BÜYÜK TÜRK KLASİKLERİ
Gazeller ve Diliçi Çevirileri
SAÜ Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü
2013 Girişli B Grubu
I. ve II. Öğretim Öğrencilerinin Ortak Çalışmasıdır
0
13. YÜZYIL......................................................................... 1
Esrâr Dede ................................................................... 205
Yunus Emre ..................................................................... 1
Nedim .......................................................................... 210
15. YÜZYIL....................................................................... 19
Hoca Neş’et ................................................................. 219
Necâtî Bey ..................................................................... 19
Neylî ............................................................................ 221
Şeyhî .............................................................................. 48
İlhâmî ........................................................................... 223
16. YÜZYIL....................................................................... 50
Şeyh Gâlib ................................................................... 225
Zâtî ................................................................................ 50
19. YÜZYIL ..................................................................... 243
Hayâlî Bey ..................................................................... 52
Vâsıf ............................................................................ 243
Muhîbbî ......................................................................... 61
Sünbülzâde Vehbî ........................................................ 244
Yahyâ Bey ..................................................................... 62
Keçecizâde İzzet Molla................................................ 246
Nev’î .............................................................................. 65
Fuzûlî ............................................................................. 69
Bâkî ............................................................................... 88
Bağdatlı Rûhî ............................................................... 115
17. YÜZYIL..................................................................... 117
Bahtî ............................................................................ 117
Veysî ............................................................................ 118
Hâletî ........................................................................... 120
Fehîm-i Kadîm ............................................................ 122
Sâbit ............................................................................. 124
Nef’î ............................................................................ 126
Şeyhülislâm Yahyâ ...................................................... 137
Şeyhülislâm Bahâyî ..................................................... 147
Cevrî ............................................................................ 152
Vecdî ........................................................................... 155
Nâilî-i Kadîm ............................................................... 160
Neşâtî ........................................................................... 171
Mezâkî ......................................................................... 174
Nâbî ............................................................................. 180
18. YÜZYIL..................................................................... 184
Osmanzâde Tâib .......................................................... 184
Râşid ............................................................................ 185
Seyyid Vehbî ............................................................... 187
Şeyhülislâm Esad Efendi ............................................. 189
Mehmed Emin Belîğ.................................................... 191
Nevres-i Kadîm ........................................................... 193
Koca Râgıb Paşa .......................................................... 195
Haşmet ......................................................................... 199
Fıtnat Hanım ................................................................ 203
1
13. YÜZYIL
Canım orada tutsaktı, vîrân yerde kalmıştım. “Gel” dediler
Yunus Emre
oraya gittim. Yöneldim ve işte göçtüm.
GAZEL
Hak’dan nazar oldı bana Hak kapusın açar oldum
Yûnus Hakk’a bilişeli cân u gönül virişeli
Girdüm Hakk’un haznesine dürr ü gevher saçar oldum
Şol Tapduğ’a irişeli gözlerümü açar oldum
Hak’dan bir nazar oldu (bana bir ilgi, bir lütûf oldu) Hak
Yûnus Hak’la tanışalı, can ve gönül verişeli, Tapduk
kapısını açtım. Hakk’ın hazînesine girdim, inci ve mücevher
Emre’ye erişeli, gözlerim açılmaya başladı.
saçtım.
GAZEL
Devlet tâcı başa kondı aşk kadehin bana sundı
İster idüm Allâh’ı buldumısa ne oldı
Susaduğumca ben dahı her dem anı içer oldum
Ağlarıdum dün ü gün güldümise ne oldı
Başıma devlet tacı kondu, bana aşk kadehini sundu. Her
Allah’ı isterdim buldumsa ne oldu? Gece gündüz ağlardım,
zaman susadıkça ondan içtim.
sonunda güldümse ne oldu?
Esritdi aşka düşürdi ben hamıdum aşk bişürdi
Erenler meydânında yuvarlanur top idüm
Aklumı başa divşürdi hayrı şerden seçer oldum
Pâdişâh çevgânında kaldumısa ne oldı
Beni esritip (sarhoş edip) aşka düşürdü. Ben hamdım, aşk
Erenler meydanında yuvarlanan bir toptum Pâdişâh
pişirdi, aklımı başıma devşirdi, hayrı şerden seçmeğe
çevgeninde kaldımsa ne oldu?
başladım.
Erenler sohbetinde deste kızıl gül idüm
Hayra döndi benüm işüm endişeden âzâd başum
Açıldum ele geldüm soldumısa ne oldı
Nefsüm başın kesüben şer işlerden kaçar oldum
Erenler sohbetinde bir deste kırmızı gül idim, Açıldım ele
Benim işim hayra döndü, başım kaygıdan kurtuldu. Nefsimin
geldim ve soldumsa ne oldu?
başını keserek şer işlerden kaçmağa başladım.
Âlimler ulemâlar medresede buldısa
Kesdüm başın nefsüm öldi fısk u fesâd işler kıldı
Ben harâbât içinde buldumısa ne oldı
Hak’dan bana nazar oldı kanadlandum uçar oldum
Âlimlerle ulemanın medresede bulduğunu, ben harâbât
Fısk u fesâd yapmağa başladığı için nefsimin başını kestim.
içinde buldumsa ne oldu?
Öldü. (Böylece) Hak’dan bana lütûf oldu kanatlanıp uçmağa
başladım.
İşit Yûnus’ı işit yine delü oldı hoş
Erenler mânîsine daldumısa ne oldı
Uçdum bir hoş yire kondum bu dünyâyı bâkî sandum
İşit Yûnus işit, yine deli oldu, Erenlerin mânâsına (âlemine)
Ey yârenler ben usandum kondum girü göçer oldum
daldımsa, ne oldu?
Uçtum, hoş bir yere kondum. Bu dünyâyı bâkî sandım. Ey
dostlar ben usandım. Kondum, tekrar göçer oldum.
GAZEL
İlim ilim bilmekdür ilim kendin bilmekdür
Göçenler menzile yitdi vardı anda karâr itdi
Sen kendini bilmezsin yâ nice okumakdur
Geçdi ömür kavil bitdi varlığumdan geçer oldum
İlim, doğru olanı bilmektir. O da insanın kendisini
Göçenler konağa erişti, gidip orada karar kıldı, ömür geçti,
bilmesidir. İnsan, kendini bilmezse okumanın faydası yoktur.
söz bitti, varlığımdan (varlıktan) geçtim.
(Kendini bilmek, tasavvuf inanışında temel fikirlerden
birisidir. Buna göre, Allah’ın bir parçası olan insan,
Dutsakıdı cânum anda, kalmışdum bir vîrân yirde
kendisini tanırsa, Allah’ı tanır. Yûnus’un ilimden anladığı
Gel didiler vardum anda yöneldüm uş göçer oldum
insanın Allah’ı bilmesidir.)
1
Bir bakışta(düşüncede)kalmayalım gel gönül dosta gidelim.
Hasretle ölmeyelim gel gönül dosta gidelim.
Okumakdan mânî ne kişi Hakk’ı bilmekdür
Çün okıdun bilmezsin ha bir kurı emekdür
Okumanın maksadı Hakk’ı bilmektir. Okuyan insan, eğer
Gel gidelüm cân durmadın sûret terkini urmadın
Allah’ı bilmezse, boşa emek harcamış olur.
Araya düşmen girmedin gel dôsta gidelüm gönül
Gel gönül can durmadan, (rûh) vücûddan ayrılmadan,
araya düşman girmeden dosta gidelim.
Okıdum bildüm dime çok tâat kıldum dime
Eri Hak bilmezisen abes yire yilmekdür
“Okudum, biliyorum” deme. “Çok itâat ettim, çok ibâdet
Gel gidelüm kalma ırak dôst içün kılalum yarak
ettim” deme. Eğer Hakk’ı tanımadıysan, Allah‘ı
Şeyhün katındadur durak gel dôsta gidelüm gönül
bilmediysen, bütün gayretin boş yere koşuşturmaktan başka
Gel gidelim, uzakta kalma, dost için hazırlık yapalım,
bir şey değildir.
durağımız şeyhin katındadır. Gel gönül dosta gidelim.
Dört Kitâbun mânisi bellüdür bir elifde
Terkidelüm il ü şarı dôst içün kılalum zârı
Sen elifi bilmezsin bu nice okumakdur
Ele getürelüm yârı gel dôsta gidelüm gönül
Dört kitâb’ın mânâsı bir Elif’de toplanmıştır. Eğer sen Elif’i
Ülkeden şehirden uzaklaşalım, dost için ağlayıp sızlayalım,
bilmiyorsan bu nasıl okumaktır. (Dört kitap Kur’ân, İncîl,
sevgiliyi ele geçirelim. Gel gönül dosta gidelim
Tevrât ve Zebûr’dur. Bunlar, Allah’ın birliği inancına
dayanan kutsal kitaplardır. Eski alfabenin ilk harfi olan Elif,
Bu dünyâya kalmayalum fânîdür aldanmayalum
tasavvufda “bir”i, “birliği” (Vahdeti) sembolize eder.
Biriken ayrılmayalum gel dôsta gidelüm gönül
Yûnus’a göre ilmin ve imânın başı da, sonu da bunu
Bu dünya fânidir, orada kalmayalım; ona aldanmayalım,
bilmekten ibârettir.)
birleşmişken ayrılmayalım. Gel gönül dosta gidelim.
Yigirmi dokuz hece okusan ucdan uca
Biz bu cihandan göçelüm ol dôst iline uçalum
Sen elif dirsün hoca mânisi ne dimekdür
Ârzû hevâdan geçelüm gel dôsta gidelüm gönül
Bütün harfleri, heceleri, kitapları baştan başa okusan ne
Biz bu dünyadan göçerek o dost iline uçalım; arzû ve
çıkar. Önce Elif’i bilmelisin. Elif’in mânâsını bilmelisin.
hevesden geçelim. Gel gönül dosta gidelim.
(Yûnus dördüncü beyitteki inanışı bir kere daha tekrarlıyor.
İlim, Allah’ın birliğini bilmektir. Yalnız bunu bilmek yetmez,
Kulağuz olgıl sen bana gönilelüm dôstdan yana
mânâsını da anlamak gerekiyor diyor.)
Bakmayalum önden sona gel dôsta gidelüm gönül
Sen bana kılavuz ol; dosttan yana yönelelim; önüne sonuna
bakmayalım. Gel gönül dosta gidelim.
Yûnus Emre dir hoca girekse var bin hacca
Hepisinden eyüce bir gönüle girmekdür
Yûnus Emre der ki: Ey Hoca, bin defa Hacc’a gitmek iyidir,
Bu dünyâ olmaz pâyidâr aç gözüni cânın uyar
ama ondan daha iyisi bir insanın gönlünü kazanmaktır.
Olgıl bana yoldaş u yâr gel dôsta gidelüm gönül
(Tasavvufda ve eski kültürümüzde gönül, Allah’ın evi,
Bu dünyâ sürekli kalmaz. Gözünü aç, canını uyar, bana
tecelligâhıdır. Dolayısıyla bir gönül kazanmak, Allah’ın
yoldaş ve arkadaş ol. Gel gönül dosta gidelim.
rızâsını kazanmak demektir.)
Ölüm haberi gelmedin ecel yakamuz almadın
GAZEL
Azrâil hamle kılmadın gel dôsta gidelüm gönül
Bir nazarda kalmayalum gel dôsta gidelüm gönül
Ölüm haberi gelmeden, ecel yakamıza yapışmadan, Azrâil
Hasretile ölmeyelüm gel dôsta gidelüm gönül
hamle etmeden (saldırmadan), gel gönül dosta gidelim.
2
Gerçek erene varalum Hakk’ın haberin soralum
Bu çağda sakal çıkar görenin göreceği tutar. Gönül
Yûnus Emre’yi alalum gel dôsta gidelüm gönül
güzellerin arasına karışır, aşka düşer
Gerçek erene gidelim, Hakk’ın haberini alalım. Yûnus
Emre’yi alıp gel gönül dosta gidelim.
Hayırdan şerri çok sever işlemeğe becid iver
Nefsinün dieğin kovar nefs evine düşdi gönül
GAZEL
Hayırdan çok şerri sever, şer işlemeğe acele eder. Nefsinin
Ata belinden bir zamân anasına düşdi gönül
arzusu peşinde koşar: gönül nefs evine düştü
Hak’dan bize destûr oldı hazîneye düşdi gönül
Bir zaman gönül baba belinden ana rahmine düştü. Hak’tan
Kırkbeşimde suret döner kara sakala ak iner
bize izin çıktı, gönül hazineye düştü
Bakup şeybetin göricek yoldurmağa düşdi gönül
Kırkbeşinde yüzü değişir kara sakala ak düşer. Yaşlandığını
görünce gönül ağaran kılları yolmağa başladı
Anda beni cân eyledi et ü sünük kan eyledi
Dört on güni diyiceğiz değritmeye düşdi gönül. Orada bana
can verdi; et kemik ve can verdi. Kırk gün içinde
Yola gider başaramaz yiğitliğe eli varmaz
kımıldamağa başladı gönül
Bu nesneleri koyuban yuvanmağa düşdi gönül
Yola gider başaramaz, gençliğe eli erişmez. Gönül bütün
bunlar bırakıp tembelliğe düştü
Yürüridüm anda pinhân Hak buyruğu virmez amân
Vatanumdan ayırdılar bu dünyaya düşdi gönül
Orada gizlice yürüyordum. Tanrı buyruğuna karşı gelinmez.
Oğl eydür bunadı ölmez kız eydür yirinden durmaz
Yurdumdan ayırdılar gönül bu dünyaya düştü
Hiç kendi hâlinden bilmez hâlden hâle düşdi gönül
Oğul: ’Bunadı, ölmez’ der; kız ‘yerinden kalmaz’ der.
Hâlden hâle düşen gönül kendi hâlini bilmez
Beni beşiğe urdılar elüm ayağum sardılar
Öndin acısın virdiler tuz içine düşdi gönül
Beni beşiğe yatrdılar, elimi ayağımı sardılar. Önce acısıı
Öliceğiz şükrideler sinden yana iledeler
verdiler tuz içine düştü gönül
Allâh adın zikr ideler çok şüküre irdi gönül
Ölünce şükrederler, mezara götürürler. Allah’ın adını
anarlar. Gönül çok şüküre erişti
Günde iki kez çözerler başına akça dizerler
Ağzıma emcek virdiler nefs kabzına düşdi gönül
Günde iki kez çözdüler, başıma akça dzidler. Ağzıma meme
Su getüreler yumağa kefen saralar komağa
verdiler, nefis eline düştü gönül
Ağaç ata bindüreler teneşire düşdi gönül
Yıkamak için su getirirler, kefene sararar. Tahta ata
bindirdiler gönül teneşire kavuştu
Bu nesneyi terkeyledüm yürimeğe azmeyledüm
On’ki sünüğin yazarlar elden ele düşdi gönül
Bunu bırakarak yürümeğe karar verdim. On iki kaburga
Eğer varsa amelün gin olısar sinün senün
kemiği belirmişti. Gönül elden düştü
Eğer yoğısa amelün şarâb içdi gönül
(İyi) Amelin varsa mezarın geniş olur. (iyş) Amelin yoksa
gönül ateşten şarap içti
Oğlan iken sultân kopar kim elin im yüzin öper
Akıl bana yoldaş oldı sultanlığa düşdi gönül
(İnsan) Çocukken sultan sayılır kimi elini kii yüzünü öper.
Yûnus anlayıver hâlün şuna uğraşıyor yolun
Akıl bana yoldaş oldu, sultanlığa heves etti gönül
Bunda elin ireriken hayr işlere düşdi gönül
Yûnus hâlini anla, yolun şuna varıyor: Bu dünyada elin
ulaşırken gönül hayır işlere düştü
Bu çağıla sakal biter görenin gülregi dutar
Güzeller katında biter sev-sevüye düşdi gönül
3
GAZEL
Gaafil ne bilir Hakk’ı sevr var
Aşkın aldı benden beni bana seni gerek seni
Bırak gülen gülsün, Hak bizim olsun. Hakk’ı sevenlerin
Ben yanaram düni güni bana seni gerek seni
olduğunu, gafil olanlar ne bilir?
Aşkın beni benden aldı bana sen gereksin sen. Ben gece
gündüz yanarım bana sen gereksin sen
Bu yol uzaktadur menzili çokdur
Geçidi yokdur derin sular var
Ne varlığa sevünirem ne yokluğa yirinürem
Bu yok uzaktadır, konakları çoktur. Geçidi yoktur, derin
Aşkınla avunuram bana seni gerek seni
sular var
Ne varlığa sevinirim ne yokluğa üzülürüm. Aşkınla
Girdik bu yola aşkıla bile
avunurum bana sen gereksin sen
Gurbetlik ile bizi salar var
Bu yola aşk ile birlikte girdik. Bizi gurbet illere salanlar var
Aşkın âşıklar öldürür aşk denizine doldurur
Tecellîye doldurur bana seni gerek seni
Aşkın aşıklar öldürür, aşk denizine daldırır. Tecelli ile
Her kim merdâne gelsün meydâna
doldurur; bana sen gereksin sen
Kalmasun câna kimde hüner var
Her kim mert ise meydana gelsin. Kimde hüner varsa
saklamasın göstersin
Aşkun şarabından içem mecnun olup dağa düşem
Sensin dün ü gün endişem bana seni gerek seni
Aşkın şarabındam içeyim, Mecnun olup dağlara düşeyim.
Yûnus sen bunda meydân isteme
Gece gündüz düşüncem sensin; bana seni gerek seni
Meydân içinde merdâneler var
Yunus sen burada meydan isteme. Meydan içinde meydan
Sûfîlere sohber gerek ahîlere ahret gerek
erleri var
Mecnûnla’a Leyl’î gerek bana eni gerek seni
Sûfîlere sohber gerek ahîlere ahret gerek. Mecnûnla’a Leylâ
GAZEL
gerek; bana sen gereksin sen
Sensin Kerîm sensin Rahîm Allâh sana sundum elüm
Senden artuk yokdur emüm Allâh sana sudum elüm
Eğer beni öldireler külim göke savurular
Kerîm olan sensin, Rahmân olan sensin Allahım elimi Sana
Toprağum anda çağıra bana seni gerek seni
sundum. Sen’den başka ilacım yoktur, Allah’ım elimi Sana
Eğer beni öldürseler, külümü göğe savursalar. Toprağım
sundum
orada ‘bana sen gereklisin sen’ diye bağırır
Ecel geldi vâde irdi bu ömrün kadehi doldu
Yûnus durur benüm adum güngeldükçe artar odum
Kimdir ki içmeden kaldı Allâh sana sundum elimi
İki cihânda maksudum bana seni gerek seni
Ecel geldi, vâde ulaştı bu ömrümün kadehi doldu. İçmeden
Benim adım Yunus’tur. Gün geçtikçe ateşim artar. İki
kim kaldı Allah’ım elimi Sana sundum
cihanda maksadım: bana sen gereklisin sen
Gözlerüm göke süzüldi cânum göğüzden üzüldi
GAZEL
Dilüm tetiği bozuldı Allâh sana sundum elimi
Yar yüreğim yâr gör ki neler var
Gözlerim göğe süzüldü, canım göğüsten koptu. Dilimin tetiği
Bu halk içinde bize güler var
bozuldu, Allah elimi Sana sundum
Sevgili yüreğimi yar da neler var gör. Bu halk içinde bize
gülenler var
Uş biçildi kefen donum Hazret’e yöneltdüm yönüm
Aceb nice ola hâlüm Allâh sana sundu elüm
Ko gülen gülsün Hak bizim olsun
4
İşte kefen elbisem biçildi, yönümü Tanrı’ya doğrulttum.
Acabâ hâlim ne olacaktı? Allah’ım elimi Sana sundum
Bir niçe kişilerün gaflet gözin bağlamış
Hak yoluna dirisen bir yufkaya kıyamaz
Urdılar suyum ılıdı kavum kardaş cümle geldi
Birçok kişilerin gözünü gaflet bağlamış. Hak yolu için(bir
Esen kalsun kavum kardaş Allâh sana sundum elüm
şey) desen bir yufkaya (bile) kıyamaz
Suyumu ocağa koydular, ısındı. Kavim kardeş hepsi geldi.
Kavim, kardeş esen kalsın. Allâh’ım elimi Sana sundum
Bu dünye bir gelindür yeşil kızıl donanmış
Kişi yen gelince bakubanı doyamaz.
Gledi salacam sarılur dört yana salâ virülür
Bu dünyâ bir gelindir, yeşil kızıl donanmış, insan yeni geline
İl namâzuma dirilür Allâh sana sundum elüm
bakmaya doyamaz.
Salacam geldi, sarılır; dört yana selâm verilir. Halk
namâzımı kılmak için toplanır. Allah’ım elimi Sana sundum
İy niçe arslanları alur akdarur ölüm
Azrâil pençesine bir yohsulca döyemez
Çün cenazeden şeşdiler üstüme toprak sacdılar
Ölüm birçok arslanı alır götürür. O arslanlar Azrâil’in
Hep koyubanı kaçdılar Allâh sana sundum elüm
pençesine bir yoksulun tahammül ettiği kadar dayanamazlar
Vaktâki cenazeden dağıldılar, üstüme toprak sacdılar. Hep
koyarak kaçtılar. Allah’ım elimi sana sundum
Var imdi miskin Yûnus uryân olup gir yola
Yüz çukallu gelürse yalıncağı soyamaz
Yidi tamu sekiz uçmak her birinün vardur yolı
Şimdi miskin Yûnus git, soyun(ve) yola gir. Yüz zırhlı gelirse
Her bir yolda yüz biin çârşû Allâh sana sundum elüm
de (bir) çıplağı soyamaz.
Yedi cehennem sekiz cennet her birinin yolu var. Her bir
yolda yüz bin çarşı. Allah’ım sana sundum elimi
GAZEL
İy âşıklar iy âşıklar aşk mezheb ü dîndür bana
Geldi Münker ile Nekir her birisi sordı bir dil
Gördi güzüm dôst yüzini yas kamu düğündür bana
İlâhi sen cevâb virgil Allâh sana sundum elüm
Ey âşıklar, ey âşıklar benim dînim ve mezhebim aşktır;
Geldi Münker ile Nekir, her birisi bir dil sordu. İlâhi sen
Dost’un yüzünü gördüğümden ber, yaslı günlerim hep düğün
cevap ver. Allah’ım sana sundum elimi
günleridir.
Görün aceb oldı zamân gönülden eylerüz figaan
Ayruk bana ben dimeyem kimseneye sen dimeyem
Ölür çün anadan doğan Allâh sana sundum elüm
Bu kul o sultân dimeyem işidenler kala tana
Görün zaman ne acayip oldu. Gönülden feryat ederiz.
Artık bana “ben ’’, başkasına da “sen’’ demeyeyim. Bu
Mâdem ki anadan doğan ölür. Allah’ım sana sundum elimi
kuldur, o sultândır demeyeyim ki herkes hayretler içinde
kalsın. (Tasavvufta Tanrı’ya ulaşmanın ilk adımı benlikten
Yûnus tap uzatdun sözi Allahuna tutgıl yüzi
kurtulmaktır. Bu inanışa göre ben-sen, benlik-senlik
Dîdârdan ayurma bizi Allâh sana sundum elüm
zâhiridir. Görünen her şey Allah’ın bir parçası, gölgesi,
Yûnus sözü uzattın. Yüzünü Allah’a döndür. Bizi Sevgili’den
tecellisidir.)
ayırma. Allah’ım Sana sundum elimi
Dôst aşkına ulaşaldan dünyâ âhiret bir oldı
GAZEL
Ezel ebed sorarısan dün ile bugündür bana
Niçeler bu dünyede günâhını yuyamaz
Dostun aşkına ulaştığımdan beri dünyâ ve ahiret benim için
Ömri geçer yok yire iy dirîgâ duyamaz
oldu. Benim nazarımda ezel ile ebed, dün ile bugün gibidir.
Bu dünyâda birçok kimse günâhını, yıkayamaz. Yok yere
ömrü geçer, yazık ki duymaz.
Ayruk bize yas olmaya hîç gönlümüz pas olmaya
5
Zîra Hâk’dan gelen âvâz savulmaz bir ündür bana
Âşıkların gönlü de, gözü de Sevgili’ye yönelmiştir. Artık
Artık bize yas olmaz, gönlümüzde pas, yâni dünyâ kiri
geriye ne kalır? Gönlü ve gözü ile Allah’a bağlanmış olan
olmaz. Hak’dan gelen âvâz, bizi kendimize getirdi, gerçek
ibâdeti ne yapsın?
yolu buldurdu.
Tâat kılan uçmağ içün dîn tutmayan tamu içün
Ben aşkundan ayrılmayam dergâhundan ırılmayam
Ol ikiden fâriğ olur neye benzer bu işâret
Eğer benden gider isem senün ile varam sana
Cennete gitmek için ibâdet eden, Cehennem’den kurtulmak
Ben senin aşkından ayrılmayayım, dergâhından
için dîne sığınan insan, sonunda bu ikisindende vazgeçer.
uzaklaşmayayım. Eğer benliğimden kurtulursam, sana senin
Bu neye işârettir? Bu, Cennet arzusu ve Cehennem
ile varayım.
korkusuyla değil, Allah’a olan aşk için ibâdet etmek
demektir.
Ol dôst beni viribidi var dünyâyı bir gör didi
Geldüm gördüm hoş ârâyiş seni seven kalmaz ana
Her kim dostı sever ise dosttan yana gitmek gerek
O Dost beni gönderdi, git şu dünyâyı gör dedi. Geldim, bu
İşi güci dôst olıcak cümle işden olur âzât
güzellikleri gördüm, ama anladım ki o dostu seven bu
Kim dostunu seviyorsa, dosttan yana gitmelidir. İşi gücü
dünyâya bağlanmaz.
dost olan insan, başka işlerle uğraşmaz.
Kullarına va’d eyledi yarınki gün görnem didi
Anun gibi ma’şûkanun haberini kim getürür
Ol dostlarun sevindüği yarınum bugündür bana
Cebrâil-i mürsel sığmaz şöyle olındı işâret
O, kullarına vâdetti: Bir gün size görüneceğim, didârımı
O’nun gibi bir sevgilinin haberini kim getirebilir? Bu
göreceksiniz, dedi. İşte, o, kulların sevinçle beklediği gün
habercilik ancak Cebrâil’e yakışır.
benim için bugündür.
(Cebrâil, dört büyük melekten birisidir, Hz. Peygamber’e
vahiy getiren Kur’ân’ı öğreten melektir.)
Yûnus seni dîn idindi dîn nedür îman idindi
Aşka bugün yarın nolur işi budur öndin sona
Soru hisâb olmayısar dünyâ ahret kovana
Yûnus, senin aşkını kendine dîn edindi, bu aşkı îmân bildi.
Münker ü Nekir ne sorar terk olıcak cümle murât
Onun artık baştan sona tek işi vardır ki, o da senin aşkınla
Dünyâ ve ahreti terk etmiş insana kabir sorusu yoktur.
avunmaktır.
Bütün hırslarını, dünyâ ve âhirete âit arzû ve emellerini terk
etmiş birisine Münker, Nekir ne sorabilir? (Münker ve
GAZEL
Nekir, kabirde ölüleri, dünyâya âit amellerinden ve
Din ü millet sorarısan âşıklara dîn ne hâcet
günahlarından sorguya çeken iki melektir.)
Âşık kişi harâb olur harâb bilmez dîn diyânet
Dîn nedir, millet nedir diye sorma. Âşıklara dîn ne gerek!
Havf u recâ gelmez gelmez anda varlık yoklık bırağana
Âşık kişi harâbât ehlidir, bu insanlar dîn diyânet bilmezler.
ilm ü amel sığmaz anda ne terâzû var ne sırât
(Din ile Allah’a inanış ve bağlanış yolu kastedilmiştir.
Varlık ve yokluk endîşesini terketmiş insanın korkmasına
Allah’a aşk ile bağlı olan insan, Yûnus’a göre, artık başka
sebep yoktur. Ondan hiç bir şeyin hesâbı sorulmayacaktır.
bir yol aramaz. (Beyitte, ayrıca Tanrı’ya ulaşmak için
Ne günâhları tartılacak, ne de Sırat’tan geçmek zorunda
medrese ile tarîkat arasındaki fark ele alınmıştır. Medrese
kalacaktır.
ehli ibâdeti ön plânda tutar. Mutasavvıflar ise Tanrı’ya
(Son iki beyitte tasavvufun önemli fikirlerinden birisine
ulaşmanın en kestirme yolu olarak aşkı görürler.)
telmîh vardır. Buna göre insan, üç merhaleden geçerek
Tanrı’ya ulaşır: Terk-i dünyâ, dünyâyı terketme; terk-i ukbâ,
Âşıklarun gönlü gözi mâşûk dapa gitmiş olur
ahretteki mukâfatları terketme ve terk-i terk, bu terketme
Ayruk sûretde ne kalur kim kılısar zühd ü tâat
düşüncesini de akıldan çıkarma… Böylece insan, her
6
yaptığını Allah için, onun rızâsı için yapmış olur ki, bu
insan, ahrette sorguya suale çekilmez. Çünkü o zâten
Ne gelmeğün gelmek durur ne gülmeğin gülmek durur
maksada ulaşmıştır.)
Son menzilün ölmek durur duymadunsa aşkdan eser
Eğer aşktan bir eser duymadınsa, eğer Tanrı aşkını
Ol kıyâmet bâzârında her bir kula baş kayısı
tatmadınsa, yaşamanın mânâsı yoktur. Ne dünyâya gelmiş
Yûnus sen âşıklar ıla hiç görmeyesin kıyâmet
olmanın, ne de gülmenin bir mânâsı olamaz. Son durağın
O kıyâmet günü, her kulun en büyük kaygısıdır. Ey Yûnus,
ölüm olur ki bu da hiç yaşamamışsın demektir.
eğer sen âşıklardan olabildinse kıyâmet gününden korkma.
Herbir sözi duyayıdun ya bu gamı yiyeyidün
GAZEL
Yiründe eriyeyidün gideydi senden kâr ü bâr
İy aşk eri aç gözini yir yüzine kılgıl nazar
Her doğru sözü anlasaydın, mânâsını bilmek için gayret
Gör bu lâtif çiçekleri bezenüp uşgeldi geçer
gösterseydini mâddi varlığından uzaklaşsaydın, senden
Ey aşk eri gözünü aç, yeryüzünü bir seyret. Şu güzel
dünyâ meşgalesi uzaklaşırdı. İşin gücün için gam yemezdin.
çiçeklere bir bak, nasıl süslenmişler.
Ama çabuk ol, onların böyle açılmaları ile solmaları ân
Bildün gelen geçer imiş bildün konan göçer imiş
meselesidir.
Aşk şerbetin içer imiş her kim bu mâniden duyar
Eğer gelenin gidici, konanın göçücü olduğunu bildiysen,
Bunlar böyle bezenüben dostdan yana uzanuban
bunun mânâsını anladıysan, o zaman aşk şerbetinden
Bir sor ahi bunlara sen kancaradur azm-i sefer
içersin.
Bunlar böyle bezenip, Hakk’a doğru yol arıyorlar. Ey
kardeş sor bunlara bir kere, böyle nereye sefer ediyorlar?
Yûnus bu sözleri kogıl kendözinden elüm yugıl
Senden ne gele bir digil çün Hak’dan gelür hayr u şer
Her bir çiçek bin nâzıla öğer Hakk’ı niyâzıla
Yûnus bu sözleri bırak, elini kendinden çek, benliğinden
Bu kuşlar hoş âvâz ıla ol pâdişâhı zikr ider
uzaklaş. Senin neye gücün yeter ki?
Bütün çiçekler bin nâz ve bin niyâz ile Hakk’ı öğerler.
Her şeye gücü yeten, hayrı ve şerri yaratan Allah’dır.
Kuşlar da o güzel sesleriyle o yüce Pâdişâh’ı zikrederler.
GAZEL
Öğer anun kadirliğin her bir işe hâzırlığın
Keleci bilen kişinün yüzüni ağ ide bir söz
İllâ ömri kasırlığın anıcağız benzi solar
Sözi bişirüp diyenün işini sağ ide bir söz
Bilirler ki onun her şeye gücü yeter, O, yarattıklarını sever.
Bir güzel, söz, mânâlı söz seylemesini bilenin yüzünü ağ
Her yerde hâzır ve nâzırdır. Fakat bu yaratıklar, kendi
eder. Sözü düşünerek söyleyenin işini kolaylaştırır.
ömürlerinin ne kadar kısa olduğunu hatırlayınca üzülürler,
Söz ola kese savaşı söz ola bitüre başı
benizleri solar.
Söz ola ağulu aşı bal ile yağ ide bir söz
Rengi döner günden güne toprağa dökilür gine
Söz vardır, savaşı keser; söz, yarayı iyileştirir. Söz de vardır
İbret durur anlayana bu ibreti ârif duyar
ağılı aşı yağ ile bal ider.
O çiçeklerin rengi günden güne solar, sonra toprağa
dökülürler. Bu, anlayana bir ibret dersidir. Bu dersi, ancak
Kelecilerün bişirgil yaramazını şeşirgil
ârif olan insanlar anlayabilir. (Beyitte, İslâmiyet’in temel
Sözün us ıla düşürgil dimegil çağ ide bir söz
inanışlarından birisine telmîh vardır. İnanışa göre ‘herşey
Sözünü söylemeden iyice düşün, işe yaramayan sözü
aslına rücû eder, aslına döner’. Çiçek
söyleme; Sözün akla uygun düşsün, yoksa sana ham insan
_Burada dolaylı olarak insan kastedilmiştir _ topraktan
derler, câhil derler.
biter, sonra tekrar toprağa döner.)
7
Gel ahî iy şehriyâri sözümüzi dinle bâri
Urdı Mîrâc kasdına yüridi âbdestine
Hezâr gevher ü dinâri kara toprağ ide bir söz
Secde kıldı dostına dimedi yakın ırak
Gel ey kardeşim, sultânım! Sözümü dinle. Söz eğer iyi ve
Hz. Muhammed, Mi’râc’a hazırlık için abdestini aldı,
yerinde söylenmezse, yüzlerce mücevheri ve altını kara
namâzını kıldı. Dostun yakın-ırak olduğunu düşünmedi.
toprak eder, kötü söz, söyleyen insanın değerini düşürür.
Gitti yik Hazreti getürdi Burak atı
Nûrdan idi hilâti gözi gevher yüzi ak
Kişi bile söz demini dimeye sözün kemini
Cebrâil, Burak atı getirdi. Muhammed, nûrdan bir elbise
Bu cihân cehennemini sekiz uçmağ ide bir söz
giymişti. Gözleri inci gibi, yüzü tertemiz idi.
İnsanoğlu sözü ne zaman söyleyeceğini bilmeli, kötü sözü
söylememeli. İyi söz, bu dünyâ cehennemini cennet
Kadem bir taşa basdı taş kopdı bile vardı
bahçelerine döndürür.
Kâf yâ mübârek didi şöyle kaldı mu’allak
Ayağıyla bir taşa bastı, taş arkası sıra yuvarlandı ve
Allah’ın hikmetiyle boşlukta öylece kalakaldı.
Yüri yüri yolun ıla gaafil olma bilün ile
Key sakın ki dilün ile cânuna dâğ ide bir söz
Yolun doğrusunu seç, o yolda yürü. Bilgili ol, gafil olma.
Taş eydür gelesini bir kadem basasını
Sözünü sakın, olmaya ki bir söz ile hem başkalarını
Resûl eydür gelürem buyurur ısa ol Hak
yaralayasın, hem de acı çekesin.
Taş, Muhammed’e, kendisine doğru gelmesini ve ayağını
basmasını istedi. Resûl, ‘’O Hak, emrediyorsa gelirim ‘’
Yûnus imdi söz yatından söyle sözi gaayetinden
dedi.
Key sakın o şeh katından seni ırağ ide bir söz
Yûnus sakın fenâ söz söyleme. Sözün iyisini, hoşa gidenini
Göklere haber oldı yir gök şâdılık daldı
söyle ki, kötü bir söz insanı Allah’tan bile uzaklaştırır.
Eydürler Ahmed geldi bezendi sekiz uçmak
Göklere haber ulaştı, ‘’Muhammed geliyor’’ diye yer gök
sevinçle doldu. Cennet bahçeleri bezendi, süslendi.
GAZEL
Muhammed’e bir gice Çalab’dan indi Burak
Cebrâil eydür hocam mîrâca kığırdı Hak
Gör Muhammed neyledi gökleri seyr eyledi
Allah, bir gece Hz. Muhammad’e Burak’ı indirdi. Cebrâil ‘’
Ümmetini toyladı arşa hemin varıcak
Hocam, Hak seni mi’râca çağırıyor ’’dedi. (Beyitte Mi’râc
Bakın Hz. Muhammed ne yaptı: Gökleri geçdi, arşa vardı.
hâdisesine telmîh vardır. Kur’ân-ı Kerîm’de ve
Oraya varınca hemen ümmetini sevindirdi. (İnanışa göre
Peygamber’in hayatıyla ilgili bütün kaynaklarda sözü edilen
Hz. Peygamber Mi’râc’a yükseldiğinde Allah, onun
Mi’rac, Hz. Muhammed’in, bir gece evinden alınıp önce
isteklerini sormuş, o da sâdece ümmeti için rahmet ve lütûf
Kudüs’e, oradan da göğe alınması ve Allah cemâli ile
dilemiştir.)
karşılaşması hâdisesidir. Burak, bu yolculukta Hz.
Muhammed’in bindiği atın adıdır. Cerâil, dört büyük
Çün geçdi felekleri ün geldi kim gel beri
melekten birisidir. Allah’ın emirleini Peygamber’e
Kaldurdum perdeleri hemân cemâlüme bak
ulaştıran, ‘’vahy’’e aracı olan melektir.)
Felekleri geçmeye başladığı sırada bir ses geldi: ‘’
Perdeleri kaldırdım, artık arada engel yok, durma cemâlime
bak ‘’ buyruldu.
Aç kendüne cinânun Bi hişt ü dîdâr senün
Seni okur Sübhânun ne yatursın kıl yarak
Cebrâil devam etti: ‘’ Sana Cennet yolu açıldı, artık Cennet
Dîdârum sana ayân gösterem bellü beyân
ve Allah’ın cemâlini görmek sana nâsib oldu. Sübhân seni
İn Burak ‘dan ol yayan arşuma bas bir ayak
çağırıyor, kalk hazırlığını yap ‘’!
‘’ Burak‘ tan in, yaya olarak arşıma bas ki Dîdârımı sana
açıkça göstereyim. ’’
8
Doğan ve şâhin gibi alıcı kuşlar, Yaradan'ın övüp yarattığı
Ferişteler geldiler Burak ’dan indürdiler
kuşlardır. Onun için Doğan kuşu güçsüz bile olsa, yine de
Na’lini döndirdiler ol dem yüridi yayak
vazîfesini yapar.
Hemen melekler geldi ve onu Burak ‘tan indirdiler, ayağına
nalinlerini giydirdiler ve O, yaya olarak yürüdü.
Kara taşa su koyorsan elli yıl ısladur ısan
Heman taş gine bayagı hünerli taş olur değül
Üveys yirinden durdı arşda nalin döndürdi
Kara taşa su bağlasan, elli yıl ıslatsan, o yine taş kalır.
Muhammad anı gördi visâle döndi firaak
Hünerli bir taş olmaz. (''Kara taş'' ile yine insan
Üveys, yerinden kalktı, onun nalinlerini çevirdi. Muhammed
kastedilmiştir. Yûnus'a göre insanın yaradılışı müsâid
Hakk’ın dîdârını gördü, böylece ayrılık bitip, vuslat başladı.
değilse, aşktan nasîbi yoksa o, öğütten bir şey anlamaz.)
(Beyitte geçen Üveys, Veysel Karanî olmalıdır. Fakat Veysel
Karanî, Hz. Muhammed öldükten sonra Mekke‘ye gelmiştir
Ol iki cihân güneşi zâhir dünyâsın degşürdi
ve O’nu yakınlarının anllattıkları şekilde dinlemiş ve
Câhil anı öldi sanur ol hod ölmez ölür değül
öğrenmiştir. Yani Hz. Peygamber‘in Mi’râc’a çıktığı sırada
O iki cihânın güneşi görünüşte dünyâsını değiştirdi.
onun hizmetine koşması, Yûnus’un yakıştırması olabilir. Hz.
Câhiller, O'nu öldü sanırlar, halbuki o asla ölmez. (İki
Peygamber bir hadîste ‘’Sahabe döneminin en hayırlı
cihânın güneşi, Hz. Peygamber'dir. Onun dünyâsını
insanlarından birisi, Veysel Karanî ‘dir ‘’ demişlerdir.
değiştirmesi, güneşin batışı gibidir; burada batar, öbür
Yûnus, bunu hatırlatmak istiyor olabilir.)
tarafta doğar.)
GAZEL
Yûnus olma câhillerden ırak olma ehillerden
Aşksuzlara virme ögüd ögüdünden olur değül
Câhil ne var mü'min ise câhillikden kalur değül
Aşksuz kişi hayvân olur hayvân ögüd bilür değül
Ey Yûnus câhil kimselerden olma, Allah dostlarından
Aşkı bilmeyen, âşık olmayan kimselere öğüt verme, o,
uzaklaşma. Câhil mü'min olabilir, ama mü'min olmak onu
öğütten anlamaz. Çünkü aşksız insan hayvan gibidir, hayvan
câhilllikten kurtarmaya yetmez. (Yûnus'a göre insanın
öğütten anlar mı?
mü'min olması yeterli değildir. İmânın aşk ile tamamlanması
gerekir.)
Eksük olman ehillerden kaça görün câhilerden
Tanrı bîzâr bahillerden bahil dîdâr görür değül
GAZEL
Allah dostlarından uzak durma, fakat câhillerden kaçmaya
Bir dürr-i yetimem ki görmedi beni ummân
bak. Allah, kıskanç ve cimri insanlardan rahatsız olur,
Bir katreyem illâ ki ummâna benem ummân
çünkü onlar Allah yüzünü göremezler.
Bir yetim inciyim ki, benim gibisini hiç bir umman görmedi.
Bir katreyim amma, ummanlardan daha büyük bir
ummanım.
Boz yapalak devlengice emek yime irte gice
Anun eşi gözsepekdür salup ördek olur değül
Boz tüylü çaylağa boş yere ve gece gündüz emek verme. O,
Gel mevc-i acâib gör deryâ-yı nihân gözle
köstebek ile dostluk ettiği için, ördek avlayacak bir kuş
Zî bahr nihâyetsüz katrade olur pinhân
değildir. (Çaylak ve köstebek ile iyi yaradılışlı olmayan,
Gel, bu acayip dalgayı gör, bu gizli denizi gözetle. Bir
hakikatı göremeyen insanlar kastedilmişdir.)
damlaya, uçsuz bucaksız bir deniz nasıl sıpğarmış, onu gör.
(Katre, tasavvuf inanışında insandır. O tabiatı ve bedeniyle
Şâh balaban şâhin doğan zihî öğmiş anı öğen
zavallı ve çaresizdir ama, gönlü ve idrakiyle âlemin
Doğan zaîf olur ısa doğanlukdan kalur değül
şuurudur. Yaradan, onda tecelli eder. İnsanın büyüklüğü,
Allah’ı idrak edebilmesindendir.)
9
Okuyamadı mevzun Leylî adını Mecnûn
Hem Leylî idim anda hem Mecnûn idim hayrân
Adım Yûnus oldugı bu cisim belâsıdır
Mecnûn, Leylâ'nın adını sonuna kadar götüremedi. Halbuki
Adım sorar olursan sultâna benem sultân
ben hem Leylâ, hem de onun hayranı Mecnûn idim. (Meşhur
Adımın Yunus olması, şu bedenimden dolayıdır. Adım da
hikâyeye telmih var. Yunus gibi. Fuzûlî gibi bir çok şair
benim gibi gelip geçicidir. Ama işin aslını sorarsan ben
kendilerini Mecnûn'dan daha çok aşka istidatlı görmişlerdir.
sultanlar sultanıyım. (Yunus Emre gibi son derece mütavazi
Hem Leylâ, hem Mecnûn olmak, âşık ile Mâşuk'un bir
bir insanın kendisine sultanlar sultanı demesinin sebebi
olması demektir ki bu da ''fenafi'llâh'' mânâsına gelir.)
içindeki aşktır. Allah, insanın gönlünde tecelli ederse,
sevenle sevilen aynı olur, bir olur.)
Dem urmazıdı Mansûr tevhîd-i ene'l-Hak'dan
Aşk dârına dôst zülfi asmışıdı beni uryân
GAZEL
Eğer Mansur, dostun zülfüyle darağıcına asılmış olan beni
Bu dünyanun meseli bir ulu şara benzer
görseydi ''Ene'l-Hak'' (Ben Hakkım) dâvâsında bulunmazdı.
Velî bizüm ömrümüz bir tiz bâzâra benzer
(Mansur, Hallâc-ı Mansur adıyla şöhret bulmuş olan büyük
Bu dünya, büyük bir şehre benzer. Bizim bu dünyadaki
İslâm sofîsidir. Onun bir cezbe ânında söylediği ''Ene'l-
ömrümüz ise çarçabuk dağılan bir pazar gibidir.
Hak'' (Ben Hakkım) sözü küfür sayıldığı için asılarak
öldürülmüştür. Yûnus, bu sözün ''Hak bende tecelli etti,
Her kim bu şara geldi bir lahza karâr kıldı
seven ile sevilen bir oldu''mânâsına geldiğini düşünüyor.)
Girü dönüp gitmeği gelmez sefere benzer
Bu şehre her kim gelse, bir müddet kalır sonra geri dönüp
gider. Bu, dönüşü olmayan bir seferdir.
Bu âlem-i kesretde sen Yusuf u ben Yakûb
Ol âlem-i vahdetde ne Yusuf u ne Kenân
Bu kesret âleminde sen Yusufsun, ben Yakubum. Ama o
Bu şarun evvel dadı şehd ü şekkerden şirin
Vahdet âleminde ne Yusuf vardır ne de Ken'an illeri. . .
Âhır acısını gör şol zehr-i mâra benzer
(Yusuf, Yakub peygamberin oğludur. Kardeşleri, Yusuf'un
Bu dünya aldatıcıdır, önce güzelliklerini gösterir, ki tadı
güzelliğini ve babasının sevgisini kıskandıkları için onu bir
şekerden baldan daha tatlıdır. Ama sonunda acısını gösterir
kuyuya atmışlar, yoldan geçen bir kervan Yusuf'u kurtarmış.
ki, bu acı, yılanın zehrinden daha beterdir.
Mısır'a götürüp köle diye satmıştır. Oğlunun hasretine
dayanamayan Yakup, kör olmuştur. Kur'ân-ı Kerîm'de
Evvel gönül almağı hûblara bisbet ider
''ahsenü'l-kısâs=kıssaların en güzeli adıyla geçen bu
Âhır yüz döndürmeği acûz mekkâra benzer
hadiseye telmih vardır. Eski edebiyatta Yakup, hasreti ve
Önce güzellikleriyle insanların gönlünü aldatır. Sonunda bu
hüznü sembolize eder. Beytin mânâsına göre acı ve hasret
güzellerin birer kocakarı olduğu anlaşılır.
bu maddi dünya içindir. Öteki âlemde ne ızdırap vardır, ne
Bu şarun hayâlleri dürlü dürlü halleri
de hasret. . .)
Aldamış gaafilleri câdu ayyâra benzer
Kâf nun'a ulaşmadan can kalebe düşmeden
Bu şehrin, insanı aldatan halleri, hayalleri vardır. Onlarla,
Aşk dârına mest geldüm hem mest giderem hayran
baştan çıkaran büyücü gibi insanları aldatır durur.
Kâf, nun'a ulaşmadan, can vücuda girmeden ben aşk ile
sarhoş idim. Öyle geldim, öyle giderim. (İslâmî harflerle kâf
Bu şarda hayâllerün haddi vü şümârı yok
ile nun yanyana yazılınca ''kûn'' okunur ve Arapça ''Ol''
Bu hayâle aldanan otlar duvara benzer
demektir. Allah'ın ''kûn'' emri ile kâinat yaratılmıştır.
Bu şehirde, aldatıcı hayallerin ne hesabı, ne sayısı bellidir.
Kur'an-ı Kerîm'de anlatılan bu yaradılış hadisesine telmih
Hangi insan bu hayale kanarsa o, otlakdaki davar gibidir.
vardır. Yunus, ezel meclisinden beri Allah aşkı ile sarhoş
olduğunu anlatmak istiyor.)
Kendi mikdârın bilen bildi kendü hâlini
10
Velî dahı ışk ıla evvel bahara benzer
Ey Yunus, eğer gerçek âşık isen dünya malına gönül verme.
İnsan, kendisini bilirse haddini de bilir. Ancak aşk ile
Bak, dünya malına gönül verenler kara toprak olmuş
insanın hayatı bir bahar mevsimine döner.
yatıyorlar.
Bîçâre Yûnus'ı gör derd ile hayrân olmış
GAZEL
Anun her bir nefesi şehd ü şekere benzer
Cânum erenler yolı inceden inceyimiş
Şu çâresiz Yunus'a bak, aşk derdiyle kendinden nasıl geçmiş.
Süleymân'a yol kesen şol bir karıncayımış
Onun için Yunus'un sözleri şeker ve bal gibidir.
Canım, erenler yolu inceden inceyimiş. Süleyman'ın yolunu
kesen şu ufacık karınca imiş. (Süleyman ile karınca
GAZEL
efsânesine telmîh var. Efsâneye göre, Süleyman Peygamber,
Sabahın sinleye vardum gördüm cümle ölmüş yatur
askerleriyle bir vâdiden geçerken, karıncaların beyi ona bir
Her biri bîçâre olmış ömrin yavı kılmış yatur
çekirge budu hediye etmiş. Bu budun yarısı ile Süleyman'ın
Sabahleyin mezarlığa gittim, gördüm ki hepsi ölmüş yatıyor.
askerleri doymuş, kalan yarısını da karıncalar yemişler.
Her biri çaresiz, ömrünü tamamlamış yatıyor.
Yunus, saltanatın sembolü olan Süleyman ile bunun tam
tersi olan karınca tezâdından faydalanarak Allah'ın kime ne
Vardum bunların katına bakdum ecel heybetine
derece kudret verdiğinin önceden bilinemeyeceğini
Nice yiğit murâdına irememiş ölmiş yatur
anlatmak istiyor.)
Bunların huzuruna varınca ecelin büyüklüğünü anladım.
Nice yiğitleri gördüm ki muratlarına erememiş yatıyorlar.
Gönlüm aydur varayın sana girü geleyin
Gönlüm uyduğı bana dostı buluncayımış
Yimiş kurd kuş bunı keler niçelerin bağrın deler
Gönlüm der ki kalkıp sana geleyim. Gönlümün arzusu seni
Şol ufacık nâ-resteler gül gibice solmış yatur
bulmak imiş.
Kurtlar kuşlar bedenlerini yemiş, hepsinin bağrı yaralı. O
körpecik fidanlar, solmuş güller gibi yatıyor.
Götürmedi kimsene kimsenenün gücini
Güç götürürin diyen eli irinceyimiş
Duzağa düşmiş tenleri Hakk'a ulaşmış canları
Kimse kimsenin yükünü taşıyamaz. Yük taşırım diyen de
Görmez misin sen bunları növbet bize gelmiş yatur
ancak götürebileceği kadarını taşırmış.
Tenleri tuzağa düşmüş, canları Hakk'a ulaşmış. Sen bunları
görmez misin, sıra bize de gelecek diye düşünmez misin?
Âşıkun gözi yaşı dün ü gün durmaz akar
Âşık kan ağladuğı mâ'şûk soruncayımış
Esilmiş incü dişleri dökilmiş sarı saçları
Âşığın gözünün yaşı gece gündüz demeden akar. Onun kan
Kamu bitmiş teşvişleri emr ü nemde irmiş yatur
ağlamasının sebebi, sevgilinin ilgi gösterip, hatırını sorması
İnci dişleri düşmüş, sarı saçları dökülmüş. Kargaşalıkları
imiş.
sona ermiş. Allah'ın emrini yerine getirmiş, öyle yatıyorlar.
Eydürler-idi bana âşık âvâre olur
Gitmiş gözinin karası hiç işi yoktur turası
Geldi başuma gördim ol söz yirinceyimiş
Kefen bizünün pâresi sünüğe sarılmış yatur
Bana "âşık âvâre olur" demişlerdi. Başıma gelince anladım
Gözlerinin karası kaybolmuş, yapacak işleri kalmamış.
ki bu söz doğru imiş.
Kefen bezinin parçaları, kemiklerine sarılmış yatıyorlar.
Dört kitâbun ma'nisin okıdım tahsîl itdüm
Yûnus gerçek âşık-ısan mülke sûret bezemegil
Işka gelicek gördüm bir uzun heceyimiş
Mülke sûret bezeyenler kara toprak olmış yatur
Dört kitabı okudum mânâsını anladım. Ama aşka gelince
gördüm ki, o, uzun bir hece imiş. (Dört kitap Kur'ân, İncil,
11
Tevrat ve Zebur'dur. Dördü de Allah'ın birliği esasına
Sevgilinin gönlü bir sırça saraydır, sakın onu kırmayasın.
dayanan mukaddes kitaplardır. Bunların kullara verdiği şey,
Eğer o gönül bir kere kırılırsa, tıpkı cam gibi bir daha
dinin ibadeti ile ilgili emirlerdir. Yunus, ibadeti ve imanı
bütünleşemez.
öğrendim ama, insanı Allah'a ulaştıran yolun aşk olduğunu
anladım diyor.)
Çeşmelerde bardağun toldırmadın kor ısan
Bin yıl anda turursa kendü tolası değül
Ben dervîşem diyenler harâmı yimeyenler
Bardağını çeşmeden kendin dolduramazsan, bin yıl orada
Harâmun yenmediği ele girinceyimiş
kalsa bile kendiliğinden dolmaz.
Ben dervişim diyip de haram yemiyenlere şunu söylerim:
Haram, eline geçdiği anda yememek iradesini gösterirsen,
Şol Hızır'la şol İlyas âb-ı hayât içdiler
işte o zaman derviş olursun.
Bu birkaç gün içinde bunlar ölesi değül
Hızır ile İlyas âb-ı hayat içtiler, onlar kıyamete kadar
Eydürler fülân öldi mülkiyle malı kaldı
ölmeyeceklerdir. (İnanışa göre Hızır ile İlyas peygamberler
Ol malun irkildüği ıssı ölinceyimiş
âb-ı hayat içtikleri için ölümsüzlüğe ulaşmışlardır. Göze
Derler ki "falan öldü, şu kadar malı mülkü kaldı". Demek ki
görünmezler ama Hızır karada, İlyas denizde, başı darda
malın mülkün insana faydası yok. İnsan, öldükten sonra o
olanların imdâdına yetişir.)
malın mülkün hesabını başkaları yapıyor.
Yaratdı Hak dünyayı Muhammed dostlığına
İki kişi söyleşür Yûnus'ı görsem diyü
Dünyaya gelen gider bâkî kalası değil
Biri eydür ben gördüm bir âşık kocayımış
Allah, dünyayı (Hazreti) Muhammed'in sevgisi uğruna
İki kişi "Şu Yunus'u bir görsek" diye söyleniyorlardı. Birisi
yarattı. Dünyâya gelen gider, kimse kalıcı değildir. (Beyitte
"ben gördüm, ihtiyar bir âşık imiş" dedi.
"Habîbim, sen olmasaydın ben bu felekleri yaratmazdım"
meâlindeki Hadîs-i Kudsî'ye telmîh yapılmıştır.)
GAZEL
Ma'nî eri bu yolda melûl olası değül
Yûnus gözün görürken yarağun eyle bugün
Ma'nî tuyan gönüller hergiz ölesi değül
Gelmedi anda varan girü gelesi değül
Mânâ eri bu yolda melûl olmaz. Gönlünde aşkın mânâsını
Yunus, gözün görüyor, elin tutuyorken hazırlığını yap.
duyanlar asla ölmezler.
Günâh ve kusur işleme. Çünkü insan dünyâya bir defa gelir.
Gidince de bir daha geri dönemez.
Ten fânidür can ölmez gidenler girü gelmez
Ölür ise ten ölür cânlar ölesi değül
GAZEL
Ten fânidir ama can ölmez, gidenler geri gelmez. Ölür ise
Dostan haber geldi bana turayım andan varayım
ten ölür, canlar ölümsüzdürler.
Muştalayana cânumu vireyim anadan varayım
Dosttan bana haber gelsin diye haber geldi. Kalkıp ona
Gevher seven gönüller yüz binyol ider ise
gideyim. Bana bu haberi müjdeleyene canımı verip öyle
Hak'dan nasîb olmasa nasîb olası değül
gideyim.
Cevhere ulaşmak isteyen yüzbin yol denese bile, eğer Hak
nasib etmemişse, istediğine ulaşması mümkün değildir.
Şol bir iki arşun bizün ne yeni ver ne yakası
Kefen idüben engüme giyeyim andan varayım
Sakıngıl yârun gönlin sırçadur sımayasın
Şu kolsuz yakasız iki arşın bezi boynuma kefen edip de öyle
Sırça sınduktan girü bütün olası değül
gideyim.
Cânalıcı hod geliser emâneti vir diyeser
12
Ben emâneti ıssına vireyim andan varayım
Benliğim beni terk etti bütün varlığımı dost kapladı Ben
Can alıcı Azrail ansızın gelip de’’emaneti ver’’ deyince
mekan endişesinden kurtuldum mekanım yağma olsun.
emanetini ona verip sonra gideyim.
Ta’allukdan üzüşdüm ol dostdan yana uçdum
Gitdi cânum kaldum eyle nâçâr olup girdüm yola
Işk divanına düşdüm divânum yağma olsun
Dostlar şâd olduğın bile göreyim andan varayım
Dünya güzelliklerinden bağımı kopardım dosttan yana
Canım gitti öyle kalıp bu yola girdim. Dostların şâd
uçmaya başladım Artık aşk divanına düştüm başka neyim
olduğunu görüp de sonra gideyim.
varsa yağma olsun.
Münker ü Nekir gliser yir gök ün ile tolısar
İkilikden usandum ışk tonını tonandum
Ben bunlara cevâbını vireyim andan varayım
Derdün honına kandum dermânum yağma olsun
Münker ve Nekir gelip her taraf feryâd ile dolunca ben
Senlik-benlik ikiliğinden usandım aşk elbiselerini giyindim
onların sorularının cevabını vereyim ondan sonra gideyim
Derdin ziyafetiyle doydum dermanım yağma olsun.
Yazugum çok günah öküş yürür idüm dünyâda hoş
Varlık çün sefer kıldı dost andan bize geldi
İtdüklerimün hisabın sorayım andan varayım
Viran gönül nur toldı cihânum yağma olsun
Dünyada başıboş dolandığım için hatalarım çok günahım
Varlığım sefere çıktı çünkü dost bizden yana geldi Şu yıkık
fazla. Bu ettiklerimin hesabını vereyim öyle gideyim.
gönlüm aydınlandı artık cihanım yağma olsun.
Besledügüm nâzük teni terk itmiyem dirdim anı
Geçdüm bitmez sağınçdan usandum yaz u kışdan
Kara toprağa ben anı karayım andan varayım
Bustanlar başın buldum bustânum yağma olsun
Bu beslediğim vücudumu terketmeyeyim derdim ama şimdi
Bütün arzuları terkettim yazdan kıştan utandım Ben
onu kara toprağa virip öyle gideyim.
bostanlar başını buldum bostanım yağma olsun.
Ben bu ömür hırmanını degdüm devşürdüm uş yine
Yûnus ne hoş demişsin bal ü şeker yimişsin
Yûnus eydür bu dükkânı direyim andan varayım.
