bir mânâsı olamaz. Son durağın O kıyâmet günü, her kulun en büyük kaygısıdır. Ey Yûnus, ölüm olur ki bu da hiç yaşamamışsın demektir. eğer sen âşıklardan olabildinse kıyâmet gününden korkma. Herbir sözi duyayıdun ya bu gamı yiyeyidün GAZEL Yiründe eriyeyidün gideydi senden kâr ü bâr İy aşk eri aç gözini yir yüzine kılgıl nazar Her doğru sözü anlasaydın, mânâsını bilmek için gayret Gör bu lâtif çiçekleri bezenüp uşgeldi geçer gösterseydini mâddi varlığından uzaklaşsaydın, senden Ey aşk eri gözünü aç, yeryüzünü bir seyret. Şu güzel dünyâ meşgalesi uzaklaşırdı. İşin gücün için gam yemezdin. çiçeklere bir bak, nasıl süslenmişler. Ama çabuk ol, onların böyle açılmaları ile solmaları ân Bildün gelen geçer imiş bildün konan göçer imiş meselesidir. Aşk şerbetin içer imiş her kim bu mâniden duyar Eğer gelenin gidici, konanın göçücü olduğunu bildiysen, Bunlar böyle bezenüben dostdan yana uzanuban bunun mânâsını anladıysan, o zaman aşk şerbetinden Bir sor ahi bunlara sen kancaradur azm-i sefer içersin. Bunlar böyle bezenip, Hakk’a doğru yol arıyorlar. Ey kardeş sor bunlara bir kere, böyle nereye sefer ediyorlar? Yûnus bu sözleri kogıl kendözinden elüm yugıl Senden ne gele bir digil çün Hak’dan gelür hayr u şer Her bir çiçek bin nâzıla öğer Hakk’ı niyâzıla Yûnus bu sözleri bırak, elini kendinden çek, benliğinden Bu kuşlar hoş âvâz ıla ol pâdişâhı zikr ider uzaklaş. Senin neye gücün yeter ki? Bütün çiçekler bin nâz ve bin niyâz ile Hakk’ı öğerler. Her şeye gücü yeten, hayrı ve şerri yaratan Allah’dır. Kuşlar da o güzel sesleriyle o yüce Pâdişâh’ı zikrederler. GAZEL Öğer anun kadirliğin her bir işe hâzırlığın Keleci bilen kişinün yüzüni ağ ide bir söz İllâ ömri kasırlığın anıcağız benzi solar Sözi bişirüp diyenün işini sağ ide bir söz Bilirler ki onun her şeye gücü yeter, O, yarattıklarını sever. Bir güzel, söz, mânâlı söz seylemesini bilenin yüzünü ağ Her yerde hâzır ve nâzırdır. Fakat bu yaratıklar, kendi eder. Sözü düşünerek söyleyenin işini kolaylaştırır. ömürlerinin ne kadar kısa olduğunu hatırlayınca üzülürler, Söz ola kese savaşı söz ola bitüre başı benizleri solar. Söz ola ağulu aşı bal ile yağ ide bir söz Rengi döner günden güne toprağa dökilür gine Söz vardır, savaşı keser; söz, yarayı iyileştirir. Söz de vardır İbret durur anlayana bu ibreti ârif duyar ağılı aşı yağ ile bal ider. O çiçeklerin rengi günden güne solar, sonra toprağa dökülürler. Bu, anlayana bir ibret dersidir. Bu dersi, ancak Kelecilerün bişirgil yaramazını şeşirgil ârif olan insanlar anlayabilir. (Beyitte, İslâmiyet’in temel Sözün us ıla düşürgil dimegil çağ ide bir söz inanışlarından birisine telmîh vardır. İnanışa göre ‘herşey Sözünü söylemeden iyice düşün, işe yaramayan sözü aslına rücû eder, aslına döner’. Çiçek söyleme; Sözün akla uygun düşsün, yoksa sana ham insan _Burada dolaylı olarak insan kastedilmiştir _ topraktan derler, câhil derler. biter, sonra tekrar toprağa döner.) 7 Gel ahî iy şehriyâri sözümüzi dinle bâri Urdı Mîrâc kasdına yüridi âbdestine Hezâr gevher ü dinâri kara toprağ ide bir söz Secde kıldı dostına dimedi yakın ırak Gel ey kardeşim, sultânım! Sözümü dinle. Söz eğer iyi ve Hz. Muhammed, Mi’râc’a hazırlık için abdestini aldı, yerinde söylenmezse, yüzlerce mücevheri ve altını kara namâzını kıldı. Dostun yakın-ırak olduğunu düşünmedi. toprak eder, kötü söz, söyleyen insanın değerini düşürür. Gitti yik Hazreti getürdi Burak atı Nûrdan idi hilâti gözi gevher yüzi ak Kişi bile söz demini dimeye sözün kemini Cebrâil, Burak atı getirdi. Muhammed, nûrdan bir elbise Bu cihân cehennemini sekiz uçmağ ide bir söz giymişti. Gözleri inci gibi, yüzü tertemiz idi. İnsanoğlu sözü ne zaman söyleyeceğini bilmeli, kötü sözü söylememeli. İyi söz, bu dünyâ cehennemini cennet Kadem bir taşa basdı taş kopdı bile vardı bahçelerine döndürür. Kâf yâ mübârek didi şöyle kaldı mu’allak Ayağıyla bir taşa bastı, taş arkası sıra yuvarlandı ve Allah’ın hikmetiyle boşlukta öylece kalakaldı. Yüri yüri yolun ıla gaafil olma bilün ile Key sakın ki dilün ile cânuna dâğ ide bir söz Yolun doğrusunu seç, o yolda yürü. Bilgili ol, gafil olma. Taş eydür gelesini bir kadem basasını Sözünü sakın, olmaya ki bir söz ile hem başkalarını Resûl eydür gelürem buyurur ısa ol Hak yaralayasın, hem de acı çekesin. Taş, Muhammed’e, kendisine doğru gelmesini ve ayağını basmasını istedi. Resûl, ‘’O Hak, emrediyorsa gelirim ‘’ Yûnus imdi söz yatından söyle sözi gaayetinden dedi. Key sakın o şeh katından seni ırağ ide bir söz Yûnus sakın fenâ söz söyleme. Sözün iyisini, hoşa gidenini Göklere haber oldı yir gök şâdılık daldı söyle ki, kötü bir söz insanı Allah’tan bile uzaklaştırır. Eydürler Ahmed geldi bezendi sekiz uçmak Göklere haber ulaştı, ‘’Muhammed geliyor’’ diye yer gök sevinçle doldu. Cennet bahçeleri bezendi, süslendi. GAZEL Muhammed’e bir gice Çalab’dan indi Burak Cebrâil eydür hocam mîrâca kığırdı Hak Gör Muhammed neyledi gökleri seyr eyledi Allah, bir gece Hz. Muhammad’e Burak’ı indirdi. Cebrâil ‘’ Ümmetini toyladı arşa hemin varıcak Hocam, Hak seni mi’râca çağırıyor ’’dedi. (Beyitte Mi’râc Bakın Hz. Muhammed ne yaptı: Gökleri geçdi, arşa vardı. hâdisesine telmîh vardır. Kur’ân-ı Kerîm’de ve Oraya varınca hemen ümmetini sevindirdi. (İnanışa göre Peygamber’in hayatıyla ilgili bütün kaynaklarda sözü edilen Hz. Peygamber Mi’râc’a yükseldiğinde Allah, onun Mi’rac, Hz. Muhammed’in, bir gece evinden alınıp önce isteklerini sormuş, o da sâdece ümmeti için rahmet ve lütûf Kudüs’e, oradan da göğe alınması ve Allah cemâli ile dilemiştir.) karşılaşması hâdisesidir. Burak, bu yolculukta Hz. Muhammed’in bindiği atın adıdır. Cerâil, dört büyük Çün geçdi felekleri ün geldi kim gel beri melekten birisidir. Allah’ın emirleini Peygamber’e Kaldurdum perdeleri hemân cemâlüme bak ulaştıran, ‘’vahy’’e aracı olan melektir.) Felekleri geçmeye başladığı sırada bir ses geldi: ‘’ Perdeleri kaldırdım, artık arada engel yok, durma cemâlime bak ‘’ buyruldu. Aç kendüne cinânun Bi hişt ü dîdâr senün Seni okur Sübhânun ne yatursın kıl yarak Cebrâil devam etti: ‘’ Sana Cennet yolu açıldı, artık Cennet Dîdârum sana ayân gösterem bellü beyân ve Allah’ın cemâlini görmek sana nâsib oldu. Sübhân seni İn Burak ‘dan ol yayan arşuma bas bir ayak çağırıyor, kalk hazırlığını yap ‘’! ‘’ Burak‘ tan in, yaya olarak arşıma bas ki Dîdârımı sana açıkça göstereyim. ’’ 8 Doğan ve şâhin gibi alıcı kuşlar, Yaradan'ın övüp yarattığı Ferişteler geldiler Burak ’dan indürdiler kuşlardır. Onun için Doğan kuşu güçsüz bile olsa, yine de Na’lini döndirdiler ol dem yüridi yayak vazîfesini yapar. Hemen melekler geldi ve onu Burak ‘tan indirdiler, ayağına nalinlerini giydirdiler ve O, yaya olarak yürüdü. Kara taşa su koyorsan elli yıl ısladur ısan Heman taş gine bayagı hünerli taş olur değül Üveys yirinden durdı arşda nalin döndürdi Kara taşa su bağlasan, elli yıl ıslatsan, o yine taş kalır. Muhammad anı gördi visâle döndi firaak Hünerli bir taş olmaz. (''Kara taş'' ile yine insan Üveys, yerinden kalktı, onun nalinlerini çevirdi. Muhammed kastedilmiştir. Yûnus'a göre insanın yaradılışı müsâid Hakk’ın dîdârını gördü, böylece ayrılık bitip, vuslat başladı. değilse, aşktan nasîbi yoksa o, öğütten bir şey anlamaz.) (Beyitte geçen Üveys, Veysel Karanî olmalıdır. Fakat Veysel Karanî, Hz. Muhammed öldükten sonra Mekke‘ye gelmiştir Ol iki cihân güneşi zâhir dünyâsın degşürdi ve O’nu yakınlarının anllattıkları şekilde dinlemiş ve Câhil anı öldi sanur ol hod ölmez ölür değül öğrenmiştir. Yani Hz. Peygamber‘in Mi’râc’a çıktığı sırada O iki cihânın güneşi görünüşte dünyâsını değiştirdi. onun hizmetine koşması, Yûnus’un yakıştırması olabilir. Hz. Câhiller, O'nu öldü sanırlar, halbuki o asla ölmez. (İki Peygamber bir hadîste ‘’Sahabe döneminin en hayırlı cihânın güneşi, Hz. Peygamber'dir. Onun dünyâsını insanlarından birisi, Veysel Karanî ‘dir ‘’ demişlerdir. değiştirmesi, güneşin batışı gibidir; burada batar, öbür Yûnus, bunu hatırlatmak istiyor olabilir.) tarafta doğar.) GAZEL Yûnus olma câhillerden ırak olma ehillerden Aşksuzlara virme ögüd ögüdünden olur değül Câhil ne var mü'min ise câhillikden kalur değül Aşksuz kişi hayvân olur hayvân ögüd bilür değül Ey Yûnus câhil kimselerden olma, Allah dostlarından Aşkı bilmeyen, âşık olmayan kimselere öğüt verme, o, uzaklaşma. Câhil mü'min olabilir, ama mü'min olmak onu öğütten anlamaz. Çünkü aşksız insan hayvan gibidir, hayvan câhilllikten kurtarmaya yetmez. (Yûnus'a göre insanın öğütten anlar mı? mü'min olması yeterli değildir. İmânın aşk ile tamamlanması gerekir.) Eksük olman ehillerden kaça görün câhilerden Tanrı bîzâr bahillerden bahil dîdâr görür değül GAZEL Allah dostlarından uzak durma, fakat câhillerden kaçmaya Bir dürr-i yetimem ki görmedi beni ummân bak. Allah, kıskanç ve cimri insanlardan rahatsız olur, Bir katreyem illâ ki ummâna benem ummân çünkü onlar Allah yüzünü göremezler. Bir yetim inciyim ki, benim gibisini hiç bir umman görmedi. Bir katreyim amma, ummanlardan daha büyük bir ummanım. Boz yapalak devlengice emek yime irte gice Anun eşi gözsepekdür salup ördek olur değül Boz tüylü çaylağa boş yere ve gece gündüz emek verme. O, Gel mevc-i acâib gör deryâ-yı nihân gözle köstebek ile dostluk ettiği için, ördek avlayacak bir kuş Zî bahr nihâyetsüz katrade olur pinhân değildir. (Çaylak ve köstebek ile iyi yaradılışlı olmayan, Gel, bu acayip dalgayı gör, bu gizli denizi gözetle. Bir hakikatı göremeyen insanlar kastedilmişdir.) damlaya, uçsuz bucaksız bir deniz nasıl sıpğarmış, onu gör. (Katre, tasavvuf inanışında insandır. O tabiatı ve bedeniyle Şâh balaban şâhin doğan zihî öğmiş anı öğen zavallı ve çaresizdir ama, gönlü ve idrakiyle âlemin Doğan zaîf olur ısa doğanlukdan kalur değül şuurudur. Yaradan, onda tecelli eder. İnsanın büyüklüğü, Allah’ı idrak edebilmesindendir.) 9 Okuyamadı mevzun Leylî adını Mecnûn Hem Leylî idim anda hem Mecnûn idim hayrân Adım Yûnus oldugı bu cisim belâsıdır Mecnûn, Leylâ'nın adını sonuna kadar götüremedi. Halbuki Adım sorar olursan sultâna benem sultân ben hem Leylâ, hem de onun hayranı Mecnûn idim. (Meşhur Adımın Yunus olması, şu bedenimden dolayıdır. Adım da hikâyeye telmih var. Yunus gibi. Fuzûlî gibi bir çok şair benim gibi gelip geçicidir. Ama işin aslını sorarsan ben kendilerini Mecnûn'dan daha çok aşka istidatlı görmişlerdir. sultanlar sultanıyım. (Yunus Emre gibi son derece mütavazi Hem Leylâ, hem Mecnûn olmak, âşık ile Mâşuk'un bir bir insanın kendisine sultanlar sultanı demesinin sebebi olması demektir ki bu da ''fenafi'llâh'' mânâsına gelir.) içindeki aşktır. Allah, insanın gönlünde tecelli ederse, sevenle sevilen aynı olur, bir olur.) Dem urmazıdı Mansûr tevhîd-i ene'l-Hak'dan Aşk dârına dôst zülfi asmışıdı beni uryân GAZEL Eğer Mansur, dostun zülfüyle darağıcına asılmış olan beni Bu dünyanun meseli bir ulu şara benzer görseydi ''Ene'l-Hak'' (Ben Hakkım) dâvâsında bulunmazdı. Velî bizüm ömrümüz bir tiz bâzâra benzer (Mansur, Hallâc-ı Mansur adıyla şöhret bulmuş olan büyük Bu dünya, büyük bir şehre benzer. Bizim bu dünyadaki İslâm sofîsidir. Onun bir cezbe ânında söylediği ''Ene'l- ömrümüz ise çarçabuk dağılan bir pazar gibidir. Hak'' (Ben Hakkım) sözü küfür sayıldığı için asılarak öldürülmüştür. Yûnus, bu sözün ''Hak bende tecelli etti, Her kim bu şara geldi bir lahza karâr kıldı seven ile sevilen bir oldu''mânâsına geldiğini düşünüyor.) Girü dönüp gitmeği gelmez sefere benzer Bu şehre her kim gelse, bir müddet kalır sonra geri dönüp gider. Bu, dönüşü olmayan bir seferdir. Bu âlem-i kesretde sen Yusuf u ben Yakûb Ol âlem-i vahdetde ne Yusuf u ne Kenân Bu kesret âleminde sen Yusufsun, ben Yakubum. Ama o Bu şarun evvel dadı şehd ü şekkerden şirin Vahdet âleminde ne Yusuf vardır ne de Ken'an illeri. . . Âhır acısını gör şol zehr-i mâra benzer (Yusuf, Yakub peygamberin oğludur. Kardeşleri, Yusuf'un Bu dünya aldatıcıdır, önce güzelliklerini gösterir, ki tadı güzelliğini ve babasının sevgisini kıskandıkları için onu bir şekerden baldan daha tatlıdır. Ama sonunda acısını gösterir kuyuya atmışlar, yoldan geçen bir kervan Yusuf'u kurtarmış. ki, bu acı, yılanın zehrinden daha beterdir. Mısır'a götürüp köle diye satmıştır. Oğlunun hasretine dayanamayan Yakup, kör olmuştur. Kur'ân-ı Kerîm'de Evvel gönül almağı hûblara bisbet ider ''ahsenü'l-kısâs=kıssaların en güzeli adıyla geçen bu Âhır yüz döndürmeği acûz mekkâra benzer hadiseye telmih vardır. Eski edebiyatta Yakup, hasreti ve Önce güzellikleriyle insanların gönlünü aldatır. Sonunda bu hüznü sembolize eder. Beytin mânâsına göre acı ve hasret güzellerin birer kocakarı olduğu anlaşılır. bu maddi dünya içindir. Öteki âlemde ne ızdırap vardır, ne Bu şarun hayâlleri dürlü dürlü halleri de hasret. . .) Aldamış gaafilleri câdu ayyâra benzer Kâf nun'a ulaşmadan can kalebe düşmeden Bu şehrin, insanı aldatan halleri, hayalleri vardır. Onlarla, Aşk dârına mest geldüm hem mest giderem hayran baştan çıkaran büyücü gibi insanları aldatır durur. Kâf, nun'a ulaşmadan, can vücuda girmeden ben aşk ile sarhoş idim. Öyle geldim, öyle giderim. (İslâmî harflerle kâf Bu şarda hayâllerün haddi vü şümârı yok ile nun yanyana yazılınca ''kûn'' okunur ve Arapça ''Ol'' Bu hayâle aldanan otlar duvara benzer demektir. Allah'ın ''kûn'' emri ile kâinat yaratılmıştır. Bu şehirde, aldatıcı hayallerin ne hesabı, ne sayısı bellidir. Kur'an-ı Kerîm'de anlatılan bu yaradılış hadisesine telmih Hangi insan bu hayale kanarsa o, otlakdaki davar gibidir. vardır. Yunus, ezel meclisinden beri Allah aşkı ile sarhoş olduğunu anlatmak istiyor.) Kendi mikdârın bilen bildi kendü hâlini 10 Velî dahı ışk ıla evvel bahara benzer Ey Yunus, eğer gerçek âşık isen dünya malına gönül verme. İnsan, kendisini bilirse haddini de bilir. Ancak aşk ile Bak, dünya malına gönül verenler kara toprak olmuş insanın hayatı bir bahar mevsimine döner. yatıyorlar. Bîçâre Yûnus'ı gör derd ile hayrân olmış GAZEL Anun her bir nefesi şehd ü şekere benzer Cânum erenler yolı inceden inceyimiş Şu çâresiz Yunus'a bak, aşk derdiyle kendinden nasıl geçmiş. Süleymân'a yol kesen şol bir karıncayımış Onun için Yunus'un sözleri şeker ve bal gibidir. Canım, erenler yolu inceden inceyimiş. Süleyman'ın yolunu kesen şu ufacık karınca imiş. (Süleyman ile karınca GAZEL efsânesine telmîh var. Efsâneye göre, Süleyman Peygamber, Sabahın sinleye vardum gördüm cümle ölmüş yatur askerleriyle bir vâdiden geçerken, karıncaların beyi ona bir Her biri bîçâre olmış ömrin yavı kılmış yatur çekirge budu hediye etmiş. Bu budun yarısı ile Süleyman'ın Sabahleyin mezarlığa gittim, gördüm ki hepsi ölmüş yatıyor. askerleri doymuş, kalan yarısını da karıncalar yemişler. Her biri çaresiz, ömrünü tamamlamış yatıyor. Yunus, saltanatın sembolü olan Süleyman ile bunun tam tersi olan karınca tezâdından faydalanarak Allah'ın kime ne Vardum bunların katına bakdum ecel heybetine derece kudret verdiğinin önceden bilinemeyeceğini Nice yiğit murâdına irememiş ölmiş yatur anlatmak istiyor.) Bunların huzuruna varınca ecelin büyüklüğünü anladım. Nice yiğitleri gördüm ki muratlarına erememiş yatıyorlar. Gönlüm aydur varayın sana girü geleyin Gönlüm uyduğı bana dostı buluncayımış Yimiş kurd kuş bunı keler niçelerin bağrın deler Gönlüm der ki kalkıp sana geleyim. Gönlümün arzusu seni Şol ufacık nâ-resteler gül gibice solmış yatur bulmak imiş. Kurtlar kuşlar bedenlerini yemiş, hepsinin bağrı yaralı. O körpecik fidanlar, solmuş güller gibi yatıyor. Götürmedi kimsene kimsenenün gücini Güç götürürin diyen eli irinceyimiş Duzağa düşmiş tenleri Hakk'a ulaşmış canları Kimse kimsenin yükünü taşıyamaz. Yük taşırım diyen de Görmez misin sen bunları növbet bize gelmiş yatur ancak götürebileceği kadarını taşırmış. Tenleri tuzağa düşmüş, canları Hakk'a ulaşmış. Sen bunları görmez misin, sıra bize de gelecek diye düşünmez misin? Âşıkun gözi yaşı dün ü gün durmaz akar Âşık kan ağladuğı mâ'şûk soruncayımış Esilmiş incü dişleri dökilmiş sarı saçları Âşığın gözünün yaşı gece gündüz demeden akar. Onun kan Kamu bitmiş teşvişleri emr ü nemde irmiş yatur ağlamasının sebebi, sevgilinin ilgi gösterip, hatırını sorması İnci dişleri düşmüş, sarı saçları dökülmüş. Kargaşalıkları imiş. sona ermiş. Allah'ın emrini yerine getirmiş, öyle yatıyorlar. Eydürler-idi bana âşık âvâre olur Gitmiş gözinin karası hiç işi yoktur turası Geldi başuma gördim ol söz yirinceyimiş Kefen bizünün pâresi sünüğe sarılmış yatur Bana "âşık âvâre olur" demişlerdi. Başıma gelince anladım Gözlerinin karası kaybolmuş, yapacak işleri kalmamış. ki bu söz doğru imiş. Kefen bezinin parçaları, kemiklerine sarılmış yatıyorlar. Dört kitâbun ma'nisin okıdım tahsîl itdüm Yûnus gerçek âşık-ısan mülke sûret bezemegil Işka gelicek gördüm bir uzun heceyimiş Mülke sûret bezeyenler kara toprak olmış yatur Dört kitabı okudum mânâsını anladım. Ama aşka gelince gördüm ki, o, uzun bir hece imiş. (Dört kitap Kur'ân, İncil, 11 Tevrat ve Zebur'dur. Dördü de Allah'ın birliği esasına Sevgilinin gönlü bir sırça saraydır, sakın onu kırmayasın. dayanan mukaddes kitaplardır. Bunların kullara verdiği şey, Eğer o gönül bir kere kırılırsa, tıpkı cam gibi bir daha dinin ibadeti ile ilgili emirlerdir. Yunus, ibadeti ve imanı bütünleşemez. öğrendim ama, insanı Allah'a ulaştıran yolun aşk olduğunu anladım diyor.) Çeşmelerde bardağun toldırmadın kor ısan Bin yıl anda turursa kendü tolası değül Ben dervîşem diyenler harâmı yimeyenler Bardağını çeşmeden kendin dolduramazsan, bin yıl orada Harâmun yenmediği ele girinceyimiş kalsa bile kendiliğinden dolmaz. Ben dervişim diyip de haram yemiyenlere şunu söylerim: Haram, eline geçdiği anda yememek iradesini gösterirsen, Şol Hızır'la şol İlyas âb-ı hayât içdiler işte o zaman derviş olursun. Bu birkaç gün içinde bunlar ölesi değül Hızır ile İlyas âb-ı hayat içtiler, onlar kıyamete kadar Eydürler fülân öldi mülkiyle malı kaldı ölmeyeceklerdir. (İnanışa göre Hızır ile İlyas peygamberler Ol malun irkildüği ıssı ölinceyimiş âb-ı hayat içtikleri için ölümsüzlüğe ulaşmışlardır. Göze Derler ki "falan öldü, şu kadar malı mülkü kaldı". Demek ki görünmezler ama Hızır karada, İlyas denizde, başı darda malın mülkün insana faydası yok. İnsan, öldükten sonra o olanların imdâdına yetişir.) malın mülkün hesabını başkaları yapıyor. Yaratdı Hak dünyayı Muhammed dostlığına İki kişi söyleşür Yûnus'ı görsem diyü Dünyaya gelen gider bâkî kalası değil Biri eydür ben gördüm bir âşık kocayımış Allah, dünyayı (Hazreti) Muhammed'in sevgisi uğruna İki kişi "Şu Yunus'u bir görsek" diye söyleniyorlardı. Birisi yarattı. Dünyâya gelen gider, kimse kalıcı değildir. (Beyitte "ben gördüm, ihtiyar bir âşık imiş" dedi. "Habîbim, sen olmasaydın ben bu felekleri yaratmazdım" meâlindeki Hadîs-i Kudsî'ye telmîh yapılmıştır.) GAZEL Ma'nî eri bu yolda melûl olası değül Yûnus gözün görürken yarağun eyle bugün Ma'nî tuyan gönüller hergiz ölesi değül Gelmedi anda varan girü gelesi değül Mânâ eri bu yolda melûl olmaz. Gönlünde aşkın mânâsını Yunus, gözün görüyor, elin tutuyorken hazırlığını yap. duyanlar asla ölmezler. Günâh ve kusur işleme. Çünkü insan dünyâya bir defa gelir. Gidince de bir daha geri dönemez. Ten fânidür can ölmez gidenler girü gelmez Ölür ise ten ölür cânlar ölesi değül GAZEL Ten fânidir ama can ölmez, gidenler geri gelmez. Ölür ise Dostan haber geldi bana turayım andan varayım ten ölür, canlar ölümsüzdürler. Muştalayana cânumu vireyim anadan varayım Dosttan bana haber gelsin diye haber geldi. Kalkıp ona Gevher seven gönüller yüz binyol ider ise gideyim. Bana bu haberi müjdeleyene canımı verip öyle Hak'dan nasîb olmasa nasîb olası değül gideyim. Cevhere ulaşmak isteyen yüzbin yol denese bile, eğer Hak nasib etmemişse, istediğine ulaşması mümkün değildir. Şol bir iki arşun bizün ne yeni ver ne yakası Kefen idüben engüme giyeyim andan varayım Sakıngıl yârun gönlin sırçadur sımayasın Şu kolsuz yakasız iki arşın bezi boynuma kefen edip de öyle Sırça sınduktan girü bütün olası değül gideyim. Cânalıcı hod geliser emâneti vir diyeser 12 Ben emâneti ıssına vireyim andan varayım Benliğim beni terk etti bütün varlığımı dost kapladı Ben Can alıcı Azrail ansızın gelip de’’emaneti ver’’ deyince mekan endişesinden kurtuldum mekanım yağma olsun. emanetini ona verip sonra gideyim. Ta’allukdan üzüşdüm ol dostdan yana uçdum Gitdi cânum kaldum eyle nâçâr olup girdüm yola Işk divanına düşdüm divânum yağma olsun Dostlar şâd olduğın bile göreyim andan varayım Dünya güzelliklerinden bağımı kopardım dosttan yana Canım gitti öyle kalıp bu yola girdim. Dostların şâd uçmaya başladım Artık aşk divanına düştüm başka neyim olduğunu görüp de sonra gideyim. varsa yağma olsun. Münker ü Nekir gliser yir gök ün ile tolısar İkilikden usandum ışk tonını tonandum Ben bunlara cevâbını vireyim andan varayım Derdün honına kandum dermânum yağma olsun Münker ve Nekir gelip her taraf feryâd ile dolunca ben Senlik-benlik ikiliğinden usandım aşk elbiselerini giyindim onların sorularının cevabını vereyim ondan sonra gideyim Derdin ziyafetiyle doydum dermanım yağma olsun. Yazugum çok günah öküş yürür idüm dünyâda hoş Varlık çün sefer kıldı dost andan bize geldi İtdüklerimün hisabın sorayım andan varayım Viran gönül nur toldı cihânum yağma olsun Dünyada başıboş dolandığım için hatalarım çok günahım Varlığım sefere çıktı çünkü dost bizden yana geldi Şu yıkık fazla. Bu ettiklerimin hesabını vereyim öyle gideyim. gönlüm aydınlandı artık cihanım yağma olsun. Besledügüm nâzük teni terk itmiyem dirdim anı Geçdüm bitmez sağınçdan usandum yaz u kışdan Kara toprağa ben anı karayım andan varayım Bustanlar başın buldum bustânum yağma olsun Bu beslediğim vücudumu terketmeyeyim derdim ama şimdi Bütün arzuları terkettim yazdan kıştan utandım Ben onu kara toprağa virip öyle gideyim. bostanlar başını buldum bostanım yağma olsun. Ben bu ömür hırmanını degdüm devşürdüm uş yine Yûnus ne hoş demişsin bal ü şeker yimişsin Yûnus eydür bu dükkânı direyim andan varayım. Ballar balını buldum kovanum yağma olsun Ben bu ömür harmanını esip savurdum. Yunus der ki bari bu Yunus ne güzel söylüyorsun sanki bal ile şeker yemişsin dükkanı derleyip toplayayım ondan sonra gideyim. Artık ballar balını buldum kovanım yağma olsun. GAZEL GAZEL Canlar cânını buldum bu cânum yağma olsun Uş yine nazar oldı bu bizüm cânumuza Assı ziyandan geçdüm dükkânum yağma olsun Muhammed bünyâd urdı dîn ü îmânumuza Canlar canını buldum bu canım yağma olsun Kârdan İşte yine bu bizim canımıza nazar oldu Muhammed din ve ziyandan geçtim dükkânım yağma olsun. imanımızı tamamladı. Ben benlügümden geçdüm gözüm hicâbun açdum Peygamberler serveri din direği Muhammed Dost vaslına irişdüm gümânum yağma olsun Gör ne gevher komış bu bizüm kânumuza Ben benliğimden kurtuldum gözümün perdesini açtım Peygamberler peygamberi dinimizin direği Muhammed bak Dostun vuslatına eriştim artık endişelerim yağma olsun. bizim madenimize nasıl cevherler koymuş. Benden benlügüm gitdi hep mülkümi dost dutdı Hey gel amel idelüm elümüz irer iken Lâ-mekâna kavm oldum mekânum yağma olsun Ecel irer ansuzın irmezüz sanumuza 13 Gelin elimiz erer iken iyi şeyler yapalım yoksa ansızın ecel Bunlar artık ne eve girebilir ne ibadetlerini tamamlar ne de gelir her işimiz yarıda kalır. eski beyliklerini bulabilirler Devranları geçti artık. İy dirîğa n’idelüm bizde amel olmazsa Kanı ol şîrin süözlüler kanı ol güneş yüzlüler Hışm idüp yapışalar bu kefen tonumuza Şöyle gayip olmış bunlar hiç belürmez nişanları Bizde amel olmazsa hayırlı işler yapamazsak sonumuz kötü O tatlı dilliler o güneş yüzlüler hani? Onlar öyle kaybolup olur Ahirette yakamıza yapışır hesabını sorarlar. gitmişler ki ufak bir iz bile kalmamış. Sorucular geleler sorı hisab alalar Bunlar bir vakt begler idi kapucular korlar idi Karanu sin içinde otura yanumuza Gel şimdi gör bilmeyesin beg kangıdır ya kılları Öyle ki sorucular gelip karanlık mezar içinde yanımıza Bunlar bir zamanların beyleri idi. Kapıcıları, adamları, otururlar ve dünyadaki işlerimizin hesabını sorarlar. hizmetçileri vardı. Ama şimdi gel gör ki hangisi bey hangisi kul belli değil. Ölüm hakdur bilürsin niçün gafil olursın Azrâil kasd idiser günahlu canumuza Ne kapu vardur giresi ne yimek vardur yiyesi Biliyorum ölüm haktır bundan niye gafil oluyorsun? Ne ışık vardur göresi dün olmışdur gündüzleri Azrail’in gelip de bu günahlı canımıza kastedeceğini Artık ne girecek kapıları ne yiyecek yemekleri var. Işıkları unutma. da kalmamış. Gündüzleri hep gece olmuş. Miskin Yûnus bu sözi kendüzinden eyitmez Birgün senün dahı Yûnus benven didüklerün kala Hak Çalab viribidi sabak lisânumuza Seni dahı böyle ide nitekim itdi bunları Miskin Yunus bu sözleri kendiliğinden söylemiyor Ona bu Ey Yunus gün gelip sen de benliğini bırakıp bunlar gibi sözleri söyleten Allahtır. olacaksın. Bunlar ne hâle geldiyse sen de öyle olacaksın. GAZEL GAZEL Sana ibret gerek ise gel göresin bu sinleri Severem ben seni candan içeri Ger taşısan eriyesin bakup göricek bunları Yolum ötmez bu erkândan içeri Eğer ibret almak istiyorsan gel bu mezarları gör Bunların Ben seni canımdan çok severim. Bu yolun yolcusuyum ben, manasını kavrarsan taş olsan bile eriyebilirsin. başka yol tanımam. Şunlar ki çokdur malları gör nice oldı halleri Nireye bakarisam toptolusun Sonucı bir gönlek geymiş anun da yokdur yenleri Seni kanda koya. N benden içeri Şunların malı çoktu ama bak şimdi halleri nice olmuş Nereye baksan, seninle dopdolu görürüm. Aslında sen benim Sonunda kolu ve yakası bile olmayan bir gömlek giymişler. içimdesin. Kanı mülke benüm diyen köşk ü saray beğenmeyen O bir dilber-durur yokdur nişânı Şimdi bir evde yaturlar taşlar olmuş üstünleri Nişân olur mı nişândan içeri Hani ben zenginim diyenler köşkler saraylar beğenmeyenler O, öyle bir güzeldir ki izi ve nişanı belli olmaz. Ama Şimdi öyle bir evde yatıyorlar ki üzerlerinde bir tek taş herşeyde görülen güzellik, ondan bir parça olduğuna göre, kalmış. bundan daha büyük nişan olur mu? Bunlar eve girmeyeler zühd ü tâat kılmayalar Beni sorma bana bende değülven Bu begligi bulmayalar zîrâ geçdi devrânları Suretüm boş yürür tondan içeri 14 Beni bana sormayın. Ben diye bir şey yoktur. Elbisenin Dini terk edenin işi küfürdür. Ama bu öyle bir küfür ki, içindeki vücud, bir “yokluk”tan başka bir şey değildir. imandan daha ileri gözüküyor. Beni benden alana irmez elüm Geçer iken Yûnus şeş oldı dosta Kadem kim basa sultandan içeri Ki kaldı kapuda andan içeri Benliğimi benden alana elim ulaşamaz. Meğer ki Sultan’ın Yunus geçip giderken, yolu dosta uğradı. Ama ne yazık ki kapısına ayak basabileyim. çeri giremeyip kapıda kaldı. Tecellîden nasîp irdi kimine GAZEL Kiminün maksûdu bundan içeri Canum kurban olsun senün yolına Kimisi Allah’ın tecellisine erdi, onun cemalini gördü. Ama Adı güzel kendü güzel Muhammed kiminin maksadı bundan da ileridir. Şefâat eylesim kemter kulına Adı güzel kendü güzel Muhammed Kime dîdar güninde şu’le değse Adı güzel, kendi güzel Muhammed, canım senin yoluna Anun şu’lesi var günden içeri kurban olsun. O adı güzel kendi güzel Muhammed, Kime o sevgilinin aydınlığından bir parça değse, onun günahkâr kullara şefaat eylesin. aydınlığı güneşinkinden daha fazla olur. Mü’min olanlarun çokdur cefâsı Senün ışkun beni benden alupdur Âhiretde olur zevk u safası Ne şîrin derd bu dermandan içeri Onsekiz bin âlemin Mustâfa’sı Senin aşkın benim benliğimi silip süpürdü. Bu ne güzel dert Adı güzel kendü güzel Muhammed ki, dermandan daha fazla şifa veriyor. Mü’min olanlar bu dünyada çok cefa çekerler, ama onsekiz bin âlemin peygamberi Mustafa, âhirette onlara zevk ve safa Şerîat tarîkat yoldur varana nasib eder. Hakîkat ma’rifet andan içeri Şeriat ve tarikat, Allah’a ulaşmak isteyenler için bir yoldur. Yidi kat gökleri seyran eyleyen Ama hakikatin ve mârifetin yolu, bunlardan daha ileridir. Kürsinün üstünde cevlân eyleyen Mirâcında ümmetini dileyen Süleyman kuş dilün bilür didiler Adı güzel kendi güzel Muhammed Süleyman var Süleyman’dan içeri O, adı güzel, kendi güzel Muhammed, yedi kat gökleri Süleyman kuş dili bilir diyorlar ama, Süleyman’dan daha dolaştı, arşın en yükseğine çıktı. Mi’râcında Allah’dan ileri Süleymanlar var. ümmetine rahmet diledi. (Süleyman, peygamber ve hükümdardır. Saltanatın (Mir’âc hadisesine telmîh vardır. Hazreti peygamber, sembolüdür. Yunus’a göre Süleyman’ın büyüklüğü Allah’ın Allah’ın daveti ile göklere yükselmiş ve Hakk’ın huzûruna kudretinden başka bir şey değildir.) varmıştır. Orada hep ümmeti için af ve rahmet dilemiştir.) Unutdum din diyânet kaldı benden Dört çâryâranun gökçek yaridür Bu ne mezheb-durur dinden içeri Anı seven günahlardan beridür Ben dini diyâneti unuttum ama, dinden içeri bir mezhep Onsekiz bin âlemün sultânıdur buldum ki, bu, aşk yoludur. Adı güzel kendü güzel Muhammed O dört insan, Peygamber’in sevgili dostlarıdır. Peygamber’i Dinün terk idenin küfürdür işi seven günahlardan uzak durur. Çünkü o, onsekiz bin âlemin Bu ne küfürdür îmandan içeri sultanıdır. 15 (Çâryâr ile Hulefâ-i Râşidîn de denilen Hazreti Ebu Bekir, Hakk’a âşık olan kişi durmadan gözyaşı döker, içi dışı nurla Ömer, Osman ve Ali kastedilmektedir.) dolar ve Allah diye diye söyler gezer. Sen hak peygambersin şeksüz gümansuz Ne dilersen Hak’dan dile kılavuz ol doğru yola Sana uymayanlar gider imansuz Bülbül âşık olmuş güle öter Allah diyü diyü Âşık Yûnus n’eyler dünyayı sensüz Ne dilersen Hak’dan dile, doğru yolun yolcusu ol. Bülbül Adı güzel kendü güzel Muhammed güle âşık olmuş. Allah diye diye öter. Şüphesiz sen Hak peygambersin, sana uymayanlar imansız gider. Ey adı güzel, kendi güzel Muhammed, bu âşık Yunus, Açıldı gökler kapusı rahmetle doldıhepisi dünyayı sensiz ne yapsın? Sekiz cennetünkapusı açar Allah diyü diyü Göklerin kapısı açıldı, her taraf Allahın rahmetiyle doldu. Sekiz Cennet’in kapısı Allah diye diye açıldı. GAZEL Şol cennetün ırmakları akar Allah diyü diyü Çıkmış İslâm bülbülleri öter Allah diyü diyü Rıdvan-durur kapı açan hulle donlarını biçen Şu Cennet’in ırmakları Allah diye diye akar. İslâm’ın Kevser şarabını içen kanar Allah diyü diyü bülbülleri Allah diye diye öter. Cennet’in kapılarını açan, oraya gelenleri giydirip süsleyen Rıdvan’dır. Kevser şarabından içenler, Allah diye diye Salınur Tûbâ dalları Kur’an okır hem dilleri susuzluklarını giderir. Cennet bağının gülleri kokar Allah diyü diyü (Rıdvan, cennetin kapıcısı olan büyük melektir.) Tûbâ ağacının dalları salınır, diller hep Kur’an okur. Cennet bağının gülleri Allah diye diye kokar. Miskin Yûnus var yârına koma bugüni yarına Yarın Hakk’un dîdârına varur Allah diyü diyü Kimi yiyüp kimi içer hem melekler rahmet saçar Miskin Yûnus, dosta doğru git, bugünün işini yarına İdris nebi hulle biçer biçer Allah diyü diyü bırakma. Allah’ın dîvânına onun adını tekrarlayarak yürü. Kimi Cennet’in nimetlerinden yer içer, melekler bunlara rahmet saçar. İdris nebi elbiseler diker, kullara Allah diye GAZEL diye giydirir. Bir kez gönül yıkdunısa bu kılduğun nâmaz değül (İdris İsrailoğulları’nın peygamberlerinden biridir. İnanışa Yitmiş iki millet dahı elin yüzin yumaz değül göre terziliği icat ettiği için terzilerin piri sayılmıştır.) Bir kez gönül yıktınsa bu kıldığın namaz değil. Yetmiş iki milllet de elini yüzünü yıkamaz değil (Mesele el yüz yıkamak değildir) Hep nurdandır direkleri gümüşdendür yaprakları Uzandukça budaklaru biter Allah diyü diyü O Cennet bağının ağaçları nurdan, yaprakları gümüştendir. Kan’erenler geldi geçti bunlar yurdı kaldı göçdi Budakaları Allah diye diye biter, uzar. Perv’âz urup Hakk’a uçdı hümâ kuşıdır kaz değül Hani o erenler? (Hepsi) geldi geçti. Kendileri göçtü, yurtları Aydan arıdur yüzleri misk ü anberdür sözleri kaldı. Kanat çırpıp, Hakk’a kavuştu, uçtular, bunlar Hüma Cennetde huri kızları gezer Allah diyü diyü kuşudur, kaz değil. Yüzleri aydan parlak, sözleri misk ve anber gibi olan huri kızları, Cennet’te Allah diye diye gezerler. Yol oldur ki doğru vara göz oldur ki Hakk’ı göre Er oldur alçakda dura yüceden bakan göz değül Hakk’a âşık olan kişi akar gözlerinin yaşı Yol oldur ki (amaca) dosdoğru vara, göz oldur ki Hakk’ı Pür-nûr olur içi taşı söyler Allah diyü diyü göre, er oldur ki alçakta dura (alçakgönüllü ola). Yukarılara bakan göz değildir. 16 Esridi Yûnus’ un cânı yoldayam illerüm kanı Doğrı yola gitdünise er eteğin tutdumsa Yûnus düşde gördi seni sayru mısın sağlar mısın Bir hayır da itdünise birine bindür az değül Yûnus’ un canı esridi (sarhoş oldu, kendinden geçti) Doğru yola gittinse, er eteğini tuttunsa, Bir hayır da ettinse, yoldayım, hani benim yurdum. Yûnus seni düşte gördü; birine bin sayılır; az hasta mısın sağ mısın? değil. GAZEL Yûnus bu sözleri çatar sanki balı yağa katar Aceb şu yirde varm’ ola şöyle garîn bencileyin Halka metâların satar yüki gevherdür tuz değül Bağrı başlu gözi yaşlu şöyle garîb bencileyin Yûnus bu sözleri söyler, sanki balı yağa katar. Halka Acabâ şu yerde benim gibi böyle garîb (gurbette olan) bir mallarını satar; yükü mücevherdir, tuz değil. kimse var mı? Göğsü yaralı, gözü yaşlı, benim gibi garîb bir kimse var mı? GAZEL Taşdun yine deli gönül sular gibi çağlar mısın Gezerem Rûm’ ıla Şam’ ı Yukaru iller’ i kamu Akdun yine kanlu yaşum yollarumı bağlar mısın Çok istedüm bulımadum şöyle garîb bencileyin Taşdın yine deli gönül, sular gibi çağlar mısın? Aktın yine Anadolu’ yu, Sûriye’ yi, Âzerbeycân’ı hep gezdim; çok kanlı yaşım, yollarımı bağlar mısın? istedim ama benim gibi garîb birini bulamadım. Nidem elüm irmez yâre bulınmaz derdüme çâre Kimseler garîb olmasun hasret adına yanmasun Oldum ilümden âvâre beni bunda eğler misin Hocam kimseler olmasun şöyle garîb bencileyin Ne yapayım elim sevgiliye erişmez, derdime çâre bulunmaz. Kimseler garîb olmasın, (gurbete düşmesin). Hasret ateşine Yurdumdan gurbete düştüm, beni burada alıkoyacak mısın? yanmasın, Tanrım kimseler benim gibi gurbete düşmesin. Yavu kıldum ben yoldaşı onulmaz bağrımun başı Gözlerümün kanlı yaşı ırmağ olup çağlar mısın Söyler dilüm ağlar gözüm garîblere göynür özüm Ben yoldaşım yitirdim, bağrımın yarası iyileşmez. Meğer ki gökde yıldızum şöyle garîb bencileyin Gözlerimin kanlı yaşı, ırmak olup çağlar mısın? Dilim söyler, gözlerim yaş döker, garîblere içim yanar; (yoksa) gökteki yıldızım da benim gibi garîb mi? Ben toprak oldum yolına sen aşurı gözedürsin Şu karşuma göğüs gerüp taş bağırlı dağlar mısın Niçe bu derdile yanam ecel ire bir gün ölem Ben yoluna toprak oldum, sen bununla yetinmiyorsun. Şu Meğer ki gökde yıldızum şöyle garîb bencileyin karşımda göğüs gerentaş bağırlı dağlar mısın? Bu dert ile ne zamana kadar yanacağım. Bir gün ecel erişecek öleceğim. Belki de benim gibi bir garibi mezârımda bulacağım. Harâmî gibi yoluma arkun inen karlı dağ Ben yârümden ayru düşdüm sen yolumı bağlar mısın Eşkıyâ gibi yoluma yandan çıkıveren karlı dağ, ben Bir garîb ölmiş diyeler üç günden sonra duyalar sevgilimden ayru düştüm, sen yolumu keser misin? Soğuk su ile yuyalar şöylev garîb bencileyin Benim gibi böyle bir garip için ‘’Bir garîb ölmüş’’ Karlı dağlarun başunda salkım salkım olan bulut diyecekler, üç gün sonra duyacaklar, soğuk suyla Saçun çözüp benüm içün yaşın yaşın ağlar mısın yıkayacaklar. Karlı dağların başında salkım salkım olan bulut, saçlarını çözüp benim için gizli gizli ağlar mısın? Hey Emrem Yûnus bîçâre bulınmaz derdüme çâre Var imdi gez şardan şara şöyle garîb bencileyin 17 Hey biçare Yûnus Emrem, derdime çâre bulunmaz. Benim gibi şöyle garîb garîb git şimdi şehirden şehire gez. Bir mübârek sefer olsa da gitsem Kâbe yollarında kumlara batsam GAZEL Hub cemâlün bir gez düşde seyr itsem Ben yürürem yana yana aşk boyadı beni kana Yâ Muhammed canum arzular seni Ne âkılem ne dîvâne gel gör beni aşk neyledi Bir mübarek sefer olsa da gitsem, Kâbe yollarında kumlara Ben yana yana yürürüm, aşk beni kana boyadı. Ne akıllıyım batsam. O güzel yüzünü bir defa seyretsem, Ya Muhammed ne de deli. Gel bak aşk beni ne hâle koydu. canım arzular seni. Geh eserem yiller gibi geh tozaram yollar gibi Zerrece kalmadı gönlümde hile Geh akaram seller gibi gel gör beni aşk neyledi Sıdk ile girmişem ben bu Hak yola Kâh yeller gibi eserim, kâh yollar gibi tozarım, kâh seller Ebubekir Ömer Osman da bile gibi akarım. Gel bak aşk beni ne hâle koydu? Yâ Muhammed canum arzular seni Gönlümde zerrece kötülük kalmadı, bu yola doğrulukla Akar sulayın çağlaram derdlü ciğerüm dağlaram girdim. Ya Muhammed seni, Ebubekir, Ömer, Osman’la Şeyhüm anuban ağlaram gel gör beni aşk neyledi birlikte canım arzular. Akar sular gibi çağlarım, derdli ciğerimi dağlarım, şeyhimi anıp ağlarım. Gel bak aşk beni ne hâle koydu. Ali ile Hasan Hüseyin anda Sevgüsi gönülde mahabbet canda Ya elüm al kaldur beni ya vasluna irdür beni Yarın mahşer güni olur divanda Çok ağlatdun güldür beni gel gör beni aşk neyledi Yâ Muhammed canum arzular seni Ya elimden tut beni kaldır yahut beni visaline kavuştur, çok Ali, Hasan, Hüseyin oradalar. Onların sevgisi benim ağlattın beni, (biraz) güldür. Bak aşk beni ne hâle getirdi. gönlümdedir. Mahşer günü yüzlerini görmek isterim. Ya Muhammed, canım arzular seni. Ben yürürem ilden ile şeyh soraram dilden dile Gurbetde hâlüm kim bile gel gör beni aşk neyledi Arafat dağıdur bizüm dağumuz Ben ilden ile yürürüm, herkese Şeyh(imi) sorarım. Gurbette Anda kabul olur bizüm duamuz hâlimi kim bilecek. Gel gör beni aşk ne hâle koydu. Medine’de yatar peygamberümüz Yâ Muhammed canum arzular seni Miskîn Yûnus bîçâreyem başdan ayağa yâreyem Arafat bizim dağımızdır. Dualarımız orada kabul edilir. Dost ilinden âvâreyem gel gör beni aşk neyledi Peygamberimiz, Medine’de gömülüdür. Ya Muhammed, Dervîş Yûnus çâresizim baştan ayağa yâreyim(yara canım arzular seni. içindeyim) dost ilinden uzaktayım. Gel bak aşk beni ne hâle Yûnus medh eyledi seni dillerde koydu. Dillerde dillerde hem gönüllerde GAZEL Ağlayu ağlayu gurbet illerde Arayı arayı bulsam izüni Yâ Muhammed canum arzular seni İzinün tozını sürsem yüzümi Yûnus, dili döndüğünce seni metheyler. Sen hem dillerde, Hak nasib eylese görsem yüzüni hem gönüllerdesin. Ben ağlaya ağlaya gurbet ellerde seni Yâ Muhammed canum arzular seni arzulayıp duruyorum. Araya araya izini bulsam, ayağının tozuna yüzümü sürsem, Hak nasib eylese yüzünü görsem, Ya Muhammed, Canım arzular seni. 18 15. YÜZYIL Bilmeyen şöyle sanur kim yok yere ağlar mest Necâtî Bey İnleyip feryâd eden bülbül gonca kadehinden sarhoş GAZEL 1 olmaktadır; bilmeyen sarhoş yok yere ağlar sanır. Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün Gamzen okını gâh dile gâh câna at Her kişi bezm-i ezel mestidurur ammâ ki ben Ey kaşları kemân iki başdan nişâne at Cür’a-i câm-ı lebünle olmışam tekrâr mest Gamzenin okunu gâh gönüle gâh cana at; ey keman kaşlı iki Herkes ezel kadehinin sarhoşudur; ama ben dudağının tarafa nişan at. kadehinin yudumuyla tekrar sarhoş olmuşum. Sandûkasında sînemün olsun nişâne dil Dilde sırr-ı ışkunı sakladuğum ayb eyleme Öğret elüni gel berü ta’limhâne at Olıgelmişdür ider keyfiyettin inkâr mest Bağrımın sandukasında gönlüm nişân olsun; işte tâlimhâne, Aşkının sırrını gönülde saklayışımı kınama; sarhoş at ey sevgili, gel elini alıştır! sarhoşluğunu inkâr eder. Benzetdilerse çihre-i dildâra ey güneş Gözlerün ile değişdüm gönlümi bir gamzeye Şevk ile germ olup külehün âsumâna at Aldamak âsân olur çünkim ola ayyâr mest Ey güneş, seni, eğer sevgilimin çehresine benzettilerse; Gönlümü bir gamze karşılığında gözlerinle değiştirdim; sevincinden coşup külâhını göğe at. bilirim, hiylekâr sarhoş olunca onu aldatmak kolaydır. Meyl it gözüm yaşına eyâ serv-i hoş-hırâm Kan içelden gözleri oldı müselmânlar zebûn Dirler ki eyle iylüği âb-ı revâna at Katı ceng eyler Necâtî olıcak küffâr mest Gözümün yaşıyla ilgilen ey sevgili; “iyilik et de suya at” Gözleri kan içeliberi Müslümanlar zebûn oldu; Ey Necâtî, derler. kâfirler sarhoş olunca katı savaşır. Utdun cemî’ varumı yârâ harif isen GAZEL 3 Bu def’a kâ’beteyn-i gamı nakd-i câna at Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün Bütün varlığımı ütdün ey sevgili; eğer kumar arkadaşı isen’ bu kez gam zarını cam sermâyesi için at. Zibâ ruhundan oldı lebûn ey kamer lezîz Gün germ olınca lâcerem olur semer lezîz Çün serv dost nâz ile gülşende salına Ey ay yüzlü, senin parlak yanağından dolayı dudağın Ey bâğbân çınârun elin al yabana at tatlıdır; çünki gün sıcak olunca elbette meyve tatlı olur. Bak sevgili servi gibi çiçek bahçesinde naz ile salınıyor; ey bahçıvan, çınarı elinden tutup dışarı at, o orada yakışmaz Işk odıdur ruhunla lebünden safâ viren artık. Mihrün harâretinden olur gülşeker lezîz Gönülü yanağınla dudağından huzûra kavuşturan aşk ateşidir; güneşin harâretiyle gülşeker tatlı olur. Gamdan halâs ister isen gel Necâtîyâ Dil cur’asını câm-ı mey-i ergavâna at Ey Necâtî, gamdan kurtulmak istiyorsan gönül yudumunu Rıhlet güninde derdüni dünyâya virmezin erguvan renkli şarabın kadehine at. Zirâ olur müsâfire zâd-ı sefer lezîz Ayrılık gününde senin derdini dünyâya değişmem; çünki sefere çıkana yol azığı tatlı olur. GAZEL 2 Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Gonca câmından olupdur andelîb-î zâr mest Ağladuğumı zülfün ider gülmeğe bedel 19 Acı deniz suyını bulutlar ider lezîz Ey gönül, Anadolu ile Şam vilâyetine söz atan güzellerin Ağlayışımı saçın gülmeğe eş eder; acı deniz suyunu bulutlar gümüş gibi beyaz yanağı ile kara saçı yok mudur? Şâm aynı tatlılaştırır. zamanda, akşam, gece karanlık mânâlarına gelir. Rum, Roma ve Bizans imparatorluklarına verilen addır. Daha Gam acısı Necâtîye hoş geldi öyle kim sonraları bundan hareketle Bizans’ın idâresi altında Gelmez mezâka şehd ü şeker ol kadar lezîz bulunan Anadolu’ya bu isim verilmiştir. Anadolu halkı Gam acısı Necâtî’ye öyle hoş geldi ki, bal ve şeker damağa beyaz olduğu için, rum ve rumî kelimeleri beyaz, beyazlık v. o kadar tatlı gelmez. S. mânâlarında kullanılır. GAZEL 4 Leşker-i gam ben gedâyı öldürür yoldaşlar Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Padişâh-ı ışka tâbi’ bir sipâhî yok mıdur meh-i bî- mihr şehrün pâdişâhı yok mıdur Gam askeri ben zavallıyı öldürüyor; ey yoldaşlar benim gibi Zülfüne hey dimeğe zıll-i İlahî yok mıdur aşk pâdişâhına bağlı bir sipâhî yok mudur ki yardıma Ey ay yüzlü, sevgisiz sevgili, bu ülkenin pâdişâhı yok gelsin! mudur? Saçına “hey dur! ” demeye Tanrı’nın gölgesi yok mudur? Mihr kelimesi sevgi, seviş ve bir de güneş, gün Azmasun göster Necâtî derdmende zülfüni mânâlarına gelir. Zıll-ı İlâhi, Tanrı’nın şeriatini uygulayan Pâdişâhum şehr-i hüsnün şâhrâhı yok mıdur veya uygulanmasına nezâret eden İslâm devletinin başı ki Derdli Necâtî’ye saçını göster de yolunu sapıtmasın; acabâ halîfe de denir. güzellik şehrinin caddesi yok mudur ey sultânım? Sevdüğümçün kasd idermişsin beni öldürmeğe GAZEL 5 Bîgünâh öldürmeğün yâ Rab günâhı yok mıdur Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Beni öldürmeye kalkışın seni sevdiğim içinmiş; aman yâ Bir dem iken devlet-i dünyâyı bir dem sandılar Rabbi, günahsız insan öldürmenin günahı yok mudur? Bu fenâ gülzârınun ayşını âlem sandılar Bir nefeslik olduğu halde dünyâ mülkünü sürüp gider Nice bir ey lâle-ruh benzüm zaafrân eylemek sandılar; bu ölümlü bahçede yiyip içip eğlenmekle âlem Âşık-ı bîçârenün küynüklü âhı yok mıdur ediyoruz sandılar. Ey lâle yanaklı, ne zamana kadar benzimi safran gibi sapsarı edeceksin? Zavallı âşığın ateşli âhına aldırmıyor Şol kadar zârîlığ itdüm kim cihân bünyâdını musun? Hânekâh-ı şiven ü eyvân-ı mâtem sandılar Necâtî Bey’in divanında safranla ilgili diğer beyitlerden O kadar inleyip ağladım ki, işitenler bu cihân konağını edindiğimiz bilgiye göre, safran yanık yarasının tedâvisinde iniltiler tekkesi ve mâtem köşkü sandılar. kullanılmakta veya yangın yerlerinde yetişmektedir. Ehl-i diller göricek âyînede tasvîrüni Mülk-i câna leşker-i mihnet şebîhûn itmesün Bağrına basmışdurur Îsâyı Meryem sandılar Âşık-ı miskînün âh-ı subhgâhı yok mıdur Gönül ehli olanlar senin aynadaki resmini görünce Hz. Mihnet askeri can ülkesine gece baskını yapmaya Meryem Îsâ peygamberi bağrına basıp kucaklamıştır kalkmasın; miskin âşığın sabah vakti edilen o tesirli dûa ve sandılar. şikâyeti yok mudur sanıyor? Çâk Çâk itdi kara zülfünle Kâ’be cübbesin Ey gönül Rûm ile Şâma ta’n iden dilberlerün Jendeler geymişdür İbrâhîm-i Edhem sandılar Ârız-ı sîmîn ile zülf-i siyâhı yok mıdur Kâbe senin kara saçını kıskanarak örtüsünü parça parça ett; görenler İbrâhîm-i Edhem yırtık sökük cübbeler giymiştir 20 sandılar. (İbrâhim bin Edhem, meşhur bir mutasavvıf olup yani kıskanıp huzurunun kaçması kendisinin aslında Belh’dir. Menâkıbnâmeler, Belh meliklerinden konuşamamasındandır.) Edhem adlı birinin oğlu olduğunu söylerler. bir rastlantı ile tacını tahtını bırakmış, üzeindeki prens elbiselerini bir Kaddünle izârundan ayru düşeli cânâ çobanın eski elbiseleriyle değişerek tasavvuf yoluna Tâbût u kefen bana serv ü semen olmışdur girmiştir.) Ey sevgili boyunla yanağından ayrı düşeli beri, servi bana tabutu, ak gül de kefeni andırıyor. İncelikde bilüne mânendi yokdur didiler Yoğ olalar k’ol hilâl ebrûlarun kem sanılar Hüsnün sıfatın tâ kim diye işide dâim Belinin incelikte benzeri yoktur, dediler; yok olasıcalar hilâl Gülşende gül ü gonca gûş u dehen olmışdur kaşlarını daha aşağıdır sandılar. Güzelliğinin sıfatını dâimâ deyip işitmek için gül bahçesinde gül kulak, gonca da ağız olmuştur. Yüzine kefler urup yire sürüp acıtdılar (Gül şekli dolayısıyla kulağa, gonca da ağıza Bilmezin deryâ-yı ummânı benüm nem sandılar benzetilmektedir.) Yüzüne tokatlar vurup yere sürüp acıttılar; bilmiyorum umman denizini benim neyim sandılar. (Burada Necâtî Bey, Haddünde görüp zülfün ben güni kara âşık hüsn-i ta’lil sanatı ile hem avuç ayası hem köpük Âlemde perîşânlık bildüm neden olmışdur manalarına gelen kef kelimesinin bu iki mânâsından istifâde Ben kara günlü, yaslı âşık yanağında saçını görünce ederek denizin “yüzüne kefler vurdular “demekle ve denizin dünyâda perişanlık denen şeyin neden olduğunu bildim. kıyıda kumsallara doğru yayılmasını “yüzünü yere sürdüler” demekle tuzluluğunu “acıttılar”demekle belirtip Bîmâr-ı gamem benden bîçâre tabîb el çek incisi ile meşhur olan Umman denizine bu özelliğinden İtme emeğün zâyi’ bana olan olmışdur dolayı işkence edildiğini bilmezden gelip, “ ben bu kadar Gam hastasıyım zavallı tabib, benden el çek; emeğini ve hünerle yerde sürünüyor, ıstırap çekiyorum, sadece ben vaktini boşuna harcama, bana olan olmuştur. değil benim yakınlarımda açlık, sefalet çekmekte ve horlanmaktadır. Hattâ zulümlerini o kadar ileri Ey Rûma akîk ilten sakın ki ziyân eyler götürmektedir ki içinde cevher olan herkesi bana nispet edip Kanlu yaşum ucında âlem Yemen olmışdur ezmekteler” diyor.) Ey Anadolu’ya akik ileten, sakın getirme ziyân edersin: çünki benim kanlı yaşımla her taraf akîkiyle meşhur Yemen’e döndü. Sundılar bir cür’a kim bin yıl yaşar içen tamâm Bu perî-rûlar Necâtİ bizi âdem sandılar Bir yudum sundular ki içenler tam bin yıl yaşar; ey Necâtî, o Billâhi Necâtîye bu lûtf u atâyı gör peri yüzlü güzeller bizi adam sandılar. (burada “adam” Şeyhî olalı şeyhi nazmı hasen olmışdur kelimesi Âdem peygamber mânâsını da vermektedir. inanışa Allah için gel de Necâtî’ye yapılan bunca lütuf ve ihsanları Hz. Âdem bin yıl yaşamıştır.) gör; ustası (karamanlı) Şeyhî olalıberi şiiri güzelleşmiştir. GAZEL 6 GAZEL 7 Tâ ol büt-i şîrîn-leb şekker-şiken olmışdur Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün Gül goncasınun vallah yiri diken olmışdur Güzeller ipini zülfün uzattılar Put gibi güzel tatlı dudaklı şeker kırmaya başlayınca, Hakkâ ki boylarunca yazuklara batdılar vallâhi gül goncasının yeri diken olmuş, huzuru kaçmıştır. Güzeller gerçi saçlarını uzattılar ama, doğrusu boylarına (“şeker kırmak” güzel konuşmak, güzel ve tatlı sözler kadar günaha battılar (saç siyahlığından dolayı günaha söylemek mânâsındadır. Gül goncanın yerinin diken olması benzetiliyor. Bilindiği gibi siyah uğursuz bir renktir.) 21 GAZEL 8 Yarûn ayağı tozına benzer diyu bu gün Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün Bâzâr içinde anberi Allâh ki satdılar Hattunda kim ol zülf-i perîşân yazılupdur Sevgilinin ayağının tozuna benzer diye bugün pazarda Gûyâ ki gubâr üstine reyhân yazılupdur anberi nasılda sattılar! Gubâri yazı üzerine Reyhâni yazının yazılması gibi, ayva (eğer sevgilinin ayağının tozuna benziyor demeselerdi kimse tüylerinin üstüne perişan saç yayılır. anberi almazdı.) Ol hokkâ-i mercân üzerinde hat-ı müşgîn Şimşâd ü serv irdüğine dik gelürdi lîk Dil-hastalarun derdine dermân yazılupdur Reftâr-ı yâri göreli bir pâre yatdılar O mercan hokkaya benzeyen dudağının üstündeki misk Şimşir ağacı ve servi erdiğine dik gelir, böbürlenirdi; lâkin renkli ayva tüyleri gönlü hasta olanların derdine derman sevgilinin yürüyüşünü göreli bir parça yattılar, hadlerini diye yazılmıştır. bildiler. (“ermek” erişmek raslamak mânâlarına gelir. her (misk siyah renklidir. hokka denilen, kıymetli taşlardan ve iki ağaç da uzun olduğu için “erişmek” mânâsını tercih ya camdan, billûrdan yapılmış şişelerde bulundurulur. ettim ağaçların ikisininde yürüyüşünü göreli beri bir parça “yazılmak” fiili “bezenmek, süslenmek, oyulmak…” gibi yatmaları, kendilerinin yürüyemediklerinden dolayıdır.) anlamlara da gelir. “ derman “ ve “yazı “ kelimeleri birlikte bulunduğunda “muska yazmak “ deyimini de hatırlamak lazımdır.) Bezm-i belâda bir kişi hüşyâr kalmadı Câm-ı mey-i mahabbete sâkî ne katdılar Belâ meclisinde bi kişi ayık kalmadı; ey sakî muhabbet Dil-teng ü perîşân idi vasfun işidicek şarabının kadehine ne kattılar acabâ? Güller açılup gonca-i handân yazılupdur Gönlü sıkıntıda ve perişan idiler; senin vasfını işitince güller Pisteh dehân-ı dilbere öykündi ehl-i bezm açılmaya, gülen gonca da yayılmaya başladı. Söyletmediler urdılar ağzın uşatdılar (burada “dil-teng” deyimi “gönlü dar, sıkıntıda “ Fıstık sevgilinin ağzıyla kendini ölçmeye kalkıştı; mecliste mânâsında olup goncaya; “perîşân” kelimeside güle aittir.) bulunanlar söyletmediler, vurup ağzını kırdılar. Nakş oldı hatun dilde yazukdur oda yakma Kaddün katında turmağa yaraşmadı diyu Şol safhaya kim âyet-i cânân yazılupdur Servün alup elini yabanlara atdılar Senin yazı gibi olan ayva tüylerin gönlüme nakşolunmuştur; Senin boyunun katında durmaya yaraşmaz, lâyık değildir üstüne Kur’an âyeti yazılan sahifeyi oda yakma günahtır. diye servinin elinden tutup yabanlara attılar. (servi bağ ve bahçede kenara dikilen bir ağaçtır.) Cân suretini görmeğe meylün var ise gel Cân hey etine sûret-i cânân yazılupdur Îd-i visâlün istedüğiyçün Necâtîyi Canın şeklini görmeyi istiyorsan gel; sevgilinin resmi can Güzeller üşe geldiler öget tonatdılar biçiminde çizilmiştir. Senin vuslatının bayramını istediği için güzeller Necâtî’nin başına üşüp iyice donattılar. Ey hüsn diyu âşık olan göz ile kaşa (“Donatmak” burada “ azarlamak, paylamak “ Bu şîve kilîsâda firâvân yazılupdur mânâlarında ve bir de “süslemek” mânâsında Ey güzellik diye göz ile kaşa âşık olan; güzelliğin bu türlüsü kullanılmıştır. “süslemek” mânâsı, bayram kelimesi kiliselerde bol bol resm edilmiştir. dolayısiyledir. Asıl ağırlık noktası “paylamak, azarlamak “ (burada anlatılmak istenen güzellikten murad olunanın ilâhi mânâsındadır.) güzellik olduğu, ölümlü güzelliğe bağlanmanın Tanrıya ortak koşuculuktan başka bir şey olmadığı fikridir.) 22 Ki meyün sohbetine âdemi kaygu getürür Gül defteri dürsün ki ruh-ı dost yüzinden Dudağına can ve gönüllü yasemin kokulu ayva tüyleri Eş’âr-ı Necâtî ile divân yazılupdur getirir; çünki şarabın sohbetine insanı kaygu getirir. Gül artık defterini dürsün, onun hükmü geçmiştir; çünki sevgilisinin yanağının yüzünden Necâtî’nin şiirleriyle divan Ser-i kûyuna şarâb içmeyicek varımazın yazıyor. Ten-i hâşâkümi ol gülşene bu su getürür (gül şekli dolayisiyle açılmış bir kitaba, bir mecmuaya Senin mahallene şarap içmeyince varamam; çör-çöp gibi benzetilir. sevgilinin yanağının kırmızı rengi ve Necâtî’nin o olmuş tenimi o çiçek bahçesine bu su getirir. yanağın ilhamiyle yazılmış şiirleri gülden üstün tutulmaktadır.) Niçe bir zühd ü vera' saflarını bozmağ içün Hat u hâlünle müjen leşker-i hindû getürür GAZEL 9 Nice ham sofularla haramdan sakınanların saflarını bozmak Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün için ayva tüylerin ve beninle kirpiklerin hind askeri getirir. Güzelde murâd ân olur endâm değüldür Keyfiyyet olur meyde garaz câm değüldür Bana sensüz felekün şehd ü şeker sunduğını Güzelden murad çekici bir güzelliktir, boy bos değildir; Sanuram kim yedi tasdan geçer ağu getürür şarapta aranan iyiliği veyâ kötülüğü; yâni verdiği keyiftir, Sensiz bana felek bal ve şeker sunsa, yedi tasdan geçmiş ağu kadeh değildir. getiriyor sanırım. Toğrusu bu kim kâmet-i dldârum öninde Hat u hâlin haberin virdi sabâ zülfünden Serv-i çemenün turuşı endâm değüldür Döndi ol hâce-i hindûya ki dârû getürür Doğrusu bu ki, sevgilinin boyunun önünde çimendeki Zülfünden gelen bahar yeli, ayva tüylerinle beninin haberinş servinin duruşuna endam denemez. verdi; o hindli tâcire benzer ki ilâç getirir. İlerde delü kanlu idi bâde be-gâyet Ser-i kûyına ahup gelse Necâti gönlin Duruldu biraz şimdi inen hâm değüldür Ama benzer ki şifâhâneye sayru getürür Eskiden şarap zorlu delikanlı idi; şimdi biraz duruldu o Necâti gönlünü alıp senin mahallene varsa, şifâ yurduna kadar çiğ değildir. hasta getirene benzer. Kış günleri geldi hele ben bildüğüm oldur GAZEL 11 Hasretle geçen giceler eyyâm değüldür Mefâ'ilün / fe'ilâtün / mefâ'ilün / fe'ilün Kış günleri geldi, benim bildiğim odur ki hasretle geçen Nigâra gâh güneş gâh olur kamer dirler geceler zamandan değildir, hayattan sayılmaz. Görün o bi-bedelün yüzine neler dirler Sevgiliye gâh güneş, gâh olur kamer derler; görün o eşi ve benzeri olmayanın yüzüne neler diyorlar. Zülf ü ruhi şeydâsına kim diye Necâti Kim düni güni kadr ile bayram değüldür Ey Necâti, saçı ve yanağı uğruna divâne olmuşların gecesi Yüzün görüp sevinenler saçundan ağlamasun gündüzü Kadir gecesi ve bayram günü değildir, diye kim Ki tanladan gülen ahşama dek güler dirler diyebilir? Yüzünü görüp sevinenler saçından ağlayıp şikâyet etmesin; çünki “tan vaktinden gülen akşama dek güler” derler. GAZEL 10 Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün Hevâ-yı ışk ile hâk olanundurur meydân Lebüne cân u dili hatt-ı semen-bû getürür Bu od ile tutuşup sabr iden yeğer dirler 23 Meydan aşk hevesiyle, aşk uğruna toprak olanındır; bu Sanasın tâvûs-ı kudsi âfitâb üstindedür ateşle tutuşup sabr eden murâdına kavuşur, derler. Ey sevgili, dolunaya benzeyen yanağının üstündeki misk kokulu saç, sanki güneş üstündeki cennet tâvüsudur. Ölür isem berü gel yüzüni görüp öleyin Bahar günleridür mevsim-i sefer dirler Fitne vü âşûb-ı çeşmün göreli nergis müdâm Beri gel, ölürsem de yüzünü görüp öyle öleyim; derler ki Mest-i lâya’kıl olup her demde hâb üstindedür bahar günleri sefer mevsimidir. Senin gözünün fitne ve kargaşalığını göreli beri, nergis durmadan aklını yitirecek kadar sarhoş olup uyku Güzeller ağlamayana ne derdi olımaz yârân hâlindedir. Meseldurur ki ere bir hüner yiter dirler Burada “ Fitne uyumaktadır, Allah onu uyadırana lânet Güzeller ağlamayana “acabâ ne derdi var” derler de kan etsin” hadisi hatırlanmalıdır. ağlayana gülerler “zavallı gâfil! ” derler. Goncadan vasf-ı dehânun işidüp ey gül-izâr GAZEL 12 Hançer-i bürrân çeküp süsen ıtâb üstindedür. Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün Ey gül yanaklı, goncadan senin ağzının vasfını işiten susam Yâr ile kon beni beni ol yâr yeğ bilür keskin hançer çekmiş, onu azarlamaktadır. Biçâre andelibini gülzâr yeğ bilür Sevgilimle bırakın beni, beni o sevgili iyi bilir; zavallı öksüz Vasf-ı hüsnün her seher gülşende bülbül bir varak bülbülünü gül bahçesi iyi bilir. Okudukça gonca vü güller hicâb üstindedür Bülbül gül bahçesinde her seher senin güzelliğinin vasfında Zülf-i dırâz derdini benden sor ey tabib bir sayfa okudukça goncalar ve güller utanıp saklanmakta Uzun gice belâsını bîmâr yeğ bilür veyâ kızarmaktadır. Uzun saçın derdini benden sor ey hekim; uzun gecelerin belâsını hasta iyi bilir Dâne-i hâl-i siyâbun aksi çeşmümde şehâ Hoş vatan dutmış veli bünyâdı âb üstindedür Arturmaz âdemiyi meğer kim mezâd-ı ışk Ey padişah, siyah beninin dânesinin aksi güzümde ne güzel Her nesnenün bahâsını bâzâr yeğ bilür vatan tutmuştur ama temeli su üstündedir. Aşk mezâdindan başkası insanın değerini artırmaz; her nesnenin pahasını pazar iyi bilir (pazarda belli olur). İnledüğüm dilberâ dolâb gibi subh u şâm Bu ki cismüm dem-be-dem yaşumla âb üstindedür İzün tozın sabâ yili satar direm direm Ey sevgili, sabah vaktinde dolap gibi inlediğim bundandır Misk ü âbir kadrini attâr yeğ bilür ki, cismin her zaman gözyaşımdan su üstündedir. Bahar yeli izinin tozunu dirhem dirhem satar, misk ile Ey Necâti lâ’l-i nâbı üzre hâli dilberün anberin kadrini attar iyi bilir. Bir mekesdür kim makâmı kand-i nâb üstindedür Ey gül bu gussa kıssasını sor Necâtiye Ey Necâti, dilberin saf yâküta benzeyen dudağının üstündeki K'ahvâl-i ışkı bülbül-i bîdâr yeğ bilür beni, saf şeker üstüne konmuş bir sineğe benzetmektir. Ey gül bu kederin hikâyesini Necâti'ye sor ki, sşkın ahvâlini uykusuz bülbül iyi bilir. GAZEL 14 Mefâ'ilün / fe'ilâtün / mefâ'ilün / fe'ilün GAZEL 13 Habib âşıka cevr itmese Habib olmaz Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Tabib nicesin öldürmese tâbib olmaz Zülf-i müşgînün ki cânâ mâhtâb üstindedür 24 Sevgili aşığa zulmetmese sevgili olmaz; tabib nicesini vs. ” mânasına da gelir. Burada, bu ikinci daha kuvvetli öldürmese tabib olmaz. görünüyor. Gözüm yaşından umardum kapun tavâf itmek Geçmelü oldı gönül za’f ile çemberlerden Veli çok akçalu olur ki hac nasib olmaz Ne havâdur bu ki ol zülf-i dü-tâdan geçemez Çok gözyaşı döktüğüm için kapının çevresinde dönüp Gönül o kadar zayıfladı ki, çenberlerden geçecek hale geldi: dolaşmağı umuyordum; lâkin parası çok nice zengin vardır bu nasıl bu hevesdir ki iki katlı zülüften geçemez! “Hevâ” ki onlara hacca gitmek nasib olmaz. burada hem “ hava, rüzgâr, yel” mânâsında, hem de “heves, arzu, istek” mânâsında kullanılmıştır. “geçmek” Habib işiği râkibe şeref virürdü veli fiili de hem “geçmek” hem de “vazgeçmek” mânâlarında Çemende gezmek ile zağ andelib olmaz kullanılmaktadır. Bu beyitte canbaz mazmünu vardır. Çünkü Sevgilinin eşiğinde bulunmak rakibe belki şeref verirdi, “çenberler” ve “iki katlı” ip ve “geçmek” üçlüsü canbazı lâkin bahçede gezmekle karga bülbül olmaz. hatıra getiriyor. Fakat asıl söylenen “gönül o kadar zayıflayıp çenberlerden geçecek hale geldiği halde yine de o Billâd-ı Çine senün gibi bir sanem heyhât zülfün aşkından vazgeçmiyor, bu nasıl iştir? ” şeklinde ifade Diyâr-ı Rüma saçun gibi bir salib olmaz edilebilir. Çin ülkelerinde senin gibi put nerede… Rum diyârında saçın gibi bir haç olmaz. Burada “Rum diyârı” ile kastedilen Meyl ider dâne-i hâlüne gönül murgı veli Anadolu’dur. Anadolu’ya Diyâr-ı Rum denildiği, Romalılar Zülf-i miskini koyup dâm-ı belâdan geçemez ve onların devamı olan Bizanslılar Hristiyan olduğu için Gönül beninin dânesine meyl eder fakat o misk kokulu ve şair bu kelime üzerinde oynamaktadır. renkli saçı koyup belâ tuzağından geçemez. Bütün cihânda gönül ışk ile olur mâkbül Valsa mâni’ yoğ idi olmasa seylâb-ı sirişk Kamu diyârda ehl-i hüner garib olmaz Kamudan geçdi gönül hastası mâdan geçemez Bütün dünyada gönül aşk ile makbül olur; hiçbir yerde Gözyaşı seli olmasaydı vuslatı engelleyecek hiçbir şey yoktu, hüner sahibi insan garib ve perişan olmaz. gönül hastası her şeyden geçer de sudan geçemez. Buradaki “geçemez” fiili “geçmek, aşmak” mânâsından çok Hâbib vasbını dil kendüden dahl güniler “vazgeçmek, bırakmak, fedâ etmek” anlamında Necâtiyâ kim ola böyleye rakib olmaz kullanılmıştır. Çünkü hasta için sudan vazgeçmekten çok, su Sevgiliye kavuşmayı gönül kendinden dahi kıskanır; Ey içmekten vazgeçmek, su içmeyi bir yana komak söz konusu Necâti böyle bir güzele rakib olmayacak olan kimdir? olabilir. GAZEL 15 Beli mihrâb-ı ibâdetde iki büküldi Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün Zâhidi gör ki dahi bâb-ı riyâdan geçemez Şol ki tecrid olımaz tâc ü kabâdan geçmez Ham sofuyu gör ki, mihrab önünde ibâdet ede ede beli iki Halka-i bezm gibi ehl-i safâdan geçemez büküldü de hâla ikiyüzlülük kapısından geçemez. İbâdetle Dünyada arınıp soyunmayan, taç ve hırkadan geçmeyen insanın manevi mertebesinde yükselir. Halbuki zâhid o kimse, halka olup meclis kuran gönül ehli kimse olarak kadar ibâdet ettiği, beli ibâdetten kamburlaştığı halde geçinemez. ikiyüzlülük makamında kalmış, oradan ileri geçememiştir. Bu beyitteki “geçemez” fiili, “halka” kelimesiyle birlikte Burada bir de eğilerek kapıdan geçmek vardır. kullanınca, “geçmek, mürür etmek” mânasını hatırlamakla berâber “geçinmek, kendisini öyle göstermek, taklid etmek Sineme vâde-i vasl itmiş idi tir-i müjen Dil takâzâ ide diyu bu yanadan geçemez 25 Kirpiğinin oku gelmek için bağrıma söz vermişti; gönül Sevgilim düşmanı dost edinip kendi yârini unuttu; yazık o serzenişte bulunup niye sözünü tutmadın, der diye bu Tanrıdan korkmaz yarın neler olacağını hatırına getirmez. taraftan geçemez. Havf ider sanma mahallende Necâtiden rakib Sâkiyâ bezm-i mahabetde Necâti-i levend Padişahum bellidür kim seg gedâdan korkmaz Bâdeden geçdi leb-i rüh-fezadan geçemez Rakib mahallende Necâti’den korkar sanma sultânım, Ey sâki, muhabbet meclisinde genç Necâti şaraptan geçti de bellidir ki köpek dilenciden korkmaz. rüha neşe veren kırmızı dudaktan geçemez. GAZEL 17 GAZEL 16 Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Nice dirsin ey gönül kim hecrden cân ağlamaz Şevk-ı ruhsârunla dil zülf-i dü-tâdan korkmaz Ya'nî kimse var mıdur bu derdile kan ağlamaz Ârzü-yı genc idenler ejdehadâdan korkmaz Ey gönül, nasıl dersin ki can ayrılıktan ağlayıp şikâyet Gönül yanaklarının coşkun arzusuyla iki katlı saçdan etmez; yâni bu derd ile kan ağlamayan kimse var mıdır? korkmaz; hazine peşinde olanlar ejderhadan korkmaz. Ey gözüm ebr-i bahârî geh yağar geh açılır Eydünüz uşşâkı zâhid nâr ile korkutmasun Âlem içre sencileyin kimse yeksân ağlamaz Ârif olan irteye kalan belâdan korkmaz Ey gözüm, bahar bulutu bile gâh yağar gâh açılr; bu Söyleyiniz hamsofuyu, âşıkları ateşte korkutmasın; iç dünyâda kimse sencileyin durmadan ağlamaz. bilgisine sâhib olan kişiler yarına kalan belâdan korkmaz. Âh u zârum işdürsin nevbahâr-ı hüsn içün Işk elinden akl âciz olduğın ayb eylemen Şöyle bil bâd-ı havâdan ebr-i nîsân ağlamaz Bir raiyyet var mıdur kim pâdişâdan korkmaz Güzelliğin baharı için âh edip inlememi işitiyorsun, şöyle bil Aklın aşk elinden âciz olduğunu ayıplamayın; tebasından ki nisan bulutu boşuna ağlamaz. olup da pâdişâhtan korkmayan var mıdır? Her biri bir gevher olsa eşk-i bî-pâyânumun Rıhlet eyyâmında gamdan incine sanma beni Yoluna harc eylemekden çeşm-i giryân ağlamaz Korkulu yollarda kişi âşinâdan korkmaz Bitmez tükenmez ğözyaşımın her biri bir inci olsa da Göç vaktinde beni gamdan incinir sanma; kişi korkulu ağlayan gözüm yoluna harcamaktan şikâyet etmez. yollarda tanıdık kişiden korkmaz. Nice gice ola kim yaş yirine encüm döküp Eşk ü âhumdan sakınmaz lâcerem serv ile gül Derdmendün hâline gerdûn-ı gerdân ağlamaz Cüydan incinmez ü bâd-ı sabâdan korkmaz Bu nasıl gecedir ki, dönen felek derdinin hâline gözyaşı Servi ve gül âhımdan ve gözyaşımdan elbette sakınmaz, ne yerine yıldızları döküp ağlamıyor. diye ırmaktan incinip bahar yelinden korksunlar? Gönlüm ol zülf-i dilâver key katı itdi zebûn Ol cefâgâr eylemez feryâd u âhumdan hazer İki kâfirden eğerçi bir müselmân ağlamaz Cennetün handan güli bâd-ı sabâdan korkmaz Bir Müslüman iki kâfirden şikâyet etmez ama ne var ki, O cefâlı sevgili âhımdan ve feryâdımdan sakınmaz; çünki gönlümü o gönüller alıcı saçlar adamakıllı güçsüz ve cennetin açılan gülü sabâ yelinden korkmaz. dermansız kıldı. Burda “bir Müslüman iki kâfire bedeldir” sözüne işâret vardır. Düşmanı yâr idinüp yârum unutdı yârını Yarını anmaz diriğâ ol Hudâdan korkmaz Nâle kıl kim alasın nâmerd dünyâdan murâd 26 Ana süt virmez Necâtî tâ ki oğlan ağlamaz Necâtî sevgilinin mahallesine dâimâ gözü yaşlı olarak İnleyip ağla ki alçak dünyâdan istediğini alasın; ey Necâtî gider; çünki Kabe yolları çetindir, her yerde su bulunmaz. oğlan ağlamayınca ana süt vermez. GAZEL 19 GAZEL 18 Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün Benüm serv-i hırâmânum cemâlün tâze bâğ olmış Yüzün gülzârıma sünbül saçun saç kim nikâb olmaz Ruhum güllerinün kızılı kızıl ağı ağ olmış Çerâğ-ı meclis-efrûza zalâm-ı şeb hicâb olmaz Ey benim salınan servi boylum, güzelliğin tâze bağ gi- Yüzünün çiçek bahçesine o sünbül saçını saçsan da peçe bi; yanağının güllerinin kızılı kızıl, akı ak olmuş, ne gibi kapatır diye korkumuz yok; meclisi aydınlatan kandili kadar güzel olmuşlar! gecenin karanlığı perdeleyemez. Mahabbet sebzezârında biter çok lâleler ammâ Gidersün ko kara zülfün sabâ yili yanağından Bulunmaya benüm gibi cefâdan bağrı dağ olmış Ki nevrûz olıcak dirler güneş üzre sehâb olmaz Muhabbet bahçesinde çok lâleler biter ama, benim gibi Bırak bahar yeli kara saçını yanağından gidersin, çünki cefâdan bağrı yaralanıp dağlanmışı bulunmaz. nevruzda güneşin üzerinde bulut olmaz. Yüzini gösterüp gizler keb-i lâ'bîni cânâne Gam-ı mihnetle yanardım hatuna tâbi' olmasam Dirîğâ mevsim-i gülde mey-i nâba yasağ olmış Ne şüphe yanar odlara şu kim ehl-i kitâb olmaz Sevgili yüzünü gösterip de yâkût renkli dudağını gizli- Yazıya benzeyen ayva tüylerine bağlamasam mihnet acısıyla yor; eyvâh, bahar mevsiminde saf şarap içmeğe yasak yanardım; kitaba inanmayan kişi elbette ateşlere yanar. olmuş! Burada imânın şartlarından biri olan Tanrı'nın elçilerine gönderdiği kitaplara inanmak belirtilmiştir. İnsanı Eğilmesün diyu âhum yilinden sakınup her dem cehennem ateşinden kurtaracak olan imânıdır. Rakîb-i kelb ol servün nihâline dayağ olmış Âhımın yelinden eğilmesin diye her dem köpek rakîb o servi fidanı boyluya dayak olmaktadır. Hidâyet nûrına mâni' değüldür câm-ı yâkûtî Ki sırça hâil-i ferr-i zıyâ-yı âftâb olmaz Yâkût renkli şarabın kadehi doğru yolu aydınlatan nûra Gönül çün âşıkun işi yakılmakdur yıkılmakdur engel değildir; çünki sırça güneş ışığının parlaklığını Cihânda kimse var mı ışk ucundan od ocağ olmış gizleyemez. 'Ey gönül, âşığın işi yakılmak yıkılmaktır; cihanda aşk dolayısiyle od ocak olmuş, mal mülk edinip râhata kavuşmuş var mı? Kaçan lâyık olur ehl-i safâ bezmine şol kimse Ki hasret odına bağrı döne döne kebâb olmaz Hasret ateşinde döne döne bağrı kebâb olmayan kişi, gönlü Necâtî derdmend iken kapun dârüşşifâsından arınmış kimselerin meclisinde bulunmaya nasıl lâyık olur? İnâyet şerbetin nûş eyleyüp filhâl sağ olmış Necâtî derdli iken senin kapının şifâ yurdundan lûtuf şerbeti içmiş, hemen sağalmıştır. Didüm yolunda ey dilber ne çok âşıklarun ölmiş Didi kim kâ'be yolında ölenlere hisâb olmaz Dedim ki “Ey sevgili, yolunda ne çok âsıkların ölmüş!”; GAZEL 20 dedi ki “Kâbe yolunda ölenlerin hesâbı belli olmaz.” Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün Tutupdur zülfün ucundan cemâlünle cihân âteş Gözi yaşlu gider dâim Necâtî kûy-ı cânâna Giceyle olıcak halka katı eyler ziyân âteş Tarîk-ı Kâ'be müşkildür kamu yirlerde âb olmaz Zülfünün yüzünden cihânı güzelliğinle ateş sarmakta- 27 dır; ateş geceyle olunca halka daha çok zarar verir. Kapıda kul olduğumu benim söylemem gerek mi? Kula senden önce söze başlayıp “ben” demesi veyâ sen varken kendinden bahsetmesi lâyık mıdır, sultânım? Aceb midür nasîhat eyledükçe inlese gönlüm Bilürsin üstine su sepseler eyler figân âteş Nasihat eyledikçe gönlüm inlese şaşılır mı? Bilirsin ki Benlüği terk eyle mutrib nâleni dilsûz kıl üstüne su sepeleyince ateş figan eder. Bezm-i cândur ayb ola uşşâk içinde ten dimek Ey saz çalan, benliği bırak da feryâdını gönül yakıcı kıl; can Gam u gussa üşüp gönlüm evin yıkdukları budur meclisidir bu, âşıkların içinde tenden bahsetmek ayıptır. Ki etrâfa ulaşmaya derûnumda yanan âteş Gül yüzünle sahn-ı gülşen şöyle zîbâ oldı kim Dostum Gam ile kederin üşüp gönlümün evini yıktıkları, içim- ta’rifolupdur cennete Gülşen dimek Çiçek bahçesinin yüzü, de yanan ateş etrafa ulaşmasın diyedir. senin gül yüzünle öyle güzelleşti ki sevgilim, cennete çiçek bahçesi demek onu târif etmek olur, çünki çiçek bahçesinin cennet farkı kalmadı. Eğer dîdâr ümîdi olmayaydı bâğ-ı cennetde Cehennem gibi olaydı gül ile ergavân âteş Eğer cennet bağında sevgiliyi görmek ümidi olmayay- Pâydar olmaz güzellik razv-ı cennet gibi dı, gül ile erguvan ateş kesilip her taraf cehennem gibi Sen bilürsin ey yüzi cennet hele benden dimek olurdu. Güzellik cennet bahçesi gibi devâmlı olmaz; sen bilirsin ey cennet yüzlü, hele benden demesi! Gerek ağla gerekse gül cihân fâriğdur ey bülbül Ben kulunçün dir imişsin kim bana cânın virür Kimine âteş olur gül kimine gülisitân âteş Ölmek olur dostum olmaz sana yalan dimek Gerek ağla gerekse gül ey bülbül, dünyâ kendi keyfin- Ben kulun için “Bana canını verir” diyormuşsun; ölürüm de dedir, aldırmaz; kimine ateş gül olur, kimine de gül seni yalancı çıkarmam ey sevgilim. bahçesi ateş. Goncanun ağzına bakarken çemende andelîb Beni senden sovutmağa sevâdın ekşidür nâsih Gülşenün ahvâlini câiz midür sûsen dimek Bilür kim sirke ile yeğ söyünür bî- gümân âteş Bülbül bir işâret için bahçede goncanın ağzına bakarken, Beni senden soğutmak için nasihatçi kara suratını ek- çiçek bahçesinin ahvâlini susamın demesi câiz midir? şitiyor; biliyor ki ateş elbette sirkeyle daha iyi söndürülür. Gonca-veş cân u surâhî hep ağız bir itdiler İç diyu sofî Necâtîye ne lâzım ne dimek Necâtî gönlüni her dem ider bir lâle-ruh yağma Can ve surâhi gonca gibi ağız bir ettiler; ey sofu, senin iç Sanasın Bursa şehridür ki yakar her zaman âteş diye Necâti’ye söylemenin ne gereği var? Necâtî'nin gönlünü bir lâle yanaklı durmadan yağma ediyor; sanırsın ki ateşin her zaman yaktığı Bursa şeh- GAZEL 22 ediyor; sanırsın ki ateşin her zaman yaktığı Bursa şeh- Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün ridir. Bursa, târihinde birçok büyük yangın geçirmiştir. Hakkâ budur ki sahn-ı cihân kem konak değül Burada İllâ ki ömr kâfilesi oturarak değül ona işâret vardır. Doğrusu budur ki yeryüzü öyle azımsanacak konak değildir, fakat ömür kafilesi eylenip kalmıyor. GAZEL 21 Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Dildâra senden olur ise bu’d-i maşrıkayn Hâk-i pâyuna kul olduğum ne lâzım ben dimek Sa’y it gönül ki âşıka Bağdad ırak değül Bende ye lâyık mıdur sultânum evvel ben dimek 28 Ey gönül, sevgiliyle senin arada doğu ve batı arası kadar Didün ey dil sana yâr ide vefâ handân ol mesâfe olsa da sen yine gayret et, âşıka Bağdad ırak Âh idüp derd-i derûn ile didi andan ol değildir. Ey gönül, sevgili sana vefâ gösterir gülümse, dedim; içindeki derdle bir âh edip “bu derdim de ondandır “ dedi. Eşcâr eğerçi her varakı bir kitâbdur İdrâki olmayana cihân bir varak değül Bana cânân işiği Kâ’be sana ey sofi Gerçi ağaçların her yaprağı bir kitaptır, fakat anlayışı Tek yüzün görmeyelüm var Mısıra sultân ol olmayana dünyâ bir sayfa bile değildir. Sevgilinin eşiği benim, Kâbe de senin ey sofu; istersen var Mısır’a sultan ol, yeter ki yüzünü görmeyelim! Kullâb gibi kendüye çekmek durur işi Mestâne gamzeler gibi zülfün atak değül Didüm işigüne yüzüm süreyim güldi didi İşi gücü çengel gibi kendine çekmektir, zülfün sarhoş İşte bak Kâ’be gerek hâcî gerek kurbân ol gamzelerin gibi atak değildir. Dedim ki “Eşiğe yüzümü süreyim “, güldü; ”Bak, işte Kâbe, istersen hacı, istersen kurban ol “ dedi. Bir dem mi vardır ey gözi sermest ü ceng-cûy K’ol gamzeler bizüm ile kılıç bıçak değül Ey vefâsuz güzel efgân ile geçdi günümüz Ey sarhoş gözü kavga koparmak için fırsat arayan; o Bir gice külbe-i ahzânumuza mihmân ol gamzelerin bizimle kılıç-bıçak olmadığı bir dem mi vardır? Ey vefâsız güzel, günümüz figanlar ile geçti; ne olur, bir gececik hüzünlerle dolu kulübemize konuk ol! Yârun ayağı tozuna sürmiş yüzin meğer Ayun yüzinde görüni duran behak değül Hasret ü derd ile ey dil beni vîrân itdün Her halde sevgilinin ayağının tozuna yüzünü sürmüş Göreyin hasret ü derd ile seni vîrân ol olmalıdır, ayın yüzünde görünüp duran abraşlık değildir. Ey gönül, hasret ve derd ile beni viran ettin; göreyim sen de hasret ve derd ile viran ol. Dünyâ ulûmı deftere sığmaz eğerçi kim Işkun kitâbına göre ol bir sebak değül Düşman oldun ise halk ile kayırmaz bârî Gerçi dünyânın ilimleri deftere kitaba sığmayacak kadar İşiği itleri ile yüri var yârân ol çoktur, fakat aşkın kitabının yanında bir derslik bile Halk ile düşman oldunsa zararı yok, bârî yürü var da değildir. kapısının itleri ile ahbâb ol. Gün yüzünün altında bir alçakdurur kamer Ko Necâtî gâm-ı cânân ile cânun çıksun Filcümle Kâ’be benzedi dirsen ırak değül Sana kim didi ki var her güzele hayrân ol Senin gün yüzünün katında, yüzüne kıyasla kamer çok Ey Necâtî, sevgilinin gamı ile canın çıkarsa yeridir, sana alçaktır; kısacası, Kâbe benzer dersen o kadar ırak bir var her güzele hayran ol diye kim dedi! ihtimâl değildir. Eyler Necâtî cennet-i dergâhun ârzû Dünyâda gerçi kim bu GAZEL 24 havâ olacak değül Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün Gerçi dünyâda bu olacak heves değildir ama ey sevgili, yâ ister imiş k’ola sana hâk’i kadem Necâtî yine de senin cennete benzeyen kapı önünü arzu Garazı bu ki sata kendüyi dirhem dirhem ediyor. Sürme senin ayağının toprağı olmak istermiş; kasdı kendisini dirhem dirhem satmak, kıymete bindirmek. GAZEL 23 Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün Haylıdan dîde-i uşşâka görinmez oldun 29 Hey bizüm ile perî şîvesin itme âdem Ayağına su dökmelü olupdur çeşm-i pür-nemden Çoktandır âşıkların gözüne görünmez oldun; bizimle peri Çoktandır servi boyunun hayâli gönüle gelmedi; herhalde cilvesi etme be adam! nemli gözümden ayağına su dökmek gerekiyor. Gözlerin ırmaya hâlün gibi ruhsârundan Müsâfirdür sabâ şimdi ayak tozı ile geldi Ger bu hüsn ile göre hâlüni ibn-i Edhem Getürdi gönlüme bûy-ı vefâ ol zülf-i pür-hamdan Edhem’in oğlu, beninin bu güzelliğini görürse, gözlerini Sabâ yeli ayağının tozuyla şimdi gelmiş bir misâfirdir ki, benin gibi yanağından ayırmaz. gönlüme o büklüm büklüm saçtan vefâkârlık kokusu getirdi. Mihnet ü hecrün ile çarh iki bükdükçe belüm Sevgünün Cüdâ olmadı sinenden Necâti nefs-i emmâre riştesi dahi beter olur muhkem Bu rûşen oldı kim kâfir ebed çıkmaz cehennemden Felek senin ayrılığının mihneti ile belimi büktükçe sevgilinin Seni kötü şeylere zorlayan nefsin bağrından ayrılmadı ey ipliği daha çok sağlam olur. Necâti kâfirin cehennemden ebedi olarak çıkmayacağı bir kere daha belli oldu Ser-i kûyında mukîm oldun ise itler ile Ey Necâtî eyü sen yirüni buldun epsem GAZEL 26 Ey Necâtî, eğer köpekleriyle berâber sevgilinin mahallesine Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün yerleşebildiysen, sesini kes, sen sen tam yerini buldun! Zülfün hamını anber-i sârâya virmezin Lâ’lün gamını şâdi-yi sahbâya virmezin GAZEL 25 Saçının büklümünü saf anbere vermem dudağının hamına Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün şarabın neşesine değişmem. Cefâ vü cevri ko alma dil-i sûzânı sinemden Od alup kanda yakarsın peri yüzlüm cehennemden Cân virüp asılursa bu miskin selâsilün Zulüm ve eziyet etmeyi bırak, yanan gönlümü bağrımdan Bir kılını memâlik-i Dâraya virmezin alma; cehennemden ateş alıp nasıl yakarsın ey peri yüzlüm? Bu miskin can verip asılsa da zencir gibi örülmüş saçının bir kılını Dârâ’nın ülkelerine vermem. Gönül kasrına geldükçe hayâlün bir dem eğlenmez Sanasın kim od almağa gelür bu külbe-i gamdan Lâ’l-i lebün safâsını sâgarda bulalı Hayâlin gönül konağına geldikçe bir dem eğlenmez; sanki Meyhâneler bucağını dünyâya virmezin bu gam kulübesine ateş almağa gelir. Yâkût rengindeki dudağının safâsını kadehde bulalı, meyhâneler bucağını dünyâya değişmem. Gözün merdümlük eyleyüp her ok kim sineme urdı Kaşun yayı gamı anı çıkardı bir bir arkamdan İzün tozını gün güzine tûtiyâ içün Gözünün insanlık edip bağrıma vurduğu her oku kaşının Gökden yire inerse Mesihâya virmezin yayının gamı bir bir arkamdan çıkardı. İzinin tozunu, güneşin gözüne sürme diye istemek için gökten yere inse bile Hz. İsâ’ya vermem. Yüzüni ey melek-sûret görürse diye hûriler Bu sûretlü beşer gelmiş değüldür nesl-i âdemden Gülşende âşiyâne-i bülbül kadar yiri Ey içi melek gibi olan, yüzünü huriler görürse “Âdem Korlarsa bana cennet-i Me’vâya virmezin Peygamberin soyundan böyle bir insan gelmiş değildir” Gül bahçesinde bülbül yuvası kadar yeri bana kosalar, derler. Me’vâ cennetine vermem. Hayâli serv-i kaddünün dile gelmedi haylıdan Ben mu’tekid değül miyin Allah zikrine 30 Şol denlü var ki başumı gavgâya virmezin Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün Tanrı’yı zikretmeğe ben inanmıyor muyum, elbette Gerçi gülzâr-ı cihânda gül olur hâra yakın inanıyorum; şu kadar var ki başımı gürültüye sokmuyorum. Hak ırağ eylesün andan k’ola ağyâru yakın Gerçi bu cihan gül bahçesinde gül dikene yakın olur, lâkin Tanrı o sevgiliyi gayrılara yakın olmaktan korusun. Yokdur çemende servün eli üzre el veli Reftâr-ı yâri serv-i dilârâya virmezin Çimende servinin elinin üstünde el yoktur ama, sevgilinin Lebün umar varıcak zülfüne gönlüm gerçi salınıp gidişine gönlü donatan serviye değişmem. Kişi cândan keser ümmid olıcak dâra yakın Her ne kadar kişi darağacına yakın olunca candan ümidini keserse de, gönlüm saçına varınca dudağını umar. Eğlenmeğe Necâtiyâ divârı sâyesin Gisû-yı hûr u zülf-i semensâya virmezin Ey Necâti, duvarının gölgesinde eğlenip kalmayı hûrinin Şükr idüp yirlere sürer yüzini sâye gibi perçemine ve yâsemin kokulu saça değişmem. Afitab olduğuna hüsn ile dildâra yakın Güneş, güzellikte sevgiliye yakın olduğuna şükredip yüzünü gölge gibi yerlere sürer. GAZEL 27 Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün Ko gönül bûsene cân ile haridâr olsun Katı çok başlıdurur zülfine dolaşma gönül Billâh ey gonca-dehen yok dime bâzâr olsun Sana bir bend geçer olma o tarrâra yakın Bırak gönül seni öpmeye can ile müşteri olsun; ey gonca Çok hileler bilir, zâlimdir ey gönül, zülfüne dolaşma; sana ağızlı, Allah aşkına yok deme, pazar olsun! bir oyun oynar, bir iş eder o dolandırıcıya yaklaşma! Zülfün âşüfteleri hâline rahm eylemeyen Üzülür gül açılur gonca gülistândan eğer Göreyin bencileyin derde giriftâr olsun Bu had ü hande ile yâr ola gülzâra yakın Zülfünle perişan olanların hâline acımayanın benim gibi Eğer bu yanak ve bu gülüşle sevgili gül bahçesine yakın derde tutulduğunu bir görsem! gelirse gül üzülür, gonca açılır. Diledüm bûse lebinden didi pes cânun idi Bûse peymânesinün cur’a-i cân-bahşından Hele bir şivedurur bu dahi ikrâra yakın Hele ol piste-dehen yok dimedi var olsun Dudağından öpmeyi, diledim “Pes, sanki canındır, O fıstık ağızlı öpüş kadehinin can bağışlayan yudumundan kendinindir” dedi; hele bu da kabûl etmeye yakın bir isteyene “yok, vermem” demedi, var olsun. söyleyiş tarzıdır. Kimse beğlerde vefâ görmedi dünyâ turalı Lebi şevkı iledür zülfe Necâti gönlin Kim diye sen meh-i bi-mihre vefâdâr olsun Beli tiryâk olıcak varsa olur mâra yakın Dünyâ duralıberi kimse beylerde vefâ görmedi, senin gibi Dudağının arzusu Necâti’nin gönlünü saça iletmektedir; şefkatsiz bir ay yüzlüde vefâ olmasını kim bekler? elbette yılan zehirlenmesinden dolayı tedavi olunmak kaderinde olan yılana yaklaşır. Öpmeğe kocmağa yer yok dir isen ey yüzi gül Ko Necâti kulunı âşık-ı didâr olsun GAZEL 29 Ey yüzü gül, öpmeğe koçmağa izin vermiyorsan, bâri bırak Gül yüzünde sünbül-i anber feşânı bilmeyen da Necâti kulun güzelliğine âşık olsun. Oldur ol cennetde ömr-i câvidânı bilmeyen GAZEL 28 31 Senin gül yüzündeki anber kokusu saçan sünbül saçını verilirdi. Kelimelerin anlamlarıyla ilgili sanatlara da bilmeyen, cennette ebedi ömür olduğundan haberi “mânâ sanatları” adı verilir. olmayandır. Ey Necâtî hatt u hâl-i hüsne eylesün nazar Bilmedi hüsn âfitabından hilâl olduğumı Güzel olup fitne-i âhir zamânı bilmeyen Yir yüzinde âsumândan rismânı bilmeyen Ey Necâti, güzel olup da âhir zaman fitnesini bilmeyen, o Yeryüzünde asumândan rismânı bilmeyenler, benim o güzelliği meydana getiren ayva tüylerine ve bene baksınlar. güzellik güneşinden dolayı hilâl gibi büküldüğümü bilmediler. GAZEL 30 “ Âsumân”kelimesi “gökyüzü”, “rismân” da “ip” Neşât u işreti neyler gamunla hemden olan mânâsında”Âsumân u rismân” Farsça bir deyim olup, bir Kapunda cennetün adın anar mı âdem olan doğru dürüst soruya hiç ilgisi olmayan bir karşılık vermek, Senin gamınla arkadaş olan yeyip içip neşelenmeyi ne “ âsmân ez rismân nedanistan”, “göğü urgandan ayırt yapsın? Adam olan senin kapında cennetin adıın anar mı? etmemek, ayırt etmek kabiliyetinden mahrum olmak “ mânâsında, ve “ bir şeyi seçmekten, ayırt etmekten tamamen Hakikaten yine bir demdurur ziyâde değül yoksun “ olmak mânâsındadır ki, burada da bu sonuncu Saâdeti şu cemi’-i zamânda her dem olan manada kullanılmıştır. Ey mutluluğu her zaman devamlı olan; mutluluk gerçekte bir ânlıktır, fazla değildir. Bilmedüği şîve yokdur hep bilür bilmezlenür Bana sorsun bana ol şûh-ı cihânı bilmeyen Aceb zemâneye kalduk gelünüz ağlaşalum Dünyanın o en oynak ve işvelisi olanı bilmeyenler bana Zelildür hüner ü fazl ile mükerrem olan sorsunlar, bana; onun bilmediği işve ve edâ yoktur fakat Acayip bir zamana kaldık, geliniz ağlaşalım, zamandan bilmezlenir. şikayet edelim; çünkü hüner ve faziletlerden dolayı hürmet görmüş olanlar, şimdi aşağılanıp hor tutulmaaktadır. Hâlini miskîn sanursız fitnede bir dânedür Saçları dâm-ı belâdur bilmez anı bilmeyen Yenilenür elemi yatmaz eski gussa ile Benini miskin sanırsınız, fakat fitnede bir tânedir; saçları da Düşinde bir gice nâgâh şâd u hurrem olan belâ tuzağıdır, onu bilmeyen bilemez. Düşünde bir gece ansızın neşelenenin elemi yenilenir, eski keder ve sıkıntıyla yatmaz. Cân virür Îsâ suyı diyü leb-i handânuna Ömri içinde şarâb-ı ergavânı bilmeyen Benim katumda ölüm şerbetidür Âb-ı Hayât Ömrü içinde erguvan renkli şarabı bilmeyen, senin Ki bir dem önce gidendür hemîşe bî-gam olan dudağına Hz. Îsâ’nın suyu diye can verir. Benim katımda ölüm şerbeti Hayat Suyu(Bengi su)dur; çünki devamlı olarak bir dem önce gidendir. Nağmesinde bülbülün fehm-i maânî idemez Gül yüzün vasfında bu hüsn-i beyânı bilmeyen Didüm hezâra ki bin söyleyen ölür dirler Senin gül yüzünün vasfındaki bu güzel ifâdeyi bilmeyen, Didi ne şübhe yeğer gonca gibi epsem olan bülbülün nağmesinden mânâlar çıkaramaz. Bülbüle “ Bin söyleyen ölür” dedim; dedi ki “ Ne şüphe, “Beyân”ve “ mânâ” kelimeleri edebi sanatlarla ilgili iki gonca gibi susup ağzını kapatan yeğer, rağbet bulur”. deyimdir. Beyan söylenecek bir şeyin birbirinden daha açık olarak çeşitli yollarla söylenmesidir ki “ mecazlar, teşbih, Ecel gelüp sefere nevbetündurur diyicek istiâre, kinâye” gibi anlatma yollarına “ilm-i beyân” adı Necâtiye kara yayadurur müsellem olan 32 Ecel gelip de “ Sefer sırası senindir” dediğinde Necâti’ye Sen konuştuğun zaman, dudaklarınla ağzın iki nar çiçeğinin düşen kara yaya gitmektir. arasında bir gonca gibi görünür. GAZEL 31 Dil almağa pusuda durur leşkere benzer Nice kâkül nice mû sünbül-i gûl-bûdur bu Hatt-ı siyehün zülf ile ruhsâr arasında Dil-i uşşâkı perîşân idici budur bu Saçınla yanağının arasındaki ayva tüyleri, düşmandan Ne kâkülü, ne kılı, gül kokulu sümbüldür bu! Âşıkların haberci yakalamak için pusuya yatmış askerlere benzer. gönlünü perişan edici budur, bu! La’ lüne nice benzedeyin şol güheri kim Ne gönül kodı ne göz hâl-i ruh u ârız-ı dost İpin sürüyüp yürüye bâzâr arasında Oda yanmaz suya batmaz nice câdûdur bu Şu inciyi yâkût renkli dudağına nasıl benzeteyim ki, pazar Sevgilinin yanağı ve üzerindeki ben ne gönül koydu, ne de arasında ipini sürüyüp yürür. göz, nasıl cazudur bu ki oda yanmaz, suya batmaz. Fürkat gözümün acı yaşın ırmağ idüpdür Umarım haşrda cân oynaduğumdan tuyalar Su sızmaz iken benüm ile yâr arasında Mâhrûlar diyeler bir birine odur bu Benimle sevgili arasında su sızmazken şimdi ayrılık Dünyâda bilmiyorlar, umarım ki kıyamette, cânımı fedâ gözümün acı yaşını ırmak etmiştir. ettiğimden duyup ay yüzlüler “bu, odur! ” diyeler. Bir yana cihân bir yana cânâne Necâtî Yüri yıllarla yilersen yetemezsin ey dil Kaldum nideyin iki sitemgâr arasında Şol cihetden ki perî şîvelü âhûdur bu Bir yanda dünyâ, bir yanda sevgili…. Ne yapacağımı Yürü git ey gönül! Yıllarca yelsen, koşup dursan da yine bilmiyorum, Necâtî, iki zâlimin arasında kaldım! yetişemezsin; çünki bu peri edâlı bir âhûdur. GAZEL 33 Tenüme ayru irer cânuma ayru sitemün Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün Tiğ-i hûnriz-i cefâ-pîşeden ayrudur bu Söyler yürekde ağız açup yara yaraya Sitemin tenime ayrı, canıma ayrı erişir; bu cefaya alışmış Miskîn umar ki yara ile yâre yaraya kan dökücü kılıçtan ayrıdır, ona benzemez. Yürekte yara yaraya ağız açarak der ki Zavallı, yaraile sevgiliye yaranacağını sanıyor. Gözümün penceresin yapmağa hükm eyledi şer’ Ki nigârın harem-i hüsnine karşudur bu Gamzen ölüm yaraların urur bu ben fakîr Şeriat, sevgilinin güzellik binâsının haremine karşıdır diye Ara okuna şâd olurın ara yaraya gözümün penceresinin kapatılmasına hükmetti. Gamzen ölüm yaraları açar, bu ben fakir de bâzan oklarıyla bâzan da yarayla sevinirim. GAZEL 32 Ey gül inen açılma gel ağyâr arasında Geh ağların geh inlerin ammâ ki ummazın Dâmânunı sakla yürime hâr arasında Biçaneye bu âb u havâ vara yaraya Ey gül, gayrıların arasında çok açılıp saçılma; eteğini koru, Gâh ağlarım gâh âh edip inlerim ama çâresiz kalmışa bu su diken arasında yürüme. ile bu havanın yarayacağını ummuyorum. La’lünle dehânun görinür söylediğünce Bir yana cevr-i dilber ü bir yana rûzigâr Bir gonca iki dâne-i gülnâr arasında Bir kişi nice iki sitemgâra yaraya 33 Bir yanda sevgilinin zulmü bir yanda zamanenin; bir iki kişi Aman sen seni esirge, can bir daha ele girmez, diyorlar; can zâlimle nasıl baş eder? için ne tasalanayım, can dedilerse sevgili değil ya ! Taş ile başum ursun iki pâre eylesün Bakmayam kuhl-i Safâhâna iki gözüm içün Şâyed bununla gönline bir pâre yaraya Ayağun tozu gibi derdüme dermân değül a Eğer böyle yapması gönlüne yarayıp ondan bir parça İki gözüm için Isfahan sürmesine bakmam, senin ayağının memnun olacaksa, bir taş başıma vurup iki parça eylesin. tozu gibi derdime derman değil ya! ne bakayım ! Mümkin midür ki hoş gele zühhâda ehl-i aşk Cân bağışlar nefesün ölme Necâtî ölme Olmış mıdur ki mest ola hüşyâra yaraya Kişi gösterme Mesihâ yolın âsân değül a Âşıkların sofulara yaraması mümkün müdür? Sarhoş olanın Nefesin can bağışlıyor, sabırlsızlanma Necâtiî, ayıklarca hoş görüldüğü olmuş mudur? sabırsızlanmış; kişiye Hz. Îsa’nın yolunu göstermek kolay mıdır? Mahmurâ mey nenün gibidür bildünüz mi hîç Şol şerbet-i hekîm ki bimâra yaraya GAZEL 35 İçkiden ayılmışa şarap ne gibi gelir, bilir misiniz; şu hekim Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün ilâcı gibidir ki, hastaya yarar. Koma kim hâl ü hatun halka perîşânlığ ide Mısr-ı hüsnünde bir iki kara sultanlığ ide Yarayla çünki beğlere yoldaş olur kişi Beninin ve yanağındaki ayva tüylerinin halkı perişan Çalış Necâtî eyleyigör çâre yaraya etmelerine izin verme; güzellik ülkesinde bir ikiş zâlim Kişi yarayla beylere yoldaş olur; çalış ey Necâtî, yara soysuzun sultanlık yapmasına müsâde etme. içindir çâre bul. Bu cihândur güzelüm hüsnüne mağrur olma GAZEL 34 Bir zamân ola ki karınca Süleymânlığ ide Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün ey güzelim, güzelliğinle böbürlenme; bu cihandır, bir zaman Nola dökülse yaşum Çeşme-i Hayvân değül a gelir ki karınca Süleymanlık eder. Yire geçsün nideyin dirliğüm andan değül a Gözyaşım dökülse ne çıkar, Bengisu değil ya! . . yere geçse İdinür âdem olan cennet-i kûyunda yirin ne olur, bütün varlığım o değil ya! . Meğer ey dost rakîbün gele şeytânlığ ide Eğer rakibin gelip bir şeytanlık etmezse, insan olan herkes için senin mahallende yer vardır. Âyet-i hüsnüne inkârı komaz zâhid-i şehr Vay bu kafir ne aceb dahi müselmân değül a Şehrin sofusu güzelliğinin âyetini inkar etmekten Gayret ey pir-i harâbât nedür bu nice bir vazgeçmiyor; vay bıu ne acâyib kâfirdir. Muhtesib câm-ı şarâbı sıyup oğlanlığ ide Ey ihtiyar meyhâneci, biraz arlanıp harekete gel; daha ne zamana kadar zâbıta memuru acarlık edip şarap kadehini kıracaktır? Beni içer diyu bilsem neye sevmez sofî Meydür arada nizâ’ itdüğümüz kan değül a Sofu içiyor diye beni neden sevmiyor bilsem; arada Bir zâman oldu ki kan berâber tutılur çektiğimiz şaraptır, kan değil ya ! . Bir iki rind eğer meykedede kanlığ ide Öyle bir zamana geldik ki bir ili rind eğer meyhânede çok sarhoş olup hırçınlık etse kan etmekle bir tutuyorlar. Hay esirge seni sen cân ele girmez dirler Cân içün gam yimezem cân ise cânan değül a 34 Didile, sîb-i zenahdânuna hayvânî velî Dimediler ki rakîbün değer hayvanlığ ide İvrildi kaldı rişte-i cânı keminenün Elma gibi olan çene çukurunda Bengisu vardır diye Peygamber oynı olalı yârân oyuncağı hayvanidir dedilerse rakibin hayvanlık edip dokunsun Dostların oyuncağı peygamber oyunu olalıberi bu âcizin demediler ya! canının ipliği büküldü (dolaştı) kaldı. Elhak insâf budur tûtîye değmez güftâr Gam çok oyunlar oynadı miskin Necâti’ye Şol çemende ki Necâtî şeker-efşânlığ ide Yazukdurur ana da be hey cân oyuncağı Doğrusu budur ki, Necâtî’nin şekerler saçtığı bir bahçede Zavallı Necâti ‘ ye gam çok oyunlar oynadı; behey can papağana konuşma sırası gelmez. oyuncağı sevgili, ona da yazıktır! . GAZEL 36 GAZEL 37 Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün Cân u dil oldı gamze-i cânân oyuncağı Hâkîleriz biz özlerüz ol serv-kâmeti Işkı birâder eyledün oğlan oyuncağı K'ehl-i kubûr cân gibi ister kıyâmeti Can ve gönül sevgilinin gamzesinin oyuncağı oldu; sende Biz topraktanız, o servi boyluyu özleriz; çünki kabirdekiler aşkı çocuk oyuncağı ettın be birâder! kıyâmet gününe kavuşmayı can gibi isterler. Ol hatt u hâl-i dilbere baş eğmeyen gönül Uymuş belâtu gönlüme derd ü firâk-ı dost Derdâ ki oldı zülf-i perişân oyuncağı Düşmiş garîbün üstine ölüm alâmeti Dilberin o ayva tüyleriyle benine baş eğmeyen Sevgilinin ayrılığı ve derdi belâlı gönlüme uymuş; garibin gönül yazık ki perişan saçın oyuncağı oldu. üstüne ölüm belirtileri düşmüş. Geh var didi dehânına ağyâr gâh yok Âhir günümde ışkun ile eylesem sefer Ol hâtem oldı dif-i Süleymân oyuncağı Vallahi nakd-i cânı virürdüm selâmeti Rakip sevgilinin ağzı için gâh var gâh yok dedi; Son günümde senin aşkın ile göç etsem, vallahi can parasını o yüzük Süleymanın devrinin oyuncağı oldu. selâmetlik olarak verirdim. Burada, yolculuğa çıkanın yolculuğun selametle geçmesi için sadaka dağıtması geleneğine işarettir. Câm-ı safâ niyâz ile özr-i günâh iken Tesbih olur riyâ ile şeytân oyuncağı Zevk ve eğlence kadehi duâ ve yakarma ile günâhın mâzereti Hakkâ budur ki kâmetünün toğrusıdurur olduğu halde, teşbih ikiyüzlülük ve samimiyetsizlikle şeytan Yirde komaz sanevberi ol istikâmeti oyuncağı olur. Gerçekten çam fıstığı ağacı senin boyunun doğrusudur, ona uymuştur; o tuttuğu yol, onu yerde koymaz Uzatma sözi kes dilüni yârdan rakib Kelbün ne bâbıdur meh-i tâbân oyuncağı Eksüklüğin bilenler olur âkibet tamâm Uzatma sözü, dilini sevgiliden kes ey rakib; İrişdürür tabîbe kişiyi sekâmeti dolunayı oyuncak einmek köpeğin haddi değildir. Eksikliğini bilenler sonunda tamam olurlar; kişiyi hastalığa tabibe eriştirir. Oyna güzeller ile peygamber oyuncağın Işk olmadı mı Yûsuf-ı Ken’ân oyuncağı Işk-ı mecâzî meclis-i mey gibidür hemân Güzeller ile peygamber oyuncağını oyna; Eksük değül sonında kişiye nedâmeti çünki aşk Kenanlı Yûsuf Peygamberin oyuncağı olmuştu. 