Ballar balını buldum kovanum yağma olsun
Ben bu ömür harmanını esip savurdum. Yunus der ki bari bu
Yunus ne güzel söylüyorsun sanki bal ile şeker yemişsin
dükkanı derleyip toplayayım ondan sonra gideyim.
Artık ballar balını buldum kovanım yağma olsun.
GAZEL
GAZEL
Canlar cânını buldum bu cânum yağma olsun
Uş yine nazar oldı bu bizüm cânumuza
Assı ziyandan geçdüm dükkânum yağma olsun
Muhammed bünyâd urdı dîn ü îmânumuza
Canlar canını buldum bu canım yağma olsun Kârdan
İşte yine bu bizim canımıza nazar oldu Muhammed din ve
ziyandan geçtim dükkânım yağma olsun.
imanımızı tamamladı.
Ben benlügümden geçdüm gözüm hicâbun açdum
Peygamberler serveri din direği Muhammed
Dost vaslına irişdüm gümânum yağma olsun
Gör ne gevher komış bu bizüm kânumuza
Ben benliğimden kurtuldum gözümün perdesini açtım
Peygamberler peygamberi dinimizin direği Muhammed bak
Dostun vuslatına eriştim artık endişelerim yağma olsun.
bizim madenimize nasıl cevherler koymuş.
Benden benlügüm gitdi hep mülkümi dost dutdı
Hey gel amel idelüm elümüz irer iken
Lâ-mekâna kavm oldum mekânum yağma olsun
Ecel irer ansuzın irmezüz sanumuza
13
Gelin elimiz erer iken iyi şeyler yapalım yoksa ansızın ecel
Bunlar artık ne eve girebilir ne ibadetlerini tamamlar ne de
gelir her işimiz yarıda kalır.
eski beyliklerini bulabilirler Devranları geçti artık.
İy dirîğa n’idelüm bizde amel olmazsa
Kanı ol şîrin süözlüler kanı ol güneş yüzlüler
Hışm idüp yapışalar bu kefen tonumuza
Şöyle gayip olmış bunlar hiç belürmez nişanları
Bizde amel olmazsa hayırlı işler yapamazsak sonumuz kötü
O tatlı dilliler o güneş yüzlüler hani? Onlar öyle kaybolup
olur Ahirette yakamıza yapışır hesabını sorarlar.
gitmişler ki ufak bir iz bile kalmamış.
Sorucular geleler sorı hisab alalar
Bunlar bir vakt begler idi kapucular korlar idi
Karanu sin içinde otura yanumuza
Gel şimdi gör bilmeyesin beg kangıdır ya kılları
Öyle ki sorucular gelip karanlık mezar içinde yanımıza
Bunlar bir zamanların beyleri idi. Kapıcıları, adamları,
otururlar ve dünyadaki işlerimizin hesabını sorarlar.
hizmetçileri vardı. Ama şimdi gel gör ki hangisi bey hangisi
kul belli değil.
Ölüm hakdur bilürsin niçün gafil olursın
Azrâil kasd idiser günahlu canumuza
Ne kapu vardur giresi ne yimek vardur yiyesi
Biliyorum ölüm haktır bundan niye gafil oluyorsun?
Ne ışık vardur göresi dün olmışdur gündüzleri
Azrail’in gelip de bu günahlı canımıza kastedeceğini
Artık ne girecek kapıları ne yiyecek yemekleri var. Işıkları
unutma.
da kalmamış. Gündüzleri hep gece olmuş.
Miskin Yûnus bu sözi kendüzinden eyitmez
Birgün senün dahı Yûnus benven didüklerün kala
Hak Çalab viribidi sabak lisânumuza
Seni dahı böyle ide nitekim itdi bunları
Miskin Yunus bu sözleri kendiliğinden söylemiyor Ona bu
Ey Yunus gün gelip sen de benliğini bırakıp bunlar gibi
sözleri söyleten Allahtır.
olacaksın. Bunlar ne hâle geldiyse sen de öyle olacaksın.
GAZEL
GAZEL
Sana ibret gerek ise gel göresin bu sinleri
Severem ben seni candan içeri
Ger taşısan eriyesin bakup göricek bunları
Yolum ötmez bu erkândan içeri
Eğer ibret almak istiyorsan gel bu mezarları gör Bunların
Ben seni canımdan çok severim. Bu yolun yolcusuyum ben,
manasını kavrarsan taş olsan bile eriyebilirsin.
başka yol tanımam.
Şunlar ki çokdur malları gör nice oldı halleri
Nireye bakarisam toptolusun
Sonucı bir gönlek geymiş anun da yokdur yenleri
Seni kanda koya. N benden içeri
Şunların malı çoktu ama bak şimdi halleri nice olmuş
Nereye baksan, seninle dopdolu görürüm. Aslında sen benim
Sonunda kolu ve yakası bile olmayan bir gömlek giymişler.
içimdesin.
Kanı mülke benüm diyen köşk ü saray beğenmeyen
O bir dilber-durur yokdur nişânı
Şimdi bir evde yaturlar taşlar olmuş üstünleri
Nişân olur mı nişândan içeri
Hani ben zenginim diyenler köşkler saraylar beğenmeyenler
O, öyle bir güzeldir ki izi ve nişanı belli olmaz. Ama
Şimdi öyle bir evde yatıyorlar ki üzerlerinde bir tek taş
herşeyde görülen güzellik, ondan bir parça olduğuna göre,
kalmış.
bundan daha büyük nişan olur mu?
Bunlar eve girmeyeler zühd ü tâat kılmayalar
Beni sorma bana bende değülven
Bu begligi bulmayalar zîrâ geçdi devrânları
Suretüm boş yürür tondan içeri
14
Beni bana sormayın. Ben diye bir şey yoktur. Elbisenin
Dini terk edenin işi küfürdür. Ama bu öyle bir küfür ki,
içindeki vücud, bir “yokluk”tan başka bir şey değildir.
imandan daha ileri gözüküyor.
Beni benden alana irmez elüm
Geçer iken Yûnus şeş oldı dosta
Kadem kim basa sultandan içeri
Ki kaldı kapuda andan içeri
Benliğimi benden alana elim ulaşamaz. Meğer ki Sultan’ın
Yunus geçip giderken, yolu dosta uğradı. Ama ne yazık ki
kapısına ayak basabileyim.
çeri giremeyip kapıda kaldı.
Tecellîden nasîp irdi kimine
GAZEL
Kiminün maksûdu bundan içeri
Canum kurban olsun senün yolına
Kimisi Allah’ın tecellisine erdi, onun cemalini gördü. Ama
Adı güzel kendü güzel Muhammed
kiminin maksadı bundan da ileridir.
Şefâat eylesim kemter kulına
Adı güzel kendü güzel Muhammed
Kime dîdar güninde şu’le değse
Adı güzel, kendi güzel Muhammed, canım senin yoluna
Anun şu’lesi var günden içeri
kurban olsun. O adı güzel kendi güzel Muhammed,
Kime o sevgilinin aydınlığından bir parça değse, onun
günahkâr kullara şefaat eylesin.
aydınlığı güneşinkinden daha fazla olur.
Mü’min olanlarun çokdur cefâsı
Senün ışkun beni benden alupdur
Âhiretde olur zevk u safası
Ne şîrin derd bu dermandan içeri
Onsekiz bin âlemin Mustâfa’sı
Senin aşkın benim benliğimi silip süpürdü. Bu ne güzel dert
Adı güzel kendü güzel Muhammed
ki, dermandan daha fazla şifa veriyor.
Mü’min olanlar bu dünyada çok cefa çekerler, ama onsekiz
bin âlemin peygamberi Mustafa, âhirette onlara zevk ve safa
Şerîat tarîkat yoldur varana
nasib eder.
Hakîkat ma’rifet andan içeri
Şeriat ve tarikat, Allah’a ulaşmak isteyenler için bir yoldur.
Yidi kat gökleri seyran eyleyen
Ama hakikatin ve mârifetin yolu, bunlardan daha ileridir.
Kürsinün üstünde cevlân eyleyen
Mirâcında ümmetini dileyen
Süleyman kuş dilün bilür didiler
Adı güzel kendi güzel Muhammed
Süleyman var Süleyman’dan içeri
O, adı güzel, kendi güzel Muhammed, yedi kat gökleri
Süleyman kuş dili bilir diyorlar ama, Süleyman’dan daha
dolaştı, arşın en yükseğine çıktı. Mi’râcında Allah’dan
ileri Süleymanlar var.
ümmetine rahmet diledi.
(Süleyman, peygamber ve hükümdardır. Saltanatın
(Mir’âc hadisesine telmîh vardır. Hazreti peygamber,
sembolüdür. Yunus’a göre Süleyman’ın büyüklüğü Allah’ın
Allah’ın daveti ile göklere yükselmiş ve Hakk’ın huzûruna
kudretinden başka bir şey değildir.)
varmıştır. Orada hep ümmeti için af ve rahmet dilemiştir.)
Unutdum din diyânet kaldı benden
Dört çâryâranun gökçek yaridür
Bu ne mezheb-durur dinden içeri
Anı seven günahlardan beridür
Ben dini diyâneti unuttum ama, dinden içeri bir mezhep
Onsekiz bin âlemün sultânıdur
buldum ki, bu, aşk yoludur.
Adı güzel kendü güzel Muhammed
O dört insan, Peygamber’in sevgili dostlarıdır. Peygamber’i
Dinün terk idenin küfürdür işi
seven günahlardan uzak durur. Çünkü o, onsekiz bin âlemin
Bu ne küfürdür îmandan içeri
sultanıdır.
15
(Çâryâr ile Hulefâ-i Râşidîn de denilen Hazreti Ebu Bekir,
Hakk’a âşık olan kişi durmadan gözyaşı döker, içi dışı nurla
Ömer, Osman ve Ali kastedilmektedir.)
dolar ve Allah diye diye söyler gezer.
Sen hak peygambersin şeksüz gümansuz
Ne dilersen Hak’dan dile kılavuz ol doğru yola
Sana uymayanlar gider imansuz
Bülbül âşık olmuş güle öter Allah diyü diyü
Âşık Yûnus n’eyler dünyayı sensüz
Ne dilersen Hak’dan dile, doğru yolun yolcusu ol. Bülbül
Adı güzel kendü güzel Muhammed
güle âşık olmuş. Allah diye diye öter.
Şüphesiz sen Hak peygambersin, sana uymayanlar imansız
gider. Ey adı güzel, kendi güzel Muhammed, bu âşık Yunus,
Açıldı gökler kapusı rahmetle doldıhepisi
dünyayı sensiz ne yapsın?
Sekiz cennetünkapusı açar Allah diyü diyü
Göklerin kapısı açıldı, her taraf Allahın rahmetiyle doldu.
Sekiz Cennet’in kapısı Allah diye diye açıldı.
GAZEL
Şol cennetün ırmakları akar Allah diyü diyü
Çıkmış İslâm bülbülleri öter Allah diyü diyü
Rıdvan-durur kapı açan hulle donlarını biçen
Şu Cennet’in ırmakları Allah diye diye akar. İslâm’ın
Kevser şarabını içen kanar Allah diyü diyü
bülbülleri Allah diye diye öter.
Cennet’in kapılarını açan, oraya gelenleri giydirip süsleyen
Rıdvan’dır. Kevser şarabından içenler, Allah diye diye
Salınur Tûbâ dalları Kur’an okır hem dilleri
susuzluklarını giderir.
Cennet bağının gülleri kokar Allah diyü diyü
(Rıdvan, cennetin kapıcısı olan büyük melektir.)
Tûbâ ağacının dalları salınır, diller hep Kur’an okur.
Cennet bağının gülleri Allah diye diye kokar.
Miskin Yûnus var yârına koma bugüni yarına
Yarın Hakk’un dîdârına varur Allah diyü diyü
Kimi yiyüp kimi içer hem melekler rahmet saçar
Miskin Yûnus, dosta doğru git, bugünün işini yarına
İdris nebi hulle biçer biçer Allah diyü diyü
bırakma. Allah’ın dîvânına onun adını tekrarlayarak yürü.
Kimi Cennet’in nimetlerinden yer içer, melekler bunlara
rahmet saçar. İdris nebi elbiseler diker, kullara Allah diye
GAZEL
diye giydirir.
Bir kez gönül yıkdunısa bu kılduğun nâmaz değül
(İdris İsrailoğulları’nın peygamberlerinden biridir. İnanışa
Yitmiş iki millet dahı elin yüzin yumaz değül
göre terziliği icat ettiği için terzilerin piri sayılmıştır.)
Bir kez gönül yıktınsa bu kıldığın namaz değil. Yetmiş iki
milllet de elini yüzünü yıkamaz değil (Mesele el yüz yıkamak
değildir)
Hep nurdandır direkleri gümüşdendür yaprakları
Uzandukça budaklaru biter Allah diyü diyü
O Cennet bağının ağaçları nurdan, yaprakları gümüştendir.
Kan’erenler geldi geçti bunlar yurdı kaldı göçdi
Budakaları Allah diye diye biter, uzar.
Perv’âz urup Hakk’a uçdı hümâ kuşıdır kaz değül
Hani o erenler? (Hepsi) geldi geçti. Kendileri göçtü, yurtları
Aydan arıdur yüzleri misk ü anberdür sözleri
kaldı. Kanat çırpıp, Hakk’a kavuştu, uçtular, bunlar Hüma
Cennetde huri kızları gezer Allah diyü diyü
kuşudur, kaz değil.
Yüzleri aydan parlak, sözleri misk ve anber gibi olan huri
kızları, Cennet’te Allah diye diye gezerler.
Yol oldur ki doğru vara göz oldur ki Hakk’ı göre
Er oldur alçakda dura yüceden bakan göz değül
Hakk’a âşık olan kişi akar gözlerinin yaşı
Yol oldur ki (amaca) dosdoğru vara, göz oldur ki Hakk’ı
Pür-nûr olur içi taşı söyler Allah diyü diyü
göre, er oldur ki alçakta dura (alçakgönüllü ola). Yukarılara
bakan göz değildir.
16
Esridi Yûnus’ un cânı yoldayam illerüm kanı
Doğrı yola gitdünise er eteğin tutdumsa
Yûnus düşde gördi seni sayru mısın sağlar mısın
Bir hayır da itdünise birine bindür az değül
Yûnus’ un canı esridi (sarhoş oldu, kendinden geçti)
Doğru yola gittinse, er eteğini tuttunsa, Bir hayır da ettinse,
yoldayım, hani benim yurdum. Yûnus seni düşte gördü;
birine bin sayılır; az
hasta mısın sağ mısın?
değil.
GAZEL
Yûnus bu sözleri çatar sanki balı yağa katar
Aceb şu yirde varm’ ola şöyle garîn bencileyin
Halka metâların satar yüki gevherdür tuz değül
Bağrı başlu gözi yaşlu şöyle garîb bencileyin
Yûnus bu sözleri söyler, sanki balı yağa katar. Halka
Acabâ şu yerde benim gibi böyle garîb (gurbette olan) bir
mallarını satar; yükü mücevherdir, tuz değil.
kimse var mı? Göğsü yaralı, gözü yaşlı, benim gibi garîb bir
kimse var mı?
GAZEL
Taşdun yine deli gönül sular gibi çağlar mısın
Gezerem Rûm’ ıla Şam’ ı Yukaru iller’ i kamu
Akdun yine kanlu yaşum yollarumı bağlar mısın
Çok istedüm bulımadum şöyle garîb bencileyin
Taşdın yine deli gönül, sular gibi çağlar mısın? Aktın yine
Anadolu’ yu, Sûriye’ yi, Âzerbeycân’ı hep gezdim; çok
kanlı yaşım, yollarımı bağlar mısın?
istedim ama benim gibi garîb birini bulamadım.
Nidem elüm irmez yâre bulınmaz derdüme çâre
Kimseler garîb olmasun hasret adına yanmasun
Oldum ilümden âvâre beni bunda eğler misin
Hocam kimseler olmasun şöyle garîb bencileyin
Ne yapayım elim sevgiliye erişmez, derdime çâre bulunmaz.
Kimseler garîb olmasın, (gurbete düşmesin). Hasret ateşine
Yurdumdan gurbete düştüm, beni burada alıkoyacak mısın?
yanmasın, Tanrım kimseler benim gibi gurbete
düşmesin.
Yavu kıldum ben yoldaşı onulmaz bağrımun başı
Gözlerümün kanlı yaşı ırmağ olup çağlar mısın
Söyler dilüm ağlar gözüm garîblere göynür özüm
Ben yoldaşım yitirdim, bağrımın yarası iyileşmez.
Meğer ki gökde yıldızum şöyle garîb bencileyin
Gözlerimin kanlı yaşı, ırmak olup çağlar mısın?
Dilim söyler, gözlerim yaş döker, garîblere içim yanar;
(yoksa) gökteki yıldızım da benim gibi garîb mi?
Ben toprak oldum yolına sen aşurı gözedürsin
Şu karşuma göğüs gerüp taş bağırlı dağlar mısın
Niçe bu derdile yanam ecel ire bir gün ölem
Ben yoluna toprak oldum, sen bununla yetinmiyorsun. Şu
Meğer ki gökde yıldızum şöyle garîb bencileyin
karşımda göğüs gerentaş bağırlı dağlar mısın?
Bu dert ile ne zamana kadar yanacağım. Bir gün ecel
erişecek öleceğim. Belki de benim gibi bir garibi mezârımda
bulacağım.
Harâmî gibi yoluma arkun inen karlı dağ
Ben yârümden ayru düşdüm sen yolumı bağlar mısın
Eşkıyâ gibi yoluma yandan çıkıveren karlı dağ, ben
Bir garîb ölmiş diyeler üç günden sonra duyalar
sevgilimden ayru düştüm, sen yolumu keser misin?
Soğuk su ile yuyalar şöylev garîb bencileyin
Benim gibi böyle bir garip için ‘’Bir garîb ölmüş’’
Karlı dağlarun başunda salkım salkım olan bulut
diyecekler, üç gün sonra duyacaklar, soğuk suyla
Saçun çözüp benüm içün yaşın yaşın ağlar mısın
yıkayacaklar.
Karlı dağların başında salkım salkım olan bulut, saçlarını
çözüp benim için gizli gizli ağlar mısın?
Hey Emrem Yûnus bîçâre bulınmaz derdüme çâre
Var imdi gez şardan şara şöyle garîb bencileyin
17
Hey biçare Yûnus Emrem, derdime çâre bulunmaz. Benim
gibi şöyle garîb garîb git şimdi şehirden şehire gez.
Bir mübârek sefer olsa da gitsem
Kâbe yollarında kumlara batsam
GAZEL
Hub cemâlün bir gez düşde seyr itsem
Ben yürürem yana yana aşk boyadı beni kana
Yâ Muhammed canum arzular seni
Ne âkılem ne dîvâne gel gör beni aşk neyledi
Bir mübarek sefer olsa da gitsem, Kâbe yollarında kumlara
Ben yana yana yürürüm, aşk beni kana boyadı. Ne akıllıyım
batsam. O güzel yüzünü bir defa seyretsem, Ya Muhammed
ne de deli. Gel bak aşk beni ne hâle koydu.
canım arzular seni.
Geh eserem yiller gibi geh tozaram yollar gibi
Zerrece kalmadı gönlümde hile
Geh akaram seller gibi gel gör beni aşk neyledi
Sıdk ile girmişem ben bu Hak yola
Kâh yeller gibi eserim, kâh yollar gibi tozarım, kâh seller
Ebubekir Ömer Osman da bile
gibi akarım. Gel bak aşk beni ne hâle koydu?
Yâ Muhammed canum arzular seni
Gönlümde zerrece kötülük kalmadı, bu yola doğrulukla
Akar sulayın çağlaram derdlü ciğerüm dağlaram
girdim. Ya Muhammed seni, Ebubekir, Ömer, Osman’la
Şeyhüm anuban ağlaram gel gör beni aşk neyledi
birlikte canım arzular.
Akar sular gibi çağlarım, derdli ciğerimi dağlarım, şeyhimi
anıp ağlarım. Gel bak aşk beni ne hâle koydu.
Ali ile Hasan Hüseyin anda
Sevgüsi gönülde mahabbet canda
Ya elüm al kaldur beni ya vasluna irdür beni
Yarın mahşer güni olur divanda
Çok ağlatdun güldür beni gel gör beni aşk neyledi
Yâ Muhammed canum arzular seni
Ya elimden tut beni kaldır yahut beni visaline kavuştur, çok
Ali, Hasan, Hüseyin oradalar. Onların sevgisi benim
ağlattın beni, (biraz) güldür. Bak aşk beni ne hâle getirdi.
gönlümdedir. Mahşer günü yüzlerini görmek isterim. Ya
Muhammed, canım arzular seni.
Ben yürürem ilden ile şeyh soraram dilden dile
Gurbetde hâlüm kim bile gel gör beni aşk neyledi
Arafat dağıdur bizüm dağumuz
Ben ilden ile yürürüm, herkese Şeyh(imi) sorarım. Gurbette
Anda kabul olur bizüm duamuz
hâlimi kim bilecek. Gel gör beni aşk ne hâle koydu.
Medine’de yatar peygamberümüz
Yâ Muhammed canum arzular seni
Miskîn Yûnus bîçâreyem başdan ayağa yâreyem
Arafat bizim dağımızdır. Dualarımız orada kabul edilir.
Dost ilinden âvâreyem gel gör beni aşk neyledi
Peygamberimiz, Medine’de gömülüdür. Ya Muhammed,
Dervîş Yûnus çâresizim baştan ayağa yâreyim(yara
canım arzular seni.
içindeyim) dost ilinden uzaktayım. Gel bak aşk beni ne hâle
Yûnus medh eyledi seni dillerde
koydu.
Dillerde dillerde hem gönüllerde
GAZEL
Ağlayu ağlayu gurbet illerde
Arayı arayı bulsam izüni
Yâ Muhammed canum arzular seni
İzinün tozını sürsem yüzümi
Yûnus, dili döndüğünce seni metheyler. Sen hem dillerde,
Hak nasib eylese görsem yüzüni
hem gönüllerdesin. Ben ağlaya ağlaya gurbet ellerde seni
Yâ Muhammed canum arzular seni
arzulayıp duruyorum.
Araya araya izini bulsam, ayağının tozuna yüzümü sürsem,
Hak nasib eylese yüzünü görsem, Ya Muhammed, Canım
arzular seni.
18
15. YÜZYIL
Bilmeyen şöyle sanur kim yok yere ağlar mest
Necâtî Bey
İnleyip feryâd eden bülbül gonca kadehinden sarhoş
GAZEL 1
olmaktadır; bilmeyen sarhoş yok yere ağlar sanır.
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
Gamzen okını gâh dile gâh câna at
Her kişi bezm-i ezel mestidurur ammâ ki ben
Ey kaşları kemân iki başdan nişâne at
Cür’a-i câm-ı lebünle olmışam tekrâr mest
Gamzenin okunu gâh gönüle gâh cana at; ey keman kaşlı iki
Herkes ezel kadehinin sarhoşudur; ama ben dudağının
tarafa nişan at.
kadehinin yudumuyla tekrar sarhoş olmuşum.
Sandûkasında sînemün olsun nişâne dil
Dilde sırr-ı ışkunı sakladuğum ayb eyleme
Öğret elüni gel berü ta’limhâne at
Olıgelmişdür ider keyfiyettin inkâr mest
Bağrımın sandukasında gönlüm nişân olsun; işte tâlimhâne,
Aşkının sırrını gönülde saklayışımı kınama; sarhoş
at ey sevgili, gel elini alıştır!
sarhoşluğunu inkâr eder.
Benzetdilerse çihre-i dildâra ey güneş
Gözlerün ile değişdüm gönlümi bir gamzeye
Şevk ile germ olup külehün âsumâna at
Aldamak âsân olur çünkim ola ayyâr mest
Ey güneş, seni, eğer sevgilimin çehresine benzettilerse;
Gönlümü bir gamze karşılığında gözlerinle değiştirdim;
sevincinden coşup külâhını göğe at.
bilirim, hiylekâr sarhoş olunca onu aldatmak kolaydır.
Meyl it gözüm yaşına eyâ serv-i hoş-hırâm
Kan içelden gözleri oldı müselmânlar zebûn
Dirler ki eyle iylüği âb-ı revâna at
Katı ceng eyler Necâtî olıcak küffâr mest
Gözümün yaşıyla ilgilen ey sevgili; “iyilik et de suya at”
Gözleri kan içeliberi Müslümanlar zebûn oldu; Ey Necâtî,
derler.
kâfirler sarhoş olunca katı savaşır.
Utdun cemî’ varumı yârâ harif isen
GAZEL 3
Bu def’a kâ’beteyn-i gamı nakd-i câna at
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
Bütün varlığımı ütdün ey sevgili; eğer kumar arkadaşı isen’
bu kez gam zarını cam sermâyesi için at.
Zibâ ruhundan oldı lebûn ey kamer lezîz
Gün germ olınca lâcerem olur semer lezîz
Çün serv dost nâz ile gülşende salına
Ey ay yüzlü, senin parlak yanağından dolayı dudağın
Ey bâğbân çınârun elin al yabana at
tatlıdır; çünki gün sıcak olunca elbette meyve tatlı olur.
Bak sevgili servi gibi çiçek bahçesinde naz ile salınıyor; ey
bahçıvan, çınarı elinden tutup dışarı at, o orada yakışmaz
Işk odıdur ruhunla lebünden safâ viren
artık.
Mihrün harâretinden olur gülşeker lezîz
Gönülü yanağınla dudağından huzûra kavuşturan aşk
ateşidir; güneşin harâretiyle gülşeker tatlı olur.
Gamdan halâs ister isen gel Necâtîyâ
Dil cur’asını câm-ı mey-i ergavâna at
Ey Necâtî, gamdan kurtulmak istiyorsan gönül yudumunu
Rıhlet güninde derdüni dünyâya virmezin
erguvan renkli şarabın kadehine at.
Zirâ olur müsâfire zâd-ı sefer lezîz
Ayrılık gününde senin derdini dünyâya değişmem; çünki
sefere çıkana yol azığı tatlı olur.
GAZEL 2
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Gonca câmından olupdur andelîb-î zâr mest
Ağladuğumı zülfün ider gülmeğe bedel
19
Acı deniz suyını bulutlar ider lezîz
Ey gönül, Anadolu ile Şam vilâyetine söz atan güzellerin
Ağlayışımı saçın gülmeğe eş eder; acı deniz suyunu bulutlar
gümüş gibi beyaz yanağı ile kara saçı yok mudur? Şâm aynı
tatlılaştırır.
zamanda, akşam, gece karanlık mânâlarına gelir. Rum,
Roma ve Bizans imparatorluklarına verilen addır. Daha
Gam acısı Necâtîye hoş geldi öyle kim
sonraları bundan hareketle Bizans’ın idâresi altında
Gelmez mezâka şehd ü şeker ol kadar lezîz
bulunan Anadolu’ya bu isim verilmiştir. Anadolu halkı
Gam acısı Necâtî’ye öyle hoş geldi ki, bal ve şeker damağa
beyaz olduğu için, rum ve rumî kelimeleri beyaz, beyazlık v.
o kadar tatlı gelmez.
S. mânâlarında kullanılır.
GAZEL 4
Leşker-i gam ben gedâyı öldürür yoldaşlar
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Padişâh-ı ışka tâbi’ bir sipâhî yok mıdur
meh-i bî- mihr şehrün pâdişâhı yok mıdur
Gam askeri ben zavallıyı öldürüyor; ey yoldaşlar benim gibi
Zülfüne hey dimeğe zıll-i İlahî yok mıdur
aşk pâdişâhına bağlı bir sipâhî yok mudur ki yardıma
Ey ay yüzlü, sevgisiz sevgili, bu ülkenin pâdişâhı yok
gelsin!
mudur? Saçına “hey dur! ” demeye Tanrı’nın gölgesi yok
mudur? Mihr kelimesi sevgi, seviş ve bir de güneş, gün
Azmasun göster Necâtî derdmende zülfüni
mânâlarına gelir. Zıll-ı İlâhi, Tanrı’nın şeriatini uygulayan
Pâdişâhum şehr-i hüsnün şâhrâhı yok mıdur
veya uygulanmasına nezâret eden İslâm devletinin başı ki
Derdli Necâtî’ye saçını göster de yolunu sapıtmasın; acabâ
halîfe de denir.
güzellik şehrinin caddesi yok mudur ey sultânım?
Sevdüğümçün kasd idermişsin beni öldürmeğe
GAZEL 5
Bîgünâh öldürmeğün yâ Rab günâhı yok mıdur
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Beni öldürmeye kalkışın seni sevdiğim içinmiş; aman yâ
Bir dem iken devlet-i dünyâyı bir dem sandılar
Rabbi, günahsız insan öldürmenin günahı yok mudur?
Bu fenâ gülzârınun ayşını âlem sandılar
Bir nefeslik olduğu halde dünyâ mülkünü sürüp gider
Nice bir ey lâle-ruh benzüm zaafrân eylemek
sandılar; bu ölümlü bahçede yiyip içip eğlenmekle âlem
Âşık-ı bîçârenün küynüklü âhı yok mıdur
ediyoruz sandılar.
Ey lâle yanaklı, ne zamana kadar benzimi safran gibi
sapsarı edeceksin? Zavallı âşığın ateşli âhına aldırmıyor
Şol kadar zârîlığ itdüm kim cihân bünyâdını
musun?
Hânekâh-ı şiven ü eyvân-ı mâtem sandılar
Necâtî Bey’in divanında safranla ilgili diğer beyitlerden
O kadar inleyip ağladım ki, işitenler bu cihân konağını
edindiğimiz bilgiye göre, safran yanık yarasının tedâvisinde
iniltiler tekkesi ve mâtem köşkü sandılar.
kullanılmakta veya yangın yerlerinde yetişmektedir.
Ehl-i diller göricek âyînede tasvîrüni
Mülk-i câna leşker-i mihnet şebîhûn itmesün
Bağrına basmışdurur Îsâyı Meryem sandılar
Âşık-ı miskînün âh-ı subhgâhı yok mıdur
Gönül ehli olanlar senin aynadaki resmini görünce Hz.
Mihnet askeri can ülkesine gece baskını yapmaya
Meryem Îsâ peygamberi bağrına basıp kucaklamıştır
kalkmasın; miskin âşığın sabah vakti edilen o tesirli dûa ve
sandılar.
şikâyeti yok mudur sanıyor?
Çâk Çâk itdi kara zülfünle Kâ’be cübbesin
Ey gönül Rûm ile Şâma ta’n iden dilberlerün
Jendeler geymişdür İbrâhîm-i Edhem sandılar
Ârız-ı sîmîn ile zülf-i siyâhı yok mıdur
Kâbe senin kara saçını kıskanarak örtüsünü parça parça ett;
görenler İbrâhîm-i Edhem yırtık sökük cübbeler giymiştir
20
sandılar. (İbrâhim bin Edhem, meşhur bir mutasavvıf olup
yani kıskanıp huzurunun kaçması kendisinin
aslında Belh’dir. Menâkıbnâmeler, Belh meliklerinden
konuşamamasındandır.)
Edhem adlı birinin oğlu olduğunu söylerler. bir rastlantı ile
tacını tahtını bırakmış, üzeindeki prens elbiselerini bir
Kaddünle izârundan ayru düşeli cânâ
çobanın eski elbiseleriyle değişerek tasavvuf yoluna
Tâbût u kefen bana serv ü semen olmışdur
girmiştir.)
Ey sevgili boyunla yanağından ayrı düşeli beri, servi bana
tabutu, ak gül de kefeni andırıyor.
İncelikde bilüne mânendi yokdur didiler
Yoğ olalar k’ol hilâl ebrûlarun kem sanılar
Hüsnün sıfatın tâ kim diye işide dâim
Belinin incelikte benzeri yoktur, dediler; yok olasıcalar hilâl
Gülşende gül ü gonca gûş u dehen olmışdur
kaşlarını daha aşağıdır sandılar.
Güzelliğinin sıfatını dâimâ deyip işitmek için gül bahçesinde
gül kulak, gonca da ağız olmuştur.
Yüzine kefler urup yire sürüp acıtdılar
(Gül şekli dolayısıyla kulağa, gonca da ağıza
Bilmezin deryâ-yı ummânı benüm nem sandılar
benzetilmektedir.)
Yüzüne tokatlar vurup yere sürüp acıttılar; bilmiyorum
umman denizini benim neyim sandılar. (Burada Necâtî Bey,
Haddünde görüp zülfün ben güni kara âşık
hüsn-i ta’lil sanatı ile hem avuç ayası hem köpük
Âlemde perîşânlık bildüm neden olmışdur
manalarına gelen kef kelimesinin bu iki mânâsından istifâde
Ben kara günlü, yaslı âşık yanağında saçını görünce
ederek denizin “yüzüne kefler vurdular “demekle ve denizin
dünyâda perişanlık denen şeyin neden olduğunu bildim.
kıyıda kumsallara doğru yayılmasını “yüzünü yere
sürdüler” demekle tuzluluğunu “acıttılar”demekle belirtip
Bîmâr-ı gamem benden bîçâre tabîb el çek
incisi ile meşhur olan Umman denizine bu özelliğinden
İtme emeğün zâyi’ bana olan olmışdur
dolayı işkence edildiğini bilmezden gelip, “ ben bu kadar
Gam hastasıyım zavallı tabib, benden el çek; emeğini ve
hünerle yerde sürünüyor, ıstırap çekiyorum, sadece ben
vaktini boşuna harcama, bana olan olmuştur.
değil benim yakınlarımda açlık, sefalet çekmekte ve
horlanmaktadır. Hattâ zulümlerini o kadar ileri
Ey Rûma akîk ilten sakın ki ziyân eyler
götürmektedir ki içinde cevher olan herkesi bana nispet edip
Kanlu yaşum ucında âlem Yemen olmışdur
ezmekteler” diyor.)
Ey Anadolu’ya akik ileten, sakın getirme ziyân edersin:
çünki benim kanlı yaşımla her taraf akîkiyle meşhur
Yemen’e döndü.
Sundılar bir cür’a kim bin yıl yaşar içen tamâm
Bu perî-rûlar Necâtİ bizi âdem sandılar
Bir yudum sundular ki içenler tam bin yıl yaşar; ey Necâtî, o
Billâhi Necâtîye bu lûtf u atâyı gör
peri yüzlü güzeller bizi adam sandılar. (burada “adam”
Şeyhî olalı şeyhi nazmı hasen olmışdur
kelimesi Âdem peygamber mânâsını da vermektedir. inanışa
Allah için gel de Necâtî’ye yapılan bunca lütuf ve ihsanları
Hz. Âdem bin yıl yaşamıştır.)
gör; ustası (karamanlı) Şeyhî olalıberi şiiri güzelleşmiştir.
GAZEL 6
GAZEL 7
Tâ ol büt-i şîrîn-leb şekker-şiken olmışdur
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
Gül goncasınun vallah yiri diken olmışdur
Güzeller ipini zülfün uzattılar
Put gibi güzel tatlı dudaklı şeker kırmaya başlayınca,
Hakkâ ki boylarunca yazuklara batdılar
vallâhi gül goncasının yeri diken olmuş, huzuru kaçmıştır.
Güzeller gerçi saçlarını uzattılar ama, doğrusu boylarına
(“şeker kırmak” güzel konuşmak, güzel ve tatlı sözler
kadar günaha battılar (saç siyahlığından dolayı günaha
söylemek mânâsındadır. Gül goncanın yerinin diken olması
benzetiliyor. Bilindiği gibi siyah uğursuz bir renktir.)
21
GAZEL 8
Yarûn ayağı tozına benzer diyu bu gün
Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün
Bâzâr içinde anberi Allâh ki satdılar
Hattunda kim ol zülf-i perîşân yazılupdur
Sevgilinin ayağının tozuna benzer diye bugün pazarda
Gûyâ ki gubâr üstine reyhân yazılupdur
anberi nasılda sattılar!
Gubâri yazı üzerine Reyhâni yazının yazılması gibi, ayva
(eğer sevgilinin ayağının tozuna benziyor demeselerdi kimse
tüylerinin üstüne perişan saç yayılır.
anberi almazdı.)
Ol hokkâ-i mercân üzerinde hat-ı müşgîn
Şimşâd ü serv irdüğine dik gelürdi lîk
Dil-hastalarun derdine dermân yazılupdur
Reftâr-ı yâri göreli bir pâre yatdılar
O mercan hokkaya benzeyen dudağının üstündeki misk
Şimşir ağacı ve servi erdiğine dik gelir, böbürlenirdi; lâkin
renkli ayva tüyleri gönlü hasta olanların derdine derman
sevgilinin yürüyüşünü göreli bir parça yattılar, hadlerini
diye yazılmıştır.
bildiler. (“ermek” erişmek raslamak mânâlarına gelir. her
(misk siyah renklidir. hokka denilen, kıymetli taşlardan ve
iki ağaç da uzun olduğu için “erişmek” mânâsını tercih
ya camdan, billûrdan yapılmış şişelerde bulundurulur.
ettim ağaçların ikisininde yürüyüşünü göreli beri bir parça
“yazılmak” fiili “bezenmek, süslenmek, oyulmak…” gibi
yatmaları, kendilerinin yürüyemediklerinden dolayıdır.)
anlamlara da gelir. “ derman “ ve “yazı “ kelimeleri
birlikte bulunduğunda “muska yazmak “ deyimini de
hatırlamak lazımdır.)
Bezm-i belâda bir kişi hüşyâr kalmadı
Câm-ı mey-i mahabbete sâkî ne katdılar
Belâ meclisinde bi kişi ayık kalmadı; ey sakî muhabbet
Dil-teng ü perîşân idi vasfun işidicek
şarabının kadehine ne kattılar acabâ?
Güller açılup gonca-i handân yazılupdur
Gönlü sıkıntıda ve perişan idiler; senin vasfını işitince güller
Pisteh dehân-ı dilbere öykündi ehl-i bezm
açılmaya, gülen gonca da yayılmaya başladı.
Söyletmediler urdılar ağzın uşatdılar
(burada “dil-teng” deyimi “gönlü dar, sıkıntıda “
Fıstık sevgilinin ağzıyla kendini ölçmeye kalkıştı; mecliste
mânâsında olup goncaya; “perîşân” kelimeside güle aittir.)
bulunanlar söyletmediler, vurup ağzını kırdılar.
Nakş oldı hatun dilde yazukdur oda yakma
Kaddün katında turmağa yaraşmadı diyu
Şol safhaya kim âyet-i cânân yazılupdur
Servün alup elini yabanlara atdılar
Senin yazı gibi olan ayva tüylerin gönlüme nakşolunmuştur;
Senin boyunun katında durmaya yaraşmaz, lâyık değildir
üstüne Kur’an âyeti yazılan sahifeyi oda yakma günahtır.
diye servinin elinden tutup yabanlara attılar. (servi bağ ve
bahçede kenara dikilen bir ağaçtır.)
Cân suretini görmeğe meylün var ise gel
Cân hey etine sûret-i cânân yazılupdur
Îd-i visâlün istedüğiyçün Necâtîyi
Canın şeklini görmeyi istiyorsan gel; sevgilinin resmi can
Güzeller üşe geldiler öget tonatdılar
biçiminde çizilmiştir.
Senin vuslatının bayramını istediği için güzeller Necâtî’nin
başına üşüp iyice donattılar.
Ey hüsn diyu âşık olan göz ile kaşa
(“Donatmak” burada “ azarlamak, paylamak “
Bu şîve kilîsâda firâvân yazılupdur
mânâlarında ve bir de “süslemek” mânâsında
Ey güzellik diye göz ile kaşa âşık olan; güzelliğin bu türlüsü
kullanılmıştır. “süslemek” mânâsı, bayram kelimesi
kiliselerde bol bol resm edilmiştir.
dolayısiyledir. Asıl ağırlık noktası “paylamak, azarlamak “
(burada anlatılmak istenen güzellikten murad olunanın ilâhi
mânâsındadır.)
güzellik olduğu, ölümlü güzelliğe bağlanmanın Tanrıya
ortak koşuculuktan başka bir şey olmadığı fikridir.)
22
Ki meyün sohbetine âdemi kaygu getürür
Gül defteri dürsün ki ruh-ı dost yüzinden
Dudağına can ve gönüllü yasemin kokulu ayva tüyleri
Eş’âr-ı Necâtî ile divân yazılupdur
getirir; çünki şarabın sohbetine insanı kaygu getirir.
Gül artık defterini dürsün, onun hükmü geçmiştir; çünki
sevgilisinin yanağının yüzünden Necâtî’nin şiirleriyle divan
Ser-i kûyuna şarâb içmeyicek varımazın
yazıyor.
Ten-i hâşâkümi ol gülşene bu su getürür
(gül şekli dolayisiyle açılmış bir kitaba, bir mecmuaya
Senin mahallene şarap içmeyince varamam; çör-çöp gibi
benzetilir. sevgilinin yanağının kırmızı rengi ve Necâtî’nin o
olmuş tenimi o çiçek bahçesine bu su getirir.
yanağın ilhamiyle yazılmış şiirleri gülden üstün
tutulmaktadır.)
Niçe bir zühd ü vera' saflarını bozmağ içün
Hat u hâlünle müjen leşker-i hindû getürür
GAZEL 9
Nice ham sofularla haramdan sakınanların saflarını bozmak
Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün
için ayva tüylerin ve beninle kirpiklerin hind askeri getirir.
Güzelde murâd ân olur endâm değüldür
Keyfiyyet olur meyde garaz câm değüldür
Bana sensüz felekün şehd ü şeker sunduğını
Güzelden murad çekici bir güzelliktir, boy bos değildir;
Sanuram kim yedi tasdan geçer ağu getürür
şarapta aranan iyiliği veyâ kötülüğü; yâni verdiği keyiftir,
Sensiz bana felek bal ve şeker sunsa, yedi tasdan geçmiş ağu
kadeh değildir.
getiriyor sanırım.
Toğrusu bu kim kâmet-i dldârum öninde
Hat u hâlin haberin virdi sabâ zülfünden
Serv-i çemenün turuşı endâm değüldür
Döndi ol hâce-i hindûya ki dârû getürür
Doğrusu bu ki, sevgilinin boyunun önünde çimendeki
Zülfünden gelen bahar yeli, ayva tüylerinle beninin haberinş
servinin duruşuna endam denemez.
verdi; o hindli tâcire benzer ki ilâç getirir.
İlerde delü kanlu idi bâde be-gâyet
Ser-i kûyına ahup gelse Necâti gönlin
Duruldu biraz şimdi inen hâm değüldür
Ama benzer ki şifâhâneye sayru getürür
Eskiden şarap zorlu delikanlı idi; şimdi biraz duruldu o
Necâti gönlünü alıp senin mahallene varsa, şifâ yurduna
kadar çiğ değildir.
hasta getirene benzer.
Kış günleri geldi hele ben bildüğüm oldur
GAZEL 11
Hasretle geçen giceler eyyâm değüldür
Mefâ'ilün / fe'ilâtün / mefâ'ilün / fe'ilün
Kış günleri geldi, benim bildiğim odur ki hasretle geçen
Nigâra gâh güneş gâh olur kamer dirler
geceler zamandan değildir, hayattan sayılmaz.
Görün o bi-bedelün yüzine neler dirler
Sevgiliye gâh güneş, gâh olur kamer derler; görün o eşi ve
benzeri olmayanın yüzüne neler diyorlar.
Zülf ü ruhi şeydâsına kim diye Necâti
Kim düni güni kadr ile bayram değüldür
Ey Necâti, saçı ve yanağı uğruna divâne olmuşların gecesi
Yüzün görüp sevinenler saçundan ağlamasun
gündüzü Kadir gecesi ve bayram günü değildir, diye kim
Ki tanladan gülen ahşama dek güler dirler
diyebilir?
Yüzünü görüp sevinenler saçından ağlayıp şikâyet etmesin;
çünki “tan vaktinden gülen akşama dek güler” derler.
GAZEL 10
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
Hevâ-yı ışk ile hâk olanundurur meydân
Lebüne cân u dili hatt-ı semen-bû getürür
Bu od ile tutuşup sabr iden yeğer dirler
23
Meydan aşk hevesiyle, aşk uğruna toprak olanındır; bu
Sanasın tâvûs-ı kudsi âfitâb üstindedür
ateşle tutuşup sabr eden murâdına kavuşur, derler.
Ey sevgili, dolunaya benzeyen yanağının üstündeki misk
kokulu saç, sanki güneş üstündeki cennet tâvüsudur.
Ölür isem berü gel yüzüni görüp öleyin
Bahar günleridür mevsim-i sefer dirler
Fitne vü âşûb-ı çeşmün göreli nergis müdâm
Beri gel, ölürsem de yüzünü görüp öyle öleyim; derler ki
Mest-i lâya’kıl olup her demde hâb üstindedür
bahar günleri sefer mevsimidir.
Senin gözünün fitne ve kargaşalığını göreli beri, nergis
durmadan aklını yitirecek kadar sarhoş olup uyku
Güzeller ağlamayana ne derdi olımaz yârân
hâlindedir.
Meseldurur ki ere bir hüner yiter dirler
Burada “ Fitne uyumaktadır, Allah onu uyadırana lânet
Güzeller ağlamayana “acabâ ne derdi var” derler de kan
etsin” hadisi hatırlanmalıdır.
ağlayana gülerler “zavallı gâfil! ” derler.
Goncadan vasf-ı dehânun işidüp ey gül-izâr
GAZEL 12
Hançer-i bürrân çeküp süsen ıtâb üstindedür.
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
Ey gül yanaklı, goncadan senin ağzının vasfını işiten susam
Yâr ile kon beni beni ol yâr yeğ bilür
keskin hançer çekmiş, onu azarlamaktadır.
Biçâre andelibini gülzâr yeğ bilür
Sevgilimle bırakın beni, beni o sevgili iyi bilir; zavallı öksüz
Vasf-ı hüsnün her seher gülşende bülbül bir varak
bülbülünü gül bahçesi iyi bilir.
Okudukça gonca vü güller hicâb üstindedür
Bülbül gül bahçesinde her seher senin güzelliğinin vasfında
Zülf-i dırâz derdini benden sor ey tabib
bir sayfa okudukça goncalar ve güller utanıp saklanmakta
Uzun gice belâsını bîmâr yeğ bilür
veyâ kızarmaktadır.
Uzun saçın derdini benden sor ey hekim; uzun gecelerin
belâsını hasta iyi bilir
Dâne-i hâl-i siyâbun aksi çeşmümde şehâ
Hoş vatan dutmış veli bünyâdı âb üstindedür
Arturmaz âdemiyi meğer kim mezâd-ı ışk
Ey padişah, siyah beninin dânesinin aksi güzümde ne güzel
Her nesnenün bahâsını bâzâr yeğ bilür
vatan tutmuştur ama temeli su üstündedir.
Aşk mezâdindan başkası insanın değerini artırmaz; her
nesnenin pahasını pazar iyi bilir (pazarda belli olur).
İnledüğüm dilberâ dolâb gibi subh u şâm
Bu ki cismüm dem-be-dem yaşumla âb üstindedür
İzün tozın sabâ yili satar direm direm
Ey sevgili, sabah vaktinde dolap gibi inlediğim bundandır
Misk ü âbir kadrini attâr yeğ bilür
ki, cismin her zaman gözyaşımdan su üstündedir.
Bahar yeli izinin tozunu dirhem dirhem satar, misk ile
Ey Necâti lâ’l-i nâbı üzre hâli dilberün
anberin kadrini attar iyi bilir.
Bir mekesdür kim makâmı kand-i nâb üstindedür
Ey gül bu gussa kıssasını sor Necâtiye
Ey Necâti, dilberin saf yâküta benzeyen dudağının üstündeki
K'ahvâl-i ışkı bülbül-i bîdâr yeğ bilür
beni, saf şeker üstüne konmuş bir sineğe benzetmektir.
Ey gül bu kederin hikâyesini Necâti'ye sor ki, sşkın ahvâlini
uykusuz bülbül iyi bilir.
GAZEL 14
Mefâ'ilün / fe'ilâtün / mefâ'ilün / fe'ilün
GAZEL 13
Habib âşıka cevr itmese Habib olmaz
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Tabib nicesin öldürmese tâbib olmaz
Zülf-i müşgînün ki cânâ mâhtâb üstindedür
24
Sevgili aşığa zulmetmese sevgili olmaz; tabib nicesini
vs. ” mânasına da gelir. Burada, bu ikinci daha kuvvetli
öldürmese tabib olmaz.
görünüyor.
Gözüm yaşından umardum kapun tavâf itmek
Geçmelü oldı gönül za’f ile çemberlerden
Veli çok akçalu olur ki hac nasib olmaz
Ne havâdur bu ki ol zülf-i dü-tâdan geçemez
Çok gözyaşı döktüğüm için kapının çevresinde dönüp
Gönül o kadar zayıfladı ki, çenberlerden geçecek hale geldi:
dolaşmağı umuyordum; lâkin parası çok nice zengin vardır
bu nasıl bu hevesdir ki iki katlı zülüften geçemez! “Hevâ”
ki onlara hacca gitmek nasib olmaz.
burada hem “ hava, rüzgâr, yel” mânâsında, hem de
“heves, arzu, istek” mânâsında kullanılmıştır. “geçmek”
Habib işiği râkibe şeref virürdü veli
fiili de hem “geçmek” hem de “vazgeçmek” mânâlarında
Çemende gezmek ile zağ andelib olmaz
kullanılmaktadır. Bu beyitte canbaz mazmünu vardır. Çünkü
Sevgilinin eşiğinde bulunmak rakibe belki şeref verirdi,
“çenberler” ve “iki katlı” ip ve “geçmek” üçlüsü canbazı
lâkin bahçede gezmekle karga bülbül olmaz.
hatıra getiriyor. Fakat asıl söylenen “gönül o kadar
zayıflayıp çenberlerden geçecek hale geldiği halde yine de o
Billâd-ı Çine senün gibi bir sanem heyhât
zülfün aşkından vazgeçmiyor, bu nasıl iştir? ” şeklinde ifade
Diyâr-ı Rüma saçun gibi bir salib olmaz
edilebilir.
Çin ülkelerinde senin gibi put nerede… Rum diyârında saçın
gibi bir haç olmaz. Burada “Rum diyârı” ile kastedilen
Meyl ider dâne-i hâlüne gönül murgı veli
Anadolu’dur. Anadolu’ya Diyâr-ı Rum denildiği, Romalılar
Zülf-i miskini koyup dâm-ı belâdan geçemez
ve onların devamı olan Bizanslılar Hristiyan olduğu için
Gönül beninin dânesine meyl eder fakat o misk kokulu ve
şair bu kelime üzerinde oynamaktadır.
renkli saçı koyup belâ tuzağından geçemez.
Bütün cihânda gönül ışk ile olur mâkbül
Valsa mâni’ yoğ idi olmasa seylâb-ı sirişk
Kamu diyârda ehl-i hüner garib olmaz
Kamudan geçdi gönül hastası mâdan geçemez
Bütün dünyada gönül aşk ile makbül olur; hiçbir yerde
Gözyaşı seli olmasaydı vuslatı engelleyecek hiçbir şey yoktu,
hüner sahibi insan garib ve perişan olmaz.
gönül hastası her şeyden geçer de sudan geçemez. Buradaki
“geçemez” fiili “geçmek, aşmak” mânâsından çok
Hâbib vasbını dil kendüden dahl güniler
“vazgeçmek, bırakmak, fedâ etmek” anlamında
Necâtiyâ kim ola böyleye rakib olmaz
kullanılmıştır. Çünkü hasta için sudan vazgeçmekten çok, su
Sevgiliye kavuşmayı gönül kendinden dahi kıskanır; Ey
içmekten vazgeçmek, su içmeyi bir yana komak söz konusu
Necâti böyle bir güzele rakib olmayacak olan kimdir?
olabilir.
GAZEL 15
Beli mihrâb-ı ibâdetde iki büküldi
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
Zâhidi gör ki dahi bâb-ı riyâdan geçemez
Şol ki tecrid olımaz tâc ü kabâdan geçmez
Ham sofuyu gör ki, mihrab önünde ibâdet ede ede beli iki
Halka-i bezm gibi ehl-i safâdan geçemez
büküldü de hâla ikiyüzlülük kapısından geçemez. İbâdetle
Dünyada arınıp soyunmayan, taç ve hırkadan geçmeyen
insanın manevi mertebesinde yükselir. Halbuki zâhid o
kimse, halka olup meclis kuran gönül ehli kimse olarak
kadar ibâdet ettiği, beli ibâdetten kamburlaştığı halde
geçinemez.
ikiyüzlülük makamında kalmış, oradan ileri geçememiştir.
Bu beyitteki “geçemez” fiili, “halka” kelimesiyle birlikte
Burada bir de eğilerek kapıdan geçmek vardır.
kullanınca, “geçmek, mürür etmek” mânasını hatırlamakla
berâber “geçinmek, kendisini öyle göstermek, taklid etmek
Sineme vâde-i vasl itmiş idi tir-i müjen
Dil takâzâ ide diyu bu yanadan geçemez
25
Kirpiğinin oku gelmek için bağrıma söz vermişti; gönül
Sevgilim düşmanı dost edinip kendi yârini unuttu; yazık o
serzenişte bulunup niye sözünü tutmadın, der diye bu
Tanrıdan korkmaz yarın neler olacağını hatırına getirmez.
taraftan geçemez.
Havf ider sanma mahallende Necâtiden rakib
Sâkiyâ bezm-i mahabetde Necâti-i levend
Padişahum bellidür kim seg gedâdan korkmaz
Bâdeden geçdi leb-i rüh-fezadan geçemez
Rakib mahallende Necâti’den korkar sanma sultânım,
Ey sâki, muhabbet meclisinde genç Necâti şaraptan geçti de
bellidir ki köpek dilenciden korkmaz.
rüha neşe veren kırmızı dudaktan geçemez.
GAZEL 17
GAZEL 16
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Nice dirsin ey gönül kim hecrden cân ağlamaz
Şevk-ı ruhsârunla dil zülf-i dü-tâdan korkmaz
Ya'nî kimse var mıdur bu derdile kan ağlamaz
Ârzü-yı genc idenler ejdehadâdan korkmaz
Ey gönül, nasıl dersin ki can ayrılıktan ağlayıp şikâyet
Gönül yanaklarının coşkun arzusuyla iki katlı saçdan
etmez; yâni bu derd ile kan ağlamayan kimse var mıdır?
korkmaz; hazine peşinde olanlar ejderhadan korkmaz.
Ey gözüm ebr-i bahârî geh yağar geh açılır
Eydünüz uşşâkı zâhid nâr ile korkutmasun
Âlem içre sencileyin kimse yeksân ağlamaz
Ârif olan irteye kalan belâdan korkmaz
Ey gözüm, bahar bulutu bile gâh yağar gâh açılr; bu
Söyleyiniz hamsofuyu, âşıkları ateşte korkutmasın; iç
dünyâda kimse sencileyin durmadan ağlamaz.
bilgisine sâhib olan kişiler yarına kalan belâdan korkmaz.
Âh u zârum işdürsin nevbahâr-ı hüsn içün
Işk elinden akl âciz olduğın ayb eylemen
Şöyle bil bâd-ı havâdan ebr-i nîsân ağlamaz
Bir raiyyet var mıdur kim pâdişâdan korkmaz
Güzelliğin baharı için âh edip inlememi işitiyorsun, şöyle bil
Aklın aşk elinden âciz olduğunu ayıplamayın; tebasından
ki nisan bulutu boşuna ağlamaz.
olup da pâdişâhtan korkmayan var mıdır?
Her biri bir gevher olsa eşk-i bî-pâyânumun
Rıhlet eyyâmında gamdan incine sanma beni
Yoluna harc eylemekden çeşm-i giryân ağlamaz
Korkulu yollarda kişi âşinâdan korkmaz
Bitmez tükenmez ğözyaşımın her biri bir inci olsa da
Göç vaktinde beni gamdan incinir sanma; kişi korkulu
ağlayan gözüm yoluna harcamaktan şikâyet etmez.
yollarda tanıdık kişiden korkmaz.
Nice gice ola kim yaş yirine encüm döküp
Eşk ü âhumdan sakınmaz lâcerem serv ile gül
Derdmendün hâline gerdûn-ı gerdân ağlamaz
Cüydan incinmez ü bâd-ı sabâdan korkmaz
Bu nasıl gecedir ki, dönen felek derdinin hâline gözyaşı
Servi ve gül âhımdan ve gözyaşımdan elbette sakınmaz, ne
yerine yıldızları döküp ağlamıyor.
diye ırmaktan incinip bahar yelinden korksunlar?
Gönlüm ol zülf-i dilâver key katı itdi zebûn
Ol cefâgâr eylemez feryâd u âhumdan hazer
İki kâfirden eğerçi bir müselmân ağlamaz
Cennetün handan güli bâd-ı sabâdan korkmaz
Bir Müslüman iki kâfirden şikâyet etmez ama ne var ki,
O cefâlı sevgili âhımdan ve feryâdımdan sakınmaz; çünki
gönlümü o gönüller alıcı saçlar adamakıllı güçsüz ve
cennetin açılan gülü sabâ yelinden korkmaz.
dermansız kıldı. Burda “bir Müslüman iki kâfire bedeldir”
sözüne işâret vardır.
Düşmanı yâr idinüp yârum unutdı yârını
Yarını anmaz diriğâ ol Hudâdan korkmaz
Nâle kıl kim alasın nâmerd dünyâdan murâd
26
Ana süt virmez Necâtî tâ ki oğlan ağlamaz
Necâtî sevgilinin mahallesine dâimâ gözü yaşlı olarak
İnleyip ağla ki alçak dünyâdan istediğini alasın; ey Necâtî
gider; çünki Kabe yolları çetindir, her yerde su bulunmaz.
oğlan ağlamayınca ana süt vermez.
GAZEL 19
GAZEL 18
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
Benüm serv-i hırâmânum cemâlün tâze bâğ olmış
Yüzün gülzârıma sünbül saçun saç kim nikâb olmaz
Ruhum güllerinün kızılı kızıl ağı ağ olmış
Çerâğ-ı meclis-efrûza zalâm-ı şeb hicâb olmaz
Ey benim salınan servi boylum, güzelliğin tâze bağ gi-
Yüzünün çiçek bahçesine o sünbül saçını saçsan da peçe
bi; yanağının güllerinin kızılı kızıl, akı ak olmuş, ne
gibi kapatır diye korkumuz yok; meclisi aydınlatan kandili
kadar güzel olmuşlar!
gecenin karanlığı perdeleyemez.
Mahabbet sebzezârında biter çok lâleler ammâ
Gidersün ko kara zülfün sabâ yili yanağından
Bulunmaya benüm gibi cefâdan bağrı dağ olmış
Ki nevrûz olıcak dirler güneş üzre sehâb olmaz
Muhabbet bahçesinde çok lâleler biter ama, benim gibi
Bırak bahar yeli kara saçını yanağından gidersin, çünki
cefâdan bağrı yaralanıp dağlanmışı bulunmaz.
nevruzda güneşin üzerinde bulut olmaz.
Yüzini gösterüp gizler keb-i lâ'bîni cânâne
Gam-ı mihnetle yanardım hatuna tâbi' olmasam
Dirîğâ mevsim-i gülde mey-i nâba yasağ olmış
Ne şüphe yanar odlara şu kim ehl-i kitâb olmaz
Sevgili yüzünü gösterip de yâkût renkli dudağını gizli-
Yazıya benzeyen ayva tüylerine bağlamasam mihnet acısıyla
yor; eyvâh, bahar mevsiminde saf şarap içmeğe yasak
yanardım; kitaba inanmayan kişi elbette ateşlere yanar.
olmuş!
Burada imânın şartlarından biri olan Tanrı'nın elçilerine
gönderdiği kitaplara inanmak belirtilmiştir. İnsanı
Eğilmesün diyu âhum yilinden sakınup her dem
cehennem ateşinden kurtaracak olan imânıdır.
Rakîb-i kelb ol servün nihâline dayağ olmış
Âhımın yelinden eğilmesin diye her dem köpek rakîb o
servi fidanı boyluya dayak olmaktadır.
Hidâyet nûrına mâni' değüldür câm-ı yâkûtî
Ki sırça hâil-i ferr-i zıyâ-yı âftâb olmaz
Yâkût renkli şarabın kadehi doğru yolu aydınlatan nûra
Gönül çün âşıkun işi yakılmakdur yıkılmakdur
engel değildir; çünki sırça güneş ışığının parlaklığını
Cihânda kimse var mı ışk ucundan od ocağ olmış
gizleyemez.
'Ey gönül, âşığın işi yakılmak yıkılmaktır; cihanda aşk
dolayısiyle od ocak olmuş, mal mülk edinip râhata kavuşmuş var mı?
Kaçan lâyık olur ehl-i safâ bezmine şol kimse
Ki hasret odına bağrı döne döne kebâb olmaz
Hasret ateşinde döne döne bağrı kebâb olmayan kişi, gönlü
Necâtî derdmend iken kapun dârüşşifâsından
arınmış kimselerin meclisinde bulunmaya nasıl lâyık olur?
İnâyet şerbetin nûş eyleyüp filhâl sağ olmış
Necâtî derdli iken senin kapının şifâ yurdundan lûtuf
şerbeti içmiş, hemen sağalmıştır.
Didüm yolunda ey dilber ne çok âşıklarun ölmiş
Didi kim kâ'be yolında ölenlere hisâb olmaz
Dedim ki “Ey sevgili, yolunda ne çok âsıkların ölmüş!”;
GAZEL 20
dedi ki “Kâbe yolunda ölenlerin hesâbı belli olmaz.”
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
Tutupdur zülfün ucundan cemâlünle cihân âteş
Gözi yaşlu gider dâim Necâtî kûy-ı cânâna
Giceyle olıcak halka katı eyler ziyân âteş
Tarîk-ı Kâ'be müşkildür kamu yirlerde âb olmaz
Zülfünün yüzünden cihânı güzelliğinle ateş sarmakta-
27
dır; ateş geceyle olunca halka daha çok zarar verir.
Kapıda kul olduğumu benim söylemem gerek mi? Kula
senden önce söze başlayıp “ben” demesi veyâ sen varken
kendinden bahsetmesi lâyık mıdır, sultânım?
Aceb midür nasîhat eyledükçe inlese gönlüm
Bilürsin üstine su sepseler eyler figân âteş
Nasihat eyledikçe gönlüm inlese şaşılır mı? Bilirsin ki
Benlüği terk eyle mutrib nâleni dilsûz kıl
üstüne su sepeleyince ateş figan eder.
Bezm-i cândur ayb ola uşşâk içinde ten dimek
Ey saz çalan, benliği bırak da feryâdını gönül yakıcı kıl; can
Gam u gussa üşüp gönlüm evin yıkdukları budur
meclisidir bu, âşıkların içinde tenden bahsetmek ayıptır.
Ki etrâfa ulaşmaya derûnumda yanan âteş
Gül yüzünle sahn-ı gülşen şöyle zîbâ oldı kim Dostum
Gam ile kederin üşüp gönlümün evini yıktıkları, içim-
ta’rifolupdur cennete Gülşen dimek Çiçek bahçesinin yüzü,
de yanan ateş etrafa ulaşmasın diyedir.
senin gül yüzünle öyle güzelleşti ki sevgilim, cennete çiçek
bahçesi demek onu târif etmek olur, çünki çiçek bahçesinin
cennet farkı kalmadı.
Eğer dîdâr ümîdi olmayaydı bâğ-ı cennetde
Cehennem gibi olaydı gül ile ergavân âteş
Eğer cennet bağında sevgiliyi görmek ümidi olmayay-
Pâydar olmaz güzellik razv-ı cennet gibi
dı, gül ile erguvan ateş kesilip her taraf cehennem gibi
Sen bilürsin ey yüzi cennet hele benden dimek
olurdu.
Güzellik cennet bahçesi gibi devâmlı olmaz; sen bilirsin ey
cennet yüzlü, hele benden demesi!
Gerek ağla gerekse gül cihân fâriğdur ey bülbül
Ben kulunçün dir imişsin kim bana cânın virür
Kimine âteş olur gül kimine gülisitân âteş
Ölmek olur dostum olmaz sana yalan dimek
Gerek ağla gerekse gül ey bülbül, dünyâ kendi keyfin-
Ben kulun için “Bana canını verir” diyormuşsun; ölürüm de
dedir, aldırmaz; kimine ateş gül olur, kimine de gül
seni yalancı çıkarmam ey sevgilim.
bahçesi ateş.
Goncanun ağzına bakarken çemende andelîb
Beni senden sovutmağa sevâdın ekşidür nâsih
Gülşenün ahvâlini câiz midür sûsen dimek
Bilür kim sirke ile yeğ söyünür bî- gümân âteş
Bülbül bir işâret için bahçede goncanın ağzına bakarken,
Beni senden soğutmak için nasihatçi kara suratını ek-
çiçek bahçesinin ahvâlini susamın demesi câiz midir?
şitiyor; biliyor ki ateş elbette sirkeyle daha iyi söndürülür.
Gonca-veş cân u surâhî hep ağız bir itdiler
İç diyu sofî Necâtîye ne lâzım ne dimek
Necâtî gönlüni her dem ider bir lâle-ruh yağma
Can ve surâhi gonca gibi ağız bir ettiler; ey sofu, senin iç
Sanasın Bursa şehridür ki yakar her zaman âteş
diye Necâti’ye söylemenin ne gereği var?
Necâtî'nin gönlünü bir lâle yanaklı durmadan yağma
ediyor; sanırsın ki ateşin her zaman yaktığı Bursa şeh-
GAZEL 22
ediyor; sanırsın ki ateşin her zaman yaktığı Bursa şeh-
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
ridir. Bursa, târihinde birçok büyük yangın geçirmiştir.
Hakkâ budur ki sahn-ı cihân kem konak değül
Burada
İllâ ki ömr kâfilesi oturarak değül
ona işâret vardır.
Doğrusu budur ki yeryüzü öyle azımsanacak konak değildir,
fakat ömür kafilesi eylenip kalmıyor.
GAZEL 21
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Dildâra senden olur ise bu’d-i maşrıkayn
Hâk-i pâyuna kul olduğum ne lâzım ben dimek
Sa’y it gönül ki âşıka Bağdad ırak değül
Bende ye lâyık mıdur sultânum evvel ben dimek
28
Ey gönül, sevgiliyle senin arada doğu ve batı arası kadar
Didün ey dil sana yâr ide vefâ handân ol
mesâfe olsa da sen yine gayret et, âşıka Bağdad ırak
Âh idüp derd-i derûn ile didi andan ol
değildir.
Ey gönül, sevgili sana vefâ gösterir gülümse, dedim;
içindeki derdle bir âh edip “bu derdim de ondandır “ dedi.
Eşcâr eğerçi her varakı bir kitâbdur
İdrâki olmayana cihân bir varak değül
Bana cânân işiği Kâ’be sana ey sofi
Gerçi ağaçların her yaprağı bir kitaptır, fakat anlayışı
Tek yüzün görmeyelüm var Mısıra sultân ol
olmayana dünyâ bir sayfa bile değildir.
Sevgilinin eşiği benim, Kâbe de senin ey sofu; istersen var
Mısır’a sultan ol, yeter ki yüzünü görmeyelim!
Kullâb gibi kendüye çekmek durur işi
Mestâne gamzeler gibi zülfün atak değül
Didüm işigüne yüzüm süreyim güldi didi
İşi gücü çengel gibi kendine çekmektir, zülfün sarhoş
İşte bak Kâ’be gerek hâcî gerek kurbân ol
gamzelerin gibi atak değildir.
Dedim ki “Eşiğe yüzümü süreyim “, güldü; ”Bak, işte Kâbe,
istersen hacı, istersen kurban ol “ dedi.
Bir dem mi vardır ey gözi sermest ü ceng-cûy
K’ol gamzeler bizüm ile kılıç bıçak değül
Ey vefâsuz güzel efgân ile geçdi günümüz
Ey sarhoş gözü kavga koparmak için fırsat arayan; o
Bir gice külbe-i ahzânumuza mihmân ol
gamzelerin bizimle kılıç-bıçak olmadığı bir dem mi vardır?
Ey vefâsız güzel, günümüz figanlar ile geçti; ne olur, bir
gececik hüzünlerle dolu kulübemize konuk ol!
Yârun ayağı tozuna sürmiş yüzin meğer
Ayun yüzinde görüni duran behak değül
Hasret ü derd ile ey dil beni vîrân itdün
Her halde sevgilinin ayağının tozuna yüzünü sürmüş
Göreyin hasret ü derd ile seni vîrân ol
olmalıdır, ayın yüzünde görünüp duran abraşlık değildir.
Ey gönül, hasret ve derd ile beni viran ettin; göreyim sen de
hasret ve derd ile viran ol.
Dünyâ ulûmı deftere sığmaz eğerçi kim
Işkun kitâbına göre ol bir sebak değül
Düşman oldun ise halk ile kayırmaz bârî
Gerçi dünyânın ilimleri deftere kitaba sığmayacak kadar
İşiği itleri ile yüri var yârân ol
çoktur, fakat aşkın kitabının yanında bir derslik bile
Halk ile düşman oldunsa zararı yok, bârî yürü var da
değildir.
kapısının itleri ile ahbâb ol.
Gün yüzünün altında bir alçakdurur kamer
Ko Necâtî gâm-ı cânân ile cânun çıksun
Filcümle Kâ’be benzedi dirsen ırak değül
Sana kim didi ki var her güzele hayrân ol
Senin gün yüzünün katında, yüzüne kıyasla kamer çok
Ey Necâtî, sevgilinin gamı ile canın çıkarsa yeridir, sana
alçaktır; kısacası, Kâbe benzer dersen o kadar ırak bir
var her güzele hayran ol diye kim dedi!
ihtimâl değildir.
Eyler Necâtî cennet-i dergâhun ârzû Dünyâda gerçi kim bu
GAZEL 24
havâ olacak değül
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
Gerçi dünyâda bu olacak heves değildir ama ey sevgili,
yâ ister imiş k’ola sana hâk’i kadem
Necâtî yine de senin cennete benzeyen kapı önünü arzu
Garazı bu ki sata kendüyi dirhem dirhem
ediyor.
Sürme senin ayağının toprağı olmak istermiş; kasdı
kendisini dirhem dirhem satmak, kıymete bindirmek.
GAZEL 23
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
Haylıdan dîde-i uşşâka görinmez oldun
29
Hey bizüm ile perî şîvesin itme âdem
Ayağına su dökmelü olupdur çeşm-i pür-nemden
Çoktandır âşıkların gözüne görünmez oldun; bizimle peri
Çoktandır servi boyunun hayâli gönüle gelmedi; herhalde
cilvesi etme be adam!
nemli gözümden ayağına su dökmek gerekiyor.
Gözlerin ırmaya hâlün gibi ruhsârundan
Müsâfirdür sabâ şimdi ayak tozı ile geldi
Ger bu hüsn ile göre hâlüni ibn-i Edhem
Getürdi gönlüme bûy-ı vefâ ol zülf-i pür-hamdan
Edhem’in oğlu, beninin bu güzelliğini görürse, gözlerini
Sabâ yeli ayağının tozuyla şimdi gelmiş bir misâfirdir ki,
benin gibi yanağından ayırmaz.
gönlüme o büklüm büklüm saçtan vefâkârlık kokusu getirdi.
Mihnet ü hecrün ile çarh iki bükdükçe belüm Sevgünün
Cüdâ olmadı sinenden Necâti nefs-i emmâre
riştesi dahi beter olur muhkem
Bu rûşen oldı kim kâfir ebed çıkmaz cehennemden
Felek senin ayrılığının mihneti ile belimi büktükçe sevgilinin
Seni kötü şeylere zorlayan nefsin bağrından ayrılmadı ey
ipliği daha çok sağlam olur.
Necâti kâfirin cehennemden ebedi olarak çıkmayacağı bir
kere daha belli oldu
Ser-i kûyında mukîm oldun ise itler ile
Ey Necâtî eyü sen yirüni buldun epsem
GAZEL 26
Ey Necâtî, eğer köpekleriyle berâber sevgilinin mahallesine
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
yerleşebildiysen, sesini kes, sen sen tam yerini buldun!
Zülfün hamını anber-i sârâya virmezin
Lâ’lün gamını şâdi-yi sahbâya virmezin
GAZEL 25
Saçının büklümünü saf anbere vermem dudağının hamına
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
şarabın neşesine değişmem.
Cefâ vü cevri ko alma dil-i sûzânı sinemden
Od alup kanda yakarsın peri yüzlüm cehennemden
Cân virüp asılursa bu miskin selâsilün
Zulüm ve eziyet etmeyi bırak, yanan gönlümü bağrımdan
Bir kılını memâlik-i Dâraya virmezin
alma; cehennemden ateş alıp nasıl yakarsın ey peri yüzlüm?
Bu miskin can verip asılsa da zencir gibi örülmüş saçının bir
kılını Dârâ’nın ülkelerine vermem.
Gönül kasrına geldükçe hayâlün bir dem eğlenmez
Sanasın kim od almağa gelür bu külbe-i gamdan
Lâ’l-i lebün safâsını sâgarda bulalı
Hayâlin gönül konağına geldikçe bir dem eğlenmez; sanki
Meyhâneler bucağını dünyâya virmezin
bu gam kulübesine ateş almağa gelir.
Yâkût rengindeki dudağının safâsını kadehde bulalı,
meyhâneler bucağını dünyâya değişmem.
Gözün merdümlük eyleyüp her ok kim sineme urdı
Kaşun yayı gamı anı çıkardı bir bir arkamdan
İzün tozını gün güzine tûtiyâ içün
Gözünün insanlık edip bağrıma vurduğu her oku kaşının
Gökden yire inerse Mesihâya virmezin
yayının gamı bir bir arkamdan çıkardı.
İzinin tozunu, güneşin gözüne sürme diye istemek için
gökten yere inse bile Hz. İsâ’ya vermem.
Yüzüni ey melek-sûret görürse diye hûriler
Bu sûretlü beşer gelmiş değüldür nesl-i âdemden
Gülşende âşiyâne-i bülbül kadar yiri
Ey içi melek gibi olan, yüzünü huriler görürse “Âdem
Korlarsa bana cennet-i Me’vâya virmezin
Peygamberin soyundan böyle bir insan gelmiş değildir”
Gül bahçesinde bülbül yuvası kadar yeri bana kosalar,
derler.
Me’vâ cennetine vermem.
Hayâli serv-i kaddünün dile gelmedi haylıdan
Ben mu’tekid değül miyin Allah zikrine
30
Şol denlü var ki başumı gavgâya virmezin
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
Tanrı’yı zikretmeğe ben inanmıyor muyum, elbette
Gerçi gülzâr-ı cihânda gül olur hâra yakın
inanıyorum; şu kadar var ki başımı gürültüye sokmuyorum.
Hak ırağ eylesün andan k’ola ağyâru yakın
Gerçi bu cihan gül bahçesinde gül dikene yakın olur, lâkin
Tanrı o sevgiliyi gayrılara yakın olmaktan korusun.
Yokdur çemende servün eli üzre el veli
Reftâr-ı yâri serv-i dilârâya virmezin
Çimende servinin elinin üstünde el yoktur ama, sevgilinin
Lebün umar varıcak zülfüne gönlüm gerçi
salınıp gidişine gönlü donatan serviye değişmem.
Kişi cândan keser ümmid olıcak dâra yakın
Her ne kadar kişi darağacına yakın olunca candan ümidini
keserse de, gönlüm saçına varınca dudağını umar.
Eğlenmeğe Necâtiyâ divârı sâyesin
Gisû-yı hûr u zülf-i semensâya virmezin
Ey Necâti, duvarının gölgesinde eğlenip kalmayı hûrinin
Şükr idüp yirlere sürer yüzini sâye gibi
perçemine ve yâsemin kokulu saça değişmem.
Afitab olduğuna hüsn ile dildâra yakın
Güneş, güzellikte sevgiliye yakın olduğuna şükredip yüzünü
gölge gibi yerlere sürer.
GAZEL 27
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
Ko gönül bûsene cân ile haridâr olsun
Katı çok başlıdurur zülfine dolaşma gönül
Billâh ey gonca-dehen yok dime bâzâr olsun
Sana bir bend geçer olma o tarrâra yakın
Bırak gönül seni öpmeye can ile müşteri olsun; ey gonca
Çok hileler bilir, zâlimdir ey gönül, zülfüne dolaşma; sana
ağızlı, Allah aşkına yok deme, pazar olsun!
bir oyun oynar, bir iş eder o dolandırıcıya yaklaşma!
Zülfün âşüfteleri hâline rahm eylemeyen
Üzülür gül açılur gonca gülistândan eğer
Göreyin bencileyin derde giriftâr olsun
Bu had ü hande ile yâr ola gülzâra yakın
Zülfünle perişan olanların hâline acımayanın benim gibi
Eğer bu yanak ve bu gülüşle sevgili gül bahçesine yakın
derde tutulduğunu bir görsem!
gelirse gül üzülür, gonca açılır.
Diledüm bûse lebinden didi pes cânun idi
Bûse peymânesinün cur’a-i cân-bahşından
Hele bir şivedurur bu dahi ikrâra yakın
Hele ol piste-dehen yok dimedi var olsun
Dudağından öpmeyi, diledim “Pes, sanki canındır,
O fıstık ağızlı öpüş kadehinin can bağışlayan yudumundan
kendinindir” dedi; hele bu da kabûl etmeye yakın bir
isteyene “yok, vermem” demedi, var olsun.
söyleyiş tarzıdır.
Kimse beğlerde vefâ görmedi dünyâ turalı
Lebi şevkı iledür zülfe Necâti gönlin
Kim diye sen meh-i bi-mihre vefâdâr olsun
Beli tiryâk olıcak varsa olur mâra yakın
Dünyâ duralıberi kimse beylerde vefâ görmedi, senin gibi
Dudağının arzusu Necâti’nin gönlünü saça iletmektedir;
şefkatsiz bir ay yüzlüde vefâ olmasını kim bekler?
elbette yılan zehirlenmesinden dolayı tedavi olunmak
kaderinde olan yılana yaklaşır.
Öpmeğe kocmağa yer yok dir isen ey yüzi gül
Ko Necâti kulunı âşık-ı didâr olsun
GAZEL 29
Ey yüzü gül, öpmeğe koçmağa izin vermiyorsan, bâri bırak
Gül yüzünde sünbül-i anber feşânı bilmeyen
da Necâti kulun güzelliğine âşık olsun.
Oldur ol cennetde ömr-i câvidânı bilmeyen
GAZEL 28
31
Senin gül yüzündeki anber kokusu saçan sünbül saçını
verilirdi. Kelimelerin anlamlarıyla ilgili sanatlara da
bilmeyen, cennette ebedi ömür olduğundan haberi
“mânâ sanatları” adı verilir.
olmayandır.
Ey Necâtî hatt u hâl-i hüsne eylesün nazar
Bilmedi hüsn âfitabından hilâl olduğumı
Güzel olup fitne-i âhir zamânı bilmeyen
Yir yüzinde âsumândan rismânı bilmeyen
Ey Necâti, güzel olup da âhir zaman fitnesini bilmeyen, o
Yeryüzünde asumândan rismânı bilmeyenler, benim o
güzelliği meydana getiren ayva tüylerine ve bene baksınlar.
güzellik güneşinden dolayı hilâl gibi büküldüğümü
bilmediler.
GAZEL 30
“ Âsumân”kelimesi “gökyüzü”, “rismân” da “ip”
Neşât u işreti neyler gamunla hemden olan
mânâsında”Âsumân u rismân” Farsça bir deyim olup, bir
Kapunda cennetün adın anar mı âdem olan
doğru dürüst soruya hiç ilgisi olmayan bir karşılık vermek,
Senin gamınla arkadaş olan yeyip içip neşelenmeyi ne
“ âsmân ez rismân nedanistan”, “göğü urgandan ayırt
yapsın? Adam olan senin kapında cennetin adıın anar mı?
etmemek, ayırt etmek kabiliyetinden mahrum olmak “
mânâsında, ve “ bir şeyi seçmekten, ayırt etmekten tamamen
Hakikaten yine bir demdurur ziyâde değül
yoksun “ olmak mânâsındadır ki, burada da bu sonuncu
Saâdeti şu cemi’-i zamânda her dem olan
manada kullanılmıştır.
Ey mutluluğu her zaman devamlı olan; mutluluk gerçekte bir
ânlıktır, fazla değildir.
Bilmedüği şîve yokdur hep bilür bilmezlenür
Bana sorsun bana ol şûh-ı cihânı bilmeyen
Aceb zemâneye kalduk gelünüz ağlaşalum
Dünyanın o en oynak ve işvelisi olanı bilmeyenler bana
Zelildür hüner ü fazl ile mükerrem olan
sorsunlar, bana; onun bilmediği işve ve edâ yoktur fakat
Acayip bir zamana kaldık, geliniz ağlaşalım, zamandan
bilmezlenir.
şikayet edelim; çünkü hüner ve faziletlerden dolayı hürmet
görmüş olanlar, şimdi aşağılanıp hor tutulmaaktadır.
Hâlini miskîn sanursız fitnede bir dânedür
Saçları dâm-ı belâdur bilmez anı bilmeyen
Yenilenür elemi yatmaz eski gussa ile
Benini miskin sanırsınız, fakat fitnede bir tânedir; saçları da
Düşinde bir gice nâgâh şâd u hurrem olan
belâ tuzağıdır, onu bilmeyen bilemez.
Düşünde bir gece ansızın neşelenenin elemi yenilenir, eski
keder ve sıkıntıyla yatmaz.
Cân virür Îsâ suyı diyü leb-i handânuna
Ömri içinde şarâb-ı ergavânı bilmeyen
Benim katumda ölüm şerbetidür Âb-ı Hayât
Ömrü içinde erguvan renkli şarabı bilmeyen, senin
Ki bir dem önce gidendür hemîşe bî-gam olan
dudağına Hz. Îsâ’nın suyu diye can verir.
Benim katımda ölüm şerbeti Hayat Suyu(Bengi su)dur;
çünki devamlı olarak bir dem önce gidendir.
Nağmesinde bülbülün fehm-i maânî idemez
Gül yüzün vasfında bu hüsn-i beyânı bilmeyen
Didüm hezâra ki bin söyleyen ölür dirler
Senin gül yüzünün vasfındaki bu güzel ifâdeyi bilmeyen,
Didi ne şübhe yeğer gonca gibi epsem olan
bülbülün nağmesinden mânâlar çıkaramaz.
Bülbüle “ Bin söyleyen ölür” dedim; dedi ki “ Ne şüphe,
“Beyân”ve “ mânâ” kelimeleri edebi sanatlarla ilgili iki
gonca gibi susup ağzını kapatan yeğer, rağbet bulur”.
deyimdir. Beyan söylenecek bir şeyin birbirinden daha açık
olarak çeşitli yollarla söylenmesidir ki “ mecazlar, teşbih,
Ecel gelüp sefere nevbetündurur diyicek
istiâre, kinâye” gibi anlatma yollarına “ilm-i beyân” adı
Necâtiye kara yayadurur müsellem olan
32
Ecel gelip de “ Sefer sırası senindir” dediğinde Necâti’ye
Sen konuştuğun zaman, dudaklarınla ağzın iki nar çiçeğinin
düşen kara yaya gitmektir.
arasında bir gonca gibi görünür.
GAZEL 31
Dil almağa pusuda durur leşkere benzer
Nice kâkül nice mû sünbül-i gûl-bûdur bu
Hatt-ı siyehün zülf ile ruhsâr arasında
Dil-i uşşâkı perîşân idici budur bu
Saçınla yanağının arasındaki ayva tüyleri, düşmandan
Ne kâkülü, ne kılı, gül kokulu sümbüldür bu! Âşıkların
haberci yakalamak için pusuya yatmış askerlere benzer.
gönlünü perişan edici budur, bu!
La’ lüne nice benzedeyin şol güheri kim
Ne gönül kodı ne göz hâl-i ruh u ârız-ı dost
İpin sürüyüp yürüye bâzâr arasında
Oda yanmaz suya batmaz nice câdûdur bu
Şu inciyi yâkût renkli dudağına nasıl benzeteyim ki, pazar
Sevgilinin yanağı ve üzerindeki ben ne gönül koydu, ne de
arasında ipini sürüyüp yürür.
göz, nasıl cazudur bu ki oda yanmaz, suya batmaz.
Fürkat gözümün acı yaşın ırmağ idüpdür
Umarım haşrda cân oynaduğumdan tuyalar
Su sızmaz iken benüm ile yâr arasında
Mâhrûlar diyeler bir birine odur bu
Benimle sevgili arasında su sızmazken şimdi ayrılık
Dünyâda bilmiyorlar, umarım ki kıyamette, cânımı fedâ
gözümün acı yaşını ırmak etmiştir.
ettiğimden duyup ay yüzlüler “bu, odur! ” diyeler.
Bir yana cihân bir yana cânâne Necâtî
Yüri yıllarla yilersen yetemezsin ey dil
Kaldum nideyin iki sitemgâr arasında
Şol cihetden ki perî şîvelü âhûdur bu
Bir yanda dünyâ, bir yanda sevgili…. Ne yapacağımı
Yürü git ey gönül! Yıllarca yelsen, koşup dursan da yine
bilmiyorum, Necâtî, iki zâlimin arasında kaldım!
yetişemezsin; çünki bu peri edâlı bir âhûdur.
GAZEL 33
Tenüme ayru irer cânuma ayru sitemün
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
Tiğ-i hûnriz-i cefâ-pîşeden ayrudur bu
Söyler yürekde ağız açup yara yaraya
Sitemin tenime ayrı, canıma ayrı erişir; bu cefaya alışmış
Miskîn umar ki yara ile yâre yaraya
kan dökücü kılıçtan ayrıdır, ona benzemez.
Yürekte yara yaraya ağız açarak der ki Zavallı, yaraile
sevgiliye yaranacağını sanıyor.
Gözümün penceresin yapmağa hükm eyledi şer’
Ki nigârın harem-i hüsnine karşudur bu
Gamzen ölüm yaraların urur bu ben fakîr
Şeriat, sevgilinin güzellik binâsının haremine karşıdır diye
Ara okuna şâd olurın ara yaraya
gözümün penceresinin kapatılmasına hükmetti.
Gamzen ölüm yaraları açar, bu ben fakir de bâzan oklarıyla
bâzan da yarayla sevinirim.
GAZEL 32
Ey gül inen açılma gel ağyâr arasında
Geh ağların geh inlerin ammâ ki ummazın
Dâmânunı sakla yürime hâr arasında
Biçaneye bu âb u havâ vara yaraya
Ey gül, gayrıların arasında çok açılıp saçılma; eteğini koru,
Gâh ağlarım gâh âh edip inlerim ama çâresiz kalmışa bu su
diken arasında yürüme.
ile bu havanın yarayacağını ummuyorum.
La’lünle dehânun görinür söylediğünce
Bir yana cevr-i dilber ü bir yana rûzigâr
Bir gonca iki dâne-i gülnâr arasında
Bir kişi nice iki sitemgâra yaraya
33
Bir yanda sevgilinin zulmü bir yanda zamanenin; bir iki kişi
Aman sen seni esirge, can bir daha ele girmez, diyorlar; can
zâlimle nasıl baş eder?
için ne tasalanayım, can dedilerse sevgili değil ya !
Taş ile başum ursun iki pâre eylesün
Bakmayam kuhl-i Safâhâna iki gözüm içün
Şâyed bununla gönline bir pâre yaraya
Ayağun tozu gibi derdüme dermân değül a
Eğer böyle yapması gönlüne yarayıp ondan bir parça
İki gözüm için Isfahan sürmesine bakmam, senin ayağının
memnun olacaksa, bir taş başıma vurup iki parça eylesin.
tozu gibi derdime derman değil ya! ne bakayım !
Mümkin midür ki hoş gele zühhâda ehl-i aşk
Cân bağışlar nefesün ölme Necâtî ölme
Olmış mıdur ki mest ola hüşyâra yaraya
Kişi gösterme Mesihâ yolın âsân değül a
Âşıkların sofulara yaraması mümkün müdür? Sarhoş olanın
Nefesin can bağışlıyor, sabırlsızlanma Necâtiî,
ayıklarca hoş görüldüğü olmuş mudur?
sabırsızlanmış; kişiye Hz. Îsa’nın yolunu göstermek kolay
mıdır?
Mahmurâ mey nenün gibidür bildünüz mi hîç
Şol şerbet-i hekîm ki bimâra yaraya
GAZEL 35
İçkiden ayılmışa şarap ne gibi gelir, bilir misiniz; şu hekim
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
ilâcı gibidir ki, hastaya yarar.
Koma kim hâl ü hatun halka perîşânlığ ide
Mısr-ı hüsnünde bir iki kara sultanlığ ide
Yarayla çünki beğlere yoldaş olur kişi
Beninin ve yanağındaki ayva tüylerinin halkı perişan
Çalış Necâtî eyleyigör çâre yaraya
etmelerine izin verme; güzellik ülkesinde bir ikiş zâlim
Kişi yarayla beylere yoldaş olur; çalış ey Necâtî, yara
soysuzun sultanlık yapmasına müsâde etme.
içindir çâre bul.
Bu cihândur güzelüm hüsnüne mağrur olma
GAZEL 34
Bir zamân ola ki karınca Süleymânlığ ide
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
ey güzelim, güzelliğinle böbürlenme; bu cihandır, bir zaman
Nola dökülse yaşum Çeşme-i Hayvân değül a
gelir ki karınca Süleymanlık eder.
Yire geçsün nideyin dirliğüm andan değül a
Gözyaşım dökülse ne çıkar, Bengisu değil ya! . . yere geçse
İdinür âdem olan cennet-i kûyunda yirin
ne olur, bütün varlığım o değil ya! .
Meğer ey dost rakîbün gele şeytânlığ ide
Eğer rakibin gelip bir şeytanlık etmezse, insan olan herkes
için senin mahallende yer vardır.
Âyet-i hüsnüne inkârı komaz zâhid-i şehr
Vay bu kafir ne aceb dahi müselmân değül a
Şehrin sofusu güzelliğinin âyetini inkar etmekten
Gayret ey pir-i harâbât nedür bu nice bir
vazgeçmiyor; vay bıu ne acâyib kâfirdir.
Muhtesib câm-ı şarâbı sıyup oğlanlığ ide
Ey ihtiyar meyhâneci, biraz arlanıp harekete gel; daha ne
zamana kadar zâbıta memuru acarlık edip şarap kadehini
kıracaktır?
Beni içer diyu bilsem neye sevmez sofî
Meydür arada nizâ’ itdüğümüz kan değül a
Sofu içiyor diye beni neden sevmiyor bilsem; arada
Bir zâman oldu ki kan berâber tutılur
çektiğimiz şaraptır, kan değil ya ! .
Bir iki rind eğer meykedede kanlığ ide
Öyle bir zamana geldik ki bir ili rind eğer meyhânede çok
sarhoş olup hırçınlık etse kan etmekle bir tutuyorlar.
Hay esirge seni sen cân ele girmez dirler
Cân içün gam yimezem cân ise cânan değül a
34
Didile, sîb-i zenahdânuna hayvânî velî
Dimediler ki rakîbün değer hayvanlığ ide
İvrildi kaldı rişte-i cânı keminenün
Elma gibi olan çene çukurunda Bengisu vardır diye
Peygamber oynı olalı yârân oyuncağı
hayvanidir dedilerse rakibin hayvanlık edip dokunsun
Dostların oyuncağı peygamber oyunu olalıberi bu âcizin
demediler ya!
canının ipliği büküldü (dolaştı) kaldı.
Elhak insâf budur tûtîye değmez güftâr
Gam çok oyunlar oynadı miskin Necâti’ye
Şol çemende ki Necâtî şeker-efşânlığ ide
Yazukdurur ana da be hey cân oyuncağı
Doğrusu budur ki, Necâtî’nin şekerler saçtığı bir bahçede
Zavallı Necâti ‘ ye gam çok oyunlar oynadı; behey can
papağana konuşma sırası gelmez.
oyuncağı sevgili, ona da yazıktır! .
GAZEL 36
GAZEL 37
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
Cân u dil oldı gamze-i cânân oyuncağı
Hâkîleriz biz özlerüz ol serv-kâmeti
Işkı birâder eyledün oğlan oyuncağı
K'ehl-i kubûr cân gibi ister kıyâmeti
Can ve gönül sevgilinin gamzesinin oyuncağı oldu; sende
Biz topraktanız, o servi boyluyu özleriz; çünki kabirdekiler
aşkı çocuk oyuncağı ettın be birâder!
kıyâmet gününe kavuşmayı can gibi isterler.
Ol hatt u hâl-i dilbere baş eğmeyen gönül
Uymuş belâtu gönlüme derd ü firâk-ı dost
Derdâ ki oldı zülf-i perişân oyuncağı
Düşmiş garîbün üstine ölüm alâmeti
Dilberin o ayva tüyleriyle benine baş eğmeyen
Sevgilinin ayrılığı ve derdi belâlı gönlüme uymuş; garibin
gönül yazık ki perişan saçın oyuncağı oldu.
üstüne ölüm belirtileri düşmüş.
Geh var didi dehânına ağyâr gâh yok
Âhir günümde ışkun ile eylesem sefer
Ol hâtem oldı dif-i Süleymân oyuncağı
Vallahi nakd-i cânı virürdüm selâmeti
Rakip sevgilinin ağzı için gâh var gâh yok dedi;
Son günümde senin aşkın ile göç etsem, vallahi can parasını
o yüzük Süleymanın devrinin oyuncağı oldu.
selâmetlik olarak verirdim. Burada, yolculuğa çıkanın
yolculuğun selametle geçmesi için sadaka dağıtması
geleneğine işarettir.
Câm-ı safâ niyâz ile özr-i günâh iken
Tesbih olur riyâ ile şeytân oyuncağı
Zevk ve eğlence kadehi duâ ve yakarma ile günâhın mâzereti
Hakkâ budur ki kâmetünün toğrusıdurur
olduğu halde, teşbih ikiyüzlülük ve samimiyetsizlikle şeytan
Yirde komaz sanevberi ol istikâmeti
oyuncağı olur.
Gerçekten çam fıstığı ağacı senin boyunun doğrusudur, ona
uymuştur; o tuttuğu yol, onu yerde koymaz
Uzatma sözi kes dilüni yârdan rakib
Kelbün ne bâbıdur meh-i tâbân oyuncağı
Eksüklüğin bilenler olur âkibet tamâm
Uzatma sözü, dilini sevgiliden kes ey rakib;
İrişdürür tabîbe kişiyi sekâmeti
dolunayı oyuncak einmek köpeğin haddi değildir.
Eksikliğini bilenler sonunda tamam olurlar; kişiyi hastalığa
tabibe eriştirir.
Oyna güzeller ile peygamber oyuncağın
Işk olmadı mı Yûsuf-ı Ken’ân oyuncağı
Işk-ı mecâzî meclis-i mey gibidür hemân
Güzeller ile peygamber oyuncağını oyna;
Eksük değül sonında kişiye nedâmeti
çünki aşk Kenanlı Yûsuf Peygamberin oyuncağı olmuştu.
35
Gerçek olmayan aşk şarap meclisine benzer; sonunda dâima
kişiye pişmalık eksik değildir.
GAZEL 39
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
Kimdür Necâtî dir isen ey serv-i serferâz
Didüm hüsnün berâtında nedür zülf-i siyâh eğri
Bî-i'tidâl kendüyi bilmez melâmetî
Didi bu Rûmdur derviş olur tevkî'-î şâh eğri
Ey baş çekip boylanmış servi boylu, ”Necâtî kimdir?
Dedim ki “Güzelliğinin fermânın da o siyah zülf neden
”dersen, bir dengesiz, kendiyi bilmez, horlanmış kimsedir.
eğridir? Dedi ki “Bu Anadolu ülkesidir ey derviş,
pâdişahının tuğrası eğri olur. ”
GAZEL 38
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
Güzellük tehtgâhına çıkup zulm itme sultânum
Dünyâyı bir yana kosalar bir yana seni
Sakın âşıklar âhından ki olmaz tîr-i âh eğri
Bana seni gerek seni ey bîvefâ seni
Güzellik tahtına çıkıp da zulm etme ey sultanım; âşıkların
Dünyâyı bir yana, seni bir yana kosalar, yine de bana sen
âhından sakın ki, âhın oku eğri olmaz, hedefine varır.
gereksin ey vefâsız, sen!
Kaşun sevdâsına zâhid makâm idindi mihrabı
Müşkil bu kim muhabbet iki başdan olmadı
Kad ü zülfün hayâliyle olur geh toğru gâh eğri
Sevdürmedi sana beni illâ bana seni
Sofu senin kaşının sevdâsiyle mihrabda yerleşti, kaldı;
Seni bana sevdirdi de beni sana sevdirmedi.
boyunun ve zülfünün hayâliyle gâh doğruluyor, gâh eğiliyor.
Mihr ü vefâ içün mi getürdi beni felek
Benüm serv-i serefrâzum rakîbün yanına varma
Cevr ü cefâ içün mi yaratdı Hudâ seni
Elif kim ulaşa lâma olur bî-iştibâh eğri
Felek beni sevmek ve sevgisinde vefâlı olmak için mi
Ey benim yüksek servi boylum, rakibin yanına sakın varma;
getirdi? Tanrı seni zulüm ve eziyet etmek için mi yarattı?
çünkü “elif”harfi “lâm” harfiyle yazılınca şüphesiz eğri
olur.
Âşıklarun ne çekdüğini anlamağ içün
Allâh ideydi bir güzele mübtelâ seni
Kara yüzlü saçun hakdur dimiş tezvîrine hattun
Âşıkların neler çektiğini anlaman için, Allah seni bir güzelin
El ursun muhaf-ı hüsne değülse ol güvâh eğri
aşkına düşüreydi.
Kara yüzlü saçın ayva tüylerinin yalan dolanına doğrudur
demiş; eğer o şâhitliği eğri değilse, güzellik muhafına el
bassın.
Bir bağrı katı yüzi açılmış güzel gerek
Âyine gibi göstere şâhum sana seni
Bir bağrı katı, yüzü açılmış, ettiğinden utanmayan güzel
Elâ ey âfitab üzre hilâli görmeyen kimse
gerek ki, ayna gibi seni sana göstersin ey sultanım!
Gör ol horşîd-ruhsârı ezer zerrin külâh eğri
Ey güneş üzerinde yeni ayı görmeyen kimse, başında eğri
zerrin külâhla gezen o güneş yanaklıyı gör!
Salma sakın ayağa duâcılarunı kim
Ey serv-kad el üstine tutar duâ seni
Ey servi boylu, duâcılarını ayağa salıp geri çevirme ki duâ
Boyun şimşâdını ayru görürmiş servden nergis
seni el üstünde tutar.
Biri iki görür lâbüd şu kim ider nigâh eğri
Şimşir ağacına benzeyen boyunu nergis serviden ayrı
görürmüş; elbette eğri bakan(şaşı gözlü) biri iki görür.
Oldun Necâtî sâye-i zülfinde pâdişâh
Vâr ey gedâ ki kapladı zıll-i hümâ seni
Necâtî, onun zülfünün sâyesinde pâdişah oldun; yürü sevin
Kaşun olmasa mihrâbı ne assı zühd ü takvâdan
ey dilenci ki seni hümâ gölgesi kapladı.
Yıkılmak eydür ol mescid ki la kıblegâh eğri
36
Mihrâbı kaşın olmayana çok ibadet etmek ve günahlardan
Necâtî utanarak elini yüzüne tutarsa şaşılır mı? Duâya el
sakınmak ne fayda verir; kıblesi eğri olan mescidin yıkılması
götürmekten gayrı nesi var?
daha iyidir.
GAZEL 41
Necâtiye ölüm yeğdür bu dirlikten maâzallâh
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
Rakîb-i rû-siyeh toğru ola ben bîgünâh eğri
Sünbül saçunla hâtırumuz âtır olmadı
Allah korusun, eğer kara yüzlü rakib doğru, ben suçsuz eğri
Gül ruhlarun bizümle iki gün bir olmadı
olacaksam, ölüm Necâtî'ye bu yaşayıştan daha üstündür.
(Sünbül saçın gönlümüze koku salmadı, gün yanakların
bizimle iki gün bir olmadı. Şâir burada, sevgilinin güne
GAZEL 40
bezeyen yanaklarından gâh birini, gâh öbürünü çevirdiğini,
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
kendisinin yüzüne bakmadığını “iki gün berâber olmaz”
Dime kim yârda yok cevr ü cefâdan gayrı
mânasına gelen “iki gün bir olmak” deyimiyle
Ne dilersen bulınur mihr ü vefâdan gayrı
anlatmaktadır.)
Sevgilide eziyet ve zulümden başka bir şey yok deme;
sevgiden ve sözünde durmaktan gayrı ne dilersen bulunur.
Bâzâr-ı gamda dil midür ol kim mezâd olup
Dellâl-i ışk elinde iken âhir olmadı
Beni ağlan beni kim üstüme gelmez ölicek
(O gönül müdür ki, gam pazarında satışa çıkarılıp aşk
Bir avuç toprağ atar bâd-ı sabâdan gayrı
dellânin elinde iken bitmedi?)
Siz bana ağlayın bana ki öldüğümde bir avuç toprak atmak
için tanyelinden başka üstüme gelen olmaz.
Dirler mihak şaraba harâbât erenleri
Şâd ol gönül ki altun adun bakır olmadı
Elif-i kâmetün ile kaşuna ra diyeli
(Meyhânenin ermişleri (ihtiyarları) şaraba mihenk derler;
Gönlümi eğleyimez kimse bu râdan gayrı
sevin ey gönül ki altun adın bakır olmadı, meyhânede
Boyunun elifi ile kaşlarına “râ” diyeliberi, bu düşünceden
bozulmadın.)
artık benim gönlümü kim alıkoyabilir?
Tiğ-i muhabbet ile kim oldı şehid kim
Hat u hâlün elemi yetmedi mi gönlüme kim
Rûhülkudüs cenazesine hâzır olmadı
Çeke hecr âteşini bunca belâdan gayrı
(Kim muhabbet kılıcıyla şehid oldu da Cebrâil cenâzesinde
Beninin ve ayva tüylerinin elemi yetmedi mi gönlüme ki,
bulunmadı?)
bunca belâdan gayrı bir de ayrılık ateşini çeksin!
Miskin rakibi gamze-i mekkârun ey perî
Ne garaz eyleye uşşâk vlsâlün var iken
İt itmeyince âdem iken sâhir olmadı
Ne murâd eyleye bîmâr devâdan gayrı
(Ey peri gibi güzel; gamzen miskin rakibi insan iken it
Sana kavuşup sarılmak var iken âşıkların başka ne düşünce
etmeyince adı büyücüye çıkmadı. . Kasidenin. Beyitine
olabilir? Hasta iyileşmekten gayrı ne isteyebilir?
bakınız.)
Dûd-ı âhum ne aceb göklere tutsa yüzini
Bayram ola vü gül açıla içmeyen kişi
Âşıkun kimisi var ola Hudâdan gayrı
Sabri debile mi tutalum şâir olmadı
Âhımın dumanı göklere yönelirse niye şaşılsın? Âşıgın
(Bayram olur, gül açılır da kişi şâir olmasa bile nasıl
Tanrı'dan gayrı kimisi var ola ki?
içmeyip sabredebilir?)
Yüzine tutsa Necâtî ne aceb haclet elin
Yakma cahim-i hecre müebbed Necâtiyi
Nesi var yüze gelür dest-i duâdan gayrı
Biçâre âşık oldı ise kâfir olmadı
37
(Ayrılık ateşine Necâti’yi ebedi olarak yakma, zavallı sana
Tir-i müjesi gönlümüz almağa Necâti
âşık oldu ise kâfir olmadı ya! . .)
Mâyil idi ol şûh-ı cihân çekdi çevürdi
(Kirpiğinin oku gönlümüzü almağa meyilli idi, Necâti, o
GAZEL 42
cihân işvelisi çekti çevirdi. Bu gazelde “çeki çevirmek”
Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün
deyimi değişik mânâlarda kullanılmıştır. Bunar “itip
Sanman li beni devr-i zaman çekdi çevürdi
kakalamak, sersemletmek; yoldan çıkarmak, kandırmak,
Ol turraları müşg-feşân çekdi çevürdi
iğfal etmek; döğüp söğmek, ezip büzmek, azarlamak, çekip
(Sanman ki beni çekip çeviren zamanın gelip geçişidir; o
çevirmek.)
perçemleri misk kokusu saçan çekti çevir.)
GAZEL 43
Toğrı iken ok gibi yolunda dill-i hâki
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Aldı ele ol kaşı kemân çekdi çevürdi
Kâkül-i müşgini birdür ârız-ı gül-fâm iki
(Bu değersiz, toprakla gönül yolunda ok gibi doğru iken o
Nitekim âdetdür olur kadr bir bayram iki
kaşı keman ele aldı çekti çevirdi.)
(Misk kokulu ve renkli perçemi birdir, gül renkli yanağı iki;
nitekim öteden beri gelenektir, Kadir Gecesi bir, bayram iki
Tolab gibi inleyüp ağladuğum içün
olur. Kadir Gecesi ramazan ayının yirmyedinci gecesidir, ki,
Kûyunda beni dün şu fûlan çekdi çevürdi
Kur’anın bu gecede indiği tahmin olunmakla bu geceye ad
(Dolap gibi inleyip ağladığım için şu filân (adı anılmaya
olarak verilmiştir. Aslında Kadir Gecesinin ramazının son
değmez biri) beni mahallende dün çekti çevir.)
gecelerinden biri olduğu söylenmiştir. Burada “bayram” ile
murâd olunan ramazan ve kurban bayramlarıdır.)
Nakkâş-ı ezel cedvel ü pergâra koyunca
Devrân beni bir nice zaman çekdi çevürdi
Sinede hem cevr-i yâr ü hem cefâ-yı rüzigâr
(Ezel nakkaşı cedvele ve pergele koyuncaya kadar felek beni
Bir niyâm için olmaz tiğ-ı hün-âşâm iki
bir nice zaman çekti çevirdi.)
(Bağırda hem sevgilinin incitmesi, hem zamanenin zulmü;
bir yara içinde iki kan içici kılıç olmaz.)
Münşi-yi kader dün beni divân-ı kazâda
Âlemlere olmağa nişân çekdi çevürdi
Âh kim adem ortasıdur bâğ-ı vücûd
(Kader kâtibi dün beni kazâ divânında âlemlere nişan olmak
Bir harâb-âbâda geldük subg birdü şâm iki
için ekti çevirdi.)
(Ah ki varlık bağı iki yokluğun ortasındadur; öyle bir
viraneliğe geldik ki, sabah birdir, akşam da iki.)
Fâş eyledi râzum diyu altun kemerini
Tâlib-i câmâneyi dünyâ ve ukbâ eğlemez
Yok yirlere ol mûy-miyân çekdi çevürdi
Kûy-ı yârun yoh birdür menzil ü ârâm iki
Tevki’-i refi’ olmağa menşur-ı cemâle
(Sevgiliyi isteyen dünyâ ve âhiret alıkoyamaz; yârin
Kaşun gibi kendüyi nişân çekdi çevürdi
mahallesinin yolu birdir, dinlenme konağı da iki. Burada
(Güzellik fermanının başına nişan olmak için tuğra kendisini
gerçek sevgiliye, Tanrı’ya kavuşmak için dünyadan ve
kaşın gibi çekti çevirdi.)
âhiretten baz geçmek gerektii anlatılmaktadır.)
Tuğrâ kaşna benzedüğin münşiye dildüm
Kimi İsâ dir leb-i cân-bahşuna kimisi Hızr
Divânda tutup anı hemân çekdi çevürdi
Sora vuruşan hakikat cism birdür nâm iki
(Kâtibe tuğranun senin kaşına benzediğini söyledim,
(Senin can bağışlayan dudağına kimisi İsâ der, kimisi Hızır,
divanda hemen onu tutup çekti çevirdi.)
sorup gidersen gerçekte cisi bir, adı ikidir. . Gazelin.
Beyitinin ve. Gazelin. Beyitinin açıklamalarına bakınız.)
38
Geh sanavber didiler kaddüne geh rûh-ı revân
Olmazdı şem’i cem’ün yârâne böyle düşman
Nâz ile salınun oldı serv bir endâm iki
Olmasa lâle vü gül bâd-ı seher çerâğı
(Boyuna gâh fıstık çamı dediler, gâh yürüyen ruh; öyle bir
(Eğer lâle ve gül seher yelinin çırası olmasaydı, meclisin
naz ile salındın ki servi bir oldu, endâmı iki.)
mumu dostlara düşman olmazdı.)
Bâdedür lâ’lin lebün mestânedir nergislerün
Didârun ârzûsı komadı gözde Pertev
Bezm-i hüsnün zinet itmiş piste bir bâdâm iki
Dervişlerde olur nite ki er çerâğı
(Yâkut renkli dudağın şaraptır, nergis gözlerin de sarhoşlar;
(Dervişlerde toplayıp dilenme kandili olursa da, senin
güzelliğinin meclisini bir fıstık, iki bâdem süslemişler.)
güzelliğinin arzusu gözde ışık bırakmadı. Eskiden âşıklar
veyâ kalenderi dervişleri kendilerine sefer verildiğinde,
Dürr-i deryâ-yı keremsin hüsn ile bir dânesin
geçimlerini ellerine bir kandil alarak dilenmek suretiyle
Âh kim zülfün hamında dâne birdür dâm iki
sağlarlardı. Bugn dahi İstanbul’un bâzı semtlerinde ve
(Cömerdlik denizin incisisin, güzellikte bir tânesin, fakat
Anadolu’nun bir kısım kasabalarında çocukların ellerine
yazık ki zülfünün kıvrımında dâne birdir, tuzak halkası iki.)
kandiller alarak kandi gecelerinde bahşiş toplamaya
çıkması bu âdetin bir devâmı olsa gerektir.)
Düşde ışkım hâletin Mecnûna sordum didi kim
Sana hemdemdür Necâti bâde birdür câm iki
Bu şi’r-i dil-firibün nâ-yâhdur Necâti
(Düşümde Mecnun’a aşkın hallerini sordum, dedi ki “Sana
Çak cânda saklasunlar bu şeb-gülher çerâğı
arkadaş olan şarap bir, kadeh ikidir Necâti, başka şeyin
Bu gönül aldatan câzibeli şiirinin eşi benzeri bulunmaz; bu
olmaz”. )
şeb-güher çerâğını tâ canda saklasınlar. Şebçerâğ gece
çırağ gibi parlayan taci demektir. Derler ki, gâv-ı bahri,
GAZEL 44
yâni su sığırı bâzı geceler otlamak için karaya çıktıkta, o
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
inciyi ağzında berâber çıkarıp otlayacağı yere kor ve onun
Her gice ey güneş meh senden yakar çerâğı
aydınlığında otlar. Buna dürr-i şebgân da derler. Bundan
Sen şâha çarh çâder meh bir sefer çırağı
başka bu kelime be şebtâb bir inciyi tavsifde kullanılır.)
(Ey güneş, her gece ay senden çırasını yakar; sen pâdişâga
gök çadırdır, ay da zefer çırası.)
GAZEL 45
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
Sen gelmeyince mâhum mahv olmaz âteş-i dil
Eser itmez nidelüm âh-ı segergâh sana
Haşr olmayınca şâhum söyünmez er çerâğı
Meğer insâf vire dostum Allâh sana
(Ay yüzlüm, sen gelmeyince gönlün ateşi sönmez; kıyâmet
Seher vakti edilen ah bile tesir etmeyince, elimden ne gelir?
kopmayınca er kişinin ocağı sönmez.)
Meğer Allah sana insaf versin ey sevgilim!
Dünyâ bugün benümdür ne mihr olaydı ne mâh
Hoş olur sohbet-i mey gicede mehtâb olıcak
Vasl-ı nigâr olunca âşık nider çerâğı
Nûr saç meclise gel kim dimişüz mâh sana
(Dünyâ bugün benimdir, ne güneş olsun ne de ay; sevgiliye
Gece mehtaplı olunca şarap sohbeti hoş olur; seni ay'a
kavuştuktan sonra âşık kandili ne yapsın?)
benzettik, gel meclisede nur saç.
Ey dili ruh-ı habibi şevk ile öğ ki yana
Nidelüm devr sunarsa sana şerbet bana zehr
Başun ayağun üzre şems ü kamer çerâğı
Bu cihân böyle olur gâh bana gâh sana
(Ey gönül, sevgilinin yanağını coşarak öv ki, başının
Zamâne sana şerbet, bize zehir sunarsa elimizden ne gelir?
ayağının üstünde güneş ve ay kandili yansın.)
Bu cihan böyledir; bazan bana, bazan sana.
39
Zulme uğrayan her kişiye sultanlar adâletleriyle yardım
Levh-i çihremde okımağa hikâyât-ı gamı
ederler; bana kim adâlet etsin ki, zulmeden sultanın
Giceler subha değin şem' tutar âh sana
kendisidir.
Çektiğim ıstırâbı yüzümün levhasında okuman için âhım
Nâfe dirmiş zülf-i anber-bâr-ı dilber var iken
geceleri sabaha kadar sana kandil tutar.
Âlem içre müşg adı bir kuru bühtândur bana
Gözyaşı encümini rehber idinmezse eğer
Nâfe dermiş ki, sevgilinin anber kokusu saçan zülfü varken
Şeb-i gamda iremez âşık-ı gümrâh sana
bana misk adını vermek bir kuru iftirâdır.
Eğer gözyaşı yıldızlarını rehber edinmezse, gam gecesinde
yolunu yitirmiş olan âşık sana erişmez.
Dem-be-dem hâsidlerün ta'nı okın men' itmeğe
Dâğ-ı mihnet sînemün üstinde kalkandur bana
Gece gelmeyeceğin sohbete ey dil bilürüz
Kıskançların durmayan sövüp kötüleme oklarına mâni
Heler var gör ki ne yüzden toğar ol mâh sana
olmak için bağrımın üstündeki mihnet yarası benim
Ey gönül, o ay yüzlü sevgilinin bizimle sohbete
kalkanımdır.
gelmeyeceğini biliriz; eğer sen inanmıyorsan var da gör!
İçmeyeliden kudurdum mı nic'oldum bilmezem
Husrevâ kullarunun eyle revâ hâcetini
Sâf ü pâk âb-ı revânlar hep kızıl kandur bana
Ki ebed oldı müyesser kamu dilhâh sana
Çoktandır içmeyeliberi kudurdum mu, ne oldum
Ey sultânım, kullarının dileklerini kâbul et, çünkü gö ül
bilmiyorum; duru temiz akarsular bana kıpkızıl kan gibi
isteklerini karşılamak ebedi olarak sana verildi.
görünüyor.
Ey Necâtî taş iken lâ'l ide horşîd bigi
Yüreğümi sineden yarup çıkarsunlar benüm
Bir nazar eyler ise himmet ile şâh sana
Kim gam-ı tîrünle ol bir kanlu peykândur bana
Ey Necâtî, o pâdişâh sana lûtf edip bakarsa, güneşin
Bağrımı yarıp yüreğimi çıkarsınlar; çünkü oklarının
mâdenlere tesir ederek onları kıymetli taşa çevirmesi gibi,
gamıyla o bana bir kanlı temren olmuştur.
sencileyin değersiz taşı yâkûta çevirir.
Buldı her bir şeyde zihnüm gevher-, ma-nî-yi hâs
GAZEL 46
Değme bir katra Necâtî bahr-i ummândur bana
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Zihnim her şeyde bir seçkin mânâ incisi bulmaktır: ey
Sînem üzre zahm-i gamzen râhat-ı cândur bana
Necâtî bir katracık bile bana Umman denizi gibidir.
Gamzen oklarıyla ölmek hâb-ı bârândur bana
Gamzenin bağrımın üstündeki yarası canımı rahata
GAZEL 47
kavuşturur; senin gamzenin oklarıyla ölmek bana yağmur
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
uykusu gibi tatlı gelir.
Var iken cânâne gönlüm câna olmaz âşinâ
Şem'i koyup gayr ile pervâne olmaz âşinâ
Ey karanu gicelerde gezdüğüm men' eyleyen
Sevgilim varken gönlüm cana ilgi duymaz; pervâne mumu
Berk-ı âh-ı tâbnâküm mâh-ı tâbândur bana
koyup gayrılarla dostluk kurmaz.
Ey karanlık gecelerde gezmemi yasaklayan; yakıcı âhımın
kıvılcımı benim dolunayımdır.
Cânı yüreklendüren sînemdeki peykânıdur
Kalbi âhen olmayan meydâna olmaz âşinâ
Her kişinün zulmine sultân olanlar dâd ider
Canı yüreklendiren bağrımdaki temrenidir; yüreği demirden
Bana kim dâd ide k'iden zulmi sultândur bana
olmayan meydana girmek cesâretini göstemez.
40
Cân tabîsin senün geldüğün uman hastalar
Eğerçi “taş bulunduğu yerde ağır olur” derler, fakat öyle
Hoş dirilür derd ile dermâna olmaz âşinâ
yıldız vardır ki Yemen'de akîkı eşsiz kılar. Pek parlak olan
Can tabibisin sen; geldiğini uman hastalar dedden hoşnud
ve güney tarafına düştüğü için Yemen'de daha iyi
olur, dermana aldırmaz.
görüldüğünden Süheyl-i Yemânî'nin, bu ülkede pek bol
olduğu söylenen akîkin oluşunda etkisi olduğuna inanılırdı.
Ey bana sen ağlamakta başa çıkmazsın diyen
Gözi yenmeyen kişi ummâna olmaz âşinâ
Kapunda âhuma yer yok aceb hikâyetdür
Ey bana, sen ağlamakla başa çıkmazsın, eline bir şey
Bahâr ü mevsim-i gülşen sabâ çemende garîb
geçmez diyen; gözü tutmayan kişi denizde yüzemez.
Senin kapında benim âhıma yer yok, garip şey; bahar ve
çiçek mevsimi iken bahar yeli çimende tek başınadır!
Bakmadı benden yana sen mâha uyaldan gönül
İki gün bir kimseye dîvâne olmaz âşinâ
Mukîm idüm ser-i kûyunda der-be-der itdün
Sen ayyüzlüye uyalıberi gönül benden yana bakmadı;
Garîb işler idersin bu derdmende garîb
haklıdır, çünki dîvâne iki gün bir kimseyle birlikte
Senin mahallende yerleşmiştim, beni kapı kapı dolaşır ettin;
bulunamaz.
acâyip işler ediyorsun bu zavallıya, acâyib!
Niçün ahşamlarsın ağyâr ile ey bedr-i tamâm
Zihî kemâl-i terakkî zihî cemâl-i celâl
Seg bilürsin kim meh-i tâbâna olmaz âşinâ
Ki ışk bende garîb oldı hüsn sende garîb
Köpeğin dolunaydan hoşlanmadığını bilirsin; ne diye
Ne hoş bir gelişmedir ve ne güzel bir ululuktur ki aşk bende
gayrılarla akşamlarsın ey dolunay yüzlü!
eşsiz ve benzersiz oldu, güzellik de sende.
Kısmet-i bezm-i ezeldür ey Necâtî bilmiş ol
Yazuk değül mi bana gülmemek işiğünde
Âşinâ bîgâne vü bîgâne olmaz âşinâ
Efendisi kapusında olur mı bende garîb
Ezel meclisinde öyle takdir edilmiş ey Necâtî, bilmiş ol ki, o
Bana yazık değil mi ki eşiğinde gülmeyeyim; kul efendisinin
zaman biribiriyle biliş tanış olanlar şimdi yabancı,
kapısında garib olur mu?
yabancılar da biliş tanış olamazlar.