35 Gerçek olmayan aşk şarap meclisine benzer; sonunda dâima kişiye pişmalık eksik değildir. GAZEL 39 Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün Kimdür Necâtî dir isen ey serv-i serferâz Didüm hüsnün berâtında nedür zülf-i siyâh eğri Bî-i'tidâl kendüyi bilmez melâmetî Didi bu Rûmdur derviş olur tevkî'-î şâh eğri Ey baş çekip boylanmış servi boylu, ”Necâtî kimdir? Dedim ki “Güzelliğinin fermânın da o siyah zülf neden ”dersen, bir dengesiz, kendiyi bilmez, horlanmış kimsedir. eğridir? Dedi ki “Bu Anadolu ülkesidir ey derviş, pâdişahının tuğrası eğri olur. ” GAZEL 38 Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün Güzellük tehtgâhına çıkup zulm itme sultânum Dünyâyı bir yana kosalar bir yana seni Sakın âşıklar âhından ki olmaz tîr-i âh eğri Bana seni gerek seni ey bîvefâ seni Güzellik tahtına çıkıp da zulm etme ey sultanım; âşıkların Dünyâyı bir yana, seni bir yana kosalar, yine de bana sen âhından sakın ki, âhın oku eğri olmaz, hedefine varır. gereksin ey vefâsız, sen! Kaşun sevdâsına zâhid makâm idindi mihrabı Müşkil bu kim muhabbet iki başdan olmadı Kad ü zülfün hayâliyle olur geh toğru gâh eğri Sevdürmedi sana beni illâ bana seni Sofu senin kaşının sevdâsiyle mihrabda yerleşti, kaldı; Seni bana sevdirdi de beni sana sevdirmedi. boyunun ve zülfünün hayâliyle gâh doğruluyor, gâh eğiliyor. Mihr ü vefâ içün mi getürdi beni felek Benüm serv-i serefrâzum rakîbün yanına varma Cevr ü cefâ içün mi yaratdı Hudâ seni Elif kim ulaşa lâma olur bî-iştibâh eğri Felek beni sevmek ve sevgisinde vefâlı olmak için mi Ey benim yüksek servi boylum, rakibin yanına sakın varma; getirdi? Tanrı seni zulüm ve eziyet etmek için mi yarattı? çünkü “elif”harfi “lâm” harfiyle yazılınca şüphesiz eğri olur. Âşıklarun ne çekdüğini anlamağ içün Allâh ideydi bir güzele mübtelâ seni Kara yüzlü saçun hakdur dimiş tezvîrine hattun Âşıkların neler çektiğini anlaman için, Allah seni bir güzelin El ursun muhaf-ı hüsne değülse ol güvâh eğri aşkına düşüreydi. Kara yüzlü saçın ayva tüylerinin yalan dolanına doğrudur demiş; eğer o şâhitliği eğri değilse, güzellik muhafına el bassın. Bir bağrı katı yüzi açılmış güzel gerek Âyine gibi göstere şâhum sana seni Bir bağrı katı, yüzü açılmış, ettiğinden utanmayan güzel Elâ ey âfitab üzre hilâli görmeyen kimse gerek ki, ayna gibi seni sana göstersin ey sultanım! Gör ol horşîd-ruhsârı ezer zerrin külâh eğri Ey güneş üzerinde yeni ayı görmeyen kimse, başında eğri zerrin külâhla gezen o güneş yanaklıyı gör! Salma sakın ayağa duâcılarunı kim Ey serv-kad el üstine tutar duâ seni Ey servi boylu, duâcılarını ayağa salıp geri çevirme ki duâ Boyun şimşâdını ayru görürmiş servden nergis seni el üstünde tutar. Biri iki görür lâbüd şu kim ider nigâh eğri Şimşir ağacına benzeyen boyunu nergis serviden ayrı görürmüş; elbette eğri bakan(şaşı gözlü) biri iki görür. Oldun Necâtî sâye-i zülfinde pâdişâh Vâr ey gedâ ki kapladı zıll-i hümâ seni Necâtî, onun zülfünün sâyesinde pâdişah oldun; yürü sevin Kaşun olmasa mihrâbı ne assı zühd ü takvâdan ey dilenci ki seni hümâ gölgesi kapladı. Yıkılmak eydür ol mescid ki la kıblegâh eğri 36 Mihrâbı kaşın olmayana çok ibadet etmek ve günahlardan Necâtî utanarak elini yüzüne tutarsa şaşılır mı? Duâya el sakınmak ne fayda verir; kıblesi eğri olan mescidin yıkılması götürmekten gayrı nesi var? daha iyidir. GAZEL 41 Necâtiye ölüm yeğdür bu dirlikten maâzallâh Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün Rakîb-i rû-siyeh toğru ola ben bîgünâh eğri Sünbül saçunla hâtırumuz âtır olmadı Allah korusun, eğer kara yüzlü rakib doğru, ben suçsuz eğri Gül ruhlarun bizümle iki gün bir olmadı olacaksam, ölüm Necâtî'ye bu yaşayıştan daha üstündür. (Sünbül saçın gönlümüze koku salmadı, gün yanakların bizimle iki gün bir olmadı. Şâir burada, sevgilinin güne GAZEL 40 bezeyen yanaklarından gâh birini, gâh öbürünü çevirdiğini, Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün kendisinin yüzüne bakmadığını “iki gün berâber olmaz” Dime kim yârda yok cevr ü cefâdan gayrı mânasına gelen “iki gün bir olmak” deyimiyle Ne dilersen bulınur mihr ü vefâdan gayrı anlatmaktadır.) Sevgilide eziyet ve zulümden başka bir şey yok deme; sevgiden ve sözünde durmaktan gayrı ne dilersen bulunur. Bâzâr-ı gamda dil midür ol kim mezâd olup Dellâl-i ışk elinde iken âhir olmadı Beni ağlan beni kim üstüme gelmez ölicek (O gönül müdür ki, gam pazarında satışa çıkarılıp aşk Bir avuç toprağ atar bâd-ı sabâdan gayrı dellânin elinde iken bitmedi?) Siz bana ağlayın bana ki öldüğümde bir avuç toprak atmak için tanyelinden başka üstüme gelen olmaz. Dirler mihak şaraba harâbât erenleri Şâd ol gönül ki altun adun bakır olmadı Elif-i kâmetün ile kaşuna ra diyeli (Meyhânenin ermişleri (ihtiyarları) şaraba mihenk derler; Gönlümi eğleyimez kimse bu râdan gayrı sevin ey gönül ki altun adın bakır olmadı, meyhânede Boyunun elifi ile kaşlarına “râ” diyeliberi, bu düşünceden bozulmadın.) artık benim gönlümü kim alıkoyabilir? Tiğ-i muhabbet ile kim oldı şehid kim Hat u hâlün elemi yetmedi mi gönlüme kim Rûhülkudüs cenazesine hâzır olmadı Çeke hecr âteşini bunca belâdan gayrı (Kim muhabbet kılıcıyla şehid oldu da Cebrâil cenâzesinde Beninin ve ayva tüylerinin elemi yetmedi mi gönlüme ki, bulunmadı?) bunca belâdan gayrı bir de ayrılık ateşini çeksin! Miskin rakibi gamze-i mekkârun ey perî Ne garaz eyleye uşşâk vlsâlün var iken İt itmeyince âdem iken sâhir olmadı Ne murâd eyleye bîmâr devâdan gayrı (Ey peri gibi güzel; gamzen miskin rakibi insan iken it Sana kavuşup sarılmak var iken âşıkların başka ne düşünce etmeyince adı büyücüye çıkmadı. . Kasidenin. Beyitine olabilir? Hasta iyileşmekten gayrı ne isteyebilir? bakınız.) Dûd-ı âhum ne aceb göklere tutsa yüzini Bayram ola vü gül açıla içmeyen kişi Âşıkun kimisi var ola Hudâdan gayrı Sabri debile mi tutalum şâir olmadı Âhımın dumanı göklere yönelirse niye şaşılsın? Âşıgın (Bayram olur, gül açılır da kişi şâir olmasa bile nasıl Tanrı'dan gayrı kimisi var ola ki? içmeyip sabredebilir?) Yüzine tutsa Necâtî ne aceb haclet elin Yakma cahim-i hecre müebbed Necâtiyi Nesi var yüze gelür dest-i duâdan gayrı Biçâre âşık oldı ise kâfir olmadı 37 (Ayrılık ateşine Necâti’yi ebedi olarak yakma, zavallı sana Tir-i müjesi gönlümüz almağa Necâti âşık oldu ise kâfir olmadı ya! . .) Mâyil idi ol şûh-ı cihân çekdi çevürdi (Kirpiğinin oku gönlümüzü almağa meyilli idi, Necâti, o GAZEL 42 cihân işvelisi çekti çevirdi. Bu gazelde “çeki çevirmek” Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün deyimi değişik mânâlarda kullanılmıştır. Bunar “itip Sanman li beni devr-i zaman çekdi çevürdi kakalamak, sersemletmek; yoldan çıkarmak, kandırmak, Ol turraları müşg-feşân çekdi çevürdi iğfal etmek; döğüp söğmek, ezip büzmek, azarlamak, çekip (Sanman ki beni çekip çeviren zamanın gelip geçişidir; o çevirmek.) perçemleri misk kokusu saçan çekti çevir.) GAZEL 43 Toğrı iken ok gibi yolunda dill-i hâki Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Aldı ele ol kaşı kemân çekdi çevürdi Kâkül-i müşgini birdür ârız-ı gül-fâm iki (Bu değersiz, toprakla gönül yolunda ok gibi doğru iken o Nitekim âdetdür olur kadr bir bayram iki kaşı keman ele aldı çekti çevirdi.) (Misk kokulu ve renkli perçemi birdir, gül renkli yanağı iki; nitekim öteden beri gelenektir, Kadir Gecesi bir, bayram iki Tolab gibi inleyüp ağladuğum içün olur. Kadir Gecesi ramazan ayının yirmyedinci gecesidir, ki, Kûyunda beni dün şu fûlan çekdi çevürdi Kur’anın bu gecede indiği tahmin olunmakla bu geceye ad (Dolap gibi inleyip ağladığım için şu filân (adı anılmaya olarak verilmiştir. Aslında Kadir Gecesinin ramazının son değmez biri) beni mahallende dün çekti çevir.) gecelerinden biri olduğu söylenmiştir. Burada “bayram” ile murâd olunan ramazan ve kurban bayramlarıdır.) Nakkâş-ı ezel cedvel ü pergâra koyunca Devrân beni bir nice zaman çekdi çevürdi Sinede hem cevr-i yâr ü hem cefâ-yı rüzigâr (Ezel nakkaşı cedvele ve pergele koyuncaya kadar felek beni Bir niyâm için olmaz tiğ-ı hün-âşâm iki bir nice zaman çekti çevirdi.) (Bağırda hem sevgilinin incitmesi, hem zamanenin zulmü; bir yara içinde iki kan içici kılıç olmaz.) Münşi-yi kader dün beni divân-ı kazâda Âlemlere olmağa nişân çekdi çevürdi Âh kim adem ortasıdur bâğ-ı vücûd (Kader kâtibi dün beni kazâ divânında âlemlere nişan olmak Bir harâb-âbâda geldük subg birdü şâm iki için ekti çevirdi.) (Ah ki varlık bağı iki yokluğun ortasındadur; öyle bir viraneliğe geldik ki, sabah birdir, akşam da iki.) Fâş eyledi râzum diyu altun kemerini Tâlib-i câmâneyi dünyâ ve ukbâ eğlemez Yok yirlere ol mûy-miyân çekdi çevürdi Kûy-ı yârun yoh birdür menzil ü ârâm iki Tevki’-i refi’ olmağa menşur-ı cemâle (Sevgiliyi isteyen dünyâ ve âhiret alıkoyamaz; yârin Kaşun gibi kendüyi nişân çekdi çevürdi mahallesinin yolu birdir, dinlenme konağı da iki. Burada (Güzellik fermanının başına nişan olmak için tuğra kendisini gerçek sevgiliye, Tanrı’ya kavuşmak için dünyadan ve kaşın gibi çekti çevirdi.) âhiretten baz geçmek gerektii anlatılmaktadır.) Tuğrâ kaşna benzedüğin münşiye dildüm Kimi İsâ dir leb-i cân-bahşuna kimisi Hızr Divânda tutup anı hemân çekdi çevürdi Sora vuruşan hakikat cism birdür nâm iki (Kâtibe tuğranun senin kaşına benzediğini söyledim, (Senin can bağışlayan dudağına kimisi İsâ der, kimisi Hızır, divanda hemen onu tutup çekti çevirdi.) sorup gidersen gerçekte cisi bir, adı ikidir. . Gazelin. Beyitinin ve. Gazelin. Beyitinin açıklamalarına bakınız.) 38 Geh sanavber didiler kaddüne geh rûh-ı revân Olmazdı şem’i cem’ün yârâne böyle düşman Nâz ile salınun oldı serv bir endâm iki Olmasa lâle vü gül bâd-ı seher çerâğı (Boyuna gâh fıstık çamı dediler, gâh yürüyen ruh; öyle bir (Eğer lâle ve gül seher yelinin çırası olmasaydı, meclisin naz ile salındın ki servi bir oldu, endâmı iki.) mumu dostlara düşman olmazdı.) Bâdedür lâ’lin lebün mestânedir nergislerün Didârun ârzûsı komadı gözde Pertev Bezm-i hüsnün zinet itmiş piste bir bâdâm iki Dervişlerde olur nite ki er çerâğı (Yâkut renkli dudağın şaraptır, nergis gözlerin de sarhoşlar; (Dervişlerde toplayıp dilenme kandili olursa da, senin güzelliğinin meclisini bir fıstık, iki bâdem süslemişler.) güzelliğinin arzusu gözde ışık bırakmadı. Eskiden âşıklar veyâ kalenderi dervişleri kendilerine sefer verildiğinde, Dürr-i deryâ-yı keremsin hüsn ile bir dânesin geçimlerini ellerine bir kandil alarak dilenmek suretiyle Âh kim zülfün hamında dâne birdür dâm iki sağlarlardı. Bugn dahi İstanbul’un bâzı semtlerinde ve (Cömerdlik denizin incisisin, güzellikte bir tânesin, fakat Anadolu’nun bir kısım kasabalarında çocukların ellerine yazık ki zülfünün kıvrımında dâne birdir, tuzak halkası iki.) kandiller alarak kandi gecelerinde bahşiş toplamaya çıkması bu âdetin bir devâmı olsa gerektir.) Düşde ışkım hâletin Mecnûna sordum didi kim Sana hemdemdür Necâti bâde birdür câm iki Bu şi’r-i dil-firibün nâ-yâhdur Necâti (Düşümde Mecnun’a aşkın hallerini sordum, dedi ki “Sana Çak cânda saklasunlar bu şeb-gülher çerâğı arkadaş olan şarap bir, kadeh ikidir Necâti, başka şeyin Bu gönül aldatan câzibeli şiirinin eşi benzeri bulunmaz; bu olmaz”. ) şeb-güher çerâğını tâ canda saklasınlar. Şebçerâğ gece çırağ gibi parlayan taci demektir. Derler ki, gâv-ı bahri, GAZEL 44 yâni su sığırı bâzı geceler otlamak için karaya çıktıkta, o Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün inciyi ağzında berâber çıkarıp otlayacağı yere kor ve onun Her gice ey güneş meh senden yakar çerâğı aydınlığında otlar. Buna dürr-i şebgân da derler. Bundan Sen şâha çarh çâder meh bir sefer çırağı başka bu kelime be şebtâb bir inciyi tavsifde kullanılır.) (Ey güneş, her gece ay senden çırasını yakar; sen pâdişâga gök çadırdır, ay da zefer çırası.) GAZEL 45 Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün Sen gelmeyince mâhum mahv olmaz âteş-i dil Eser itmez nidelüm âh-ı segergâh sana Haşr olmayınca şâhum söyünmez er çerâğı Meğer insâf vire dostum Allâh sana (Ay yüzlüm, sen gelmeyince gönlün ateşi sönmez; kıyâmet Seher vakti edilen ah bile tesir etmeyince, elimden ne gelir? kopmayınca er kişinin ocağı sönmez.) Meğer Allah sana insaf versin ey sevgilim! Dünyâ bugün benümdür ne mihr olaydı ne mâh Hoş olur sohbet-i mey gicede mehtâb olıcak Vasl-ı nigâr olunca âşık nider çerâğı Nûr saç meclise gel kim dimişüz mâh sana (Dünyâ bugün benimdir, ne güneş olsun ne de ay; sevgiliye Gece mehtaplı olunca şarap sohbeti hoş olur; seni ay'a kavuştuktan sonra âşık kandili ne yapsın?) benzettik, gel meclisede nur saç. Ey dili ruh-ı habibi şevk ile öğ ki yana Nidelüm devr sunarsa sana şerbet bana zehr Başun ayağun üzre şems ü kamer çerâğı Bu cihân böyle olur gâh bana gâh sana (Ey gönül, sevgilinin yanağını coşarak öv ki, başının Zamâne sana şerbet, bize zehir sunarsa elimizden ne gelir? ayağının üstünde güneş ve ay kandili yansın.) Bu cihan böyledir; bazan bana, bazan sana. 39 Zulme uğrayan her kişiye sultanlar adâletleriyle yardım Levh-i çihremde okımağa hikâyât-ı gamı ederler; bana kim adâlet etsin ki, zulmeden sultanın Giceler subha değin şem' tutar âh sana kendisidir. Çektiğim ıstırâbı yüzümün levhasında okuman için âhım Nâfe dirmiş zülf-i anber-bâr-ı dilber var iken geceleri sabaha kadar sana kandil tutar. Âlem içre müşg adı bir kuru bühtândur bana Gözyaşı encümini rehber idinmezse eğer Nâfe dermiş ki, sevgilinin anber kokusu saçan zülfü varken Şeb-i gamda iremez âşık-ı gümrâh sana bana misk adını vermek bir kuru iftirâdır. Eğer gözyaşı yıldızlarını rehber edinmezse, gam gecesinde yolunu yitirmiş olan âşık sana erişmez. Dem-be-dem hâsidlerün ta'nı okın men' itmeğe Dâğ-ı mihnet sînemün üstinde kalkandur bana Gece gelmeyeceğin sohbete ey dil bilürüz Kıskançların durmayan sövüp kötüleme oklarına mâni Heler var gör ki ne yüzden toğar ol mâh sana olmak için bağrımın üstündeki mihnet yarası benim Ey gönül, o ay yüzlü sevgilinin bizimle sohbete kalkanımdır. gelmeyeceğini biliriz; eğer sen inanmıyorsan var da gör! İçmeyeliden kudurdum mı nic'oldum bilmezem Husrevâ kullarunun eyle revâ hâcetini Sâf ü pâk âb-ı revânlar hep kızıl kandur bana Ki ebed oldı müyesser kamu dilhâh sana Çoktandır içmeyeliberi kudurdum mu, ne oldum Ey sultânım, kullarının dileklerini kâbul et, çünkü gö ül bilmiyorum; duru temiz akarsular bana kıpkızıl kan gibi isteklerini karşılamak ebedi olarak sana verildi. görünüyor. Ey Necâtî taş iken lâ'l ide horşîd bigi Yüreğümi sineden yarup çıkarsunlar benüm Bir nazar eyler ise himmet ile şâh sana Kim gam-ı tîrünle ol bir kanlu peykândur bana Ey Necâtî, o pâdişâh sana lûtf edip bakarsa, güneşin Bağrımı yarıp yüreğimi çıkarsınlar; çünkü oklarının mâdenlere tesir ederek onları kıymetli taşa çevirmesi gibi, gamıyla o bana bir kanlı temren olmuştur. sencileyin değersiz taşı yâkûta çevirir. Buldı her bir şeyde zihnüm gevher-, ma-nî-yi hâs GAZEL 46 Değme bir katra Necâtî bahr-i ummândur bana Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Zihnim her şeyde bir seçkin mânâ incisi bulmaktır: ey Sînem üzre zahm-i gamzen râhat-ı cândur bana Necâtî bir katracık bile bana Umman denizi gibidir. Gamzen oklarıyla ölmek hâb-ı bârândur bana Gamzenin bağrımın üstündeki yarası canımı rahata GAZEL 47 kavuşturur; senin gamzenin oklarıyla ölmek bana yağmur Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün uykusu gibi tatlı gelir. Var iken cânâne gönlüm câna olmaz âşinâ Şem'i koyup gayr ile pervâne olmaz âşinâ Ey karanu gicelerde gezdüğüm men' eyleyen Sevgilim varken gönlüm cana ilgi duymaz; pervâne mumu Berk-ı âh-ı tâbnâküm mâh-ı tâbândur bana koyup gayrılarla dostluk kurmaz. Ey karanlık gecelerde gezmemi yasaklayan; yakıcı âhımın kıvılcımı benim dolunayımdır. Cânı yüreklendüren sînemdeki peykânıdur Kalbi âhen olmayan meydâna olmaz âşinâ Her kişinün zulmine sultân olanlar dâd ider Canı yüreklendiren bağrımdaki temrenidir; yüreği demirden Bana kim dâd ide k'iden zulmi sultândur bana olmayan meydana girmek cesâretini göstemez. 40 Cân tabîsin senün geldüğün uman hastalar Eğerçi “taş bulunduğu yerde ağır olur” derler, fakat öyle Hoş dirilür derd ile dermâna olmaz âşinâ yıldız vardır ki Yemen'de akîkı eşsiz kılar. Pek parlak olan Can tabibisin sen; geldiğini uman hastalar dedden hoşnud ve güney tarafına düştüğü için Yemen'de daha iyi olur, dermana aldırmaz. görüldüğünden Süheyl-i Yemânî'nin, bu ülkede pek bol olduğu söylenen akîkin oluşunda etkisi olduğuna inanılırdı. Ey bana sen ağlamakta başa çıkmazsın diyen Gözi yenmeyen kişi ummâna olmaz âşinâ Kapunda âhuma yer yok aceb hikâyetdür Ey bana, sen ağlamakla başa çıkmazsın, eline bir şey Bahâr ü mevsim-i gülşen sabâ çemende garîb geçmez diyen; gözü tutmayan kişi denizde yüzemez. Senin kapında benim âhıma yer yok, garip şey; bahar ve çiçek mevsimi iken bahar yeli çimende tek başınadır! Bakmadı benden yana sen mâha uyaldan gönül İki gün bir kimseye dîvâne olmaz âşinâ Mukîm idüm ser-i kûyunda der-be-der itdün Sen ayyüzlüye uyalıberi gönül benden yana bakmadı; Garîb işler idersin bu derdmende garîb haklıdır, çünki dîvâne iki gün bir kimseyle birlikte Senin mahallende yerleşmiştim, beni kapı kapı dolaşır ettin; bulunamaz. acâyip işler ediyorsun bu zavallıya, acâyib! Niçün ahşamlarsın ağyâr ile ey bedr-i tamâm Zihî kemâl-i terakkî zihî cemâl-i celâl Seg bilürsin kim meh-i tâbâna olmaz âşinâ Ki ışk bende garîb oldı hüsn sende garîb Köpeğin dolunaydan hoşlanmadığını bilirsin; ne diye Ne hoş bir gelişmedir ve ne güzel bir ululuktur ki aşk bende gayrılarla akşamlarsın ey dolunay yüzlü! eşsiz ve benzersiz oldu, güzellik de sende. Kısmet-i bezm-i ezeldür ey Necâtî bilmiş ol Yazuk değül mi bana gülmemek işiğünde Âşinâ bîgâne vü bîgâne olmaz âşinâ Efendisi kapusında olur mı bende garîb Ezel meclisinde öyle takdir edilmiş ey Necâtî, bilmiş ol ki, o Bana yazık değil mi ki eşiğinde gülmeyeyim; kul efendisinin zaman biribiriyle biliş tanış olanlar şimdi yabancı, kapısında garib olur mu? yabancılar da biliş tanış olamazlar. Sabâ gibi yüzi üzre görüp Necâtîyi GAZEL 48 Didi nice sürinürsin kapumda sen de garîb Mefâ'ilün / fe'ilâtün / mefâ'ilün / fe'ilün Necâtî'yi bahar yeli gibi yüzü üzre görüp sevgili dedi ki “ Dimez nice sürinürsin kapumda sen de garîb Sen de kapımda ne diye sürünüp duruyorsun ey zavallı! ” Kimesne bencileyin olmasun vatanda garîb “ Kapımda ne sürünüp duruyorsun ey zavallı? ” bile GAZEL 49 demezsin; kimse bencileyin vatanında garîb olmasın. Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün Didün ey dil sana yâr ide vefâ handân ol Helâk ider hat u hâlün niçe benüm gibiyi Âh idüp derd-i derûn ile didi andan ol Selâmet ol ki komazsın beni inende garîb Ey gönül, sevgili sana vefâ gösterir gülümse, dedim; Ayvatüylerin ve benin, benim gibi nicelerini öldürür; Allah içindeki derdle âh edip “bu derdim de ondandır” dedi. râzı olsun senden ki beni yine de bir köşede yalınız bırakmıyorsun. Bana canâna işiği Kâbe sana ey sofi Tek yüzün görmeyelüm var Mısıra sultân ol Eğerçi ağır olur taş kopduğı yerde Sevgilinin eşiği benim, Kâbe de senin ey sofu; ister sen var Sitâre var ki akîkı ider Yemende garîb Mısır’a sultan ol, yeter ki yüzünü görmeyelim! 41 Didüm işiğüne yüzüm süreyin güdi didi Edhem’in oğlu, beninin bu güzelliğini görürse, gözlerini İşte bak Kâ’be gerek hâci gerek kurbân ol benin gibi yanağından ayırmaz. Dedim ki “Eşiğine yüzümü süreyim” güldü; Bak, işte Kâbe, İbrâhim bin Edhem, dünya malını ve güzelliklerini terkedip istersen hacı, istersen kurban ol” dedi. dervişlik yolunu tutmuştu. Ey vefâsuz güzel efgân ile geçdi günümüz Mihnet ü hecrün ile çarh iki bükdükçe belüm Bir gice külbe-i ahzânumuza mihmân ol Sevgünün riştesi dahi beter olr muhkem Ey vefâsız güzel, günümüz figanlar ile geçti; ne olur, bir Felek senin ayrılığının mihneti ile belimi büktükçe sevginin gececik hüzünerle dolu kulübümüze konuk ol! ipliği daha çok sağlam olur. Burada “iplik bükmek” ve “çıkrık” mazmunu vardır. Hasret ü derd ile ey dil beni virân itdün Göreyin hasret ü derd ile seni virân ol Ser-i kûyında mukim oldun ise itler ile Ey gönül, hasret ve derd ile beni viran ettin; göreyim sen de Ey Necâti eyü sen yirüni buldun epsem hasret ve derd ile viran ol. Ey Necâti, eğer köpekleriyle berâber sevginin mahallesine yerleşebildiysen, sesini kes sen tam yerini buldun! Düşman oldun ise halk ile kayırmaz bâri İşiği itleri ile yüri var yârân ol GAZEL 51 Halk ile düşman oldunsa zararı yok, bâri yürü var da Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün kapısının itleri ahbâb ol Şol dem ki zecr-i hecr ile cânândan ayrılam Gönlün budur ki cânı virem adan ayrılam Ko Necâti gâm-ı cânân ile cânun çıksun Ne zaman ayrılığın zoruyla sevgiliden ayrılacaksam, arzum Sana kim didi ki var her güzeel hayrân ol budur ki, önce canımı vereyim, sonra ayrılayım. Ey Necâti, sevgilinin gamı ile canın çıkarsa yeridir, sana var her güzele hayran ol diye kim dedi! Cânânedur Mesih-nefes cân içün ne gam Müşkil budur ki vuslat-ı cânândan ayrılam GAZEL 50 Sevgili Îsa nefeslidir, can için ne diye üzüeyim? Beni asıl Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün kaygulandıran sevgilinin vuslatından ayrılmaktır. Tûtiyâ ister imiş k’ola sana hâk-i kadem Garazı bu ki sata kendüyi dirhem dirhem Mecmû- nesneden dir idüm ayrılam veli Sürme senin ayağının tıprağı olmak istermiş; kasdı kendisini Dimez idüm ki zülf-i perişandan ayrılam dirhem dirhem satmak, kıymete bindirmektir. Her şeyden ayrılayım derdim fakat perişan saçtan ayrılacağım aklıma gelmezdi. Haylıdan dide-i uşşâja görinmez oldın Hey bizüm ile peri şivesin itme âdem İsterler ise işte harifâne nakd-i cân Sürme senin ayağının tıprağı olmak istermiş; kasdı kendisini Mümkin midr ki sohbet-i yârândan ayrılam dirhem dirhem satmak, kıymete bindirmektir. Peri ve âdem Harifâne isterlerse işte can parası; sevgilinin sohbetinden eski edebiyatta kara ve beyaz gibi tezat unsuru olarak ayrılamam. beraber kullanılır. Burada perinin göze görünmez olduğu da “Harifâne” herkesin lemdi parası ile iştirâk ettiği oyun, hatırlanmalıdır. ziyafet vs. ’dir. Burada anlatılmak istenen, herkesin bir şey getirerek geldiği sevgilinin sohbetine Necâti’nin de canıyla iştirâk etmiş olduğudur. Gözlerin ırmaya hâlün gibi ruhsârundan Ger bu hüsn ile göre hâlüni ibn-i Edhem Kul oldum ol şehe nice terk ideyüm anı 42 Sanma beni ki hıdmet-, sultandan ayrılam GAZEL 53 Ben o pâdişâha kul oldum; onu nasıl terkederim? Beni Mefâ'ilün / fe'ilâtün / mefâ'ilün / fe'ilün sultan hizmetinden ayırılır sanma. Gözümde aks-i cemâlün bahâra benzetdüm Yaşum bahârda taşmış pınara benzetdüm Zencir-i zülfi ile zenahdânı çâhını Güzelliğin gözümdeki aksini bahara, gözyaşımı da baharda Gördüm Necâti sanma ki zındândan ayrılam taşmış pınara benzettim. Zülfünün zenciri ile çenesinin çukurunu gördüm ey Necâti bunlar o kadar çekici ki, zindandan ayrılacağımı Ciğerde cem’ olalı kanlu kanlu peykânun sanmasınlar. Derûn-ı sînemi gördüm enâra benzetdüm Kanlı kanlı temrenlerin ciğerimde toplanalıberi, bağrımın içini nar tânelerine benzettim. GAZEL 52 Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün Şol dem ki zecr-i hecr ile cânândan ayrılam Görince hüsn denizinde hattınun karasın Gönlüm budur ki cânı virem andan ayrılam Necât sâhili sandum kenâra benzetdüm Ne zaman ayrılığın zoruyla sevgiliden ayrılacaksam, arzum Güzellik denizinde ayva tüylerinin karasını görünce kurtuluş budur ki, önce canımı vereyim, sonra ayrılayım. sâhili sandım, kenâra benzettim. Cânânedur Mesîh-nefes cân içün ne gam Saçun hevâsı ile yolları muattar ider Müşkil budur ki vuslat-ı cânândan ayrılam Nesîmi kâfile-i müşg-bâra benzetdüm Sevgili Îsâ nefeslidir, can için ne diye üzüleyim? Beni asıl Saçının hevesi ile yollara kokular saçıyor; yeli misk saça kaygılandıran sevgilinin vuslatından ayrılmaktır. saça giden bir kervana benzettim. Mecmû’ nesneden dir idüm ayrılam velî Güzel görinür ırakdan görinse her nesne Dimez idüm ki zülf-i perîşândan ayrılam Anun içün güneşi rûy-ı yâra benzetdüm Her şeydan ayrılayım derdim fakat perişan saçtan Iraktan görünen her şey güzel görünür, o yüzden güneşi ayrılacağım aklıma gelmezdi. sevgilinin yüzüne benzetiyorum. İsterler ise işte harîfâne nakd-i cân Sirişk yağmurı dinsün ki berk-ı âhumdan Mümkin midür ki sohbet-i yârândan ayrılam Karanu gicelerümi nehâra benzetdüm Harîfâne isterlerse işte can parası; sevgilinin sohbetinden Âhımın şimşeklerinden karanlık gecelerimi gündüze ayrılamam. benzettim; gözyaşı yağmuru artık dinsin, bu böyle devâm etmez! Kul oldum ol şehe nice terk ideyüm anı Sanma beni ki hıdmet-i sultândan ayrılam Öğersen ol ruhı öğ kim Necâtî vasf ideli Ben o pâdişâha kul oldum; onu nasıl terk ederim? Beni Beyân varaklarını lâlezâra benzetdüm sultan hizmetinden ayrılır sanma. Ey Necâtî, öğersen o yanağı öğ ki, onu vasf edeliberi sayfaları lâle bahçesine benzettim. Zencîr-i zülfi ile zenahdânı çâhını Gördüm Necâtî sanma ki zındândan ayrılam GAZEL 54 Zülfünün zenciri ile çenesinin çukurunu gördüm ey Necâtî; Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün bunlar o kadar çekici ki, zındandan ayrılacağımı Her gün ol ruhsârı gülzâr-ı cinânı gözlerem sanmasınlar. Her gice ol zülfi ömr-i câvidânı gözlerem 43 Her gün o yanağı cennet bahçesini olanı gözlüyorum; her Ol kamer-ruhsâr u hoş-reftâra nitdüm neyledüm gece o saçı ebedî ömür gibi olanı gözlüyorum. Gülün yüzüne bakmadım, şimşir ağacının adını anmadım; o dolunay yanaklı ve hoş yürüyüşlü sevgiliye nettim, Zülf ü ruhsârun firâkıyla ıraklardan durup neyledim? Gice âteş şu’lesin gündüz duhânı gözlerem Saçının ve yanaüının hasretiyle durup, uzaklardan her gece Gûşe-i meyhânede geh mest oluram geh humâr ateş yalazını, her gün dumanı gözlüyorum. Böylelikden zâhid-i hüşyâra nittüm neyledüm Meyhâne köşesinde bâzan sarhoş olurum, bâzan ayrılır baş ağrısı çekerim; böyle oluşumla ayık sofuya nettim neyledim? Hüsnüne ins ü melek hayrân u ben divâne-vâr Geh zemîne bakaram geh âsumânı gözlerem Senin güzelliğine insan ve melek hayrandır; ben de Altına aldı gam u derd üstüme dönmez felek divâneler gibi gâh yere bakıyorum, gâh gökyüzünü Rûzigâr-ı zâlim ü gaddâra nitdüm neyledüm gözlüyorum. Derd ve üzüntü beni altına aldı, felek üstüme dönüp baht açıklığı göstermez; bu merhametsiz, zâlim zamana nettim, Halka gibi gözlerim kapunda kaldı dostum neyledim? Feth-i bâb ola diyu ol âstiânı gözlerem Gözlerim halka gibi kapında kaldı ey sevgilim, kapı açılır Kâmet ü zülfe giriftâr oldılarsa cân u dil diye eşiği gözlüyorum. İtdilerdi buldılar biçâre nitdüm neyledüm Eğer gönül ve can o boya ve zülfe tutundularsa, ettilerdi, Nice suna çarh çîni kâse ile nukl-i gam buldular; ben zavallının bunda suçu ne? Neden ıstırab Devr elinden ben ki câm-ı şâdumâni gözlerem çekiyorum? Felek ne zamana kadar çini renkli kâse ile gam mezesi sunacak? Ben ki devrân elinden sevinç kadehini Âdem olmaz âdeme yakışmaz âdemden kaçar gözlüyorum. Ben Necâtî ol perî-ruhsâra nitdüm neyledüm Adam olmaz, adama yakışmaz, adamdan kaçar; ey Necâtî ben o peri yanaklığa nettim, neyledüm? Râhat ü kahrına dehrün baş eğüp yalvarmazam Ben Necâtî himmet-i şâh-ı cihânı gözlerem Feleğe rahatı için de, belâsı için de baş eğip yalvaramam; GAZEL 56 Necâtî, ben cihan pâdişâhının himmetini gözlerem. Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Tutalum zenbil ile gökden iner mehpâreler GAZEL 55 A beğüm yerden mi çıkdı âşık-ı bîçâreler Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Tutalım ki ay parçası gibi güzeller gökten indiler; ya beğim, Yâ Rab ol düşman bakışlu yâra nitdüm neyledüm zavallı âşıklar yerden mi çıktılar. Sevdüğümden gayrı ol dildâra nitdüm neyledüm Yâ Rabbi, ben o düşman bakışlı sevgiliye nettim, neyledim? İhtiyât itmez misin andan ki ashâb-ı niyâz Sevmekten gayrı o gönül alıcıya nettin neyledim? Baş açup zâri kılup yerden göğe yalvaralar İhtiyaç sahibi zavallıların baş açıp feryâd edip yerden göğe yalvarmasından çekinmez misin? Ben gedâ bir kimsenün yatur itin kaldurmadum Yâr işiğinde olan ağyâra nitdüm neyledüm Ben dilenci bir kimsenin yatar itini kaldırmadım; sevgilinin Câm-ı lâ’lünle şarâb-ı nâb hem-reng olmasa kapısındaki rakiblere nettim, neyledim? Güvleyüp düşmezdi sâgar üstine âvâreler Gül yüzine bakmadum şimşâdun adın anmadum 44 Lâ’l renkli kadehe benzeyen dudağınla saf şarap aynı renkte Bilmez anı ki çok kişi vakt-i gazab güler olmasaydı, âvâreler hücûm edip kadehin üstüne Çok kişi öfkelendiği zaman güler; pervâne bunu düşmezlerdi. bilmediğinden mumun gülüşüne aldanır. Âfitâbum yüzün ağ alnun açukdur gerçi kim Gülzâr-ı hüsn içinde açılur gül-i murâd Sâye-vâr arduncadur bir nice yüzi karalar Her gonca-leb ki bûse idince taleb güler Ey güneş yüzlüm, gerçi birçok yüzü karalar gölge gibi Güzelliğinin gülbahçesinde istek gülü açılır. Her gonca bûse ardından ayrılmazlarsa da yine yüzün ak, alnın açıktır. talep edince gülen bir dudaktır. Ey Necâtî çıkma yoldan aldanup güzellere Ağlar Necâtî hasret ile çak şu hadde kim Şem’ gibi sanma kim dâim önünce varalar Bezm-i safâda husrev-i âli-neseb güler Ey Necâti, güzellere aldanıp yoldan çıkma; mum gibi senin Necâti hasret ile o kadar ağlar ki, zevk ve safâ meclisinde dâimâ önün sıra gideceklerini sanma. yüksek soylu pâdişâh onun haline güler. GAZEL 57 GAZEL 58 Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün Mefâ'ilün / fe'ilâtün / mefâ'ilün / fe'ilün Fâni cihânda gerçi ki çok gonca-leb güler Gönül cemâl-i muanber-nikâb ile oynar Her kim gülerse gül gibi hep bi-sebeb güler Hakir zerreyi gör k’afitâb ile oynar Bu ölümlü dünyâda gerçi birçok gonca dudaklı güler; lâkin Gönül anber renkli peçeli güzel yüz ile cilveleşir; şu zavallı her kim gülerse gül gibi hep sebebsiz güler. zerreyi gör ki güneş ile oynuyor. Baş götürürken iki omuzında mâr-ı zülf Niçün hemîşe eğilüp öper lebün zülfün Dahhâk gibi lebleri nice aceb güler Ne hindûdur bu ki yâkut-a nâb ile oynar Yılana benzeyen saçı iki omuzunda baş götürürken Niçin saçın dâimâ eğilip dudağını öpüyor; bu nasıl bir dudakları dahhâk gibi acabâ nasıl güler! hintlidir ki saf yâkût ile oynuyor? Billâhi ey bahâr nice adldür bu kim Yetimler gibi şâhâ iki gözüm bebeği Bülbül hep ağlamakla geçer gonca hep güler Mahallen içre oturmış türâb ile oynar Ey bahar, bu nasıl adâlettir Allah aşkına? Bülbül’ün vakti Ey sultânım, iki gözümün bebeği mahallenin içinde oturmuş hep ağlamakla geçer, gonca hep güler. toprakla oynamaktadır. Germ olduğınca meclis-i uşşâk-ı mey-perest Fakîr iken kademünde ganî olup çeşmüm Ashâb-ı şevk girye ider bî-edeb güler İkisi de bile dürr-i hoşâb ile oynar Şarap düşkünü aşıkların meclisi kızıştıkça coşkunlar ağlar, Fakir iken senin ayağınla gözlerim zengin oldu; ikisi de bile edepsizler güler. parlak incilerle oynuyorlar. Horşîd-i rûzı şem’-i şeb-efrûzı neylesün Ruh u lebün ko gönül kim zübâb u pervâne Bir hüsn ister ehl-i nazar rûz u şeb güler Çün ölümi gele şem’ü şarâb ile oynar Görüş ve düşünüş sâhibi olanlar gündüzün güneşini, Yanağını ve dudağını bırak gönül, onlara yanaşma; ölümü Geceyi aydınlatan mumu ne yapsınlar; onlar gece gündüz gelen kara sinek ve pervâne mumla ve şarapla oynar. güler bir güzellik isterler. Gamunla ahumu görüp rakîb raks eyler Pervâne gerçi handesine şem’ün aldanur Karanu gicede şeytân şihâb ile oynar 45 Gamınla ettiğim âhı görüp rakib rakseder; nasıl ki karanlık Dil sevinür yanağunda hat­ı hoşbû olıcak gecede şeytan şihâb ile oynar. Uğrınun güni doğar ay karanu olıcak Yanağında misk renkli ayva tüyleri olunca sevinir; ay karanlık olunca hırsızın günü doğar elbette. Rakîb ile işigünde Necâti subh ideli Çemende bülbüli gördüm gurâb ile oynar Senin eşiğinde Necâti rakîb ile sabahlayalıberi, gördüm ki Dostum böyle yabanlar mı gözetmek yaraşur bülbül de çimende kargalarla oynamaya başladı. Gamze­i mest harâmî gözün âhu olıcak Sarhoş gamzen yol kesen haydut, gözlerin de âhu oldu diye GAZEL 59 böyle yabanlar mı gözetmek, başkalarına mı bakmak yakışır, Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün sevgilim ? Gönlüme gâh nesteren ü geh semen gelür Derviş ölüsine nice yerden kefen gelür Hâk­i kûyun var iken cennet anılmak sanemâ Gönlüme gâh ağustos gülü, gâh ak gül gelir; derviş ölüsüne Şuna benzer ki teyemmüm ideler su olıcak nice yerden kefen gelir. Ey put gibi güzel, senin mahallenin toprağı dururken cennetin adını anmak, su varken teyemmüm etmeğe benzer. Cânlar virürîn ölmeğe hecründe şöyle kim Tâbût ile kefen bana serv ü semen gelür Âşık olalı gam u gussadurur hep yidüğüm Senin ayrılığından dolayı ölmeyi o kadar candan istedim ki, Ki muhâlif yimek ister kişi sayru olıcak tabut ile kefen bana servi ve ak gül gibi gelir. Âşık olalı beri gam ve keder yiyorum, çünki kişi hasta olunca hep aksine şeyler yemek ister. Sünbül saçunla nergis-i bîmârun özleyen Bâd-ı sabâ gibi kamu yoldan esen gelür Umaruz kim baka bizden yana ol rûh­ı revân Senin sünbül saçınla nergis gibi hasta gözlerini özleyenler Akabına işümüz na'ra­i yâ hû olıcak bahar yeli gibi her taraftan sağ esen gelirler. Durmadan arkasından ''yâ hû'' diye seslenirsek umarız ki o rûh gibi giden sevgili bizden yana bakar Ben ol dehâna yok dir isem söz gelür bana Yok yirden âdemî söz işitmek neden gelür Bûy­ı zülfüni sabâdan işidüp nâfe­i Çîn Ben o ağza yok dersem bana söz gelir; bir insan yok yere Didi ben Rûma varup neyleyeyüm bu olıcak neden söz işitsin? Saçının kokusunun ününü işitip Çin miski dedi ki '' Bunun gibi bir koku varken ben Anadolu'ya varıp da ne yapayım ? '' Seng-i cefâyı yazmaz urur çarh-ı bîvefâ Ben mu’tekid ana ki başa yazılan gelür Söze uymaz diyü siz bana delü dimen kim Vefâsız felek cefâ taşını sayısız hesapsız vurur; ben ona İşini gayra inanmaz kişi uslu olıcak inanırım ki başa yazılan gelir. ''Ne söylesek dinleyip uymuyor'' diye bana deli demeyin; akıllı kişi işinde başkasına kulak verip inanmaz. Meyl iderüz Necâtî gibi tevbeye velî Ey hâce korkaruz yine vakt-i çemen gelür Ey gönül ben acabâ nice gelem kendüme kim Necâti gibi tövbe etmeye niyetimiz var, fakat ey hoca, Göricek bîhad olup ölürin ayru olıcak korkarız ki çimenler açılıp zavk ve işret vakti gelir de Görünce kendimden geçiyorum, ayrılınca ölüyorum ; ey tövbemizi tutamayız. gönül, acaba ben kendime nasıl geleyim ? GAZEL 60 Kim kabûl ide Necâti seni kim dost imiş Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün Varmazam sohbete şimden gerü ben o olıcak 46 Dost '' Mâdem ki o var, ben şimdiden sonra sohbete varmam '' demiş ; seni şimdi kim kabûl eder ey Necâti ? Meğer serv­i bülendünden yire düşmişdir anunçün Kararmış cümle endâmı şikeste­hâldür zülfün GAZEL 61 Her halde senin yüksek serviye benzeyen boyundan yere Mefâ'ilün / fe'ilâtün / mefâ'ilün / fe'ilün düşmüş olmalı ki, bütün endâmı kararmıştır, yaslı ve Lebün letâfeti söylense goncanun sözi yok kırgındır zülfün. Sözün letâfeti anılsa şekkerün tuzi yok Dudağın letâfeti söylense gonca susar, ben de varım Ne cân ile duralum biz siyâsetgâh­ı ışkundan diyemez, söyleyecek sözü yoktur ; her nerede ki sözünün İki cellâddur gamzen iki çengâldür zülfün tatlılığı anılsa şeker lâfa karışamaz. Bizim ne canımız var ki, aşkının idam meydanında duralım ; gamzelerin gibi iki cellâdı, saçların gibi iki çengeli var. Aceb nice hareket itdi serv kâmetüne Ki nergüsün anı gülşende görecek gözi yok Bu gün ırmakda tutmakda katı sahhardur gamzen Senin boyuna karşı servi nasıl bir harekette bulundu ki, Bu gün asmakda basmakda katı kattâldur zülfün çiçek bahçesinde nergis ona bakamaz. Bugün vurup tutmakta gamzen çok güçlü büyücüdür ; bu gün asıp basmakta en öldürücü olan zülfündür. Dehânun ile miyânundurur eğer var ise Vefâlarun gibi bir adı var kendüzi yok Necâtî her müselmânun görür kaydını ol kâfir Varsa bir ağzın ve belin vardır ki vefâların gibi adı var Bana geldükçe her dâim işi ihmâldür zülfün kendi yoktur, o kadar küçük ve incedirler. Necâtî, o kâfir zülüf bu gün her Müslümanın işini becerir ; bana gelince her zaman ihmâl eder. Cefâ denizine düşdüm kenâra yok çâre Belâ dünine sataşdum meded ki gündüzi yok GAZEL 63 Cefâ denizine düştüm, kıyıya ulaşmanın çâresi yok; öyle bir Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün belâ gecesine çattım ki gündüzü yok. Cevre mâyil olmasun yâri İlâhî kimsenün Zulmi âdet eylemesün pâdişâhı kimsenün Güneş yüzini görüp eskilendi bedr­i münir Ey Tanrım, kimsenin sevgilis ıztırap çektirmeyi huy Tana kalup tapuna gelmeğe senün yüzi yok edinmeye kalkmasın ; kimsenin pâdişâhı zulmü âdet Parlak ay senin güneş yüzünü görüp revnakını kaybetti ; edinmesin. bundan şaşırıp kalmıştır, senin huzûruna gelmeğe yüzü Şâhid­i ışk idi yaşum kanlu çıkardun anı yoktur. Böyle mecrûh olmasun yâ Rab güvâhı kimsenün Kapuna göz yaşı ilten saâdet ehli olur Yaşım aşkımın şâhidi idi, onu kanlı çıkardın ; yâ Rabbi Necâtinün dimesünler ki gökde yıldızı yok kimsenin şâhidi böyle yaralı olmasın! Senin kapuna gözyaşı ileten mutluluğa erer ; Necâti'ye gökte yıldızı yok demesinler. Ben günehkârı bu gün men'itme safi içmeden Kim sorulmaz kimseden yarın günâhı kimsenün GAZEL 62 Ey sofu, günah işliyoum diye beni bu gün içmekten alıkoyma Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün ; yarın kıyâmet gününde kimsenin günahı kimseden Cemâlün mushafı hakkı mübârek fâldür zülfün sorulmayacak. Ki tâvûsî mürekkeble yazılmış dâldür zülfün Yüzünün mushafı hakkı için zülfün uğurlu bir faldır ; tâvûsi Taşlar altında kalupdur katı gönlünden elüm mürekkeble yazılmış ''dâl'' harfine benziyor zülfün. Böyle nâçâr olmasun hâli ilâhî kimsenün 47 Senin katı gönlünden dolayı elim taşlar altında kalmıştır ; N'ola giceyse şahne işidür ases gelür yâ Rabbî, kimsenin hâli böyle perişan ve çâresiz olmasın Tekke sofisi sürâhiyi gizlice içsin, ama gece içiyorsa polis işitir, bekçi gelir. (yakalar). Âh u efgânum bu korkudan uyutmaz halkı kim Sana düşinde düşe nâgah nîgâhı kimsenün Bilmez kimesne kaafile-i dôstdan haber Sana rüyâsında birinin gözü değer korkusuyla âhım ve Geh geh budur kulağuma bang-ı ceres gelür feryâdım halkı uyutmuyor. Kim dost kafilesinden haber almaz. Bazı bazı kulağıma çan sesi gelir. Ey güzellik bürcine horşid olan yakma beni Yirde kalmaz çün bilürsin dûd­ı âhı kimsenün Şeyhî ko peşşeyi dahı şehbâzı kıl şikâr Ey güzellik burcunda güneş olan, beni yakma ; bilirsin ki Sîmurg-ı himmet olana âlem meges gelür kimsenin âhının dumanı yerde kalmaz! Şeyhî, sivrisineği bırak, doğanı avla. Himmet simurgu olana âlem sinek gibidir. Din Necâtî gussadan gam çekmesin kim yokdurur Âsitân­ı meykede gibi perâhı kimsenün GAZEL 2 Deyin Necâtî'ye, kederim var diye üzülmesin ; hiç kimse Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün meyhâneden daha iyi bir sığınak bulamaz oraya gitsin. Gerçi sabâ kohun uma her dem gelür gider Verhem yiyüp saçun ile derhem gelür gider Şeyhî Gerçi sabâ rüzgârı kokunu (alma) umuduyla heran gelir GAZEL 1 gider (ama) saçınla dolaşıp karmakarışık gelir gider. Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün (sabâ’nın burada sanki bir âşıkmış gibi sevgilinin kokusunu Ölme gönül firâk ile Îsî-nefes gelür almak üzere gelip gittiğini, ama buna sevgilinin saçlarının Yanma ciğer figaan ile feryâd-res gelür râzı olmadığını ve onu azarladığını, bu yüzden de sabâ Gönül ayrılık acısı ile ölme, İsâ nefesli (sevgili)geliyor. (Ey) rüzgarının karmakarışık gittiğini söylüyor.) ciğer, ıztırap ile yanıp yakılma; feryâd imdâdına yetişen Hüsnün günine benzeyimez bedr ay çün (sevgili) geliyor. Bir dün kemâli var kalanı kem gelür gider Ol izzet ıssı hâceye eydün ki vaktidür Senin güneş gibi yüzüne tolun ay benzeyemez. Zira onun bir Hasta kulın sorarsa ki dahı nefes gelür gecelik bütünlüğü vardır; geri kalanı azalır gider. (Burada O izzet sahibi sevgiliye söyleyin ki, zamanıdır. Hasta kulunu sevgilinin aya benzeyemiyeceğini çünkü ayın sadece bir sorarsa henüz nefesi vardır. (Yani öldü ölecek durumdadır). gecelik bedr halinde kemale ulaştığını sonra eksildiğini söylüyor. Oysa sevgilinin güzelliği her zaman kemâl Cân bülbüli teferrüc-i dîdâr kılmasa haldedir). Firdevs bûstânı gözine kafes gelür Can bülbülü senin yüzünü (görerek)gamını dağıtmasa Câm-ı cihân-nümân yüzini pâk dut müdâm cennet bahçesi gözüne kafes görünür. Âlemde nîk ü bed ferah u gam gelür gider Cihânı gösteren kadehinin yüzünü dâima temiz tut ki, âlemde iyi kötü, ferah ve gam gelir gider. Her bî-haber ne bile mahabbet safâsını Nâ-merde aşk derdi hevâ vü heves gelür Sevginin safâsını her habersiz ne bilir. Mert olmayana aşk Âşık gerek ki sıdk ile sâbit –kadem dura derdi kuru bir arzu gibi gelir Yohsa hezâr –bâr bu âlem gelür gider Âşıkın doğrulukla sözünde durması gerekir. Yoksa bu âlem Çeksün nihân sürâhiyi sûfî-i savmaa, bin kez gelir gider. 48 Ömr-i bekaa diler isen ihsân yolın gözet Sâki ol gamzeye cân bağladı peymân-ı ezel Çün kalur âdemîlig ü âdem gelür gider Bârî bî-hûş olalum bir iki peymâne irür Bâkî ömür dilersen ihsan yolunu kolla, zirâ insan gelir gider Sâkî! O yan bakışa ezel yemini can bağladı. Bâri ama insanlık kalır. kendimizden geçelim, onun için bir iki kadeh ulaştır. Gün yüzlüler hevâsına düşenler ağlasun Şeyhî'nün âh u duâsı eserin iy dem-i subh Görmez misin bulutları pür-nem gelür gider Sıdk iledür nefesün Hüsrev-i İran'a irür Güneş yüzlülerin (sevgililer)arzusuna düşenler, ağlasın. Ey sabah rüzgârı, senin nefesin samimî olduğu için Bulutları görüyor musun? Nem dolu gelir giderler. geçerlidir. Şeyhî'nin âhını ve duâsını da al. İran'ın Hüsrev'ine (şair Hüsrev'de olabilir) götür. Şeyhî karâr kılmaz imiş bir dem âdemî Devletlü şol ki âleme hurrem gelür gider GAZEL 4 Şeyhî, âdemoğlu bir an aynı kararda kalmazmış. Asıl bahtlı Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün o kimsedir ki dünyâya şen gelir şen gider. Virdi harâba gönlümi şol gam didükleri Bulınmadı bu derdüme merhem didükleri GAZEL 3 Şu gam dedikleri gönlümü harap etti. Bu derdime merhem Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün dedikleri bulunmadı. İy sabâ peyk-i revânsın haberüm câna irür Bu kulun hasretini Hazret-i Sultân'a irür Def'-i melâl kılmağa âlemde bir nefes Ey sabâ, sen yürüyen habercisin, haberimi sevgiliye ulaştır. Çoğ istedümbulınmadı hemdem didükleri Bu kulun hasretini Sultân Hazretleri'ne ulaştır. Hüznü dağıtmak için çok istedim (ama) arkadaş dedikleri bu dünyada bir an için bile olsa bulunmadı. İşiği tozı ile tâze vü ter kıl ciğeri Hasta vü teşneleri çeşme-i hayvâna irür Simurg-i kîmyâ-yı vefâ gibidür adem Eşiğinin tozu ile ciğeri ter ü tâze hale getir. Hasta ve Yâr u harîf ü mûnis ü mahrem didükleri susamış olanları âb-ı hayâta ulaştır. Yokluk, vefâ kimyasının Simurgu(masal kuşu) gibidir. Sevgili, dost, arkadaş ve mahrem dedikleri de aynen öyledir. Zülf-i müşgîn ile âfâkı muattar kılıcak Şemmesin bu dil-i miskîn-i perîşâne irür Ölüyi diri kılduğın işitse leblerün Müşk kokulu saçı ile ufukları kokulu yapınca bir parçasını Doğurmaz idi Îsâ'yı Meryem didükleri bu perişan miskin gönüle ulaştır. Senin dudaklarının ölüyü dirilttiğini duysa Meryem dedikleri İsa'yı doğurmazdı. Hüdhüd'ün hayretini âsaf-ı Cem-kadre yitür Nâlesin mûrçenüm sem'-i Süleymân'e irür Kâbe yüzinde benlerüni kılmayınca yâd Hüdhüd kuşunun hayretini Cem îtibarlı vezîre, küçük Virmez safâ şu Merve vü Zemzem didükleri karınca'nın inlemesini Süleymân'ın kulağına ulaştır. Kâbe'ye benzeyen yüzünde benlerini anmayınca, şu Merve ve Zemzem dedikleri safâ vermez. Yoh hatâ didüm ol ay bezmine yohdur yile yol İzin öp menzilini Zühre vü Keyvâne irür Emsem dir ise leblerüni Şeyhî kınama Yok ben hatâ yaptım. O ay (gibi güzelin) meclisine yele yol Derdüne ol durur dahi emsem didükleri yoktur(yel oraya giremez). İzini öp, menzilini Zühre ile Şeyhî, senin dudaklarını emsem derse onu ayıplama. Zuhal yıdızına ulaştır. (Zira)derdine ilâç dedikleri odur. 49 Ey bahçe! Benzini göz mevsimi böyle sapsan etti? Yoksa 16. YÜZYIL senin de benim gibi boyu yüksek, aklı başka yerlerde, vefasız Zâtî salınan bir selvi boylun mu var? GAZEL 1 Görecik hüsnün inân-ı ihtiyâr elden gider Ağlayup feryâd edersin her nefes ey andelîb Tig-i hışmı lûtf et ey çâpük-süvâr elden gider Hâr ile hem-sâye olmış verd-ihandânun mı var Güzelliğini görünce düşüncemin, kararımın dizgini elimden Ey bülbül, böyle her an ağlayıp inliyorsun. Yoksa sen de kaçar. Ey usta binici sevgilim, lütfet bu öfkeli bakış kılıcını benim gibi dikenle dost olan, gülüp açılmış bir güle mi elinden bırak. âşıksın. Başın içün naks edüp ayağa salma âşı kı Yoluna cânum revânetsem gerek cân'a dedüm Reng-i hınnâ-yı melât ey nigâr elden gider Yüzüme bin hışım ile bakdı dedi cânun mı var Ne olur, başın için hileler edip âşı kı ayaklara düşürme. Canım sevgilim! Yoluna canımı akıtmalı, sana kurban Güzelim, güzellik kınasının rengi bir gün gelir, elden gider. olmalıyım, dedim. Yüzüme öfkeyle baktı, dedi. Senin canın da mı var ? Gırre olmabunca murg-ı dil şikâr etdüm deyu Âkıbet şehbâz-ı hüsn ey şehriyâr elden gider Zülf-i dilber gibi Zâtî perîşânsın yine Sultânım, bunca gönül kuşunu avladım diye gururlanma. Cevri bî-had yohsa bir yâr-I perîşânun mı var Sonunda güzellik doğanı elden kaçıp gider, unutma. Ey Zâfî! Yine sevgilinin saçı gibi dağınık, bitkinsin. Yoksa cefâsı, eziyeti sınırsız peri gibi güzel bir sevgilin mi var? Murgveş el üzre tut âşıklara rağbetler et Bu tarâvet âhir ey kaddi çınâr elden gider GAZEL 3 Ey boyu çınara benzeyen sevgilim, âşıklara iyi davran, saygı Kime yansam sûz-ı dilden yüregi biryân olur göster; kuş gibi el üstünde tut. çünkü sonunda bu tazelik bu Kime ağlarsam közümden eşk-i çeşmi kan olur güzellik yok olup gider. Gönlümğn ateşinden kime yakınsam yüreği yanar, kebap olur. Kime derdimi anlatıp ağlasam ateşimden göz yaşları kan olup akmağa başlar. Zâtî-i mûra elünden geldügince eyle lûtf Hâtem-i hüsn ey Süleymân-iştihâr elden gider Ey Süleyman gibi namlı sevgilim! Bu, karınca gibi küçük, Bilmezsin kim bildire derd-i derûnum dilber değersiz Zâtî'ye elinden geldiğince iyilik göster. Çünkü Her kim esrârumı lâş eylesem hayrân olur güzelliğinin mührü bir gün olur kaybolup gider. İçimdeki aşk derdini sevgilime kim bildirecek, bilemiyorum. Derdimin sırlarını kime anlatsam şaşırıp kalıyor. GAZEL 2 N'oldun inlersin felek hercâyî cânânun mı var Gabgabun topın hey âfet zâhide arz eyleme Seyr eder her menzili bir mâh-ı tâbânun mı var Tevbe vü zühd ü salâhı kal'ası vîrân olur Felek ne oldu sana, inleyip duruyorsun? Yoksa senin de Aşıka felaket getiren güzel, çenenin topunu hamsoluya benim gibi hevayî, kararsız bir sevgilin mi var? Her yerde sunma: tövbesi, ibadeti; dindarlığın kalesiyıkılır, harab dolaşan, her yanı gözleyen parlak bir ayın mı var ? olur. Benzüni ey bûstân fasl-ı hazân mı eti zerd Burc-ı çeşmümden olur seyyâre-i eşküm ayâr Yohsa başı taşra bir serv-i hırmâmânun mı var Her kaçan ol âfitâbum dîden pinhân olur 50 O güneş gibi güzel sevgilim ne zaman gözden kaybolursa Uzatdı saçın kim gece âşıklara bendi gözümün burcundan gözyaşımın yıldızları ortaya çıkıp Etdükleri sanma ki ayağına dolaşmaz parıldar. Sevgili, ilmiği aşıkları yakalasın diye saçının kemendini attı. Sanma ki yaptakları ayağına dolaşmayacak. Tâli'ün tutup müneccim ey meh-i Mirrîh-çeşm Dedi kim bunun ucından günde yüz bin kan olur Bir şeb mi var âhum ele yalın kılıç alup Ey Merih gözü, ay yzülü sevgilim! Müneccim senin yıldız Od gibi çıkup gökde sitâreyle talaşmaz falına bakıp, bunun yüzünden günde yüzbinler kişi ölür, kan Ahımın eline yalın kılıç alıp ok gibi göğe çıkarak yıldızımla dökülür, derler. dolaşmadığı bir gün mü var? Şir-i dilsûzum benüm ey hâce-i Hindûstân Gönülüm kuzusın pâreleyüp tîg ile Zâtî Tûtiye billâhi ta-lîm eylemen biryân olur Kirpikleri oklar bıragup sanma ulaşmaz Ey Hindistan taciri. Benim yürekler yakan şiirlerimi sakın Zâtî! Sevgilim gönlümün kuzusunu kılıçla parçalar. Kirpik papağana öğretmeyin. Vallahi, ateşinden keap olur, gider. oklarının da ulaşmayacağını sanma. Zâtî-i bîçâre bir derde giriftâr oldı kim GAZEL 5 Ey tabîb-i cân u dil ancak ecel dermân olur Aşk bir âhen kafes biz tûtî gûyâsıyuz Ey canların ve gönüllerin doktoru olan güzel Zavallı, Derd bir gülzârdur biz bülbül-i şeydâsıyuz çaresiz Zâfî öyle amansız bir derde tutuldu ki, ona ancak Aşk bir demir kafes, biz o kafesin konuşan papağanıyız. Dert ölüm çare olabilir. bir gülbahçenin aşktan çılgına dönmüş bülbülüyüz. GAZEL 4 Onsekiz bin âlemi seyr eyledik uçdan uca Bir gün mi var âhum adı eflâke ulşamaz Mülket-i sultân-ı sşkun peyk-i reh-peymâsıyuz Bir dem mi var eşküm denizi aşk ile taşmaz Biz aşk sultanının ülkesinde yolları aşıp tüketen Çektiğim ahın ateşin göklere ulaşmadığı bir gün mü var? habercisiyiz. Onsekiz bin alemi uçtan bir uca dolaşıp Gözyaşlarımın denizinin aşkla dolup taşmadığı bir an mı gördük. kaldı? Ka'nmuz gavvâs-ı efkâr u tasavvur bulımaz Billah nice sayr eyleye kûyunda rakîbün Bizdedür dürr-i ma'ânî ma'rifet deryâsıyuz Uşşâkdan ey şâh eşigünde eşek aşmaz Düşünce ve hayal dalgıçları düşüncemizin derinliğine Vallahi rakibin mahallende nasıl dolaşsın? Sultanım! varamazlar. Biz ustalık, hüner deryasıyız; en güzel anlam Aşıklanın çocukluğundan eşeğini eşek aşamaz. incileri bizdedir. Câmen gibi bir câme giyüp geldi rakîbün Bunı der her beytimüz dâ'im zebân-ı hâl ile Görenler anı geldü dedi vây bu yaraşmaz Hak bilür biz bahr-ı nazmun lû'lû-yi lâlâsıyuz Rakibin senin giysin gibi bir giysi giyip geldi. Onu bu halde Her beyitimiz sürekli, hal diliyle şunu söylemek ister: görenler güldüler, vay bu hiç yakışmamış, dediler. Doğrusu biz şiir denizinin parlak incileriyiz. Tuydı o güzel bendeki keyfiyyet-i aşkı Şi'rümüz esrânna vâkıf olan hayrân olur Bu bezm-i mahabbetde kimün ayağı şaşmaz Zâtîyâ âlemde ma'cûn-ı ma'ârif tâsıyuz O güzel aşkın bendeki durumu öğrendi. Bu sevgi Zâtî, bizim şiirimizin sırlarını, inceliklerini anlayan toplantısında kimin ayağı şaşmaz? güzelliğine şaşar kalır. Biz dünyada bilgi ve hüner macununun bulunduğu hokkayız. 51 Gördüler nâlân hezârân bülbülün var reşkden Hayâlî Bey Jâle dendânıyla güller kendü kendin pâreler GAZEL 1 Sevgilim, güller ağlayıp inleyen binlerce bülbülün olduğunu Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün görünce, kıskançlıktan kendi kendilerini paraladılar. Öykündi bâde la’lüne ayağa saldılar Su arîzun anınca tutup bâğa saldılar Âşıkı bikes sanup öldürme kim Ferhâd içün Kırmızı şarap dudağına özenince onu ayaklar altına attılar. Bîsütûn dahi giyer ebr-i siyehden Su yanağını anıp öğünmeye kalkınca onu da tutup aşağı Ferhâd’ın başı için aşkı kimsesiz sanıp öldürme. Bîsütûn attılar. dağı da kara bulutlardan kara giyinir, yasını tutar. Zülfün kim oldu koşunun üstünde âşikâr Tîg-ı cevherinden Hayâlî yaralu her dilberün Bir şâhbâzdur ki anı zâga saldılar Merhem-i vasl ile bîçâre umar kim saralar Saçın kaşının üstünde meydana çıkınca, bu doğan kuşudur Hayâlî her güzelin cefâ kılıcından yaralıdır. Zavallı, diye karga avına saldılar. kavuşma merhemiyle yaralarını sarar, iyileştirirler sanır. Kasr-ı cefâyı yapmağa şâhân- ı mülk-i hüsn GAZEL 3 Ferhâdı taşlara beni toprağa saldılar Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün Güzellik ülkesinin sultanları cefâ köşkünü yapmak için e gerdûndan sitem çekdüm ne ahterden melâlüm var Ferhâd’ı taş taşımmaya, beni de toprak çekmeye götürdüler. İkilikten bugün ferdem ne hasm ü ne cidâlün var Ne bahtımdan kötülük gördüm ne de yıldızımdan bir sıkıntım Aks-i nücûmmı eşk-i revânumda seyr eden var. Bugün ikilikten kurtulmuşum: ne düşmanım ne de Sandı hazân varakların ırmağa saldılar kimseyle bir anlaşmazlığım, kavgam var. Sel gibi akan gözyaşlarım da yıldızların aksini görenler, sandılar ki; sonbahar yapraklarını ırmağa atmışlar. İki âlem bugün müstağrak-i envârum olmışdur Sipihr-i dilde doğmış âfitâb-ı bî zevâlüm var Fânî cihânda ağlamağa geldi niceler Bu dünyâ ve öteki dünyâ bugün benim nûrlarımla ışıl ışıl Bir iki gün Hayâlî yi de lâga saldılar aydınlanmıştır: Benim gönlümün göğünde hiç batmayan bir Nice insanlar bu dünyaya ağlamak için gelmişler. Hayâlî ‘yi güneşim var. de bir iki gün bu oyunun içine attılar. Duyaldan küfr-i zülfünden eser âr etdüm imândan GAZEL 2 Sana tâ kim gönül verdüm hayâtumdan melâlüm var Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Senin saçının karanlığının, kafirliğinin etkisini duymaya Sînede ağız açup peykânun ister yâreler başladığımdan beri imandan utanıyorum. Sana gönül Cân verür bir katre suya teşnedür bîçâreler verdiğimden beri yaşamaktan bıkıp usandım. Göğsümdeki yaralarım ağızlarını açıp attığın okun ucunu isterler. Biçarereler o kadar susamışlar ki bir yudum su Verürsem kâse-i hurşîd-i nûr efşâna nâmerden isterler. Elümde derd-i yâr ile pür olmuş bir sifâlüm var Elimde sevgilinin aşk derdiyle dolu kocaman bir kadehim var. Onu güneşin ışık saçan kasesiyle değişirsem alçağım. Aşk bezminde melâmet bâdesin nûş eyleyüp Bir habâba saymadı başın geçen âvâreler Başlarından vazgeçen aşıklar, aşk toplantısında perişanlık, Sühan şehbâzıyam murgân-ı kudsiler şikârümdur rezillik şarabını içtiler de bir yudum yerine bile saymadılar. Kanâatle tecerrüdden Hayâlî perr a balum var 52 Hayâlî, az şeyle yetinmek ve dünya ile ilişki kesmek gibi iki Diyâr-ı sûzun oldum şem gib ben de serdân kanadı olan ve güzel sözleri avlayan bir doğan kuşuyum. Nice Ferhâd ile Mecnûn gibi yanar çerâğum var Bütün kutsal kuşlar benim avımdır. Mum gibi ben de yanıp tutuşma ülkesinin başkomutanı oldum. Nice Ferhad ve Mecnûn gibi yanan kandilim var. GAZEL 4 Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Fezâ-yı aşkda ben ol nihâl-i ser firâzam ki Nâr-ı dilden zâhir etsem bir şerer âlem yanar Nihâl-i Sidre gibi sâye salmış bir budağim var Dursa bir dem sîne-i sûzanûm içre gam yanar Ben aşk göğünde başı göğlere uzanan öyle bir fidanım ki Gönlümün ateşinden bir kıvılcım çıkarsam bütün dünya sidre fidanı üstüne kök salan bir fidanım var. yanar. Bir an yanan bağrımın içinde kalsa gönlümdeki gam yanar tutuşur. Sipah-ı gussa vü gamdan beni saklar penâhumdur Yüzünde hâl-i müşgînün gibi bir kara dâğum var Bu hamîde kadd ile yandum muhabbet adına Senin yüzündeki mis kokulu benin gibi beni gam ve keder Bana nisbet mâh-ı nev nâr-ı şafakta kem yanar askerlerinin saldırılarından koruyup saklayan kara bir Bu iki büklüm olmuş vücudumla aşk ateşine yandım. Bana yaram var. nispetle yeni ay şafağın ateşi içinde daha çok yanar. Hayâlî şâh-ı aşk oldum dahi bu akl-ı hercâyî Sanma kan ağlamadan germ oldı nâr-ı hasretün Gönül mülkine ayak basmasın muhkem yasağum var Dûddur müjgânlarum bu dîde-i pür nem yanar Hayâlî, aşk diyarının sultanı oldum. Bundan böyle bu Senin özleminin ateşi kan ağlamandan bu kadar kızıştı kararsız akıl gönül ülkesine ayak basmasın: kesin olarak sanma. Kanlı gözyaşları dökmekten bu yaşlı gözüm yanar. yasakladım. Kirpiklerim duman olmuştur hep. GAZEL 6 Kaysa eydün ben belâ deştinde sergerdân iken Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün Uğramasun yanuma billahi ol sersem yanar Sanma sen cûy bizi biz akıcak deryâyuz Kaysa söyleyin: Ben bela çölünde başım dönmüş bir halde Hâr u haslar götürüp gitmede bî-pervâyuz dolaşıp dururken, sersem yanıma uğramasın: ateşimden Sen bizi ırmak sanma, biz akınca deryâ oluruz. Çör çöp alıp vallahi kül olur. götürmekten sakınmayız Gel Hayâlînün teninde dâğ-ı İbrahîme bak Pâymâl etme bizi mûr görüp ey gâfil Bu kadar ancak çerâğ-ı Hazret-i Edhem yanar Mûr iken mâr oluruz mâr iken ejderhâyuz Gel Hayâlî’nin vücûdundaki Hz. İbrahim için yakılan ateşe Ey gâfil! Bizi karınca gibi güçsüz görüp ayağının altında benzeyen yanık yanık yarasına bak! İbrahim Edhem ezmeğe kalkma; biz karınca iken yılan, yılan iken yedi başlı hazretlerinin gönlündeki ateş ancak bu kadar yanar. ejderhâ oluruz. GAZEL 5 Eyledük himmetümüz câhına hâkaanı gedâ Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün Çalınur debdebe-i şevketümüz Dârâ'yuz Başumda mûy-ı jülide tenümde taze dâğum var Yardımımızın derecesine göre sultânı dilenci yaptık. Melâmet mülkünün sultânıyam tûğum otağım var Büyüklüğümüzün debdebesiyle Dârâ'yız. Başımda karmakarışık saçlarım, vücûdumda taze yaralırım var. Ayıplanıp kınanma ülkesinin sultanıyım: tuğum da Yoğ iken dest kefümüzde durur mühr -i kabûl otağım da var. Devleti zîr-i kadem kılmış iken bî-pâyuz 53 Elimiz yokken kabûl mührü avucumuzdadır. Ayaksızız ama, zenginliği, iktidarı ayağımızın altına aldık. Mihnet ü derd ü belâ ile düşelden hecrüne Rahm eder hâline her bîçâre ben bîçârenün Biz Hayâlî bu gönül âleminun göklerine Üzüntü, dert ve belâ ile ayrılığına düşeliden beri bütün Dâ'imâ şevk veren mihr-i cihân-ârâyuz çâresizler ben çâresizin hâline acırlar. Hayâlî! Biz bu gönül dünyâsının göklerini sürekli aydınlatan dünyayı süsleyen güneşiz. Hâr-ı gamdan gülşen-i kûyında bülbül-veş yine Göklere erişdi feryâdı dil-i gam hârenün GAZEL 7 Bulunduğun gülbahçesinde gamının dikeninden çektiği Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün acılarla dertli gönlümün haykırışları, bülbül feryâdı gibi Bu cemâlün şem'ine pervâne gelmişler denüz yine göklere yükseldi. Yanalum ey şem'-i rûşen yana gelmişlerdenüz Bu güzelliğin mumu çevresine pervâne olmuşlardanız. Ey Sînem üzre dâğ-ı hasret acıyup kan ağladı parlak muma benzeyen sevgili! Bırak yanalım; ötedenberi Hâline şol tig-i hecründe erişen yârenün yanıp gelmişlerdeniz. Göğsüm üzerindeki özlem yarası, senin şu ayrılığının kılıcından açılan yaranın hâline acıyıp, kan ağladı. Cerr edüp eytâm-ı eşküm kûyunı devrân eder Merhamet kıl dôstum ihsâna gelmişlerdenüz Ey Hayâlî tâli'ün yokdur sitâren neylesün Gözyaşlarımın yetimleri dilenerek mahallende dönüp Çün senünle yılduzı barışmaz ol mehpârenün dolaşıyor. Dostum, acı bize, iyiliğini istemeğe gelenlerdeniz. Hayâlî! Tâlihin yok: o ay parçası güzelin seninle yıldızı barışmayınca yıldızın ne yapsın? İtlerünle âşinâ olmag içün ey nâzenin Nâzükâne kûyunı seyrâna gelmişlerdenüz GAZEL 9 Nazlı sevgilim, kapını bekleyen köpeklerinle tanışmak için, Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün bulunduğun yerleri saygıyla dolaşmağa gelenlerdeniz. Bezm-i bahâra basdı ayağı benefşenün Gül gibi geldi işreti çağı benefşenün Zâhidâ mahbûb u meyden gel bizi men'eyleme Menekşenin ayağı bahar toplantısına bastı. Menekşenin de Biz ezelden bu yola rindâne gelmişlerdenüz gül gibi yiyip içme çağı geldi. Ham sofu! Gel bizi güzel sevmek ve şarap içmekten alıkoyma. Biz bu yola ezelden beri rindcesine gelenlerdeniz. Çekdi dolusını arak-ı jâleden seher Boynını eğdi jâle çanağı benefşenün Vasf-ı haddünle Hayâlî tâze dîvân bağladı. Sabah, çiğ daneleri rakısıyla dolu kadehini başına dikti. Pâdişâhum sunmağa dîvâna gelmişlerdenüz Menekşenin çiğ dolu çanağı başını eğdi. Hayâlî, yanağını öğerek yeni bir dîvan meydana getirdi. Sultânım! Dîvânımızı sunmağa huzûruna gelenlerdeniz. Nergis iletdi bezmine bir şem'dân-ı zerd Tâ subh olınca yandı çerâğı benefşenün GAZEL 8 Nergis, toplantısına san altından bir şamdan getirdi. Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Menekşenin mumu tâ sabah oluncaya kadar yandı. Dil helâk oldı bu gün derdiyle ol mehpârenün Bulmadum çoğ istedüm nâm u nişânın çârenün Sevdâ-yı hâli ey gözi nergis izârınun Gönül bu gün o ay parçası gibi güzelin derdiyle helâk oldu. Boynına atdı bir kara dâğı benefşenün Çok aradım, ama buna çârenin ne adını, ne izini Ey nergis gözlü! Yanağının üzerindeki beninin kara sevdâsı, bulamadım. menekşenin boynuna bir kara yanık bıraktı. 54 Ey sabah yeli benim için sevgilinin bulunduğu yerin alanın Pâyından asılu megese benzedenlere toprağını öp. Bahtın yardım ederse kapıcısının gelişinin Vardur Hayâlî bir nice lâgı benefşenün ayak izlerini öp. Hayâlî! Menekşenin, kendisini ayağından asılmış sineğe benzetenlere bir nice latîfesi var. Nâgehân arz-ı cemâl eylerse ol sultân-ı hüsn Sür ayağı tozına ruhsârunı dâmânın öp GAZEL 10 O güzellik sultanı birden güzelliğini gösterirse yanağını Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün ayağının tozuna sür eteğini öp. Sûfîyâ ta'h eyleme sâfî şarâb-ı gel Düş ayağına harâbât ehlinün insâfa gel Nâfe gibi bağrumı hûn eyleyüpdür intizâr Ey ham sofu! Durmadan yalnızca ayıplıyorsun. Ayıplamayı Arz ederken hâlümi zülf-i abîr- efşânın öp bırak, saf şarap içmeğe gel. İnsâf et, biraz da meyhâneyi Beklemek misk gibi bağrımı kanla doldurmaktadır. Halimi tanıyanların ayağına düş, yalvar. sevgiliye anlatırken güzel kokulu saçını öp. Sînemün dâğında idrâk eyle gönlüm sırrını Gülşeninde hâba varsa bâğbân-ı gamzesi Olmağa ankaa-yı âlî-şâna hemden Kaaf'a gel Devlet-i bîdâra erdün gonca-i handânın öp Gönlümün sırrını göğsümde açılan yaralardan anla. Sevgilinin güzelliğinin gülbahçesinde yanbakışının Yükseklerde uçan Anka'ya arkadaş olmak istiyorsan Kaf bahçıvanı uykuya dalmışsa, uyanıklılık mutluluğuna erdin dağına gel. demektir; gülen gonca ağzını öp. Gönlüme gir görmek istersen muhabbet gülşenin Ay sabâ etsen Hayâlî bendeden arz-ı niyâz Cennet-i Adn' i temâşâ kılmağa A'râf'a gel Ana bu devlet yeter dergâh-ı âlî-şânın öp Sevgi gülbahçesini görmek istersen gel, gönlüme gir. Adn Ey sabah yeli! Hayâlî kulunun yalvarışlarını söyleyebildinse cennetini seyretmek istersen A'raf'a gel. bu mutluluk ona yeter; yüce eşiğini öp. Cevher-i ferd iken ey gâfil bu cümle mümkinât GAZEL 12 Nice taksîm oldugın fehm etmege sarrâfa gel Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün İnsan bütün yaradılmışların özü, en şereflisi iken, bunu Aşk bir şem-i ilâhîdür benem pervânesi bilmeyen gâfil! Bu cevherin bütün varlıklara nasıl Şevk bir zencîrdur gönlüm onun dîvânesi bölüşüldüğünü öğrenmek için sarrafa gel de anla. Aşk ilahi bir mumdur. Ben onun çevresinde dönen pervanesiyim. Arzu, heves gönlümün deli divane olduğu bir Aşkda kan ağlamak şerhin Hayâlî'den işit zincirdir. Bezm-i Cem evsâfını öğrenmeğe vassâfa gel Aşkta kan ağlamanın açıklamasını Hayâlî'den dinle; Cem Kanda bilsün şâh-ı aşkun dergehi âdâbını toplantılarının nasıl olduğunu bilmek istiyorsan, bunları en Kûhken bir dag eri Mecnûn yaban dîvânesi iyi anlatan bana gel sor. Ferhâd görgüsüz bir dağ adamı, Mecnun’da yabanın delisidir. Aşk sultanın sarayının usul ve töresini ne bilsinler. GAZEL 11 Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Kelle-i uşşâk satılmaz kesâdı var katı Ey sabâ benden nigârun kûyınun meydânın öp İşlemez oldı mahabbet şehrinün serhânesi Devlet elverse nişân-ı makdem-i derbânın öp Artık âşıkların başı satılmaz, para etmez oldu, hiç sürümü yok. Aşk şehri sakatatçısı işlemez oldu. 55 Mürg-ı dil dâ’im hevâ-yı aşk sergerdânıdır Aklımsa başımdan çıkıp gitti. Gönlüm ve canım yollara Bülbülün gülzârı var bûmun olur vîrânesi düştü. Kala kala vücut adında değersiz bpş bir yıkıntımız Bülbülün gülbahçesi var. Baykuşun bile bir viranesi olur. kaldı. Gönül kuşu ise yersiz yurtsuz aşk göğünde başı dönmüş bir şekilde döner durur. Hayâlî devlet-i bî-i’tibâra bakmadan gitdün Bize besdür bu ki dillerde bir efsânemüz kaldı Sâgar-ı Cemde bu beyt-i dilgûşa mersûm imiş Hayali: Bu değersiz dünya zenginliğine, saltanatına Âteş-i bâdeyle germâgerm iken kâşânesi aldırmadan geçip gittin. Aşkımızın dillerde dolaşan efsanesi Başı şarabın ateşiyle iyice kızışmışken Cem’in kadehinde kaldı. Bu bize yeter. gönülleri ferahlatan bu beyit yazılı imiş. GAZEL 14 Ridd oldur kim götürdi bezm-i kesretden ayağ Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün Sâkî-i devrân elinden tolmadan peymânesi Mecnûn kaçan ki aşk eline pâdişâh idi Felek sakisinin elinden kadehi dolmadan bu çokluk Âhı alem figânı tabl gam sipâh idi toplantısından ayağını çeken kişi gerçek rinddir Mecnun aşk eline sutan olduğu zaman ahı, bayrağı, feryadı, davulu, çektiği gam askerd idi. Şîr ü şeker gibi alışdı Hayâlî’nün bugün İltifât-ı Şâh ile vâz’ı dervîşânesi Mecnûn belâ vîlayetine şehriyâr iken Sultanın iltifatları ile Hayali’nin dervişlere yaraşır Jûlîde mûlar üstine çetr-i siyâh idi davranışı sütle şeker gibi birbiriyle buluştu. Mecnun bela ülkeine sultan iken karmakarışık saçları üstüne kurulumuş kara bir çadırdır. GAZEL 13 Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün Mecnûn teninde yer yer elif na’l ile dîlâ Nigârâ bezm-i hüsnünde dil-i mestânemüz kaldı Mihnet şebinde Leylî içün şekl-i âh idi Perin yakmış cemâlün şem’in epervânemüz kaldı Ey gönül! Mecnun’un vücudundaki yer yer elif biçimindeki Güzelim! Güzel yüzünün mumu çevresinde dolaşırken tırmıklar, nal şeklindeki yaralarla, acılı gecelerinde Leyla kanatlarını yakan pervanemiz yani sarhoş gönlümüz için çektiği ahlara benzerdi. güzelliğinin toplantısında kaldı. Mecnûn başında var idi bir âşiyân-ı murg Anı hoş tut garîbündür efendi işte biz gitdik Ankaa-yı aşka kûh-i belâda penâh idi Gönül derler ser-i kûyunda bir dîvânemüz kaldı Mecnunun başında bir kuş yuvası vardı. Bu aşk ankasına Efendi! İşte biz gidiyoruz. Senin bulunduğun yerde adına belâ dağında bir sığınaktı. gönül derler bir delimizi bıraktık. O sana tutkun kimsesiz bir zavallıdır; onu hoş tut. Nâgeh Hayâlî Leylî güzer eyleye deyu Mecnûn teninde yer yer elif doğrı râh idi Yürek kan oldı hicrândan vücûdum çekdi el cândan Hayâlî ! Leylâ ansızın gelirde geçer diye. Mecnûn’un Fedâ oldı yoluna cümlesi zîrâ nemüz kaldı vücudunda yer yer elif gibi doğru yollar vardı. Yüreğim ayrılığın acısıyla kan doldu. Vücudum canından ayrıldı. Her şeyimiz yoluna feda edildi. Başka nemiz kaldı. GAZEL 15 Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Başumdan akl ise gitdi dil ile cân revân oldı Kûhkenlikler ki Ferhâd etdi çekdi mihneti Ten-i bî-i’tibâr adlu kuru virânemüz kaldı Aşkbâzîlik degülmüş bildim anun niyeti 56 Ferhâd dağ delmekle uğraştı. Çok üzüntü ve keder çekti. Elimiz yokken kabûl mührü avucumuzdadır. Ayaksızız ama Anladım. Meğer onun niyeti aşkla uğraşmak değilmiş. zenginliği, iktidârı ayağımızın altına aldık. (Beyitte Kazâ-yı ilahî anlatılmış; elsiz ve ayaksız olarak elin ve ayağın yapacağı işleri yapıyor). Levh-i dilde nakş olmışken hayâl-i şekl-î yâr Taşlara yazmak düşer miydi o şîrîn sûreti Sevgilinin şeklinin hayali gönül sahifesinde kalmışken, o Biz Hayâlî bu gönül âleminün göklerine tatlı tüzün hayalini taşlara yazmanın ne gereği vardı? Dâ'imâ şevk veren mihr-i cihân ârâyuz Hayali! Biz bu gönül dünyâsının göklerini sürekli aydınlatan dünyayı süsleyen güneşiz. Tâlib oldur sala kendin nâr-ı aşka nûr ola Âşık oldur aşk ile olmaya anun şöhreti Sevgiliyi gerçekten isteyen, kendini aşk ateşine atıp nur GAZEL 17 olandır. Gerçek aşık aşkta tanınmış olmayana denir. Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Bu cemâlün şem'ine pervâne gelmişlerdenüz Aşk âşıklar işidür ey gönül Mecnûn dahi Yanalum ey şem'-i rûşen yana gelmişlerdenüz Sağ olaydı öğrenürdi şimdi benden san’atl Bu güzelliğin mumu çevresıne pervâne olmuşlardanız. Ey Ey gönül! Aşk, âşıkların işidir. Mecnûn bile sağ olsaydı da parlak muma benzeyen sevgili! Bırak yanalım; ötedenberi bu sanatı benden öğrenseydi. yanıp gelmişlerdeniz. Ey Hayâlî dâvî-i aşk eylemek hâcet degül Cerr edüp eytâm-ı eşküm kûyûnı devrân eder Anladur âşıklığın lâbüd kişinün hâleti Merhamet kıl dôstum ihsâna gelmişlerdenüz Hayâlî ! Aşıkım diye iddia etmeye gerek yok. Kişinin durumu Gözyaşlarımın yetimleri dilenerek mahallende dönüp şüphesiz âşık olduğunu belli eder. dolaşıyor. Dostum, acı bize, iyiğini istemeğe gelenlerdeniz. GAZEL 16 İtlerünle âşinâ olmag içün ey nâzenin Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün Nâzükâne kûyunı seyrâna gelmişlerdenüz Sanma sen cûy bizi biz akıcak deryâyuz Nazlı sevgilim, kapını bekleyen köpeklerinle tanışmak için, Hâr u haslar götürüp gitmede bî-pervâyuz bulunduğun yerleri saygıyla dolaşmağa gelenlerdeniz. Sen bizi ırmak sanma, biz akınca deryâ oluruz. Çör çöp alıp götürmekten sakınmayız. Zâhidâ mahbûb u meyden gel bizi men' eyleme Biz ezelden bu yola rindâne gelmişlerdenüz Pâymâl etme bizi mûr görüpey gâfil Ham sofu! Gel bizi güzel sevmek ve şarap içmekten Mûr iken mâr oluruz mâr iken ejderhâyuz alıkoyma. Biz bu yola ezelden beri rindcesine gelenlerdeniz. Ey gâfil! Bizi karınca gibi güçsüz görüp ayağının altında ezmeğe kalkma; biz karınca iken yılan, yılan iken yedi başlı Vasf-ı haddünle Hayâlî tâze dîvân bağladı ejderhâ oluruz. Pâdişâhum sunmağa dîvâna gelmişlerdenüz Hayâlî, yanağını öğerek yeni bir dîvân meydana getirdi. Sultânım! Dîvânımızı sunmağa huzûruna gelenlerdeniz. Eyledük himmetümüz câhına hâkanı gedâ Çalınur debdebe-i şevketümüz Dârâ'yuz Yardımımızın derecesine göre sultânı dilenci yaptık. GAZEL 18 Büyüklüğümüzün debdebesiyle Dârâ'yız. Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Dil helâk oldı bu gün derdiyle ol mehpârenün Bulmadum çoğ istedüm nâm u nişânın çârenün Yoğ iken dest kefümüzde durur mühr-i kabûl Devleti zîr-i kadem kılmış iken bî-pâyuz 57 Gönül bu gün o ay parçası gibi güzelin derdiyle helâk oldu. Boynına atdı bir kara dâğı benefşenün Çok aradım, ama buna çârenin ne adını, ne izini Ey nergis gözlü! Yanağının üzerindeki beninin kara sevdâsı, bulamadım. menekşenin boynuna bir kara yanık bıraktı. Mihnet ü derd ü belâ ile düşelden hecrüne Pâyından asılu megese benzedenlere Rahm eder hâline bîçâre ben bîçârenün Vardur Hayâlî bir nice lâgı benefşenün Üzüntü, dert ve belâ ile ayrılığına düşeliden beri bütün Hayâlî! Menekşenin, kendisini ayağından asılmış sineğe çâresizler ben çâresizin hâline acırlar. benzetenlere bir nice latîfesi var. Hâr-ı gamdan gülşen-i kûyında bülbül veş yine GAZEL 20 Göklere erişdi feryâdı dil-i gam-hârenün Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Bulunduğun gülbahçesinde gamının dikeninden çektiği Sûfıyâ ta'n eyleme sâfî şarâb-ı sâfa gel acılarla dertli gönlümün haykırışları, bülbül feryâdı gibi Düş ayağına harâbât ehlinün insâfa gel yine göklere yükseldi. Ey ham sofu! Durmadan yalnızca ayıplıyorsun. Ayıplamayı bırak, saf şarap içmeğe gel. İnsâf et, biraz da meyhâneyi Sînem üzre dâğ-ı hasret acıyup kan ağladı tanıyanların ayağına düş, yalvar. (Ayag; ayak ve kadeh Hâline şol tîg-i hecründen erişen yârenün anlamındadır Meyhâne tasavvufta tekke karşılığı kullanılır) Göğsüm üzerindeki özlem yarası senin şu ayrılığının kılıcından açılan yaranın hâline acıyıp, kan ağladı. Sînemün dâğında idrâk eyle gönlüm sırrıni Olmağa ankaa-yı âlî-şâna hemdem Kaaf' a gel Ey Hayâlî tâli'ün yokdur sitâren neylesün Gönlümün sırrını göğsümde açılan yaralardan anla. Çün senünle yılduzı barışmaz ol mehpârenün Yükseklerde uçan Anka'ya arkadaş olmak istiyorsan Kaf Hayâlî! Tâlihin yok. O ay parçası güzelin seninle yıldızı dağına gel. (Anka, hümâ, simung ismi olup cismi olmayan barışmayınca yıldızın ne yapsın? efsanevı devlet kuşudur. Çok yüksekten uçtuğu için kimse göremez. Kaf dağında veyâ ıssız bir adada yaşadığı ve GAZEL 19 kemikle beslendiğine inanılır. Anka, tasavvufta vahdet Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün anlamında kullanılır) Bezm-i bahâra basdı ayağı benefşenün Gül gibi geldi işreti çağı benefşenün Gönlüme gir görmek istersen muhabbet gülşenin Menekşenin ayağı bahar toplantısına bastı. Menekşenin de Cennet-i Adn'i temâşâ kılmağa A'râf'a gel gül gibi içme çağı geldi. Sevgi gülbahçesini görmek istersen gel, gönlüme gir. Adn cennetini seyretmek istersen A'raf'a gel. (Cennet i adn. sekiz Çekdi dolusını arak-ı jâleden seher cennetin en yücesidir. Hepsinin ortasındadır. Bütün Boynını eğdi jâle çanağı benefşenün cennetlerin akarsuları buradan çıkar. A'raf aslında kum Sabah, çiğ dâneleri rakısıyla dolu kadehini başına dikti. tepesi, yüksek yer demektir. Kur' an'ın VII süresinin adıdır Menekşenin çiğ dolu çanağı başını eğdi. Cennet ve cehennemin arasında, sevep ve günahları eşit olanların gidecekleri bir set, yüksek bir yerdir) Nergis iletdi bezmine bir şem'dan-ı zerd Tâ subh olınca yandı çerâğı benefşenün Cevher-i ferd iken ey gâfil bu cümle mümkinât Nergis, toplantısına san altından bir şamdan getirdi. Nice taksîm oldugın fehm etmege sarrâfa gel Menekşenin mumu tâ sabah oluncaya kadar yandı. İnsan bütün yaradılmışların özü, en şereflisi iken, bunu bilmeyen gâfil! Bu cevherin bütün varlıklara nasıl bölüşüldüğünü öğrenmek için sarrafa gel de anla. (İnsan Sevdâ-yı hâli ey gözi nergis izânnun 58 kâinâtın özü ve eşrefü'l- mahlûkat, canlıların en şereflisidir. Beyitte şâir, kendisinin sarraf olduğunu, cevherin Sarraf, altının değerini ölçen, altından anlayan kişidir. değerinden anladığını söylemek istiyor Beyitte şâir, kendisinin sarraf olduğunu, cevherin değerinden anladığını söylemek istiyor). Aşkda kan ağlamak şerhin Hayâlî’den işit Bezm-i Cem evsâfını öğrenmeğe vassâfa gel Aşkda kan ağlamak şerhin Hayâlî'den işit Aşkta kan ağlamanın açıklamasını Hayâlî’den dinle; Cem Bezm-i Cem evsâfını öğrenmeğe vassâfa gel toplantılarının nasıl olduğunu bilmek istiyorsan, bunları en Aşkta kan ağlamanın açıklamasını Hayâlî'den dinle; Cem iyi anlatan bana gel sor. toplantılarının nasıl olduğunu bilmek istiyorsan, bundan en iyi anlatan bana gel sor. GAZEL 22 Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün GAZEL 21 Ey aşk-ı yâra bende-i fermân olan başum Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Bî-taht u tâc âleme sultân olan başum Sûfîyâ ta’h eyleme sâfî şarâb-ı sâfa gel Ey sevgilinin aşkının buyruğuna kul, köle olan başım. Tahtı Düş ayağına harâbât ehlinün insâfa gel ve tâcı olmadan dünyaya sultan olan başım. Ey ham sofu! Durmadan yalnızca ayıplıyorsun. Ayıplamayı bırak, saf şarap içmeğe gel. İnsâf et, biraz da meyhâneyi Kanıyla ta’ne taşlarını la’l-reng edüp tanıyanların ayağına düş, yalvar. Derd ü belâ günehlerine kân olan başum Ayıplama taşlarını kanıyla yâkut rengine boyayıp, dert ve belâ cevherlerinin mâdeni olan başım Sînemün dâğında idrâk eyle gönlüm sırrını Olmağa ankaa-yı âlî-şâna hemdem Kaaf’ a gel Gönlümün sırrını göğsümde açılan yaralardan anla. Ey bir gedügine bu cihânun konulmayup Yükseklerde uçan Anka’ya arkadaş olmak istiyorsan Kaf Gam ellerinde seng-i beyâbân olan başum dağına gel Ey bu dünyânın bir gediğine yerleştirilmeyen, gam ellerinde çöl taşları olan başım Gönlüme gir görmek istersen muhabbet gülşenin Cennet-i Adn’i temâşâ kılmağa A’râfa gel Evvel benüm firâk ile ummân edüp yaşum Sevgi gülbahçesini görmek istersen gel, gönlüme gir. Adn Sonra habâb-ı lücce-i ummân olan başum cennetini seyretmek istersen A’raf’a gel. Cennet i adn sekiz Önce, ayrılık acısıyla gözyaşlarını deniz hâline getirip, cennetin en yücesidir. Hepsinin ortasındadır. Bütün sonra bu denizin dalgaları üstünde bir kabarcık gibi cennetlerin akarsuları buradan çıkar. A’raf aslında kum kaybolan başım. tepesi, yüksek yer demektir. Kur’an’ın sûresinin adıdır. Cennet ve cehennemin arasında, sevap ve günahları eşit Çevgânına irâdet-i Hakkun rızâ verüp olanların gidecekleri bir set, yüksek bir yerdir Çün gûy mihr ü mâh ile galtân olan başum Tanrı buyruklarının değneğinin işâretlerine uyup, top gibi ay ve güneşle birlikte yuvarlanan başım. Cevher-i ferd iken ey gâfil bu cümle mümkinât Nice taksîm oldugın fehm etmeğe sarrafa gel İnsan bütün yaradılmışların özü, en şereflisi iken, bunu Her gün Hayâlî gibi edüp bir makaamı seyr bilmeyen gâfil! Bu cevherin bütün varlıklara nasıl Her gece bir vilâyete mihmân olan başum bölüşüldüğünü öğrenmek için sarrafa gel de anla. İnsan Hayâlî gibi, her gün bir başka yeri dolaşıp, her gece bir kâinâtın özü ve eşrefü’l-mahlûkat, canlıların en şereflisidir. başka şehre konuk olan başım. Sarraf, altının değerini ölçen, altından anlayan kişidir. 59 GAZEL 23 Mefâ'ilün / fe'ilâtün / mefâ'ilün / fe'ilün Cihân-ı fîrenün rûşen çerâğı mihr-i gerdûnsun Harâb olupdur o âbâd gördügün gönlüm Mahabbet âsumânında husuf içinde mâhem ben Gamunla dopdoludur şâd gördügün gönlüm Sen bu karanlık dünyâyı aydınlatan gökyüzünün güneşisin. O bayındır gördüğün gönlüm, şimdi yıkıntı hâlindedir. O, Ben sevgi göğünün tutulmuş ayıyım. mutlu ve neş’eli gördüğün gönlüm, şimdi aşkının kederiyle Sa’âdet Mısrınun sultanısın gün gibi rûşensin dopdoludur. Hayâlün Yûsufına mesken olmış fîre çâhum ben Cihânda başına sultan iken benüm servüm Sen mutluluk ülkesinin sultanısın; güneş gibi parlaksın. Kul oldı sen şehre âzâd gördügün gönlüm Bense hayâlinin Yûsuf’unun oturduğu karanlık bir kuyuyum. Benim selvi boylum! Dünyâda kendi başına sultanken, şimdi Kardeşleri Hz. Yûsuf u karanlık bir kuyuya atmışlardı. serbest sandığın gönlüm, senin gibi bir sultâna kul, köle Tâcirler su çekerken karanlıklar içinde güneş gibi parlayan olmuştur. Yûsuf u kuyudan çıkarmış ve Mısır’a götürüp köle olarak satmışlardı. Cefâya öykünüben cevre cân verür şimdi Vefâ vü mihr ile mu’tâd gördügün gönlüm Hayâlî yedi eflâkün nola gönlinde yer etse Sevgiye ve bağlılığa alışkın olduğunu bildiğin gönlüm, şimdi Elifle dâg ile başdan ayağa âh âdem ben cefaya imrenir, eziyete canını verir oldu. Hayâlî! Göğsümdeki elif biçimindeki yırtıklar ve yuvarlak yaralarla baştan ayağa âhlar içindeyim. Âhlarım, yedi gökkubbesinin gönlünde yer etse şaşırılır mı? Görünce dâne-i hâlüni dâm-ı zülfünde Tutuldı kaldı o sayyâd gördügün gönlüm Saçının tuzağında beninin danesini görünce, o hep avlar GAZEL 25 bildiğin gönlüm tuzağa tutuldu kaldı. Kuş avlarken kurulan Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün bir tuzak anlatılmış. Saç ipliğe, ben de yem danesine Âyîne her gün koyar dildân tenhâ koynına benzetilmiş. Nâz ile Yûsuf girer güya Züleyhâ koynına Ayna her gün sevgiliyi yalnız başına koynuna alır. Sanki, Karışdı kara yere kûhsâr-ı mihnetde Yûsuf nazlanarak Züleyhâ’nın koynuna girer Kur’ân’daki Hayâlî şimdi o Ferhâd gördügün gönlüm Yûsuf kıssasında, güzelliğiyle tanınmış olan Yûsuf Hayâlî; O, dağları delen Ferhâd olarak bildiğin gönlüm, peygamber, Mısır azizinin karısı Züleyhâ’nın aşk çağrısına şimdi üzüntü ve keder dağlarında kara yere karıştı gitti. uymamış, kaçarken eteği yırtılmıştı. GAZEL 24 Çıkmadı yârun lebi fikr-i dil-i ağyârdan Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün Aldı ol la’li dirîgâ seng-i hârâ koynına Livây-ı mihrüni dikdüm gönül mülkine şâhem ben Sevgilinin dudağının düşüncesi yabancıların gönüllerinden Şerâr-ı nâr-ı âhumla şeh-i emcüm-sipâhem ben çıkmadı. Ne yazık ki, kara taş o yâkutu koynuna aldı. Aşkının bayrağını diktim: gönül ülkesine şâh oldum. Âhımın Sevgilinin dudağı rengi bakımından yâkuta, rakibinin gönlü ateşinin kıvılcımlarıyla yıldızlar kadar kalabalık ordusu de merhametsiz ve değersiz oluşu sebebiyle sert kara taşa olan sultânım ben. benzetilmiştir. Letâfet gülşeninde gonce-i gülgûn-kabâsın sen Râh-ı gülzâr-ı vefâda cismini eden gubâr Mahabbet sebzezârında sararmış bir giyâhem ben Rüzgâr ile girür bir verd-i ra’na koynına Sen, güzellik bahçesinde gülrenkli giysiler içinde bir Vücûdunu vefâ gülbahçesinin yolunda taş gibi unufak eden goncasın. Ben, yemyeşil sevgi bahçesinde sararmış bir otum. bir gün gelir güzel bir gülün koynuna girer. Gül-i ra’nâ, dışı 60 sarı, ortası kırmızı renkli bir gülün adıdır. Rüzgâr kelimesi Yalnızlık köşesindeki arkadaşım, efendim, sevgilim, parlak zaman ve rüzgâr anlamlarında kullanılmış. ayım, dostum; sırdaşım, sahibim, güzeller şâhı sultânım. Dâmenine seng alup kûhsâr ceng etmek diler Hayâtum hâsılum ömrüm şarâb-ı Kevserüm Adnum Koyduğı-çün makdemin nakşını sahrâ koynına Bahârum behçetüm rûzum nigârum verd-i şebîstânum Ova, ayağının izini koynuna koyup sakladığı için dağ, Hayatım, her şeyim, ömrüm, Kevser şarabım, cennetim, eteğine taşlar doldurup onunla savaşmağa hazırlanır. baharım, güzelim, gündüzüm, sevgilim, gülen gülüm. Nice gözyaşı Hayâlî aşk içinde oldı mahv Neşâtum işetüm bezmüm çerâğum neyyirüm şem’üm Girdiler ırmağlar gûyâ ki deryâ koynına Turunç u nâr u nâencüm benüm şem-i şebistânum Hayâlî! Tıpkı akarsuların denizin koynuna girip kaybolması Sevincim, sevgim, sohbet ve muhabbet meclisim, kandilim, gibi, nice gözyaşları aşk yolunda yokolup gitti. nûrum, mumum, mandalinam, nârım, portakalım, benim yatak odamım mumu. GAZEL 26 Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün Nebâtum sükkerüm gencüm cihân içinde bî-rencum Dem mi var kanlu yaşum çehreme yol eylemeye Azîzüm Yûsuf um vârum gönül Mısır’ınsaki hânu Gün mi var leşger-i gam câna nüzul eylemeye Yeşilliğim, şekerim, hazinem, dünya içinde biricik dertsizim, Kanlı yaşımın yüzümden aşağı boşalmadığı bir an mı kaldı? azizim, Yuduf’um, efendim, gönül mısır’ındaki hânım. Gam askerinin canımda konaklamadığı bir gün mü var? Stanbul’um Karaman’um diyâr-ı mülket-i Rûm’um Yok yerüm kûy-ı münâcâtda havfum bu benı Bedahşân’um ve Kıpçağ’um ve Bağdad’um Horasânum Bu melâmetle harâbât kabul eylemeye İstanbul’um, Karaman’ım, Osman ülkesinde memleketlerim, Tanrı’ya yalvarma yeri olan mescitte yerim yok. Korkarım Bedahşan’ım ve Kıpçağım ve Bağdâd’ım, horâsân’ım bu rezillikle meyhâne de beni kabul etmeyecek. (Bedahşân, Hindistan ile Hôrôsan arasında olup, değerli taşlarıyla tanınmış bir şehir.) Varmı bir kaleb-i matlûb-ı melek-sîma kim Pertev-i hüsn-i ezel ana hulûl eylemeye Saçı vâvum kaşı yâyum gözi pü-fitne bîmârum Melek yüzlü, tam istendiği gibi, uygun bir kalıp var mıdır ki, Ölürsem boynuna kanun meded hey nâ-müselmânum başlangıcı olmayan ilâhî güzellik onda kendini göstermesin? Saçıvavım, kaşı yayım, gözü hasta ve ortalığı karıştıranım, Tasavvuf düşüncesine göre Cemal-i mutkak’ın tecellisi ölürsem kanım boynuna olsun,hey kâfir sevgilim, yardım et. anlatılmış Kapunda çünki meddâhum seni medh ederüm dâyim Âferînler ola şol âşık-ı mihnet-keşe kim Yürek pür-gam gözüm pür-nem Muhibbî yemvü hoşhâlüm Başına üşe gam-ı dehr melül eylemeye Çünkü kapında mübâlağa ile övenim, seni her zaman O belâ çeken âşıka âferînler olsun; başına dünyânın bütün överim, yüreğim kederli gözüm yaşlı, Muhibbi’yim ve dertleri üşüşmüş de onu yine usandırmamış. hâlimden hoşnudum. Muhîbbî GAZEL 2 GAZEL 1 Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün Dostum haddün yeter gülşende gülzâr olmasun Celîs-i halvetüm vârum habîbüm mâh-ı tâbânum Dilden özge karşuna bülbül gibi zâr olmasun Enîsüm mahremüm vârum güzeller şâhı sultânum 61 Sevgilim güle benzeyen yanağın bana yeter, gül bahçesinde güller olmasa olur. Karşında benim gönlümden başka Olsa kumlar sağışınca ömrüne hadd ü aded bülbül gibi ağlayıp inleyen olmasın. Gelmeye bu şîşe-i çerh bir sâat gibi Ömrün, kumlar sayısınca sınırsız ve hesapsız olsa bile, o şu dünyâ içinde bir sâat gibi geçip gider. Âşık oldum yine zülfine giriftâr oldı dil Dostlar düşmen dahi aşka giriftâr olmasın Âşık oldum: gönül yine saçma tutuldu Dostlar, düşmânım Ger huzur etmek dilersen ey Muhibbî fâriğvol bile benim gibi aşka tutulup perîşân olmasın. olmaya vahdet cihânda kûşe-i uzlet gibi Ey Muhibbî, eğer huzur içinde olmak istersen, ferâgat sâhibi Sırr-ı aşkı sakladukça rûşen oldı gün gibi ol, dünyadan vazgeç. Yanlızlık köşesi gibi dünyâda huzur Âh u eşkinden kişi böyle şermsâr olmasun olmaz. Aşkımın sırrını sakladıkça, gün gibi herkese açıkça belli oldu. Dilerim, aşkı ve gözyaşı yüzünden kimse böyle mahcup Yahyâ Bey olmasın GAZEL 1 Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün Câna bey eder yine vermez metâ-ı bûseyi Dâr-ı dünyâ delü gönlüm gibi virân olsa Hüsn devrindeana kimse harîdar olmasun Ne cihân olsa ne cân olsa ne hicrân olsa Sevgili öpücük malını cana karşı satar, ama yine de vermez. Dünyâ evi deli gönlüm gibi virân olsa Bu güzellik zamanında kimse ona alıcı olmasın ne dünyâ olsa ne can olsa nede ayrılık olsa Çâresüz kaldı Muhibbî varabilmez vuslata Kâskî sevdügümi sevse kamu ehl-i cihân Âhkim âlemde kimse böyle nâçâr olmasun Sözümüz cümle hemân kıssa-i cânân olsa Muhibbî çâresiz kaldı, bir türlü sevgiliye kavuşamıyor. Ah, keske sevdigimi herkes sevseydide dilerim dünyâda kimse böyle çâresiz kalmasın. hepimiz onu konussak, ondan söz etsek GAZEL 3 Bir demir tagi delüp boynına almak gibidür Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Her kişi âsık olurdı eger âsân olsa Halk içinde mu’teber bir nesne yok devlet gibi Âsık olmak demir dagı delip boynuna almak gibidir: Olmaya devlet cihânda bir nefes sıhhat gibi Eger bu iş kolay olsaydı herkes âsık olurdu. Halkın gözünde iktidâr gibi, zenginlik gibi değerli bir şey yok Halbuki şu cihânda bir nefes sıhhat gibi ghiç mutluluk Şâdmânam gam-ı yâr ile sevinmez yokdur olmaz. Bir gedâ cümle cihân mülkine sultân olsa Bende sevgilinin derdi var diye mutluyum: Bir dilenci bütün dünyâya hakim olsa sevinmez mi? Saltanat didükleri ancak cihân gavgasıdur Olmaya baht ü saâdet dünyede vahder gibi Saltanat dedikleri sâdece birdünyâ kavgasıdır. Bu kavga Cân atar karşu çıkar izzet eder ey Yahyâ gürültüden uzak yalnızlık gibi büyük saâdet ve bahi açıklığı hancer-i dilber ile bir çıkışur cân olsa olmaz. Sevgilinin hanceri ile bas edebilecek biri olsaydı, hemen karsılar, can atar, ona saygı gösterirdi. Ko bu ayş ü işareti çünkim fenâdur âkıbet Yâr-ı bâkî ister isen olmaya tâat gibi GAZEL 2 Bu eğlenceyi, yeme içmeyi bırak, sonu kötüdür. Eğer ehedi Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün bir sevgili istiyorsan ibâdetten ayrılma Kâskî bin canum olaydı benim ey gonca-leb 62 Cevrüni bin cÂn ile tâ kim cekeydüm rûz u şeb İçürüp âl ile her dem ol gözi mestaneyı Nolaydı ey gonca dudaklı sevgili, bin canım olaydıda Od salarlar cânuma bir niçe fâsıklar meded derdini gece gündüz çekeydim. Bir gurup kötü tüşünceli o sarhos gözlüyü hile ile içirerek, bagrımı yakarlar nolur yardım edin. Çesm-i mestündür araya fitneye bais olan Bu dil-i mansûrumı asmaga zülfündür sebeb Câme-i gülgûn ile âdemler öldürür nigâr Arada ortalıgı karıstıran sarhos gözündür: Girdi gül gibi boyınca kana yazıklar meded bu Mansûr'a benzeyen gönlümün asılmasına zülfün sebeb O güzel al elbiseler giymele insanı öldürür: olmustur yazık gül gibi boyunca kana girdi Askı bir vâdiye irgürdi dil-i dîvâne kim Hâba varmışken öpermiş dest-i cânânı rakîp Furkatüne râzî oldı vuslatı itmez taleb Olur imiş uyur ardınca uyanıklar meded Deli gönül aşkı öyle bir vadiye getirdiki, Rakip, sevgili uyurken elini öpermiş: artık senin ayrılıgına razıdır ve sana kavuşmayıda istemez. Meger uyuyanın arkasından uyanıklar fırsat gözetirmiş, yetişin. Devlt anun kim lebunle zindegânî eyleye Vây ana kim ol hârâmi gözlerün ede gazab Hâleti nez'üzre Yahyâ vuslatun adın anar Dudaklarının serbetinden icip hayat bulanlara ne mutlu: Bu ecel uykusudur bîçâre sayıklar meded Harâmî gözlerini ugrayanınsa vay hâline. Yahyâ can teslim ederken bile sevgiliye kavusmayı dilden düşürmez: Bu ecel uykusudur, zavallı, yazık, sayıklıyor Pâdisâhum hey ne müskil derd imiş sevmek seni Gelmesün kullar başıma ısbu hâl-i bü'l-aceb Sultanım, seni sevmek ne müşkil dertmiş meger! GAZEL 4 Bu görülmedik hl kimsenin basına gelmesin. Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Yüzine tutmış nikaab-ı hattı yusuf-vâr şi'r Âsık-ı dîvânesini tasa tutarmıs ol perî şîvesündendur hicab eder guftâr şi'r Ellerun dedukleru bir bir basuma geldi hep Şiir, yazıdan peceyi yüzüne tutmus. Böylece şiir, O peridîvâne âsıgını tasa tutarmış: nazından dolayı örtünerek konuşur. Başkalarının söyledikleri bir bir basıma gelldi hep Çekdügüm derdi bilürdi nâlemi gûş eylese Âşık-ı bîmârun ey Yahyâ vucûdi beytine Hâlume vâkıf olurdı okusa dildâr şi'r Aşk-ı yan zelzele olur misâl-i tâb-i teb Gönül alan güzel eger feryâdıma kulak verse cektigim derdi Ey Yahyâ! sevgilisinin aski, bilir, şiir okusa durumumu kavrardı hasta asıgın vucûdu binasına sıtma titremesi gibi sarsıntı Yârun ebrûsi gibi bahri melâhat mevcudi verir Yarasur olursa manzûr_ı ülü'l ebsâr şi'r GAZEL 3 Şiir sevgilinin kaşı gibi güzellik denizi dalgasıdır: Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Bu yüzden şiir akıl sahiplerininnezdinde degerli bir yer tutsa Yâra gecmişler beni birkaç münâfıklar meded uygun olur. zâyi oldu bunca yıllık âşinâlık medet Bir kac münâfık beni sevgiliye gecmiş meded! Pâre pâre etdi endâmın yakasın câk edüp Bunca yıllık dostluga yazık oldu meded! tûr-i mûsâ gibi görmüşdır meger dîdâr şi'r Mûsâ'nın tûr dagı gibi mutlak güzelligi görmüş olmalıki 63 Şiir yakasını yırtıp vucûdunu parcaladı Katrece vermediler kendi vücûda vûcûd Âşık-ı dÎvâneye dîvânum oldu hasb-i hâl Sôfîler tâlib-i deryâ-yı fenâyam dediler Ehl-i derdün derdini eyler müdâm iş'ar şi'r Mutasavvıflar kendi varlıklarının bir damlasında Divâne aşıklara benim şiirlerimi topladıgım divânım dert mesâbesinde görmediler: yokluk denizine varmak istiyoruz ortagı oldu: çünkü şiir dâimâ dertlilerin derdini bildirir dediler. bir lisân-ı gaybdur gûyâ anun her mısra'ı Şir-i Yahyâ'ı görüp izzet ile hürmet ile Âlem -i mânâdan eyler kendüyi izâr şi'r Fusahâ sellemehu'llahu musellem dediler Kendini mânâ âleminde gösteren şiirinher mısrası Yahyâ nın şiirini gören fâsih kişiler, Saygı ile onun önünde sanki gaybdan gelen bir dildir. egilerek Allah ona esenlik verin ve oda esenlige kavustu dediler. Şevk ile Yahyâ güller yakasın çâk eder Söylesem ol kaameti mevzûn içeün her bâr şi'r Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün Her ne zaman o endam güzel için şiir söylesem, -mevt selâmınıeğildüm aldum Güller şevk ile açılır ve Yahyâ gibi yakalarını yırtarlar. (Vücudum iki kat oldu. Kocadım, gücüm kalmadı. Eğildim ölüm meleğinin selamını aldım) GAZEL 5 Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Mârifet mîvelerieğdi vücûdum talın Eyü ad ile benâm olana âdem dediler Ra gibi hayret ile bahr-i kemâle taldum Beşer'i muhterem insân-ı mukerrem dediler (Marifet meyveleri vücudumun dalını eğdi R harfi gibi İyi ad ile anılmıs olana adam dediler, hayretle olgunluk Saygı deger ve üstün kılınmıs insan dediler. denizine daldım.) Kendüsin bilmeyene tanrısını bulmayana Ağarup gün gibi müstağrak-ı envâr oldum Har-ı lâyefhem ü dîvâne vû sersem dediler Sâye-veş yüz karasın rûy-ı zemîne çaldum Kendisini bilmeyene tanrısını bulmayanı, (Güneş gibi ağarıp nura gark oldum. Yüz karasını gölge gibi Deli, sersem, anlayıssız eşek dediler yere çaldım.) Mütekebbirlere ikrâm-ı tamam etmediler Rüzgâr ile dü-tâ oldı nihâl-i bedenüm Kendi eksükligini bilmeyene kem dediler Âhir-i mâh gibi gâyet ile alçaldum Kibirlenenlere saygi göstermediler: (Rüzgarla vücud fidanım iki kat oldu. Ayın sonu gibi gayet Kendi eksikligini bilmeyen için kötü dediler alçaldım) Gussadan hâli degül hâl-ı hayâtında kişi Rûhum aslına rücû ede gibi ey Yahyâ Elem-i âleme her dem gam-ı müdgam dediler Pîr olup gerdenümi cânib-i hâke saldum İnsan yasadıgı sürece derd ve üzüntüden uzak kalamaz: (Ey Yahya, ruhum aslına döneceğe benziyor ihtiyarlayıp Dünyanın dertlerine her zaman üst üste yıkılmıs gam dediler boynumu toprağa saldım. Yani ölüm yaklaşıyor. Ruhum Tanrıya vücudum toprağa dönecektir.) her mey'i ma'siyete mâyil olan mollâya Fâsık-ı bî-meze hayvan-ı muallem dediler GAZEL 6 günah sarabına egilimi olan her mollaya: Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün Tatsız, zevksiz, ehlilestirilmiş hayvan dediler Seni hûb anlamışuz husrev-i hûbân bilürüz 64 Kâkülün gibi ser-âmedlere sultân bilürüz (Sevgiliyi aşıkın kalbine, sofuyu Kabeye, kimini yakına (Seni güzel bilir güzeller sultanı sayarız. Kısacası kakülün kimini ise uzağa saldılar.) gibi önde gelenlere padişah tutarız.) Müstagrak etdi gözyaşı Yahyâyı nâgehân Dil-rübâlar yegi begler begisin sultânum Berg-i hazânı sanki bir ırmaga saldılar Kulunun kulına kul olmagı unvân bilürüz (Ansızın Yahya'yı gözyaşı, hazan yaprağını nehre atmış gibi (Sultanım sen gönül alan güzellerin tercih ettiği beyler sürükleyip boğdu.) beyisin. Biz senin kuluna kul olmayı şeref biliriz.) GAZEL 8 Yâr elinden iniler ney gibi yanar yakılur Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün Biz bu âşıklar alayını neyistân bilürüz Âşıkun aşkı hakîkatda tarîkat yolıdur (Yar elinden inleyip ney gibi yanıp yakılan bu aşıklar alayını Zâhidâ her elifi sînede vahdet yolıdur bir ney ülkesi olarak tanırız) (Aslında aşıkın aşkı tarikat yoludur. Ey zahid onun her elifi sinede vahdet yoludur.) Yân cân gülşenine belki cinân gülşenine Togrusın mı diyelüm serv-i hırâmân bilürüz N'ola yerden göğe âh eylesem ol mâhı görüp (Doğrusunu söyleyeyim yari can, belki de cennet bahçesine Görinen âh değül mihr ü muhabbet yolıdur salınan servi biliriz) (O ay yüzlü sevgiliyi görünce yerden göğe ah etsem n'ola? Görünen ah değil sevgi ve dostluk yoludur.) Zinde kıl adunı Yahyâ gibi cânun var ise Yârsuz âşıkı bî-hâlet ü bî-cân bilürüz Başumuz kûh-ı elem oldu görinen iki kaş (Eğer canın varsa adını Yahya gibi diri tut. Sevgilisiz aşığı Birisi râh-ı fenâ vü biri gurbet yolıdur biz halsiz ve cansız olarak biliriz.) (Başımız elem dağı oldu. Görünen iki kaşınsa biri fenâ yolu biriyse gurbet yoludur.) GAZEL 7 Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün Aşk derbendi imiş dîde-i âşık bu gönül Mecnûn-ı aşkı lâle gibi taga saldılar Kârbân-ı gâmu endâh u meşakkat yolıdur Hem taga hem benefşe gibi bâga saldılar (Aşığın gözü aşk geçidi bu gönülse gam, sıkıntı (Aşk delisini lale gibi dağa saldılar. Hem dağa hem de ve dert kervanı yoludur.) menekşe gibi bağa saldılar.) Gâfil olma yol eri yolda gerek ey Yahyâ Başlandı çünki kasr-ı muhabbet yapılmaga Aşk yolında ölüm âşıka vuslat yolıdur Ferhâdı taşa Husrevi toprağa saldılar (Ey Yahyâ aldanıp oyalanma. Yolcu yolunda gerek. (Sevgi sarayı yapılmaya başlayınca Ferhad'ı taşa, Hüsrev'i Aşk yolunda ölüm, aşıka kavuşma yoludur.) toprağa saldılar.) Nev’î Kayd-ı gam-ı cihândan alup dest-i aşk ile GAZEL 1 Şehbâz-ı rûh-ı âşıkı uçmaga saldılar Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün (Dünyanın gam bağını aşk eliyle alıp aşıkın ruh doğanını Ne dehrün bendesi ne şâh-ı âlî-şânıyuz cânâ uçmağa saldılar) Esîrün olalı milk-i gomun sultânıyuz cânâ (Ey sevgili, dünyânın ne kulu ne şânı yüce pâdişâhıyız, Senin esîrin olduğumuzdan beri gam ülkesinin sultânıyız.) Cânânı kalb-i âşıka sôfiyi Kâ'beye Kimin yakına kimini uzaga saldılar 65 Bizi egler gam-ı aşkundan bir künc-i ferâgat yok Divâne gönül gibi, hiç kendinden geçmiş bir Tanrı âşığı Bu meydân-ı belânun gûy-i ser-gerdânıyuz cânâ gördün mü?) (Aşkının gamından bizi eğleyecek bir ferâgat köşesi yok. Ey sevgili, bu belâ meydanının başı dönmüş topuyuz.) Bunca yıllardur işün hercâyîlikdür ey felek Ol yüzi mâhum gibi bir bîvefa gördün mi hiç Ferahdan ağlaruz gamdan güler biz özge abdâluz (Ey felek, yıllardır işin başıboş dönüp dolaşmaktır. O, ay Lebünle hattunun geh mest ü geh hayrânıyuz cânâ Yüzlüm gibi bir vefâsız güzel gördün mü hiç?) (Sevinçten ağlayan, gamdan gülen özge abdallarız. Ey dost Dudağınla tüyünün bazen hayrânı, bazen sarhoşuyuz.) Güllerin ben hep fenâ sûretlü buldum gülşenün Sen de bak gör ey gönül rûy-ı bakâ gördün mi hiç Vuhûş-ı deşt ile gündüz müsâfir kûh u sahrâda (Ben gülbahçesinin güllerini hep geçici, ölümlü gördüm. Kilâb-ı kûyunun şeb-tâ-seher mihmânıyuz cânâ Gönlüm, Sen de bak, güzelliği sonsuza kadar süren bir yüz (Ey sevgili, çölün yabanî hayvanlarıyla gündüz dağ ve gördün mü hiç?) Çölde misâfir, köyünün köpeklerinin akşamdan sabaha Görmeyelden Nev’iyâ bir ay olupdur ol mehi kadar konuğuyuz.) Şehir içinde ana benzer mehlikaa gördün mi hiç Olaldan halka-i zülfünle Nev’î bî-ser ü sâmân (Nev’î, o ay yüzlü güzeli görmeyeli bir ay oldu. Bütün Muhabbet bezminün ser-halka-i rindânıyuz cânâ Şehirde Ona benzer bir ay yüzlü güzel gördün mü hiç?) (Ey sevgili, Nev’î senin zülfünün halkasıyla perîşan olduğundan beri muhabbet meclisinin zindanlarının GAZEL 3 başıyız.) Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün Cân Yusufı çâh-ı zenâhdân esîridür GAZEL 2 Gel ey azîz esirge ki zindân esîridür Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün (Cân Yûsuf’u o çene çukurunun esîridir; ey azîz gel Gönlümi yıkmak benüm şâhum revâ gördün mü hiç o zindân Esîrini kurtar.) Kendü iklîmin yıkar bir pâdişâ gördün mi hiç (Benim sultânım, gönlümü yıkıp perîşan etmeyi hiç kendine Ol şeh metâ’-ı hüsn ile Mısr-ı cemâlde Uygun buluyor musun? Hiç, kendi ülkesini sultân gördün Bir hâcedür ki Yûsuf-ı Ken’ân esîridür mü?) (O şâh, güzellik malıyla güzellik ülkesinde Ken’ân’la Yûsufu Esîr eden bir efendidir.) Hûblarda sen perî-peyker melek-manzar gibi Cân-ı uşşâka görünmez bir belâ gördün mi hiç Tâtâr-ı zülfine o şehün bağlanur gönül (Güzeller içinde kendin gibi bir peri yüzlü, melek görünüşlü, Ya’ni gedâ esîri degül hân esîridür Âşıklarına görünmeyen bir belâ hiç gördün mü?) (O şâhın yağmacı zülfüne gönül bağlanır. Yani böylece Dilenci esiri değil, hanın esiri olunur.) Ben senün gibi cefâ-cû dilbere dûş olmadum Sen benüm gibi belâ-keş mübtelâ gördün mi hiç Urmış surâhî gerdenine niçe yirde bend (Ben senin gibi cefâlı güzele hiç rastlamadım. Sen benim Bî-çâre gör ki halka-i rindân esîridür Gibi belâ çeken bir âşık gördün mü hiç?) (Surâhi gerdanına birçok yerde boğumlar yapmış. Gör ki zavallı rindler, halkasının esîridir.) Sâlik-i mülk-i adem olmış miyânun aşkına Bu dil-i şeydâ gibi ehl-i fenâ gördün mi hiç Boynında Nev’iyâ neye zincir-i şa’şa’a (Bu, belinin aşkından yokluk mülkünün yolcusu olan deli, Benzer güneş de ol şeh-i devrân esîridür 66 (Ey Nev’î, boynundaki görkemli o zinciriyle o, güneş Bilür hod âlem-i ervâha nisbet yâdumuz yokdur Vurduğunda cihân şâhının esirine benziyor.) (Bizi kimsenin ölüler âlemi kadar bile anlamadığını bilir de, o İsâ gibi dudakları can veren sevgili âşıkları niçin hiç anmaz.) GAZEL 4 Fâ’ilâtün/ Fâ’ilâtün/ Fâ’ilâtün/ Fâ’ilün Kanda bir gam yârsuz kala benümle yâr olur Harâbât ehline rûz-ı hesâbı anma ey vâiz Bir belâ kim sâhibin bulmaz bana gamhâr olur Bizüm hergiz bu varlık defterinde adumuz yokdur (Nerede bir üzüntü, keder dostsuz kalsa, benimle dost olur. (Ey öğüt veren! Meyhânede oturup kalkanlara kıyâmetteki Nerede sâhibini bulamayan bir belâ olsa, gelir bana ders hesap gününü hiç anma. Bizim bu varlık defterinde adımız, ortağı olur.) şanımız hiç geçmez.) İstesem bir çare bin nâ-çarlık yüz gösterür Toğup kumrî-sıfat biz andan tavk-ı mahabbetle Vüs’at istersem geniş dünyâ başuma târ olur Esîr-i hayd-ı derd ü mihnetüz âzâdumuz yokdur (Derdime bir çâre arasam bin türlü çâresizlik yüzünü (Biz, kumru gibi, anamızdan boynumuzda aşk halkasıyla gösterir. Biraz ferahlamak istesem, bu koca dünyâ başıma doğmuşuz. Bunun için dert ve keder bağının tutsağıyız. dar olur.) Kurtulup, serbest kalma umudumuz da yok.) Her har-ı nâdân içün pâ-bend olan zilf-i siyâh Mukarrer şâir-i şîrîn- zebânuz Nev’iyâ ancak Bana gelse mürg-i cân sayd etmek içün mâr olur Bu devr içinde bir şöhret verür Ferhâd’umuz yokdur (Her câhil eşeğin ayağını bağlayan sevgilinin o kara saçı, (Ey Nev’î. Şüphesiz biz, tatlı dilli bir şâiriz ama bu devirde Bana gelince can kuşunu avlamak için bir yılan hâline Bizi üne kavuşturacak bir Ferhad’ımız yok.) gelir.) GAZEL 6 Tâli’ümde hak tasavvur kıldugum bâtıl çıkar Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün Rişte-i tevhîd olan halka bana zünnâr olur Senun mahzûnun olmak bana şâdân olmadan yegdûr (Tâlihsizliğimden bütün doğru bildiklerim yanlış çıkar. Gamunla aglamak illerle handân olmadan yegdür Başkalarına birlik ipliği olan bana zünnâr olur) Senin yüzünden mahzun olmak benim için mutlu olmaktan, Gamınla ağlamak başkalarıyla gülüp eğlenmekten yeğdir. Bâr-ı ümmîdin kesüp Mansûr-beş bu bağdan Nev’iyâ ber-dâr olan ma’nîde ber-hurdâr olur Cihanûn izz ü câhin böyle iz’ân eyledüm ben kim (Nev’î Mansûr gibi bu dünyâ bağının umut yükünden İşigûnde kul olmak dehre sultân olmadan yegdür. kurtulan, görünüşte darağacında asılsa da aslında Cihânın ululuk ve yüceliğini ben şöyle anlıyorum; murâdına ermiş olur.) Eşiğinde kul olmak kâinâta sultân olmaktan yeğdir. GAZEL 5 Düşüp kûy-ı harâbât içre sûfi kâse-lîs olmak Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün Serîr-i devlete fağfûr u hâkaan olmadan yegdür Belâ dildendür ol dildâr elinden dâdumuz yokdur Düşüp harâbât köyü içinde çanak yalayan sûfî olmak Gönüldendür şikâyet kimseden feryâdumuz yokdur Devlet tahtına sultân olmaktan yeğdir. (Bela gönülden geliyor; o sevgilinin yüzünden bir şikâyetimiz yok. Bizim şikâyetimiz kendi gönlümüzdendir; Cihân-ı bî-sebatun rağmına devr itdürüp câmı başka kimseden şikâyetçi değiliz.) İçüp lâ-ya’kul olmak şâh-ı devrân olmadan yegdür Dönek dünyâya rağmen kadehi elden ele dolaştırıp çeyre’ Akıl kaydından kurtulmak, dünya pâdişâhı olmaktan yeğdir Niçün aşk ehlini yâd etmez ol lâ’l-i Mesîh-âsâ 67 Şarâb-ı aşk ile Nev’î gibi mest-i müdâm olmak İdüp izhâr-ı şevkat gösterüp meyl ü mahabbetler Bakup bu ni’met-i dünyâya hayrân olmadan yegdür Görünmez derde uğradup gözüm hûn eyleyen dilber. Aşk şarâbıyla Nev’î gibi sürekli sarhoş olmak Bana şevkat gösterip meyl ve muhabbet eden Bu dünyâya bakıp hayrân olmaktan yeğdir Sonrada görünmez derde uğradıp gözümü kan eden dilber GAZEL 7 Bana evvel seni lûtfumdan arturmam diyüp âhır Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün Karâr u sabrum eksüp derdüm efzun eyleyen dilber Geldümse n’ola ben şuarâ devrine âhır Önceleri bana seni lûtfumdan uzak tutmam Âdet budur âhırda gelür bezme ekâbir Deyip sonra da karar ve sabn mı azaltıp derdimi arttıran Ben bu şairler toplantısına en son geldimse ne çıkar dilber. Âdet budur, büyükler toplantıya en son gelirler. (Devr kelimesinin zaman, dünya, baht anlamları yanında Tutup cevr eylemekte devr usûlin âşk-ı zâra kadeh anlamı da vardır. Toplantılarda çepeçevre oturulur. Beni inletmeyi ney gibi kaanûn eyleyen dilber Kadeh elden ele dolaştırılır.) Ben ağlayup inleyen aşığa ezâ cefâ etmek için Devrin usêullerini uygulayıp, beni ney gibi inletmeyi kaanûn Sâfî zarar vermez sana etfâl ile sohbet hâline getiren dilber. Gam çekme girür cennette erbâb-ı sagâ’ir Nev’îye bazen yüzünü bazan da saf sineni Ey sofi! Küçük çocuklarla görüşmek sana zarar getirmez. Gösterip benim halimi günden güne değiştiren dilber meded Üzülme, küçük günahları olanlarda cennete girerler. elinden! Ey meh n’ola şehbâz-sıfat tutsan el üzre GAZEL 9 Şehründe bizüz şimdi gözi boğlu müsâfir. Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Ey ay yüzlü güzel, şimdi senin şehrinde gözü bağlı garip Âşıkuz dîvâneyüz bağ ile gülzâr isterüz misafirler biziz doğan kuşu gibi bizi el üstünde tutsan ne Bir güle bağlanmışuz illâ ki bî-hâr isterüz. olur. Âşıkız, deli divâne olmuşuz bağda, bahçede Eğlenmek isteriz. Bir güle bağlanmışız ama ille de dikensiz Hiç neyleyeyin bu dil-i âvâreyi bilmem olsun isteriz. Ne vuslata kâdir sana ne fûrkata sâbır Bu başıboş gönlümü ne yapayım bilmem; Şâm-ı hecri mihr-i ruhsâriyle rûz-ı id eder Ne kavuşmağa gücü yetiyor ne de ayrılığa dayanabiliyor. Âşıkun kadrin bilür âlemde bir yar isterüz Ayrılık akşamını, yanağının güneşini gösterip bayram N’etsün ya güzel sevmeyüp Allah’ı seversen gününe döndüren; Nev’î gibi bir rind husûsâ ola şair Yâni dünyada âşıkının değerini bilen bir sevgili isteriz. Nev’î gibi bir rind özellikle şâir de olursa, Söyle Allahını seversen; güzel sevmeyip de ne yapsın! Gül gibi her gördüğı hâr u hasa yüz vermeyüp Nâil-i ehl-i heva bir serv-reftâr isterüz GAZEL 8 Gül gibi her gördüğü çalı çırpıya yüz vermeyen, gerçek Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün Âşıklara düşkün selvi yürüyüşlü bir güzel isteriz Meded ey gönlümi sihir ile meftûn eyleyen eyleyen dilber Alup aklum beni aşk ile Mecnûn eyleyen dilber Kasd ederse gerd-i râhın görmege çeşm-i rakîb Ey benim gönlümü sihirle büyüyen aklımı alıp Sürmeyi gözden silerbir şûh-ı ayyâr isterüz Beni aşkıyla mecnûna çeviren dilber. 68 Yabancının gözü ayağının tozunu görmeğe kalksa, gözünden sürmeyi çeken, aldatıcı bir sevgili isteriz. Kât eyle âşinâluğum andan ki gayrdur Ancak öz âşinâlarun et âşinâ mana Hatt-ı bâkî bulmağa gülzâr-ı fânîden bugün Kendinden başka herşeyle benim ilgimi kes Allah’ım! Nev’iyâ sâgar sunar bir lâle-ruhsâr isterüz Yalnızca gerçek tanıdıklarını bana tanıt. Ey Nev’i! Bu geçici dünyâ gülbahçesinden ölümsüzlüğe Giden yolu bulmak için, şarap sunan bir lâle yanaklı güzel Bir yirde sâbit et kadem-i itibârumu isteriz. Kim rehber-i şeri’at ola muktedâ mana Allah’ım, benim kararsız, hareketli ayağımı bir yerde GAZEL 10 durdur. Şeriatın rehberi Hz. Muhammed (s. A. V.) benim yol Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün görstericim olsun. Seni kavlinde yalan derler idi gerçek imiş Ben inanmazdum inan derler idi gerçek imiş Yoh mende bir amel sana şâyeste âh eger Seni sözünde durmaz derlerdi gerçekmiş, ben inanmazdım A’mâlüme gore vere adlün cezâ mana İnan derlerdi doğruymuş Allah’ım, bende sana yaraşan hiçbir iş yok. Eğer adâletin beni yaptığım işlere gore cezalandıracaksa vay hâlime. Seni dünyâ gibi yalancı vü yüze gülici Bilmez ol ahd ü amân derler idi gerçek imiş Havf ü hatâda muztaribem var ümîd kim Senin için o dünyâ gibi yalancı ve yüze gülücü, sözde Lûtfun vere beşâret-I afv-ı hatâ mana Durmak nedir bilmez derlerdi, gerçekmiş Hata işleme korkusundan hep üzüntü içindeyim. Allah’ım, senin iyiliğin bana hatâlarımın bağışlanacağı müjdesini vereceğini umuyor, buna güveniyorum. Su gibi alçağa vü ok gibi yabana düşüp Gözlemez nâm u nîşân derler idi gerçekmiş O, su gini alçağa ok gibi yabana düşüp nâm nişan gözlemez Men bilmezem mana gereğin sen hakîmsen derlerdi doğruymuş. Men ‘eyle verme her ne gerekmez sana mana Allah’ım, ben bana ne gerektiğini; neyi yapıp neyi ‘İd-i hüsnin geçürüp kadrini bilmezler ile yapmamam gerektiğini bilemiyorum. Sen herşeyi görür ve Anlamaz kadr ile şân derler idi gerçek imiş bilirsin: bana ne gerekiyorsa onu bana yaptırma, engel ol. O, güzellik bayramını değerbilmezler ile geçirir Kadir kıymetten anlamaz derlerdi gerçekmiş. Oldur mana murâd ki oldur sana murâd Hâşâ ki senden özge ola müdde’â mana Gözi hûnîlere vü gamzesi tâtârlara Allah’ım, benim istediğim ancak senin istediğindir. Asla, Bir olur yahşı yaman derler idi gerçek imiş senden başka ve senden farklı bir şey isteyemem. Onun gözü kanlılarla, yanbakışı tatarlarla beraber olup Yaman biridir derlerdi, dedikleri gibiymiş. Habs-I hevâda koyma Fuzûlî sıfat esîr Yâ Rab hidâyet eyle tarîk-I fenâ mana Fuzûlî Allah’ım beni Fuzûlî gibi arzu ve hevesler içinde hapsedip GAZEL 1 bunların tutsağı etme. Doğru yolu bulmamda bana yol Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün gösterici ol, beni yok olma yoluna eriştir. Yâ Rab hemîşe lûtfunı kıl rehnümâ mana Gösterme ol tarîki ki yetmez sana mana GAZEL 2 Allah’ım! İyiliğini, bağışını bana her zaman yol gösterici, Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün önder yap. Sana ulaşmayan yolu bana gösterme. Cânumun cevheri ol lâ’l-I güher bâra fedâ 69 Ömrümün hâsılı ol şîve-I reftâra fedâ Hiç düşmen eylemez anı ki etdüm men mana Canımın cevheri o inci saçan yâkut dudaklara fedâ olsun Bir dosttan öğüt almadan ben kendimi aşk âlemine attım. Ömrümün varı yoğu o yürüyüşteki naza, edaya fedâ olsun. Hiç bir düşmanın yapamayacağını ben kendime yaptım. Derd çekmiş başum ol hâl-I siyeh kurbânı Cân ü ten oldukça menden derd ü gam eksük değül Tâb görmüş tenüm ol tura-I tarrâra fedâ Çıhsa can hâk olsa ten ne can gerek ne ten mana Dertler çeken başım o kara benim kurbanıdır. Acılar içinde Bu canım ve vücûdum bende oldukça derdim, üzüntüm kıvranan bedenim o gönüller avlayan saça fedâ olsun. eksilmiyor. Can çıksın vücudumdan da toprak olsun; bana ne can ne vücud gerek. Gözlerümden dökülen katre-i eşkümden güheri Lebleründen saçılan lû’lû şehvâra feda Vasl kadrin bilmedin firkat belâsın çekmedin Gözlerimden dökülen gözyaşı damlarının incise, senin Zulmet-I hecr etdi çoh tarîk işi rûşen mana dudaklarından dökülen iri değerli incilere fedâ olsun. Buluşmanın değerini bilmeden, ayrılığın üzüntüsünü çekmeden ilâhî sevgiliden ayrılığın karanlığı acısı bana çok karanlık işi aydınlattı. Çâk-I sînemde olan kanlu ciğer pâreleri Mest çeşmünde olan gamze-I hûn-bâra fedâ Paramparça gönlümdeki kanlı ciğer parçaları sarhoş Dûd u ahkerdür mana serv ile gül ey bâğbân görünen kanlar saçan bakışına fedâ olsun N’eylerem men gülşenî gülşen sana külhan mana Ey bahçıvan! Senin gülbahçendeki selvi ağacın ve gülün Pâre pare dil-i mecrûh –ı perîşânumdan bana duman ve ateş gibi gelir. Ben gülbahçesini ne Ser-i kûyunda gezen her it e bir pare fedâ yapayım? Gülbahçesi senin olsun, bana külhan yetişir. Perîşan, yaralı, parça parça olmuş gönlümden senin bulunduğun yerlerde dolaşan her köpeğe bir parça fedâ Gamze tîğin çekdi ol meh olma gâfil ey gönül olsun. Kim mukarrerdür bu gün ölmek sana şîven mana Ey gönül! O ay yüzlü güzel keskin yanbakış kılıcını çekti. Cân u dil kaydını çekmeden özüm kurtardum Sakın dalgın bulunma. Bugün senin ölmen benim de başında Cânı cânâneye etdüm dili dildâra fedâ yas tutup ağlamam kararlaştırılmış. Cânı sevgiliye, gönlümü gönüller alan güzele fedâ ederek, canımı ve gönlümü düşünüp üzülmekten kendimi kurtardım. Ey Fuzûlî çıhsa can çıhman tarîk-I aşkdan Reh güzâr-ı ehl-i aşk üzre kılun medfen mana Ey Fuzûlî nola ger saklar isem cân-ı azîz Ey Fuzûlî! Canım çıksa ölsem de bu aşk yolundan ayrılmam. Vakt ola kim ola bir şûh-ı sitemkâra fedâ Bana öldüğümde âşıkların gelip geçtiği yol üzerinde bir Fuzûlî! Canımı azîz tutup saklıyorsam şaşırmayın. Bir gün mezar yapın. gelir de onu bir sitemle güzele feda ederim diye saklıyorum. GAZEL 4 GAZEL 3 Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Gam diyârında ecel peyki güzâr etmez mana Dôstum âlem senünçün ger olur düşmen mana Yoh sanur varum meger kim itibâr etmez mana Gam değül zîrâ yetersen dôst ancak sen mana Gam ülkesinde ecel habercisi benim yanıma uğramaz. Her Dostum, eğer senin yüzünden herkes bana düşman olsa halde benim varlığımı yok sanıyor ki bana bakmıyor. üzülmem. Çünkü dost olarak yalnız sen bana yetersin. Yâr cevr etmez mana ağyâr ta’lim etmedin Billah ağyâr eyleyen ihsânı yâr etmez mana Aşka saldum men meni pend almayup bir dôstdan 70 Düşmanlarım öğretmezse sevgilim bana eza cefâ etmiyor. Gönlü kırık olan bende keşke bin can olsaydı da her biriyle Vallahi dostun yapmadığı iyiliği bana düşman yapıyor. sana bir kez daha kurban olsaydım. Dağıdur her lahza berk-I ayşumı âhum yeli Aşkunda mübtelâluğumı ayb eden sanur Hansı nâhak zulmdur kim rûzgâr etmez mana Kim olmak ihtiyâr iledür mübtelâ sana Âhımın yeli hayatımın yapraklarını oraya buraya savuruyor. Senin aşkın yüzünden düşkünlüğümü ayıplayanlar, sana Hangi haksız bir zulüm vardır ki felek onu bana yapmasın. tutkun olmamın benim isteğime bağlı olduğunu sanıyorlar. Aşk zevkıyle hoşem terk-I nasîhat kıl refik Ey dil ki hecre dözmeyüp istersen ol mehi Men ki tiryâkî mizâcem zehr kâr etmez mana Şükr et bu hale yohsa gelür bir belâ sana Dostum, ben aşk derdinden memnunum bana öğüt vermeği Ey gönül! Ayrılığa dayanamayıp o ay yüzlü güzeli istersin. bırak. Ben tiryaki yaradılışlıyım. Bana zehir etki etmez. Bu haline şükret yoksa sana daha beter bir belâ gelir. Çarhdan aşurmadın yâdunla âh-ı âteşîn Ey gül gamunda eşk ruh-ı zerdüm etdi âl Kadr edüp gerdûn şererden zer nisÂR etmez mana Bildürdi ola sûret-i hÂlum sabâ sana Seni anarak ateşli âhımı gökyüzünden aşırmadan felek Ey gül yüzlü sevgili! Senin gamını çekerken dökdüğüm göz değer verip bana kıvılcımlarından altın saçmaz. yaşları san yanağımı kırmızıya boyadı. Acaba sabah yeli bu halimi sana bildirdi mi? Nakd-ı cân târâc-ı gamdan sahlamak duşvârdur Aşk tâ seng-I melâmetden hisâr etmez mana Düşmez çü şâh kurbı Fuzûlî gedâlara Aşk, ayıplama taşından benim çevremde bir kale yapmazsa Ol şehden iltifât ne nisbet mana sana can parasını gamın yağmasından saklamak güçtür. Fuzuli! Şahlara yaklaşmak dilencilere düşmez. Bu yüzden o sultan sevgilinin benim senin gibilere bakması ne mümkün. Yâd-ı lâ’lünle Fuzûlî gözleyüp râh-ı adem Var bir tedbîri ammâ âşikâr etmez mana GAZEL 6 Fuzûlî dudağını anarak yokluk yolunu gözleyip bir tedbir Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün düşünüyor ama bana açıklamıyor. Ol ki her sâ’at gülerdi çeşm-i giryânum görüp Ağlar oldu hâlüme bî-rahm cânânum görüp GAZEL 5 Her zaman ağladığını görüp bana gülen acımasız sevgilimi Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün görünce halime acıyıp ağlamaya başladım. (Beyitten bana Ey bîvefâ ki âdet olupdur cefâ sana gülen sevgilimi görünce bana aşık oldu ve benim gibi Bi’llâh cefâdur olma dimek bîvefâ sana ağamaya başladı anlamıda çıkıyor) (Fuzuli’nin kıyametin Ey sözünde durmayan vefâsız sevgili! Aşıkı incitmeyi Âdet kopmasını durdurmaya çalıştığı görünüyor.) edinmişsin. Vallahi sana olma demek seni incitmek olur. Eyleyen ta’yîn-i eczâ-yı müdâvâ derdüme Geh nâz ü geh kirişme vü geh işvedür işün Terk edüp cem etmedi hâl-i perîşânum görüp cânın sevenler olmasa yeğ âşînâ sana Hastalığını iyileştirmek için ilaçları belirleyen doktor Sevgilim işin bazan naz bazan işve bazan da cilve halimin perişanlığını görünce bunları birleştirip ilaç yapmaktır. Canını rahatını sevenler seni hiç tanımasalar hazırlamayı bıraktı. (Eskiden doktor ve eczacı aynı kişiydi. daha iyi olur. Önce hastalığı belirler ve ilacını da hazırlar verirdi. Fuzûlî’nin hastalığı aşk derdi olduğundan ve iyileşme Min cân olaydı kâş men-i dil şikestede umudu kalmadığından ilaç vermekten vazgeçmiş çünkü aşk Tâ her biriyle bir kez olaydum fedâ sana derdine ilaç verilmezmiş.) 71 Dağınık saçlarını görünce gönlüm açılır. Gonca dudağını Lâle-ruhlar göğsümün çâkine kılmazlar görünce nutkum tutulur, ağzımı açamam. (Gönlün açılması, Nazar hîç bir rahm eylemezler dâğ-i hicrânum görüp ferahlaması, sevinmesi demektir. Ayrıca âşıkların gönülleri Gelincik gibi kırmızı yanaklılar göğsümün parça parça sevgilinin saçına bağlı kıvrımlarında, tellerinde veya oluşuna bakmazlar bile ayrılık yaramı gördükleri halde hiç düğümlerindedir. Saç rüzgardan dağılınca yada taranınca mi hiç acımazlar. gönüller de dağılır. Sevgilinin ağzı rengi şekli küçük ve kapalı olması ile goncaya benzetilir. Gülen ağza açılan Dut gözin ey dûd-i dilçerhün ki devrin terk edüp ağızdır. Konuşurken de ağız açılır. Aşığın nutkunun tutulup Kalmasun hayretde çeşm-i gevher-efşânum görüp konuşması sevgilinin gülümseyip konuşması karşısındaki Ey yanan gönlümün dumanı gökyüzünün gözünü kapa incini sevinç ve hayranlıktan doğan şaşkınlıktandır. Çünkü sevgili gibi gözyaşı döken gözümü görüp şaşırarak dönmesini ne ona güler ne de onunla konuşur. Ayrıca bırı karsısında bırakmasın. (Aşıkların yanan gönüllerinin dumanı konuşurken susar.) gökyüzüne yükselir. Göğün gözü güneştir. Güneş gözyaşı incilerinin kendinden parlak olduğunu görünce şaşırıp Bahdıkça sana kan saçılır dîdelerümden kalacaktır. Güneşin durması kıyametin kopmasıdır. Güneş Bağrum delinür nâvek-i müjgânını görgeç üç gün olduğu yerde kalacak ve dördüncü gün batıdan Sana baktıkça gözlerimden kanlı gözyaşları saçılır. doğup ayla birleşecek ve batıdan batacaktır. Fuzûlî Kirpiklerinin okunu görünce bağrım delinir. kıyametin kopmasını durdurmaya çalışır gibi görünüyor.) (Sevgilinin yanakları ve dudakları kırmızıdır. Aşık bakınca bunları görüyor ve kanlı gözyaşları döküyor. Kirpikleri de Pertev-i hurşîd sanman yerde kim devr-i felek oka, kılıca benzetilir. Ve aşığın gönlüne saplanır. Delik Yere urmış âfitâbın mâh-ı tâba^num görüp deşik eder.) Güneşin ışığını yere vurmuş sanmayın; dönen gökyüzü benim ay yüzlü sevgilimi görüp güneşini yere çalmış. Ra’nâlığ ile kamet-i şimşâdı kılan yâd (Güneşin batışı bir hüsn-i ta’lil sanatıyla anlatılmış bir Olmaz mı hacîl serv-i hırâmânını görgeç yandan ay doğarken ufukta güneş kayboluyor. Gök Şimşir ağacının boyunun güzelliğini anıp onu öven, senin sevgilinin ay yüzünün güneşten parlak olduğunu görünce salınan servi ağacı gibi boyunun güzelliğini uzunluğunu kızgınlığından bunu yapmış. Öfkeli insanın yüzü kızarır.) görünce uzunluğunu görünce bu düşüncesinden utanmaz mı? (Şimşir ağacı selvi ağacı gıbı fala boylu bır ağaç Suda aks-i serv sanman kim koparup bâğbân değildir. Ayrıca selvının salınmasından da sözedilmiş. Suya salmış servini serv-i hırâmânum görüp Salınmak, aynı zamanda naz ve edayla yürümektir. Halbuki Selvi ağacının aksi suya vurmuş sanmayın bahçıvan şimşir ağacı yerinde duruyor.) sevgilimin selvi gibi uzun boyunu görüp kıskançlığından kendi ağacını koparıp suya atmış. Çoh aşka heves ideni gördüm ki hevâsın Terk itdi senin senün âşk-ı nâlânını görgeç Ey Fuzûlî bil ki ol gül-ârızı görmüş degül Aşka çok heves edeni gördüm ama senin ağlayıp inleyen Kim ki ayb eyler menüm çâk-i girîbânum görüp aşığının halini görünce aşık olmaktan vazgeçti. Ey Fuzûli! Benım yakamı yırtığını görüp ayıplayan kimse bil ki, o gül yanaklı sevgilimi görmemiştir. Kâfir ki değül mu’terif-i nâr-ı cehennem İmâna gelür âteş-i hicrânını görgeç GAZEL 7 Cehhenem ateşine inanamayan kafir senin ayrılığının ateşini Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün görünce imana gelip inanır. (Sevglinin ayrılığında çekilen Gönlüm açılır zülf-i perûşânını görgeç acı, üzüntü cehennem ateşine benzetilmiş. Beyitte sevgilinin Nutkum dutulur gönce-i handânını görgeç ayrılık ateşinin fazlalığını görünce cehennem ateşine râzı 72 olur ve ayrılık ateşibu kadar yakıcı olunca cehennem Rahm idüp bir kez mana bahmaz bu istiğnaya bah ateşinin ne derecelere varacağını düşünür, anlamları var.) Onun aşkından ayna gibi keçe örtündüğümü bildiği halde acayıpbır kez bile bana bakmıyor. Sevgilinin şu nazlanışına Nâzüklük ile gonce-i handânı eden zike bak. Etmez mi hayâl lâ’l-i dür efşânını görgeç Bahçede açılmış goncanın güzelliğini inceliğini anlatıp Sînemi çâk eyle gör dil ıztırâbın aşkdan öven, senin inci saçan yakût renkli, ağzını görünce bu Revzen aç her dem hevâdan mevc uran deryaya bah düşüncesinden utanmaz mı? Göğsümü yırtıp aşktan gönlümün çektiği acıları gör pencereyi açıp her zaman rüzgardan dalgalanan denize bak. Sen hâl-i dilün söylemesen n’ola Fuzûlî İl fehm kılur çâk-i girîbânunı görgeç Ey diyen kim şâm-ikbâlün ne yüzden firedür Fuzulî, sen gönlümün hâlini görünce söylemesen ne olur? Sâye salmış aya ol gîsû-yı anber-sâya bah Herkes yakanın yırtığını görünce, hâlinin ne olduğunu zaten Ey mutluluk aksamın neden karanlıktır diyen baksana o anlar. anber kokulu saç ayı gölgelemiş. GAZEL 8 Ey Fuzûlî her nice men eylese nâsıh seni Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Bahma anun kavline bir çehre-i zîbâya bah Reng-i rûyundan dem urmuş sâgar-i sahbâya bah Fuzûli ! Öğüt veren hoca ne kadar yasaklarsa yasaklasın, Âfitâb ilen kılur da’vî dutulmuş aya bah onun sözüne bakma; sen yine güzel bir yüze bak. (Kırmızı şarabın kadehine bak, yüzünün renginden sözedip öğünüyor. Şu tutulmuş aya bak, güneşle güzellik yarışına GAZEL 9 çıkmış. (Dem urmak sözü söz etmek ve kan fışkırmak Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün anlamındadır. İkinci anlamda kadehin yüzünün sevgilinin Leblerün tek lâ’l ü lâfun tek dür-i şehvâr yoh yüzünün rengini kıskandığı için kıpkırmızı kesildiği Lâ’l ü gevher çoh lebün tek la’l gevher-bâr yoh söylenmiş.) Dudakların gibi kırmızı yakut sözlerin gibi iri ve değerli inci yok. Dünyada yakut ve inci çok ama, inci saçan yakut yok. Şem’başından çıharmış dûd-ı şevk-ı kâkülün Böyle kûteh ömr ile ile başındaki sevdâya bah Senden itmen dâd cevrün var lûtfun yoh diyüp Mum senin saçının aşkının dumanını başından çıkarmış. Mest-i zevk-i şevkunam birdür yanımda var yoh Böyle kısacık ömrüyle başıdaki sevdaya bak. (Mum insana Senden cefa cok, iyiliğin yok diye şikayet etmem. Aşkının benzetilir. Beyaz mum kısmı insanın vücudu alevi yüzü zevkinden sarhoş olmuşum benım için var yok ikisi de birdir. dumanı saçı fitili de camdır. Mumun ömrü gerçekten kısa bir , iki saattir.) Kime izhâr eyleyem bilmem bu pinhân derdi kim Ey selâmet ehli ol ruhsâra bahma zinhar Var yüz min derd-i pinhân kudred-i izhâr İhtirâz eyle melâmetden men-i rüsvâya bah Bu gizli derdi kime açayım, bilmem ki? Yüz binlerce gizli Ey aşık olmadığı için dertsiz kedersiz rahat olan kişi sakın derdim var açıklamaya yüzüm yok. sevgilinin o yanağına bakma. Benim rezil halime bakıp ibret al da herkesin ayıplamasından çekin. (Fuzuli ayrıca Devr sermest-i şarâb-ı gaflet itmiş âlemi sevgilinin yanağına kendinden başkasının bakmasını Munca sermestün temâşâsına bir hûşyâr yoh istemiyor.) Dünya herkesi dalgınlık şarabının sarhoşu yapmış. Bu kadar sarhoşu seyredip de ibret alacak kimse kalmamış. Bildi aşkında nemed-pûş olduğum âyîne-veş 73 Halkı medhûş eylemiş hâb-ı şeb-i tûl-i emel Saçına ya yel değip dağıtır yahut o da kendı haline Subh tahkîki alâmâtına bir bîdâr yoh bırakmayıp candan elden ele dolaştırır. Uzun emel gecesinin uykusu bütün halkı şaşırtmış, kendini bilmez hale getirmiş. Sabahın işaretlerini gözleyecek bir Eyle uşşâka cefâlar ki vefâlar göresen uyanık kalmamış. Sanma kim zayî olur eyledügün ihsânlar Aşıklara cefa eziyet et ki karşılığında sadakat göresin. Yaptığın iyiliklerin boşa gideceğini sanma. Sûreti zîbâ sanemler yoh demen büthânede Vâr çoğ ammâ bir sana benzer büt-i hunhâr yoh Evet, kilisede yüzü güzel putlar, resimler yok denemez. Çok Sorma zühhâda Fuzûlî reh ü resmin aşkun vardır ama, sana benzeyen kan içici, merhametsiz bir put Ne bilürler reviş-i ehl-i hıred nâdânlar yoktur. Fuzûlî! Aşkın yolunu, usûlünü ham sofulara sorma. Câhiller akıllıların yolunu yordamını ne bilsin? Ey Fuzûlî sehldür her gam ki gamhârı ola Gam budur kim mende min gam var bir gamhâr yoh GAZEL 11 Ey Fuzûlî! Bir dert ortağı olduğu zaman her dert insana Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün kolay gelir. En büyük derdim şu: bende bin dert var, bir dert Ezel kâtıbleri uşşak bahtın kare yazmışlar ortağı yok. Bu mazmûn ile hat ol safta-i ruhsâre yazmışlar Ezel toplantısının katipleri aşıkların bahtını kara yazmışlar. GAZEL 10 Bunun gizli anlamını sevgilinin yanağına tüy şeklinde Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün yazmışlar. (Aşıkların sevgilinin yüzündeki tüylere aşık Lâhza lâhza lebün anup edicek efgânlar olacakları ta ezelde yazılmış. Bunun içinde bahtları kara.) Katre katre saçılur dîdelerümden kanlar Her an dudağını anarak feryatlar ettikçe, gözlerimden Havâs-i hâk-i pâyun şerhini tahkîk idüp merdüm damla damla kanlar saçılır. Gubâr ilen beyâz-ı dîde-i hûn-bâre yazmışlar Senin ayağının toprağının özelliklerini özelliklerini ayırıp Katre katre deme kandur ki çıhar çeşmümden inceleyen insanlar bunu gubar yazısı ile kanlı gözyaşları Dembedem gönlüm odıyla eriyen peykânlar döken gözün beyazına yazmışlar. (Merdum insan ve Gözlerimden damla damla kanlar çıkıyor deme, bunlar her gözbebeği gubar toz ve toz gibi ince bir yazı türü. Sevgilinin zaman gönlümün ateşinde eriyen senin yanbakış oklarının ayagının topragı aşıkların gözüne sürmedir. Aşıklar ayak temrenleridir. toprağını incelerken gözlerini toz kaçmış. Toz kaçan göz kanlanır hastalanır. Hasta göze de ilaç olarak sürme çekilir.) Kaşlarun yayına meyl eyleyeli cân ü gönül Dün ü gün men bilürem kim ne çekerler anlar Canım ve gönlüm kaşlarının yayına tutulduğundan beri, ben Gülistân-ı ser-i kûyun sıfâtın bâb bâb ey gül bilirim onların gece gündüz neler çektiklerini. Hat-ı reyhân ile cedvel çeküp gülzâre yazmışlar Ey gül yüzlü sevgili! Senın bulunduğun gül bahçesine Açma kâkül girihin başun içün görme revâ benzeyen yerin özelliklerini bölüm bölüm fesleğenden Ki perîşân olalar bir nice sergerdânlar tarhlar çekerek gülbahçesine yazmışlar. (Reyhan fesleğen ve Başın için saçının düğümünü açma! Saçına bağlanmış bir bir yazı türüdür.) nice başı dönmüş gönlün perîşân olmalarına izin verme. İki satr eyleyüp ol iki mey-gûn lâ’ller vasfın Yel değer zülfüne yâ koymayup öz hâli ile Görenler her birin bir çeşm-i gevher-bâre yazmışlar Gezdürürler anı elden ele her dem cânlar 74 Şarap rengindeki o iki dudağı görenler her birinin Senün mihr ü vefâ gösterdüğün ağyâra çoh gördüm niteliklerini iki satır halinde inci saçan bir göze yazmışlar. Galatdur kim seni bî-mihr ohurlar bîvefâ derler (Dudakların renkleri kırmızı olusundandır. İnci gibi söz Senin yabancılara sevgi ve vefâ gösterdiğini çok gördüm. söyleyip, diş göstermeleri hatta görünmez oluşlarıdır. Göz Bu yüzden sana merhametsiz ve vefâsız demeleri yanlıştır. ağlayınca yani inci saçınca kızarır. Dudakların küçüklüğü de görünmez oluşu ile anlatılır.) Sana derler büt-i Çin zülfüne zünnâr söylerler Zihî îmânı yohlar küfr söylerler hatâ derler Girüp büt-hâneye kılsan tekellüm can bulur şeksüz Sana Çin resmi diyorlar. Saçını da papazların zuzun Ne sûret kim der ü dîvâre yazmışlar kuşağına benzetiyorlar. Ne îmansız şeyler: günâha Sevgilim kiliseye bir girip konuşsan, kuşkusuz ressamlarım giriyorlar, hatâ ediyorlar. duvarlara ve kapılara yaptıkları resimler canlanır. (Konuşmak nefesle can vermek Hz. İsa’nın mucizesidir. Mana derlerdi evvle bir melekdür sevdüğün hâlâ Sevgilinin resimlerini canlandırması mübalağadır. Bunu Görenler meni fakîre gökden inmiş bir belâ derler hafifletmek için konuşsan denmiş. Aslında Müslümanlar Eskiden bana “senin sevdiğin bir melektir” derlerdi. Şimdi kilisede konuşmaz ve girmezdi.) sevgilimi gördükten sonra, ben zavallı için gökten inmiş bir belâ olduğunu söylüyorlar. Muharirler yazanda her âlemde bir rûzî Mana her gün dil-i sad-pâreden bir pâre yazmışlar Mâriz-I aşk akd-i zülfün eyler ârzû zîrâ Katipler herkese dünyadaki bir günlük rızklarını yazarken Mu’âlicler bu mühlik derde müşkildür devâ derler bana her gün bin parça olmuş gönlümün bir parçasını Aşk hastası, saçının düğümünü istiyor, çünkü doktorlar bu yazmışlar. öldürücü aşk hastalığını iyileştirmenin çok güç olduğunu söylüyorlar. Yazanda Vâmık u Ferhâd ü Mecnûn vasfın ehl-i derd Fuzûlî adını gördüm ser-i tûmâre yazmışlar Fuzûlî âşıka derler olar kim terk-i aşk eyle Aşk dertlileri Vamık Ferhad ve Mecnun’un niteliklerini Demezler mi hatâ tağy^İr kıl hükm-I kazâ derler yazdıkları zaman Fuzuli adını defterin en başına Fuzûlî! Âşıka, bu aşkı bırak diyenler, acaba Tanrı’nın yazdıklarını gördüm. hükmünü değiştir demekle hatâya düşmüyorlar mı? GAZEL 13 GAZEL 12 Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün Cânı kim cânânı içün sevse cânânın sever Demiş her gonceye âşıklığum râzın sabâ derler Cânı içün kim ki cânânın sever cânın sever El ağzın dutmak olmaz korharam ey gül sana derler Kim canını sevgilisini düşünerek sevse sevgiliyi sevmiş olur. Sabah yeli gizli tuttuğum aşkımı bütün goncalara söylemiş. Kim sevgilisini keni canı için sevse o, canını sevmiş olur. El ağzı tutulmaz; ey gül yüzlü sevgili, korkarım goncalar bu sırrı sana da söyleyecekler. Her kimün âlemde mikdârıncadur tab’ında meyli Men leb-I cânânumı Hızr Âb-ı Hayvân’ın sever Esîr-i derd-i aşk u mest-I câm-ı hüsn çoh ammâ Dünyâda herkesin isteği yaradılışındaki değer yargısına Bizüz meşh’ur olan Leylî sana Mecnun mana derler göredir. Ben sevgilinin can veren dudağını severim. Hızır Aşk derdinin tutsağı ve güzellik kadehinin sarhoşu çoktur ölümsüzlük suyunu ister. ama, asıl tanınmış olan biziz: Sana Leylâ bana da Mecnûn Başa dem düşdükçe taksîr eylemez eyler meded diyorlar. Ol sebebden muttasıl çeşmüm ciger kanın sever 75 Başa kan çıktıkça, gecikmeden hemen yardım eder. Bu Nazlanarak âşıklardan eteğini çekip, ilgini kesme. Eteğine yüzden gözüm ciğer kanını sever. sarılan ellerin onu bırakınca göklere açılmasından çekin. Müşg-i Çîn âvâre olmuşdur vatandan men kimi Gözlerüm yaşın görüb şûr etme nefret kim bu hem Hansı şûhun bilmezem zûlf-i perîşânın sever Ol nemekdendür ki lâ’l-I şekker efşânundadur Çin miski benim gibi vatanından uzakta kalmıştır. Gözlerimin yaşının tuzlu olduğunu group tiksinme. Bu tat Bilmem ki, hangi güzelin dağınık saçlarını sever de onun aynı zamanda şeker saçan dudağının tuzundandır. için dolaşır Mest-I hâb-ı nâz ol cem’ et dil-i şad-pâremi Su ki sergerdân gezer başında vardur bir hevâ Kim anun her pâresi bir nevk-i müjgânundadur Gâlibâ bir gül-ruhun serv-I hırâmânın sever Naz uykusundan sarhôş ol da, her parçası bir kirpiğinin Su, başı havalanmış, kendini bilmez bir halde gezip dolaşır. ucundan olan yüz parça gönlümü bir araya getir. Galiba bir gül yanaklı güzelin selviye benzer uzun boyunu Bes ki hicrânundadur hasiyyet-i kat-ı hayât sevmektedir. Ol hayât ehline hayrânam ki hicrânundadur Âkibet rüsvâ olup mey tek düşer el ağzına Senin ayrılığında hayatı sona erdirme özellipi olduğu halde, Kim ki bir sermest sâkî lâ’l-I handânın sever senden ayrı olddukları halde, yaşayabilenlere şaşıyorum. Kim bir sarhoş içki dağıtıcısının yan açık yâkut renkli dudağını severse, sonunda şarap gibi rezil rüsvâ olup Ey Fuzûlî şem’ veş mutlak açılmaz yanmadın herkesin ağzına düşer. Tâblar kim sünbülinden rişte-i cânundadur Ey Fuzûlî! Sevgilinin saçı yüzünden can ipliğinde meydana gelen kurumlar, mum gibi yanmadan kesinlikle açılmaz. N’olacakdur terk-i aşk itme Fuzûlî vehm edüp Gâyeti derler ola bir bende sultânın sever Fuzûlî, dedikodudan çekinip de aşkından vazgeçme. Ne GAZEL 15 olacak, en çok kulun biri sultanını seviyor, diyeceklerdir. Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Ol perî-veş kim melâhet mülkin sultânıdur GAZEL14 Hükm anun hükmi mana fermân anun fermânıdur Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün O peri yüzlü sevgili, güzellik ülkesinin sultânıdır. Buyruk Âşiyân-ı murg-ı dil zülf-I perîşânundadur onun buyruğu, emir onun emridir. Kande olsam ey perî gönlüm senün yanundadur Gönül kuşunun yuvası, darmadağınık saçının içindedir. Ey Sürdi Mecnun nevbetin şimdi menem rüsvâ-yı aşk peri yüzlü güzel, nerede olursam olayım, gönlüm hep senin Doğru derler her zaman bir âşıkun devrânıdur yanındadır. Mecnûn nöbetini savdı, şimdi aşk yüzünden rezil, rüsvâ olan benim. Doğru derler; her zaman bir âşıkın devridir. Aşk derdiyle hoşem el çek ilâcumdan tabîb Kılma derman kim helâküm zehri dermânundadur Lâhza lâhza gönlüm adından şererlerdür çıhan Doktor, ben aşk derdinden memnunum. Beni iyileştirmekten Katre katre göz token sanman sirişküm kanıdur vazgeç. Derdime derman arama. Çünkü beni öldürecek olan Gözümün damla damla kanlı gözyaşları döktüğünü zehir senin ilâcındadır. sanmayın. Parlak gözyaşı gibi görünenler her an yanan gönlümün ateşinden çıkan kıvılcımlardır. Çekme dâmen nâz idüb üftâdelerden vehm kıl Çâkler cismümde fîğ-I aşkdan ayb etmenüz Göklere açılmasun eller ki dâmânundadur Kim cünun gül-zânnun munlar gül-i handânıdur 76 Aşkın kılıcından vücûdumda açılan yarıkları görüp (Melâmet, ayıplama kınanma, aşk yüzünden rezil rüşvâ olma ayıplamayınız. Bunlar delilik gülbahçesinin açılmış kırmızı demektir. Velâyet sözü hem şehir, ülke hem de velilik gülleridir. ermişlik anlamlarında kullanılmış) Ey Fuzûlî ola kim rahm ede yâr efgânuna Sâkin-i hâk-i der-i meyhâneyüz şâm ü seher Ağlagıl zâr anca kim zâr ağlamak imkânıdur İrtifâ’-i kadr içün bâb-ı sa’âdet beklerüz Fuzûlî, ağlamak imkânını varken öylesine ağla ki, belki Gece gündüz meyhâne kapısının toprağında otururuz. sevgili bu ağlayıp inlemene acır da yüzüne bakar. Değerimiz artsın diye sultân sarayının kapısını bekleriz. (Bâb-ı sa’âdet, mutluluk kapısı demektir. Pâdişâh sarayı ve GAZEL 16 pâdişâhın bulunduğu başkent yani İstanbul anlamında Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün kullanılır.) Menim kim bir leb-I handân içün giryanlığum vardur Perîşân turralar devrinde sergerdânlığum vardur Cîfe-i dünyâ değül herkes kimi matlûbumuz Ben dudağı yarı açılmış gülen bir sevgili için ağlamaktayım Bir bölük ankalaruz Kaf-ı kanâ’at beklerüz Dağınık saçları çevresinde başım dönmüş, dolaşıyorum. Herkes gibi bu dünyâ leşini istemeyiz. Biz bir bölük anka kuşuyuz kanaat Kaf’ında rızkımızı bekleriz. Yaşum taht-ı revândur tâc-i zerrîn şu’le-i âhum (Ankâ, Kaf dağında yalnız başına yaşayan, kimsenin Görün kim devlet-I aşk ile ne sultânlığum vardur görmediği bir efsâne kuşudur. Yalnız kemikle beslenir. Bu Gözyaşım tahtırevânım, âhımın alevi başımda altından bakımdan Anka’ya Kaf-ı kanaat denmiştir. Anka tasavvufta ilacımdır. Bakın aşk devlet sâyesinde ne sultanlığım var. vücûd-ı mutlkak, bazen şeyh anlamlarında kullanılır) Yumulmaz eşk tuğyânında ansuz çeşm-i hûn bârum Hâb görmez çeşmümüz endîşe-i ağyârdan Hayâl-I sûret-i cânâna hoş hayrânlığum vardur Pâsbânuz genc-i esrâr-ı muhabbet beklerüz Aşk tufanında kan saçan gözüm sevgiliyi görmeden Düşmanlarımızı düşünmekten gözümüze uyku girmez. Aşk yumulmaz. Sevgilinin yüzünün hayâline öyle hayranlığım sırlarının saklandığı hazinenin kapısıyız, hazineyi bekleriz. var. Kârbân-ı râh-ı tecrîdüz hatar havfın çeküp Sirişküm gör meni ey ebr özünden kem hayâl etme Gâh Mecnûn gâh men devr ile nevbet beklerüz Hevâ-yı aşk ile min sence eşk efşânlığum vardur Dünyâ ilişkilerinden soyunma yolunun kervânıyız. Yol Ey bulut! Gözyaşlarımı gör de beni kendinden değersiz tehlikesinin korkusundan bazen Mecnûn, bazen ben sıra ile sanma. Aşkın arzusuyla senden bin kez çok gözyaşı dökerim. nöbet bekleriz. (Tecrîd, soyunma, dünya ile ilgiyi kesip Tanrı yoluna girme demektir. Yollarda türlü tehlikeler Fuzûlî câm-ı mey terkin kılup zühd ile takvâden bulunduğundan yalnız yolculuk yapılmaz, kervân hâlinde Kamu dânâya rûşendür bu kim nâdânlığum vardur yola çıkılır, ayrıca baskınlardan korunmak için silahlı Fuzûlî! Bütün bilenler apaçık bilirler ki, şarap kadehini muhafızlar götürülür, gece nöbet tutulurdu. Mecnûn, bırakıp, yasaklardan kaçıp sofuluğa dönmede çok câhilim. herkesle, ilgisini kesmiş, çöllerde yaşamış, yâni tecrîd hırkasını giymiştir. Mecnûn’un okulda başlayan beşeri aşkı sonraları ilahî aşka dönüşmüştür). GAZEL 17 Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Nice yıllardur ser-i kûy-ı melâmet beklerüz Sanmanuz kim geceler bîhûdedür efgânumuz Leşker-i sultân-ı irfânuz velâyet beklerüz Mülk-i aşk içre hisâr-ı istikamet beklerüz Nice yıllardır melâmet yerinin başında bekleriz. İrfan Geceleri boyunca boşuna haykırıyoruz sanmayın. Aşk ülkesinin sultanıyız ülkeyi biz bekleriz. ülkesinde doğruluk kalesini bekliyoruz. 77 (Kale nöbetçiler nöbet sırasında birbirine bağırarak hem Gam-ı hecrdür ki artar eseriyle aşk zevki uyumadıklarını hem de bir olay olmadığını bildirirlerdi.) Galat eylemiş Fuzûlî ki visâle tâlib olmuş Aşkın zevki ayrılık acısının etkisiyle artar. Fuzûlî ise hata edip kavuşmayı istiyor. Yatdılar Ferhâd ü Mecnûn mest-i câm-ı aşk olup Ey Fuzûlî biz onlar yatdukça sohbet beklerüz. Ferhad’la Mecnun aşk kadehinden sarhoş olup yattılar. GAZEL 19 Fuzûlî, onlar yattıkça aşk sohbetinin toplantısını biz Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün bekleriz. Olur ruhsâruna gün lâ’lüne gül-berg-i ter âşık (Ferhad ve Mecnûn gibi büyük âşıklar artık Sana eksük değül gökden iner yerden biter âşık kalkamayacaklarına göre Fuzûlî, aşk içinde biz yalnız kaldık Yanağına güneş, yakut rengli dudağına tâze gülyaprağı âşık demek istemiş). olmuş. Senin için âşık eksik olmaz; kimi gökten iner, kimi yerden biter. GAZEL 18 Müte’fâilün/Fe’ûlün/Müte’fâilün/Fe’ûlün Mana maksûd terk-i aşk idi veh kim meni hüsnün Büt-i nev-resüm nemâza şeb ü rûz râgıb olmuş Olup gün günden efzun kıldı gün günden beter âşık Bu ne dindür Allah Allah büte secde vâcıb olmuş Benim için gerekli olan aşkından vazgeçmekti. Ne yazık ki Yeni yetişme, put gibi güzel sevgilim gece gündüz namaz güzelliğin günden güne artarak, beni günden güne daha çok kılmağa başlamış. Allah Allah bu nasıl bir dindir; puta âşık etti. secdeye kapanmak zorunlu olmuş. (Büte secde vâcib olmuş, sözü iki anlamda kullanılmış: Temâşâ’yı cemâlünden nazar ehlini men’ etme putun secde etmesi ve puta secde edilmesi). Ne sûd ol hûb yüzden kim ana kılmaz nazar âşık Sana bakanların güzelliğini seyretmelerini yasaklama. Aşıklar bakamadıktan sonra o güzel yüzün faydası ne? Eser-i kabûl-ı tâ’t ana virmiş eyle hâlet Ki kulûb-ı ehl-i hâle harekâtı câzib olmuş İbâdet etmeyi benimsemenin etkisi ona öyle değişiklikler Çemende pây-bûsundan olupdur sebzeler hurrem vermiş ki, her hareketi âşıkların yüreğine daha çekici Hemân bir sebzece olmağa âlemde yeter âşık gelmeğe başlamış. Çimende bütün yeşillikler ayağını öpmekle neşelenir, mutlu olurlar. Âşıklar dünyâda bir ot parçası kadar küçülmeğe râzıdırlar. Ferahum görüp cefâsın hasenâta dâhil eyler Ne melek kim ol perînün ameline kâtib olmuş O peri yüzlü güzelin işlerini yazan melek, bana ettiği Kılursan bir ciğer kan her yana bahdukça ey zâlim eziyetlerden sevinip ferahladığımı görünce bunları Ne bahmakdur bu her dem handan alsun bir ciğer âşık iyiliklerine yazmış. Ey zâlim, ne yana baksan bir âşığın ciğerini eritip kan (Her insanın sağ omuzunda hasenatını ‘iyiliklerini, sol edersin. Bu nasıl bir bakıştır, âşıklar her an bir ciğeri omuzunda da seyyiatını ‘günahlarını’ yazan iki melek nereden bulup alsınlar? vardır. Bunlar yaptığı her iş değerlendirip sevap veya günah Kırarsan ehl-i aşkı dutalum kimse elün dutmaz defterine yazarlar). Ne işdür bu gerekmez mi sana ey sîm-ber âşık Ne aceb ger olsa garndan dünüm ü günüm berâber Âşıkları kırıp geçirirsin, kimse elini tutmaz. Bu ne iştir? Ey Nazarumdan ol yüzi gün nice gün ki gâ’ib olmuş gümüş göğüslü sevgilim, sana artık âşık gerekmiyor mu? O güneş gibi parlak yüzlü sevgiliyi günlerdir göremiyorum. Üzüntüden gecemle gündüzüm bir olsa şaşılır mı? Ne pervâne döyer bir şu’leye ne şem’ bir âha Fuzûlî sanma kim benzer sana âlemde her âşık 78 Ne pervâne bir ateşe, ne de mum bir âha dayanabilir. Fuzûlî Nesîm-i subh tek hurşîd-i rahşândan haber verdün dünyâda sana benzeyen bir âşık daha olduğunu sanma. Fuzûlî! Ayrılık gecesinde günlerini karanlık gördün ki, (Pervâne, mumun ateşinde yanıp kül olur. Mum da sabah yeli gibi parlak güneşten haber veriyorsun. rüzgârdan söner, gider. Fuzûlî ise hem aşk ateşine hem de aha dayanır). GAZEL 21 Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün GAZEL 20 Ey fırâk-ı leb-i cânân ciğerüm hûn etdün Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün Çehre-i zerdümi hûnâb ile gülgûn etdün Sabâ lûtf etdün ehl-i derde dermândan haber verdün Ey sevgilinin dudağının ayrılığı, ciğerini kan içinde bıraktın. Ten-i mecrûha cândan câna cânândan haber verdün Sapsan yüzümü kanlı gözyaşları ile kırmızıya boyadın. Sabah yeli, lûtfedip aşk dertlilerine dermândan haber verdin; yaralı vücûda candan, cana da sevgiliden haber Ciğerüm kanını göz yaşına tökdün ey dil verdin. Vara vara anı Kulzüm munı Ceyhûn etdün Ey gönül! Ciğerimin kanını gözyaşıma karıştırdın. Gitgide Hazân-ı gamdan gördün ıztırâbın bülbül-i zârun birini Kızıldeniz, ötekini Ceyhûn hâline getirdin. Bahâr eyyâmı tek gülberg-i handândan haber verdün (Gözyaşının kanlı olması gözün ağlamaktan kızarması ve Gam sonbaharında ağlayıp inleyen bülbülün çırpınmalarını acıdan ciğerin eriyip gözden akmasındandır. Kulzüm; gördüm, ilkbahar günleri gibi açılmış, tâze gül yaprağından aslında engin deniz, okyanus demektir. Kızıldeniz, Basra haber verdin. Körfezi anlamlarında da kullanılır). Sözüni vahy-i nâzil ger desem men hîç küfr olmaz Nice hüsn ile seni Leyli’ye nisbet kılayum Cihâni dutmuş iken küfr îmândan haber verdün Bilmeyüp kadrümi terkü meni Mecnûn etdün Sözüne gökten inmiş vahy desem hiç dinsizlik olmaz. Değerimi bilmeyip bıraktın da beni deli ettin diye seni İmkânsızlık dünyâyı tutmuşken gelip imândan haber verdin. güzellikte Leylâ’yı nasıl benzetirim; Leylâ’dan da güzelsin sen. Süleymân mesnedinden dîv-i gümreh rağbetin kesdün Denizde hâtem-i hükm-i Süleymân’dan haber verdün Söyledün kim dutaram şâd gönüllerde makam Yolunu şaşırmış şeytanın Hz. Süleymân’nın makamına olan Şâd iken bu söz ile gönlümi mahzûn etdün isteğini kestin. Süleymân buyruğunun mührünü denizde Ben sevinçli, mutlu gönüllerde yerleşip otururum, dedin. haber verip buldurdum. Gönlüm neşeli iken bu sözle gönlümü mahzun ettin. (Hz. Süleyman hem peygamber, hem de hükümdardı. Taşı kibrit-i ahmerden ve İsm-i a’zam yazılı mührü ile insanlara, Ahd kıldun ki cefâ kesmeyesen âşıkdan cinlere, yırtıcı hayvanlara ve rüzgara hükmederdi. Şeytan Âşıkı va’de-i ihsân ile memnûn etdün mührünü çalmış ve eline geçmesine diye denize atmıştı. Âşıklardan cefânı kesmemeğe söz verdin, yemîn ettin. Tanrı’nın emriyle bir balık mührü bulup getirmişti). Böylece iyilik vâdedip âşıkları memnun ettin. Dediler yâr uşşâkun gelür cem’ etmeğe gönlin Cür’a cür’a mey içüp zîb-i cemâl arturdun Meger kim yâre uşşâk-ı perîşândan haber verdün Zerre zerre gözümün nûrını efzûn etdün Sevgili aşıkların gönüllerini derleyip toplamağa geliyor, Yudum yudum şarap içip güzelliğinin parlaklığını artırdın. dediler. Herhalde sevgiliye âşıkların perîşân durumlarından Gözümün nurunu zerre zerre çoğalttın. haber verdin. Ey Fuzûlî ahıdup seyl-i sirişik ağlayalı Aşk ehline figân etmeği kanûn etdün Fuzûlî rûzgârun tîre gördün şâm-i hicrânda 79 Fuzûlî! Gözyaşı selini akıtıp ağlamağa başladığından beri, onulmaz olduğunu anlayınca hastadan ümit kesip, tedâvîden ağlayıp inlemeyi âşıklara kanun yaptı. vazgeçmiş.) GAZEL 22 Câna meylün var ise hükm eyle teslîm eyleyem Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Padşâhum men senün bir bende-i fermânunam Ey kemân-ebrû şehîd-i nâvek-i müjgânunam Canımı istiyorsan emret, teslim edeyim. Sultânım, ben senin Bulmuşam feyz-i nazar senden senün kurbânunam her emrini yerine getiren bir kulunum. Ey yay kaşlı sevgili! Oka benzeyen kirpiklerinin şehidiyim. Senin bakışından feyz, bereket bulmuşum. Bunun için senin Gonca kılmaz şâd gül açmaz dutulmuş gönlümi kurbanınım. (Nazar, beyitte hem sevgiliye, hem de âşığa Ârzûmend-i ruh-ı âl ü leb-i handânunam âittir. İlgi iltifat anlamında da kullanılır. Bakmak, görmek Sıkıntılı gönlümü gonca neşelendirmez, gül de ferahlatmaz. insan için büyük nimettir. Ayrıca sevgiliye bakmak da onun Çünkü ben senin al yanağını ve gülen dudağını istiyorum. âşıka büyük bir lütfudur. Böylece birçok bakımdan şâirin sevgiliye kurban olması doğaldır. Kurban, yakınlaşmak Kan idüb bağrum işüm âh etme her dem ey felek demektir. Şehitler de Tanrı’ya yakındır.) Hürmetüm dut bir iki gün kim senün mihmânunam Ey felek, her an bağrını kanla doldurup bana âh çektirme. Kâkülün tânna peyvend etmişem can riştesin Senin konuğunum; bir iki gün beni hoş tut, saygı göster. Başun içün bir terahhum kıl ki sergerdânunam (Dünyânın bir misafirhane olduğu, insan kısacık ömründe Canımın ipliği saçının teline bağlamışım. Başının hayrı için dünyâda kalıp sonra göçtüğü halkın dilinde de söylenir. acı, arkanda avâre dolaşıyorum. (Başın için sözü, hem Konuklara saygı göstermek de âdetlerdendir.) yalvarma, hem de başına bir zarar gelmesin mânâlarında kullanılmış.) Ey Fuzûlî âteş-i âh ile yandurdun meni Gâlibâ sandun ki şem’-i külbe-i ahzânunam N’ola kılsam terk-i mey minnet kılub zâhidlere Fuzûlî, âhının ateşi ile beni yaktın. Galibâ beni kendi hüzün N’eylerem mey neş’esin men kim senün hayrânunam dolu evinin mumu sandın. (Külbe-i ahzen, H. Z Yâkuub’un Zâhidlere minnet edip, şarabı bırakırsam ne olur? Mâdem ki evidir. İnsan vücudunun muma benzetilmesi de çok sana hayranım, içkinin neşesini ne yapayım artık. (Hayran kullanılmıştır. Âh, ateşlidir. Eski yazıyla âh kelimesinin çok beğenme, şaşırıp, donup kalma demektir. Esrar yazılışında ‘’elif’’ ateşi, ‘’he’’ kıvılcım, med de dumandır.) sarhoşunada hayran denir.) GAZEL 23 Şâne veş yüz nâvek-i gam sancılubdur cânuma Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Tâ esîr-i halka-i gîsû-yi müşg-efşânunam Ney kimi her dem ki bezm-i vaslunı yâd eylerem Misk kokusu saçan uzun saçının halkalarının tutsağı Tâ nefes vardur kuru cismümde feryâd eylerem olduğumdan beri, canıma tarak gibi, yüzlerce gam oku Her an ney gibi kavuşma toplantını anarım. Kupkuru kalmış saplanmaktadır. bedenimde nefes olduğu sürece feryâd eder, haykırırım. (Ney, kurumuş kamıştan yapılır. İçine nefes üflenince ses çıkarır.) El çeküb kat’-i nazar kılmış ilâcumdan tabîb Bildi gûyâ kim harâb-ı nerkîs-i mestânunam Doktor, herhalde senin sarhoş yüzünden harap ve perişan Rûz-ı hicrândur sevin ey mruğ-ı ruhum kim bu gün olduğumu bilmiş olacak ki, bana ilaç hazırlamayı bıraktı, Bu kafesden men seni elbette âzâd eylerem tedaviden vazgeçti. (Harap, sarhoş demektir. Göz mest, Ey ruhumun kuşu! Bu gün ayrılık günüdür, sevin: bu ten haraptır ve öldürücüdür. Doktor, hastalığın aşk derdi ve kafesinden bugün seni mutlaka salıverir, kurtarırım. 80 Vehm edüp tâ salmaya sen mâha mihrin hîç kim Sana kavuştuğuma şükürler olsun diye karşılığında canımı Kime yetsem cevr ü zulmünden ana dâd eylerem veriyorum. Bu dermana erişmek için çok dertler çektim. Kuruntuya düşüp, sen ay yüzlü güzele sakın âşık olmayasın diye, kimi görsem senin eziyetinden, cefandan şikayet Hâlüm deyüp murâduma yetsem aceb değül ediyorum. (Beyitte hem başkalarının iyiliğini düşünme, hem Bir bendeem ki dergeh-i sultâne yetmişem de başkaları sevgiliye âşık olacak diye çok korku vardır. Durumumu sana anlatıp isteğime kavuşursam şaşılır mı? Vehm, korkmak ve umutlanmak, heveslenmek anlamında da Ben sultânın kapısına gelen bir kulum. kullanılmış.) Mûr-ı muhakkaram ki serâsîme çoh gezüp Kan yaşum kılmaz vefâ giryân gözüm isrâfına Nâgâh bârgâh-i Süleymân’e yetmişem Munca kim her dem ciğer kanından imdâd eylerem Âciz bir karıncayım. Başıboş çok yer dolaşıp, ansızın Kanlı yaşım durmadan ağlayan gözümün bol bol Süleymân’ın sarayına vardım. (Hz. Süleymân’la harcamasına kâfi gelmediği için her an ciğer kanından karıncaların macerasına telmih yapılmış. Kur’an’ın. Neml yardım istiyorum. sûresinde Hz. Süleymân’ın savaşa giderken karıncalar vâdisinde, karınca beyinin ‘’karıncalar yuvalarınıza dönün, İncimen her nice kim ağyâr bîdâd eylese Süleymân’ın askeri bilmeden sizi çiğnemesin’’ diye Yâr cevriyçün gönül bîdâda mu’tâd eylerem bağırdığını duyduğu anlatılmıştır. Süleymân karınca beyiyle Düşman bana ne kadar zulmetse bundan incinmem, üstelik konuşmuş ve ondan çok yararlı öğütler almıştır.) sevinirim. Çünkü böylece sevgilinin cevr ü cefâsı için gönlümü alıştırmış oluyorum. Bir bülbülem ki gülşen olupdur neşîmenüm Yâ tûtiyem ki bir şekeristâne yetmişem Bilmişem bulman visâlin lik bu ümmîd ile Ben, yerim yurdum gülîstan olan bir bülbülüm. Yâhut da Gâh gâh öz hâtır-ı nâ-şâdumı şâd eylerem şekeristâna uLaşan bir tûfi kuşuyum. Sana kavuşmamın mümkün olmadığını biliyorum. Ama yine de bu umutla zaman zaman kendi kederli gönlümü Devr-i felek müyesser edüpdür murâdumı sevindiriyorum. Gûyâ ki tâlib-i güherem kâne yetmişem Sanki cevher arıyorum da mâdeni bulmuşum gibi. Göğün devri, isteğime kavuşmama bana kolaylık gösteriyor. Levh-i âlemden yudum eşk ile Mecnûn adını Ey Fuzûli men dahi âlemde bir ad eylerem Gözyaşlarımla dünyâ sahifesinden Mecnûn’un adını yıkayıp Miskin Fuzûliyem ki sana dutmuşam yüzüm temizledim. Fuzûli! Ben de böylece dünyâda bir ad sâhibi Yâ bir kemine katre ki ummâne yetmişem oldum. Yüzüm sana döndürüp yalvaran zavallı Fuzûlî’yim. Sanki denize varan küçücük bir su damlasıyım. GAZEL 24 Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün GAZEL 25 Cânlar verüp senün kimi cânâne yetmişem Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün Rahm eyle kim yetince sana câne yetmişem Zülfi kimi ayağın koymaz öpem nigârum Canlar verip senin gibi bir güzele ulaşmışım. Acı bana, sana Yohdur anun yanında bir kılca i’tibârum ulaşıncaya kadar canıma yetti. Sevgilim, saçını öpmeme izin vermediği gibi, ayağını öpmeme de izin vermez. Onun yanında kıl kadar bile bir değerim yok. Şükrâne-i visâlüne cân verdüğüm bu kim Çoh derd çekmişem ki bu dermâne yetmişem İnsâf hoşdur ey aşk ancak meni zebûn et 81 Ha böyle mihnet ile geçsün mi rûzgârum Nergise bakıp süzgün gözünü andım. İniltim ve feryâdımla Ey aşk, gel insâf et, yalnız beni çâresiz, âciz bırakman doğru nergis çiçeğini şaşırttım. (Hayran, şaşma, donup kalma mu? Bütün ömrüm böyle acılar, üzüntülerle mi geçsin? demektir. Bir güzellik karşısında şaşırıp kalmaya da hayran olma denir. Nergis çiçeğinde afyonun uyuşturucu etkisi Bildi temâm-ı âlem kim derdmend-i aşkam vardır. Afyon sarhoşuna hayrân denir. Nergis çiçeği Ya Rab henüz hâlüm bilmez mi ola yârum şaşkınlıkla açılmış göze benzetilir.) Bütün dünyâ aşkından dertli olduğumu öğrendi. Tanrım! Sevgilim hâlimin kötülüğünü hâlâ öğrenemedi mi? Gonce vü lâle deme dağ karasın koparup Al vâlaya sarup sebzede pinhân etdüm Vaslundan ayru n’ola kanum tökülse gül gül Gördüklerini gönce ve gelincik sanma! Yaralarımın kara Men gülbün-i firâkam bu fasldur bahârum kabuklarını koparıp, al ipekliye sarıp yeşillikler içine Kanım senden uzakta kırmızı güller gibi akıp gitse şaşılır gizledim. (Gonca ve gelincik kırmızı, diş yaprakları yeşildir. mı? Ben sevgiliden ayrı yetişen gül fidanıyım; ayrılık devri Ortalarındaki kara tohumlara dağ denir.) benim ilk baharımdır. Gül-i ter üzre düşen şebneme düşdi nazarum Tasvîr eden vücudum yazmış elümde sâğar Gözümi şem’-i cemâlünle dür efşân etdüm Ref olmağa bu sûret bu sûret yoh elde ihtiyârum Bakışlarım tâze gülün üstüne düşünce, güzelliğinin parlak Resmimi yapan, beni elimde şarap kadehiyle göstermiş. Bu mumunu hatırlayıp gözlerimden inci gibi yaş dâneleri şekli değiştirip ortadan kaldırmağa elimde gücüm yok. döktüm. Dûr istemen zamânî mey neş’esin başumdan Berg-i gül sanma ki hûnâbe töken demde gözüm Toprağ olanda yâ Rab dürd-i mey et gubârum Nice yaprağa ciğer kanı salup kan etdüm Şarap neşesinin başımdan uzak olmasını hiçbir zaman Kırmızı gülün yaprağı sanma! Gözüm kanlı yaşlar dökerken, istemem. Tanrım! Öldüğümde toprağımı şarap tortusunun nice yaprağa ciğerimin kanını bulaştırıp kıpkırmızı yaptım. atıldığı topraktan yap. Göricek sünbüli andum şiken-i kâkülüni Rüsvâlarından ol meh saymaz meni Fuzûlî Sünbüli girye vü âh ile perîşân etdüm Divâne olmayam mı dünyâda yoh mı ârum Sünbülü görünce saçının kıvrımlarını hatırladım. Sünbülü, Fuzûlî! O ay yüzlü güzel beni aşkından rezil rüsvâ ağlayıp, âh çekerek perîşân ettim. olanlardan saymaz. Benim de utanıp arlanmam yok mu? Ben de aşkının deli, divânesi olmayayım mı? Ey Fuzûlî reviş-i akl melül etdi meni Sehv kıldum ki cünûn derdine dermân etdüm GAZEL 26 Fuzûlî! Aklın yolu beni bezdirip usandırdı. Hatâ edip akıl Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün yoluyla delilik derdine çâre bulmağa çalıştım. Bâğa girdüm ser-i kuyun anup efgân etdüm Gül görüp yâdun ile çâk-i girîbân etdüm GAZEL 27 Bahçeye girdim, senin bulunduğun yeri anarak ağlamağa Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün başladım. Gülü görünce, seni hatırlayarak yakamı Ol mâh visâliyle hoş et bir gice hâlüm parçaladım. Ey ahter- i tâli’ koma boynunda vebâlüm Ey bahtımın yıldızı! Günahım boynunda kalmasın; beni o ay yüzlü sevgiliye kavuşturup halimi bir gece olsun iyileştir. Bahuban nergise bîmâr gözün kıldum yâd Nergisi nâle vü efgânuma hayrân etdüm Feryâd ki ber virmedi bî dâddan özge 82 Göz yaşum ile besledüğüm tâze nihâlüm O, gözyaşlarımla besleyip büyüttüğüm tâze fidanım, GAZEL 28 sevgilim, ne yazık kibana zulümden başka bir meyve Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün vermedi. Penbe- i merhem- i dâğ içre nihândur bedenüm Sınmış müje tek halk gözinden akıdur yaş Diri oldukça libâsum budur ölsem kefenüm Nezzâre- i za’f-ı beden-i mûy-misâlüm Vücûdum yaralarımın merheminin pamuklarıyla örtülüp Kıl gibi incelmiş zayıf bedenimi görenler, kirpikleri kırılmış kayboldu. Diri oldukça giysim, ölünce de kefenim budur. gibi durmadan gözlerinden gözyaşı akıtır, hâlime ağlarlar. (Kirpiklerin kırılması şiirde ilk kez bu beyitte görülmüştür. Cânı cânân dilemiş vermemek olmaz ey dil Hayâl, kirpiklerin sanki bir set gibi gözyaşlarını tuttuğu ve Ne nizâ eyleyelüm ol ne senündür ne menüm kırılınca yaşların boşandığı üzerine kurulmuştur). Ey gönül! Canımı sevgilim istemiş; vermemek olmaz. Zaten niçin tartışılır? O ne senin ne de benimdir; sevgilimindir. Ol şem’ hayâliyle hoşem ola ki dâim Bu sûret ile çizgine fânûs- ı hayâlüm Daş deler âhum ohı şehd- i lebün şevkinden O mum gibi parlak, ışık saçan sevgilimin hayâlinden N’ola zenbûr evine benzese beytü’l hazenüm memnunum. İsterim ki fânûs- ı hayâlim hep bu şekilde dönüp Dudağının balının aşkıyla âhımın oku taşları deler. Hüzünlü dursun. evim arının kovanına benzese şaşılır mı? (Fânûs- ı hayâl, fânûs- ı gerdân ve hayâl-i fener de denilen (Beytü’l hazen ya da Külbe- i ahzân Hz Yâkub’un kaybolan ince muşamba veyâ ipekli kumaştan, resimli kâğıtlardan oğlu Yusuf’un acısıyla kapandığı ve ağlayarak gözlerini kör yapılan, bazılarının içine renkli cam parçaları da konulan ettiği evidir. Şiirde, özellikle Fuzûlî’nin şiirlerinde çok hafif bir fenerdir. İçinde yanan mumun ısısıyla döndükçe kullanılmıştır). üstündeki resimler veya renkli camlar çevrede oynaşan renkli hayâller bırakır. Çok zayıf insana da hayâl- i fener Tavk- i zencîr- i cünûn dâ’ire- i devletdür denir. Fuzûlî vücûdunu hayâl- i fenere benzetmiş; üzerinde Ne revâ kim meni andan çıhara za’f- i tenüm de sevgilinin hayâli vardır. Döndükçe her yanda hayâli Delilik zincirinin ucundaki halka mutluluğun, zenginliğin görülüyor). çenberidir. Vücûdumun zayıflığı onu boynumdan çıkarırsa yakışır mı? Sûzândur odumdan tenüme sancılan ohlar (Tavk, güvercin, kumru gibi kuşların boynundaki değişik Pervâneyem ey şem’ dutuşmış per ü bâlüm renkli tüylerden halkadır. Deliler ve mahkûmların Gönlümün ateşinden vücûduma saplanan oklar yanıyorlar. boyunlarına geçirilen zincir bağlı demir veya tahta Ey muma benzeyen sevgilim! Ben senin çevrende dönen kolu gerdanlığa da tavk denir. Fuzûlî, vücûdu o kadar zayıflamış kanadı kırılmış bir pervâneyim. ki halkanın boynundan kendiliğinden çıkmasından korkuyor). Sâkî gam- ı devrân ile gâyetde melûlem Bir câm- ı ferah- bahş ile def ’eyle melâlüm Aşk sergeştesiyem seyl-i şirişk içre yerüm Sâkî! Dünyâ dertleri yüzünden çok hüzünlüyüm. Şu kederimi Bir habâbem ki hevâdan doludur pîrehenüm ferahlık veren bir kadehle sona erdir. Aşk sarhoşuyum, gözyaşı seli içinde yuvarlanıyorum. Gömleğimin içi hava ile dolu bir su kabarcığıyım. (Hevâ kelimesi, hava ve arzu, aşk anlamında kullanılmış). Lûtf eyle Fuzûlî menüm ahvâlümi arz et O! Serve ki söyleşmeğe koymadı mecâlüm Fuzûlî! Bir iyilik yap, o servi boylu güzele benim şu hâlimi Bülbül- i gam-zedeyem bâğ u bahârum sensen arz et; çünkü benim onunla söyleşmeğe mecâlim kalmadı. Dehen ü kadd ü ruhun gonce vü serv ü semenüm 83 Bir kederli bülbülüm. Bahçem ve ilkbaharım sensin. Senin Ey doktor! Aşk hastalığının iyileşmesi sevgilinin kapısının ağzın ve boyun benim bahçemde goncem ve selvi ağacım, toprağındandır. Gözleri yaşartır sürmelerle bizim yanağın da yaseminimdir. rahatsızlığımızı boş yere artırma. Edemem terk Fuzûlî ser-i kûyın yârun Felekde mihr zâ’il yâr gâfil ömr müsta’cil Ne kadar zulm yeri ise mana hoşdur vatanum Nedür tedbîr bilmen sâna yetdüm bîvefâlardan Fuzûlî, sevgilinin bulunduğu yerleri bırakamam. Ne kadar Gökte güneş kaybolmuş, sevgili habersiz, ömrümüzse eziyet yeri de olsa benim vatanım bana yine güzel gelir. aceleyle geçiyor. Tanrım! Bu vefasız güzellere karşı çâre nedir diye senin kapına vardım. GAZEL 29 Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün Vücûdum ney kimi sûrâh sûrâh olsa âh etmen Kerem kıl kesme sâkî iltifâtun bî-nevâlardan Mahabbetden dem urdum incimek olmaz cefâlardan Elünden geldügi hayrı dirîğ itme gedâlardan Vücûdum ney gibi delik deşik olsa da yine âh vâh edip Sâkî lütfet, iyiliklerini çâresiz zavallılardan kesme. Elinden yakınmam. Bir kere sevgiden söz edince artık cefâdan gelen iyiliği yoksullardan esirgeme. eziyetten incinmek olmaz. Esîr- i gurbetüz biz senden özge âşnâmuz yoh Fuzûlî nâzeninler görsen izhâr- ı niyâz eyle Ayağun kesme başun’çün bizüm mihnet-serâlardan Terahhum umsa ayb olmaz gedâlar pâdşâhlardan Biz gurbet esiriyiz, senden başka tanıdığımız yok. Başının Fuzûlî, güzelleri görünce yalvarıp yakınmağa başla. hayrına, bizim dert çekip oturduğumuz yerlerden ayağını Yoksullar sultanlardan merhamet dilense ayıp olmaz. çekme. (Ayak, aynı zamanda kadeh anlamında kullanılmıştır). GAZEL 30 Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Sabâ kûyında dildârun nedür üftâdeler hâli Ey geyüp gülgûn demâdem azm- ı cevlân eyleyen Bizüm yerden gelürsen bir haber ver âşnâlardan Her taraf cevlân edüp döndükçe yüz kan eyleyen Ey sabah yeli, sevgilinin bulunduğu yerde düşkün aşıkların Ey dâimâ kırmızılar giyip dolaşmağa çıkan! Her bir yanı halleri nedir? Bizim taraftan gelirsen dostlardan bir haber dolaşıp döndükçe yüzlerce âşığın kanına giren! getir. Ey meni mahrûm edüp bezm- i visâlinden müdâm Hayrı hân- ı iltifâtı üzre mihmân eyleyen Deme zâhid ki terk et sîm- ber bütler temâşâsın Meni kim kurtarur Tanrı sataşdurmış belâlardan Ey ham sofu! Gümüş göğüslü, put gibi güzelleri Ey hiçbir zaman beni kavuşma toplantısına almayıp, seyretmekten vazgeç, deme. Beni Tanrı’nın sataştırdığı başkalarını iltifatının sofrasında misâfir eden! belâlardan kim kurtaracak? Ey demâdem reşk tiğiyle menüm kanum töküp Girüp mescidlere ger muktedâlar peyrevi olman Mey içüp ağyâr ile seyr- i gülistân eyleyen Budur vechi ki hergiz görmedüm yüz muktedâlardan Ey her zaman kıskançlık kılıcıyla benim kanımı döküp, Mescitlere girip de insanlara uymuyorsam bunun sebebi başkalarıyla şarap içip gülbahçesinde gezip dolaşan hiçbir zaman insanlardan yüz bulamadığımdandır. sevgilim! Tabîbâ hâk-i kûy- ı yârdandur eşk teskîni Nice kim efgânumı ey mâh işitdün geceler Bize arturma zahmet göz yaşarur tûtiyâlardan Demedün bir gece kimdur munca efgân eyleyen 84 Ey ay yüzlü! Geceler boyu haykırışımı o kadar işittin de, bir gece bu kadar feryâd edip ağlayan kimdir diye sormadın. Gözyaşlarım her sabah ahımın kılıcına su verip onu keskinleştirir. Beni çok incitme, parlak, bilenmiş ah kılıcımdan sakın. N’ola ger cem’iyyet-i hâtırdan olsam nâ-ümîd Cem’ olur mı hûblar zülfin perîşân eyleyen Gönlümü derleyip toparlamaktan umudu kessem şaşılır mı? Cevr odı yahdı meni yanumda durma ey gönül Hiç güzellerin saçını dağıtan toparlanabilir mi? Bir dutuşmuş âteşem kurb ü civârumdan sahın (Beyit, âşıkların gönüllerinin sevgilinin saçına bağlı olduğu Gönül, cefâ ateşi beni öylesine yaktı ki, aman yanımda mazmûnu üzerine kurulmuş. Gönüllerinin her biri ya da her durma. Tutuşmuş bir ateş halindeyim, yanıma yöreme parçası saçın bir teline bağlıdır. Saç dağılınca gönüller de yaklaşmaktan sakın. dağılıp perişan olur, dağılırlar). Ten evinden rahtunı cehd eyle ey can daşra çek Yâr dün çekmişdi katlüm kasdine tîğ- i cefâ Âfet-i seyl-i sirişk-i bî karârumdan sahın Yetmesün maksûdına yâ Rab peşîmân eyleyen Ey can! Uğraş, didin, pılını pırtını vücut elinden topla, Sevgili dün beni öldürmeğe cefâ kılıcını çekmişti. Tanrım ! dışarı çıkar. Dinmek bilmeyen gözyaşlarımın sel afetinden Onu bu düşüncesinden caydıran, arzusuna erişmesin. sakın. Aşk derdiyle olur âşık mizâcı müstakîm Gerçi bir hâk- i rehem kimse meni almaz göze Düşmenümdür dôstlar bu derde dermân eyleyen Çoh hakaaretle nazar kılma gubârumdan sahın Aşktan çektiği acılarla âşığın yaradılışı düzelir. Dostlar, bu Her ne kadar ayak altında çiğnenen toprak kadar hakirsem, derde derman eyleyen benim düşmanımdır. kimse beni gözüne alıp değer vermiyorsa da, yine bana küçümseyerek bakma. Tozumdan çekin. Zâhidün ta’n ile dönderdüm yüzin mihrâbdan (Sevgilinin gelip geçtiği yolun toprağını âşıklar sürme diye Nice bulmaz ecr bir kâfir müselmân eyleyen gözlerine çekerler. Kimse beni gözüne almıyor ama, Ayıplayıp, kınayacak ham sofunun yüzünü mihraptan korkarım tozum senin gözüne kaçar da gözünü döndürdüm. Bir kâfiri müslüman eden nasıl sevap hastalandırır). kazanmaz? Gelme kabrüm üzre ey aşk içre men tek ölmeyem Derd- i hicrân nâtüvân etmiş Fuzûlî hasteyi Ta’ne daşıdur sana seng- i mezârumdan sahın Yoh mıdur yâ Rab devâ- yı derd-i hicrân eyleyen Aşk yüzünden benim gibi ölmeyen kişi, sakın mezarıma Ayrılık derdi hasta Fuzûlî’ yi iyice güçsüz bırakmış. Tanrım! yaklaşma. Mezar taşım senin için hazırlanmış taşlama Bu ayrılık derdine bir çâre bulacak yok mudur? taşıdır. Çekin bundan. (Ta’n. Ta’ne sözü ayıplama, kınama, söğme GAZEL 31 anlamlarındadır. Aşktan perişan ve deli divane olanlar Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün ayıplanır, arkalarından taşlanır. Mecnunu da çocuklar Yahma cânum nâle- i bî-ihtiyârumdan şahın taşlamışlardır). Tökme kanum âb- ı çeşme- i eşk- bârumdan şahın Sevgilim, canımı yakma, elimde olmadan edeceğim Şâh- ı mülk- i mihnetem hayl ü sipâhum derd ü gam feryatlarımdan sakın. Kanımı dökme, aman çeşme gibi Hayl- i bî- hadd ü sipâh- ı bî- şümârumdan sahın gözyaşı akıtan gözümün sellerinden sakın. Keder, üzüntü ülkesinin sultanıyım. Ordum ve askerim dert ile gam. Benim bu hadsiz hesapsız ordumdan ve sayısız, kalabalık askerimden çekin. Su virür her subh-dem göz yaşı tîg- ı âhuma Çoh meni incitme tîğ- i âb- dârumdan sahın 85 Ey Fuzûlî hansı mahbûbı ki sevsen rahmi var Varılmasa istenen sınır, dert ve zahmet dolu bir sınama Kıl hazer ancak menüm bîrahm yârumdan sahın yolu. Gidilecek yer belâ ve felâketler dolu bir deneme yolu. Fuzûlî, hangi güzeli sevsen acıması vardır mutlaka. Yalnız benim vefâsız sevgilimden sakın; onun hiç acıması yoktur. Şâhid-i maksad nevâ-yı çeng tek pede nişîn Sâgâr-ı işret habâb-ı sâf-ı sahbâ tek nigûn GAZEL 32 Amaç güzeli, çenh nağmesi gibi perdeler arkasında Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün gizlenmiş, hayat kadehi, şarabın saf kabarcıkları gibi tersine Dôst bî-pervâ felek bîrahım devrân bî-sükûn dönmüş. Derd çoh hemderd yoj düşmen kavî tâlî zebûn Dost ilgisiz, umursamaz, felek acımasız, devirkargaşa Tefrika hâsl tarîk-ı mülk-i cem’iyyet mahûf içinde. Dert çok, dert ortağı yok. Düşman güçlü, tâlihim ise Âh bilmem n’eyleyem yoh bir muvâfık reh-nümûn zayıf, âciz. Sonuç hep ayrılık, anlaşmazlık: anlaşıp birleşme ülkesinin yolu korkunç, tehlikeli. Ah bilmem ne yapayım: uygun bir yol gösterici de yok. Sâye-i ümmîd zâ’il âfâb-ı şevk germ Rütbe-i idbâr âlî pâye-i tedbîr dûn Arzu güneşi yakıcı, umudun glgesi bile kaybolmuş. Çehre-i zerdin Fuzûli’nin dutupdur eşk-i âl Düşkünlüğün derecesi yüksek, çârenin derecesi alçak. Gör ana ne rengler geçmiş sipihr-i nîlgûn Fuzûli’nin sapsan yüzünü al renkli gözyaşları kaplamış; ona bu mavi gök ne düzenler hazırlamış. Akl dûn himmet sadâ-yı ta’ne yer yerden bülend Baht kem şefkat belâ-yı aşk gün günden füzûn Aklın bir çabası yok, tembel ayıplamalar, söğüp saymalar GAZEL 33 orada burada haykırışlara dönüşmüş. Bahtın acıması yok. sMef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün Aşk belâsı ise gün günden artmada. aydı mendeki gam Ferhâd-ı mübtelâde Bir âh ile virürdü min Bistûn’ı bâde Men gârib ü râh-ı mülk-i vasl pür teşviş ü mekr Bendeki gam aşk belâsına düşmüş Ferhâd da olsaydı bir âh Men harîf-i sâde-levh ü dehr pür nakş-ı füsûn çekip bin Bisütûn dağını yele verir, ortadan kaldırırdı. Ben kimsesiz bir yabacı. Kavuşmanın yolu karmakarışık, tuzaklarla dolu. Ben gönlü saf, basit bir adam, dünya ise Verseydi âh-ı Mecnûn feryâdumun sadâsın hile ve kargaşa dolu. Kuş mı karâr ederdi başındaki yuvade Mecnûn’un âhı benim haykırışımın gürültüsünü verseydi, Her sehî kad cilvesi bir seyl-i tûfân-ı belâ başındaki yuvada kuş mu kalırdı. Her hilâl ebrû kaşı bir serhat-i meşk-i cünûn (Mecnûn çölde yalnız dolaşırken vahşî hayvanlar ve Her düzgün boylu güzelin hareketi bir bela tûfânının seli. kuşlarla dost olmuştu. Bütün hayvanlar peşinde dolaşırdı. Her hilâl kaşlı güzelin kaşı bir delilik yazısının başlığı. Kuşlar başında karmakarışık saçları içinde yuva yapmışlardı.) Yelde berg-i lâle tek temkîn-ı dâniş bîsebât Suda aks-i serv tek te’sîr-i devlet vâjgûn Ferhâd’a zevk-i sûret Mecnûn’a seyr-i sahrâ Bilginin, mantığın ağırbaşlılığı, yele kapılmış gelincik Bir râhat içre her kim ancak menem belâde yaprağı gibi geçici. Zenginliğin, mutluluğun etkisi, sudaki Ferhâd görünüş zevkinde. Mecnûn çölü dolaşıp oyalanıyor. selvi ağacının aksi gibi tersine dönmüş. Herkesin rahatı yerinde yalnız ben acı ve keder içindeyim. Serhad-i matlûb pür mihnet tarîk-i imtihân Eşk-i revânuma el cem oldı var ümîdüm Menzil-i maksûd pür âsîb râh-ı âzmûn Kim ola vara vara cem’iyyetüm ziyâde 86 Herkes çağıl çağıl akan gözyaşlarımı seyretmeğe toplandı. Bahrun müdâm onunçün sâhildedür kulağı Gide gide topluluğumun artacağından umutlanıyorum. Senin inciye benzeyen dişinin söznü her an işitmek istediği (Cem’iyyet, topluluk düğün dernek yanında perişan karşıtı için denizin kulağı her zaman sahildedir. olarak da kullanılmış: şâir, perişanlıktan kurtulup, devlenip toplanacağımdan umutluyum diyor) Zülfi siyeh sanemler olmuş senün esîrün Aşkunda her birinün öz zülfi boynı bağı Geh gamzen içmek ister kanumı gâh çeşmün Kara saçlı put gibi güzeller, senin esirin olmuş. Aşkında Korhum budur ki nâ-geh kanlar ola arade boyularının bağı her birinin kendi saçı. Bazan yanbakışın, bazen da gözün kanımı içmek istiyor. Korkuyorum ansızın aralarında kan çıkacak. Ger müşa derse âşık ol bûy-i zülfe sâkî Tünd olma bir kadeh ver ter eylesün dimâğı Serverlik ister isen üftâdelik şi’âr et Şarap sunan! Eğer âşık sevgilinin saçının kokusuna misk Kim düşmedin ayağa çıhmadı başa bâde kokusu derse kızma bir kadeh şarap ver de dimağını ıslatsın. Efendi olmak istersen düşkünlüğü benimse. Şarap ayağa düşmeden başa çıkmadı. Devrân havâdisinden yoh bâkümüz Fuzûlî (Ayak kadeh anlamında da kullanılır. Kadehe konduktan Dârü’l emânumuzdur meyhâneler bucağı sonra başa kadar yükselip içilir.) Fuzûlî! Zamanın haberlerinden korkumuz yok. Meyhâne köşeleri bizim sığınak yerimizdir. Ger görmemek dilersen resm-i cefâ Fuzûlî Olma vefâya tâlib dünyâ-yı bî-vefâde GAZEL 35 Fuzûlî, celâ ve eziyet çekmek istemezsen bu vefâsız dünyâda Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün hiç kimseden vefâ bekleme. Her gören ayb etdi âb-ı dîde-i giryânumı Eyledüm tahkîk görmüş kimse yoh cânânumı GAZEL 34 Ağlayan gözünden akanyaşları her gören ayıpladı. Araştırıp Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün öğrendim ki, ayıplayanlar içinde sevgilimi görmüş kimse yok. (Beyitte sevgilinin güzelliğinden sözedilmiş. Gören olsa şâire hak verip ayıplamayacaktı.) Merhem koyup onarma sînemde kanlu dâğı Söndürme öz elünle yandurduğun çerâğı Göğsümdeki kanlı yarayı merhem koyup onarma. Kendi Lâhza lâhza hûblar gördümki dil kasdındadur elinle yaktığın mumu söndürme. Pâre pâre eyledüm men hem dil-i sûzânumı Zaman zaman gönlümü isteyen güzeller gördüm. Ben de Uymış cünûna gönlüm ebrûna der meh-i nev yanan gönlümü parça parça yapıp dağıttım. Ne i’tibâr ana kim seçmez karadan ağı (Gönlün parça parça olması kesrete düşmesi demektir. Gönlüm deliliğe uymuş, kaşına yeni ay demiş. Onun sözüne Mutasavvıflar gönlün bütün ve sağlam olmasını isterler.) inanılır mı? Akı karadan seçemiyor. Çoh yetürme göklere efgânum ey kâfir sahın Kaddûn gamında servün sormağa zaf-ı hâlin İncinür nâgeh Mesîhâ eşidüp efgânumı Gülzârdan kesilmez ırmaklarun ayağı Ey kâfir! Haykırışlarımı tâ göklere kadar ulaştırmaktan Selvi ağacının senin boyunun üzüntüsüyle kötüleşen sakın. Ahlanmın sesini ansızın Mesîh işitip incinecek. durumunu sormak için ırmaklarının ayağı gül bahçesinden (Hz. İsâ çarmıha gerildikten sonra bedeninden ayrılarak kesilmez. dördüncü göğe yükselmiştir.) Dûr tek dişün sözini her dem işitmek ister Kılma her sâ’at meni rüsvâ-yı halk ey berk-i âh 87 Eyleme rûşen şeb-i gam külbe-i ahzânumır Âhımın şimşeği her an beni herkesin diline düşürüp rezil Gamum pinhan dutardum men dediler yâre kıl rûşen etme Acılar çekip oturduğum evimi ayrılık gecesinde Desem ol bîvefâ bilmen inanır mı inanmaz mı aydınlatma. Ben gamımı gizli tutuyordum. Sevgiliye açıkla dediler. (Kulbe-i ahzân. Hz. Yâkuub’un oğlu Yûsuf’un acısıyla Bilmem acaba açıklasam o vefâsız sevgili inanır mı, ağlayıp gözlerini kaybettiği evidir. Ayrılık gecesi karanlıktır. inanmaz mı? Fuzûlî hem karanlığı istiyor, hem de evinin sabahlara kadar aydınlanıp halkın acı çektiğini görmesini istemiyor.) Şeb-i hicran yanar cânum töker kan çeşm-i giryânum Uyarur halkı efgânum kara bahtum uyanmaz mı Çıhma ey dîvâne bâzâr-ı melâmetden deyu Ayrılık gecesi canım yanar. Ağlayan gözlerim kanlı Muttasıl çâk-ı girîbânum dutar dâmânumı gözyaşları döker. Haykırıp bağırmam herkesi uyandırır da, Yakamın yırtığı ‘’ey divâne bu ayıplanıp kınanma uykuda olan kara bahtım hâlâ uyanmaz m? pazarından çıkma’’diye sürekli eteğimi tutar. (Aşk yüzünden perîşan, rezil olanlar ayıplanır, arkalarından Gül-i ruhsâruna karşu gözümden kanlu ahar su taşlanır. Delilere de taş atılır. Aşırı kederin işareti yakanın Habîbüm fasl-ı güldür bu ahar sular bulunmaz mı eteğe kadar yırtılmasıdır. Beyitte yaka yırtığının etekle Yanağının kırmızı gülüne karşı gözyaşlarım da gözümden birleştiği söylenmiş.) kanlı akar. Sevgilim bu gül mevsimi ilkbahardır. Bu mevsimde akarsular bulanık akmaz mı? Hansı bütdür bilmezem îmânumı gâret kılan Sende îmân yoh ki sen aldun diyem îmânumı Değüldüm men sana mâ’il sen etdün aklumı zâ’il Îmânımı yağmalayan hangi güzeldir bilmiyorum. Sevgilim, Mana tâ’n eyleyen gâfil seni görgeç utanmaz mı sende îmân, acıma yok ki, îmânımı sen aldın diyeyim. Ben sana düşkün değildim. Benim aklımı başımdan sen (Put kâfirdir ve yoktur. Sevgilinin tapılacak put gibi güzel ve aldın. Beni ayıplayan kişi acaba seni görünce vebi acımasız olduğu söylenmiş. Kâfirlerde acıma yoktur.) ayıpladığına utanmayacak mı? Ey Fuzûlî câne yetmişdür gönülden şükr kim Fuzûli rind-i şeydâdur hemîşe halka rüsvâdur Bağladum bir dilbere kurtardum andan cânumı Sorun kim bu ne sevdâdur bu sevdâdan usanmaz mı Fuzûlî! Bu gönülden canıma yetti artık. Allaha şükür Fuzûli aşk yüzünden deli divâne olmuş bir rinddir. Her gönlümü bir güzele bağlayıp ondan canımı kurtardım. zaman dile düşmüş, halka rezil olmuştur. Sorun bakalım! Bu ne biçim aşktır. Bu aşktan hâlâ usanmayacak mı? GAZEL 36 Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün Bâkî i candan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı GAZEL 1 Felekler yandı âhumdan murâdum şem’i yanmaz mı Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün Sevgili beni canımdan usandırdı, bana celâ etmekten Nedür bu handeler bu işveler bu nâz u istiğnâ usanmayacak mı? Çektiğim âhlardan gökkubbeleri yandı, Nedür bu cilveler bu şiveler bu kaamet-i bâlâ dileğimin mumu yanmaz mı? Bu gülüşler, bu işler, bu naz ve bu umursamazlık nedir? Bu kırıtmalar, bu edâlar. Bu uzun boy nedir böyle? Kamu bîmânna cânân devâ-yı derdi ider ihsân Niçün kılmaz mana derman meni bîmâr sanmaz mı Nedür bu pîç pîç ü çîn çîn ü ham-be-ham kâkül Sevgili bütün aşıklarının derdine bir çare bağışlar da benim Nedür bu turralar bu halka halka zülf-i müşg-âsâ derdime neden çare bulmaz? Yoksa benim onun aşkından hasta olduğumu bilmez mi? 88 Bu kıvrım kıvrım, büklüm büklüm, bu kıvır kıvır kâkül nedir? Bu alındaki perçemler, bu misk kokulu halka halka zülüfler Mest ü medhûşam velî hâlî mey-i engûrdan ne güzeldir. La’l-i nâbun hâleti keyfiyyet-i müldür bana Üzüm şarabını içmeden sarhoş ve kendimden geçmiş bir Nedür bu ârız u hatt u nedür bu çeşm ü ebrûlar haldeyim. Dudağının saf şarabının etkisi beni şarap içmiş Nedür bu hâl-i Hindûlar nedür bu habbetü’s-sevd’a gibi sarhoş ediyor. Bu yanak ve üzerindeki tüyler, bu gözler, bu kaşlar ne kadar güzel. Bu Hindli benler, bu kara tâne ne güzel böyle. Hayder-i Kerrânyam meydân-ı nazmun Bâkîyâ (Hindû: Hintli, şiirde zengî, Habeşî gibi kara anlamında Nevk-i hâme Zülfikaar u tab’Düldül’dür bana kullanılır.) Ey Bâkî! Nazım sahasının Hz. Ali gibi üst üste saldıran arslanıyım. Kalemimin ucu Zülfikaar, şâirlik yaradılışım Miyânun rişte-i cân mı gümüş âyîne mi sînen altımdaki Düldül’dür Bünâgûşunla mengûşun gül ile jâledür gûyâ (Hayder-i Kerrâr, Hz. Ali’nin lakaabıdır. Zülfikaar, iki Belin can ipliği mi? Göğsün gümüşten ayna mı? Sanki çatallı kılıcı: Düldül de bindiği katırdır. Her ikisi de Hz. kulağının memesi gül, inci küpen de gülün üzerindeki çiğ Ali’ye Hz. Muhammed tarafından armağan edilmiştir.) tânesidir. GAZEL 3 Vefâ ummaz cefâdan yüz çevirmez Bâkî âşıkdur Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün Niyâz etmek ana cânâ yaraşur sana istignâ Ezelden şâh-ı aşkun bende-i fermânıyuz cânâ Ey sevgili! Bâkî âşıktır; senden vefâ ummaz, cefâdan da yüz Mahabbet mülkinün sultân-ı âlî-şânıyuz cânâ çevirmez. Ona yalvarıp yakarmak, sana da umursamazlık Ey sevgili! Biz ezelden beri aşk sultanının buyruklarının yaraşır. kulu, kölesiyiz. Bu yüzden de aşk ülkesinin anlı şanlı sultanıyız. GAZEL 2 Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Sehâb-ı lütfun âbın teşne-dillerden diriğ etme Gülsitân bezm-i şarâb u câm-ı mey güldür bana Bu deştün bagrı yanmış lâle-i Nu’mân’ı yuz cânâ Kulkul-i hulk-ı sürâhî savt-ı bülbüldür bana Ey sevgili! İyilik bulutunun suyunu susamış gönüllerden Benim için içki toplantısı gülbahçesi, şarap kadehi de gül esirgeme. Biz bu aşk çölünün bağrı yanık lâlesiyiz. yerine geçer. Sürahinin boğazındaki lıkırtı bana bülbül (La’le-i nu’mân, Nu’mân adındaki bir hükümdarın nağmesi gibi gelir. yetiştirdiği, dağ şakâyıkı da denilen bir lale türüdür. Yaprakları ateş kırmızısı, ortası karadır. Susuz yerlerde yetişir. Bu yüzden bağrı yanmış denmiş.) Ânzunda ol iki zülf-i girih-gîrün senün Suya konmış iki garrâ tâze sünbüldür bana Yanağın üzerindeki düğüm düğüm zülüf, bana suya konmuş Zamâne bizde gevher sezdigiçün dil-hırâş eyler iki tâze ve parlak sünbül demektir. Anunçün bağrımuz hûndur ma’ârif kânıyuz cânâ (Zülüf, şakaklarda, yanağın üzerine uzanan kıvrım kıvrım Ey sevgili! Bu devrin insanları bizde cevher olduğunu saçtır. Şiirde yanak suya, saç da şekli, kokusu ve rengi sezdikleri için gönlümüzü tırmalayıp parçalarlar. Bilgi ve bakımından sünbüle benzetilir.) irfan mâdeni olduğumuz için bağrımız sürekli kan içindedir. (Yâkut, elmas, zümrüt gibi değerli taşlar mâden Seng-i bîdâdunla serde zahm-ı hûnînün ki var ocaklarından toprak kazılarak çıkarılır. Burada daha çok Gûşe-i destârda rengîn-karanfüldür bana yâkut mâdeni anlatılmış.) Senin acımasızca fırlattığın taşın kaşımda açtığı kanlı yara, benim için sarığımın köşesinde kırmızı bir karanfildir sanki. Mükedder kılmasun gerd-i küdûret çeşme-i cânı 89 Bilürsün âb-ı rûy-ı mülket-i Osmânîyüz cânâ (Misk, Türkistan, Çin ve Huten’de yaşayan ceylanların Ey sevgili! Bilirsin, biz Osmanlı ülkesinin yüzünün suyu, göbeğinden çıkartılır.) şanı, şerefi olan bir şâiriz. Bunun için tasa, üzüntü tozları can pınarımızı bulandırmasın. GAZEL 5 Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Cihânı câm-ı nazmum şi’r-i Bâkî gibi devr eyler Şöyle olmış câm-ı aşk-ı yârdan mest ü harâb Bu bezmün şimdi biz de Câmî-i devrânıyuz cânâ Kendüsin dîvârdan dîvâra urmış âfitâb Şiirimin herkesi kendinden geçiren kadehi, Bâkî’nin şiiri Güneş, sevgilinin aşkının kadehinden öylesine kendinden gibi dünyâyı dolaşır. Ey sevgili: şimdi biz de bu toplulukta geçmiş ki, kendini duvardan duvara vuruyor. devrin Câmi’siyiz. Nâfe kıldı zülf-ı müşgînün görüp ser-ber-zemîn GAZEL 4 Ayagun toprağına miskinlik etdi müşg-i nâb Fâ’ilâtün/mefâ’îlün/fe’îlün Misk senin mis gibi kokan saçlarını görünce başını eğdi. Saf Arızun âb-ı nâbdur gûyâ misk ayağının toprağında miskinlik edip kaldı. Zekânun bir habâbdur gûyâ (Beyitte saçın mis kokusu ve yere kadar uzadığı söylenmiş. Yanağın sanki saf sudur. Çenen de suyun üzerindeki Miskin sözü, zavallı, tenbel, beceriksiz anlamları yanında kabarcıklardır sanki. mis kokusu saçtı anlamlarında da kullanılmış.) Dilde envâr-ı mihr-i ruhsârun Tokınupdur bâde-i gülgûna çeşm-i rûzgâr Âbda mâhitâbdur gûyâ Sâgar üzre sanmanuz peydâ olur yer yer habâb Güneş gibi parlak yanağından gönlüme vuran ışıklar sanki Kadehin üzerinde yer yer kabarcıklar görünüyor sanmayın! ayın suda yansıyan ışıklarına benzer. Gül renkli şaraba rüzgârın gözü değmiş. (Hava kabarcıkları gözlere benzetilmiş. Göz değince insan Bezm-i gamda dü-çeşm-i pür-hûnum hastalanır ve vücudunda yaralar açılır, hattâ nazar insanı İki şîşe şarâbdur gûyâ öldürür. Ruzgâr sözü, devir, zaman ve yel anlamlarında; yel Gam toplantısında kanlı gözyaşları döken iki gözüm, tıpkı esince suda dalgalar, köpükler, kabarcıklar olur.) iki şişe şaraba benzer. Şahne-i devrân nola çekse çevürse dembedem Nakş-ı hüsn-i hatunla safha-i dil İki kanludur anılmış bâde-i nâb u kebâb Bir musavver kitâbdur gûyâ Kırmızı şarapla kebap tanınmış iki katildir. Devrân zâbıtası Yüzündeki tüylerin güzel şekillerinin yazıldığı gönlümün onları zaman zaman çekip çevirip yola getirse şaşılır mı? sahifesi sanki resimli bir kitaptır. (Şarap ve et kırmızı ve kanlı oldukları için katile benzetilmiş. Saf şarap süzülüp çekilerek yapılır, kebap da çevrilir.) Tutdı mihri cihânı ol mâhun Pertev-i âfitâbdur gûyâ Derd-i aşkun âşık-ı miskini âhır öldürür O ay yüzlü güzelin sevgisinin parlaklığı, tıpkı güneşin Mestlik pâyâne yetse erişür elbette hâb parlaklığı gibi bütün cihânı kapladı. Sarhoşluk son sınırına varınca uykunun geldiği gibi, senin aşkının hastalığı da zavallı âşığı sonunda öldürür. Bâkîyâ hâl-i anberîni anun Nâfe-i müşg-i nâbdur gûyâ Bâkî’ye senden ferâgat verdi ey gerdûn-ı dûn Ey Bâkî, o sevgilinin anber kokan beni, sanki saf misk Südde-i devlet me’âb-ı pâdişâh-ı kâmyâb kokusu dağıtan âhûların göbeğine benzer. Ey alçak felek! Mutlu pâdişâhın devletinin eşiği Bâkî’yi senden vazgeçirip uzaklaştırdı. 90 GAZEL 6 Sana Gây-ı hırâm ey nahl-i bâlâ gülşen-i cândur Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Nesîm-i nevbahârî gibi gel sahn-ı çemenden geç Lâle hadler kaldılar gül-geşt-i sahrâ semt semt Ey boylu boslu güzel! Senin dolaşabileceğin yer canın gül Bâg u râgı gezdiler idüp temâşâ semt semt bahçesidir. Gel, ilkbahar yeli gibi yeşillik alanında Lale gibi al yanaklı güzeller kırın her yönünü dolaşıp çiçek dolaşmaktan vazgeç. seyrine çıktılar. Her yanı seyrederek bahçeyi, çimenliği Neden bu menzil-i hâkîde ârâm ihtiyâr etmek gezdiler. Senün cândur yerün ey fîr-i dilber bedenden geç Âşık-ı dîdâr-ı pâkündür meğer kim cûylar Ey sevgilinin yanbakış oku! Bu aşağılık toprak yerde Cüst ü cû eyler seni ey serv-i bâlâ semt semt kalmayı istemek niye? Vücûdundan geç, senin yerin candır. Ey selvi ağacı gibi uzun boylu sevgili! Akarsular herhalde senin temiz yüzüne âşık olmuşlar ki her yerde seni anıyorlar. Bu bâzâr içre düşmez dâne-i eşküm gibi gevher Gel ey cân riştesi şimden gerü dürr-i Aden'den geç Leşger-i gam geldi dil şehrine kondı cevk cevk Bu aşk pazarında gözyaşlarımın tanesi gibi bir inci Kopdı yer yer fitne vü âşûb u gavgâ semt semt bulunmaz. Ey canımın ipliği olan sevgilim, gel. Aden Gam askeri gelip bölük bölük günül şehrinde konakladı, incisinden vazgeç! yerleşti. Her yanda karışıklık her mahallede kavga gürültü Kemend-i zülfi ey Bakî sana çok bend geçmişdür çıktı. Velî sen gamze-i hûn-rîzi cevrin gör geçenden geç Giryeden cûy-ı sirişküm sû-be-sû oldı revân Bâkî! Sevgilinin saçını kemendi seni üst üste bağlamıştır. Yine kulzûm gibi cûş etdi bu deryâ semt semt Ama, sen kan döken yanbakışının cefasını gör de delip Ağlamaktan gözyaşımın ırmağı her yana aktı. Bu gözyaşı geçenden vazgeç. deryası yine ummân gibi hert taraftan coştu. GAZEL 8 Bir kadem bas lûtf ile gel gülşene ey serv-kad Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün Bileler eksikliğin her serv-i bâlâ semt semt Pür olup devr idicek meclis-i mestânı kadeh Ey selvi boylu sevgili! Lütfedip gül bahçesine gelip bir ayak Çarh olur halka-i rindân meh-i tâbânı kadeh bas da bütün uzun boylu selvi ağaçları her yanda Kadeh dolup da sarhoşlar toplantısını dolaşmağa eksikliklerini anlasınlar. başlayınca, çepçevre oturan rindlerin halkası gökyüzü, kadeh de onun parlak ayına benzer. Şi’r-i Bâkî seb’a-i iklime oldukça revân Okunursa yiridür bu nazm-ı garrâ semt semt Felek-i işrete bir ahter-i ferhunde iken Bâkî’nin şiiri yedi iklime su gibi akıp yayılmıştır. Bu parlak, Yine Mirrîh-sıfat turma döker kanı kadeh güzel şiir her tarafta okunsa yeridir. Kadeh içki ve eğlence göğünün uğurlu bir yıldızı iken, yine de Merih yıldızı gibi durmadan kan döker. GAZEL 7 Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün Me x mey ki nedenlerle hisâr olmışdur Gel ey an halka-i müşgîn-i zülf-i pür-şikenden geç Şehr-i işretdür anun âfet-i devrânı kadeh Düşersin dâm-ı tezvîre reh-i mekr ü fitenden geç Kale bedenleri gibi, insan bedenleriyle çepçevre bir hisar Gönül, gel sevgilinin kıvrım kıvrım, mis gibi kokan hâlindeki içki toplantısı, bir içki ve eğlence şehridir. Bu saçlarının halkasından vazgeç. Bu hîle ve karışıklık yolunu şehrin en tanınmış güzeli de kadehtir. bırak, sonra yalan dolan tuzağına düşersin. 91 Devr-i meclis safâ câmi'inün çenberidür Âb-ı rengîn ile kandîl-i fürûzânı kadeh GAZEL 10 Toplantının halkası saflık câmi'inin çenberidir. Kadeh ise Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün içindeki renkli su ile o câmi'in çenberine asılmış parlak Kıldı âfâkı münevver tal'at-ı rahşân-ı ıyd kandilidir. Halka dibâlar geyürdi mâh-ı nûr-efşân-ı ıyd Bayramın parlak yüzü ufukları aydınlattı. Bayramın nurlar Yaraşur halka-i rindâna desem ey Bâkî saçan ayı halka değerli ipek kumaşlardan giysiler giydirdi. Hâtem-i Cem'dür anun lâl-i Bedahşân'ı kadeh Câme-i dîbâyıla tâvus-ı zerrîn-bâldür Ey Bâkî! İçki toplantısındaki rindlerin halkası Cem'in Dil-rübâ kim eyler ol reftâr ile cevlân-ı ıyd yüzüğüdür onun üstündeki Bedahşân yâkutu da kadehtir Sevgili, ipekli giysisiyle altın kanatlı bir tâvus kuşuna desem yaraşır. benzer; o güzel yürüyüşüyle bayram gezmesine çıkmış. GAZEL 9 Ayagun tozıyla vezn etmez birin ehl-i nazar Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün Toptolu Yûsuf-likâlarla bu gün mîzân-ı ıyd Etdi şikâr gönlümi bir şûh-ı şeh-levend Doğru görüşlüler bugün bayram tahtaravallisini dolduran Müjgânı fır ü kaşı kemân turrası kemend Yûsuf'a benzer güzel yüzlülerden hiçbirini senin ayağının Kirpikleri ok, kaşı yay, saçı kement gibi, boylu boslu şen, tozuyla bir tutmaz. oynak bir güzel gönlümü avladı. Salınur her Şâh-ı gül nâzük-nihâl-i ergavârı Telh-i şarâb-ı gussa-i devrânı def eder Bâg-ı cennetden nişân verdi bahâristân-ı ıyd Şîrîn lebün dehânuma alsam niteki kand Her gül dalıyla ince erguvan fidanı salınmağa başlayınca Tatlı dudağını şeker gibi ağzıma alsam, zamanın gam, keder bayram bahçesi cennet bahçesine döndü. veren şarabının acılığını yok eder. Sâkıyâ ntl-ı girân eksük gerekmez aradan Bâzârlarda başladı nahli tonatmağa Yahşı ağırlanmak ister hâsılı mihmân-ı ıyd Dil bağlayalı kaamet-i zîbâna nahl-bend Ey sâkî! Kocaman kadehlerin aradan hiç eksik olmaması Nalbend süslü boyuna gönül vereliden beri, pazarlarda gerekir. Kısacası bayram konukları iyi ağırlanmak isterler. fidanları donatıp süslemeğe başladı. Şimdi fîg-i cevr ile öldürme kurbân olduğum Bu cism-i zerd ü zâr u nizâr ile nice bir Iyd-ı edhâ geldüğinde idesin kurbân-ı ıyd Yanam firâkun âteşine nitekim sipend Kurbân olduğum sevgilim, şimdi beni cevr ve celâ kılıcıyla Bu sapsan, zayıf, kupkuru vucûdumla senin ayrılık ateşine öldürme. Kurbân bayramı geldiğinde kurbân edersin. üzerlik tohumu gibi daha ne kadar yanacağım? Âşıka ihsân ise maksûd elünde dôstum Her dûna şâh-ı gül gibi meyl etme dôstum Dest-bûsundur muhassal Bâkî ye ihsân-ı ıyd Düşmez giyâha hemser ola serv-i ser-bülend Sevgilim! Amacın âşığa iyilik etmekse, bu senin elinde. Sevgilim! Her alçağa gül dalı gibi eğilme. Başı yukarıda Sözün kısası, Bâkî ye bayram armağanı, elini öptürmendir. olan selvinin bir küçük otla kafadar olması yakışık almaz. GAZEL 11 A'dâ yanunda hurrem u handân u şâdmân Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Bâkî gamunda zâr u dil-efgâr u derd-mend Lâleler bezm-i çemende câm-ı işret gösterür Düşmanlar, senin yanında neşeli, sevinçli ve mutlu. Bâkî ise Devletinde husrev-i gül ayşa ruhsat gösterür. senin gamınla dertli, gönlü yaralı ve ağlayıp inlemede. 92 Gül sultânı devletinde yiyip içmeğe, eğlenmeğe izin verince, Bu devâsız derdi gönlüm hep senin kapında kazandı. Yaralı lâleler çimenlik toplantısında içki kadehioldular. gönlümün nasıl bir onulmaz derde tutulduğunu görüp anlasınlar. Mevsim-i gül ıyd ile yâr u musâhib düşdiler Birbirine iki dilberdür muhabbet gösterür Açıldı dâglar sînemde çâk etdüm girîbânum Gül mevsimi bayramla sanki birbirine sevgi gösteren iki Mahabbet gülşeninde açılan ezhân görsünler. sevgili gibi dost ve arkadaş oldular. Göğsümde yaralar açıldı. Sevgi gülbahçesinde açılan narççeklerini herkes görsün diye yakama parçalayıp açtım. Iydgehde varalum dolâba dilber seyrine Görelüm âyîne-i devrân ne sûret gösterür Ten-i zârumda pehlûm üstü hânı sayılur bir bir Bayram yerinde güzelleri seyretmek için dönme dolaba Beni seyr etmeyen ahbâb mûsîkân görsünler. gidelim. Bakalım tâlihimiz dolap döndükçe bize ne yüzler Bu zayıf, dermansız vücûdumda böğrümün kemikleri bir bir gösterecek, ne biçim maceralar yaşatacak. sayılır. Beni bu hâlimle görmeyen dostlarımı mıskâl âletine baksınlar beni görmüş gibi olurlar. (Mûsîkâl, adını rüzgar Kaddüne kul olmağa gelmiş dizilmiş karşuna estikçe gagasının deliliklerinden nağmeler çıkan efsanevi bir Servler turmış çemen sahnında kaamet gösterür. kuştan almış bir mûsîkî âletidir. Değişik boydaki boğumlu Selvi ağaçları senin uzun boyuna kul olmak için çimenlik kamışların yan yana birleştirilmesi ile yapılmıştır. Üflenince alanına gelmiş, karşına dizilmiş, boylarını gösteriyorlar. her biri ayrı perdeden ses verir. Türkçede Arapça adı ile mıskâl denir.) Âşıkı bî-sabr u ârâm eyleyüp seyyâh eder. Memleket seyir etdürür aşkun vilâyet gösterür. Güzeller mihribân olmaz demek yanlışdur ey Bâkî Senin aşkın âşıkları sabırsız bir yerde duramaz hâle getirip Olur vallâhi billâhi hemân yalvan görsünler. yollara düşürür. Böylece başıboş nice ülkeler dolaştırır Ey Bâkî! Güzeller sevgi, merhamet göstermezler, demek neşehirler gösterir. yanlıştır. Âşıklar biraz yalvanversinler vallahi de billahi de gösterirler. Bîsütûn-ı gamda Bâkî seng-i mihnet kesmede Şöyle üstâd oldi kim Ferhâd’a san’at gösterür. GAZEL13 Bâkî senin gamının Bîsütün dağında acı, üzüntü taşlarını Müstef’ilün Müstef’ilün Müstef’ilün Müstef’ilü parçalamakta öyle usta oldu ki, Ferhad’a bile sanat Âb-ı hayât-ı la’lüne ser-çeşme-i cân teşnedür öğretmeğe başladı. Sun cür’a-i câm-ı lebün kim âb-ı hayvân teşnedür Dudağının hayat vericiliğine can pınarı susamıştır. GAZEL 12 Dudağının o âb-ı hayvânın bile susadığı kadehinden bir Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün yudumsun. Açıl bâgun gül ü nesrîni olruhsân görsünler Salın serv ü sanavber şîve-i reftân görsünler Cân la’lin eyler arzû yâr içmek ister kanumı Sevgilim! Yüzünü aç da bahçenin gülü nesrini o yanağı Yâ Rab ne vâdîdür bu kim cân teşne cânân teşnedür. görsünler. Salınarak bir yürü de selvi ve çam ağaçlarıo Canım sevgilinin kırmızı dudağını ister; sevgilide benim yürüyüşteki edâyı, güzelliği görsünler. kanımı içmek istiyor. Tanrım, bu aşk vâdîsi nasıl bir yerdir ki orada âşık sevgilide susuzdur. (Vâdî kelimesi tarz, uslüb, Kapunda hâsıl itdi bu devâsuz derdi hep gönlüm şekil, yol anlamlarında da kullanılır. Bâkî ‘nin şaşırarak Ne derde mübtelâ oldı dil-i bîmân görsünler. sorduğu soruda vâdî kelimesini kullanması şundandır: susuzluk çölde olur vâdîde susuzluk olmaz. Bütün sular 93 vâdîlerden akar. Suyun bu kadar bol olduğu yerde bu Bu zayıf, ağlayan gönlüm senin elinden çok dertler çekti. susuzluk niye diye şaşırıyor.) Ney gibi ağlayıp inlese şaşılır mı? Şimdi ağlayıp yakınmanın zamanıdır. (Zâr sözü, zayıf ve ağlayıp inleme; çeng, eğri Âb-ı zülâl-i vasluna muhtâc tenhâ dil degül büğrü, çengel pençe ve çalgı anlamındadır. Çeng şiirde iki Hâk üzre kalmış huşk-leb deryâ-yı ummân teşnedür. büklüm olmuş, durmadan gözyaşı döken bir aşıga benzetilir; Ey sevgili! Sana kavuşmanın hayat veren suyuna muhtaç telleri gözyaşlarıdır. Çeng ve ney sesi, üzüntü ve kederden olan yalnız gönül değil ki, ona, sâhilde toprak üzerinde ağlayıp inlemenin ve yakınmanın simgesidir.) dudakları kupkuru kalmış açık deniz bile susamıştır. (Suyun susaması, ilk bakışta anlamsız görünüyor. Denizin susaması, Yâr ise mahrem-i agyâr gönül hemdem-i zâr suyunun tuzlu olmasından ve toprağın sâhilde suyu içip Gözlerüm kan akıdursa nola gayret demidür susuz bırakmasındandır. Deniz kıyısına leb-i deryâ denir. Sevgili düşmanlarla birlikteyse gönül de ağlayanların Sâhildeki köpüklerde kuruyan dudağın tuzdan beyazlamasını dostudur. Gözlerim kan akıtırsa ne çıkar? Tam kıskanılacak andırır. Beyitte denizin sâhile vurması sevgiliye kavuşmak zamandır. (Gayret, aslına nâmus ve şerefe dokunacak için, dudakları kurumuş bir halde karalara çıkmak istediği şeylerden kaçma, kıskanma anlamlarındadır. Çalışıp şekilde yorumlanmış.) çabalama, uğraşma, didinme anlamlarınada gelir. Beyitte bu anlamların tümü düşünülebilir.) Bezm-i gamında cân ü dil yandı yakıldı sâkıyâ Depret elün sür ayagı meclisde yârân teşnedür. Aşkunı saklar idüm sînede ammâ şimdi Ey sâki! Sevgilinin gamının çekildiği toplantıda can ve Âh edersem beni ayb eyleme fürkat demidür gönül yandı yakıldı, şikâyet ettiler. Elini kımıldat, ayağını Aşkını canımda saklar, kimselere söylemezdim. Ama şimdi yürüt, şarap sun: toplantıdaki dostlar pek susadılar. ayrılık zamanı; âh edip haykırırsam beni ayıplama. Cânâ zülâl-i vaslunı agyâr umar uşşâk umar Mihneti dil ser-i zülfinde çeker ey Bâkî Âb-ı sehâb-ı rahmete kâfir müselmân teşnedür Kâfiristâna düşen kimsede mihnet demidür Ey sevgili! Sana kavuşmanın saf, lezzetli suyunu aşıklar da Bâkî! Gönül acıyı sevgilinin saçlarının ucunda çeker. Kâfir yabancılar da umar, beklerler. Tanrının rahmet bulutunun ülkesine düşen kimse için bu, üzüntü ve keder çekme suyuna kafirler de müslümanlar da susamışlardır. zamanıdır. (Saç kara ve bu yüzden kâfirdir. Gönül da saça tutkun ve hep saçın ucuna asılı, ilmeklerinin tuzağına Giryân o Leylî-veş n’ola sahrâya salsa Bâkî’yi tutulmuş, kemendine bağlanmıştır. Kâfir iline düşen veyâ Mecnûn’un âb-ı çeşmine hâk-i beyâbân teşnedür kâfire tutsak olan müslümânın sıkıntı ve acı çekmesi de O Leylâ’ya benzeyen güzel Bâkî’yi ağlaya ağlaya çöllere tabiidir.) salsa şaşılır mı? Mecnûnun gözyaşlarına çölün toprağı susamıştır. GAZEL 15 Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün GAZEL 14 Kaddün katında kaamet-i şimşâd pest olur Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün Zülfün yanında revnak-ı sünbül şikest olur Dem-i subh erdi getür bâdeyi sohbet demidür Boyunun karşısında şimşir ağacının boyu alçalır. Sünbülün Mey-i nâb ile pür et sâgan işret demidür canlılığı ve parlaklılığı senin saçının yanında donuk kalır. Sabah oldu: sohbet zamânıdır; şarabı getir. Kadehi saf (Sevgilinin boyu uzun ve düzgün saçlarının yanında şimşâda şarapla doldur; yiyip içmenin zamanıdır. da benzetilir. Aslında şimşir kısa, bodur ve dallı budaklı bir ağaçtır. Beyitte bu gerçekte söylenmiş.) Çok belâ çekdi senün çeng-i gamunda dil-i zâr Nây-veş nâleler eylerse şikâyet demidür Tâb-ı ruhunda la’lün anan aklın aldurur 94 Şevk ile bâde içse kişi katı mest olur Yâkut renkli dudağınla yanağının parlaklığını düşünen Gülşende basdı jâleleri kara bağrına aklını yitirir. İnsan hevesle içki içtiğinde daha çok sarhoş Erdi sâfaya lâle-i hûnîn-piyâleler olur. (Şevk sözü arzu, heves, harâret, gayret, aşk gibi pek cok mânâlarda kullanılır. Beyitte bu mânâların çoğu Kanlı kadehe benzeyen lâleler, gülbahçesinde çiğ tanelerini düşünülmüştür.) kara bağırlarına bastırıp zevke, eğlenceye giriştiler. (Gelinciğin ortasındaki tohumlar karadır. Bu yüzden kötü Reftâre gelse kaamet-i ar’ar hırâm ile niyetli anlamında “kara bağırlı” denmiş. Çiğ tanesi donmuş Bâlâ-yı yâre serv-i çemen zîr-dest olur sudur. Bağrı yanık laleler suya kavuşunca serinleyip Dağ selvisi boyunu gösterip yürümeğe kalksa, çimenliğin ferahlıyorlar. Safâ aynı zamanda saflık ve temizlik demektir. selvi ağacı sevgilinin yüksekliği karşısında, elinin altında, Su da temizliğin simgesidir.) buyruğuna uyan kul olur. Oldı çemende bâliş-i gonca kenâr-ı hâr Zinhâr eline âyine virmen o kâfirün Murg-ı seher ederse nola âhu nâleler Zîrâ görince sûretini büt-perest olur Çimenlikte goncanın yastığı dikenin kucağına düştü. O kâfirin eline sakın ayna vermeyin. Çünkü yüzünü görünce Sabahın kuşu olan bülbül âh edip inlese ne çıkar? putperest olur, tapınmaya başlar. Şâh-ı gül ü nihâl-i semen biri birinün Bâkî çeker mi bâde-i minnetin Erdi o dem ki kolını boynına salalar Her kim ki mest-i cür’a-i câm-ı Elest olur Öyle bir an geldi ki. Gül dalıyla yâsemin fidanı kollarıyla (Bâkî! Elest toplantısında sunulan kadehin bir yudumuyla birbirinin boynuna sarılıyorlar. kendinden geçen, hiç üzüm şarabının minnetini çeker mi? (Bu, Bâkî’nin çok az görülen tasavvufî beyitlerinden biridir. Bâkî bu demde hayf ola ehl-i mezâk eğer Ezel toplantısında içilen şarap ilahi aşk şarabıdır ve Künc-i belâ vü gûşe-i mihnetde kalalar sarhoşluğu kıyâmete kadar sürer. Bâkî sözü hem mahlas Bâkî! Eğer zevketmesini bilenler böyle bir zamanda keder ve olarak hem de sonsuza kadar anlamında kullanmıştır.) üzüntü kösesinde oturup kalırlarsa yazık olur GAZEL 16 GAZEL 17 Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün Cünd-i şitâyı taşa tutup yine jâleler Cânâne cefâ kılsa nola câne safâdur Kasd etdiler ki mülket-i gülzân alalar Agyâr elemin çekdüğümüz ya ne belâdur Çığ daneleri yine kış askerini taşa tutup gül bahçesi ülkesini almağa niyetlendiler. Sevgilim bana eziyet etse de ne çıkar; canıma eğlence gelir bu. Ya başımıza belâ olan bu düşmanlardan çekdiğimiz üzüntülere ne demeli? Sahn-ı çemende şöyle kırıldı zücâc-ı yah Seng-i felâhan urdı meger ana lâleler Gelincikler sanki sapantaşı vurmuşlar gibi. Bahçedeki bütün Her tâc olınmaz fakr u fenâ şâhına ser-tâc buzların camları kırılıp paramparça oldu. Terk ehlinün ey hâce biraz başı kabadır Her tâç, fakirlik ve fânîlik ve sultânına baş-tacı olamaz. Ey Çözdi çemende turaların sünbül-i tarî hoca, bu yüzden dünyâdan ilişkisini kesenlerin başı biraz Gûyâ tagıtdı mûyını müşgîn-külâleler çıplaktır. Sanki mis kokulu kıvırcık saçlar tellerini dağıtmış gibi. Taze sünbül çimenlikte kâküllerini çözüp dağıttı. İzün tozına sürdi yüzin âyine-veş dil 95 Maksûd benüm pâdişehüm kesb-i safâdur Gönül, ayağının izinin tozunu ayna gibi yüzüne sürdü. Kapının eşiği Mescid-i Aksâ’ya eştir. Yüzün kıbleye, kaşın Sultânım! onun amacı neşelenmek, mutlu olmaktır. (Sâfa mihrâba benzer. kelimesi aynı zamanda saflık, temizlik anlamında kullanılır. Eski mâden aynalar toprakla oğulup parlatılırdı. Gönül Ser-i zülf-i siyeh-kârun şeb-i târ aynaya benzetilmiş. Onunn da saf ve temiz olması istenir.) İzârun pertev-i mehtâba benzer Günahkâr saçlarının ucu tıpkı karanlık gece. Yanağın ise mehtâbın parlaklığını andırır. Aşk ehline şol câmı sunar sâki-i la’lün Kim akla cilâ kalbe safâ rûha gıdâdur Dudağının içki dağıtıcısı âşıklara öyle bir kadeh sunar ki, Cihân efsânedür aldanma Bâkî akla cilâ. Kalbe mutluluk verir, rûhu besler. Gam u şâdî hayâl-i hâba benzer Bâkî, aldanma, dünyâ asılsız bir efsânedir. Üzüntü de sevinçte uykudaki ruyâya benzer. Hep derd ü belâdur güzelüm aşk u muhabbet Âlemde hemân mihr ü vefâ hüsn-i edâdur Güzelim! Sevgi ve aşk hep dert ve belâdır. Dünyâda GAZEL 19 güzellere yakışan tavır güzelliği ise âşıka sevgi ve bağlılık Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün göstermektir. Her kaçan gönlüme fikr-i ânz-ı dilber düşer Gûyıyâ mir’âta aks-i pertev-i hâver düşer Sâkî mey-i Bâkî’yi getür bezme safâ ver Ne zaman gönlüm sevgilinin yanağına düşünse sanki Çün kâr-ı cihân âkıbetü’l-emr fenâdur güneşin parlaklığının aksi aynaya düşmüş gibi olur. Ey içki sunucu! Bâkî’nin içkisini getir, toplantıyı neşelendir. Çünkü dünyânın işi sonunda yokolup gitmektir. Ger ölürsem hasret-i kaddine ol servün beni Bir yere defn eylenüz kim sâye-i ar’ar düşer Vallâhi gazel söylemeden çokdan usandım Eğer o selvi boylu güzelin boynunu görmek özlemiyle Maksûd hemân hâside bir pâre ezâdur ölürsem beni ardıç ağacının gölgesinin düştüğü bir yere Vallâhi, gazel söylemekten usandım. Hâlâ gazel gömün. söylemekteki amacım; yalnızca kıskançlara biraz eziyet Tan mı gam öldürse meydân-ı melâmetde beni etmektir. Bu neberd-i aşkdur anca dilâverler düşer GAZEL 18 Bu ayıplanma rüsvâlık alanında üzüntü keder beni öldürse Mefâilun/mefâilun/fe’ûlun şaşılır mı? Bu aşk savaşıdır. Bu alanda nice şehitler düşer Ruhun berg-i gül-i sîrâba benzer kalır. Leb-i la’lün şarâb-ı nâba benzer Yanağın tâze gül yaprağına benzer. Yâkut gibi kırmızı Anun içün vanmazın kûyına giryân olup dudağında saf şaraba benzer Hâk-i râhun korkaram cânâ gözümden ter düşer Sevgilim kapına ağlaya ağlaya gelemem. Çünk yolunun toprağı gözümden akan yaşlarla ıslanır diye korkarım Furûg-ı dâg-ı aşkun sînem üzre Şu’â’-i mihr-i âlem-tâba benzer Aşkının göğsümün üstünde açtığı yanık yaralarının parıltısı, Ârız u ruhsârun ı vasf etse Bâkî her kaçan dünyâyı aydınlatan güneşin ışıkları gibidir. Şi’ri ey gül-çehre anun böyle rengîn-ter düşer Ey gül yüzlü sevgilim! Bâkî ne zaman yanaklarını öğerek anlatsa onun şiiri işte böyle renkli ve parlak olur. Eşigin Mescid-i Aksâ’ya mânend Yüzün kıble kaşun mihrâba benzer 96 GAZEL 20 Tenin pâlde-i ter gibi degsen bir zamân ditrer Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün Gönül bir ince biçimli boylu güzelin kavuşma sofrayı Bin mübtelâyı mihnet ile her dem öldürür özlemekten öyle zayıfladı ki, değsen vûcudu tâze pelte gibi Dilber mülâyim olmayıcak âdem öldürür bir zaman titreyip durur. Güzel yumuşak yaradılışlı olmazsa insanı öldürür. Her an üzüntüsüyle binlerce tutkununu öldürür Kamer camı bu eyvân üzre dâ'im sunduğu bu kim Sadâ-yı tôp-ı âhumdan zemin ü âsmân ditrer Genc-i visâl tâlibini ejdehâ-sıfat Ay kadehinin bir kubbe üstünde durmadan kırılmasının Ol halka halka zülf-i ham-ender-ham öldürür. nedeni âhımın topunun gürültüsünden yerin ve göğün Kavuşma hazinesini ele geçirmek isteyeni, hâzineleri titremesidir. bekleyen ejderhâlar gibi o halka halka kıvrım kıvrım saç öldürür. (Hazineleri sihirli yılanlar, yedi başlı ve Şu mâhî gibi kim hâk üzre düşmiş sudan ayrılmış ağızlarından ateş saçan ejderhâlar bekler. Yuz hazînesini Zülâl-i âg-i dilberden cüdâ cismümde cân ditrer bekleyen de kara yılana benzeyen kıvrım kıvrım saçlardır.) Sevgilinin bakışı kılıcının saf suyundan uzak kalan canım tıpkı sudan çıkıp toprağa düşümüş balık gibi vücûdumda çırpınır durur. Çeşmün şu resme âşıkı gamzenle katl eder Bir nâtuvânı tîg ile san Rüstem öldürür. Rüstem güçsüz bir zavallıyı kılıçla nasıl öldürürse gözün de Mey-i dûşineden Bâkî yine mahmûra benzersin âşıkları yanbakışının kıcıyla öyle öldürür. (Şehnâme’nin Elünde tutmayup câmı şarâb-ı ergavân ditrer başlıca kahramanım Rüstem çok kan dökücüdür. Aslanlar Bâkî, dün geceki içkiden yine mahmûr olmuşa benzersin; filler ejderhâlarla savaşır. Altmış batmanlık gurzunu ve ağır elindeki erguvan renkli şarap kadehi durmadan titriyor kılıcını sallayınca binlerce düşmanı öldürür.) GAZEL 22 Tursun yerinde gamze-i hûnrîz-i cân-sîtân Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün Başdan belâlu âşıkı ol, perçem öldürür İşigün hâkine ser-çeşme-i hayvân derler Sevgilinin o canlar alan kandökücü yanbakış kılıcı yerinde Kapuna matla-ı hûrşîd-i dırahşân derler dursun. O kıvrım kıvrım saç başı belâlı âşıkı öldürmeğe Eşiğinin toprağına ölümsüzlük suyunun pınarı derler. yeter. Parlak güneşin senin kapıdan doğduğunu söylerler. Bâkî peleng-i kûh-ı gamun pençesindedür Zülfünün dest-resin tuydı meğer ruhlaruna Lûtfun meded yetişmez ise bir dem öldürür Bağda sünbülün ahvâli perîşân derler Bâkî gam dağının kaplanın pençesine düşmüştür. Eğer Saçının yanaklanna el uzattığını duyunca bahçede sünbülün iyiliğin yardımına yetişmezse bir anda öldürecek onu. hâlinin kıskançlıktan perişân olduğunu söylüyorlar. GAZEL21 Hançer-i gamze-i hû-rîzüne fig-i Hayder Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün Safha-i ânzuna Mushaf-ı Osmân derler Eser âhum yeli kûyunda cism-i nâtüvân ditrer Bakışının kan döken hançerine Hz Ali'nin kılıcı. yanağının Çemen sahnında gûyâ bâddan berg-i hazân ditrer sahîfelerine, Hz. Osmân'ın Mushaf'ı diyorlar. Çimenlikte esen rüzgarda sonbaharın kurumuş yaprakları nasıl titrerse, senin olduğun yerde ahımın yeli esince bu Kimlerün rûşen eder menzilin âyâ bilsem mecalsiz vücudun öyle titrer. Geceler seyre çıkar ol meh-i tâbân derler Gönül bir nâzük-endâmun visâli hânın özler kim 97 O yüzü parlak aya benziyen sevgili. geceleri dolaşmağa Dil zevrakını lücce-i gamdan hevâ-yı aşk çıkıyor diyorlar. Acaba kimlerin evini aydınlatıyor. bir Elbette bir kenâra atar rûzgârdur bilsem. Aşk rüzgârı gönül kayığını gam deryâsından elbette bir gün kurtarıp sâhile atacak rüzgârdır. La'l-gûn katreler akıtdugı demler çeşmüm Ayagun topragına kân-ı Bedahşân derler Bâkî nihâl-i ma'rifeyün mîve-i teri Gözümün yâkut renkli gözyaşları döktüğü zamanlar Ârif katında bir gazel-i âbdârdur ayağının toprağına Bedahşân'ın yâkut mâdeni diyorlar. Bâkî! Tâze^parlak bir gazel. düşünüp doğruyu görenlere göre mârifet fidanından koparılmış tâze bir meyvedir Gözlerüm yaşı fenâ verdi dile ey Bâkî Âlemi gark eder ol bahr-i firâvân derler GAZEL 24 Ey Bâkî Gözlerimin yaşı gönlümü sele verip yoketti. O engin Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün deniz bütüb dünyâyı bile suya boğar derler. Zahm-ı dilden kan akar bu çeşm-i giryân bi-haber Garka virdi âlemi bir katre ummân bi-haber GAZEL 23 Gönlümün yarasından kan akıyor. bu ağlayan gözümün Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün haberi yok. Bir su dünyâyı sele boğdu. koca denizin bundan Sâkî zamân-ı ayş u mey-i hôş-güvârdur haberi yok. Bir kaç piyâle nûş idelüm nevbahârdur Sâkî! Yiyip içip eglenmenin ve hoş içimli. lezzetli şarap Yâr bîpervâ Celâlî gibi hat kaldurdı baş içmenin zamanıdır. İlkbahar mevsimidir: birkaç kadeh Memleketde fitne peydâ oldı sultân bî-haber şarab içelim Tüyler, Celâller gibi başkaldırdılar. sevgili umursamıyor: ülkede karışıklık çıktı. sultânın haberi yok. Bûy-ı nesîm ü reng-i gül ü revnak-ı bahâr Âsâr-ı fazl u rahmet-i Perverdigârdur Mest olup uyurken öpmiş la'l-ı dildârı rakîb Sabah yelinin kokusu. gülün rengi ve ilkbaharın güzelliği Ehremenler aldılar mühri Süleymânı bî-haber hep besleyip büyüten Tanrı'nın lûtfu ve ıhsânıdır. Sarhoşluktan kendinden geçmiş uyurken düşman o güzeli öpmüş: şeytânlar mührü ele geçirdiler. Süleymân' ın haberi Gâfil geçürme fursatı kim bâg-ı âlemün yok. Gül devri gibi devleti nâ-pâydârdur Ele geçen fırsatı düşüncesizce boşuna geçirme. Çünkü Muttasıl atar dile peyveste müjgân okların dünyâ bahçesinin güzelliği, mutluluğu gül devri gibi. sürekli Câna geçdi zahm-ı fir-i gamze cânân bî-haber değildir. çabuk geçer. Kirpikleri durmadan. arka arkaya oklarını gönlüme atmakta. Yanbakış okunun yarası canıma işledi. Sevgili hâlâ Eyyâm-ı zühd ü mevsim-i zerk u riyâ degül habersiz. Hengâm-ı ayş u işret ü geşt ü güzârdur Ham sofulluk günleri yalan ve ikiyüzlülükmevsimi değil; İtlerünle her gice gavgâda Bâkî çâkerün yiyip içme, eğlenme ve gezip tozma zamanıdır. Hâb-ı gafletde yatur agyâr-ı nâdân bî-haber Kapıdaki itlerle her gece kavgada olan Bâkî kulundur. Câhil düşmanlarım habersiz, gaflet uykusunda yatmaktalar. Zâyi geçürme ömri bu dem günc-i gamda kim Menzil kenâr-ı bâg u leb-i cûybârdur Bu mevsimde ömrünü gam köşesinde gereksiz yere harcama. GAZEL 25 Konakladığımız yer. bahçenin kenarı ve akarsuyun kıyısıdır. Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün Gönül Yûsuf gibi çâh-ı zenahdânunda kalmuşdur. 98 Halâs eyle anı şâhum ki zindânunda kalmuşdur Ki olir şâhid-i kâşânedür bâzâre düşmişdür Gönül Hz Yûsuf gibi çenenin kuyusunda hapsedilip kaldı. Menekşe kendi saçına benzetirse bundan incinme. O Sultânın zindanda o bîçâreyi kurtar. saraylarda, köşklerde yetişmiş bir güzeldir. Ama pazarlara düşmüş. Metâ'-ı vasluna cândan hırîdâr olmak ister dil Hemân ey hâce ancak şübhe hicrânunda kalmışdur Ser-i zülfünle zencîrin sürer divânedir sünbül Gönül, sana kavuşma malına candan alıcı olmak ister. Ey Gam-ı hâlünle yanup lâleler kûhsâra düşmişdür sevgili! Ayrılığının malına da alıcı mı. artık şüphe yalnız Sümbül senin saçının ucu yüzünden deli olmuş. Zincirini bunda kaldı. sürüklüyor. Gelincikler senin beninin derdiyle yanıp dağlara düştüler. Begüm merdümlik et kendü ciğer-gûşen gibi besle Yaşum tıfl-ı yetimündür ki dâmânunda kalmışdur. Meded Bâkî'ye ey pîr-i mugân bir cür'a himmet kıl Beyim, gözyaşım eteğine düşmüş. yalvaran yetim Elin alup ayaklanur ki ol bîçâre düşmişdür çocuğundur. Bir insanlık göster. onu kendi ciğerinin köşesi Ey meyhanecilerin Piri! Bâki'ye bir yudum vermek gibi besle. iyiliğinde bulun. O zavallı düşmüş elinden tutup ayağa Benümçün acıyup ağlar görenler zahm-ı şemsîrün kaldır(Ayaklandır sözü aynı zamanda içki kadehi ver Bana etdüklerün ey hûnî hep yanunda kalmışdur. anlamındadır.) Senin göğsümde açtığın kılıç yarasını görenler bana acıyıp ağlarlar. Ey katil sevgili. bana ettiklerin hep yanında GAZEL 27 kalıyor. Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün Re'îs-i bahr-ı nazm oldun bu gün âlemde ey Bâkî Kâpunda sâ'il olmak gayre mihmân olmadan yegdür Gedâ-yı kûyun olmak Mısr'a sultân olmakdan yegdür GAZELdemek senün tab'-ı dür-efşânunda kalmuşdur. Sevgilim senin kapunda dilenci olmak yabancılara konuk Ey Bâkî! Bugün dünyada şiir denizinin kaptanısın. Gazel olmakdan iyidir. Senin yurdunda dilenci olmak Mısıra söylemek yalnız senin inciler saçan şâirlik yaradılışında sultan olmakdan iyidir. kaldı. Kapun meddâhınun bir bende -i fermân -beri olmak GAZEL 26 Der-i devlet-me'âb-ı şehde derban olmakdan yegdür Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün Kapında seni öven emrincek her emrini yerini getirmeye Gönül câm-ı lebünle sâkıyâ âvâre düşmişdür hazır kölesi olmak bile sultanın yüce kapısında köle Görelden çeşm-i mestün hâne-i hamınâre düşmişdür olmakdan iyidir. Saki! Gönül senin dudağının kadehiyle kendinden geçmiş başı boş dolaşıyor. Sarhoş gözünü göreliden beri Kilâb-ı kûyun ile hem-sifâl olup hırıldaşmak meyhanecinin yurdunda düşüp kaldı. Varup bezminde Tahmâsun gazel-hân olmakdan yeğdür Evini bekleyen köpeklerle aynı kaptan yiyip içmek onlarla Belâ âşıklara rûz-ı ezelde kısmet oldukda hırıldaşmak, gidip Tahmasb'ın toplantısında gazel okuyucu Tabîbüm derd-i hicrânun dil-i bîmâre düşmişdür olmakdan iyidir. Derdime derman olacak doktorum! Ezel gününde âşıklara bela dağıtılırken benim de hasta gönlüme senin ayrılğının Harâbât erleriyle kâse kâse bâde nûş etmek derdi düştü. NedÎm-i meclis-i fağûr u hâkaan olmakdan yegdür Meyhane erleriyle kase kase içki içmek, fağfur ve hakanın toplantılarında nedim olarak bulunmakdan iyidir. Benefşe kendüyi zülfine teşbîh etse incinme 99 Belâ küncinde her şeb âh u vâh etmaklik ey BâkÎ GAZEL 29 Ümîd-i vuslat-ı yâr ile şâdân olmakdan yegdür Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün Ey Bâkî bela köşesinde her gece ah ile vah ederek ağlamak, Fermân-ı aşka cân ile var inkıyâdumuz sevgiliye kavuşma umuduyla neşelenmekden iyidir. Hükm-i kazâya zerre kadar yok inâdumuz Aşk sultanlarının buyrukalarına canla başla uyarız. Tanrı GAZEL 28 buyruklarına, kurallarına karşı da zerre kadar direnmemiz Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün yok. Hâlk-ı âlem yüzüne mihr-i dırahşân derler Yine ardunca dönerler meh-i tâbân derler Baş egmezüz edâniye deryâ-yı dûn içün Dünya halkı yüzünü güneşe benzetirler, arkasından dönerler Allâh'adur tevekkülümüz i'timâtumuz parlak aya benzetirler. Bu alçak dünya için alçaklara baş eğmeyiz tevekkülümüz, güvenimiz Allah'adır. El terâzûya urup Mısr-ı melâhatda şehâ Bunca varmıdur ola Yûsuf-ı Ken'ân derler Biz müttekâ-yı zer-keş-i câha tayanmazuz Sultanum güzellik ülkesinde ellerinle terazi alıp, ölçüp Hakk'un kemâl-i lutfınadur istinâdumuz tartıp, acaba Ke'nan ülkesinin Yusufu bu kadar güzel midir, Biz makam mevkii altın işlemeli yastığa dayanmayız. Yalnız diye kendi kendine sorarlar. Tanrı'nın lütfunun büyüklüğüne ve sonsuzluğuna dayanır, güveniriz. (Beyitte gerçek değeri olmayanlar bir makamın Nesl-i Adem'den eyâ hûrî-sıfat dünyâya altın işlemeli yastıklarına dayanır, eksiklerini makam süsü Gelmedi sencileyin âfet-i devrân derler ve şâşâsı arkasına gizlerler. Biz makam peşinde değiliz Ey hûri yüzlü! Hz. Adem'in soyundan dünyaya senin gibi böyle desteğe ihtiyaç duymayız.) aşıkları mahveden bir güzellik daha gelmedi, derler. Zühd-ü salâha eylemezüz ilticâ hele İşte hecr-i ser-i zülfinde zülâl-i la'lin Tutdı gerçi âlem-i kevni fesâdumuz Zulet içinde olur çeşm-i hayvân derler Her ne kadar kötülüğümüz dünyayı tutsa da, bundan Saçlarından ayrı, keder içinde karanlıkta kalırsın, kırmızı kurtulmak için sofuluğa, sahte dindarlığa sığınmayız. dudağının saf, berrak suyunu iste, çünkü ölümsüzlük suyunun pınarı karnlıklar içinde olur derler. (Ölümsüzlük Meyden sâfâ-yı bâtın-ı humdur garaz hemân suyunu arayan hızır ve ilyas peygamber, suyu engin bir Erbâb-ı zâhir anlayamazlar murâdumuz denizin ötesindeki karanlıklar ülkesinde bulup içmişler ve Bizce şaraptan istenen şarap küpünün içinin temizliğidir. ölümsüzlüğe kavuşmuşlardır) Dış görünüşte bakanlar bizim ne istediğimizi anlayamazlar. Bilmeyen jâle sanur ol boyı servün Bâkî Minnet Hudâ'ya devlet-i dünyâ fenâ bulur Leblerinden utanur gonca-i handân derler Bâkî kalur sahîfe-i âlemde adumuz Bâkî! o selvi gibi uzun boylu güzelin dudaklarını Dünyanın devleti, zenginliği son bulur, geçer gider. Tanrı'ya bilmeyenler, çiğ tanesi sanırlar. Açılmak üzere olan bu şükür ki bizim adımız dünya sahifesinde sonsuza kadar kalır. gonca bu dudaklardan utanır derler. (Çiğ tanesi seher vakti yapraklar ve çiçekler üzerinde donmuşsu damlasıdır, ğüneş GAZEL 30 çıkarken buharlaşıp yok olur. Sevgilinin dudağı da nokta Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün gibidir küçüktür, hatta yoktur bu bakımdan dudakla çiğ Feryâduma ol kaaneti şimşâd yetişmez tanesi arasında benzerlik kurulmuş.) Benzert ki anun gûşına feryâd yetişmez 100 Boyu şimşir ağacına benzeyen sevgili, incelem yetişip gelmiyor, herhalde feryadım onun kulağına kadar erişmiyor Kadeh kan ağlayup def sîne döger ney figân eyler olacak. Meger derd ü gam-ı aşka olupdur mübtelâ meclis Kadeh kan ağlayıp, def göğsümü döğer, ney inler. Sanki toplantı aşkın derdine ve üzüntüsüne tutuldu. Ser-menzile uşşâk erişür cümleden evvel Ol mertebeye sa'y ile zühhâd yetişmez Varılmak istenen son durağa herkesten önce aşıklar Kadeh fıskıyye mey su halka-ı rindân onun havzı erişirler, bu dereceye ulaşıp didinmekle ham sofular Saray-ı şevkâ şadırvân olupdur Bâkıyâ meclis erişemezler. Bâkî! Kadeh fıskıyye, şarap su, rindlerin halka biçiminde oturuşu da onun havuzu. Sanki toplantımız, aşk sarayının şadırvanı oldu. Âhumdan önirdi yetişür kapuna eşküm Germiyyet ile şöyle gider bâd yetişemez Gözyaşım öyle hararetle akıp gider ki âhımdan önce kapına GAZEL 32 varır. Arkasından rüzgar bile yetişemez. Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün Zülf-i siyâhı sâye-i perr-i hümâ imiş Yollarda kalur râh-rev-i Ka'be-ivaslun İklîm-i hüsne anun içün pâdişâ imiş Ömr âhır olur mevt erişür zâd yetişmez Sevgilinin kara saçı, hümâ kuşunun kanadının gölgesi imiş. Sana kavuşma Kabe'sine giden uzun yolun yolcusu, ömrü Bunun için sevgili güzellik ülkesine sultân olmuş. sona erer, ölüm yetişir, yol azığı tükenir ve sana kavuşamadan yollarda düşüp kalır. Bir secde ile kıldı ruh-ı âfitâbı zer Hâk-i cenâb-ı dôst acep kimyâ imiş Bu arsada Bâkî nice üstâde yetişdi Sevgilinin sarayının avlusunun toprağı ne garip bir ilâç imiş Âlemde bu gün ana bir üstâd yetişmez ki, güneşin yanağını bir secdeye kapanmakla altın yaptı. Bu şair sahasında Bâkî nice şair ustalarına yetişip, onları (Kimya, ilâç ve kimyâ ilmi anlamlarında kullanılmış. İlm-ı geçti. Ama bu gün ona dünyada hiçbir üstâd yetişemez. kimya gümüş ve bakırı, hattâ her maddeyi civa bazı ilâçlarla karıştırıp altın yapma ilmidir: Buna yanlış olarak İlm-i GAZEL 31 simyâ denmiştir. İlm-i simya sihirbazlıktır, el çabukluğu ve Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün bâzî hilelerle olmayan şeyleri var gibi gösteren ve olanı Gel ey sâkî bulunmaz böyle âlî dil-güşâ meclis ortadan kaldıran ilimdir.) Getür câm-ı musaffâyı kim olsun pür-safâ meclis Ey içki dağıtan güzel! Gel, böyle yüce, gönlü ferahlatan Âvâzeyi bu âleme Dâvûd gibi sal toplantı bulunmaz. Saf şarap kadehini getir, toplantı neşeyle Bâkî kalan bu kubbede bir hôş sadâ imiş dolsun. Feryâdını bu dünyâya Hz. Dâvûd gibi sal. Bu gökkubbesinde sonsuzluğa kadar çınlayan sâdece hoş bir sadâ imiş. (Hz. Piyâle aksi mir’ât-ı felekde âfitâb olsun Dâvûd, hem peygamber, hem de hükümdardır. Sesi ile Fürûg-ı sâgar-ı sahbâdan olsun pür-ziyâ meclis ünlüdür. Yüksek sesle Zebur okuduğu zaman dağlar Kadehin aksi gökkubbesinin aynasında güneş gibi parlasın. yankılanır, kuşlar başına üşüşürdü. Güzel, kalın sese dâvûdî Kırmızı şarap kadehin parlaklığından toplantı ışıkla dolsun. sesdenmiştir.) Şarâb âb-ı hayât u câm-ı zerrîn âfitâb olsun Görmez cihânı gözlerümüz yâri görmese Cinân içre gerekmez bana cânân olmasa meclis Mir’ât-ı hüsni var ise âlem-nümâ imiş Şarap ölümsüzlük suyu, altın kadeh güneş de olsa, sevgili Gözlerimiz sevgiliyi görmeyince dünyâyı da görmez. olmadan cennette bile toplantı istemem. Güzelliğinin aynası, eğer varsa, dünyâyı gösteren aynaya 101 benzer. (Âyine-i âlem-nüma, bir söylentiye göre Aristo’nun Sôfî tesbîh ü asâyı mey-i gül-fâme değiş bulunduğu bir aynadır. Şehrin en yüksek tepesine Hırka-i zühd ü riyâyı çıkarup câme değiş yerleştirilen bu ayna ile düşman gemileri çok uzaktan Ham sofu! Tesbihini ve sopanı gülrenkli şarapla değiştir. görünürmüş. Cemşid’in yedi mâdenden yapılmış ve dünyâyı Sofuluk ve iki yüzlülük hırkasını çıkarıp bir kadehle değiştir. çepçevre gösteren kadehine de bu ad verilmiştir.) (Câme değiş sözü, hırkanı verip karşılığında bir kadeh al ve hırkanı çıkarıp başka bir giysi giy, yâni hamsofuluktan vazgeç anlamlarında kullanılmış.) Zülfün esîri Bâkî-i bî-çâre dôstum Bir mübtelâ-yı bend-i kemend-i belâ imiş Sevgilim, saçının esîri olan bîçâre Bâkî, belâ kemendini Ârife çünki yeter bir gül eger ârif isen yakalamış düşkün bir âşıktır. Götüri âlemi bir tâze gül-endâme değiş Eğer olgun bir insansan, olgun insanlara bir gül yeter. GAZEL 33 Bundan böyle bütün dünyâyı tâze bir gül endâmlı güzelle Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün değiş. Gönül dâg-ı gamunla sinede bir şem uyandurmış Çerâg-ı aşka bir garrâ kızıl altunı yandurmış Bulmak istersen eger Ka’be-i maksûda vüsûl Gönül senin gamının ateşiyle göğsümde bir mum Çıkarup atlas u dîbâyı bir ihrâme değiş alevlendirmiş, aşk çırası için parlak bir altını yakmış. Eğer isteğinin Kâ’be’sine ulaşmak istersen, atlas ve ipeklilerini çıkarıp bunları bir ihrâmla değiştir. (İhrâm, hac Gönüller nakdin almış yâr girmiş halka-i zikre farzlarından olarak hareme girmeden önce bürünülen Bir iki derdmend âvâreyi varmış tolandurmış dikişsiz, sâde bir örtüdür.) Sevgili, gönüllerin paralarını alıp zikir halkasına girmiş, gitmiş bir iki dertli zavallıyı dolandırmış. Cânı cânâne virüp ol yüri bî-nâm u nişân Merd isen nakd-i hayâtı bir eyü nâme değiş Demen Mecnûn’a gelmiş âkıbet Leylâ’dan istiğnâ Canını sevgiliye verip yürü, hiçbir ad ve iz bırakma. Yiğitsen Belâ-yı aşk o ser-gerdânı cânından usandurmış hayat parasını iyi bir adla değiştir. Mecnûn’a sonunda Leylâ’dan usanç geldi, demeyin. O sersemi aşkın belâsı canından usandırmış. Zevk-i Bâkî bulayın dirsen eger âhır-ı kâr Âlemün zevk u safâsın gam u âlâme değiş Bulup sakkâ-yı hicrân teşne-dil sahrâda Mecnûn’ı Eğer sonunda ölümsüz zevki bulayım dersen, dünyanın Ecel peymânesin sunmış hayât âbına kandurmış zevkini ve eğlencesini acı ve elemlerle değiştir. (Bâkî sözü, Ayrılığın sakası çölde Mecnûn’u bağrı yanık bulup, ecel hem şâirin mahlası olarak, hem de sonsuz ölümsüz kadehini sunarak ölümsüzlük suyuna kandırmış. (Sakkâ, anlamlarında düşünülmüş.) sulayan, su dağıtan demektir. Öldükten sonra sevgiliye kavuşup ölümsüz olmak Leylâ ve Mecnûn hikâyesinin GAZEL 35 tasavvuf yönüdür.) Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün Müje haylin dizer ol gamze-i fettân saf saf Bu gün Bâkî’ye ol âfet visâlin va’deler kılmış Gûyiyâ cenge turur nîze-güzerân saf saf Yalanlar söylemiş miskini gerçekden inandurmış O fettân yanbakış kirpik süvarisini saf saf dizer. Sanki O güzel bu gün Bâkî’ye kavuşma sözleri vermiş. Yalanlar mızraklı askerler saf saf dizilip savaş durumu alırlar. söyleyerek o zavallıyı gerçekten inandırmış. Seni seyr etmek içün rehgüzer-i gülşende İki cânibde turur serv-i hırâmân saf saf GAZEL 34 Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün 102 Salınan selviler gülbahçesi yolunun iki yanında senin Âşıklarbulunduğu yerin çevresine, tıpkı Ka’be^nin geçişini seyretmek için saf saf sıralanmış dururlar çevresindeki alanın dört bir yanına dizilmiş direkler gibi saf saf dizilmişler. Leşger-i eşk-i firâvân ile ceng etmek içün Gönderür mevclerin lücce-i ummân saf saf Kadrüni seng-i musallâda bilüp ey Bâkî Engin deniz, âşığın kalabalık gözyaşı askeriyle savaşsın diye Turup el bağlayalar karşuna yârân saf saf dalgalarını saf saf sâhile gönderir. (Âşığın gözyaşları sel ve Ey Bâkî! Senin değerini dostlar ancak musalla taşında ırmak gibi akar. Gözyaşı askere benzetilmiş. Deniz bu anlayıp, karşında saf saf el bağlayarak saygıyla duracaklar. askerle savaşmak için sâhile dalga dalga askerini (Yârân, kelimesiyle dostlar ve özellikle şâirler anlatılmış. gönderiyor. Sel ve ırmakların denize karıştığı yerde savaş Namazdaki el bağlamayı Bâkî, büyüklere karşı yapılan saygı kopuyor. Eski savaşlarda asker saf saf dizilir ve birbiri gösterisi olarak düşünüyor. Cenâze namazında zâten dost, üzerine saldırırdı.) düşman olmaz. Namazı kılan herkes ölenin dostudur artık.) Câmi’ içre göre tâ kimlere hem-zânûsın GAZEL 36 Şekl-i sakkâda gezer dîde-i giryân saf saf Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün Göz, câmi’de kimlerle diz dize oturduğunu görmek için Halk-ı âlem ezelî böyle perîşân ancak ağlaya ağlaya, gözyaşlarını saka gibi dökerek saf saf Kimi handân kimi giryân kimi nâlân ancak dolaşır. Bu dünyânın insanları ötedenberi yalnızca böyle perîşândırlar. Kimi yalnız güler, kimi ağlar, kimi inler. Gökde efgân ederek sanma geçer hayl-i güleng Çekilür kuyuna murgân-ı dil ü cân saf saf Kimisi bülbül-i nâlân-ı ârız-ı yâr Gökte bağrışarak turna sürüsü geçiyor sanma. Gönül ve can Kimi pervâne-i şem’-i ruh-ı cânân ancak kuşları saf saf senin bulunduğun yere, yuvalarına Kimi sevgilinin yanağının gülünün inleyen bülbülüdür. dönüyorlar. Kimisi de sâdece sevgilinin yanağının mumu çevresinde dönen pervâne olabilmiştir. Ehl-i dil derd ü gamun ni’metine müstağrak Dizilürler keremün hânına mihmân saf saf Bu cihân kimine kasr-ı tarab u ayş u safâ Âşıklar dert ve gamının nimetine boğulmuş bir halde. ----- Kiminün mihnet ile başına zindân ancak mertliğinin sofrasına konuk olarak saf saf dizilirler. Bu dünyâ kimine neşe, eğlence, yiyip içe çoşkusudur. Kimine (Sancak, üzerindeki alemle askerin önünde ve hepsinin de çektiği dert ve kederle başına bir zindândır. üstünde sallanarak ilerler. Alem, kalem ve sevgilinin boyu, üçü de uzundur ve salınarak yürür. Kalemin hareketi sıra Pâymâl olmada âhır şütür-i gerdûna sıra askerlerin önünde ilerleyen sancağa benzetilmiş.) Pâdişâh ile gedâsı hele yeksân ancak Sonunda feleğin devesinin ayağı altında ezilince, ancak o zaman sultânla kölesi bir olur. Vasf-ı kaddünle hırâm etse gibi kalem Leşger-i satrı çeker defter ü dîvân saf saf Kalem, boyunun uzunluğunu öğerken sancak gibi salınarak Bâkıyâ hânkah-ı âlem-i heyretde hemân yürümeğe başlasa, defter ve dîvân saf saf askeriyle dolar. Her gelen kimse bu esrâr ile hayrân ancak Bâkî! Hemen her gelen insan bu şaşkınlık dünyâsının tekkesinde bu sırlarla şaşkına dönüp kalmıştır. Kûyun etrafına uşşâk dizilmiş gûyâ Harem-i Ka’be’de her canibe erkân saf saf GAZEL 37 Mefâ'ilün / fe'ilâtün / mefâ'ilün / fe'ilün 103 Kemâl u fazl ile âlemde iftihârum yok Hürrem olsa gam degül eşk-i revânum görse yâr Melâmet eylese aşkun cihânda ârum yok Âdet-i tefrîh-i rûh etmektedür akar sularun Dünyâda olgunluk ve erdemle öğündüğüm yok. Aşkın beni Sevgilim akıp giden gözyaşlarımı görüp neşelense hiç rezil, rüsvâ etse dünyada utanmıyorum. üzülmem. Çünkü akarsuların özelliği ruhları ferahlandırmaktır. Hezâr mertebe aşkunda gâlibem Kays’a Nihâyet ey sanem ol denlü iştihârum yok Hurdeler geçmiş durur dendânun evsâfında kim Sana âşık olmakta Kays’a yüz kat daha üstünüm. Ey put gibi Hâme-i Bâkî delüpdür bağrını lû’lûlarun güzel sevgili! Yine de onun kadar ünlü olamadım. Bâkî’nin kalemi dişlerini anlatıp öğerken ne incelikler yapmış: İncilerin bağrını delip onları kederlendirmiştir. Hûzûr-ı pîre erişdüm egerçi her fende Velî güzelleri sevmekde ihtiyârıum yok GAZEL 39 Her hünerde usta olup yaşlıların huzuruna eriştim. Ama Fâ’ilâtün / fâ’ilâtün /fâ’ilün güzelleri sevmekten yine de kendimi alamıyorum. Kaddümi çeng eşkümi rûd eyledün Cismüm âteş cânumı ûd eyledün Çemende gonca-i dil neyle gülsün açılsun Boyumu çeng sazı eğip iki büklümyaptın. Gözyaşlarımı o Yanumda sencileyin şûh-ı gül-izârum yok saza tel yaptın. Vücûdumu ateş hâline getirdi, canımı da Gönül goncası çimenlikte senin gibi gül yanaklı bir güzel odağacı gibi tütsü yapıp yaktın. olmayınca neyle gülüp açılsın? Hâli sevdâsıyla âh etdün dilâ Adem diyârına çokdan giderdüm ey Bâkî Cân meşâmın anber-âlûd eyledün Şarâb-ı aşk ile reftâre iktidârum yok Gönlüm! Sevgilinin beninin aşkıyla âhlar çekip haykırdın Bâkî! Yokluk diyârına çoktan giderdim ama, aşk şarabının canın burnunu anber kokularıyla doldurdun. sarhoşluğunda yürümeğe gücüm kalmadı. Dinmese yaşum aceb mi ey gönül GAZEL 38 Hânemi âh ile pûr-dûd eyledün Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Gönlüm! Gözyaşlarım hiç dinmese şaşılır mı? Çektiğin Fitneye âgâz edelden gamze-i câdûlarun ahlarla evimi dumana boğdun. Geh görinür gâh görinmez hilâl ebrûların Büyücü yan bakışların karışıklık çıkarmağa başlayalı beri, Her şeb ey dil âh-ı âteşnâkden hilal kaşların bazen görünüp bazen de görünmez oluyor. Çarh-ı bed-mihrün yerin od eyledün Gönlüm! Her gece ateşli âhlarınla acımasız feleğin yerini ateşlere verdin. Bakmasa yıllarca Nâhîd’ünyüzine gam yemez Ayda bir kez hâl-i ruhsârın gören meh-rûlarun Ay yüzlü güzellerin yanağının mumunu ayda bir gören Kühl-i hâk-i pây-i yârı çeşmüne Zühre’nin yüzüne yıllarca bakmasa üzülmez. Sürmeden Bâkî aceb sûd eyledün Bâkî! Sevgilinin ayağının toğrağınıgözüne sürmekten şaşılacak derecede yarar gördün. Yüzleri kararmazdı eger ey mâh-rû Âfitâba tapmayayadı tura-ı Hindûlarun Ay yüzlü sevgilim! Senin Hintli kâküllerin güneşe GAZEL 40 tapmasalardı böyle kararmazlardı. Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün Reh-i meyhâneyi kat’etdi tîg-i kahrı sultânun Su gibi arasın kesdi Stanbûl u Kalâtâ’nun 104 Sultanın kahredici kılıcı meyhânenin yolunu kesti. Gönlüm! Gözümden o damla damla damlayan kanlar, İstanbul’la Galata’nın arasını su gibi ayırıp ikiye böldü. devrin elinden kase kase içtiğim kanlardır. Miyân-ı âb u âteş oldı cây-ı keştî-i sahbâ Baturdı rûzgâr âyîn-i ayşın bezm-i rindânun Devlet-i dünyàyıçün hergiz ne gamgín ol ne şád Şarap gemisinin yeri suyla ateş arasında kaldı. Rüzgar, Ber-karár olmaz bilürsın hál-i álem ey gönül rindlerin toplantılarının yiyip içme usûl ve töresini suya Dünya mutluluğu için ne gam keder çek; ne de sevin. batırdı. Gönlüm! Bilirsin, dünyanın hali değişiktir, hep bir kararda durmaz. Yakan âb üzre âteş sanmanuz keştî-i sahbâyı Şu’â- tîg-i kahrından tutışdı Şeh Süleymân’un Gülşen-i kúyında me'vá bulsa ol húrí-veşün Şarap gemisini su üstünde yakanın ateş olduğunu sanmayın. İhtiyar eyler mi bág-ı huldı ádem ey gönül Sultân Sülaymân’ın kahredici kılıcının aleviyle tutuştu. Ey gönül! İnsan huri yüzlü bir güzelin bulunduğu cennet bahçesinde sığınacak bir yer bulsa. Hiç cennet bahçesini Hilâl-âsâ fürûzan oldı bahr-ı nîlgûn üzre ister mi? Şafakdan dem urur âb-ı şârab-âlûdı deyânun Deryânın şarapla karışmış suyu, mâvi denizin üstünde hilâl Devr-eder Bákí-sıfat húrşíd o máhun menzilin parlayıp kıpkızıl şafak rengine döndü. Aşk ser-gerdánıdur Alláhu a'lem ey gönül Güneş, Baki gibi o ay yüzlü güzelin evinin çevresini dolaşır. Tanrı bilir ya, herhalde aşktan başı dönmüş olacak. Semâ-ı çeng ü nây u devr-i sâgar devleti döndi Safâsın süre gör ey sôfi-i sâlûs devrânun Ey ikiyüzlü kaba sofu! Çeng ve ney coşkunluğu ve kadehin GAZEL 42 elden ele dolaşmasının tâlihi tersine döndü. Bu, tam senin Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün devrin, safâsını sürmeğe bak. Nev-bahár oldı gelün azm-i gülistán edelüm Açalum gonca-i kalbi gül-i handán edelüm Şarâb-ı nâbdan humlar tehî humhâneler tenhâ İlkbahar geldi. Gelin gülbahçesine gidelim. Yüreğimizin Aceb hâlîliğin buldı riyâ ehli bu meydânun goncasını açalım. Neşeyle gülen gül gibi yapalım. Küpler saf şaraptan boşalmış, meyhâneler ıssız. İkiyüzlü riyâkarlar bu alanı şaşılacak kadar boş buldular. Komayup lále gibi elden ayagı bir dem Mest olup gonca-sıfat çák-i giríbán edelüm Şu meclis içre kim dâ’im tokuz peymâne devr eyler Lale gibi kadehi bir an elimizden bırakmayalım. Gonca gibi Ne denlü ola ey Bâkî zamân-ı ayşı insânun sarhoş olup yakamızı yırtalım. Bâkî! Sürekli dokuz kadehin dönüp durduğu bu dünyâ toplantısında insanın hayatı daha nasıl olsun? İçelüm la'l-i müzábı saçalum cür'aları Hák-i gülzárı bu gün kán-ı Bedahşán edelüm GAZEL 41 Süzülmüş saf şarabı içelim. Yudumdan çevreye saçalım. Bu Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün gün gülbahçesinin toprağını Bedahşan'ın yakut madenlerine Gül gibi olmak dilersen şàd u hurrem ey gönül. çevirelim. (Kadehte kalan son yudum tortuludur, içilmez ve Làle-veş elden düşürme càmı bir dem ey gönül toprağa dökülür. Bunun Cemşıd'ın ruhu için yapıldığı Gönlüm! Gül gibi neşeli olmak dilersen. Lale gibi kadehi bir söylenir.) an elinden düşürme. Menzil-i ayş u tarab hurrem ü ábád olsun Devr elinden kàse kàse yutduğum kanlardur ol Yıkalum zevk u riyá deyrini virán edelüm Katre katre tamlayan gözden demàdem ey gönül 105 Yaşamanın ve eğlenmenin yeri şen ve bayındır olsun. Riya Ey mutlu padişah! Baki gibi parlak, Baki gibi parlak, keskin ve ikiyüzlülük kilisesini yıkıp viran edelim. şiir kılıcını dünyaya karşı sallayıp, kusursuz ve düzgün söz söyleme ülkesini ele geçirdim. Okusun vasf-ı ruh-ı yár ile Bákí şi'rin Bülbül-ü gülşeni meclisde gazelhán edelüm GAZEL 44 Baki, sevgilinin yanağını öperek şiirini okusun. Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Gülbahçesinin bülbülüne toplantımızda gazel söyletelim. Bir haber ver ey sabá n'oldı gülistánum benüm Kimler ile salınur serv-i hırámánum benüm GAZEL 43 Ey seher yeli'Bebim gülbahçem şimdi ne durumda? Bir Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün haber ver. Benim selvi gibi salınan sevgilim şimdi kimlerle gezip tozmada? Cemál-i álem árásından ol máhun nikaab açdum Acem ferhunde geldi fál-i ahválüm kitáb açdum Bülbül-i müştákunun ağladuğın yár işidüp O ay yüzlü güzelin dünyayı süsleyen güzelliğinin örtüsünü Hárlarla açılır mı verd-i handánum benüm kaldırdım. Kitap açıp fal baktım: halim falda çok uğurlu Gülüp açılmış gül gibi olan sevgilim, aşığı olan bülbülünün çıktı. ağladığını işittiği halde dikene benzeyen yabancılarla gülüp eğlenir mi? Yakam çák eyledüm aşkun bilindi dáğ-ı sínemden İçinden genc peydá oldı bir künc-i haráb açdum Hiç bilür mi mey yerine dembedem kan yutdugum Yakamı parçaladım. Bağrımın yaralarından sana aşık İşidür mi ney yerine áh u efgánum benüm olduğum anlaşıldı; Viran bir köşeyi kazdım, içinden hazine Hiç, şarap içmek yerine kan yuttuğumdan, ney dinlemek ortaya çıktı. yerine ah edip inlediğimden haberi var mı? Letá'if söyledüm güldi açıldı hokka-i la'li Sebzeler dil uzadup topraga sürerler yüzin Yine seyr eylesün yáráne dürc-i dürr-i náb açdum Kimseden incinmesün bu nahl-i bústánum benüm Latifeler yaptım, yakut hokkasına benzayen ağzı gülüp Sevgi bostanımın bu taze fidanı kimseden incinmesin diye, açıldı. İşte, dostlar seyretsin diye, yine parlak inci yeşillikler dillerini uzatıp yüzlerini toprağa sürerler. çekmecesini açtım. Bákıyá bir murgdur gúya giriftár-ı kafes Hevá-yı aşkun içre ben kaçurdum Kaaf'a simurgı Kúy-ı yári anıcak uçmak diler cánum benüm Cenáh-ı himmeti ol dem ki mánend-i ukaab açdum Ey Baki! Benim canım, sanki kafese hapsedilmiş, sevgilinin Gayret kanadını kartal gibi açarak aşk havasında simurgu yurdunu anınca uçup gitmek için çırpınan bir kuştur. Kaf dağına kaçırdım. (Himmet; çalışma, çabalama, gayret demektir. Ermişlerin iradesinede himmet denir. Simurg Kaf GAZEL 45 dağında yaşar ve görünmez devlet kuşudur. Gölgesi kimin Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün başına düşerse zengin ve devlet sahibi yapar. Şair; Başlar kesilür zülf-i períşánun ucında büyüklük, yücelik beklemiyorum bu yüzden Simurgu Kaf Kanlar dökilür gamze-i bürránun ucından dağına kaçırdım diyor.) Dağınık saçlarının güzelliği yüzünden ne başlar kesilir. Kılıç gibi keskin yanbakışların yüzünden ne kanlar dökülür. Salup şen şír'i nazm-ı ábdán dehre Bákí-veş (Ucundan kelimesi bütün gazelde, ucundan ve sebebinden Belágat kişverin ey pádişáh-ı kámyáb açdum anlamlarında kullanılmış. Sevgilinin saçlarının ucunda can ve gönüller asılır. Saçların uçları kesilince bunlarda kesilip 106 atılır. İkinci mısrada yanbakış kılıca benzetilmiştir. Kılıcın Subh-ı visâlün ermedi pâyâne yetdi ömr ucunun kan dökmesi tabiidir. Şâm-ı gamunda şem gibi yane yane ben Peykán-ı belá cánuma işler geçer oldı Benim gamının gecesinde mum gibi yana yana ömrüm sona Ey kaşları yá návek-i müjgánun ucından erdi ama sana kavuşma sabahı hâlâ gelmedi. Ey kaşları yaya benzeyen sevgili! Kirpik oklarının ucundaki bela temreni canıma işleyip öte yana geçti. (Temren, okun Cevr ü cefânı çekmege sevdi gönül seni ucundaki çelik parçadır. Ağaç kısmına sıkıca geçirilmiştir.) Derd ü belâya geldüm efendi cihâne ben Efendi! Ben dünyâya dert ve belâ çekmeğe geldim. Gönül seni üzüntünü kederini çekmek için sevdi. Dil darbın urur kalbe firákunda demádem Kan aglasa zahmum nola peykánun ucından Senin yokluğunda gönlüm acıdan çırpınır, durmadan Bâkî musahhar oldı bana kişver-i suhan yüreğime vurur. Attığın okun açtığı yaralarım kan ağlasa Geçdüm serîr-i nazma bugün Husrevâne ben şaşılır mı? (Mücerred bir mefhum olan gönlün kalbin Bâkî! Söz ülkesi bana teslim edildi. Bugün şiir tahtına bir içindeki canın içinde olduğu düşünülür. Baki, kalbin sultân gibi geçtim oturdum. çarpmasını, gönlün acıdan döğünmesi şeklinde anlatmış.) GAZEL 47 Yüz sürmek umar páyüne üftádeler ammá Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün Nevbet mi deger kimseye dámánun ucından Tesellî vermez ey dil derdün ol cânâne söylersin Düşkün aşıklar, ayağına yüz sürmeyi umarlar. Ama, eteğinin Açılmaz sana gûyâ gonca-i handâne söylersin yüzünden kimseye sıra mı geliyor. Gönlüm! Derdini o sevgiliye söylüyorsun ama sana teselli vermiyor. O gülüp açılan goncaya söylediğin halde o senin için gülüp açılmıyor. Murg-ı dil-i Báki-yi görün fáhte-asa Efgán eder ol serv-i hırámánun ucından Baki'nin gönül kuşuna bakın! Üveyik kuşu gibi, o salınan Varup Mecnûn gibi âhun kemendin salma sahrâya selvi boylu güzelin yüzünden inler durur. Ol âhû sana sayd olmaz abes yabâne söylersin Mecnun gibi gidip âhının kemendini çöle atma. Derdini boşuna bir yabancıya söylüyorsun. O âhû sana avlanmaz. GAZEL 46 Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün Erdüm figân u zâr ile ol âsitâne ben Koyup tesbîh-i mercânı seni kim dinler ey vâ’iz Çıkdum kemend-i nâle ile âsmâne ben Mufassal kıssa başlarsın garîb efsâne söylersin Ben ağlayıp inlemekle onun eşiğine ulaştım. İnlemelerimin Vâiz! Mercan tesbihi bırakıp da seni kim dinler? Uzun bir kemendiyle göklere çıkdım. hikâyeye başlıyorsun garip efsaneler anlatıyorsun. Lû’lû dişün gamıyla sirişküm güherlerin Anunçün gonca-i gül râzın açmaz sana ey bülbül Dizdüm ümîd riştesine dâne dâne ben Hezârân hem-zebânun var çıkar yârâne söylersin İnci dişlerinin üzüntüsüyle dökülen gözyaşlarımın incilerini Ey bülbül! Senin binlerce dildaşın, dostun var. Gül goncası, ben umut ipliğine tane tane dizdim. çıkar dostlarına anlatırsın diye sana sırrını açmıyor. Yâd-ı lebünle câm-ı mey-i la’l fâm içün Yanup yakılmag ister kimse yok yanunca ey Bâkî Kûy-ı mugânı geşt ederin hâne hâne ben Hadîs-i aşk-ı âlem-sûz-ı yâri ya ne söylersin Dudağını anarak yâkut renkli şarap kadehini bulmak için Bâkî! Seninle birlikte yanıp yakılmak isteyen kimse yok. meyhaneler sokağını meyhâne meyhâne dolaştım. Öyle ise sevgilinin dünyâyı yakan hikâyesini hâlâ neden anlatıyorsun? 107 Eşcâr-ı bâg himmet umar cûy bârdan GAZEL 48 Bağın ağaçları akarsudan iyilik ve yardım umarlar; bu Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün yüzden akarsuyun ayağına her yandan altın akıp gelir. Dil giriftâr-ı belâ dilber hevâyî neylesün Dâme düşmez yerlere konmaz hümâyı neylesün Sahn-ı çemende turma salınsun sabâyıla Gönül, sevgilisi hevâyî olduğu için ne yapsın, belâya Âzâdedür nihâl bu gün berg ü bârdan tutulmuş. Tuzağa düşmeyen, havalarda dolaşıp yerlere Fidan bugün yaprağından ve meyvesinden kurtulmuştur. konmayan hümâ kuşunu ne yapsın? Artık durmadan çimenliğin ortasında sabah yeli ile salınıp gezinir. Kâ’inâtun seyr eden nakşın safâ-yı câmdan Safha-i âyîne-i âlem- nümâyı neylesün Bâkî çemende hayli perîşân imiş varak Kâinâtta olup bitenleri kadehin neşesinde gören, dünyâyı Benzer ki bir şikâyeti var rüzgârdan gösteren aynanın yüzüne bakıp ne görsün. Ey Bâkî! Yapraklar bahçede bir haylî perîşân olmuş; oradan oraya dağılıyorlar. Herhalde rüzgârdan bir yakınmaları Gönlin egler nâle-i zincir ile mecnûn-ı aşk var. Nagme-i ûd u safâ-yı çeng ü nâyı neylesün Aşk delisi, zincir iniltileriyle gönlünü eğlendirir; ud GAZEL 50 nağmesiyle çeng ve ney nağmesini ne yapsın. Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün Müheyyâ oldı meclis sâkıyâ peymâneler dönsün Mübtelâ-yı aşkunun dermândan istignâsı var Bu bezm-i rûh-bahşun şevkıne mestâneler dönsün Derdüne mu’tâd olan diller devâyı neylesün Sâkî, toplantı hazırlandı, herkes şarap bekliyor: kadehler Aşkına tutulmuş olan derdine dermân bulunsun istemez. dönmeğe başlasın. Bu insana can bağışlayan toplantının Senin derdine alışmış olan gönüller ilâcı ne yapsın. aşkına sarhoşlar döne döne oynasınlar. Halk-ı âlem Bâkîyâ aşkında yârun haste-dil Dilâ câm-ı şarâb-ı aşk-ı yân şöyle nûş et kim Bir tabîb ondan bu denlü mübtelâyı neylesün Felekler güm ötsün boşuna humhâneler dönsün Ey Bâkî ! Bütün dünyâ halkının segilinin aşkıyla gönülleri Ey gönül! Sevgilinin aşk şarabının kadehini öylesine iç ki, hasta. Bir doktor onun bu kadar hastasını nasıl iyileştirsin. gök kubbeleri güm güm ötsün; başında meyhâneler dönsün. GAZEL 49 Cemâl-i şem-i ruhsârun koyansun hâne-i dilde Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün Perin ol şem’a Yakup şevk ile pervâneler dönsün Nâm ü nişâne kalmadı fasl-ı bahârdan Sevgilim, yanağının mumunun hayâli bırak gönül evinde Düşdi çemende berg-i dıraht-i’tibârdan yansın. Pervâneler o mumda kanatlarını yakıp istekle, İlkbahar mevsiminden bir iz, bir belirti kalmadı. Çimenlikte harâretle dönüp dursunlar. ağaçların yaprakları itibardan düştüler. Sen agyâr ile devr etdür şehâ peymâneyi dâ’im Eşcâr-ı bâg hırka-i tecrîde girdiler Ser-i kûyun tolaşup âşık-ı pîçâneler dönsün Bâd-ı hazân çemende el aldı çenârdan Sultanım, sen yabancılarla kadehi elden ele dolaştır Bağın ağaçları dervişler gibi tecrîd hırkalarına girdiler. durmadan. Kıvrım kıvrım kıvranan âşıklar da evinin Sonbahar rüzgârı çemende çınar ağacının ele benzeyen çevresinde dolanıp dursunlar. yapraklarını düşürdü. Bu bezm-i dil-güşâya mahrem olmaz Bâkıyâ herkes Her yaneden ayagına altun akup gelür De gelsün ehl-i diller gelmesün bîgâneler dönsün 108 Ey Bâkî! Bu gönül açıcı toplantıya herkes katılamaz. Söyle Tâlib ola bu demleri bulmaya bir zamân ola gönül sahibi âşıklar gelsin, yabancılar gelmesin, dönüp O peri yüzlü sevgili herhalde incinin değerini bilmiyor ki, gitsinler. gözyaşlarıma bakmıyor. Bir gün gelir, istese de bu günleri bulamaz. GAZEL 51 Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Gûş tutup münâfıka cevri ko yâr-ı sâdıka Dilber odur ki âşıka müşfik ü mihribân ola Söylemez küsmiş bana cânâne söylen söylesün İki yüzlü karıştırıcılara yüz verip gerçek dosta eziyet etmeyi Neyledüm ol yâr-ı âlî-şâne söylen söylesün bırak. Ancak âşıklara yumuşak ve şefkatli davranana güzel Sevgili bana küsmüş, benimle konuşmaz oldu. Söyleyin de denir. konuşsun benimle. O şânı şerefi yüksek sevgiliye ben ne yaptım? Söyleyin de bana açıklasın. Hayl-i şirâr-ı nâr-ı dil cünd-i nücûma muttasıl Böyle kalursa şöyle bil gökde nice kırân ola Nâz ile güftâre gelmezse helâk eyler beni Gönül ateşinden çıkan kıvılcımların ordusu yıldızların Ol cefâ vü cevri bî-pâyâne söylen söylesün askerleriyle karışmış. Böyle giderse gökte kıran kırana çok Sevgili nazlı nazlı konuşmazsa beni öldürür. O, cefâsı ve savaş olacağını bilesin. cevri sonsuz olan sevgiliye söyleyin de nazlı nazlı konuşsun Bakî'ye sâkıyâ ferah ver ki fenâ bula terah benimle. Şol meyi sun ki bir kadeh pîr içe nev-cevân ola Derd-i aşkı gayrıdan sorman ne bilsün çekmeyen Şarap sunan, Bâkî'ye sunacağın şarapla ferah ver, Anı yine âşık-ı nâlâne söylen söylesün neşelendir: Tasa, keder ortadan kalksın. Yaşlının bir kadeh Aşk derdinini başkalarından sormayın; bu derdi çekmeyen içip de gençleştirdiği şaraptan olsun. ne bilsin. Onu yine ağlayıp inleyen âşığa sorun, o anlatsın. Hâr zahmından neler çekdügümi gülzârda GAZEL 53 Bâğbân-ı bülbül-i giryâne söylen söylesün Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Gül bahçesinde diken yarasından neler çektiğimi ağlayan Câme-hâb ol âfeti aldukça tenhâ koynına bülbül bahçıvanına sorun, o size anlatsın. Sanuram ebrün girür mâh-ı şeb-ârâ koynına Uyku giysisi o güzeli yalnızca koynuna aldıkça, geceyi süsleyen ay bulutun koynuna girer sanırım. Bâkıyâ din durmasun güftâre tâkat kalmadı Vaktidür ol husrev-i devrâne söylen söylesün Ey Bâki! Zamanın güzellik sultânına söyleyin; benim Subh-dem ey fâhte bîhûde efgân eyleme konuşmağa gücüm kalmadı. Artık vaktidir, söyleyin de Çün girürsin her gice bir serv-i bâlâ koynına durmasın o konuşsun. Ey üveyik kuşu! Sabah vakti boşuna inleyip feryâd etme. Çünkü her gece uzun boylu bir selvinin koynuna girersin. GAZEL 52 Müfte’ilün/Mefâ’ilün/Müfte’ilün/Mefâ’ilün Niçün ağlarsın felekden bilsem ey şebnem seni Müşkil imiş ki dilrübâ tıfl ola dilsitân ola Çün girürsin her zamân bir verd-i ra’nâ koynına Âşık-ı zâr u mübtelâ pîr ola nâtüvân ola Ey çiğ dânesi! Seni bir türlü anlayamıyorum, bahtından Sevgili genç olur, gönül alıcı olur: tutkun ve zayıf âşık da yakınıp niçin ağlayıp durursun? Çünkü her zaman güzel bir yaşlı ve mecâlsiz olursa durum hayli zor olurmuş. gülün koynuna giriyorsun. Yaşuma bakmaz ol perî bilmedi kadr-i gevheri Dür dişün vasfında şi’rüm defterin gördi meger 109 Kim sadef mecmû’asını saldı deryâ koynına Deniz, herhalde senin inci dişlerini öğdüğüm şiir defterini Nükte-i mihr ü mahabbetdür serâser Bâkıyâ görmüş olacak ki, sadeflerinin tümünü toplayıp koynuna Bulmaya aşk ehli bir eglence eş’ârun gibi sakladı. Bâki! Senin şiirin baştanbaşa sevgi ve aşka dâir güzel sözlerdir. Âşıklar bunun gibi bir eğlence daha bulamazlar. Ruhlarun şevkıyle pür-dâğ etdi Bâkî sînesin Bir avuç berg-i gül-i ter koydı gûyâ koynına GAZEL 55 Bâki, yanaklarının aşkıyla göğsünü baştan başa yaralar Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün içinde bıraktı. Sanki bir avuç tâze gül yaprağını koynuna Devlet el verse yüzün gördügüm eyyâm olsa doldurdu. Merhabâ eylesem ol şûh ile bayram olsa Bahtım yardımcı olsa da yüzünü göreceğim günler gelse. Bayram olsa da o şûh sevgili ile selamlaşsam. GAZEL 54 Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Kanı bir şîrîn-suhan la’l-i şeker-bârun gibi Olıcak yâr gibi dilber-i şîrîn-harekât Kande gördi tûti bir âyîne ruhsârun gibi Teni pâlûde-i ter gözleri bâdâm olsa Senin şeker saçan saçan dudağın gibi bir tatlı sözlü nerede? Olunca, bari tatlı davranışlı, teni tâze pelte gibi, gözleri Papağan, yanağın gibi bir aynayı nerde gördü? bademe benzeyen bir güzel sevgilim olsa. Gönülümüz alur ele zülf-i dil-âvîzün hele Gül gibi bâde-i rengîne ne ibrâm gerek Vechden hâric degül hatt-ı siyeh kârun gibi Zâhidün kanın içerdüm eger ibrâm olsa Senin gönülleri tellerine asan saçın yine de gönlümüzü ele Gül rengindeki kırmızı şarabı içmem için ısrâra ne gerek alır, ilgilenir. Kara işli tüylerin gibi yol yordam bilmekten var? Eğer ısrar edilse ham sofunun kanını bile içerim. uzak değildir. Hasret-i kaddün ile kanlu elifler çeksem Sîm-sîmâ serv-bâlâ meh-likaalar çok velî Sînede her biri bir serv-i gülendâm olsa Kimsede yokdur senün evzâ’ u etvârun gibi, Boyunun özlemiyle acıdan göğsümü parçalayıp, kanlı elifler Gümüş gibi beyaz yüzlü selvi gibi uzun boylu ay yüzlüler çeksem; her biri bir gül endâmlı selvi gibi upuzun olsa. çoktur; ama senin davranışın ve tavırların kimsede yoktur. Bâkıyâ ayş-ı bahâr eyler idük meclisde Sen semen-ber serv-i sîm-endâme bir kez sarılan Sâkî-i lâle-izâr u mey-i gül-fâm olsa Başa iletdi işin âlemde destârun gibi Bâki! Gelincik gibi kırmızı yanaklı bir içki sunan ve gül Sen, yâsemin göğüslü, gümüş vücutlu, selvi boyluya bir kez renkli bir şarap olsa, toplantımızda bahar hayâtı yaşardık. sarılan, başındaki sarık gibi işini sonuna vardırdı. GAZEL 56 Ögmesün âşıklara vâ’iz riyâz-ı cenneti Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün Bâg-ı hurrem olmaz ehl-i aşka dîdârun gibi Çıkar eflâke derûnum şereri döne döne Mescitte öğüt veren, âşıklara cennet bahçelerini öğretmesin! dökülür hâke yaşum katreleri döne döne Âşıklara yüzün gibi sevinçli, mutlu bir bahçe daha olamaz. İçinin ateşinin kıvılcımları döne döne gökyüzüne çıkar. Gözyaşımın damlalrı döne döne toprağa dökülür. Karşu tut şem’-i ruhun bi’llâhi ben dil-hasteye Künc-i târîk içre kaldum çeşm-i bîmârun gibi Âşık-ı haste-dilün niteki fânûs-ı hayâl Ben gönlü yaralıyım. Tanrı için yanağının mumunu bana Nâr-ı aşkunia yanupdur cigeri döne döne göster. Süzgün gözün gibi karanlık bir köşede kaldım. 110 Gönlü hasta âşıkın ciğeri, aşkının ateşiyle tıpkı hayâl fânûsu Başı dönmüş gönül yanağının mumu çevresinde dönmeğe gibi döne döne yanmaktadır. başladığından beri, pervâne gibi döne döne kanatlarını (Fânûs-ı gerdân, hayâl-i fener de denilen ve eskiden süs için yaktı. kullanılan fânûs-ı hayâl, ince muşamba ya da ipekli kumaştan yapılan ve içinde mum yakılan bir fenerdir. Çok Katre-i eşkine öykündi deyü Bâkî'nün hafif olduğundan mumun sıcaklığıyla sürekli döner ve Çarh hakkâki delüpdür güheri döne döne kumaştaki resimlerle içine yerleştirilen renkli camlardan Bâkî'nin gözyaşlarının damlalarına kendini benzetip dolayı, duvarlarda hareketli hayaller görülür. Çok zayııf öğündüğü için gökyüzü hakkâki inciyi döne döne delip insana da '' hayâl-i fenere döndü. '' denir.) cezâlandırmaktadır. (İnci, inanışa göre nisan yağmurunun istiridyenin kabuğu Pister-i gamda gözüm giceler uyku görmez içine düşmesinden oluşur. İnci donmuş bir damla sudur. Ederin subha degin nâleleri döne döne Çarh, gökyüzü, baht ve inci delici hakkâkin kullandığı çarh Gam yatağında gözüm geceler boyunca uyku görmez. mânâlarındandır. Delinmiş inci, değerinden kaybetmiştir. Sabaha kadar o yandan bu yana döne döne ağlarım. Ayrıca, artık gözyaşına da benzemez. Çünkü gözyaşının deliği yoktur.) Zevrak-âsâ gam-ı aşkınla yaşum girdâbı Gark edüpdür sanemâ çeşm-imteri döne döne GAZEL 57 Ey put gibi güzel sevgili! Aşkının üzüntüsüyle dökülen göz Mefâilün Mefâilün Fe'ûlün yaşlarının oluşturduğu girdâb, yaşlı gözümü bir kayık gibi Gönül şevk-i ruhunla yane geldi döne döne batırmakta. Cemâlün şem'ine pervâne geldi Gönül, güzelliğinin mumunun çevresinde dönmeğe pervâne olunca, yanağının ateşiyle neredeyse yanacaktı. İyd-gâhun göreyin inlesün ol dôlâbı İle seyr itdürür ol sîm-beri döne döne Bayram yerini o dönme dolabı inleyerek dönsün de göreyim. Ham-ı zülfün ki devr eyler yanagun O gümüş göğüslü sevgiliyi döne döne yabancılara İrem tâvûsıdur cevlâna geldi seyrettiriyor. Saçının kıvrımı, sanki İrem bahçesinin dolaşmağa çıkmış (Dönme dolap, bostan dolabı dönerken yağsızlıktan tavus kuşu gibi yanağının çevresinde döner dolaşır. gıcırdar. Şâirler bunu inlemeye benzetmişlerdir. Şâir beyte birkaç anlam vermiş: Önce sevgiliyi görebilmek için dolabın Gelüp kâfir saçun ruhsârun üzre dönmeesini istiyor. Sonra kıskançlık gösterip, hele döndün Yüzün nûrın görüp îmâne geldi de göreyim, dönmesini engellerim, demiş. Ayrıca dolabın Kara saçın yanağının üstüne düşünce, yüzünün nurunu inlemesini sevgiliyi herkese gösterdiği için pişmanlık görüp imâna geldi. duyduğu şeklind e açıklamış.) (Kâfir, dinsiz ve hristiyan demektir. Müslüman olmayanlar, karanlıkta kalmışlardır. Bu nedenle kâfir, kara anlamında kullanılır. Yüz ise beyaz, aydınlık ve imândır.) Dîde-i encüme kühl olmag içün eflâke Girdibâd ile çıkar hâk-i deri döne döne Sevgilinin kapısının toprağı, yıldızların gözüne sürme olmak Dil-i pür-hûn bana bezm-i ezelden için hortumla döne döne göklere yükselir. Lebâleb bir tolu peymâne geldi Kanla dolu gönlüm, tâ ezel toplantısından bana ağzına Tolaşaldan ruhı şem'ine dil-i sergeşte kadar kanla dolu bir kadeh olarak geldi. Yakdı pervâne-sıfat bâl ü peri döne döne (Bezm-i ezel, bezm-i elest, henüz dünyâ yaratılmadan Tanrı'nın ruhları topladığı toplantıdır. Ezel, elest, kâlû belâ, 111 sözleri bu toplantıyı anlatır ve ilk, en eski anlamlarında Üftâdelerin öldürür âh işte burası kullanılır.) Râ harfi gibi hançer, o ay yüzlü güzelin kemerinden hiç eksik olmaz. Âh işte âşıklarını bu hâli öldürür. Zebûn olmaz acûz-ı dehre Bâkî Bu meydâne begüm merdâne geldi Zibâ yaraşur hil'at-i nâz o boyı serve Bâkî, bu dünyâ kocakarısına yenik düşmez. Beğim! Bâkî bu İki kolumı kılsam ana bel tolaması savaş alanına yiğitçe çıktı. O boyu selviye benzeyen güzele, nâz kaftanı ne güzel yaraşır! İki kolumu bu bele kemer gibi dolasam. GAZEL 58 Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün Dikkatler ile seyr ederüz yâri serâpâ Hôş geldi bana mey-gedenün âb u hevâsı Görmez mi idük biz de eger olsa vefâsı Va'llâhi güzel yerde yapılmış yıkılası Sevgiliyi baştan ayağa inceden inceye seyrederiz. Eğer Bana meyhânenin suyu ve havası pek hoş geldi. Vallâhi âşıklara vefâsı olsa biz de görmez miydik? yıkılası pek güzel bir yerde yapılmış. (Yıkılası sözü türlü anlamlarda kullanılmış: Dünyâ deger ol mehlikaa dilbe-i garrâ Yıkılması gerek: Meyhâne haram ve yasak olan şarabın Yûsuf da dahı yokdur anun hüsn ü behâsı içildiği yerdir, yıkılması gerekir. O ay yüzlü parlak güzel dünyalar değer. Onun güzelliğinin Türkçede bazı kötü anlamlı sözler, beddualar anlamlarının değeri Yûsuf da bile yoktur. tersine şaka yerine, takılmak, öğmek anlamlarında kullanılır. Külhânî, boyu devrilesi gibi. Yıkılası da bu Meddâh olalı çeşm-i gazâlânuna Bâkî anlamda ve ayrıca ''aman yıkılmasın'' anlamında kullanılmış öğrendi gazel tarzını Rûmun şu'arâsı Meyhâneye harâbât da denir. İçki yasağı olduğundan Bâkî, senin âhû gözlerinin öğücüsü olduğundan beri harâbelerde, yıkıntılarda gizlice içildiği ve sarhoşa harâb Osmanlı ülkesinin şâirleri gazel tarzının nasıl söylendiğini denildiği için. öğrendiler. Yıkılası bir özel isimdir. XVI. yüzyılda İstanbul'da bu adda bir meyhâne varmış.) GAZEL 59 Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün Men'eyler imiş mes'ele-i aşkı müderris Sâkıyâ kalmaz imiş çünkü bu sohbet bâkî Ey hâce onun var ise yaklaşdı kazâsı Mey-i gülgûn içelüm bâde-i cennet bâkî Medresedeki müderris aşk işlerini yasaklarmış. Ey hoca! Ey içki sunan! Mâdem ki bu toplantı, bu sohbet sürekli Kaderinde varsa onun başına bir kazâ gelmesi yaklaştı değil. O halde gül renkli şaraptan içelim: cennet şarabı demektir. tükenmez. (Beyitte hoca sözüyle okuyucuya seslenilmiştir. Özellikle mesnevilerde '' ey kardeş'', ''ey ammi=amca! '' '' efendi'' ey Hâbda almış idüm bûs-i leb-i cânânı hâce! '' bu anlamda çok kullanılmıştır. Müderrisin başına Cân dimâgında dahı şimdi o lezzet bâkî kazâ gelmesi ileri geri konuştuğu için işinden atılması, Sevgilinin dudağından uykuda bir öpücük almıştım. Şimdi kendisininde aşık olması anlamlarını verir. Ayrıca yaşı canımın beyninde o tât hâlâ duruyor. ilerleyen ve medresede en yüksek dereceye erişen müderrislerin maaşlarının artması için kazâya çıkmaları, Beni öldürdi firâkun meded ey dôst yetiş yani kadı olmaları gerekir. Kadı olup medreseden Hele bir pâre dahı tende harâret bâkî ayrıldıktan sonra artık aşkı yasklayamayacaktır.) Ey sevgili, beni ayrılığının acısı öldürdü. İmdâda gel, yetiş, henüz vucûdumda bir parça daha ateş kaldı. Gitmez o mehün râ gibi hançer kemerinden 112 Ağlamazdum bu kadar zâr u zebûn olduguma Sevgilinin kara saçı, hümâ kuşunun kanadının gölgesi imiş. Kalsa bir pâre gamun çekmege tâkat bâkî Bunun için sevgili güzellik ülkesine sultân olmuş. Sevgilim! Eğer gamını çekmeğe bir parça gücüm kalmış olsaydı, bu kadar zayıf ve güçsüz olduğuma ağlamazdım. Bir secde ile kıldı ruh-ı âfitâbı zer Hâk-i cenâb-ı dôst acep kimyâ imiş Bâkî ölsün yoluna pâdişehüm sen sağ ol Sevgilinin sarayının avlusunun toprağı ne garip bir ilâç imiş Baht pâyende Hudâ yâr sa'âdet bâkî ki, güneşin yanağını bir secdeye kapanmakla altın yaptı. Sultanım! Bâkî yoluna canını versin. Sen sağ ol. Bahtın (Kimya, ilâç ve kimyâ ilmi anlamlarında kullanılmış. ilm-ı Tanrı yardımcısı, mutluluğun sürekli olsun. kimya gümüş ve bakırı, hattâ her maddeyi civa bazı ilâçlarla karıştırıp altın yapma ilmidir: Buna yanlış olarak İlm-i GAZEL 60 simyâ denmiştir. İlm-i simya sihirbazlıktır, el çabukluğu ve Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün bâzî hilelerle olmayan şeyleri var gibi gösteren ve olanı Gel ey sâkî bulunmaz böyle âlî dil-güşâ meclis ortadan kaldıran ilimdir.) Getür câm-ı musaffâyı kim olsun pür-safâ meclis Ey içki dağıtan güzel! Gel, böyle yüce, gönlü ferahlatan Âvâzeyi bu âleme Dâvûd gibi sal toplantı bulunmaz. Saf şarap kadehini getir, toplantı neşeyle Bâkî kalan bu kubbede bir hôş sadâ imiş dolsun. Feryâdını bu dünyâya Hz. Dâvûd gibi sal. Bu gökkubbesinde sonsuzluğa kadar çınlayan sâdece hoş bir sadâ imiş. (Hz. Piyâle aksi mir’ât-ı felekde âfitâb olsun Dâvûd, hem peygamber, hem de hükümdardır. Sesi ile Fürûg-ı sâgar-ı sahbâdan olsun pür-ziyâ meclis ünlüdür. Yüksek sesle Zebur okuduğu zaman dağlar Kadehin aksi gökkubbesinin aynasında güneş gibi parlasın. yankılanır, kuşlar başına üşüşürdü. Güzel, kalın sese dâvûdî Kırmızı şarap kadehin parlaklığından toplantı ışıkla dolsun. sesdenmiştir.) Şarâb âb-ı hayât u câm-ı zerrîn âfitâb olsun Görmez cihânı gözlerümüz yâri görmese Cinân içre gerekmez bana cânân olmasa meclis Mir’ât-ı hüsni var ise âlem-nümâ imiş Şarap ölümsüzlük suyu, altın kadeh güneş de olsa, sevgili Gözlerimiz sevgiliyi görmeyince dünyâyı da görmez. olmadan cennette bile toplantı istemem. Güzelliğinin aynası, eğer varsa, dünyâyı gösteren aynaya benzer. (Âyine-i âlem-nüma, bir söylentiye göre Aristo’nun Kadeh kan ağlayup def sîne döger ney figân eyler bulunduğu bir aynadır. Şehrin en yüksek tepesine Meger derd ü gam-ı aşka olupdur mübtelâ meclis yerleştirilen bu ayna ile düşman gemileri çok uzaktan Kadeh kan ağlayıp, def göğsümü döğer, ney inler. Sanki görünürmüş. Cemşid’in yedi mâdenden yapılmış ve dünyâyı toplantı aşkın derdine ve üzüntüsüne tutuldu. çepçevre gösteren kadehine de bu ad verilmiştir.) Kadeh fıskıyye mey su halka-ı rindân onun havzı Zülfün esîri Bâkî-i bî-çâre dôstum Saray-ı şevkâ şadırvân olupdur Bâkıyâ meclis Bir mübtelâ-yı bend-i kemend-i belâ imiş Bâkî! Kadeh fıskıyye, şarap su, rindlerin halka biçiminde Sevgilim, saçının esîri olan bîçâre Bâkî, belâ kemendini oturuşu da onun havuzu. Sanki toplantımız, aşk sarayının yakalamış düşkün bir âşıktır. şadırvanı oldu. GAZEL 62 Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün GAZEL 61 Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün Zülf-i siyâhı sâye-i perr-i hümâ imiş Gönül dâg-ı gamunla sinede bir şem uyandurmış İklîm-i hüsne anun içün pâdişâ imiş Çerâg-ı aşka bir garrâ kızıl altunı yandurmış 113 Gönül senin gamının ateşiyle göğsümde bir mum Çıkarup atlas u dîbâyı bir ihrâme değiş alevlendirmiş, aşk çırası için parlak bir altını yakmış. Eğer isteğinin Kâ’be’sine ulaşmak istersen, atlas ve ipeklilerini çıkarıp bunları bir ihrâmla değiştir. (İhrâm, hac Gönüller nakdin almış yâr girmiş halka-i zikre farzlarından olarak hareme girmeden önce bürünülen Bir iki derdmend âvâreyi varmış tolandurmış dikişsiz, sâde bir örtüdür.) Sevgili, gönüllerin paralarını alıp zikir halkasına girmiş, gitmiş bir iki dertli zavallıyı dolandırmış. Cânı cânâne virüp ol yüri bî-nâm u nişân Merd isen nakd-i hayâtı bir eyü nâme değiş Demen Mecnûn’a gelmiş âkıbet Leylâ’dan istiğnâ Canını sevgiliye verip yürü, hiçbir ad ve iz bırakma. Yiğitsen Belâ-yı aşk o ser-gerdânı cânından usandurmış hayat parasını iyi bir adla değiştir. Mecnûn’a sonunda Leylâ’dan usanç geldi, demeyin. O sersemi aşkın belâsı canından usandırmış. Zevk-i Bâkî bulayın dirsen eger âhır-ı kâr Âlemün zevk u safâsın gam u âlâme değiş Bulup sakkâ-yı hicrân teşne-dil sahrâda Mecnûn’ı Eğer sonunda ölümsüz zevki bulayım dersen, dünyanın Ecel peymânesin sunmış hayât âbına kandurmış zevkini ve eğlencesini acı ve elemlerle değiştir. (Bâkî sözü, Ayrılığın sakası çölde Mecnûn’u bağrı yanık bulup, ecel hem şâirin mahlası olarak, hem de sonsuz ölümsüz kadehini sunarak ölümsüzlük suyuna kandırmış. (Sakkâ, anlamlarında düşünülmüş.) sulayan, su dağıtan demektir. Öldükten sonra sevgiliye kavuşup ölümsüz olmak Leylâ ve Mecnûn hikâyesinin GAZEL 64 tasavvuf yönüdür.) Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün Müje haylin dizer ol gamze-i fettân saf saf Bu gün Bâkî’ye ol âfet visâlin va’deler kılmış Gûyiyâ cenge turur nîze-güzerân saf saf Yalanlar söylemiş miskini gerçekden inandurmış O fettân yanbakış kirpik süvarisini saf saf dizer. Sanki O güzel bu gün Bâkî’ye kavuşma sözleri vermiş. Yalanlar mızraklı askerler saf saf dizilip savaş durumu alırlar. söyleyerek o zavallıyı gerçekten inandırmış. Seni seyr etmek içün rehgüzer-i gülşende GAZEL 63 İki cânibde turur serv-i hırâmân saf saf Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün Salınan selviler gülbahçesi yolunun iki yanında senin Sôfî tesbîh ü asâyı mey-i gül-fâme değiş geçişini seyretmek için saf saf sıralanmış dururlar Hırka-i zühd ü riyâyı çıkarup câme değiş Ham sofu! Tesbihini ve sopanı gülrenkli şarapla değiştir. Leşger-i eşk-i firâvân ile ceng etmek içün Sofuluk ve iki yüzlülük hırkasını çıkarıp bir kadehle değiştir. Gönderür mevclerin lücce-i ummân saf saf (Câme değiş sözü, hırkanı verip karşılığında bir kadeh al ve Engin deniz, âşığın kalabalık gözyaşı askeriyle savaşsın diye hırkanı çıkarıp başka bir giysi giy, yâni hamsofuluktan dalgalarını saf saf sâhile gönderir. (Âşığın gözyaşları sel ve vazgeç anlamlarında kullanılmış.) ırmak gibi akar. Gözyaşı askere benzetilmiş. Deniz bu askerle savaşmak için sâhile dalga dalga askerini Ârife çünki yeter bir gül eger ârif isen gönderiyor. Sel ve ırmakların denize karıştığı yerde savaş Götüri âlemi bir tâze gül-endâme değiş kopuyor. Eski savaşlarda asker saf saf dizilir ve birbiri Eğer olgun bir insansan, olgun insanlara bir gül yeter. üzerine saldırırdı.) Bundan böyle bütün dünyâyı tâze bir gül endâmlı güzelle değiş. Câmi’ içre göre tâ kimlere hem-zânûsın Şekl-i sakkâda gezer dîde-i giryân saf saf Bulmak istersen eger Ka’be-i maksûda vüsûl 114 Göz, câmi’de kimlerle diz dize oturduğunu görmek için Şarâb-ı dil-güşâdan geçme ey dil sen riyâdan geç ağlaya ağlaya, gözyaşlarını saka gibi dökerek saf saf (Ey gönül! Eğer kaba sofu sana gönlü ferahlatan şarabı dolaşır. bırak derse, gönlü ferahlatan, şarabı bırakma, sen iki yüzlülüğü bırak.) Gökde efgân ederek sanma geçer hayl-i güleng Çekilür kuyuna murgân-ı dil ü cân saf saf Sana ehl-i vefâdan geç deyü ibrâm ederlerse Gökte bağrışarak turna sürüsü geçiyor sanma. Gönül ve can Sen uyma sevdüğüm ağyâr-ı bed-gûya cefâdan geç kuşları saf saf senin bulunduğun yere, yuvalarına (Sevdiğim, sana vefâlı âşıklarını bırak diye ısrar ederlerse, dönüyorlar. sen kötü sözü düşmana inanma, cefâ etmekten vazgeç.) Delâlet bir belâdur başda amma def'i âsândur Ehl-i dil derd ü gamun ni’metine müstağrak Gel ey zâhid mürîd-i pîr-i aşk ol ol belâdan geç Dizilürler keremün hânına mihmân saf saf (Yolunu sapıtma başta bir belâdır ama kurtulması kolaydır. Âşıklar dert ve gamının nimetine boğulmuş bir halde. ----- Ham sofu, gel aşk pîrinin mürîdi ol, bu belâdan kurtul.) mertliğinin sofrasına konuk olarak saf saf dizilirler. (Sancak, üzerindeki alemle askerin önünde ve hepsinin Demem elden safâ-yı câmı ko tesbîhden el çek üstünde sallanarak ilerler. Alem, kalem ve sevgilinin boyu, Ne zikr-i Hakk'dan ol fâriğ ne câm-ı dilğüşâdan geç üçü de uzundur ve salınarak yürür. Kalemin hareketi sıra (Kadehin neşesini elden bırak, tesbihten el çek demem.Ne sıra askerlerin önünde ilerleyen sancağa benzetilmiş.) Hakkı dilinden düşür , ne de gönlü neşelendiren kadehten geç.) Vasf-ı kaddünle hırâm etse gibi kalem Leşger-i satrı çeker defter ü dîvân saf saf Beka bezmindedür Rûhî safâ-yı bâde-i vahdet Kalem, boyunun uzunluğunu öğerken sancak gibi salınarak Erişmekse garaz ol zevke bu bezm-i fenâdan geç. yürümeğe başlasa, defter ve dîvân saf saf askeriyle dolar. (Rûhî, birlik şarabının neşesi ölümsüzlük toplantısındadır.Amaç o zevke erişmekse, bu ölümlü dünyâ toplantısından vazgeç.) Kûyun etrafına uşşâk dizilmiş gûyâ Harem-i Ka’be’de her canibe erkân saf saf Âşıklarbulunduğu yerin çevresine, tıpkı Ka’be^nin GAZEL 2 çevresindeki alanın dört bir yanına dizilmiş direkler gibi saf Görünmez yâr ben mağlûB-ı aşkam ıztırâbum var saf dizilmişler. Beni mest eyle sâkî gel ki yârumla itâbum var (Ben aşka yenilmiş biriyim sevgili görünmez,derdim çok, gel ey içki sunan güzel beni sarhoş et, yârimle aram açık.) Kadrüni seng-i musallâda bilüp ey Bâkî Turup el bağlayalar karşuna yârân saf saf Ey Bâkî! Senin değerini dostlar ancak musalla taşında Hatun âyâtınun tefsirine bir vech buldum kim anlayıp, karşında saf saf el bağlayarak saygıyla duracaklar. Su’âl eylerse zâhid bir su’âle bin cevâbum var (Yârân, kelimesiyle dostlar ve özellikle şâirler anlatılmış. (Yüzündeki tüylerin âyetlerini tefsire öyle bir metod buldum Namazdaki el bağlamayı Bâkî, büyüklere karşı yapılan saygı ki kaba sofu bundan dolayı bana soru sorarsa ona bir gösterisi olarak düşünüyor. Cenâze namazında zâten dost, cevabım var.) düşman olmaz. Namazı kılan herkes ölenin dostudur artık.) Dehânun sıfrını sâfi tutarmış yok hesâbiyle Bağdatlı Rûhî Hele rûz-ı hesâb olsun anunla çok hesâbum var GAZEL 1 (Senin ağzının sıfırının sofu yok sayarmış, hele bir hesap Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün günü olsun hesaplaşacağım çak şey var.) Sana zâhid eğer derse şarâb-ı dilgüşâdan geç 115 Salâdur âleme câm-ı belâdan zevk eden gelsün (Bizim hamurumuz başlangıçta kan ile yoğrulduğu için Harîf-i meclis-i aşkam tokuz şîşe şarâbum var sipâhî cenk etmeden duramayız.) (Bütün âlemi dâvet ediyorum; bela kadehinden zevk alan herkes gelsin aşk toplantısısının; ustasıyım, dokuz şişe Biz o pîr-i ceng ü rezmüz kim hizebr âhû-misâl şarabım var.) Göbeğin salar kaçar gûş eylerse efğânumuz (Biz cenk ve savaşın pîri olan öyle biriryiz ki her ne zaman nara atsak arslan ceylan gibi göbeğini salar.) Garîb-i aşkam ammâ sâye-i lûtfında hôş-hâlüm Beni tenhâda sanman zerre-perver âfitabum var (Aşk garibiyim ama senin lütfunun gölgesinde Tek hemân serdârumuz devletle olmuş müstedâm muutluyum.Beni tenhâda zerrecikleri ortaya çıkaran Kaailüz biz verelüm yolında baş u cânumuz güneşim var.) (Yeter ki sultanımız devlet ve ikbâlle sürekli bizim başımızda olsun biz onun yolunda baş ve can vermeğe and içtik.) Gedâ isem nola bâlâ-nişîn-i meclis-i kurbum Gedâsından kaçınmaz bir şeh-i âlî-cenâbum var Ol Süleymân-ı zamânum sâyesinde Rûhiyâ (Dilenciysem ne olmuş! Yakınlık meclisinin baş köşesinde Hoş geçer dâ’im safâ vü zevk ile devrânumuz oturuyorum. Çünkü dilencisinden kaçınmayan değerli bir (Ey Rûhî, o zamanının Süleymân’ı sâyesinde bizim vaktimiz sultânım var.) dâimâ safâ ve zevkle hoş geçmektedir.) Bihamdillah mukim-i âsitân-ı aşkam ey Rûhî GAZEL 4 Ne bâkim var bir öyle bargâha intisâbum var Sözde biz sihr eylerüz fenn-i gazelde mâhirüz (Ey Rûhî, çok şükür aşk eşiğinde oturuyorum. Öyle bir İşidenler şi’r-i garrâmız sanurlar sâhirüz tekkeye bağlıyım ki hiç korku endişesi taşımıyorum.) (Biz söze büyü yapanız, gazel tarzında mahiriz, parlak gazelimizi işidenler bizi büyücü sanırlar.) GAZEL 3 Düşmene baş egdürür şemşîr-i hûn-efşânumuz Tutmuşuz mümtâzlık semtin gazel tarzında biz Himmet eylerse eger serdâr-ı âlî-şânumuz Tab-ı pâk ile selâset bahsin etsek kaadirüz (Eğer şânı yüce başbuğumuz himmet ederse bizim kanlar (Gazel tarzında seçkinlik semtini tuttuk, temiz kabiliyetimizle saçan kılıcımız düşmana baş eğdirir.) akıcılık bahsini dile getirsek buna güç yetirebiliriz.) Tîrümüzden baş halâs etmez adû-yı hîle-sâz Gönlümüz âyînesin sındırdı cevr-i rüzgâr Bir kemâdaruz ki zehr-âlûdur peykânumuz Tab’ımuz gayet mükedderdür şikeste-hâtıruz (Biz okunun ucundaki demir zehire bulanmış öyle yay (Zamanın ezâları gönül aynamızın sındırdı, bu yüzden kullananlarız ki okumuzdan hileci düşman başını mizâcımız gayet üzgün gönlümüz kırıktır.) kurtaramaz.) Biz hâd öldük hûb-rûlarda vefadan yok eser Rezmgehde görinür a’dâ-yı rûbâha peleng Cevr ederler muttasıl zîrâ görürler sâbirüz Câbecâ dâğ-ı sivehlerle tenn uryânumuz (Biz kendimizi öldürdük, güzellerde ise vefadan eser yok; (Bazı yerleri kara yaralarla kaplı çıplak tenimiz savaş sürekli eziyet ediyorlar çünkü görüyorlar ki sabırlıyız.) sırasında tilki düşmana kaplan görünür.) Hamdülillah mâliküz tab-ı bülend Rûhiyâ Olmaz ceng etmeden nâlî sipâhî kısmıyuz Gam degül cânân bizi ma’dûm bilse nâdirüz Yoğrulupdur kan ile rûz-ı ezelden nânumuz (Ey Rûhî, çok şükür yüce yaradılışlıyız. Sevgili bizi yok biliyorsa da gam değil, biz az rastlanan biriryiz.) 116 (Nevrûz'un erişmesiyle şu köhne dünyâ yenilendi. Gelişiyle cihâna yeniden can bağışladı.) GAZEL 5 Muttasıl Feyzî Beğ’ün meddâhı olsak veçhi var Fahnmuz kâmilleri medh eylemekdür şâirüz Nola hep bûstân-ı âlem ezhâr ile pür olsa (Sürekli feyzî Bey’i övsek şaşılmaz; övüncümüz olgun Getürdi bâğa çok dürlü şükûfe armağân Nevrûz kişileri övmektir, şâiriz.) (Dünyâ bahçeleri hep çiçeklerle dolsa, bunda şaşacak ne var? Nevrûz, bahçelere türlü türlü çiçekler armağan etti.) İltifâtı gayrılar gibi degül nazm ehline Lutfı dâ’imdür biz ol sâhib-suhandan şâkirüz Gülün vasfında bir tâze murabba bağlamış bülbül (Onun şâirlere iltifâtı başkalarınınki gibi değil, lütfu Makâmın kılmış üstâdâne ey gonçe-dehân Nevrûz süreklidir bizi o söz sâhibinden memnunuz.) (Bülbül, gülü anlatmak için yeni bir beste yapmış. Gül goncası ağızlı Nevrûz da üstâdâne bir şekilde onun makamını düzenlemiş.) Mir’ât-ı rûy-ı yâre ki biz nâzır olmışuz Kesb-i hakikat etmeğe bir vech bulmuşuz (Biz sevgilinin yüzünün aynasına bakmışız. Böylece gerçeği Meded ref ' eyle gitsün gün yüzünden ey perî zülfün görmeğe yol bulmuşuz.) Ki ebr olmaz hevâ yüzünde olsa bî-gümân Nevrûz (Ey perî, ne olur yüzündeki zülüfleri kaldır. Çünkü Nevrûz zamanı havada bulut olmaz.) Bezm-i safâda bizden alur neş’e ehl-i zevk Peymâneyüz ki bâde-i vahdetlerle dolmuşuz (Zevk sâhipleri eğlence toplantısına neşeyi bizden alırlar. Kudûmiyle güzellenmiş durur âlem yeni başdan Birlik şarabıyla dolu bir kadehimiz var.) Kılupdur Bahtiyâ bu pîrezen dehrî cevân Nevrûz (Ey Bahtî! Nevrûz'un gelişiyle âlem yeniden güzelleşti. O kocakarıya benzeyen dünyâ, şimdi bir genç kız oldu.) Bir gonceyüz ki sohbetümüz rûz târeler Nâdân eline düşmek ile gerçi solmusuz (Biz câhillerin eline düşmekle gerçi solmuşsak da GAZEL 2 konuşmamızla ruhları tazeleyen bir goncayız.) Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün Bûy irse cân meşâmına fasl-ı bahârdan Def’ât ile süpürmeğe meyhâne sadrını Mürgân sadâsı gelse yine müng-zârdan Mestâne rîş-i zâhid-i şeyyâdı bulmışuz (Bahar mevsimidir, canımızın burnuna yine kokular gelse, (Meyhânenin başköşesini süpürmeğe birçok kez sarhoşlukla bülbüller ötmeye başlasa. . .) iki yüzlü ham sofunun saka elimiz geçirmişiz.) Bulsa nevâda gül gibi bu besteler zuhûr Meyhâneden geçilmeğe yok çâre Rûhîyâ Kim tâze nakş ü savt işidilse hezârdan Hakkaa ki her bulmış isek anda bulmışuz (Gül için besteler bağlansa, bülbülden yeni sesler, yeni (Rûhî meyhâneden vazgeçmemize çâre yok. Doğrusu biz ne besteler duyulsa. . .) bulmuşsak orada buluşuruz.) Nevrûz irişse yâd edüp ol eski demleri 17. YÜZYIL Her kimse alsa dâdını bu rüzgârdan Bahtî (Nevrûz gelse, o eski günleri hatırlayarak, herkes bahar GAZEL 1 mevsimin tadını çıkarsa. . .) Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün Yenilendi bu köhne âlem erince hemân Nevrûz Gülşende bülbülân giceyi gündüze katup Cihâna makdemiyle bahş edüpdür taze cân Nevrûz Başlasalar terennüme her şeb nehârdan 117 (Bülbüller, tâ akşamdan başlayıp geceyi gündüze katarak, ötüp dursalar. . .) Aldı aklum âkibet Mecnûn'a döndürdi beni Yârimün yanında a'dâ dâimâ eksük degül Bahtî erişse hâsılı eyyâm-ı nevbahâr (Sonunda aklımı alıp, beni Mecnûn'a döndürdü. Sevgilimin Ayrılmasak çemende leb-i cûybârdan yanında düşmanlarım hiç eksik değil.) (Ey Bahtî sözün kısası, ilkbahar günleri gelse de bahçelerde ırmakların kenarından ayrılmasak. . .) Vech-i hûbâna eger baksam da tesbîh eylerüm Dilde hiç bir vech ile zikr-i Hudâ eksük degül GAZEL 3 (Güzellerin yüzüne bakınca hep Allah'ı anar ve adını tesbih Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün ederim. Hiçbir sebeple Allah'ı zikretmekten geri durmam.) Gel kemâl-i ma'rifet öğren dilersen izz ü baht Mu'teber olur ne denlü meyve-dâr olsa dıraht Nev-bahâr oldı gönüller hep yirinden oynadı (Eğer ve kıymet ve baht sahibi olmak istersen, gel ilim irfan Bağda sıyt u sadâ zevk u safâ eksük degül öğren. Bir ağaç, ne kadar meyve yüklü olursa, değeri o (Bahar geldi gönüller coştu. Bahçelerde güzel sesler, zevk kadar artar.) ve eğlenceler eksik değil.) Kim ki tahsîl itmedi dünyâda ilm ü ma'rifet Bahtiyâ Ferhâd-veş tağlar içinde yüri sen Şol hünersiz esbe benzer kim urulmaz zeyn ü raht Bir saç-ı sünbül leb-i şîrin sana eksük degül (Dünyada kim ilim irfan tahsil etmediyse, o hünersiz bir ata (Ey Bahtî, sen Ferhâd gibi dağlar içinde yürü. Saçı sünbüle, benzer ki, ona eğer vurulmaz.) dudağı şekere benzeyen güzeller eksik değil.) Âlim ol kim âlemün ahvâli mâ'lumun ola Veysî Olmayınca kuvvet-i bâzû çekilmez kavs-i saht GAZEL (Âlim ona derler ki, dünyânın hâlini bile (Dünyânın hâlini Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün bilmek koldaki kuvvet demektir.) (Kolda kuvvet olmayınca o Genc-i vaslın o peri ellere ikrâr eyler atacakkatı yay çekilir mi?) Bu acebdir bana ikrârını inkâr eyler O perri, vuslatının hazinelerini başkalarına açar. Açıklar; Şaşılacak şeylerdir ki sonra bune benden inkâr eder. Pâdişâh oldur kim tâcın ilm ile tahtın kemâl Şeh degüldür itmeyen ilm ü kemâli tâc u taht (Pâdişâh ona derler ki tâcı ilim, tahtı olgunluk olsun. İlim ve Çürüdüp nakdi sirişkim o cefâkârı görün olgunluğu tac ve taht etmeyen, padişah değildir.) Aşkımdır dimeğe şimdi bana âr eyler Ocefâkarı görün ki gözyaşlarımı sel gibi akıtır da. ‘’ benim Âşkımdır’’ demekten utanır. Tâc u tahta lâyık a'mâl ola kârın her zaman Bahtîya çün kim nasîb oldu sana bu izz ü baht (Ey Bahtî, mademki bahtın sana bu saltanatı nasib etti, Yâra zahm-ı gamı göstermek olurdı ammâ öyleyse her işin bu tac ve tahta (ilim ve irfâna) uygun olsun.) Ser-i peykân-ı belâ çok ciğere kâr eyler Sevgiliye, gam vuranlara göstermek iyi olurdu ama, bela GAZEL 4 okunun ucu, yaralı gönüle çok tesir eder diye bundan Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün korkuyorum. Bâşuma günden güne derd ü belâ eksük degil Gâhî aşk-ı yâr ile cevr ü cefâ eksük degül Hâne-i câna hayâl-i leb-i cânân geliyor (Başımda günden güne dert ve belâ eksik değil, bazan da Cân çıksun bedenimden o da berdâr eyler sevgilimin aşkıyla cefa ve eziyet eksik değil.) Can evine, sevgilinin dudağının hayâli geliyor. Sevgili beni 118 asmadan, idam etmeden canım bedenımden çıksın. O zamanı unutma ki sen kan içerken, ben kan ağlardım. sultanım, o, seninle birlikte olduğumuz zamanları hatırla. Veysiyâ saltanat-ı dehri nider ârif olan Bir kadeh mey kişiyi âleme hünkâr eyler Kapında boynu bağlu bir günâh itmiş kulundur dil Ey Veysî, ârıf olan insan, dünya saltanatını ne yapsın? Bir Gerek öldür gerekse anı âzâd eyle sultânım Kadeh şarap kişiyi âleme hünkâr eder. Bu esir, günah işlemiş bir kulundur; kapında bağlı duruyor. istersen öldür, istersen onu azâd eyle sultanım. GAZEL Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün Yeter nûş eyledim zehr-i gamı eyyâm-ı hüsnünde Bezm-i ikbâlini târ eylemeye dirse felek Şeh-i mülk-i melâhatsın bana dâd eyle sultânım Kişi yakduğı çerâğ üstine pervâne gerek Senin güzelliğinin saltanatlı döneminde gam zahrini yeteri Felek, insanın talihinin meclisini dar ve kasvetli eylemeye kadar içtim, ey sultanım; sen güzellik mülkünün sultanısın, derse, insan, kendi yaktığı kandilinin üstüne pervane olmalı. bana biraz adaletli davran. Sofra-i meclis-i ağyâra nedendir varmak Çıkarma defterinden Veysî-i dîvânenin nâmın Yoğ iken ortada ey şâh-ı cihân nân u nemek Güzeller içre sen de bir eyü ad eyle sultânım Yabancıların meclisindeki sofraya ne için gitmeli? Ey ciha- Defterinden şu divane Veysî’nin adını silme; böylece diğer nın şahı, hele ortada tuz ve ekmek yok iken… güzeller arasında sen de güzel ve merhametli bir ada sahip ol. Böyle vaz’ ideni âzürde-i hicv eylerler Hele benden sana ey şûh-ı cefâ-pîşe dimek GAZEL Böyle zalimce davrananı ayıplar, gönlünü kırarlar; ama ben Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün sana gönlünü kırmamak için zakim veya gaddar diyemem. Kanı ol demler ki derd ü guşadan mehcûr idim Sen benim katlimle kânı’ ben ana mesrur idim Âşıkı terbiyet-i aşkı tüvânger eyler Hanı o demler ki dertten, tasadan uzak idim; benim kat- Dimez âlûde-i şehd-i lebi sîmurga sinek limi yeterli buluyordun ve ben bundan memnun idim. Âşıkı, aşkının yüceliği zengin eder, varlığa kavuşturur. Yoksa, ağzının kenarı bala değmiş sineğe Anka kuşu denmez. Bî-tekellüf yâr idim şemşir-i hûn-rîzinle ben Ana cân virmekde te’hîr eylesem ma’zûr idim Şâh-ı gam mülk-i dil-i Veysîye asker çekicek Sen kan dökücü kılıcınla içli dışlı olmuştun; ben ona can Her taraftan yetişür na’ra-i ‘’En-nusretü lek’’ vermekte geciktiysem, elbette bir özürüm vardı. Gam padişahı veysî’nin gönül ülkesine asker sevkedince, her taraftan ‘’zafer senindir’’ naraları yükselir. Her visâlin bin firâkın sanma bilmezdim velî Neyleyem sultânım ammâ lütfuna mağrur idim GAZEL Her vuslatının bin ayrılığa bedel olduğunu bilmiyordum; Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün ne yapayım, lütfunla mağrur olmuştum. Cefâ m’mûresin lütfunla berbâd eyle sultânım Yıkılmış gönlüm ihsânınla âbâd eyle sultânım Kanda gitsen pâ-yı bûsunla müşerref hâk idim Cefa sarayını, iyilik edip, yerle bir et; yıkılmış gönlümü Bana göz dikmişdi âlem herkese manzûr idim ihsanınla onar, teselli et sultanım. Nereye gidersen, ayağının toprağı idim, bununla şereflenmiştim. Herkes gözünü bana dikiyor, bana imreniyordu. Unutme anı kim sen kan içüp ben kanlar ağlardım Seninle itdiğimiz demleri yâd eyle sultânım Ey hoş ol demler ki Veysî yâr bî-ağyâr iken 119 Gussadan mehcûr idim derd ü belâdan dûr idim Ey Veysî, o demler ne hoş demlerdi ki, sevgili başkalarına Dütün ol gonce­dehen ağzına zîbâ yaraşur karşı yabancıydı, ben de dertten beladan uzak idim. Reng­i âteşdedir ol la'l­i leb­i rûh­efza Tütün, o gonca dudaklının ağzına çok yakışmış; hayat veren GAZEL duaklarının rengi, ateş rengine Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün benzemiş. Âlem kırılır kâkül-i fettânın ucundan Âdemler ölür hançer-i berrânın ucundan Dütün itmekdesin ellerle velînâr­ı hased Fitneler dağıtan kâkülün yüzünden bütün âlem kırılır kes- Yüreğim yakdı benim oldı duhanlar peydâ kin hançerinden nice insanlar ölür. Başkalarıyla tütün içmektesin ama kıskançlık ateşi benim yüreğimi yaktı. Yüreğimden dumanlar çıkmaya başladı. Dâğlar yakayım kelle-i bî-devlete cânâ Başındaki destâr-ı perîşânın ucundan Şu nasipsiz başımla, senin başındaki tülbentin aşkına, gön- Düşeli hicre işim turma duhan itmektedir lümü yaralar içinde bıraksam yeridir. Tâ çıka dûd­ı dilim bilmeye hergiz a'da Ayrılık derdine düşeli, işim hep duman yükseltmektedir. Âhır başun alur giderün kûy-ı fenaya Gönlümün ateşinin dumanı yükselsin Ey ş’ah senin nize-i hicrânın ucundan ama düşmanlar bunu asla bilmemeli. Sonunda başımı alır, yokluk âlemine giderim, ey sultanım. Senin ayrılığının hançeri yüzünden. Hâne­i dilde olan dûd­ı eleminden cânım Korkarım kim düte mülk­i adem Haletiyâ Serrişte-i zülfün hevesi geçse gönülden Ey Haletî. Canımın çektiği acıların dumanının, gönül Bağrım delinür süzen-i müjgânın ucundan hânesini yakıp kül etmesinden ve Zülfünün teline kavuşma arzusu geçse içimden, kirpiğinin Onun yokluğa karıştırmasından korkarım. iğnesi hemen bağrımı deler. GAZEL Şi’rin gören îsâr-ı cevâhir ider ey dil Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün Dürler dökilür kilk-i düreşşânın ucundan Künc­i belâda hâl­i dil­i mübtelâyı gör Ey gönül, senin şiirini gören mücevher saçılıyor zanneder. Gel hasta­i muhabbetin olan gedâyı gör İnciler saçan kalemin ucundan öylesine mücevher dökülür. Şu bela köşesinde sana tutulmuş gönlümün halini gör: gel. Senin muhabbetinin hasası olan şu zavallı dilenciyi gör. Veysî gice meclisde yine yandı yakıldı Pervâne-veş ol şem’-i şebistânın ucundan Bimâr­ı aşka yazmadı kimse devâ dime O, yatak odasını aydınlatan mumun aksi yüzünden, Veysî, Vir sen bana şerâb­ı lebinden şifâyı gör yine meclisteki pervane gibi yandı yakıldı. Aşk hastalığına kimse deva bulamadı deme: senin dudağının şarabından bir yudum ver de şifa nasıl olurmuş gör. Hâletî GAZEL Mihmân olur mı hâne­i âşıkda bir gice Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün Hâk üzre hiç konar mı dilâ ol hümâyı gör Ağzına aldı dütün lûlesin ol hûr­likâ O sevgili, aşığının evine hiç misafir olur mu? Eğer olursa, o Çeşme­i Kevsere bir lûle komışlar gûyâ zaman Hümâ kuşu yere O hûri yüzlü, tütün lülesini ağzına aldı, sanki kevser konmuş demektir. çesmesine bir lüle sokmuşlar. 120 Ol yâr cevre başlasa cânlar safâ sürer Gerçi başım cevrile sayl­i ferâvân itdi yâr Düşnâm iderse âşık­ı zârı du'âyı gör Ana kalmaz Hâletî zîrâ ki deryâdur gönül. Gerçi benim O sevgili eziyete başlasa, canlar safa sürer, mutlu olur. başımın derdiyle sevgili gözyaşı seli akıttı. Hâletî ona Ağlayan aşığın şikayet dolu sözleri hemen duaya dönüşür. kalmaz: zirâ onun gönlüderyadır. Mir'âtı rûy­ı dilbere olma firîfte GAZEL Ağyâr karşusunda iken bal belâyı gör Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün Sevgilinin yüzene ayna olup da yanılma, aldanma. Başkaları Endûh­ı firâk itdi sirâyet dil ü câna o aynaya bakarken seyret de Girdi yine seylâb­ı belâ hâne­be­hâne belanın ne olduğunu gör. Ayrılık acısı yine cana ve gönülebulaştı: bela seleleri yine evden eve girdi. Ey bûs la'l­i dilbere cân vir diyen bana Benden yana temâm sen ol meh­likâyı gör Bin kerre eğer zahme­i şemşîr­i gam olsa Ey bana ''sevgilinin dudağı için canını ver'' diyen. Ben İrmez eli aşk ehlinin ol genc­i nihâna hazırım ama. Sen o ay yüzlüye bak. O razı olmuyor. Aşk ehlinin yüreğinde, gam kılıcın bin yara olsa. Yine de o gizli hazineye ulaşamaz. Cây oldı Hâletî bana kühsâr­ı ma'rifet Tut gûşunu o cânibe savt u sadâyı gör Âşıkları yerden yere çalmağı çü sâye Ey Hâletî, marifet zirveleri benim yerim yurdum oldu; Kimdir acaba sevk idem ol sevr­i revâna kulağını ver de oradaki haykırmalar sesleri dinle. Âşıkları böyle yerden yere çalman ne sebeptendir? O servi boyluyu bu yola sevk eden nedir acaba? GAZEL Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Dihkam­ı felek hilkat­ı harman­geh­i ikbâl Birbirleriyle yaraşur ol la'l­i nâb u câm­ı mül Mürg­ı harem olsam da eğer virmeye dâne Sâğar­ı sahbâya âdettir konulmak berk­i gül Talih harmanının yaratıcısı olan felek çiftçisi. Onun O saf lâl ile şarap kadehi birbiribe pek yaraşır. Âdettir, tarlasını bekleyen bir kuş olsam da bir dane vermez. şarap kadehine gül yaprağı koyarlar. Bezm­i emelin Hâletîyâ var idi hazzı Ol şehin­şâh ulüvv­ı himmetinden bir eser Sâkîsi eğer olmasa hem­reng­i zemâne Âb ­ı tünd­i eşkime seng­i cefâdan tarh­ı gül Ey Hâletî erenler meclisinin elbette bir lezzeti olurdu, lakin Çağlayarak akan gözyaşlarımın nehrine cefa taşları yerine o meclisin sakisi zamanın gül atması. O şahlar şahının himmetinin yüceliğindendir. hilelerine bulaşmamış olsaydı. Şânına pervâne­i aşkın budur şayeste kim GAZEL Âteş­i şevkın sıyânet eyleye olsaydı gül Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Aşk pervanesinin şanına yakışan o dur ki. Gülü. Aşk Od yanar başımda gamdan sabra tâkat kalmadı ateşinden kouruya, yanmasına engel ola. Bûriyâlar yakmâğa ol şâha hâcet kalmadı Gamdan başımda ateş yanar. Sabretmeye takat kalmadı. O Subh­dem ey gonçe­i nahl­i letâfet bâğa gel sultanın hasır yakmasına artık İdeyin ben nâle bülbüllerle sen güllerle gül lüzum kalmadı. Ey güzellik fidanının goncası. Sabah vakti bağa gel: ben bülbüllerle inleyeyim. Sen güllerle gül. Ceyş­i sultân­ı gama yer yok güzergâh olmadık Arsa­i âlemde bir günc­i ferâgat kalmadı 121 Gam sultanın ordusunun yer yok. Şu dünya arsasında Sarhoş ve kendinden geçmiş bakışlarla aşkı ve sâkiyi başımızı dinleyecek bir köşe kalmadı. mahvetsek ne çıkar? Biz öyle acayip bir meyhaneyiz ki kadehimiz ateş, şarabımız ateştir. Kesret­i bârân­ı gamdan oldı bu gülşen harâb Meyve­i ümmidi gâyet bozdı lezzet kalmadı Havfımuzdan Çeşm-i dilber gamzeyi eyler tebâh Gam yağmurunun şiddetinden gül bahçesi harabeye döndü, Kûçe-i aşk içre bî-pervâ yürür mestâneyüz ümidin meyveleri bozuldui Sevgilinin gözü, bizim korkumuzdan bakışlarını saklar, lezzet kalmadı. başka tarafa çevirir. Biz aşk sokaklarında korkusuzca yürüyen sarhoşlarız. Ser­be­ser geşt eylesen bu deşti ey dil gördüğün Tâbiş­i hurşîd­i gamdır zıll­ı râhat kalmadı Şem'i pür-sûz u güdâz itse aceb mi şevkımız Ey gönül, bu çölü baştanbaşa geçsen, görüp göreceğin gam Tâb-ı dilden şu'le-i âb eyleyen pervâneyüz güneşinin yakıcılığıdır. Bir Gönlümüzün ateşi, mumu yoksa, eritse bunda şaşacak ne rahatlık veren gölge bile kalmadı. var? Biz gönül ateşinden kanlı göz yaşı akıtan pervaneleriz. Küştigîr­i merg degseydi gelür arkam yere Sâhir-i mu'ciz-kelâmız sâhir-i şûhuz Fehîm Hasta­i derd ü gam oldum bende kuvvet kalmadı Ne füsûna râgıbız ne mâil-i efsâneyüz Çayır pehlivanı şöyle bir dokunuverse, sırtın yere gelir. Ey Fehîm, biz mucize gibi sözler söyleyen, bu sözlerle Gam ve dert hastası oldum, bende herkesi büyüleyen insanız. Onun için ne başka büyülere, ne kuvvet kalmadı. de efsanelere ihtiyacımız vardır. Korkum oldur kim hadeng­i gamzesi yer bulmaya GAZEL 2 Murg­ı câna gelmedik tîr­i melâmet kalmadı. Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün Korkum odur ki, onun bakışlarının okuyer bulamasın: can Çeşmin gibi diller de âlüfte midir bilsek kuşuna saplanmadık melamet Diller gibi zülfün de âşüfte midir bilsek Oku kalmadı. Gönüller de gözün gibi karasız mıdır bilsek, gönüller gibi züfün de dağınık ve perişan mıdır bilsek. Düşdiler gibi girüp birbir şihâbın şekline Hâletî göklerde hîç necm­i sa'âdet kalmadı Hep kârı tegâfüldür ol gamze vü ol çeşmin Akanyıldızlar gibi kayıp gittiler: ey Hâletî. Göklerde, saadet Mest-i mey-i nahvet mi ya hufte midir bilsek bir tek yıldız bile kalmadı. O gözün işi gücü hep bilmezlikten, tanımazlıktan gelmedir. Acaba kendini beğenme şarabıyla sarhoş mu olmuştur, yoksa naz uykusuna mı yatmıştır? Fehîm-i Kadîm GAZEL 1 Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Gülzâr-ı mahabbetde şekl-i dil-i sad-pârem Fâriğuz kayd-ı cihândan âşık-ı dîvâneyüz Bir gonçe-i pür-hân-ı ne-şküfte midir bilsek Âşinâya âşinâ bîgâneye bîgâneyüz Muhabbet bahçesinde benim yüz parça olmuş gönlüm yeni Biz dîvâne âşıklarız, dünya kayıtlarından kurtulmuşuz; bize açılmış bir gonca gül müdür bilsek. dost olana dost, yabancıya yabancıyız. Bildik ne imiş aslın aşk-ı dil-i dildârın Aşkı sâki gamze-i mest ü harâb itsek n'ola Ammâ ki bu esrârı nâ-güfte midir bilsek Câmı ateş bâdesi âteş aceb meyhâneyüz Sevgilinin gönlündeki aişkın ne olduğunu anladık. Fakat acaba bu sırlar, bilsek ki, Kimseye söylenmemiş midir? 122 Şikâyet itmesün lutf it Fehîm ey mâh cevrinden Hem-vâra Fehîmânın manzûm olur elfâzı Girerse destine dâmânı ferdâ Şems-i Tebrîzin Âyâ güher-i tab'ı hep süfte midir bilsek Yarın Tebzirli Şems'in kapanabilir, onun için ey ay yüzlü, Fehîm, sözleri ipe dizilmiş inciler gibidir. Acaba gönlündeki lûtfet de Fehîm senin eziyetlerden şikâyetçi olmasın. inciler delinmiş midir ipe dizilmeye hazır mıdır, bilsek. GAZEL 4 GAZEL 3 Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün Garîk-i lücce-i aşkam fenâ nedir bilmem Figân ey Mevlevî dilber ki çeşm-i fitne-engîzin Ümîd-i sâhil içün âşinâ nedir bilmem Beni öldürmeğe cem' eyledi müjgân-ı hûn-rîzin Aşk deryasına batmışım, fânilik nedir bilmem: kıyıya Ey Mevlevî güzel feryad ediyorum, çünkü senin fitneler ulaşmak ümidi için yol nedir, bilmem, ilgilenmem. doğuran gözlerin, beni öldürmek için, kan dökücü kirpiklerini bir araya topladı. Ne câme geysem ider âteş-i dilim sûzân Cihânda şu'leden özge kabâ nedir bilmem Olurmuş Mevlevî zinnâr-bend-i küfr bilmezdim Üzerime ne giyersem giyeyim, gönlümün ateşi tutuşur. Temâşâ itmesem kâfir senin zülf-i dil-âvâzin Cihanda alevden başka bir elbise var mıdır, bilmem. Keşişler gibi küfür kuşağını bağlanırmış, bilmezdim. Senin gönülleri ucunda sallandıran zülfünün ettiklerini gözümle Hemîşe saykal-ı âyînem oldı jeng-i belâ görmeseydim, inanmazdım. Henüz pertev-i rûy-ı safâ nedir bilmem Gönlümün aynasını parlatan bela pası oldu; saadetin ışığı nedir, nasıl olur, henüz bilmiyorum. Semâ' itdikçe nûr-ı mihr-i hüsn-i şu'le-sûzundan Olur hurşîd-i mahşer zerre-i bî-kadr-i nâ-çîzin Semâ edip döndükçe, güzelliğinin nur saçan parlaklığı Ne bîm-i mihnet-i dûzah ne ârzû-yı behişt karşısında mahşer güneşinin güçsüz ve zerra misali Şarâb-ı aşk ile havf u recâ nedir bilmem kaldığını görüyorum. Bende ne cehennem azabının korkusu, ne de cennet arzusu var. Aşk şarabı ile öyle kendimden geçmişim ki ne korku ne Kıyâmet ferş-i râhın fitne de zencîr-i zülfündür yalvarma bilirim. Gelince cünbiş-i reftâra bâlâ-yı belâ-hîzin Belâ dağıtan eteklerin, dalgalanıp harekete başlayınca Belâ-yı hükm-i kazâya tereddüd itsem olur kıyamet senin tuttuğun yoldur, fitne zülfünün kıvrımlarıdır. Velî o gamzeye çün u çirâ nedir bilmem Kaderin hükmüne karşı tereddüt ederim, kararsız kalırım Hayâdan gerçi sen bıkmazsın ammâ çesm-i uşşâkı amma, o gamze karşısında ''nasıl neden'' diye bir şey Tecellî -zâr kıldı âteş i hüsn-i şerer-bîzin sormam, onun hükmüne terddütsüz baş eğerim. Sen saklanmaktan, göze görünmemekten bıkmazsın amma güzelliğinin kıvılcımlar saçan ateşi âşıkların gözünde ilâhi Nigâh-ı hışmı nedir lutf ile tebessümi ne cilvelerin göründüğü yer olur. Bu şîveden o şehin müdde'â nedir bilmem (Sevgilinin) hışmınınbu bakışı nedir? (Ya) lütfen (bize Nigâhın fitne-pâş oldukça dest-efşân-ı semâ içre atfettiği) bu tebessümü ne? Bu işveden o sevgilinin Derûn-ı câna hançer-rîz olur müjgân-ı ser-tîzin kasdettiği mâ'nâ, söylemek istediği şey nedir bilmem. Sema dönüşü sırasında bakışların fitne saçmaya devam ettikçe, ucu sivri kirpiklerin canlar için, kan dökücü bir Hemân vücûdumı mahv eylesem yeterdi Fehîm hançer olur. Ümîd-i hestî-i mülk-i bekâ nedir bilmem 123 Ey Fehîm vücudunu hemen mahvetsen yeridir, çünkü Tayasun pây-ı hum-ı bâdeye tabanı kadeh ebediyet ülkesinin ümidi nedir bilmiyorum. Muhtesip döğerek meyhaneden kaldıramaz! Kadeh tabanını hele bir şarap küpünün dibine dayasın! GAZEL 5 Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Biricik dâ'ire-i bezme ayak basmaz mı Meclis-i uşşâkda ol meh ki sâgar nûş ider Gösterür seyre bakan âfete devrânı kadeh Çeşm ü gamze bâde-i nâzı berâber nûş eder Meclisin çemberine, halkasına biricik ayak basmaz mı? O ay yüzlü âşıklar meclisinde şarap içtiği zaman gözü ve Kadeh, seyre bakan âfete, devrânı gösterir! gamzesi de naz şarabından içer. Unf ile bezmi gice şahneye basdırmış iken Câm-ı leb-rîz-i eceldür sunduğu uşşâka hep Lutfa sabdırdı bu gün zümre-i rindânı kadeh Bâde-i nâzı ki ol çeşm-i sitemger nûş eder Geceleyin, meclisi sıkıntı ile bekçiye bastırtmış iken kadeh Dudağının kadehinden aşıklara hep ecel şarabı sunar. O bu gün rindlerin zümresini lutfa saydırdı. sitem dolu bakışlarıyla hep naz şarabını içirir durur. Yıkıyor kürsî-i tezkîre çıkup meygedeyi Çeşm-i mest-i işvedür bilmez nedür hunâb-ı dil Sâkıyâ kapdıra gör vâ'ize pinhânı kadeh Ol şarâb-ı gamze-i hûn-rîzi kâfir nûş eder Ey sâki, gizlice vâize bir kadeh kaptırıver. Allah'ı hatırlatma Sarhoş gözleri işve ile doludur, gönülden akan gözyaşı kürsüsüne çıkıp meyhaneyi yıkar. Günc-i hasrette mey-i hûnâb-ı çeşm-i âşıkı Sâbitâ at kulağı sürebilür miydi eğer Muttasıl geh âstîn ü gâh bister nûs eder Fâris-i bâdenin olmasa küheylânı kadeh Hasret köşelerinde ağlayan âşığın kanlı göz yaşlarını bazan Ey Sâbit, eğer şarap atına binenin küheylânı kadeh olmasa, elbisesinin kolları bazan da döşeği içerir. at kulağı sürebilir miydi? Mahrem-i bezm-i visâl-i dûst olmazsa Fehîm GAZEL 2 Câm-ı zehr-i firkati tâ rûz-ı mahşer nûş eder Mefâ'ilün / fe'ilâtün / mefâ'ilün / fe'ilün Eğer Fehim dostun vuslat meclisine ulaşamazsa, onun Efendi fasl-ı bahâr oldı lâlezâra buyur ayrılık zehrinin kadehini tâ mahşer sabahı içer. Nigâh-ı lutf ile nergislere nezâre buyur Efendi bahar mevsimi geldi, gelincik bahçesine buyur! Hoş bir bakışla nergislere bir bakış buyur! Sâbit GAZEL 1 Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün Sana recâ-yı derâgûşa arzıhâl etdik Hep yapardı yıkılan hâtır-ı yâranı kadeh Mahall-i merhametiz gel şu kenâre buyur Sernigûn eylese ol âfet-i devrânı kadeh Sana kucağa almak ümidiyle hâlimizi arz ettik! Bize Kadeh, hep dostlarının yıkılan hâtırını yapardı. Kadeh, o merhamet edilmek ister! Gel şu kenara buyur ! zamanın âfetini başaşağı etse de! Ciğer kebâbı müheyyâ vü çâşnisi halâl Eşik atlar gibibir şûh cevân ü çâlâk Beğim ziyâfet-i uşşâk-ı dil-figâre buyur Atlasun dâ'irede zâhid-i nâdân-ı kadeh Ciğer kebabı hazır, tadı ve mezesi helal! Beğim, gönlü Bir şûh, ve ayağına çabuk gencin eşek atlaması gibi, kadeh yaralı âşıkların ziyafetine buyur! de dâire câhil zâhidi atlasın! Veyâ dimez mi girüp şeyh efendi koltuğuna Muhtesib darb ile işretgededen kaldıramaz Du'â buyurmağiçün şunda bir mezâra buyur 124 Veya Şeyh Efendi koltuğuna girip, duâ buyurmak için Ne bayram gecesi gibi isrâf içine düş, ne oruç günü gibi şurada bir mezâra buyur, demez mi? imsâk ile vasıflanmış ol. Efendi Sâbit-i pür-cürm kendi bendendir Sâbitâ ardına at bâr-ı gam-ı dünyayı Ne hidmetün var ise ben günehkâra buyur Âmil-i âdet-i müstahsene-i fitrâK OL Efendi kabahatla dolu Sâbit, kendi kölendir! Ben bu Ey Sâbit bâri dünyâ gamını ardına at! Eğerin güzel âdeti günahkâra ne hizmetin var ise buyur! gibi yapan ol! GAZEL 3 GAZEL 4 Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün Dûş-ı rif'atse garaz nâsiye-sây-ı hâk ol Gel câme-h'aba gir diyü çok minnet eyledim Dil-i seccâde gibi sen de nazif ol pâk ol Yıkdım netice yalvararak himmet eyledim Niyet yücelme omuzuysa toprağa alnını koy! Seccâdenin Gel giceliğe gir deye çok minnet eyledim. Neticede yıktım gönlü gibi sen de tertemiz ol, pâk ol! yalvararak himmet eyledim Rü'yet-i şems-i hakikatse murâdın ağla Handeyle dedi mum yapıştır buracığa Abdest minşakkası gibi gözüm nem-nâk ol Şem'in yanında gerdenine dikkat eyledim Hakikat güneşini görmeyi murâd ediyorsan ağla! Abdest Gülerek: buracığa mum yapıştır, dedi! Mumun yanında havlısı gibi gözüm ıslak ol! boynuna dikkat eyledim. Kimsenin kurcalama aybını mânend-i hilâl Gel âhret kızım deyu çektim kenarıma Belki setr etmede hem-hâsiyet-i misvâk ol Zât-ı kerîme-i inebe hürmet eyledim Ay gibi, kimsenin ayıbını kıurcalama! Belki örtmek için Gel âhiret kızım deyerek benim tarafıma çektim. Üzüm misvâk gibi özelliğe sahip ol! kızının kendisine saygı gösterdim. Sem-i izâra edip şehd-i nevâzişle ivâz Bir dest-bûsa ruhsat olunca o şûhdan Hüner oldur ki sana zehr oluna tiryâk ol Peymânçe-i niyâzda çok hizmet eyledim Yanak ışığına okşayış balıyla karşılık vererek sana zehir O şûh güzelden bir el öpüşüne izin oluncaya kadar yalvarış olana sen panzehir ol! Hüner budur! yeminciğinde çok hizmet eyledim. Dâmenin hâr-ı mugaylân -ı hevesden kurtar Şâhenşeh-i mahabbete tâbi olup yine Ârzû pirehenin yırt giribân-çâk ol Uydum imâma tâatine niyyet eyledim Eteğini hevesin deve dikeninden kurtar! Arzu gömleğini yırt! Sevgi şahına boyun eğip yine, imama uydum, itaat Yakanı parçala! göstermeye niyet eyledim Adını aksine yazdırmağa misâl-i şeytan Gördüm zamâne halkı nifâk üzre Sâbitâ Nakş alıp hurde-şinâs-ı amel hakkâk ol Nâçâr cümleden çekilip uzlet eyledim Şeytan gibi adını ters yazdırmağa nakış alıp yontucu işi ince Ey Sâbit, gördüm ki zamanın halkı, ayrılık üzeredir. Çâresiz şeyi bilen ol! kalarak, hepsinden çekilip yalnızlık köşesine çekildim. Ne şeb-i ıyd gibi münhemik-i isrâf ol GAZEL 5 Subh-ı rûze gibi ne muttasıf-ı imsâk ol Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün Her subh ol zehirlik için rind varıyor 125 Pir-i mugân yanında boğazın otarıyor Ber-karâr olmak acebdir âteş üstünde habâb Her sabah, o zehirlik için rind varıyor! Mecûsilerin Âhımın ateşi cihânı tuttu, yine de felek yok olmaz! papazının yanında (Tekke şeyhinin) boğazını zehirliyor! Ateş üzerinde su kabarcığının yerli yerinde durması şaşılacak şeydir! Renk aldı gibi ârız u ruhsâr-ı yârdan Verd-i sefîd ü surh kızarıp bozarıyor Gelse peykân-ı yâr ammâ gelince sîneye Beyaz ve kırmızı gül, sevgilinin yanağından renk almış gibi Olur âteşpâre ol dahı virür bir gûne tâb kızarıp bozarıyor! Sevgilinin attığı okun temreni gelse, gönlün ateşi kalmaz! Bir damla suyun bir külhanı nasıl söndürdüğünü gör! Sâkî görünce zülfünü sevdâm depreşir Ayağına düşem gibi gözüm kararıyor Âbdır peykân-ı hadeng-i yâr kalmaz sûz-ı dil Sâkî saçını görünce, sevdâm depreşiyor. Ayağına düşeceğim Gör nice teskîn eder bir külhanı bir katre âb gibi gözüm kararıyor. Okun temreni sudur ama, sineye gelince bir ateş parçası olur. O da bir çeşit harâret verir! Ol bâğbân biziz ki su mîzâb-ı dîdeden Hûn-ı ciderle bâğ-ı nedâmet suvarıyor Âb u tâb eksik değil ey Nef'î senin Göz oluğundan su, ciğer kanıyla nedâmet, pişmanlık Yâr gâhî lutf eder gibi sana gâhî itâb bahçesini suvaran bahçıvan biziz. Ey Nef'î, senin şi'rinde parlaklık eksik değil! Sevgili ise sana kâh lutfeder gibi, kâh azarlar gibidir! Safrası mı bulandı hevâ-yı hazândan Günden güne ruh-ı çemenistân sararıyor GAZEL 2 Sonbaharın havasından safrası mı bulandı ki çemenliğin Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün yanağı günden güne sararıyor. Ölmek âsân âşıka bir dem firâk-ı yâr güç Böyle müşkil derd esîri hastaya tîmâr güç İşledi şeyh-i bâde harâbât imâretin Âşıka ölmek kolay ama bir an sevgiliden ayrı kalmak güç! Hep şart-ı vâkıf üzre pişirip kotarıyor Böyle bir derdin tutsağına derman da güç! Şarabın şeyhi, meyhane denen imâretini işletti! Vakfı kuranın şartı üzere hep pişirip kotarıyor. Aşk mühlik yâr gâfil mübtelâlar neylesün Birbirine derdini inkâr güç ikrâr güç Sâbit gönülde kalmadı bir şe'e rağbetim Aşk helâk edici, sevgili gâfil! Vurgunlar neylesin? Za'f-ı heremle cümleden insan farıyor Bu durumda birbirine derdini inkar da ikrar da güç! Ey Sâbit, gönülde, bir şeye isteğin kalmadı! Evet, yaşlılığın verdiği zayıflıkla insan cümlesinden farıyor, yoruluyor. Gerçi aşk izhârı bîtâb olmayınca cürm olur Dilber ammâ müdde'â fehm olıcak inkâr güç Nef’î Gerçi güçsüz kalmayınca aşkı belli etmek suç olur! GAZEL 1 Ama ey dilber, iddiâ edilen şey anlaşılınca inkâr da güç! Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Gönlümü her dem bir âteşdir kılan pür-ızdırâb Yâr eger âşık ne eylerse mahabbet iktizâ Kim ol ateşden bir ahkerdir felekde âfitâb Etmemek olur mahallinde anı izhâr güç Gönlümü her an, ızdırapla dolduran bir ateştir! Ey dost, sevginin gerektirdiği ne ise, âşıkın Gökyüzündeki güneş de ondan bir kordur! onu yerinde belli etmemesi güç! Nâr-ı âhım tutdı dehriyine mahv olmaz felek Olsa Nef'î nola ger endîşesiyle hem-zebân 126 Neylesün ya sohbet-i yârân-ı nâ-hemvâr güç Dilberin bâlâ bülendi âşıkın üftâdesi Nef'î, düşüncesiyle aynı dilden konuşursa nolur? Neylesin Bir yere gelmiş bu gün a'lâ vü ednâ bundadır ya? ! Anlayışsız dostlarla sohbet güç! Dilberin boylu boslusu, âşıkın düşkünü bugün bir yere gelmiş! En üstünü ile en düşkünü buradadır. GAZEL 3 Mefâ'ilün / fe'ilâtün / mefâ'ilün / fe'ilün Ne tende cân ile sensiz ümîd-i sıhhat olur Anmasun sûfî dahı kesretde vahdet âlemin Ne cân bedende gam-ı firkatinle râhat olur Yârı tenhâ avlayan uşşâk-ı şeydâ bundadır Ne tende can ile sensiz sağlık ümidi olur! ? Bu kalabalıkta sûfî dde teklik dünyasını anmasın! Ne de ayrılığın gamı ile bedende râhat olur! ? Sevgiliyi yalnız avlayan çılgın âşıklar buradadır. Ne çâre var ki firâkınla eğlenem bir dem Cümleden ol gûne sermestân-ı sâhib-hâlden Ne tâli'm meded eyler visâle fırsat olur Nef'î-i şûrîde-i bî-pâk ü rüsvâ bundadır Ne çare var ki bir an ayrılığınla eğlenem! Bu gibi hâl ehli serhoşlardan, pâk olmayan, maskara ve Ne tâlim meded eyler, ne de kavuşmaya fırsat olur! çılgın Nef'î de buradadır. Ne şeb ki kûyuna yüz sürmesem o şeb ölirin GAZEL 5 Ne gün ki kâmetini görmesem kıyâmet olur Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Hangi gece ki köyünü yüz sürmesem o gece ölürüm! Söyleşilmez çarh ile geh şöyle gâhî böyledir Hangi gün ki boyunu görmesem kıyamet olur! Münkalibdir bu cihânın resm ü râhı böyledir Çarhla da söyleşilmez: kâh şöyledir kâh böyledir! Dönecektir, bu cihanın yolu, yordamı böyledir' Dil ise gitdi kesilmez hevâ-yı aşkından Gamın da gelse dile bâ'is-i meserret olur Gönül gitti gider, aşkının hevasından kesilmez! Zâhid ol rind hemân sûretde kalma ârif ol Öğüt verdikçe beler kınanmış olur! Âlem-i ma'nâda hükm-i pâdişâhî böyledir İster zâhid, ister rind ol, sûrette kalma da ârif ol! Mânâ âleminde padişahlığın hükmü böyledir! Nedir bu tâli' ile derdi Nef'î-i zârın Ne şûhı sevse mülâyim dedikçe âfet olur Bu tâli' ile inleyen Nef'înin derdi nedir? Hanngi şen ve Gark eder bir noktada nûr-ı siyâha âlemi oynak güzeli sevse, buna hoş, yumuşak dedikçe âfet olur! Ârifin sermâye-i kil-i siyâhı böyledir Bir noktada, cihanı, kara nûra boğar! Ârifin siyâh kaleminin sermayesi böyledir! GAZEL 4 Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Mahşer olmuş sahn-ı Kâğıd-hâne dünyâ bundadır Subh u şâmı fark olunmaz âsumân-ı tab'ımın Cennete dönmüş güzellerle temâşâ bundadır Maşrık-ı endîşemin hurşîd ü mâhı böyledir Kâğıthâne meydanı mahşer olmuş, dünya buradadır. Yaradılış göğünün gece ve gündüzü birbirinden ayrılmaz! Güzellerle cennete dönmüş, temâşâ buradadır. Düşünce maşrıkımın güneşi ile ayı böyledir. Bu da bir gündür kıyâmetden nişânı âşikâr Yalnız Nef'î değil küstah-ı bezm-i ma'rifet İşte gör ol âfitâb-ı âlem-ârâ bundadır Yoklasan Cemmin nedîmânı ilâhî böyledir Kıyâmetten nişanı olan bir gündür bu da, işte gör, o âlemi Allâhım! Mârifet meclisinin yüzsüzü yalnızca Nef'î süsleyen güneş buradadır. değil! Yoklasan Cem'in nedimleri de böyledir! 127 GAZEL 6 Biz, meyhaneden çıkmayan gönül ehli insanlarız ve ‘’Elest Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün Bezmi’’nin sarhoşlarıyız. Mahşerde bile aşk şarabının Vuslat hevesin ko gam-ı hicrân ne belâdır kadehi ile sarhoşuz. Var tâlib-i derd ol yürü dermân ne belâdır Kavuşmak hevesini koy! Ayrılık gamı ne belâdır! Var, dert Yok bâde içün minnetimiz pîr-i mugâna ara, yürü, dermân ne belâdır! Sâkî-ı mey-i vahdet ile dest-be-destiz Bir kadeh şarap için meyhaneciye minnetimiz yoktur. Biz Vahdet şarabının sâkîsi ile eleleyiz. Dâyim tolaşup gezme ser-i kûyını yârin Bilmez misin ol âfet-i devrân ne belâdır Bilmez misin o zamânın âfeti ne belâdır. Sevgilinin köyünü, Düşmezse nola gül gibi sâğar elimizden daimâ dolaşıp gezme! Ne tâib-i beyhûde vü ne tevbe-şikestiz Elimizden gül gibi kadeh düşmezse bunda şaşacak ne var? Biz ne boş yere tövbe eder, ne tövbemizden döneriz. Âh etmemeğe çâre mi var âşık-ı bîtâb Habs-i nefes ü çâk-i girîbân ne belâdır Güçsüz âşıkın âh etmemesine çâre var mı? Nefesi tutmak ve Dinse ne aceb tab’ımıza bahr-ı ma’ânî yaka yırtmak ne beladır? ! Sabhâ gibi pür-hâlet ü cür’a gibi pestiz Şairliğimize mânâlar denizi denilse yeridir. Şarap gibi Cem’iyyet-i hâtır mı kalır âşık olunca coşkun ve dalgalı, yerlere saçılan kadehin son yudumu gibi İllâ gam-i gîsû-yı perîşân ne belâdır alçakgönüllüyüz. Aşık olunca, derli toplu akıl mı kalır? Ancak dağınık şaçların gamı ne belâdır? ! Olsak nola Nef’î gibi rüsvâ-yı dü âlem Hem âşık u hem şâ’ir ü hem bâde-perestiz Dünyâyı girişmeyle esir eyledi bilmem Nef’î gibi iki âlem halkına rezil rüsvâ olsak ne çıkar. Çünkü Câdû mıdır ol gamze-i fettân ne belâdır biz hem âşık, hem şair, hem de şarap düşkünü insanız. Dünyayı bir göz işaretiyle esir aldı, o fitneli yan bakış cadı mıdır, ne belâdır? ! GAZEL 8 Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Nef’î sözünü vird-i zebân eyledi âlem Baht uyansa h’âba varsa dîde-i bîdârımız Şimden girü ya defter ü dîvân ne belâdır Düşde bârî gayriden tenhâ düşürsek yârımız Nef’î, senin sözünü dünya diline tesbih eyledi, bundan sonra Bahtımız uyansa, uykusuz gözlerimiz uykuya dalsa… Hiç defterdi, divandı, ne belâdır? olmazsa rüyâmızda sevgiliyi başkalarından uzak, tenha bir yerde görsek. Var hâk-i reh-i ehl-i dil ol kaçma sitemden Erbâb-ı dile gayret-i akrân ne belâdır Gökde her bir ahrete yüz bin şerâr eyler kırân Gönül ehlinin yolu toprağı ol, sitemden kaçma! Gönül Kevkebe basdırdı çarhı âh-ı âteş-bârımız ehline yaşıtlarını kıskanmak ne belâdır. Gökte burçlar, her yıldıza yüz bin kıvılcım saçar. Bizim ateş saçan âhımız ise bütün yıldızları bastırdı. GAZEL 7 Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün Şâh-ı aşkız her ne emr etsek müsahhardır felek Biz rind-i harâbâtî vü mestân-ı Elestiz Oldı mı mâh-ı nevle hıdmetkâr-ı hancer-dârımız Mahşerde dahı câm-ı mey-i aşk ile mestiz Biz aşk sultanıyız, felek her ne emredersek yerine getirir. O sanki yeni doğmuş ay ile, kapımızda hançeri elinde bekleyen bir hizmetkârımızdır. 128 Zerredir ammâ ki tâb-ı âfitâb-ı aşk ile Biz hazân u hâr kaydından berî bülbülleriz Rûzigârın şemse-i tâk u revâkıdır gönül Sîne-i pür-dâğımızdır bâğımız gülzârımız Gönül bir zerredir; ama öyle bir zerre ki güneşin ruhu ile, Biz sonbahar ve diken kaygısından uzak bülbülleriz. Çünkü zamanın insanları için bir kemer, bir saçak bir gölgeliktir bizim bağımız, bahçemiz yaralar içindeki gönlümüzdür. gönül. Biz reh-i aşk içre terk-i ser kılan âşıklarız İtse Nef’î nola ger gönliyle dâ’im bezm-i hâs Çıkmasa Ferhâd-veş başa aceb mi kârımız Hem kadeh hem bâde hem bir şûh sâkîdir gönül Biz aşık yolunda başını vermiş âşıklarız ki tıpkı Ferhâd gibi Nef’î gölüyle baş başa kalsa, onunla sohbet etse şaşmayınız. işimiz neticeye ulaşamazsa şaşılır mı? (Ferhâd, Şirin için Çünkü onun gönlü hem kadeh, hem şarap hem de şen bir dağları deldi ama ona kavuşamadan külüngünü başına sâkîdir. vurarak öldü.) GAZEL 10 Bezm-i gamda cismimiz bir şem’-i şevk-engîz olur Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün Âteş-i dilden tutuşsa kûşe-i destârımız Ben mest-i harâbam dil mestâne değül mi ya Gönlümüzün ateşinden, sarığımızın ucu şöyle bir tutuşsa, Gerdûn yine ol bezme peymâne değül mi ya bedenimiz gam meclisini aydınlatan bir mum olur. Ben, kendini kaybetmiş bir sarhoşum, elbette gönlüm de sarhoş olacak. Şu dünya yuvarlağı bu meclisin kadehi değil Bâde-i aşka hum olmuş bir tabî’atden çıkar midir? Âlemi mest itse ey Nef’î nola eş’ârımız Ey Nef’î şiirimiz bütün âlemi sarhoş etse ne olur; böyle Çün ‘âşıka rüsvâlık elbette mukarrerdür herkesi mest eden şiir, aşk şarabıyla dolu bir yaradılıştan Mestaneligüm böyle rindâne degül mi ya çıkar. Âşıkın rezil rüsvâ oluşu tabii bir şeydir; benim sarhoşluğum da böyle, rindlere yakışır şekilde değil midir? GAZEL 9 Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Keyfiyyet-i nazmumla mest olsa n’ola ‘âlem Hem kadeh hem bâde hem bir şûh sâkîdir gönül Her beyti safâ-bahşı mey-hâne değül mi ya Ehl-i aşkın hâsılı sâhib-mezâkıdır gönül Benim nazmımın yüceliğinden bütün âlem kendinden geçse Gönül hem kadeh, hem içindeki şarap, hem de şen bir ne olur? Onun her beyti, safa bahşeden bir meyhane değil sâkîdir. Sözün kısası, aşk ehli içinde zevk sahibidir, gönül. midir? Bir nefes dîdâr içün bin cân fedâ itsem nola Bin genc-i güher olsa pinhân n’ola sînemde Nice demlerdir esîr-i iştiyâkıdır gönül ‘İşret-gede-i tab’um vîrâne değül mi ya Sevgilinin yüzünü bir an görmek için bin can feda etsem ne Sinem, binlerce inci hazinesini içinde saklasa ne çıkar? çıkar? Gönül, hayli zamandır, onun hasretinin esiri Benim içkiye meyyal tabiatım bir virâne değil midir? olmuştur. ‘Uşşâkı niçün kırmaz gamzen ne turur bilmem Dildedir mihrin ko hâk olsun yolunda cân u ten Keskin mi değül tîgı mestâne değül mi ya Ben ölürsem âlem-i ma’nîde bâkîdir gönül Gamzen niçin âşıkları kırmaz, ne duruyor böyle? Onun kılıcı Aşkın gönüldedir. Bırak can ve ten, senin yolunda toprak keskin veya sarhoş değil mi yoksa? oluversin. Ben bu yolda ölsem bile, mânâ âleminde gönül yaşayacaktır. Kadrüm n’ola bilmezse yârân-ı sühan-perver Ehl-i dile tab’ ehli bîgane değül mi ya 129 Söz ustası dostlar, eğer benim kadrimi bilmiyorsa bu dünya Düşünce benim yeni heveslerle dolu gönlümün çocuğudur. ehlinin, gönül ehline yabancı oluşundandır. Ben mest-i mey-gede-i aşk-ı Hudâyım Nef’î dil-i şeydâya bir pâre tesellî vir Tâkdir rikâbumda sebû-keş asesümdür Lâyık mı değül ‘aşka dîvâne değül mi ya Ben Allah aşkının sarabının sarhoşuyum Ey Nef’î, çılgın gönlüne bir parça teselli ver. O, aşktan Allah’ın takdıri yol boyunca yanımda yürüyen seyisim gibi. divâne mi değil, yoksa sen onu teselliye lâyık mı Benim şarap testimin taşıyıcısıdır. bulmuyorsun? Oldum Güher-i feyz ile deryâ-yı me’ânî GAZEL 11 İ’râb u hurûf-ı sühanum hâr ü hasümdür. Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün İncilerimin bolluğu ile manalar denizi olmuşum: Benim Mey-hâne-i nâz olmış o çeş-i siyeh-i mest sözlerimin düzgünlüğü bu incilerin yanında Her kûşe-i pür fitnesi bir hab-geh-i mest Çalı çırpıdan başka bir şey değildir. O sarhoş kara gözler naz meyhanesi olmuş Onun fitnelerle dolu her köşesinde bir sarhoş sızıp kalmış Ol kâfile-sâlar-ı reh-i ka’be-i aşkam Kim nâle-i uşşâk sadâ-yı ceresümdür Hışım ile çeker gamzesi peymane-i nâzı Ben aşk kâbesine giden yolların kervanbaşıyım Âşûb-ı cihân olsa n’ola her nigeh-i mest Aşıkların iniltisi bu kervanın can sesidir. Yan bakışı naz kadehini öfke ile ortaya sürer (Eskiden kervanlarınen önünde deveye çan asılırdı) Onun her sarhoş bakışı dünyayı birbirine katsa hayret Olsam n’ ola Nef’ î gibi hallâk-ı ma’ ânî edilmemelidir. İhyâ iden endîşevi feyz–i nefesümdür. Bezm-i Ceme nevnak viremez olmayacak tâ Nef’ î gibi manalar yaratan biri olsam şaşılacak ne var? Cârûb-ı der-i mey-gede perr-i küleh-i mest Düşünceyicanlandıran benim nefesimn feyzidir. Sarhoşun kulağındaki damga meyhane kapısının süpürgesi olmadıkça Cem meclisine aydınlık vermez. Süs olamaz. GAZEL13 Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün Mestâne niyâz eylese Nef’i n’ola yâra Gözi mey-hâne-i nâz u kaşı mihrâb-ı niyâz Ma’zûr-ı kirâm-ı ukalâdur güneh-i mest Yaraşur he ne kadar itse niyâz ehline nâz Nef’i sevgilisine sarhoş halde yalvarsa ne çıkar? Gözleri naz meyhanesi, kaşları niyaz mihrabıdır: Kerem sahibi akıllıların katında sarhoşun günahları hoş Kendisine yalvaranlara ne kadar naz etse yeridir. görülür. Sabra tâkatmi kor âh itmemege dillerde Almış ele Rüstem gibi şemşirini gamze O girişme o hırâm ol nigeh-i sabr-güdaz Olmış ana müjğânları saf saf sipeh-i mest O işve o yürüyüş o sabır tüketen bakış gönüllerde ah Yan bakışı Rüstem gibi, sanki kılıcını eline almış etmemek için Sabır göstermek için takat mi bırakır? Kirpikleri de onun saf saf ve sarhoş askeri olmuşlar. Görmedüm gamze-i fettâni gibi şûh-ı cihân GAZEL 12 Sûret-i fitnede bir dil-ber-i uşâk-nevâz Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün O dünya güzeli gibi aşıkların gönlünü esir etmede ve fitneler İhyâ eden iden endîşe-i feyz-ı nefesümdür çıkarmada O fettan gözlü gibisini görmedim. Endîşe benüm tıfl-ı dil-i nev-hevesümdür Düşünceyi canlandıran benim nefesimin feyzidir. Böyle pîrâste vü buklemon-ı hüsnolmaz. 130 Kendi gûyâ ki melek gamzeleri şa’ beze-bâz Nef’ i göreydi bu gazel-i pür-niyâzını Güzelleğin böyle bukalemonu ve göz bağcısı görülmemiştir. Tahsîn iderdi gamze-i hâzır-cevâb-ı nâz Kendi melek gibidir ama gamzeleri tam bir hokkabazdır. O sevgili Nef’ i’nin bu yalvarmalarla dolu bu gazelini görseydi mutlaka nazlı gamzeleriyle güzel bir cevab verirdi. Güft ü gûyi dili bilmez görünür gamzeleri Şîvede her nigehi sâhir-i ma’ ni-perdâz GAZEL 15 Onun gamzeleri gönülden geçenleri bilmez görünür Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün Onun her bakışı söze istediği manayı veren bir büyücüdür. Yâra derdüm diyemem bezm-i şerâb olmayıcak Cürmüm ikrâr idemem mest-i harâb olmayıcak Dil-i Cibrîli şikâr eylemek ister zülfi İçki mezesi olmayınca sevgiliye derdimi açamam N’ ola eylerse hümâ gibi yukarudan pervâz Sarhoşluktan yıkılacak hale gelmeyince suçumu inkar Zülfü gönlümüzü Cebrail’ e bir av olacak düşünür. edemem Onun için hep hüma kuşu gibi yükseklerde uçar. Âfitâb ol rûh-ı pûr-tâba nazîr olsun mı Sen de Nef’ i dilüni kurtar eğer kâdir isen Bu yakar âlemi bir lahza nikâb olmayıcak Sözi ya silsile-i zülfi gibi itme dirâz Güneş sevgilinin o parlak yanağına nasıl benzyebilir? Ey Nef’ i eğer gücün yetiyorsa gönlünü kurtarmaya bak Eğer o sevgili bu parlak yanağının üzerindeki örtüyü Sözü onun zülfü gibi uzatma. kaldırsa bütün alem yanar. GAZEL 14 Cezbe-i hüsni gönül hattına ta’lîk eyler Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün Niçe hallitmek olur anı kitâb olmayıcak. Olmış o şûh o mertebe mest-i şarâb-ı nâz Gönlü kendine çeken onun yüzündeki yazıya benzeyen Kim bâde içre aksine eyler itâb-ı nâz tüyleridir elde ktap olmayınca bu yazıyı çözmek nasıl O şuh o derece naz şarabının sarhoşu olmuş ki mümkün olur? Kadehin içinde görünen kendi aksine bile naz ediyor. Tutalum rûz-i şümâr olsa kim eyler da’vâ Kalmazdı rüzgârda bir zinde âşık-ı İtdüğün zulme senün hadd ü hisâb olmayıcak Ger olmayaydı gamzesi mest-i harâb-ı nâz Mahşer günü olsa da kim davacı olabilir, sana kim hesap Eğer naz sarhoşu olan gözleri bu sarhoşlukla gücünü sorabilir? Senin ettiğin zulmün haddi hesabı yokki. kaybetmeseydi Aşıklarından bir tanesi bile sağ kalmayacaktı. Sen bu rüsvâlıgı ey Nef’î komazsın elden Yârdan yine sana hışm u itâb olmayıcak Bir kahramân-ı şûhdur ol gamze gûyiyâ Ey Nef’î eğer sevgili sana kızıp da azarlamazsa Olmış müsâhibi nigehî pür-hicâb-ı nâz Sen bu rüsvalığı elden bırakmıyacaksın. O güzel gamzeleri ile sanki kan dökücü bir kahramandır Gizli naz odasında sanki sohbet arkadaşı olmuş. GAZEL 16 Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün Çeşmi hadeng-i hışmı yine kıldı der-kemân O şeh cân u dile rahm eyleyüp dâd itdüğün görsek Ebrûlarına düşse n’ola pîç ü tâb-ı nâz Bir iki zâr u nâşâdı felek şâd itdüğün görsek Gözlerinin öfkeli okları yine yaya yerleşmiş O sultânın can ve gönüle acıyıp insaf ettiğini görsek. Naz kıvrımları eğer onun kaşlarının içine düşerse hali nice Feleğin bir iki mahzun ve meyûsu sevindirdiğini görsek olur? Gönül ma'mûresin cev ile vîrân itdi ol zâlim 131 Gelüp insâfa bir gün yine âbâd itdüğün görsek Âleme bezi güher eylesem itlâf degül O salim. gönül evini zulüm ve eziyetle virân etti. İnsafa Mânâ hazinesinin kapısının anahtarı artık benim elime gelerek günün birinde yine şenlendirdiğini görsek. geçti. O hazinedeki incileri dünyaya saçsam. boşa harcamış olmam. Kul itdi 'âlemi reftârına ol şerv-i âzâdım Ne var bir bendesin lutfından âzâd itdügin görsek Levh-ı mahfûz-ı sühandür dil-i pâk-i Nef'î O selvi boylu. yürüyüşüyle bütün âlemi kendisine kul etti: Tab'ı yârân gibi dükkânçe-i sahhâf degül lütfedip de bir kölesini azâd ettiğini görsek ne olur? Nef'î'nin temiz gönlü gizli sözlerin yazıldığı bir levhadır: yoksa dostların gönlü gibi kitapçı dükkânı değil. (Levh-i Niçe bin hânümânı bâda virmüş bir felekdür bu Mahfûz âlemde olmuş ve olacak her şeyin yazılı olduğu Anı âhiyle bir âşık da ber-bad itdüğin görsek levhadır ki bir anlayışa göre Takdir-i İlâhi'dir) Bu. binlerce evi barkı yele vermiş. Yok etmiş bir felektir. Bu sefer de bir âşıkın. âhı ile onu berbâd ettiğini. perişan GAZEL 18 duruma düşürdüğünü görsek. Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün Yâr olmayıcak câm-ı safâyı çekemez dil Ne mazmûnlar ne vâdîler bulur seyr eylesen Nef'î Her neyse çeker böyle belâyı çekemez dil Yine bir tarz-ı hâs u tâze îcâd itdügin görsek Gönül. yâr olmayınca mutluluk kaehini içemez. O, her Nef'î'nin ne mazmunlar ve ne üsluplar bulduğunu seyretsek belâya katlanır da bir tek bu belâyı çekemez. de. yine nasıl yeni bir tarz icâd ettiğini görsek. Ne cür'a-i hasret yeter âşüfte-dimâgum GAZEL 17 Peymâne-i leb-rîz-i vefâyı çekemez dil Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün Ne karışmış aklımı düzeltmek için bir yudum hasret Tûtî-i mu'cizegûyem ne disem lâf degül şarabına, ne de vefâ ile ağzına kadar dolmuş bir kadehe Çarh ile söyleşemem âyînesi sâf degül ulaşamaz gönül. Mûcizeli sözler söyleyen bir papağanım. ne desem boş laf değildir: felek ile anlaşamıyorum. onun aynası temiz Hûn-ı dili bir zevk ile nûş itmede gamze değildir. (papağan aynaya bakarak konuşur. ayna temiz Ol lezzet ile zehr-i cefâyı çekemez dil değilse kendisini göremediği için konuşmaz Ayna gönüldür Sevgilinin gamzeleri gönül kanını zevkle içiyor: o lezzetten Şair diğer insanların gönlüne saf ve temiz bulmadığı için sonra gönül. cefa zehrini içermez. onlarla anlaşamıyor) 'Aşk âfet-i akl oldı 'aceb turfe belâdur Ehl-i dildür diyemem sînesi sâf olmayana Hem silsile-i zülf-i dü-tâyı çekemez dil Ehl-i dil bir birini bilmemek insâf degül Aşk. aklı baştan alan öyle tuhaf bir belâ oldu ki. artık gönül. Gönlü temi olmayana gönül ehlidir diyemem. Gönül ehli iki kat olmuş zülfün zincirine dayanamıyor. insanların birbirini bilmemesi insafa sığan bir şey değildir. Mecnûn gibi yok silsile-cünbânlıga tâkat Yine endîşe bilür kadr-i dür-i güftârum Hem minnet-i imdâd-ı sabâyı çekemez dil Rûzigâr ise denî dehr ise sarrâf degül Artık. Mecnûn gibi boynunda zincirler taşımaya takat Benim inci gibi sözlerimin değerini ancak düşünen kalmadı. Gönül. sabah rüzgârının yardımına minnet insanlarbilir. Zaman alçak. dünya ise sarraf olmadığı için etmiyor. benim sözlerimden bir şey anlamaz. Düşdi nazarı âyîne-i gayba mukâbil Asla keder-i çûn u çirâyı çekemez dil Girdi miftâh-ı der-i genc-i ma'ânî elüme 132 Onun bakışı gayb aynasına düştü. onun için artık ''neden. nasıl endişesi''ni bu gönül çekemez. Nef'î ne sö edâsına 'Urfî vü Hâfızun Ammâ benüm ser-âmed ü mümtâzdur sözüm Nef'î gibi bir rind-i sebük-rûh ile hem-dem Nef'î. Urfî'nin ve Hâfız-ı Şirâzî'nin üslûbuna kusur bulma. Hem siklet-i yârân-ı safâyı çekemez dil onlar seçkin şairlerdir. ama benim sözüm onlardan biraz Gönül, artık Nef'î gibi rind yaradılışlı biriyle dost olduğu daha ileridir. için. eğlence arkadaşlarının ağırlığını çekeme. Mümtâz-ı 'âlem olmamaga çâre var mıdur GAZEL 19 Zîrâ senâ-yı şâh-ı ser-efrâzdur sözüm Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün Âlemin en seçkini olmamak için bir sebep mi var. Çünkü Bezm-i hayâle nagme-i Şeh-nâzdur sözüm benim sözüm en yüce sultânın övgüsünü taşıyor. Hüsn-i edâya gamze-i gammâzdur sözüm Medh u senâ-yı Hazret-i Sultân Murâd ile Sözüm. hayâl meclisine giden Şehnaz makamında bir Şâyeste-i merâsim-i i'zâzdur sözüm nağmedir. güzelliği tamamlayan. gammazlayıcı bir Sultan Murâd hazretlerinin övgüsü ile, benim sözüm onun gamzedir sözüm. yüceliğine yakışan bir mertebeye ulaşmıştır. Bir turfe rind-i şa'bede-bâz-ı tahayyülüm GAZEL 20 Ma'nâ-yı sihr ü sûret-i i'câzdur sözüm Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün Ben yepyeni oyunlar icad eden hayâl hokkabazıyım: sözüm Bahâr irse yine seyr-i gülistân oldugın görsem de öyledir, ovunlar eder, sihir yapar. Güzel seyr eylemek 'uşşâka âsân oldugın görsem Bahar gelse de yine gül bahçelerinde dolaşsam: güzelleri seyretmenin. âşıklara artık kolaylaştığını görsem. Sad-sâle mürde-i gama cân-bahş olur hemân Gûyâ Mesîh-i mu'cize-perdâzdur sözüm Gam çekmekten yüz yıl önce ölmüş birine bile can verir. Letâfetden görünse âsumânın 'aksi her yerde benim sözüm sanki mûcizeler gösteren İsa gibidir. (Hz. Çemende başka bir 'âlem nümâyân oldugın görsem İsa'nın mucizelerinden birisi ölüleri diriltmektir) Yeryüzü o kadar letâfet kazansa ki gökyüzünün aksi orada görünebilse: ben de böylece bahçelerde bir başka âlemin görüntüsünü seyretsem. Tenhâ düşürmeyince dimem yâra derdümi Ser-beste 'arz-ı hâl-i dil-i râzdur sözüm Sevgiliyi tenha bir yerde görmeyince derdimi söyleyemem. Yine rez duhterin peydâ idüp 'azm-i kenâr itsem Çünkü benim sözüm, gönüldeki gizli sırları ifade eder. Gamun hâtırda nâ-peydâ vü pinhân oldugın görsem Yine üzümün kızını (şarabı) elde edip tenha bir sahile gitsem de. gönlümdeki tasanın kaçacak delik aradığını görsem. Meşk itse anı mutrıb-ı hâmem 'aceb midur Bî-perde her terâneye dem-sâzdur sözüm Benim beste yapar gibi âhenkli sözler yazan kalemim. yeni Kızarsa gül gül olsa tâb-ı meyden rûyı hûbânun bir besteye başlasa ne çıkar. çünkü benim sözüm her Ruh-ı cânânı hem gül hem gülistân oldugın görsem nağmeye uyar. ona eşlik eder. Güzellerin yüzü. şarabın harareti ile kızarıp güller gibi olsa. böylece sevgilinin yanağının hem gül. hem de gül bahçesi olduğunu görsem. Rûh-ı revân-ı 'Urfîyi şâd eylesem n'ola Reşk-i nevâ-yı Hâfız-ı Şîrâzdur sözüm Urfî'nin ruhunu şâd etsem ne çıkar. Çünkü benim sözüm Safâdan bir birinün sînesin çâk itse dil-berler Şirazlı Hâfız'ın şiirlerini bile kıskandırır. Güzeller mest olup dest ü girîbân oldugın görsem 133 Neşeden güzeller birbirinin göğüslerini parçalasa. ben de Agyâra nigâh itmedügün nâz sanurdum onların sarhoş olup yaka paça olduklarını görsem. Çok lutf imiş ol 'âşıka ben az sanurdum Başkalarına bakmadığını görünce bunu naz sanırdım. Ben bunu az sanırdım ama, meğer âşıka ne büyük lütûf imiş. Bakup geh sîne-i cânâna geh câm-ı mey-i nâba Dil-i dîvâne berr ü bahra sultân oldugın görsem Bazan sevgilinin göğsüne. bazan sat şarap kadehine bakıp. Gamzen dili rüsvâ-yı cihân eyledi âhır deli gönlün deniz ve karalara sultân olduğunu görsem. Bi'llâhi ben ol âfeti hem-râz sanurdum Gamzen, sonunda gönlümüzü âleme rezil etti, halbuki sen o âfeti gönlümün sırdaşı sanırdım. Muhassal böyle bir gün görmedin ölürsem ey Nef'î Felek ben ölmedin hâk ile yeksân olduğın görsem Sözün kısası ey Nef'î, böyle bir gün görmeden öleceksem. Seyr eylemesem âyînede 'aks-i cemâlün ben ölmeden şu feleğin yerle bir olduğunu görsem. Hüsn ile seni meh gibi mümtâz sanurdum Eğer aynada güzelliğinin aksine seyretmeseydim, seni, güzelliğin ile gökteki ay sanırdım. GAZEL 21 Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün Gül gibi câm-ı meyi encümen-efrûz idelüm Ma'mûr idügin bilmez idüm böyle harâbât İttifâk ile gelün bir yere Nev-rûz idelüm Mestâneleri hâne-ber-endâz sanurdum Şarap kadehini, gül gibi, meclisin ışığı yapalım. Hep birlikte Böyle yıkıntı yerlerin meğer nasıl mamûr olduğunu bilmez gelin de Nevrûz yapalım. imişim. Sarhoşların meyhânelerden kovulduğunu sanırdım. Mutrıb alsun eline ' ûdı yanınca biz de Sihr itdügüni senden işitdüm yine Nef'î Yanalum yakılalum bir dem-i dil-sûz idelüm Yohsa sözüni hep senün i'câz sanurdum Çalgıcı, udunu eline alsın. Biz de onun yanında gönül yakıcı Ben senin sözlerini, az sözle çok şey anlatır vasıfta bilirdim. bir sohbete dalalım. Ey Nef'î meğer ondan da ileri imiş, sen büyü yapıyormuşsun. Giceyi gündüze katmak dinile himmet idün GAZEL 23 Bir safâ eyleyelüm kim şebümüz rûz idelüm Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Himmet edin de geceyi gündüze katalım. Öyle bir gönül Âşıka ta'n itmek olmaz mübtelâdur n'eylesün şenliği içinde yaşayalım ki gecemiz gündüz olsun. Âdeme mihr ü mahabbet bir belâdur n'eylesün Âşıkı ayıplamak, onu kötülemek doğru değildir, ne yapsın o Kalbümüz bâde ile Matla'-ı Envâr olsun aşka tutulmuştur. İnsanoğlu aşk ve muhabbet bir tatlı Nice bir Mahzen-i Esrâr-ı gam-endûz idelüm belâdır ne yapsın? Kalbimiz şarabın harareti ile aydınlık saçsın, nur kaynağı olsun. Niçin onu gam biriktiren bir sırlar mahzeni haline Gönli dil-berden kesilmezse 'aceb mi ' âşıkun bırakalım? Gamzesiyle tâ ezelden âşinâdur n'eylesün Âşıkın gönlü güzel sevmekten vazgeçmezse hayret Bülbül olsun okusun tâze gazeller Nef'î etmemelidir; âşık, onun yan bakışı ile ezelden beri dosttur, Gül gibi câm-ı meyi encümen efrûz idelüm ne yapsın? Nef'i bülbül olsun da taze gazeller okusun. Şarap kadehini, gül gibi, meclisin ışığı yapalım. N'ola ta'yîn itse zabt-ı mülk-i hüsni gamzeye Zülfi bir âşufte-i ser-der-hevâdur n'eylesün GAZEL 22 Mef'ûlü Mefâ'ilü Mefâ'ilü Fâ'ilün 134 Güzellik ülkesini zaptetmek için, gamzeye görev verirse Mânendi mi var Nef'î-i pâkîze-kelâmun şaşmamalı. Çünkü zülüf, başında kavak yelleri esen perişan Bir kımsede gördün mi dahi tarz-ı edâsın bir derbederdir, ne yapsın? Şu seçkin sözler söyleyen Nef'î'nin dünyada bir eşi daha var mı? Onun edâsını, üslûbunu bir başkasında gördün mü? Zülfine kalsa perîşân eylemezdi dilleri Anı de tahrîk iden bâb-ı sabâdur n'eylesün GAZEL 25 Zülfüne kalsa, gönülleri perişan eylemezdi. Fakat ne yapsın, Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün onu da bahar rüzgârı böyle tahrik ediyor. Gam cânuma kâr itdi bilmem ne belâdur bu Dil derd ile âsûde bilmem ne safâdur bu N'ola olsa muztarib hâl-i dil-i 'uşşâkdan Gam, canıma işledi. Bu nasıl bir belâdır bilmiyorum. Gönül Sînesi âyîne-i 'âlem-nümâdur n'eylesün dert içinde rahat bir şekilde yaşıyor. Bu nasıl bir saadettir. Âşıkların gönlü, böyle kendi durumlarından şikâyetçi iseler Anlamıyorum. ne çakar bundan? Onların göğsü, cihanı gösteren bir aynadır, ne yapsın? Feryâdır mü'essirdür her perdede 'uşşâkun Uymaz def ü tanbûra bir özge hevâdur bu Olmasa Nef'î n'ola dil-beste zülf-i dil-bere Âşıkların her perdeden çıkardığı feryâd sesleri öyle Tab'-ı şûhî dâme düşmez bir hümâdur n'eylesün. tesirlidir ki, ne tefe ne tanbura uyar. Değişik bir makamdır Nef'î güzelin zülfüne gönül bağlamazsa buna şaşmamalıdır. bu. Çünkü onun şuh yaradılışı tuzağa düşmez bir devlet kuşudur ne yapsın? Gamzenden emîn olmak mümkin mi dil-i 'âşık Gamze diyemem zîrâ şemşîr-i kazâdur bu GAZEL 24 Âşıkların gönlünün senin kirpiğinin oklarından emin olması Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün mümkün müdür? Hayır, onlar kirpiğinin değil, kaderin Bend oldı o şûhun göricek zülf-i dü-tâsın oklarıdır. Âhır yele dek bâd-ı sabâ buldı balâsın O güzelin iki büklüm zülfünü görünce ona esir oldu; böylece Birbirine düşdi hep zülfünde olan diller sabah rüzgârı da belâsını bulmuş oldu. Az fitne kıyâs itme tahrîk-i sabâdur bu Zülfüne bağlanmış gönüller hep birbirine düştüler. Bunu fitne kabul etme, bu sabah rüzgârının tahrikidir. Olsun ko sabâ da ham-ı zülfine giriftâr Çeksün birez işkence-i kullâb-ı cefâsın Bırak sabah rüzgârı da onun zülfünün kıvrımlarına Dil kapsa n'ola dâ'im şehbâz gibi zülfün yakalansın; onun cefa çengelinin işkencesini çeksin biraz. Şâhîn şikâr eyler bir turfe hümâdur bu Zülfün avcı bir kuş gibi gönlü kapsa şaşılır mı? O körpe bir hüma kuşudur ki şahin onun üzerine saldırır. Görsün ne çekermiş dil-i erbâb-ı mahabbet Başına belâ eylemesün zülfi hevâsın Görsün ki muhabbet erbabının gönlü neler çekermiş. Onun Kalur mı ya 'Urfîden söz söylemede Nef'î zülfünün havasının başa belâ olması ne demekmiş anlasın. Hôş-lehce ise ger ol pâkîze-edâdur bu Hiç Nef'î Urfî'den geri kalır mı? O da tatlı dilli, seçkin üslûpludur. Geçmezse bu sevdâdan eger ol yeler onmaz Âvâreligün bilmez imiş zevk u safâsın Eğer o bu sevdadan vazgeçmezse, o sabah rüzgârı artık iflâh Bu nazm-ı dil-âvîze dahl eylemez hâsid olmaz. Demek ki serbest olmanın zevkini bilmiyormuş. Eş'âr degül zîrâ ilhâm-ı Hudâdur bu 135 Kıskanç kimseler bu gönül aydınlatan şiiri anlayamazlar. GAZEL 27 Çünkü bu bir şiir değil. Cenâb-ı Hakk'ın ilhamıdır. Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün Âşık odur ki nâzı geçe dil-rübâsına GAZEL 26 Sevgili odur ki âşığına yüz vermeye Âşık ona derler ki Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün sevgilisine nazı geçe… Kalmazsa ger ol kûşe-i dâmân elimizde Elden ne gelür çâk-i girîbân elimizde Bir güft u gûdayüz nigeh-i çeşm-i yâr ile Eğer o eteğin ucu elimizde kalmazsa, ne yapalım: yakamızı Aşk olsun ol mu’âmelenün âşinâsına yırtmak elimizde ya… Sevgilinin gözlerinin sarhoş bakışından söz edip duruyoruz. O muameleye muhatap olana aşk olsun! Zâhid bize peymâne yeter sanma tehî-dest Lâzım mı hemân sübha-i mercân elimizde Ne tercümân-ı gamze gerek âşıka ne nâz Ey sofu, bizi eli boş sanma elimizdeki kadeh bize yeter. Dil- ber mukayyed olmayıcak müdde’âsına Mutlaka elimizde mercan tesbih bulunması mı gerekir? Eğer sevgili iddiasında ısrarlı değilse, onun ne nazına ne de gamzelerine tercüman istemez. Dil teşne beden aşk ile bir mertebe pür-tâb Yah-pâre olur ahker-i sûzân elimizde Ne eşk-i dîde lâzım olur dil-bere ne âh Gönül susamış, beden aşk ile yanıyor. Öyle ki elimize buz Âşık tahammül eylemeyince cefâsına parçası alsak kor kesilir. Eğer âşık sevgilisinin cefalarına dayanamıyorsa, sevgiliye ne göz yaşı ne de âh lâzım gelir Biz nice toyunca kanalım câm-ı murâda Bir lahza komaz sâkî-i devrân elimizde Nef’î bize ne gamze gerek ne nigâh-ı dost Biz murat kadehinden nasıl içip de kanalım? Devrânın Biz mâyilüz güzellerün en bî- vefâsına sâkîsi o kadehi bir an için olsun elimizde bırakmıyor. Ey Nef’î bize ne sevgilinin bakışı ne de gamzesi gerekir. Biz, güzellerin en vefâsız olanına gönül vermişiz. Ruh-sâr-ı arak-rîzi yeter bakmağa yârun N’eyler reşehâtiyle gülistân elimizde GAZEL 28 Sevgilinin ter döken yanaklarına bakmak bize yeterlidir. Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün Güllerinde çiğ taneleri olan gülbahçesi elimize geçse ne Yakdı beni kül itdi o mâhun güneş yüzi kıymeti var? Oldı dil-i za’îf-i şikeste gül öksüzi O ayın, güneşe benzeyen yüzü beni yaktı, kül etti. Kırık ve yaralı gönlümü gül öksüzü etti. Hat gelse ruh-ı yâra yeter kâkül ü zülfi Gül gitse n’ola sünbül ü reyhân elimizde Sevgilinin yüzünde ayva tüyleri belirse ne çıkar; bize zülfü Bir gice yok ki çıkma tâ mâh u encüme ve kâkülü yeter. Gül gitse ne çıkar, sünbül ve reyhan Âhumla âsumânun alışdı yüzi gözi elimizde ya. . Bir gece geçmiyor ki âhım aya ve yıldızlara ulaşmasın. Âhımla gökyüzü artık yüz göz oldular. Bir sünbüle benzer ki ola şeb-nemi vâfir Nef’î yine bu kilk-i dür-efşân elimizde Âşık odur ki şu’le-i dâgıyle hôş geçe Ey Nef’î, yine bu inciler döken kalem elimizdedir. Bu kalem, Gam âlemünde bir ola giceyle gündizi çiğ taneleriyle donanmış bir sünbüle benziyor. Âşık ona derler ki yarasının parıltısıyla teselli bulsun ve gam âleminde o parıltı gecesini gündüz haline getirsin. 136 Rez duhterine sübhâ-i sad-dâneyi satup Her bir avuç külünden bir bülbül ola peydâ Sûfî de yüzsüz oldı görünce o yüzsüzi Ev gül, bu çılgın cihan, aşkın ateşine yanarsa, Artık sofu da yüz taneli tesbihini üzümün kızına(şaraba) sattı her bir avuç külünden bir bülbül peydâ olur. böylece o yüzsüzü görüp sofu da yüzsüz oldu. Mülk-i dile o lebden hakkâ ki korku vardır Nef’î esîr-i bâde giriftâr-ı aşkdur Câiz ki bir şererden âlem yana serâpâ Sûz u safâdan olmasa hâlî n’ ola sözi O dilden doğrusu gönül mülküne korku vardır. Nef’î şaraba ve aşka esir olmuştur. Ateşten ve mutluluktan Bir kıvılcım dan dünya baştan ayağa yanabilir. uzak olursa onun sözlerinin ne değeri kalır. Meyhâne-i mahabbet mestânelerle toldu GAZEL 29 Peymâneler pür oldu ârif oturma tenhâ Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün Sevgi meyhânesi sarhoşlarla doldu. Kadehler doldu. Ey ârif sen bövle yalnız oturma! Gider keyf-i şerâbun zevkı böyle yâda gelmez mi Meger hiç mevsim-i gül devr-i câm-ı bâde gelmez mi Dil sâfdır kederden ammâ güler yüz ister Hiç hatıra gelmez mi ki şarabın zevki ve keyfi gün olur Hûb olmayana neyler âyîne-i mücellâ gider, gül mevsimi gelir de şarap kadehinin zamanı gelmez Gönül, kederden (tozdan) sâftır ama güler yüz ister! mi? Güzel olmayana cilâlı (parlak, temiz) ayna neyler? N’olur ya îyd ü nevrûz irse yine âlemün hâli Hâl-i ruhını gözler zülf-i ziyâhın özler Bu günler câm-ı mey gam def’ine imdâda gelmez mi Yahyâ sevâd-ı çeşm ü kalbimdeki süveydâ Bahar ve bayram günleri gelse de dünyanın hali değişse, Ev Yahyâ, gözbebeğim ve kalbimin en gizli yeri onun gamı defetmek için şarap kadehi hiç imdâda gelmez mi? yanağının benini gözler ve kara saçını özler! Harâb oldı yıkıldı kalb-i âşık gibi mey-hâne Harâbât ehli bilmem n’oldı kimse dâda gelmez mi GAZEL 2 Aşığın kalbi meyhâne gibi yerle bir oldu, yıkıldı. Harâbât Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün ehli nerede: kimse yardıma gelmez mi? Nikâb-ı gonçeden arz-ı cemâl itdi gül-i ra'nâ Bir a'lâ perdeden sen de görün ey bülbül-i şeydâ Görüp çarhun bu zulmin derd ile def sîne döğmez mi Latif gül gonca perdesinden yüzünü gösterdi Kadeh kan ağlamaz mı çeng ü ney feryâda gelmez mi Ey çılgın bülbül, bir yüksek perdeden sen de görün! Feleğin bu zulmünü görüp de def sinesini döğmez. Kadeh Yüksek perdeden şarkı söylemeye başla! kan ağlamaz rebab ve ney feryâd etmez mi? Yakın itdi felek eyyâm-ı şekke rûz-ı nevrûzu Nice ülfet tutarsın zâhid ile bilmem ey Nef’î Bu takrîb ile bir kaç gün temâşâgâh olur sahrâ İçüp mest oldugın hiç hâtır-ı nâ- şâda gelmez mi Felek Nevrûz gününü, şüpheli güne (Ramazan avının Ey Nef’’î sofu ile nasıl dostluk kurarsın anlamıyorum senin başlangıcına) yaklaştırdı, Bu tahmin ile kırlar, birkaç gün içip sarhoş olduğun hiç aklına gelmez mi? seyrangâh olur. Şeyhülislâm Yahyâ Tutar bîbâk gül destinde sâgar bezm-i ayş eyler GAZEL 1 İder mestâne feryâd bülbül-i şîde bîpervâ Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün Gül, korkusuzca elinde kadeh tutar ve yeme-içme meclisi Aşkın odına ey gül yansa cihân-ı şeydâ kurar. Âşık bülbül, çekinmeden serhoşçasına feryâd eder! 137 Sevgi yolunun (Aşk yolunun) tozunu, toprağını ayaklar altına alır, yürür Letâfetle açar göğsin çözer gûy-ı girîbânın Gül-i r'nânın ohşar sinesin mihr-i cihân-ârâ Cihanı süsleyen güneş, latif gülün sinesim okşar, Ümmîd-vâr-ı vaslın önünce kaçar müdâm yakasının düğmelerini çözer ve letâfetle göğsünü açar. Sevr eylenüz o lâle-ruhı âl ider yürür O gelincik yanaklı sevgiliyi seyr eyleyiniz! Bulaydım câme- hvâbında açaydım lutf ile anı Dâima hilelerle, kavuşmak isteyen âşıkının önünce kaçar Gireydim koynına ol gonçenin Yahyâ nesîm-âsâ yürür! Ey Yahyâ, ben de o goncayı geceliği içinde bulaydım. Hoş bir şekilde açıp, meltem gibi koynuna gireydim! Ahd eylemişdi gelmeğe eğlendi gelmedi Ol şâh-ı hüsn gelmede ihmâl ider yürür GAZEL 3 Gelmeğe söz vermişti, eğlendi, gelmedi! Müstef'ilün Müstef'ilün Müstef'ilun Müstef’ilün O güzellik şâhı gelmede ihmâl eder, yürür. Bir lâciverdî kâsede her subh mihr altun ezer Vasf-ı cemâlin yazmağa cânâ gerekdir hall-i zer Ol şâhı âh u nâle yürütmez belâ budur Bir lâcivert kâsede güneş, her sabah altun ezer. Varur rakîb yanma idlâl ider yürür Ey can, senin yüzünün güzelliğini yazmağa da altın suyu O şâhı âh ile inleme yürütmez, belâ bulur! karıştırmak gerekir. Rakîbin yanına varır yoldan çıkarır, yürür. Seni anlatabilmek için sararıp solmak gerekir. Hicriyle bîkarâr idüğin yâra arz içün Başı açık yalın ayak abdâlın olmuşdur güneş Yahyâ sirişk-i çeşmini irsâl ider yürür Bir yerde ârâm eylemez şevkınla dünyâyı gezer Yahyâ da ayrılıktan huzursuzluğunu sevgiliye arzetmek için Güneş, başı açık, yalın ayak bir abdalın (derviş) olmuştur! göz yaşını akıdır, yürür. Bir yerde durup dinlenmez, senin şevkınla dünyayı gezer GAZEL 5 Her gonçe dest-i şâhda bir nâme-i serbestedir. Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün Bülbül iver kim açıla zımnında maksûdm sezer Hemîşe merdüm-i çeşmim izâr-ı yâre bakar Her gonca, dalın elinde, kapalı bir mektuptur. Gözüm o pençereden sahn-ı lâlezâra bakar Bülbül, için de meramını sezdiği için açılmasında acele Göz bebeğim daimâ sevgilinin yanağına bakar eder! Gözüm o pencereden gelincik bahçesine bakar. Bâğın mutarrâ sünbüli başlar açılmağa kaçan Zamân gelür yine zerrîn kadeh alur eline Gördükçe anı san urum bir dilrübâ zülfin çözer Çemende nergis-i şehlâ hemân bahâra bakar Bahçenin taze sünbüli açılmağa başladığı zaman, Zamân gelir, eline yine altın kadeh alır! onu gör dükçe, bir sevgilinin (gönül kapan)zülfünü Çemendeki şehlâ nergis. bahara bakar. çözdüğünü sanırım. Nesîm-i lutfunadır intizârı fülk-i dilin GAZEL 4 Çok oldu sâhil-i mihnetde rûzigâra bakar Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün Gönül sandalının beklediği senin lutfunun melteminedır. Hem-râh idüp adûları hoşhâl ider yürür Mihnet sahilinde, çoktandır rüzgâra bakar. Hâk-i reh-i mahabbeti pâmâl ider yürür Düşmanları yoldaş edip eğlendirerek yürür. Seni gelür işidüp bâğa yâsemen cânâ Çıkup o şevk ile divâra rehgüzâra bakar 138 Ey can, yasemen senin bahçeye geleceğini işidince Yakîn olmaz güzeller âşık-ı mehcûr u şeydâya o şevk ile duvara çıkıp yola bakar El öpmek ârzû etsen ırakdan merhabâ dirler Güzeller, terkedilmiş ve çılgın âşıka yaklaşmaz! El öpmek istesen uzaktan, “merhabâ” derler Seni gelür işidüp bâğa yâsemen cânâ Çıkup o şevk ile divâra rehgüzâra bakar Ey Yahyâ, merd olan bu hâllere itibâr eder mi? Ne zillete ne Harâbâtı egerçi görmedik ammâ görenlerden itibâra bakar! İşitdik bir neşât-efzâ makâm-ı dilküşâ dirler Meyhâneleri gerçi görmedik ama görenlerden işittik: “Neş’eyi arttıran ve gönül açıcı bir makam” derler. GAZEL 6 Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün Ne meclisler kurulmuşdur ne sâğarlar sürülmüşdür Niyâz eyle cefâdan vaz gelsün cân-ı mahzûna Mahabbet bâdesine benzer olmaz hep görülmüşdür Seni ey dil gam-ı cânâne ile âşinâ dirler Ne meclisler kurulmuştur, ne bardaklar sürülmüştür ! ? Ey gönül, seni sevgilinin gamı ile âşinâ (bildik, tanıdık) Sevgi, aşk şarabına benzer olmaz, hep görülmüştür! derler. Yalvar da bu hüzünlü cana cefâdan vazgeçsin! Gönül mir’âtını sad-pâre gördüm râh-ı zilletde Halâs olmaya gibi aşk elinden bir zaman Yahyâ Mukarrer bir cefâ-cû seng-dil yâra urulmuştur Yine bîçâreyi bir dilrübâya mübtelâ dirler Zillet yolunda gönül aynasını yüz parça olmuş gördüm Yahyâ, bir zaman aşk elinden kurtulamayacağa benzer. Besbelli, bir cefâkâr, taş kalbli sevgiliye vurulmuştur! O biçâreyi yine bir güzele (gönül kapanı) vurgundur, derler. Senin bûy-ı dilâvîzinle bahse eylemez cür’et GAZEL 8 Buhûr-ı Meryemin ey gonçe-fem gûşı burulmuşdur Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün Senin gönül çeken kokunla konuşmağa cesâret edemez. Söz kim zebânıma gele gûyâ zebânedir Ey gonca ağızlı, ana elinin (buhur ı Meryem) kulağı Ben âşıkım sözüm de benim âşıkânedir burulmuştur. Dilime gelen söz, sanki yalın gibidir. Ben âşıkım, benim sözüm de âşıkanedir. Dilâ âlem yıkılmaz göklere âhın direk olsa Bu çetr-i lâciverdî anın üstine kurulmuşdur Âşık odur ki yâri eşiğinde cân vire Ey gönül, senin âhın direk olsa dünya yıkılmaz! Mecnûn-ı gâfilin harekâtı yabânedir Çünkü bi lâcivert çadır, onun üstüne kurulmuştur! Âşık sevgilisinin eşiğinde can verendir! Gâfil Mecnûn’un (deli, Leylâ’nın sevgilisi) hareketleri yabana (çöle) doğrudur. Dil-i meyyâl o servin hâk-i pâyinde karâr itmiş Bulandı bir zamân Yahyâ hele şimdi turulmuşdur Meyl eden gönül, o servi boylunun ayağının dibinde Her kişi nakd-i cânını âmâde eylesün durmuştur! Yahyâ biraz bulandı, hele şimdi durulmuştur. Yârân-ı aşk sohbetimiz ârifânedir Her kişi canının değerini (kaç para ettiğini) hazırlasın! Ey aşk dostları, bizim sohbetimiz ârifçesinedir! GAZEL 7 Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün Lisân-ı ehl-i dilde aşka gülzâr-ı belâ dirler Arz-ı niyâzı bülbül-i zârın figân iledir Cevânın kâmet-i bâlâsına nahl-i cefâ dirler Pervâne-i belâzedenin yana yanadır Gönül ehli olanların dilinde aşka “belâ bahçesi” derler! İnleyen bülbülün yalvarışı, feryad u figândır! Gencin uzun boyuna “cefâ fidanı” derler Belâ vurgunu pervânenin ise yana yanadır! 139 Benim maksadım ancak misk kokulu zülfünün kıvrımıdır! Yâr eşiğine tühfe-i cân ile gelmeden Mâksûd feyz-ı cûdûna Yahyâ bahânedir Ey Yahyâ, sevgilinin eşiğine can hediyesiyle gelmeden Dâ’imâ deşt-i beyâbân-ı talebde gezmeden maksat. Onun cömertliğinin bereketine bahânedir! Ey gazâl-i turfe çık kim cüst ü cûyundur garaz Ey gazâl yavrusu, daimâ yaban çöllerinden gezmekten GAZEL 9 maksadım. Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün Seni arayıp sormaktır! Çık ! Sun sâgarı sâkî bana mestâne disünler Uslanmadı gitdi gör o divâne disünler Bir yere cem’ olmadan her kûşede erbâb-ı dil Ey sâkî, kadeh sun, bana sarhoş desinler! Bahs-i evsâf-ı cemâlin güft u gûyundur garaz Uslanmadı gitti, gör, o divâne desinler! Her köşeden gönül ehlinin bir araya gelmesinden maksat. Senin güzelliğinden bahsetmek ve dedikodunu yapmaktır. Peymânesini her kişi toldurmada bunda Şimden girü bu mescide meyhane disünler Gonçeyi vasf eylese Yahyâ dehânındır murâd Burada her kişi bardağını doldurmadadır! Sünbüli hoş-bûyu medh eylerse mûyundur garaz Bundan sonra bu mescide, meyhâne desinler! Yahyâ’nın goncayı anlatmasından murâdı, senin ağzındır! Hoş kokulu sünbülü medhetmesinden maksadı da saçındır. Dil hânesini yık koma taş üstüne taşın Sen yap anı eller ana virâne disünler GAZEL 11 Gönül evini yık! Taş üstünde koma! Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün Sen yap onu, eller, ona virâne desinler! Mescidde riyâ-pîşeler etsün ko riyâyı Meyhâneye gel kim ne riyâ var ne mürâyî Gönlünde senin gayr ü sivâ sûreti neyler Koy, kendisine gösterişi sanat edinmiş olanlar, mescide Lâyık mı bu kim Ka’be’ye büthâne disünler gösteriş etsinler! Sen meyhâneye gel! Burada ne gösteriş, ne Senin gönlünde ondan başkasının sûreti neyler! ? de gösterişçi var! Lâyık mı, bu Kabe’ye, puthâne desinler? ! Ey câm-ı safâ tâlibi beyhûde uzatma Yahyânın olup sözleri hep sırr-ı mahabbet Cümle bile defn eylediler câm-ı safâyı Yârân işidüp söyleme yâbâna disünler Ey sâf şarapla dolu kadeh arayan kimse, sâf şarapla dolu Yahyâ’nın sözleri hep sevginin sırrına dârdir! kadehi, hep bile defneylediler. Dostlar işidip, “Yabana söyleme! ” desinler! Redd etmiş iken yâr rakîbi eşiğinden GAZEL 10 Gelmiş osiyeh-rû yine gördün mü belâyı Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Sevgili, rakîbi eşiginden uzaklaştırmışken o kara yüzlü gene Hâcının maksûdı Ka’be bana kûyundur garaz gelmiş! Belâyı gördün mü? Fikri cennet zâhidin uşşâka rûyundur garaz Hacının maksadı Ka’be, benimse senin bulunduğun yerdir! Def’edemedik çeyş –i gamı sa’y ede gördük Zâhidin (Allâha inanan ve onun yolunda yürüyen) düşüncesi Tedbîr ne mümkin boza takdîr-i Hudâyı cennettir. Âşıkın maksadı ise senin yüzünü görmektir. Gam askerini, ne kadar çalıştıksa da def’edemedik. Tanrının takdirini bozmak mümkin? Mülk-i Çîni etseler temlîk makbûlüm değil Bana ancak çîn-i zülf-i müşk-bûyundur garaz Yahyâ nice âvâre-i aşk olmayayım ben Çin mülkünü verseler makbulüm değildir. Dilberse güzel dilse nihayetde hevâyı 140 Ey Yahya, ben nasıl aşk âvâresi olmayayım? Gönül son Kûyunda yüzüm sürmedüğüm bâb mı kaldı derece havâyî, gönlümü kapanda güzel! Aşkın beni âvâre edip, derbeder etti. Köyünde, yüzümü sürmediğim kapı mı kaldı? GAZEL 12 Müstef’ilün Müstef’ilün Müstef’ilün Müstef’ilün Çîn-i hat u çâh-ı zakanın hûb bilür dil Urdun cefâ taşın sen divane mi sandın beni Bir yuyulmadık lücce vü girdâb mı kaldı Zencîr’ne bend eyledin uslana mı sandın beni Gönül, saçını kıvrımını ve çene çukurunun derinliğini güzel Cefâ taşını vurdun, beni divane mi sandın? Zencirine bilir! Yuyulmadık bir dalga ve girdâb mı kaldı? bağladın, beni uslanır mı sandın? İhvân-ı zamandan seni Yahyâ bir anar yok Ma’mur edip mülk-i dili yapmadın eski menzili Nâz eyleyecek âdeme âdeme ahbâb mı kaldı Tamîri kâbil olmayan virâne mi sandın beni Ey Yahyâ, zamanın dostlarından seni bir anar yok! Naz Gönül mülkünü onarıp, o eski konağı yapmadın! Beni eyleyecek adama bir ahbâb mı kaldı? onarılması mümkin olmayan virane mi sandın? GAZEL 14 İhsâna derman yok dedin gayri güzeller çok dedin Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün Her şem’-i bezme tolaşur pervâne mi sandın beni Subh-demm beccellerine ki gıdâ vire hezâr İhsâna derman yok dedin! Başka güzeller çok dedin! Beni Benzer o mutrıba kim ala ele mûtrıba kim ala ele mûsîkâr her meclisin mumu etrafında dolaşan pervane mi sandın? Bülbüller ağzına öyle gıda versin ki, eline sazını almış, bir çalgıya benzersin. Feryâdımı işitmedin râh-ı vefâya gitmedin Bir âşinalık etmedin bîgane mi sandın beni Âşiyan mahfedilür var ise gül cami’inün Feryâdımı işitmedin! Vefâ yoluna gitmedin! Bir tanıdıklık Hem-zebân bir nice tıfl andan olur nagme –güzâr etmedin? Beni yabancımı sandın? Gülün mekânı bülbülün yuvasına yakın bir yerdedir. Bülbül ile aynı dili konuşan yavruları bu yuvada büyürler. Yahyadan eylersin ibâ feryâdın anlarsın hevâ Sâkî mey-i engâr ile mestâne mi sandın beni Yahyâ’dan sıkılırsın! Feryadını hava sanırsın! Ey sâki beni lâle dâg-ı siyehin saklayamaz bir hafta üzüm şarabiyle sarhoş mu sandın? Âşık elbette ider sûz-ı derûnın izhâr Lâle, içindeki siyahlığı bir hafta bile saklayamaz. Elbette, aşık da gönüldeki sevdayı hemen açığa vurur. GAZEL 13 Mef’ulü Mefâ ‘ilü Fe’ûlün Çeşmimde hayâlin geleli h’ âb mı kaldı Vakt-ı güldür gelünüz fursatu fevt itmeyelüm Ya hicrin ile ağlamadan âb mı kaldı Sanmanuz kim bize bâki ola eyyâm-ı bahâr Gözümde, hayâlin geleli, uykumu kaldı? Ya ayrılığından Gül mevsimdir, gelin bu fırsatı kaçırmayalım. Bu bahar dolayı ağlamaktan gözyaşı mı kaldı? günlerinin bize bâki kalacağını sanmayın. Aşk âteşi cânâ beni yandırdı kül etdi Gül ü mül bezmine meyl itme sözün tut, Yahyâ Yanmağa sana sûz-ı dili tâb mı kaldı Ne cefâ-dîde-i hâr ol ne gam-âlûd-ı humâr Ey can. aşk ateşi beni yandırdı, kül etti. Gönlüm ateşini sana Ey Yahyâ, gel sözümü tut bu gül ve şarap meclisine fazla anlatmağa derman mı kaldı? itibar etme, böylece dikenin cefasından ve şarabın gamına bulaşmaktan kurtulmuşsun olursun. Aşkın beni âvâre edüp derbeder etdi 141 Şarabın mahiyeti nedir, bunu anlamaktan aciz kalmışız ey sâki, sâf lâl. Aklımızı öyleyse, ne başımızdan almıştır. GAZEL 15 Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün Eyler nevâ hezâr nesîm-i bahâr eser Tertev-i ruh - sâr-ı sâkî şu'le-i câm-ı şerâb Hoşdur hevâ-yı bâg güzel rûzgâr eser Ayşa âgâz eyle Yahyâ geçmedin meh- tâblar Bahar yelleri eser, bülbül öymeye başlar. Bahçelerin havası Bir yanda sâkinin yanağının aydınlığı, diğer yanda şarap ne hoştur, ne güzel rüzgâr eser. kadehinin parlaklığı. Ey Yahyâ mehtâblar sona erden, sarhoş olmaya bak. Yârun ayagı tozına ugrar meger sabâ Gül-zâra armaganla gelür müşg-bâr eser GAZEL 17 Sabah rüzgârı sevgilinin ayağının tozuna uğramıştır; Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün gülbahçesine misk kokulu armağanlar getirir. Zühd ü riyâ metâ'ını yârâna satmanuz Anlara ol kumâş çıkışmaz uzatmanuz Bir hisse alı gör nefehât-ı cemâlden Dostlara, gönül ehli olanlara zahitlik ve iki yüzlülük malını Hakkun nesim-i rahmeti leyl ü nehâr eser sarmayınız. O kumaş onlara yakışmaz, boşuna ölçüp Gönül hep kararsız olsa da üzülecek bi şey yok. Gönülde aşk biçmeyiniz. ve karasızlık yelleri eser. Az âb u tâb virmedi bezm-i muhabbete Dil bî- karar olursa da hem-vâra gam degül Mecnûn-ı nâ-murâdı da yâbana atmanuz Dilde hevâ-yı aşk hele ber –karâr eser Muhabbet meclisine az aydıklık vermedi o murâd alamamış Ey Yahyâ, şu fakir gönlümü yıkmak isteyen, bundan mecnûn'u da yabana atmayınız. vazgeçsin, sakınsın. Çünkü eğer âhımın yelleri eserse, şimşeklerle birlikte eser. Besdür ruh u lebi bize anman gül ü mülü Bi'llâhi câm-ı ayşumuza zehr katmanuz GAZEL 16 Sevgilinin yanağı ve dudağı bize yeterlidir. Gülü ve şarabı Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün hatırlatıp da boşuna kadehimize zehir katmayınız. Bir birine girdiler dûlâblarla âblar Ablar gâlib olunca döndüler dûlâblar Rez tuhterini sâkî-i devrâna buldurun Sularla dolablar birbirine girdi. Sular galip gelince Böyle şeb-i dırâzda gussayla yatmanuz dolaplar dönmeye başlar. Üzümün kızını, kadehten döndüren sâkiye buldurunuz ve bu uzun gecelerde gam ve keder içinde yatmayınız. Ey melâhat bahrı nâfı sâba vasf itmese Ugramazlardı göbek burmasına gird-âblar Ham itdünüzdi kâmet-i Yahyâyı yâ gibi Sabah rüzgarı bu güzellik denizinin göbeğine böyle Lâzım mı tîr-veş anı yâbâna atmanuz değmeseydi, gırdablar böyle durmazdı. Şu Yahyâ boyunu yay gibi ettiniz, iki büklüm eylediniz. Onu böyle ok gibi yabana atmanız gerekli miydi? Ârızı üzre ser-i zülfi düşer mıkrâzdan Gûyiyâ dil-ber kitâb-ı hüsnini i'râblar GAZEL 18 Zülfü, sanki makasla kesilmiş gibi yanağınınüzerine düşer. Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün Öyle ki o sevgili, güzellik kitabının sayfalarını gösterir. Açulmadun incitdi seni zârı hezârun Ey gonçe-i ter gönli misi bülbül-i zârun Kalmışuzdur bâdenün keyfiyyetin idrâkden Bülbülün inleyizi sen incitti de açılmadın, ey körpe gonca. Aklumuz âlmışdur ey sâkî o la'l-i nâblar Yoksa sen bülbülün gönlü müsün? 142 Resn-i vefâyı bilmedügi dil-rübâlarun Bülbüller öter güller açık sâd gönül yok Can akçelerini alıp da böyle boşa harcamaları reva mıdır? Hiç böyleliliğin görmemişiz fasl-ı bahârun bu, dilberlerin vefa duygusunu bilmediklerinin kanıtdır. Bülbüller öter, güller açılmış. Ama neşeli bir tek gönül yok. Bahar mevsiminin Yahyâdan özge kimseye tekeyleme vefâ hiç böyleliliğini de görmemişiz. Kâ'ildür ol ne denlü olursa cefâlarun Yahya senin bütün cefaların katlanır yeter ki ondan başka kimseye vefa gösterme. Âgâzı güzel eyledik ey bülbül-i şeydâ Hoş gelmedi ammâ dil-i pür -şevka karârun Ateş içinde yanan gönüllere, bulduğumuz nağme makam pek GAZEL 20 hoş gelmese de, ey çılgın Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün bülbül biz yine de güzel ötüp durduk. İrdi bahâr sen dahi şâd olmadun gönül Güllerle goncalarla küşâd olmadun gönül Hâlün ideli gamze-i hûn - hâra tekarrüp Bahar oldu sen yine de neşelenmedin gönül. Güller, goncal Hûn itdi dilin nâfçe-i müşg-i Tatarûn açıldı sen açılıp ferahlamadın gönül. Senin benlerin gam dökücü gamzelerine yaklaştıkça. Tatar miskinin gönlünü kan içinde bıraktı. Ol şâh-ı hüsn nice bilür kıymetün senün Bâzâr-ı aşk içinde mezâd olmadun gönül Yahyâ ko dili pârelesün lâle - sıfat yâr O güzeller sultanı senin mıymetini nasıl da biliyor. Aşk Gül-zâr-ı gamun revnakıdur kalb-i figârun pazarında alınıp satılmadan gönül. Ey Yahyâ, bırak sevgili gönlünü paralasın gül gibi. . . Senin o praça parça olmuş gönlün gam gülzarının süsüdür, Fevt itme nâ-murâdlıgun bârî neşvesin aydınlığıdır. Çün bâde -nûş-ı bezm-i murâd olmadun gönül Murat alamamış olmanın neşvesini de yabana atma. Hiç GAZEL 19 olmazsa arzular meclisinin kadehinden içmemiş oldun Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün gönül. Âdem sayılmaz oldu kapunda gedâlarun Yok mı hisâbı padîşehüm mübtelâlarun Bîgânelikle yâd ider oldu râkîbi yâr Artık kapındaki dilencilerin adam yerine konulmaz old. Ey Şükr it cenâb-ı Hakka ki yâd olmadun gönül sultânım, sana müptelâ Sevgili, rakibi ilgisizlikle suçlari onu böyle hatırlar. Cenab-ı olanların hesabı hiç sorulmayacak mı? Hakk'a şükürler et ki seni böyle hatırlamıyor. Dil gitti gerçi yirine kondu hezâr-ı gam Ol şâh-ı hüsnün iremedük pây-ı bûsına Bİri gider bini gelür oldu belâlarun Yahyâ gibi ki hâk - nihâd olmadun gönül Gönül gitti amyerine gam bülbülü gelip kondu. Belâların O güzellik sultanının ayağını öpmek nasib olmadı. Ey gönül biri gider biri gelir oldu. sen de Yahya gibi toprak mizaçlı olamadın. Dil pûr-heves nesîm-i bahâr ise hoş-nefes GAZEL 21 Çık bâga kim güzelliği vardur hevâlarun Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün Gönül arzular içinde, bahar rüzgarı esip duruyor. Bağa çık Geyinüp sürh libâs içine âl üstine gül Jâleden câmesinün ki havaln doyulmaz güzleliği vardır. dizdi le’âl üstine gül -Gül, kırmızı üstüne kırmızılar giyinmiş, elbisesinin üzerine de çiğ tanelerinden inciler dizmiş. - Cân nakdini alup nudular revâ mıdur 143 Kendüm bilelden oldum esîri güzellerün Nahl-bend oldı meger sahn-ı gülistânda nesîm Yahyâ olur mı ol şeh-i hûbâna olmayam Turmadan dizmededür bu nice dâl üstine gül Ben kendimi bildim bileli güzellerin esiriyim. Ey Yahyâ, hâl Sabah rüzgârı, bahçede, fidanın hizmetkârı olmuş. Onun böyle iken o güzeller sultânına nasıl esir olmayayım. dallarının üstüne gül dizip duruyor. GAZEL 23 Sahn-ı gül-zârda bir hûb kinârda cûda Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Câmesin tâzeleyüp serdi nihâl üstine gül Mey midür sâki midür mest-i harâbı inleden Gül bahçesinde, bir köşede, o güzel, elbisesini değiştirdi Sen misin ya aşk mı mutrıb rebâbı inleden fidanın üzerine güller serdi. Yıkılasıya içmiş sarhoşu inleten sâki mi yoksa şarap mıdır? Be rebabı inleten çalgıcı mı aşk mı yoksa sen misin? Sarınup şâl sokınmış gül o nahl-i mevzûn Câmesin tâzeleyüp serdi nihâl üstine gül Aglamazdı sîh-i mihnet dildüginden bağrını O endamlı fidan, şala sarınmış, güller sokunmuş. Seyredin Âteş-i sûzân-ı aşkundur kebâbı inleden ki şal üstüne gül nasıl da yakışmış. Mihnet şişi onun bağrını deldiğinde ağlamamıştı. O kebabı inleten senin aşkının yakıcı ateşidir. Hüsnine haylice magrûr göründi Yahyâ İnledür bülbüli kalursa bu hâl üstine gül Mûrı gör gendümle ayş eyler şikâyet eylemez Ey Yahyâ, o sevgili güzelliğine hayli mağrur görünüyor. Ârzû-yışehd ü şekkerdür zübâbı inleden Eğer o gül böyle devam ederse bülbülü çok inletecek. Karıncayı gör ki buğday ile yetinir de şikâyet eylemez. Sineği inleten, bal ve şeker arzusudur. GAZEL 22 Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün Seng-diller doymaya çarh-ı sitem-ger cevrine Mümkin mi mest-i gamze-i cânâne olmayam Gussa-i devrân degül mi âsiyâbı inleden Mest olanı sevem yine mestâne olmayam -Sevgilinin Sitem dolu feleğin cevrine gönlü taş olanlar doymazlar gamzesinin sarhoşu olmamam mümkün mü? Sarhoş olanı çünkü değirmeni döndüren, onu inleten devranın dertleri, sevip de sarhoş olmamak mümkün mü? sıkıntılarıdır. Hep rûy-ı lutfdur görinen ehl-i meclise Bir gözi bîmârun ey Yahyâ teb-i hicrânıdur Ben şem’-i hüsnüne nice pervâne olmayam Bister-i gamda dil-i pür-ıztırâbı inleden -Yahyâ, bir baygın Mecliste görünen hep lütf dolu yüzüdür. Ben onun güzel bakışlının ayrılığının hastasıdır. Gönlü ızdırapla dolu olan yüzünün aydınlığına nasıl pervâne olmayayım? âşığı gam yataklarında inleten odur. Kasdım bu âşinâlık idem ehl-i zevk ile GAZEL 24 Erbâb-ı şevkdan yine bigâne olmayam Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün Benim maksadım zevk ehli ile bir arada bulunmaktır. Aşk Hercâ’îye dil virme ki âvâre olursun ehlinden uzak kalmamaktır. Dermân bulımazsın kati bî-çâre olursın -Hercâî olana gönül verme, kararsız olursun; derdine derman bulamaz, bîçâre Re’yim bu bend-i zülfe çekerse gönül beni olursun. Uymayam ana ben dahi dîvâne olmayam Bu gönül, beni çekip onun zülfüne esir etmeye çalışırsa, ona Bir pâre safâ üzre ol âyîne-i dil uymayayım ki deli olmayayım. Her seng-dile düşme ki bin pâre olursın 144 Ey gönül aynası, bir parça saadet için, sakın taş kalplilere Hem havf iderin anı Yahyâ tuta ol âh düşme, düşer parça parça olursun. Ben hem o ay yüzlünün kaçıp gittiğine âh ederim hem de bu âhın onu tutmasından korkarım. Dirsin ki nice vâsıl olur dil-bere âşık Gam çekme gönül yalvara yalvara olursın GAZEL 26 Âşık, sevgiliye nasıl kavuşur diye soruyorsun. Ey gönül gam Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün çekme, yalvara yalvara kavuşursun. Bir dil-rübâya düşdü gönül mübtelâsı çok Aşkın safâsı yok değil ammâ cefâsı çok Her gün ki görünsen olur ol gün bize bayram Gönül vurgunu olan bir sevgiliye (gönül kapana) düştü. Cânâ ne aceb dil-ber-i meh-pâre olursın Aşkın safâsı yok değil ama cefâsıda çok Ne zaman görünürsen, bizim için bayram olur. Ey sevgili, sen ne tuhaf bir ay parçasısın. (Ramazanın sona erip, Şehr-i cemâl o gamze vü ebrû vü hâl ile bayramın başlayabilmesi için yeni ayın görünmesi lâzımdır.) Hakkâ ne rây-ı dilkeş olur dilrübâsı çok O yan bakış o kaş o ben ile güzellik şehri doğrusu sevgilisi çok ne kadar gönül acısı bir yer olur Hûnî gözi kim hançer-i tîg ile oynar Yahyâ ana ulaşma ki pür-yâre olursın Onun kanlı gözleri kılıç ve hançerle oynar. Ey Yahyâ, sakın Bin câna vermeye nolâ bir bûsesini yâr ona yaklaşayım deme, baştan ayağa yaralanırsın. - Az olıcak metâ olur anın bahâsı çok Sevgili(dost) bir öpücüğünü bin cana vermezse nolur? Bir mal az olunca değeri fazla olur GAZEL 25 Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün Sevdâ-yı ser-i zülfüni elden komam ey mâh Hiçbir belâ mı var ki gönül anı bilmeye Ser-rişte-i aşk eldedür el-minnetü li’llâh Seyyâh-ı bî karârın olur âşinâsı çok Ey ay yüzlü, zülfüne sevdalanmaktan vazgeçmem. Çok şükür Gönülün bilmediği hiçbir bela var mıdır? Elbette yerinde Allah’a ki aşk ipinin ucu benim elimdedir. duramayan yok onun tanıdığıda çok olur Aşkun nice düşvâr idügin her kişi bilmez Zülf-i siyâh-ı yârda var sâd-hezâr çîn Bir ben bilürin çekdügimi bir de bir Allâh -Aşkın insanı ne El çek tolaşmadan ana Yahyâ hatâsı çok hallere düşürdüğünü her insan bilemez. Benim çektiğimi bir Sevgilinin siyah zülfünde yüzbin kıvrım vardır. Ey Yahyâ ben bilirim, bir de Allah bilir. ona dolaşmadan el çek, bu sözün hatası çoktur Her gice neler çekdügimi künc-i belâda GAZEL 27 Dünyâlara her subh yayar âh-ı seher-gâh Mefâ'ilün / fe'ilâtün / mefâ'ilün / fe'ilün Belâ köşelerinde, her gece neler çektiğimi, seher vaktinin Reh-i taleb tutalım kûyğı dilrübâ diyerek âhı bilir ve bunu bütün dünyaya yayar. (Sabah vaktinin âhı Safâ vü mihnete yâ hû vü merhabâ diyerek ile güneşin doğuşu kastediliyor.) Safâ ile mihnetine bazen yâ hû ve merhabâ diyerek gönlümüzü kapan sevgilinin köyüne doğru yolu tutalım İncinmez idüm çıkdugına hâne-i tenden Cân olsa eger nâvek-i cânân ile hem-râh Getürdük ey dil-i âvare sineye bir bir Eğer can, sevgili ile onun okları ile yoldaş olabilseydi, Ne denlü gussa vü gam varsa âşinâ diyerek bedenimden çıkıp gitmesine asla üzülmezdim. Ne denli gam ve keder varsa tanıdık diyerek ey âvâre gönül bir bir sineye getirdik Hem âh iderin kaçdugına ben o mâhun 145 Şikenc-i turra-i müşkînine esîr oldu Belâya uğradı dil zülfine belâ diyerek Gül gibi sunup her birine câm-ı lebâleb Gönül zülfüne evet deyerek belâya uğradı. Misk kokulu Bezm ehlini bülbül gibi feryâda getürsün saçının kıvrımına esir oldu Her birine gül gibi ağzına kadar dolu kadeh sunarak meclistekileri bülbül gibi feryada getirsin Hudâ kerimdir elbette eylemez mahrum Murâdına erişür her kişi hudâ diyerek Mecnûn gibi yabana giden bu’l-heves-i aşk Allak kerimdir elbette mahrum eylemez! Her kişi Allah Hall etmedüğı müşkili üstâda getürsün deyerek muradına erişir Aşka hevesli çocuğu mecnun gibi çöle giderse çözemediği müşkülü ustaya getirsin Açılmadıysa gönül günc-i hücrede Yahyâ Kenâr-ı gülşene çık şi’r-i dilküşâ diyerek Cevr okları delsün der ise bağrını âşık Ey Yahyâ gönül odanın köşesinde açılmadıysa gönül açıcı Kirpiklerini hâtır-ı nâşâda getürsün şiir söyleyerek bahçeye doğru çık! Âşık eziyyet okları neşesiz bağrını delsin derse neşesiz gönlünün hatırına onun kirpiklerini getirsin GAZEL 28 Mefâ'ilün / fe'ilâtün / mefâ'ilün / fe'ilün Makta’da edüp medh-i ser-i zülfini Yahyâ Safâ-yı hâtırım oldur seni safâda görem Vasf-ı kad-i mevzûnını bâlâdâ getürsün Bu ben belâ-keşi hicrânına vefâ da görem Yahyâ onun saçını son beyitte öğüp düzgün ve güzel Bu belâ çeken ben senden ayrı kalmakta vefâlı seni ya boyunun vasfını yukarıya getirsin safâda görsem hatırım hoştur GAZEL 30 Hemîşe hurrem ü handân u şâdumân olasın Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Hemîşe gonçe-i ikbâlini küşâde görem Ney gibi bir âşık-ı demsâz buldum kendime Daima mutlu güleç ve neşeli olasın! Bahtının goncasını Sırr-ı aşkı söylerem hemrâz buldum kendime daima açık görem Kendime ney gibi dem çeken aşık buldum. Aşkın sırrını söylerim kendime bir sırdaş buldum Hilâl gibi terakkide mâh-ı tâbân ol Fürûğ-ı hüsnüni günden güne ziyâde görem Her kişi bir kebk-reftârı şikâr etmek diler Hilal gibi gelişerek ay ol! Güzelliğinin parlaklığını günden Bende bir sayd idecek şeybâz buldum kendime güne artmış görem Her kişi bir keklik yürüyüşlü güzeli avlamak diler, kendime avlayacak doğan buldum Ne zevkdır ne safâdır ne hazdır ey sâkî Seher humârdan açup gözümü bâde görem Ârzû eylerdi bir mahbûb-ı müstesnâyı dil Ey saki eğer seher vakti gözümü açıpta şarabı görürsem ne Bir münasip dilber-i mümtâz buldum kendime zevktir he hazdır ne safâdır gönül müstesna bir güzeli arzu eylerdi, kendime uygun seçkin bir dilber buldum GAZEL 29 Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün Çok görürler bir iki peymâne meynûş eylesen Sâkîye dinüz bezme yine bâde getürsün Ben bu nüh hummun serâbın az buldum kendime Bir bir hep unutduklarımız yâda getürsün bir iki kadeh şarap içsen çok görürler ben bu dokuz küpün Sâkîye deyiniz meclise yine şarap getirsin! Hep şarabını kendime az buldum unuttuklarımızı bir bir hatırlasın 146 Günc-i gamda eğlenilmez gördüm ey Yahyâ bu şeb Bahâyfî'nin gözünün yaşı yere düşüp hakaret görse Nâlemi tahrik edüp bir sâz buldum kendime şaşılmaz! Elbette cevher çok olursa, değersizdir! Ey Yahyâ bu gece gam köşesinde eğlenilmez gördüm iniltimi harekete geçirip kendime bir saz buldum GAZEL Müft'ilün Mefâ'ilün Müft'ilün Mefâ'ilün Şeyhülislâm Bahâyî Gelse nesîm-i subh ile müjde şeh-i bahardan GAZEL İtse halâs bülbüli mihnet-i intizârdan Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün Baharın şahından sabahın meltemi ile müjde gelse de Nâlân iden beni hat-ı sebz-i izârdır bülbülü bekleme eziyetinden kurtarsa! Feryâd-ı andelîbe sebeb nevbâhardır Beni inleten, yanağın üzerinde tâze biten sarı tüylerdir. Kırmızı dest-mâlini alsa ele arûs-ı gül Bülbülün feryadına sebep ise ilkbahardır. Silmege eşk-i bülbüli zahm-ı cefâ-yı hârdan Gül gelini, dikenin eziyet yarasından dolayı bülbülün gözyaşını silmek için kırmızı mendilini ele alsa! Azm itdi kişver-i ademe cân-ı mübtelâ Aşkın ilâcı gördi ki terk-i diyârdır Tutkun can, yokluk mülküne doğru yola çıktı. İrdi kemâle sâkıyâ cûş-ı mey-i hum murâd Gördü ki aşkın ilâcı, memleketi terketmektir. Kurtulamaz mı dil dahı keşmekeş-i humârdan Ey sâkî, murâd (arzu) küpünün coşması tamamlandı! Gönül mahmurluğun karışıklığından da kurtulama Şol câme-i belâ k'ola berdûş-ı ehl-i derd Bu âşık-ı belâ-zedenen müsteârdır Dertlilerin omuzundaki ''belâ'' elbisesi: bu belâya uğramış Harman-ı hüsni eyleme mâye-i cevr-i bî-dilân âşıkın ödünç aldığı şeylerdir! ''Belâ'' kelimesi hem dert, hem Ey gül-i ter sakın sakın sûz-ı dil-i hezârdan de Elest Meclisindeki ''Belâ''= Evet sözü mânâsında Güzellik harmanını âşıkların sıkıntısının mayası eyleme! kullanıldığından mânâsını bir de o şekilde düşünmelidir. Ey taze gül, bülbülün gönlünün yakışından sakın sakın! Yârın, tecelliyâtın sad-gûne eyleyen Merhem-i lutfın itmesün yâr Bahâyiyâ dırîğ Âyîne-i dilimde olan inkisârdır Geçmeye tâ ki riş-i gam câna dil-figârdan Sevgilinin tecellîlerini yüzlerce çeşit eyleyen, Ey Bahâyî, sevgili lütuf merhemini esirgemesin! gönül aynasın daki kırıklıktır. Böylelikle yaralı gönülden câna gam ipliği geçmesin! Âhır bu cism-i zerd ü nizârı tebâh iden GAZEL Mânend-i şem’ girye-i bî-ihtiyârdır Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün Sonunda, mum gibi, bu sarı ve zayıf cismi telef eden, Tağıtdın hvâb-ı nâz-ı yârı ey feryâd neylersin yok eden, istemeden ağlayışımdır. Elimde olmaksızın İdüp fitneyle dünyâyı harâb-âbâd neylersin ağlayışımdır. Ey feryâd sevgilinin nâz uykusunu dağıttın neylersin? Dünyayı fitneyle harâbeye çevirip neylersin? İ'câz-ı aşkdır bu ki âyîne-i dilim Pâmâl-i cevr iken de yine gubârdır Dil-i mecrûhuma rahm eyle kalsun dâm-ı zülfünde Bu aşkın mucizesidir: gönlümün aynası zulmün Şikeste-bâl olan murğı idüp âzâd neylersin ayakları altında ezilirken bile tozdur. Toz-toprak içindedir. Yaralı gönlüme acı zülfünün tuzağında kalsın! Kanadı kırılmış kuşu serbest bırakıp neylersin! ? Vâr olsa eşk-i çeşm-i Bahâyı aceb değil İdersin gerçi her derde tabîbim bir devâ ammâ Bisyâr olan güherse de bî-i'tibârdır 147 Cünûn-ı ehl-i aşk olunca mâder-zâd neylersin Sen körpe bir fidansın ve bu günler senin gelişip büyüme Ey tabibim, her derde bir deva eylersin gerçektir ama çağındır. İzin ver de gönül bir akarsu gibi gelip ayağına yüz aşk ehlinin deliliği anadan doğma var ise neylersin! ? sürsün. Varup gîsü vü zülf-i yân biri birine katdın Senin tîr-i hadeng-i cân-sitân-ı dil-şikâfındır Yine bir fitne tahrik eyledin ey bâd neylersin Ten-i zârımda yer yer sayılan hep üstünhâ-âsâ Ey rüzgâr, yine bir fitne harekete geçirdin! Zayıf ve bitkin tenimde yer yer görülüp de sayılan şeyler, Varıp sevgilinin saçını ve örüğünü birbirine kattın! kemiklerim değil, senin can alan, gönül paralayan Neylersin! ? oklarındır. Şehîd-i tîğ-ı aşk-ı yâr dirse cümle-i âlem Mahabbet kâr-zârında Bahâyî cân-sipâr ol kim Urup şemşîre dest ey gamze-i cellâd neylersin Hayât-ı tâze-bahş-ı cân ü dildür aşk cân-âsa Cümle âlem, “sevgilinin aşk kılıcıyla şehid olmuştur” Ey Bahâyî, muhabbet savaşında canını feda et. derse ey cellâdın yanbakışı kılıca er vurup da neylersin! ? Çünkü aşk da can gibi insana yeniden hayat verir. Güzel tasvir idersin hâl ü hatt-ı dilberi ammâ GAZEL Füsun u fitneye geldikde ey Bihzâd neylersin Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün Ey Bihzâd (ey ressam) gönlü kapan sevgilinin yüzündeki Dilimde bulmadı cây-ı karâr cûy-ı ümîd tüyleri ve benini güzel tasvir eylersin ama büyü ile fitneye Gülüp açılmadı mânend-i gonce rûy-ı ümîd sıra gelince neylersin! ? Ümit ırmağı, gönlümde karar kılacak bir yer bulamadı Ümidin yüzü, gonca gibi gülüp açılmadı. Bahâyi-veş değilsin kâbil-i feyz-ı safâ sen de Tekellüf ber-taraf ey hâtır-ı nâşâd neylersin Misâl-i nefha-i gül mâye-i zükâm oldı Ey neş'esiz olan hâtır sen de Bahâyî gibi rahatlığın Meşâm-i cânıma ol dem ki erdi bûy-ı ümîd bereketine kabiliyeti olmayan birisin teklifi resmiyeti bir Ümidin kokusu, gül kokusu gibi canımın burnuna ulaşınca, yana bırakalım neylersin! ? (şifa olacak yerde), nezle olmama yol açtı. GAZEL Olursa cilve-ger-i câm bezm-i istiğnâ Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün Garîb neş'e verir bâde-i sebû-yı ümîd Ruhından dûr idüp bâd-ı sabâ züifün duhân-âsâ Ümit testisinin şarabı, dünyaya değer vermeyenlerin Füzûn eyler fürûg-ı şem'i hüsnün şem'i cân-âsâ meclisinde alışılmadık bir lezzet kazanır, değişik bir neşe Sabah rüzgârı, yanağının üzerindeki zülfünü, bir dumanı verir. dağıtır gibi dağıtıyor. Ve böylece güzelliğinin mumunun parıltısını can mumunun Olursa hıtta-i mülk-i dilümde şehrâyîn yanışı gibi artırıyor. Yine açılmaya dükkân-ı çarsû-yı ümîd Gönül mülkünün ülkesinde şehrâyîn olursa, ümîd çarşısının dükkânları yine açılmasın. Erersin devlet-i pâbûs-ı yâra ey gönül bir gün Hemân sen dergehinde hâk-sâr ol âsitâne-âsâ Ey gönül, sevgilinin ayağını öpme saadetine belki bir gün Eder gürîz tutan nâ-murâdlık semtin ulaşırsın: yeter ki sen onun kapısının eşiğinin toprağı ol. O râhtan ki ola müntehâ-yı kûy-ı ümîd Muradını alamamış isteklerine kavuşamamış insanlar, ümit köyüne giden yola girmekten kaçınırlar Nihâi-i tâzesin neşv ü nemâ hengâmıdur şimdi Ko rû-mâl eylesin dil pâyine âb-ı revân-âsâ 148 Bahâyî gam yeme çevgân-ı âhın anı kapar Kıbâb-ı çerhe de âvîze olsa gûy-ı ümîd Şerbet-i la’l-i lebiyle câm-ı Cem’den fâriğüm Bahâyî üzülme, gam yeme. Ümidin topu, feleğin kubbesine Sunma sâki mey ki mestüm ol gözi mahmûrdan asılmış bile olsa, senin âhının çevgânı onu bulup kapacaktır. Onun dudağının lâl renkli şarabına kavuştuğumdan beri Cem’in kadehinden el çektim Ey saki, bana artık içki sunma: ben o baygın gözlü güzelden mest olmuşum. GAZEL Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün Nükhet-i zülfü ki bir şeb ola mihmân-ı nesîm Tûtî-i râz-ı dili şevk ile gûya ettirir Yeniden rûh bulur kâleb-i bî-cân-ı nesîm Ol mücellâ sîne bir âyînedür billûrdan O parlak sîne sanki billûr bir aynadır. Onun için gönlüm, içindeki sırları dile getiren bir papağan oldu. Sevgilinin zülfü, bir gececik sabah rüzgârının misafiri olsa, bu rüzgârın cansız bedeni, yeniden ruh ve hayat bulur. Perteviyle ehl-i aşkı yandırur pervâne-veş Uğrasa gülşene bî-tuhfe-î hâk-i reh-î yâr Görünen gerden değil bir şem’dür kâfûrdan Hâr elinden ola sad çâk girîbân-ı nesîm Bu gördüğün gerdan değil, kâfurdan yapılmış bir mumdur. Eğer sabah rüzgâr, sevgilinin ayağının tozundan bir Çünkü ışığı ve aydınlığı ile aşk ehlini pervane gibi ateşe armağan almadan gül bahçesine girerse, o bahçedeki yakıyor. güllerin dikenleri onun yakasını parça parça eder. Çıkdı cân tenden Bahâyî yâd-ı vasl-ı yâr ile Ah kim çıkmaz hayâli hâtır-ı mehcûrdan Var ise hâk-i reh-i yâra cebîn-sây olmuş Müşg-rîz oldı yine zülf-i perişân-ı nesîm Sabah rüzgârının perişan saçları yine misk kokuları Ey Bahâyî, vuslat ümidi ile bu can bu tenden çıkıp gitti. Ama saçmaya başladı. Öyle anlaşılıyor ki o, sevgilinin yolunun ne yazık ki onun hayâli bu yaralı gönlümden bir türlü tozuna toprağına alnını sürmüş. çıkmıyor. Güzer ettikçe senün turra-i pür-çîninden GAZEL Pür olur nâfe-i Tâtâr ile dâmân-ı nesîm Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün Ey sevgili, eğer senin kıvrım kıvrım zülfünün tellerinin Dil-i pür-âteş-i uşşâkdur çünkim harîdar arasından geçerse, o sabah rüzgârının eteği Tatar miskiyle N’ola ol Yûsuf-ı hüsnüm olursa germ bâzârı dolar. O güzellik Yusufunun pazarı böyle hararetli olursa şaşacak ne var? Çünkü onun müşterileri gönülleri yanan âşıklardır. Ey Bahâyî dil-i bülbülde komuştur sûzu Gülşene tâb veren âteş-i pinhân-nesîm Bitürmez şûre-zâr-ı sînesinde âşık-ı zârın Ey Bahâyî, şu sabah rüzgârında gizli bir ateş var. O, bu Gül-i dâğ-ı belâdan gayri eşk-i çeşm-i hûn-bârı ateşin aydınlığını gül bahçesine, yakıcılığını da bülbülün Bu ağlayıp sızlayan âşığın kanlı gözyaşları, onun çorak bir gönlünü vermiş. toprağa benzeyen sinesinde ancak belâ yarasından ibaret bir gül bitirebilir. GAZEL Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Acep mi şerhalardan sînem üzre dallar salsa Ol melek-tal’at ki zîbâlıkda yeğdür hûrdan Dıraht-ı gam ki hûn-âb-ı ciger nûşetmedir kârı Sanki dest-i kudret anı yaradıpdur nûrdan İşi gücü ciğerin kanlı suyunu içmek olan gam fidanının, O melek yüzlü, hûriden üstündür. Sanki Kudret Eli, onu gönlümdeki yarık ve dilimlerden dal budak salmasına şaşılır nurdan yaratmış gibidir. mı? 149 Ey Bahâyî, bu parlak kadeh insana ara sıra neşe yerine gam Sadâsın kûh dinlerdi figân ettikçe inlerdi görüntüleri vermemiş olsaydı, gerçekten harikulâde bir ayna Benûm gibi değildi kûhken var idi gam hârı olacaktı. Dağ deviren Ferhâd benim gibi değildi. Onun dert ortağı vardı. Dağ onun sesini dinler, feryadına cevap verirdi. GAZEL Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün Ruh-ı rengîn ü la’l-i şekkerin vasfeder dâim Ruhından şem’-i meclis var ise şerm ü hicâb eyler Bahâyî’nin nola rengîn ü şîrîn olsa eş’arı Ki pervâne perin ruhsârına daim nikâb eyler Bahâyî’nin şiiri göz alıcı ve tatlı olursa buna hiç (Ey sevgili) meclisin mumu her halde senin yanağının şaşırmayınız. Çünkü onun şiiri hep sevgilinin rengârenk (parıltısından) utanmaktadır. Çünkü dâimi pervânenin yanağı ile şeker gibi dudağından söz eder. kanadını yüzüne perde yapıyor. GAZEL Hücûm-ı cân-fürûşan-ı gam-ı dil-dârı görmüştür Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün Anınçün tîri cân almakta çâk böyle şitâb eyler Sakın hâkisterim çiğnetme esb-i nâza bı-pervâ Sevgiliden gelen acı ve ızdırâba ca feda edenlerin acelesini Komaz elbette hâli aşk ocağım bu dil-i şeydâ gördüğü içindir ki, (onun) ok’a benzeyen bakışları da can (Ey sevgili, aşkınla yanıp kül oldum), nâz atma sakın almakta böylesine acele etmektedirler. küllerimi pervâsızca çiğnetme: zira bu çılgın gönül, elbette aşk ocağını boş bırakmayacaktır. Giderse cûş-ı seylab-ı sirişkim bir zaman böyle Esâsından bu deyr-i saht-bünyâdı harâb eyler O mürg-i âşiyân-sûz-ı belâdır dil ki yandıkça Eğer gözyaşı sel’imdeki coşup taşma böyle bir müddet Teni hâkisterinden mürg-i ‘âlem-sûz olur peydâ sürecek olursa bu sağlam yapılı kiliseyi temelinden yıkıp Gönül, öyle bir kuşa benzemektedir ki, o kuş bekâ içerisinde harâb eder. yuvasını ve kendisini yakmakta. Yandıktan sonra da, (Burada ki ‘kilise’den maksat dünyadır) küllerinden (nağme ve feryatlarıyla) bütün dünyayı inleten (bir başka) kuş meydana gelmektedir. Ham-ı zülfünde yârın dil o mürg-ı çâre-cûdur kim (Burada ‘Kaknüs’ adlı bir masal kuşundan söz Kemend-i dâm-ı sayyâd içre durmaz ızdırâb eyler edilmektedir.) Gönül, sevgilinin saç büklümleri arasındaki görünümüyle avcının kemend halindeki tuzağına yakalanıp durmadan çırpınarak kurtuluş arayan bir kuşa benzer. Dil-i sûzânı zülf-i pür-hamında bî-karâr etme Hazer kıl âteş-i has-pûşu tahrîk etmeden cânâ Ey sevgili yanan gönülü o büklümlü saçlarında huzursuz Bahâyî hâne-i ümmid kalmaz böyle der-beste edip hareketlendirme; üzeri çalı çırpı örtülü ateşle Nesîm-î lûtf eser elbette bir gün feth-i bâb eyler oynamaktan sakın! Bâhâyî, ümit evi’nin kapısı böyle kapalı kalmakta devam etmez: bir gün elbette iyilik ve yardım rüzgârı esecek ve kapıyı açacaktır. Duhân-ı âh ile şem-i ruhundan tâzeler tâbın Sönerse gam değil bâd-ı fenâdan dil çerâg-âsâ Gönülün, yokluk rüzgârıyla bir kandil gibi sönmesi hiç de GAZEL dert değil: çünkü o, ışığını âh’ının dumanıyla senin Ruhsâr-ı yârda hat-ı anber-şiken biter yanağının mumundan tazelemektedir. İ’câz-ı hüsndür ki gül üzre çemen biter Sevgilinin yanağında anbere benzeyen ayva tüyleri bitiyor. Bahâyî âdeme gam sûretin göstermese gâhi Bu bir güzellik mucizesidir. Gül üzerinde yeşillik ‘Aceb mir’ât idi mir’ât-ı câm-ı pür-safâ hakka bitmektedir. 150 Düştükçe pâyine nem-i eşkimle hûn-ı dil Âlemde nazîrin yoğiken ey şeh-i hûbân Bâğ-ı ruhında geh gül ü geh yâsemen biter Bilsem kimedür yine bu hasmâne bakışlar Onun ayağına gözyaşlarımla birlikte gönlümün kanı Ey güzeller sultanı senin şu yer yüzüzünde ne eşin ne de bir döküldükçe sanki yanağının bahçesinde bazen gül Bazen benzerin vardır. Yinede bu kavga arayan bakışlarının kime yasemin bitiyor. karşı olduğunu bilmiyorum Tûbâ sıfat hacâlet ile ser fürû eder Nahcîre dokundu gibi çeşmin yine ey şûh Nahl-i emel ki hâk-i dil-i zârdan biter Bîhûde değildür o beyâbâne bakışlar İnleyip duran gönül toprağında bitmiş şu emel fidanı Ey nazlı güzel gözün yine bir av görmüşe benziyor. Çünkü o sonunda utancından Tûbâ gibi başını eğecek baş aşağı çöllere doğru bakışın boşuna değildir. olacaktır. Hûn-ı dil-i pürhûn-ı Bahâyî’yi tüketti Gittikçe nefha-i dem-i üstâd-ı feyzile Çeşminden o câdû-yı tatârâne bakışlar Sahn-ı dilimde tâze nihâl-i Sühan biter Senin gözlerinin bir Tatar sihirbazı gibi bakışı Bahâyî’nin Bir üstad nefesi gibi bana esen bu feyiz rüzgarı gönül yaralı gönlünün kanını döktü, tüketti. bahçemde taze bir şiir fidanı yetiştirmeye başladı. GAZEL Ser-sebz ü hurrem etti cihânı nesîm-i lutf İtâb-ı la’l-i nâbından gönül pür-pîç ü tâb olmaz Bilmem Bahâyî tohm-ı ümîdüm kaçan biter Bilir kim kân-ı âteşten çıkan hançerde âb olmaz Lütûf fidanı dünyayı yemyeşil etti ona can verdi. Bahâyî Ey sevgili senin saf lâl’e benzeyen dudaklarından çıkan acı senin ümit tohumun ne zaman yeşerecek? sözlerden gönül alınıp kırılmaz. Çünkü ateş madeninden çıkan hançerde su olmadığını bilir. GAZEL Dünyâyı harâb etti o mestâne bakışlar Yıkılmaz dil pey-ender-pey çekerken câm-ı âzârın Ol çeşm süzüşler o gazâlâne bakışlar Bu bezmün bâde-nûşı mest olur ammâ harâb olmaz O ceylan ve mestane bakışlar, o göz süzmeler dünyayı Senin azarlamalarla dolu kadehinden gönül yıkılmaz. Çünkü birbirine kattı, yerle bir etti. bu meclisin sarhoşları ne kadar İçerlerse içsinler kendilerini kaybetmezler. Tâkat mı kor âdemde yerinden o kopuşlar Ol rahş sürüşler o levendâne bakışlar Aceb mi küştegân-ı kûy-ı dilber bî-şümâr olsa O yerinden kalkıp yürüyüşler, o at sürüşler, o levent Şehîdân-ı bela-yı aşka mahşerde hisâb olmaz bakışlar, insanda takat mı bırakır? Sevgilinin evinin civarında hayatını kaybedenler sayılamayacak kadar çok olsada bunda şaşacak ne var? Âdemde tahammül mi kor ey gözleri âhû Çünkü aşk belâsına düşüp şehit olanlara mahşerde sorgu Düzdîde nigâh ile o yâbâne bakışlar sual yoktur. Ey ceylan gözlü güzel o kaçamak gözlerle yabancılara bakışın insanda sabır ve dayanma gücü bırakır mı? Sakınsın seng-diller pertev-i nûr-ı cemâlinden Ki zûr-ı tâb-ı hüsne dil değil dağlarda tâb olmaz Bîgâne nazar dostlara elde de var mı Senin güzelliğinin nurundan etrafa yayılan parıltıdan taş Hep sende midür yohsa bu bîgâne bakışlar kalüliler sakınmalıdır. Çünkü güzelliğinin ateşine gönüller Başkaları da doslarına hep böyle kayıtsızca mı bakar, yoksa değil dağlar bile dayanmaz bu umursamaz bakışlar yalnız sana mı mahsustur? 151 Bahâyî her ne emreylerse ol şâhenşeh-i hûbân İnsanın gönül ve idrak aynası tertemiz olmalıdır. ancak o Ser-i teslîm-ü hâk-iaczden gayri cevâb olmaz zaman güzellik o aynada tecelli eder, ortaya çıkar. Ey Bahâyî o güzeller sultanı ne emrederse baş eğmek gerekir. Bunu kabul etmekten başka yapacak bir şey yoktur. Etmeden semşîrine dahi nigâh-ı iltifat Sîne-i ehl-i mahabbet çâk çâk olmak gerek GAZEL Sevgilinin iltifatına mazhar olup onun kılıcıyla Bî-niyâz-ı tâc-ı devletdür ser-i abdâl-i aşk yaralanmadan çok önce âşık sinesini parça parça etmelidir. Fark-ı ehl-i derde besdür sâye-i ikbâl-i aşk Aşk ehlinin başı, maddî âlemin tacına muhtaç değildir. Dil-pesend-i rüzgâr olsun benüm kârum deyen Onun başına aşk derdiyle gelen saadetin gölgesi yeterlidir. Şâhrâh-ı semt-i teslîm içre hâk olmak gerek “Benim yaptığım her şey zamanın hükümlerine uysun hoş Nâlesün âşık niçin eyler hem-âheng-i niyâz karşılansın” diyen kimse Tanrı iradesine boyun eğip o yolda Arz-ı hâl-i zâra yetmez mi lisân-ı hâl-i aşk toprak olmalıdır. Âşık niçin feryâd eder, yalvarır, bir şeyler ister? Halbuki ağlayıp inleyenin durumunu anlatmaya ‘hâl dili yetmez mi? Defter-i şi’r olmağa mânend-i nahlistân-ı Tûr Ey Bahâyî söz bu resme derd-nâk olmak gerek Mahrem-i bezm-i visâl olsa yine pervâne-veş Ey Bahâyî şiir defterinin Tur dağındaki ağaç gibi mucize Vâkıf-ı âz-ı niyâz etmez zebânın lâl-i aşk dolu olmasını istiyorsan baştan başa derd ile dolu olması Aşk ile dilsiz hâle gelmiş insan vuslat meclisine girince tıpkı gerekir. pervâne gibi bildiği sırları dile getirmez. Bu sırları dilinden Cevrî bile saklar. GAZEL Lâne-i dilde aceb bilsem nice eyler karâr Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Âteş-i dil-sûzdan yanmaz mı perr ü bâl-i aşk Her gözi cellâd-ı bî-rahmın helâkidir gönül Acaba aşk (kuşu) gönül yuvasında nasıl karar kılar nasıl Râh-ı aşkın sâlik-i bî-vehm ü bâkidir gönül barınır? Gönlü yakıp kavuran ateşten onun kolu kanadı Gönül, her gözü merhametsiz cellâdın helâkine sebep olur. yanmaz mı? Gönül, aşk yolunun vehimsiz ve korkusuz sâlikidir. Hiçe satmışken metâ’-ı cânını oldun yine Âsuman-ı himmetin geh âfitâb-ı enveri Ey Bahâyî şerm-sâr-ı hıdmdet-i dellâl-ı aşk Geh zemin-i hayretin bir zerre hâkidir gönül Ey Bahâyî aşk tellalı can malını yok pahasına sattı. Ama Gönül bazen himmet göğünün aydın güneşi, bâzen hayret yinede sen bu yaptığı hizmetten ötürü ona borçlu yerinin bir zerre toprağıdır. durumdasın. Her sehî-kadd ü semenberler nola meyl etseler GAZEL Bâğ-ı aşkın cûybâr-ı sâf u pâkidir gönül Mübtelâ-yıaşk o resme derd-nâk olmak gerek Servi boylular ve yasemen göğüslüler gönül verseler nolur? Kim dem-i cân-bâhş-ı İsâ’dan helâk olmak gerek Gönül, aşk bahçesinin saf ve temiz deresidir. Aşka düşmüş kimse öylesine dertli olmalıdır ki İsa peygamberin can bahşeden nefesi bile ona şifa ulaştıramaz. Halvet-i zühdün gehî bir şeyh-ı dâmen-çidesi Bezm-i şevkın gâh mest-i câme-çakidir gönül Olmağa meclâ-yı envâr-ı tecellâ-yı cemâl Gönül, bâzan zühdün halvet köşesi, bâzan bir eteğini dermiş Levh-i dil âyîne-i idrâk pâk olmak gerek şeyh, bâzan da şevk meclisinin elbisesini yırtan sarhoştur. 152 Nâtüvân u bî-mecâl olsa nola Cevrî gibi Bir gözü bîmâr şûhun derd-nâkidir gönül Bir sencileyin hüsn ile yektâ güzel olmaz Gönül, Cevrî gibi güçsüz ve mecalsiz olsa nolur? Çünkü bir Bir bencileyin aşk ile mümtâz ele girmez gözü hasta şûh sevgilinin derdlisidir. Bir sencileyin güzellik içinde tek kalan güzel bulunmaz. Bir bencileyin aşk ile seçilmiş kimse ele girmez. GAZEL Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün Bir sencileyin gonçe-lebin vasfına kâdir Câm aldık ele gül gibi handânlığımız var Bir bencileyin nâdire-perdâz ele girmez Bülbül gibi şevk ile gazel-h'ânlığımız var Bir sencileyin gonçe dudaklının vasıflarını söylemeye gücü Elimize bardak aldık, gül gibi gülmekliğimiz var. Bülbül yeten, bir bencileyin eşine rastlanmayan söz söyleyen ele gibi, şevk ile gazel okuyuculuğumuz var. girmez. Âzâdeyiz endîşe-i esbâb-ı hevesden Bir sencileyin yok dil-i Cevrî ile hemdem Derviş'i mücerred gibi sultânlığımız var Bir bencileyin mahrem ü demsâz ele girmez Hevese ait şeylerin düşüncesinden kendimizi kurtarmışız. Bir sencileyin Cevrî'nin gönlü ile beraber olan yok! Bir Her şeyden el etek çekmiş derviş gibi sultanlığımız var. bencileyin mahrem ve uygun ele girmez. Arz etme bize bûy-ı ser-i zülf-i ümÎdİ GAZEL Ey bâd-ı heves şimdi perîşânlığımız var Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün Ey heves rüzgarı, bize ümid zülfünün ucunun kokusunu bile Hâl-i dili ol gamze-i fettân ile söyleş arz etme, bizim şimdi perişanlığımız var. Esrâr sözin nükte-şinâsân ile söyleş Gönlün hâlini o fitneci yan bakışla söyleş! Sırlar sözünü nükteyi bilenlerle söyleş! Meyhâne vü mescidde ibâdet eder olduk Sûfî bize ta'n etme Müselmânlığımız var Sufî bize ta'n etme, meyhane ve mescidde kulluk etmekteyiz, Oldunsa rumûz-ı nigeh-i şûhuna vâkıf bizim de müslümanlığımız var. Ma'nâsını tenhâ dil ü cân ile söyleş Onun şuh bakışının işâretini anladınsa, mânâsını tenhâca gönül ve cân ile söyleş. Tahsîl-i murâd-ı dil içün yok yere Cevrî Sarf etdiğimiz ömrü peşîmanlığımız var Ey Cevrî, gönlün muradını elde etmek için harcadığımız Keşf eyleme nâdâna sakın nükte-i çeşmin ömre pişmanlığımız var. Mestâne-i ney zümre-i rindân ile söyleş Gözünün nüktesini sakın câhillere açma! Neyin serhoşu rindler topluluğu ile söyleş! GAZEL Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün Bir sencileyin mest-i mey-i nâz ele girmez Âdâbı gözet dilberi gördükde hamûş ol Bir bencileyin âşık-ı serbâz ele girmez Ne âh ile ne çâk-i girîbân ile söyleş Bir sencileyin, nâz şarabının serhoşu ele girmez. Bir Yolu yordamı gözet, dilberi görünce sus! Ne âh ile ne de bencileyin, başıyla oynayan âşık ele girmez. yaka yırtma ile söyleş! Bir sencileyin fitne-i mestûr bulunmaz Kem-mâyelere bahş-ı me'ânîde söz açma Bir bencileyin âyÎne-i râz ele girmez Cevrî gibi üstâd-ı sühandan ile söyleş Bir sencileyin örtülü fitne bulunmaz. Bir bencileyin sır Mayasızlara, asâleti olmayanlara, mânâları behşetmekten aynası ele gelmez. söz açma! Cevrî gibi söz bilen üstâdla söyleş! 153 (Gözü ne âşıklara bakar, ne başkalarına bakar, nâz eder! Yan bakışı öldürür: ne dost ne yabancı bilir !) GAZEL Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Lebleri güftâra gelse hem-zebâni nâz olur Yakdı yandırdı mahabbet beni bir âteş ile Bildürür lutf-ı kelâmın tercemânı nâz olur Ki tef ü tâbım ne şem’ u ne pervâne bilür Dudakları söze gelse, onunla nâz aynı dili konuşur. Sözünün (Mahabbet beni bir ateş ile yaktı yandırdı. lutfunu bildirir, tercümanı nâz olur. Benim ateşimi ve hararetimi ne mum, ne pervane bilir!) Gamzesi bir şîveye bin minnet isterken yine Komasa genc-i gamı gayr-i mahalde nola aşk Zümre-i ehl-i niyâza imtinânı nâz olur Dil-i Cevrî gibi bir hâne-i vîrâne bilür Yan bakışı bir cilveye bin minnet isterken yine yalvarmayı (Aşk, gam hazinesini başka yerde koymasa nolur? bilenlerin topluluğuna minneti nâz olur. Cevrî’nin gönlü gibi bir viran hâne bilir.) Çeşmine bâb-ı kitâb-ı işveden kılsan süâl GAZEL Başlasa takrîre hep şerh u beyânı nâz olur Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Gözüne işve kitabının bölümünden sorsan, o da anlatmaya Mest eder hüşyârı aşkın dâstânı böyledür başlasa açıklaması ve ifadesi hep nâz olur. Âşıkın keyfiyet-i râz-ı nihanı böyledür (Aklı başında olanı serhoş eder, aşkın hikâyesi böyledir. Âşıkın gizli sırrının niceliği böyledir.) Fitne-engîz olmağa etdikçe tedbîr ol nigâh Mahrem-i halvet-geh-i râz-ı nihânı nâz olur O bakış fitne gizleyici olmaya çare aradıkça, gizli sırrının Dâğ-ı ümmîd-i temennâdan tehîdür sînesi gizli köşesini bilen yine nâz olur. Merd-i sâhib-himmet-i fakrun nişânı böyledür (İhtiyaçsızlık gibi himmet sahibi adamın sînesi. Dilek ümîdi ile yaralanmaktan boş olma gibi nişânı olur.) Nâzdan hâlî değil bir lahza Cevrî çeşm-i yâr Mest ü pür-h'ab olsa lâbüd pâsbânı nâz olur Ey Cevrî sevgilinin gözü, bir lahza nâzdan uzak değil, Zehre şeker hâre gül cevre vefâ ol dâyimâ serhoş ve uyku dolu olsa mutlaka bekçisi nâz olur. Âlem-i fânide resm-i zindegânî böyledür (Dâima zehre şeker, dikene gül, eziyete vefâ eyle! Fâni dünyâda yaşamanın yolu böyledir.) GAZEL Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün Ne ele sâğar alur çeşmi ne meyhâne bilür Telh olur âhır humârından dimâğ-ı cân u dil Sorsan ammâ yine âlem anı mestâne bilür Lezzet-i sahbâ-yı zevk-ı dehr-i fâni böyledür (Gözü ne ele bardak alır ne de meyhane bilir! (Can ile gönülün dimâğı, sonunda onun mahmurluğundan Sorsan ama yine âlem onu serhoşça bilir.) acı duyar. Fânî zamanın zevkının surâhisinin tadı böyledir.) Gamzesiyle o perînin nice söyleşmek olur Nükte-i eş’âr-ı Cevrî aklı deng ü lâl ider Dil-i dem-beste ne efsûn u ne efsâne bilür Âşinâ-yı râz-ı irfânın lisânı böyledür (O peri gibi güzel sevgilinin yan bakışıyla nasıl söyleşmek (Cevrî’nin şiirlerinin nüktesi aklı hayrete ve suskunluğa olur? Nefesi kesilmiş gönül, ne büyü bilir ne de efsâne götürür. İrfânın sırrını bilenlerin dili böyledir.) bilir?) GAZEL Nâz eder çeşmi ne uşşâka ne ağyâra bakar Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün Öldürür gamzesi ne yâr u ne bîgâne bilür Çarha baş eğmek ise rütbe-i ulyâya sebeb. 154 Ya nedir secde-i mihrâb- ı temennâya sebeb (Belâ okuna sînesini gören, canı mesâbesinde olan (Yüksek rütbeye sebeb feleğe baş eğmek ise, sevgilisini sakınır. dilek mihrâbına secde etmenin sebebi nedir?) Mahabbetin başı ile oynayan kişi, sipere rağbet etmez.) Olmasa devr-i felek vâsıta-ı lutf-ı kazâ Dil cânı değil dilberi de aşka değişdi Her deni bulmaz idi devlet-i dünyayâ sebeb Cevrî gibi olsa nola mümtâz-ı mahabbet (Kazânın lutfuna vâsıta, feleğin devretmesi olmasa, (Gönül, can değil, gönlü kapan sevgiliyi de aşk ile değişti. Her alçak dünyâ devletine sebep bulmaz.) Cevrî gibi, mahabbetin seçkini olsa nolur?) Ehline çünki olur bâ’is-i noksân-ı ma’âş GAZEL Ya nedir kesb-i kemâl itmede gavgâya sebeb Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün (Ehline, geçimini sağlamasının azlığna sebep olacaksa, Gamzesi kan dökmede müjgâna çekmez ihtiyâc olgunluk kazanmak için gavgaya sebep nedir?) Öyle hûnî hançer-i bürrâna çekmez ihtiyâc (Onun yan bakışı kan dökmekte kirpiklere ihtiyaç duymaz! Öyle kan dökücü, keskin hançere ihtiyaç duymaz!) Ehl-i dil sanma zarûretden olur müstağnî İstese bulmaya mı pâye-i a’laya sebeb (Gönül ehli sıkıntıdan müstağni olur sanma! Çeşm-i şûhı meclis-ârâ-yi nezaket olmağa İstese yüksek pâye için sebeb bulamaz mı?) Güft u gûy-ı gamze-i fettâna çekmez ihtiyâc (Şuh gözü, nezâket meclisini süsleyici olmağa, Fitneci yan bakışının dedikodusuna ihtiyaç çekmez.) Alınur gerçi bu bâzârda kâlâ-yı murâd Olur ammâ yine Cevrî ana sermâye sebeb (Gerçi bu pazarda arzu kumaşı alınır. Gamzesi nûş etse çeşmi ana rağmen kan içer Ey Cevrî, ama yine de ona sermaye sebep olur!) Bir birine ol iki mestâne çekmez ihtiyâc (Yan bakışı içse, gözü ona rağmen kan içer. Birbirine o iki serhoş ihtiyaç çekmez.) GAZEL Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün Bir sînede mestûr olamaz râz-ı mahabbet Şöyle virmiş nakd-ı cân u dil gınâ ol şûha kim Her perdede bir nağme eder sâz-ı mahabbet Sîm-i eşk-i âşık-ı giryâna çekmez ihtiyâc (Mahabbet sırrı, bir sînede örtülü olamaz. (O şûha, can ile gönül yöle gınâ vermiş ki, Mahabbet sazı, her perdede bir nağme söyler.) Ağlayan âşıkın gözyaşının gümüşüne ihtiyâç çekmez.) Uşşâkın olur gamze-i pür-işve gamından Eşk-i dîde hûn-ı dil Cevrîye sermâye yeter Her zemzeme-i nâlesi şehnâz-ı mahabbet Dürr-i deryâya akîk-ı kâna çakmez ihtiyâc (İşve dolu yan bakışın gamından âşıkların her iniltisinin sesi (Cevrî’ye sermâye olarak gözyaşı ile gönül kanı yeter. Mahabbetin şehnâz makamında olur.) Denizin incisine, ocağın akîk taşına ihtiyâç çekmez.) Berk olsa eğer şu’lesi şemşîr-i cefânın Vecdî Olmaz yine âşık siper-endâz-ı mahabbet GAZEL (Cefâ kılıcının parıltısı şimşek bile olsa, Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün Âşık yine mahabbetin siper araştırmada olmaz.) Lûtf-ı felek ki ellere âbı şarâb eder Dil-teşne-i mahabbete bahri serâb eder Cânın sakınur sîne geren tîr-i belâya (Feleğin lütfu, başkalarına suyu şarap eder de, muhabbete İtmez sipere rağbeti serbâz-ı mahabbet su sarmış gönüllere, denizi bir serap haline getirir.) 155 (Ne sevgilinin bakışıyla yaralı, ne de onun misk kokulu Gamdan eğerçi herkes alır hisse lîk çerh zülfünün eseriyim. Onun için, aşk ordusu içinde benim bir Hep bana cân-güdâz olanı intihâb eder yerim yoktur. . (Herkes gamdan hissesine düşeni alır, ama felek bana gamın can alıcı olanını seçer) Yanıp hicrân ile şem-i gam oldum valsı yâd etmem Metâ-ı şeb-pesendim subha lâyık gevherim yoktur Ger âh edersem âhımı gerdûn-ı şîve-kâr (Aşk ateşiyle yanıp, gam gecesinin mumu gib oldum. Ser-matla’-ı sitâreme ayrı hicâb eder Sevgiliye kavuşmak aklımdan bile geçmez. Çünkü sabaha (Halimden şikâyetle âh edersem, kahpe felek, tam doğmak lâyık bir malım, mücevherim yoktur.) üzere olan yıldızıma, âhımı perde eder.) Nice feryâd edip çâk-i giribân etmeyen ben kim Sad-âferîn sehâ-yı galat- bahş-ı dehre kim Yanımda sâkî-i gül-ruh elimde sâgarım yokdur. Ağyâra lûtfu cevri bana bî-hesâb eder (Nasıl feryat etmeyeyim, yaramı yırtmamayım. Benim gül (Şu, hep yanlış işler yapan feleğe yüzlerce aferin. O, yüzlü bir şarap sunucum ve elimde şarap kadehim yoktur.) başkalarına hesapsız iyilik, bana da hesapsız zulüm eder.) Sitanbûl’a o denlü ârzu var dilde ey Vecdî Vecdî tahammül eyle sipihrin cefâsına Uçardım bulsam ammâ neyleyim bâl ü perim yokdur. Bir gün olur ki eylediğinden hicâb eder (Ey Vecdi, gönlümde İstanbul’a o derece büyük bir hasret (Ey Vecdi, feleğin cefasına dayanmaya çalış. Ola ki bir gün varki, eğer kanatlarım olsaydı uçar giderdim.) bu ettiklerinden utanır.) GAZEL GAZEL Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün Dil-i çeşm-âşinâ sâmân ile bîgâne olmaz mı Şebistân-ı gamım bezmimde şem’-i enverim yoktur Hemîşe mest ile ülfet eden mestâne olmaz mı Fenâ dünyada ya’ni bir müsellem dilberim yoktur (Gönül ile aşinalığı olan, dünya varlığına yabancı olmaz (Gecem gamla dolu, odamı aydınlatacak bir mum yoktur. Şu mı? Hep sarhoşla düşüp kalkan, sonunda kendisi de sarhoş fâni dünyada sâdık bir sevgilim yoktur.) olmaz mı? Serinde herkesin bir gonca-i sîrâbı var şimdi Hevâ hoş her taraf gülzâr u bülbül-zâr ü gül handân Benim bâğ-ı cihân içinde bir berg-i terim yoktur Bu esbâb-ı cünûnu seyr eden dîvâne olmaz mı (Herkesin başında yeni açmış bir goncası var ama, benim şu (Hava güzel her yer gül bahçesi gibi… Bülbüller ötüyor, koskoca dünya bahçelerinde bir tek gülüm yoktur.) güller açılmış. Bütün bu çıldırtıcı güzellikleri gören insan, divane olmaz mı? Ne pür-zahm-ı nigâh ü ne esîr-i zülf-i müşgînim Anınçün saff-ı ser-bâzân-ı aşk içre yerim yoktur Kenâr-ı âb ü sâki taze vü mey köhne dil pür-şevk (Aşk iksiri, gönlümü som altın gibi tertemiz etti. Ama, onu Bu bezme tevbeler nukl u vera-ı peymâne olmaz mı eline alacak değer verecek gümüş bedenli bir sevgilim (Şarap orda, güzeller orada, bütün dostlar hep orada yoktur.) toplanmış. İnsan nasıl olurda cenneti terk edip bu meyhanenin müdavimi olamaz.) Zer-i hâlis ayâr etti dili iksîr-i aşk ammâ Ele alır anı bir dilber-i sîmînberim yoktur Mey anda dilber anda cümle yârân-ı safâ anda Geçip cennetden âdem sâkin-i meyhâne olmaz mı 156 (Su kenarı körpe saki yıllanmış şarap ve neşeli gönül insan böyle bir meclise bu meclisin içkisine nasıl tövbe edilir.) Vecdîye nasîb itmez isen derd-i visâlin Her dem anı âzürde-i hâr eyleme yâ Râb Sebû zânûda sâgar elde yâr âgûş-ı vuslatda (Eğer vuslatının derdini Vecdi’ye nasip etmeyeceksen, onu Bu tarz-ı hâs ile meclis acep rindâne olmaz mı boşuna incitme, gönlümü kırma ya Rab!) (Şarap testisi dizimizde, kadeh elimizde, sevgili vuslat kucağında. Böyle ender bulunan bir mecliste insan nasıl GAZEL kendinden geçmez.) Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün La’lin tebessüm ile pür-âb u tâb göster Açılmış gül gibi pehlû ruh âteş-bâr olup meyden Yâkût-ı sürh içinde dürr-i hoş-âb göster Gönül hem bülbül-i şûrîde hem pervâne olmaz mı (Tebessümler ederek, dudağını daha güzel, daha parlak (İçtiği şarabın tesiriyle yanakları gül gibi açılmış ve ateş göster. Yakut sürahi içinde parlayan inciler göster.) gibi kızarmış. İnsan, sevgiliyi bu halde görürde nasıl hem bülbül hem pervane olmaz.) Aks-i ruhunla eyle âyîne-i münevver Âğûş-ı mihr-i rahşân bir âfitâb göster Bu mahsûd-ı tıbâyi sözleri kande bulursun sen (Yanağının ateşiyle dünyayı aydınlat. Parlayan ayın Küdûret vermesin Vecdî dil-i yârâne olmaz mı kucağında bir güneş göster.) (Ey Vecdi, bu herkes tarafından kıskanılan güzel sözleri nereden buluyorsun? Dostlarını üzme, güzel sözlere ara İtme lebün küşâde ehl-i niyâza ammâ ver.) Her bir sü’âle gamzen hâzır cevab göster (Sana yalvaranlara karşı ağzını açmasan da olur: ama hiç olmazsa gamzen ile, onların sorularına bir cevap ver.) GAZEL Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün Bir lahza beni bî-gamı yâr eyleme yâ Rab Âb-ı hayât-ı vaslın h’âb içre câna arz it Bî-şevk-ı mahabbet dil-i târ eyleme yâ Rab Dil-teşne-i ümîde bârî serâb göster (Ya Râb beni bir an bile sevgilinin gamından ayırma (Ey sevgili seni sevenler vuslatını, hiç olmazsa uykuda muhabbet ateşinden ayırıpda gönlümü karartma sıkıntıya göster: gönlü bu ümitle yananlara bir serab göster.) düşürme ya Rab) Mey iç ki rûy-ı âlin olsun yine cûy-efşân Bu sînemi kim mahzen-i derd-i dil ü cândır Âb içre âteşi gör âteşde âb göster. Dünyâ gamına cây-ı karâr eyleme yâ Rab (Şarap içki kıpkırmızı yanağın ırmaklar gibi olsun böylece (Bu sinem ki can ve gönül derdinin mahzenidir: onu dünya ateş içinde suyu su içinde ateşi göster.) gamının karar kıldığı bir eyleme ya Rab. !) Küstâh-çeşme itme rûy- dili nümâyân Nevreste gül-i âl gibi eyle şüküfte Âyîne-i ruhunda reng-i hicâb göster Dâğ-ı dilimi köhne bahâr eyleme yâ Râb (Gönlündekileri açıklama, gözler önüne serme. Onları (Gönlümün yarısını yeni açmış bir gül eyle. Onu zamanı yanağının aynasında biraz örülü göster.) geçmiş bir çiçek eyleme ya Rab!) Sermest ü dil-şikeste düş pây-ı çeşm-i meste Hâlet-dih-iaşk olmıyacak cür’ası kalbe Mi’mâr-ı lutfa kendin hâne-harâb göster Rıtl-ı mey-i zevkı dile bâr eyleme ya Rab (Başı dönmüş ve gönlü kırılmış olarak, sarhoşun gözü önüne (Eğer bir yudumu, aşkın zevkini vermeyecekse, şarap düş. Lütuf sahibine kendini biraz yıkılmış, perişan olmuş kadehinin zevkini, gönlümüze boşuna yük eyleme ya Rab!) göster.) 157 O, goncaya benzeyen sevgili, seni hep böyle ağlatsa ne Sundukça câm-ı zevk ol mest-i nâza sâkî çıkar? Senin bütün günahın bu gül mevsiminde şarap Sad-çeşm-i mübtelâyı anda habâb göster. içmekten vazgeçmendir. (Ey saki o naz sarhoşuna zevk kadehini sunarken, o gözlere vurgun yüzlerce aşığı bir su kabarcığı göster.) GAZEL Mefâ’ilün Fe’ilâtün Mefâ’ilün Fe’ilün Var mı cevâb söyler bu nev-zemîne Vecdî Düşüp ayağına gönlüm ki’mest olup kalmış Şi’rinde ehl-i nazma tâze hitâb göster Piyâledir ki bezmde şikest olup kalmış (Ey Vecdi, bu yeni ve güzel sözlerine cevap verecek birisi Gönlüm, kendinden geçip senin ayağına düşmüş. O bir var mı? Sen, şiirden anlayanlara şiir nasıl yazılırmış onu billûr kadehdir ki, içki meclisinde kırılır kalmış. göster.) Nişân-ı sümm-i semendi değil meh-ı nevdir GAZEL Ki pay-bûs ümîdiyle pest olup kalmış Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün Gönlüm, çevik bir atın nalı değil, yeni doğmuş bir aydır ki Gönül sûzân iden cism-i nizârın tâze dağındır belki ayağını öperim ümidiye böyle yere inmiş, toprağa Seni pervâne-i aşk eyleyen kendi çerâğındır. düşmüştür. Senin gönlünü yakan, bu zayıf bedeninle bu taze yaralarındır. Seni aşk pervanesi eyleyen kendi gönlünün Olırdı zühd ile ma’mur dil dahı ammâ ateşidir. Harâb-ı neşve-i câm Elest olup kalmış Gönül, belki ibadetle mamur olurdu ama, o, Elest Bezmi’nin kadehi ile kendinden geçip, harab olmayı tercih etmiştir. Elin öpmekle sâkî ehl-i meclis ser-firâz olsun Beni üftâde-i hâk-i niyâz iden ayağındır. Ey sâkî. Meclisde senin elini öpenlerin itibarı artsın. Beni Hayâl-i rûyı ile zülfi içre dil gûyâ sana yalvartan, ayağının toprağına kurban olur hale getiren Diyâr-ı Hindde âteş-perest olup kalmış senin ayağındır. (Ayak kelimesi tevriyeli olarak Gönül zülfünün ortasında duran yüzünün hayali ile, sanki kullanılmıştır. Hem sâkinin ayağı hem de kadeh Hind diyarında bir ateş-perest olup kalmış. (Hind ile saçın mânâsındadır.) siyahlığı, ateş ile sevgilinin yüzünün kırmızılığı kastediliyor.) Hayâl-i rûy-ı âlinle nola her dem bâhar olsa Derûn-ı dağ dağ-ı sîne ey gül-gonçe bağındır. Ne nûş- bâdeye kâdir ne gitmeğe Senin al yanağının hayaliyle her an bahar olsa ne çıkar? Vecdî Hücûm-ı keyf ile sağar be-dest olup kalmış Gönlümüzün yarası da o bahar bahçelerinin gonca gülleri Vecdî’nin ne gitmeğe, ne de bâde içmeye takati var. O, olur. elinde kadeh, öyle zevk içinde kalakalmış. Değildir gird-bâd-ı hasret ey dil deşt-i hayretde GAZEL Senin sergeşte peyk-i âh-ı güm-kerde sürâğındır Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün Ey gönül, senin o âh haberlerini getiren rüzgar hayret Mestâne dili meclis-i rindâna getürdüm çöllerinde hasret kasırgası değildir; o, senin adı sanı Bir bülbül-i şûride gülistâna getürdüm kaybolmuş izlerindir. O sarhoş gönlü, rindlerin meclisine getirdim. Böylece perişan bir bülbülü, gül bahçesine getirmiş oldum. N’ola bülbül gibgi zâr itse ol gonçe seni Efsûn ile şimşîrin alup gamze-i mestin Günâhın fasl-ı gülde nûş-ı sahbâdan ferâğındır Hıfz etmek içün sîne-i uryâna getürdüm 158 Sarhoş gözlerinin kılıcını büyü yaparak elinden alıp, saklamak maksadıyla gönlümün içine koydum. Dem-i gülgeştdür kûşe-nişînânı ayaklandur Meded imdâd-ı reftâr ile sâkî bir ayağ olsun Bî-minnet Hızr u güzer vâdî-i zulmet Gül mevsimidir, güle benzeyen sevgilinin gezip dolaşma Ser-çeşme-i hayvânı leb-i cânâna getürdüm. zamanıdır. Ey sâkî, köşesinde oturanları ayaklandır: belki o Zulmet vâdisinde gezen Hızır’a minnet etmemek için âb-ı salınan etekler sayesinde elimize bir kadeh geçer. hayatı sevgilinin dudaklarına getirdim. (Vâdi Zulmet ile âb-ı hayât arasında münasebet vardır. Âb-ı hayatın bu vadide Şeb-i işretde yaksun şem’-i zevkı şu’le-i sâğar olduğuna inanılır. Hızır aleyhisselâm bu suyu bulup içmiştir Elimde câm-ı dâğ-ı cân eyyâm-ı ferâğ olsun kıyamete kadar bitmeyecektir. Sevgilinin dudağı, aşığa can İçki ve sohbet gecesinde kadehin parıltısı bir zevk mumu verdiği için Âb-ı hayattır.) gibi yansın, elimdeki can yarasının kadehi, saadet günlerinin habercisi olsun. Erbâb-ı safâyile idüp, işrete âğâz Dest-i emeli çâk-ı girîbâna getürdüm Nola Bâkî vü Nef’î gitdiğin yâd itmese yârân Dostlarla içki ve eğlenceye başlamak için yakamı bağrımı Zarûret mi çekerler tâze şi’r-i Vecdî sağ olsun yırttım: kendimi o eğlenceye hazırladım. Dostla, Bâkî ve Nef’î-yi yâdetmeseler, onları hatırlamasalar ne olur? Bir yokluk mu çekerler? Böyle güzel şiirler söyleyen Vecdî sağ olsun. Bir dürr-i girân-mâye gazel bahr-ı beyândan Hâk-i kadem-i kadr-şinâsânâ getürdüm Söz deryasından paha biçilmez inciler bulup bunu gazel GAZEL yaptım ve onu kıymet bilenlerin ayağının tozu olsun diye Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün getirdim. Tekmîl-i cünûn itmeğe hâmûn ele girse Âvâreliğe vâdî-i Mecnûn ele girsE İtlâf-ı güher eylemedüm nazm ile Vecdî Divaneliği tamamlamak için o büyük sahralar ele geçse: Bir kândan alup gevheri bir kâna getürdüm başıboş dolaşabilmek için Mecnûn’un yaşadığı vadiler ele Ey Vecdî, bu incileri-nazm ederek- boşuna harcamış geçse. değilim. Ben onları bir madenden alıp bir başka madene Çâk-i dil-i Mecnûna ilâc itmek olurdu getirdim. Bir kere girîbân-ı Felâtûn ele girse GAZEL Eğer Eflâtun’un yakası bir defa ele geçse idi, o, yaralı Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün Mecnûn’a ilaç etmek mümkün olurdu. arz-ı cemâl it lâle-veş aşkınla dağ olsun Zamân-ı devlet-i hüsnünde ol dahı çerâğ olsun Ser-tâ-be-kadem hâr gibi pençe olurdum Güle güzelliğini göster: lale gibi aşkınla yansın, yaralansın Çâk eylemeğe dâmen-i gerdûn ele girse güzelliğinin bu saltanatlı döneminde o da bir çerağ olsun. O feleğin yakası bir elime geçseydi, onu baştan ayağa (Lâle kendi kırmızı ortası siyah olduğu için gönül yarasına yırtmak için pençe olurdum. benzetilir.) El vırmedi çün subha be-dest olmağa tâli’ Görüp aks-ı müjem encümine rûy-ı tâb-dârında Bârî bir ayağ-ı mey-i gülgûn ele girse O hâr-ı ter gül-i ruhsarına dîvâr-ı bâğ olsun Talih, aydınlığa çıkmamız için elimizden tutmadı. Ama hiç Islanmış kirpiklerim, o parlak yüzünde yıldızlar gibi aksetsin olmazsa bir gül renkli şarap kadehi vermeliydi. o, ıslak dikenler, gül yanağının çevresinde bir bahçe duvarı Mestâne iken zülf-i girih-gîre sarılsam olsun. 159 Ser-rişte-i zevk-ı dil-i mahzûn ele girse. Ne zîr-i hırkadandur heft-tâs-ı nîlgûn peydâ Sarhoş iken, sevgilinin düğüm düğüm zülfüne dolaşsam; Ey! Nâ'ilî. bu panayırında hikmet. bu yedi mavi renkli gök böylece o mahzun gönlümün bağlı olduğu ipin ucunu kubbesinin hangi hırkanın altından çıktığını bilmektir! yakalasam. GAZEL El çekdi o şûh eşkimi silmekden usandı Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün Kan ağlamağa dîde-i pür-hun ele girse. Bîgâne-i mahabbetün olmaz gam-âşinâ O sevgili benden el çekti, gözyaşlarımı silmekten usandı. Ey dâğ-ı derdün eylemeyen merhem âşinâ Ama hiç olmazsa, kan ağlamak için, o kanlı yaş dolu Ey derdinin yarasını merheme âşinâ etmeyen(tanıtmayan). gözlerim ele geçse… Açtığı yaraya merhem sürmeyen sevgili! Aşkının yabancısı olan. Gamı tanımaz! Hûbân-ı Sıtânbula yetişmez yine Vecdî (Ey derdinin yarasını merheme aşina etmeyen. açtığı yaraya Bezl itmeğe sermâye-i Kârûn ele girse. merhem sürmeyen sevgili! Gama aşina olan. Gam çekmesini İstanbul’un güzellerine harcamak üzere Karun’un hazineleri bilen. Aşkının yabancısı olmaz!) bizim olsa, ey Vecdî, yine de yetmez, kâfi gelmez. Rûyun ki Ka'be-i dil ü cândur olur mi hîç Nâilî-i Kadîm Leb-teşnne-i zülâl-igamun zemzem-âşinâ GAZEL Senin yüzün gönüllerin ve canların Ka'besidir. Hiç senin Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün gamının temiz berrak suyuna dudağı susamış olan Zemzem Yem-i âteş-hurûş-ı dilde oldukça sükûn peydâ ister Eder her dâğ-ı hasret tende bir girdâb-ı hûn peydâ Gönlün ateşler çoşturan denizi duruldukça. Her hasret Sûr-ı safâ-yı vuslata olmaz firîfte yarası. Bedende bir kan girdâbı meydana getirir. Halvet-güzîn-i hecrûn olan mâtem-âşinâ Ayrılığınla yalnız kalıp oturan. kedere alışkın kimse. kederle âşinâ olan kişi, kavuşma eğlencesinin neş'esine aldanmaz! Bu âlem pây-tâ-şer kûh kûh-ı mihnet ü gamdur Eder her tîşekâr-ı ârzû bir Bîsütûn peydâ Bu dünya baştan başa dert ve gam dağlarıyla doludur. Bîgânedir nigâhı gibi lutfı da dile Üstelik her arzu kazmacısı(Ferhad). Yeni bir Bîsütûn dağı Olmış o şûh ile tutalım âlem âşinâ meydana getirir. O şuh sevgili ile bütün dünyanın tanıdık. dost olduğunu tutalım, bakışı gibi lutfu da gönüle yabancıdır! Girân etsin ko diller târ târ-ı zülfün olsun tek Ruhun bâğında nice müşk-i bîd-i ser-nigûn peydâ Ermez mi Nâ'ilî dem-i subh-ı hidâyete Bırak gönüller. iplik iplik saçlarına ağırlaştırsın! Öyle ki. Olmaz mı gonce-zâr-ı emel şebnem-âşinâ yanağının baçesinde başaşağı dönmüş birçok salkımsöğüt Nâ'ilî, hak yolunun sabahının o anına ermeyecek mi? Onun ortaya çıksın! arzu goncalarının bahçesi hiç şebnem(çiğ) tanımayacak mı? Leb-i şûh-ı nigâh-ı çeşmün oldukça terennüm-sâz GAZEL Eder her cünbiş-i müjgânı bir nakş-ı füsûn peydâ Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Gözünün bakışının şuh dudağı. şarkı söylemeğe başladıkça. Şâdi-i vuslat niçün tahmîl-i nâz eyler bana kirpiklerinin her hareketi sihirli bir nakış(sihirli bir Rind-i şâdî-düşmenim ben gam niyâz eyler bana beste)meydana getirir Kavuşma neş'esi. neden bana naz yükünü yükler? Ben neş'enin düşmanı bir rindim ! Gam. bana yalvarıyor! Bu lu’bet-gâhda ey Nâ'ilî bilmekdedür hikmet 160 Nâ-ümîd ol haste-i cân-der gülûyum kim kazâ Bu deli, divane gönülle bu hevesli havyi baht kavuşmayı Baht-ı bîmân tabî-i çâre-sâz eyler sana isteyerek senin ayrılığını incetmeme sebep olacaktır diye Canı boğazında. öyle umutsuz bir hastayım ki. Kazâ-yı ilâhî, korkuyorum. hasta bahtı bana. Derdime çâre olsun diye, tabib(hekim) tâyin etmiş! Eger olmazsa perîşânî-i zülfün rûzî Haşre-dek bâr-ı girândır biravuç hâk bana Bir dil-i bî-tâb ile bin gamzeye âmâdeyim Eğer saçının dağınıklığını görmek bana kısmet olursa bu bir Ey diyen hükm-i kazâdan ihtirâz eyler bana avuç toprak bana. kıyamete kadar ağır bir yük olur! Ey bana kazâyı ilahinin hükmünden kaçıyorsun diyen sevgili, ben zayıf takatsız bir gönülle binlerce yan bakışına Kızarup bâdeden ol çeşm-i siyeh Nâ'ilîyâ hazırım! Görünür câme-i surh ile gazab-nâk bana Ey Nâ'ilî ! O kara göz içkiden kızarınca bana kırmızı elbiseleriyle ökelenmiş(öfke dolu, öfke içinde) görünür! Baht-ı pür-âzârun eylerse telâfîsin yine İltifât-ı gamze-i hâtır-nevâz eyler bana Benim incitme dolu bahtımım kaybının yerini, yine sevgilinin GAZEL gönül okşayıcı bakışının güler yüz göstermesi doldurur. Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Sen verürsin âriyet bu cân-ı mâhzûnı bana Eylemem mazmûnına Cibrîli mahrem Nâ'ilî Senden ayrılmak hemân ölmekdir ey hûnî Gamzeler kim fitneden ifşâ-yı râz eyler bana Ey katil sevgili! Bu hüzünlü canı sen bana ödünç vermişsin! Ey Nâ'ilî. Gamzelerin(yan bakışların) karışıklık sebebiyle Senden ayrılmak benim için hemen ölmek demektir. bana açtıkları sırrın mânâsına. Cebraili bile ortak etmem! Gösterür sergeşte-hâl-i vâdî-i hayret henüz GAZEL Girdibâd-ı deşt ü sahrâ rûh-ı Mecnûnı bana Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün Sahranın ve çölün hortumları şimdi bana Mecnun'un ruhunu Edeli zevk-i tahayyür gamı tiryâk bana hayret vadisinde başı dönmüş bir hâlde dolaşırken gösterir. Oldı vâ-suhtegî mâye-i idrâk bana Hayretten duyduğum zevk bana gamı panzehir yapalı. her Ben özümden bî-haber mecnûn iken verdi hırâş yeni yanış bana idrak mayası oldu. (Hayretten duyduğum Akl edüp şâgird-i nâ-kâbil Felâtûnı bana zevk bana gamı panzehir yapalı idrakın mayası beni yeniden Ben kendimden habersiz bir bir deli iken akıl Eflatun'u bana yaktı!) kabiliyetsiz bir öğrenci olarak vermekle beni incitti. Zahmete soktu! Dâmen-âlüdeliğim aşka ederim ta'lîk Verse âlâyişe ruhsat nazar-ı pâk bana İ'tibâr etme revâc-ı kâr içün Bercîş-i carh Temiz bakış(müşidin mürşid üzerine bakışı) eğer gösterişe Çeşmüne derse sen öğretdün bu efsûnı bana izin verseydi eteğimin bulaşıklığını aşka bağlardım! Eğer gök kubbesinin Müşteri yıldızı gözüne "bu efsunu bana sen öğrettin" derse inanma: kârını artırmak kazancını Etdürür servet-i sermâye-i gayret bilürin çoğaltmak kendini meşhur etmek öğünmek için böyle Telef-i nakd-ı niyâz etmede imsâk bana söylüyor! Bilirim namusluluk sermayesinin serveti(kazancı)bana yalvarıp yakarma parasını bol bol harcamama engel olur! Nâ'ilî dâğım bu hasretden ki âhım gösterür Reng-i hâkisterde pâ-ber-câ bu gerdûnı bana Havfım oldur sebeb-i renciş-i hicrânun olur Ey Nâ'ilî bu hasretten öyle yaralıyım ki. ahım bu gök Dil-i şûrîde ile baht-ı heves-nâk bana kubbeyi bana ayağı yerde kül renginde gösterir. 161 GAZEL GAZEL Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün Ey tâb-ı hüsnün âfet-i nîrûy-ı âfitâb Semt-i hırmâne düşer teşne-leb-i cûy-ı taleb Haclet-pezîr -i reng-i ruhun ruy-ı âfitâb Tîh-i hayretde kalur germ-rev-i sûy-ı taleb Ey güzelliğinin parlaklığı güneşin ışığının gücünü kıran Arzu ırmağına susamış olan ayrılık semtine düşer. Arzu sevgili senin yanağının rengi utançtan güneşin yüzünü yönüne doğru acele giden hayret çölünde kalır. kızartır. Sen hemân aşkda ol Kûhkene hem-vâdi Feyz-âşinây-ı dâğ-ı dil olmak muhâldir Tîşesüz kârın eder kuvvet-i bâzû-yı taleb Reng-i şikeste-i gül-i hod-rûy-ı âfitâb Sen yeter ki Ferhada meslekdaş ol. Arzu bazusunun gücü Güneşin kendi kendine yetişmiş yaban gülünün soluk rengi izini kazmasız görür. gönül yarasından feyz alamaz, yararlanamaz: buna imkan N’eylesün bü’l-heves-i aşk olunca derkâr yoktur. Nigeh-i çeşm-i emel gûşe-i ebrû-yı taleb Mânend-i zerre mahv-ı vücûd eyler uğrayan Arzu gözünün bakışı ile istek kaşının köşesi birleşince aşk Ol mâhun oldı kuyı meğer gûy-ı âfitâb heveslisi ne yapsın artık. O ay yüzlü sevgilinin bulunduğu yer sanki ateşten bir güneş topuna döndü. Buraya uğrayan zerre gibi varlığını Vâdî-i aşkda girmez mi dahi dest-i dile kaybeder. Gûşe-i dâmen-i nev-şâhid-i dilcûy-ı taleb Arzunun gönüller arayıcı taze dilberinin eteğinin köşesi aşk vadisinde hâlâ gönlün eline geçmeyecek mi? Sahrâ-neverd-i âlem olaldan o hâl-veş Bir nâfe hâsıl etmedi âhûy-ı âfitâb Güneş âhusu dünyanın çöllerinin dolaşıp durduğu halde Eyledi murg-ı dil-i Nâ’ilî-i zârı hevâ sevgilinin yüzündeki ben gibi bir misk kokusu meydana Beste-i dâm-ı şikene-i ham-ı gîsû-yı taleb getiremedi. Aşk, ağlayıp inleyen Nâ’ilî’nin gönül kuşunu istek saçının kıvrım kıvrım tuzağına bağladı. Aks-i ruhûn o bâdeye bir kerre kim düşer Tâ haşr lây-ı hummı verir bûy-ı âfitâb GAZEL Ey sevgili! Senin yanağın aksi hangi şaraba bir kerecik Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün düşse güneşin kokusu tâ kıyâmet gününe kadar bu şarabın Kâküllerün ki çîn-i cebîn üzre buldı tâb alındığı küpün tortusunun kokusunu verir. Gösterdi cezr ü meddini deryâ-yı ıztırâb Kâküllerin çatılmış alnına büklüm büklüm dökülünce Ey nahl-i tâze uğrasa gülzâr-ı kûyuna gönüldeki ıztırab denizi çoşup kabarmağâ, yatışıp çekilmeğe Gülbün-firâz-ı dûzah olur cûy-ı âfitâb Ey taze fidana başladı. benzeyen sevgili! Güneş ırmağı senin bulunduğun gül bahçesine benzeyen yerlere uğrasa cehennemde gül Dünyâya berk-ı tîğ nigâhunla tâb ver fidanları yetiştirir. Düşsün sipâh-ı fitneye teb-lerze-i kıbâb Dünyayı yanbakış kılıcının şimşeğiyle aydınlat, Ey Nâ’ilî o turra ki cevgân-i fitnedir hareketlendir. Fitne askerine de, gök kubbelerini sıtma Pâmâl iken rubûdesidir gûy-ı âfitâb Ey Nâ’ilî! Sevgilinin nöbetine tutulmuş gibi titretmek düşsün. alnına dökülen o büklüm büklüm saç bir fitne cevgânıdır. Ayaklar altında sürünürken bile yine güneş topunu yakalar. Âlem harâb olur nigehünden ger eylese 162 Ser-cûş-ı câm-ı işve şikest-i humâr-ı h’âb Mâr anlama mûruz ki teh-i pâda nihanız Naz, işve kadehi köpük köpük coşup taşarak gözün uyku Biz yılanız(biz yılan olmasına yılanız)ama, Mûsa’nın mahmurluğunu dağıtırsa yan bakışından bütün dünya avucundaki asâda gizli olan yılanız. Bizi yılan sanma! Biz harabeye döner. ayak altında ezilen bir karıncayız! Deyr-i cihânda bir sânem-i şivekâr ile Zünnâr bend-i ‘âşk olalı hâlimiz harâb Bu dünya kilisesinde işveli bir güzelle Görmez bizi âyînede ger aks-dih olsak aşk zünnarını kuşanalı beri halimiz harap oldu. Pîş-i nazar-ı akl-ı hôd-ârâda nihanız Fart-ı hücum-ı nâzdan ol şuha Nâ’ilî Reng-i şarâb-ı işve Biz, aynada kendini süsleyen aklın bakışı önünde gizliyiz! olur per-i hicâb Ey Nâ’ilî! Nazının hücumunun çokluğundan Aynada aksetsek bizi gözmez! o şuh güzele işve şarabının rengi utanma perdesi olur yüzünü kızartır Güncâyişiniz dide-i mecnunadır ancak Nireng-i cemâliz ruh-ı Leylâda nihanız GAZEL Biz yalnız Mecnûn’un gözüne yerleşmişiz, ona görünürüz! Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün Güzelliğin tılsımıyız. Leylâ’nın yanağında gizliyiz! stâneligüm bir büt-i sîmîn-ten içündür Kan ağladuğum bir gül-i ter-dâmen içündür Elmâs ise de kâr-ger olmaz bize merhem Sarhoşluğum gümüş bedenli bir güzel içindir. Kan Ol dâğ-ı cünûnuz ki süveydâda nihânız ağladığım da eteği bulaşık bir gül yüzündendir. Merhem elmas kadar değerli ve şifâ verici de olsa, bize tesir edip iyileştirmez. Biz”süveydâ “da gizlenmiş bir delilik Gerdûn ile gavgâ bu güzergâh-ı fenâda yarasıyız! (Merhem içine elmas zerreleri karıştırılmış da Bir gûşe-i bî-minnet olan külnen içündür. Bu ölümlülük olsa bize tesir edip azdıramaz. Çünkü biz “süveyda”da geçidinde felekle kavgamız, iyiliğini başa kakmayan bir köşe gizlenmiş delilik yarasıyız!) olan külhan içindir. Mûsa göremez tûr u şecerde bizi bi’l-lah Meyl etmediğim sûr-ı safâ-bahşına dehrün Biz şu’le-i sîmây-ı tecellâda nihânız Mâtem-gede-i dilde olan şiven içündür Mûsa, bi’llâhi(Allah’a yemin ederek söylüyorum) bizi Tur Dünyanın safâ veren şenliğine meyletmediğim, gönlün yaslı dağında ve ağaçta göremez! Biz, tecelli yüzünün ışığında evindeki feryâd ve iniltidendir gizliyiz! Ol âşık-ı güm-geşte-murâdım ki figânım Derdiz ki devâ şîfte-i sıhhatimizdir Ne Yûsuf u ne nefha-ı pîrâhen içündür. Aşkız ki nihân-hâne-i sevdâda nihânız Ben murâdını yitirmiş o âşıkım ki, feryâdım ne Yûsuf için ne Biz öyle bir hastalığız ki ilâç bizim sağlığımıza şaşar. Biz, de gömleğin kokusu(Yusuf’un gömleğinin kokusu) içindir. sevdânın gizli evinde gizlenmiş olan aşkız! Sâhir dediğim Nâ’ilî’yâ tab’una her bâr Destünde dağal-mühreyiz ey çarh-ı müşa’bid Destünde olan hâme-i mu’ciz-fen içündür. Her lahzada bin çeşm-i temâşâda nihânız Ey hokkabaz felek, Ey Nâ’ilî tabiatına, her defasında, sihir senin elinde şekilden şekile giren bir hokkabaz topuyuz. Her yapıcı(büyücü)deyişim elinde olan mucize yapıcı kaleminden an bin bakan (temâşâ eden) gözde gizliyiz. dolayıdır. Biz Nâ’ilî’yâ sözde füsun-kâr-ı hayâliz GAZEL Elfâzda peydâ dil-i ma’nâda nihânız Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün Ey Nâ’ilî, biz sözde hayâl büyücüsüyüz! Şiirin sözünde Mâruz ki ‘asâ-yı kef-i Mûsada nihanız görünüyoruz ama mânânın gönlünde gizliyiz! 163 Yalvarış akçesini saçmaya acelem vardır. Benim o afet (sevgili) ile başka bir hesabım vardır. GAZEL Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün Dîde-i cân ile hüsnün ki temâşa ederüz Cihân-ı bî-keder ü pür-fürûğ-ı ışkım ben Çeşmümüz mazhar-ı envâr- tecellâ ederüz Ne ebr-i tîrede mâhım ne âfitâbım var Can gözümüzle güzelliğini seyrettiğimiz zaman gözümüzü Ben aşkın ışık dolu ve tozsuz cihanıyım. Karanlık bulutta ne tecelli nurlarıyla şereflendiririz. ayım ne de güneşim vardır. Feyz-i tevfîk-i mahabbetle murâd etsek eger Dahi mecâz u hakîkat ne olduğun bilmez Kaysı dâmen be-kef-i mahmih-i Leylâ ederüz Hevâyı ışk sanur bir dil-i harâbım var Aşkın bize ettiği yardımın bereketiyle eğer istesek Leyla’nın Bir de mecaz ile hakikatın ne olduğunu bilmeyen, hevesi aşk mahmilinin eteğini Kays’ın eline veririz. sanan, harab olmuş gönlüm vardır. Bizüz ol âşık-ı kullâb-nazar kim dilesek Benim o bâde-gedâ-yı harîm-i meyl kim Yûsuf-i dest-be-dâmân-ı Züleyhâ ederüz Elimde gül gibi bir câm-ı şu’le tâbım var Biz o her şeyi değiştiren bakış sahibi âşıkız ki, istesek Ben elinde gül gibi ışıldayan kadehi ve meyli haremde şarab Yusuf’un eline Züleyha’nın eteğini veririz. dilenmek olan kişiyim. Bizüz ol mastaba-i feyz ki sahbâmuz ile Piyâle tutmağa yok elde Nâ’ilî kudret Aşkı sâgar be-kef-i kûçe-i sevdâ ederüz Elimde ra’şe derûnumda ızdırâbım var Biz öyle bereket saçan bir meyhane peykesiyiz ki Ey Na’ili, elde kadeh tutmaya güç, kudret yok! Elimde şarabımızla aşkı bile sevda pazarında kadeh elde sarhoş titreme ve içinde (gönlümde) ızdırabım var. ederiz. GAZEL Mefâ'ilün / fe'ilâtün / mefâ'ilün / fe'ilün O hikem-sene-i hayâtız bu şifâ-hânede kim Derd-i aşkı reviş-âmûz-ı Mesîhâ ederüz Biz dünya hastanesinde hayatın hikmetlerini ölçüp tartıp Hevâ-yı ışka uyup kûy-ı yâre dek gideriz değerlendiririz. Aşk derdini, Mesih’e hareket tarzını öğreten Nesîm-i subha refîkiz bahâra dek gideriz hoca yaparız! Aşk hevesine uyup sevgilinin bulunduğu yere kadar gideriz. Sabah meltemine arkadaşız, bahara kadar gideriz. Elümüzden ne gelür eyleme gamzen bî-dâd Şâh-ı iklîm-i kazâdan kime şekvâ ederüz Palâs-pâre-i rindi be-dûş u kâse be-kef Yan bakışını bu kadar zalim yapma! Elimizden bir şey Zekât- mey verilir bir diyâre dek gideriz gelmez, kaza ülkesinin sultanından kime şikayet edebiliriz. Rindliğin yırtık pırtık palas elbisesi omuzda, kase elde, Nâ’ilî neşve-i pür-zûr-ı suhanla dehrün olduğu halde şarabın zekatı verilen diyara kadar gideriz. Haşre-dek bezmini mustagnî-i sahbâ ederüz Ey Naili, sözümüzün gücünün verdiği keyifle dünya meclisini Verip tenezzül-i Mansûr’u sâk-ı arşa tamâm kıyamete kadar şaraba isteksiz ederiz. Hudâ Hudâ diyerek pây-ı dâra dek gideriz Mansur’un sallanışını arşın direğine verip, Allah Allah diyerek dar ağacının ayağına kadar gideriz. GAZEL Mefâ'ilün / fe'ilâtün / mefâ'ilün / fe'ilün Nisâr-ı nakd-i niyâz etmeğe hitâbım var Ederse kand-ı lebin hâtır-ı mezâka hutûr Benim o âfet ile başka bir hesâbım var Diyâr-ı Mısr’a değil Kandehâr’a dek gideriz 164 Senin dudağının şekeri (tadı) damağımızın hatırına gelirse Yârın ki fikr-i kadd ü izârındasın gönül Mısır diyarına değil, Kandehar’a kadar gideriz. Bâğın ne gülbün ü ne bahârındasın gönül Ey gönül sen sevgilinin boyu ile yanağını düşündükçe bahçenin ne gül fidanındasın, ne de baharındasın! Tarîk-i fâkada hem-keşf olup Senâîye Cenâb-ı Külhânî-i Lâyh’âr’a dek gideriz Sıkıntılı yolda Senâî’ye ayakdaş (yan yana) olup Külhâni-i Başından aştı cûy-ı sirişk-i cefâ yine Layh’ar’ın yanına kadar gideriz. Ol servün arzû-yı kenârındasın gönül Cefa gözyaşının deresi yine başından aştı. Ey gönül, sen o selvi boylunun yanını arzu etmektesin! Felek girerse kef-i Nâ’îlî’ye dâmânın Seninle mahkeme-i kirdgâra dek gideriz Ey felek, eteğin Naili’nin avucuna girerse, seninle Tanrı’nın Meylin o zülf-i ham-be-ham müşg-bûyadır mahkemesine kadar gideriz. Ne sünbül ü ne zülf-i nigârındasın gönül Senin meylin o misk kokulu kıvrım kıvrım saçtan yanadır. Ey gönül sen ne sünbüldesin ne de sevgilinin zülfündesin! GAZEL Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün Kûyundan o şûhun dil-i sevdâ ile geçtik Aksin düşürdün âba nezâketle kaddinin Her hatvede bir şevke-i bî-câ ile geçtik Durmaz sirişk-i dîde nisârındasın gönül O şuh sevgilinin mahallesinden sevda gönülü ile geçtik. Her Ey gönül suya incelikle boynun aksini düşürdün! Durmaz, adımda yersiz bir şikayetle geçtik. hala gözyaşı saçılmasını istemektesin! Cemşîd-i Sikender-menişiz câm ile gûyâ Mahbûb u meyle eğlene gör Nâ’îlî Kim bahr-ı gamı hücre-i mînâ ile geçtik Gam âleminde gussa diyârındasın gönül Güya söz, kadehten açılınca, İskender tabiatlı Cem’iz. Gam Ey gönül Naili gibi mahbub ve şarib ile eğlenegör! Sen ise denizini sırçadan yapılmış hücreyle geçtik. hala gam aleminde ve gussa diyarındasın. Dil verdiğimiz yâre nigâh-ı gazâbından GAZEL Tasrîhe mecâl olmadı îmâ ile geçtik Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün Sevgiliye öfkeli bakışından dolayı gönül verdiğimizi Oldu eşkim gülşen-ârâ-yı heves cûlar gibi açıklamaya gücümüz yetmedi. Şöyle bir işaretle geçtik. Aktı gönlüm bir nihâl-i işveye sular gibi Gözyaşım, heves bahçesini süsleyen ırmaklar gibi oldu. Gönlüm, bir işve fidanına sular gibi aktı. Mestâne nukûş-ı suver-i âleme baktık Her birini bir özge temâşa ile geçtik Kainatin görünen şekillerinin nakışlarına sarhoşçasına Turfa mecnûnum ki peyderpey hayâl – i çeşm – i yâr baktık. Her birini bir başka seyir ile geçtik. Tolanur etrafımı ser-geşte âhûlar gibi Yeni, acemi bir deliyim, sevgilinin gözünün hayali etrafımı başı dönmüş ceylanlar gibi birbiri ardınca dolanır. Çok fâris-i mülk-i suhanı Nâ’îlî’yâ biz Rehvâr-ı girân-cünbiş-i ma’nâ ile geçtik Ey Naili biz söz mülkünün atına binen çok kişiyi mananın Hep siyeh- pûş oldular kasd-ı şebîhûn-ı dile yavaş yürüyen atıyla geçtik. Girdiler müjgânların bir renge câdulâr gibi Kirpiklerin cadılar gibi bir şekle girerek, gönüle baskın yapmak niyetiyle kara örtüye büründüler. GAZEL Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün Bir nihâl-i âhdır kaddin hevâsıyla gönül 165 Sahn- ı gülşende hırâmân serv –i dil- cûlar gibi Gönül senin boyunun havasıyla, gül bahçesinde salınan, GAZEL gönül çekici serviler gibi bir âh fidandır. Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün Âşüfte idüp dillere nazzârelerin hep Âb ü tâb-ı ta’at-ı ebkâr-ı nazmım Nâ’îlî Bir bir tuyar esrârın o bî-çarelerin hep Ta’n eder âyine-i hurşîde meh-rûlar gibi Bakışların çılgın gönülleri kendine hayran eder sonra da o Ey Nâ’îlî benim nazmımım el değmemiş, bâkir yüzünün bîçârelerin ne kadar gizli sırrı varsa hepsini ortaya döker. parlaklığı, ayyüzlüler gibi güneşin aynasına ta’n eder. Her subh tavâf eyleyerek ka’be-i kûyun GAZEL Bir yire gelür âşık-ı âvârelerin hep Mefâ’îlün / fe’ilâtün / mefâ’îlün / fe’ilün Evinin çevresinde dolaşıp seni tavâf etmek için kararsız Yakar mı nâme-berin yohsa yâra değmez mi âşıkların her sabah bir araya gelirler. Niyâz – nâmemiz ol gam – güsâra değmez mi Yalvarışımızı bildiren mektubumuz, götürenini yakar mı? O, La’lin ki olur meclis-i ervâhda mezkûr bizim kederimizi defeden sevgiliyi ulaşmaz mı? (mektup Bir renge girer neşvesi mestânelerin hep götürenini mi yakar? Yoksa sevgiliye erişmez mi? Ruhlar meclisinde hep dudağından söz edilir. Şaraba Yalvarışımızı bildiren mektubumuz o teselli verene değmez benzeyen dudağından sarhoş olanların neşesi de renkten mi?) renge girer. Bizi unutdu mu yohsa peyâm-ı sıhhat-ı yâr Yâd itse gönül bûs-ı leb-i tîg-ı nigâhın Bu memleketde garîbü’d- diyara değmez mi Hamyâze çeker sînedeki yârelerin hep Sevgilinin (dostun) sağlık haberi bizi unuttu mu? yoksa bu Gönül bakışlarının kılıcının temasını duysa içindeki yaralar memlekette garip olana erişmez mi? hemen esnemeye başlar uykuya dalar. Bir âşinâlığı ol mâh-ı çâr – ebrûnun Bir âh görür kârını ey Nâ’ilî-i zâr İki cihânda da ömr-i dü-bâra değmez mi Ferhâda hırâş-ı dil olan hârelerin hep O ayın ondördüncü (dört kaşlı ay) gibi güzelin âşinâ yüzle Ey ağlayıp inleyen Nailî eğer bir âh edersen onun gönülleri bakışı, iki cihanda, iki ömre de değmez mi? tırmalayan sesi Ferhâd’ın hesabını görür işini bitirir. Bahârı neyleriz ol gül-izâr-ı gonca – femin GAZEL Gelip açılması bin nev- bahâra değmez mi Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün O gonca ağızlı, gül yanaklının gelip açılması bin ilk bahara Gül hâre düşdi sîne – figâr oldı ‘ andelîb değmez mi? baharı neyleriz? Bir hâre bakdı bir güle zâr oldı ‘andelîb Gül, dikene nasip oldu; bülbülün sinesi yaralandı. Bülbül, bir güle, bir de dikene baktı, ağlamaya başladı. Ne denlü saklasan ey köhne pîr-i nâ-bâlig Tecemmülün yine mîrâs hâra değmez mi Ey eskimiş ve olgunlaşmış ihtiyar, ne denli saklasan, bu Şeh-nâme- h^ânlık eyledi Keyhusrev-i güle süslenmen o mîrâsyediye değmez mi? Destan-serâ-yı sebze bahâr oldı ‘andelîb Bülbül, gül sultanının şehnâmecisi oldu; onun için şiirler okudu. Baharın yeşilliğine destanlar söyledi. Kadem kadem gice teşrîfi Nâ’ilî o mehin Cihân cihân e’em-i intizâra değmez mi Ey Nâ’ilî, o ay gibi güzel sevgilinin, adım adım gelişi, cihan Feryâda başladı yine her biri hârdan cihan bekleyiş acısına değmez mi? Dîvân – sarây-ı gülde hezâr oldı ‘andelib 166 Gülün sarayının divanında yüzlerce bülbül toplandı, ama Ey Nailî, utançtan yüzü kararmış olan biziz. Çünkü bizim her biri dikenin yüzünden yine feryada başladılar. amel defterimiz de yanlış ve hatalı işlerimizden dolayı kararmıştır. Gül gördi pâre pâre ciger gonce gark-ı hûn Memnûn-ı zahm-ı hançer-i hâr oldı ‘andelib GAZEL Bülbül, gülün ciğerini parça parça olmuş ve goncayı da Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün kanlar içinde görünce ilk defa dikenin hançerinden ve onun Müjgânlar âfet-i dil-i âşık nigâh mest açtığı yaralardan memnun oldu. Kişver harâb-ı şûr-ı sipeh pâdışâh mest Âşığın rübâ gönlünü yağmalayan kirpikler, sarhoş. Ülke haraboldu, ordu dağılmış, padişah sarhoş. Ey Nâ’îlî vedâ-ı gül ü bâğ u rağ idüp Mehcûr-ı yâr u dâr u diyâr oldı ‘ andelîb Ey Nailî, sonunda bülbül güle, bahçeye, çemene veda etti. Nâz ü girişme hûş-rübâ ’işve dil-firîb Sevgiliden, yurdundan, yuvasından ayrı düştü. Dil şîfte-nigâh-ı serâsîme âh mest Naz ve eda akıl alıyor, gönül yağmalıyor. Gönül aklını kaçırmış bir sersem, âh sarhoş. GAZEL Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün Derûn-ı tîre-i zühhâd pür-jeng-i sivâdur hep Bir mâh-ı âfîtâb-cebîn mübtelâsıyuz Aceb âyînelerdür cilve-ger rûy-ı riyâdur hep Her şeb piyâle der-kef ü her subh-gâh mest Zâhidin içinin karanlığı, hep dünya temayülünün pasıdır. Öyle güneş alınlı bir ayın müptelâsı olmuşuz ki, her akşam Onun iki yüzlülüğü öyle acayip bir aynadır ki, hep içindeki kadeh elinde, her sabah sarhoş. karanlığı gösterir. Ditrer nezâre üstine mânend-i âfitâb Şerâbın şîre-i cân oldığına şübhe yok sâkî Vardukça hâb-ı ’işveye ol gurra mâh mest Ne söz kim meclisinde söylenir rûh âşinâdur hep O güneş benzeri, bakılınca titrer de naz uykusuna varınca Ey sâkî, şarabın can üzümünün suyu olduğuna şüphe yok! görürsün ki o parlak ay sarhoş. Onun böyle ruhun yakın dostu olduğu her mecliste söylenir. Mahşerde olsa çâre mi var söyleşilmeğe Cihân-ı vâj-gûn- nâ’l-i mahabbet özge ‘ âlemdür Geh ser-girân-ı nâzdur ol gonçe gâh mest Gedâdur şâhlar cümle gedâlar pâdışâdur hep Mahşerde bile olsa onunla sohbet imkân mı var? O gonca Şu uğursuz dünya insana pabucunu ters giydirir. Bir ya nazdan kendinden geçmiştir ya da sarhoş. bakarsın yoksullar sultanı, sultanlar dilenci olmuş. Ser-germ’aşka h^âhiş-i la’lûn değil ba’îd Rıbât-ı dehr-ı fânî turfe-menzil-gâhdur anda Meclisde varlığınca bulur bâde-hâh mest Emel pâ-der-rikâb-ı ârzû pâ-der – hevâdur hep Aşktan başı kızmış olanlara dudağın uzak değil. Çünkü Şu fâni dünya yapısı öyle acayip bir konak yeridir ki, meclise varınca o içki esirini sarhoş olmuş görürsün. insanın istekleri için ayağı üzengide, arzuların ayağı havadadır. (şâir, emeller uçar gider, istekler gerçekleşmez Ey Nâ’ilî terâne-i kilkinden oldılar demek istiyor) Rûhîniyân-ı mastaba-i intibâh mest Ey Nailî senin kaleminden çıkan ahenkli sözlerle, meyhane sedirinde uyanmaya başlayan ruhlar yeniden sarhoş olurlar. Bizüz ey Nâ’ilî rû-siyâh-ı şerm ü haclet kim Sevâd-ı nâme-i amâlümüz sehv ü hatâdur hep GAZEL Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün 167 Aldıkça ele câm-ı mey ol keç-küleh-i mest Gönül senin aşkınla yanmaya can atar, fakat ne yapsın Bin fitneye âmâde olur her nigah-i mest güzelim, o ayrılığın cehenneminde karar kılacak başka bir O keçe külahlı eline bir kadeh alınca sarhoş olur. onun her yer bulamaz. mestane bakışı, binlerce fitne çıkarmaya hazırdır. Hased ol ’âşıka kim sen büt-i nâzende ile Va’iz ne bilür mertebe-i pîr-i mugânı İde gülgeşt hıyâbân-ı çemen dest-be-dest Tâ olmıyacak cür’a gibi hak-i reh-i mest Seninle, senin gibi nazlı bir put ile elele verip de bahçelerde, Vaiz, meyhanecinin derecesinin yüksekliğini nereden gezinen o âşıkı nasıl olup da kıskanmayalım. bilecek. O kadehin son yudumu gibi, sarhoşların ayağının toprağı olamaz ki. Rif ’at el virse yine Nâ’ilî-i zâr gibi Yüz sürüp pâyine olsak ser-i zülfün gibi pest Zâhid ne bilür mezheb-i rindânı ki anda Şu ağlayıp inleyen Naili ’ye izin verilirse de, ayağına yüz Hüş-yârî-i Âzînedür ancak güneh-i mest sürse, böylece, başından ayağına dökülen saçların gibi Zâhid, rindlerin mezhebini ne bilir. O, günahlarıyla itibar bulsa. sarhoştur, aklı fikri Cuma namazının sevabındadır. GAZEL Âyîne-i sâgarda olan ’âlemi gözler Mef’ûlü / Fâilâtü / Mefâîlü / Fâilün Gül-zâr-ı bihişt olsa da nazzâre-geh-i mest Âşkın ki zîr-i pâda muhakkar türâbıyuz Cennet bahçelerini seyredip kendimden geçse bile, rindlerin Hüsnün hamîr-ı mâye-i nâz u ’itâbıyuz gözü yine ayna gibi parlak olan kadehtedir. Murakabeye dalan dervişler gibi başımızı önümüze eğmiş, dünyadan vazgeçmişiz. Dünya nimetleri karşısında ayağımız üzengidedir. (Bırakıp gitmeye hazırız) Ârâm-ı dil-i Nâ’ilî-i bî-ser ü pâdur Ol gamze-i mahmûr u o çeşm-i siyeh mest Naili ’nin gönlünün huzuru, o kara ve sarhoş gözlerinin Abdâl-ı ser-be-ceyb-i ferağuz ki ’âlemin yolunda dünya alâkalarından vazgeçmesindedir. Hayrân-ı nâz u ni ’met-i pâ-der-rikâbıyuz Aşkın ayağının altında zavallı ve bakîr bir toprak parçasıyız. GAZEL Güzelliğin, naz ve eziyet mayasının hamurundan Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün yoğrulmuşuz. Eylemiş h^âb-ı tegâfül nigeh-i şûhunu mest Çeşmin âşûb-ı nazar gamzelerin nâz-perest Çarhın fenâ-pezîr idügin gösterür bize Naz uykusu, o güzelin bakışlarını sarhoş ve baygın hale Câmın rübûde hâtır-ı resm-i hıbâbıyuz getirmiş, bakışlarını bulandırmış, gamzelerinş naz eder hale Kadehteki şarabın içindeki hava kabarcıkları, dünyanın getirmiş. gelip geçici olduğunu bize nasıl da gösteriyor. Sakın ey şûh sakın sûziş-i dilden ki ider Dervîş-i bî-nevâ-yı nemend-pûş u sîne-sâf Dâmen-i nâzını bir cünbiş-i âh ile şikest Ebr-i siyehde çarh-ı fenâ âfitâbuyuz Ey şûh, gönlümüzün ateşinden sakın ki, bir âh kasırgası ile Keçe giyinmiş, temiz kalpli, yoksul ve nasipsiz dervişleriz naz eteklerini darmadağın eder. ama, kara bulutların arasından doğan güneş gibiyiz. Cân virür yanmağa dil neylesün ammâ güzelim Olduk dür-i hakîkate ey Nâ ’ilî sadef Bulamaz dûzah-ı hicrinde de bir cây-ı nişest Kân-ı cevâhşr-i sühanün la ’l-i nâbıyuz Ey Naili, biz hakikat incisinin sadefiyiz. Bu inci bizim içimizdedir. Biz, söz cevheri madeninin saf lâkiyiz. 168 GAZEL Bir şîşe mey olsak dökülüp sâgara evvel Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün Sonra ciğer-i bâde-perestâne dökülsek Elmâs-ı gam olsak da nemek-dâna dökülsek Bir şişe şarap olup, önce kadehe: sonra da şaraba Nâsûr-ı leb-i zahm-i dil ü câna dökülsek tapanların içine dökülsek. Gam elması olsak da tuzluğa girsek, oradan da can ve gönül yarasının dudağından içeriye dökülsek. (Şair, yaraya tuz Çıksak ser-i tâk-i çemene berk-i rez-âsâ basmak âdetini kastediyor. Acı verir, fakat yarayı tedavi Bâd-ı seher esdikçe hıyabana dökülsek eder.) Asma yaprağı gibi, bahçede, ağacın yüksek dallarına çıksak da sabah rüzgarıyla birlikte yolların toprağına dökülsek. Bir şîşe mey olsak dökülüp sâgara evvel Sonra ciger-i bâde-perestâna dökülsek Düşsek dehen-i yâra sadefden hele geçdik Bir şişe şarap olup, önce kadehe: sonra da şaraba Tek katre-i Nîsân gibi ‘ummâna dökülsek tapanların içine dökülsek. İnci meydanagetiren nisan yağmurunun sedefe ve ummana düşüşü gibi, sevgilinin dudağına dökülsek. Çıksak ser-i tâk-i çemene berk-i rez-âsâ Bâd-ı seher esdikçe hıyâbâna dökülsek Bin katre-i hûn-âb-ı ciğer bir yere gelsek Asma yaprağı gibi, bahçede, ağacın yüksek dallarına çıksak Aşkın gibi bir âteş-i sûzâna dökülsek da, sabah rüzgârıyla birlikte yolları toprağına dökülsek. Parça parça ve yaralı gönlümüzü bir araya getirsek de senin aşkına benzeyen yakıp kavurucu bir ateşe dökülsek. Düşsek dehen-i yâra sadeften hele geçdik Tek katre-i Nîsân gibi ’ummâna dökülsek Eczâmızı hep rîk-i beyâbân-ı gam itsek İnci meydana getiren nisan yağmurunun sadefe ve ummana Cânâna giden nâme-i hicrana dökülsek düşüsü gibi, sevgilinin dudağına dökülsek. Zerrelerimizi gam çölünün kumları haline getirsek ve sevgiliye giden ayrılık mektubunun üzerine dökülsek. Bin katre-i hûn-âb-ı ciger bir yere gelsek Âşkın gibi bir âteş-i sûzâna dökülsek GAZEL Parça parça ve yaralı gönlümüzü bir araya getirsek de, Mefâ'ilün / fe'ilâtün / mefâ'ilün / fe'ilün senin aşkına benzeyen yakıp kavurucu bir ateşe dökülsek. Gamınla ülfetimiz var süruru n’eyleyeyim Safâ-yı hâtırımız yok huzuru ‘neyleyeyim Eczâmızı hep rîk-i beyâbân-ı gam itsek Senin gamınla sarhoş olmuşuz, saadeti neyleyeyim. Cânâna giden nâme-i hicrâna dökülsek Gönlümüzün rahatı yok ki huzuru neyleyeyim. Zerrelerimizi gam çölünün kumları haline getirsek ve sevgiliye giden ayrılık mektubunun üzerine dökülsek. Bize hacâlet-i ‘ukbâ kusûru yetmez mi (Eskiden mektuplarını mürekkebini kurutmak için üzerine Bu hâk-dân-ı feâda kusûru n’eyleyelim ince kum dökerlerdi.) Dünyaya bağlı olmanın utancı bize yeter. Artık şu fâni dünyada başka kusuru neyleyelim. GAZEL Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün Neşât-ı yek-demedirmüdde’â bu ‘âlemden Elmâs-ı gam olsak da nemek-dâna dökülsek Melâl-i hâtıra bâdî umuru n’eyleyelim Nâsûr-ı leb-izahm-i diil ü câna dökülsek Şu alemin aslı bir anlık neşedir, onun saadeti öyle gelip Gem elması olsak datuzağa düşsek. Oradan da can ve gönül geçicidir. Şu kırık gönlümüzle bu gelip geçici saadeti yarasının dudağından içeriye düşsek. neyleyelim. 169 Bu âh u eşk ile âyîne-i dil olsa da sâf GAZEL Gubâr-ı hâtırı jeng-i füturu n’eyleyelim Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün Âh rüzgârı gözyaşı seli ile gönlümüzün aynası temizlense Nâyın ki çıkar zemzeme sûrâhlarından bile, gönlümüzün aynasını kaplamış bu tozu ve kiri Bülbüller öter sanki gülün şâhlarından neyleyelim. Neyin deliklerinden çıkan sesler, sanki gülün dalına konmuş öten bülbülleri andırıyor. Rêfî’ itmiş tutalım Nâ’ilî bu heft-evreng Zevâl-i devlet-i Behrâm-ı Gûru n’eyleyelim Bezm-i edebin bana mu’âşirleri yeğdir Şu dünya, Naili’nin tahtını yüceltti diyelim. Sonunda Bî-rûy-ı rüyâ savma’a-küstâhlarından Behram-ı Gur’un devletinin encamı söz konusu olduğuna Edep meclisinin yoldaşlarını ben, ibadet yerlerinin iki yüzlü göre bu ikbali neyleyelim. mensuplarına tercih ederim. GAZEL Hâli ni’am-ı feyzdan âgende-şikemdir Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün Mestân-ı hevâ mey-gede tabbâhlarından Cemâl-i sâkîye bak âfitâbı n’eylersin Nimetlerin bolluğuyla karınları doymuş olanlar, şarap içmiş Temâm-ı neş’e-i şevk ol şerâbı n’eylersin rahavete dalmış aşçılardan farksızdırlar. Sâkînin yüzüne, onun yüzündeki güzelliğe baktıktan sonra, artık güneşi napacaksın. Aşk neşesi ile kendinden geçtikten Huld içre şehîdân- mahabbet ser-i kuyun sonra şarabı ne yapacaksın? Seyr itmeğe revzenler açar kâhlarından Senin köyünde aşkından şehit olanlar, cennettedirler. Onlar Varak-şumâr-ı gül-i ‘işret ol gel ey vâ’iz şimdi oturdukları köşkte, cenneti seyretmek için köşklerine Zamân-ı ‘ayş u tarabdur kitâbı n’eylersin pencereler açıyorlar. Ey vâiz, gel içki meclisindeki gülün sayfalarını oku. Şimdi yeme içme, eğlenme zamanıdır, başka kitabı ne yapacaksın? Te’sîri yürekler derler ey Nâ’ilî-i zâr Nâyın ki çıkar zemzeme sûrahlarından Hâyali olsa gül-i şîşe-zîb-i çeşm-i pür-âb Ey ağlayıp inleyen Nailî, neyin deliklerinden çıkan o âhenkli Nigâh-ı germdeki sûz u tâbı n’eylersin sesler öyle tesir eder ki dinleyenlerin yüreğini deler. Şişe içindeki gül suyunu andıran göz yaşını hâyali yeterli değil mi? Artık, sevgilinin öfkeli bakışındaki yakıcılığı ne GAZEL yapacaksın? Mütefâ’ilün Fe’ûlün Mütefâ’ilün Fe’ûlün Dil-i zârı hasta kıldı: ne yaman nazâredür bu Ferâg-ı dil-ber ü mey pend-i pîr imiş tutalım Şeb-i gamda koydu hâlin ne siyeh sitâredür bu Gönülde şûriş-i ‘ahd-ı şebâbı neylersin Ağlayan gönlü hasta etti: bu ne yaman bakıştır. Halimi gam Büyüklerin “şaraptan ve güzel sevmekten vazgeç” diye gecesi gibi karattı bu ne uğursuz yıldızdır. verdiği öğüdü tuttu diyelim. Ama gönül, bu karışıklıktan kurtulmak için ne yapacak? Açılup gül-i terinden mey içerdi sâgarından Ele al ki hançerinden dil-i pâre pâredür bu Sebâtı olmayıcak Nâilî bu merhalede Güller gibi açar, kadehinden şarap içerdi. Şu parça parça Du-rûze devlet-i pâ-der-rikâbı n’eylersin olmuş gönül, ki senin hançerinden bu hale geldi. Ey Nailî, şu konak yerinde karar kılmak madem mümkün değil, o halde iki günlük gelip geçici dünyayı ne O perîyi âh-şeb-gÎr ide câme h’âba teshîr yapacaksın? Olunur mı lutfı ta’bîr ne hoş ietihâredür bu 170 O peri, geceleri uykusuz geçiren âşığın aşkıyla, büyüsü Bu rüzgâra Nasîr ü Celâl gelmedi mi bozulup da elbiseye girse bu ne hoş rüya olur: bu rüyaacaba Ey Nailî, ne hayret ediyorsun? Şimdi Celâli ile muamele etse gerçekleşir mi? de, neticesinde yardımcı olan Allah, sana yardım etmeyecek mi? Felekâ tokuz sefinen kim ider habâb-veş dil Hazereyle cünbişinden yem-i bî-kenâredür bu Neşâtî Ey felek, dokuz gemin gönlü bir hava kabarcığı haline getiri. GAZEL Dikkat et onun kasırgası fena olur, çünkü o doğru bir Mefâ'ilün / fe'ilâtün / mefâ'ilün / fe'ilün denizdir. Zihî safâ diyecek âlemin nesin gördük Sitemden özge dahi hem-demin nesin gördük Dir imiş görüp ol âfet bu tahammülün cefaya Dil-i Nâ’ilî değildür koya seng-i hâredür bu Ne hoş safâ deyecek, dünyanın nesini gördük? Zulümden O afet, Naili’nin bu cefaya tahammülünü görünce “bu başka da bizimle beraber olan nesini gördük? Naili’nin gönlü değil, sanki, bir taş parçası”der imiş. Humârı derd-i ser ü neşvesi bükâ-engiz GAZEL Bu bezm-gâhda câm-ı Cem'in nesün gördük Mefâ'ilün / fe'ilâtün / mefâ'ilün / fe'ilün Mahmurluğu baş ağrısıdır. Neş’esi ağlamakla karışıktır. Bu Bu neşveden sana ey dil kelâl gelmedi mi toplantı yerinde, bu dünyada Cem’in nesini gördük? Cihâna geldüğine infi’âl gelmedi mi Ey gönül, artık neşeden sıkılmadın mı: dünyaya heldiğin için Nişân-ı tîr-i sitem olduğundan özge meğer isyan etmiyor musun? Derûn-i sînede dâğ-ı gamın nesün gördük Meğer zulüm okunun hedefi olduğundan başka, göğsün içinde gam yarasının nesini gördük? Bu köhne mastabanın bâde-i neşâtı gönül Riyâyı ko sana zehr-i melâl gelmedi mi İki yüzlülüğü bırak da söyle: Bu köhne meyhane köşesinde Hemişe hâl-i ruhun dâmeniyle setr eyler neşe veren kadeh, sana üzüntü zehri gibi gelmedi mi? Biz ol dü zülf-i ham-ender-hamın nesin gördük Yanağının benini, daima eteğiyle örter! Biz o kıvrım kıvrım iki zülfün nesini gördük? Tabîb-i müşfikı yok bu ribât-ı hayretde Mizâc-ı himmetine ihtilâl gelmedi mi Şu hayret diyarında şefkat dolu bir tabibi yok. iyilik dolu Neşâtiyâ keder-i keşf-i râzdan gayrı tabiatındaki bu değişiklik nedendir? Akan bu dide-i terden demin nesin gördük Ey Neşâti, sırrı açmanın kaderinden başka, bu taze gözden akan kanın nesini gördük? Ne anladın bu senâ’ u bu nâydan sûfî Bu tekyede sana hiç vecd ü hâl gelmedi mi Ey sûfî bu semâ’ dan bu ney sesinden ne anladın? Sana bu GAZEL tekkeden hiç heyecen ve başka bir hal gelmedi mi? Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün Gitdin ammâ ki kodun hasret ile cânı bile Varınca bezm-i Felâtûn-ı ‘aşka ‘akl-ı fuzûl İstemem sensiz olan sohbet-i yârânı bile Hezâr-şerm ü haceletle lâl gelmedi mi Gittin, ama hasretle, özlemle, canı bile koydun! Dostların Aşk, akıl ve fazilet Felâtûnun meclisine varınca, sensiz olan sohbetini bile istemem! durumundan utanıp da susmayı hiç düşünmedin mi? Devr-i meclis bana gird-âb-ı belâdır sensiz Mey-i rahşânı değil sâgar-ı gerdânı bile Yine neticesi hayret degül mi Nâ’iliyâ 171 Sensiz, meclisin devri, zamanı. Orada devredenler bana bela Neşati yine şevk ve heyecan dolu bülbül olsa yaraşır! Çünkü girdabıdır. Hatta zulmün zehirli şarabı ile dolaşan bardağı gönlün sahibi gül gibi açılmış! bile! GAZEL Bağa sensiz varamam çeşmime âteş görünün Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Gül-i handânı değil serv-i hırâmânı bile Hatt-i rûyin başladı yer yer nümâyân olmağa Bahçeye sensiz bakamam! Gözüme ateş gibi görünür. Fitneler çün kalmadı gâret-ger-i cân olmağa Sadece gülen gülü değil salınan selviyi bile. Yüzünün tüyleri yer yer görünmeğe başladı fitneler can yağmalıyıcısı gibi olmağa kalmadı. Sineden derd ile bir âh edeyin kim dönsün Aksine çerh-i felek mihr-i dırahşânı bile Seyr-i şemistan-ı hüsnün eylemezdi dil heves Sineden derd ile öyle bir ah edeyim ki, feleğin çarkı ve Olmasa pervâne-veş âmâde sûzan olmağa parlak güneşi bile tersine dönsün. Gönül pervane gibi yanmağa hazır olmasa güzelliğinin mumu yanmağa heves eylemezdi. Hâr-ı firkatle Neşâtî-i hazînin vâ hayf Dâmen-i ülfeti çâk oldu girîbanı bile Tir-i bârân itmede her bir müjen sad hışm ile Ayrılık dikeniyle bu hüzünlü Neşati’nin ne yazık ki, dostluk Başlasa gamzen aceb mi hançer-efşân olmağa eteği, yakasıyle beraber yırtıldı. Her kirpiğin yüzlerce kızgınlıkla, ok yağmuru yağdırmadadır. Gamzen bu durumda hançer saçmağa başlasa şaşılır mı? GAZEL Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün Bülbül öter şevkile ezhâr-ı güşâde Germden Kays’ın murâdı kûfsendân olmağa Peymâne be-kef olsa n’ola yâr güşâde Cân atardı şevk ile bî-çâre kurbân olmağa Bülbüller, şevk ve heyecanla öter, çiçekler açılmıştır! Sıcaktan Kays’ın muradı koyun olmaktı. Çaresiz kurban Sevgilinin gönlü açıkken kadeh elde olsa nolur? olmağa şevk ile can atardı. Gör lütfunu sâkî-i safâ bahş-i bahârıñ Behreyâb-ı feyz-i irfânım ki ol feyzdür Bir câm ile olmuş gül gül-zâr-ı güşâde Şi’irime bâis Neşâti reşk-bâzân olmağa Baharın safa bağışlayan sakisinin lütfunu gör! Bir kadeh ile Ey Neşâti şiirime haset etmelerimin sebebi, irfan gül bahçesinin gülü açılmış. kaynağından nasibimiz oluşudur. Sebep o feyzdir. Seyr it beden nâzıñı çâk-ı kabâdan GAZEL Mestâne o şeh tükme-i zer-târ güşâde Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Elbisesinin yırttığından nazik bedenini seyret! O şah, sarhoş Dide-i ibretle bak ol dil-i sitârın nakşına altın iplikle dikilmiş düğmesi de açık! Ey dem-â dem eyleyen inkâr cânın nakşına Canın nakşını ey zaman zaman inkâr eden kişi. O gönül alan sevgilinin eserine ibret gözüyle bak. Çöz bend-i ser zülfini ey şâne ki olsun Dillerde olan ‘ukde-i efkâr güşâde Ey tarak, saçının ucundaki bağı çöz ki gönüllerde olan Âlemi gözden geçir hem-dîde ol hurşîd ile düşünce düğümü açık olsun! Olma dil-beste yine amma cihanın nakşına Dünyayı gözden geçir. Güneşin gözüyle birlikte bak. Ama Olsa yaraşur bülbül bir şevk-i neşâtî yine de cihanın şekillerine gönlünü bağlama. Cihanın cicili Olmakda yine gül gibi dil-dâr güşâde biçili rengine gönlünü kaptırma. 172 GAZEL Ser-nigûn bir çâh-ı pür-hûn olduğun bilmez gibi Cünun-ı aşkımızı hatt-ı yârdan biliriz Dil veren reng-i şafakla âsmânın nakşına Küşâyiş-i dili seyr-i bahardan biliriz Başaşağı çevrilmiş, kan dolu bir çukur olduğunu bilmez gibi Aşkımızın deliliğini, sevgilinin yüzünden biliriz! şafak rengiyle göklerin suretine gönül veren olma. Gönlümüzün açıklığını, neş’esini baharı seyr etmekten biliriz. Sünbülü dûd-ı kebûd u verdi ahker pâredür Çeşm-i hayretle nazar kıl gülsitânun nakşına Sebât-i derd-i dili ızdırâp-ı hatırdan Sünbülü bir mavi dumandır. Gülü bir ateş korudur. Bu gül Karâr-ı aşkı dil-i bî-karârdan biliriz bahçesinin şekline hayret gözüyle bak. Gönülden derdin muttasıl, devamlı olarak kalışını; hatırımızın içimizin sıkıntısından: aşkın derecesi ise kararsız gönlümüzden biliriz. Resm-i şâdiden Neşâti bir eser kalmış mı gör Sende insâf eyle şimdi zamânın nakşına Ey Neşâti sende neşeye benzer bir iz kalmış mı gör. İnsaf Çemende bülbül-i şeydâ-yı âteşîn-i name eyle şimdi zamanın oyununa bir bak. Fürûğ-ı câm-ı gül-i şu’le-bârdan biliriz Çemende, yeşillikler üzerindeki ateşli şarkılar söyleyen GAZEL çılgın bülbülün, halini ateş yağdıran gülün bardağının Bî-safâ-yi aşk olup bî-derd-i yâr olmak da güç parlaklığından biliriz. Bir sitemger âfetin cevriyle zâr olmak da güç Aşkın safâsına sevgilinin derdine olmamak da güç! Ne şûr saldığını bâğa neş’e-i aşkın Zulmetmeyi âdet edinmiş bir âfetin ile inlemek de güç Figân-ı bülbül-i âşufte-kârdan biliriz Aşkın neş’esinin bahçeye ne karışıklıklar saldığını, perişan bülbülün çığlığından biliriz Evc-i istiğnâda pervâz etmedikçe murg-i dil Pây-bend-i aşk ile âşüfte-kâr olmak da güç! Gönül kuşu, istiğnanın doruğunda, ihtiyaçsızlığın tepesinde Şikâyet eylemesiz çerten Neşâtî biz uçmadıkça aşka ayağından bağlı olarak perişan olmak da Ne gelse cânib-i Perverdigârdan biliriz güç! Ey Neşâtî, biz felekten, çarhtan şikâyet eylemesiz! Bize ne gelse, Allah tarafından geldiğini biliriz Bir nigâh-ı gamzeye tâkat getürmezken gönül Günde bin tîr-i cefaya sînedâr olmak da güç GAZEL Gönül, bir yan bakışa dayanamazken, günde bin kez cefa Ciğerkani ile etmiş şöyle rengîn lânesin bülbül okuna göğüs gelmekte güç! Ki gâhî gül sanıp eğler dil-i dîvânesin bülbül Bülbül, ciğer kanı ile, yuvasını öyle renkli etmiş ki, bâzen bunu gül sanıp, deli gönlünü eğler! Va’de-i ferdâsına gâhî iderdim i’timât Hayret-âlûd-i belâ-yı intizâr olmak da güç ‘’Yarın’’ diyerek verdiği söze, bâzen itimat ederdim. Sunarken bir dolu peymâne her gül bezm-i gülşende ’’Belâ’’ şaşkınlığına bulaşıp beklemek de güç Nice zabt eylesin yâ nâle-i mestânesin bülbül Her gül, gül bahçesinin meclisinde, dolu bir kadeh sunarken, bülbül sarhoşcasına inleyişini nice zabteylesin! Gerçi yok tâkat Neşâtî seyr-i dîdâr itmeğe Gûşegîr-i hasret-i dîdâr-ı yâr olmak da güç Ey Neşâtî, gerçi sevgilinin yüzünü seyretmeye gücün yok; Semender-meşreb olmak şu’le-nûş olmak gerek âşık sevgilinin yüzünün hasretiyle bir köşeye çekilmek de güç! Aceb mi eylese dâim şererden dânesin bülbül 173 Âşık, semender yaratılışlı olmak ve ateş içmek gerek. Bülbül Gönül hevâya uyup ârzû-yi gurbete düşmüş yiyeceğini kıvılcımlardan seçerse, şaşılır mı? Reh-i safâ diyerek hârzâr-ı hayrete düşmüş Gönül, hevese uyup gurbet arzusuna düşmüş! Temizlik yolu diyerek hayretin dikenliğine düşmüş! Şarâb-ı bezm-gâh-ı hasretin hûnâbe-i dildir Ne’ola eylerse dâim şu’leden peymânesin bülbül Hasret meclisinin şarabı, gönlün kanlı karaşık derdidir! Hat-ı lebinden değil hâl-i sebz-i şevk ile tekrâr Bülbül, daimâ ateşten yaparsa nolur? ! Ümît-i âb-ı hayât ile Hızr zulmete düşmüş Dudağının çizgisinde değil, şevk veren yeşil beninle Hızır tekrar hayat suyunu bulmak ümidiyle zulmete düşmüş. Boyanmış hûn-i dilden tâb düşmüş verd-i râ’naya Sanır fânus-i âl olmuş Neşâtî lânesin bülbül Kendini beğenen güle gönül kanından parlaklık düşerek Görüp arakları yer yer ruhinde tâbiş-i meyden kana boyanmış! Gülün rengin, gönlün kanındandır! Bunu Çemende jâle seher nevk-i hâr-ı hasrete düşmüş gören bülbül, ey Neşâtî, yuvasını al renkli bir fener olmuş Jale şarabın parıltısından yanağında yer yer meydana gelen sanır! telleri görüp seher vakti, hasret dikeninin ucuna düşmüş GAZEL Nedir letâfet-i endâm ile o gûy-i giribân Âşıkın kim aşk ile dîvâne dirler gönlüne Tamâm-ı câme-i işve o serv kamete düşmüş Şevk-i la’l-i yâr ile mestâne dirler gönlüne Vücûdunun, endamının hoşluğu ile o yaka düğmesi nedir? Sevenin gönlüne sevgiden dolayı deli olmuş derler! İşve, nâz elbisesinin tamamı o selvi boyluya düşmüş Gönlüne, sevgilinin dudağının heyecanıyla sarhoş olmuş Bahâr hattınişitmiş gibi Neşâtî sabâdan derler! Benefşe ser be-zemîn pîç ü tâb-ı haclete düşmüş Mahrem ol bir bezm-i şevk-efzâya kim erbâbın Aşk ile hem şem’ ü hem pervâne dirler gönlüne Ey Neşâtî, bahar, sabâ melteminden senin yüzündeki Bir tortusunu içinen noksanlığını, mutlaka tamam olur tüylerin çıktığını işitmiş gibiye benzer! Menekşe, başını yere derler! İrfan sahibinin gönlüne, bir kırık kadeh derler koyup utancından kıvrılıp yere düşmüş! Cur’asın nûş eylesen nâkıs, olur lâbûd tamâm Mezâkî Ârifin işkeste bir peymâne dirler gönlüne GAZEL Sevginin kuralı yırtanı, temizliği artırır! Sevenin gönlüne Sâkî gül ü mül mevsimi bir hoş deme benzer hem ayna hem de tarak derler. Bu âlem-i âb âb-ı ruh-ı âleme benzer (Sâkî bu gül ve şarap mevsimi hoş bir zamana benzer. Bu Çâk-sâz-ı mahabbet saf ve tim eyler ziyât sahil eğlenceleri dünyanın yüz suyuna benzer) Âşıkın hem âyine hem şâne dirler gönlüne Kuyunda gönül hasretî-i la’l-i lebindir Sevginin kuralı yırtanı, temizliğini artırır! Sevenin gönlüne Ol ka’be-nişîn teşne-leb-i Zemzeme benzer hem ayna, hem de tarak derler. (Gönül, mahallende dudağının lâl’e benzeyen hasretidir. Sanki Kâbe’deki Zemzem suyuna susamış gibidir. Feyz-i te’sîr-i safâdır kim Neşâtî âşıkın Hem kadeh hem bâde hem meyhâne dirler gönlüne Gör câzibe-i mihr-i ruhun bak dil-i sâfa Ey Neşâtî, temizliğin tesirinin bereketi ile sevenin gönlüne: Ol mihr-i cihân-tâba ve bu şebneme benzer hem kadeh hem şarap hem de meyhane derler! (Yanağının parlaklığının gönülleri cezbetmesi, dünyayı aydınlatan güneşin, yapraklar üzerindeki çiğ tanelerini buharlaştırması gıbıdir) GAZEL 174 Pinhân yine sînemde sad-dâğ-ı ciğer yok mu Mecrûh-dile şive-i lutf-ı sitem-âmîz (Bu yanan gönlümün derdini nasıl görmezlikten gelir. Zehrâb ile perverde olan merheme benzer Ondan saklasam bile, sinem yarılmamış mı, parça parça (Yaralı gönüle sitem ve naz ile muamele etmen, zehirle olmamış mıdır?) hazırlanmış merheme benzer) Ey hızr-ı huceste-pey kim gümnâm-ı reh-i aşkız Sad hayf ki bünyâd-kün-i sabr u sükûndur Bu vâdî-i hayretde bir râhgüzâr yok mu Seylâb-ı sirişkim ki hurûşân yeme benzer (Ey ayağı uğurlu Hızır, biz aşk yolunun adı sanı bilinmez (Ne yzaık ki, sabır ve sükûn olan gözyaşlarımın seli, yolcularıyız. Bu hayret vadisine giden bir yol yok mu?) durmadan dalgalanan bir denize benzer) Âlemde Mezâkî-veş bir sâhib-i irfânız Bu nâle-i cansuz ile bu âh-ı hazÎnin Erbâb-ı dile mâ’il bir ehl-i hüner yok mu Âmuziş-î âvâze-i zîr u bama benzer (Biz dünyada Mezakî gibi, irfan sahibiyiz. Gönül ehlinin (Bu cansız iniltim ile bu hüzün verici âhım, sazın tellerinden halinden anlayacak kimseler yok mu?) dökülen seslere benzer) GAZEL Ser halka-ı irfânda dil-i sâf-ı Mezâkî Sunar bin câm-ı memlû tehî peymâneden sonra Bir meclis-i şâhânede câm-ı ceme benzer Döner vefk-ı murâd üzre felek ammâ neden sonra (İrfan sahiplerinin arasında gönülü temiz Mezâkî, bir seçkin (Felek, boş kadeh sunduktan sonra binlerce dolu bardak insanlar meclisinde Cem kadehine benzer) sunar, ama neden sonra muradımız üzere arzu ettiğimiz gibi de döner) GAZEL Hiç makdem-i dilberden yollarda eser yok mu Bu meclisde gulû-yı şahne-i gamdan kim ağlardı Ey bâd-ı sabâ sende bir tâze haber yok mu Eğer handân olaydık girye-i mestâneden sonra (Ey sabah rüzgârı, o güzelin, ayak tozundan yollarda bir (Eğer sarhoşçasına ağlamadan sonra gülebilseydik! Bu eser yok mu? Sende sevgiliye dair bir taze haber yok mu?) toplantıda, gam ve keder bekçisinin hücumundan kim ağlardı?) Yûsufla o mehrûnun farkı katı zâhirdir Erbâb-ı mahabbetde bir ehl-i nazar yok mu? Tuyup zevk-ı harâbâtı ele câm-ı şerâb alsa (Yusuf ile ay yüzlünün arasındaki fark çok bellidir. Ayak basmazdı zâhid mescide mey-hâneden sonra Sevmesini bilenler arasında görmesini bilen yok mu?) (Zâhit, meyhanedeki zevki duyup eline şarap bardağını alsa, meyhaneyi gördükten sonra mescide ayak basmazdı) Bu bâğ-ı mahabbet kim bir tâze gülistandır Zîb-i ser-i ümmide bir gonçe-i ter yok mu Gedâ şeklinde şâh-ı mülk-i tecrîd olmak istersen (Bu sevgi bağı ki yeni bir gül bahçesidir. Orada bizi Nemed-pûş-ı ferâğ ol hil’at-ı şâhâneden sonra ümitlendirecek bir gül goncası yok mu?) (Eğer yalnızlık mülkinin dilenci şeklinde şahı olmak istersen şahlara lâyık hil’atı giydikten sonra bunlardan vazgeçme alâmeti olan keçeyi örtün!) Bu nâle-i şeb-gîrin âsârı görülmez mi Bu şâm-ı garîbâna bir vakt-i seher yok mu (Bu geceleri dolduran iniltilerimiz görülmez mi? Bu garipler Nice memnûn olur genç-i güherle ehl-i dil andan akşamının bir seheri yok mu?) Bu denlü renc-i bâzû kâviş-i vîrâneden sonra Bu sûziş ile andan zâhir mi olur derdim 175 (Virâneyi araştırmak için bu kadar el, kol yorduktan sonra, Kim ol âşüfte sebük-pây-ı sürâg âşüfte gönül ehli, cevher hazinesini bulmaktan nasıl memnun (Kaybolmuş zâyı olmuş karma karışık gönül ne güne vardır. olur?) Gönül perişan! Hâlini soran o ayağına çabuk haberci perişân olur) Anı bî-reng idüp yazmış beni bir turfe sûretde Yazanlar peykerim. Mecnûn gibi dîvâneden sonra Ey Mezâkî ne ‘aceb şîfte-i ‘ışk olsam (Mecnûn gibi bir deli, divaneden sonra benim şeklimi Kim olur şem ile fânûs-ı çerâg âşüfte çizenler onu renksiz beni ise tâze bir sûrette yazmışlar.) (Ey mezâkî aşkın divanesi olsam şaşılır mı? Işık lambası bile içinde mum yakıldığı zaman perişan olur!) Felek har-mühre-i güftâr-ı a’dâya kulak tutmaz Mezâkî gevher-ı nazmın gibi dür-dâneden sonra GAZEL (Ey Mezâkî, senin nazmının cevheri gibi inci dânesini, felek Şeh-i aşkun ki biz gencîne-i pinhânıyüz cânâ gördüten sonra, düşmanların sözlerinin iri katır boncuğuna Ne var kılsan nazar görsen ne gevher kânıyüz cânâ kulak tutmaz! Senin sözlerin inci dânesi düşmanlarınınkiler (Ey cân biz aşk padişahının gizli hazinesiyiz! Ey cân, ne var ise katır boncuğudur. Bunlara da kimse kulak asmaz!) bir baksan da görsen ne cevher ocağıyız! ?) GAZEL Ne denlü dest-i lütfun bâdî-i cem’-i havâs olsa Gönül âşüfte ben âşüfte dimâg âşüfte Dem-i vaslun perîşân hâtır-ı hicrânıyüz cânâ Oldı hep hâne-harâbân dimâg âşüfte (Senin lütf elin ne denli seçkinlerin toplanmasına sebep olsa (Gönül sevdalı ben sevdalıyım. Dimağım karma karışıktır. da biz, ey can, ey sevgili, kavuşma ânının yokluğundan Zâten evi yıkılmışların kafası, beyni karma karışıktır) hâtırı perişân olmuş kişiyiz!) Bu kadar silsile-cünbân-ı cünûn olmaz idi İlâcı var ise Îsâ leb-i cân-perverin eyler İtmese Kaysı eğer serdeki dâğ âşüfte Aceb aşkun esîr-i derd-i bî-dermânıyüz cânâ (Eğer Kays’ı, başındaki teessürü perişan etmeseydi deliliğin (İlâcı varsa. Hz. Îsâ senin can besleyen dudağını eyler! Ey zincirini bu kadar oynatmazdı.) sevgili biz acayip bir aşkın dermansız derdinin esîriyiz) Ugradum sohbet-i uşşâkı temâşâ itdüm Karâr itmez gönül zencîr-i zülfünden cüdâ olsa Meclis âşüfte mey âşüfte dimâg âşüfte Bu deştün biz de bir Mecnûn-ı ser-gerdânıyüz cânâ (Uğrayarak, âşıkların sohbetini seyreyledim, meclisi karma (Gönül senin saçının zincirinden uzak olsa, yerinde karışık, şarâbı çalkantılı, zihinleri perişân gördüm) duramaz! Ey sevgili, bu çölün bizde başıboş dolaşan bir Mecnûn’uyuz!) Nev-bahâr oldı n’ola olsa çemende şimdi Lâlede dâg-ı derûn sünbül-i bâğ âşüfte Nigâh itdük meğer âyîne-i rûy-ı münîrinde (İlkbahar oldu. Şimdi çemenlikteki gelinciğin içi dağlanmış Gubâr-ı hatt ıyân olmış anun hayrânıyüz cânâ bahçedeki sünbül perişan olsa ne olur? !) (Baktık da, meğer senin nurlu yüzünün aynasında tüy belirtileri görünür olmuş! Ey sevgili biz onun hayranıyız!) Yoklasan ‘âlemi mecnun-ı mahabbet olmış Kays-veş ‘ışk ile hep hasta dimâg âşüfte N’ola bir dôst-gânî-i nevâziş birle yâd itsen (Âlemi şöyle yoklasan, hepsi sevgi delisi olmuş. Hepsi Kays Bu bezmün bir gedâ-yı bî-ser ü sâmânıyüz cânâ gibi, aşk yüzünden hasta hepsi zihni perişan haldedir.) (Nolur, bir okşayış gibi olan dostluk kadehi ile hatırlasan, bizi ansan! Ey sevgili, biz bu meclisin fakir ve başsız badrıksız bir dilencisiyiz!) Dil-i şûrîde-i güm-geşte ne güne bulunur 176 Mezâkî-veş n’ola makbul-i erbâb-ı kemâl olsan N’ola hûn-âb akarsa çeşmümden Bu asrun biz dahi bir Örfî-i devrânıyüz cânâ Dilde zahm-ı hadeng-i yârum var (Sende Mezâkî gibi olgun kimselerin hoşuna gider olsan ne Gözümden kanlı yaş akarsa nr olur? Gönülde sevgilimin olur? ! Ey sevgili, bu çağın biz de bir, zamanın Örfî’siyiz!) okunun yarası var? GAZEL Ne acab şöhre-i cihân olsam Eger âh eylesem sad şu’le –i pür-tâb olur peydâ Aşk-ı yâr ile iştihârun var Bu sûzişten sirişki didede hûn-âb olur peydâ Cihanın meşhuru olsam şaşılır mı? Sevgilinin aşkı ile Eğer âh eylesem, kıvrım dolu yüz yalın ortaya çıkar! Bu şöhretim var uyanıştan gözyaşında kanlı su peydâ olur! Seldeki tâze dâğ ile cânâ Girup vire tahayyük eylesem ebrû-yı dildârı Ehl-i ışk içre iftihârun var Beher cânib nigâh itdükçe bir mihrâb olur peydâ Ey can, ey sevgili, başdaki bu tâze işâret ile âşıklar arasında Girip, gönül sahibinin kaşını verir, hayâl etsem, her yanda iftiharum var! baktıkça bir mihrâb ortaya çıkar. Ey Mezâkî sezâ-yı la’l bustân Ne hikmettür güher germ-i ümîd-i vasl-ı yâr olsam Yine bir nazm-ı âb-dârun var Gönülde ızdırab-ı fıtrat-ı sîm-âb olur peydâ Ey Mezâkî bahçe yâkûta lâyık benim yine taze bir nazmım Ne hikmettür, sevgilinin kavuşma ümidiyle ısınmış olsam, var gönülde cıvanın fıtratındaki ızdırap ortaya çıkar! GAZEL Girih-gîr olsa zülfi bâğ-ı ruhsârında dil-dârun Gönül ki sinede cây-ı kararı âteşdür Anun her bir hamundan bir gül-i sîr-âb olur peydâ Sakın sakın nefes-i şu’le-bâri âteşdür Gönlün sahibinin yanağıonın bahçesinde saçı kıvrım kıvrım Gönlün sînede, durduğu yer ateşdir! Sakın sakın ! Yalın olsa: onun her bir kıvrımından suya doymuş bir gül peydâ yağdıran nefesi ateşdir! olur N’ola bu sûziş ile şevk-ı dil-ziyât olsa Dil-i uşşâkı cezb itse ne’ola gîsû-yı pür-tâbi Medar-ı nüket-i ‘ûd-ı Kimârî âteşdür Ki her târından anun her bir kâvi küllâb olur peydâ Bu yanış ile gönlün şevki artsa nolur? Kımar ülkesinin öd Onun kıvrım dolu örükleri âşıkların gönlünü cezbetse nolur? ağacının kokusun a sebep ateşdir! Çünkü onun her telinden bir kavî çengel peydâ olur ! Biz ol şinâver-i bahr-i muhit-ı ‘ışkuz kim Mezâkî bahr-ı endişe aceb deryâ-yı irfândür Miyânı şu’le-feşân u kenârı âteşdür Ki anda böyle sad-silk-ı dür-i nâ-yâb olur peydâ Biz aşk okyanusunun o yüzücüsüyüz ki denizin ortası yalın Ey Mezâkî, düşünce denizi, acayip bir irfan denizidir! Çünkü fışkırır kenarı ise ateşdir orada öyle, yüzlerce bulunmaz inci dizisi peydâ olur! Müdâm mest-i harâb-ı şarâb nâb olı gör GAZEL Ki keyfi. âb-ı hayât u humârı âteşdür Elde çün câm- zer nigârum var Sen, daima keyfi âb-ı hayât mahmurluğu ise ateş olan sâf Hân-kâhda benüm ne kârum var şarâb ile harâb bir sarhoş ol da gör Mâdemki elde altın nakışlı kadehim var! Tekkede benim ne işim var Mezâkî fasl-ı şitâyı riyâz-ı ’ıyş idelüm 177 Bu mevsümün güli sâgar bahârı âteşdür Ol şıkkadür ki ser ‘âlem-i nâza bestedür Ey Mezâkî, kış mevsimini yeme içme bahçeleri edelim! Bu Saç örüğü, başı dik olan sevgilinin başına bağlıdır. İşte o mevsimin gülü kadeh, baharı ise ateşdir bölüktür ki baş, nâz âlemine bağlıdır GAZEL Ol ‘ukdeler ki turre-i pür pîç ü hamdedür Bâd-ı seher ki zülfüni her subh-gâh açar Dâm-ı firîb-i gamze-i gammaza bestedür Bir hâcedür ki nâfe-i müşk-i siyâh açar Kıvrım kıvrım saçındaki düğümler, yanbakıcının Saçını her sabah açan seher yeli, siyah misk bağını açan yanbakışlarının aldatıcı tuzağına bağlıdır efendi gibidir! Ol perdeler ki name-nevâz-ı riyâzdür Zülfün küşâde eyledi müjgân-ı kîne-sâz Kânûn-ı nâz-ı dilber-i dem-sâza bestedür Saf beste olsa böyle livâsın siyâh açar Yalvarışın nameler okşayan perdeleri dem çeken sevgilinin Kindar kirpiklerin saçını açtı! Saf bağlamış olsalar, nâzının kanununa bağlıdır bayrağını işte böyle siyâh açar! Hırz-ı amân-ı âfet-i terk-i tarik-i ‘ışk Dünyâyı rûşen itse n’ola böyle ruhlarun Bâzû-yı şevk-i ‘âşık ser-bâza bestedür Zulmet-serâ-yı ‘âlemi hurşît ü mâh açar Aşk yolunun bırakılmasından doğan âfetin güvencesi cesûr Yanakların dünyâyı böyle aydınlatsa ne olur? Cihanın bu âşıkın arzusunun kuvvetine bağlıdır karanlık evini güneş ile ay aydınlatır! Meyl itmez ehl-i himmet o nakd-i visâle kim ‘Aşkunla oldı mahrem ü bî-gâne tâze rûy Ser kîse-i ta’alluk-ı enbâza bestedür Feyz-ı bahâr hem gül-i ter hem giyâh açar Himmetli kimseler başınıi, ortak ilişkiler kesesine bağlı olan Tâze yüz senin aşkın hem sırdaş hem de yabancı oldu! parasına meyletmezler! Elbette, baharın bereketi le hem tâze gül açılır hem de otlar yeşillenir Gûş it Mezâkî bu gazel-i nev-terâneyi Tâze zebân tâze edâ bestedür Gerd-i sitemle didemi pür eylemek ne gam Ey Mezâkî bu yeni nameli gazeli duy! Dil tâze üslûb tâze, Çeşm-i ümidi bir nigeh-i ‘özr-hâh açar beste tâzedir Azarlarmakla gözümü ağlatmandan ne gam var? Ümid gözünü, özür dilemeyi arzu eden bir bakış açar GAZEL Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün Aç dîde-i basireti ko gafleti gönül Biz kim bir alay rind-i tarab-hâne-i ‘ışkuz Mir’ât-ı kalbi mıslaka-i intibâh açar Çak bezm-i ezelden beri mestâne-i ‘ışkuz Bâsiret gözünü aç, gafleti koy, ey gönül! Kalb gözünü, (Biz ki aşk meclisinin bir alay rindiyiz: çak ezel meclisinden uyanıklık cilâlaması açar beri aşkın.) Tâ kim kılîd-i kilk-i Mezâkî elündedür Hiç eylemezüz neşve-i sahbâya tenezzül Gencîne-i hakâyıkı bî-iştibâh açar Biz mest-i harâb-ı mey-i peyhâne-i ‘ışkuz Mezâkînin kaleminin kilidi elinde oldukça, gerçekler (Şarabın neş’esine hiç tenezzül etmeyiz. Biz aşk bardağının hazinesini hiç şüphe yok bir gün açar şarabının harab olmuş sarhoşuyuz.) GAZEL Bizde bulunur gevher-i nâ-yâb-ı muhabbet Gîsû ki fark-ı yâr-ı ser-ı efrâza bestedür Biz hâzin-i gencine-i virâne-i ‘ışkuz 178 (Sevginin görünmeyen cevheri bizde bulunur. Biz aşk (Şah ile dilenci, şarabın bereketiyle el açarlar! Köle de hür viranesinin definesinin hazinedarıyız.) olan da şarabın verdiği neş’eyle rakseder.) Ol ‘âriz-ı rahşân ile sen şem’-i hüsünsün Ey Mezâkî pây-mâl olur ‘adû-yı nâ-bekâr Biz bu dil-i sûzan ile pervâne-i ‘ışkuz Esb-i tab’um eyledükçe ‘arsa-i ma’nâda raks (Sen o parlayan yanağınla yanan mumsun. Biz bu yanan (Ey Mezaki, benim tabiatım atı mana meydanında gönülle aşk pervanesiyiz.) rakseyledikçe iş bozan düşman ayaklar altında kalır.) Biz çekmezüz aslâ gâm-ı devrân-ı Mezâkî GAZEL Çak bezm-i ezelden beri mestâne-i ‘ışkuz Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün (Ey Mezâkî! Biz bu zamanın gamını asla çekmeyiz! Çünkü Bağ-ı ‘aşkun bülbül-i âşüfte-halidür gönül biz çak ezel meclisinden beri sarhoşuz.) Bir gülün dil-dâde-i hüsn ü cemâlidür gönül (Gönül, aşk bahçesinin perişan halli bülbülüdür. Gönül bir gülün güzelliği ile yüzüne gönlünü kaptırmıştır.) GAZEL Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Hoş gelür rindâna sâkî meclis-i sahbâda raks Sâye-veş hâk ile yeksân olmadan hâlî degül Eylesün şimden girû gül-gûn-kümeyt-i bâde raks Bir sehî-serv-i revânun pây-malidür gönül (Ey saki, şarap meclisinde oynamak, raksetmek, rindlere hoş (Gönül gölge gibi yerle bir olmaktan hali değildir. Gönül bir gelir! Bundan böyle, şarabın gül renkli adı rakseylesin!) servi boylunun ayakları altındadır.) Zâhidâ gel cübbe vü destâr ile gir meclise Her zemân ser-der-hevâ-yı vasl-ı yâr idi velî Eylesün ma’nâ-yı rindî suret-i takvâda raks Şimdi ancak hem-dem-i tayf-ı hayâlidür gönül (Ey zahit, gel, cübbe ve sarıkla meclise gir! Rindliğin (Gönül her zaman sevgilinin kavuşma havasıyla idi. Lakin manası allah korkusu şeklinde rakseylesin!) şimdi ancak uykuda havaliyle beraberdir. Dil yine ser-geşte-hâl-i şeb-çerâğ-ı ‘ışk idi Her ne denlü nâz ü istiğnâ da itse ol perî İtmedin pervâne gerd-i şem’-i bezm-ârâda raks Neylesün hû-kerde-i ganc u delâlidür gönül (Gönül yine aşkın geceyi aydınlatan ışığından başı dönmüş (O peri her ne denli naz ve aldırışsızlık etse de, gönül halde idi. Sen onun meclisi süsleyen mumunun etrafında neylesin onun naz ve aldanışına alışmıştır.) pervane etmedin!) Ey Mezâkî hem-zebân-ı ehl-i di olsa n’ola Bir gül-i nev-hîze meftun olmayan bülbül gibi Şûh mevşreb bir nedîm-i lâ-ubâlidür gönül Eylemez pirâmen-i her gönce-i ra’nâda raks (Ey Mezâkî, gönül gönülden anlayanlarla aynı dili konuşsa (Bir yeni çıkan güle vurgun olmayan, bülbül gibi, her güzel ne olur? Çünkü gönül hareketlerinde serbest ve aldırışsız bir goncanın çevresinde rakseylemez!) yadımcısıdır.) Cezbe-i ‘ışkıyla gâhî eylese ma’zûrdur GAZEL Râhib-i deyr-i muhabbet kâ’be-i ‘ülyâda raks Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün (Yüce Kâbe’de, sevgi kilisesinin rahibi aşkın cezbesiyle Varalum cem olalum mey-gedede bir yire hep bazan rakseylese mazur görülmelidir!) Virelüm varumuzu bade –i can-pervere he (Varalım bir meyhanede bir yere toplanalım. Can besleyen şaraba varımızı verelim) Feyz-ı sahbâ ile dest-efşân olur şâh u gedâ Neşve-i mey ile ider bende vü âzâde raks 179 Zevrak-ı mey sürelüm bir nice sîmîn-berle Altun gibi zerd eyledi âhir ten-i hâkî Cem gibi hükm idelüm biz dahi bahr u bere hep Hakkâ ‘aceb iksîr imiş iksir-mahabbet (Bir nice gümüş göğüslü ile şarap kayığı sürelim! Biz de (Toprak rengindeki tenimi sevgi iksiri altın sararttı! Cem gibi denize ve karaya hükmedelim) Doğrusu sevgi iksiri ne acayip iksir imiş!) Ne turur sâkî hemân sâgarı gerdân itsün Her tûtî-i hâme olamaz böyle Mezâkî Geldi erbâb-ı safâ bezm-i sürûr-âvere hep Şekker-şiken-i lezzet-i takrir-i mahabbet (Saki ne durur? Heman bardağı dolaştırsın! Sefadan (Ey Mezaki! Kalem papağanı böyle, sevgi dersinin tadındaki anlayanlar, sevinç getiren meclise hep geldiler.) şekeri ortadan kaldırıcı olamaz! Benim kalemimden dökülen sözlerin tadı, sevgi, mahabbet dersinin tadındaki şekeri bile ortadan kaldırır!) Böyle nâz itse n’ola muğbeçe-i bâde-fürûş Cân vire halk-ı cihân ol büt-i meh-peykere hep (Şarap satan meyhaneci böyle nazlansa ne olur? Cihan aşkı Nâbî halkının hepsi o ay yüzlü güzele can verse yeridir.) GAZEL 1 Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün Ey Mezâkî demidür da’vî-i irfân idelüm Ne sendendür ne bendendür ne çarh-ı kîne-verdendür Es-salâ nâdire-gûyân-ı Sühan güstere hep Bu derd-i ser humâr-ı neşve-i câm-ı kederdendür (Ey Mezaki artık zamanıdır, irfan sahibi olduğumuzu iddia Ne sendendir, ne bendendir; ne de şu kin dolu felektendir. edelim. İşte söz söylemede işitilmemişleri ve eşine Bu geçmek bilmeyen baş ağrısı kaderin sunduğu şarabın rastlanmayanları söyleyenlere meydan okuyoruz! “Es-sala! neşvesinin sonucudur. ” Haydi meydana! Dehân-âlûde olmaz ni’met-i elvân-ı âlemle GAZEL Dimâğ-ı dilde lezzethân-ı yağmâ-yı seherdendür Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün Âlemin şu renk renk nimetlerinden ağzımıza bir lokma bir Bir mekteb imiş sîne gönül pîr-i mahabbet şey değmez. Gönül, şu devranın yağma edilen sofrasının Olsam n’ola şâkird-i sebâk-gîr-i mahabbet lezzetini arar. (Göğüs bir mekteb im, iş! Gönül, sevginin mahabbetin piri imiş! O halde ben sevgi dersi alan öğrenci olsam ne olur?) Düşen sana tegûfüldür bana âh-ı tegâfül-sûz Degil senden şikâyet şevke âh-ı bî-eserdendür Âh eylesem âfâkı yakar sûz-derûnum Sen görmemezlikten gelirsin; ben bu görmemezlikten Zahir mi degül sînedete’sir-i mahabbet gelişine yanarım, âh ederim. Şikâyetim senden değil bu bir (Bir ah eylesem, içimin ateşi, ufukları yakar! Göğüste türlü tesir etmeyen âhımdandır. sevginin etkisi görünmüyor mu?) Sana isbât-ı taksîr eylemek bî-vechdür ey dil Cânâ seni her yüzden ider şimdi temâşâ Bu taksîr-i eser senden degüldür çeşm-i terdendür Sad-pâre idelden dili şemşîr-i mahabbet Ey gönül, senin kusurlarını sayıp dökmek için bir sebep yok! (Ey can, ey sevgili, sevgi kılıcı, gönülü yüz parça edeliden Bu kusurlar senden değil, benim ağlayan gözümdendir. beri, şimdi seni her yüzden temaşa eder!) Bu ta’birât vüs’unda degüldür kuvvet-i tab’un Kaddim gam-ı ebrûn ile dönmezdi kemâna Bu feyz-i ma’nevî Nâbiye mecrâ-yı digerdendür Çak cânuma kâr itmese ger tîr-i mahabbet Bu sözler, Nâbî’nin yaradılışının çok üstündedir, onun (Sevgi oku çak canıma değmeseydi, boyum, senin kaşının gücünü aşıyor. Bu manevî feyz, bir başka mecrâdandır. gamı ile yaya dönmezdi. Yaya gibi eğilmezdi.) 180 GAZEL 2 Cilve eyler câme-i yek-renk ile ye-s ü ümîd Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün Tab’-ı istîlâ-yı hayret gibi bir makkat mı var Gönül ne arzû-yı câh ider ne tâc u taht ister Keder ile ümit tek renk bir elbise gibi görünür. Şaşkınlığa Reh-i himmetde ancak kalb-i nerm ü pâ-yı saht ister uğramış insanın bunları birbirinden ayırması mümkün Gönül, ne rütbe ne tac, ne de taht ister. O gayret yolunda müdür? yumuşak bir kalb ile sebat eden bir ayak ister. Vasldan maksûdumuz memnun-ı cânân olmadur Güşâyiş-hâh olan diller nesîm-i kâm-ı âlemden Yoksa vasla âlem-i endişede minnet mi var Bu gülşende misâl-i gönce ol laht laht ister Bizim vuslattan maksadımız sevgiliden memnun kalmaktır. Şu dünyanın ılık rüzgârı ile gönüllere ferahlık bulanlar, Yoksa şu dünyada sevgilinin vuslatına ermek için kimseye yaprakları parça parça açılmış, gül goncası isterler. minnet etmeyiz. Kenâr-ı dideden dûr olmasun aks-i kadd-i cânân Bir nefes kâşâne-i kalbinden olmazsın cüdâ Leb-i ser çeşme-i gam sâye-i güster bir dıraht ister Çokdan ey gam Nâbî-i nâ-şâd ile ülfet mi var Sevgilinin boyunun gölgesi, gözden ırak olmasın. Çünkü Bir an onun kalbinin sarayından eksik olmuyorsun! Ey gam, dudak onun gam çeşmesi ile gölge veren ağacını ister. yoksa şu bedbaht Nâbî ile eskiden beri dost musunuz? Ne himmet kâr-gerdür ne taleb ne hüsn-i isti’dâd Nâbîyâ tâze metâ ile pür itdün âlemi Sezâ’yı bezm-i yâr olmağa da âdemde baht ister Çarşû-yı âlem-i endişede zînet mi var Güzelliğe ulaşmak için ne gayret etmek ne de istemek Ey Nâbî taze mal ile (yeni sözlerle) âlemi doldurdun, yeterlidir. Sevgilinin meclisine ulaşmak için şu âlemde süsledin. Yoksa düşünce âleminin çarşısında altın eşya mı bahtın gülmesi lâzımdır. vardı? Umar boynunda yârün sâ’id-sîmînini Nâbî GAZEL 4 Semend-i meşreb-i rehvârına bir sîm raht iste Mefâ'ilün / fe'ilâtün / mefâ'ilün / fe'ilün Nâbî, sevgilinin boynundaki gümüş gerdanlığı umar. O, Cem’ün tamâma irüp devri câm kalmamışdur rahvan giden atına, gümüş bir eğer takımı ister. O câmdan da bu meclisde nâm kalmamışdur Cem’in devri de, kadehi de sona erdi. Bu meclisde onun kadehinden eser bile kalmadı. GAZEL 3 Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Pâ-yı yâre düşmege agyârdan nevbet mi var Rüsûn-ı lütf u kerem halk içünde mensîdür Sâyesinde nahl-i ümmîdün meger râhat mı var Fakat alup virülür bir selâm kalmamışdur Sevgilinin ayağına kapanmak için başkalarından sıra İyilik ve cömertlik göstermek halk arasında unutuldu gitti. geliyor mu? O ümit fidanının gölgesinde bir rahatlık bulmak Fakat alıp verilen bir selâm bile kalmadı. mümkün mü? Rakîb sâye-i lütfunda oldı perverde Geh kemân-ı hicr ü geh zehr-i sitem geh bâr-ı gam Anınçün ey gül-i ter böyle hâm kalmuşdur Âşık-ı fersûde-bâzû çekmedük zahmet mi var Ey gül goncası, rakip senin zülfünün gölgesinde beslendiği Bazan ayrılık okunun yayı, bazan sitem zehri, bazan da gam için böyle ham kalmış, olgunlaşamamış. yükü… Şu âşığın güçsüz kollarının çekmediği zahmet kaldı mı? Cihân içinde murâdum ne ise virdi kazâ Hemân bir almadugum intikâm kalmışdur 181 Kader, şu cihanda ne istediysem hepsini verdi, yalnızca almak istediğim bir intikam kaldı. Senün gûşunda isti’dâd yok idrâkine yoksa Leb-i cevde kemâl-ı sun’ı her berk-i çemen söyler Ümîd kâtib-i takdirden müsâ’adedür Senin idrak edebilmen için kulağında istidat olmalı yoksa Cerîde-i emelüm nâ-tamâm kalmışdur yaradılışın ne mükemmel bir şey olduğunu bahçedeki Kaderinin kâtibi ümit etmeye izin vermiyor. Emellerimin yapraklar bile söyler. sayfası böyle tamamlanmamış duruyor. Şuhûd-ı nüsha-i sun’a nev-â-nev bulmayan kudret GAZEL 5 İdüp tazyî’-i evkâtın hikâyât-ı kühen söyler. Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün Yaradanın eserlerini dile getirmekten âciz olanlar, geçmiş devirlerin eskimiş hikayelerini söyler durur. Bezm-i safâya sâgar-ı sahbâ gelür gider Güya ki cezr ü med ile deryâ gelür gider Kibâra sû-i kasdın oldugın yâd-âver-i âteş Zevk ve safa meclisine şarap kadehi gelir gider. Sanki med Kılâ’ üzre lisân-ı top ile burc u beden söyler ve cezir ile derya gelir, gider. Bazı ileri gelenlerin kötü niyetli olduğunu, kalelerin burcuna ve bedenine atılan toplar gibi ateşi hatırlatan dil ile söyler. Açıldıgın haber virür agyâra gül gibi Dâim bize nesîm-i sebük-pâ gelür gider O şûh âyinede aks ile eyler güft u gû Nâbî Ayağına çabuk sabah rüzgârı durmadan bize gelir gider ve Bilen söyler nikât-ı râz-ı hüsni bilmeyen söyler senin güller gibi açıldığını başkalarına haber verir. O güzel, aynada kendi görüntüsü ile konuşur durur. Güzelliğin sırlarının ince noktalarını, ey Nâbî bilen söyler, bilmeyen söyler. Olmaz yine mariz-ı mahabbet şifâ-pezîr Rû-yı zemîne bir dahı İsâ gelür gider İsa peygamber yeryüzüne bir daha gelir gider ama aşk GAZEL 7 hastası yine de şifa bulamaz. Dili ne nâ’il-i zevk-i visâl idebildük Ne kâ’il-i elem künc-i intizâr idebildük Sultân-ı gam nişîmen idelden derûnumı Gönlümüzü ne vuslat zevkine ulaştırabildik, Sahrâ-yı kalbe leşker-i sevdâ gelür gider ne de bekleyip elem çekmeye razı edebildik. Gam sultanı bağrıma karargâhını kurduğundan beri, sevda askeri kalb ovasına gelir gider. Recâ-yı vasl ile ol şâha arz-ı hâller itdük Ne bir mahalli didürdük ne der-kenâr idebildük Bir gün dimez o şûh ki ayâ murâdı ne Vuslat ricaları ile sultana halimizi arz ettik ama ne buluşma Çokdan bu kûye Nâbî-i şeydâ gelür gider yerine söyletebildik, O güzel sevgili bir gün bile ‘‘ Benim mahalleme aşktan ne de tamamen gözden çıkarabildik. çılgına dönmüş Nâbî, çoktandır gidip geliyor, acaba bunun muradı nedir ’’ demez. Bizi miyâne-i havf u recâya atdı mahabbet Ne sabladuk gam-ı aşkı âşkâr idebildük GAZEL 6 Muhabbet bizi korku ve yalvarışın tam ortasına attı. Sevâd-ı mümkinât âsâr-ı sun’ı bî-sühan söyler Onun için aşkımızın kederini ne salkıyabildik ne de Kitâb-ı k’ainât esrâr-ı Hakkı bî-dehen söyler açıklayabildik. Yaradılmışlar. Yaradanın eserlerini söze hâcet kalmadan söyler; kaînat kitabı Hakk’ın sırlarını ağıza hâcet kalmadan Bir âfet ile ne ser-germ olup ne bûsesin alduk söyler. Ne bir nih’al bitirdük ne meyve-dâr idebildük 182 Ne bu güzel ile baş başa verip de bir busesini alabildik; Tecerrüd üzereyim âlâyiş-i ‘âlâyış-i alâyıkdan ne de bir fidan yetiştirip meyvasından istifade edebildik. Ne denlü cürm ile âlûde-i ta’alluk isem Her ne kadar dünya sevgisiyle günahkâr isem de her türlü alakadan kurtulmak üzereyim. Gehî visâlin anup gâhî bîm-i hicrini Nâbî Ne yârdan geçebildük ne ihtiyâr idebildük Bazan vuslatını andık, bazen ayrılığın korkusunu yaşadık. Behişt ü nâr miyanında ıztırâb itmem Ey Nâbî, ne sevgiliye kavuşabildik ne de ondan Bilür hakîm işini her ne semte lâyık isem vazgeçebildik. Cennet ve Cehennem arasında mıyım diye acı çekmem, endişe etmem. Allah, nereye lâyıksam oraya koyacağını bilir. GAZEL 8 Gâh olur emvâc-ı çarhı gark ider yemmdür gönül Gâh olur bir katre-i naçızden kemdür gönül Makâm-ı hidmete de nâ-sezâ mıyım ey çarh Gönül, bazen feleğin dalgalarını aşan deniz olur; Duhûl-ı meclis-i dî-dâra nâ- muvâfık isem bazen da küçük bir damladan daha zavallı olur. Ey felek, sevgilinin meclisine girmeğe uygun değilsem de, onun hizmetinde bulunmaya da lâyık değilim. Dil-Nişîn-i âlem olmuşken yine merdûd olur Derd-i bî-dermân-ı eyyâm ile tev’emdür günül O şûh-ı râst-reviş nâbiyâ kabûl itmez Bazan âlemin gönlünde yer tutar, bazen kovulur. Ne denlü kadr ile akrân içinde faîk isem Gönül, dünyanın şifası olmayan dertlerine eş olmuştur. Akranlarımın içinde kıymet bakımından ne kadar üstün isem de o doğru yolu tutmuş sevgili bir türl bunu kabul etmez. Nakş-ı nâm-ı yârden hâlî ger elmâs olsa da Sinede bî-kıymet ü bî-kadr-î hâtemdür gönü Sukâta-çînî-i enfâs-ı ‘arifîndendür Gönül elmas bile olsa, sevgilinin uzağında ise, Ne denlü nâ’il-i sermâye-i hakâyık isem sinede kadri kıymeti olmayan bir yüzükten başka bir şey Hakiketler sermayesinde ne derece ulaşmışsam, değildir. bu, âriflerin nefesinden topladığım artıklardandır. Zîver-i kâlâ-yı aşk u nakş-ı tamgâ-yı kesâd GAZEL 10 Resm-i ây’ini diger-gûn başka âlemdür gönül Kim düşer dâmenime katre-i hûndan gayrı Bazan aşk kumaşının süsü, bazen satılmayan malın Kim öper pâyımı zincir-i cünûndan gayrı damgasıdır. Eteğime kan damlasından başka ne düşer; Gönül her gün bir başka âlemdir. ayağımı delilik zincirinden başka kim öper? Gûşe-i ebrûsunun agyâr imâsın görüp Hep şikâyetdeyüz ammâ ki yine başımıza Nâbiyâ bAr-ı girân-ı reşk ile hamdur gönül Kimimiz var dönecek çarh-ı nigûndan gayrı Sevgilinin başkalarına imalı bakışlarını görünce, Hep şikâyet ediyoruz ama, başımızın etrafında ey Nâbî, gönül kıskançlık gözyaşları döker. Acılar çeker. Şu tersine dönen felekten başka kimimiz var? GAZEL 9 Hayf o bî-çâre-î ber-geçde-dilin hâline kim Benümle rûy-be-rûy ol sözümde sâdık isem Olmaya çâre-geri baht-ı zebûndan gayrı Dem-i visâlde döndür yüzün münâfık isem Ne yazık, o derdine çare arayan gönülün haline ki, Eğer sözümde sâdık isem benimle yüz yüze ol; Ona şu kara bahtından başka çare arayan olmaya… ama eğer münafık isem, vuslat anında yüzünü benden çevir. Nice tefhîm ideyim halimi çeşm-i pâre 183 Gördügi bildiği yok mekr ü füsûndan gayrı Sevâd-ı çeşm-i mestinkimdeler bir dâğ-ı hasrettir Halimi, sevgilimin gözlerine nasıl anlatayım? Geçerse gamzê-i tîrin cigerden câna minettir Ki onun gözleri büyücülükten, aldatmaktan, hileden başka Bir hasret yarası olan sarhoş gözünün karası delip geçer. bir şey bilmiyor. Eğer bakışının oku ciğeri geçerse bu cana minnettir. Nesi var cümbüş-i kânun-ı cihânun Nâbî Müheyyâ meclis-i Cemdir surâhî kulkul-i mînâ Bî-nemek zemzeme-i perde-birûndan gayrı Dünya Gül-i ruhsâr-ı sâkî o da mest-i câm-ı işrettir kanununun(sazının) ne cümbüşü var. Ey Nâbî, hariçten Cem’in içki meclisi, sürahi ve sürahinin lıkırtısıc tamam, gelen tatsız seslerinden, iniltilerinden başka. sakinin yanağının gülü, o da işret kadehinin sarhoşudur. 18. YÜZYIL Nişân vermez mi ebrûlar kemân-ı destimi fikret Osmanzâde Tâib Kazâ-yı sehm-i meydân-ı fezâ-yı dâm-ı hayrettir GAZEL 1 Hele bir elimdeki elimdeki yayı düşün; o kaşlar hayret Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün rüzgarının geniş meydanında ilâhi kazanın oklarını Yandı dil sûziş-i tâb-ı ruh-ı yâr ile bu şeb hatırlamıyor mu? Sîne pür-dağ derûn nâliş-i âh ile bu şeb Gönül bu gece sevgilinin yanağı parıltısı hararetiyle yandı, Küsâyiş-bahşdır hâl u hayâl-i tâb-ı ruhsârın göğüs yaralarla, içim ahımın feryatlarıyla dolu bu gece. Olursa hey’et-i vaslı o mihrin bana devlettir Yanağının parıltısı hayalıyla benlerğn insanın içini Eyledi fikr zuhûr-ı hatt-ı rûyum âşık ferahlatır; o güneşe benzeyen sevgiliyle kavuşma hayali Sanı kim girdi o meh hâleye nâz ile bu şeb benim için mutlukların en büyüğüdür. Âşık, bu gece sevgilinin yüzünün ayva tüylerinin çıkışını düşününce sandı ki o ay yüzlü sevgili salınarak haleye girdi. Ki pîçapîç olup zülfün dil-i uşşâka dâm olmuş (Hale, ay ve güneşin etrafında bazan görülen parlak daire.) Tutulmuş dâne-i ruhsârın üzre haylı san’attır Saçların kıvrım kıvrım olup yanağındaki benlerin daneleri Ne yaman müşkil imiş da’vî-yi hengâm-ı visâl üzerine aşıkların gönüllerini yakalayan bir tuzak kurmuş, ne Yürü gel hâne-i uşşâka hırâm ile bu şeb ustaca bir iş! Kavuşma anının davası ne zor şeymiş, ey sevgili evimize salınarak yürü gel bu gece. Hat-ı müşkîn-i yâri sen güzel vasf eyledin Tâib Yazılmış safha-i rihsâra âyât-ı muhabbettir. Gül-i ruhsâarın ile gülşen-i hüsnünde hezâr Tâib, sevgilinin yanağı üzerine yazılmış sevgi ayetleri olan Bülbül-i dil şudenin kârı enîn ile bu şeb misk kokulu yazıyı, oğrusu çok güzel övüp anlattın. Gül yanağın ile güzellik bahçendeki binlere vurgun bülbülün işi bu gece ağlayıp inleme. GAZEL 3 Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün O mehin perçemi kaydı ne belâ başına Tâib Hayâl etmem lebin ol çeşme giryân olduğum yerdir Târumâr oldu gönül âh-ı siyâh ile bu şeb Siyah çeşmin benim sermest ü hayrân olduğum yerdir Taib, o ay yüzlü güzelin perçeminin düşüncesi başına ne Ben dudağını hayal etmem, o çeşme benim ağladığım yerdir. belalar açtı; bu gece de kapkara âhlarıyla gönül perişan Kara gözün benim sarhoş ve hayran olduğum yerdir. oldu. Zuhûr-ı hatt-ı şîrînine delîl subh-ı vuslattır Beyâz-ı gerdine çâk-i girîbân olduğum yerdir GAZEL 2 Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün 184 Bu güzellik ve çekiciliği seyr et de bak bakalım Çin güzellerine benziyor mu; bu yüzdendir ki bütün güzellerin GAZEL 5 aşkı için ağlar inletirim. Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Gerçi etmez dil metâ-ı râzını ifşâya meyl Tehî sanma teveccühten garaz mihrâb-ı ebrûya Bir nefes ârâmı yoktur giryeden mânend-i seyl Perestişler hermân mahsûd-ı yârân olduğum yerdir Her ne kadar gönül sır sermayesini açıklamak istemezse de Kaşları bihrabına yönelme niyetimi boşuna sanma; bu seli andıran gözyaşlarıyla bir an durmamacasına ağlayıp tapınmalar sevgiliyi başkalarından kıskanmam yüzündendir. inler. Hadeng-i gamzen iy meh-rû dil-i Tâib’de mihmândır Baht-ı vâjgûn tâlii bîgâne âşık nişlesin Siyeh çeşmin benim sermest ü hayrân olduğum yerdir Şöyle bî-tâb oldu çeşmi nidügin bilmez Süheyl Ey ay yüzlü sevgili, bakışının oku Tâ’ib’in gönlünde Baht ters talihi yardım etmiyor zavallı âşık ne yapsın? Gözü misafirdir, kara gözlerin benim sarhoş ve şaşkın olduğum öylesine bitâb düştü ki, Süheyl ne olduğunu bilmez. yerdir’ib’in gönlünde misafirdir, kara gözlerin benim sarhoş ve şaşkın olduğum yerdir. Âh-ı âteş-gûn-ı ruhsârında şöyle tâb var Sûzişinden dil hermân destinde bir nevres tufeyl GAZEL 4 Yanağının ateş kırmızısı âhında öylesine bir parıltı var ki Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün gönül hararetinden hemen onun elinde yeni yetişen bir O tıfl-ı nâz-perverdin cefâsı artar eksilmez çocukcağızdır. Velî pek şûhdur kim mübtelâsı artar eksilmez O nazlı yavrunun cefası artar eksilmez. O öylesine neşeli ve Bir mehin sorma lebinde buldı em kendüye dil cilvelidir ki tutkunları artar eksilmez. Ser-fütâde kadre erdi âşıkân cümle bu leyl Gönül bir ay yüzlü güzelin emilecek dudağında kendine bir Gönül deyr içre bir tersây ile zünnâr-bend oldu ilaç buldu. Böylece bütün mahçup aşıklar bu gece kadre O kâfir-mâcerâdır mâcerâsı artar eksilmez erdiler. Gönül kilise içinde bir hıristiyan güzeline bağlandı, o kâfirin işi gücü maceradır, macerası artar eksilmez. Şimdi meydân-ı suhanda esb-i hâmem Tâiba Yekke-tâzâne salâdır ber dem eylerse sahîl Harâbât-ı elestin mesti olmak hayli müşkildir Ey Tâib, şimdi söz meydanında kalemimin atı eğer bir kere Egerçe bâde-i kâlû belâsı artar eksilmez kişnerse usta at binicilerine (şairlere)seslenmelidir. Her ne kadar kâlu belâ şarabı artıp eksilmezse de Elest meyhanesinin sarhoşu olmak hayli zordur. Râşid GAZEL 1 Belî bezm-i visâlin nağme-i şevkı de var ammâ Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün Ne çâre sûziş-i vâ-hasretâsı artar eksilmez Mecnûn-ı lâubâlî-i aşk ol reviş budur Her ne kadar kavuşma meclisinin şevki nağmesi varsa da Kâr-âzmûde-i âkıl isen işte iş budur âhları, ayrılık yanıp yakılmaları da ne çare ki artar Aşkın laübali Mecnun'uu ol, geçerli yol budur. Be denenmiş eksilmez. bir şeydir, eğer aklın varsa işte iş budur. Nice vakt oldu Tâib biz ki mehcûr-ı Sıtânbûluz Uşşâka kasd-ı lutf iledir bezme avdeti Hayâl-i dîdede âb u havâsı artar eksilmez Gitmek berâ-yı nâz idi ammâ geliş budur Tâib, epey oldu ki biz İstanbul’dan uzaklardayız, oranın hava ve suyunun hayali gözümde artar eksilmez. 185 Sevgilinin toplantıya geri dönüşü aşıklara iyiyilik yapma Benim ki derd-i sühan gibi illetim vardır amacıyladır; gitmek nazlanmak içindir, ama geliş sebebi Râşid, benim şiir söyleme derdi gibi bir rahatsızlığım var; budur. hiç bunun tedavi edilmesi mümkün müdür? Mihmân-nevâz-ı mastaba-i aşk isen eğer GAZEL 3 Hûn-ı ciğerle besle gamı perveriş budur Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün Benim arzularımı gösterecek dilek aynası üzüntü pasıyla Ne ise kısmetin rûz-ı ezel takdîr olunmuşdur kaplıdır, işte görünen durum budur. Hemân emr-i teayyünde abes tedbîr olunmuşdur Kısmetin ne ise ezelde kararlaştırılmıştır, fakat iş yapılmaya kalkışıldığında alınan tedbirler faydasızdır. Pür-jeng-i ye'stir bana âyîne-i emel Sûret-nümâ-yı hâhiş olur gösteriş budur Benim arzularını gösterecek dilek aynası üzüntü pasıyla Meâl-i kîmya iksî-i horsendîdir idrâk et kaplıdır, işte görünen durum budur. Kanâat kenz-i lâ yefnâ ile tefsîr olunmuşdur Kimyanın anlamı yok tok gözlülük iksiridir, bunu anla. Kanaat tükenmeyen bir hazine olarak yorumlanmıştır. Sen cân ver ol perî vericek ruhsat-ı visâl Râşid cihân-ı aşkda dâd ı dihiş budur Râşid, o periyi andıran güzel sana buluşma izni verince sen Bulur te'sîrini darb-ı asâdan dahi efzûnter karşılık olarak canını ver, aşk aleminde bağışta bulunmak Ana kim çûb-ı harf-i tünd ile ta'zîr olunmuşdur demek böyle olur. Sert söz çubuğu ile azarlanan, sopayla dövülenden daha çok etkilenir. GAZEL 2 Mefâ'ilün / fe'ilâtün / mefâ'ilün / fe'ilün Taharrî kıl cezâda kim mücazâtı dahhi küfrün Ne bahttan ne felekten şîkâyetim vardır Yine rûz-ı va'îd-i mahşere te'hîr olunmuşdur Tamâm gûşe-i uzlette râhatım vardır Ceza verme konusunda meseleyi iyice araştır; unutma ki Yalnızlık köşesinde tam bir rahata erdim. Benim, ne küfürün cezâsı bile mahşer gününe bırakılmıştır. talihimden ne felekten şikayetim var. Libâs-ı şöhrete meyl eyleyip dünyâ-perest olma Nevâl-i bûse-i rûyun n'ola edersen ümîd Ki bunlar câme-i elvân ile teşhîr olunmuşdur Şikest-i rûze-i hicrâna niyyetim vardır Şöhret elbisesine meyl edip dünyaya tapma; bunlar Yüzünü öpebilme mutluluğunu umuyorsam buna rengârenk elbiseler şeklinde sergilenmiştir. şaşılmamalı, benim ayrılık orucunu bozmaya niyetim var. Meâl-i gaflet-i erbâb-ı dünyâ hep nedâmetdir Netîce cânıma da geçse ta'ne-i ağyâr Bu rü'yâ hâbdan evvel dahi ta'bîr olunmuşdur O şûhdan geçebilmem mahabbetim vardır Dünya ehlinin gaflet kavramı hep pişmanlıktır; bu rüya Düşmanların kınaması sonuçta canıma tak etse de ben o daha uykudan önce yorumlanmıştı. güzelden geçememi ona aşırı sevgi besliyorum. Nice inkâr olunsun hüsn-i vakt-i nev bahârî kim Cefâ-perest-i bütânım muhâlid-i uşşâk Leb-i şîrîn-beyân cûy ile takrîr olunmuşdur Tarîk-ı aşkda bir başka âdetim vardır İlkbaharın güzelliği nasıl inkar edilebilir; güzel şeyler Put gibi güzellerin cefâsına başka âşıkların aksine anlatan dudaklar ırmakla ifade edilmiştir. tapıyorum. Kısacası aşk yolunda benim başka âdetim var. Hemân meydâna gelsin yekke-tâzân-ı suhan Râşid Ki zîrâ sâ'id-i endişemiz teşmîr olunmuşdur Ne mümkün ola müdâvâ-pezîr hiç Râşid 186 Râşid, şiirin düşmana tek başına saldıran binicisi hemen Ey zâhid-i dûn-mertebe çün beççe-i murgân meydana çıkan; çünkü düşünce kolumuz sıvanmıştır. Bâl açmağı ko kudret-i pervâzdan evvel Ey derecesi aşağıda olan kaba sofu, kuş yavrusu gibi iyice uçmayı öğrenmeden önce kanat açmaya kalkışmayı bırak. GAZEL 4 Mefâ'ilün / fe'ilâtün / mefâ'ilün / fe'ilün Hulûs-ı âlemi nakş-ı ber-âbdır derler Bir müşterî-i kâle-râz eyle tedârik Vefâ zamânede aynı serâbdır derler Sandûka-i esrârını açmazdan evvel Dünyanın insana iyi niyet göstermesine yüz vermesine su Sır sandıklarını açmadan önce sır kumaşı müşterisi ile işini üstüne yazılan yazı, suya yapılmış resim derler. Zamânede görüp, anlaş. vefâya da serâbın tâ kendisi derler. Dildâde olursam ne kadar âfete Râşid Cihânda devlet eder aybın âdemin mestûr Eyler bana elbet sitemi nâzdan evvel Günâh ederse de farzâ sevâbdır derler Râşid, ne kadar güzele gönül verirsem mutlaka bana nazdan Dünyada adamın ayıbını makam i mevki örter İ devletli kişi, önce sitem eder. meselâ günah bile yapsa günahına sevap derler. Seyyid Vehbî Çıkınca nâmı mey-âşâmlıkda bir rindin GAZEL 1 Elinde âb görülse şarâbdır derler Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün Bir rindin adı sarhoşa çıkınca elinde su bile görülse şarap Beni bir hâle kodu hicri ki ağyâr ağlar derler o suya. Hâlime dost değil düşmen-i gaddâr ağlar Ayrılığı beni öyle bir hale koydu ki dost değil gaddar düşman benim halime ağlar oldu. Ümîd-i vuslat ederken firâk-cânânı Egerçi çekmedik ammâ azâbdır derler Biz vuslat umarken, çekmedik ama, sevgiliden ayrılışa Ra'd feryâda gelir berk gamıyla tutuşur azaptır derler. Dûd-ı âhım görüp ol ebr-i güher-bâr ağlar Gök gürlemesi feryad eder, şimşek gamıyla tutuşur. Âhımın dumanını görüp inci saçan yağmur ağlar. Ol âfetin ham-ı zülfünde nâle kıl Râşid Duâ-yı nîm-şebi müstecâbdır derler Ey Râşid, o afetin saçlarının büklümünde feryat et; çünkü Çağlayan dağda ırmak değil gözyaşıdır gece yarısında edilen dua, kabul edilir derler. Yüreği taştan iken derdime kûhsâr ağlar Dağdaki çağlayan ırmak değil, göz yaşıdır, yüreği taştan olan dağlar bile halime ağlar. GAZEL 5 Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün Hem-râz aramak kaydına düş râzdan evvel Katre-i eşke döner nağme-i ter n’âlemden Encâmını fikr et işin âgâzdan evvel Sâz-ı meclisteki zîr ü bam-ı evtâr ağlar Kendine sırdan önce sırdaş aramak endişesine düş, işe Ağlayıp inlememden taze nağmeler göz yaşı damlaları gibi başlamadan önce de sonunu düşün. dökülür, meclisteki sazların en ince ve en kalın tellleri buna ağlar. Meydân-ı tena'umda tevekkül-menişândır Menzil-res olan ehl-i tek ü tâzdan evvel Çeşm-i yârin o da Vehbî gibi dil-hastasıdır Yiyip içme meydanında tevekküle yatkın yaradılıştakiler, Eşkdir jâle değil nergis-i bîmâr ağlar öteye beriye koşanlardan önce hedefe ulaşırlar. O da sevgilinin gözü için Vehbî gibi gönül hastasıdır, hasta nergisin döktüğü çiğ tanesi değil, gözyaşlarıdır. 