Sabâ gibi yüzi üzre görüp Necâtîyi
GAZEL 48
Didi nice sürinürsin kapumda sen de garîb
Mefâ'ilün / fe'ilâtün / mefâ'ilün / fe'ilün
Necâtî'yi bahar yeli gibi yüzü üzre görüp sevgili dedi ki “
Dimez nice sürinürsin kapumda sen de garîb
Sen de kapımda ne diye sürünüp duruyorsun ey zavallı! ”
Kimesne bencileyin olmasun vatanda garîb “
Kapımda ne sürünüp duruyorsun ey zavallı? ” bile
GAZEL 49
demezsin; kimse bencileyin vatanında garîb olmasın.
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
Didün ey dil sana yâr ide vefâ handân ol
Helâk ider hat u hâlün niçe benüm gibiyi
Âh idüp derd-i derûn ile didi andan ol
Selâmet ol ki komazsın beni inende garîb
Ey gönül, sevgili sana vefâ gösterir gülümse, dedim;
Ayvatüylerin ve benin, benim gibi nicelerini öldürür; Allah
içindeki derdle âh edip “bu derdim de ondandır” dedi.
râzı olsun senden ki beni yine de bir köşede yalınız
bırakmıyorsun.
Bana canâna işiği Kâbe sana ey sofi
Tek yüzün görmeyelüm var Mısıra sultân ol
Eğerçi ağır olur taş kopduğı yerde
Sevgilinin eşiği benim, Kâbe de senin ey sofu; ister sen var
Sitâre var ki akîkı ider Yemende garîb
Mısır’a sultan ol, yeter ki yüzünü görmeyelim!
41
Didüm işiğüne yüzüm süreyin güdi didi
Edhem’in oğlu, beninin bu güzelliğini görürse, gözlerini
İşte bak Kâ’be gerek hâci gerek kurbân ol
benin gibi yanağından ayırmaz.
Dedim ki “Eşiğine yüzümü süreyim” güldü; Bak, işte Kâbe,
İbrâhim bin Edhem, dünya malını ve güzelliklerini terkedip
istersen hacı, istersen kurban ol” dedi.
dervişlik yolunu tutmuştu.
Ey vefâsuz güzel efgân ile geçdi günümüz
Mihnet ü hecrün ile çarh iki bükdükçe belüm
Bir gice külbe-i ahzânumuza mihmân ol
Sevgünün riştesi dahi beter olr muhkem
Ey vefâsız güzel, günümüz figanlar ile geçti; ne olur, bir
Felek senin ayrılığının mihneti ile belimi büktükçe sevginin
gececik hüzünerle dolu kulübümüze konuk ol!
ipliği daha çok sağlam olur.
Burada “iplik bükmek” ve “çıkrık” mazmunu vardır.
Hasret ü derd ile ey dil beni virân itdün
Göreyin hasret ü derd ile seni virân ol
Ser-i kûyında mukim oldun ise itler ile
Ey gönül, hasret ve derd ile beni viran ettin; göreyim sen de
Ey Necâti eyü sen yirüni buldun epsem
hasret ve derd ile viran ol.
Ey Necâti, eğer köpekleriyle berâber sevginin mahallesine
yerleşebildiysen, sesini kes sen tam yerini buldun!
Düşman oldun ise halk ile kayırmaz bâri
İşiği itleri ile yüri var yârân ol
GAZEL 51
Halk ile düşman oldunsa zararı yok, bâri yürü var da
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
kapısının itleri ahbâb ol
Şol dem ki zecr-i hecr ile cânândan ayrılam
Gönlün budur ki cânı virem adan ayrılam
Ko Necâti gâm-ı cânân ile cânun çıksun
Ne zaman ayrılığın zoruyla sevgiliden ayrılacaksam, arzum
Sana kim didi ki var her güzeel hayrân ol
budur ki, önce canımı vereyim, sonra ayrılayım.
Ey Necâti, sevgilinin gamı ile canın çıkarsa yeridir, sana
var her güzele hayran ol diye kim dedi!
Cânânedur Mesih-nefes cân içün ne gam
Müşkil budur ki vuslat-ı cânândan ayrılam
GAZEL 50
Sevgili Îsa nefeslidir, can için ne diye üzüeyim? Beni asıl
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
kaygulandıran sevgilinin vuslatından ayrılmaktır.
Tûtiyâ ister imiş k’ola sana hâk-i kadem
Garazı bu ki sata kendüyi dirhem dirhem
Mecmû- nesneden dir idüm ayrılam veli
Sürme senin ayağının tıprağı olmak istermiş; kasdı kendisini
Dimez idüm ki zülf-i perişandan ayrılam
dirhem dirhem satmak, kıymete bindirmektir.
Her şeyden ayrılayım derdim fakat perişan saçtan
ayrılacağım aklıma gelmezdi.
Haylıdan dide-i uşşâja görinmez oldın
Hey bizüm ile peri şivesin itme âdem
İsterler ise işte harifâne nakd-i cân
Sürme senin ayağının tıprağı olmak istermiş; kasdı kendisini
Mümkin midr ki sohbet-i yârândan ayrılam
dirhem dirhem satmak, kıymete bindirmektir. Peri ve âdem
Harifâne isterlerse işte can parası; sevgilinin sohbetinden
eski edebiyatta kara ve beyaz gibi tezat unsuru olarak
ayrılamam.
beraber kullanılır. Burada perinin göze görünmez olduğu da
“Harifâne” herkesin lemdi parası ile iştirâk ettiği oyun,
hatırlanmalıdır.
ziyafet vs. ’dir. Burada anlatılmak istenen, herkesin bir şey
getirerek geldiği sevgilinin sohbetine Necâti’nin de canıyla
iştirâk etmiş olduğudur.
Gözlerin ırmaya hâlün gibi ruhsârundan
Ger bu hüsn ile göre hâlüni ibn-i Edhem
Kul oldum ol şehe nice terk ideyüm anı
42
Sanma beni ki hıdmet-, sultandan ayrılam
GAZEL 53
Ben o pâdişâha kul oldum; onu nasıl terkederim? Beni
Mefâ'ilün / fe'ilâtün / mefâ'ilün / fe'ilün
sultan hizmetinden ayırılır sanma.
Gözümde aks-i cemâlün bahâra benzetdüm
Yaşum bahârda taşmış pınara benzetdüm
Zencir-i zülfi ile zenahdânı çâhını
Güzelliğin gözümdeki aksini bahara, gözyaşımı da baharda
Gördüm Necâti sanma ki zındândan ayrılam
taşmış pınara benzettim.
Zülfünün zenciri ile çenesinin çukurunu gördüm ey Necâti
bunlar o kadar çekici ki, zindandan ayrılacağımı
Ciğerde cem’ olalı kanlu kanlu peykânun
sanmasınlar.
Derûn-ı sînemi gördüm enâra benzetdüm
Kanlı kanlı temrenlerin ciğerimde toplanalıberi, bağrımın
içini nar tânelerine benzettim.
GAZEL 52
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
Şol dem ki zecr-i hecr ile cânândan ayrılam
Görince hüsn denizinde hattınun karasın
Gönlüm budur ki cânı virem andan ayrılam
Necât sâhili sandum kenâra benzetdüm
Ne zaman ayrılığın zoruyla sevgiliden ayrılacaksam, arzum
Güzellik denizinde ayva tüylerinin karasını görünce kurtuluş
budur ki, önce canımı vereyim, sonra ayrılayım.
sâhili sandım, kenâra benzettim.
Cânânedur Mesîh-nefes cân içün ne gam
Saçun hevâsı ile yolları muattar ider
Müşkil budur ki vuslat-ı cânândan ayrılam
Nesîmi kâfile-i müşg-bâra benzetdüm
Sevgili Îsâ nefeslidir, can için ne diye üzüleyim? Beni asıl
Saçının hevesi ile yollara kokular saçıyor; yeli misk saça
kaygılandıran sevgilinin vuslatından ayrılmaktır.
saça giden bir kervana benzettim.
Mecmû’ nesneden dir idüm ayrılam velî
Güzel görinür ırakdan görinse her nesne
Dimez idüm ki zülf-i perîşândan ayrılam
Anun içün güneşi rûy-ı yâra benzetdüm
Her şeydan ayrılayım derdim fakat perişan saçtan
Iraktan görünen her şey güzel görünür, o yüzden güneşi
ayrılacağım aklıma gelmezdi.
sevgilinin yüzüne benzetiyorum.
İsterler ise işte harîfâne nakd-i cân
Sirişk yağmurı dinsün ki berk-ı âhumdan
Mümkin midür ki sohbet-i yârândan ayrılam
Karanu gicelerümi nehâra benzetdüm
Harîfâne isterlerse işte can parası; sevgilinin sohbetinden
Âhımın şimşeklerinden karanlık gecelerimi gündüze
ayrılamam.
benzettim; gözyaşı yağmuru artık dinsin, bu böyle devâm
etmez!
Kul oldum ol şehe nice terk ideyüm anı
Sanma beni ki hıdmet-i sultândan ayrılam
Öğersen ol ruhı öğ kim Necâtî vasf ideli
Ben o pâdişâha kul oldum; onu nasıl terk ederim? Beni
Beyân varaklarını lâlezâra benzetdüm
sultan hizmetinden ayrılır sanma.
Ey Necâtî, öğersen o yanağı öğ ki, onu vasf edeliberi
sayfaları lâle bahçesine benzettim.
Zencîr-i zülfi ile zenahdânı çâhını
Gördüm Necâtî sanma ki zındândan ayrılam
GAZEL 54
Zülfünün zenciri ile çenesinin çukurunu gördüm ey Necâtî;
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
bunlar o kadar çekici ki, zındandan ayrılacağımı
Her gün ol ruhsârı gülzâr-ı cinânı gözlerem
sanmasınlar.
Her gice ol zülfi ömr-i câvidânı gözlerem
43
Her gün o yanağı cennet bahçesini olanı gözlüyorum; her
Ol kamer-ruhsâr u hoş-reftâra nitdüm neyledüm
gece o saçı ebedî ömür gibi olanı gözlüyorum.
Gülün yüzüne bakmadım, şimşir ağacının adını anmadım; o
dolunay yanaklı ve hoş yürüyüşlü sevgiliye nettim,
Zülf ü ruhsârun firâkıyla ıraklardan durup
neyledim?
Gice âteş şu’lesin gündüz duhânı gözlerem
Saçının ve yanaüının hasretiyle durup, uzaklardan her gece
Gûşe-i meyhânede geh mest oluram geh humâr
ateş yalazını, her gün dumanı gözlüyorum.
Böylelikden zâhid-i hüşyâra nittüm neyledüm
Meyhâne köşesinde bâzan sarhoş olurum, bâzan ayrılır baş
ağrısı çekerim; böyle oluşumla ayık sofuya nettim neyledim?
Hüsnüne ins ü melek hayrân u ben divâne-vâr
Geh zemîne bakaram geh âsumânı gözlerem
Senin güzelliğine insan ve melek hayrandır; ben de
Altına aldı gam u derd üstüme dönmez felek
divâneler gibi gâh yere bakıyorum, gâh gökyüzünü
Rûzigâr-ı zâlim ü gaddâra nitdüm neyledüm
gözlüyorum.
Derd ve üzüntü beni altına aldı, felek üstüme dönüp baht
açıklığı göstermez; bu merhametsiz, zâlim zamana nettim,
Halka gibi gözlerim kapunda kaldı dostum
neyledim?
Feth-i bâb ola diyu ol âstiânı gözlerem
Gözlerim halka gibi kapında kaldı ey sevgilim, kapı açılır
Kâmet ü zülfe giriftâr oldılarsa cân u dil
diye eşiği gözlüyorum.
İtdilerdi buldılar biçâre nitdüm neyledüm
Eğer gönül ve can o boya ve zülfe tutundularsa, ettilerdi,
Nice suna çarh çîni kâse ile nukl-i gam
buldular; ben zavallının bunda suçu ne? Neden ıstırab
Devr elinden ben ki câm-ı şâdumâni gözlerem
çekiyorum?
Felek ne zamana kadar çini renkli kâse ile gam mezesi
sunacak? Ben ki devrân elinden sevinç kadehini
Âdem olmaz âdeme yakışmaz âdemden kaçar
gözlüyorum.
Ben Necâtî ol perî-ruhsâra nitdüm neyledüm
Adam olmaz, adama yakışmaz, adamdan kaçar; ey Necâtî
ben o peri yanaklığa nettim, neyledüm?
Râhat ü kahrına dehrün baş eğüp yalvarmazam
Ben Necâtî himmet-i şâh-ı cihânı gözlerem
Feleğe rahatı için de, belâsı için de baş eğip yalvaramam;
GAZEL 56
Necâtî, ben cihan pâdişâhının himmetini gözlerem.
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Tutalum zenbil ile gökden iner mehpâreler
GAZEL 55
A beğüm yerden mi çıkdı âşık-ı bîçâreler
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Tutalım ki ay parçası gibi güzeller gökten indiler; ya beğim,
Yâ Rab ol düşman bakışlu yâra nitdüm neyledüm
zavallı âşıklar yerden mi çıktılar.
Sevdüğümden gayrı ol dildâra nitdüm neyledüm
Yâ Rabbi, ben o düşman bakışlı sevgiliye nettim, neyledim?
İhtiyât itmez misin andan ki ashâb-ı niyâz
Sevmekten gayrı o gönül alıcıya nettin neyledim?
Baş açup zâri kılup yerden göğe yalvaralar
İhtiyaç sahibi zavallıların baş açıp feryâd edip yerden göğe
yalvarmasından çekinmez misin?
Ben gedâ bir kimsenün yatur itin kaldurmadum
Yâr işiğinde olan ağyâra nitdüm neyledüm
Ben dilenci bir kimsenin yatar itini kaldırmadım; sevgilinin
Câm-ı lâ’lünle şarâb-ı nâb hem-reng olmasa
kapısındaki rakiblere nettim, neyledim?
Güvleyüp düşmezdi sâgar üstine âvâreler
Gül yüzine bakmadum şimşâdun adın anmadum
44
Lâ’l renkli kadehe benzeyen dudağınla saf şarap aynı renkte
Bilmez anı ki çok kişi vakt-i gazab güler
olmasaydı, âvâreler hücûm edip kadehin üstüne
Çok kişi öfkelendiği zaman güler; pervâne bunu
düşmezlerdi.
bilmediğinden mumun gülüşüne aldanır.
Âfitâbum yüzün ağ alnun açukdur gerçi kim
Gülzâr-ı hüsn içinde açılur gül-i murâd
Sâye-vâr arduncadur bir nice yüzi karalar
Her gonca-leb ki bûse idince taleb güler
Ey güneş yüzlüm, gerçi birçok yüzü karalar gölge gibi
Güzelliğinin gülbahçesinde istek gülü açılır. Her gonca bûse
ardından ayrılmazlarsa da yine yüzün ak, alnın açıktır.
talep edince gülen bir dudaktır.
Ey Necâtî çıkma yoldan aldanup güzellere
Ağlar Necâtî hasret ile çak şu hadde kim
Şem’ gibi sanma kim dâim önünce varalar
Bezm-i safâda husrev-i âli-neseb güler
Ey Necâti, güzellere aldanıp yoldan çıkma; mum gibi senin
Necâti hasret ile o kadar ağlar ki, zevk ve safâ meclisinde
dâimâ önün sıra gideceklerini sanma.
yüksek soylu pâdişâh onun haline güler.
GAZEL 57
GAZEL 58
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
Mefâ'ilün / fe'ilâtün / mefâ'ilün / fe'ilün
Fâni cihânda gerçi ki çok gonca-leb güler
Gönül cemâl-i muanber-nikâb ile oynar
Her kim gülerse gül gibi hep bi-sebeb güler
Hakir zerreyi gör k’afitâb ile oynar
Bu ölümlü dünyâda gerçi birçok gonca dudaklı güler; lâkin
Gönül anber renkli peçeli güzel yüz ile cilveleşir; şu zavallı
her kim gülerse gül gibi hep sebebsiz güler.
zerreyi gör ki güneş ile oynuyor.
Baş götürürken iki omuzında mâr-ı zülf
Niçün hemîşe eğilüp öper lebün zülfün
Dahhâk gibi lebleri nice aceb güler
Ne hindûdur bu ki yâkut-a nâb ile oynar
Yılana benzeyen saçı iki omuzunda baş götürürken
Niçin saçın dâimâ eğilip dudağını öpüyor; bu nasıl bir
dudakları dahhâk gibi acabâ nasıl güler!
hintlidir ki saf yâkût ile oynuyor?
Billâhi ey bahâr nice adldür bu kim
Yetimler gibi şâhâ iki gözüm bebeği
Bülbül hep ağlamakla geçer gonca hep güler
Mahallen içre oturmış türâb ile oynar
Ey bahar, bu nasıl adâlettir Allah aşkına? Bülbül’ün vakti
Ey sultânım, iki gözümün bebeği mahallenin içinde oturmuş
hep ağlamakla geçer, gonca hep güler.
toprakla oynamaktadır.
Germ olduğınca meclis-i uşşâk-ı mey-perest
Fakîr iken kademünde ganî olup çeşmüm
Ashâb-ı şevk girye ider bî-edeb güler
İkisi de bile dürr-i hoşâb ile oynar
Şarap düşkünü aşıkların meclisi kızıştıkça coşkunlar ağlar,
Fakir iken senin ayağınla gözlerim zengin oldu; ikisi de bile
edepsizler güler.
parlak incilerle oynuyorlar.
Horşîd-i rûzı şem’-i şeb-efrûzı neylesün
Ruh u lebün ko gönül kim zübâb u pervâne
Bir hüsn ister ehl-i nazar rûz u şeb güler
Çün ölümi gele şem’ü şarâb ile oynar
Görüş ve düşünüş sâhibi olanlar gündüzün güneşini,
Yanağını ve dudağını bırak gönül, onlara yanaşma; ölümü
Geceyi aydınlatan mumu ne yapsınlar; onlar gece gündüz
gelen kara sinek ve pervâne mumla ve şarapla oynar.
güler bir güzellik isterler.
Gamunla ahumu görüp rakîb raks eyler
Pervâne gerçi handesine şem’ün aldanur
Karanu gicede şeytân şihâb ile oynar
45
Gamınla ettiğim âhı görüp rakib rakseder; nasıl ki karanlık
Dil sevinür yanağunda hatı hoşbû olıcak
gecede şeytan şihâb ile oynar.
Uğrınun güni doğar ay karanu olıcak
Yanağında misk renkli ayva tüyleri olunca sevinir; ay
karanlık olunca hırsızın günü doğar elbette.
Rakîb ile işigünde Necâti subh ideli
Çemende bülbüli gördüm gurâb ile oynar
Senin eşiğinde Necâti rakîb ile sabahlayalıberi, gördüm ki
Dostum böyle yabanlar mı gözetmek yaraşur
bülbül de çimende kargalarla oynamaya başladı.
Gamzei mest harâmî gözün âhu olıcak
Sarhoş gamzen yol kesen haydut, gözlerin de âhu oldu diye
GAZEL 59
böyle yabanlar mı gözetmek, başkalarına mı bakmak yakışır,
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
sevgilim ?
Gönlüme gâh nesteren ü geh semen gelür
Derviş ölüsine nice yerden kefen gelür
Hâki kûyun var iken cennet anılmak sanemâ
Gönlüme gâh ağustos gülü, gâh ak gül gelir; derviş ölüsüne
Şuna benzer ki teyemmüm ideler su olıcak
nice yerden kefen gelir.
Ey put gibi güzel, senin mahallenin toprağı dururken
cennetin adını anmak, su varken teyemmüm etmeğe benzer.
Cânlar virürîn ölmeğe hecründe şöyle kim
Tâbût ile kefen bana serv ü semen gelür
Âşık olalı gam u gussadurur hep yidüğüm
Senin ayrılığından dolayı ölmeyi o kadar candan istedim ki,
Ki muhâlif yimek ister kişi sayru olıcak
tabut ile kefen bana servi ve ak gül gibi gelir.
Âşık olalı beri gam ve keder yiyorum, çünki kişi hasta
olunca hep aksine şeyler yemek ister.
Sünbül saçunla nergis-i bîmârun özleyen
Bâd-ı sabâ gibi kamu yoldan esen gelür
Umaruz kim baka bizden yana ol rûhı revân
Senin sünbül saçınla nergis gibi hasta gözlerini özleyenler
Akabına işümüz na'rai yâ hû olıcak
bahar yeli gibi her taraftan sağ esen gelirler.
Durmadan arkasından ''yâ hû'' diye seslenirsek umarız ki o
rûh gibi giden sevgili bizden yana bakar
Ben ol dehâna yok dir isem söz gelür bana
Yok yirden âdemî söz işitmek neden gelür
Bûyı zülfüni sabâdan işidüp nâfei Çîn
Ben o ağza yok dersem bana söz gelir; bir insan yok yere
Didi ben Rûma varup neyleyeyüm bu olıcak
neden söz işitsin?
Saçının kokusunun ününü işitip Çin miski dedi ki '' Bunun
gibi bir koku varken ben Anadolu'ya varıp da ne yapayım ? ''
Seng-i cefâyı yazmaz urur çarh-ı bîvefâ
Ben mu’tekid ana ki başa yazılan gelür
Söze uymaz diyü siz bana delü dimen kim
Vefâsız felek cefâ taşını sayısız hesapsız vurur; ben ona
İşini gayra inanmaz kişi uslu olıcak
inanırım ki başa yazılan gelir.
''Ne söylesek dinleyip uymuyor'' diye bana deli demeyin;
akıllı kişi işinde başkasına kulak verip inanmaz.
Meyl iderüz Necâtî gibi tevbeye velî
Ey hâce korkaruz yine vakt-i çemen gelür
Ey gönül ben acabâ nice gelem kendüme kim
Necâti gibi tövbe etmeye niyetimiz var, fakat ey hoca,
Göricek bîhad olup ölürin ayru olıcak
korkarız ki çimenler açılıp zavk ve işret vakti gelir de
Görünce kendimden geçiyorum, ayrılınca ölüyorum ; ey
tövbemizi tutamayız.
gönül, acaba ben kendime nasıl geleyim ?
GAZEL 60
Kim kabûl ide Necâti seni kim dost imiş
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
Varmazam sohbete şimden gerü ben o olıcak
46
Dost '' Mâdem ki o var, ben şimdiden sonra sohbete varmam
'' demiş ; seni şimdi kim kabûl eder ey Necâti ?
Meğer servi bülendünden yire düşmişdir anunçün
Kararmış cümle endâmı şikestehâldür zülfün
GAZEL 61
Her halde senin yüksek serviye benzeyen boyundan yere
Mefâ'ilün / fe'ilâtün / mefâ'ilün / fe'ilün
düşmüş olmalı ki, bütün endâmı kararmıştır, yaslı ve
Lebün letâfeti söylense goncanun sözi yok
kırgındır zülfün.
Sözün letâfeti anılsa şekkerün tuzi yok
Dudağın letâfeti söylense gonca susar, ben de varım
Ne cân ile duralum biz siyâsetgâhı ışkundan
diyemez, söyleyecek sözü yoktur ; her nerede ki sözünün
İki cellâddur gamzen iki çengâldür zülfün
tatlılığı anılsa şeker lâfa karışamaz.
Bizim ne canımız var ki, aşkının idam meydanında duralım ;
gamzelerin gibi iki cellâdı, saçların gibi iki çengeli var.
Aceb nice hareket itdi serv kâmetüne
Ki nergüsün anı gülşende görecek gözi yok
Bu gün ırmakda tutmakda katı sahhardur gamzen
Senin boyuna karşı servi nasıl bir harekette bulundu ki,
Bu gün asmakda basmakda katı kattâldur zülfün
çiçek bahçesinde nergis ona bakamaz.
Bugün vurup tutmakta gamzen çok güçlü büyücüdür ; bu
gün asıp basmakta en öldürücü olan zülfündür.
Dehânun ile miyânundurur eğer var ise
Vefâlarun gibi bir adı var kendüzi yok
Necâtî her müselmânun görür kaydını ol kâfir
Varsa bir ağzın ve belin vardır ki vefâların gibi adı var
Bana geldükçe her dâim işi ihmâldür zülfün
kendi yoktur, o kadar küçük ve incedirler.
Necâtî, o kâfir zülüf bu gün her Müslümanın işini becerir ;
bana gelince her zaman ihmâl eder.
Cefâ denizine düşdüm kenâra yok çâre
Belâ dünine sataşdum meded ki gündüzi yok
GAZEL 63
Cefâ denizine düştüm, kıyıya ulaşmanın çâresi yok; öyle bir
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
belâ gecesine çattım ki gündüzü yok.
Cevre mâyil olmasun yâri İlâhî kimsenün
Zulmi âdet eylemesün pâdişâhı kimsenün
Güneş yüzini görüp eskilendi bedri münir
Ey Tanrım, kimsenin sevgilis ıztırap çektirmeyi huy
Tana kalup tapuna gelmeğe senün yüzi yok
edinmeye kalkmasın ; kimsenin pâdişâhı zulmü âdet
Parlak ay senin güneş yüzünü görüp revnakını kaybetti ;
edinmesin.
bundan şaşırıp kalmıştır, senin huzûruna gelmeğe yüzü
Şâhidi ışk idi yaşum kanlu çıkardun anı
yoktur.
Böyle mecrûh olmasun yâ Rab güvâhı kimsenün
Kapuna göz yaşı ilten saâdet ehli olur
Yaşım aşkımın şâhidi idi, onu kanlı çıkardın ; yâ Rabbi
Necâtinün dimesünler ki gökde yıldızı yok
kimsenin şâhidi böyle yaralı olmasın!
Senin kapuna gözyaşı ileten mutluluğa erer ; Necâti'ye gökte
yıldızı yok demesinler.
Ben günehkârı bu gün men'itme safi içmeden
Kim sorulmaz kimseden yarın günâhı kimsenün
GAZEL 62
Ey sofu, günah işliyoum diye beni bu gün içmekten alıkoyma
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
; yarın kıyâmet gününde kimsenin günahı kimseden
Cemâlün mushafı hakkı mübârek fâldür zülfün
sorulmayacak.
Ki tâvûsî mürekkeble yazılmış dâldür zülfün
Yüzünün mushafı hakkı için zülfün uğurlu bir faldır ; tâvûsi
Taşlar altında kalupdur katı gönlünden elüm
mürekkeble yazılmış ''dâl'' harfine benziyor zülfün.
Böyle nâçâr olmasun hâli ilâhî kimsenün
47
Senin katı gönlünden dolayı elim taşlar altında kalmıştır ;
N'ola giceyse şahne işidür ases gelür
yâ Rabbî, kimsenin hâli böyle perişan ve çâresiz olmasın
Tekke sofisi sürâhiyi gizlice içsin, ama gece içiyorsa polis
işitir, bekçi gelir. (yakalar).
Âh u efgânum bu korkudan uyutmaz halkı kim
Sana düşinde düşe nâgah nîgâhı kimsenün
Bilmez kimesne kaafile-i dôstdan haber
Sana rüyâsında birinin gözü değer korkusuyla âhım ve
Geh geh budur kulağuma bang-ı ceres gelür
feryâdım halkı uyutmuyor.
Kim dost kafilesinden haber almaz. Bazı bazı kulağıma çan
sesi gelir.
Ey güzellik bürcine horşid olan yakma beni
Yirde kalmaz çün bilürsin dûdı âhı kimsenün
Şeyhî ko peşşeyi dahı şehbâzı kıl şikâr
Ey güzellik burcunda güneş olan, beni yakma ; bilirsin ki
Sîmurg-ı himmet olana âlem meges gelür
kimsenin âhının dumanı yerde kalmaz!
Şeyhî, sivrisineği bırak, doğanı avla. Himmet simurgu olana
âlem sinek gibidir.
Din Necâtî gussadan gam çekmesin kim yokdurur
Âsitânı meykede gibi perâhı kimsenün
GAZEL 2
Deyin Necâtî'ye, kederim var diye üzülmesin ; hiç kimse
Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün
meyhâneden daha iyi bir sığınak bulamaz oraya gitsin.
Gerçi sabâ kohun uma her dem gelür gider
Verhem yiyüp saçun ile derhem gelür gider
Şeyhî
Gerçi sabâ rüzgârı kokunu (alma) umuduyla heran gelir
GAZEL 1
gider (ama) saçınla dolaşıp karmakarışık gelir gider.
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
(sabâ’nın burada sanki bir âşıkmış gibi sevgilinin kokusunu
Ölme gönül firâk ile Îsî-nefes gelür
almak üzere gelip gittiğini, ama buna sevgilinin saçlarının
Yanma ciğer figaan ile feryâd-res gelür
râzı olmadığını ve onu azarladığını, bu yüzden de sabâ
Gönül ayrılık acısı ile ölme, İsâ nefesli (sevgili)geliyor. (Ey)
rüzgarının karmakarışık gittiğini söylüyor.)
ciğer, ıztırap ile yanıp yakılma; feryâd imdâdına yetişen
Hüsnün günine benzeyimez bedr ay çün
(sevgili) geliyor.
Bir dün kemâli var kalanı kem gelür gider
Ol izzet ıssı hâceye eydün ki vaktidür
Senin güneş gibi yüzüne tolun ay benzeyemez. Zira onun bir
Hasta kulın sorarsa ki dahı nefes gelür
gecelik bütünlüğü vardır; geri kalanı azalır gider. (Burada
O izzet sahibi sevgiliye söyleyin ki, zamanıdır. Hasta kulunu
sevgilinin aya benzeyemiyeceğini çünkü ayın sadece bir
sorarsa henüz nefesi vardır. (Yani öldü ölecek durumdadır).
gecelik bedr halinde kemale ulaştığını sonra eksildiğini
söylüyor. Oysa sevgilinin güzelliği her zaman kemâl
Cân bülbüli teferrüc-i dîdâr kılmasa
haldedir).
Firdevs bûstânı gözine kafes gelür
Can bülbülü senin yüzünü (görerek)gamını dağıtmasa
Câm-ı cihân-nümân yüzini pâk dut müdâm
cennet bahçesi gözüne kafes görünür.
Âlemde nîk ü bed ferah u gam gelür gider
Cihânı gösteren kadehinin yüzünü dâima temiz tut ki,
âlemde iyi kötü, ferah ve gam gelir gider.
Her bî-haber ne bile mahabbet safâsını
Nâ-merde aşk derdi hevâ vü heves gelür
Sevginin safâsını her habersiz ne bilir. Mert olmayana aşk
Âşık gerek ki sıdk ile sâbit –kadem dura
derdi kuru bir arzu gibi gelir
Yohsa hezâr –bâr bu âlem gelür gider
Âşıkın doğrulukla sözünde durması gerekir. Yoksa bu âlem
Çeksün nihân sürâhiyi sûfî-i savmaa,
bin kez gelir gider.
48
Ömr-i bekaa diler isen ihsân yolın gözet
Sâki ol gamzeye cân bağladı peymân-ı ezel
Çün kalur âdemîlig ü âdem gelür gider
Bârî bî-hûş olalum bir iki peymâne irür
Bâkî ömür dilersen ihsan yolunu kolla, zirâ insan gelir gider
Sâkî! O yan bakışa ezel yemini can bağladı. Bâri
ama insanlık kalır.
kendimizden geçelim, onun için bir iki kadeh ulaştır.
Gün yüzlüler hevâsına düşenler ağlasun
Şeyhî'nün âh u duâsı eserin iy dem-i subh
Görmez misin bulutları pür-nem gelür gider
Sıdk iledür nefesün Hüsrev-i İran'a irür
Güneş yüzlülerin (sevgililer)arzusuna düşenler, ağlasın.
Ey sabah rüzgârı, senin nefesin samimî olduğu için
Bulutları görüyor musun? Nem dolu gelir giderler.
geçerlidir. Şeyhî'nin âhını ve duâsını da al. İran'ın
Hüsrev'ine (şair Hüsrev'de olabilir) götür.
Şeyhî karâr kılmaz imiş bir dem âdemî
Devletlü şol ki âleme hurrem gelür gider
GAZEL 4
Şeyhî, âdemoğlu bir an aynı kararda kalmazmış. Asıl bahtlı
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
o kimsedir ki dünyâya şen gelir şen gider.
Virdi harâba gönlümi şol gam didükleri
Bulınmadı bu derdüme merhem didükleri
GAZEL 3
Şu gam dedikleri gönlümü harap etti. Bu derdime merhem
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
dedikleri bulunmadı.
İy sabâ peyk-i revânsın haberüm câna irür
Bu kulun hasretini Hazret-i Sultân'a irür
Def'-i melâl kılmağa âlemde bir nefes
Ey sabâ, sen yürüyen habercisin, haberimi sevgiliye ulaştır.
Çoğ istedümbulınmadı hemdem didükleri
Bu kulun hasretini Sultân Hazretleri'ne ulaştır.
Hüznü dağıtmak için çok istedim (ama) arkadaş dedikleri bu
dünyada bir an için bile olsa bulunmadı.
İşiği tozı ile tâze vü ter kıl ciğeri
Hasta vü teşneleri çeşme-i hayvâna irür
Simurg-i kîmyâ-yı vefâ gibidür adem
Eşiğinin tozu ile ciğeri ter ü tâze hale getir. Hasta ve
Yâr u harîf ü mûnis ü mahrem didükleri
susamış olanları âb-ı hayâta ulaştır.
Yokluk, vefâ kimyasının Simurgu(masal kuşu) gibidir.
Sevgili, dost, arkadaş ve mahrem dedikleri de aynen öyledir.
Zülf-i müşgîn ile âfâkı muattar kılıcak
Şemmesin bu dil-i miskîn-i perîşâne irür
Ölüyi diri kılduğın işitse leblerün
Müşk kokulu saçı ile ufukları kokulu yapınca bir parçasını
Doğurmaz idi Îsâ'yı Meryem didükleri
bu perişan miskin gönüle ulaştır.
Senin dudaklarının ölüyü dirilttiğini duysa Meryem dedikleri
İsa'yı doğurmazdı.
Hüdhüd'ün hayretini âsaf-ı Cem-kadre yitür
Nâlesin mûrçenüm sem'-i Süleymân'e irür
Kâbe yüzinde benlerüni kılmayınca yâd
Hüdhüd kuşunun hayretini Cem îtibarlı vezîre, küçük
Virmez safâ şu Merve vü Zemzem didükleri
karınca'nın inlemesini Süleymân'ın kulağına ulaştır.
Kâbe'ye benzeyen yüzünde benlerini anmayınca, şu Merve
ve Zemzem dedikleri safâ vermez.
Yoh hatâ didüm ol ay bezmine yohdur yile yol
İzin öp menzilini Zühre vü Keyvâne irür
Emsem dir ise leblerüni Şeyhî kınama
Yok ben hatâ yaptım. O ay (gibi güzelin) meclisine yele yol
Derdüne ol durur dahi emsem didükleri
yoktur(yel oraya giremez). İzini öp, menzilini Zühre ile
Şeyhî, senin dudaklarını emsem derse onu ayıplama.
Zuhal yıdızına ulaştır.
(Zira)derdine ilâç dedikleri odur.
49
Ey bahçe! Benzini göz mevsimi böyle sapsan etti? Yoksa
16. YÜZYIL
senin de benim gibi boyu yüksek, aklı başka yerlerde, vefasız
Zâtî
salınan bir selvi boylun mu var?
GAZEL 1
Görecik hüsnün inân-ı ihtiyâr elden gider
Ağlayup feryâd edersin her nefes ey andelîb
Tig-i hışmı lûtf et ey çâpük-süvâr elden gider
Hâr ile hem-sâye olmış verd-ihandânun mı var
Güzelliğini görünce düşüncemin, kararımın dizgini elimden
Ey bülbül, böyle her an ağlayıp inliyorsun. Yoksa sen de
kaçar. Ey usta binici sevgilim, lütfet bu öfkeli bakış kılıcını
benim gibi dikenle dost olan, gülüp açılmış bir güle mi
elinden bırak.
âşıksın.
Başın içün naks edüp ayağa salma âşı kı
Yoluna cânum revânetsem gerek cân'a dedüm
Reng-i hınnâ-yı melât ey nigâr elden gider
Yüzüme bin hışım ile bakdı dedi cânun mı var
Ne olur, başın için hileler edip âşı kı ayaklara düşürme.
Canım sevgilim! Yoluna canımı akıtmalı, sana kurban
Güzelim, güzellik kınasının rengi bir gün gelir, elden gider.
olmalıyım, dedim. Yüzüme öfkeyle baktı, dedi. Senin canın
da mı var ?
Gırre olmabunca murg-ı dil şikâr etdüm deyu
Âkıbet şehbâz-ı hüsn ey şehriyâr elden gider
Zülf-i dilber gibi Zâtî perîşânsın yine
Sultânım, bunca gönül kuşunu avladım diye gururlanma.
Cevri bî-had yohsa bir yâr-I perîşânun mı var
Sonunda güzellik doğanı elden kaçıp gider, unutma.
Ey Zâfî! Yine sevgilinin saçı gibi dağınık, bitkinsin. Yoksa
cefâsı, eziyeti sınırsız peri gibi güzel bir sevgilin mi var?
Murgveş el üzre tut âşıklara rağbetler et
Bu tarâvet âhir ey kaddi çınâr elden gider
GAZEL 3
Ey boyu çınara benzeyen sevgilim, âşıklara iyi davran, saygı
Kime yansam sûz-ı dilden yüregi biryân olur
göster; kuş gibi el üstünde tut. çünkü sonunda bu tazelik bu
Kime ağlarsam közümden eşk-i çeşmi kan olur
güzellik yok olup gider.
Gönlümğn ateşinden kime yakınsam yüreği yanar, kebap
olur. Kime derdimi anlatıp ağlasam ateşimden göz yaşları
kan olup akmağa başlar.
Zâtî-i mûra elünden geldügince eyle lûtf
Hâtem-i hüsn ey Süleymân-iştihâr elden gider
Ey Süleyman gibi namlı sevgilim! Bu, karınca gibi küçük,
Bilmezsin kim bildire derd-i derûnum dilber
değersiz Zâtî'ye elinden geldiğince iyilik göster. Çünkü
Her kim esrârumı lâş eylesem hayrân olur
güzelliğinin mührü bir gün olur kaybolup gider.
İçimdeki aşk derdini sevgilime kim bildirecek, bilemiyorum.
Derdimin sırlarını kime anlatsam şaşırıp kalıyor.
GAZEL 2
N'oldun inlersin felek hercâyî cânânun mı var
Gabgabun topın hey âfet zâhide arz eyleme
Seyr eder her menzili bir mâh-ı tâbânun mı var
Tevbe vü zühd ü salâhı kal'ası vîrân olur
Felek ne oldu sana, inleyip duruyorsun? Yoksa senin de
Aşıka felaket getiren güzel, çenenin topunu hamsoluya
benim gibi hevayî, kararsız bir sevgilin mi var? Her yerde
sunma: tövbesi, ibadeti; dindarlığın kalesiyıkılır, harab
dolaşan, her yanı gözleyen parlak bir ayın mı var ?
olur.
Benzüni ey bûstân fasl-ı hazân mı eti zerd
Burc-ı çeşmümden olur seyyâre-i eşküm ayâr
Yohsa başı taşra bir serv-i hırmâmânun mı var
Her kaçan ol âfitâbum dîden pinhân olur
50
O güneş gibi güzel sevgilim ne zaman gözden kaybolursa
Uzatdı saçın kim gece âşıklara bendi
gözümün burcundan gözyaşımın yıldızları ortaya çıkıp
Etdükleri sanma ki ayağına dolaşmaz
parıldar.
Sevgili, ilmiği aşıkları yakalasın diye saçının kemendini attı.
Sanma ki yaptakları ayağına dolaşmayacak.
Tâli'ün tutup müneccim ey meh-i Mirrîh-çeşm
Dedi kim bunun ucından günde yüz bin kan olur
Bir şeb mi var âhum ele yalın kılıç alup
Ey Merih gözü, ay yzülü sevgilim! Müneccim senin yıldız
Od gibi çıkup gökde sitâreyle talaşmaz
falına bakıp, bunun yüzünden günde yüzbinler kişi ölür, kan
Ahımın eline yalın kılıç alıp ok gibi göğe çıkarak yıldızımla
dökülür, derler.
dolaşmadığı bir gün mü var?
Şir-i dilsûzum benüm ey hâce-i Hindûstân
Gönülüm kuzusın pâreleyüp tîg ile Zâtî
Tûtiye billâhi ta-lîm eylemen biryân olur
Kirpikleri oklar bıragup sanma ulaşmaz
Ey Hindistan taciri. Benim yürekler yakan şiirlerimi sakın
Zâtî! Sevgilim gönlümün kuzusunu kılıçla parçalar. Kirpik
papağana öğretmeyin. Vallahi, ateşinden keap olur, gider.
oklarının da ulaşmayacağını sanma.
Zâtî-i bîçâre bir derde giriftâr oldı kim
GAZEL 5
Ey tabîb-i cân u dil ancak ecel dermân olur
Aşk bir âhen kafes biz tûtî gûyâsıyuz
Ey canların ve gönüllerin doktoru olan güzel Zavallı,
Derd bir gülzârdur biz bülbül-i şeydâsıyuz
çaresiz Zâfî öyle amansız bir derde tutuldu ki, ona ancak
Aşk bir demir kafes, biz o kafesin konuşan papağanıyız. Dert
ölüm çare olabilir.
bir gülbahçenin aşktan çılgına dönmüş bülbülüyüz.
GAZEL 4
Onsekiz bin âlemi seyr eyledik uçdan uca
Bir gün mi var âhum adı eflâke ulşamaz
Mülket-i sultân-ı sşkun peyk-i reh-peymâsıyuz
Bir dem mi var eşküm denizi aşk ile taşmaz
Biz aşk sultanının ülkesinde yolları aşıp tüketen
Çektiğim ahın ateşin göklere ulaşmadığı bir gün mü var?
habercisiyiz. Onsekiz bin alemi uçtan bir uca dolaşıp
Gözyaşlarımın denizinin aşkla dolup taşmadığı bir an mı
gördük.
kaldı?
Ka'nmuz gavvâs-ı efkâr u tasavvur bulımaz
Billah nice sayr eyleye kûyunda rakîbün
Bizdedür dürr-i ma'ânî ma'rifet deryâsıyuz
Uşşâkdan ey şâh eşigünde eşek aşmaz
Düşünce ve hayal dalgıçları düşüncemizin derinliğine
Vallahi rakibin mahallende nasıl dolaşsın? Sultanım!
varamazlar. Biz ustalık, hüner deryasıyız; en güzel anlam
Aşıklanın çocukluğundan eşeğini eşek aşamaz.
incileri bizdedir.
Câmen gibi bir câme giyüp geldi rakîbün
Bunı der her beytimüz dâ'im zebân-ı hâl ile
Görenler anı geldü dedi vây bu yaraşmaz
Hak bilür biz bahr-ı nazmun lû'lû-yi lâlâsıyuz
Rakibin senin giysin gibi bir giysi giyip geldi. Onu bu halde
Her beyitimiz sürekli, hal diliyle şunu söylemek ister:
görenler güldüler, vay bu hiç yakışmamış, dediler.
Doğrusu biz şiir denizinin parlak incileriyiz.
Tuydı o güzel bendeki keyfiyyet-i aşkı
Şi'rümüz esrânna vâkıf olan hayrân olur
Bu bezm-i mahabbetde kimün ayağı şaşmaz
Zâtîyâ âlemde ma'cûn-ı ma'ârif tâsıyuz
O güzel aşkın bendeki durumu öğrendi. Bu sevgi
Zâtî, bizim şiirimizin sırlarını, inceliklerini anlayan
toplantısında kimin ayağı şaşmaz?
güzelliğine şaşar kalır. Biz dünyada bilgi ve hüner
macununun bulunduğu hokkayız.
51
Gördüler nâlân hezârân bülbülün var reşkden
Hayâlî Bey
Jâle dendânıyla güller kendü kendin pâreler
GAZEL 1
Sevgilim, güller ağlayıp inleyen binlerce bülbülün olduğunu
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
görünce, kıskançlıktan kendi kendilerini paraladılar.
Öykündi bâde la’lüne ayağa saldılar
Su arîzun anınca tutup bâğa saldılar
Âşıkı bikes sanup öldürme kim Ferhâd içün
Kırmızı şarap dudağına özenince onu ayaklar altına attılar.
Bîsütûn dahi giyer ebr-i siyehden
Su yanağını anıp öğünmeye kalkınca onu da tutup aşağı
Ferhâd’ın başı için aşkı kimsesiz sanıp öldürme. Bîsütûn
attılar.
dağı da kara bulutlardan kara giyinir, yasını tutar.
Zülfün kim oldu koşunun üstünde âşikâr
Tîg-ı cevherinden Hayâlî yaralu her dilberün
Bir şâhbâzdur ki anı zâga saldılar
Merhem-i vasl ile bîçâre umar kim saralar
Saçın kaşının üstünde meydana çıkınca, bu doğan kuşudur
Hayâlî her güzelin cefâ kılıcından yaralıdır. Zavallı,
diye karga avına saldılar.
kavuşma merhemiyle yaralarını sarar, iyileştirirler sanır.
Kasr-ı cefâyı yapmağa şâhân- ı mülk-i hüsn
GAZEL 3
Ferhâdı taşlara beni toprağa saldılar
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
Güzellik ülkesinin sultanları cefâ köşkünü yapmak için
e gerdûndan sitem çekdüm ne ahterden melâlüm var
Ferhâd’ı taş taşımmaya, beni de toprak çekmeye götürdüler.
İkilikten bugün ferdem ne hasm ü ne cidâlün var
Ne bahtımdan kötülük gördüm ne de yıldızımdan bir sıkıntım
Aks-i nücûmmı eşk-i revânumda seyr eden
var. Bugün ikilikten kurtulmuşum: ne düşmanım ne de
Sandı hazân varakların ırmağa saldılar
kimseyle bir anlaşmazlığım, kavgam var.
Sel gibi akan gözyaşlarım da yıldızların aksini görenler,
sandılar ki; sonbahar yapraklarını ırmağa atmışlar.
İki âlem bugün müstağrak-i envârum olmışdur
Sipihr-i dilde doğmış âfitâb-ı bî zevâlüm var
Fânî cihânda ağlamağa geldi niceler
Bu dünyâ ve öteki dünyâ bugün benim nûrlarımla ışıl ışıl
Bir iki gün Hayâlî yi de lâga saldılar
aydınlanmıştır: Benim gönlümün göğünde hiç batmayan bir
Nice insanlar bu dünyaya ağlamak için gelmişler. Hayâlî ‘yi
güneşim var.
de bir iki gün bu oyunun içine attılar.
Duyaldan küfr-i zülfünden eser âr etdüm imândan
GAZEL 2
Sana tâ kim gönül verdüm hayâtumdan melâlüm var
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Senin saçının karanlığının, kafirliğinin etkisini duymaya
Sînede ağız açup peykânun ister yâreler
başladığımdan beri imandan utanıyorum. Sana gönül
Cân verür bir katre suya teşnedür bîçâreler
verdiğimden beri yaşamaktan bıkıp usandım.
Göğsümdeki yaralarım ağızlarını açıp attığın okun ucunu
isterler. Biçarereler o kadar susamışlar ki bir yudum su
Verürsem kâse-i hurşîd-i nûr efşâna nâmerden
isterler.
Elümde derd-i yâr ile pür olmuş bir sifâlüm var
Elimde sevgilinin aşk derdiyle dolu kocaman bir kadehim
var. Onu güneşin ışık saçan kasesiyle değişirsem alçağım.
Aşk bezminde melâmet bâdesin nûş eyleyüp
Bir habâba saymadı başın geçen âvâreler
Başlarından vazgeçen aşıklar, aşk toplantısında perişanlık,
Sühan şehbâzıyam murgân-ı kudsiler şikârümdur
rezillik şarabını içtiler de bir yudum yerine bile saymadılar.
Kanâatle tecerrüdden Hayâlî perr a balum var
52
Hayâlî, az şeyle yetinmek ve dünya ile ilişki kesmek gibi iki
Diyâr-ı sûzun oldum şem gib ben de serdân
kanadı olan ve güzel sözleri avlayan bir doğan kuşuyum.
Nice Ferhâd ile Mecnûn gibi yanar çerâğum var
Bütün kutsal kuşlar benim avımdır.
Mum gibi ben de yanıp tutuşma ülkesinin başkomutanı
oldum. Nice Ferhad ve Mecnûn gibi yanan kandilim var.
GAZEL 4
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Fezâ-yı aşkda ben ol nihâl-i ser firâzam ki
Nâr-ı dilden zâhir etsem bir şerer âlem yanar
Nihâl-i Sidre gibi sâye salmış bir budağim var
Dursa bir dem sîne-i sûzanûm içre gam yanar
Ben aşk göğünde başı göğlere uzanan öyle bir fidanım ki
Gönlümün ateşinden bir kıvılcım çıkarsam bütün dünya
sidre fidanı üstüne kök salan bir fidanım var.
yanar. Bir an yanan bağrımın içinde kalsa gönlümdeki gam
yanar tutuşur.
Sipah-ı gussa vü gamdan beni saklar penâhumdur
Yüzünde hâl-i müşgînün gibi bir kara dâğum var
Bu hamîde kadd ile yandum muhabbet adına
Senin yüzündeki mis kokulu benin gibi beni gam ve keder
Bana nisbet mâh-ı nev nâr-ı şafakta kem yanar
askerlerinin saldırılarından koruyup saklayan kara bir
Bu iki büklüm olmuş vücudumla aşk ateşine yandım. Bana
yaram var.
nispetle yeni ay şafağın ateşi içinde daha çok yanar.
Hayâlî şâh-ı aşk oldum dahi bu akl-ı hercâyî
Sanma kan ağlamadan germ oldı nâr-ı hasretün
Gönül mülkine ayak basmasın muhkem yasağum var
Dûddur müjgânlarum bu dîde-i pür nem yanar
Hayâlî, aşk diyarının sultanı oldum. Bundan böyle bu
Senin özleminin ateşi kan ağlamandan bu kadar kızıştı
kararsız akıl gönül ülkesine ayak basmasın: kesin olarak
sanma. Kanlı gözyaşları dökmekten bu yaşlı gözüm yanar.
yasakladım.
Kirpiklerim duman olmuştur hep.
GAZEL 6
Kaysa eydün ben belâ deştinde sergerdân iken
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
Uğramasun yanuma billahi ol sersem yanar
Sanma sen cûy bizi biz akıcak deryâyuz
Kaysa söyleyin: Ben bela çölünde başım dönmüş bir halde
Hâr u haslar götürüp gitmede bî-pervâyuz
dolaşıp dururken, sersem yanıma uğramasın: ateşimden
Sen bizi ırmak sanma, biz akınca deryâ oluruz. Çör çöp alıp
vallahi kül olur.
götürmekten sakınmayız
Gel Hayâlînün teninde dâğ-ı İbrahîme bak
Pâymâl etme bizi mûr görüp ey gâfil
Bu kadar ancak çerâğ-ı Hazret-i Edhem yanar
Mûr iken mâr oluruz mâr iken ejderhâyuz
Gel Hayâlî’nin vücûdundaki Hz. İbrahim için yakılan ateşe
Ey gâfil! Bizi karınca gibi güçsüz görüp ayağının altında
benzeyen yanık yanık yarasına bak! İbrahim Edhem
ezmeğe kalkma; biz karınca iken yılan, yılan iken yedi başlı
hazretlerinin gönlündeki ateş ancak bu kadar yanar.
ejderhâ oluruz.
GAZEL 5
Eyledük himmetümüz câhına hâkaanı gedâ
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
Çalınur debdebe-i şevketümüz Dârâ'yuz
Başumda mûy-ı jülide tenümde taze dâğum var
Yardımımızın derecesine göre sultânı dilenci yaptık.
Melâmet mülkünün sultânıyam tûğum otağım var
Büyüklüğümüzün debdebesiyle Dârâ'yız.
Başımda karmakarışık saçlarım, vücûdumda taze yaralırım
var. Ayıplanıp kınanma ülkesinin sultanıyım: tuğum da
Yoğ iken dest kefümüzde durur mühr -i kabûl
otağım da var.
Devleti zîr-i kadem kılmış iken bî-pâyuz
53
Elimiz yokken kabûl mührü avucumuzdadır. Ayaksızız ama,
zenginliği, iktidarı ayağımızın altına aldık.
Mihnet ü derd ü belâ ile düşelden hecrüne
Rahm eder hâline her bîçâre ben bîçârenün
Biz Hayâlî bu gönül âleminun göklerine
Üzüntü, dert ve belâ ile ayrılığına düşeliden beri bütün
Dâ'imâ şevk veren mihr-i cihân-ârâyuz
çâresizler ben çâresizin hâline acırlar.
Hayâlî! Biz bu gönül dünyâsının göklerini sürekli aydınlatan
dünyayı süsleyen güneşiz.
Hâr-ı gamdan gülşen-i kûyında bülbül-veş yine
Göklere erişdi feryâdı dil-i gam hârenün
GAZEL 7
Bulunduğun gülbahçesinde gamının dikeninden çektiği
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
acılarla dertli gönlümün haykırışları, bülbül feryâdı gibi
Bu cemâlün şem'ine pervâne gelmişler denüz
yine göklere yükseldi.
Yanalum ey şem'-i rûşen yana gelmişlerdenüz
Bu güzelliğin mumu çevresine pervâne olmuşlardanız. Ey
Sînem üzre dâğ-ı hasret acıyup kan ağladı
parlak muma benzeyen sevgili! Bırak yanalım; ötedenberi
Hâline şol tig-i hecründe erişen yârenün
yanıp gelmişlerdeniz.
Göğsüm üzerindeki özlem yarası, senin şu ayrılığının
kılıcından açılan yaranın hâline acıyıp, kan ağladı.
Cerr edüp eytâm-ı eşküm kûyunı devrân eder
Merhamet kıl dôstum ihsâna gelmişlerdenüz
Ey Hayâlî tâli'ün yokdur sitâren neylesün
Gözyaşlarımın yetimleri dilenerek mahallende dönüp
Çün senünle yılduzı barışmaz ol mehpârenün
dolaşıyor. Dostum, acı bize, iyiliğini istemeğe gelenlerdeniz.
Hayâlî! Tâlihin yok: o ay parçası güzelin seninle yıldızı
barışmayınca yıldızın ne yapsın?
İtlerünle âşinâ olmag içün ey nâzenin
Nâzükâne kûyunı seyrâna gelmişlerdenüz
GAZEL 9
Nazlı sevgilim, kapını bekleyen köpeklerinle tanışmak için,
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
bulunduğun yerleri saygıyla dolaşmağa gelenlerdeniz.
Bezm-i bahâra basdı ayağı benefşenün
Gül gibi geldi işreti çağı benefşenün
Zâhidâ mahbûb u meyden gel bizi men'eyleme
Menekşenin ayağı bahar toplantısına bastı. Menekşenin de
Biz ezelden bu yola rindâne gelmişlerdenüz
gül gibi yiyip içme çağı geldi.
Ham sofu! Gel bizi güzel sevmek ve şarap içmekten
alıkoyma. Biz bu yola ezelden beri rindcesine gelenlerdeniz.
Çekdi dolusını arak-ı jâleden seher
Boynını eğdi jâle çanağı benefşenün
Vasf-ı haddünle Hayâlî tâze dîvân bağladı.
Sabah, çiğ daneleri rakısıyla dolu kadehini başına dikti.
Pâdişâhum sunmağa dîvâna gelmişlerdenüz
Menekşenin çiğ dolu çanağı başını eğdi.
Hayâlî, yanağını öğerek yeni bir dîvan meydana getirdi.
Sultânım! Dîvânımızı sunmağa huzûruna gelenlerdeniz.
Nergis iletdi bezmine bir şem'dân-ı zerd
Tâ subh olınca yandı çerâğı benefşenün
GAZEL 8
Nergis, toplantısına san altından bir şamdan getirdi.
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Menekşenin mumu tâ sabah oluncaya kadar yandı.
Dil helâk oldı bu gün derdiyle ol mehpârenün
Bulmadum çoğ istedüm nâm u nişânın çârenün
Sevdâ-yı hâli ey gözi nergis izârınun
Gönül bu gün o ay parçası gibi güzelin derdiyle helâk oldu.
Boynına atdı bir kara dâğı benefşenün
Çok aradım, ama buna çârenin ne adını, ne izini
Ey nergis gözlü! Yanağının üzerindeki beninin kara sevdâsı,
bulamadım.
menekşenin boynuna bir kara yanık bıraktı.
54
Ey sabah yeli benim için sevgilinin bulunduğu yerin alanın
Pâyından asılu megese benzedenlere
toprağını öp. Bahtın yardım ederse kapıcısının gelişinin
Vardur Hayâlî bir nice lâgı benefşenün
ayak izlerini öp.
Hayâlî! Menekşenin, kendisini ayağından asılmış sineğe
benzetenlere bir nice latîfesi var.
Nâgehân arz-ı cemâl eylerse ol sultân-ı hüsn
Sür ayağı tozına ruhsârunı dâmânın öp
GAZEL 10
O güzellik sultanı birden güzelliğini gösterirse yanağını
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
ayağının tozuna sür eteğini öp.
Sûfîyâ ta'h eyleme sâfî şarâb-ı gel
Düş ayağına harâbât ehlinün insâfa gel
Nâfe gibi bağrumı hûn eyleyüpdür intizâr
Ey ham sofu! Durmadan yalnızca ayıplıyorsun. Ayıplamayı
Arz ederken hâlümi zülf-i abîr- efşânın öp
bırak, saf şarap içmeğe gel. İnsâf et, biraz da meyhâneyi
Beklemek misk gibi bağrımı kanla doldurmaktadır. Halimi
tanıyanların ayağına düş, yalvar.
sevgiliye anlatırken güzel kokulu saçını öp.
Sînemün dâğında idrâk eyle gönlüm sırrını
Gülşeninde hâba varsa bâğbân-ı gamzesi
Olmağa ankaa-yı âlî-şâna hemden Kaaf'a gel
Devlet-i bîdâra erdün gonca-i handânın öp
Gönlümün sırrını göğsümde açılan yaralardan anla.
Sevgilinin güzelliğinin gülbahçesinde yanbakışının
Yükseklerde uçan Anka'ya arkadaş olmak istiyorsan Kaf
bahçıvanı uykuya dalmışsa, uyanıklılık mutluluğuna erdin
dağına gel.
demektir; gülen gonca ağzını öp.
Gönlüme gir görmek istersen muhabbet gülşenin
Ay sabâ etsen Hayâlî bendeden arz-ı niyâz
Cennet-i Adn' i temâşâ kılmağa A'râf'a gel
Ana bu devlet yeter dergâh-ı âlî-şânın öp
Sevgi gülbahçesini görmek istersen gel, gönlüme gir. Adn
Ey sabah yeli! Hayâlî kulunun yalvarışlarını söyleyebildinse
cennetini seyretmek istersen A'raf'a gel.
bu mutluluk ona yeter; yüce eşiğini öp.
Cevher-i ferd iken ey gâfil bu cümle mümkinât
GAZEL 12
Nice taksîm oldugın fehm etmege sarrâfa gel
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
İnsan bütün yaradılmışların özü, en şereflisi iken, bunu
Aşk bir şem-i ilâhîdür benem pervânesi
bilmeyen gâfil! Bu cevherin bütün varlıklara nasıl
Şevk bir zencîrdur gönlüm onun dîvânesi
bölüşüldüğünü öğrenmek için sarrafa gel de anla.
Aşk ilahi bir mumdur. Ben onun çevresinde dönen
pervanesiyim. Arzu, heves gönlümün deli divane olduğu bir
Aşkda kan ağlamak şerhin Hayâlî'den işit
zincirdir.
Bezm-i Cem evsâfını öğrenmeğe vassâfa gel
Aşkta kan ağlamanın açıklamasını Hayâlî'den dinle; Cem
Kanda bilsün şâh-ı aşkun dergehi âdâbını
toplantılarının nasıl olduğunu bilmek istiyorsan, bunları en
Kûhken bir dag eri Mecnûn yaban dîvânesi
iyi anlatan bana gel sor.
Ferhâd görgüsüz bir dağ adamı, Mecnun’da yabanın
delisidir. Aşk sultanın sarayının usul ve töresini ne bilsinler.
GAZEL 11
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Kelle-i uşşâk satılmaz kesâdı var katı
Ey sabâ benden nigârun kûyınun meydânın öp
İşlemez oldı mahabbet şehrinün serhânesi
Devlet elverse nişân-ı makdem-i derbânın öp
Artık âşıkların başı satılmaz, para etmez oldu, hiç sürümü
yok. Aşk şehri sakatatçısı işlemez oldu.
55
Mürg-ı dil dâ’im hevâ-yı aşk sergerdânıdır
Aklımsa başımdan çıkıp gitti. Gönlüm ve canım yollara
Bülbülün gülzârı var bûmun olur vîrânesi
düştü. Kala kala vücut adında değersiz bpş bir yıkıntımız
Bülbülün gülbahçesi var. Baykuşun bile bir viranesi olur.
kaldı.
Gönül kuşu ise yersiz yurtsuz aşk göğünde başı dönmüş bir
şekilde döner durur.
Hayâlî devlet-i bî-i’tibâra bakmadan gitdün
Bize besdür bu ki dillerde bir efsânemüz kaldı
Sâgar-ı Cemde bu beyt-i dilgûşa mersûm imiş
Hayali: Bu değersiz dünya zenginliğine, saltanatına
Âteş-i bâdeyle germâgerm iken kâşânesi
aldırmadan geçip gittin. Aşkımızın dillerde dolaşan efsanesi
Başı şarabın ateşiyle iyice kızışmışken Cem’in kadehinde
kaldı. Bu bize yeter.
gönülleri ferahlatan bu beyit yazılı imiş.
GAZEL 14
Ridd oldur kim götürdi bezm-i kesretden ayağ
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
Sâkî-i devrân elinden tolmadan peymânesi
Mecnûn kaçan ki aşk eline pâdişâh idi
Felek sakisinin elinden kadehi dolmadan bu çokluk
Âhı alem figânı tabl gam sipâh idi
toplantısından ayağını çeken kişi gerçek rinddir
Mecnun aşk eline sutan olduğu zaman ahı, bayrağı, feryadı,
davulu, çektiği gam askerd idi.
Şîr ü şeker gibi alışdı Hayâlî’nün bugün
İltifât-ı Şâh ile vâz’ı dervîşânesi
Mecnûn belâ vîlayetine şehriyâr iken
Sultanın iltifatları ile Hayali’nin dervişlere yaraşır
Jûlîde mûlar üstine çetr-i siyâh idi
davranışı sütle şeker gibi birbiriyle buluştu.
Mecnun bela ülkeine sultan iken karmakarışık saçları üstüne
kurulumuş kara bir çadırdır.
GAZEL 13
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
Mecnûn teninde yer yer elif na’l ile dîlâ
Nigârâ bezm-i hüsnünde dil-i mestânemüz kaldı
Mihnet şebinde Leylî içün şekl-i âh idi
Perin yakmış cemâlün şem’in epervânemüz kaldı
Ey gönül! Mecnun’un vücudundaki yer yer elif biçimindeki
Güzelim! Güzel yüzünün mumu çevresinde dolaşırken
tırmıklar, nal şeklindeki yaralarla, acılı gecelerinde Leyla
kanatlarını yakan pervanemiz yani sarhoş gönlümüz
için çektiği ahlara benzerdi.
güzelliğinin toplantısında kaldı.
Mecnûn başında var idi bir âşiyân-ı murg
Anı hoş tut garîbündür efendi işte biz gitdik
Ankaa-yı aşka kûh-i belâda penâh idi
Gönül derler ser-i kûyunda bir dîvânemüz kaldı
Mecnunun başında bir kuş yuvası vardı. Bu aşk ankasına
Efendi! İşte biz gidiyoruz. Senin bulunduğun yerde adına
belâ dağında bir sığınaktı.
gönül derler bir delimizi bıraktık. O sana tutkun kimsesiz bir
zavallıdır; onu hoş tut.
Nâgeh Hayâlî Leylî güzer eyleye deyu
Mecnûn teninde yer yer elif doğrı râh idi
Yürek kan oldı hicrândan vücûdum çekdi el cândan
Hayâlî ! Leylâ ansızın gelirde geçer diye. Mecnûn’un
Fedâ oldı yoluna cümlesi zîrâ nemüz kaldı
vücudunda yer yer elif gibi doğru yollar vardı.
Yüreğim ayrılığın acısıyla kan doldu. Vücudum canından
ayrıldı. Her şeyimiz yoluna feda edildi. Başka nemiz kaldı.
GAZEL 15
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Başumdan akl ise gitdi dil ile cân revân oldı
Kûhkenlikler ki Ferhâd etdi çekdi mihneti
Ten-i bî-i’tibâr adlu kuru virânemüz kaldı
Aşkbâzîlik degülmüş bildim anun niyeti
56
Ferhâd dağ delmekle uğraştı. Çok üzüntü ve keder çekti.
Elimiz yokken kabûl mührü avucumuzdadır. Ayaksızız ama
Anladım. Meğer onun niyeti aşkla uğraşmak değilmiş.
zenginliği, iktidârı ayağımızın altına aldık. (Beyitte Kazâ-yı
ilahî anlatılmış; elsiz ve ayaksız olarak elin ve ayağın
yapacağı işleri yapıyor).
Levh-i dilde nakş olmışken hayâl-i şekl-î yâr
Taşlara yazmak düşer miydi o şîrîn sûreti
Sevgilinin şeklinin hayali gönül sahifesinde kalmışken, o
Biz Hayâlî bu gönül âleminün göklerine
tatlı tüzün hayalini taşlara yazmanın ne gereği vardı?
Dâ'imâ şevk veren mihr-i cihân ârâyuz
Hayali! Biz bu gönül dünyâsının göklerini sürekli aydınlatan
dünyayı süsleyen güneşiz.
Tâlib oldur sala kendin nâr-ı aşka nûr ola
Âşık oldur aşk ile olmaya anun şöhreti
Sevgiliyi gerçekten isteyen, kendini aşk ateşine atıp nur
GAZEL 17
olandır. Gerçek aşık aşkta tanınmış olmayana denir.
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Bu cemâlün şem'ine pervâne gelmişlerdenüz
Aşk âşıklar işidür ey gönül Mecnûn dahi
Yanalum ey şem'-i rûşen yana gelmişlerdenüz
Sağ olaydı öğrenürdi şimdi benden san’atl
Bu güzelliğin mumu çevresıne pervâne olmuşlardanız. Ey
Ey gönül! Aşk, âşıkların işidir. Mecnûn bile sağ olsaydı da
parlak muma benzeyen sevgili! Bırak yanalım; ötedenberi
bu sanatı benden öğrenseydi.
yanıp gelmişlerdeniz.
Ey Hayâlî dâvî-i aşk eylemek hâcet degül
Cerr edüp eytâm-ı eşküm kûyûnı devrân eder
Anladur âşıklığın lâbüd kişinün hâleti
Merhamet kıl dôstum ihsâna gelmişlerdenüz
Hayâlî ! Aşıkım diye iddia etmeye gerek yok. Kişinin durumu
Gözyaşlarımın yetimleri dilenerek mahallende dönüp
şüphesiz âşık olduğunu belli eder.
dolaşıyor. Dostum, acı bize, iyiğini istemeğe gelenlerdeniz.
GAZEL 16
İtlerünle âşinâ olmag içün ey nâzenin
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
Nâzükâne kûyunı seyrâna gelmişlerdenüz
Sanma sen cûy bizi biz akıcak deryâyuz
Nazlı sevgilim, kapını bekleyen köpeklerinle tanışmak için,
Hâr u haslar götürüp gitmede bî-pervâyuz
bulunduğun yerleri saygıyla dolaşmağa gelenlerdeniz.
Sen bizi ırmak sanma, biz akınca deryâ oluruz. Çör çöp alıp
götürmekten sakınmayız.
Zâhidâ mahbûb u meyden gel bizi men' eyleme
Biz ezelden bu yola rindâne gelmişlerdenüz
Pâymâl etme bizi mûr görüpey gâfil
Ham sofu! Gel bizi güzel sevmek ve şarap içmekten
Mûr iken mâr oluruz mâr iken ejderhâyuz
alıkoyma. Biz bu yola ezelden beri rindcesine gelenlerdeniz.
Ey gâfil! Bizi karınca gibi güçsüz görüp ayağının altında
ezmeğe kalkma; biz karınca iken yılan, yılan iken yedi başlı
Vasf-ı haddünle Hayâlî tâze dîvân bağladı
ejderhâ oluruz.
Pâdişâhum sunmağa dîvâna gelmişlerdenüz
Hayâlî, yanağını öğerek yeni bir dîvân meydana getirdi.
Sultânım! Dîvânımızı sunmağa huzûruna gelenlerdeniz.
Eyledük himmetümüz câhına hâkanı gedâ
Çalınur debdebe-i şevketümüz Dârâ'yuz
Yardımımızın derecesine göre sultânı dilenci yaptık.
GAZEL 18
Büyüklüğümüzün debdebesiyle Dârâ'yız.
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Dil helâk oldı bu gün derdiyle ol mehpârenün
Bulmadum çoğ istedüm nâm u nişânın çârenün
Yoğ iken dest kefümüzde durur mühr-i kabûl
Devleti zîr-i kadem kılmış iken bî-pâyuz
57
Gönül bu gün o ay parçası gibi güzelin derdiyle helâk oldu.
Boynına atdı bir kara dâğı benefşenün
Çok aradım, ama buna çârenin ne adını, ne izini
Ey nergis gözlü! Yanağının üzerindeki beninin kara sevdâsı,
bulamadım.
menekşenin boynuna bir kara yanık bıraktı.
Mihnet ü derd ü belâ ile düşelden hecrüne
Pâyından asılu megese benzedenlere
Rahm eder hâline bîçâre ben bîçârenün
Vardur Hayâlî bir nice lâgı benefşenün
Üzüntü, dert ve belâ ile ayrılığına düşeliden beri bütün
Hayâlî! Menekşenin, kendisini ayağından asılmış sineğe
çâresizler ben çâresizin hâline acırlar.
benzetenlere bir nice latîfesi var.
Hâr-ı gamdan gülşen-i kûyında bülbül veş yine
GAZEL 20
Göklere erişdi feryâdı dil-i gam-hârenün
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Bulunduğun gülbahçesinde gamının dikeninden çektiği
Sûfıyâ ta'n eyleme sâfî şarâb-ı sâfa gel
acılarla dertli gönlümün haykırışları, bülbül feryâdı gibi
Düş ayağına harâbât ehlinün insâfa gel
yine göklere yükseldi.
Ey ham sofu! Durmadan yalnızca ayıplıyorsun. Ayıplamayı
bırak, saf şarap içmeğe gel. İnsâf et, biraz da meyhâneyi
Sînem üzre dâğ-ı hasret acıyup kan ağladı
tanıyanların ayağına düş, yalvar. (Ayag; ayak ve kadeh
Hâline şol tîg-i hecründen erişen yârenün
anlamındadır Meyhâne tasavvufta tekke karşılığı kullanılır)
Göğsüm üzerindeki özlem yarası senin şu ayrılığının
kılıcından açılan yaranın hâline acıyıp, kan ağladı.
Sînemün dâğında idrâk eyle gönlüm sırrıni
Olmağa ankaa-yı âlî-şâna hemdem Kaaf' a gel
Ey Hayâlî tâli'ün yokdur sitâren neylesün
Gönlümün sırrını göğsümde açılan yaralardan anla.
Çün senünle yılduzı barışmaz ol mehpârenün
Yükseklerde uçan Anka'ya arkadaş olmak istiyorsan Kaf
Hayâlî! Tâlihin yok. O ay parçası güzelin seninle yıldızı
dağına gel. (Anka, hümâ, simung ismi olup cismi olmayan
barışmayınca yıldızın ne yapsın?
efsanevı devlet kuşudur. Çok yüksekten uçtuğu için kimse
göremez. Kaf dağında veyâ ıssız bir adada yaşadığı ve
GAZEL 19
kemikle beslendiğine inanılır. Anka, tasavvufta vahdet
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
anlamında kullanılır)
Bezm-i bahâra basdı ayağı benefşenün
Gül gibi geldi işreti çağı benefşenün
Gönlüme gir görmek istersen muhabbet gülşenin
Menekşenin ayağı bahar toplantısına bastı. Menekşenin de
Cennet-i Adn'i temâşâ kılmağa A'râf'a gel
gül gibi içme çağı geldi.
Sevgi gülbahçesini görmek istersen gel, gönlüme gir. Adn
cennetini seyretmek istersen A'raf'a gel. (Cennet i adn. sekiz
Çekdi dolusını arak-ı jâleden seher
cennetin en yücesidir. Hepsinin ortasındadır. Bütün
Boynını eğdi jâle çanağı benefşenün
cennetlerin akarsuları buradan çıkar. A'raf aslında kum
Sabah, çiğ dâneleri rakısıyla dolu kadehini başına dikti.
tepesi, yüksek yer demektir. Kur' an'ın VII süresinin adıdır
Menekşenin çiğ dolu çanağı başını eğdi.
Cennet ve cehennemin arasında, sevep ve günahları eşit
olanların gidecekleri bir set, yüksek bir yerdir)
Nergis iletdi bezmine bir şem'dan-ı zerd
Tâ subh olınca yandı çerâğı benefşenün
Cevher-i ferd iken ey gâfil bu cümle mümkinât
Nergis, toplantısına san altından bir şamdan getirdi.
Nice taksîm oldugın fehm etmege sarrâfa gel
Menekşenin mumu tâ sabah oluncaya kadar yandı.
İnsan bütün yaradılmışların özü, en şereflisi iken, bunu
bilmeyen gâfil! Bu cevherin bütün varlıklara nasıl
bölüşüldüğünü öğrenmek için sarrafa gel de anla. (İnsan
Sevdâ-yı hâli ey gözi nergis izânnun
58
kâinâtın özü ve eşrefü'l- mahlûkat, canlıların en şereflisidir.
Beyitte şâir, kendisinin sarraf olduğunu, cevherin
Sarraf, altının değerini ölçen, altından anlayan kişidir.
değerinden anladığını söylemek istiyor
Beyitte şâir, kendisinin sarraf olduğunu, cevherin
değerinden anladığını söylemek istiyor).
Aşkda kan ağlamak şerhin Hayâlî’den işit
Bezm-i Cem evsâfını öğrenmeğe vassâfa gel
Aşkda kan ağlamak şerhin Hayâlî'den işit
Aşkta kan ağlamanın açıklamasını Hayâlî’den dinle; Cem
Bezm-i Cem evsâfını öğrenmeğe vassâfa gel
toplantılarının nasıl olduğunu bilmek istiyorsan, bunları en
Aşkta kan ağlamanın açıklamasını Hayâlî'den dinle; Cem
iyi anlatan bana gel sor.
toplantılarının nasıl olduğunu bilmek istiyorsan, bundan en
iyi anlatan bana gel sor.
GAZEL 22
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
GAZEL 21
Ey aşk-ı yâra bende-i fermân olan başum
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Bî-taht u tâc âleme sultân olan başum
Sûfîyâ ta’h eyleme sâfî şarâb-ı sâfa gel
Ey sevgilinin aşkının buyruğuna kul, köle olan başım. Tahtı
Düş ayağına harâbât ehlinün insâfa gel
ve tâcı olmadan dünyaya sultan olan başım.
Ey ham sofu! Durmadan yalnızca ayıplıyorsun. Ayıplamayı
bırak, saf şarap içmeğe gel. İnsâf et, biraz da meyhâneyi
Kanıyla ta’ne taşlarını la’l-reng edüp
tanıyanların ayağına düş, yalvar.
Derd ü belâ günehlerine kân olan başum
Ayıplama taşlarını kanıyla yâkut rengine boyayıp, dert ve
belâ cevherlerinin mâdeni olan başım
Sînemün dâğında idrâk eyle gönlüm sırrını
Olmağa ankaa-yı âlî-şâna hemdem Kaaf’ a gel
Gönlümün sırrını göğsümde açılan yaralardan anla.
Ey bir gedügine bu cihânun konulmayup
Yükseklerde uçan Anka’ya arkadaş olmak istiyorsan Kaf
Gam ellerinde seng-i beyâbân olan başum
dağına gel
Ey bu dünyânın bir gediğine yerleştirilmeyen, gam ellerinde
çöl taşları olan başım
Gönlüme gir görmek istersen muhabbet gülşenin
Cennet-i Adn’i temâşâ kılmağa A’râfa gel
Evvel benüm firâk ile ummân edüp yaşum
Sevgi gülbahçesini görmek istersen gel, gönlüme gir. Adn
Sonra habâb-ı lücce-i ummân olan başum
cennetini seyretmek istersen A’raf’a gel. Cennet i adn sekiz
Önce, ayrılık acısıyla gözyaşlarını deniz hâline getirip,
cennetin en yücesidir. Hepsinin ortasındadır. Bütün
sonra bu denizin dalgaları üstünde bir kabarcık gibi
cennetlerin akarsuları buradan çıkar. A’raf aslında kum
kaybolan başım.
tepesi, yüksek yer demektir. Kur’an’ın sûresinin adıdır.
Cennet ve cehennemin arasında, sevap ve günahları eşit
Çevgânına irâdet-i Hakkun rızâ verüp
olanların gidecekleri bir set, yüksek bir yerdir
Çün gûy mihr ü mâh ile galtân olan başum
Tanrı buyruklarının değneğinin işâretlerine uyup, top gibi
ay ve güneşle birlikte yuvarlanan başım.
Cevher-i ferd iken ey gâfil bu cümle mümkinât
Nice taksîm oldugın fehm etmeğe sarrafa gel
İnsan bütün yaradılmışların özü, en şereflisi iken, bunu
Her gün Hayâlî gibi edüp bir makaamı seyr
bilmeyen gâfil! Bu cevherin bütün varlıklara nasıl
Her gece bir vilâyete mihmân olan başum
bölüşüldüğünü öğrenmek için sarrafa gel de anla. İnsan
Hayâlî gibi, her gün bir başka yeri dolaşıp, her gece bir
kâinâtın özü ve eşrefü’l-mahlûkat, canlıların en şereflisidir.
başka şehre konuk olan başım.
Sarraf, altının değerini ölçen, altından anlayan kişidir.
59
GAZEL 23
Mefâ'ilün / fe'ilâtün / mefâ'ilün / fe'ilün
Cihân-ı fîrenün rûşen çerâğı mihr-i gerdûnsun
Harâb olupdur o âbâd gördügün gönlüm
Mahabbet âsumânında husuf içinde mâhem ben
Gamunla dopdoludur şâd gördügün gönlüm
Sen bu karanlık dünyâyı aydınlatan gökyüzünün güneşisin.
O bayındır gördüğün gönlüm, şimdi yıkıntı hâlindedir. O,
Ben sevgi göğünün tutulmuş ayıyım.
mutlu ve neş’eli gördüğün gönlüm, şimdi aşkının kederiyle
Sa’âdet Mısrınun sultanısın gün gibi rûşensin
dopdoludur.
Hayâlün Yûsufına mesken olmış fîre çâhum ben
Cihânda başına sultan iken benüm servüm
Sen mutluluk ülkesinin sultanısın; güneş gibi parlaksın.
Kul oldı sen şehre âzâd gördügün gönlüm
Bense hayâlinin Yûsuf’unun oturduğu karanlık bir kuyuyum.
Benim selvi boylum! Dünyâda kendi başına sultanken, şimdi
Kardeşleri Hz. Yûsuf u karanlık bir kuyuya atmışlardı.
serbest sandığın gönlüm, senin gibi bir sultâna kul, köle
Tâcirler su çekerken karanlıklar içinde güneş gibi parlayan
olmuştur.
Yûsuf u kuyudan çıkarmış ve Mısır’a götürüp köle olarak
satmışlardı.
Cefâya öykünüben cevre cân verür şimdi
Vefâ vü mihr ile mu’tâd gördügün gönlüm
Hayâlî yedi eflâkün nola gönlinde yer etse
Sevgiye ve bağlılığa alışkın olduğunu bildiğin gönlüm, şimdi
Elifle dâg ile başdan ayağa âh âdem ben
cefaya imrenir, eziyete canını verir oldu.
Hayâlî! Göğsümdeki elif biçimindeki yırtıklar ve yuvarlak
yaralarla baştan ayağa âhlar içindeyim. Âhlarım, yedi
gökkubbesinin gönlünde yer etse şaşırılır mı?
Görünce dâne-i hâlüni dâm-ı zülfünde
Tutuldı kaldı o sayyâd gördügün gönlüm
Saçının tuzağında beninin danesini görünce, o hep avlar
GAZEL 25
bildiğin gönlüm tuzağa tutuldu kaldı. Kuş avlarken kurulan
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
bir tuzak anlatılmış. Saç ipliğe, ben de yem danesine
Âyîne her gün koyar dildân tenhâ koynına
benzetilmiş.
Nâz ile Yûsuf girer güya Züleyhâ koynına
Ayna her gün sevgiliyi yalnız başına koynuna alır. Sanki,
Karışdı kara yere kûhsâr-ı mihnetde
Yûsuf nazlanarak Züleyhâ’nın koynuna girer Kur’ân’daki
Hayâlî şimdi o Ferhâd gördügün gönlüm
Yûsuf kıssasında, güzelliğiyle tanınmış olan Yûsuf
Hayâlî; O, dağları delen Ferhâd olarak bildiğin gönlüm,
peygamber, Mısır azizinin karısı Züleyhâ’nın aşk çağrısına
şimdi üzüntü ve keder dağlarında kara yere karıştı gitti.
uymamış, kaçarken eteği yırtılmıştı.
GAZEL 24
Çıkmadı yârun lebi fikr-i dil-i ağyârdan
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
Aldı ol la’li dirîgâ seng-i hârâ koynına
Livây-ı mihrüni dikdüm gönül mülkine şâhem ben
Sevgilinin dudağının düşüncesi yabancıların gönüllerinden
Şerâr-ı nâr-ı âhumla şeh-i emcüm-sipâhem ben
çıkmadı. Ne yazık ki, kara taş o yâkutu koynuna aldı.
Aşkının bayrağını diktim: gönül ülkesine şâh oldum. Âhımın
Sevgilinin dudağı rengi bakımından yâkuta, rakibinin gönlü
ateşinin kıvılcımlarıyla yıldızlar kadar kalabalık ordusu
de merhametsiz ve değersiz oluşu sebebiyle sert kara taşa
olan sultânım ben.
benzetilmiştir.
Letâfet gülşeninde gonce-i gülgûn-kabâsın sen
Râh-ı gülzâr-ı vefâda cismini eden gubâr
Mahabbet sebzezârında sararmış bir giyâhem ben
Rüzgâr ile girür bir verd-i ra’na koynına
Sen, güzellik bahçesinde gülrenkli giysiler içinde bir
Vücûdunu vefâ gülbahçesinin yolunda taş gibi unufak eden
goncasın. Ben, yemyeşil sevgi bahçesinde sararmış bir otum.
bir gün gelir güzel bir gülün koynuna girer. Gül-i ra’nâ, dışı
60
sarı, ortası kırmızı renkli bir gülün adıdır. Rüzgâr kelimesi
Yalnızlık köşesindeki arkadaşım, efendim, sevgilim, parlak
zaman ve rüzgâr anlamlarında kullanılmış.
ayım, dostum; sırdaşım, sahibim, güzeller şâhı sultânım.
Dâmenine seng alup kûhsâr ceng etmek diler
Hayâtum hâsılum ömrüm şarâb-ı Kevserüm Adnum
Koyduğı-çün makdemin nakşını sahrâ koynına
Bahârum behçetüm rûzum nigârum verd-i şebîstânum
Ova, ayağının izini koynuna koyup sakladığı için dağ,
Hayatım, her şeyim, ömrüm, Kevser şarabım, cennetim,
eteğine taşlar doldurup onunla savaşmağa hazırlanır.
baharım, güzelim, gündüzüm, sevgilim, gülen gülüm.
Nice gözyaşı Hayâlî aşk içinde oldı mahv
Neşâtum işetüm bezmüm çerâğum neyyirüm şem’üm
Girdiler ırmağlar gûyâ ki deryâ koynına
Turunç u nâr u nâencüm benüm şem-i şebistânum
Hayâlî! Tıpkı akarsuların denizin koynuna girip kaybolması
Sevincim, sevgim, sohbet ve muhabbet meclisim, kandilim,
gibi, nice gözyaşları aşk yolunda yokolup gitti.
nûrum, mumum, mandalinam, nârım, portakalım, benim
yatak odamım mumu.
GAZEL 26
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
Nebâtum sükkerüm gencüm cihân içinde bî-rencum
Dem mi var kanlu yaşum çehreme yol eylemeye
Azîzüm Yûsuf um vârum gönül Mısır’ınsaki hânu
Gün mi var leşger-i gam câna nüzul eylemeye
Yeşilliğim, şekerim, hazinem, dünya içinde biricik dertsizim,
Kanlı yaşımın yüzümden aşağı boşalmadığı bir an mı kaldı?
azizim, Yuduf’um, efendim, gönül mısır’ındaki hânım.
Gam askerinin canımda konaklamadığı bir gün mü var?
Stanbul’um Karaman’um diyâr-ı mülket-i Rûm’um
Yok yerüm kûy-ı münâcâtda havfum bu benı
Bedahşân’um ve Kıpçağ’um ve Bağdad’um Horasânum
Bu melâmetle harâbât kabul eylemeye
İstanbul’um, Karaman’ım, Osman ülkesinde memleketlerim,
Tanrı’ya yalvarma yeri olan mescitte yerim yok. Korkarım
Bedahşan’ım ve Kıpçağım ve Bağdâd’ım, horâsân’ım
bu rezillikle meyhâne de beni kabul etmeyecek.
(Bedahşân, Hindistan ile Hôrôsan arasında olup, değerli
taşlarıyla tanınmış bir şehir.)
Varmı bir kaleb-i matlûb-ı melek-sîma kim
Pertev-i hüsn-i ezel ana hulûl eylemeye
Saçı vâvum kaşı yâyum gözi pü-fitne bîmârum
Melek yüzlü, tam istendiği gibi, uygun bir kalıp var mıdır ki,
Ölürsem boynuna kanun meded hey nâ-müselmânum
başlangıcı olmayan ilâhî güzellik onda kendini göstermesin?
Saçıvavım, kaşı yayım, gözü hasta ve ortalığı karıştıranım,
Tasavvuf düşüncesine göre Cemal-i mutkak’ın tecellisi
ölürsem kanım boynuna olsun,hey kâfir sevgilim, yardım et.
anlatılmış
Kapunda çünki meddâhum seni medh ederüm dâyim
Âferînler ola şol âşık-ı mihnet-keşe kim
Yürek pür-gam gözüm pür-nem Muhibbî yemvü hoşhâlüm
Başına üşe gam-ı dehr melül eylemeye
Çünkü kapında mübâlağa ile övenim, seni her zaman
O belâ çeken âşıka âferînler olsun; başına dünyânın bütün
överim, yüreğim kederli gözüm yaşlı, Muhibbi’yim ve
dertleri üşüşmüş de onu yine usandırmamış.
hâlimden hoşnudum.
Muhîbbî
GAZEL 2
GAZEL 1
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
Dostum haddün yeter gülşende gülzâr olmasun
Celîs-i halvetüm vârum habîbüm mâh-ı tâbânum
Dilden özge karşuna bülbül gibi zâr olmasun
Enîsüm mahremüm vârum güzeller şâhı sultânum
61
Sevgilim güle benzeyen yanağın bana yeter, gül bahçesinde
güller olmasa olur. Karşında benim gönlümden başka
Olsa kumlar sağışınca ömrüne hadd ü aded
bülbül gibi ağlayıp inleyen olmasın.
Gelmeye bu şîşe-i çerh bir sâat gibi
Ömrün, kumlar sayısınca sınırsız ve hesapsız olsa bile, o şu
dünyâ içinde bir sâat gibi geçip gider.
Âşık oldum yine zülfine giriftâr oldı dil
Dostlar düşmen dahi aşka giriftâr olmasın
Âşık oldum: gönül yine saçma tutuldu Dostlar, düşmânım
Ger huzur etmek dilersen ey Muhibbî fâriğvol
bile benim gibi aşka tutulup perîşân olmasın.
olmaya vahdet cihânda kûşe-i uzlet gibi
Ey Muhibbî, eğer huzur içinde olmak istersen, ferâgat sâhibi
Sırr-ı aşkı sakladukça rûşen oldı gün gibi
ol, dünyadan vazgeç. Yanlızlık köşesi gibi dünyâda huzur
Âh u eşkinden kişi böyle şermsâr olmasun
olmaz.
Aşkımın sırrını sakladıkça, gün gibi herkese açıkça belli
oldu. Dilerim, aşkı ve gözyaşı yüzünden kimse böyle mahcup
Yahyâ Bey
olmasın
GAZEL 1
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
Câna bey eder yine vermez metâ-ı bûseyi
Dâr-ı dünyâ delü gönlüm gibi virân olsa
Hüsn devrindeana kimse harîdar olmasun
Ne cihân olsa ne cân olsa ne hicrân olsa
Sevgili öpücük malını cana karşı satar, ama yine de vermez.
Dünyâ evi deli gönlüm gibi virân olsa
Bu güzellik zamanında kimse ona alıcı olmasın
ne dünyâ olsa ne can olsa nede ayrılık olsa
Çâresüz kaldı Muhibbî varabilmez vuslata
Kâskî sevdügümi sevse kamu ehl-i cihân
Âhkim âlemde kimse böyle nâçâr olmasun
Sözümüz cümle hemân kıssa-i cânân olsa
Muhibbî çâresiz kaldı, bir türlü sevgiliye kavuşamıyor. Ah,
keske sevdigimi herkes sevseydide
dilerim dünyâda kimse böyle çâresiz kalmasın.
hepimiz onu konussak, ondan söz etsek
GAZEL 3
Bir demir tagi delüp boynına almak gibidür
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Her kişi âsık olurdı eger âsân olsa
Halk içinde mu’teber bir nesne yok devlet gibi
Âsık olmak demir dagı delip boynuna almak gibidir:
Olmaya devlet cihânda bir nefes sıhhat gibi
Eger bu iş kolay olsaydı herkes âsık olurdu.
Halkın gözünde iktidâr gibi, zenginlik gibi değerli bir şey
yok Halbuki şu cihânda bir nefes sıhhat gibi ghiç mutluluk
Şâdmânam gam-ı yâr ile sevinmez yokdur
olmaz.
Bir gedâ cümle cihân mülkine sultân olsa
Bende sevgilinin derdi var diye mutluyum:
Bir dilenci bütün dünyâya hakim olsa sevinmez mi?
Saltanat didükleri ancak cihân gavgasıdur
Olmaya baht ü saâdet dünyede vahder gibi
Saltanat dedikleri sâdece birdünyâ kavgasıdır. Bu kavga
Cân atar karşu çıkar izzet eder ey Yahyâ
gürültüden uzak yalnızlık gibi büyük saâdet ve bahi açıklığı
hancer-i dilber ile bir çıkışur cân olsa
olmaz.
Sevgilinin hanceri ile bas edebilecek biri olsaydı,
hemen karsılar, can atar, ona saygı gösterirdi.
Ko bu ayş ü işareti çünkim fenâdur âkıbet
Yâr-ı bâkî ister isen olmaya tâat gibi
GAZEL 2
Bu eğlenceyi, yeme içmeyi bırak, sonu kötüdür. Eğer ehedi
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
bir sevgili istiyorsan ibâdetten ayrılma
Kâskî bin canum olaydı benim ey gonca-leb
62
Cevrüni bin cÂn ile tâ kim cekeydüm rûz u şeb
İçürüp âl ile her dem ol gözi mestaneyı
Nolaydı ey gonca dudaklı sevgili, bin canım olaydıda
Od salarlar cânuma bir niçe fâsıklar meded
derdini gece gündüz çekeydim.
Bir gurup kötü tüşünceli o sarhos gözlüyü hile ile içirerek,
bagrımı yakarlar nolur yardım edin.
Çesm-i mestündür araya fitneye bais olan
Bu dil-i mansûrumı asmaga zülfündür sebeb
Câme-i gülgûn ile âdemler öldürür nigâr
Arada ortalıgı karıstıran sarhos gözündür:
Girdi gül gibi boyınca kana yazıklar meded
bu Mansûr'a benzeyen gönlümün asılmasına zülfün sebeb
O güzel al elbiseler giymele insanı öldürür:
olmustur
yazık gül gibi boyunca kana girdi
Askı bir vâdiye irgürdi dil-i dîvâne kim
Hâba varmışken öpermiş dest-i cânânı rakîp
Furkatüne râzî oldı vuslatı itmez taleb
Olur imiş uyur ardınca uyanıklar meded
Deli gönül aşkı öyle bir vadiye getirdiki,
Rakip, sevgili uyurken elini öpermiş:
artık senin ayrılıgına razıdır ve sana kavuşmayıda istemez.
Meger uyuyanın arkasından uyanıklar fırsat gözetirmiş,
yetişin.
Devlt anun kim lebunle zindegânî eyleye
Vây ana kim ol hârâmi gözlerün ede gazab
Hâleti nez'üzre Yahyâ vuslatun adın anar
Dudaklarının serbetinden icip hayat bulanlara ne mutlu:
Bu ecel uykusudur bîçâre sayıklar meded
Harâmî gözlerini ugrayanınsa vay hâline.
Yahyâ can teslim ederken bile sevgiliye kavusmayı dilden
düşürmez:
Bu ecel uykusudur, zavallı, yazık, sayıklıyor
Pâdisâhum hey ne müskil derd imiş sevmek seni
Gelmesün kullar başıma ısbu hâl-i bü'l-aceb
Sultanım, seni sevmek ne müşkil dertmiş meger!
GAZEL 4
Bu görülmedik hl kimsenin basına gelmesin.
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Yüzine tutmış nikaab-ı hattı yusuf-vâr şi'r
Âsık-ı dîvânesini tasa tutarmıs ol perî
şîvesündendur hicab eder guftâr şi'r
Ellerun dedukleru bir bir basuma geldi hep
Şiir, yazıdan peceyi yüzüne tutmus. Böylece şiir,
O peridîvâne âsıgını tasa tutarmış:
nazından dolayı örtünerek konuşur.
Başkalarının söyledikleri bir bir basıma gelldi hep
Çekdügüm derdi bilürdi nâlemi gûş eylese
Âşık-ı bîmârun ey Yahyâ vucûdi beytine
Hâlume vâkıf olurdı okusa dildâr şi'r
Aşk-ı yan zelzele olur misâl-i tâb-i teb
Gönül alan güzel eger feryâdıma kulak verse cektigim derdi
Ey Yahyâ! sevgilisinin aski,
bilir, şiir okusa durumumu kavrardı
hasta asıgın vucûdu binasına sıtma titremesi gibi sarsıntı
Yârun ebrûsi gibi bahri melâhat mevcudi
verir
Yarasur olursa manzûr_ı ülü'l ebsâr şi'r
GAZEL 3
Şiir sevgilinin kaşı gibi güzellik denizi dalgasıdır:
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Bu yüzden şiir akıl sahiplerininnezdinde degerli bir yer tutsa
Yâra gecmişler beni birkaç münâfıklar meded
uygun olur.
zâyi oldu bunca yıllık âşinâlık medet
Bir kac münâfık beni sevgiliye gecmiş meded!
Pâre pâre etdi endâmın yakasın câk edüp
Bunca yıllık dostluga yazık oldu meded!
tûr-i mûsâ gibi görmüşdır meger dîdâr şi'r
Mûsâ'nın tûr dagı gibi mutlak güzelligi görmüş olmalıki
63
Şiir yakasını yırtıp vucûdunu parcaladı
Katrece vermediler kendi vücûda vûcûd
Âşık-ı dÎvâneye dîvânum oldu hasb-i hâl
Sôfîler tâlib-i deryâ-yı fenâyam dediler
Ehl-i derdün derdini eyler müdâm iş'ar şi'r
Mutasavvıflar kendi varlıklarının bir damlasında
Divâne aşıklara benim şiirlerimi topladıgım divânım dert
mesâbesinde görmediler: yokluk denizine varmak istiyoruz
ortagı oldu: çünkü şiir dâimâ dertlilerin derdini bildirir
dediler.
bir lisân-ı gaybdur gûyâ anun her mısra'ı
Şir-i Yahyâ'ı görüp izzet ile hürmet ile
Âlem -i mânâdan eyler kendüyi izâr şi'r
Fusahâ sellemehu'llahu musellem dediler
Kendini mânâ âleminde gösteren şiirinher mısrası
Yahyâ nın şiirini gören fâsih kişiler, Saygı ile onun önünde
sanki gaybdan gelen bir dildir.
egilerek Allah ona esenlik verin ve oda esenlige kavustu
dediler.
Şevk ile Yahyâ güller yakasın çâk eder
Söylesem ol kaameti mevzûn içeün her bâr şi'r
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
Her ne zaman o endam güzel için şiir söylesem,
-mevt selâmınıeğildüm aldum
Güller şevk ile açılır ve Yahyâ gibi yakalarını yırtarlar.
(Vücudum iki kat oldu. Kocadım, gücüm kalmadı. Eğildim
ölüm meleğinin selamını aldım)
GAZEL 5
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Mârifet mîvelerieğdi vücûdum talın
Eyü ad ile benâm olana âdem dediler
Ra gibi hayret ile bahr-i kemâle taldum
Beşer'i muhterem insân-ı mukerrem dediler
(Marifet meyveleri vücudumun dalını eğdi R harfi gibi
İyi ad ile anılmıs olana adam dediler,
hayretle olgunluk
Saygı deger ve üstün kılınmıs insan dediler.
denizine daldım.)
Kendüsin bilmeyene tanrısını bulmayana
Ağarup gün gibi müstağrak-ı envâr oldum
Har-ı lâyefhem ü dîvâne vû sersem dediler
Sâye-veş yüz karasın rûy-ı zemîne çaldum
Kendisini bilmeyene tanrısını bulmayanı,
(Güneş gibi ağarıp nura gark oldum. Yüz karasını gölge gibi
Deli, sersem, anlayıssız eşek dediler
yere çaldım.)
Mütekebbirlere ikrâm-ı tamam etmediler
Rüzgâr ile dü-tâ oldı nihâl-i bedenüm
Kendi eksükligini bilmeyene kem dediler
Âhir-i mâh gibi gâyet ile alçaldum
Kibirlenenlere saygi göstermediler:
(Rüzgarla vücud fidanım iki kat oldu. Ayın sonu gibi gayet
Kendi eksikligini bilmeyen için kötü dediler
alçaldım)
Gussadan hâli degül hâl-ı hayâtında kişi
Rûhum aslına rücû ede gibi ey Yahyâ
Elem-i âleme her dem gam-ı müdgam dediler
Pîr olup gerdenümi cânib-i hâke saldum
İnsan yasadıgı sürece derd ve üzüntüden uzak kalamaz:
(Ey Yahya, ruhum aslına döneceğe benziyor ihtiyarlayıp
Dünyanın dertlerine her zaman üst üste yıkılmıs gam dediler
boynumu toprağa saldım. Yani ölüm yaklaşıyor. Ruhum
Tanrıya vücudum toprağa dönecektir.)
her mey'i ma'siyete mâyil olan mollâya
Fâsık-ı bî-meze hayvan-ı muallem dediler
GAZEL 6
günah sarabına egilimi olan her mollaya:
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
Tatsız, zevksiz, ehlilestirilmiş hayvan dediler
Seni hûb anlamışuz husrev-i hûbân bilürüz
64
Kâkülün gibi ser-âmedlere sultân bilürüz
(Sevgiliyi aşıkın kalbine, sofuyu Kabeye, kimini yakına
(Seni güzel bilir güzeller sultanı sayarız. Kısacası kakülün
kimini ise uzağa saldılar.)
gibi önde gelenlere padişah tutarız.)
Müstagrak etdi gözyaşı Yahyâyı nâgehân
Dil-rübâlar yegi begler begisin sultânum
Berg-i hazânı sanki bir ırmaga saldılar
Kulunun kulına kul olmagı unvân bilürüz
(Ansızın Yahya'yı gözyaşı, hazan yaprağını nehre atmış gibi
(Sultanım sen gönül alan güzellerin tercih ettiği beyler
sürükleyip boğdu.)
beyisin. Biz senin kuluna kul olmayı şeref biliriz.)
GAZEL 8
Yâr elinden iniler ney gibi yanar yakılur
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
Biz bu âşıklar alayını neyistân bilürüz
Âşıkun aşkı hakîkatda tarîkat yolıdur
(Yar elinden inleyip ney gibi yanıp yakılan bu aşıklar alayını
Zâhidâ her elifi sînede vahdet yolıdur
bir ney ülkesi olarak tanırız)
(Aslında aşıkın aşkı tarikat yoludur. Ey zahid onun her elifi
sinede vahdet yoludur.)
Yân cân gülşenine belki cinân gülşenine
Togrusın mı diyelüm serv-i hırâmân bilürüz
N'ola yerden göğe âh eylesem ol mâhı görüp
(Doğrusunu söyleyeyim yari can, belki de cennet bahçesine
Görinen âh değül mihr ü muhabbet yolıdur
salınan servi biliriz)
(O ay yüzlü sevgiliyi görünce yerden göğe ah etsem n'ola?
Görünen ah değil sevgi ve dostluk yoludur.)
Zinde kıl adunı Yahyâ gibi cânun var ise
Yârsuz âşıkı bî-hâlet ü bî-cân bilürüz
Başumuz kûh-ı elem oldu görinen iki kaş
(Eğer canın varsa adını Yahya gibi diri tut. Sevgilisiz aşığı
Birisi râh-ı fenâ vü biri gurbet yolıdur
biz halsiz ve cansız olarak biliriz.)
(Başımız elem dağı oldu. Görünen iki kaşınsa biri
fenâ yolu biriyse gurbet yoludur.)
GAZEL 7
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
Aşk derbendi imiş dîde-i âşık bu gönül
Mecnûn-ı aşkı lâle gibi taga saldılar
Kârbân-ı gâmu endâh u meşakkat yolıdur
Hem taga hem benefşe gibi bâga saldılar
(Aşığın gözü aşk geçidi bu gönülse gam, sıkıntı
(Aşk delisini lale gibi dağa saldılar. Hem dağa hem de
ve dert kervanı yoludur.)
menekşe gibi bağa saldılar.)
Gâfil olma yol eri yolda gerek ey Yahyâ
Başlandı çünki kasr-ı muhabbet yapılmaga
Aşk yolında ölüm âşıka vuslat yolıdur
Ferhâdı taşa Husrevi toprağa saldılar
(Ey Yahyâ aldanıp oyalanma. Yolcu yolunda gerek.
(Sevgi sarayı yapılmaya başlayınca Ferhad'ı taşa, Hüsrev'i
Aşk yolunda ölüm, aşıka kavuşma yoludur.)
toprağa saldılar.)
Nev’î
Kayd-ı gam-ı cihândan alup dest-i aşk ile
GAZEL 1
Şehbâz-ı rûh-ı âşıkı uçmaga saldılar
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
(Dünyanın gam bağını aşk eliyle alıp aşıkın ruh doğanını
Ne dehrün bendesi ne şâh-ı âlî-şânıyuz cânâ
uçmağa saldılar)
Esîrün olalı milk-i gomun sultânıyuz cânâ
(Ey sevgili, dünyânın ne kulu ne şânı yüce pâdişâhıyız,
Senin esîrin olduğumuzdan beri gam ülkesinin sultânıyız.)
Cânânı kalb-i âşıka sôfiyi Kâ'beye
Kimin yakına kimini uzaga saldılar
65
Bizi egler gam-ı aşkundan bir künc-i ferâgat yok
Divâne gönül gibi, hiç kendinden geçmiş bir Tanrı âşığı
Bu meydân-ı belânun gûy-i ser-gerdânıyuz cânâ
gördün mü?)
(Aşkının gamından bizi eğleyecek bir ferâgat köşesi yok.
Ey sevgili, bu belâ meydanının başı dönmüş topuyuz.)
Bunca yıllardur işün hercâyîlikdür ey felek
Ol yüzi mâhum gibi bir bîvefa gördün mi hiç
Ferahdan ağlaruz gamdan güler biz özge abdâluz
(Ey felek, yıllardır işin başıboş dönüp dolaşmaktır. O, ay
Lebünle hattunun geh mest ü geh hayrânıyuz cânâ
Yüzlüm gibi bir vefâsız güzel gördün mü hiç?)
(Sevinçten ağlayan, gamdan gülen özge abdallarız. Ey dost
Dudağınla tüyünün bazen hayrânı, bazen sarhoşuyuz.)
Güllerin ben hep fenâ sûretlü buldum gülşenün
Sen de bak gör ey gönül rûy-ı bakâ gördün mi hiç
Vuhûş-ı deşt ile gündüz müsâfir kûh u sahrâda
(Ben gülbahçesinin güllerini hep geçici, ölümlü gördüm.
Kilâb-ı kûyunun şeb-tâ-seher mihmânıyuz cânâ
Gönlüm, Sen de bak, güzelliği sonsuza kadar süren bir yüz
(Ey sevgili, çölün yabanî hayvanlarıyla gündüz dağ ve
gördün mü hiç?)
Çölde misâfir, köyünün köpeklerinin akşamdan sabaha
Görmeyelden Nev’iyâ bir ay olupdur ol mehi
kadar konuğuyuz.)
Şehir içinde ana benzer mehlikaa gördün mi hiç
Olaldan halka-i zülfünle Nev’î bî-ser ü sâmân
(Nev’î, o ay yüzlü güzeli görmeyeli bir ay oldu. Bütün
Muhabbet bezminün ser-halka-i rindânıyuz cânâ
Şehirde Ona benzer bir ay yüzlü güzel gördün mü hiç?)
(Ey sevgili, Nev’î senin zülfünün halkasıyla perîşan
olduğundan beri muhabbet meclisinin zindanlarının
GAZEL 3
başıyız.)
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
Cân Yusufı çâh-ı zenâhdân esîridür
GAZEL 2
Gel ey azîz esirge ki zindân esîridür
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
(Cân Yûsuf’u o çene çukurunun esîridir; ey azîz gel
Gönlümi yıkmak benüm şâhum revâ gördün mü hiç
o zindân Esîrini kurtar.)
Kendü iklîmin yıkar bir pâdişâ gördün mi hiç
(Benim sultânım, gönlümü yıkıp perîşan etmeyi hiç kendine
Ol şeh metâ’-ı hüsn ile Mısr-ı cemâlde
Uygun buluyor musun? Hiç, kendi ülkesini sultân gördün
Bir hâcedür ki Yûsuf-ı Ken’ân esîridür
mü?)
(O şâh, güzellik malıyla güzellik ülkesinde Ken’ân’la
Yûsufu Esîr eden bir efendidir.)
Hûblarda sen perî-peyker melek-manzar gibi
Cân-ı uşşâka görünmez bir belâ gördün mi hiç
Tâtâr-ı zülfine o şehün bağlanur gönül
(Güzeller içinde kendin gibi bir peri yüzlü, melek görünüşlü,
Ya’ni gedâ esîri degül hân esîridür
Âşıklarına görünmeyen bir belâ hiç gördün mü?)
(O şâhın yağmacı zülfüne gönül bağlanır. Yani böylece
Dilenci esiri değil, hanın esiri olunur.)
Ben senün gibi cefâ-cû dilbere dûş olmadum
Sen benüm gibi belâ-keş mübtelâ gördün mi hiç
Urmış surâhî gerdenine niçe yirde bend
(Ben senin gibi cefâlı güzele hiç rastlamadım. Sen benim
Bî-çâre gör ki halka-i rindân esîridür
Gibi belâ çeken bir âşık gördün mü hiç?)
(Surâhi gerdanına birçok yerde boğumlar yapmış.
Gör ki zavallı rindler, halkasının esîridir.)
Sâlik-i mülk-i adem olmış miyânun aşkına
Bu dil-i şeydâ gibi ehl-i fenâ gördün mi hiç
Boynında Nev’iyâ neye zincir-i şa’şa’a
(Bu, belinin aşkından yokluk mülkünün yolcusu olan deli,
Benzer güneş de ol şeh-i devrân esîridür
66
(Ey Nev’î, boynundaki görkemli o zinciriyle o, güneş
Bilür hod âlem-i ervâha nisbet yâdumuz yokdur
Vurduğunda cihân şâhının esirine benziyor.)
(Bizi kimsenin ölüler âlemi kadar bile anlamadığını bilir de,
o İsâ gibi dudakları can veren sevgili âşıkları niçin hiç
anmaz.)
GAZEL 4
Fâ’ilâtün/ Fâ’ilâtün/ Fâ’ilâtün/ Fâ’ilün
Kanda bir gam yârsuz kala benümle yâr olur
Harâbât ehline rûz-ı hesâbı anma ey vâiz
Bir belâ kim sâhibin bulmaz bana gamhâr olur
Bizüm hergiz bu varlık defterinde adumuz yokdur
(Nerede bir üzüntü, keder dostsuz kalsa, benimle dost olur.
(Ey öğüt veren! Meyhânede oturup kalkanlara kıyâmetteki
Nerede sâhibini bulamayan bir belâ olsa, gelir bana ders
hesap gününü hiç anma. Bizim bu varlık defterinde adımız,
ortağı olur.)
şanımız hiç geçmez.)
İstesem bir çare bin nâ-çarlık yüz gösterür
Toğup kumrî-sıfat biz andan tavk-ı mahabbetle
Vüs’at istersem geniş dünyâ başuma târ olur
Esîr-i hayd-ı derd ü mihnetüz âzâdumuz yokdur
(Derdime bir çâre arasam bin türlü çâresizlik yüzünü
(Biz, kumru gibi, anamızdan boynumuzda aşk halkasıyla
gösterir. Biraz ferahlamak istesem, bu koca dünyâ başıma
doğmuşuz. Bunun için dert ve keder bağının tutsağıyız.
dar olur.)
Kurtulup, serbest kalma umudumuz da yok.)
Her har-ı nâdân içün pâ-bend olan zilf-i siyâh
Mukarrer şâir-i şîrîn- zebânuz Nev’iyâ ancak
Bana gelse mürg-i cân sayd etmek içün mâr olur
Bu devr içinde bir şöhret verür Ferhâd’umuz yokdur
(Her câhil eşeğin ayağını bağlayan sevgilinin o kara saçı,
(Ey Nev’î. Şüphesiz biz, tatlı dilli bir şâiriz ama bu devirde
Bana gelince can kuşunu avlamak için bir yılan hâline
Bizi üne kavuşturacak bir Ferhad’ımız yok.)
gelir.)
GAZEL 6
Tâli’ümde hak tasavvur kıldugum bâtıl çıkar
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
Rişte-i tevhîd olan halka bana zünnâr olur
Senun mahzûnun olmak bana şâdân olmadan yegdûr
(Tâlihsizliğimden bütün doğru bildiklerim yanlış çıkar.
Gamunla aglamak illerle handân olmadan yegdür
Başkalarına birlik ipliği olan bana zünnâr olur)
Senin yüzünden mahzun olmak benim için mutlu olmaktan,
Gamınla ağlamak başkalarıyla gülüp eğlenmekten yeğdir.
Bâr-ı ümmîdin kesüp Mansûr-beş bu bağdan
Nev’iyâ ber-dâr olan ma’nîde ber-hurdâr olur
Cihanûn izz ü câhin böyle iz’ân eyledüm ben kim
(Nev’î Mansûr gibi bu dünyâ bağının umut yükünden
İşigûnde kul olmak dehre sultân olmadan yegdür.
kurtulan, görünüşte darağacında asılsa da aslında
Cihânın ululuk ve yüceliğini ben şöyle anlıyorum;
murâdına ermiş olur.)
Eşiğinde kul olmak kâinâta sultân olmaktan yeğdir.
GAZEL 5
Düşüp kûy-ı harâbât içre sûfi kâse-lîs olmak
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
Serîr-i devlete fağfûr u hâkaan olmadan yegdür
Belâ dildendür ol dildâr elinden dâdumuz yokdur
Düşüp harâbât köyü içinde çanak yalayan sûfî olmak
Gönüldendür şikâyet kimseden feryâdumuz yokdur
Devlet tahtına sultân olmaktan yeğdir.
(Bela gönülden geliyor; o sevgilinin yüzünden bir
şikâyetimiz yok. Bizim şikâyetimiz kendi gönlümüzdendir;
Cihân-ı bî-sebatun rağmına devr itdürüp câmı
başka kimseden şikâyetçi değiliz.)
İçüp lâ-ya’kul olmak şâh-ı devrân olmadan yegdür
Dönek dünyâya rağmen kadehi elden ele dolaştırıp çeyre’
Akıl kaydından kurtulmak, dünya pâdişâhı olmaktan yeğdir
Niçün aşk ehlini yâd etmez ol lâ’l-i Mesîh-âsâ
67
Şarâb-ı aşk ile Nev’î gibi mest-i müdâm olmak
İdüp izhâr-ı şevkat gösterüp meyl ü mahabbetler
Bakup bu ni’met-i dünyâya hayrân olmadan yegdür
Görünmez derde uğradup gözüm hûn eyleyen dilber.
Aşk şarâbıyla Nev’î gibi sürekli sarhoş olmak
Bana şevkat gösterip meyl ve muhabbet eden
Bu dünyâya bakıp hayrân olmaktan yeğdir
Sonrada görünmez derde uğradıp gözümü kan eden dilber
GAZEL 7
Bana evvel seni lûtfumdan arturmam diyüp âhır
Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün
Karâr u sabrum eksüp derdüm efzun eyleyen dilber
Geldümse n’ola ben şuarâ devrine âhır
Önceleri bana seni lûtfumdan uzak tutmam
Âdet budur âhırda gelür bezme ekâbir
Deyip sonra da karar ve sabn mı azaltıp derdimi arttıran
Ben bu şairler toplantısına en son geldimse ne çıkar
dilber.
Âdet budur, büyükler toplantıya en son gelirler.
(Devr kelimesinin zaman, dünya, baht anlamları yanında
Tutup cevr eylemekte devr usûlin âşk-ı zâra
kadeh anlamı da vardır. Toplantılarda çepeçevre oturulur.
Beni inletmeyi ney gibi kaanûn eyleyen dilber
Kadeh elden ele dolaştırılır.)
Ben ağlayup inleyen aşığa ezâ cefâ etmek için
Devrin usêullerini uygulayıp, beni ney gibi inletmeyi kaanûn
Sâfî zarar vermez sana etfâl ile sohbet
hâline getiren dilber.
Gam çekme girür cennette erbâb-ı sagâ’ir
Nev’îye bazen yüzünü bazan da saf sineni
Ey sofi! Küçük çocuklarla görüşmek sana zarar getirmez.
Gösterip benim halimi günden güne değiştiren dilber meded
Üzülme, küçük günahları olanlarda cennete girerler.
elinden!
Ey meh n’ola şehbâz-sıfat tutsan el üzre
GAZEL 9
Şehründe bizüz şimdi gözi boğlu müsâfir.
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Ey ay yüzlü güzel, şimdi senin şehrinde gözü bağlı garip
Âşıkuz dîvâneyüz bağ ile gülzâr isterüz
misafirler biziz doğan kuşu gibi bizi el üstünde tutsan ne
Bir güle bağlanmışuz illâ ki bî-hâr isterüz.
olur.
Âşıkız, deli divâne olmuşuz bağda, bahçede
Eğlenmek isteriz. Bir güle bağlanmışız ama ille de dikensiz
Hiç neyleyeyin bu dil-i âvâreyi bilmem
olsun isteriz.
Ne vuslata kâdir sana ne fûrkata sâbır
Bu başıboş gönlümü ne yapayım bilmem;
Şâm-ı hecri mihr-i ruhsâriyle rûz-ı id eder
Ne kavuşmağa gücü yetiyor ne de ayrılığa dayanabiliyor.
Âşıkun kadrin bilür âlemde bir yar isterüz
Ayrılık akşamını, yanağının güneşini gösterip bayram
N’etsün ya güzel sevmeyüp Allah’ı seversen
gününe döndüren;
Nev’î gibi bir rind husûsâ ola şair
Yâni dünyada âşıkının değerini bilen bir sevgili isteriz.
Nev’î gibi bir rind özellikle şâir de olursa,
Söyle Allahını seversen; güzel sevmeyip de ne yapsın!
Gül gibi her gördüğı hâr u hasa yüz vermeyüp
Nâil-i ehl-i heva bir serv-reftâr isterüz
GAZEL 8
Gül gibi her gördüğü çalı çırpıya yüz vermeyen, gerçek
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
Âşıklara düşkün selvi yürüyüşlü bir güzel isteriz
Meded ey gönlümi sihir ile meftûn eyleyen eyleyen dilber
Alup aklum beni aşk ile Mecnûn eyleyen dilber
Kasd ederse gerd-i râhın görmege çeşm-i rakîb
Ey benim gönlümü sihirle büyüyen aklımı alıp
Sürmeyi gözden silerbir şûh-ı ayyâr isterüz
Beni aşkıyla mecnûna çeviren dilber.
68
Yabancının gözü ayağının tozunu görmeğe kalksa, gözünden
sürmeyi çeken, aldatıcı bir sevgili isteriz.
Kât eyle âşinâluğum andan ki gayrdur
Ancak öz âşinâlarun et âşinâ mana
Hatt-ı bâkî bulmağa gülzâr-ı fânîden bugün
Kendinden başka herşeyle benim ilgimi kes Allah’ım!
Nev’iyâ sâgar sunar bir lâle-ruhsâr isterüz
Yalnızca gerçek tanıdıklarını bana tanıt.
Ey Nev’i! Bu geçici dünyâ gülbahçesinden ölümsüzlüğe
Giden yolu bulmak için, şarap sunan bir lâle yanaklı güzel
Bir yirde sâbit et kadem-i itibârumu
isteriz.
Kim rehber-i şeri’at ola muktedâ mana
Allah’ım, benim kararsız, hareketli ayağımı bir yerde
GAZEL 10
durdur. Şeriatın rehberi Hz. Muhammed (s. A. V.) benim yol
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
görstericim olsun.
Seni kavlinde yalan derler idi gerçek imiş
Ben inanmazdum inan derler idi gerçek imiş
Yoh mende bir amel sana şâyeste âh eger
Seni sözünde durmaz derlerdi gerçekmiş, ben inanmazdım
A’mâlüme gore vere adlün cezâ mana
İnan derlerdi doğruymuş
Allah’ım, bende sana yaraşan hiçbir iş yok. Eğer adâletin
beni yaptığım işlere gore cezalandıracaksa vay hâlime.
Seni dünyâ gibi yalancı vü yüze gülici
Bilmez ol ahd ü amân derler idi gerçek imiş
Havf ü hatâda muztaribem var ümîd kim
Senin için o dünyâ gibi yalancı ve yüze gülücü, sözde
Lûtfun vere beşâret-I afv-ı hatâ mana
Durmak nedir bilmez derlerdi, gerçekmiş
Hata işleme korkusundan hep üzüntü içindeyim. Allah’ım,
senin iyiliğin bana hatâlarımın bağışlanacağı müjdesini
vereceğini umuyor, buna güveniyorum.
Su gibi alçağa vü ok gibi yabana düşüp
Gözlemez nâm u nîşân derler idi gerçekmiş
O, su gini alçağa ok gibi yabana düşüp nâm nişan gözlemez
Men bilmezem mana gereğin sen hakîmsen
derlerdi doğruymuş.