187 Çoşkunluk tufanının ağlayışından haberdar olunca gözünde deniz ve okyanus bir damla bile değil. GAZEL 2 Mefâ'ilün / fe'ilâtün / mefâ'ilün / fe'ilün Yanıp yakılmaz isem hâl pek müşevveş olur Âzâde-ser âbdal-ı âbdâl-ı muhabbet ana derler Niyâza başlasam ol şem’-i hüsnüm âteş olur Destâra bedel penbe-i dâğ ola serinde Eğer yanıp yakılmazsam hal karmakarışık olur; yalvarmaya Başına buyruk sevgi dervişi diye ona derler ki başında sarık başlarsam güzellik mumum kızgın ateş olur. yerine yaraya basılmış pamuklar olsun. Hayâl-i zülfün ile olsa âşıkın ber-dâr Mey neş’esini verdi mezâk-ı dile Vehbî Felekte hâle-i meh ana resîmân olur Rengîn suhanım vasf-ı leb-i la’l-i terinde Zülfünün hayali ile âşıkın asılsa gökyüzündeki ayın hâlesi Vehbî, şarap gönül damağına neşe verdi, böylece renkli ona ip olur. sözlerim sevgilinin yakut dudağını övmededir. Gelince câzibe feryâdı sîneye biliriz GAZEL 4 Ki beynimizde rakîb ile çok keşâkeş olur Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün Câzibe feryâdı sîneye gelince rakip ile aramızda çok Uşşâkının çıkarsa da çarha figânları çekişme olduğunu anlarız. Gûşına almaz ol meh-i nâ-mihribânları Âşıklarının ağlayıp inlemeleri göğe de çıksa, onların o ay yüzlü vefasız sevgilileri kulak vermez. Görünmez âdeme olmaz karîn insâna O şûh-ı vahşî ne aceb perî-veş olur O yabanî güzel öylesine periyi andırır biri oldu ki ne Ol mihr sür’at ile geçip râh-güzârdan insanlara yakın olur ne de göze görünür. Bî-tâb kaldı sâye gibi bî-devânları O güneşi andıran sevgili yoldan sür’atle geçince ona yetişemeyenler gölge gibi güçsüz kaldılar Yazarsa bu gazeli kilk-i hâver ey Vehbî Sahîfe-i meh-i tâbân aceb münakkaş Vehbî, bu gazeli güneşin kalemi yazarsa parlak ay yüzü Uşşâka rahm etmez o hançer be-dest-i nâz acayip süslü olur. Eflâka çıksa zemzeme-i el-amânları Elaman feryatları göklere de çıksa naz hançerini eline alan sevgili aşıklara acımaz. GAZEL 3 Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün Düşmüş yere mestim diyu meyhâne derinde Ettikçe azm-i bâğ edip bâd-ı âh gûş Bu bâbda akl u dil-i üftâde yerinde Ham-geşte kadd eder sana serv-i revânları Zavallı âşık sarhoşum diye meyhane kapısında düşüp Âhımın rüzgârını duyup bağa bahçeye yöneldikçe servi kalmış. Bu bâbda düşkün aklı da gönlüde yerinde. boylular senin için iki büklüm olurlar. Vermez girih-i bend-i miyânın hazer eyler Vehbî müdâm el üzre tutar câm-ı nazmımı Kesb ettiği nakd-i dili saklar kemerinde Bezm-i kemâl-i ma’rifetin mey-keşânları Belinin uçkurunun düğümünü ele vermekte sakınır, kazdığı Vehbî, olgunlar meclisinde içki içenler, benim şiir kadehimi gönül semayesini kemerinde saklar. dâima el üstünde tutarlar. Derkâr olıcak girye-i tûfân-ı hurûşa GAZEL 5 Bir katre değil kulzüm ü ummân nazarında Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Kâkülünde fitne pâ-beste dil-i şeydâ gibi 188 İşve çeşminden nümâyân neşve-i sahbâ gibi için vakf etmezdi. (Möhre: kağıdı parlatmak için üzerinde Fitne, kâküllerinde çılgın gönül gibi bağlı, gönlü çelen naz gezdirilen top) ve edâ ise içki mahmurluğu gibi açıkça görülmektedir. Açılmaz herkese râz-i derûnun âşikâr etmez Zahm-ı şemşîr-i tegâfülden sakın ey dil yine Verir uşşâka ammâ mû-be-mû hatdan haber kâğıd Gamze hançer der-kef olmuş mest-i istignâ gibi Kağıt, herkese içinin sırrını açıp âşikar etmez ama âşıklara Gönül, aldırmazlık kılıcının yarasından sakın! Bakış yine inceden inceye sevgilinin yanağının tüyünden haber verir. nazlanma sarhoşluğu gibi hançeri eline almış. Cemîl olsa aceb mi tîr-i kilk-i tîre-peykâne Zabt-ı mülk-i hüsne hüccettir hat-ı rûyun senin Hedef-veş sîne germiş dâğ-ı derde sabr eder kâğıd Ebruvân üstünde satr-ı evvel-i imza gibi Kara yazan kalemin okunu beğense, kâğıt kalem oklarına Senin yüzündeki tüyler, güzellik ülkesinin ele geçirilmesi için hedef olmuş gibi sinesini gerip derdinin yarasına sabr eder. izindir; onun üstündeki kaşlarınsa imzadan önceki satırlara Eder mi Es’adâ mihr-i ruh-ı cânâne reşk âyâ benzer. Ki urmış sîne-i sâfına tamga bir kamer kâğıt Zîr-i müjgânında nigâh lutfû olmuş der-kemîn Esâd! Hiç kâğıt sevgilinin yanağını kıskanır mı? Ama temiz Perde-i elfâzda pinhân olan ma’nâ gibi yüzüne ay şeklinde bir damga vurmuş. Kirpiklerinin altındaki lutuf bakış tıpkı söz perdesi altındaki mana gibi pusuya yatmış. GAZEL 2 Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün Pençe-i fermân gibi etmiş perîşân kâkülün Dâğ-ı derûn şöhret ü şâna medâr olur Kûşe salmış giysuvânın zülfüne tuğrâ gibi Fass-ı nigîn hakk ile gör nâmdâr olur Ferman pençesi gibi kâkülünü perişan etmiş, uzun saçları Sinenin yarası şöhret ve şana sebep olur; elmas yüzük de zülfüne tuğra gibi köşeler olmuş. oyulup işlenerek değerlenir, şanlanır. Vehbiyâ ben gayre etmem ilticâ şimdengerü Hüsn ü cemâl ehlini pür-ızdırâb eder Bir efendim var cihânda ol perî-sîmâ gibi Bak arsa-i felekte mehe bî-karâr olur Vehbî, ben bundan böyle, cihanda o peri yüzlü gibi bir Güzellik, sahibini dertli eder, baksana dünyadaki ay efendim varken, başkasına sığınmam artık. nekadar kararsız. Şeyhülislâm Esad Efendi Firkat kişiyi sanma ki bî-hânmân eder GAZEL 1 Sarf-ı nükûd-ı eşk ile sâhib-akâr olur Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün Ayrılık sıkıntısı sanma ki kişiyi evsiz barksız eder; göz yaşı Görüp gül-safha-i rûyunda hatt-ı müşkter kâğıd paralarını harcayarak akar sahibi olur. Adın mektûb edip levn-i sefîdin karalar kâğıd Kâğıt, gül yaprağına benzeyen yüzünde misk kokulu tüyleri Füshat-sarây-ı âleme güncîde olmayan görünce sevgilinin adını yazıp bembeyaz rengini karalar Âhır füru-nihâde-i çâh-ı tebâr olur Geniş dünya alanına sığmamış olan, sonunda yokluk kuyusunun en aşağısına iner. Vücûdın böyle vakf-ı dâğ- sûz-ı möhre kılmazdı Ruh-ı berrâkına olmasa ey meh gıbta ger kâğıt Ey ay yüzlü sevgili, kâğıt, senin parlak yanağına Tazmîn edip bu mısra’ı olma suhan-dırâz imrenmemiş olsaydı, vücudunu möhre ateşine böyle yara “Bisyâr olan güherse de bî-itibâr olur” 189 Bu mısraı tazmin edip dil uzunluğu yapma, “çok olan şey Ey gönül bu hararetin delilik ateşinden olduğunu sanma; mücevher de olsa değersiz olur. ” yanıp yakılışım senin yüreğinin yanmasındandır. (Tazmîn, başkasına ait bir beyti ya da mısraı isim belirterek ya da belirtmeyerek kendi şiirine alma sanatı) Surhi-i dîde-i Ya’kub-ı dil ey Yûsuf-ı hüsn Fikr-i pîrâhen-i âlûde be-hûnundandır Es’ad penâhı dergeh-i vâlâ-yı Hakk olan Ey güzellik Yusuf’u, gönül Yakub’unun gözlerinin kızarıklığı Elbet sezâ-yı rahmet-i perverdgâr olur kana bulanmış gömleği düşünmesindendir. Esad, sığınağı Hakk’ın yüce dergâhı olan, elbette Allah’ın rahmetine kavuşmaya layık olur. Hâne-i sabr u şikîbin bu kadar târâcı Dilde sevdâ-yı hat-ı fitne nümûnundandır GAZEL 3 Tahammül ve sabır evinin bu kadar yağmalanması, gönülde Mefâ'ilün / fe'ilâtün / mefâ'ilün / fe'ilün fitneci tüylerin sevdası yüzündendir. Ne baht-ı kec-revişimden ne dil-rübâdandır Şikâyetim dil-i âlûde ibtilâdandır S’ine pür dâğ-ı ce^fa olduğum ey âfet-i cân Şikâyetim ne kötü giden talihimden ne de gönülalan Eser-i gamze-i pür-sihr ü füsunundandır sevgilidendir, sadece aşka bulaşmış tutkun gönlümdendir. Ey can âfeti, göğsümün cefa yaralarıyla dolu olması, büyülü bakışlarının eseridir. Nevâziş-i dili bigâne eyler eylerse Ne denlü cevr ü sitem görsem âşinâdandır Hükmün icrâda yine ahter-i nahs-ı bahtın Gönlümü okşasa ancak yabancılar oklar, ne kadar ezâ ve Es’adâ var ise bu tâl’-i dunundandır cefâ gördümse hep yakınlarımdandır. Esad, kötü kader yıldızının hükmünü icra etmesi, eğer varsa, bu alçak talihinin yüzündendir. Şeb-i hayâlimi mehtâb ederse nola ruhı Şuâı ol kamerin neyyir-i bahâdandır GAZEL 5 Hayal gecemi o güzein yanağı aydınlatırsa şaşılmaz; çünkü Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün o ay yanağın parıltısı Sühâ yıldızının ışığındandır (Sühâ, Sevdâ-yı aşkı şâm-ı garîbân sanır gören büyük ayı yıldız kümesinden en küçük yıldız. Eskiden, Dâğ-ı derûnu şem’-i fürûzan sanır gören gözlerin görüş derecesi bu yıldızla denenirmiş) Gören aşk sevdasını yas gecesi, yürek yarasını yanan bir mum sanır. O hâli anbere teşbih hâm sevdâdır O zülfe müşk demek kuvvet-i hatâdandır Fikr-i izâr-ı âli ile girye eylesem O beni, anbere benzetmek boş sevda, o zülfe misk demekse Her katre-i sirişkimi mercân sanır gören tamamen hatadır. Al yanağı düşüncesi ile ağladığımda, görenler her damla gözyaşımı mercân sanırlar. İnanma zühdüne sâlûs-ı hey’etin Es’ad Taaffüf etmesi de cümle-i riyadandır Bilmez hakikat üzre muhabbet ne olduğunun Esad, Zâhid’in ikiyüzlü görünüşüne aldanma, ahlâklı Sırr-ı nihân-ı aşkı nümâyân sanır gören görünmesi de riyakârlığının bir parçasıdır. Dışardan bakanlar gerçek anlamda sevginin ne olduğunu bilmediklerinden aşkın gizli sırrını açıkça görünür sanırlar. GAZEL 4 Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün Firkat deminde ol kaşı yânın hevâsına Sûzişin sanma dilâ nâr-ı cünunundandır Âşık ne çilleler çeker âsân sanır gören Bu teb ü tâb senin sûz-ı derûnundandır 190 Ayrılık zamanı o yay kaşlı güzelin aşkı uğruna, aşığın nasıl Tîg-ı nigeh-i gamzesi yalman gibi parlar çileler çektiğini seyredenler kolay sanırlar. (Onun yüzü cihanı aydınlatan güneşin karşısına gelince yan bakışının kılıcı yalman gibi parlar.) Şehnâme-i ruhında hat-ı yârı Es’adâ Dîbâce-i melâhate ünvân sanır gören Söz yok hele rengînî-i mazmûna Belîgâ Esad, sevgilinin Şehnâme kitabını andıran yüzündeki tüyleri Her beyti birer şem’-i fürûzân gibi parlar görenler, bunları güzellik önsözüne başlık olmuş sanırlar. (Ey Belîğ, mazmûnunungüzelliğine doğrusu söz yok. Şiirinin her beyti birer apaydınlık mum gibi parlar.) Mehmed Emin Belîğ GAZEL GAZEL Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün Müje çeşmimde gûyâ âteşîn mismârdır sensiz Rûyun ki senin mihr-i dırahşân gibi parlar Reh-i nezzâreye nevg-i nigâhım hârdır sensiz Mercân lebin la’l-i Bedahşân gibi parlar (Sensiz gözümdeki kirpik sanki kızgın bir çivi, bakışımın oku (Senin yüzün aydınlık bir güneş gibi parlar. Mercan dudağın gözlenen yola dikendir.) Bedahşan yakutu gibi parlar.) Hayâlin düşte görmek ârzû-yı dîde-i cândır Ey meh ne zamân sîne-i billûrunu açsan Göz açmak hâbdan her subhdem duşvârdır sensiz Nezzârede âyine-i tâbân gibi parlar (Senin hayâlini düşte görmek can gözünün dileğidir; her (Ey ay yüzlü sevgili! Ne zaman billura benzeye göğsünü sabah uykudan sensiz uyanmak çok güç.) açsan seni seyrederken ışıl ışıl ayna gibi parlar.) Reh-i kûyunda hemrâh olsa da geh pes gider geh piş Âlûde-i hûn eyleyeli eşk demâdem Ki benden gâlibâ sâyem dahi bîzârdır sensiz Çeşmimde müje pençe-i mercân gibi parlar (Senin bulunduğun yere giderken bana arkadaş olsa da (Gözyaşı sürekli kanla karıştığından beri gözümdeki kirpik bazan önde bazan arkada oluşuyla galiba gölgem de sensiz mercan bir pençe gibi parlar.) olmaktan benden şikâyetçidir.) Arz eylesem ol şûha ne dem sûz-ı derûnu Kıyâmetler kopar her göz yumup açınca çeşmimde Serkeşlik edip âteş-i sûzân gibi parlar İki cânibde müjgânım saf-ı peygârdır sensiz (İçimin ateşini o nazlı sevgiliye ne zaman anlatmağa (Her göz yumup açışımda gözümde kıyametler kopuyor. kalksam dikbaşlılık edip birden yakıcı ateş gibi parlar.) Sensiz, kirpiklerim karşı karşıya savaşmaya hazır pergel saflarıdır.) Seyr eyle saf-ender-saf olup kâşı kemanım Her bir müjesi nâvek-i peykân gibi parlar Havâsa âb ü tâbı nükhet-i rûyun verir yohsa (Sevgilinin yay kaşını dikkatle seyret; Sıra sıra dizilmiş her Şemîm-i bûy-ı gül dûş-ı dimâğa bârdır sensiz bir kirpiği okun ucundaki temren gibi parlar.) (Hislere güzellik ve parlaklığı, senin yüzünün kokusu veriyor. Yoksa sensiz gülün kokusunun zerresi dimağın omzuna ağır yük olur.) Ol fitne gerek pertev-i hurşîd-i ruhundan Ebrû-yı siyeh hançer-i bürrân gibi parlar (O fitne, gerek yanağının parlaklığının yalımından gerekse Belîg’e nûş-ı câmı dest-i lûtfun hoşgüvâr eyler karakaşından keskin hançer gibi parlar.) Güzergâh-ı gelûya mevc-i bâde hârdır sensiz (Beliğ’e, lutuf elin kadehinin şarabını lezzetli yapar. Sensiz şarap kabarcığı boğazımın yoluna diken olur.) Rûyu olıcak mihr-i cihân-tâbe mukâbil 191 GAZEL Ey âşinâ-yı gamze-i dildâr olan gönül Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Gâfil bulunma tîr-i kazâ geldi hâzır ol Ehl-i dil kadrin bilir erbâb-ı himmet bulmadık (Ey gönül alan sevgilinin yan bakışına âşinâ olan gönül, Aradık dünyâyı bir sâhib-mürüvvet bulmadık gâfil bulunma, ilahî Kazâ’nın oku geldi hazır ol.) (Bütün dünyayı dolaştık insanlık sahibi, gönül ehlinin kıymetini bilen yardım edecek birini bulamadık.) Olma firîb-i hurde-i ârâyiş-i cihan Şebnem gibi bu bâg-ı fenâda misâfir ol Asrımızda eylemiş her sadra bir nâkes kuûd (Dünya süslerinin değersiz aldatıcılığına kanma. Çiğ Arz-ı hâcât edecek ehl-i sahâvet bulmadık taneleri gibi bu geçici dünya bahçesinde konuk olarak kal.) (Çağımızda her makama pinti biri oturmuş. Bu yüzden hacet sahiplerinin durumlarını açıklayacakları cömert birini Mir’ât-i Cem’de âlemi görmek murâd ise bulamadık.) Âyîne-i cemâl-i dil-ârâya nâzır ol (Cem’in aynasında âlemi görmediği diliyorsan, gönlü süsleyen güzellik aynasına dikkatle bak.) Derdimiz besdir bize incitme ey gerdûn-i dûn Biz bu mihnethâneye geldikse râhat bulmadık (Biz bu sıkıntı evine geldiğimizden beri rahat bulamadık. Ey Gülzâra gel selâse-i gassâle nûş edip sefil dünya, bizim derdimiz bize yetiyor, birde sen incitme.) Çirkâb-ı gamdan ey dil-âlûde tâhir ol (Üç kadeh atıp gül bahçesine gel. Ey kederin pis suyuyla eteği bulaşık gönül, böylece temizlen.) Şimdicek dillerde bir efsânedir mihr ü vefâ Âşık u ma’şûku söylettik sadâkat bulmadık (Âşık ve mâşuku söylettik sadâkat bulamadık: Şimdilerde Pervâne gibi bâl ü per-i âteşîn ile sözünde durma, vefa gösterme dillerde dolaşan bir Cevvâle ol da şem’-i dil-ârâyı dâ’ir ol efsandir.) (Pervâne gibi ateşli kanatlarla uçmağa başla da gönlü süsleyen mumun çevresinde dolaş.) Lâle pür-hûn gül füsürde bülbül-i hayrân hamûş Gülsitân-ı âleme geldik tarâvet bulmadık Âciz cihânda derdine dermân bulur Beliğ (Lalenin bağrı kan dolu, gül pörsümüş, şaşkın bülbül Zinhâr şükûh eyleme bir ferde sâbir ol suskun. Bu dünya bahçesine geldik ama bir tâzelik (Ey Beliğ, âciz olan dünyada derdine çâre bulur. Sabret, bulamadık.) sakın kimseye ululanma.) Bî-niyâz olduk kibârın lûtf u kahrından Belîğ GAZEL– Biz bu âlemde kanâat gibi devlet bulmadık Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün (Ey Beliğ, büyüklerin iyiliğinden ve kötülüğünden dolayı Bezm-i âlemde nice mânî-i rengin buldum yalvarmayı bıraktık. Biz bu dünyada kanaat gibi devlet Kadeh-i mey gibi bin kere boşaldım doldum bulamadık.) (Bu kâinât içinde nice renkli manalar buldum; içki kadehi gibi bin kere boşalıp doldum.) GAZEL Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün Ten-i bîmârımı gam öyle zaîf eyledi kim Ahvâl-ı ehl-i dânişe ibretle nâzır ol Kendimi görmek için gözlüğe muhtâc oldum Dünyâda zillet ister isen şâir ol (Hasta vücudumu gam öylesine zayıf düşürdü ki kendimi (Bilgin kişilerin hâline ibretle bak. Eğer dünyâda görmek için gözlüğe muhtaç oldum.) aşağılanmak istiyorsan şâir ol, yeter.) 192 Gelmeden dağdağa-i âfet-i hengâm-ı zübûl (Nevres’in, senin yoluna harcayacak şimdi sadece Çehre-i berg-i hazân gibi sarardım soldum gözyaşıyla, yaralı vücudu kaldı.) (Sararıp solma vakti âfetinin telaşı gelmeden sonbahar yaprağının çehresi gibi sararıp soldum.) GAZEL Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün Geldi ol dem ki diye sâlik-i iklîm-i adem Nakd-i ömr ile bu dünyâdan ucuz kurtuldum Dil feyz-mend-i luft-ı kibâr olmak istiyor (Yokluk ülkesinin yolcusunun ömür sermayesi vererek bu Pây-ı ümîd-i âb ile dâr olmak istiyor dünyadan ucuz kurtuldum diyeceği an geldi.) (Gönül büyüklerin lutfundan yararlanmak istiyor. Su bulma umuduyla kendi ayağıyla asılmağa gidiyor.) Hâm bir meyve idim gülşen-i âlemde Beliğ Zahm-ı seng-i sitem-i ehl-i hasedle oldum Şebneb gülün kulağına bilmem ne söyledi (Ey Beliğ! Kâinât bahçesinde ham bir meyveydim, kıskanç Dâğ-ı derûn-ı bülbül-i zâr olmak istiyor kişilerin sitem taşlarının yaralarıyla olgunlaştım.) (Şebnem kulağına ne söyledi bilmem ama gül, inleyen bülbülün içinde yara olmak istiyor.) Nevres-i Kadîm GAZEL Fikr-i lebinle derd-i serim olmada füzûn Mefâ'ilün / fe'ilâtün / mefâ'ilün / fe'ilün Mey mâye-i hurûş-ı humâr olmak istiyor Ne safveti ne neşâtı ne kârı kalmıştır (Dudağının düşüncesiyle başımdaki dertler giderek artıyor; Mey-i muhabbetin ancak humârı kalmıştır içkiyse sarhoşluk şamatasının mayası olmak istiyor.) (Sevgi şarabının ne temizliği ne neşesi ne de bir etkisi kaldı. Kala kala geriye ancak içtikten sonra duyulan baş ağrısı Gavgâ-yı andelîb tahammü-güdâz iken kaldı.) Şebnem de dûş-ı goncaya bâr olmak istiyor (Bülbülün bağırıp çağırması tahammülümüzü zaten alıp götürürken şebnem de goncanın omzuna yük olmak istiyor.) Küşâyiş-i gül-i maksûdı görmedik hergiz Bize bu gülşen-i derhin hezârı kalmıştır (İstek gülümüzün açılışını hiçbir zaman görmedik. Bize bu Çeşmin kemend-i nazre ile tuttu gamzeni gül bahçesinin sadece bülbülü kaldı.) Âhûyu gör ki şîr-şikâr olmak istiyor (Gözün bakış kemendiyle gamzeni tuttu; ceylana bak ki aslan avlamağa kalkmış.) Fedâ-yı gayret-i pervâneyim âlemde Ne bir alâmeti var ne mezârı kalmıştır (Bu dünyada ne bir eseri, ne de mezarı kalmış olan Ferzâne depren ey felek pâ-piyâdesin pervanenin gayretine kurban olayım.) Ol şehlevend nâz-süvâr olmak istiyor (Ey felek, sen yayasın akıllı davran; o boylu boslu güzel naz atına binmek istiyor.) Şikest-i şîşeye ey muhtesib harîs olma Cemin bu bezmde bir yâdigârı kalmıştır (Ey görevli, şişemizi kırmağa bu kadar hırs besleme. Cemin Cây-ı karâr kalmadı dünyâda Nevresâ bu mecliste armağanıdır o, ondan bize bu kalmıştır. Cânım revân-ı dâr-ı karâr olmak istiyor (Muhtesib; polis ve belediye işlerine bakan görevli) (Ey Nevres, bu dünyâda rahat edecek bir yer kalmadı. Canım karar evine, yani âhirete gitmek istiyor.) Yolunda bezl edecek nevresin fakat şimdi Bir eşki birde ten-i dâğdârı kalmıştır GAZEL Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün 193 Me’vâ-yı aşktır dil-i âgâhımız bizim Bî-câ değildir âh-ı sehergâhımız bizim Te’sîr edeydi elbet ederdi o kâfire (Bizim uyanık gönlümüz aşkın sığınağıdır. Seher vaktinde Kûyunda dün gece ne kadar şîven eyledim çektiğimiz âhlarsa yersiz değildir.) (Eğer o kâfire ağlayıp inlemenin tesiri olsaydı, kuşkusuz benimki olurdu; onun bulunduğu yerde dün gece öylesine çok inleyip sızlandım ki.) Dôlâb-ı aşka düştüğü günden dil-i nizâr Döndükçe döndürür feleği âhımız bizim (Bu zavallı gönlümüz aşk dolabına düştüğü günden beri Terk-i vatan ferâgat-ı mâl u menâl edip âhımız feleği döndükçe döndürmektedir.) Nevres Sitânbulu giderek mesken eyledim (Ey Nevres, varımı yoğumu harcayıp, vatanımı terk edip giderek İstanbul’u kendime mesken yaptım.) Çekti ayak ayak basalı râh-ı aşka biz Çok Hızrı çok Sikenderi kim âhımız bizim (Biz aşk yoluna ayak batığımız andan beri ahımız yüzünden GAZEL aşk yolundan çok Hızı, çok İskender el ayak çekti, uzaklaştı.) Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün Yûsuf-likâ-yı âlem-i mânâlarız k’olur Sanma hemân esîr ben oldum duzagına Çâh-ı adem makdeme-i câhımız bizim Bağlandı çok benim gibiler saç bağına (Biz mana âleminin Yusuf’u andıran kişileriyiz; yokluk (Senin tuzağına yalnız benim yakalandığımı sanma. Benim kuyusu, bizim yüce makamlara yükselmemizin başlangıcıdır. durumumda olanların pek çoğu senin saçının bağlarına (Yusuf kıssasına telmih yapılmış.) yakalanıp tutsak oldular.) Biz Nevresâ gedâlarız ammâ niyâzsız Reftârına bu neş’e hınâdan mıdır nedir Eyler niyâz-ı lutf bize şâhımız bizim Kâfir kızı şarâb mı koydun ayağına (Ey Nevres, biz dilenci olmasına dilenciyiz ama kimseye (Kâfir kızı! böyle neşeyle salınarak gidiyorsun. Bunun yalvarıp yakarmayız; aksine bizim sultanımız bizden lutuf sebebi kına mıdır? Yoksa ayağına şarap mı koydun?) niyaz eder.) Gör kim firâkın ile ne âteş içindeyim GAZEL Kurbânı olduğum hele bir bak çerâğına Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün (Yoluna kurban olduğum, alevlerine bir bak da ayrılığın Ma’nâ-yı âb-ı zindegîyi rûşen eyledim yüzünden nasıl ateşler içinde olduğumu gör.) Kandîl-i bezm-i pîr-i meye revgan eyledim (Dirilik, canlılık suyunun anlamını parlatıp onu Hem-râz-ı la’l-i yâr olamazsın piyâle-veş meyhanecinin meclisinin kandiline yağ yaptım.) Mînâ o penbeyi koma artık kulağına (Şarap şişesi, sen kadeh gibi sevgilinin dudağıyla sırdaş olamazsın, o pamuğu artık kulağına koymaktan vazgeç.) Verdim öz ihtiyârım ile her civâna dil Yok kimsenin günâhı bana hep ben eyledim (Her gence kendi isteğimle gönül verdim; bu konuda Cânâ helâlin ise de kıl valsını harâm kimsenin günahı yok, bana ne yaptımsa ben yaptım.) Koyma meded rakîbi bu gece yatağına (Ey sevgili, her ne kadar helalin ise de rakibimi bu gece yatağına almayarak kavuşmayı ona haram kıl.) Hâl-i siyâh-ı yâri öpülmüş görüp rakîb Gayre kararma hîç anı işte ben eyledim (Ey rakîb, sevgilinin kara benini öpülmüş görüp kimseye Reng-i meye tekellüm-i tûtîye ta’n eder kızma; o işi ben yaptım.) Serler fedâ yanağına cânlar dudağına 194 (Şarabın rengine, papağanın konuşmasına kızar; Senin o Berk-i âteşgûn-ı ruhsârin değildir hûn-çekan yanağına baş, dudağına canlar fade olsun.) Tâb-ı rûyından gül-i hayret nikâb olmuş sana Kan damlayan kırmızı şimşeği andıran yanağın değildir; Yüzünün parıltısından şaşkınlık gülü sana peçe olmuş. Göz yaşı döktü acıdı zahmım görüp o mâh Nevres tahammül eyle nemek kondu dâğına (O ay yüzlü sevgili yaramı görünce acıyıp göz yaşı döktü; ey Âb u nâbın dem-bedem içtikçe efzûn eyledın Nevres dayan, yarana tuz basıldı.) Hûn-ı râgıb gûyiya sahbâ-yı nâb olmuş sana Suyu ve saf şarabı zaman zaman içtikçe arttırdın: Râgıb’ın kanı sanki sana saf şarap olmuş. Ey gül kızardın âteşe uydun bu bâğı hep Bilmem ne söyledi yine bülbül kulağına (Ey gül, kulağına bülbül yine ne söyledi bilmem; kızardın, GAZEL 2 bağı baştan başa ateşe verdin.) Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün Elinden çektiğim sâkî-yi dehrin nîş ü semdir hep Nevres safâsı isretin ancak bu gecedir Benim sahbâ diyü nûş etdiğim zehrâb-ı gamdır hep K’ol sâki başlı başına geldi ayağına Dünya içki sunucusunun elinden çektiğim hep zehir, şarap (Nevres, yiyip içip eğlenmenin safası bu gecedir; çünkü o diye içtiğim hep acı sudur içki sunucu güzel başlı başına senin ayağına kadar geldi. (Ayak kelimesi kadeh anlamınıda çağrıştıracak şekilde Sevâd-ı leşker-i sevdâ serinde dûd-ı dil çetri tevriye kullanılmış.) Gedâyân-ı ser-i kûy-ı muhabbet muhteşemdir hep Başında sevda askerinin karası, gönül dumanı çadırıdır; Sevgi semtinin dilencileri bütünüyle muhteşemdirler Koca Râgıb Paşa GAZEL 1 Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Ne keyfiyyetle sersâr-ı muhabbet olduğum bilmem Cevher-i tîg-i tegâfül pîç ü olmuş sana Bana eshâb-ı şâdîden nasîb ü behre kemdir hep Aks-ı hûn-ı âşıkân reng-î hicâb olmuş sana Nasıl sevgiyle dolup taştığımı bilmem; Halbuki bu çoşkunluk Aldırmazlık okunun cevheri sana sıkıntı olmuş, aşıkların sebeblerinden nasibim hep azdır kanının aksi sana utanma rengi olmuş. Gehi nâz u tegâfül gâh bâr-ı derd-i hicrânın Sevdiğim şâyestedir olsan yine mest-i gurûr Benim çektiklerim ey bîvefâ senden sitemdir hep Ma’ni-i rengînî-i hüsnün şarâb olmuş sana Bazen naz ve aldırmazlık, bazansa ayrılık derdi yükü, Ey Sevdiğim, gurur sarhoşu olsan da sana yakışır; Güzellik vefasız sevgili benim senden çektiklerim hep sitemdir. renkliliğinin anlamı sana şarap olmuş. Sen etdikçe teveccüh oldılar agyâr rû-gerdân Sürme-i âvâz-ı bîdârî-i bahtımdır benim Derinden dûr eden şâhım beni lutf u keremdir hep Ol siyehkârî-i müjgânın ki hâb olmuş sana Sen onlara yöneldikçe onlar yüz çevirdiler. Sultanım beni Kirpiklerinin kara düşünceli işi seni uyutan şeydir ki O kapından uzaklaştıran hep lutuf ve keremindir. benim bahtımı uyandıran çığlığın gözündeki sürmedir. Kemâlinden değildir dâğ ber-dil kimseye kimse Safha-i diller olup şîrâze-bend-i ittifâk Medâr-ı hıkd u kîn gavgâ-yı dînâr ü diremdir hep Fenni pür-nûr-ı nezâketde kitâb olmuş sana Öc olmanıkin gütmenin sebebi hep para puldur; Kimse bir Gönül sayfaları birleşerek şiraze bağı olup sana kitap diğerinin gönlünü olgunluğu yüzünden yaralamaz. olmuşlar Beni hem-şu’le-i âvâz-ı bülbül eyleyen râgıb 195 Sükût-ı cân-güdâz-ı naz ile ol gonce-femdir hep Bu mutluluğun çoşkusuyla salınıp dans için ayağa Râgıb, beni bülbül feryadı yakıcılığıyla beraber kılan, Naz kalktığında kıyamet kopar canını mahv eden suskunluğu ile gonca ağızlığı sevgilidir. Ne hayâl-i sâib ister ne kemâl-i tâlib ister GAZEL 3 Buna tab-ı râgıb ister vere böyle hüsn-i zînet Mütefâ’ilün fa’ûlün Mütefâ’ilün fa’ûlün Ne sâib’in hayali ne tâlib’in olgunluğu; bu şiire güzellik Nedir ey gönül bu hayret neden âh ü vâha ruhsat katacak olan ancak ragıb’ın yeteneğidir. Meğer eylemiş bir âfet seni vakf-ı derd-i hasret Ey gönül bu hayret ve bu ağlayıp inlemeye izin neden? GAZEL 4 Yoksa seni bir afet hasret derdine mi düşürdü? Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün seni âgûşa çeken hâle-veş ey mâh tal’at Nice âfet âfet-i cân sitem-âferin fettân feleğin yakdı dil-i sahrına dâğ-ı hasret Nigehi belâ-nigehbân müjeler kazâ-niyâbet ey ay yüzlü güzel, seni hale gibi kucağına alan, feleğin taş Bu nasıl âfet, canın felâketi sitem üreten bir fettan … Bakışı bağrına hasret yaraları açtı. belâ bekçisi kirpikleri ilahi kazanın vekili Hasta-ı aşkına bir nîm-nigâh eylemedin O nigâh-ı çeşmi pür-gû o remîde tarz-ı âhû Çeşm-i bîmârın ebed görmeye rûy-ı sohbet O dü ebruvan-ı dil cû dili etmesün mi gâret Aşkının hastasına bir yarım bakuş lutf ettin, Hasta gözün O çalçene gözlerin bakışı, o ürkek ceylan tavırları, Gönül ebediyen sohbet yüzü görmesin… çeken iki kaş, gönlü yağma etmesin mi? Yâ lutufdur ya itâb u ya tegâfül ya sitem Ruh-ı âli gülgül olmuş hâm-ı zülfi sünbül olmuş Söyle derd-i dilini her ne çıkarsa kısmet Leb-i sorma bir mül olmuş ki verir cemâda hâlet. Ya kutuf ya azarlama ya aldırmazlık ya sitem; Gönlündeki Al yanağı gül, kıvrık zülfü sünbül olmuş. Dudağını ise hiç sıkıntıyı söyle ne çıkarsa bahtına. sorma, cansızı gül dirilten bir şarap olmuş. Seni tahfîf eder ağırlıyamaz rıtl-ı girân Ala destine piyâle vere bûseden nevâle Zâhidâ gel kerem et meclise verme sıklet Bakılır mı kîyl u kâle getürür mi tevbe tâkat Zâhid, gel kerem et meclise yük olma; Büyük kadeh seni Eline kadeh alsa, biraz öpücük verse hiç dedikoduya bakılır hafife alır, ağırlayamaz mı? Buna tövbe dayanır mı? Görmedik hîç peşimân olup avdet edeni Leb-i nâz-ı dür-feşânı ede nükteler zebânı Eylenür kim var imiş mülk-i ademde râhat Dahi handeler nihânî vere ihtimâl-i vuslat Hiç pişman olup geri döneni görmedik Demek yokluk İnciler saçan nazlı dudağı, nükte yapan dili. Ayrıca gizli âleminde rahat var ki orada eğlenip kalıyorlar. gülüşleri bir buluşma umudu vermez mi? Çekerim kûh-ı girân-ı gamı kâf olsa velî Külehin edip şikeste ola çeşmi mest-i haste Tâk ider tâkatimiz zerrece bâr-ı minnet Ala tiğ-ı nâzı deste vere bezme şûr ü dehşet Gam yükünü kaf dağı olsa çekerim ama, Minnet yükü bir Külahını yana eğip sarhoş gözünü hasta ederek Naz zerrede olsa takatimi yerle bir eder. kılıcınıda eline alırsa meclise dehşet ve karışıklık verir. Ola izzetde edâni vü eâli pâmâl Tarabın olup hıtâmı vee kaddine hırâmı Anlamam neydüğüni bundaki sırr-ı hikmet Ede raks içün kıyâmı o zaman kopar kıyâmet 196 Alçak, değersiz kişiler yüce makamlarda, değerli olanlarsa Âşık, ayrılığının zehirini içmedikçe, vuslat Lezzeti neye ayaklar altında; Bundaki sırrın ne olduğunu anlamadım gitti. derler anlayamaz. Şâh-ı pür-bâr gibi etdi şikeste kaddim Sûratde eğer râgıbız ammâ ki cihânda Oldı harmânımı müsmir hüner ü ehliyet Fehm eylemedik ma’ni-i rağbet neye derler Meyve yüklü dal gibi belimi büktü; Hüner ve ehliyet Görünüşte ragıb isek de, dünyaya rağbetin anlamı nedir harmanımı verimli yaptı. anlamadık gitti. Gâliba yâr ile mâbeyne bürûdet girmiş GAZEL 6 Râgıba yok gibi evvelki olan germiyet Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Râgıb evvelki sıcaklık yok, Galiba yar ile aramıza soğukluk Pîç u tâb-ı sîneden efkâr kendin gösterir. girmiş. Cevher-i âyîneden jengâr kendin gösterir (Yüreğin sıkıntı ve kederinden düşünceler tıpkı aynanın aslında pasının kendini göstermesi gibi gösterir.) GAZEL 5 Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün Dil hastelerün bilmei sıhhat neye derler Iztırâb-ı nâbehengâm istemez tahsîl-i kâm Dârû-yı ifâkatla inâyet neye derler Mevki’inde bî-tekellüf kâr kendin gösterir. Gönlü hasta âşıklar sağlık neye derler. Lütuf ile iyileşme (Kâr yerinde zahmetsizce kendini gösterir. Mutluluğa ilacı nedir bilmediler erişmek için zamansız ıztırabın olmaması gerekir.) Ser-tâ-be-kadem gül gibi ol gûş-ı hakîkat Hûb u zişt âsârıdır âyîne-i girdâr-ı halk Bülbül den işit nâliş-i hasret neye derler Her ne sûret çarh eder sehhâr kendin gösterir. Baştan ayağa kadar gül gibi gerçeğin kulağı olda, Hasret (Halkın yürüyüş aynası güzellik ve çirkinlik eseridir; felek feryadı neye derler bülbülden işit ne tür bir şekil gösterirse büyücü kendini gösterir.) Hem sînesi pür-dâğ u hem âvâzesi muhrîk Perde-i nâmûsa sığmaz berk-i âlem-sûz-ı aşk Neyden bilinir sûz-ı muhabbet neye derler Bî-muhâbâ teşne-i serşâr kendin gösterir. Aşkın yakıcılığının ne olduğu neyden bilinir. Çünkü, hem (aşkın dünyayı yakan yıldızı namus perdesine sığmaz, çok göğsü yarayla doludur, hemde sesi yanıktır. susamış olan bu isteğini korkmadan gösterir.) Bir sâgar ile yapdı hemân pîr-i harâbât Kimseyi mahrûm-ı feyz etmek tecellî-zâr-ı hüsn Gösterdi bu gün şeyhe kerâmet neye derler Cünbiş-i kûhsârdan dîdâr kendin gösterir. Meyhanenin piri bir kadehle hemen gönlümü yaptı Şeyhe (Güzelliğin tecelli yeri kimseyi feyzden yoksun bırakmaz; bugün keramet neye derler gösterdi dağın hareketinden sevgilinin yüzü kendini gösterir.) Ma’lum olunur nokta-i esrâr-ı feminden Cilve-i hüsne mezâyâ-yı mezâhirdür nüfûs Gül-gonca-i gülzâr-ı letâfet neye derler Her kime etse işâret yâr kendin gösterir. Letâfet bahçesinin gül goncası neye derler, Ağzının gizli (Güzelliğin görünüşüne ortadaki meziyetler candır; sevgili noktasından bilinir kime işaret etse kendini gösterir.) Tâ olmaya zehr-âbe-keş-i firkatin âşık Böyledir Râgıb mükâfât-ı amel kim fil-mesel Derk eyleyemez lezzet-i vuslat neye derler Sorsalar mağdûrunu gaddâr kendin gösterir. 197 (Râgıb, yapılanların mükâfatı hep böyledir; mesela zulme uğramış kimdir diye sorsalar gaddar kendini gösterir.) GAZEL 8 Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün GAZEL 7 Nigâhım gül be-çeşm-i hasret-i dîdardır sensiz Mefâ’îlün/ mefâ’îlün/ mefâ’îlün/ mefâ’îlün Saf-ı müjgânlarım hâr-ı ser-i dîvardır sensiz Harâbâtı görenler her biri bir hâletin söyler (Sensiz bakışım, yüzünün hasretini çeken gözün gülüdür. Safâsın nakl eder rindân u zâhid sıkletin söyler. Kirpiklerimin safları sensiz duvarın üstündeki dikenlerdir.) (Meyhaneyi görenlerin her biri onun başka bir özelliğini söyler; rindler safâsından ham sofular sıkıcılığından Şeb-i firkat tecellî-zâr-ı hasrettür hayâlinle bahsederler.) Nihâl-i kadd-ı âhım nahl-ı âteş-bârdır sensiz (Sensiz ayrılık gecesi, hayalinle hasret iniltisinin tecellisi, Ser-âgâz eyledikçe bahse bülbül revnaj-ı gülden âhımın iki kat olmuş fidanı, ateş yüklü bir ağaçtır.) Bezmde kulkul-i mînâ mülin keyfiyetin söyler. (Bülbül gülün tazeliğinden söz etmeye başlayınca şarap Şerer şebnem gül âteş ser-i serkeş şu’le sünbül dûd şişesinin lıkırtısı da mecliste şarabın özelliklerini anlatır.) Serâpây-ı gülsitân ayn-ı âteş-zârdır sensiz (Çiğ tanesi kıvılcım, gül ateş, dik başlı servi alev, sünbül ise Tecellî neş’esin ehl-i şikem idrâka kâbil mi duman; kısacası bahçe baştan ayağa bir ateş dolu ocak Behişt andıkça zâhid ekl ü şürbün lezzetin söyler. gibidir sensiz.) (Tecelli neşesini mide düşkünlerinin anlaması kabil mi? Zahid cenneti andıkça yeme ve içmenin lezzetini anlatır.) Eder hûn girye dâğ-ı câme-i nîlîde mâtem âh Aceb tâb u teb-i firkatde dil bîmârdır sensiz. Ne zabt-ı hâkim-i şer’i ne hükm-i zâbit-ı aklı (Gönül ayrılık sıkıntısı ve sıcağında sensiz hastadır; kanlı Cünûn iklîmini seyr eyleyenler râhatın söyler. gözyaşları döker, mavi yas elbisesinin yaralarında matem (Ne şer’i hâkimin zebtı ne akıl zâbitinin hükmü! Delilik ahları eder.) iklimini seyr eyleyenler sadece oranın rahatından söz Serâser şöyle sîr-i âheng-i feryâd-ı nevâ-sâzım ediyorlar.) Gelû ney üstühân-ı sîne mûsîkârdır sensiz. Miyân-ı güft ü gûda bed-meniş îhâm eder kubhun (Baştan ayağa öylesine iniltilerimin sesinin ahengiyle Şecâ’at arz ederken merd-i kıbtî sirkatin söyler. dolmuşum ki boğazım ney, göğsümün kemikleri de sensiz (Dedikodu sırasında kötü huylu kişiler çirkinliklerini ortaya mûsîkârdır.) koyarlar; yiğit çingene kahramanlığını anlatırken hırsızlığını söyler.) Degül ârâm u râhat zindegî düşvâr olur cânâ Ten-i bîtâbıma rûh-ı revânım bârdır sensiz. Muvâfıkdır yine elbet mizâca şîve-i hikmet (Ey sevgili! Rahat edip dinlenmek şöyle dursun, sensiz Tabîbin olsa da kizbi mârizin sıhhatin söyler. güçsüz vücuduma ruhum bile yüktür.) (Hekimliğin usûlü mizaca tabiatıyla uygun olmalıdır. Yalan söylerse doktor hastaya iyi olduğunu söyleyerek yalan Nigeh çeşmimde neşter her nefes sînemde bir hançer söyler.) Muhassal Râgıba ömrüm hayât-ı âzârdır sensiz. (Bakışım gözümde neşter, her nefesim göğsümde bir Perîşân hâtırımda nükte-i serbeste-veş kaldı hançerdir. Râgıb! Kısacası ömrüm sen olmayınca sıkıntılı Ne kimse hikmetin anlar ne Râgıb illetin söyler. bir yaşayıştır.) (Perişan gönlümde nükte düğümlenmiş gibi kaldı; ne kimse hikmetini anlar ne de Râgıb sebenini söyler.) 198 GAZEL 9 GAZEL 10 Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün Mefâ'ilün / fe'ilâtün / mefâ'ilün / fe'ilün Bezm-i taraba câm-ı mey-i işve-nümâyız Ne kasr-ı dil keş-i Gülşen ne sahn-ı bâğ ararız Dest-i edebe subha-i ezkâr-ı Hudâyız. Şu tengnâda hemân kûşe-i ferâğ ararız. (Biz neşe ve eğlence meclisine nazlanan şarabın kadehi, (Ne bahçenin gönül çeken bir sarayını ne de meydanını edeb eline Allah’ın zikir tesbihiyiz.) ararız. Tek aradığımız şu daracık dünya hapishanesinde sadece serin bir köşedir.) Olsak ne kadar kîse tehî nakd-ı gınâdan İrfân ile mâhsud-ı kirâm-ı vüzerâyız. Olup meşâm-ı hezâr-arzû zükâm-ı visâl (Mal mülk bakımından her ne kadar kesemiz boş da olsa Henüz ki şemm-i gül-i kâme bir dimâğ ararız. irfan bakımından ulu vezirleri kıskandıran biriyiz.) (Binlerce, arzunun burnu kavuşma nezlesi olup şimdi istek gülünü koklamaya bir dimağ arar.) Meşhûdumuz ahbâbdan endûh u kederdür Bak hikmete kim nüsha-i ihvân-ı safâyız. Rızâya hükm-i kazâda muvâfıkız ammâ (Dostlardan gördüğümüz sürekli dert ve sıkıntıdır; biz içi Biraz da mezheb-i insâf da mesâg ararız. tertemiz olan kardeşlerin nüshasıyız. Şu hikmete bak!) (Kaza hükmüne rıza göstermeye muvafakat ederiz ama biraz da insaf mezhebinde izin ararız.) Âvâzemizin revnakıdır şöhret-i Gülşen Bülbül gibi her çend ki bî-berk ü nevâyız. Delîl-i aklı edüp rehnümâyı hazret-i dost (Bülbül gibi her ne kadar elinde avucunda hiçbirşeyi Fürûg-ı mihri yakıp mâhdan çerâg ararız. olmayan kişilersek de bahçenin şöhreti çığlığımızın (Dost hazretlerine akıl delilini klavuz edip güneşin ışığını güzelliğidir.) aydan yakıp çıra ararız.) Teklîf ü tekellüfle değül meşrebi tasdî’ Zemîn-i sîne-i kâvişde nevk-i sîne-i ah Bir bûseye kâni’ olur âlüfte gedâyız. Sezâ-yı kâse-i tahsîn-i nakdı dâğ ararız. (Biz teklif ve tekellüfle baş ağırtıcı biri değiliz; sevgilinin (ah sînesinin oku, oyulmuş gönlün zemininde iken âferin bir öpücüğüyle yetinen, perişan kullarız.) kesesine layık olacak yara parası ararız.) Bir gûne bizi eyledin ey şûh ferâmûş Vüfûr –ı himmet ile Hızr-ı güm rehân olalım Gûyâ ki hayâlinde senin harf-ı vefâyız. Niçün bu vâdi-i hayretde bir sürâğ ararız. (Ey nazlı sevgili, bizi de bir başka şekilde hatırından (Niçin bu hayret vadisinde bir iz arayıp pek çok himmet ile çıkardın, sanki senin hayalinde biz vefa harfiyiz. yolunu kaybetmiş duruyoruz; Hızır olalım.) İhlâsımızın görmedik âsârını aslâ Haşmet Âgûş-ı tereddüde meger hayr-du’âyız. GAZEL 1 (Tereddüt kucağında her ne kadar hayır duacı isek de temiz Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün düşüncelerimizin eserlerini hiç görmedik.) Ne dem tîrin eşi’a hâlesim zih-gîr eder mehtâb Sevâd-ı şâmı hep der-kabza-i teshîr eder mehtâb Demsâz-ı sabâ oldı Ruhâvî bize Râgıb Ay ışıkları ok, haleyi ok atanların parmaklarına geçirdikleri Dilbeste-i zencîr-i ser-i zülf-i Ruhâyız. halka yapar. O zaman ay ışığı, akşamın karanlığına (Râgıb, Urfalı bize seher yeli gibi eşlik etti, biz Urfa’nın saçı tamamen egemen olup elinde tutar. zincirine saçımızı bağlamışız.) Mey- âşâmâne câm-ı işreti göstermeye şebde 199 Felekde sâ’id-i sîm-i ferin teşmîr eder mehtâb Ay ışığı, gece vakti, içki içenlere içki kadehini göstermek Suda’-ı rnc-i humâr-ı firâkı def’ etdim için, gökyüzünde gümüş gibi parlak kollarını sıvar. Öpünce la’lini dedim zihî şarâb şarâb Sevgilinin kırmızı dudağını öpünce, ayrılık sarhoşluğunun Miyân-ı çarha hurşîdi edince paleheng-âsâ rahatsız edici baş ağrısından kurtuldum. Bu şarap ne güzel Semâda mevlevî devrânını tanzir eder mehtâb şarap dedim. Ay ışığı, güneşi göğün ortasına kemendle asınca, gökyüzünde mevlevî gibi dönmeye başlar. Fürûğ-ı âteş-i terdür zemîn-i âlem-i âb Bu âb u tâbı anunçün bulur kebâb şarâb Çeker âyât-ı envârı beyaza levh-i nîlîde İçki meclisinin tabanı, yeni ateşle parlamıştır. Onur için Şu’â’ın hâme-i zerrîn edip tahrîr eder mehtâb şarap ve kebabda bu güzellik ve parlaklık bulunuyor. Ay ışığı, nurlu âyetleri mavi tabakada beyaza çeker. Işınlarını altın kalem yapıp yazar. Nümâyişinde tefâvüt zuhûr eder Haşmet Ne vech perde-i rengîn eder nikâb şarâb Safâ-yı bezm-i leylî gösterip erbâb-ı sevdâya Haşmet, şarap sevgilinin yüzünü nasıl renkli bir perdeyle Gece Mecnûn gibi uşşâkı sahrâ-gîr eder mehtâb örttü ki görünüşünde farlılık ortaya çıktı. Ay ışığı, sevda çekenlere, gece meclisinin zevkini gösterip âşıkları Mecnun gibi gece çöle düşürdü. GAZEL 3 Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün Izâr-ı nev-tırâş eyler dili sevdâ-yı hatdan dûr Şitâb-ı pây-ı himmetle tarîk-i ilticâdan geç Siyeh-kârî-i düzd-i şeb-revi teşhir eder mehtâb Sebük-seyr-i tevekkül ol gönül bâb-ı recâdân geç Yeni tıraş olmuş yanak; gönülü, ayva tüylerinin sevdasından Sığınma yolundan himmet ayağıyla koşarak geç. Gönül, uzaklaştırır. Ay ışığı, gece giden hırsızın kötü işlerini tevekkülde çabuk yürü, dileme kapısından gç. gösterir. Yeter ey merdüm-i dîde sirişki eyledin pür-cûş Yed-i beyzâ-yı şöhretdir felekde Haşmetâ çarha Bu deryâyı peyâpey mevc-i mihnetde şinadân geç Ne dem ser-pençe-i envârını tenvir eder mehtâb Ey göz bebeği, yeter gözyaşlarını coşturduğun. Bu denizi Ey Haşmet! Ay ışığı, ne zaman gökyüzüne güçlü ışınlarını sıkıntı dalgasında durmadan yüzerek geç. salıp aydınlatsa, gökyüzünde ünlü yed-i beyzâ oluşur. (Yed-i beyzâ Beyaz el demektir. Hz Musa’nın parlayan eli, Alâyık sedd-i râhıdır sebük-pâyân-ı tecrîdin ilk mucizesiydi.) Gidersin dergeh-i Hakk’a güzergâh-ı fenâdan geç Dünya ilişkileri, Tanrı’ya yönelmede ayağı çabuk olanın GAZEL 2 yolunda engel teşkil eder. Tanrı’nın katına varmak Mefâ'ilün / fe'ilâtün / mefâ'ilün / fe'ilün istiyorsan, yok olma geçicidinden geç. Verince la’l-ı leb-i yâre âb u tâb şarâb Bu hânumân-ı dili eyledi harâb şarâb Bize teşrîfe mâni’ va’dine incâz zor ammâ Şarap, sevgilinin yakut gibi kırmızı dudağına güzellik ve Behey zâlim hele bir kerecik semt-i vefâdan geç parlalık verip, gönül evini harap etti. Bizi onurlandırmaya engel, sözünü yerine getirmek zor amma, behey zalim hele bir kez de vefâ semtinden geç. Çerâğ-ı âha ne hâcet göründü sub-ı visâl Edince ruhları hem-reng-i âfitâb şarâb Görünce seyl-i ekşim meyl edip Haşme dedi ol şûh Şarap, yanakları güneş rengine döndürünce, kavuşma Bu seylâb-ı firâkı cisr-i vasl-ı dilrübâdan geç sabahı göründü. Artık âhın mumuna gerek kalmadı. 200 O oynak güzeş, sel gibi gözyaşlarımı görünce hoşlanıp, Bu bezm-i neş’e-fürûzun usûl-ı devriyle ‘’Haşmet, sevgilinin kavuşma köprüsünden geç, ayrılık Şarâb u sâgar u mînâ dolartaşar boşalır gözyaşlarını terket’’. dedi. Neşesi parlak olan bu meclisin devir usulüyle şarabı, kadehi ve şişesi dolar, taşar, boşalır. GAZEL 4 Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Dolunca dîde-i ter çeşme-sâr-ı ekşimden Râzdân-ı aşa hâlin âşıkân söyler yatur Misâl-ı kırba-ı sakkâ dolar taşar boşalır Derdini nabz-âşinâya hastegah söyler yatar Gözyaşlarımın boş çeşmesindn, nemli gözlerim dolunca, Aşıklar durumlarını, aşk sırrını bilene söyleyip dururlar. sakanın su kabı gibi dolar, taşar, boşalır. Hastalar, dertlerini doktora söyleyip yatarlar. Edince halvet o şûh ile kulleteyn-âsâ Gelse bir şeb bî-tekellüf der-firâş olup o şûh Dü-çeşm-i âşık-ı şeydâ dolar taşar boşalır Leb-be-leb dil-hâhını bana nihân söyler yatar Olayların coşkun tufanının dalgasının ortaya çıkmasından O oynak güzel, bir gece teklifsiz gelip yatakta, dudak dünyanın su içme yerinin uzayı dolar, taşar, boşalır. dudağa gönlünün isteğini bana gizlice söylese yatsa. Bu âb u tâb-ı zekanla derûn-ı dil Haşmet Zahm-dârı her dem iskât edemez şîrîn-edâ Hulâsa dev-i çeh âsâ dolar taşar boşalır Kıssa-ı zahmından etfâl-ı hitân söyler yatar Haşmet! Sevgilinin çenesinin bu güzellik ve parlaklığıyla, Tatlı edâ, yaralıyı her an susturamaz. Yarasının gönlünün içi, kısaca, kuyu kovası gibi dolar, taşar, boşalır. hikâyesinden sünnet edilmiş çocuklar bahsedip yatarlar. GAZEL 6 Sîne ser-âheng-i nâlişdir gülû dem-saz-ı âh Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün Hâlimi santur ü nây-ı pür-figân söyler yatar Ruhsat bulunur dâmen-i cânân ele girmez Kalp, inleyişin baş ahengidir, boğaz onun arkadışıdır. Cânân bulunur kûşe-i imkan ele girmez Durumumu yalnızca inleyen ney ve santur anlıyorlar. İmkan ele geçtiğinde sevgilinin eteği ele geçmez, o bulunduğu zamansa bir fırsat yakalamak ne mümkün! Vak-i hicrân bâis-i efzâyiş-i efgân olur Her şebân ki subh olunca bülbülân söyler yatar Her dânesin ârâyiş-i târ-ı nazar eyler Ayrılık zamanı, inleyişin çoğalmasına sebeb olur. Her gece Eşkim gibi bir subha-i mercân ele girmez ta sabah oluncaya kadar bülbüller ötüp duruyorlar. Her tanesini bakış ipliğine dizerek süsler, benim göz yaşım gibi mercan bir tesbih ele geçmez. Haşmetâ kimm- nutk eder bu nev-zemîni yâ meger Ziver-i âgûş-ı ta’lîmim olan söyler yatar Ruhsârını âzürde-i dest-i talep etme Ey Haşmet, bu yeni tarzı kim söylüyor? Herhalde dersimin Efsürde olur ol gül-i handân ele girmez kucağının süsü olan söyleyip yatıyor. Yanağını istek eliyle incitme, açılmış gül ele alınmaz, solar. GAZEL 5 Arz etme abes çâk-i girîbân-ı niyâzı Mefâ'ilün / fe'ilâtün / mefâ'ilün / fe'ilün Feryâd ile ser-rişte-i ihsân ele girmez Ne dem ki câm-ı tarab-zâ dolar taşar boşalır Bağırıp çağırmayla bağış ipi düğümü ele geçmez; boş yere Sebû-yı bezm-i ehibbâ dolar taşar boşalır yalvarıp yakarma örneği olan yırtık yakanı sevgiliye Neşe veren kadehin dolup, taşıp boşaldığı zaman dostların gösterme. meclisinin şarap destisi de dolup, taşar, boşalır. Koynundan ayırma bil anın kadrini ey şûh 201 Haşmet gibi bir nüsha-i irfân ele girmez Bir nev-nihâl-i bâğ-ı bahâya dayanmışız Ey şen şakrak sevgili, Haşmet gibi bir irfan kitabı kolay ele Ham-geşte-i hevâyız asâya dayanmışız geçmez, onun değerini bil, koynundan ayırma. Değerli bağın bir taze fidanına dayanmışız. İstek ve arzulardan belimiz bükülmüş, bastona dayanmışız. GAZEL 7 Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün Sen müttekî-i bâliş-i zer-kâr-ı câh isen Hâb-ı huzûru âh u bükâdan uçurumuşuz Biz âsitân-ı bâb-ı Hüdâya dayanmışız Biz reng-i rûyu âb u hevâdan uçurmuşuz Sen, yüksek makamın altın işlemeli yastığına dayanmışsan, Ah edip ağlayarak rahatlık uykusunu uçurmuşuz. Biz yüzün biz de Tanrı’nın kapısının eşiğine dayanmışız. rengini su ile havadan uçurmuşuz. Emdikçe la’lin ohşadım ebrû-yı hançerin Ey dil hevâ-yı nefs ile bu rûzgârda Sermest olup oraya buraya dayanmışız Evrâk-ı zühdü dest-i riyâdan uçurmuşuz Kırmızı dudağını emdikçe, hançere benzeyen kaşını da Ey gönül, bu zamanda nefsin isteğiyle zühd yapraklarını iki okşadım. Sarhoş olup oraya buraya dayanmışız. yüzlülük elinden uçurmuşuz. Bilmem safâ-yı pister ü bâlîn-i râhatı Ey nâzenîn sanma gönül pür-çemendendir Râh-ı hevesde seng-i cefâya dayanmışız Şehbâz-ı şevkı biz o yuvadan uçurmuşuz Rahatın yastık ve yatağın zevkini bilmem. Çünkü istek Ey nazlı, gönülün bol çimenlikte olduğunu sanma! Arzunun yolunda eziyet taşına dayanmışız. doğan kuşunu biz o yuvadan uçurmuşuz. Korkmam hücûm-ı mâr-ı zebân-ı zamâneden Etdi eser o seng-dil-i şîrîne giryemiz Haşmet asâ-yı kilk-i edâya dayanmışız Biz cûybâr-ı aşkı kayadan uçurmuşuz Devrin dilinin yılanının saldırısından korkmam. Haşmet, biz Gözyaşlarımız, merhametsiz olan o güzele etki etti. Biz aşkın edâ kaleminin bastonuna dayanmışız. ırmağını kayadan akıtmışız. Bâb-ı refî’-i âsaf-ı asrı penâh edip Dest-i zebân olunca asâ-gîr-i medd-i âh Dağlar gibi o sadr-ı atâya dayanmışız Mürgân-ı sabrı bâm-ı hayâdan uçurmuşuz Çağın vezirinin yüce kapısını sığınak edip, dağlar gibi o Dilin eli, uzun uzun çekilen ahın bastonunu tutunca, sabır bağış göğsüne dayanmışız. kuşlarını, utanma bacasından uçurmuşuz. GAZEL 9 Bu bâd-perr-i nazmı çü tıfl-ı hevâ-perest Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Haşmet bu nev-zemîn-i edâdan uçurmuşuz Bezm-i câhın nice câm-ı zer-nigârın görmüşüz Haşmet, bu nazm uçurtmasını tıpkı aklı havalarda küçük Der-akab dest-i ferahda inkısârın görmüşüz çocuklar gibi yeni bir üslup ile uçutmuşuz. Biz makam, mevki toplantılarının pek çok altın işlemeli kadehini gördük; ama hemen ardından mutluluğun elinde kırılıp parçalandıklarına şahit oldum. Eyyâm-ı devletinde eyâ kulzüm-ı himem Keşti-i ye’si mevc-i safâdan uçurmuşuz Ey himmet denizi, senin o mutlu günlerinde ümitsizlik Oldu dâğ-ı mâsivâ hem-pertev-i mihr-ı Hudâ gemisini safa dalgalarının üstünden uçurmuşuz. Biz tecelli-zâr-ı aşkın nûr u nârın görmüşüz Masiva yarası ilahi nurun parıltısıyla bir oldu; biz aşkın GAZEL 8 tecelli ettiği yerin hem ateşini hem de nurunu görmüş Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün kişileriz. 202 Düşme vâdî-i niyâza etme ifnâ-yı vücûd Gerçi pertev-riz olur ammâ yanar mânend-i mûm Âb-ı rûyun hıfz edip âb-ı hayâta nâ'il ol İbn-i vaktin çok çerağ-ı şu’le-dârın görmüşüz Yalvarma vadisine düşüp vücudunu yok etme. Şeref ve Her ne kadar ışık saçarsa da yanışı mum gibidir, biz zaman haysiyetini koru, âb-ı hayât ulaş. çocuğunun çok ışık veren çıralarını gördük. (İbn-i vakt, tasavvuf terimlerindendir. Zamana uyan, gereklerini yerine Hâksâr ol sürme-âsâ çeşmine gir âlemin getiren, geçmiş ve geleceği düşünmeden Tanrı buyruğuna Nûr-ı ayn-ı ibret ol sırr-ı şu'ûna vâsıl ol uyan sofi anlamında kullanılır.) Sürme gibi toprağa karış, dünyanın gözüne gir. İbret gözünün nuru ol, önemli olayların sırrını anla. Geh hat-âver gâh sâde-rûya dildâde gönül Âlem-i aşkın dahi leyl ü nehârın görmüşüz Pertev-i hûrşîdmânend olma dil-hûn-ı zevâl Bazan parlak yüzlülere bazansa tüyleri çıkmış olanlara Neş'e-i feyz-i bahâr ol her giyâha şâmil ol gönül verdik; biz aşk âleminin gecesini de gündüzünü de Güneşin ışığı gibi, batmadan dolayı dertli olma. Bahar gördük. feyzinin neşesi ol, her ota değiş. Bûse-hâh olsam o mehrûdan eder ibrâz-ı hat Keff-i yedd et kâbiliyetden derûne Haşmetâ Nahl-i ümmîdin bu yüzden berk ü barın görmüşüz Dest-res olmak dilersen devlete nâ-kâbil ol O ay yüzlü sevgiliden bir öpücük istesem o karşılık olarak Haşmet! İçini yetenekten temizle, devlete ulaşmak istersen yanağından sunar; bu yüzden biz umut fidanının hem cahil ol. yaprağını hem de meyvasını gördük. Fıtnat Hanım Kâse-i gerdûnu kim uydurdu devr-i hâhişe GAZEL 1 Biz bir ednâ sâgarın hayli humarın görmüşüz Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Dönen felek kadehini arzu dönüşüne kim uydurabildi; biz bir Bağda güller ruhun seyriyle hayr’an oldu hep değersiz kadehin epeyce sarhoşluğunu gördük. Kâkülün reşkiyle sünbüller perîşân oldu hep Bahçedeki güller yanağını seyr edip hayran oldular, Her birinden Haşmetâ ma’nâ-yı âher fehm olur sünbüllerse kâküllerini kıskanmaktan büsbütün perişan bir Nüsha-i dehrin hemân nakş ü nigârın görmüşüz hale geldiler. Dünya nüshasının biz sadece resim ve süslemelerini gördük; Haşmet, onların her birinden başka başka anlamlar çıkar. Bir nigâh-ı nâza şâyân olduk ammâ neyleyim Sînemiz âmâcgâh-ı tîr-i müjgân oldu hep GAZEL 10 Bir nazlı bakışa lâyık olduk ama ne yapalım, göğüsümüz Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün kirpikleri okunun nişan tahtası oldu. İktisâb-ı safvet et bir kâmil-i rûşen-dil ol Mihr-i âlem gibi pertev-bahş-ı vâlâ-menzil ol Ârız-ı âlin senin ey gonca –leb ettim hayâl Kalp temizliğini edin, gönlü aydın bir olgun kişi ol. Dünyayı Hâne –i hâtırına reşk-i gülistân oldu hep aydınlatan güneş gibi yüce konak yerlerine ışık bağışla. Ey gonca dudaklı sevgili, senin al yanağını hayal edince gönül evini bütün gül bahçesi kıskandı. Geldi hat erdi zevâle âfitâb-ı ta'lâtın Gündüz olmazsa gece bir yol kenâra mâ-il ol Çâşnî-bahş oldu ol kân-ı melâhat bezme çün Sakalın geldi, yüzünün güneşini battı. Gündüz olmazsa gece Sâgar-ı mey aks-ı la’liyle nemekdân oldu hep bir yol kucağıma gel. O güzellik ocağı meclise tad, tuz verince kırmızı dudağı yansımasından şarap kadehi lezzet veren tuzluk oldu. 203 Ey sevgili, küstah âşık için iyive kötü davranış arasında fark yoktur. Tek sen bizi hatırdan çıkarma da istersen cefâ et. Fıtnat ol şîrîn-dehen nutka gelince nâz ile Feyz-i güftâr ile âlem şekkeristân oldu hep Fıtnat, o tatlı dilli sevgili konuşmaya başlayınca sözleri Dedi dilber eylemezdim bûse-i la’lim dirîg bereketinden bütün dünya şeker ülkesi oldu. Kand ile beslerdim olsaydı eğer cerrâr bir Dilber, eğer dilenci bir olsaydı onu şekerle besler, dudağımın öpücüğünü ondan esirgemezdim, dedi. GAZEL 2 Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün Cellâd-ı gamze gerçi kim eyler ezâ-yı rûh Gûş ederdi nâle-i uşşâkı ol gül neylesin Uşşâka lîk gelmedi andan safâ-yı rûh Bâğ-ı kûyunda değildir andelîb-i zâr bir Her ne kadar gamze cellâdı işkence yaparsa da aşıkiar Bulunduğu bahçede ağlayıp inleyen bülbül bir tane olsaydı bundan hiç zevk alamadı. o gül yüzlü sevgili aşıklarının feryatlarını duyardı. Ver nakd-ı cânı bûs-ı le-bi la’line gönül Gerçi çok dîvâne cânâ Kays ile Ferhâd-veş Gel eyle şevk-i aşkda bey ü şirây-ı rûh Vâdi-i aşk içre ammâ Fıtnat-ı gam-hâr bir Gönül, can değerini, kırmızı dudağı öpmeye ver; gel aşk Her ne kadar Kays ve Ferhad gibi deli divane çoksa da şevkinde ruh alış verişinde bulun. vâdisi içinde dertli tek kişi Fitnat’tır. Ölmez misâl-i Hızr kalır zinde haşre dek GAZEL 4 La’lin hayâli ile edenler fedâ-yı rûh Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün Kırmızı dudağın hayâlile ruhlarını feda edenler, Hızır gibi Nedir ey dil sebep cevre o yâr-ı bî-vefâdan sor ölmezler, kıyamete kadar hayatta kalırlar. Tegâfül âşıka gayre nigâh âşinâdan sor Ey gönül bu işkenceye sebep ne, bunu o vefasız sevgiliden sor: âşıka aldırmama başkalarına bakışları yine ondan sor. Cânâ gönül geçer mi bu bigâne vaz’ ile Âşık seninle rûz-ı elest âşinâ-yı rûh Ey sevgili, gönül! Bu ilgisiz tavırlarla geçer mi? Aşık, sana Anın yazmaz ilacîn ey tabîb enmûzec ü kânûn elest gününden beri ruhen âşinadır. Şifâsın hasta-i aşkın o la’l-i cân-fezâdan sor Doktor onun ilacını hiç bir yerde ve kitapta bulamazsın: aşk Düşnâmı telh etse nola Fıtnat ol âfetin hastasının dermanını o cana can katan sevgilinin Ammâ ki bûse-i leb-i la’li gıdâ-yı rûh dudağından sor. Fıtnat, o âfetin sövüp sayması acı gelse de ne yapalım; kırmızı dudağının öpülmesi âdeta ruhun gıdası. Bilinmez kadri mahmûr olmadıkça neşve-i câmın Şebâb eyyâmının keyfiyyetin pîr-i dûtâdan sor GAZEL 3 Kadeh neşesinin kıymeti mahmur olmadan bilinmez: gençlik Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün günlerinin tadını iki kat olmuş ihtiyardan sor. Yok nazîri mülk-i hüsn içre cemâl-i yâr bir Kim olur âlemde zîrâ mihr-i pür- envâr bir Ser-i kûy-ı dil-ârâya varırsan ey sabâ lutf et Sevgilinin güzellik ülkesi içinde eşi benzeri yok, onun Nedir hâli o mahbûsî-i zâr u mübtelâdan sor güzelliği yegâne. Çünkü dünyâda ışık saçan güneş bir tane Ey seher yeli, gönlü süsleyen sevgilinin bulunduğu yere olur. uğrarsan lutf et o tutkun ve ağlayıp inleyenin hapislik hali nedir diye sor. Tek ferâmûş etme hâtırdan hemân eyle cefâ Âşık-ı küstâha cânâ lutf ile âzâr bir Harîdâr ol gönül ver nakd-ı cânı kâle-i vasla 204 Ne ister üstüne ol hâce-i hüsn ü bahâdan sor Yapmak da meyhanede kalmıştır, yapılma da artık bayındır Gönül can değerini verip kavuşma kumaşı almaya istekli ol: eserler hep yıkık dökük yerlerde kalmıştır. değer ve güzellik tüccarı üste ne ister, sen onu sor. Girdâb-ı şuur içre ser-geştedir âkiller Ele almış değildir nüsha-i mihr ü vefâyı yâr Âzâdeliğin zevki dîvânede kalmıştır O bî-rahme sorarsan Fıtnatâ fenn-i cefâdan sor Akıllı kişiler şuur girdabına düşmüşler, başları dönüp Sevgili, vefa ve sevgi kitabını eline almış değildir: Fıtnat durmada; özgürlük zevki ancak delide kaldı. eğer o zâlime soracaksan işkence alanından bir şeyler sor. Sûfî arayıp gezme bîhûde mesâcidde GAZEL 5 Feyzin eseri şimdi hum-hânede kalmıştır Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Ey sofu, mescidde boş yere dolanıp durma, şimdi feyiz eseri Her gönülde tâb-ı rûy-ı yâr kendin gösterir ancak meyhanede bulunabilir. Kande varsan mihr-i pür-envâr kendin gösterir Nereye gitsen parlak güneşin kendisi gibi, her gönülde Ol çeşm hamûş olmuş hem-sâye-i küfr-i zülf sevgilinin yüzünün parlaklığı kendini belli eder. Îsâ bu gece gûyâ büthânede kalmıştır Zülfün kara gölgesiyle birlikte o göz susmuş. Sanki İsa peygamber bu gece putlar evinde kalmış. Arzû-yı la’l-i yâr olsun mu hîç dilden nihân Câm-ı mînâdan mey-i serşâr kendin gösterir Sevgilinin dudağı arzusu hiç gönülden gizlenir mi? Taşmak Da’vâsını terk etsin bülbülde fedâ yoktur üzere olan şarap, şişesinden anlaşılır. Bir nükteciği aşkın pervânede kalmıştır Bülbül canını fedâ etmeyi göze almaz, davasından Bûseye minnet mi var geldikde hatt-ı sebz-i yâr vazgeçmezsin. Aşkın pek küçük bir eseri, ancak kendini Nevbahâr eyyâmı elbet yâr kendin gösterir yakmaktan çekinmeyen pervânede kalmıştır. Sevgilin tüyleri yeni bitmeye başladıkça öpücüğe minnet mi var. İlkbahar günlerinde sevgili elbette kendini Derd-i dilim arzettim güldü dedi ol kâfir gösterecektir. Nolmuş yine Esrâra efsânede kalmıştır Gönlümün derdini söyleyince o kâfir gülüp şöyle dedi: Esrâr’a gene neler olmuş da masallar anlatıyor. Gırre olma hüsne kim bir gün zuhûr-ı hat ile Dûd-ı âh-ı âşık-ı gam-hâr kendin gösterir Güzelliğine güvenme, bir gün tüylerin çıkmasıyla aşığın âhı GAZEL 2 dumanı kendini gösterir. Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün Her dem ki meclise o büt-i bî-bedel gelir Söyler elbet hâlini Fıtnat meseldir ehl-i derd Ol dem şarâb-ı telh bize pek güzel gelir Aşk ola bir sînede eş’âr kendin gösterir Her ne zaman meclise o eşsiz gelirse o an acı şarap bize pek Ey Fıtnat dert sahibi olanlar tabiatıyla hallerin söylerler. güzel gelir. Bir sinede aşk olunca şiirin kendini gösterdiği söylenegelmiştir. Bî-kaydlık da kayddır ehl-i tekellüfe Terk-i emel o bahsde ayn-ı emel gelir Esrâr Dede Gösteriş sahiplerine kayıtsız olmak da ayrı bir sıkıntıdır. Bu GAZEL 1 konuda istek ve arzuları terk etmek dileğin kendisi gibi gelir. Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün Yapmak da yapılmak da meyhânede kalmıştır Bir derd-nâk söz var ise söyle zâhidâ Âsâr-ı imâret hep virânede kalmıştır Efsâne açma revnak-ı bezme kesel gelir 205 Ey zâhid eğer dokunaklı bir sözün varsa söyle, efsane açıp Derviş, bütün dünyanın sultanı da olsa mevlevi bakışına, meclisimizin güzelliğinin tadını tuzunu kaçırma. ilgisine muhtaçtır. Cism-i nizâr cândan usandırdı hod beni Her subh felekde mihr-i cevvâl Ya Rab o gün olur mı peyk-i ecel gelir Yek şu’le-i âh-ı mevlevîdir Zayıf vücudum beni de candan usandırdı. Tanrım acaba ecel Her sabah gökyüzünde hareket eden güneş mevlevi âhının habercisinin geldiği günü görecek miyim? sadece küçük bir parıltısıdır. Cism-i harâb kâbil-i süknâ-yı gam değil Ruhsârı o nev-resîde mihrin Bilmem ne dem bu köhne binaya halel gelir Bedr olmada mâh-ı mevlevîdir Harab vücudum gamın oturmasına elverişli değil. Bu köhne O yeni yetişen güneş yüzlü mevlevi ayının yanağı bedr binaya bilmem ki ne zaman yıkılıp gidecek? olmadadır. Hüsn elde iken eyle cefâ bî-nevâlara Bu izzet ü bu şerâfet-i dos Kâfir seninle söyleşecek bir mahall gelir Şâyeste-i câh-ı mevlevîdir Güzellik elde iken bu zavallılara zulm etmeye devam et. Ey Bu saygınlık, bu yücelik ve ululuk mevlevîlerin makamına kâfir, seninle konuşulacak, görüşülecek bir yer olacak elbet. layıktır Takrîre muktedir değilim derd-i sinemi Ne çağrışır on sekiz bin âlem Hûn-ı derûnum ağzıma nokta bedel gelir Hep tâle bekâah-ı mevlevîdir Derdimi anlatmaya gücüm yetmez. İçimdeki kan noktaya Bu on sekiz bin âlemin niçin çığrıştığını sanıyorsun? Hep benzeyen ağzıma gelir kalır. Mevlevilerin ebediliği içindir bu. Besdir melâmetim bana sâkî şarâb ver Tennûre açıp semâ eder çarh Kayd etme neyse başıma hükm-i ezel gelir Ser-geşte-i râh-ı mevlevîdir Ey içki sunucu, rezilliğin bana yeter. Sen şarap ver, gerisini Gök kubbeleri, Mevlevilerin yolunda kendilerinden de düşünme. Ezelde ne takdir edilmişe başıma o gelir. geçtikleri için tennure açıp sema ediyorlar (Tennûre: Mevlevi dervişlerinin sema sırasında giydikleri geniş eteklik) Esrâr bezm-i meyde düşüp mest-i bî-şuûr Geh âh u nâle geh lebime bir gazel gelir Esrâr içki meclisinde kendini bilmez sarhoş olarak düşüp Dervîşidir âsumân o şemsin kalmış. Dudağında bazen ağlayıp inleme, bazen da bir gazel Me’mûn-ı penâh-ı mevlevîdir dökülür. Mevlevilerin güvenli sığınağı olan gökyüzü o güneşin dervişidir GAZEL 3 Mef’ûlü Mefâ’ilün Fe’ûlün Esrârı şâhâne ettiren nâz Dil çâker-i şâh-ı mevlevîdir Başında külâh-ı mevlevîdir Üftâde-i râh-ı mevlevîdir Esrâr Dede’yi sultanlara yakışır nâza ulaştıran başındaki Gönül mevleviler sultanının kulu kölesi, onların yolunun Mevlevi külahıdır zavallı yolcusudur. GAZEL 4 Dervîş ki şâh-ı âlem olsa Fe’ilâtün Fe’ilâtün Fe’ilün Muhtâc-ı nigâh-ı mevlevîdir Ne Süleymân ne Selîm’in kuluyuz 206 Hazret-i Rabb-i Rahîmin kuluyuz Halkı sermest-i tegâfül eyleyip tenhâ gelip Biz ne Süleyman’ın ne de Selim’in kuluyuz ancak Rahman Âhir-ı mecliste etti yâr-ı bî-pervâ semâ olan Hazret-i Allah’ın kuluyuz. Korkusuz sevgili halkı gaflet sarhoşluğuna düşürüp ve tek başına gelip meclisin sonunda semâ etti Hurev-i âleme yok minnetimiz Öyle bir şâh-ı kerîmin kuluyuz Sûfi-i pîçîde-dâmen zâhid-i pâ-der-gili Biz öylesine cömert bir padişahın kuluyuz ki bu yüzden Râh-ı cânda eylemez kendisine hem-pâ semâ dünya sultanlarına minnetimiz yoktur. Kıvrılmış etekli sofu ile ayağına toprak bulaşmış zâhid, can yolunda semaya ayak uyduramaz Arîf-i ehl-i fenâ çâkeriyiz Sâlik-i merd-i adîmin kuluyuz Şûle-i âh-ı derûn-ı mevlevîden bâl açıp Dünyadan elini eteğini çekmiş ârif kişilerin kulu, yokluk Oldu bir şehbâz-ı kuds-i âsümân peymâ semâ isteyenlerin yolundan gidenlerin kölesiyiz. Semâ Mevlevinin içinden gelen âhın kıvılcımlarından kanat açıp kutsal göğü aşıp geçen iri bir doğan oldu Bendelik eyler isen kendinedir Sanma biz hûr u naîmin kuluyuz Şeş cihetten zimmetin ibrâ için sermest olup Birine kul olacaksan kendine kul ol, bizi cennet hurilerinin Tâ huzûr-ı yâra çıkdı bî-ser ü bî-pâ semâ ve nimetlerinin kulu zannetme Semâ, altı yönden aklanıp temize çıkmak için sarhoş olup başsız, ayaksız tâ sevgilinin huzuruna kadar çıktı Gevher-i kâbiliyyet âşıkıyız Anlama kim zer ü sîmin kuluyuz Hükmüi bişnevdir sened destinde hâlâ mutribin Sen bizi altın ve gümüşün kulu, kölesi sanma, biz sadece Hallini Monlâ-yı Rûm’dan etti istiftâ semâ yetenek cevherinin tutkunuyuz. ‘’Dinle’’hükmü çalgıcının elinde hâlâ senettir; semâ bunun çözümünü Mevlânâ’dan sordu Câhil-i münkire dersen har u hûk Ârif-i sırr-ı alîmin kuluyuz Nâydan emr-i ecûbû dâ’iyu’llâh gelmese İnkarcı câhile eşek ya da domuz denirse biz de bütün ilâhi Etmez idi enfüs ü âfâka istîlâ semâ sırlara vâkıf olan ârifin kuluyuz Neyden Allah’ı çağırana katılınız emri gelmeseydi semâ nefsi ve dışını kuşatamazdı Pâdişâhâne edâyız Esrâr Ya’ni Hünkâr-ı azîmin kuluyuz Şûle-i âvâz-ı ney âvâze-i inî ene Ey Esrâr, bizim sultanlara mahsus bir tavrımız var: yani ulu Mûsî-i hayret-zede dil vâdi-i Sînâ semâ Hünkâr’ın kuluyuz Neyin inleme şulesi, ’’ben Allah’ım’’yankısı şaşkına dönmüş Musa gönül. Sina vâdisi ise semâdır. GAZEL 5 (Taha sûresinin Hz. Musa ile ilgili. Ayetine telmih Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün yapılmıştır) Geldi dehre etti gitti hazret-i Monla semâ Ol zamânın vâlih ü hayrânıdır hâlâ semâ Müjde-i teşrîf-i Monlâ vahy olup mîrâcda Hazret-i Mevlâna bu dünyaya gelip semâ edip gitti; semâ Farz oldu ehl-i derde ol gece gûyâ semâ hâlâ, o anın şaşkınlık ve hayranlığı içindedir. Mirac sırasında Hz. Mevlânâ’nın geleceği müjdesi vahy (Semâ: Mevlevilerin âyin sırasında cezbe haliyle ayakta edildiğinden dolayı derd ehli olan âşıklara o gece sanki dönmesi, zikretmesi) semâ farz oldu 207 (Mirac gecesi Müslümanlara beş vakit namaz farz olmuştur. Bu alçak gönül deli divane midir, bilemiyorum. Kavuşma Beyitte bu olaya telmih var.) hayaline kendini kaptırmış sarhoş mudur anlayamıyorum. Oldu envâr-ı tecellî meclise Esrâr bu şeb Sermest-ü harâb ettin ey gamze beni hâlâ Şübhe yokdur etti rûh-ı pâk-ı Mevlânâ semâ Her mevc-i nigâhın bir peymâne midir bilmem Ey Esrâr, bu gece meclise tecelli nurları yağdı; mutlaka Ey bakış beni sarhoş ve perişan ettin. hala her bakışının Mevlânâ’nın temiz ruhu semâ etmiştir. kabarcığı bir büyük kadeh midir, bilmem GAZEL 6 Sen işvede yektâsın mislin hele yok ammâ Gittin ammâ aman ey şâhlevendim tez gel Ol fitnede hâlin de bir dâne midir bilmem Beni çok yollara baktırma efendim tez gel Sen naz ve işvede bir tanesin; eşin benzerin yok ama fitne Ey sevgili gitmesine gittin ama bari tez gel, beni çok yollara alanında benin de bir tane midir, bilemiyorum baktırma. Aman efendim çabuk gel. Her kûşede sad-mestân sad-gulgule sad-destân Gel gel ey rûh-ı revân-bahş-ı dil-i nâçârım Yâ Rab dil-i âşuftem meyhâne midir bilmem Hasteyim pister-i hicrâna döşendim tez gel Her köşede yüzlerce sarhoş, yüzlerce bağırtı, çağırtı, Ey çâresiz gönlümün hayat veren ruhu! Hastayım ayrılık yüzlerce hikâye: Ey Allahım, bu deli gönlüm meyhane midir üzüntüsünden düştüm tez gel. nedir? Seni görmeyeli bu dîde-i hûn-efşânım Her günc-i harâbında bir genc-i mutalsam var O kadar ağladı kim ben de beğendim tez gel Bu sîne pür-şûrum virâne midir bilmem Bu kanlar saçan gözüm seni görmeyeli beri öylesine çok Her yıkık köşende bir tılsımlı hazine var. Bu kargaşa ağladı ki ben bile beğendim içindekigönlüm virane midir, nedir? Belimi büktü beni hâke düşürdü firkat Lutf etgame ahd etmiş Esrâra o kâfir-hû Destgîr ol meded ey serv-i bülendim tez gel Yohsa yine maksûdu efsâne midir bilmem Ayrılık benim belimi büktü, yere düşürdü; ey ulu servim Okâfir Esrâr'aacıyacağına söz vermiş. Tanrım! yoksa onun bana yardımcı ol, acı da çabuk gel. amacı yine asılsız hikâyeler söylemek midir? Bilirim va'de vefâ eylediğin gerçektir GAZEL 8 Lîk yok sabra-mecâl işve-pesendim tez gel Bilmem bu ızdırâb nedendir neden neden Senin verdiğin sözü tutacağını bilirim; velâkin ey edâ ve Gönlüm neden harâb nedendir neden neden nazı beğenilen sevgili bende sabra takat kalmadı. çabuk gel Gönlüm neden harab? Bu acı, bu sıkıntı bilmem ki nereden kaynaklanmaktadır? Yakmadan bahr ü beri âteş-i Esrâr Keştî-i nâza süvâr ol da efendim tez gel Aşk etti gitti şîşe-i ümmîdimi şikest Esrâr'ın âhı ateşi yeri göğü yakmadan ey efendim naz Çeşmimde kanlı âb nedendir neden neden gemisine bin de hemen gel Aşk ümit şişemi kırdı: gözümdeki bu kanlı su bilmem ki nedendir? GAZEL 7 Bilmem bu dil-i rüsvâ dîvâne midir bilmem Ol yâre kalmışiken umîdim ne hâldir Ümmîd visâl eyler mestâne midir bilmem Andan da bu cevâp nedendir neden neden 208 Bütün ümidim o yarin cevâbına kalmışken bu ne hâl, ondan Zevk safa gecesinde zaman zaman uyandıkça o geceki güzel böylesi bir cevâp nedendir, neden? sohbeti unutma. Matlûb zib-i hüsn ise sedd etme kâkülün Vardıkça şeker-hâbâ girip pister-i nâza Hurşîd içün hicâb nedndir neden neden Ne zehr içer içer dîde-i bîdârı unutma Amaç gözelliğine güzellik katmaksa kakülünü perde yapma: Sen naz döşeğine girip tatlı uykuya varınca, bu yediği güneş için utanmak da ne oluyor, söyler misin? üzüntü. içtiği zehir olan sarhoşu unutma. Kat'-ı alâka mı ya tegâfül mü kasdın Nûş eylediğin demler efendim mey-i gül-reng Hem işve hem itâb nedendir neden neden Bu mest-i zehir-nûş u elem-hârı unutma Amaç tüm ilişkiyi kesmek mi yoksa aldırmazlık gösterip Seher vakit saçlarını taradığında bu yaralı gönlü de aklına nazlanmak mı? Hem naz, hem azarlama da ne demek getir unutma. oluyor? Âyînede gördükçe kaçan haste nigâhın La'l-ı lebin karışmadı çünkim piyâleye Lûtf eyle tabibâ men-i bîmârı unutma Bu neş'e bu şarâb nedendir neden neden Aynada hasta gözlerini her görüşünde, ey derdimin doktoru, Mademki kadehe dudağının kızıllığı karışmadı bu şaraptaki merhamet et hastayı da unutma. keyif, bu mutluluk niçin? Ahvâlimi yazdım bütün evrâk-ı dilimde Kâtil nigâhın açmadı çün şerha sîneme Destindeki mecmûa-i nâçârı unutma Bu zahm-ı zehr-i nâb nedendir neden neden Bütün durumumu gönül yapraklarına yazdım, elindeki bu Eğer göğsüme yaraları, öldüren bakışın açmadıysa bu zavallı mecmuayı unutma. katıksız zehir yarası nedendir? Ben sabr edeyim derd ü gam-ı hecrine ammâ Erbâb-ı aşka bunca garaz böyle tavr-ı şûh Sen de güzelim ettiğn ikrârı unutma Ver ey felek cevâp nedendir neden neden Ben ayrılığının gamına ve derdine sabr edeyim ama, Ey felek, âşıklara bu kadar garaz, böyle şuh tavırlar niçin? güzelim. sen de verdiğin sözü unutma Gel cevap ver. Ağlatmayacaktın yola baktırmayacaktın Esrâr ile tükenmedi gitti husûmetin Ol va'de-i tekrâr be-tekrârı unutma Ey çarh bu azâb nedendir neden neden Hani ağlatmayacak, yola baktırmayacaktın. Bu konuda Esrâr ile düşmanlığın tükenmedi gitti. Ey felek bu azabın tekrar verdiğin sözü unutma. sebebi nedir? Hicrârın ile çektiğini sen de bilirsin GAZEL 9 Her vech ile dîdâra sezâvârı unutma Azm-i sefer ettin dil-i nâçârı unutma Ayrılığınla ne tür sıkıntılar çektiğimi sen de bilirsin. Her Gittin güzel ammâ bu dil-efgârı unutma yönden görüşmeye lâyık olan âşıkı unutma Yola koyulmuşsun, fakat bu çâresiz gönlü unutma. Gidiyorsun, iyi güzel ama bari bu gönlü yaralı âşığı Yok tâkatı hicrânına lûtf eyle efendim hatırdan çıkarma Dil-haste-i aşkın olan Esrârı unutma Efendim ayrılığına dayanma gücü olmayan, aşkınla gönlü hasta Esrâr'ını lütf et, unutma Gâhice uyandıkça şebistân-ı safâda Şol gece olan sohbet-i hemvârı unutma 209 GAZEL 10 Şarap sunan güzel! Aklımı başımdan alan çengin nağmeleri Kâküllerine ol mehin ey şâne dokunma midir, yoksa elindeki gül renkli kadeh mi Zencîri kırar bu dil-i divâne dokunma Ey tarak o ay yüzlü güzelin kâkülüne dokunma. Zincirlerini Nağmene tîr-i nigeh pişrev olmakta meğer parçalayan bu deli gönlüme ne olur el vurma. Mutrıb ebrû da kemânınla hem-âheng midir Çalgıcı! Bakışlarının oku nağmelerine öncü oluyor. Yoksa kaşın yayı da kemanınla aynı nağmeyi mi çalıyor? Gül-berg misâli ciğerim pâreliyorsun Ey bâd-ı seher ol gül-i handâna dokunma Gül yaprağı gibi ciğerimi parçalıyorsun, seher yeli, lütfen La'l-i handân mı yâhûd kûçe-i verd-i terde açılmış gülüme dokunma. Dest-i târâc-ı sabâdan çözülen deng midir Bu yakut renginde gülen bir ağız mı? Feryâd-ı ene'l-Hak eder âvâz-ı tanîni Yoksa taze gülün sokağında sabah yelinin yağmalayıcı eliyle Fâş etmesün esrârını peymâne dokunma dağılan denk midir? Çınçın öten sesi "ben Allah'ım" feryâdıdır; Aman, kadehe dokunma benim sırlarıma ortaya dökmesin. Perde-i şermi giderdin ruh-ı pür-tâbından Kasd o gül-çehreye ey duhter-i ineb reng midir Bünyân-ı nizâm-ı felek ol kûy-ı belâdur Parlak yanağından utanma perdesini kaldırdın. Ey üzüm Âlem yıkılır bu dil-i divâne dokunma kızı, amacın o gülyüzlü güzelin yüzünü renklendirmek mi? Feleğin düzenini sağlayan direk o bela köyüdür, bu deli gönlüme müdahele etme yoksa bütün dünya yıkılır. Bir nihânice tebessüm de mi sığmaz cânâ Söyle billâh dehenin tâ o kadar teng midir İçtikleri hep hûn-ıcigerdir fukârânın Sevgilim! Allah’ını seversen söyle; ağzın o kadar dar mı? Şeyhâ kerem et hâtır-ı rindâna dokunma Belli belirsiz bir gülümseme de mi sığmıyor? Fukaranın içtikleri hep ciğer kanıdır. Şeyhim kerem et rintlerin hatırlarını kırma. Lezzetinden nice âb olmadın ol la'l-i terin Meded ey sâgar-ı yâkût dilin seng midir Eğlenceleri zülf-i dil-ârâm-ı elemdir O taze dudağa dokununca lezzetinden nasıl eriyip de su Dinle ne siyeh-gûndur o efsâne dokunma olmadın? Ey yakut renkli kadeh! Bağışla, gönlün o kadar taş Onların eğlenceleri keder sevgilisinin zülfünde gönül gibi mi dinlendirmektir: hikaye ne kadar da karadır, aman, ona Ne bu nev nakş-ı tırâzende nedîmâ yoksa dokunma Üstâd-ı kalemin hâme-i erjeng midir Şahım senin Esrar sadâkatli kulundur Nedim! bu yeni, süslü işlemeler nedir? Yoksa kaleminin Lutfeyle o dervîş-i perÎşâna dokunma ustası Erjeng'in kalemi midir? Sultanım, Esrar senin sadık kulundur, lutf et o perişan dervişine dokunma. GAZEL 2 Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün Nedim Tahammül mülkünü yıktın hülâgû hân mısın/kâfir GAZEL 1 Amân dünyâyı yaktın âteş-i sûzân mısın kâfir Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün Tahammül ülkesini yıktın, yerle bir ettin. Kâfir hulâgû han Sâkıyâ hûşum alan zemzeme-i çeng midir mısın sen? Aman bütün dünyayı yaktın. Kâfir, yakıp Yoksa destindeki peymâne-i gül-reng midir yandıran bir ateş misin? 210 Kız oğlan nâzı nâzın şehlevend âvâzı âvâzın O zalimde yine aşıkları öldürmeğe hazırlanan belirtiler var: Belâsın ben de bilmem kız mısın oğlan mısın kâfir bak, kaşının hançerinin ucunda kan görülüyor. Nazın kızoğlankız nazı, haykırışın yiğit haykırışı. Kâfir! Belli belasın, ama kız mısın, oğlan mısın ben de bilemiyorum. Serâpâ şöyle pürdür nâz ü îmâ vü işâretten Sanırsın her ser-i mûyunda çeşm ü ebruvân vardır Ne ma'nî gösterir dûşundaki ol âteşîn atlas O sevgili başından ayağına kadar nâz, îmâ ve işâretle Ki ya'nî şu'le-i cân-sûz-ı hüsn ü ân mısın kâfir öylesine dolu ki, sanırsın her kılının ucunda bir gözü, bir Omuzundaki o ateş renkli atlas, acaba ne anlama geliyor? bakışı var. Kâfir, yani sen güzelliğin ve çekiciliğin canları yakan alevi Dımâğım tuttu bûy-ı sünbül âgûşumda döndükçe misin? Meğer kim dûşunun üstünde bir sünbülsitan vardır Nedir bu gizli gizli âhlar çâk-i girîbânlar O güzel kucağımda döndükçe beynimi sünbül kokusu Aceb bir şûha sen de âşık-ı nâlân mısın kâfir kapladı; meğerse omuzunun üstünde bir sünbül bahçesi Bu gizli gizli ah çekmeler, bu yaka yırtmalar nedir böyle? varmış. kâfir! sen de bir oynak güzelin ağlayıp inleyen âşığı mısın? Amân sabr u karârım eyledi yağmâ o kâfirde Sana kimisi cânım kimi cânânım deyü söyler Kırık bir ter zebân berceste nutk-ı bî-amân vardır Nesin sen doğru söyle cân mısın cânân mısın kâfir Aman! o kâfir güzelin kırık dökük, acemice bir dille öyle Sana kimisi "canım", kimi "sevgilim" diye seslenir. Kâfir! seçkin ve güzel; ama acımasız bir konuşması var ki, bütün Doğru söyle: sen nesin? Âşığın canı mısın, yoksa sevgili rahatım, huzurumu yağmaladı misin? Nigâhın ebruvânın görmeden evvel inanmazdım Şerâb-ı âteşînin keyfi rûyun şu'lelendirmiş Ki derler nâzdan hançer tegâfülden kemân vardır Bu hâletle çerâğ-ı meclis-i mestân mısın kâfir Nazdan hançer, aldırmazlıktan yay vardır derlerdi de, bu Ateş renkli şarabın neşesi yüzünü alev alev yakmış, sözlere senin nazlı bakışını ve kaşlarını görmeden önce yanaklarını kızartmış. Sen bu halinle sarhoşlar toplantısının inanmazdım. ışığı mısın, kâfir? Meğer fevvâreden âb-ı letâfet sıçramış çıkmış Niçin sık sık bakarsın böyle mir'ât-ı mücellâya O rütbe kâmet-i bercesten ey şûh-ı cihân vardır Meğer sen dahi kendi hüsnüne hayrân mısın kâfir Ey dünyanın en oynak güzeli! Boyun öyle uzun ve düzgün ki, Niçin bu parlak aynaya böyle sık sık bakıp duruyorsun? sanki fıskiyeden incelik ve güzellik suyu sıçrayıp çıkmış gibi. Kâfir, yoksa kendi güzeliğine sen de hayran mısın? Aceb kim nermdir sînen a zâlim neyleyim ammâ Nedîm-i zârı bir kâfir esîr etmiş işitmiştim İçinde senge benzer bir dil-i nâ-mihribân vardır Sen ol cellâd-ı dîn ol düşmen-i îmân mısın kâfir Zalim! Göğsün şaşılacak kadar yumuşak ama, ne yapayım Ağlayıp inleyen zavallı Nedim'i bir kâfirin tutsak ettiğini içinde taş gibi sert, acımasız bir gönlün var. işitmiştim. Kâfir! Yoksa o din cellâdı, iman düşmanı güzel Nedîmâ hançer-i hûn-rîzine sarılmadım derse sen misin? Açıp gör kim kef-i destinde zahm-ı hûn-çeğân vardır GAZEL 3 Ey güzel! Nedim senin çektiğin kan dökücü hançerine Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün sarılmadım derse, inanma; aç bak, avucunda hâlâ kan O zâlimde yine dildâde-küşlükten nişân vardır damlayan bir yarası var. Görürsün hançer-i ebrûsunun mevkinde kan vardır 211 GAZEL 4 Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün Miyân hayâl gibi ince kâmeti mevzûn Yazanlar peykerim destimde kâşî bir sebû yazmış Aceb nişânlayacak beyt-i intihâb olmuş Aceb meşrebde tahrîr eylemiş elhak nikû yazmış Beli hayal gibi ince, boyu düzgün, ölçülü. Bu haliyle tam Resmimi çizenler elimde bir kâşân sürahisiyle çizmişler. işaretlenecek seçme bir beyit olmuş. Tuhaf bir yaradılışta göstermiş, ama güzel yapmışlar. Dahi geçen aya dek bir hilâl idi bârık Miyân-ı yârı dilcûdur demek kasdeylemiş ammâ Bu gün sabâh ile gördüm ki âftâb olmuş Yanılmış hâme-i mutlak-inân dilcûyu mû yazmış Daha geçen aya kadar incecik bir hilaldi. Bugün seher vakti Dizgini boşalmış başıboş kalem sevgilinin beli için "gönül gördüm; dolunay olmuş. çekicidir" diye yazmağa niyetlenmiş ama, yanılmış, "dil-cû" yu "mû" diye yazmış. O ser kalır mı hevâsız ki mutrıb-ı aşkın Elinde bir nice yıl kâse-i şarâb olmuş Cevânım bir lûgat gördüm lisânü'l-aşk nâmında Yıllar boyu aşk çalgıcısının elinde şarap kadehi olmuş o baş Belin adın murâd âğûşum adın ârzû yazmış hiç aşksız kalabilir mi? Civanım! Aşkın dili adında bir sözlük gördüm. Orada belinin anlamını "dilek", kucağımın anlamını da "istek" diye GAZEL 6 yazmış. Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün Âfet-i cân dediler gamze-i cellâdın için Edip hû hû deyü feryâdına telmîh uşşâkın Nahl-i gül söylediler kâmet-i şimşâdın için Celî hatla cevân-ı nâzenînim çifte hû yazmış Cellat yanbakışın için canın felaketidir, dediler. Uzun şimşir Nazlı civanım aşıkların hû hû diye ağlamalarını anımsatmak boyun için de gül fidanıdır dediler. için celî yazıyla çifte hû yazmış. Yazdı çün kilk-i kazâ fitne vü âşûb emrin Nedim'in hak bu kim bu nazmı şevk-âmîz düşmüştür Ara yerini açık koydu senin adın için Sanırsın kim durup bir dilber ile rû-be-rû yazmış İlahî Kazânın kalemi karışıklık ve kargaşa işlerini Doğrusu nedim'in bu şiiri pek neşeli, pek canlı düştü. Sanki yazdığında ara yerini senin adını yazmak için boş bıraktı. bir güzelle karşı karşıya oturup da ona bakarak yazmış sanırsın. Çeşm ü ebrûya kafâdârsın ey zülf-i siyâh Sende kâfirsin o kâfirlere imdâdın için GAZEL 5 Kara saç! Sevgilinin gözü ve kaşıyla iyi anlaşıyorsun. O Mefâ'ilün / fe'ilâtün / mefâ'ilün / fe'ilün kâfirlere yardım ettiğin için sen de kâfirsin. Yine bu gün acabâ kaç cihân harâb olmuş Ki gûşe-i nigehin mahşer-i itâb olmuş Sen ki bülbül gül içün nâle edersin bî-derd Bugün yine kim bilir kaç dünya yıkılıp gitmiştir; çünkü Seni gülden ayırır nâle vü feryâdın için azarlama, paylama, tersleme hep senin bakışının köşesinde Bülbül, sen gül için ağlayıp inlersin. Dertten anlamayan, bu toplanmış. ağlayış ve haykırışların seni gülden ayırır. Murâdı fitnenin ancak bir intisâbındır Hey nesin sen ki duyup handeni kuhsârda kebk Ya kâkülünde şıken yâ hatında tâb olmuş Katı âvâz ile tahsîn okur üstâdın için Karışıklığın, kargaşalığın bütün isteği sana bir Sen nesin böyle? Keklik dağlardan yansıyan kahkahanı kapılanabilmektir; kâkülünde halka, ya da yüzünün duyup senin ustan için yüksek sesle övgüler okur. Tüylerinde kıvrım olmuş, fark etmez. 212 Çoktan ey kilk-i Nedîmâ niçin oldun hâmûş Sevdiğim! Nazlanmak için susuyorsun. Yoksa istesen dilin Bizi hasrette kodun nazm-ı nev-îcâdın için duymadan o kaşlarla binlerce destan söyleyebilirsin. Nedîm'in kalemi! Çoktan beri neden suskunsun? Yeni, taze şiirlerini bekleyerek bizi özleyiş içinde bıraktın. Şûhtur tâ şöyle reftârın ki farketmez bakan Şöyle gitsen serv-i âzâdım akan sularla sen GAZEL 7 Uzun selvi boylu sevgilim! Yürüyüşün öyle oynak, öyle Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün salıntılı ki bakan yürüyüşünü akan sulardan ayırdedemez. Âkıbet gönlüm esîr ettin o giysûlarla sen Hey ne câdûsun ki âteş bağladın mûlarla sen Bül-aceb ayyyâr-ı efsûn-gersin ey kilk-i Nedîm O uzun saçlarla sonunda gönlümüde tutsak yaptın. Sen ne Çok tabî'at sarhoş eylersin bu dârûlarla sen güçlü sihir yapan bir cadıymışsın; saç telleriyle ateşi Ey Nedîm'in kalemi! Öyle kurnaz bir büyücüsün ki bu bağladın. ilaçlarla sen çok yaradılışın başını döndürürsün. Gamze-i fettânını koydun ki yıktı âlemi GAZEL 8 Bahse dalmışken çeh-i Bâbil'de câdûlarla sen Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün Sen Babil'in kuyusunda cadılarla büyü tartışmasına Nigeh-i gamze değil berk-ı cehân ancak bu dalmışken, herhalde fitneci yanbakışını kendi haline Âfet-i hırmen-i sâmân-ı cihân ancak bu bıraktın; o da bütün dünyayı yaktı, mahvetti. Bu yanbakışın bakış değil; olsa olsa çakan şimşek olabilir. Bu dünyanın bereketli harmanını yakan ateştir mutlaka. Böyle çâpük geldin ey hatt-ı siyeh ruhsârına Var ise pervâza meşkettin piristûlarla sen Der görüp cünbişin ol kaddin ehâlî-i çemen Ey sevgilinin kara tüyleri, yanağına böyle ne kadar çabuk Bâğda gördüğümüz serv-i çemân ancak bu geldin. Yoksa uçmayı kırlangıçlardan mı öğrendin? Çimenlik halkı, o uzun boyun yürüyüşünü görünce "bu bahçede gördüğümüz salınan selvi ağacının ta kendisi" Ben mi sâkî olayım bezme dururken sevdiğim dediler. Böyle sîmîn sâklar billûr bâzûlarla sen Sevgilim! Böyle gümüşten bacaklar, billur kolların varken, Va'de-i vasl değil râbıta-i şevk değil toplantıya şarap sunucu ben mi olayım? Dil-i nâkâma hırâş u halecân ancak bu Bu, verilen kavuşma sözü değil, aşk ilişkisi de değil; bu, mutsuz, kederli gönüle yalnızca üzüntü ve yürek çarpıntısı. Görmeden mecnûnların sahrâdaki cem'iyyetin Sevdiğim meşk-ı nigâh eylerdin âhûlarla sen Sevdiğim! Henüz mecnunların çöldeki toplanmalarını Dil değil tende ümîd-i çemen-i kûyun ile görmeden sen ahularla karşılıklı bakış dersi yapardın. Bir giriftâr-ı kafes murg-ı tapân ancak bu Bedenimdeki bu gönül değil; senin bulunduğun yerin gül Serv-i dil-cûyumdan ayrı geşt-i gülşen istemem bahçesine uçmaya umutlanan kafeste tutsak olmuş çırpınan Var yürü istersen ey eşk-i revân cûlarla sen bir kuş. Ben selvi boylu sevgilimden ayrı gülbahçesini gezmek istemem. Dereler gibi akan gözyaşım! Sen istersen Yine serlevha-i mecmû'a-i i'câza Nedîm ırmaklarla git, dolaş. Tâze tarh-ı kalem-i çîre-zebân ancak bu Nedîm! Bu, gördüğün becerikli dil kaleminin mucize gibi şiirleri toplayan kitabın başlığına yaptığı yeni süslemelerdir. Nâzdan hâmûşsun yoksa zebânın duymadan İstesen bin dâstân söylersin ebrûlarla sen 213 GAZEL 9 Sevgili dudağının kadehini çektiğim baş ağrısına göre Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün sunsa, bahtım da talih yıldızım da neşe, mutluluk nasıl Ben olsam bir de mutrıb bir de tarf-ı cûybâr olsa olurmuş görürler. Hoş imdi bir de farzâ bir cevân-ı şîvekâr olsa Ben olsam, bir çalgıcı, bir de su kenarı olsa.Tam böyle bir Kanı sabâ gibi bir dilnüvâz kim gâhi durumda ola ki, bir de şiveli taze bir güzel olsa, ne hoş Dil-i nizârımı kûy-ı nigâra vara göre olurdu. Zayıf gönlümü arada bir sevgilinin yanına ulaştıracak sabah yeli gibi bir gönül okşayıcı nerede? Yeter geçti bu gûne mâlihulyâlarla evkâtım Amân bir gün mukaddem âh fasl-ı nevbehâr olsa Seherden eyledi yağmâ şemîm-i giysûsun Yeter! Bütün ömrüm bu türlü kuruntular, hayaller içinde Nesîm bir dahi uğrar mı bu diyâra göre geçti. Ah! Aman! Bir gün önce ilkbahar mevsimi gelse artık. Sabah yeli seher vakti sevgilinin saçının kokusunu yağmalayıp gitti. Bakalım bu diyara bir daha uğrar mı artık? Bize geldikte inkâr eyleme ıkrârını zâlim Demişsin yok demezdim bâde-i şîrîn-güvâr olsa Zâlim! Başka yerlerde "Tatlı içimli şarap olsa içmem Hased o rinde ki hâb-ı ademden açsa gözün demezdim" demişsin. Biz şarap verince bu sözlerini inkar Kabâ-yı sabrı çü nergis hezâr-pâre göre etme. Gözünü yokluk uykusundan açıp da sabır elbisesinin nergis çiçeği gibi yüz parça olduğunu gören o rindi kıskanıyorum. Aceb pistânına benzer mi dikkat üzre bir baksam Sen açsan sîneni içre birkaç da enâr olsa Başında hurd edeyim şöyle kim asâsını şeyh Bahçede sen göğüslerini açsan. . . Birkaç nar olsa da Elinde mutrıb-ı bezmin çıhâr-pâre göre "acaba göğüslerine benziyorlar mı" diye şöyle dikkatle bir Asasını şeyhin başında öyle param parça edeyim ki, bakıp incelesem. toplantının çalgıcısının elinde çalpara var sansın. (Çıhâr-pâre, çârpâre Türkçe’de çalpara denilen, O şûhun hasretinden çâr-çeşm-i intizâr olduk oyuncuların iki ellerinin parmaklarına taktıkları dört küçük Bize nevbet erişse bâri ebrûsa çıhâr olsa zildir. Beyitte hem asanın dört parça olduğu, hem de O güzelin özlemiyle, gelişini dört gözle bekler olduk. Kaşları kafasında paralanınca şeyhin beyninde ziller çalacağı dört de olsa sıra bize gelse bari. söylenmek istenmiş.) (Dudak üzerinde kıllar belirlenmeye başladıktan sonra sevgiliye /çâr-ebrû; Türkçe’de dört kaşlı civan denir.) Görün bu derdi ki tıryâk-ı erbâ’ayla tabîb Diler ki zahm-ı çıhâr-ebrüvâna çâre göre Senin vasfında cânâ bir neşât-âver gazel gördüm Şu derdimize bakın! Doktor dört parça ilaçla dört kaşlı Olursa tâze eş’âr öyle pâk ü âb-dâr olsa güzelin açtığı yarayı iyileştireceğini sanıyor. Sevgilim! Seni anlatan neşeli bir gazel gördüm. Taze şiir olunca işte böyle saf ve parlak olur. Seninle terk-i riyâ denlü güçtür ey vâ’iz Şarâba tevbe Nedîm-i günâhkâra göre GAZEL 10 Ey ham sofu! Senin iki yüzlülüğü bırakman ne kadar güçse, Mefâ'ilün / fe'ilâtün / mefâ'ilün / fe'ilün günahkâr Nedîm’in de şaraba tövbe etmesi o kadar güçtür. Tarâb ne gûne olur tâli’ u sitâre göre Sunarsa câm-ı lebin çektiğim humâra göre GAZEL 11 Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün Zülf ü külâhı verdi halel Mağrıb u Fas’a 214 Çeşm-i kebûdu saldı akın mülk-i Çerkes’e Kâr-ı aşka şol gönül bel bağlasın kim geçmeye Saçı ve külahı Mağrıbı ve Fas’ı bozguna verdi. Mavi gözü Lezzet-i encâm-ı meyden telhi-i âgâz ile Çerkes ülkesine akın saldı. Şu gönül aşk işine iyice sarılsın; ilk yudumun acılığını tadıp şarabın sonundaki lezzetinden vazgeçmesin. Gelmiş hat-ı siyen ruhuna âh ey gönül Semmûr hôş yakışmış ol gül penbe atlasa Sen itâb-ı nâz kasdetsen dahi ol çeşm-i şûh Sevgilinin yanağına kara tüyler gelmiş. Âh gönül! O gül Âşıkın memnûn eder bir şîve-i mümtâz ile penbe atlas üstüne samur ne kadar yakışmış. Sen nazından azarlıyorsan da o oynak göz seçkin, edalı bir bakışla âşıkını memnun eder. Çâk etmesin mi câme-i sebzin görünce gül Bak şol yeşil mukaddeme ol kırmızı fese Dilkeş eyler çeşm-i gûyâsın kemân-ı ebruvân Şu yeşil sarığa, o kırmızı fese bak! Gül bunları görünce yeşil Şûhterdir nağme-i mutrıb muvâfık sâz ile giysisini parçalamaz mı? Kaşlarının yayı konuşan gözünü daha da gönül çekici yapar; şarkıcının nağmeleri uygun sazla daha hoş olur. Neyzen bezmde mutrıba hemvâre keç bakar Bilmem miyânlarında nedir bu münâfese Ben gam-ı imrûzu fikretmekte ferdalâr geçer Toplantıda neyzen çalgıcıya hep eğri bakar. Bilmem, Sen salınca va’deni ferdâya yüz bin nâz ile aralarındaki bu çekişme nedir? Sen verdiğin sözü yüz bin nazla yarına erteledikçe, ben (Ney çalan ney çalarken başını eğdiği için çevresine hep yan bugünü düşüne düşüne çok yarınlar geçer. yan bakma durumudadır. Şair bu doğal halini düşmanlık biçiminde yorumlamış). Çeşmini hâbîde zanneyler gören ammâ Nedîm Keşf-i râz etmektedir her lâhza bin gammaz ile Ebrûlar üstüne dökülüp kâkülü Nedim Nedim! Görenler sevgilinin gözünü uykuda sanır ama, o Tasvîr-i Çîni yazmış o tâk-ı mukarnese aslında her an binlerce münafıkla karşılıklı sırları Nedim! Güzelin saçları kaşlarının üstüne dökülmüş, sanki o açıklamakta, dedikodu yapmaktadır. yuvarlak kemer üzerine Çin resimleri yapılmış gibi… (Beyitteki binlerce fitneci, münafık birbir içine giren kirpiklerdir). GAZEL 12 Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün GAZEL 13 Bin zebân söylersin ol çeşm-i sühan-perdâz ile Mef’ûlü Mefâ’îlü Mefâ’îlü Fa’ûli Dâstânlar şerhedersin bir nigâh-ı nâz ile Bir söz dedi cânân ki kerâmet var içinde O parlak sözler söyleyen gözünle binlerce dil konuşursun. Dün geceye dâ’ir bir işâret var içinde Bir nazlı bakışla nice destanlar anlatırsın. Sevgili öyle sözler söyledi ki, içinde gizli anlamlar var, dün geceye ait bazı işaretler var. Dün gece cûş-ı safâdan oldu bir deyâ-yı nûr Kûçe-i ney mâhitâb-ı şu’le-i âvâz ile Meyhâne mukassî görünür taşradan ammâ Dün gece eğlencenin çoşkunluğundan neyin daracık sokağı Bir başka ferah başka letâfet var içinde haykırışların ay aydınlığının parıltısıyla bir nur denizi Meyhane dışarıdan sıkıntılı, kasvetli görünür. Ama içinde halinde aktı. (Kûçe, dar sokak ve pazarlar sokaklarda başka bir aydınlık, başka güzellikler var. kurulduğu için çarşı Pazar anlamında kullanılır. Beyitte yanık sesler çıkaran neyin içinin ince, uzun boşluğu eski dar Eyvâh o üç çifte kayık aldı karârım sokaklara benzetilmiş). Şarkı okuyup geçti bir âfet var içinde 215 Eyvah! O üç çift kürekli kayık aklımı, rahatımı aldı götürdü, Kim gören âb-ı hayât içmiş hayâl eder beni içinde şarkılar okuyan bir güzelle geçti, gitti. Dudağını öpmek beni saf ve lezzetli suya öylesine kandırdı ki gören benim âb-ı hayat içtiğimi sanır. Olmakta derûnunda hevâ âteş-i Sûzân Nâyın diyebilmem ki ne hâlet var içinde Şâire söz bulmağa minnet ne ammâ neyleyim Neyin içinde nasıl bir haller oluyor, bilip anlatamıyorum: Âh kim hayret seni gördükçe lâl eyler beni İçinde nefes yakıcı bir ateş olup çıkıyor. Şair için söz bulmak kolay. Ah, ne yapayım ki seni görünce şaşkınlığımdan dilim tutuluyor. Ey şûh Nedîmâ ile bir seyrin işittik Tebhâca varıp Göksu’ya işret var içinde Sevdiğim câm-ı meye hâcet nedir la’l-i lebin Ey oynak güzel! Nedim’le bir gezintiye çıktığınızı işittik; Bir şeker-handeyle mest-i bî-mecâl eyler beni yalnız başınıza Göksu’ya gitmişsiniz, içki içip eğlenmişsiniz. Sevdiğim! İçki kadehine ne gerek var? Kırmızı dudağın şeker gibi bir gülüşle beni bitkin bir sarhoş yapıyor. GAZEL14 Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün Bâğda zülf ü ruhun andıkça bu kimdir deyü Tâ kemer-gâhına dek gamzesi hâb-âlûde Sünbül ü gül biri birinden su’âl eyler beni Tâ girîbânına dek çeşmi şarâb-âlûde Bahçede saçından ve yanağından gözettikçe sünbül ve gül Yanbakışı tâ beline kadar uykuya bulaşmış. Gözü boğazına birbirine”bu da kim? ” diye beni soruyorlar. kadar şaraba batmış. Nükhêt-i zülfünle geldikçe nesîm-i nevbehâr Kangı ıklîmi harâb eyledin ey düşmen-i dîn Turra-i sünbül-sıfat âşüfte-hâl eyler beni Ki yine hûn ile zinpûş ü rîkâb âlûde İlkbahar yeli saçının kokusuyla geldikçe, sünbül kokulu Ey din düşmanı! Yine hangi ülkeyi böyle yıktın, mahvettin? perçemlerin gibi aklımı darmadağın eder. Atının eğer örtüsü ile üzengin kana bulanmış. Nâ-tüvânım şöyle çeşmin hasretinden kim gehî Çekesin sîneye ol şûhu keşâkeşler ile Sâye-i müjgân-ı âhû pâymâl eyler beni Alasın bûsesin ammâ ki itâb-âlûde Gözünün özlemiyle öyle halsiz kaldım ki bazan ahuların O oynak güzeli zar zor göğsüne çekersin. Azarla, kirpiklerinin gölgesi bile beni ayaklarının altında ezer. paylamayla karışık da olsa bir öpücüğünü alasın. Gerdişin gördükçe sâkî-i mülâyim-meşrebin Sen dil-i rîşini hûnâb ile rengîn edegör “Arzû sergeşte-i fikr-i muhâl eyler beni” Zâhid-i hâma gerek rîş-i hizâb-âlûde Yumuşak davranışlı şarap sunan güzelin toplantıda Sen yaralı gönlünü kanlı sularla renklendiredur, hamsofuya dolaşmasını gördükçe”arzular olmayacak düşüncelerle kınalı sakal gerek. benim başımı döndürüyor”. (Fuzulî’ye nazire olan bu gazelin bu mısra’ıFuzulî’e Mîr-i zîşâna Nedîmâ meğer olmuş peyrev tazmindir). Ki siyen-zânû-yı kilk oldu şitâb-âlûde Nedim herhalde şanlı Emir’in yolundan gitmiş olacak. Hasret-i çeşminle ben hâk-i siyâh olsam dahi Dizlerine kadar karalara bulanmış kalemi koşup duruyor. Baht âhır sürme-i çeşm-i gazâl eyler beni Gözünün özlemiyle ben kara toprak da olsam, bahtım sonunda beni ceylanların gözünün sürmesi yapar. GAZEL 15 Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Bûs-ı la’lin şöyle sîrâb-ı zülâl eyler beni Arz-ı hâlim çok efendim hâk-i pây-i devlete 216 Lûtfun ammâ bî-niyâz-i arz-ı hâl eyler beni Ben bugün bir güzellik ve çekicilik ilkbaharı gördüm; Efendim yüce ayağının toprağına sunacağım çok isteklerim sarığının bir kenarından sünbül gibi saçları dökülmüştü. var. Ama lutfettiklerin isteklerimi söyleyip yalvarmaya gerek bırakmıyor. Sen yine bir nev-niyâz âşık mı peydâ eyledin Kûyuna yer yer dökülmüş âb-ı rûlar var idi Ben kulun lâyık değildir vaslına ammâ yine Sen yine yalvarıp yakarmağa yeni başlamış genç bir âşık mı İltifâtın ârzû-mend-i visâl eyler beni buldun? Ben kulun sana kavuşmaya layık değilim; ama bana karşı iyi Oturduğun yerin çevresinde yer yer dökülmüş yüzsuları davranışların beni kavuşma arzularına düşürüyor. vardı. Güldürür yâ ağlatır yâ lûtfeder yâhud itâb Ey Nedîm ey bülbül-şeydâ da ne için hâmûşsun Hâsılı neylerse ol ruhsâr-ı âl eyler beni Sende evvel çok nevâlar güft ü gûlar var idi Beni ya güldürür, ya ağlatır, ya da bana iyilikle davranır, Ey Nedîm! Ey aşıktan çılgına dönmüş bülbül! Niçin bazan da azarlar… Kısacası bana ne yaparsa o kırmızı suskunsun? yanak yapar. Eskiden sen de çok sözler değişik makamlar vardı. Yâridir ol kadd ü haddin kim müdâmâ bâğda GAZEL 17 Vâlih-i gül-gonce hayrân-ı nihâl eyler beni Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün Gülgoncası sevgilinin yanağı, fidan da boyunun doştlarıdır. Gamzen füsûn ile sühan eyler nezâketi Bahçede onları ne zaman görsem beni şaşırtır, hayran Çeşmin nigâh şekline kor nâz ü nahveti bırakırlar. Yanbakışın büyüyle nezaketi söz haline koyar. Gözün de nazı ve gururu bakış haline getirir. Gûyiyâ bilmez efendim bende-i dîrînesin Kim Nedîmâ bu mudur deyü su’âl eyler beni Aldın hadeng-i cevrini sînemde koymadın Efendim, sanki eski kulunu tanımazmış gibi, beni görünce Ey kaşları kemân katı cevreyledin katı ”Nedim dedikleri bu mu? ” diye beni sorar. Ey yay kaşlı güzel! Yüreğime saplanan cefa okunu çekip aldın. Bana çok kötülük ettin, çok! GAZEL 16 Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Geh sürme gâh vesme vü gâhî piyâlede çek Sînede evvel ne muhrık ârzûlar var idi Ey serv-i nâz çekme yeter gayrı kâmeti Lebde serkeş âhlar âteşli hûlar var idi Ey nazı selvi ! İster sürme, ister rastık, ister şarap kadehini İçimde eskiden ne yakıcı arzular vardı. çek. Ama yeter gayrı, boyunu uzatıp, başını dikip inatçılığı Dudağımda uzun ahalar, ateşli hûlar vardı. bırak artık. Böyle bî-hâlet değildi gördüğüm sahrâ-yı aşk Deryâ-yı aşka dün beni baştarda eyledi Anda mecnûn bîdler dîvâne cûlar var idi Bir dâne âl fesli Cezâyir’li âfeti Bu gördüğüm aşk sahrası eskiden böyle sakin ve hareketsiz Dün alfesli bir Cezayirli güzel beni aşk denizinde değildi. çalkalanan bir gemi yaptı. Orada çılgın salkım söğütler, deli deli akan akarsular vardı. Sînemde aşkını tutalım etmişim nihân Ben bugün bir nevbehâr-ı hüsn ü ân seyreylediğim Ammâ ki kande salkıyalım âh-ı hasreti Tarf-ı destârında sünbül gibi mûlar var idi Diyelim ki senin aşkını göğsümün içinde gizledim ama. Ama bu ayrılık ahlarını nerede, nasıl saklayalım. 217 Nazdan sarhoş olmuş sevgili! Senin böyle serbest, sere serpe kim büyüttü? Öyle selviden daha yüksel kim yetiştirdi seni? Aldum kuçup miyânını bir tatlı bûsesin Ammâ ki yaktı ağzını kaybetti sandım harâreti Belini kucaklayıp tatlı bir öpücüğünü aldım. Bûydan hôş rengden pâkîzedir nâzük tenin Ama onun sıcaklığı ağzımı yaktı sandım. Beslemiş koynunda gûyâ kim gül-i ra’na seni Senin nazik tenin en güzel kokulardan daha hoş kokulu Hep kullarını etti o kân-kerem çerâğ bütün renklerden daha temizdir. Sanki gül-i ra’na seni Zannım budur ki geldi Nedîm’in de nevbeti koynunda beslemiş sana rengini kokusunu vermiş O iyilik ocağı bütün kullarını âzâd etti Sanıyorum Nedîm’in de sırası geldi Güllü dîbâ giydin ammâ korkarım âzâr eder Nâzenînim sâye-i hâr-ı gül-i dîbâ seni Destûr-ı Cem- şükuh kerem-kâr-ı rüzgâr Nazlı sevgilim gül resimli ipekli kuşakdan bir giysi giymişsin Zâtiyle buldu sadr-ı şeref ziyb ü ziyneti ama, o ipekli kumaşın üstündeki gülün dikeninin gölgesi seni Devrin iyilik sahibi cemşit gibi yüce sadrazamı. inciltecek diye korkuyorum. Onun kişiliğiyle sebepli sadaret makamı süslendi ve güzelleşti. Bir elinde gül bir elde câm geldin sâkıyâ Kangısın alsam gülü yâhud ki câmı yâ seni Sadr-ı bülend –rütbe ki ben yalnız değil Ey içki sunan güzel! Bir elinde gül, bir elinde kadehle geldin Hâk olmadır derinde sipihrin de niyyeti karşımda duruyorsun. Hangisini alsam gülü mü, kadehi mi O derecesi yüce sadrazamın kapısında yalnız benim değil yoksa seni mi? gök kubbenin de isteği toprak olmaktır. Sandım olmuş cetsi bir fevvâre- i âb-ı hayât Lûtfiyle sîrim öyle ki her mûyumu benim Böyle gösterdi bana ol kadd-i müstesnâ seni Ettikçe cüst ü cû bulunur nân ü nimeti Bir âb-ı hayat fıskıyesinin fışkırdığını sandım; o uzun, Onun iyilikleriyle öyle doymuşum ki aranınca benim her benzersiz boyun seni bana böyle gösterdi. kılımda onun ekmeği, onun iyiliği bulunur. Sâf iken âyine –i endâmdan sînem dîrîg Hakkâ budur ki gökteki hurşîd bulmadı Almadın bir kerecik âgûşa ser-tâ-pâ seni Ben sâyesinde bulduğum ılkbâl ü rif’ati Göğsüm boy aynasında daha saf lekesiz olduğu halde yazık Doğrusu, onun gölgesi altında benim bulduğum yüceliği, ki, ben seni baştan ayağa dek bir kerecik kucaklayamadım. büyüklüğü gökteki güneş bile bulamadı. Ben dedikçe böyle kim kıldı Nedîm’i nâtüvân Âvîze kıl du’âsını tâ arş tâkın Gösterir engüşt ile meclisteki mînâ seni Ey âh-ı nîm-şeb sana Allâh emâneti Ben”Nedîm ‘i böyle perişan, bitkin hale kim düşürdü? ” Ey gece yarıları çektiğim âh, sana Allah’ın emaneti olarak dedikçe, içki toplantısındaki şarap sürahisi parmağı ile hep veriyorum; ona ettiğin duaları ta arşı seni gösterir. âlâ’nın kubbesine as. GAZEL 19 GAZEL 18 Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Uşşâkın olsa ola fedâ nakdı-ı cânları Mes-ti nâzım kim büyüttü böyle bî-pervâ seni Seyretmedin mi dünkü fedâyî cevânları Kim yetiştirdi gûne servden bâlâ seni Âşıkların canlarının varı yoğu fedâ olsa ne olur? Dünkü fedâyî gençleri görmedin mi? 218 Kâfirin kızı! Baban için tuttuğun yas hâlâ bitmedi mi? Hâlâ kadeh çekip yanaklarına allık sürünmeyecek misin? Şevk âteşine sen de tutuştun mu ey gönül Gördün mü dün güreş tutuşan pehlevanları Gönül, sen de arzu ateşiyle tutuştun mu? Dün güreş tutan Dilberle mâcerânı yeter sakladın be Nedîm pehlivanları gördün mü? Nakleyleyip biraz da öğünmez misin dahi Nedim! O güzelle maceranı sakladığın yeter. Artık o macerayı anlatıp biraz da öğünmeyecek misin? Ol perçemin nazîrini hâtırda mı gönül Görmüş idin geçen sene sünbül zâmanları Ey gönül! Sevgilinin perçeminin benzeyeni geçen yıl sünbül Hoca Neş’et zamanlarında görmüşsün; hatırlıyor musun? GAZEL Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün Çeng ü çegâne zevkı biraz dursun el- amân Bîmâr-ı mahabbet olana derd devâdır Seyredelim bu seyre gelen dilsi tânları Hûnâb-ı şirişk-i dem-i ayn-ı şifadır Aman bu çeng ve çegâne zevki biraz dursun, şu gezmege (Sevgi hastası olana dert devadır, aşkın kanlı gözyaşlarını çıkan güzelleri seyredelim. akıtanlar şifa bulmuş gibidirler.) Ma’lûmdur benim sühanım mahlas istemez Derd-i serinin sandalı hûn-ı ciğer olsun Fark eyler anı şehrimizin nüktedânları Bîmar-ı gam-ı aşk ki muhtâc-ı devâdır Benim şiirim herkesce bellidir; mahlas istemez. Şehrimizin (Başının derdinin sandalı ciğer kanı olsun, aşk gamının güzel sözden anlayanları onu fark ederler. hastası tedaviye muhtaçtır.) GAZEL 20 Dermân-pezir olmadı gitdi dil-i bîmâr Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün Yâ çekdiğimiz nâz-ı tabîbân ne belâdır Ey kaşı yâ yüzün beri dönmez misin dahi (Hasta gönül tedavi olmadan gitti, ya bu çektiğimiz Ey gurre-i ümîd görünmez misin dahi hekimlerin nazlanışı ne belâdır.) Ey yay gibi kaşlı güzel! Yüzünü hala bizden yana döndürmeyecek misin? İhvanda bir bûy-ı hakikatle gelir yok Ey umudumun hilali, hâlâ görünmeyecek misin? Peygâm-res-i gülbün-i ahzân-ı sabâdır (Dostlardan hakikat kokusuyla gelen tek bir kişi bile yok, seher yelinin hüzün fidanının haberidir ulaşan.) Billâh ne saht âteş imisin gönül meğer Gark oldum eşk- i hûna söyünmez misin dahi Ey gönül! Vallahi sen güçlü ne harlı bir ateş imisin; kanlı Germ-ülfet olan Neş’et ile şimdi teb ancak gözyaşlarıma boğuldun, daha hâlâ sönmeyecek misin? Âmed-şüd eden dergehine subh u mesâdır (Neş’et ile yakın dost olan şimdi sadece hararettir, dergahına ise uğrayan sadece sabah ile akşamdır.) Kanı o geceler o tarablar terâneler Ey def anıp o zevkı dögünmez misin dahi Hani nerede o geceler, o cuşkunluklar, o şarkılar…Ey def! GAZEL O günlerin zevkini anarak hâlâ döğünme başlamıyacak Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün mısın? Bir dil almağa gelir leşker-i müjgân saf saf Elde şemşîr nigeh-i arbede cûyân saf saf Kâfir kızı tükenmedi mi mâtem-i peder (Kılıçları ellerinde, kavga arayan bir bölük bakış, kirğik Sâgar çekip kızılca sürünmez misin dahi ordusu saf saf bie gönlü almağa gelirler.) 