Men ‘eyle verme her ne gerekmez sana mana
Allah’ım, ben bana ne gerektiğini; neyi yapıp neyi
‘İd-i hüsnin geçürüp kadrini bilmezler ile
yapmamam gerektiğini bilemiyorum. Sen herşeyi görür ve
Anlamaz kadr ile şân derler idi gerçek imiş
bilirsin: bana ne gerekiyorsa onu bana yaptırma, engel ol.
O, güzellik bayramını değerbilmezler ile geçirir
Kadir kıymetten anlamaz derlerdi gerçekmiş.
Oldur mana murâd ki oldur sana murâd
Hâşâ ki senden özge ola müdde’â mana
Gözi hûnîlere vü gamzesi tâtârlara
Allah’ım, benim istediğim ancak senin istediğindir. Asla,
Bir olur yahşı yaman derler idi gerçek imiş
senden başka ve senden farklı bir şey isteyemem.
Onun gözü kanlılarla, yanbakışı tatarlarla beraber olup
Yaman biridir derlerdi, dedikleri gibiymiş.
Habs-I hevâda koyma Fuzûlî sıfat esîr
Yâ Rab hidâyet eyle tarîk-I fenâ mana
Fuzûlî
Allah’ım beni Fuzûlî gibi arzu ve hevesler içinde hapsedip
GAZEL 1
bunların tutsağı etme. Doğru yolu bulmamda bana yol
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
gösterici ol, beni yok olma yoluna eriştir.
Yâ Rab hemîşe lûtfunı kıl rehnümâ mana
Gösterme ol tarîki ki yetmez sana mana
GAZEL 2
Allah’ım! İyiliğini, bağışını bana her zaman yol gösterici,
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
önder yap. Sana ulaşmayan yolu bana gösterme.
Cânumun cevheri ol lâ’l-I güher bâra fedâ
69
Ömrümün hâsılı ol şîve-I reftâra fedâ
Hiç düşmen eylemez anı ki etdüm men mana
Canımın cevheri o inci saçan yâkut dudaklara fedâ olsun
Bir dosttan öğüt almadan ben kendimi aşk âlemine attım.
Ömrümün varı yoğu o yürüyüşteki naza, edaya fedâ olsun.
Hiç bir düşmanın yapamayacağını ben kendime yaptım.
Derd çekmiş başum ol hâl-I siyeh kurbânı
Cân ü ten oldukça menden derd ü gam eksük değül
Tâb görmüş tenüm ol tura-I tarrâra fedâ
Çıhsa can hâk olsa ten ne can gerek ne ten mana
Dertler çeken başım o kara benim kurbanıdır. Acılar içinde
Bu canım ve vücûdum bende oldukça derdim, üzüntüm
kıvranan bedenim o gönüller avlayan saça fedâ olsun.
eksilmiyor. Can çıksın vücudumdan da toprak olsun; bana
ne can ne vücud gerek.
Gözlerümden dökülen katre-i eşkümden güheri
Lebleründen saçılan lû’lû şehvâra feda
Vasl kadrin bilmedin firkat belâsın çekmedin
Gözlerimden dökülen gözyaşı damlarının incise, senin
Zulmet-I hecr etdi çoh tarîk işi rûşen mana
dudaklarından dökülen iri değerli incilere fedâ olsun.
Buluşmanın değerini bilmeden, ayrılığın üzüntüsünü
çekmeden ilâhî sevgiliden ayrılığın karanlığı acısı bana çok
karanlık işi aydınlattı.
Çâk-I sînemde olan kanlu ciğer pâreleri
Mest çeşmünde olan gamze-I hûn-bâra fedâ
Paramparça gönlümdeki kanlı ciğer parçaları sarhoş
Dûd u ahkerdür mana serv ile gül ey bâğbân
görünen kanlar saçan bakışına fedâ olsun
N’eylerem men gülşenî gülşen sana külhan mana
Ey bahçıvan! Senin gülbahçendeki selvi ağacın ve gülün
Pâre pare dil-i mecrûh –ı perîşânumdan
bana duman ve ateş gibi gelir. Ben gülbahçesini ne
Ser-i kûyunda gezen her it e bir pare fedâ
yapayım? Gülbahçesi senin olsun, bana külhan yetişir.
Perîşan, yaralı, parça parça olmuş gönlümden senin
bulunduğun yerlerde dolaşan her köpeğe bir parça fedâ
Gamze tîğin çekdi ol meh olma gâfil ey gönül
olsun.
Kim mukarrerdür bu gün ölmek sana şîven mana
Ey gönül! O ay yüzlü güzel keskin yanbakış kılıcını çekti.
Cân u dil kaydını çekmeden özüm kurtardum
Sakın dalgın bulunma. Bugün senin ölmen benim de başında
Cânı cânâneye etdüm dili dildâra fedâ
yas tutup ağlamam kararlaştırılmış.
Cânı sevgiliye, gönlümü gönüller alan güzele fedâ ederek,
canımı ve gönlümü düşünüp üzülmekten kendimi kurtardım.
Ey Fuzûlî çıhsa can çıhman tarîk-I aşkdan
Reh güzâr-ı ehl-i aşk üzre kılun medfen mana
Ey Fuzûlî nola ger saklar isem cân-ı azîz
Ey Fuzûlî! Canım çıksa ölsem de bu aşk yolundan ayrılmam.
Vakt ola kim ola bir şûh-ı sitemkâra fedâ
Bana öldüğümde âşıkların gelip geçtiği yol üzerinde bir
Fuzûlî! Canımı azîz tutup saklıyorsam şaşırmayın. Bir gün
mezar yapın.
gelir de onu bir sitemle güzele feda ederim diye saklıyorum.
GAZEL 4
GAZEL 3
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Gam diyârında ecel peyki güzâr etmez mana
Dôstum âlem senünçün ger olur düşmen mana
Yoh sanur varum meger kim itibâr etmez mana
Gam değül zîrâ yetersen dôst ancak sen mana
Gam ülkesinde ecel habercisi benim yanıma uğramaz. Her
Dostum, eğer senin yüzünden herkes bana düşman olsa
halde benim varlığımı yok sanıyor ki bana bakmıyor.
üzülmem. Çünkü dost olarak yalnız sen bana yetersin.
Yâr cevr etmez mana ağyâr ta’lim etmedin
Billah ağyâr eyleyen ihsânı yâr etmez mana
Aşka saldum men meni pend almayup bir dôstdan
70
Düşmanlarım öğretmezse sevgilim bana eza cefâ etmiyor.
Gönlü kırık olan bende keşke bin can olsaydı da her biriyle
Vallahi dostun yapmadığı iyiliği bana düşman yapıyor.
sana bir kez daha kurban olsaydım.
Dağıdur her lahza berk-I ayşumı âhum yeli
Aşkunda mübtelâluğumı ayb eden sanur
Hansı nâhak zulmdur kim rûzgâr etmez mana
Kim olmak ihtiyâr iledür mübtelâ sana
Âhımın yeli hayatımın yapraklarını oraya buraya savuruyor.
Senin aşkın yüzünden düşkünlüğümü ayıplayanlar, sana
Hangi haksız bir zulüm vardır ki felek onu bana yapmasın.
tutkun olmamın benim isteğime bağlı olduğunu sanıyorlar.
Aşk zevkıyle hoşem terk-I nasîhat kıl refik
Ey dil ki hecre dözmeyüp istersen ol mehi
Men ki tiryâkî mizâcem zehr kâr etmez mana
Şükr et bu hale yohsa gelür bir belâ sana
Dostum, ben aşk derdinden memnunum bana öğüt vermeği
Ey gönül! Ayrılığa dayanamayıp o ay yüzlü güzeli istersin.
bırak. Ben tiryaki yaradılışlıyım. Bana zehir etki etmez.
Bu haline şükret yoksa sana daha beter bir belâ gelir.
Çarhdan aşurmadın yâdunla âh-ı âteşîn
Ey gül gamunda eşk ruh-ı zerdüm etdi âl
Kadr edüp gerdûn şererden zer nisÂR etmez mana
Bildürdi ola sûret-i hÂlum sabâ sana
Seni anarak ateşli âhımı gökyüzünden aşırmadan felek
Ey gül yüzlü sevgili! Senin gamını çekerken dökdüğüm göz
değer verip bana kıvılcımlarından altın saçmaz.
yaşları san yanağımı kırmızıya boyadı. Acaba sabah yeli bu
halimi sana bildirdi mi?
Nakd-ı cân târâc-ı gamdan sahlamak duşvârdur
Aşk tâ seng-I melâmetden hisâr etmez mana
Düşmez çü şâh kurbı Fuzûlî gedâlara
Aşk, ayıplama taşından benim çevremde bir kale yapmazsa
Ol şehden iltifât ne nisbet mana sana
can parasını gamın yağmasından saklamak güçtür.
Fuzuli! Şahlara yaklaşmak dilencilere düşmez. Bu yüzden o
sultan sevgilinin benim senin gibilere bakması ne mümkün.
Yâd-ı lâ’lünle Fuzûlî gözleyüp râh-ı adem
Var bir tedbîri ammâ âşikâr etmez mana
GAZEL 6
Fuzûlî dudağını anarak yokluk yolunu gözleyip bir tedbir
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
düşünüyor ama bana açıklamıyor.
Ol ki her sâ’at gülerdi çeşm-i giryânum görüp
Ağlar oldu hâlüme bî-rahm cânânum görüp
GAZEL 5
Her zaman ağladığını görüp bana gülen acımasız sevgilimi
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
görünce halime acıyıp ağlamaya başladım. (Beyitten bana
Ey bîvefâ ki âdet olupdur cefâ sana
gülen sevgilimi görünce bana aşık oldu ve benim gibi
Bi’llâh cefâdur olma dimek bîvefâ sana
ağamaya başladı anlamıda çıkıyor) (Fuzuli’nin kıyametin
Ey sözünde durmayan vefâsız sevgili! Aşıkı incitmeyi Âdet
kopmasını durdurmaya çalıştığı görünüyor.)
edinmişsin. Vallahi sana olma demek seni incitmek olur.
Eyleyen ta’yîn-i eczâ-yı müdâvâ derdüme
Geh nâz ü geh kirişme vü geh işvedür işün
Terk edüp cem etmedi hâl-i perîşânum görüp
cânın sevenler olmasa yeğ âşînâ sana
Hastalığını iyileştirmek için ilaçları belirleyen doktor
Sevgilim işin bazan naz bazan işve bazan da cilve
halimin perişanlığını görünce bunları birleştirip ilaç
yapmaktır. Canını rahatını sevenler seni hiç tanımasalar
hazırlamayı bıraktı. (Eskiden doktor ve eczacı aynı kişiydi.
daha iyi olur.
Önce hastalığı belirler ve ilacını da hazırlar verirdi.
Fuzûlî’nin hastalığı aşk derdi olduğundan ve iyileşme
Min cân olaydı kâş men-i dil şikestede
umudu kalmadığından ilaç vermekten vazgeçmiş çünkü aşk
Tâ her biriyle bir kez olaydum fedâ sana
derdine ilaç verilmezmiş.)
71
Dağınık saçlarını görünce gönlüm açılır. Gonca dudağını
Lâle-ruhlar göğsümün çâkine kılmazlar
görünce nutkum tutulur, ağzımı açamam. (Gönlün açılması,
Nazar hîç bir rahm eylemezler dâğ-i hicrânum görüp
ferahlaması, sevinmesi demektir. Ayrıca âşıkların gönülleri
Gelincik gibi kırmızı yanaklılar göğsümün parça parça
sevgilinin saçına bağlı kıvrımlarında, tellerinde veya
oluşuna bakmazlar bile ayrılık yaramı gördükleri halde hiç
düğümlerindedir. Saç rüzgardan dağılınca yada taranınca
mi hiç acımazlar.
gönüller de dağılır. Sevgilinin ağzı rengi şekli küçük ve
kapalı olması ile goncaya benzetilir. Gülen ağza açılan
Dut gözin ey dûd-i dilçerhün ki devrin terk edüp
ağızdır. Konuşurken de ağız açılır. Aşığın nutkunun tutulup
Kalmasun hayretde çeşm-i gevher-efşânum görüp
konuşması sevgilinin gülümseyip konuşması karşısındaki
Ey yanan gönlümün dumanı gökyüzünün gözünü kapa incini
sevinç ve hayranlıktan doğan şaşkınlıktandır. Çünkü sevgili
gibi gözyaşı döken gözümü görüp şaşırarak dönmesini
ne ona güler ne de onunla konuşur. Ayrıca bırı karsısında
bırakmasın. (Aşıkların yanan gönüllerinin dumanı
konuşurken susar.)
gökyüzüne yükselir. Göğün gözü güneştir. Güneş gözyaşı
incilerinin kendinden parlak olduğunu görünce şaşırıp
Bahdıkça sana kan saçılır dîdelerümden
kalacaktır. Güneşin durması kıyametin kopmasıdır. Güneş
Bağrum delinür nâvek-i müjgânını görgeç
üç gün olduğu yerde kalacak ve dördüncü gün batıdan
Sana baktıkça gözlerimden kanlı gözyaşları saçılır.
doğup ayla birleşecek ve batıdan batacaktır. Fuzûlî
Kirpiklerinin okunu görünce bağrım delinir.
kıyametin kopmasını durdurmaya çalışır gibi görünüyor.)
(Sevgilinin yanakları ve dudakları kırmızıdır. Aşık bakınca
bunları görüyor ve kanlı gözyaşları döküyor. Kirpikleri de
Pertev-i hurşîd sanman yerde kim devr-i felek
oka, kılıca benzetilir. Ve aşığın gönlüne saplanır. Delik
Yere urmış âfitâbın mâh-ı tâba^num görüp
deşik eder.)
Güneşin ışığını yere vurmuş sanmayın; dönen gökyüzü
benim ay yüzlü sevgilimi görüp güneşini yere çalmış.
Ra’nâlığ ile kamet-i şimşâdı kılan yâd
(Güneşin batışı bir hüsn-i ta’lil sanatıyla anlatılmış bir
Olmaz mı hacîl serv-i hırâmânını görgeç
yandan ay doğarken ufukta güneş kayboluyor. Gök
Şimşir ağacının boyunun güzelliğini anıp onu öven, senin
sevgilinin ay yüzünün güneşten parlak olduğunu görünce
salınan servi ağacı gibi boyunun güzelliğini uzunluğunu
kızgınlığından bunu yapmış. Öfkeli insanın yüzü kızarır.)
görünce uzunluğunu görünce bu düşüncesinden utanmaz
mı? (Şimşir ağacı selvi ağacı gıbı fala boylu bır ağaç
Suda aks-i serv sanman kim koparup bâğbân
değildir. Ayrıca selvının salınmasından da sözedilmiş.
Suya salmış servini serv-i hırâmânum görüp
Salınmak, aynı zamanda naz ve edayla yürümektir. Halbuki
Selvi ağacının aksi suya vurmuş sanmayın bahçıvan
şimşir ağacı yerinde duruyor.)
sevgilimin selvi gibi uzun boyunu görüp kıskançlığından
kendi ağacını koparıp suya atmış.
Çoh aşka heves ideni gördüm ki hevâsın
Terk itdi senin senün âşk-ı nâlânını görgeç
Ey Fuzûlî bil ki ol gül-ârızı görmüş degül
Aşka çok heves edeni gördüm ama senin ağlayıp inleyen
Kim ki ayb eyler menüm çâk-i girîbânum görüp
aşığının halini görünce aşık olmaktan vazgeçti.
Ey Fuzûli! Benım yakamı yırtığını görüp ayıplayan kimse bil
ki, o gül yanaklı sevgilimi görmemiştir.
Kâfir ki değül mu’terif-i nâr-ı cehennem
İmâna gelür âteş-i hicrânını görgeç
GAZEL 7
Cehhenem ateşine inanamayan kafir senin ayrılığının ateşini
Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün
görünce imana gelip inanır. (Sevglinin ayrılığında çekilen
Gönlüm açılır zülf-i perûşânını görgeç
acı, üzüntü cehennem ateşine benzetilmiş. Beyitte sevgilinin
Nutkum dutulur gönce-i handânını görgeç
ayrılık ateşinin fazlalığını görünce cehennem ateşine râzı
72
olur ve ayrılık ateşibu kadar yakıcı olunca cehennem
Rahm idüp bir kez mana bahmaz bu istiğnaya bah
ateşinin ne derecelere varacağını düşünür, anlamları var.)
Onun aşkından ayna gibi keçe örtündüğümü bildiği halde
acayıpbır kez bile bana bakmıyor. Sevgilinin şu nazlanışına
Nâzüklük ile gonce-i handânı eden zike
bak.
Etmez mi hayâl lâ’l-i dür efşânını görgeç
Bahçede açılmış goncanın güzelliğini inceliğini anlatıp
Sînemi çâk eyle gör dil ıztırâbın aşkdan
öven, senin inci saçan yakût renkli, ağzını görünce bu
Revzen aç her dem hevâdan mevc uran deryaya bah
düşüncesinden utanmaz mı?
Göğsümü yırtıp aşktan gönlümün çektiği acıları gör
pencereyi açıp her zaman rüzgardan dalgalanan denize bak.
Sen hâl-i dilün söylemesen n’ola Fuzûlî
İl fehm kılur çâk-i girîbânunı görgeç
Ey diyen kim şâm-ikbâlün ne yüzden firedür
Fuzulî, sen gönlümün hâlini görünce söylemesen ne olur?
Sâye salmış aya ol gîsû-yı anber-sâya bah
Herkes yakanın yırtığını görünce, hâlinin ne olduğunu zaten
Ey mutluluk aksamın neden karanlıktır diyen baksana o
anlar.
anber kokulu saç ayı gölgelemiş.
GAZEL 8
Ey Fuzûlî her nice men eylese nâsıh seni
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Bahma anun kavline bir çehre-i zîbâya bah
Reng-i rûyundan dem urmuş sâgar-i sahbâya bah
Fuzûli ! Öğüt veren hoca ne kadar yasaklarsa yasaklasın,
Âfitâb ilen kılur da’vî dutulmuş aya bah
onun sözüne bakma; sen yine güzel bir yüze bak.
(Kırmızı şarabın kadehine bak, yüzünün renginden sözedip
öğünüyor. Şu tutulmuş aya bak, güneşle güzellik yarışına
GAZEL 9
çıkmış. (Dem urmak sözü söz etmek ve kan fışkırmak
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
anlamındadır. İkinci anlamda kadehin yüzünün sevgilinin
Leblerün tek lâ’l ü lâfun tek dür-i şehvâr yoh
yüzünün rengini kıskandığı için kıpkırmızı kesildiği
Lâ’l ü gevher çoh lebün tek la’l gevher-bâr yoh
söylenmiş.)
Dudakların gibi kırmızı yakut sözlerin gibi iri ve değerli inci
yok. Dünyada yakut ve inci çok ama, inci saçan yakut yok.
Şem’başından çıharmış dûd-ı şevk-ı kâkülün
Böyle kûteh ömr ile ile başındaki sevdâya bah
Senden itmen dâd cevrün var lûtfun yoh diyüp
Mum senin saçının aşkının dumanını başından çıkarmış.
Mest-i zevk-i şevkunam birdür yanımda var yoh
Böyle kısacık ömrüyle başıdaki sevdaya bak. (Mum insana
Senden cefa cok, iyiliğin yok diye şikayet etmem. Aşkının
benzetilir. Beyaz mum kısmı insanın vücudu alevi yüzü
zevkinden sarhoş olmuşum benım için var yok ikisi de birdir.
dumanı saçı fitili de camdır. Mumun ömrü gerçekten kısa bir
,
iki saattir.)
Kime izhâr eyleyem bilmem bu pinhân derdi kim
Ey selâmet ehli ol ruhsâra bahma zinhar
Var yüz min derd-i pinhân kudred-i izhâr
İhtirâz eyle melâmetden men-i rüsvâya bah
Bu gizli derdi kime açayım, bilmem ki? Yüz binlerce gizli
Ey aşık olmadığı için dertsiz kedersiz rahat olan kişi sakın
derdim var açıklamaya yüzüm yok.
sevgilinin o yanağına bakma. Benim rezil halime bakıp ibret
al da herkesin ayıplamasından çekin. (Fuzuli ayrıca
Devr sermest-i şarâb-ı gaflet itmiş âlemi
sevgilinin yanağına kendinden başkasının bakmasını
Munca sermestün temâşâsına bir hûşyâr yoh
istemiyor.)
Dünya herkesi dalgınlık şarabının sarhoşu yapmış. Bu kadar
sarhoşu seyredip de ibret alacak kimse kalmamış.
Bildi aşkında nemed-pûş olduğum âyîne-veş
73
Halkı medhûş eylemiş hâb-ı şeb-i tûl-i emel
Saçına ya yel değip dağıtır yahut o da kendı haline
Subh tahkîki alâmâtına bir bîdâr yoh
bırakmayıp candan elden ele dolaştırır.
Uzun emel gecesinin uykusu bütün halkı şaşırtmış, kendini
bilmez hale getirmiş. Sabahın işaretlerini gözleyecek bir
Eyle uşşâka cefâlar ki vefâlar göresen
uyanık kalmamış.
Sanma kim zayî olur eyledügün ihsânlar
Aşıklara cefa eziyet et ki karşılığında sadakat göresin.
Yaptığın iyiliklerin boşa gideceğini sanma.
Sûreti zîbâ sanemler yoh demen büthânede
Vâr çoğ ammâ bir sana benzer büt-i hunhâr yoh
Evet, kilisede yüzü güzel putlar, resimler yok denemez. Çok
Sorma zühhâda Fuzûlî reh ü resmin aşkun
vardır ama, sana benzeyen kan içici, merhametsiz bir put
Ne bilürler reviş-i ehl-i hıred nâdânlar
yoktur.
Fuzûlî! Aşkın yolunu, usûlünü ham sofulara sorma. Câhiller
akıllıların yolunu yordamını ne bilsin?
Ey Fuzûlî sehldür her gam ki gamhârı ola
Gam budur kim mende min gam var bir gamhâr yoh
GAZEL 11
Ey Fuzûlî! Bir dert ortağı olduğu zaman her dert insana
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
kolay gelir. En büyük derdim şu: bende bin dert var, bir dert
Ezel kâtıbleri uşşak bahtın kare yazmışlar
ortağı yok.
Bu mazmûn ile hat ol safta-i ruhsâre yazmışlar
Ezel toplantısının katipleri aşıkların bahtını kara yazmışlar.
GAZEL 10
Bunun gizli anlamını sevgilinin yanağına tüy şeklinde
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
yazmışlar. (Aşıkların sevgilinin yüzündeki tüylere aşık
Lâhza lâhza lebün anup edicek efgânlar
olacakları ta ezelde yazılmış. Bunun içinde bahtları kara.)
Katre katre saçılur dîdelerümden kanlar
Her an dudağını anarak feryatlar ettikçe, gözlerimden
Havâs-i hâk-i pâyun şerhini tahkîk idüp merdüm
damla damla kanlar saçılır.
Gubâr ilen beyâz-ı dîde-i hûn-bâre yazmışlar
Senin ayağının toprağının özelliklerini özelliklerini ayırıp
Katre katre deme kandur ki çıhar çeşmümden
inceleyen insanlar bunu gubar yazısı ile kanlı gözyaşları
Dembedem gönlüm odıyla eriyen peykânlar
döken gözün beyazına yazmışlar. (Merdum insan ve
Gözlerimden damla damla kanlar çıkıyor deme, bunlar her
gözbebeği gubar toz ve toz gibi ince bir yazı türü. Sevgilinin
zaman gönlümün ateşinde eriyen senin yanbakış oklarının
ayagının topragı aşıkların gözüne sürmedir. Aşıklar ayak
temrenleridir.
toprağını incelerken gözlerini toz kaçmış. Toz kaçan göz
kanlanır hastalanır. Hasta göze de ilaç olarak sürme
çekilir.)
Kaşlarun yayına meyl eyleyeli cân ü gönül
Dün ü gün men bilürem kim ne çekerler anlar
Canım ve gönlüm kaşlarının yayına tutulduğundan beri, ben
Gülistân-ı ser-i kûyun sıfâtın bâb bâb ey gül
bilirim onların gece gündüz neler çektiklerini.
Hat-ı reyhân ile cedvel çeküp gülzâre yazmışlar
Ey gül yüzlü sevgili! Senın bulunduğun gül bahçesine
Açma kâkül girihin başun içün görme revâ
benzeyen yerin özelliklerini bölüm bölüm fesleğenden
Ki perîşân olalar bir nice sergerdânlar
tarhlar çekerek gülbahçesine yazmışlar. (Reyhan fesleğen ve
Başın için saçının düğümünü açma! Saçına bağlanmış bir
bir yazı türüdür.)
nice başı dönmüş gönlün perîşân olmalarına izin verme.
İki satr eyleyüp ol iki mey-gûn lâ’ller vasfın
Yel değer zülfüne yâ koymayup öz hâli ile
Görenler her birin bir çeşm-i gevher-bâre yazmışlar
Gezdürürler anı elden ele her dem cânlar
74
Şarap rengindeki o iki dudağı görenler her birinin
Senün mihr ü vefâ gösterdüğün ağyâra çoh gördüm
niteliklerini iki satır halinde inci saçan bir göze yazmışlar.
Galatdur kim seni bî-mihr ohurlar bîvefâ derler
(Dudakların renkleri kırmızı olusundandır. İnci gibi söz
Senin yabancılara sevgi ve vefâ gösterdiğini çok gördüm.
söyleyip, diş göstermeleri hatta görünmez oluşlarıdır. Göz
Bu yüzden sana merhametsiz ve vefâsız demeleri yanlıştır.
ağlayınca yani inci saçınca kızarır. Dudakların küçüklüğü
de görünmez oluşu ile anlatılır.)
Sana derler büt-i Çin zülfüne zünnâr söylerler
Zihî îmânı yohlar küfr söylerler hatâ derler
Girüp büt-hâneye kılsan tekellüm can bulur şeksüz
Sana Çin resmi diyorlar. Saçını da papazların zuzun
Ne sûret kim der ü dîvâre yazmışlar
kuşağına benzetiyorlar. Ne îmansız şeyler: günâha
Sevgilim kiliseye bir girip konuşsan, kuşkusuz ressamlarım
giriyorlar, hatâ ediyorlar.
duvarlara ve kapılara yaptıkları resimler canlanır.
(Konuşmak nefesle can vermek Hz. İsa’nın mucizesidir.
Mana derlerdi evvle bir melekdür sevdüğün hâlâ
Sevgilinin resimlerini canlandırması mübalağadır. Bunu
Görenler meni fakîre gökden inmiş bir belâ derler
hafifletmek için konuşsan denmiş. Aslında Müslümanlar
Eskiden bana “senin sevdiğin bir melektir” derlerdi. Şimdi
kilisede konuşmaz ve girmezdi.)
sevgilimi gördükten sonra, ben zavallı için gökten inmiş bir
belâ olduğunu söylüyorlar.
Muharirler yazanda her âlemde bir rûzî
Mana her gün dil-i sad-pâreden bir pâre yazmışlar
Mâriz-I aşk akd-i zülfün eyler ârzû zîrâ
Katipler herkese dünyadaki bir günlük rızklarını yazarken
Mu’âlicler bu mühlik derde müşkildür devâ derler
bana her gün bin parça olmuş gönlümün bir parçasını
Aşk hastası, saçının düğümünü istiyor, çünkü doktorlar bu
yazmışlar.
öldürücü aşk hastalığını iyileştirmenin çok güç olduğunu
söylüyorlar.
Yazanda Vâmık u Ferhâd ü Mecnûn vasfın ehl-i derd
Fuzûlî adını gördüm ser-i tûmâre yazmışlar
Fuzûlî âşıka derler olar kim terk-i aşk eyle
Aşk dertlileri Vamık Ferhad ve Mecnun’un niteliklerini
Demezler mi hatâ tağy^İr kıl hükm-I kazâ derler
yazdıkları zaman Fuzuli adını defterin en başına
Fuzûlî! Âşıka, bu aşkı bırak diyenler, acaba Tanrı’nın
yazdıklarını gördüm.
hükmünü değiştir demekle hatâya düşmüyorlar mı?
GAZEL 13
GAZEL 12
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
Cânı kim cânânı içün sevse cânânın sever
Demiş her gonceye âşıklığum râzın sabâ derler
Cânı içün kim ki cânânın sever cânın sever
El ağzın dutmak olmaz korharam ey gül sana derler
Kim canını sevgilisini düşünerek sevse sevgiliyi sevmiş olur.
Sabah yeli gizli tuttuğum aşkımı bütün goncalara söylemiş.
Kim sevgilisini keni canı için sevse o, canını sevmiş olur.
El ağzı tutulmaz; ey gül yüzlü sevgili, korkarım goncalar bu
sırrı sana da söyleyecekler.
Her kimün âlemde mikdârıncadur tab’ında meyli
Men leb-I cânânumı Hızr Âb-ı Hayvân’ın sever
Esîr-i derd-i aşk u mest-I câm-ı hüsn çoh ammâ
Dünyâda herkesin isteği yaradılışındaki değer yargısına
Bizüz meşh’ur olan Leylî sana Mecnun mana derler
göredir. Ben sevgilinin can veren dudağını severim. Hızır
Aşk derdinin tutsağı ve güzellik kadehinin sarhoşu çoktur
ölümsüzlük suyunu ister.
ama, asıl tanınmış olan biziz: Sana Leylâ bana da Mecnûn
Başa dem düşdükçe taksîr eylemez eyler meded
diyorlar.
Ol sebebden muttasıl çeşmüm ciger kanın sever
75
Başa kan çıktıkça, gecikmeden hemen yardım eder. Bu
Nazlanarak âşıklardan eteğini çekip, ilgini kesme. Eteğine
yüzden gözüm ciğer kanını sever.
sarılan ellerin onu bırakınca göklere açılmasından çekin.
Müşg-i Çîn âvâre olmuşdur vatandan men kimi
Gözlerüm yaşın görüb şûr etme nefret kim bu hem
Hansı şûhun bilmezem zûlf-i perîşânın sever
Ol nemekdendür ki lâ’l-I şekker efşânundadur
Çin miski benim gibi vatanından uzakta kalmıştır.
Gözlerimin yaşının tuzlu olduğunu group tiksinme. Bu tat
Bilmem ki, hangi güzelin dağınık saçlarını sever de onun
aynı zamanda şeker saçan dudağının tuzundandır.
için dolaşır
Mest-I hâb-ı nâz ol cem’ et dil-i şad-pâremi
Su ki sergerdân gezer başında vardur bir hevâ
Kim anun her pâresi bir nevk-i müjgânundadur
Gâlibâ bir gül-ruhun serv-I hırâmânın sever
Naz uykusundan sarhôş ol da, her parçası bir kirpiğinin
Su, başı havalanmış, kendini bilmez bir halde gezip dolaşır.
ucundan olan yüz parça gönlümü bir araya getir.
Galiba bir gül yanaklı güzelin selviye benzer uzun boyunu
Bes ki hicrânundadur hasiyyet-i kat-ı hayât
sevmektedir.
Ol hayât ehline hayrânam ki hicrânundadur
Âkibet rüsvâ olup mey tek düşer el ağzına
Senin ayrılığında hayatı sona erdirme özellipi olduğu halde,
Kim ki bir sermest sâkî lâ’l-I handânın sever
senden ayrı olddukları halde, yaşayabilenlere şaşıyorum.
Kim bir sarhoş içki dağıtıcısının yan açık yâkut renkli
dudağını severse, sonunda şarap gibi rezil rüsvâ olup
Ey Fuzûlî şem’ veş mutlak açılmaz yanmadın
herkesin ağzına düşer.
Tâblar kim sünbülinden rişte-i cânundadur
Ey Fuzûlî! Sevgilinin saçı yüzünden can ipliğinde meydana
gelen kurumlar, mum gibi yanmadan kesinlikle açılmaz.
N’olacakdur terk-i aşk itme Fuzûlî vehm edüp
Gâyeti derler ola bir bende sultânın sever
Fuzûlî, dedikodudan çekinip de aşkından vazgeçme. Ne
GAZEL 15
olacak, en çok kulun biri sultanını seviyor, diyeceklerdir.
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Ol perî-veş kim melâhet mülkin sultânıdur
GAZEL14
Hükm anun hükmi mana fermân anun fermânıdur
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
O peri yüzlü sevgili, güzellik ülkesinin sultânıdır. Buyruk
Âşiyân-ı murg-ı dil zülf-I perîşânundadur
onun buyruğu, emir onun emridir.
Kande olsam ey perî gönlüm senün yanundadur
Gönül kuşunun yuvası, darmadağınık saçının içindedir. Ey
Sürdi Mecnun nevbetin şimdi menem rüsvâ-yı aşk
peri yüzlü güzel, nerede olursam olayım, gönlüm hep senin
Doğru derler her zaman bir âşıkun devrânıdur
yanındadır.
Mecnûn nöbetini savdı, şimdi aşk yüzünden rezil, rüsvâ olan
benim. Doğru derler; her zaman bir âşıkın devridir.
Aşk derdiyle hoşem el çek ilâcumdan tabîb
Kılma derman kim helâküm zehri dermânundadur
Lâhza lâhza gönlüm adından şererlerdür çıhan
Doktor, ben aşk derdinden memnunum. Beni iyileştirmekten
Katre katre göz token sanman sirişküm kanıdur
vazgeç. Derdime derman arama. Çünkü beni öldürecek olan
Gözümün damla damla kanlı gözyaşları döktüğünü
zehir senin ilâcındadır.
sanmayın. Parlak gözyaşı gibi görünenler her an yanan
gönlümün ateşinden çıkan kıvılcımlardır.
Çekme dâmen nâz idüb üftâdelerden vehm kıl
Çâkler cismümde fîğ-I aşkdan ayb etmenüz
Göklere açılmasun eller ki dâmânundadur
Kim cünun gül-zânnun munlar gül-i handânıdur
76
Aşkın kılıcından vücûdumda açılan yarıkları görüp
(Melâmet, ayıplama kınanma, aşk yüzünden rezil rüşvâ olma
ayıplamayınız. Bunlar delilik gülbahçesinin açılmış kırmızı
demektir. Velâyet sözü hem şehir, ülke hem de velilik
gülleridir.
ermişlik anlamlarında kullanılmış)
Ey Fuzûlî ola kim rahm ede yâr efgânuna
Sâkin-i hâk-i der-i meyhâneyüz şâm ü seher
Ağlagıl zâr anca kim zâr ağlamak imkânıdur
İrtifâ’-i kadr içün bâb-ı sa’âdet beklerüz
Fuzûlî, ağlamak imkânını varken öylesine ağla ki, belki
Gece gündüz meyhâne kapısının toprağında otururuz.
sevgili bu ağlayıp inlemene acır da yüzüne bakar.
Değerimiz artsın diye sultân sarayının kapısını bekleriz.
(Bâb-ı sa’âdet, mutluluk kapısı demektir. Pâdişâh sarayı ve
GAZEL 16
pâdişâhın bulunduğu başkent yani İstanbul anlamında
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
kullanılır.)
Menim kim bir leb-I handân içün giryanlığum vardur
Perîşân turralar devrinde sergerdânlığum vardur
Cîfe-i dünyâ değül herkes kimi matlûbumuz
Ben dudağı yarı açılmış gülen bir sevgili için ağlamaktayım
Bir bölük ankalaruz Kaf-ı kanâ’at beklerüz
Dağınık saçları çevresinde başım dönmüş, dolaşıyorum.
Herkes gibi bu dünyâ leşini istemeyiz. Biz bir bölük anka
kuşuyuz kanaat Kaf’ında rızkımızı bekleriz.
Yaşum taht-ı revândur tâc-i zerrîn şu’le-i âhum
(Ankâ, Kaf dağında yalnız başına yaşayan, kimsenin
Görün kim devlet-I aşk ile ne sultânlığum vardur
görmediği bir efsâne kuşudur. Yalnız kemikle beslenir. Bu
Gözyaşım tahtırevânım, âhımın alevi başımda altından
bakımdan Anka’ya Kaf-ı kanaat denmiştir. Anka tasavvufta
ilacımdır. Bakın aşk devlet sâyesinde ne sultanlığım var.
vücûd-ı mutlkak, bazen şeyh anlamlarında kullanılır)
Yumulmaz eşk tuğyânında ansuz çeşm-i hûn bârum
Hâb görmez çeşmümüz endîşe-i ağyârdan
Hayâl-I sûret-i cânâna hoş hayrânlığum vardur
Pâsbânuz genc-i esrâr-ı muhabbet beklerüz
Aşk tufanında kan saçan gözüm sevgiliyi görmeden
Düşmanlarımızı düşünmekten gözümüze uyku girmez. Aşk
yumulmaz. Sevgilinin yüzünün hayâline öyle hayranlığım
sırlarının saklandığı hazinenin kapısıyız, hazineyi bekleriz.
var.
Kârbân-ı râh-ı tecrîdüz hatar havfın çeküp
Sirişküm gör meni ey ebr özünden kem hayâl etme
Gâh Mecnûn gâh men devr ile nevbet beklerüz
Hevâ-yı aşk ile min sence eşk efşânlığum vardur
Dünyâ ilişkilerinden soyunma yolunun kervânıyız. Yol
Ey bulut! Gözyaşlarımı gör de beni kendinden değersiz
tehlikesinin korkusundan bazen Mecnûn, bazen ben sıra ile
sanma. Aşkın arzusuyla senden bin kez çok gözyaşı dökerim.
nöbet bekleriz. (Tecrîd, soyunma, dünya ile ilgiyi kesip
Tanrı yoluna girme demektir. Yollarda türlü tehlikeler
Fuzûlî câm-ı mey terkin kılup zühd ile takvâden
bulunduğundan yalnız yolculuk yapılmaz, kervân hâlinde
Kamu dânâya rûşendür bu kim nâdânlığum vardur
yola çıkılır, ayrıca baskınlardan korunmak için silahlı
Fuzûlî! Bütün bilenler apaçık bilirler ki, şarap kadehini
muhafızlar götürülür, gece nöbet tutulurdu. Mecnûn,
bırakıp, yasaklardan kaçıp sofuluğa dönmede çok câhilim.
herkesle, ilgisini kesmiş, çöllerde yaşamış, yâni tecrîd
hırkasını giymiştir. Mecnûn’un okulda başlayan beşeri aşkı
sonraları ilahî aşka dönüşmüştür).
GAZEL 17
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Nice yıllardur ser-i kûy-ı melâmet beklerüz
Sanmanuz kim geceler bîhûdedür efgânumuz
Leşker-i sultân-ı irfânuz velâyet beklerüz
Mülk-i aşk içre hisâr-ı istikamet beklerüz
Nice yıllardır melâmet yerinin başında bekleriz. İrfan
Geceleri boyunca boşuna haykırıyoruz sanmayın. Aşk
ülkesinin sultanıyız ülkeyi biz bekleriz.
ülkesinde doğruluk kalesini bekliyoruz.
77
(Kale nöbetçiler nöbet sırasında birbirine bağırarak hem
Gam-ı hecrdür ki artar eseriyle aşk zevki
uyumadıklarını hem de bir olay olmadığını bildirirlerdi.)
Galat eylemiş Fuzûlî ki visâle tâlib olmuş
Aşkın zevki ayrılık acısının etkisiyle artar. Fuzûlî ise hata
edip kavuşmayı istiyor.
Yatdılar Ferhâd ü Mecnûn mest-i câm-ı aşk olup
Ey Fuzûlî biz onlar yatdukça sohbet beklerüz.
Ferhad’la Mecnun aşk kadehinden sarhoş olup yattılar.
GAZEL 19
Fuzûlî, onlar yattıkça aşk sohbetinin toplantısını biz
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
bekleriz.
Olur ruhsâruna gün lâ’lüne gül-berg-i ter âşık
(Ferhad ve Mecnûn gibi büyük âşıklar artık
Sana eksük değül gökden iner yerden biter âşık
kalkamayacaklarına göre Fuzûlî, aşk içinde biz yalnız kaldık
Yanağına güneş, yakut rengli dudağına tâze gülyaprağı âşık
demek istemiş).
olmuş. Senin için âşık eksik olmaz; kimi gökten iner, kimi
yerden biter.
GAZEL 18
Müte’fâilün/Fe’ûlün/Müte’fâilün/Fe’ûlün
Mana maksûd terk-i aşk idi veh kim meni hüsnün
Büt-i nev-resüm nemâza şeb ü rûz râgıb olmuş
Olup gün günden efzun kıldı gün günden beter âşık
Bu ne dindür Allah Allah büte secde vâcıb olmuş
Benim için gerekli olan aşkından vazgeçmekti. Ne yazık ki
Yeni yetişme, put gibi güzel sevgilim gece gündüz namaz
güzelliğin günden güne artarak, beni günden güne daha çok
kılmağa başlamış. Allah Allah bu nasıl bir dindir; puta
âşık etti.
secdeye kapanmak zorunlu olmuş.
(Büte secde vâcib olmuş, sözü iki anlamda kullanılmış:
Temâşâ’yı cemâlünden nazar ehlini men’ etme
putun secde etmesi ve puta secde edilmesi).
Ne sûd ol hûb yüzden kim ana kılmaz nazar âşık
Sana bakanların güzelliğini seyretmelerini yasaklama.
Aşıklar bakamadıktan sonra o güzel yüzün faydası ne?
Eser-i kabûl-ı tâ’t ana virmiş eyle hâlet
Ki kulûb-ı ehl-i hâle harekâtı câzib olmuş
İbâdet etmeyi benimsemenin etkisi ona öyle değişiklikler
Çemende pây-bûsundan olupdur sebzeler hurrem
vermiş ki, her hareketi âşıkların yüreğine daha çekici
Hemân bir sebzece olmağa âlemde yeter âşık
gelmeğe başlamış.
Çimende bütün yeşillikler ayağını öpmekle neşelenir, mutlu
olurlar. Âşıklar dünyâda bir ot parçası kadar küçülmeğe
râzıdırlar.
Ferahum görüp cefâsın hasenâta dâhil eyler
Ne melek kim ol perînün ameline kâtib olmuş
O peri yüzlü güzelin işlerini yazan melek, bana ettiği
Kılursan bir ciğer kan her yana bahdukça ey zâlim
eziyetlerden sevinip ferahladığımı görünce bunları
Ne bahmakdur bu her dem handan alsun bir ciğer âşık
iyiliklerine yazmış.
Ey zâlim, ne yana baksan bir âşığın ciğerini eritip kan
(Her insanın sağ omuzunda hasenatını ‘iyiliklerini, sol
edersin. Bu nasıl bir bakıştır, âşıklar her an bir ciğeri
omuzunda da seyyiatını ‘günahlarını’ yazan iki melek
nereden bulup alsınlar?
vardır. Bunlar yaptığı her iş değerlendirip sevap veya günah
Kırarsan ehl-i aşkı dutalum kimse elün dutmaz
defterine yazarlar).
Ne işdür bu gerekmez mi sana ey sîm-ber âşık
Ne aceb ger olsa garndan dünüm ü günüm berâber
Âşıkları kırıp geçirirsin, kimse elini tutmaz. Bu ne iştir? Ey
Nazarumdan ol yüzi gün nice gün ki gâ’ib olmuş
gümüş göğüslü sevgilim, sana artık âşık gerekmiyor mu?
O güneş gibi parlak yüzlü sevgiliyi günlerdir göremiyorum.
Üzüntüden gecemle gündüzüm bir olsa şaşılır mı?
Ne pervâne döyer bir şu’leye ne şem’ bir âha
Fuzûlî sanma kim benzer sana âlemde her âşık
78
Ne pervâne bir ateşe, ne de mum bir âha dayanabilir. Fuzûlî
Nesîm-i subh tek hurşîd-i rahşândan haber verdün
dünyâda sana benzeyen bir âşık daha olduğunu sanma.
Fuzûlî! Ayrılık gecesinde günlerini karanlık gördün ki,
(Pervâne, mumun ateşinde yanıp kül olur. Mum da
sabah yeli gibi parlak güneşten haber veriyorsun.
rüzgârdan söner, gider. Fuzûlî ise hem aşk ateşine hem de
aha dayanır).
GAZEL 21
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
GAZEL 20
Ey fırâk-ı leb-i cânân ciğerüm hûn etdün
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
Çehre-i zerdümi hûnâb ile gülgûn etdün
Sabâ lûtf etdün ehl-i derde dermândan haber verdün
Ey sevgilinin dudağının ayrılığı, ciğerini kan içinde bıraktın.
Ten-i mecrûha cândan câna cânândan haber verdün
Sapsan yüzümü kanlı gözyaşları ile kırmızıya boyadın.
Sabah yeli, lûtfedip aşk dertlilerine dermândan haber
verdin; yaralı vücûda candan, cana da sevgiliden haber
Ciğerüm kanını göz yaşına tökdün ey dil
verdin.
Vara vara anı Kulzüm munı Ceyhûn etdün
Ey gönül! Ciğerimin kanını gözyaşıma karıştırdın. Gitgide
Hazân-ı gamdan gördün ıztırâbın bülbül-i zârun
birini Kızıldeniz, ötekini Ceyhûn hâline getirdin.
Bahâr eyyâmı tek gülberg-i handândan haber verdün
(Gözyaşının kanlı olması gözün ağlamaktan kızarması ve
Gam sonbaharında ağlayıp inleyen bülbülün çırpınmalarını
acıdan ciğerin eriyip gözden akmasındandır. Kulzüm;
gördüm, ilkbahar günleri gibi açılmış, tâze gül yaprağından
aslında engin deniz, okyanus demektir. Kızıldeniz, Basra
haber verdin.
Körfezi anlamlarında da kullanılır).
Sözüni vahy-i nâzil ger desem men hîç küfr olmaz
Nice hüsn ile seni Leyli’ye nisbet kılayum
Cihâni dutmuş iken küfr îmândan haber verdün
Bilmeyüp kadrümi terkü meni Mecnûn etdün
Sözüne gökten inmiş vahy desem hiç dinsizlik olmaz.
Değerimi bilmeyip bıraktın da beni deli ettin diye seni
İmkânsızlık dünyâyı tutmuşken gelip imândan haber verdin.
güzellikte Leylâ’yı nasıl benzetirim; Leylâ’dan da güzelsin
sen.
Süleymân mesnedinden dîv-i gümreh rağbetin kesdün
Denizde hâtem-i hükm-i Süleymân’dan haber verdün
Söyledün kim dutaram şâd gönüllerde makam
Yolunu şaşırmış şeytanın Hz. Süleymân’nın makamına olan
Şâd iken bu söz ile gönlümi mahzûn etdün
isteğini kestin. Süleymân buyruğunun mührünü denizde
Ben sevinçli, mutlu gönüllerde yerleşip otururum, dedin.
haber verip buldurdum.
Gönlüm neşeli iken bu sözle gönlümü mahzun ettin.
(Hz. Süleyman hem peygamber, hem de hükümdardı. Taşı
kibrit-i ahmerden ve İsm-i a’zam yazılı mührü ile insanlara,
Ahd kıldun ki cefâ kesmeyesen âşıkdan
cinlere, yırtıcı hayvanlara ve rüzgara hükmederdi. Şeytan
Âşıkı va’de-i ihsân ile memnûn etdün
mührünü çalmış ve eline geçmesine diye denize atmıştı.
Âşıklardan cefânı kesmemeğe söz verdin, yemîn ettin.
Tanrı’nın emriyle bir balık mührü bulup getirmişti).
Böylece iyilik vâdedip âşıkları memnun ettin.
Dediler yâr uşşâkun gelür cem’ etmeğe gönlin
Cür’a cür’a mey içüp zîb-i cemâl arturdun
Meger kim yâre uşşâk-ı perîşândan haber verdün
Zerre zerre gözümün nûrını efzûn etdün
Sevgili aşıkların gönüllerini derleyip toplamağa geliyor,
Yudum yudum şarap içip güzelliğinin parlaklığını artırdın.
dediler. Herhalde sevgiliye âşıkların perîşân durumlarından
Gözümün nurunu zerre zerre çoğalttın.
haber verdin.
Ey Fuzûlî ahıdup seyl-i sirişik ağlayalı
Aşk ehline figân etmeği kanûn etdün
Fuzûlî rûzgârun tîre gördün şâm-i hicrânda
79
Fuzûlî! Gözyaşı selini akıtıp ağlamağa başladığından beri,
onulmaz olduğunu anlayınca hastadan ümit kesip, tedâvîden
ağlayıp inlemeyi âşıklara kanun yaptı.
vazgeçmiş.)
GAZEL 22
Câna meylün var ise hükm eyle teslîm eyleyem
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Padşâhum men senün bir bende-i fermânunam
Ey kemân-ebrû şehîd-i nâvek-i müjgânunam
Canımı istiyorsan emret, teslim edeyim. Sultânım, ben senin
Bulmuşam feyz-i nazar senden senün kurbânunam
her emrini yerine getiren bir kulunum.
Ey yay kaşlı sevgili! Oka benzeyen kirpiklerinin şehidiyim.
Senin bakışından feyz, bereket bulmuşum. Bunun için senin
Gonca kılmaz şâd gül açmaz dutulmuş gönlümi
kurbanınım. (Nazar, beyitte hem sevgiliye, hem de âşığa
Ârzûmend-i ruh-ı âl ü leb-i handânunam
âittir. İlgi iltifat anlamında da kullanılır. Bakmak, görmek
Sıkıntılı gönlümü gonca neşelendirmez, gül de ferahlatmaz.
insan için büyük nimettir. Ayrıca sevgiliye bakmak da onun
Çünkü ben senin al yanağını ve gülen dudağını istiyorum.
âşıka büyük bir lütfudur. Böylece birçok bakımdan şâirin
sevgiliye kurban olması doğaldır. Kurban, yakınlaşmak
Kan idüb bağrum işüm âh etme her dem ey felek
demektir. Şehitler de Tanrı’ya yakındır.)
Hürmetüm dut bir iki gün kim senün mihmânunam
Ey felek, her an bağrını kanla doldurup bana âh çektirme.
Kâkülün tânna peyvend etmişem can riştesin
Senin konuğunum; bir iki gün beni hoş tut, saygı göster.
Başun içün bir terahhum kıl ki sergerdânunam
(Dünyânın bir misafirhane olduğu, insan kısacık ömründe
Canımın ipliği saçının teline bağlamışım. Başının hayrı için
dünyâda kalıp sonra göçtüğü halkın dilinde de söylenir.
acı, arkanda avâre dolaşıyorum. (Başın için sözü, hem
Konuklara saygı göstermek de âdetlerdendir.)
yalvarma, hem de başına bir zarar gelmesin mânâlarında
kullanılmış.)
Ey Fuzûlî âteş-i âh ile yandurdun meni
Gâlibâ sandun ki şem’-i külbe-i ahzânunam
N’ola kılsam terk-i mey minnet kılub zâhidlere
Fuzûlî, âhının ateşi ile beni yaktın. Galibâ beni kendi hüzün
N’eylerem mey neş’esin men kim senün hayrânunam
dolu evinin mumu sandın. (Külbe-i ahzen, H. Z Yâkuub’un
Zâhidlere minnet edip, şarabı bırakırsam ne olur? Mâdem ki
evidir. İnsan vücudunun muma benzetilmesi de çok
sana hayranım, içkinin neşesini ne yapayım artık. (Hayran
kullanılmıştır. Âh, ateşlidir. Eski yazıyla âh kelimesinin
çok beğenme, şaşırıp, donup kalma demektir. Esrar
yazılışında ‘’elif’’ ateşi, ‘’he’’ kıvılcım, med de dumandır.)
sarhoşunada hayran denir.)
GAZEL 23
Şâne veş yüz nâvek-i gam sancılubdur cânuma
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Tâ esîr-i halka-i gîsû-yi müşg-efşânunam
Ney kimi her dem ki bezm-i vaslunı yâd eylerem
Misk kokusu saçan uzun saçının halkalarının tutsağı
Tâ nefes vardur kuru cismümde feryâd eylerem
olduğumdan beri, canıma tarak gibi, yüzlerce gam oku
Her an ney gibi kavuşma toplantını anarım. Kupkuru kalmış
saplanmaktadır.
bedenimde nefes olduğu sürece feryâd eder, haykırırım.
(Ney, kurumuş kamıştan yapılır. İçine nefes üflenince ses
çıkarır.)
El çeküb kat’-i nazar kılmış ilâcumdan tabîb
Bildi gûyâ kim harâb-ı nerkîs-i mestânunam
Doktor, herhalde senin sarhoş yüzünden harap ve perişan
Rûz-ı hicrândur sevin ey mruğ-ı ruhum kim bu gün
olduğumu bilmiş olacak ki, bana ilaç hazırlamayı bıraktı,
Bu kafesden men seni elbette âzâd eylerem
tedaviden vazgeçti. (Harap, sarhoş demektir. Göz mest,
Ey ruhumun kuşu! Bu gün ayrılık günüdür, sevin: bu ten
haraptır ve öldürücüdür. Doktor, hastalığın aşk derdi ve
kafesinden bugün seni mutlaka salıverir, kurtarırım.
80
Vehm edüp tâ salmaya sen mâha mihrin hîç kim
Sana kavuştuğuma şükürler olsun diye karşılığında canımı
Kime yetsem cevr ü zulmünden ana dâd eylerem
veriyorum. Bu dermana erişmek için çok dertler çektim.
Kuruntuya düşüp, sen ay yüzlü güzele sakın âşık olmayasın
diye, kimi görsem senin eziyetinden, cefandan şikayet
Hâlüm deyüp murâduma yetsem aceb değül
ediyorum. (Beyitte hem başkalarının iyiliğini düşünme, hem
Bir bendeem ki dergeh-i sultâne yetmişem
de başkaları sevgiliye âşık olacak diye çok korku vardır.
Durumumu sana anlatıp isteğime kavuşursam şaşılır mı?
Vehm, korkmak ve umutlanmak, heveslenmek anlamında da
Ben sultânın kapısına gelen bir kulum.
kullanılmış.)
Mûr-ı muhakkaram ki serâsîme çoh gezüp
Kan yaşum kılmaz vefâ giryân gözüm isrâfına
Nâgâh bârgâh-i Süleymân’e yetmişem
Munca kim her dem ciğer kanından imdâd eylerem
Âciz bir karıncayım. Başıboş çok yer dolaşıp, ansızın
Kanlı yaşım durmadan ağlayan gözümün bol bol
Süleymân’ın sarayına vardım. (Hz. Süleymân’la
harcamasına kâfi gelmediği için her an ciğer kanından
karıncaların macerasına telmih yapılmış. Kur’an’ın. Neml
yardım istiyorum.
sûresinde Hz. Süleymân’ın savaşa giderken karıncalar
vâdisinde, karınca beyinin ‘’karıncalar yuvalarınıza dönün,
İncimen her nice kim ağyâr bîdâd eylese
Süleymân’ın askeri bilmeden sizi çiğnemesin’’ diye
Yâr cevriyçün gönül bîdâda mu’tâd eylerem
bağırdığını duyduğu anlatılmıştır. Süleymân karınca beyiyle
Düşman bana ne kadar zulmetse bundan incinmem, üstelik
konuşmuş ve ondan çok yararlı öğütler almıştır.)
sevinirim. Çünkü böylece sevgilinin cevr ü cefâsı için
gönlümü alıştırmış oluyorum.
Bir bülbülem ki gülşen olupdur neşîmenüm
Yâ tûtiyem ki bir şekeristâne yetmişem
Bilmişem bulman visâlin lik bu ümmîd ile
Ben, yerim yurdum gülîstan olan bir bülbülüm. Yâhut da
Gâh gâh öz hâtır-ı nâ-şâdumı şâd eylerem
şekeristâna uLaşan bir tûfi kuşuyum.
Sana kavuşmamın mümkün olmadığını biliyorum. Ama yine
de bu umutla zaman zaman kendi kederli gönlümü
Devr-i felek müyesser edüpdür murâdumı
sevindiriyorum.
Gûyâ ki tâlib-i güherem kâne yetmişem
Sanki cevher arıyorum da mâdeni bulmuşum gibi. Göğün
devri, isteğime kavuşmama bana kolaylık gösteriyor.
Levh-i âlemden yudum eşk ile Mecnûn adını
Ey Fuzûli men dahi âlemde bir ad eylerem
Gözyaşlarımla dünyâ sahifesinden Mecnûn’un adını yıkayıp
Miskin Fuzûliyem ki sana dutmuşam yüzüm
temizledim. Fuzûli! Ben de böylece dünyâda bir ad sâhibi
Yâ bir kemine katre ki ummâne yetmişem
oldum.
Yüzüm sana döndürüp yalvaran zavallı Fuzûlî’yim. Sanki
denize varan küçücük bir su damlasıyım.
GAZEL 24
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
GAZEL 25
Cânlar verüp senün kimi cânâne yetmişem
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
Rahm eyle kim yetince sana câne yetmişem
Zülfi kimi ayağın koymaz öpem nigârum
Canlar verip senin gibi bir güzele ulaşmışım. Acı bana, sana
Yohdur anun yanında bir kılca i’tibârum
ulaşıncaya kadar canıma yetti.
Sevgilim, saçını öpmeme izin vermediği gibi, ayağını
öpmeme de izin vermez. Onun yanında kıl kadar bile bir
değerim yok.
Şükrâne-i visâlüne cân verdüğüm bu kim
Çoh derd çekmişem ki bu dermâne yetmişem
İnsâf hoşdur ey aşk ancak meni zebûn et
81
Ha böyle mihnet ile geçsün mi rûzgârum
Nergise bakıp süzgün gözünü andım. İniltim ve feryâdımla
Ey aşk, gel insâf et, yalnız beni çâresiz, âciz bırakman doğru
nergis çiçeğini şaşırttım. (Hayran, şaşma, donup kalma
mu? Bütün ömrüm böyle acılar, üzüntülerle mi geçsin?
demektir. Bir güzellik karşısında şaşırıp kalmaya da hayran
olma denir. Nergis çiçeğinde afyonun uyuşturucu etkisi
Bildi temâm-ı âlem kim derdmend-i aşkam
vardır. Afyon sarhoşuna hayrân denir. Nergis çiçeği
Ya Rab henüz hâlüm bilmez mi ola yârum
şaşkınlıkla açılmış göze benzetilir.)
Bütün dünyâ aşkından dertli olduğumu öğrendi. Tanrım!
Sevgilim hâlimin kötülüğünü hâlâ öğrenemedi mi?
Gonce vü lâle deme dağ karasın koparup
Al vâlaya sarup sebzede pinhân etdüm
Vaslundan ayru n’ola kanum tökülse gül gül
Gördüklerini gönce ve gelincik sanma! Yaralarımın kara
Men gülbün-i firâkam bu fasldur bahârum
kabuklarını koparıp, al ipekliye sarıp yeşillikler içine
Kanım senden uzakta kırmızı güller gibi akıp gitse şaşılır
gizledim. (Gonca ve gelincik kırmızı, diş yaprakları yeşildir.
mı? Ben sevgiliden ayrı yetişen gül fidanıyım; ayrılık devri
Ortalarındaki kara tohumlara dağ denir.)
benim ilk baharımdır.
Gül-i ter üzre düşen şebneme düşdi nazarum
Tasvîr eden vücudum yazmış elümde sâğar
Gözümi şem’-i cemâlünle dür efşân etdüm
Ref olmağa bu sûret bu sûret yoh elde ihtiyârum
Bakışlarım tâze gülün üstüne düşünce, güzelliğinin parlak
Resmimi yapan, beni elimde şarap kadehiyle göstermiş. Bu
mumunu hatırlayıp gözlerimden inci gibi yaş dâneleri
şekli değiştirip ortadan kaldırmağa elimde gücüm yok.
döktüm.
Dûr istemen zamânî mey neş’esin başumdan
Berg-i gül sanma ki hûnâbe töken demde gözüm
Toprağ olanda yâ Rab dürd-i mey et gubârum
Nice yaprağa ciğer kanı salup kan etdüm
Şarap neşesinin başımdan uzak olmasını hiçbir zaman
Kırmızı gülün yaprağı sanma! Gözüm kanlı yaşlar dökerken,
istemem. Tanrım! Öldüğümde toprağımı şarap tortusunun
nice yaprağa ciğerimin kanını bulaştırıp kıpkırmızı yaptım.
atıldığı topraktan yap.
Göricek sünbüli andum şiken-i kâkülüni
Rüsvâlarından ol meh saymaz meni Fuzûlî
Sünbüli girye vü âh ile perîşân etdüm
Divâne olmayam mı dünyâda yoh mı ârum
Sünbülü görünce saçının kıvrımlarını hatırladım. Sünbülü,
Fuzûlî! O ay yüzlü güzel beni aşkından rezil rüsvâ
ağlayıp, âh çekerek perîşân ettim.
olanlardan saymaz. Benim de utanıp arlanmam yok mu?
Ben de aşkının deli, divânesi olmayayım mı?
Ey Fuzûlî reviş-i akl melül etdi meni
Sehv kıldum ki cünûn derdine dermân etdüm
GAZEL 26
Fuzûlî! Aklın yolu beni bezdirip usandırdı. Hatâ edip akıl
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
yoluyla delilik derdine çâre bulmağa çalıştım.
Bâğa girdüm ser-i kuyun anup efgân etdüm
Gül görüp yâdun ile çâk-i girîbân etdüm
GAZEL 27
Bahçeye girdim, senin bulunduğun yeri anarak ağlamağa
Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün
başladım. Gülü görünce, seni hatırlayarak yakamı
Ol mâh visâliyle hoş et bir gice hâlüm
parçaladım.
Ey ahter- i tâli’ koma boynunda vebâlüm
Ey bahtımın yıldızı! Günahım boynunda kalmasın; beni o ay
yüzlü sevgiliye kavuşturup halimi bir gece olsun iyileştir.
Bahuban nergise bîmâr gözün kıldum yâd
Nergisi nâle vü efgânuma hayrân etdüm
Feryâd ki ber virmedi bî dâddan özge
82
Göz yaşum ile besledüğüm tâze nihâlüm
O, gözyaşlarımla besleyip büyüttüğüm tâze fidanım,
GAZEL 28
sevgilim, ne yazık kibana zulümden başka bir meyve
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
vermedi.
Penbe- i merhem- i dâğ içre nihândur bedenüm
Sınmış müje tek halk gözinden akıdur yaş
Diri oldukça libâsum budur ölsem kefenüm
Nezzâre- i za’f-ı beden-i mûy-misâlüm
Vücûdum yaralarımın merheminin pamuklarıyla örtülüp
Kıl gibi incelmiş zayıf bedenimi görenler, kirpikleri kırılmış
kayboldu. Diri oldukça giysim, ölünce de kefenim budur.
gibi durmadan gözlerinden gözyaşı akıtır, hâlime ağlarlar.
(Kirpiklerin kırılması şiirde ilk kez bu beyitte görülmüştür.
Cânı cânân dilemiş vermemek olmaz ey dil
Hayâl, kirpiklerin sanki bir set gibi gözyaşlarını tuttuğu ve
Ne nizâ eyleyelüm ol ne senündür ne menüm
kırılınca yaşların boşandığı üzerine kurulmuştur).
Ey gönül! Canımı sevgilim istemiş; vermemek olmaz. Zaten
niçin tartışılır? O ne senin ne de benimdir; sevgilimindir.
Ol şem’ hayâliyle hoşem ola ki dâim
Bu sûret ile çizgine fânûs- ı hayâlüm
Daş deler âhum ohı şehd- i lebün şevkinden
O mum gibi parlak, ışık saçan sevgilimin hayâlinden
N’ola zenbûr evine benzese beytü’l hazenüm
memnunum. İsterim ki fânûs- ı hayâlim hep bu şekilde dönüp
Dudağının balının aşkıyla âhımın oku taşları deler. Hüzünlü
dursun.
evim arının kovanına benzese şaşılır mı?
(Fânûs- ı hayâl, fânûs- ı gerdân ve hayâl-i fener de denilen
(Beytü’l hazen ya da Külbe- i ahzân Hz Yâkub’un kaybolan
ince muşamba veyâ ipekli kumaştan, resimli kâğıtlardan
oğlu Yusuf’un acısıyla kapandığı ve ağlayarak gözlerini kör
yapılan, bazılarının içine renkli cam parçaları da konulan
ettiği evidir. Şiirde, özellikle Fuzûlî’nin şiirlerinde çok
hafif bir fenerdir. İçinde yanan mumun ısısıyla döndükçe
kullanılmıştır).
üstündeki resimler veya renkli camlar çevrede oynaşan
renkli hayâller bırakır. Çok zayıf insana da hayâl- i fener
Tavk- i zencîr- i cünûn dâ’ire- i devletdür
denir. Fuzûlî vücûdunu hayâl- i fenere benzetmiş; üzerinde
Ne revâ kim meni andan çıhara za’f- i tenüm
de sevgilinin hayâli vardır. Döndükçe her yanda hayâli
Delilik zincirinin ucundaki halka mutluluğun, zenginliğin
görülüyor).
çenberidir. Vücûdumun zayıflığı onu boynumdan çıkarırsa
yakışır mı?
Sûzândur odumdan tenüme sancılan ohlar
(Tavk, güvercin, kumru gibi kuşların boynundaki değişik
Pervâneyem ey şem’ dutuşmış per ü bâlüm
renkli tüylerden halkadır. Deliler ve mahkûmların
Gönlümün ateşinden vücûduma saplanan oklar yanıyorlar.
boyunlarına geçirilen zincir bağlı demir veya tahta
Ey muma benzeyen sevgilim! Ben senin çevrende dönen kolu
gerdanlığa da tavk denir. Fuzûlî, vücûdu o kadar zayıflamış
kanadı kırılmış bir pervâneyim.
ki halkanın boynundan kendiliğinden çıkmasından
korkuyor).
Sâkî gam- ı devrân ile gâyetde melûlem
Bir câm- ı ferah- bahş ile def ’eyle melâlüm
Aşk sergeştesiyem seyl-i şirişk içre yerüm
Sâkî! Dünyâ dertleri yüzünden çok hüzünlüyüm. Şu kederimi
Bir habâbem ki hevâdan doludur pîrehenüm
ferahlık veren bir kadehle sona erdir.
Aşk sarhoşuyum, gözyaşı seli içinde yuvarlanıyorum.
Gömleğimin içi hava ile dolu bir su kabarcığıyım.
(Hevâ kelimesi, hava ve arzu, aşk anlamında kullanılmış).
Lûtf eyle Fuzûlî menüm ahvâlümi arz et
O! Serve ki söyleşmeğe koymadı mecâlüm
Fuzûlî! Bir iyilik yap, o servi boylu güzele benim şu hâlimi
Bülbül- i gam-zedeyem bâğ u bahârum sensen
arz et; çünkü benim onunla söyleşmeğe mecâlim kalmadı.
Dehen ü kadd ü ruhun gonce vü serv ü semenüm
83
Bir kederli bülbülüm. Bahçem ve ilkbaharım sensin. Senin
Ey doktor! Aşk hastalığının iyileşmesi sevgilinin kapısının
ağzın ve boyun benim bahçemde goncem ve selvi ağacım,
toprağındandır. Gözleri yaşartır sürmelerle bizim
yanağın da yaseminimdir.
rahatsızlığımızı boş yere artırma.
Edemem terk Fuzûlî ser-i kûyın yârun
Felekde mihr zâ’il yâr gâfil ömr müsta’cil
Ne kadar zulm yeri ise mana hoşdur vatanum
Nedür tedbîr bilmen sâna yetdüm bîvefâlardan
Fuzûlî, sevgilinin bulunduğu yerleri bırakamam. Ne kadar
Gökte güneş kaybolmuş, sevgili habersiz, ömrümüzse
eziyet yeri de olsa benim vatanım bana yine güzel gelir.
aceleyle geçiyor. Tanrım! Bu vefasız güzellere karşı çâre
nedir diye senin kapına vardım.
GAZEL 29
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
Vücûdum ney kimi sûrâh sûrâh olsa âh etmen
Kerem kıl kesme sâkî iltifâtun bî-nevâlardan
Mahabbetden dem urdum incimek olmaz cefâlardan
Elünden geldügi hayrı dirîğ itme gedâlardan
Vücûdum ney gibi delik deşik olsa da yine âh vâh edip
Sâkî lütfet, iyiliklerini çâresiz zavallılardan kesme. Elinden
yakınmam. Bir kere sevgiden söz edince artık cefâdan
gelen iyiliği yoksullardan esirgeme.
eziyetten incinmek olmaz.
Esîr- i gurbetüz biz senden özge âşnâmuz yoh
Fuzûlî nâzeninler görsen izhâr- ı niyâz eyle
Ayağun kesme başun’çün bizüm mihnet-serâlardan
Terahhum umsa ayb olmaz gedâlar pâdşâhlardan
Biz gurbet esiriyiz, senden başka tanıdığımız yok. Başının
Fuzûlî, güzelleri görünce yalvarıp yakınmağa başla.
hayrına, bizim dert çekip oturduğumuz yerlerden ayağını
Yoksullar sultanlardan merhamet dilense ayıp olmaz.
çekme.
(Ayak, aynı zamanda kadeh anlamında kullanılmıştır).
GAZEL 30
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Sabâ kûyında dildârun nedür üftâdeler hâli
Ey geyüp gülgûn demâdem azm- ı cevlân eyleyen
Bizüm yerden gelürsen bir haber ver âşnâlardan
Her taraf cevlân edüp döndükçe yüz kan eyleyen
Ey sabah yeli, sevgilinin bulunduğu yerde düşkün aşıkların
Ey dâimâ kırmızılar giyip dolaşmağa çıkan! Her bir yanı
halleri nedir? Bizim taraftan gelirsen dostlardan bir haber
dolaşıp döndükçe yüzlerce âşığın kanına giren!
getir.
Ey meni mahrûm edüp bezm- i visâlinden müdâm
Hayrı hân- ı iltifâtı üzre mihmân eyleyen
Deme zâhid ki terk et sîm- ber bütler temâşâsın
Meni kim kurtarur Tanrı sataşdurmış belâlardan
Ey ham sofu! Gümüş göğüslü, put gibi güzelleri
Ey hiçbir zaman beni kavuşma toplantısına almayıp,
seyretmekten vazgeç, deme. Beni Tanrı’nın sataştırdığı
başkalarını iltifatının sofrasında misâfir eden!
belâlardan kim kurtaracak?
Ey demâdem reşk tiğiyle menüm kanum töküp
Girüp mescidlere ger muktedâlar peyrevi olman
Mey içüp ağyâr ile seyr- i gülistân eyleyen
Budur vechi ki hergiz görmedüm yüz muktedâlardan
Ey her zaman kıskançlık kılıcıyla benim kanımı döküp,
Mescitlere girip de insanlara uymuyorsam bunun sebebi
başkalarıyla şarap içip gülbahçesinde gezip dolaşan
hiçbir zaman insanlardan yüz bulamadığımdandır.
sevgilim!
Tabîbâ hâk-i kûy- ı yârdandur eşk teskîni
Nice kim efgânumı ey mâh işitdün geceler
Bize arturma zahmet göz yaşarur tûtiyâlardan
Demedün bir gece kimdur munca efgân eyleyen
84
Ey ay yüzlü! Geceler boyu haykırışımı o kadar işittin de, bir
gece bu kadar feryâd edip ağlayan kimdir diye sormadın.
Gözyaşlarım her sabah ahımın kılıcına su verip onu
keskinleştirir. Beni çok incitme, parlak, bilenmiş ah
kılıcımdan sakın.
N’ola ger cem’iyyet-i hâtırdan olsam nâ-ümîd
Cem’ olur mı hûblar zülfin perîşân eyleyen
Gönlümü derleyip toparlamaktan umudu kessem şaşılır mı?
Cevr odı yahdı meni yanumda durma ey gönül
Hiç güzellerin saçını dağıtan toparlanabilir mi?
Bir dutuşmuş âteşem kurb ü civârumdan sahın
(Beyit, âşıkların gönüllerinin sevgilinin saçına bağlı olduğu
Gönül, cefâ ateşi beni öylesine yaktı ki, aman yanımda
mazmûnu üzerine kurulmuş. Gönüllerinin her biri ya da her
durma. Tutuşmuş bir ateş halindeyim, yanıma yöreme
parçası saçın bir teline bağlıdır. Saç dağılınca gönüller de
yaklaşmaktan sakın.
dağılıp perişan olur, dağılırlar).
Ten evinden rahtunı cehd eyle ey can daşra çek
Yâr dün çekmişdi katlüm kasdine tîğ- i cefâ
Âfet-i seyl-i sirişk-i bî karârumdan sahın
Yetmesün maksûdına yâ Rab peşîmân eyleyen
Ey can! Uğraş, didin, pılını pırtını vücut elinden topla,
Sevgili dün beni öldürmeğe cefâ kılıcını çekmişti. Tanrım !
dışarı çıkar. Dinmek bilmeyen gözyaşlarımın sel afetinden
Onu bu düşüncesinden caydıran, arzusuna erişmesin.
sakın.
Aşk derdiyle olur âşık mizâcı müstakîm
Gerçi bir hâk- i rehem kimse meni almaz göze
Düşmenümdür dôstlar bu derde dermân eyleyen
Çoh hakaaretle nazar kılma gubârumdan sahın
Aşktan çektiği acılarla âşığın yaradılışı düzelir. Dostlar, bu
Her ne kadar ayak altında çiğnenen toprak kadar hakirsem,
derde derman eyleyen benim düşmanımdır.
kimse beni gözüne alıp değer vermiyorsa da, yine bana
küçümseyerek bakma. Tozumdan çekin.
Zâhidün ta’n ile dönderdüm yüzin mihrâbdan
(Sevgilinin gelip geçtiği yolun toprağını âşıklar sürme diye
Nice bulmaz ecr bir kâfir müselmân eyleyen
gözlerine çekerler. Kimse beni gözüne almıyor ama,
Ayıplayıp, kınayacak ham sofunun yüzünü mihraptan
korkarım tozum senin gözüne kaçar da gözünü
döndürdüm. Bir kâfiri müslüman eden nasıl sevap
hastalandırır).
kazanmaz?
Gelme kabrüm üzre ey aşk içre men tek ölmeyem
Derd- i hicrân nâtüvân etmiş Fuzûlî hasteyi
Ta’ne daşıdur sana seng- i mezârumdan sahın
Yoh mıdur yâ Rab devâ- yı derd-i hicrân eyleyen
Aşk yüzünden benim gibi ölmeyen kişi, sakın mezarıma
Ayrılık derdi hasta Fuzûlî’ yi iyice güçsüz bırakmış. Tanrım!
yaklaşma. Mezar taşım senin için hazırlanmış taşlama
Bu ayrılık derdine bir çâre bulacak yok mudur?
taşıdır. Çekin bundan.
(Ta’n. Ta’ne sözü ayıplama, kınama, söğme
GAZEL 31
anlamlarındadır. Aşktan perişan ve deli divane olanlar
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
ayıplanır, arkalarından taşlanır. Mecnunu da çocuklar
Yahma cânum nâle- i bî-ihtiyârumdan şahın
taşlamışlardır).
Tökme kanum âb- ı çeşme- i eşk- bârumdan şahın
Sevgilim, canımı yakma, elimde olmadan edeceğim
Şâh- ı mülk- i mihnetem hayl ü sipâhum derd ü gam
feryatlarımdan sakın. Kanımı dökme, aman çeşme gibi
Hayl- i bî- hadd ü sipâh- ı bî- şümârumdan sahın
gözyaşı akıtan gözümün sellerinden sakın.
Keder, üzüntü ülkesinin sultanıyım. Ordum ve askerim dert
ile gam. Benim bu hadsiz hesapsız ordumdan ve sayısız,
kalabalık askerimden çekin.
Su virür her subh-dem göz yaşı tîg- ı âhuma
Çoh meni incitme tîğ- i âb- dârumdan sahın
85
Ey Fuzûlî hansı mahbûbı ki sevsen rahmi var
Varılmasa istenen sınır, dert ve zahmet dolu bir sınama
Kıl hazer ancak menüm bîrahm yârumdan sahın
yolu. Gidilecek yer belâ ve felâketler dolu bir deneme yolu.
Fuzûlî, hangi güzeli sevsen acıması vardır mutlaka. Yalnız
benim vefâsız sevgilimden sakın; onun hiç acıması yoktur.
Şâhid-i maksad nevâ-yı çeng tek pede nişîn
Sâgâr-ı işret habâb-ı sâf-ı sahbâ tek nigûn
GAZEL 32
Amaç güzeli, çenh nağmesi gibi perdeler arkasında
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
gizlenmiş, hayat kadehi, şarabın saf kabarcıkları gibi tersine
Dôst bî-pervâ felek bîrahım devrân bî-sükûn
dönmüş.
Derd çoh hemderd yoj düşmen kavî tâlî zebûn
Dost ilgisiz, umursamaz, felek acımasız, devirkargaşa
Tefrika hâsl tarîk-ı mülk-i cem’iyyet mahûf
içinde. Dert çok, dert ortağı yok. Düşman güçlü, tâlihim ise
Âh bilmem n’eyleyem yoh bir muvâfık reh-nümûn
zayıf, âciz.
Sonuç hep ayrılık, anlaşmazlık: anlaşıp birleşme ülkesinin
yolu korkunç, tehlikeli. Ah bilmem ne yapayım: uygun bir
yol gösterici de yok.
Sâye-i ümmîd zâ’il âfâb-ı şevk germ
Rütbe-i idbâr âlî pâye-i tedbîr dûn
Arzu güneşi yakıcı, umudun glgesi bile kaybolmuş.
Çehre-i zerdin Fuzûli’nin dutupdur eşk-i âl
Düşkünlüğün derecesi yüksek, çârenin derecesi alçak.
Gör ana ne rengler geçmiş sipihr-i nîlgûn
Fuzûli’nin sapsan yüzünü al renkli gözyaşları kaplamış; ona
bu mavi gök ne düzenler hazırlamış.
Akl dûn himmet sadâ-yı ta’ne yer yerden bülend
Baht kem şefkat belâ-yı aşk gün günden füzûn
Aklın bir çabası yok, tembel ayıplamalar, söğüp saymalar
GAZEL 33
orada burada haykırışlara dönüşmüş. Bahtın acıması yok.
sMef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
Aşk belâsı ise gün günden artmada.
aydı mendeki gam Ferhâd-ı mübtelâde
Bir âh ile virürdü min Bistûn’ı bâde
Men gârib ü râh-ı mülk-i vasl pür teşviş ü mekr
Bendeki gam aşk belâsına düşmüş Ferhâd da olsaydı bir âh
Men harîf-i sâde-levh ü dehr pür nakş-ı füsûn
çekip bin Bisütûn dağını yele verir, ortadan kaldırırdı.
Ben kimsesiz bir yabacı. Kavuşmanın yolu karmakarışık,
tuzaklarla dolu. Ben gönlü saf, basit bir adam, dünya ise
Verseydi âh-ı Mecnûn feryâdumun sadâsın
hile ve kargaşa dolu.
Kuş mı karâr ederdi başındaki yuvade
Mecnûn’un âhı benim haykırışımın gürültüsünü verseydi,
Her sehî kad cilvesi bir seyl-i tûfân-ı belâ
başındaki yuvada kuş mu kalırdı.
Her hilâl ebrû kaşı bir serhat-i meşk-i cünûn
(Mecnûn çölde yalnız dolaşırken vahşî hayvanlar ve
Her düzgün boylu güzelin hareketi bir bela tûfânının seli.
kuşlarla dost olmuştu. Bütün hayvanlar peşinde dolaşırdı.
Her hilâl kaşlı güzelin kaşı bir delilik yazısının başlığı.
Kuşlar başında karmakarışık saçları içinde yuva
yapmışlardı.)
Yelde berg-i lâle tek temkîn-ı dâniş bîsebât
Suda aks-i serv tek te’sîr-i devlet vâjgûn
Ferhâd’a zevk-i sûret Mecnûn’a seyr-i sahrâ
Bilginin, mantığın ağırbaşlılığı, yele kapılmış gelincik
Bir râhat içre her kim ancak menem belâde
yaprağı gibi geçici. Zenginliğin, mutluluğun etkisi, sudaki
Ferhâd görünüş zevkinde. Mecnûn çölü dolaşıp oyalanıyor.
selvi ağacının aksi gibi tersine dönmüş.
Herkesin rahatı yerinde yalnız ben acı ve keder içindeyim.
Serhad-i matlûb pür mihnet tarîk-i imtihân
Eşk-i revânuma el cem oldı var ümîdüm
Menzil-i maksûd pür âsîb râh-ı âzmûn
Kim ola vara vara cem’iyyetüm ziyâde
86
Herkes çağıl çağıl akan gözyaşlarımı seyretmeğe toplandı.
Bahrun müdâm onunçün sâhildedür kulağı
Gide gide topluluğumun artacağından umutlanıyorum.
Senin inciye benzeyen dişinin söznü her an işitmek istediği
(Cem’iyyet, topluluk düğün dernek yanında perişan karşıtı
için denizin kulağı her zaman sahildedir.
olarak da kullanılmış: şâir, perişanlıktan kurtulup, devlenip
toplanacağımdan umutluyum diyor)
Zülfi siyeh sanemler olmuş senün esîrün
Aşkunda her birinün öz zülfi boynı bağı
Geh gamzen içmek ister kanumı gâh çeşmün
Kara saçlı put gibi güzeller, senin esirin olmuş. Aşkında
Korhum budur ki nâ-geh kanlar ola arade
boyularının bağı her birinin kendi saçı.
Bazan yanbakışın, bazen da gözün kanımı içmek istiyor.
Korkuyorum ansızın aralarında kan çıkacak.
Ger müşa derse âşık ol bûy-i zülfe sâkî
Tünd olma bir kadeh ver ter eylesün dimâğı
Serverlik ister isen üftâdelik şi’âr et
Şarap sunan! Eğer âşık sevgilinin saçının kokusuna misk
Kim düşmedin ayağa çıhmadı başa bâde
kokusu derse kızma bir kadeh şarap ver de dimağını ıslatsın.
Efendi olmak istersen düşkünlüğü benimse. Şarap ayağa
düşmeden başa çıkmadı.
Devrân havâdisinden yoh bâkümüz Fuzûlî
(Ayak kadeh anlamında da kullanılır. Kadehe konduktan
Dârü’l emânumuzdur meyhâneler bucağı
sonra başa kadar yükselip içilir.)
Fuzûlî! Zamanın haberlerinden korkumuz yok. Meyhâne
köşeleri bizim sığınak yerimizdir.
Ger görmemek dilersen resm-i cefâ Fuzûlî
Olma vefâya tâlib dünyâ-yı bî-vefâde
GAZEL 35
Fuzûlî, celâ ve eziyet çekmek istemezsen bu vefâsız dünyâda
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
hiç kimseden vefâ bekleme.
Her gören ayb etdi âb-ı dîde-i giryânumı
Eyledüm tahkîk görmüş kimse yoh cânânumı
GAZEL 34
Ağlayan gözünden akanyaşları her gören ayıpladı. Araştırıp
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
öğrendim ki, ayıplayanlar içinde sevgilimi görmüş kimse
yok. (Beyitte sevgilinin güzelliğinden sözedilmiş. Gören olsa
şâire hak verip ayıplamayacaktı.)
Merhem koyup onarma sînemde kanlu dâğı
Söndürme öz elünle yandurduğun çerâğı
Göğsümdeki kanlı yarayı merhem koyup onarma. Kendi
Lâhza lâhza hûblar gördümki dil kasdındadur
elinle yaktığın mumu söndürme.
Pâre pâre eyledüm men hem dil-i sûzânumı
Zaman zaman gönlümü isteyen güzeller gördüm. Ben de
Uymış cünûna gönlüm ebrûna der meh-i nev
yanan gönlümü parça parça yapıp dağıttım.
Ne i’tibâr ana kim seçmez karadan ağı
(Gönlün parça parça olması kesrete düşmesi demektir.
Gönlüm deliliğe uymuş, kaşına yeni ay demiş. Onun sözüne
Mutasavvıflar gönlün bütün ve sağlam olmasını isterler.)
inanılır mı? Akı karadan seçemiyor.
Çoh yetürme göklere efgânum ey kâfir sahın
Kaddûn gamında servün sormağa zaf-ı hâlin
İncinür nâgeh Mesîhâ eşidüp efgânumı
Gülzârdan kesilmez ırmaklarun ayağı
Ey kâfir! Haykırışlarımı tâ göklere kadar ulaştırmaktan
Selvi ağacının senin boyunun üzüntüsüyle kötüleşen
sakın. Ahlanmın sesini ansızın Mesîh işitip incinecek.
durumunu sormak için ırmaklarının ayağı gül bahçesinden
(Hz. İsâ çarmıha gerildikten sonra bedeninden ayrılarak
kesilmez.
dördüncü göğe yükselmiştir.)
Dûr tek dişün sözini her dem işitmek ister
Kılma her sâ’at meni rüsvâ-yı halk ey berk-i âh
87
Eyleme rûşen şeb-i gam külbe-i ahzânumır
Âhımın şimşeği her an beni herkesin diline düşürüp rezil
Gamum pinhan dutardum men dediler yâre kıl rûşen
etme Acılar çekip oturduğum evimi ayrılık gecesinde
Desem ol bîvefâ bilmen inanır mı inanmaz mı
aydınlatma.
Ben gamımı gizli tutuyordum. Sevgiliye açıkla dediler.
(Kulbe-i ahzân. Hz. Yâkuub’un oğlu Yûsuf’un acısıyla
Bilmem acaba açıklasam o vefâsız sevgili inanır mı,
ağlayıp gözlerini kaybettiği evidir. Ayrılık gecesi karanlıktır.
inanmaz mı?
Fuzûlî hem karanlığı istiyor, hem de evinin sabahlara kadar
aydınlanıp halkın acı çektiğini görmesini istemiyor.)
Şeb-i hicran yanar cânum töker kan çeşm-i giryânum
Uyarur halkı efgânum kara bahtum uyanmaz mı
Çıhma ey dîvâne bâzâr-ı melâmetden deyu
Ayrılık gecesi canım yanar. Ağlayan gözlerim kanlı
Muttasıl çâk-ı girîbânum dutar dâmânumı
gözyaşları döker. Haykırıp bağırmam herkesi uyandırır da,
Yakamın yırtığı ‘’ey divâne bu ayıplanıp kınanma
uykuda olan kara bahtım hâlâ uyanmaz m?
pazarından çıkma’’diye sürekli eteğimi tutar.
(Aşk yüzünden perîşan, rezil olanlar ayıplanır, arkalarından
Gül-i ruhsâruna karşu gözümden kanlu ahar su
taşlanır. Delilere de taş atılır. Aşırı kederin işareti yakanın
Habîbüm fasl-ı güldür bu ahar sular bulunmaz mı
eteğe kadar yırtılmasıdır. Beyitte yaka yırtığının etekle
Yanağının kırmızı gülüne karşı gözyaşlarım da gözümden
birleştiği söylenmiş.)
kanlı akar. Sevgilim bu gül mevsimi ilkbahardır. Bu
mevsimde akarsular bulanık akmaz mı?
Hansı bütdür bilmezem îmânumı gâret kılan
Sende îmân yoh ki sen aldun diyem îmânumı
Değüldüm men sana mâ’il sen etdün aklumı zâ’il
Îmânımı yağmalayan hangi güzeldir bilmiyorum. Sevgilim,
Mana tâ’n eyleyen gâfil seni görgeç utanmaz mı
sende îmân, acıma yok ki, îmânımı sen aldın diyeyim.
Ben sana düşkün değildim. Benim aklımı başımdan sen
(Put kâfirdir ve yoktur. Sevgilinin tapılacak put gibi güzel ve
aldın. Beni ayıplayan kişi acaba seni görünce vebi
acımasız olduğu söylenmiş. Kâfirlerde acıma yoktur.)
ayıpladığına utanmayacak mı?
Ey Fuzûlî câne yetmişdür gönülden şükr kim
Fuzûli rind-i şeydâdur hemîşe halka rüsvâdur
Bağladum bir dilbere kurtardum andan cânumı
Sorun kim bu ne sevdâdur bu sevdâdan usanmaz mı
Fuzûlî! Bu gönülden canıma yetti artık. Allaha şükür
Fuzûli aşk yüzünden deli divâne olmuş bir rinddir. Her
gönlümü bir güzele bağlayıp ondan canımı kurtardım.
zaman dile düşmüş, halka rezil olmuştur. Sorun bakalım! Bu
ne biçim aşktır. Bu aşktan hâlâ usanmayacak mı?
GAZEL 36
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
Bâkî
i candan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı
GAZEL 1
Felekler yandı âhumdan murâdum şem’i yanmaz mı
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
Sevgili beni canımdan usandırdı, bana celâ etmekten
Nedür bu handeler bu işveler bu nâz u istiğnâ
usanmayacak mı? Çektiğim âhlardan gökkubbeleri yandı,
Nedür bu cilveler bu şiveler bu kaamet-i bâlâ
dileğimin mumu yanmaz mı?
Bu gülüşler, bu işler, bu naz ve bu umursamazlık nedir? Bu
kırıtmalar, bu edâlar. Bu uzun boy nedir böyle?
Kamu bîmânna cânân devâ-yı derdi ider ihsân
Niçün kılmaz mana derman meni bîmâr sanmaz mı
Nedür bu pîç pîç ü çîn çîn ü ham-be-ham kâkül
Sevgili bütün aşıklarının derdine bir çare bağışlar da benim
Nedür bu turralar bu halka halka zülf-i müşg-âsâ
derdime neden çare bulmaz? Yoksa benim onun aşkından
hasta olduğumu bilmez mi?
88
Bu kıvrım kıvrım, büklüm büklüm, bu kıvır kıvır kâkül nedir?
Bu alındaki perçemler, bu misk kokulu halka halka zülüfler
Mest ü medhûşam velî hâlî mey-i engûrdan
ne güzeldir.
La’l-i nâbun hâleti keyfiyyet-i müldür bana
Üzüm şarabını içmeden sarhoş ve kendimden geçmiş bir
Nedür bu ârız u hatt u nedür bu çeşm ü ebrûlar
haldeyim. Dudağının saf şarabının etkisi beni şarap içmiş
Nedür bu hâl-i Hindûlar nedür bu habbetü’s-sevd’a
gibi sarhoş ediyor.
Bu yanak ve üzerindeki tüyler, bu gözler, bu kaşlar ne kadar
güzel. Bu Hindli benler, bu kara tâne ne güzel böyle.
Hayder-i Kerrânyam meydân-ı nazmun Bâkîyâ
(Hindû: Hintli, şiirde zengî, Habeşî gibi kara anlamında
Nevk-i hâme Zülfikaar u tab’Düldül’dür bana
kullanılır.)
Ey Bâkî! Nazım sahasının Hz. Ali gibi üst üste saldıran
arslanıyım. Kalemimin ucu Zülfikaar, şâirlik yaradılışım
Miyânun rişte-i cân mı gümüş âyîne mi sînen
altımdaki Düldül’dür
Bünâgûşunla mengûşun gül ile jâledür gûyâ
(Hayder-i Kerrâr, Hz. Ali’nin lakaabıdır. Zülfikaar, iki
Belin can ipliği mi? Göğsün gümüşten ayna mı? Sanki
çatallı kılıcı: Düldül de bindiği katırdır. Her ikisi de Hz.
kulağının memesi gül, inci küpen de gülün üzerindeki çiğ
Ali’ye Hz. Muhammed tarafından armağan edilmiştir.)
tânesidir.
GAZEL 3
Vefâ ummaz cefâdan yüz çevirmez Bâkî âşıkdur
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
Niyâz etmek ana cânâ yaraşur sana istignâ
Ezelden şâh-ı aşkun bende-i fermânıyuz cânâ
Ey sevgili! Bâkî âşıktır; senden vefâ ummaz, cefâdan da yüz
Mahabbet mülkinün sultân-ı âlî-şânıyuz cânâ
çevirmez. Ona yalvarıp yakarmak, sana da umursamazlık
Ey sevgili! Biz ezelden beri aşk sultanının buyruklarının
yaraşır.
kulu, kölesiyiz. Bu yüzden de aşk ülkesinin anlı şanlı
sultanıyız.
GAZEL 2
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Sehâb-ı lütfun âbın teşne-dillerden diriğ etme
Gülsitân bezm-i şarâb u câm-ı mey güldür bana
Bu deştün bagrı yanmış lâle-i Nu’mân’ı yuz cânâ
Kulkul-i hulk-ı sürâhî savt-ı bülbüldür bana
Ey sevgili! İyilik bulutunun suyunu susamış gönüllerden
Benim için içki toplantısı gülbahçesi, şarap kadehi de gül
esirgeme. Biz bu aşk çölünün bağrı yanık lâlesiyiz.
yerine geçer. Sürahinin boğazındaki lıkırtı bana bülbül
(La’le-i nu’mân, Nu’mân adındaki bir hükümdarın
nağmesi gibi gelir.
yetiştirdiği, dağ şakâyıkı da denilen bir lale türüdür.
Yaprakları ateş kırmızısı, ortası karadır. Susuz yerlerde
yetişir. Bu yüzden bağrı yanmış denmiş.)
Ânzunda ol iki zülf-i girih-gîrün senün
Suya konmış iki garrâ tâze sünbüldür bana
Yanağın üzerindeki düğüm düğüm zülüf, bana suya konmuş
Zamâne bizde gevher sezdigiçün dil-hırâş eyler
iki tâze ve parlak sünbül demektir.
Anunçün bağrımuz hûndur ma’ârif kânıyuz cânâ
(Zülüf, şakaklarda, yanağın üzerine uzanan kıvrım kıvrım
Ey sevgili! Bu devrin insanları bizde cevher olduğunu
saçtır. Şiirde yanak suya, saç da şekli, kokusu ve rengi
sezdikleri için gönlümüzü tırmalayıp parçalarlar. Bilgi ve
bakımından sünbüle benzetilir.)
irfan mâdeni olduğumuz için bağrımız sürekli kan içindedir.
(Yâkut, elmas, zümrüt gibi değerli taşlar mâden
Seng-i bîdâdunla serde zahm-ı hûnînün ki var
ocaklarından toprak kazılarak çıkarılır. Burada daha çok
Gûşe-i destârda rengîn-karanfüldür bana
yâkut mâdeni anlatılmış.)
Senin acımasızca fırlattığın taşın kaşımda açtığı kanlı yara,
benim için sarığımın köşesinde kırmızı bir karanfildir sanki.
Mükedder kılmasun gerd-i küdûret çeşme-i cânı
89
Bilürsün âb-ı rûy-ı mülket-i Osmânîyüz cânâ
(Misk, Türkistan, Çin ve Huten’de yaşayan ceylanların
Ey sevgili! Bilirsin, biz Osmanlı ülkesinin yüzünün suyu,
göbeğinden çıkartılır.)
şanı, şerefi olan bir şâiriz. Bunun için tasa, üzüntü tozları
can pınarımızı bulandırmasın.
GAZEL 5
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Cihânı câm-ı nazmum şi’r-i Bâkî gibi devr eyler
Şöyle olmış câm-ı aşk-ı yârdan mest ü harâb
Bu bezmün şimdi biz de Câmî-i devrânıyuz cânâ
Kendüsin dîvârdan dîvâra urmış âfitâb
Şiirimin herkesi kendinden geçiren kadehi, Bâkî’nin şiiri
Güneş, sevgilinin aşkının kadehinden öylesine kendinden
gibi dünyâyı dolaşır. Ey sevgili: şimdi biz de bu toplulukta
geçmiş ki, kendini duvardan duvara vuruyor.
devrin Câmi’siyiz.
Nâfe kıldı zülf-ı müşgînün görüp ser-ber-zemîn
GAZEL 4
Ayagun toprağına miskinlik etdi müşg-i nâb
Fâ’ilâtün/mefâ’îlün/fe’îlün
Misk senin mis gibi kokan saçlarını görünce başını eğdi. Saf
Arızun âb-ı nâbdur gûyâ
misk ayağının toprağında miskinlik edip kaldı.
Zekânun bir habâbdur gûyâ
(Beyitte saçın mis kokusu ve yere kadar uzadığı söylenmiş.
Yanağın sanki saf sudur. Çenen de suyun üzerindeki
Miskin sözü, zavallı, tenbel, beceriksiz anlamları yanında
kabarcıklardır sanki.
mis kokusu saçtı anlamlarında da kullanılmış.)
Dilde envâr-ı mihr-i ruhsârun
Tokınupdur bâde-i gülgûna çeşm-i rûzgâr
Âbda mâhitâbdur gûyâ
Sâgar üzre sanmanuz peydâ olur yer yer habâb
Güneş gibi parlak yanağından gönlüme vuran ışıklar sanki
Kadehin üzerinde yer yer kabarcıklar görünüyor sanmayın!
ayın suda yansıyan ışıklarına benzer.
Gül renkli şaraba rüzgârın gözü değmiş.
(Hava kabarcıkları gözlere benzetilmiş. Göz değince insan
Bezm-i gamda dü-çeşm-i pür-hûnum
hastalanır ve vücudunda yaralar açılır, hattâ nazar insanı
İki şîşe şarâbdur gûyâ
öldürür. Ruzgâr sözü, devir, zaman ve yel anlamlarında; yel
Gam toplantısında kanlı gözyaşları döken iki gözüm, tıpkı
esince suda dalgalar, köpükler, kabarcıklar olur.)
iki şişe şaraba benzer.
Şahne-i devrân nola çekse çevürse dembedem
Nakş-ı hüsn-i hatunla safha-i dil
İki kanludur anılmış bâde-i nâb u kebâb
Bir musavver kitâbdur gûyâ
Kırmızı şarapla kebap tanınmış iki katildir. Devrân zâbıtası
Yüzündeki tüylerin güzel şekillerinin yazıldığı gönlümün
onları zaman zaman çekip çevirip yola getirse şaşılır mı?
sahifesi sanki resimli bir kitaptır.
(Şarap ve et kırmızı ve kanlı oldukları için katile benzetilmiş.
Saf şarap süzülüp çekilerek yapılır, kebap da çevrilir.)
Tutdı mihri cihânı ol mâhun
Pertev-i âfitâbdur gûyâ
Derd-i aşkun âşık-ı miskini âhır öldürür
O ay yüzlü güzelin sevgisinin parlaklığı, tıpkı güneşin
Mestlik pâyâne yetse erişür elbette hâb
parlaklığı gibi bütün cihânı kapladı.
Sarhoşluk son sınırına varınca uykunun geldiği gibi, senin
aşkının hastalığı da zavallı âşığı sonunda öldürür.
Bâkîyâ hâl-i anberîni anun
Nâfe-i müşg-i nâbdur gûyâ
Bâkî’ye senden ferâgat verdi ey gerdûn-ı dûn
Ey Bâkî, o sevgilinin anber kokan beni, sanki saf misk
Südde-i devlet me’âb-ı pâdişâh-ı kâmyâb
kokusu dağıtan âhûların göbeğine benzer.
Ey alçak felek! Mutlu pâdişâhın devletinin eşiği Bâkî’yi
senden vazgeçirip uzaklaştırdı.
90
GAZEL 6
Sana Gây-ı hırâm ey nahl-i bâlâ gülşen-i cândur
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Nesîm-i nevbahârî gibi gel sahn-ı çemenden geç
Lâle hadler kaldılar gül-geşt-i sahrâ semt semt
Ey boylu boslu güzel! Senin dolaşabileceğin yer canın gül
Bâg u râgı gezdiler idüp temâşâ semt semt
bahçesidir. Gel, ilkbahar yeli gibi yeşillik alanında
Lale gibi al yanaklı güzeller kırın her yönünü dolaşıp çiçek
dolaşmaktan vazgeç.
seyrine çıktılar. Her yanı seyrederek bahçeyi, çimenliği
Neden bu menzil-i hâkîde ârâm ihtiyâr etmek
gezdiler.
Senün cândur yerün ey fîr-i dilber bedenden geç
Âşık-ı dîdâr-ı pâkündür meğer kim cûylar
Ey sevgilinin yanbakış oku! Bu aşağılık toprak yerde
Cüst ü cû eyler seni ey serv-i bâlâ semt semt
kalmayı istemek niye? Vücûdundan geç, senin yerin candır.
Ey selvi ağacı gibi uzun boylu sevgili! Akarsular herhalde
senin temiz yüzüne âşık olmuşlar ki her yerde seni anıyorlar.
Bu bâzâr içre düşmez dâne-i eşküm gibi gevher
Gel ey cân riştesi şimden gerü dürr-i Aden'den geç
Leşger-i gam geldi dil şehrine kondı cevk cevk
Bu aşk pazarında gözyaşlarımın tanesi gibi bir inci
Kopdı yer yer fitne vü âşûb u gavgâ semt semt
bulunmaz. Ey canımın ipliği olan sevgilim, gel. Aden
Gam askeri gelip bölük bölük günül şehrinde konakladı,
incisinden vazgeç!
yerleşti. Her yanda karışıklık her mahallede kavga gürültü
Kemend-i zülfi ey Bakî sana çok bend geçmişdür
çıktı.
Velî sen gamze-i hûn-rîzi cevrin gör geçenden geç
Giryeden cûy-ı sirişküm sû-be-sû oldı revân
Bâkî! Sevgilinin saçını kemendi seni üst üste bağlamıştır.
Yine kulzûm gibi cûş etdi bu deryâ semt semt
Ama, sen kan döken yanbakışının cefasını gör de delip
Ağlamaktan gözyaşımın ırmağı her yana aktı. Bu gözyaşı
geçenden vazgeç.
deryası yine ummân gibi hert taraftan coştu.
GAZEL 8
Bir kadem bas lûtf ile gel gülşene ey serv-kad
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
Bileler eksikliğin her serv-i bâlâ semt semt
Pür olup devr idicek meclis-i mestânı kadeh
Ey selvi boylu sevgili! Lütfedip gül bahçesine gelip bir ayak
Çarh olur halka-i rindân meh-i tâbânı kadeh
bas da bütün uzun boylu selvi ağaçları her yanda
Kadeh dolup da sarhoşlar toplantısını dolaşmağa
eksikliklerini anlasınlar.
başlayınca, çepçevre oturan rindlerin halkası gökyüzü,
kadeh de onun parlak ayına benzer.
Şi’r-i Bâkî seb’a-i iklime oldukça revân
Okunursa yiridür bu nazm-ı garrâ semt semt
Felek-i işrete bir ahter-i ferhunde iken
Bâkî’nin şiiri yedi iklime su gibi akıp yayılmıştır. Bu parlak,
Yine Mirrîh-sıfat turma döker kanı kadeh
güzel şiir her tarafta okunsa yeridir.
Kadeh içki ve eğlence göğünün uğurlu bir yıldızı iken, yine
de Merih yıldızı gibi durmadan kan döker.
GAZEL 7
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
Me x mey ki nedenlerle hisâr olmışdur
Gel ey an halka-i müşgîn-i zülf-i pür-şikenden geç
Şehr-i işretdür anun âfet-i devrânı kadeh
Düşersin dâm-ı tezvîre reh-i mekr ü fitenden geç
Kale bedenleri gibi, insan bedenleriyle çepçevre bir hisar
Gönül, gel sevgilinin kıvrım kıvrım, mis gibi kokan
hâlindeki içki toplantısı, bir içki ve eğlence şehridir. Bu
saçlarının halkasından vazgeç. Bu hîle ve karışıklık yolunu
şehrin en tanınmış güzeli de kadehtir.
bırak, sonra yalan dolan tuzağına düşersin.
91
Devr-i meclis safâ câmi'inün çenberidür
Âb-ı rengîn ile kandîl-i fürûzânı kadeh
GAZEL 10
Toplantının halkası saflık câmi'inin çenberidir. Kadeh ise
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
içindeki renkli su ile o câmi'in çenberine asılmış parlak
Kıldı âfâkı münevver tal'at-ı rahşân-ı ıyd
kandilidir.
Halka dibâlar geyürdi mâh-ı nûr-efşân-ı ıyd
Bayramın parlak yüzü ufukları aydınlattı. Bayramın nurlar
Yaraşur halka-i rindâna desem ey Bâkî
saçan ayı halka değerli ipek kumaşlardan giysiler giydirdi.
Hâtem-i Cem'dür anun lâl-i Bedahşân'ı kadeh
Câme-i dîbâyıla tâvus-ı zerrîn-bâldür
Ey Bâkî! İçki toplantısındaki rindlerin halkası Cem'in
Dil-rübâ kim eyler ol reftâr ile cevlân-ı ıyd
yüzüğüdür onun üstündeki Bedahşân yâkutu da kadehtir
Sevgili, ipekli giysisiyle altın kanatlı bir tâvus kuşuna
desem yaraşır.
benzer; o güzel yürüyüşüyle bayram gezmesine çıkmış.
GAZEL 9
Ayagun tozıyla vezn etmez birin ehl-i nazar
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
Toptolu Yûsuf-likâlarla bu gün mîzân-ı ıyd
Etdi şikâr gönlümi bir şûh-ı şeh-levend
Doğru görüşlüler bugün bayram tahtaravallisini dolduran
Müjgânı fır ü kaşı kemân turrası kemend
Yûsuf'a benzer güzel yüzlülerden hiçbirini senin ayağının
Kirpikleri ok, kaşı yay, saçı kement gibi, boylu boslu şen,
tozuyla bir tutmaz.
oynak bir güzel gönlümü avladı.
Salınur her Şâh-ı gül nâzük-nihâl-i ergavârı
Telh-i şarâb-ı gussa-i devrânı def eder
Bâg-ı cennetden nişân verdi bahâristân-ı ıyd
Şîrîn lebün dehânuma alsam niteki kand
Her gül dalıyla ince erguvan fidanı salınmağa başlayınca
Tatlı dudağını şeker gibi ağzıma alsam, zamanın gam, keder
bayram bahçesi cennet bahçesine döndü.
veren şarabının acılığını yok eder.
Sâkıyâ ntl-ı girân eksük gerekmez aradan
Bâzârlarda başladı nahli tonatmağa
Yahşı ağırlanmak ister hâsılı mihmân-ı ıyd
Dil bağlayalı kaamet-i zîbâna nahl-bend
Ey sâkî! Kocaman kadehlerin aradan hiç eksik olmaması
Nalbend süslü boyuna gönül vereliden beri, pazarlarda
gerekir. Kısacası bayram konukları iyi ağırlanmak isterler.
fidanları donatıp süslemeğe başladı.
Şimdi fîg-i cevr ile öldürme kurbân olduğum
Bu cism-i zerd ü zâr u nizâr ile nice bir
Iyd-ı edhâ geldüğinde idesin kurbân-ı ıyd
Yanam firâkun âteşine nitekim sipend
Kurbân olduğum sevgilim, şimdi beni cevr ve celâ kılıcıyla
Bu sapsan, zayıf, kupkuru vucûdumla senin ayrılık ateşine
öldürme. Kurbân bayramı geldiğinde kurbân edersin.
üzerlik tohumu gibi daha ne kadar yanacağım?
Âşıka ihsân ise maksûd elünde dôstum
Her dûna şâh-ı gül gibi meyl etme dôstum
Dest-bûsundur muhassal Bâkî ye ihsân-ı ıyd
Düşmez giyâha hemser ola serv-i ser-bülend
Sevgilim! Amacın âşığa iyilik etmekse, bu senin elinde.
Sevgilim! Her alçağa gül dalı gibi eğilme. Başı yukarıda
Sözün kısası, Bâkî ye bayram armağanı, elini öptürmendir.
olan selvinin bir küçük otla kafadar olması yakışık almaz.
GAZEL 11
A'dâ yanunda hurrem u handân u şâdmân
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Bâkî gamunda zâr u dil-efgâr u derd-mend
Lâleler bezm-i çemende câm-ı işret gösterür
Düşmanlar, senin yanında neşeli, sevinçli ve mutlu. Bâkî ise
Devletinde husrev-i gül ayşa ruhsat gösterür.
senin gamınla dertli, gönlü yaralı ve ağlayıp inlemede.
92
Gül sultânı devletinde yiyip içmeğe, eğlenmeğe izin verince,
Bu devâsız derdi gönlüm hep senin kapında kazandı. Yaralı
lâleler çimenlik toplantısında içki kadehioldular.
gönlümün nasıl bir onulmaz derde tutulduğunu görüp
anlasınlar.
Mevsim-i gül ıyd ile yâr u musâhib düşdiler
Birbirine iki dilberdür muhabbet gösterür
Açıldı dâglar sînemde çâk etdüm girîbânum
Gül mevsimi bayramla sanki birbirine sevgi gösteren iki
Mahabbet gülşeninde açılan ezhân görsünler.
sevgili gibi dost ve arkadaş oldular.
Göğsümde yaralar açıldı. Sevgi gülbahçesinde açılan
narççeklerini herkes görsün diye yakama parçalayıp açtım.
Iydgehde varalum dolâba dilber seyrine
Görelüm âyîne-i devrân ne sûret gösterür
Ten-i zârumda pehlûm üstü hânı sayılur bir bir
Bayram yerinde güzelleri seyretmek için dönme dolaba
Beni seyr etmeyen ahbâb mûsîkân görsünler.
gidelim. Bakalım tâlihimiz dolap döndükçe bize ne yüzler
Bu zayıf, dermansız vücûdumda böğrümün kemikleri bir bir
gösterecek, ne biçim maceralar yaşatacak.
sayılır. Beni bu hâlimle görmeyen dostlarımı mıskâl âletine
baksınlar beni görmüş gibi olurlar. (Mûsîkâl, adını rüzgar
Kaddüne kul olmağa gelmiş dizilmiş karşuna
estikçe gagasının deliliklerinden nağmeler çıkan efsanevi bir
Servler turmış çemen sahnında kaamet gösterür.
kuştan almış bir mûsîkî âletidir. Değişik boydaki boğumlu
Selvi ağaçları senin uzun boyuna kul olmak için çimenlik
kamışların yan yana birleştirilmesi ile yapılmıştır. Üflenince
alanına gelmiş, karşına dizilmiş, boylarını gösteriyorlar.
her biri ayrı perdeden ses verir. Türkçede Arapça adı ile
mıskâl denir.)
Âşıkı bî-sabr u ârâm eyleyüp seyyâh eder.
Memleket seyir etdürür aşkun vilâyet gösterür.
Güzeller mihribân olmaz demek yanlışdur ey Bâkî
Senin aşkın âşıkları sabırsız bir yerde duramaz hâle getirip
Olur vallâhi billâhi hemân yalvan görsünler.
yollara düşürür. Böylece başıboş nice ülkeler dolaştırır
Ey Bâkî! Güzeller sevgi, merhamet göstermezler, demek
neşehirler gösterir.
yanlıştır. Âşıklar biraz yalvanversinler vallahi de billahi de
gösterirler.
Bîsütûn-ı gamda Bâkî seng-i mihnet kesmede
Şöyle üstâd oldi kim Ferhâd’a san’at gösterür.
GAZEL13
Bâkî senin gamının Bîsütün dağında acı, üzüntü taşlarını
Müstef’ilün Müstef’ilün Müstef’ilün Müstef’ilü
parçalamakta öyle usta oldu ki, Ferhad’a bile sanat
Âb-ı hayât-ı la’lüne ser-çeşme-i cân teşnedür
öğretmeğe başladı.
Sun cür’a-i câm-ı lebün kim âb-ı hayvân teşnedür
Dudağının hayat vericiliğine can pınarı susamıştır.
GAZEL 12
Dudağının o âb-ı hayvânın bile susadığı kadehinden bir
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
yudumsun.
Açıl bâgun gül ü nesrîni olruhsân görsünler
Salın serv ü sanavber şîve-i reftân görsünler
Cân la’lin eyler arzû yâr içmek ister kanumı
Sevgilim! Yüzünü aç da bahçenin gülü nesrini o yanağı
Yâ Rab ne vâdîdür bu kim cân teşne cânân teşnedür.
görsünler. Salınarak bir yürü de selvi ve çam ağaçlarıo
Canım sevgilinin kırmızı dudağını ister; sevgilide benim
yürüyüşteki edâyı, güzelliği görsünler.
kanımı içmek istiyor. Tanrım, bu aşk vâdîsi nasıl bir yerdir
ki orada âşık sevgilide susuzdur. (Vâdî kelimesi tarz, uslüb,
Kapunda hâsıl itdi bu devâsuz derdi hep gönlüm
şekil, yol anlamlarında da kullanılır. Bâkî ‘nin şaşırarak
Ne derde mübtelâ oldı dil-i bîmân görsünler.
sorduğu soruda vâdî kelimesini kullanması şundandır:
susuzluk çölde olur vâdîde susuzluk olmaz. Bütün sular
93
vâdîlerden akar. Suyun bu kadar bol olduğu yerde bu
Bu zayıf, ağlayan gönlüm senin elinden çok dertler çekti.
susuzluk niye diye şaşırıyor.)
Ney gibi ağlayıp inlese şaşılır mı? Şimdi ağlayıp yakınmanın
zamanıdır. (Zâr sözü, zayıf ve ağlayıp inleme; çeng, eğri
Âb-ı zülâl-i vasluna muhtâc tenhâ dil degül
büğrü, çengel pençe ve çalgı anlamındadır. Çeng şiirde iki
Hâk üzre kalmış huşk-leb deryâ-yı ummân teşnedür.
büklüm olmuş, durmadan gözyaşı döken bir aşıga benzetilir;
Ey sevgili! Sana kavuşmanın hayat veren suyuna muhtaç
telleri gözyaşlarıdır. Çeng ve ney sesi, üzüntü ve kederden
olan yalnız gönül değil ki, ona, sâhilde toprak üzerinde
ağlayıp inlemenin ve yakınmanın simgesidir.)
dudakları kupkuru kalmış açık deniz bile susamıştır. (Suyun
susaması, ilk bakışta anlamsız görünüyor. Denizin susaması,
Yâr ise mahrem-i agyâr gönül hemdem-i zâr
suyunun tuzlu olmasından ve toprağın sâhilde suyu içip
Gözlerüm kan akıdursa nola gayret demidür
susuz bırakmasındandır. Deniz kıyısına leb-i deryâ denir.
Sevgili düşmanlarla birlikteyse gönül de ağlayanların
Sâhildeki köpüklerde kuruyan dudağın tuzdan beyazlamasını
dostudur. Gözlerim kan akıtırsa ne çıkar? Tam kıskanılacak
andırır. Beyitte denizin sâhile vurması sevgiliye kavuşmak
zamandır. (Gayret, aslına nâmus ve şerefe dokunacak
için, dudakları kurumuş bir halde karalara çıkmak istediği
şeylerden kaçma, kıskanma anlamlarındadır. Çalışıp
şekilde yorumlanmış.)
çabalama, uğraşma, didinme anlamlarınada gelir. Beyitte
bu anlamların tümü düşünülebilir.)
Bezm-i gamında cân ü dil yandı yakıldı sâkıyâ
Depret elün sür ayagı meclisde yârân teşnedür.
Aşkunı saklar idüm sînede ammâ şimdi
Ey sâki! Sevgilinin gamının çekildiği toplantıda can ve
Âh edersem beni ayb eyleme fürkat demidür
gönül yandı yakıldı, şikâyet ettiler. Elini kımıldat, ayağını
Aşkını canımda saklar, kimselere söylemezdim. Ama şimdi
yürüt, şarap sun: toplantıdaki dostlar pek susadılar.
ayrılık zamanı; âh edip haykırırsam beni ayıplama.
Cânâ zülâl-i vaslunı agyâr umar uşşâk umar
Mihneti dil ser-i zülfinde çeker ey Bâkî
Âb-ı sehâb-ı rahmete kâfir müselmân teşnedür
Kâfiristâna düşen kimsede mihnet demidür
Ey sevgili! Sana kavuşmanın saf, lezzetli suyunu aşıklar da
Bâkî! Gönül acıyı sevgilinin saçlarının ucunda çeker. Kâfir
yabancılar da umar, beklerler. Tanrının rahmet bulutunun
ülkesine düşen kimse için bu, üzüntü ve keder çekme
suyuna kafirler de müslümanlar da susamışlardır.
zamanıdır. (Saç kara ve bu yüzden kâfirdir. Gönül da saça
tutkun ve hep saçın ucuna asılı, ilmeklerinin tuzağına
Giryân o Leylî-veş n’ola sahrâya salsa Bâkî’yi
tutulmuş, kemendine bağlanmıştır. Kâfir iline düşen veyâ
Mecnûn’un âb-ı çeşmine hâk-i beyâbân teşnedür
kâfire tutsak olan müslümânın sıkıntı ve acı çekmesi de
O Leylâ’ya benzeyen güzel Bâkî’yi ağlaya ağlaya çöllere
tabiidir.)
salsa şaşılır mı? Mecnûnun gözyaşlarına çölün toprağı
susamıştır.
GAZEL 15
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
GAZEL 14
Kaddün katında kaamet-i şimşâd pest olur
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
Zülfün yanında revnak-ı sünbül şikest olur
Dem-i subh erdi getür bâdeyi sohbet demidür
Boyunun karşısında şimşir ağacının boyu alçalır. Sünbülün
Mey-i nâb ile pür et sâgan işret demidür
canlılığı ve parlaklılığı senin saçının yanında donuk kalır.
Sabah oldu: sohbet zamânıdır; şarabı getir. Kadehi saf
(Sevgilinin boyu uzun ve düzgün saçlarının yanında şimşâda
şarapla doldur; yiyip içmenin zamanıdır.
da benzetilir. Aslında şimşir kısa, bodur ve dallı budaklı bir
ağaçtır. Beyitte bu gerçekte söylenmiş.)
Çok belâ çekdi senün çeng-i gamunda dil-i zâr
Nây-veş nâleler eylerse şikâyet demidür
Tâb-ı ruhunda la’lün anan aklın aldurur
94
Şevk ile bâde içse kişi katı mest olur
Yâkut renkli dudağınla yanağının parlaklığını düşünen
Gülşende basdı jâleleri kara bağrına
aklını yitirir. İnsan hevesle içki içtiğinde daha çok sarhoş
Erdi sâfaya lâle-i hûnîn-piyâleler
olur. (Şevk sözü arzu, heves, harâret, gayret, aşk gibi pek
cok mânâlarda kullanılır. Beyitte bu mânâların çoğu
Kanlı kadehe benzeyen lâleler, gülbahçesinde çiğ tanelerini
düşünülmüştür.)
kara bağırlarına bastırıp zevke, eğlenceye giriştiler.
(Gelinciğin ortasındaki tohumlar karadır. Bu yüzden kötü
Reftâre gelse kaamet-i ar’ar hırâm ile
niyetli anlamında “kara bağırlı” denmiş. Çiğ tanesi donmuş
Bâlâ-yı yâre serv-i çemen zîr-dest olur
sudur. Bağrı yanık laleler suya kavuşunca serinleyip
Dağ selvisi boyunu gösterip yürümeğe kalksa, çimenliğin
ferahlıyorlar. Safâ aynı zamanda saflık ve temizlik demektir.
selvi ağacı sevgilinin yüksekliği karşısında, elinin altında,
Su da temizliğin simgesidir.)
buyruğuna uyan kul olur.
Oldı çemende bâliş-i gonca kenâr-ı hâr
Zinhâr eline âyine virmen o kâfirün
Murg-ı seher ederse nola âhu nâleler
Zîrâ görince sûretini büt-perest olur
Çimenlikte goncanın yastığı dikenin kucağına düştü.
O kâfirin eline sakın ayna vermeyin. Çünkü yüzünü görünce
Sabahın kuşu olan bülbül âh edip inlese ne çıkar?
putperest olur, tapınmaya başlar.