219 İltifat eyleyemem gayriye ey gayret-i hûr Bu murgzâra tenezzül muhâldir yohsa Cennet içre dizelerkarşuma gılmân saf saf Hümây-ı ta’bıma Neş’et bir âşiyâne mi yok (Ey hurîleri kıskandıran güzel, cennet içindeki gılmanları (Bu kuş yatağına tenezzül etmem imkânsız: Neş’et yoksa sıra sıra karşıma dizseler senden başkasına iltifat etmem.) yeteneğimin hümâ kuşuna bir yuva mı yok?) Dil-i uşşâkı gören Kâ’be-i kuyunda sanır GAZEL Hâcıyân vakfededircümleten uryan saf saf Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün (Senin bulunduğun Kâ’beye benzer yerde âşıkların Kılıcı kanlı eli kanlı delikanlı güzel gönüllerini görenler bölük bölük çıplak hacılar vakfeye Çeşm-i cellâdı yaman cân alıcı kanlı güzel durmuş sanırlar.) (Kılıcı kanlı, eli kanlı, delikanlı güzel: celladı andıran gözü yaman can alıcı güzel.) Sen şeh-i memleket-i hüsn ü bahâsın zahir Ceyş-i hûbân durur bezmine dîvân saf saf Kahramân-ı nigehi gibi Celâlî-meşreb (Açıkçası sen değer ve güzellik ülkesi sultanı olmalısın ki Bir levendâne revişlü keleş Osmanlı güzel güzeller ordusu senin meclisinde saf saf divan durmuşlar.) (Kahraman’ı andıran bakışı ve isyancı yaradışıyla levent tavırlı çok yakışıklı Osmanlı güzeli.) Neş’etâ kadrini ol demde bilir ahbâbın Himmet için geleler kabrine rindân saf saf Şehr-âşûb-ı zamân şöhre-i âfâk-ı cihân (Neş’et, dostların ancak büyün rintlerin himmet dilemek için Mâh-ı Ke’nân gibi şöhreti var şanlı güzel bölük bölük kabrine geldiği zaman senin değerini anlarlar.) (Şöhreti dünyayı tutmuş. Şehri birbirine katan Ke’nan ülkesinin ayı gibi tanınmış şanlı güzel.) Mefâ'ilün / fe'ilâtün / mefâ'ilün / fe'ilün GAZEL Çeşm ü ebrû ve leb ü hâl-i ruhunda söz yok İzâle-i gam ü emdûhuma bahâne mi yok Vasf-ı hüsnün diyemem câzibeli anlı güzel Fîgân u âh-ı ciğer-sûz-ı âşıkâne mi yok (Gözüne, başına, dudağına ve yanağındaki benine söz yok. (Derdimi ve üzüntümü giderecek bahane mi yok. Ciğer Güzelliğininvasıflarını anlatamam: cazibeli anlı şanlı bir yakan aşıkça ah ve inleme mi yok?) güzel.) Telâş-ı va’d-ı visâle sebeb nedir bilmem Ceyş-i hûbânun odur şimdi sipehsâlârı Yalan mı yok güzelim özr-i ârifâne mi yok Neş’et ol devlet ü ikbâl ile ünvânlı güzel (Kavuşma sözü telâşına sebep ne anlamıyorum; yalan mı (Neş’et, o devlet ve ikbal ünvanına sahip güzel şimdi yok güzelim, ustaca bir mazeret mi yok?) güzeller ordusuna sultandır.) Şarâb-ı derd-i firakın sirişk-i hûnînim GAZEL Hûmar-ı subh-ı safâdamey-i şebâne mi yok Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün (Ayrılık derdi şarabının kanlı gözyaşıyım, mutluluk sabahı Gamzeler kan dökmede şîr-i siyehdir her biri mahmurluğunda gece şarabı mı yok?) Deşt-i sevdâda sefîd âhû- niğehdir her biri (Bakışlarının her biri kan dökmede kara birer aslandır. Sevda çölünde ise beyaz bir ceylan bakışlıdırlar.) Remîde mi acaba âhuvân-ı Çîn-i cünun Güzel mi yok bilemem nâz-ı nâzıkâne mi yok (Acaba delilik Çin’inin ceylanları ürkmüş mü? Acaba güzel Her habâb-ı hûn-ı dil bir meşhed-i sultân-ı gam mi yok, yoksa nazikâne nâz mı yok, anlayamıyorum.) Kerbelâ-yı derd-i aşka hayme-gehdir her biri 220 (Gönül kanının her bir kabarcığı, gam sultanının şehit Sevgili, yüzüne güzellik kâinatı, güzellik göğü dersem yeri olduğu yer ve aşk derdi Kerbelâ’sı’na bir çadır yeridir.) var; çünkü alın, sana ay olmuş, yanak, güneş, kaş da yeni ay. Öyle bir mihr-i cihân-tâb-ı sipihr-i cânsın Kemterin zerrâtının mihriyle mehdir her biri Nakşı çıkmış ser-nüvişti eylemiş şimdi zuhûr (Can göğünü aydınlatan öyle bir güneşsin ki en değersiz Hüsnü Leylâ’nın siyeh bir destmâl olmuş sana parçalarının her biri güneş ve aydır.) Leylânın güzelliğinin süsü püsü, alımı bozulmuş da şimdi, alın Yazısı meydana çıkmış; o güzellik, sana, siyah bir mendil olmuş. Râstdır tâ âsumân-ı nâza hep âhım yolu Şehsüvârân-ı niyâza şâh-rehdir her biri (Âhımın yolu hep naz göğüne doğrudur: onun her biri niyaz Neyliyâ çıkmaz hayâlinden miyân-ı dilrübâ binicisine ana yoldur.) Ma’ni-i nâzik hayâl-ender-hayâl olmuş sana Ey Neylî, gönül alan sevgilinin beli, hayalinden çıkmaz; o incecik mâna, sana hayal içinde hayal olmuş. Kirm-i şeb-tâb-ı hevâ-yı tab’ zannetme görüp Âlem-i ulvî şehi zerrîn-külehdir her biri (Gördüklerini yetenek havasının ateş böcekleri sanma, GAZEL onların her biri yücelikler âleminin altın külahlı sultanıdır.) Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Ey dil-i şeydâ ne gül ne gülistân lâzım sana Hep esîr-i aşk olan âzâdeler Neş’et gibi Âşık-ı dil-dâdesin bir dilsitân lâzım sana Devlet-i dîdâr ile Edhem-sipihrdir her biri Çılgın gönül, sana ne gül gerek ne gül bahçesi. Sen, (Neş’et gibi aşk tutsağı olan özgür kişilerin her biri sevgiliye gönül vermiş bir âşıksın, sana gönül alan bir sevgilinin yüzünü görme talihi ile göğün Edhem’idir.) sevgili lâzım. Şâd- zâd-ı tab’ıma bu heft beytim pây-i taht Sevdiğin bir tıfl-ı şehr-âşûbdur efsâne-dost Heft-iklim-i suhanda pâdişehdir her biri Sergüzeştin söyle ey dil dâsıtân lâzım sana (Yeteneğimin şahından doğmuş olan bu yedi beytimin her Sevdiğin, masal seven, güzelliğiyle şehri birbirine katan bir biri yedi söz ülkesinin başkentinde sultandır.) çocuk; ey gönül, başından geçeni söyle, sana bir destân, bir masal gerek. Neylî GAZEL Sorma tîg-ı gamzesin leb-teşne misin kanına Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Lâ’lin em ey âşık-ı dil-haste cân lâzım sana Merdüm-i çeşm-i gazâl-i Çîn hâl olmuş sana Kılıca benzeyen bakışını sorma, kendi kanına mı susadın Aks-i gül mir’âta düşmüş rûy-ı Âl olmuş sana yoksa? A gönlü yorgun, bitkin âşık, lâ’l dudaklarını em, Çin ülkesindeki ahuların göz bebeği, yanağına ben olmuş; sana can gerek (Lâ’l, yakut cinsinden kırmızı ve değerli bir gül, aynaya vurmuş, al yüzün, betin benzin meydana gelmiş. taştır. Divan şairleri, sevgilinin dudaklarını lâ’le benzetirler. Eski bir inanışa göre bazı taşlar, güneş ışığıyla Âb-ı tâb-ı naz ile tahmîr olunmuş âftâb lâ’l haline gelirmiş. Sormak, emmek demektir. Tevriyeli Âb ü tâb-ı gevher-i hüsn ü cemâl olmuş sana kullanılmış.) Güneş, naz parlaklığıyla, letafetle yoğrulmuş, sendeki güzellik ve alım mayasındaki parlaklık ve letafet olmuş. Şeyh-i şehre minnet etme ey taleb-kârı visâl Bir kadehle himmet-i pîr-i mugân lâzım sana Vechi var cânâ sipihr-i hüsn dersem rûyuna Sevgiliyle buluşmak isteyen, muradına ermek istiyorsan Cebhe meh ruhsâr mihr ebrû hilâl olmuş sana şehrin şeyhine minnet etme; sana bir kadehle bir Pir-i 221 mugan lâzım. (Muğ, ateşe tapanların dinindeki rahiplerdir. Tef-i derûn-ı dilinden figân eyler Bunların büyüğüne Pir-i mugân derler. Şarap ateşe. ateşe Âşık, zaman zaman feryat eder, ağlar; gönlünün içindeki tapılan yere. Meyhaneci de Pir-i mugana benztilmiştir.) ateşten, Feryat feryada söyler. Çek licâm-ı rahş-ı kikli geçmesin i-câzı da İki cihânda da uşşâka yoktur âsâyiş Sâha-i ma’nâda Neylî hem-inân lâzım sana Cefâyı şimdi güzeller cihân cihân eyler Ey Neylî, soy bir ata benziyen şâirlik kaleminin dizginini çek Âşıklara, iki dünyada da rahat ve huzur yoktur, çünkü de şiirinle mucizeler gösterme menzilini geçmesin, mâna güzeller, Şimdi, dünyalar kadar cefa etmedeler alanında, seninle at başı beraber gidecek bir süvari gerek. Çekîde olmada bir bir zemîne katre-i eşk GAZEL Beyân-ı râz-ı derûnum yegân yegân eyler Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Göz yaşı katreleri, yeryüzüne bir bir sızıp damlamada; Hâlet-i la’lin hat-ı sebz âşikâr olsun da gör gönlümdeki Sırrı, birer birer söyleyip anlatmada. Neşvesin sahbâ-yı nâbın nev- bahâr olsun da gör Kırmızı dudağının keyfiyetini yeşil tüyler ortaya çıksın da Edip hayâlin ile günc-i dilde halvet-i hâs öyle gör; saf şarabın neşesini hele bir ilkbahar olsun da öyle O zevk-ı sohbeti âşık nihân nihân eyler gör. Âşık, gönül bucağında hayalinle hususî bir sohbet kurar da O sohbet zevkini gizli gizli tadar. Çîn-i nâz-ı ârız-ı cânâneyi mânend-i gül Âşıkân gülzârı kûyunda hezâr olsun da gör Şikâyet-i gama Neylî tenimde her mûyum Sevgilinin yanağında gül gibi nazlanan saç kıvrımlarını, Cefâsı ile o şîrin-zebân zebân eyler âşıkları onun çevresinde binlere ulaşsın da öyle gör. Ey Neylî, o tatlı dilli güzelin cefâsını bedenimdeki her tüy, Bir dil haline gelip söyler. Bâde görsün neşvesi pür-tâb kılsın ruhların Ol mehin mir’ât-ı hüsnü tâbdâr olsun da gör GAZEL Sevgili şarabı bulsun, içince neşesi yanaklarını parlatsın; o Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün ay yüzlü sevgilinin böylece güzellik aynası parıldasın da Âhir olmuş meclis-i Cem câm-ı işret kalmamış seyr et. Devri sönmüş sâgarın sahbâda hâlet kalmamış Cem’in içki meclisleri sona ermiş içki kadehi ortadan Dide nergis gamze sûsen kadd serv gerden semen çekilmiş; kadehin devri sona ermiş, şarapta bir özellik Sahn-ı bağı bir ser-âmed gül-izâr olsun da gör kalmamış. Gözleri nergis, bakışları süsen, boyu servi, gerdanı ise yasemin; bahçenin ortası gül yanaklı, herkesin beğendiği Pâyına cûy-ı sirişki etmege her sû revân birine dönsün de gör. Gülsitân-ı dehrde bir serv kâmet kalmamış Dünya bahçesinde senin ayağına her an gözyaşlarını akmağa hazır bir servi boylu da kalmamış. Neyliyâ seyr et zümürrüd-zîb-i yâkût olduğun Hâtem-i la’lin hat-ı sebz âşikâr olsun da gör Neylî, sevgilinin dudağının mühüründe taze tüyleri belirsin Cümle târâc eylemiş gâretger-i endûh u gam de Zümrüdün nasıl yakutu süslediğini gör. Şehr-bend-i dilde esbâb-ı meserret kalmamış Gam ve keder yağmacısı, her şeyi yağmalamış, gönül GAZEL surlarının içinde sevinmemize sebep olacak hiçbir şey Mefâ'ilün / fe'ilâtün / mefâ'ilün / fe'ilün kalmamış. Figân ü nâleyi âşık zamân zamân eyler 222 Âhır olmuş güft ü gûy-ı meclis-i erbâb-ı ayş Ey periyi andıran sevgili, böylesine kınanmama sebep Hâsılı bu âlem-i fânîde sıhhat kalmamış sensin, ey güzel gül, bu kadar felakete düşüşüm de senin Yiyip içip eğlenmeyi sevenlerin meclislerindeki dedikodular yüzündendir. da susmuş; kısacası bu geçici dünyada hayat kalmamış. Dü-dîde eşkile giryân ciger hemân biryân Kadrini kim bilsin ey Neylî dür-i eş’ârımın Revâ mıdır bize bu def-i râhata bâis Âşinâ-yı lücce-i deryâ-yı fikret kalmamış İki gözüm yaş dökerek ağlamada, ciğarimse sürekli kebap, Neylî, şiir incilerinin değerini kim bilsin; geniş düşünce ey sevgili rahatımızı kaçırtan bu hal bize lâyik midir? denizini iyi tanıyan kimse kalmamış. O mâh bende-i dil âşıkânda mâhirdir İlhâmî Edâ-yı işvesidir bunca hâlete bâis GAZEL O ay yüzlü sevgili aşıkların gönlünü köle etme konusunda Ol peri bakdı bana nîm-nigeh etti aceb çok yeteneklidir, bütün bu durumlara sebep olansa nazlı Hükmünü bugün adâletle o şâh etti aceb tavrındır. O peri yüzlü sevgili bana yarım bir bakışla baktı, tuhaftır o sultan bugün hükmünü acayib bir tarzda yerine getirdi. Masâl-i sünbül-i şûrîde zülfünü dökmüş Budur o rütbe ruhında letâfete bâis Nâr-ı aşkıyla çıkan dûd-ı siyâh-ı âhımı Saçını perişan sünbül gibi dökmüş, yanağındaki bu derece Felegin âyînesin vardı sîyeh etti aceb güzelliğin sebebi budur. Sevgilinin aşkı ateşiyle çıkan âhımın kara dumanı, feleğin aynasını varıp iyice siyahlaştırdı. Cihânı tutdu bütün sanki fitne vü âşûb Miyân-ı âşıkân içre kıyâmete bâis Ben işitdim ki o meh zülfü dağılmış da demiş Sanki kargaşa ve gürültü bütün dünyayı tutmuş, âşıklar Aceb ol âşık-ı bî-çâre mi âh etti aceb arasında böylesine kavgaya o sebep olmuş. O ay yüzlü sevgili, zülfü darmadağın olunca, o çaresiz âşık âh mı etti dediğini duydum. Hemîşe Hazret-i Hakka niyaz etti İlhâmî Hdâ olur bize ancak selâmete bâis Dem-be-dem âh ile feryâdı duyurdum yâre İlhâmi, sürekli Allah'a yalvar, bizim selamete ulaşmamıza Da'vi-i aşka gönül anı güvâh etti aceb vesile ancak Tanrı olur Zaman zaman âh çekerek feryadımı sevgiliye duyurdum, gönül böylece onu aş davasına acayip şâhid gösterdi. GAZEL Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün Bâde içmiş yine İlhâmî işittim zâhir Agyâre yâr olmuş bî-şekk mi bu havâdis Hayflar böyle kebâirde günâh etti aceb Gûşuma girdi bilmem gerçek mi bu havâdis Duydum ki İlhamîyine ulu orta içki içmiş, yazıklar olsun Sevgilinin rakibe yar olması gerçekten doğru mu? Kulağıma böyle şaşılacak büyük bir günah işlemiş. geldi ama bu haber doğru mu bilemiyorum. (fe'ilâtün fe'ilâtün fe'ilâtün fe'ilün) Hûn oldu kalb-i mahzûn hâlim olup diger-gûn GAZEL Agyârı ede memnûn gerçek mi bu havâdis Mefâ'ilün / fe'ilâtün / mefâ'ilün / fe'ilün Duyunca mahzun kalbimi kan eden, durumumu değiştiren, Sen oldun ey peri böyle melâmete bâis buna karşılık düşmanları sevindiren bu haber doğru mu? Bu rütbe ey gül-i ra'nâ felâkete bâis Agyâr ile demâdem olur mu yâr mahrem 223 Gûşuma girdi bilmem gerçek mi bu havâdis Nâr-ı aşkıyla çıkan dûd-ı siyâh-ı âhımı Sevgilinin rakible süreklü başbaşa kaldığı haberi kulağıma Felegin âyînesin vardı sîyeh etti aceb geldi, acaba bu haber doğru mu? Sevgilinin aşkı ateşiyle çıkan âhımın kara dumanı, feleğin aynasını varıp iyice siyahlaştırdı. Lâyık mıdır bu denlü yâd ile âşinâlık İlhâmî ile ülfet etmez mi bu aralık Ben işitdim ki o meh zülfü dağılmış da demiş Sevgilim, yabancılarla bu denli dostluk uygun mu? Bu kadar Aceb ol âşık-ı bî-çâre mi âh etti aceb soğukluk yetmez mi? İlhâmî ile dostluk etmez mi? O ay yüzlü sevgili, zülfü darmadağın olunca, o çaresiz âşık âh mı etti dediğini duydum. Yoksa aceb araya girdi mi bir münâfık Gûşuma girdi bilmem gerçek mi bu havâdis Dem-be-dem âh ile feryâdı duyurdum yâre Yoksa aramıza bir münâfık mı girdi? Böyle bir haber Da'vi-i aşka gönül anı güvâh etti aceb kulağıma geldi, bilmem doğru mu? Zaman zaman âh çekerek feryadımı sevgiliye duyurdum, gönül böylece onu aş davasına acayip şâhid gösterdi. GAZEL Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün Bâde içmiş yine İlhâmî işittim zâhir Hayli demdir ki dönüp kulbe-i ahzâna kafes Hayflar böyle kebâirde günâh etti aceb Bâis oldu bize bu mertebe ahzâna kafes Duydum ki İlhamîyine ulu orta içki içmiş, yazıklar olsun Uzun bir süreden beri kafes bir hüzün kulübesine döndü, bu böyle şaşılacak büyük bir günah işlemiş. yüzdendir ki bu kadar çok üzülüyoruz. GAZEL Nola rahm etse felek bana feryâdımdan Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün Oldu bülbül gibi murg-ı dilime lâne kafes Sen oldun ey peri böyle melâmete bâis Kafes, gönül kuşuna bülbüle oldupu gibi yuva oldu, bu Bu rütbe ey gül-i ra'nâ felâkete bâis ağlayıp inlememden dolayı felek bana acısa ne olur. Ey periyi andıran sevgili, böylesine kınanmama sebep sensin, ey güzel gül, bu kadar felakete düşüşüm de senin yüzündendir. Şimdi şehbâz-ı dil ister adûsuyla cidâl Fırsat elvermiyor ammâ bize meydâna kafes Şimdi gönül kahramanı düşmanıyla şavaşmak istiyor ama Dü-dîde eşkile giryân ciger hemân biryân bizim er meydanına çıkmamıza kafes elvermiyor. Revâ mıdır bize bu def-i râhata bâis İki gözüm yaş dökerek ağlamada, ciğarimse sürekli kebap, ey sevgili rahatımızı kaçırtan bu hal bize lâyik midir? Şimdi İlhâmî nola şi'rin olursa mahfî Görmeğe vermez amân nazmını yârâna kafes İlhâmî! Şiirinin şu anda ortaya çıkmamış olmasına şaşılmaz, O mâh bende-i dil âşıkânda mâhirdir çünkü dostların onu görmesine kafes imkân vermiyor. Edâ-yı işvesidir bunca hâlete bâis O ay yüzlü sevgili aşıkların gönlünü köle etme konusunda GAZEL çok yeteneklidir, bütün bu durumlara sebep olansa nazlı Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün tavrındır. Ol peri bakdı bana nîm-nigeh etti aceb Hükmünü bugün adâletle o şâh etti aceb Masâl-i sünbül-i şûrîde zülfünü dökmüş O peri yüzlü sevgili bana yarım bir bakışla baktı, tuhaftır o Budur o rütbe ruhında letâfete bâis sultan bugün hükmünü acayib bir tarzda yerine getirdi. Saçını perişan sünbül gibi dökmüş, yanağındaki bu derece güzelliğin sebebi budur. 224 Uzun bir süreden beri kafes bir hüzün kulübesine döndü, bu yüzdendir ki bu kadar çok üzülüyoruz. Cihânı tutdu bütün sanki fitne vü âşûb Miyân-ı âşıkân içre kıyâmete bâis Sanki kargaşa ve gürültü bütün dünyayı tutmuş, âşıklar Nola rahm etse felek bana feryâdımdan arasında böylesine kavgaya o sebep olmuş. Oldu bülbül gibi murg-ı dilime lâne kafes Kafes, gönül kuşuna bülbüle oldupu gibi yuva oldu, bu ağlayıp inlememden dolayı felek bana acısa ne olur. Hemîşe Hazret-i Hakka niyaz etti İlhâmî Hudâ olur bize ancak selâmete bâis İlhâmi, sürekli Allah'a yalvar, bizim selamete ulaşmamıza Şimdi şehbâz-ı dil ister adûsuyla cidâl vesile ancak Tanrı olur Fırsat elvermiyor ammâ bize meydâna kafes Şimdi gönül kahramanı düşmanıyla şavaşmak istiyor ama bizim er meydanına çıkmamıza kafes elvermiyor. GAZEL Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün Agyâre yâr olmuş bî-şekk mi bu havâdis Şimdi İlhâmî nola şi'rin olursa mahfî Gûşuma girdi bilmem gerçek mi bu havâdis Görmeğe vermez amân nazmını yârâna kafes Sevgilinin rakibe yar olması gerçekten doğru mu? Kulağıma İlhâmî! Şiirinin şu anda ortaya çıkmamış olmasına şaşılmaz, geldi ama bu haber doğru mu bilemiyorum. çünkü dostların onu görmesine kafes imkân vermiyor. Hûn oldu kalb-i mahzûn hâlim olup diger-gûn Şeyh Gâlib Agyârı ede memnûn gerçek mi bu havâdis GAZEL 1 Duyunca mahzun kalbimi kan eden, durumumu değiştiren, Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün buna karşılık düşmanları sevindiren bu haber doğru mu? Nigeh-i çeşmi çü şehbâz-nümûn oldu bana Tâir-i rûh-ı kuds sayd-ı zebûn oldu bana Agyâr ile demâdem olur mu yâr mahrem Sevgilin gözünün bakışı bana doğan kuşu biçiminde Gûşuma girdi bilmem gerçek mi bu havâdis görününce kutsal ruh Cebrail kuşu bana aciz bir av oldu. Sevgilinin rakible süreklü başbaşa kaldığı haberi kulağıma geldi, acaba bu haber doğru mu? Eşk-i çeşmimle kızıl kana boyandı dünyâ Meh ü mihri felegin çeşme-i hûn oldu bana Lâyık mıdır bu denlü yâd ile âşinâlık Gözyaşlarımla dünya kızıl kana boyandı. Gökyüzünün ayı ve İlhâmî ile ülfet etmez mi bu aralık güneşi bana kan çeşmesi halinde görünüyor. Sevgilim, yabancılarla bu denli dostluk uygun mu? Bu kadar soğukluk yetmez mi? İlhâmî ile dostluk etmez mi? Dest-i efsûs olalı bâl ü per-i pervânem Lâ mekân mevki'-i arâm u sükûn oldu bana Yoksa aceb araya girdi mi bir münâfık Pervanenin kanatları ''yazık yazık'' diye dövünen eller gibi Gûşuma girdi bilmem gerçek mi bu havâdis çırpınalı, yersizlik bana rahat ve huzur yeri oldu. Yoksa aramıza bir münâfık mı girdi? Böyle bir haber kulağıma geldi, bilmem doğru mu? Zülf-i Leylîdeki zencîr-i belâsı Kaysın Özge ser-rişte-i da'vâ-yı cünûn oldu bana GAZEL Kays'ın Leyla'nın saçındaki belâ zincirine bağlanması, bana Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün delilik davasınınçözümünde başka bir ipucu oldu. Hayli demdir ki dönüp kulbe-i ahzâna kafes Bâis oldu bize bu mertebe ahzâna kafes Çeşm-i câdûsına dîvâne olam ol şûhun Deşt-i endîşede âhû-yı füsûn oldu bana 225 O şuh güzelin cadı gözüne deli divane olayım. Bana düşünce Etdim zebân-ı şu'leyi hâmûş-ı harf-ı aşk çölünde büyülenmiş bir âhû oldu. Dil güft-gûy-ı şevk ile bîtâbdır bu şeb Mumun alevinin dilini sustur; aşk sözünü konuşturmadım. Zevk-ı derdin de dirîg eyledi şimdi dilden Çünkü gönül bu gece aşk coşkunluğunun konuşulmasıyla Hasret-i dâğ-ı derûn oldu bana kendinden geçmiştir. Sevgili şimdi gönlümden derdinin zevkini de esirgedi. Yarasının özlemi bana garip bir iç sancısı oldu. Seng-i nişân-ı hâbda tîz eyler el-hazer Tîg-i nigâhı sanma girân-hâbdır bu şeb Gireli halvet-i ma'nâya lafzdan Gâlib Sevgilinin bakış kılıcının ağır uykuda olduğunu sanma. Bu zuhûrât kamu ayn-ı butün oldu bana Aman dikkatli ol, bu gece onu uykunun nişan taşında Gâlib sözden anlamın gizli âlemine girelidenberi bu ortaya bilemektedir. çıkan şeyler benim içimin aynısı oldu. Gâlib nigâh vasfını tesvîd eder meger GAZEL 2 Kâğıd siyeh bahâr-ı mey-i nâbdır bu şeb Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün Gâlib herhalde sevgilinin bakışlarının özelliklerini Sâgar habâb-ı mevce-i mehtâbdır bu şeb karalamada. . . Bu gece kâğıt saf şarabın kara çiçekleriyle Fânûs bahr-ı nûrda girdâbdır bu şeb dolu. Kadeh bu gece mehtap dalgalarının üzerindeki su kabarcıklarına benzemekte. Kandilin fanusu da nur GAZEL 3 denizindeki girdab gibidir. Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün Ol gamze- gurûr ne âlemdedir aceb Rindân yâd-ı çeşm-i siyeh mest-i yâr ile Hiç etmedi zuhûr ne âlemdedir aceb Peygûle-gîr-i gûşe-i mihrâbdır bu şeb O gururlu yan bakış şimdi ne âlemdedir acaba? Çoktanberi Rindler sevgilinin aşırı sarhoş gözünü düşünüp bu gece ortaya çıkmıyor acaba ne âlemlerdedir? mihrap köşesine sığındılar. Olmaz bedîd âyîne-i câm-ı Cemde hîç Yek-reng feyz-i sâkî ile bezm-i gülsitân Ol sîne-i bittûr ne âlemdedir aceb Her câm-ı bâde bir gül-i sîrâbdır bu şeb Cemşîd’in kadeh aynasında çoktan görünmüyor; o billur Bu gece gülbahçesinin toplantısı baştanbaşa aynı renkte, göğüs ne âlemdedir acaba? kıpkırmızıdır. Her şarap kadehi taze, canlı bir güle benziyor. Sormaz safâ-yı âlem-i âb içre gamzesi Rûşen-dilân-ı akd-ı güherden nişân verir Rindân-ı bî-hûzûr ne âlemdedşr aceb Pervîn sirişk-i meclis-i ahbâbdır bu şeb Sevgilinin yanbakışı deniz âlemi eğlencesinde huzursuz İnci dizisi gibi dizilip oturan aydınlık gönülleri andıran rintlerinin ne durumda olduklarını hiç sormaz. Süreyya, bu gece dostlar toplantısında dökülen gözyaşları Nevbet deger mi meclis-i uşşâka gelmege gibidir. Ol neş'e vü sürûr ne âlemdedir aceb Çeşm ıztırab-ı lerziş-i endâm-ı yârda O neşe, sevinç nerelerdedir şimdi? Acaba âşıkların Her katre eşk dâne-i sîmâbdır bu şeb toplantısına gelmeğe de sıra gelecek mi? Sevgilinin endamını seyredip titreyerek acı içinde kıvranan gözün döktüğü gözyaşlarının her damlası bu gece gümüşten Oldu hevâ-yı zülf ile dil târ u mâr-ı gam su damlalarına benziyor. Cem'iyyet-i şu'ûr ne âlemdedir aceb 226 Gönül sevgilinin saçının arzusuyla gamdan karmakarışık, Gâlib! Tecelli güneşinin çeşmesi Şems'dir. Onun bereketli perişan oldu. Aklını toplayıp kendine gelmesi ne zaman bakışı cehennemi yakut bahçesi haline getirir. olacak? Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün Fikr-i kadinle fitne salaydı kıyâmete GAZEL 5 Hengâme-i sürûr ne âlemdedir aceb Dil Mânî-i Erjeng-i temâşa mı değildir Kötülüklerin gürültü patırtısı şimdi nerelerde? Boyunu Sâgar sadef-i temennâ mı değildir düşünerek kıyamet gününü karmakarışık ederdi. Gönül hep beğenilerek seyredilen Erjeng kitabının resimlerini yapan Mâni'ye benzemiyor mu? Kadeh arzu renginin doğduğu sadefin aynı değil mi? Çoktan sevâd-ı kalb-i harâbına Gâlibin Etmez neşât ubûr ne âlemdedir aceb Neşe, sevinç şimdi nerelerdedir? Gâlib'in yıkık gönlünün Hoş nağmelerin saff-ı güleng-i nakarâttı karanlığına çoktan uğramıyor. Nev-Kâfile-i âlem-i bâlâ mı değildir Sürekli tekrar edilen hoş nağme turnalarının diziler GAZEL 4 halindeki uçuşları, yüce aleme giden yeni kafilelere Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün benzemiyor mu? -ı gülle değil nûr-ı çerâğ-ı yâkût Bâde-i reng-i hınâ tutmaz ayâğ-ı yâkût Bu deyr-i alâyıkda ten-i ehl-i tecerrüd Yakutun kandilinin parlaklığı gülyağından değildir. Yakutun Hâmûş olıcak sûret-i İsâ mı değildir kadehi kına renkli şarabı tutmaz. Bu hayhuy dünyasından elini eteğini çekenlerin vücutları suskun oldukları zaman tıpkı Hz. İsa'nın resimlerine Mey değil âteş-i ruhsârdadır gözlerimiz benzemez mi? Ceyş-i pervâneye cây olmaz ocağ-ı yâkût Gözlerimiz şarapta değil, yanağın ateşindedir. Yakut ocağı Taş atma girân mestlerinin cürmünü afv et pervane askerine yer olmaz. Ol bârı çeken gerden-i mînâ mı değildir Koca kadehlerle sarhoş olanların suçunu bağışla, taşlama. O ağır günahın yükü sürahinin boynuna değil mi? Olamaz sünbül-i bâğ-ı ruhunun kandîli Yansa da âb-ı zümürrüdle çerâğ-ı yâkût Yakutun kandili zümrüt suyu ile yansa da yine yanağının G'isûsun anıp silsile-i hicri uzatma sünbül gibi saçlarının kandiline benzemez. Sîmîn beri subh-ı şeb-i yeldâ mı değildir Omuzlara kadar dökülen uzun saçlarını anarak ayrılık Hatt-ı lebindeki esrâr-ı şerîfe eremez zincirini uzatma; sevgilinin gümüş gibi bembeyaz göğsü, Rûh-ı Hızr olsa eger dûd-ı çerâğ-ı yâkût uzun ve acı gecelerin sabahında doğan güneşe benzemez Yakut kandilinin dumanı Hızr'ın ruhu olsa, senin dudağının mi? çevresindeki şerefli sırlara eremez. Murgân-ı hayâlât ile Gâlib bu neşîden Nazm-ı bî-sûzişe murgân-ı ma'ânî konmaz Her beyti perîhâne-i ma'nâ mı değildir Gülşen olsun mu semenderlere bâğ-ı yâkût Gâlib! Bu şiirinin her beyti uçuşan hayal kuşlarıyla, anlam Yakıcı olmayan nazma anlam kuşları konmaz. Yakutun bağı perilerinin toplandığı bir eve benzemiyor mu? semenderlere gülbahçesi olur mu? GAZEL 6 Şemsdir çeşme-i hurşîd-i tecelli Gâlib Mefâ'ilün / fe'ilâtün / mefâ'ilün / fe'ilün Nazar-ı feyzi eder dûzahı bâğ-ı yâkût O bahr-ı cezbede kim gönlüm ıztırâba gelir 227 Güher derûn-ı sadefden çıkıp habâba gelir Olur ne mısra'-ı bercestelerde sekte bedîd Gönlümün acıdan çırpınıp dalgalandığı o cezbe denizinde O dem ki nabz-ı suhen dest-i intihâba gelir inci, sedefinden çıkıp su kabarcağı gibi yuvarlak dane Seçip değerlendirme eli şiirin nabzını eline aldığı zaman haline gelir. (Cezbe, cezbetullah yani Tanrı’nın kulu kendine nice berceste mısrâlarda duraklamalar olduğu ortaya çıkar. çekmesidir. Mutasavvıflara göre Tanrı kula önce bir nazar (Sekt, durdurma, duraklama demektir. Şiirde vezindeki bir atar ve aşkına yeterli görürse onu kendine çeker. Cezbeye bozukluk sekt meydana getirirse bu mısraın ahengini ve tutulana meczûb denir. Meczûb, kendi varlığından sıyrılmış, güzelliğini bozar. Mısrâ berceste olmaktan çıkar). ilahî aşkta yok olmuş kişidir.) Hatı ki kâfile-i müşkdür anın Gâlib Döner sahîfe-i Erjenge bâliş-i hıştım Diyâr-ı Çîn ü Hatâdan reh-i sevâba gelir Gehî ki cilve-i nâzı hayâl-i hâba gelir Gâlib! Onun yüzündeki ayva tüyleri misk kervanıdır. Çin ve Sevgilinin nazlı cilvesi ne zaman uykumda hayalime gelse, Hıta ülkelerinden çıkıp doğru yolu bulmağa gelir. (Çin, başımı koyduğum kerpiçten yastık. Erjeng'in resimli sahifesi Hıta, Hotan misk ve güzelleriyle tanınmış ülkelerdir. Hat, ne döner. (Erjeng ya da Erteng. Manihaizmin kurucusu saç, kaş, kirpik daima misk kokuludur. Hıta ve hatâ Mani, yahut onun minyatürlü kitabı veya resimlerin kelimeleriyle tevriye ve cinas yapılır. Beyitte hatâ ve sevâb yapıldığı atelyenin adıdır.) tezadı yapılmış). Safâ-yı nûr-ı sabûhı bulan siyeh-mestin Bu gün sabâh ile seyr eyledim ki baht-ı cevân Gözüne hâne-i hurşîd bir harâbe gelir Tavâf-ı dergeh-i Pîr-i felek-cenâba gelir Kendinden geçmiş sarhoşun sabah şarabının nuruyla arınan Bugün sabah erkenden baktım; genç bahtımı Pîr'in eşiği gözüne güneşin evi yıkık dökük görünür. gökler kadar yüce olan dergahını tavaf etmeğe geldiğini gördüm. (Beyitteki Pîr sözüyle Mevlânâ Celâleddin Rûmî anlatılmış). Riyâz-ı reng-i cemâle gider bu hûn-ı sirişk O râhdan ki geçip bûy-ı gül-i gülâba gelir Bu kanlı gözyaşlarım gülün kokusunun gülsuyu haline GAZEL 7 geldiği o yoldan geçerek güzellik renginin bahçesine gider. Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün Efendimsin cihânda i'tibârım varsa sendendir Hat-ı fireng gibi zülf ü ebruvân keç u mec Miyân-ı âşıkânda iştihârım varsa sendendir Ne anlanır rakam-ı mekri ne hesâba gelir Efendimsin, dünyada bir saygınlığım varsa sendendir. Sevgilinin saçı ve kaşları Frenk yazısı gibi ters ve eğri Âşıklar arasında bir ünüm varsa senin yüzündendir. (Bu büğrüdür. Hilesinin rakamı ne anlaşılır ne de bir hesaba gazel nazım şekliyle söylenmiş bir münâcâttır. Şiirin sonuna gelir. (Arap yazısı sağdan sola, Latin yazısı soldan sağa kadar seslenilen Tanrı’dır. İlahî sevgili olan Tanrı’ya içten yazılır. Bu yüzden ters denmiş. Ayrıca Latin yazısını bir teslimiyet dile getirilmiş). bilmeyen için bu yazı eğri büğrü, karmakarışık, anlamsız gelir. Ayrıca rakam, asıl anlamıyla demektir.) Benim feyz-i hayâtım hâsıl-ı rûh-ı revânımsın Eğer sermâye-i ömrümde kârım varsa sendendir Edeble dâmen-i zülfün öper gelip bir bir Benim hayatımın bereketi, akıp giden ruhumu ortaya O fitneler ki şeh-i hüsne intisâba gelir çıkaran sensin. Eğer ömrümde bir kazancım varsa senin Güzellik sultanına sığınmağa gelen, saçın ucundaki o sâyendedir. karışıklık çıkaran halkalar bir bir gelip saygıyla saçının eteğini öperler. (Güzellik sultanı, yüzdür. Fitne de saçın Veren bu sûret-i mevhûme revnak reng-i hüsnündür ucundaki kıvrım kıvrım, birbirine dolaşan halkalardır.) Gülistân-ı hayâlim nevbâharım varsa sendendir 228 Bu kuruntuya dayanan, hayal ürünü olan şekle parlaklık ve dünyaya gelmiş, yani avare olmuştur. Toz aynayı bulandırır. canlılık veren senin güzelliğinin rengidir Hayalimin bir Keder toz, bulanık demektir. Saf gönül aynasının tozu gülbahçesi, ilkbaharım varsa senden gelmektedir. Tanrı’dan ayrılığın üzüntüsüdür). (Mutasavvıflara göre dünya ve bütün yaratıklar bir hayalden ibarettir. Ayrıca varlıkları yoktur. Beyitteki Şafak-tâb eyledin peymânemi hûnâb ile sâkî güzellik de Cemâli mutlak yerine kullanılmış). Sabâh-ı sohbet-i meyde humârım varsa sendendir Sâkî! Kanlı gözyaşlarıyla kadehimi şarap renginde yaptın. Felekten zerre mikdâr olmadım devrinde rencîde İçki sohbetinin sabahından başım ağrıyorsa senin Ger ey mihr-i münîr âh u zârım varsa sendendir yüzündendir. (Sohbet toplantısı Elest toplantısıdır. Bu Devrinde felekten bir zerre kadar incinmedim. Ey aydınlık toplantının sabahı da insanın dünyaya gelmesidir. Elest güneş! Eğer ah edip ağlıyorsam senin için ağlıyorum. toplantısındaki sarhoşluk aşk şarabının sarhoşluğudur). (Beyitteki “sendendir” sözünü “senin yüzünden sana kavuşma özleminden ve sen bana yaptırdığın için”şeklinde Sanadır ilticâsı Gâlibin yâ Hazret-i Mevlâ anlamalıdır). Başımda bir külâh-ı iftihârım varsa sendendir Ey Mevla hazretleri! Gâlib sana sığınmıştır. Başımda Senin pervâne-i hicrânınam sen şem'-i vuslatsın öğündüğüm bir külahım varsa sendendir. (Mevlâ, efendi, Be-her şeb hâhiş-i bûs u kenârım varsa sendendir Tanrı, velî anlamlarındadır. Beyitteki külah mevlevî Sen kavuşma mumusun. Ben senden ayrı bir pervaneyim. külahıdır. Mevlâ, monla şeklinde Mevlânâ’yı da Her gece öpüp kucaklama arzum varsa senin içindir. anlatmaktadır). Şehîd-i aşkın oldum lâle-zâr-ı dâğdır sînem GAZEL 8 Çerâğ-ı türbetim şem'-i mezârım varsa sendendir Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün Aşkının şehidi oldum. Göğsüm yaralarla lale bahçesine Şerha-i sîne benim mülk-i dile râhımdır döndü. Eğer türbemin bir kandili varsa mezarımda mum Dâğlar revzene-i hâtır-ı âgâhımdır yanıyorsa senin sayendedir. (Şehitlik din uğruna yapılan Göğsümün yarığı benim gönlümün ülkesine giden yolumdur. gazada ölenlere verilen bir pâyedir. Yüce bir makamdır. Her Göğsümdeki yaralar uyanık gönlüme bakan pencerelerdir. mezarda mum yanmaz. Ancak ermişlerin, evliyânın türbelerinde mum yakılır). Jengdâr-ı hat eden âyîne-i ruhsârın Pîç ü tâb-ı nefesimdir eser-i âhımdır Gören sergeştelikde girdâb-ı deşt zann eyler Yanağının parlak aynasını çizgilerle, tüylerle kaplatıp Fenâ-ender-fenâyım her ne varım varsa sendendir kirleten ahımın kapkara dumanın eseri olan nefesimin Beni başı dönmüş, başıboş dolaşır gören çölün hortumu verdiği sıkıntıdır. sanır. Yokluk içinde yok olmuşum. Eğer bir varlığım varsa senden gelmektedir. (Çölün hortumu çölde döner dolaşır; Tîğ-ı hicrân ile fasl etme hemân da'vâmız maddesi yoktur, ruhtur. Beyitte vahdet vücud düşüncesi Katlin ey şûh benim matlab-ı dil-hâhımdır anlatılmış). Sevgilim! Aramızdaki aşk davasını ayrılık kılıcıyla hemen kesip atarak çözme. Bunu beni öldürerek çözmen gönülden istediğim arzumdur. Niçün âvâre kıldın gevher-i galtânın olmışken Gönül âyînesinde bir gubârım varsa sendendir Senin yuvarlanan incin olmuşken beni niçin başı boş Tîregî-i şeb-i baht-ı siyehimden korkmam bıraktın? Gönlümün aynasında bir toz parçası varsa senin O meh-i hüsn ki bir şâh-ı felek-câhımdır ayrılığındandır. (İnsan değerli bir incidir. Tanrı istiridye Kara bahtımın gecesinin karanlığından korkmam. O güzellik gibi inciyi meydana getirmiş, bu inci istiridyeden ayrılıp ayı benim göğün yüceliğindeki sultanımdır. 229 Ben söyledikçe aşkımı Mecnûn hâmûş olur Es'adâ kâdir iken mu'cize Hârût-ı kalem Râz-ı cünûna halka-i zencîri gûş olur Râh-ı eş'ârda sihr etme büyük câhımdır Ben aşkımı söylemeğe başlayınca Mecnun sesini keser. Es'ad! Hârût'a benzeyen kalemimin mucize söylemeğe gücü Bağlandığı zincirlerin halkaları benim açıkladığım delilik varken şiir yolunda sihir yapmak benim için büyük bir sırlarını dinlemeğe kulak kesilir. makamdır. Bir dilrübâya düştü ki dil rûy-ı pâkinin GAZEL 9 Yâdıyla seyl-i eşk-i revân şu'le-pûş olur Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Gönül öyle bir güzele düştü ki, tertemiz yüzünü andıkça Tâb-ı hüsnü çeşmimiz âteş-feşân olsun da gör akan gözyaşlarımın sellerini ateşler kaplar. Cennet-i ruhsârını dûzah-nişân olsun da gör Sen güzelliğinin parlaklığını hele gözümüz ateş saçmağa Bâz-ı nigâha kâkülü kim bâl ü per verir başlasın da gör. Yanağının cennetini cehennemi göstermeğe Şâhîn-i çeşmi düşmen-i cân-ı sürûş olur başlasın da gör. Sevgilinin saçı doğan kuşu gibi yırtıcı bakışına kanatlar verip uçurunca gözünün şahini meleklerin bile canlarına Lâl-i aşka kuvvet-i güftâr-ı hâmûşî nedir düşmanı olur. (Doğan ve şahin yırtıcı kuşlardandır ve kuş Hayret-i vaslınla her mûyum zebân olsun da gör avında kullanılır. Melek kudret demektir; cismi yoktur ve Sana kavuşunca şaşkınlıktan vücudumun her kılının nasıl ölmez. Sevgilinin gözü o kadar öldürücü ki meleklerin bile konuşan bir dil haline geldiğini gör de, aşktan dili tutulmuş canını alıyor. Tanrı’nın “kahbar” sıfatı anlatılmış). olan için susarak söylemenin gücünün ne olduğunu anla. Lal'l-i lebi ki âteş-i kevser-nijâddır Hep geçer zahm-ı nigâh-ı çeşmin ey nûr-ı basar Hızr-ı hayât aşkı ile mey-fürûş olur Za'f ile cismim hele gözden nihân olsun da gör Yakut dudakları kevser suyunun özelliğini veren bir ateştir. Ey gözümün nuru sevgili! Hele vücudum zayıflıktan gözden Ölümsüz hayat suyunu dağıtan Hızır onun aşkıyla şarap kaybolsun da, gözünün bakışının yaralarının nasıl hep satmağa başlar. iyileştiğini görürsün. Nutku ki mağz-ı rûh-ı tecellî-zârdır Bâl-i aczin ferş-i râh eyler talebde Cebra'îl Îsî hayâl-i zevkı ile bâde-nûş olur Murg-ı dil ankâ-yı kâf lâ-mekân olsun da gör Konuşması, ortaya çıktığı yerin ruhunun özüdür. İsâ onun Gönül kuşu yeri yurdu olmayan Kâf'ın ankası olsun da zevkini hayal ederek şarap içmeğe başlar. (Söz ağızdan, istenince Cebrâ'il'in aciz`kanatlarını nasıl yoluna halı gibi dudaklardan çıkar. Ağız ve dudak kırmızıdır ve aşığı sarhoş döşediğini görürsün. (Lâmekân Kâf’ının ankası Tanrı’dır. eder. Bu yüzden şaraba benzetilir. Aynı zamanda söze can Beyitte Tanrı’nın âşığının gönlünde tecellisi, yani fenâfillah verirler. İnsanın konuşması mucizedir. Hz. İsa’nın da anlatılmış). mucizesi konuşmak ve dokunmakla ölüyü diriltmek, hastaları iyileştirmektedir). Hâne-perverd-i kemân-ı ebruvândır gamzesi Gâlibin gönlünde bir kez mihmân olsun da gör Gâhî ki âfitâb-ı cemâl-i münevveri Sevgilinin kaşlarının yayının evinde nazlandırılarak Tâb-ı şarâb-ı şerm ile deryâ-hûrûş olur büyütülmüş yan bakışı bir kez Gâlib'in gönlünde misafir Aydınlık yüzünün güzelliğinin güneşi utangaçlık şarabının olsun da gör. parlaklığıyla denizler gibi coştukça. GAZEL 10 Envâr-ı cûş-ı feyz ile ummân-ı sînemin Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün Asdâf-ı çarh u gevheri tûfân be-dûş olur 230 Çağıl çağıl taşan coşkunluk nurlarıyla gönlümün engin Hep erişmek istediğim eteğine tenhada sarılabilmek ne denizinin sadefleri gökkubbeleri olur; incileri de tufanı mümkün. Bana hançere benzeyen kirpiklerin düşmanlıkları omuzlar. (Gönül denize, sadef gökkubbesine benzetilmiş. hep senin yüzünden. Cemâl. Cemâl-i mutlaktır. Tanrı güzelliği gönülde tecellî edince, gönül bütün kâinatı içine alacak kadar genişler. Bu Sifâl-i tâk olup geh gâh mey-hôr olma fikreyle durumda istiridye kabukları gökler haline gelir. Tufanı Şikestî ü dürüstî-i sebûlar hep seninçindir omuzlayan Nuh’un gemisidir. Engin deniz içindeki gözyaşı Zaman zaman asma suyunun testisi olup kendinden geçme. incileri insanları tufandan koruyan Nuh’un gemisine Testilerin kırılması ya da kırılmaması hep sana bağlıdır. benzetilmiş). Sülûkunda egerçi şübhe yoktur Gâlibin ammâ Gâlib hulâsâ başlasam evsâf-ı hüsnüne Hemân pîr-i mugâna ser-fürûlar hep seninçindir Gâret-ger-i memâlik-i ârâm u hûş olur Gâlib’in senin yolunda olduğunda şüphe yok ama yine de Gâlib! Kısacası, sevgilinin güzelliğini anlatmağa başlarsam, meyhaneciye baş eğip yalvarmaları hep seninçindir. (Pîr-i övgülerim akıl ve rahatlık ülkelerini yağma edip gider. mugan meyhaneci, tasavvufta tekke şeyhidir. Sâlikin sülükte ilerlemesi için bir mürşide bağlanması gereklidir) GAZEL 11 Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün GAZEL 12 Bezmde câme-veş bu cüst u cûlar hep seninçindir Mefâ'ilün / fe'ilâtün / mefâ'ilün / fe'ilün Miyân-ı mutrıbânda güft u gûlar hep seninçindir Açıldı bâğçe-i reng ü bûda bâr-ı bahâr İçki toplantısında sürahi gibi dolaşıp arayıp taramalar hep Pür etti gülşeni hep tuhfe-i diyâr –ı bahâr senin için. Çalgıcıların aralarındaki dedikodular yine senin Renk ve koku bahçesinde baharın dengi açıldı; bahar için; hep seni söyleşiyorlar. ülkesinden gelen armağanlar gül bahçesini doldurdu. Gül-i maksûda eyle bir nazar ey mihr-i âlem-tâb Nihâlin ağzı köpürdü şükûfe zannetme Müheyyâ şebnem-âsâ âb-ı rûlar hep seninçindir Cihânı eyledi dîvâne cûybâr-ı bahâr Ey dünyayı aydınlatan güneş! Yetişmesi istenilen güle bir Gördüklerini çiçek sanma; fidanın ağzı köpürdü. Bahar bak, onunla ilgilen biraz. Çiğ taneleri gibi yüz suları hep ırmağı dünyayı coşkunlukla deli divane etti. (Irmağın senin için dökülüyor. akması zincire vurulan delilerin zincir şakırtılarına benzetilir) Tenezzül eyle dervîşâna teşrîf et ne var şâhâ Sadef değildir eder çâk zehre-i bahrı Olan bu hânkâhda hây u hûlar hep seninçindir Figân-ı aşk ile ebr-i güher –nisâr-ı bahâr Sultanım! Dervişlere alçak gönüllü davran. Bu tekkeye gel Sedef değildir gördüklerin; inciler saçan bahar bulutu aşk de şeref ver. Buradaki bütün hây ve hûylar hep senin için yüzünden feryad edip denizin ödünü patlattı. (Bahar çekilmektedir. yağmuru bereketlidir; bir damlası istiridyenin içine düşünce inci, yılanın ağzına düşünce zehir olacağına inanılır) Sadef-veş dürr-i şâdâb-ı kelâmın etmeğe ısgâ Küşâd olmakda gûş-ı arzular hep seninçindir Esûrdî cûş-ı mahabbetle ehl-i sevdâ hep Senin sadef gibi parlak inciye benzeyen sözlerini dinlemeğe Dimâga bûy-ı cünûn verdi rûzgâr-ı bahâr arzulu kulaklar hep açılmış, hazır beklemekteler. Bahar rüzgarları beyinlerine delilik kokusu verince bütün aşıklar sevgilinin coşkunluğuyla kendilerinden geçip deli Ne mümkün dâmen-i matlûba tenhâ dest-res bulmak divane oldular. (Esrümek, coşmak, kendinden geçmek, Bana müjgân-ı hançerden adûlar hep seninçindir delirmek demektir. Azgın deveye ‘esrük’ denir. Beyitte ‘esürdi’ sözü hem bu anlamda hem de esmek anlamında 231 kullanılmış) Murg-ı kafes-âmûz-ı şifâhâne-i mevciz Nigâh-ı dîde-i hûn-bâr-ı aşk kîmyâdır Zincîr-be-gerden nice dîvâneleriz biz Fuyûz menba’ıdır subh-ı pür-nigâr-ı bahâr Biz dalga tımarhanesinin kafeste yetiştirilmiş kuşlarıyız. Aşk gözyaşları akıtan gözün bakışı kimya gibidir. Boğazımızda zincir bir sürü delileriz. Güzellikler dolu bahar sabahı coşkunluk ve bereket kaynağıdır. Mir’âtıyız ol mâh-ı perî-sûretin ammâ Gamhânemize gelse dahi bî-haberiz biz Çemen bir allı yeşilli kumâş-ı dîbâdır Biz o peri görünüşlü ay yüzlü güzelin göründüğü aynayız Ki târ u pûdı rek-i ebr-i dest-kâr-ı bahâr ama, gam çektiğimiz evimize gelse bile haberimiz olmaz. Çimenlik allı yeşilli bir ipekli kumaştır; onun çözgü ve atkıları baharın çevik elli bulutunun sicim gibi yağdırdığı Müjgânlarımız gevher-i mir’ât-ı kadehtir yağmurlardır. Hayrân-ı nazar-bâde o mahmûr-seriz biz Kirpiklerimiz kadeh aynasının cevheridir. Biz şaraba gözünü dikip öylece bakakalmış başı sarhoşlarız. Değil mukâbil-i gül-bûs-ı hatt-ı la’li bana Ger olsa gonca-i hurşîd yâdigâr-ı bahâr Eğer baharın yadigarı güneşin goncası bile olsa, yine de Bir germ nigâhıyle geçirmekteyiz ömrü bana sevgilinin dudağının tüylerinin gül öpüşünü andıran Şem’iz bu safâ bezmine mahv-ı nazarız biz zevkini veremez. Sevgilinin bir sıcak bakışıyla ömrümüzü geçirmekteyiz. Bu tertemiz zevk ve safâ toplantısında onun bakışıyla eriyip yok olmadayız. Geçer bu devr-i gül ü mül hemân güler yüzdür Çemende meclis-i işretde bergüzâr-ı bahâr Bu gül mevsimi, şarap içip eğlenme çağı çabucak geçer Bir reng-i nümâyiş ten ibârettir edâmız gider. Çimenlikte, içki toplantılarında kalacak olan yalnızca Bî-sûd u ziyân şu’le-i yâkut-ı teriz biz güler yüzdür. Tavrımız yanıltıcı bir görünüşten ibarettir. Aslında ne yararımız ne zararımız olan temiz yakutun bir parıltısıyız Zemîni tazeledi feyz-i hâme-i Gâlib biz. Egerçi köhnedir eş’âr-ı âbdâr-ı bahâr Baharın parlak, taze şiirleri gerçi eskidir ama Gâlib’in Ma’nâ gibi bir beytte güncîdeyiz ammâ kalemindeki coşkunluk bu üslubu taptaze yaptı. Gezmekte ağızdan ağıza derbederiz biz Anlam gibi bir beyte sığmışız biz ama biz ağızdan ağıza dolaşan başıboşlarız. GAZEL 13 Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün Nev-sâlik-i nev tarh-ı cünûn-ı digeriz biz Yâkût-ı sirişkiz yerimiz dîde vü dildir Çün tirkeş-i pür-tîr vatan der-seferiz biz Ateşle sudan hâsıl olur bir güheriz biz Biz bambaşka bir delilik yolunun yepyeni yolcularıyız. Biz gözyaşı yakutuyuz. Yerimiz göz ve gönüldür. Ateşle Oklarla dolu okluk gibi kendi yurdumuzda yolculuk sudan meydana gelen bir mücevheriz. (Beyitte gönül ateş, ediyoruz. göz de sudur) Bî-sûziş-i aşk istemeziz tûl-ı hayâtı Tıfl-ı dilimiz kâğıd-ı bâd oynu dilerse Mânend-i şerer böyle ölünce gideriz biz Târ-ı nazarı çetr-i felekten keseriz biz Aşk içinde yanmadıkça uzun bir ömür istemeyiz. Biz kıvılcım gibi böyle ölünceye kadar yanarak gideriz. 232 Gönlümüzün çocuğu kâğıttan uçurtmalarla oynamak isterse, Zevki kederde, üzüntüyü rahatta görmüşüz. Sabahımız ve bakış ipini gök kubbesi çadırından kesiveririz biz. (Uçurtma akşamımız aynıdır; ayna karşısında olduğu gibi birbirini ipi yapmak üzere çadırın ipi kesilirse çadır yıkılır) gösterirler. İskendere zehrâb-ı fenâdan veririz câm Şûrîde bülbülüz ki nemed-pûş-ı ma’niyiz Hızrız velî râh-ı ademe râhberiz biz Tâvûs-ı nevbahârî değildir nizâmımız İskender’e yokluğun zehirli suyu ile dolu kadehi veririz. Biz Mânâ hırkasını örtünen çılgın bülbülüz. Usulümüz Hızır’ız ama yokluk yolunun kılavuzuyuz. (Zehirli yokluk ilkbaharın süslü tavusuna benzemez. suyu öldürür. İkinci mısradaki yokluk ise Fenâfillahtır. İskender hayat suyunu bulup içememiş ve ölümsüzlüğe Gevher-misâl etmedeyiz pâş-ı âb-ı rû erememiştir) Olmaz çekîde katresi hurd olsa câmımız Bî-pâ vü ser uyduk reviş-i mürşid-i Rûma Cevher gibi yüzsuyu dökmedeyiz. Kadehimiz parçalansa da Döndükçe bu gerdûn ile Gâlib döneriz biz bir zerresi yere damlamaz. Baştan ve ayaktan geçip Anadolu mürşidinin yoluna uyduk…Gâlib! Bu gökkubesi döndüğü sürece biz de döneriz. Biz kim hatîb-i minber-i dâra cemâ’atiz (Rum ülkesinin mürşidi Mevlânâ Celâddin’dir. Dünya Mecnûn olur namâz u niyâza imâmımız durdukça yani gökler döndükçe biz de semâ ederiz denmiş) Biz darağacı minberinin hatibinin cemaatiyiz. Namaz ve niyazda bizim imamımız Mecnûn’dur. (Darağacı minberinin Yâd eylemez olduk haber-i Yûsuf-ı Mısrı hatibi sözüyle Hallâc-ı Mansur anlatılmıştır. Mecnun’u Südlücede bir mâh ile şîr ü şekeriz biz imam bilmekle biz de ilahi aşkla kendimizden geçtik Artık Mısır’ın Yusuf’unun haberini beklemez olduk. Biz denilmiş) şimdi Sütlüce’de ay yüzlü bir güzelle sütle şeker gibi karışıp kaynaşmışız. (Hz. Yûsuf güzelliğiyle tanınmıştır. Mâh-ı Kurduk o rütbelerde şikâr-ı merâmı kim Ken’ân’dır. Hz. Yâ’kub onun haberini beklemiştir. Yekpâre çeşm ü desttir endâm-ı dâmımız Südlüce’de mevlevî büyüklerinden Yûsuf-ı Sîneçâk’ın mezarı Güzel sözler söyleme niyetimizin tuzağını öyle yüksek vardır. Gâlib Galata mevlevîhanesinden önce Sütlüce derecelerde kurduk ki, bu tuzağın yapısı yalnızca gözümüz tekkesi yanında bir ev almış ve burada oturmuştur) ve elimizdir. GAZEL 14 Günden güne bülend ederiz medd-i âh-ı biz Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün Çektikçe nâza serv-i kıyâmet-hırâmımız Şâ’irleriz alâka-i dildir kelâmımız Kıyamet salınışlı selvi boylu sevgilimiz kendini naza çektikçe Yek rişte üzredir güher-i intizâmımız günden güne daha uzun ahlar çekeriz. Biz şairleriz; sözümüz gönül ilişkileridir. Söz incimiz tek iplik üzerine dizilmiştir. Nûr-ı celâl-i Şems ile âfâka Gâlibiz Şemşîr-i âfitâbtır elhak hüsâmımız Kâf’ı bekâdayız yine sayd-ı fenâdayız Şems’in ululuğunun nuruyla bütün göklere galibiz. Doğrusu Ankâ gibi tutarsa da âfâkı nâmımız keskin kılıcımız güneşin kılıcıdır. (Şems Mevlânâ’nın Adımız Anka gibi ufuklara yayılsa da ölümsüzlük Kaf’ında mürşidi olan Şems-i Tebrizî ve güneş. Gâlib sözü de hem yine ölümlü avındayız. mahlas hem de üstün egemen anlamlarında tevriyeli kullanılmış) Zevkı kederde mihneti râhatta görmüşüz Âyînedir biribirine subh u şâmımız GAZEL 15 Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün 233 Hayâl-i yârdan dûr olsa bir dem cânım eğlenmez Gazabla bezme geldi şem-i meclis-veş yanar ateş Ne çâre hâtırım vîrânedir sultânım eğlenmez Saki! Sevgilinin eline hemen kadeh tutuşturur. Toplantının Dostun hayalinden uzak olduğumda canım bir an bile mumu gibi kor halinde, yanar ateş olarak öfkeyle toplantıya yerinde duramaz. Ne çare gönlüm dökük olduğu için gelir sultanım orada kalmaz. Nesim ateş çıkardı gonce-i bağ-ı ümidimden Olur dil gâh tîr-i âha geh şîr-i gama menzil Bırakdı gülşen-i amâlime berk-i bahar ateş Benimle yek nefes hoşnûd olup mihmânım eğlenmez Sabah rüzgarı umudumun bahçesinin goncasından ateş Gönül bazen ah okur bazan da gam aslanının yeri olur. çıkardı İlkbahar yıldırımı emellerimin gülbahçesini ateşe Konuğum bir soluk süresi bile rahat edip orada duramaz. verdi Nedir kasdı o bî-insâfın ey peyk-i ecel söyle Hayal-i hasret-i halinle ah etdikçe uşşakın Demez mi böylelikle hasta-i hicrânım eğlenmez Şeb-i firükatde her dem ahteran eyler nisar ateş Ecelin habercisi! Söyle o insafısızın niyeti nedir? Ben böyle Aşkların yüzündeki beninin özleminin haliyle ah çektikçe acımasız davranmakla ayrılığımdan hasta olan aşığım Ayrılık gecesinde yıldızlar her an ateş saçar dünyada kalamaz, demez mi? (Ecel habercisi Azrâ’il’dir. Sevgilinin ayrılığının üzüntüsüyle öleceği söylenmiş) Bana düzehdan ey meh dem urur gülzarlar sensiz Dıraht ateş nihal ateş gül ateş berk ü bar ateş Demâdem gözlerimden la’l-i yâkût eylerim peydâ Ey ay yüzlü güzel! Bana bahçeleri sen olmayınca Cevâhir-pâresiz tıfl-ı dil-i giryânım eğlenmez cehnnemden dem vurur; ağaçlar, fidanlar, yapraklar, Durmadan gözlerimden yakutlar, lâ’l taşları çıkarırım. meyveler gözüme ateş olarak görünür Çünkü ağlayan gözümün çocuğu değerli taşlarla Mürekkebdir vücûdı ta ezel yekpâre sûzişten oynamadan avunamaz. Anâsırdan meger uşşâka olmuştur duçâr ateş Serencâmı pul-i şemşîrden geçmek midir bilmem Aşıkların vücutları ta ezelden beri yanmaktan meydana Bekâ iklimin özler cân-ı bî-sâmânım eğlenmez gelmiştir. Herhalde onların payına dört unsurdan yalnızca Huzursuz canım senin ölümsüzlük ülkene gitmeyi özler; ateş düşmüştür bilmem yaşamanın sonu kılıcın demirinden geçip ölmek Çerağ-ı bezm-i hicri olduğum yapmış yakışdırmış midir? Gönül pervanesine vuslat ateş intizar ateş Anınçün cilvegâh-ı âh u nâlen arşdır Gâlib Ayrılığının toplantısının mumu olduğum güzel yapmış Dil-i Cibrîl eger gûş etmese efgânım eğlenmez yakıştırmış, gönül pervanesine kavuşmayı ateş, beklemeyi Gâlib! Cebrâ’il’in gönlü iniltilerimi duymazsa rahat etmez; ateş yapmış bu yüzden ahım ve feryatlarımın dolaştığı yer Arş-ı âlâdır. Beyân-ı sûziş eyler herkes istidâd-ı fıtriden GAZEL 16 Eder berceste âşık mısra-ı rengin çenar ateş Gül âteş gülbün âteş gülşen âteş cûybar âteş Herkes yaradılışındakı yeteneğine göre yanışını anlatır Aşık Semender-tıynetân-ı aşka besdir lâlezâr âteş renkli mısranı, çınar ağacı da ateş meydana getirir Gül ateş, gülfidanı ateş, gülbahçe ateş, ırmak ateştir, Aşkın semender yaradılışlarına ateş olarak lale bahçesi Meğer kilk-i sebük-cevlânın olmuş germ-rev Gâlip yeter Zemîn âteş zamân âteş bütün nakş u nigâr âteş Herman ey saki bir sagar tutuşdur des-i dildara 234 Galip! Herhalde hafif, oynak kelemin daha da GAZEL 18 hararetlenmiş: yer ateş, zaman, ateş, bütün seüsler Alem-i baladan uşşaka beladır kametin güzellikler ateş olmuş Secde-ferma-yı ser fikr-i resadır kametin Boyun yüce alemden aşıklara inen beladır. Yetişip büyüme Fikrini başına eğilip secde etmeyi emreder GAZEL 17 Yokmuş bir aha ey gül-i ra’na tahammülün Bağrın ne yaktın ateş-i hasretle bülbülün Naza meyl etmez ki şerkeşlik tenezzüldür ana Ey gül yüzlü güzel, mademki bir aha tahammülün yokmuş Came-i ta! Bire gelmez nev-edadır kametin o halde bülbülün bağrını ayrılık ateşiyle niye yaktın? Boyun ifade elbisesi biçilemeyen yeni bir edadır. Nazlanmayı düşünmez; onun için başını yükseltmek bile tenezzüldür Yek-rengdir zeban-ı hakikatte hüsn ü aşk Bang-i hazar şu’lesidir ateş-i gülün Gerçek dilinde güzellik ve aşk bir renktedir: Bülbülün Bağban-ı aşk su vermiş şarab-ı işveden haykırışı gülün ateşinin yalımıdır Tohm-ı gülden bitme bir servi-i safadır kametin Boyun gül tohumundan bitme bir saflık selvesidir. Onu aşk bahıvanı işve şarabıyla sulamış Düzah-nişin-i ateş-i fakr olduğun kalır Ey ahiret-harap tehidir tevekkülün Ey ahreti yıkılmış kişi! Sadece her işi Tanrı’ya bırakıp Ab-ı gevherle pür eyler damen-i nezzaremiz tevekkül etmen yetmez; yoksa yokluk ateşinin cehenneminde Öyle bir fevvare-i mü! Ciz-nümadır kametin oturup kalırsın Bakışımız eteğini parlak ince suyuyla doldurur. Boyun böyle Mucize gesteren bir fiskiyedir Tekrarlarla şübheleri daniş anlama Gel arif ol ki ma’rifet olsun tecahülün Rütbe-i nazınla güya lafzı-ı ma’nadır herman Bilinenleri tekrarlamanın ve şüpheleri çözmeğe uğraşmanın Medd-i ihsan zannolur medd-i hatadır kametin Bilgi olduğunu sanma! Gel arif ol da Tanrı bilgisini bilmen boyun sanki anlamı nazının derecesine göre anlatan sözdür. senin cahilliğin olsun. İyiliğin uzaması sanılır ama, aslında büyük yalnıştır Yıkmaz bina-yı hane-i şatrancı zelzele Fark yok biri muhayyeldir anın biri dürüğ Zahid şikest-i dilde abestir ta’ammülün Ser-beraber dadedir-i va’d-ı vefadır kametin Hamsofu! Deprem satranç hanesinin binasını nasıl yıkamaz- Vefa vadiyle sözün ikiz kardeştirler. Aralarında hiç fark yok; sa, senin de gönül kırmaktaki bı çaban boşunadır Bunların biri hayaldır, öteki yalan Merdanelik asaleti meydanda bellidir Feyz-bahş olmuş rek-i ebr-i ezel cuy-ı edeb Hayber günü babasını kim sordu Düldülün Cevher-i can nahl-i pür-neşv ü nemadır kametin Yiğitliğin soyluluğu er meydanında belli olur. Ezel bulutunun yağmurları ve edeb ırmağının bereketlendir- ’hayber’savaşı gününde Düldül’ün babasının kim olduğunu diği boyun canlılığn cevheri, büyüyüp gelişmiş bir fidandır soran oldu mu? Düşman-ı bedkama afet galıb-i bi-cana can Galib ma’arifin de safası değer veli Arşa dek peyveste bir nur-ı du’adır kametin Canan vasfıdır hele aslı tegazzülün Boyun kötü niyetli düşmana felaket, cansız Galib’e candır. Galip maarif üzerine sözler söylemeninde sevki eğlencesi Arşa kadar yükselen bir dua nurudur Var ama, doğrusu gazel söylemenın asıl sevgiliyi öğmektir 235 GAZEL 19 Bir gevherim ver eşk midir dil midir desem Vardık der-i sa’adetine yarı görmedik Peyda benimdir ol dür-i yekta nihan senin Girdik bihişte hayf ki didarı göremedik Gözyaşı mıdır, gönül müdür bilemediğim bir inancım var. O Sevgilinin mutluluğunun kapısına kadar eriştik, ama tek inci görünüşte benimdir ama, aslında senindir sevgiliyi göremedik. Cennete girdik ama, ne yazık ki sevgilinin yüzünü göremedik Ateş içinde sebze bitirmiş harirden Bag-ı ruhunda kimdir aceb bağban senin Gitdik sipihr-i çaruma-dek çare-hah olup Senin yanağının bahçesinde ateş içinde ipekten bitkiler Derda ki İsi-i dil-i bimarı görmedik yetiştirmiş. Senin bu bahçıvan acaba kimdir? Derdimize çare arıyarak dördüncü gökkubbesine kadar gittik. Ne büyük dert gönlü hasta olan İsa’yı göremedik Bir Mihriban güşederiz adı mihr ü dad Gelmez mi subh-ı sinene ol mihman senin Bak devr-i vajgune –felek neyledi bize Adı şefkat ve adalet olan merhametli bir güzel olduğunu Cem meclisinde sagar-ı şer-şarı görmedik işitmeyiz. Acaba sabah gibi beyaz göğsüne konuk olarak hiç Bu ters feleğin devri bak bize neler etti? Cem’in toplantısın- gelmez mi? Da ağzına kadar dolu kadehi göremedik Canan mısın bela mısın aşub-ı can mısın Olduk harim-i Ka’beye mecnun-veş revan Ey bi-aman gayrı elinden aman senin Geçdi du’a-yı hatrımız asarı görmedik Sevgili misin, bela mısın, canımın felaketi misin? Ey aman Mecnunun gibi Ka’be nin içine kadar girdik tavaf ettik. vermeyen, acımasız güzel! Yeter artık senin elinden Hayır duamız kabul edildi ama, bir etkisni göremedik çektiklerim Mir’ata girdi aks gibi mahv olup gönül Galib dürüg imiş tutalım va’dı ol bütün Hayretdeyim ki süret-i dildar görmedik İman getir ki dinine sığmaz yalan senin Gönül kendini yok edip görüntü olarak aynaya girdi, ama Galip ! tutalım ki, dediğin gibi o güzelin verdiği bütün sözler sevgilinin yüzünü göremediğimize şaşıyorum yalandır. İmana gel, senin dinine yalan sığmaz Bu tali’ile hahiş-i feyz etmeyiz dahi GAZEL 21 Haveri zaminde m, hr-i pür-envarı görmedik Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün bu kötü talihle feyz isyeğinde bulunamayız artık. Çünkü Halka halka kâkülünde dâğ dâğ oldu gönül dünyanın doğusunda aydınlık, parlak güneşi göremedik. Hoş gelip dîvânelik dâğ üstü bâğ oldu gönül Gönül halka halka saçında yara üstüne yara aldı. Delilik ona hoş gelip dağ üstünde bağ buldu. Galip nehande kaldı bizim arz-ı halimiz Divan-aşka geldik o hünkarı görmedik Galip, bizim diekçemiz okunmadan kaldı. Aşk divanında Gerçi râhı râst etvâr-ı sülûkı müstakîm geldik ama sultanı göremedik Râhberler kesretinden güm-sürâğ oldu gönül Her ne kadar gönlün yolu düzgün, yoldaki hareketleri doğru ama, yol göstericiler çok olunca yolunu şaşırıp kaldı. GAZEL 20 Düzah bahar-ı hüsnüne bir gülistan senin Kulzüm şerar-ı aşkına bir katre kan senin Gevher eyler jâle-i gülzârını mehtâb-ı aşk Cehennem senin güzelliğinin baharına göre bir gül bahçesi. Kirm-i şebtâb idi şimdi şebçerâğ oldu gönül Engin deniz aşkının kıvılcımına göre bir damla kan Aşk mehtabı gönlün bahçesindeki çiğ tanesini inci haline getirir. Gönül ateşböceği idi, şimdi şebçerağ oldu. (Ay 236 ışığının çiğ tanesini inci yaptığına inanılır. Şebçerağ, deniz Bembeyaz, nurlu boynu üstündeki o uzun, taze saçları, öküzünün ağzından çıkardığı ışık saçan ve az bulunan bir acaba Arş’a gölge salan Cebrâ’il in kanatları mı, yoksa taştır. Çiğ tanesinin değerlenip inci olduğu gibi, gönül de Tuba ağacı mıdır, diyebilir miyim? şebçerağ olmakla değerlenip ışıklı hale gelmiş). Takrîr-i sûz-ı gamda hele lâldir bu dil Âşinâ-yı sûret olmaz ma’nî-i ankâ gibi Bilmem zebân-ı şu’leye gûyâ mıdır desem Uzlet etti işidenlerden ırağ oldu gönül Çektiğim gamın ateşini anlatmada dilim tutulur, kalır. Gönül, resimler ve şekillerle tanışıklığı olmayan mânâ Bilmem alevin diliyle konuşur mu? ankası gibi, kendisini işitip tanıyanlardan kaçıp uzaklaştı. Pervâzı evc-i füshat-ı çarhın verâsıdır Geçdi şem’i sîneye mânende-i fânûs-ı nûr Gâlib hümâ-yı tab’ıma ankâ mıdır desem Mihr ü mehden kâni-i günc-i ferâğ oldu gönül Uçtuğu yer gök kubbeleri genişliklerinin tepesinin Gönül nur fanusuna benzeyen göğsün mumuna geçti. Güneş arkasındadır. Gâlip! Şâir yaradılışımın hümâ kuşuna ve aydan sakin bir köşe bulup sığındı. ankadır desem, nasıl olur? Tâ erince Gâlib’e feyz-i dem-i Monlâ-yı Rûm GAZEL 23 Ney gibi râh-ı nefeste göz kulağ oldu gönül Mefâ'ilün / fe'ilâtün / mefâ'ilün / fe'ilün Anadolu efendisi Mevlânâ’nın nefesinin feyzi Gâlib’e kadar Dil-i za’îfe bir âfet güzel beğendiremem gelince, gönül ney gibi nefesin yolunda göz kulak oldu. O hasta-i gam-ı aşka ecel beğendiremem Mecalsiz gönlüme afet de olsa bir güzel beğendiremem. O gam hastasına bir ölüm biçimi beğendiremem. GAZEL 22 Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün Niyâz u nâzda sihr-i helâl bilsem de Bilmem o la’le rûh-ı Mesîha mıdır desem Nigâh-ı pür-fene etmem cedel beğendiremem Yoksa hayât lafzına ma’nâ mıdır desem Yalvarma ve nazlanmada sihirler yapacak kadar bilgili de Bilmem, o yakut dudağa İsâ’nın ruhu mu diyeyim? Yoksa olsam, bunları o çok hünerli bakışa beğendiremem; bunun hayat sözünün anlamıdır, desem mi? için boşuna tartışıp, kavgaya da girmem. Gülberg-i âteşîn ruhı hatt-ı benefşe-ter Hatâ o nergis-i şehlâdadır sözümde değil Cennet mi bâğ-ı hüsn mü sîmyâ mıdır desem Egerçi her suhenim bî-bedel beğendiremem Ateş kırmızısı gül yaprağına benzeyen yanağı, taze Her ne kadar her şiirim eşsiz, benzersiz de olsa menekşeden mi yazılmış; cennet midir, güzellik bağı mıdır, beğendiremem. Çünkü yanlışlık sözümde değil, eğri bakan simya mıdır; bilmem ne diyeyim? gözdedir. Şemşîr-i dest-i nâzı o cellâd gamzenin Tasavvuruma dahi himmetim olup mâni’ Kurbâniyâna ebrû-yı îmâ mıdır desem Sezâ-yı hâhiş olur bir emel beğendiremem O cellat yan bakışının elindeki naz kılıcı, kurbanları için Hayaller kurmama gayretim bile engel olur; beğenebileceği işaret kaşı mıdır, diyebilir miyim? (İşaret kaşı, umut verme, bir istek beğendiremem. çağırma anlamına gelen kaş işaretidir). Kemend-i nazmım ederken gazâl-i ma’nâ müdâm Pür-nûr gerden üzre o gîsû-yı sebz-gûn Yine o şûhuma Gâlib gazel beğendiremem Cibrîl-i arş-sâye mi Tûbâ mıdır desem Gâlip! Nazmımın kemendi sürekli anlam ceylanları avlarken, o çapkın sevgilime yine gazel beğendiremem. 237 Bîhûde Gâlib efgân edersin GAZEL 24 Boş davuldan çıkan sözler kaybolup gitmekte; dinleyen Müstef’ilâtün/Müstef’ilâtün anlayan yok. Gâlip! Boşuna inleyip haykırıyorsun. Gencînen olsam vîrân edersin Âyînen olsam hayrân edersin Etvâr-ı çarha uy Mevlevî ol Hazinen olsam dağıtır yok edersin. Aynan olsam hayran, Seyrân edersin devrân edersin şaşkın bırakırsın. Feleğin hareketine uyup Mevlevi ol; döner durursun, her şeyi seyreder, anlarsın. Tîr-i nigehden dâğ-ı derûna Baksan ne işler seyrân edersin GAZEL 25 Ok gibi bakışınla içimdeki yaralara bir baksan, ne işler Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün yaptığını görür, seyredersin. Gamzeni kıldın nihân müjgân-ı dilcûlarla sen Ver ne Rüstemsin ki câdû bağladın mûlarla sen Sâkî kerâmet sende yâ bende Sen gönül avlayan kirpiklerinle yan bakışını gizledin. Sen Bahrı habâba mihmân edersin nasıl bir Rüstem’sin ki kıllarla cadıyı bağladın. (Kılla cadı Şarap sunan güzel! Bilmem keramet sende midir, bende mi? bağlanmaz. Bu ancak büyü sayesinde olur. Büyüyü de Koca denizi bir su kabarcığına sığdırır, konuk edersin. cadılar yapar. Rüstem, gücü yanında hilesiyle de tanınmıştır. Bu yüzden Rüstem-i dâstân diye anılır). Nezzâre-i germ etdikçe ey çeşm Âteşle âbı yeksân edersin Hâtem-i lebden cudâ düşme gönül zülfün görüp Ey göz! Ateşli bakışınla baktıkça, ateşle suyu birbiriyle Meşk-i pervâz etme ey hüdhüd piristûlarla sen eşitlersin. (Ateşle suyun birbirine benzetilmesi, suyun da Gönül! Sevgilinin saçını görüp dudağın mühründen yanmasıdır). uzaklaşma, Ey hüdhüd! Kırlangıçlarla uçuş tâlimleri yapmağa kalkma. (Hüdhüd, Hz. Süleyman’ın habercisi olan Ey huşk zâhid dem urma meyden kuştur. Kırlangıçtan uçmayı öğrenmesine de ihtiyacı yoktur. Dest-i du’âyı mercân edersin Dudak mühre, saç uçuşan kırlangıçlara benzetilmiş. Hz. Ey kuru hamsofu! Sakın şaraptan söz etme. Dua için açılan Süleyman mührü ile her şeye egemen olmuştur. Beyitte elleri kızartır, kurutursun. (Mercan kırmızı renkli ve vahdeti bırakıp kesrete düşme, denmiş). taşlaşmış deniz hayvanlarının kabuklarıdır. Beyitte elin taşlaşması, kuruması yani inme inmesidir. Ayrıca duaya La’li nâbından sor etme çeşm ü ebrûya haber açılan ellerin kırmızı şarapla dolar, denilmiş). Hâl-i ehl-i derdi söyleşme o bed-hûlarla sen Göze ve kaşa haber vermeden âşıkların durumunu kırmızı Zâhid o mehveş pür-nûrdur kim dudağından sor. Dertlilerin halini o kötü huylularla Bütdür demezsin îmân edersin söyleşme. Hamsofu! O ay yüzlü güzel öyle nurlarla doludur ki, sen bile put olduğuna bakmaz imana gelirsin. Küfrüne fetvâ verirken düşmenin hatt-ı siyâh İ’tikâdına halel verdin bu gîsûlarla sen Mâdâm uçarsın gözlerde ammâ Kara tüyler düşmanın kâfirliğine fetva verirken, sen bu uzun Rûyun perî-veş pinhân edersin saçlarla onun inanışını sakatladın. Gözlerde sürekli uçarsın ama, periler gibi yüzünü de saklarsın. Sâlik-i tavr-ı Nedîm oldun bu düşmezdi sana Hem-zebân olmaz mısın Gâlib suhen-gûlarla sen Tabl-ı tehîden gümdür suhenler 238 Gâlip! Nedim tarzının yolunun yolcusu oldun; bu sana Ey hoş ol mest-i mahabbet kim humâr-ı aşkdan yakışmazdı. Böylece sen, çok konuşanlarla konuşmuş Bir kadeh meyle değişmiş küfrü de îmânı da olmuyor musun? Ey aşk sarhoşu, sen çok e mi? Aşkın sersemliğinden bir kadeh şarapla kafirliği de imanı da değiştirmişsin. GAZEL 26 Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün Merd-i bî-kayda belâ-keşliktedir ârâm-ı dil Hat değil rîze -i bûy-ı hoş-ı sümbüldür bu Yoksa çokdan terk ederdim cânı da cânânı da Leb değil mevce-i reng-i tarab-ı müldür bu Kayıtsız yiğit için gönül rahatlığı bela çekmektir. Yoksa Bu yanağındakiler tüy değil, sümbülün hoş kokusunun canımı da sevgiliyi de çoktan bırakırdım. kırıntılarıdır. Bu dudak değil, şarap neşesinin renginin dalgasıdır. Bende-i pîr-i harâbâtım ki yoktur sıkleti Zâhid-i zerrâkun olsun ilmi de irfânı da Sâye-i zülfüne medd-i nigeh-i tâze düşer Meyhanecinin kulu, kölesiyim; bana hiçbir yükü yok. Dini de Sanırım anber-i deryâ-yı tahayyüldür bu imanı da ikiyüzlü hamsofunun olsun. Saçının gölgesine düşen taze bakışın uzaması, sanırım hayal deryasından çıkan anberdir. (Miskle birlikte güzel kokunun Âteş-i cân-sûz-ı dil fikr-i dehân-ı dil-rübâ simgesi olan anber, kaşarot balığının denize bıraktığı safra Âşıkın ma’lûmudur peydâsı da pinhânı da artığıdır. Anber su üstünden toplanır.) Gönlün canlar yakan ateşi, sevgilinin ağzının düşüncesi. Âşık, görüneni de gizli olanı da, hepsini bilmekte. Şerer-i hasret olur şebnem-i şerm-i gülzâr Şu’le-i hüsne desem hûn-ı dil-i güldür bu Çünki derd ehline hep bigânelerdir çâre ne Güzelliğin alevine, bu gülün gönlünün kanıdır desem, gül Sen dahi yâd etme Gâlib sabrı da sâmânı da bahçesinin utanmasından olan çiğ tanesi özlem ateşi haline Sabır ve rahat mademki hep dertlilerin yabancısıdır. Gâlip! gelir. Başka çare yok, sen de artık bunları anma hiç. Neş’e-i nâz değil serhoşî-i hâb değil GAZEL 28 Nergis-i şûhdaki bûy-ı tegafüldür bu Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün Bu nergise benzeyen şuh gözdeki naz neşesi değil, uyku Serâser dâğ cismim sînem âteş âh var dilde sersemliği de değildir. Bu sevgilinin aldırmazlığının Bilmeziz neydügi bir illet-i cângâh var dilde kokusudur. Vücudum baştanbaşa yaralarla kaplı. Göğsüm ateş dolu, gönlümde feryatlar var. Gönülde canı kemiren, ne olduğunu bilmediğimiz bir illet var. Kasr-ı firdevs-i mu’allâ-yı suhenden Gâlib Bâğ-ı endîşeye sad pâye tenezzüldür bu Galip! Bu, şiirin yüce cennet bahçesinin köşkünden düşünce Cünûn iklîminin yektâsı aklın kâr-fermâsı bahçesine yüz kat bir düşüştür. Ana sultân-ı aşk ıtlak olur bir şâh var dilde Gönülde delilik ülkesinin biriciği, aklın âmiri olan, adını aşk sultanı denilen bir şah var. GAZEL 27 Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Bağlanıp zülfünde bozdum ahdi de peymânı da Gezip dünyâları gam leşkeri teng etmesin câyın Çeşmini gördüm unuttum derdi de dermânı da Fezâ-yı vüs’ derler bir nişîmengâh var dilde Saçına bağlanıp verdiğim sözü de yemini de bozdum. Gam askeri dünyaları gezip yerini daraltmasın. Gönülde Gözünü gördüm, derdi de dermanı da unuttum. engin boşluk denen bir toplantı yeri var. 239 Nice gümgeşte olmaz sâlikân-ı deşt-i vahşet kim Her ne kadar herşeyi bakışlarımın kucağına aldım ama, Serâ-yı âlem-i gayba çıkar şehrâr var dilde güzelliğinin şaşkınlığıyla beni ayna gibi donup kalmış Issızlık çölünün yolcuları yollarını nasıl kaybetmesinler? bıraktın. Gönülde gizli âlem sarayına çıkan geniş bir yol var. Nev-cevânken oldu Gâlib neş’e-dâr-ı pîr-i câm Ne var rûz u şebim yek-reng olursa berk-i âhımdan Kalmadı noksânım ey meh-rû tamâm ettin beni Furûgundan güneş bir zerre olmaz mâh var dilde Gâlip, daha gençken kadehin yaşlı neşelisi oldu. Ey ay yüzlü Gönlümde parlaklığı karşısında güneşin bir zerre bile güzel! Eksiğim kalmadı, tamamladın beni. olamayacağı ay yüzlü bir güzel var. Ahımın şimşeğinden gecem ve gündüzüm aynı renkte olsa şaşılır mı? Mahv-ı nûr-ı Şems olup erdim sabâh-ı vuslata Âferîn ey kevkeb-i tâli’ bekâm ettin beni Dimâğım lezzet almış şerbet-i şehd-i kanâ’atten Şems-i Tebrîzî’nin nuruyla yok olup kavuşma sabahına Nevâl-i lutf u câm-ı ayşdan ikrâh var dilde erdim. Ey bahtımın yıldızı, çok yaşa! Beni mutlu ettin. Damağım bir kere kanaat balının şerbetinin tadını almış, gönülde artık hayat kadehinden ve iyilik bağışından ikrah GAZEL 30 gelmiş. Mütefâ’ilün Fa’ûlün Mütefâ’ilün Fa’ûlün Yine zevrak-ı derûnum kırılıp kenara düşdü Vukûfum yok bu rütbe hâhişin hayranıyım Gâlib Dayanır mı şişedir bu reh-i sengsâre düşdü Gönülden de nihân bir matlab-ı dil-hâh var dilde Yine gönül kayığım bir kıyıya vurup parçalandı. Bu camdan Gâlip! Hiç haberim olmadan bu derece arzunun yapılmıştır. Taşlık bir yola düştü, dayanır mı? (Zevrak aynı hayranıyım: Gönülden de gizli bir gönül arzusu var. zamanda küçük zemzem şişesidir. Taşa vurulunca kırılıp parçaları bir kenara düşer.) GAZEL 29 Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün O zamân ki bezm-i cânda bölüşüldü kâle-i kâm Nûr-ı şems-i bâdeye mir’ât-ı câm ettin beni Bize hısse-i mahabbat dil-i pâre pâre düşdü Kalmadı noksanım ey meh-rû tamâm ettin beni Canların toplantısında istek sermayesi bölüşüldüğü zaman Beni şarap güneşinin nuruna kadeh aynası yaptın. Ey ay bize sevgiden pay olarak parça parça bir gönül düştü. (Can yüzlü güzel! Eksiğim kalmadı, beni kendimden geçirdin. meclisi. Allah’ın ruhları toplayıp ‘‘ben sizin rabbiniz değil miyim? ’’ diye sorduğu Elest toplantısıdır. İnsanların kaderi Tohm-ı dûzahtır şerâr-ı eşkim ol gülşende kim de Allah tarafından belirlenmiştir. Elest, ezel, kâlu belâ, çok Sen harâb-ı cilve-i berk-ı hırâm ettin beni eski, en eski anlamlarında da kullanılır.) Gözyaşlarımın kıvılcımları o gülbahçesinde cehennemin Gehi zîr-i serde destî geh ayağı koltuğunda tohumudur. Sen beni yürüyen şimşeğin görünüşüyle yıktın, Düşe kalka hasta-i gam der-i lutf-ı yâre düşdü harab ettin. Bazan eli başının altında, bazan ayağı koltuğuna sıkışmış, gam hastası düşe kalka sevgilinin iyilik kapısına erişti; Mûy-ı âteş-dîdedir müjgân nigâh-ı germden orada düşüp kaldı. (Beyitte desti, şarap testisi, ayak, kadeh Ey hat-ı gülberk-hîz âşüfte-kâm ettin beni anlamlarında tevriye yapılarak, düşe kalka ilerlemeğe Kirpikler ateşli bakışlardan ateş görmüş kıllardır. çalışan bir sarhoşun durumu anlatılmış. Günahlarının Gülyaprakları bitiren tüyler! Benim aklımı başımdan bağışlanması için sevgilinin kapısına gidiyor.) aldınız. Erişip bahâra bülbül yeniledi sohbet-i gül Gerçi aldım cümleyi âgûşuma nezzâremin Yine nevbet-i tahammül dil-i bî-karâre düşdü Hayret-i hüsnünle lîk âyîne-fâm ettin beni 240 Bülbül bahara erişti. Gül ile görüşüp konuşması yenilendi. Sabır sırası yine bir yerlerde duramayan huzursuz gönüle Ay yenisi gökte ne Ülker satar geldi. Değmeyicek kestiği tırnağını Yeni ay gökte neden kendini ülker yıldızları gibi göstermeye Meh-i burc-ı ârızında gönül oldu hâle mâ’il çalışır? Ülker onun kestiği tırnağına bile değmez. Bana kendi tâli’imden bu siyeh sitâre düşdü (Ülker, Süreyya ve Pervîn de denilen yedi yıldızdan oluşan Gönül, ay gibi yüzünde yanağının burcundaki bene tutuldu. bir kümedir. Hîlal. Ülkerden parlak olduğu halde yeni ve Ne yapayım, kendi talihimden bana bu kara yıldız düştü. acemi olduğu için bu işe kalkışmış. Ayrıca hilal biçimindeki (Burç, yıldızların kümelenmiş biçimleridir. Burçlar ve ay kesilmiş tırnağa benzer) gezegenlerin değişen durumlarının insanların doğdukları vakte göre uğurlu ya da uğursuz etkileri olduğuna inanılır. Gözceğizim boyamak ister benim Beyitte yüz aya, benler de yıldızlara benzetilmiştir. Ben Al boyayıp kan ile dudağını karadır.) Sevgili dudağını kanla ala boyayıp benim zavallı gözlerimi boyamak, kandırmak ister. Süzülüp o çeşm-i âhû dedi zevk-i vasla yâ Hû Bu değildi neyleyim bu yolum intizâre düşdü Saldı gönül illerine âfeti O ahu göz süzülüp kavuşma zevkine yâ Hû dedi. Bu değildi, Kurdu göz ırmağına otağını neyleyim, beklediğim bu değildi; yolum yine bekleyişe düştü. Sevgili, gözümün ırmak gibi akan yaşları üzerine otağını (Yâ Hû ey O! Allah’ım! demektir. Yâ Hû, ‘‘artık her şey kurup gönüller iline felaket getirdi. (Sözü edilen sel bitti, yalnız o, Allah kaldı’’, ‘‘allahaısmarladık’’ felaketidir) anlamlarında kullanılır. Tarikatlarda birlikte ve yüksek sesle okunan dualardan ve yemeklerden sonra ‘‘yâ Hû’’ Nice tâbur dağıtır ol yosmanın denir.) Saç dağıtıp eğmesi kalpağını O yosmanın saçlarını dağıtıp kalpağını eğmesi nice asker taburunu dağıtır. Reh-i Mevlevîde Gâlib bu sıfatla kaldı hayrân Kimi terk-i nâm u şâne kimi i’tibâre düşdü Gâlip, Mevlevilik yolundaki bu haline şaşıp kaldı: Bazen İçip içip kendi elinden anın adından, sanından vazgeçip unutulma, bazen de yükselip Duramayıp öpmüşüm ayağını tanınma düşüncesine kapıldı. Onun elinden içip içip kendinden geçmiş, dayanamayıp ayağını öpüvermişim. (Ayag kelimesinin aynı zamanda kadeh anlamına geldiği de düşünülmelidir) GAZEL 31 Müfte’ilün Müfte’ilün Fâ’ilün Döktü omuzdan pûşu saçağını Çok sürünüp gözlemişim özleyip Açtı gönüller delil bayrağını Ayağını izini toprağını Başındaki puşusunun saçağını omuzundan dökünce gönül- Onun ayağının izini, bastığı toprağı öpmeyi özleyerek ler çıldırıp deli bayrağını açtılar. yerlerde çok sürünüp gözlemişim. (Puşu, giyilen başlığın üstüne sarılan saçaklı yemenidir. Deli bayrağını açmak deyimi, deliliğini ilan etmek anlamına Vermedi bir kimseye Gâlib geçit gelir. Gönüller bu güzellik karşısında çılgına döndüler Kanda çevirdiyse söz ırmağını denmiş. Ayrıca bu deyim terbiyesizliği ele aldı. Kavgaya Gâlip, söz ırmağını nereye çevirdiyse çevirdi, kimseye bir girişti anlamında da kullanılır. Gönüller daima sevgilinin geçit vermedi. saçında asılır. Puşu saçakları sarkınca, gönüller onları kıskanarak kavgaya girişmişler). Hazret-i Monlâyı bilenler bilir 241 Bilmeyenin kim çeke kulağını Var ise gamzen etti cihâna bu sırrı fâş Mevlânâ hazretlerini bilenler bilir. Bilmeyenin kulağını kim Gâlib hamûş tab’ ise bî-akl u hûş idi çekip de uyaracak? Gâlip suskun, şairlik yaradılışının ne aklı ne bilinci yerindeydi. Bu sırrı dünyaya eğer varsa senin yanbakışın açıklamıştır. GAZEL 32 Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün Geçti o dem ki meclis-i mey pür-hurûş idi GAZEL 33 Sâgar sadâ-yı kulkul-ı mînâya gûş idi Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün İçki toplantısının coşkunlukla dolu olduğu, kadehin Kâkülünde halkalar çeşm-i siyehtir her biri sürahinin boğazındaki lıkırtı sesine kulak kesildiği o demler Ârızında hâller nûr-ı nigehtir her biri geçip gitti. Kâkülündeki halkaların her biri kara gözlerdir. Yanağındaki benlerin her biri bakışın nûrudur. Müstagrak-ı tecellî-i envâr-ı hüsn olup Âteş-rûhuna bezm-i kadeh şu’le-nûş idi Şu’ledir zerrîn-taht-ı saltanat pervâneye Kadeh toplantısı, güzellik nurlarının ortaya çıkmasıyla Beste-i zencîr-i aşkın pâdişehtir her biri boğulup alev alev yanan kırmızı yanaklılara yalımlar Saltanatın altın tahtı pervaneye ateştir. Aşk zincirine içirirdi. bağlanmış olanların her biri padişahtır. Hep güftgûy-ı çeşm ü leb-i gül-izârdan Ol şererler kim dil-i sûzândan etmişti zuhûr Ben söyledikçe şevk ile bülbül hamûş idi Şimdi gerdûn-ı belâda mihr ü mehtir her biri Ben hep gülyanaklı sevgilinin hararetle gözünden ve Yanan gönülden ortaya çıkan o kıvılcımların her biri şimdi dudağından söz ettikçe bülbül susar dinlerdi. belâ göğünde ay ve güneştir. Ol bezme meh ki şem’-i şebistân-ı çarhtır Tengnâ-yı hâne-i sûz u güdâza girmege Bir âteşin gül ruh-ı kâkûl be-dûş idi Târ-ı tanbûr-ı sürûdun şâh-rehtir her biri Gökkubbesi gecelerinin mumu olan ay, o toplantının saçları Yanıp yok olmanın daracık evine girmeğe şarkılar söyleyen omuzlarına dökülmüş, gül yanaklı ateşli bir güzeliydi. tanburun her bir teli geniş bir caddedir. Arz-ı visâl ederdi Züleyhâ-yı hâhişe Şîşe-i elfâzımız sahbâ-yı tahkîk istemez Yûsufları harîm-i gülün hôd-furûş idi Bir perîzâd-ı hayâle cilve-gehdir her biri Gül hareminin Yusufları arzu Züleyha’sına kavuşmayı Sözümüzün şişesi inceleme şarabına gerek duymaz: her biri sunarlar, kendilerini satarlardı. (Kur’ân’ın ahsenü’l-kasas bir hayal perisinin göründüğü yerdir. olan XII. Yûsuf süresinde, güzelliğiyle ünlü Yûsuf önce bir tacire, sonra Mısır azizine satılmış onu arzulayan azizin Yâd-ı çeşm-i yâr Gâlib eylemiş mestânı mest karısı Züleyha’yı reddettiği için iftiraya uğrayıp zindana Gûyiyâ bir Kahramân-ı Cem-sipehtir her biri atılmıştır) Gâlip! Sevgilinin gözünü anmak sarhoşları kendinden geçirmiş. Her biri sanki Cem gibi askeri olan bir kahramandır. Bir bî-emân şûh-ı perîzâd idi o kim Müjgân-ı çeşmi âfet-i saff-ı sürûş idi O periden doğma şuh güzel öyle amansız bir dilberdi ki GAZEL 34 gözlerinin kirpikleri meleklerin bile saflarına felaket Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün getirirdi. Aşk bir şem’-i ilâhîdir benim pervânesi Şevk bir zencîrdir gönlüm anın dîvânesi 242 Aşk kutsal bir mumdur; Pervanesi benim. Arzu bir zincirdir; Kime gönül verdiğimi bana değil, o beyaz göğüslü güzele gönlüm ona bağlanan delidir. sor; dedimi de yine o peri yüzlüye sor. Mahrem-i râz olalı gamzenle oldı hâtırım Âşıkın kaametini cevr ile kim dâl itdi Âşinânun âşinâ bîgânenin bîgânesi Şu duran dil-ber-i dal hançere sor sorma bana Gönlüm yan bakışının sırlarına ortak olalı, bildikle bildik, Eziyet ederek âşığın boyunu kimin büktüğünü bana sorma, yabancıyla yabancı oldu. kınından çıkmış hançer gibi duran şu güzele sor. Zühd-i huşkı bezm-i nûşânûşdan fark eylemez Doğrusu âşıkı sevmez mi sever mi bilemem Böyledir erbâb-ı hâlin meşreb-i rindânesi Onu sen var o kadi ar'ada sor sorma bana Kuru ibadeti, içildikçe içilen içki toplantısından Âşığı sevip sevmediğini bilemem doğrusu, sen git de bunu ayırdetmezler Sofilerin rintçe yaradılışları böyledir. boyu serviye benzeyen güzele sor. (Erbâb-ı hâl, erbâb-ı bâtın, dış görünüşe aldanmayıp kâinatın aslını, gerçeğini araştırıp bilenlerdir. Bunlara Ben kesâkes veremem sana cevâb ol şûhun Erbâb-ı tasavvuf, sofi de denir. Erbâb-ı kâl veya Erbâb-ı Geldi mi hatt-ı ruhu berbere sor sorma bana zâhir karşıtıdır.) O güzelin yüzünde ergenlik tüyleri çıkıp çıkmadığını bana değil, berbere sor. Ben kesin bir cevap veremem. Âlem-i âbın sevâd-ı hâki hep pür-feyz olur Çeşme-i hurşîd-i hikmetdir hum-ı meyhânesi Seni sayd eyleme mümkin mi dedim dil-dâra Su dünyasının toprağının karalığından hep bereket fışkırır. Dedi bin nâz ile sîm ü zere sor sorma bana Bu dünyanın meyhanesinin küpü hikmet güneşinin Sevgiliye: "Seni elde etmek mümkün mü" dedim, bin nazla: kaynağıdır. "Bana değil, altına gümüşe sor" dedi. Ol nigâh-ı çeşm-i zehr-âlûddan mey-nûş-ı nâz Dehenin dün gece kim öpdü uyurken bilemem Ben humâr-ı nergis-i şehlâsının mestânesi Âşıkın ağzın ara âhara sor sorma bana O, zehir bulaşmış gözün bakışından naz şarabını içmede. Dün gece uyurken dudağını kimin öptüğünü bilemem, âşığın Ben şehlâ nergis gözlerinin mahmurluğunun sarhoşuyum. ağzını ara, başkalarına sor, bana sorma. El-hazer gâfil bulunma hançer-i hâbîdeden Geldi mi âleme Vâsıf gibi erbâb-ı suhan Guft-gûy-ı katldir dâ’im anın efsânesi Oku Dîvân'ını şâ'irlere sor sorma bana Sakın, uyuyan hançerden habersiz olma; Onun sürekli Dünyaya Vâsıf gibi bir söz ustası geldi mi? Dîvânını oku, söylediği efsane öldürme dedikodusudur. şairlere sor, bana sorma. Mahrem-i halvet-serây-ı zevki ol Gâlib de gör GAZEL Başkadır rez duhterinin meşreb-i ferzânesi Ey şûh işine âşık-ı zârın yaramazsın Gâlip! Onun yalnızlık sarayına gir de gör; üzüm kızının Gâyetle güzel tâzesin ammâ yaramazsın erkekçe yaradılışı bir başkadır. Ey güzel! İnleyen âşığın işine yaramazsın, son derece genç ve güzelsin ama çapkınsın. 19. YÜZYIL Vâsıf Yüz bin dil-i işkeste yatur bir ser-i mûda GAZEL Ey şâne niçün zülfün arayıp taramazsın Kime mecbûrum o sîmîn-bere sor bana Saçının her telinin ucunda bin kırık gönül yatar. Ey tarak! Derdim ol şûh-ı perî-peykere sor sorma bana Neden o güzelin saçını arayıp taramazsın? 243 Sende bu denâ'et var iken sûfî o şûhun Dahl etme bana derd-i dilin söylemez diye Bel bel beline nâfile bakma saramazsın Âşık ne yapsın âh a paşam söylenilmiyor Ey kaba sofu! Boşuna aptal aptal o güzelin beline bakma. Gönlündeki derdi söylemiyor diye beni suçlama. A paşam, Sende bu adililk varken onu kucaklayamazsın. âşık ne yapsın, bu dert söylenilmiyor. Ol tâze nihâlin bu yazın mîve-i vaslın Vâsıf bezimde böyle gazel dest-i yârdan Bîhûde talab etme gönül koparamazsın Nûş etmedikçe bir iki câm söylenilmiyor Ey gönül! Bu yaz o taze fidana kavuşup da meyvesini Ey Vâsıf. ! İçki meclisinde sevgilinin elinden bir iki kadeh koparamazsın, boşuna isteyip durma. içmedikçe, böyle bir gazel söylenilmiyor. Var yok ne ise sohbet-i zâhid kulak asma GAZEL Söz remz-i mu'ammâ-yı dehendir varamazsın Senin hâl-i izârından nişân anberde kalmışdır Zahid var dersin, yok desin kulak asma. Söz konusu olan, Benim dâğ-i derûnumdan eser micmerde kalmışdır (varlığı yokluğu belirsiz) ağız gibi bir muammanın Senin yanağındaki benin nişanı(belirtisi) anberde, benim rumuzudur. Bu sırrı anlayamazsın. içindeki yanık yarasının izi tütsü kabında kalmıştır. Bel bağlama ser-rişte-i gîsû-yı ümîde Aralar nüsha-i adli gezerler câ-be-câ ammâ Gavgâ-yı elemden başım kurtaramazsın O nüsha var ise sandûk-i İskender'de kalmışdır Bir güzele benzeyen umudun, saçının ucuna bel bağlama. Diyar diyar gezip adalet örneği ararlar, öyle sanıyorum ki, Üzüntülerinden başın kurtaramazsın. o örnek İskender'in sandukasında kalmıştır. Pek inceden ince arama Vâsıf o şûhun Denîler bozdular bikr-i nizâm-ı âlemi şimdi Sen bahs-i miyânında kılı kırk yaramazsın Nizâm ancak efendi sûret-i defterde kalmışdır Vâsıf! O kadar da inceden inceye araştırma. Sen o güzelin Alçaklar, şimdi dünyanın el değmemiş düzenini bozdular. belini ifade etme konusunda kılı kırk yaramazsın. Efendi! Artık düzen denilen şey defterde(yazıda) kalmıştır. GAZEL Müheyyâ bezm-i işret bir kadehle al elim sâkî Her bir merâm yâra tamâm söylenilmiyor Benimle yâr beyninde hemân bir perde kalmışdır Olmazsa yâr âşıka râm söylenilmiyor İçki meclisi hazır, ey sâkî ! bir kadeh sunarak bana yardım Sevgili âşığın isteklerine boyun eğmedikçe, her istek ona et(elimden tut). Benimle sevgili arasında ancak bir perde tam söylenilmiyor. (engel) kalmıştır. Muhtâc büs-ı la'line yârın recâ-yı vasl N'ola hayrân olursam rûz u şeb âyîneveş Vâsıf Mest olmadıkça asl-ı merâm söylenilmiyor Hayâl-i akl u fikrim sûret-i dil-berde kalmışdır Kavuşma isteği, sevgilinin kırmızı dudağını öpme Ben Vâsıf, gece gündüz ayna gibi şaşkınlık içinde olursam ihtiyacındandır. şaşılır mı? Aklım fikrim sevgilinin görüntüsünde kalmıştır. Sarhoş olmadıkça, bu açıkça söylenilmiyor. Sünbülzâde Vehbî Tenhâda bulsam ol perî-zâdı telâşdan GAZEL Lüknet gelip zebâna kelâm söylenilmiyor Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün O peri kızını tenhada bulsam, telâştan dilim tutulur, söz Gehî ebrû yı geh ruhun tasvîr eder mehtâp söyleyemem. Hilâlî şekl edip resmin döner tedvîr eder mehtâp 244 Ay ışığı, sevgilinin kaşını, bazan de yanağını tasvir eder. Ay Vasf-ı rûyunda gazeller yazan ehl-i sühanın ışığı, resmini önce hilal şeklinde yapar, sonra döner degirmi Matla'ında kimi hurşîd kimi mâh yazar şekle sokar. Senin yüzünü öven gazeller yazan şâirler, matlaında kimi güneş, kimi ay yazarlar. O tıfl-ı nâzı süt lîmân deyü zevrak-süvâr etsem Yem-i pür-şûru ol şeb reşk-i cûy-ı şîr eder mehtâb Görse bu sûret ile münşi-i Şehnâme seni O naz çocuğunu deniz süt limandır, sakindir diyerek kayığa Mülket-i işvede hûbâna şehinşâh yazar bindirsem, ay ışığı o gece, coşkun denizi süt isteyen çocuğu Şehnâme yazarı seni bu şekilde görse, naz ülkesinden imrendirecek hale getirir. güzellere padişahlar padişahı yapar. Ziyâ kesb eyleyip mihr-i ruh-ı dildârdan her dem İkisinin etse de bir yerde musavvir tahrîr Bu mâhiyyetle çeşm-i encümü tenvîr eder mehtâb Serv-i bâlâyı kadinden yine kûtâh yazar Ay ışığı, her an sevgilinin güneşe benzeyen yanağından ışık Ressam, ikisinin resmini bir yere yapsa, yüksek selviyi senin alıp, bu şekilde yıldızların gözünü parlatır. boyundan kısa gösterir. O meh-rûyun görüp dîvânegân-ı zülf-i şeb-gûnın Levh-i mihr ü kamere İbn-i Nüceym-i gerdûn Felekte hâlesin ser-halka-i zencîr eder mehtâb Kalem-i gurre ile rûyunda eşbâh yazar Ay ışığı, o ay yüzün, siyah saçının deliliklerini görünce, Dünyanın İbn-i Nüceymi, parlak kalemi ile senin yüzünün gökyüzünde halesini zincirinin halkası yapar. benzerini ay ve güneşin yüzeyine yazar. Şeb-i vaslında yârın germî-i mey derd-i ser vermez Hemser-i şîr yazıp aşkı Hayâtü'l-hayvân Tebâşîr ile dürd-i bâdeyi tahmîr eder mehtâb Akl-ı pür-hîleyi dünbâle-i rûbâh yazar Sevgilinin kavuşma gecesinde içkinin harareti baş ağrısı Hayâtü'l hayvan'da aşkı aslanın eşi olarak, çok hile dolu yapmaz. Çünkü ay ışığı, şarabın tortusunu tebeşir ile aklı da tilkinin kuyruğu olarak gösterir. mayalandırmıştır. Okudum metn-i usûlü kütüb-i devlette Nakîsa verdiğin ehl-i kemâle gevr-i gerdûnun Kayd-ı haysiyyet-i cehli sebeb-i câh yazar Dîrâyetle dehân-ı gurreden takrîr eder mehtab Devlet kitaplığında usul metnini okudum. yüksek mevkinin Ay ışığı, dönen talihin insanlara noksanlık verdiğini bilgisizlik şerefine bağlandığına sebep olduğunu yazıyor. zekâsıyla parlak ağızdan öğrenir. Sînedir kâğıd-ı tesvîdi debîr-i çarhın Dil-i Vehbî olur fersûde görse sîne-i yârı Anda nakş-ı emeli gâh bozar gâh yazar Ketân-ı nâ-tüvâna dûrdan te'sîr eder mehtâb Göğüs, felek kâtibinin karalama kağıdıdır. Bazen oraya Vehbî'nin gönlü, sevgilinin göğsünü görse yıpranır. Çünkü istekleri yazar bazen de bozar. ay ışığı zayıf ketene uzaktan etki eder. Kâtib-i mahkeme-i hükm-i kazâ ey Vehbî GAZEL Kısmetim sehmini er-rızku al'Allah yazar Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün Ey Vehbî, kazâ hükmünün mahkemesinin kâtibi, kısmetimin Kilk-i kudret hat-ı reyhânını nâgâh yazar okuna "Rızkı veren Allah'dır" yazıyor. Safha-i sîneme medd-i elif-i âh yazar Kudret kalemi, senin ince ayva tüylerini ansızın yazar. Ahın GAZEL uzun elifini de göğsümün üzerine çeker. Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün Ne tîr-i gamzeden ne dîde-i câdûlarındandır 245 Benim çektiklerim ancak kemân ebrûlarındandır Görmedik devrini çoktan hele ber-vefk-ı merâm Ne yanbakış okundan ne de cadû gözlerin, yüzünden, ancak Şimdi âyâ harekât-ı felek âheste midir benim çektiklerim yaya benzeyen kaşların yüzündendir. Çoktan beri, gönlün isteğine uygun döndüğünü hele görmedik. Acaba şimdi feleğin hareketleri yavaş mıdır? Sıfâhan'da görüp bir çâr-ebrûyu hatın sordum Dedi bu Çâr-bâğın sünbül ü şebbûlarındandır Tûtî-i tab'ı şeker rîz-i makâl etmezsin Isfanda, bıyıkları terlemiş, dört kaşı olmuş bir genç gördüm. Vehbi'yâ âyîne-i hâtırın işkeste midir Yüzündeki ayva tüylerini sordum. Bu Çâr-bağın sünbül ve Ey Vehbî, yaradılıştan tatlı dili olan papağanı sormuyorsun. şebboy çiçeğidir, dedi. Yoksa gönül aynan kırılmış mıdır? Gam -ı mûy-ı miyânı nâl eder ammâ dil-i zârı GAZEL Bur rütbe pîç ü tâbım halka-i gîsûlarındandır Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün Amma, kıl gibi ince beli, zavallı gönlümü inletiyor. Bu Aşkınla hevâlandım bî-lâneliğim gel gör derece ıztırap çekmem de, saçının kıvrımı dolayısıyladır. Yanmakda firâkınla pervâneliğim gel gör Aşkınla uçuyorum yuvasız olduğumu gel gör. Ayrılığınla yanmaktayım, pervane olduğumu gel gör. Girîzândır gazâl-ı müşk-veş vahşetle âşıkdan Hat-âverler ki sahrâ-yı Hıtâ âhûlarındandır Misk gibi kokan ahular, korkarak âşıktan kaçarlar. Ynakları Ben böyle tek ü tenhâ sen gayr ile ülfetde tüylenmeye başlamış gençleri Hıta ovası ahularındandır. Akl u dil ü cânımla bîgâneliğim gel gör Ben böyle yalnız ve kimsesizim, sen başkalarıyla dost olmadasın. Akıl, can ve gönlümle yabancı olduğumu gel gör. Kafes-bend-i gam-ı eyyâmdır hayretle lâl olmış Bu bâğın gerçi Vehbî bülbül-i hoş-gûlarındandır Vehbî, gerçi bu bağın tatlı dilli bülbüllerindendir amma, Yıkdınsa da cevrinle ma'mûr edegör yap yap günlerin gamının kafesine kapatıldığından dolayı şaşkınlıkla Ey künc-i dilin genci vîrâneliğim gel gör dili tutulmuştur. Eziyetle yıkdınsa da yavaş yavaş bayındır ede gör. A gönül köşemin hazinesi, virane olduğumu gel gör. GAZEL Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün Peymâne-be-kef sâkî bu bezme ayağın bas Çeşm-i bîmârı süzülmüş acabâ hasta mıdır Câm-ı mey-i aşkınla mestâneliğim gel gör Yohsa şâhin gibi sayd almadığıçün beste midir Sâki, elde kadeh meclise ayak bas. Aşk içkisinin kadehiyle Baygın gözü süzülmüş acaba hasta mıdır ? Yoksa şahin gibi sarhoş olduğumu gel gör. av yakalması için bağlanmış mıdır ? Ben Vehbî-i pâmâlim hayret-zede vü lâlim Alma der istesem ol nahl-ı vefâ şeftâli Bâzîçe-i etfâlim dîvâneliğim gel gör Meyve-i hüsnünü bilmem dahi nâ reste midir Ben ayak altında çiğnenmiş Vehbî'yim. Şaşa kalmışım ve O vefa ağacından şeftali istesem vermez. Güzellik meyvesini dilsizim. Çocukların oyuncağıyım. Çılgınlığımı gel gör. bilmiyorum daha yetişmemiş midir? Keçecizâde İzzet Molla Kimi gördümse felekte bulunur bir derdi GAZEL 1 Nabz-ı Îsâ acabâ sıhhate peyveste midir Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün Dünyada kimi gördümse derdi bulunuyor. Acaba Îsa'nın Meşhûrdur ki fısk ile olmaz cihân harâb nabzı, sağlığa kavuşmuş mudur? Eyler onu müdâhene-i âilmân harâb 246 Cihanın, kulun işleyeceği günahlarla harap olmayacağı Ey aşağılık dünya! Bak, ev sahibi konuğu huzursuzluk onunbilginlerin dalkavukluğuile yıkılacağı herkesçe bilinir. etmez.Yoksa sana gelen bir daha gelmez. Bilmez ki iki kat yıkılır kendi halaktan Sahn-ı teng-i akla sığsa tevsen-ı hâlât-ı aşk İster cihân yıkıldığını hânumân-harâb Aşkın dik başlı ata benzeyen nitelikleri, dar akıl alanına Evi barkı yıkılan kişi, cihanın yıkılmasını ister de kendisinin sığsa, aşıklar delirmezlerdi. herkesten çok etkileneceğini düşünemez. Hüsn ü aşkın şu’lesi birdir nigâh-i vahdete Â’mâl-i hayr sülemidir kasr-i cennetin Yandı bilmezlikle kendi nârına pervâneler Mümki mi çıkma olsa eğer nerdübân harâb Vahdet-i vücûd varlığın birliği görüşüne göre, güzelliğin ve Yararlı işler cennet köşkünün merdivenidir. Merdiven yıkık aşkın ışığı birdir. Pervaneler hiç bilmeden kendi ateşlerine olursa, oraya çıkılabilir mi? yanarlar. Bir mevsim-i bahârına geldik ki âlemin Bôy-ı dâmdân-ı şarap- âlûdum eyler halkı mest Bülbül hamûş havz tehl gülsitân harâb Ben o ser-hôşum ki gezdim buncu yıl meyhâneler Âlemin öyle alışılmamış bir baharına geldik ki, bülbül Ben, bunca yıl meyhane meyhane dolaşmış bir sarhoşum susmuş havuz boş ve gül bahçesi darmadağın Şaraba bulaşmış eteğimin kokusu herkesi sarhoş eder. Çıkmaz bahâra değmede bî-çâre andelip Pâre pâre olmayınca ermedi maksûduna Pejmürde-bâl vakt-i şitâ âşiyân –harâb Tesliyetdir sâne-i sad- çâke İzzet şâneler Zavallı bülbül, yuvası yıkık ve kanadı kırık olarak, kolay İzzet parça parça olmadan istediğine kavuşamayan kolay kiştan bahara çikamaz. tarakların durumu, senin paramparça olmuş gönlüne tesellidir. Elbette bir sütûnu olurdu bu kubbenin İzzet nihâyet olmasa kevn ü mekân harâb Matbahı hâkisteri Monlâ-yı Rum’un var ola İzzet, valıklar âlemi sonunda harâp olmayacak olsa, bu Bir de yanmış nâr-ı gamdan hâneler kâşâneler kubbenin bir sütunu bulunurdu. Mevlana’nın mutfağının külü, bir de gam ateşiyle yanmış evleri saraylar var olsun Teslim olursa Pir’e medeng-i idâresi Olmaz diyâr-ı Rûm’da bir hânedân harâb GAZEL 3 Anadolu’da iradesinin anahtarı Mevlânâ’ya teslim olmuş Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün hanedân yıkılmaz. Gonce-i dâğ-ı dâ-i zârım ile eğlenirim Kendi üşkûfe-i gülzârım ile eğlenirim GAZEL 2 İnleyen gönlümde, goncaya benzeyen yanak yarasıyla, kendi Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün gül bahçemin çiçekleriyle eğlenir avunurum. Seyl ü âteşten emin olmaz yapılmış hâneler Rahat isterlerse ma’mûr olmasın viraneler Geh miyânın sararım gâh alırım âğûşe Yapılmış evler ateş, sel gibi felâketlere karşı emin değildir. Künc-i hülyâda bile yârim ile eğlenirim Yıkık yerler, rahat kalmak isterlerse bayındır duruma Bazen belini sararak, bazen de kucağıma alarak hayal gelmesinler. köşemde bile sevgilimle oyalanırım. Bir gelen bir dahi gelmez bak sana ey dehr-i dûn Her birin târ-ı hayâle geçirip külbemde Böyle takdir eylemez mihmânı sâhib-hâneler Cevher-i çeşm-i dürer-bârım ile eğlenirim 247 Yalnızlık köşemde, inciler yağdıran gözümün mücevherlerini Ağlayıp inlemekle umudum kalmadı. Feryad eden gönlüme hayal ipine düzerek oyalanırım. seni Tanrı sarhoş etsin. Va’de-i vaslına ma’nâ veririm gönlümce Sanki koynumda imişsin hele ta’bir edemem Geceler bî-hûde efkârım ile eğlenirim Bir güzel görmüş idim dün gece ey mâh seni Geceleri sevgilinin kavuşma konusunda verdiği sözü Ey yay yüzlü sevgili! Dün gece seni bir güzel görmüşüm ki gönlümden geçirip, boşuna düşüncelerle avunurum. anlatamam neye yarayacağımı bilemem. Sanki koyunumdaymışsın. Bir uzun söz açarım kâkül-i yâra dolayıp Çâre var mı dil-i nâ-çârım ile eğlerim İstemem görmeği kim derde giriftâr olurum Sevgilinin kâkülü ile ilgili uzun bir söz açıp, zavallı gönlüm Derde bak sabr edemem görmez isem gâh seni ile eğlenirim. Başka çare var mı? Dertlenirim diye seni görmek istemem. Derde bak ki, ara sıra seni göremessem sabredemem. Gönül eğlencesidir yâr sitem-kâr ise de Mihnet-i şuh-ı dil-âzârım ile eğlenirim Şu’le-i mûy-ı sefîdim görünür neyleyeyim Sevgili ne kadar zalim olsa da gönlümün eğlencesidir. Müm eder bir gün olur âh-ı sehergâh seni Gönül incitem sevgilinin verdiği eziyetle avunurum. Ne çare, sanki ağarmış saçlarım parıldamakta bir gün olur seher vakti ettiğim ah, seni mum gibi yakar. Günde bin kerre eder câm-ı dilim işkeste Günde bin kere gönlümü kırdığı halde, ziyankâr bir çocuğa Bâb-ı Monlâ’da çerâğ olmağa bak ey İzzet benzeyen sevgilimle oyalanırım. Ne durursun kul ederse o şehinşâh seni Ey İzzet! O padişahı Mevlânâ, seni kulluğa kabul ederse, hiç bakma kapısında çırak ol Vâsıf’ın bir gazel-i tâzesi varsa okurum Yohsa mecmû’a-ı eş’ârım ile eğlenirim Vâsıf’ın yeni bir şiiri varsa onu okurum. Yoksa, kendi GAZEL 5 şiirlerimle oyalanırım. Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün Tâb-ı dilden halka halka olmada ejder gibi Feleği hiçe sayıp sâye-i M evlânâ’da Dûd-ı âhım eyledi heft âsmânı yer gibi Nakd-i gencîne-i âsârım ile eğlenirim Gönül ateşinden ejderha gibi halka halka olup yükselen ah Mevlânâ sayesinde feleği hiçe sayıp, her zaman elimin dumanı, yedi feleği yeryüzüne döndürdü. altında bulunan hazine kadar değerli eserlerim ile vakit geçiririm. Sûz-ı diklem dûd-ı âhımdan haber-dâr olmadan Sînemi sûrâh sûrâh eyledim micmer gibi GAZEL 4 Göğsümü tütsü kabı gibi delik deşik ettim de, gönül Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün ateşinden ve duman gibi yükselen ahımdan haberin olmadı. Bu kadar nâlelerim etmedi âgâh seni Kime şekvâ edeyim âh seni âh seni Kokladım öptüm sarıldım ohşadım zülfün bu şeb Bunca inleyişim seni uyarmadı. Ah seni kime şikâyet Saklamam her kim sorarsa söylerim anber gibi edeyim? Ah seni Bu gece sarılıp öptüm, saçını okşadım. Kim sorarsa saklamam anber gibi korktuğunu söylerim. Âhdan nâleden ümmîdimi çoktan kesdim Mahrem etsin bu dil-i zarıma Allâh seni Gösterir Hûdhûd Süleymân’ın ne zahmet çektiğini Derd-i ser yokmuş cihanda çıklet-i efser gibi 248 Dünyada tacın ağırlığı kadar baş belâsı bişey yokmuş Hüdhât, Süleyman’ın ne zahmetler cektigini gösterir. Sonradan mâ’lûm olur şîrîn-i pend-i hâkim Gerçi kim evvel lisânı acıdır nîşter gibi Her ne kadar, sözü başlangıçta neşret gibi incitici olsa da, bilge kişilerin öğütlerinin tatlılığı sonradan anlaşılır. Zulmünü ol pâdişâh-ı hüsne i’lâm etmeğe Dâğ dâğ etdim gam ile sinemi mâzhar gibi Bana verdiği eziyeti, o güzellik padişahına bildirmek için göğsümü birkaç imzalı dilekçe gibi gamla dağladım. Genc-i zâhir kenz-i bâtım İzzetâ destinde bol Var mı bir bakan aceb Pîr-i kerem –güster gibi Ey İzzet! Acaba, Mevlânâ gibi elinde görünen görünmeyen hazineler bulunan, lütuf ve ihsan sahibi başka bir padişah var. 249