Şâh-ı gül ü nihâl-i semen biri birinün
Bâkî çeker mi bâde-i minnetin
Erdi o dem ki kolını boynına salalar
Her kim ki mest-i cür’a-i câm-ı Elest olur
Öyle bir an geldi ki. Gül dalıyla yâsemin fidanı kollarıyla
(Bâkî! Elest toplantısında sunulan kadehin bir yudumuyla
birbirinin boynuna sarılıyorlar.
kendinden geçen, hiç üzüm şarabının minnetini çeker mi?
(Bu, Bâkî’nin çok az görülen tasavvufî beyitlerinden biridir.
Bâkî bu demde hayf ola ehl-i mezâk eğer
Ezel toplantısında içilen şarap ilahi aşk şarabıdır ve
Künc-i belâ vü gûşe-i mihnetde kalalar
sarhoşluğu kıyâmete kadar sürer. Bâkî sözü hem mahlas
Bâkî! Eğer zevketmesini bilenler böyle bir zamanda keder ve
olarak hem de sonsuza kadar anlamında kullanmıştır.)
üzüntü kösesinde oturup kalırlarsa yazık olur
GAZEL 16
GAZEL 17
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün
Cünd-i şitâyı taşa tutup yine jâleler
Cânâne cefâ kılsa nola câne safâdur
Kasd etdiler ki mülket-i gülzân alalar
Agyâr elemin çekdüğümüz ya ne belâdur
Çığ daneleri yine kış askerini taşa tutup gül bahçesi ülkesini
almağa niyetlendiler.
Sevgilim bana eziyet etse de ne çıkar; canıma eğlence gelir
bu. Ya başımıza belâ olan bu düşmanlardan çekdiğimiz
üzüntülere ne demeli?
Sahn-ı çemende şöyle kırıldı zücâc-ı yah
Seng-i felâhan urdı meger ana lâleler
Gelincikler sanki sapantaşı vurmuşlar gibi. Bahçedeki bütün
Her tâc olınmaz fakr u fenâ şâhına ser-tâc
buzların camları kırılıp paramparça oldu.
Terk ehlinün ey hâce biraz başı kabadır
Her tâç, fakirlik ve fânîlik ve sultânına baş-tacı olamaz. Ey
Çözdi çemende turaların sünbül-i tarî
hoca, bu yüzden dünyâdan ilişkisini kesenlerin başı biraz
Gûyâ tagıtdı mûyını müşgîn-külâleler
çıplaktır.
Sanki mis kokulu kıvırcık saçlar tellerini dağıtmış gibi. Taze
sünbül çimenlikte kâküllerini çözüp dağıttı.
İzün tozına sürdi yüzin âyine-veş dil
95
Maksûd benüm pâdişehüm kesb-i safâdur
Gönül, ayağının izinin tozunu ayna gibi yüzüne sürdü.
Kapının eşiği Mescid-i Aksâ’ya eştir. Yüzün kıbleye, kaşın
Sultânım! onun amacı neşelenmek, mutlu olmaktır. (Sâfa
mihrâba benzer.
kelimesi aynı zamanda saflık, temizlik anlamında kullanılır.
Eski mâden aynalar toprakla oğulup parlatılırdı. Gönül
Ser-i zülf-i siyeh-kârun şeb-i târ
aynaya benzetilmiş. Onunn da saf ve temiz olması istenir.)
İzârun pertev-i mehtâba benzer
Günahkâr saçlarının ucu tıpkı karanlık gece. Yanağın ise
mehtâbın parlaklığını andırır.
Aşk ehline şol câmı sunar sâki-i la’lün
Kim akla cilâ kalbe safâ rûha gıdâdur
Dudağının içki dağıtıcısı âşıklara öyle bir kadeh sunar ki,
Cihân efsânedür aldanma Bâkî
akla cilâ. Kalbe mutluluk verir, rûhu besler.
Gam u şâdî hayâl-i hâba benzer
Bâkî, aldanma, dünyâ asılsız bir efsânedir. Üzüntü de
sevinçte uykudaki ruyâya benzer.
Hep derd ü belâdur güzelüm aşk u muhabbet
Âlemde hemân mihr ü vefâ hüsn-i edâdur
Güzelim! Sevgi ve aşk hep dert ve belâdır. Dünyâda
GAZEL 19
güzellere yakışan tavır güzelliği ise âşıka sevgi ve bağlılık
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
göstermektir.
Her kaçan gönlüme fikr-i ânz-ı dilber düşer
Gûyıyâ mir’âta aks-i pertev-i hâver düşer
Sâkî mey-i Bâkî’yi getür bezme safâ ver
Ne zaman gönlüm sevgilinin yanağına düşünse sanki
Çün kâr-ı cihân âkıbetü’l-emr fenâdur
güneşin parlaklığının aksi aynaya düşmüş gibi olur.
Ey içki sunucu! Bâkî’nin içkisini getir, toplantıyı neşelendir.
Çünkü dünyânın işi sonunda yokolup gitmektir.
Ger ölürsem hasret-i kaddine ol servün beni
Bir yere defn eylenüz kim sâye-i ar’ar düşer
Vallâhi gazel söylemeden çokdan usandım
Eğer o selvi boylu güzelin boynunu görmek özlemiyle
Maksûd hemân hâside bir pâre ezâdur
ölürsem beni ardıç ağacının gölgesinin düştüğü bir yere
Vallâhi, gazel söylemekten usandım. Hâlâ gazel
gömün.
söylemekteki amacım; yalnızca kıskançlara biraz eziyet
Tan mı gam öldürse meydân-ı melâmetde beni
etmektir.
Bu neberd-i aşkdur anca dilâverler düşer
GAZEL 18
Bu ayıplanma rüsvâlık alanında üzüntü keder beni öldürse
Mefâilun/mefâilun/fe’ûlun
şaşılır mı? Bu aşk savaşıdır. Bu alanda nice şehitler düşer
Ruhun berg-i gül-i sîrâba benzer
kalır.
Leb-i la’lün şarâb-ı nâba benzer
Yanağın tâze gül yaprağına benzer. Yâkut gibi kırmızı
Anun içün vanmazın kûyına giryân olup
dudağında saf şaraba benzer
Hâk-i râhun korkaram cânâ gözümden ter düşer
Sevgilim kapına ağlaya ağlaya gelemem. Çünk yolunun
toprağı gözümden akan yaşlarla ıslanır diye korkarım
Furûg-ı dâg-ı aşkun sînem üzre
Şu’â’-i mihr-i âlem-tâba benzer
Aşkının göğsümün üstünde açtığı yanık yaralarının parıltısı,
Ârız u ruhsârun ı vasf etse Bâkî her kaçan
dünyâyı aydınlatan güneşin ışıkları gibidir.
Şi’ri ey gül-çehre anun böyle rengîn-ter düşer
Ey gül yüzlü sevgilim! Bâkî ne zaman yanaklarını öğerek
anlatsa onun şiiri işte böyle renkli ve parlak olur.
Eşigin Mescid-i Aksâ’ya mânend
Yüzün kıble kaşun mihrâba benzer
96
GAZEL 20
Tenin pâlde-i ter gibi degsen bir zamân ditrer
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
Gönül bir ince biçimli boylu güzelin kavuşma sofrayı
Bin mübtelâyı mihnet ile her dem öldürür
özlemekten öyle zayıfladı ki, değsen vûcudu tâze pelte gibi
Dilber mülâyim olmayıcak âdem öldürür
bir zaman titreyip durur.
Güzel yumuşak yaradılışlı olmazsa insanı öldürür. Her an
üzüntüsüyle binlerce tutkununu öldürür
Kamer camı bu eyvân üzre dâ'im sunduğu bu kim
Sadâ-yı tôp-ı âhumdan zemin ü âsmân ditrer
Genc-i visâl tâlibini ejdehâ-sıfat
Ay kadehinin bir kubbe üstünde durmadan kırılmasının
Ol halka halka zülf-i ham-ender-ham öldürür.
nedeni âhımın topunun gürültüsünden yerin ve göğün
Kavuşma hazinesini ele geçirmek isteyeni, hâzineleri
titremesidir.
bekleyen ejderhâlar gibi o halka halka kıvrım kıvrım saç
öldürür. (Hazineleri sihirli yılanlar, yedi başlı ve
Şu mâhî gibi kim hâk üzre düşmiş sudan ayrılmış
ağızlarından ateş saçan ejderhâlar bekler. Yuz hazînesini
Zülâl-i âg-i dilberden cüdâ cismümde cân ditrer
bekleyen de kara yılana benzeyen kıvrım kıvrım saçlardır.)
Sevgilinin bakışı kılıcının saf suyundan uzak kalan canım
tıpkı sudan çıkıp toprağa düşümüş balık gibi vücûdumda
çırpınır durur.
Çeşmün şu resme âşıkı gamzenle katl eder
Bir nâtuvânı tîg ile san Rüstem öldürür.
Rüstem güçsüz bir zavallıyı kılıçla nasıl öldürürse gözün de
Mey-i dûşineden Bâkî yine mahmûra benzersin
âşıkları yanbakışının kıcıyla öyle öldürür. (Şehnâme’nin
Elünde tutmayup câmı şarâb-ı ergavân ditrer
başlıca kahramanım Rüstem çok kan dökücüdür. Aslanlar
Bâkî, dün geceki içkiden yine mahmûr olmuşa benzersin;
filler ejderhâlarla savaşır. Altmış batmanlık gurzunu ve ağır
elindeki erguvan renkli şarap kadehi durmadan titriyor
kılıcını sallayınca binlerce düşmanı öldürür.)
GAZEL 22
Tursun yerinde gamze-i hûnrîz-i cân-sîtân
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
Başdan belâlu âşıkı ol, perçem öldürür
İşigün hâkine ser-çeşme-i hayvân derler
Sevgilinin o canlar alan kandökücü yanbakış kılıcı yerinde
Kapuna matla-ı hûrşîd-i dırahşân derler
dursun. O kıvrım kıvrım saç başı belâlı âşıkı öldürmeğe
Eşiğinin toprağına ölümsüzlük suyunun pınarı derler.
yeter.
Parlak güneşin senin kapıdan doğduğunu söylerler.
Bâkî peleng-i kûh-ı gamun pençesindedür
Zülfünün dest-resin tuydı meğer ruhlaruna
Lûtfun meded yetişmez ise bir dem öldürür
Bağda sünbülün ahvâli perîşân derler
Bâkî gam dağının kaplanın pençesine düşmüştür. Eğer
Saçının yanaklanna el uzattığını duyunca bahçede sünbülün
iyiliğin yardımına yetişmezse bir anda öldürecek onu.
hâlinin kıskançlıktan perişân olduğunu söylüyorlar.
GAZEL21
Hançer-i gamze-i hû-rîzüne fig-i Hayder
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
Safha-i ânzuna Mushaf-ı Osmân derler
Eser âhum yeli kûyunda cism-i nâtüvân ditrer
Bakışının kan döken hançerine Hz Ali'nin kılıcı. yanağının
Çemen sahnında gûyâ bâddan berg-i hazân ditrer
sahîfelerine, Hz. Osmân'ın Mushaf'ı diyorlar.
Çimenlikte esen rüzgarda sonbaharın kurumuş yaprakları
nasıl titrerse, senin olduğun yerde ahımın yeli esince bu
Kimlerün rûşen eder menzilin âyâ bilsem
mecalsiz vücudun öyle titrer.
Geceler seyre çıkar ol meh-i tâbân derler
Gönül bir nâzük-endâmun visâli hânın özler kim
97
O yüzü parlak aya benziyen sevgili. geceleri dolaşmağa
Dil zevrakını lücce-i gamdan hevâ-yı aşk
çıkıyor diyorlar. Acaba kimlerin evini aydınlatıyor. bir
Elbette bir kenâra atar rûzgârdur
bilsem.
Aşk rüzgârı gönül kayığını gam deryâsından elbette bir gün
kurtarıp sâhile atacak rüzgârdır.
La'l-gûn katreler akıtdugı demler çeşmüm
Ayagun topragına kân-ı Bedahşân derler
Bâkî nihâl-i ma'rifeyün mîve-i teri
Gözümün yâkut renkli gözyaşları döktüğü zamanlar
Ârif katında bir gazel-i âbdârdur
ayağının toprağına Bedahşân'ın yâkut mâdeni diyorlar.
Bâkî! Tâze^parlak bir gazel. düşünüp doğruyu görenlere
göre mârifet fidanından koparılmış tâze bir meyvedir
Gözlerüm yaşı fenâ verdi dile ey Bâkî
Âlemi gark eder ol bahr-i firâvân derler
GAZEL 24
Ey Bâkî Gözlerimin yaşı gönlümü sele verip yoketti. O engin
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
deniz bütüb dünyâyı bile suya boğar derler.
Zahm-ı dilden kan akar bu çeşm-i giryân bi-haber
Garka virdi âlemi bir katre ummân bi-haber
GAZEL 23
Gönlümün yarasından kan akıyor. bu ağlayan gözümün
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
haberi yok. Bir su dünyâyı sele boğdu. koca denizin bundan
Sâkî zamân-ı ayş u mey-i hôş-güvârdur
haberi yok.
Bir kaç piyâle nûş idelüm nevbahârdur
Sâkî! Yiyip içip eglenmenin ve hoş içimli. lezzetli şarap
Yâr bîpervâ Celâlî gibi hat kaldurdı baş
içmenin zamanıdır. İlkbahar mevsimidir: birkaç kadeh
Memleketde fitne peydâ oldı sultân bî-haber
şarab içelim
Tüyler, Celâller gibi başkaldırdılar. sevgili umursamıyor:
ülkede karışıklık çıktı. sultânın haberi yok.
Bûy-ı nesîm ü reng-i gül ü revnak-ı bahâr
Âsâr-ı fazl u rahmet-i Perverdigârdur
Mest olup uyurken öpmiş la'l-ı dildârı rakîb
Sabah yelinin kokusu. gülün rengi ve ilkbaharın güzelliği
Ehremenler aldılar mühri Süleymânı bî-haber
hep besleyip büyüten Tanrı'nın lûtfu ve ıhsânıdır.
Sarhoşluktan kendinden geçmiş uyurken düşman o güzeli
öpmüş: şeytânlar mührü ele geçirdiler. Süleymân' ın haberi
Gâfil geçürme fursatı kim bâg-ı âlemün
yok.
Gül devri gibi devleti nâ-pâydârdur
Ele geçen fırsatı düşüncesizce boşuna geçirme. Çünkü
Muttasıl atar dile peyveste müjgân okların
dünyâ bahçesinin güzelliği, mutluluğu gül devri gibi. sürekli
Câna geçdi zahm-ı fir-i gamze cânân bî-haber
değildir. çabuk geçer.
Kirpikleri durmadan. arka arkaya oklarını gönlüme
atmakta. Yanbakış okunun yarası canıma işledi. Sevgili hâlâ
Eyyâm-ı zühd ü mevsim-i zerk u riyâ degül
habersiz.
Hengâm-ı ayş u işret ü geşt ü güzârdur
Ham sofulluk günleri yalan ve ikiyüzlülükmevsimi değil;
İtlerünle her gice gavgâda Bâkî çâkerün
yiyip içme, eğlenme ve gezip tozma zamanıdır.
Hâb-ı gafletde yatur agyâr-ı nâdân bî-haber
Kapıdaki itlerle her gece kavgada olan Bâkî kulundur. Câhil
düşmanlarım habersiz, gaflet uykusunda yatmaktalar.
Zâyi geçürme ömri bu dem günc-i gamda kim
Menzil kenâr-ı bâg u leb-i cûybârdur
Bu mevsimde ömrünü gam köşesinde gereksiz yere harcama.
GAZEL 25
Konakladığımız yer. bahçenin kenarı ve akarsuyun kıyısıdır.
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
Gönül Yûsuf gibi çâh-ı zenahdânunda kalmuşdur.
98
Halâs eyle anı şâhum ki zindânunda kalmuşdur
Ki olir şâhid-i kâşânedür bâzâre düşmişdür
Gönül Hz Yûsuf gibi çenenin kuyusunda hapsedilip kaldı.
Menekşe kendi saçına benzetirse bundan incinme. O
Sultânın zindanda o bîçâreyi kurtar.
saraylarda, köşklerde yetişmiş bir güzeldir. Ama pazarlara
düşmüş.
Metâ'-ı vasluna cândan hırîdâr olmak ister dil
Hemân ey hâce ancak şübhe hicrânunda kalmışdur
Ser-i zülfünle zencîrin sürer divânedir sünbül
Gönül, sana kavuşma malına candan alıcı olmak ister. Ey
Gam-ı hâlünle yanup lâleler kûhsâra düşmişdür
sevgili! Ayrılığının malına da alıcı mı. artık şüphe yalnız
Sümbül senin saçının ucu yüzünden deli olmuş. Zincirini
bunda kaldı.
sürüklüyor. Gelincikler senin beninin derdiyle yanıp dağlara
düştüler.
Begüm merdümlik et kendü ciğer-gûşen gibi besle
Yaşum tıfl-ı yetimündür ki dâmânunda kalmışdur.
Meded Bâkî'ye ey pîr-i mugân bir cür'a himmet kıl
Beyim, gözyaşım eteğine düşmüş. yalvaran yetim
Elin alup ayaklanur ki ol bîçâre düşmişdür
çocuğundur. Bir insanlık göster. onu kendi ciğerinin köşesi
Ey meyhanecilerin Piri! Bâki'ye bir yudum vermek
gibi besle.
iyiliğinde bulun. O zavallı düşmüş elinden tutup ayağa
Benümçün acıyup ağlar görenler zahm-ı şemsîrün
kaldır(Ayaklandır sözü aynı zamanda içki kadehi ver
Bana etdüklerün ey hûnî hep yanunda kalmışdur.
anlamındadır.)
Senin göğsümde açtığın kılıç yarasını görenler bana acıyıp
ağlarlar. Ey katil sevgili. bana ettiklerin hep yanında
GAZEL 27
kalıyor.
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
Re'îs-i bahr-ı nazm oldun bu gün âlemde ey Bâkî
Kâpunda sâ'il olmak gayre mihmân olmadan yegdür
Gedâ-yı kûyun olmak Mısr'a sultân olmakdan yegdür
GAZELdemek senün tab'-ı dür-efşânunda kalmuşdur.
Sevgilim senin kapunda dilenci olmak yabancılara konuk
Ey Bâkî! Bugün dünyada şiir denizinin kaptanısın. Gazel
olmakdan iyidir. Senin yurdunda dilenci olmak Mısıra
söylemek yalnız senin inciler saçan şâirlik yaradılışında
sultan olmakdan iyidir.
kaldı.
Kapun meddâhınun bir bende -i fermân -beri olmak
GAZEL 26
Der-i devlet-me'âb-ı şehde derban olmakdan yegdür
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
Kapında seni öven emrincek her emrini yerini getirmeye
Gönül câm-ı lebünle sâkıyâ âvâre düşmişdür
hazır kölesi olmak bile sultanın yüce kapısında köle
Görelden çeşm-i mestün hâne-i hamınâre düşmişdür
olmakdan iyidir.
Saki! Gönül senin dudağının kadehiyle kendinden geçmiş
başı boş dolaşıyor. Sarhoş gözünü göreliden beri
Kilâb-ı kûyun ile hem-sifâl olup hırıldaşmak
meyhanecinin yurdunda düşüp kaldı.
Varup bezminde Tahmâsun gazel-hân olmakdan yeğdür
Evini bekleyen köpeklerle aynı kaptan yiyip içmek onlarla
Belâ âşıklara rûz-ı ezelde kısmet oldukda
hırıldaşmak, gidip Tahmasb'ın toplantısında gazel okuyucu
Tabîbüm derd-i hicrânun dil-i bîmâre düşmişdür
olmakdan iyidir.
Derdime derman olacak doktorum! Ezel gününde âşıklara
bela dağıtılırken benim de hasta gönlüme senin ayrılğının
Harâbât erleriyle kâse kâse bâde nûş etmek
derdi düştü.
NedÎm-i meclis-i fağûr u hâkaan olmakdan yegdür
Meyhane erleriyle kase kase içki içmek, fağfur ve hakanın
toplantılarında nedim olarak bulunmakdan iyidir.
Benefşe kendüyi zülfine teşbîh etse incinme
99
Belâ küncinde her şeb âh u vâh etmaklik ey BâkÎ
GAZEL 29
Ümîd-i vuslat-ı yâr ile şâdân olmakdan yegdür
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
Ey Bâkî bela köşesinde her gece ah ile vah ederek ağlamak,
Fermân-ı aşka cân ile var inkıyâdumuz
sevgiliye kavuşma umuduyla neşelenmekden iyidir.
Hükm-i kazâya zerre kadar yok inâdumuz
Aşk sultanlarının buyrukalarına canla başla uyarız. Tanrı
GAZEL 28
buyruklarına, kurallarına karşı da zerre kadar direnmemiz
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
yok.
Hâlk-ı âlem yüzüne mihr-i dırahşân derler
Yine ardunca dönerler meh-i tâbân derler
Baş egmezüz edâniye deryâ-yı dûn içün
Dünya halkı yüzünü güneşe benzetirler, arkasından dönerler
Allâh'adur tevekkülümüz i'timâtumuz
parlak aya benzetirler.
Bu alçak dünya için alçaklara baş eğmeyiz tevekkülümüz,
güvenimiz Allah'adır.
El terâzûya urup Mısr-ı melâhatda şehâ
Bunca varmıdur ola Yûsuf-ı Ken'ân derler
Biz müttekâ-yı zer-keş-i câha tayanmazuz
Sultanum güzellik ülkesinde ellerinle terazi alıp, ölçüp
Hakk'un kemâl-i lutfınadur istinâdumuz
tartıp, acaba Ke'nan ülkesinin Yusufu bu kadar güzel midir,
Biz makam mevkii altın işlemeli yastığa dayanmayız. Yalnız
diye kendi kendine sorarlar.
Tanrı'nın lütfunun büyüklüğüne ve sonsuzluğuna dayanır,
güveniriz. (Beyitte gerçek değeri olmayanlar bir makamın
Nesl-i Adem'den eyâ hûrî-sıfat dünyâya
altın işlemeli yastıklarına dayanır, eksiklerini makam süsü
Gelmedi sencileyin âfet-i devrân derler
ve şâşâsı arkasına gizlerler. Biz makam peşinde değiliz
Ey hûri yüzlü! Hz. Adem'in soyundan dünyaya senin gibi
böyle desteğe ihtiyaç duymayız.)
aşıkları mahveden bir güzellik daha gelmedi, derler.
Zühd-ü salâha eylemezüz ilticâ hele
İşte hecr-i ser-i zülfinde zülâl-i la'lin
Tutdı gerçi âlem-i kevni fesâdumuz
Zulet içinde olur çeşm-i hayvân derler
Her ne kadar kötülüğümüz dünyayı tutsa da, bundan
Saçlarından ayrı, keder içinde karanlıkta kalırsın, kırmızı
kurtulmak için sofuluğa, sahte dindarlığa sığınmayız.
dudağının saf, berrak suyunu iste, çünkü ölümsüzlük
suyunun pınarı karnlıklar içinde olur derler. (Ölümsüzlük
Meyden sâfâ-yı bâtın-ı humdur garaz hemân
suyunu arayan hızır ve ilyas peygamber, suyu engin bir
Erbâb-ı zâhir anlayamazlar murâdumuz
denizin ötesindeki karanlıklar ülkesinde bulup içmişler ve
Bizce şaraptan istenen şarap küpünün içinin temizliğidir.
ölümsüzlüğe kavuşmuşlardır)
Dış görünüşte bakanlar bizim ne istediğimizi anlayamazlar.
Bilmeyen jâle sanur ol boyı servün Bâkî
Minnet Hudâ'ya devlet-i dünyâ fenâ bulur
Leblerinden utanur gonca-i handân derler
Bâkî kalur sahîfe-i âlemde adumuz
Bâkî! o selvi gibi uzun boylu güzelin dudaklarını
Dünyanın devleti, zenginliği son bulur, geçer gider. Tanrı'ya
bilmeyenler, çiğ tanesi sanırlar. Açılmak üzere olan bu
şükür ki bizim adımız dünya sahifesinde sonsuza kadar kalır.
gonca bu dudaklardan utanır derler. (Çiğ tanesi seher vakti
yapraklar ve çiçekler üzerinde donmuşsu damlasıdır, ğüneş
GAZEL 30
çıkarken buharlaşıp yok olur. Sevgilinin dudağı da nokta
Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün
gibidir küçüktür, hatta yoktur bu bakımdan dudakla çiğ
Feryâduma ol kaaneti şimşâd yetişmez
tanesi arasında benzerlik kurulmuş.)
Benzert ki anun gûşına feryâd yetişmez
100
Boyu şimşir ağacına benzeyen sevgili, incelem yetişip
gelmiyor, herhalde feryadım onun kulağına kadar erişmiyor
Kadeh kan ağlayup def sîne döger ney figân eyler
olacak.
Meger derd ü gam-ı aşka olupdur mübtelâ meclis
Kadeh kan ağlayıp, def göğsümü döğer, ney inler. Sanki
toplantı aşkın derdine ve üzüntüsüne tutuldu.
Ser-menzile uşşâk erişür cümleden evvel
Ol mertebeye sa'y ile zühhâd yetişmez
Varılmak istenen son durağa herkesten önce aşıklar
Kadeh fıskıyye mey su halka-ı rindân onun havzı
erişirler, bu dereceye ulaşıp didinmekle ham sofular
Saray-ı şevkâ şadırvân olupdur Bâkıyâ meclis
erişemezler.
Bâkî! Kadeh fıskıyye, şarap su, rindlerin halka biçiminde
oturuşu da onun havuzu. Sanki toplantımız, aşk sarayının
şadırvanı oldu.
Âhumdan önirdi yetişür kapuna eşküm
Germiyyet ile şöyle gider bâd yetişemez
Gözyaşım öyle hararetle akıp gider ki âhımdan önce kapına
GAZEL 32
varır. Arkasından rüzgar bile yetişemez.
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
Zülf-i siyâhı sâye-i perr-i hümâ imiş
Yollarda kalur râh-rev-i Ka'be-ivaslun
İklîm-i hüsne anun içün pâdişâ imiş
Ömr âhır olur mevt erişür zâd yetişmez
Sevgilinin kara saçı, hümâ kuşunun kanadının gölgesi imiş.
Sana kavuşma Kabe'sine giden uzun yolun yolcusu, ömrü
Bunun için sevgili güzellik ülkesine sultân olmuş.
sona erer, ölüm yetişir, yol azığı tükenir ve sana
kavuşamadan yollarda düşüp kalır.
Bir secde ile kıldı ruh-ı âfitâbı zer
Hâk-i cenâb-ı dôst acep kimyâ imiş
Bu arsada Bâkî nice üstâde yetişdi
Sevgilinin sarayının avlusunun toprağı ne garip bir ilâç imiş
Âlemde bu gün ana bir üstâd yetişmez
ki, güneşin yanağını bir secdeye kapanmakla altın yaptı.
Bu şair sahasında Bâkî nice şair ustalarına yetişip, onları
(Kimya, ilâç ve kimyâ ilmi anlamlarında kullanılmış. İlm-ı
geçti. Ama bu gün ona dünyada hiçbir üstâd yetişemez.
kimya gümüş ve bakırı, hattâ her maddeyi civa bazı ilâçlarla
karıştırıp altın yapma ilmidir: Buna yanlış olarak İlm-i
GAZEL 31
simyâ denmiştir. İlm-i simya sihirbazlıktır, el çabukluğu ve
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
bâzî hilelerle olmayan şeyleri var gibi gösteren ve olanı
Gel ey sâkî bulunmaz böyle âlî dil-güşâ meclis
ortadan kaldıran ilimdir.)
Getür câm-ı musaffâyı kim olsun pür-safâ meclis
Ey içki dağıtan güzel! Gel, böyle yüce, gönlü ferahlatan
Âvâzeyi bu âleme Dâvûd gibi sal
toplantı bulunmaz. Saf şarap kadehini getir, toplantı neşeyle
Bâkî kalan bu kubbede bir hôş sadâ imiş
dolsun.
Feryâdını bu dünyâya Hz. Dâvûd gibi sal. Bu gökkubbesinde
sonsuzluğa kadar çınlayan sâdece hoş bir sadâ imiş. (Hz.
Piyâle aksi mir’ât-ı felekde âfitâb olsun
Dâvûd, hem peygamber, hem de hükümdardır. Sesi ile
Fürûg-ı sâgar-ı sahbâdan olsun pür-ziyâ meclis
ünlüdür. Yüksek sesle Zebur okuduğu zaman dağlar
Kadehin aksi gökkubbesinin aynasında güneş gibi parlasın.
yankılanır, kuşlar başına üşüşürdü. Güzel, kalın sese dâvûdî
Kırmızı şarap kadehin parlaklığından toplantı ışıkla dolsun.
sesdenmiştir.)
Şarâb âb-ı hayât u câm-ı zerrîn âfitâb olsun
Görmez cihânı gözlerümüz yâri görmese
Cinân içre gerekmez bana cânân olmasa meclis
Mir’ât-ı hüsni var ise âlem-nümâ imiş
Şarap ölümsüzlük suyu, altın kadeh güneş de olsa, sevgili
Gözlerimiz sevgiliyi görmeyince dünyâyı da görmez.
olmadan cennette bile toplantı istemem.
Güzelliğinin aynası, eğer varsa, dünyâyı gösteren aynaya
101
benzer. (Âyine-i âlem-nüma, bir söylentiye göre Aristo’nun
Sôfî tesbîh ü asâyı mey-i gül-fâme değiş
bulunduğu bir aynadır. Şehrin en yüksek tepesine
Hırka-i zühd ü riyâyı çıkarup câme değiş
yerleştirilen bu ayna ile düşman gemileri çok uzaktan
Ham sofu! Tesbihini ve sopanı gülrenkli şarapla değiştir.
görünürmüş. Cemşid’in yedi mâdenden yapılmış ve dünyâyı
Sofuluk ve iki yüzlülük hırkasını çıkarıp bir kadehle değiştir.
çepçevre gösteren kadehine de bu ad verilmiştir.)
(Câme değiş sözü, hırkanı verip karşılığında bir kadeh al ve
hırkanı çıkarıp başka bir giysi giy, yâni hamsofuluktan
vazgeç anlamlarında kullanılmış.)
Zülfün esîri Bâkî-i bî-çâre dôstum
Bir mübtelâ-yı bend-i kemend-i belâ imiş
Sevgilim, saçının esîri olan bîçâre Bâkî, belâ kemendini
Ârife çünki yeter bir gül eger ârif isen
yakalamış düşkün bir âşıktır.
Götüri âlemi bir tâze gül-endâme değiş
Eğer olgun bir insansan, olgun insanlara bir gül yeter.
GAZEL 33
Bundan böyle bütün dünyâyı tâze bir gül endâmlı güzelle
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
değiş.
Gönül dâg-ı gamunla sinede bir şem uyandurmış
Çerâg-ı aşka bir garrâ kızıl altunı yandurmış
Bulmak istersen eger Ka’be-i maksûda vüsûl
Gönül senin gamının ateşiyle göğsümde bir mum
Çıkarup atlas u dîbâyı bir ihrâme değiş
alevlendirmiş, aşk çırası için parlak bir altını yakmış.
Eğer isteğinin Kâ’be’sine ulaşmak istersen, atlas ve
ipeklilerini çıkarıp bunları bir ihrâmla değiştir. (İhrâm, hac
Gönüller nakdin almış yâr girmiş halka-i zikre
farzlarından olarak hareme girmeden önce bürünülen
Bir iki derdmend âvâreyi varmış tolandurmış
dikişsiz, sâde bir örtüdür.)
Sevgili, gönüllerin paralarını alıp zikir halkasına girmiş,
gitmiş bir iki dertli zavallıyı dolandırmış.
Cânı cânâne virüp ol yüri bî-nâm u nişân
Merd isen nakd-i hayâtı bir eyü nâme değiş
Demen Mecnûn’a gelmiş âkıbet Leylâ’dan istiğnâ
Canını sevgiliye verip yürü, hiçbir ad ve iz bırakma. Yiğitsen
Belâ-yı aşk o ser-gerdânı cânından usandurmış
hayat parasını iyi bir adla değiştir.
Mecnûn’a sonunda Leylâ’dan usanç geldi, demeyin. O
sersemi aşkın belâsı canından usandırmış.
Zevk-i Bâkî bulayın dirsen eger âhır-ı kâr
Âlemün zevk u safâsın gam u âlâme değiş
Bulup sakkâ-yı hicrân teşne-dil sahrâda Mecnûn’ı
Eğer sonunda ölümsüz zevki bulayım dersen, dünyanın
Ecel peymânesin sunmış hayât âbına kandurmış
zevkini ve eğlencesini acı ve elemlerle değiştir. (Bâkî sözü,
Ayrılığın sakası çölde Mecnûn’u bağrı yanık bulup, ecel
hem şâirin mahlası olarak, hem de sonsuz ölümsüz
kadehini sunarak ölümsüzlük suyuna kandırmış. (Sakkâ,
anlamlarında düşünülmüş.)
sulayan, su dağıtan demektir. Öldükten sonra sevgiliye
kavuşup ölümsüz olmak Leylâ ve Mecnûn hikâyesinin
GAZEL 35
tasavvuf yönüdür.)
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
Müje haylin dizer ol gamze-i fettân saf saf
Bu gün Bâkî’ye ol âfet visâlin va’deler kılmış
Gûyiyâ cenge turur nîze-güzerân saf saf
Yalanlar söylemiş miskini gerçekden inandurmış
O fettân yanbakış kirpik süvarisini saf saf dizer. Sanki
O güzel bu gün Bâkî’ye kavuşma sözleri vermiş. Yalanlar
mızraklı askerler saf saf dizilip savaş durumu alırlar.
söyleyerek o zavallıyı gerçekten inandırmış.
Seni seyr etmek içün rehgüzer-i gülşende
İki cânibde turur serv-i hırâmân saf saf
GAZEL 34
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
102
Salınan selviler gülbahçesi yolunun iki yanında senin
Âşıklarbulunduğu yerin çevresine, tıpkı Ka’be^nin
geçişini seyretmek için saf saf sıralanmış dururlar
çevresindeki alanın dört bir yanına dizilmiş direkler gibi saf
saf dizilmişler.
Leşger-i eşk-i firâvân ile ceng etmek içün
Gönderür mevclerin lücce-i ummân saf saf
Kadrüni seng-i musallâda bilüp ey Bâkî
Engin deniz, âşığın kalabalık gözyaşı askeriyle savaşsın diye
Turup el bağlayalar karşuna yârân saf saf
dalgalarını saf saf sâhile gönderir. (Âşığın gözyaşları sel ve
Ey Bâkî! Senin değerini dostlar ancak musalla taşında
ırmak gibi akar. Gözyaşı askere benzetilmiş. Deniz bu
anlayıp, karşında saf saf el bağlayarak saygıyla duracaklar.
askerle savaşmak için sâhile dalga dalga askerini
(Yârân, kelimesiyle dostlar ve özellikle şâirler anlatılmış.
gönderiyor. Sel ve ırmakların denize karıştığı yerde savaş
Namazdaki el bağlamayı Bâkî, büyüklere karşı yapılan saygı
kopuyor. Eski savaşlarda asker saf saf dizilir ve birbiri
gösterisi olarak düşünüyor. Cenâze namazında zâten dost,
üzerine saldırırdı.)
düşman olmaz. Namazı kılan herkes ölenin dostudur artık.)
Câmi’ içre göre tâ kimlere hem-zânûsın
GAZEL 36
Şekl-i sakkâda gezer dîde-i giryân saf saf
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
Göz, câmi’de kimlerle diz dize oturduğunu görmek için
Halk-ı âlem ezelî böyle perîşân ancak
ağlaya ağlaya, gözyaşlarını saka gibi dökerek saf saf
Kimi handân kimi giryân kimi nâlân ancak
dolaşır.
Bu dünyânın insanları ötedenberi yalnızca böyle
perîşândırlar. Kimi yalnız güler, kimi ağlar, kimi inler.
Gökde efgân ederek sanma geçer hayl-i güleng
Çekilür kuyuna murgân-ı dil ü cân saf saf
Kimisi bülbül-i nâlân-ı ârız-ı yâr
Gökte bağrışarak turna sürüsü geçiyor sanma. Gönül ve can
Kimi pervâne-i şem’-i ruh-ı cânân ancak
kuşları saf saf senin bulunduğun yere, yuvalarına
Kimi sevgilinin yanağının gülünün inleyen bülbülüdür.
dönüyorlar.
Kimisi de sâdece sevgilinin yanağının mumu çevresinde
dönen pervâne olabilmiştir.
Ehl-i dil derd ü gamun ni’metine müstağrak
Dizilürler keremün hânına mihmân saf saf
Bu cihân kimine kasr-ı tarab u ayş u safâ
Âşıklar dert ve gamının nimetine boğulmuş bir halde. -----
Kiminün mihnet ile başına zindân ancak
mertliğinin sofrasına konuk olarak saf saf dizilirler.
Bu dünyâ kimine neşe, eğlence, yiyip içe çoşkusudur. Kimine
(Sancak, üzerindeki alemle askerin önünde ve hepsinin
de çektiği dert ve kederle başına bir zindândır.
üstünde sallanarak ilerler. Alem, kalem ve sevgilinin boyu,
üçü de uzundur ve salınarak yürür. Kalemin hareketi sıra
Pâymâl olmada âhır şütür-i gerdûna
sıra askerlerin önünde ilerleyen sancağa benzetilmiş.)
Pâdişâh ile gedâsı hele yeksân ancak
Sonunda feleğin devesinin ayağı altında ezilince, ancak o
zaman sultânla kölesi bir olur.
Vasf-ı kaddünle hırâm etse gibi kalem
Leşger-i satrı çeker defter ü dîvân saf saf
Kalem, boyunun uzunluğunu öğerken sancak gibi salınarak
Bâkıyâ hânkah-ı âlem-i heyretde hemân
yürümeğe başlasa, defter ve dîvân saf saf askeriyle dolar.
Her gelen kimse bu esrâr ile hayrân ancak
Bâkî! Hemen her gelen insan bu şaşkınlık dünyâsının
tekkesinde bu sırlarla şaşkına dönüp kalmıştır.
Kûyun etrafına uşşâk dizilmiş gûyâ
Harem-i Ka’be’de her canibe erkân saf saf
GAZEL 37
Mefâ'ilün / fe'ilâtün / mefâ'ilün / fe'ilün
103
Kemâl u fazl ile âlemde iftihârum yok
Hürrem olsa gam degül eşk-i revânum görse yâr
Melâmet eylese aşkun cihânda ârum yok
Âdet-i tefrîh-i rûh etmektedür akar sularun
Dünyâda olgunluk ve erdemle öğündüğüm yok. Aşkın beni
Sevgilim akıp giden gözyaşlarımı görüp neşelense hiç
rezil, rüsvâ etse dünyada utanmıyorum.
üzülmem. Çünkü akarsuların özelliği ruhları
ferahlandırmaktır.
Hezâr mertebe aşkunda gâlibem Kays’a
Nihâyet ey sanem ol denlü iştihârum yok
Hurdeler geçmiş durur dendânun evsâfında kim
Sana âşık olmakta Kays’a yüz kat daha üstünüm. Ey put gibi
Hâme-i Bâkî delüpdür bağrını lû’lûlarun
güzel sevgili! Yine de onun kadar ünlü olamadım.
Bâkî’nin kalemi dişlerini anlatıp öğerken ne incelikler
yapmış: İncilerin bağrını delip onları kederlendirmiştir.
Hûzûr-ı pîre erişdüm egerçi her fende
Velî güzelleri sevmekde ihtiyârıum yok
GAZEL 39
Her hünerde usta olup yaşlıların huzuruna eriştim. Ama
Fâ’ilâtün / fâ’ilâtün /fâ’ilün
güzelleri sevmekten yine de kendimi alamıyorum.
Kaddümi çeng eşkümi rûd eyledün
Cismüm âteş cânumı ûd eyledün
Çemende gonca-i dil neyle gülsün açılsun
Boyumu çeng sazı eğip iki büklümyaptın. Gözyaşlarımı o
Yanumda sencileyin şûh-ı gül-izârum yok
saza tel yaptın. Vücûdumu ateş hâline getirdi, canımı da
Gönül goncası çimenlikte senin gibi gül yanaklı bir güzel
odağacı gibi tütsü yapıp yaktın.
olmayınca neyle gülüp açılsın?
Hâli sevdâsıyla âh etdün dilâ
Adem diyârına çokdan giderdüm ey Bâkî
Cân meşâmın anber-âlûd eyledün
Şarâb-ı aşk ile reftâre iktidârum yok
Gönlüm! Sevgilinin beninin aşkıyla âhlar çekip haykırdın
Bâkî! Yokluk diyârına çoktan giderdim ama, aşk şarabının
canın burnunu anber kokularıyla doldurdun.
sarhoşluğunda yürümeğe gücüm kalmadı.
Dinmese yaşum aceb mi ey gönül
GAZEL 38
Hânemi âh ile pûr-dûd eyledün
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Gönlüm! Gözyaşlarım hiç dinmese şaşılır mı? Çektiğin
Fitneye âgâz edelden gamze-i câdûlarun
ahlarla evimi dumana boğdun.
Geh görinür gâh görinmez hilâl ebrûların
Büyücü yan bakışların karışıklık çıkarmağa başlayalı beri,
Her şeb ey dil âh-ı âteşnâkden
hilal kaşların bazen görünüp bazen de görünmez oluyor.
Çarh-ı bed-mihrün yerin od eyledün
Gönlüm! Her gece ateşli âhlarınla acımasız feleğin yerini
ateşlere verdin.
Bakmasa yıllarca Nâhîd’ünyüzine gam yemez
Ayda bir kez hâl-i ruhsârın gören meh-rûlarun
Ay yüzlü güzellerin yanağının mumunu ayda bir gören
Kühl-i hâk-i pây-i yârı çeşmüne
Zühre’nin yüzüne yıllarca bakmasa üzülmez.
Sürmeden Bâkî aceb sûd eyledün
Bâkî! Sevgilinin ayağının toğrağınıgözüne sürmekten
şaşılacak derecede yarar gördün.
Yüzleri kararmazdı eger ey mâh-rû
Âfitâba tapmayayadı tura-ı Hindûlarun
Ay yüzlü sevgilim! Senin Hintli kâküllerin güneşe
GAZEL 40
tapmasalardı böyle kararmazlardı.
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
Reh-i meyhâneyi kat’etdi tîg-i kahrı sultânun
Su gibi arasın kesdi Stanbûl u Kalâtâ’nun
104
Sultanın kahredici kılıcı meyhânenin yolunu kesti.
Gönlüm! Gözümden o damla damla damlayan kanlar,
İstanbul’la Galata’nın arasını su gibi ayırıp ikiye böldü.
devrin elinden kase kase içtiğim kanlardır.
Miyân-ı âb u âteş oldı cây-ı keştî-i sahbâ
Baturdı rûzgâr âyîn-i ayşın bezm-i rindânun
Devlet-i dünyàyıçün hergiz ne gamgín ol ne şád
Şarap gemisinin yeri suyla ateş arasında kaldı. Rüzgar,
Ber-karár olmaz bilürsın hál-i álem ey gönül
rindlerin toplantılarının yiyip içme usûl ve töresini suya
Dünya mutluluğu için ne gam keder çek; ne de sevin.
batırdı.
Gönlüm! Bilirsin, dünyanın hali değişiktir, hep bir kararda
durmaz.
Yakan âb üzre âteş sanmanuz keştî-i sahbâyı
Şu’â- tîg-i kahrından tutışdı Şeh Süleymân’un
Gülşen-i kúyında me'vá bulsa ol húrí-veşün
Şarap gemisini su üstünde yakanın ateş olduğunu sanmayın.
İhtiyar eyler mi bág-ı huldı ádem ey gönül
Sultân Sülaymân’ın kahredici kılıcının aleviyle tutuştu.
Ey gönül! İnsan huri yüzlü bir güzelin bulunduğu cennet
bahçesinde sığınacak bir yer bulsa. Hiç cennet bahçesini
Hilâl-âsâ fürûzan oldı bahr-ı nîlgûn üzre
ister mi?
Şafakdan dem urur âb-ı şârab-âlûdı deyânun
Deryânın şarapla karışmış suyu, mâvi denizin üstünde hilâl
Devr-eder Bákí-sıfat húrşíd o máhun menzilin
parlayıp kıpkızıl şafak rengine döndü.
Aşk ser-gerdánıdur Alláhu a'lem ey gönül
Güneş, Baki gibi o ay yüzlü güzelin evinin çevresini dolaşır.
Tanrı bilir ya, herhalde aşktan başı dönmüş olacak.
Semâ-ı çeng ü nây u devr-i sâgar devleti döndi
Safâsın süre gör ey sôfi-i sâlûs devrânun
Ey ikiyüzlü kaba sofu! Çeng ve ney coşkunluğu ve kadehin
GAZEL 42
elden ele dolaşmasının tâlihi tersine döndü. Bu, tam senin
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
devrin, safâsını sürmeğe bak.
Nev-bahár oldı gelün azm-i gülistán edelüm
Açalum gonca-i kalbi gül-i handán edelüm
Şarâb-ı nâbdan humlar tehî humhâneler tenhâ
İlkbahar geldi. Gelin gülbahçesine gidelim. Yüreğimizin
Aceb hâlîliğin buldı riyâ ehli bu meydânun
goncasını açalım. Neşeyle gülen gül gibi yapalım.
Küpler saf şaraptan boşalmış, meyhâneler ıssız. İkiyüzlü
riyâkarlar bu alanı şaşılacak kadar boş buldular.
Komayup lále gibi elden ayagı bir dem
Mest olup gonca-sıfat çák-i giríbán edelüm
Şu meclis içre kim dâ’im tokuz peymâne devr eyler
Lale gibi kadehi bir an elimizden bırakmayalım. Gonca gibi
Ne denlü ola ey Bâkî zamân-ı ayşı insânun
sarhoş olup yakamızı yırtalım.
Bâkî! Sürekli dokuz kadehin dönüp durduğu bu dünyâ
toplantısında insanın hayatı daha nasıl olsun?
İçelüm la'l-i müzábı saçalum cür'aları
Hák-i gülzárı bu gün kán-ı Bedahşán edelüm
GAZEL 41
Süzülmüş saf şarabı içelim. Yudumdan çevreye saçalım. Bu
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
gün gülbahçesinin toprağını Bedahşan'ın yakut madenlerine
Gül gibi olmak dilersen şàd u hurrem ey gönül.
çevirelim. (Kadehte kalan son yudum tortuludur, içilmez ve
Làle-veş elden düşürme càmı bir dem ey gönül
toprağa dökülür. Bunun Cemşıd'ın ruhu için yapıldığı
Gönlüm! Gül gibi neşeli olmak dilersen. Lale gibi kadehi bir
söylenir.)
an elinden düşürme.
Menzil-i ayş u tarab hurrem ü ábád olsun
Devr elinden kàse kàse yutduğum kanlardur ol
Yıkalum zevk u riyá deyrini virán edelüm
Katre katre tamlayan gözden demàdem ey gönül
105
Yaşamanın ve eğlenmenin yeri şen ve bayındır olsun. Riya
Ey mutlu padişah! Baki gibi parlak, Baki gibi parlak, keskin
ve ikiyüzlülük kilisesini yıkıp viran edelim.
şiir kılıcını dünyaya karşı sallayıp, kusursuz ve düzgün söz
söyleme ülkesini ele geçirdim.
Okusun vasf-ı ruh-ı yár ile Bákí şi'rin
Bülbül-ü gülşeni meclisde gazelhán edelüm
GAZEL 44
Baki, sevgilinin yanağını öperek şiirini okusun.
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Gülbahçesinin bülbülüne toplantımızda gazel söyletelim.
Bir haber ver ey sabá n'oldı gülistánum benüm
Kimler ile salınur serv-i hırámánum benüm
GAZEL 43
Ey seher yeli'Bebim gülbahçem şimdi ne durumda? Bir
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
haber ver. Benim selvi gibi salınan sevgilim şimdi kimlerle
gezip tozmada?
Cemál-i álem árásından ol máhun nikaab açdum
Acem ferhunde geldi fál-i ahválüm kitáb açdum
Bülbül-i müştákunun ağladuğın yár işidüp
O ay yüzlü güzelin dünyayı süsleyen güzelliğinin örtüsünü
Hárlarla açılır mı verd-i handánum benüm
kaldırdım. Kitap açıp fal baktım: halim falda çok uğurlu
Gülüp açılmış gül gibi olan sevgilim, aşığı olan bülbülünün
çıktı.
ağladığını işittiği halde dikene benzeyen yabancılarla gülüp
eğlenir mi?
Yakam çák eyledüm aşkun bilindi dáğ-ı sínemden
İçinden genc peydá oldı bir künc-i haráb açdum
Hiç bilür mi mey yerine dembedem kan yutdugum
Yakamı parçaladım. Bağrımın yaralarından sana aşık
İşidür mi ney yerine áh u efgánum benüm
olduğum anlaşıldı; Viran bir köşeyi kazdım, içinden hazine
Hiç, şarap içmek yerine kan yuttuğumdan, ney dinlemek
ortaya çıktı.
yerine ah edip inlediğimden haberi var mı?
Letá'if söyledüm güldi açıldı hokka-i la'li
Sebzeler dil uzadup topraga sürerler yüzin
Yine seyr eylesün yáráne dürc-i dürr-i náb açdum
Kimseden incinmesün bu nahl-i bústánum benüm
Latifeler yaptım, yakut hokkasına benzayen ağzı gülüp
Sevgi bostanımın bu taze fidanı kimseden incinmesin diye,
açıldı. İşte, dostlar seyretsin diye, yine parlak inci
yeşillikler dillerini uzatıp yüzlerini toprağa sürerler.
çekmecesini açtım.
Bákıyá bir murgdur gúya giriftár-ı kafes
Hevá-yı aşkun içre ben kaçurdum Kaaf'a simurgı
Kúy-ı yári anıcak uçmak diler cánum benüm
Cenáh-ı himmeti ol dem ki mánend-i ukaab açdum
Ey Baki! Benim canım, sanki kafese hapsedilmiş, sevgilinin
Gayret kanadını kartal gibi açarak aşk havasında simurgu
yurdunu anınca uçup gitmek için çırpınan bir kuştur.
Kaf dağına kaçırdım. (Himmet; çalışma, çabalama, gayret
demektir. Ermişlerin iradesinede himmet denir. Simurg Kaf
GAZEL 45
dağında yaşar ve görünmez devlet kuşudur. Gölgesi kimin
Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün
başına düşerse zengin ve devlet sahibi yapar. Şair;
Başlar kesilür zülf-i períşánun ucında
büyüklük, yücelik beklemiyorum bu yüzden Simurgu Kaf
Kanlar dökilür gamze-i bürránun ucından
dağına kaçırdım diyor.)
Dağınık saçlarının güzelliği yüzünden ne başlar kesilir.
Kılıç gibi keskin yanbakışların yüzünden ne kanlar dökülür.
Salup şen şír'i nazm-ı ábdán dehre Bákí-veş
(Ucundan kelimesi bütün gazelde, ucundan ve sebebinden
Belágat kişverin ey pádişáh-ı kámyáb açdum
anlamlarında kullanılmış. Sevgilinin saçlarının ucunda can
ve gönüller asılır. Saçların uçları kesilince bunlarda kesilip
106
atılır. İkinci mısrada yanbakış kılıca benzetilmiştir. Kılıcın
Subh-ı visâlün ermedi pâyâne yetdi ömr
ucunun kan dökmesi tabiidir.
Şâm-ı gamunda şem gibi yane yane ben
Peykán-ı belá cánuma işler geçer oldı
Benim gamının gecesinde mum gibi yana yana ömrüm sona
Ey kaşları yá návek-i müjgánun ucından
erdi ama sana kavuşma sabahı hâlâ gelmedi.
Ey kaşları yaya benzeyen sevgili! Kirpik oklarının ucundaki
bela temreni canıma işleyip öte yana geçti. (Temren, okun
Cevr ü cefânı çekmege sevdi gönül seni
ucundaki çelik parçadır. Ağaç kısmına sıkıca geçirilmiştir.)
Derd ü belâya geldüm efendi cihâne ben
Efendi! Ben dünyâya dert ve belâ çekmeğe geldim. Gönül
seni üzüntünü kederini çekmek için sevdi.
Dil darbın urur kalbe firákunda demádem
Kan aglasa zahmum nola peykánun ucından
Senin yokluğunda gönlüm acıdan çırpınır, durmadan
Bâkî musahhar oldı bana kişver-i suhan
yüreğime vurur. Attığın okun açtığı yaralarım kan ağlasa
Geçdüm serîr-i nazma bugün Husrevâne ben
şaşılır mı? (Mücerred bir mefhum olan gönlün kalbin
Bâkî! Söz ülkesi bana teslim edildi. Bugün şiir tahtına bir
içindeki canın içinde olduğu düşünülür. Baki, kalbin
sultân gibi geçtim oturdum.
çarpmasını, gönlün acıdan döğünmesi şeklinde anlatmış.)
GAZEL 47
Yüz sürmek umar páyüne üftádeler ammá
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
Nevbet mi deger kimseye dámánun ucından
Tesellî vermez ey dil derdün ol cânâne söylersin
Düşkün aşıklar, ayağına yüz sürmeyi umarlar. Ama, eteğinin
Açılmaz sana gûyâ gonca-i handâne söylersin
yüzünden kimseye sıra mı geliyor.
Gönlüm! Derdini o sevgiliye söylüyorsun ama sana teselli
vermiyor. O gülüp açılan goncaya söylediğin halde o senin
için gülüp açılmıyor.
Murg-ı dil-i Báki-yi görün fáhte-asa
Efgán eder ol serv-i hırámánun ucından
Baki'nin gönül kuşuna bakın! Üveyik kuşu gibi, o salınan
Varup Mecnûn gibi âhun kemendin salma sahrâya
selvi boylu güzelin yüzünden inler durur.
Ol âhû sana sayd olmaz abes yabâne söylersin
Mecnun gibi gidip âhının kemendini çöle atma. Derdini
boşuna bir yabancıya söylüyorsun. O âhû sana avlanmaz.
GAZEL 46
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
Erdüm figân u zâr ile ol âsitâne ben
Koyup tesbîh-i mercânı seni kim dinler ey vâ’iz
Çıkdum kemend-i nâle ile âsmâne ben
Mufassal kıssa başlarsın garîb efsâne söylersin
Ben ağlayıp inlemekle onun eşiğine ulaştım. İnlemelerimin
Vâiz! Mercan tesbihi bırakıp da seni kim dinler? Uzun bir
kemendiyle göklere çıkdım.
hikâyeye başlıyorsun garip efsaneler anlatıyorsun.
Lû’lû dişün gamıyla sirişküm güherlerin
Anunçün gonca-i gül râzın açmaz sana ey bülbül
Dizdüm ümîd riştesine dâne dâne ben
Hezârân hem-zebânun var çıkar yârâne söylersin
İnci dişlerinin üzüntüsüyle dökülen gözyaşlarımın incilerini
Ey bülbül! Senin binlerce dildaşın, dostun var. Gül goncası,
ben umut ipliğine tane tane dizdim.
çıkar dostlarına anlatırsın diye sana sırrını açmıyor.
Yâd-ı lebünle câm-ı mey-i la’l fâm içün
Yanup yakılmag ister kimse yok yanunca ey Bâkî
Kûy-ı mugânı geşt ederin hâne hâne ben
Hadîs-i aşk-ı âlem-sûz-ı yâri ya ne söylersin
Dudağını anarak yâkut renkli şarap kadehini bulmak için
Bâkî! Seninle birlikte yanıp yakılmak isteyen kimse yok.
meyhaneler sokağını meyhâne meyhâne dolaştım.
Öyle ise sevgilinin dünyâyı yakan hikâyesini hâlâ neden
anlatıyorsun?
107
Eşcâr-ı bâg himmet umar cûy bârdan
GAZEL 48
Bağın ağaçları akarsudan iyilik ve yardım umarlar; bu
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
yüzden akarsuyun ayağına her yandan altın akıp gelir.
Dil giriftâr-ı belâ dilber hevâyî neylesün
Dâme düşmez yerlere konmaz hümâyı neylesün
Sahn-ı çemende turma salınsun sabâyıla
Gönül, sevgilisi hevâyî olduğu için ne yapsın, belâya
Âzâdedür nihâl bu gün berg ü bârdan
tutulmuş. Tuzağa düşmeyen, havalarda dolaşıp yerlere
Fidan bugün yaprağından ve meyvesinden kurtulmuştur.
konmayan hümâ kuşunu ne yapsın?
Artık durmadan çimenliğin ortasında sabah yeli ile salınıp
gezinir.
Kâ’inâtun seyr eden nakşın safâ-yı câmdan
Safha-i âyîne-i âlem- nümâyı neylesün
Bâkî çemende hayli perîşân imiş varak
Kâinâtta olup bitenleri kadehin neşesinde gören, dünyâyı
Benzer ki bir şikâyeti var rüzgârdan
gösteren aynanın yüzüne bakıp ne görsün.
Ey Bâkî! Yapraklar bahçede bir haylî perîşân olmuş; oradan
oraya dağılıyorlar. Herhalde rüzgârdan bir yakınmaları
Gönlin egler nâle-i zincir ile mecnûn-ı aşk
var.
Nagme-i ûd u safâ-yı çeng ü nâyı neylesün
Aşk delisi, zincir iniltileriyle gönlünü eğlendirir; ud
GAZEL 50
nağmesiyle çeng ve ney nağmesini ne yapsın.
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
Müheyyâ oldı meclis sâkıyâ peymâneler dönsün
Mübtelâ-yı aşkunun dermândan istignâsı var
Bu bezm-i rûh-bahşun şevkıne mestâneler dönsün
Derdüne mu’tâd olan diller devâyı neylesün
Sâkî, toplantı hazırlandı, herkes şarap bekliyor: kadehler
Aşkına tutulmuş olan derdine dermân bulunsun istemez.
dönmeğe başlasın. Bu insana can bağışlayan toplantının
Senin derdine alışmış olan gönüller ilâcı ne yapsın.
aşkına sarhoşlar döne döne oynasınlar.
Halk-ı âlem Bâkîyâ aşkında yârun haste-dil
Dilâ câm-ı şarâb-ı aşk-ı yân şöyle nûş et kim
Bir tabîb ondan bu denlü mübtelâyı neylesün
Felekler güm ötsün boşuna humhâneler dönsün
Ey Bâkî ! Bütün dünyâ halkının segilinin aşkıyla gönülleri
Ey gönül! Sevgilinin aşk şarabının kadehini öylesine iç ki,
hasta. Bir doktor onun bu kadar hastasını nasıl iyileştirsin.
gök kubbeleri güm güm ötsün; başında meyhâneler dönsün.
GAZEL 49
Cemâl-i şem-i ruhsârun koyansun hâne-i dilde
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
Perin ol şem’a Yakup şevk ile pervâneler dönsün
Nâm ü nişâne kalmadı fasl-ı bahârdan
Sevgilim, yanağının mumunun hayâli bırak gönül evinde
Düşdi çemende berg-i dıraht-i’tibârdan
yansın. Pervâneler o mumda kanatlarını yakıp istekle,
İlkbahar mevsiminden bir iz, bir belirti kalmadı. Çimenlikte
harâretle dönüp dursunlar.
ağaçların yaprakları itibardan düştüler.
Sen agyâr ile devr etdür şehâ peymâneyi dâ’im
Eşcâr-ı bâg hırka-i tecrîde girdiler
Ser-i kûyun tolaşup âşık-ı pîçâneler dönsün
Bâd-ı hazân çemende el aldı çenârdan
Sultanım, sen yabancılarla kadehi elden ele dolaştır
Bağın ağaçları dervişler gibi tecrîd hırkalarına girdiler.
durmadan. Kıvrım kıvrım kıvranan âşıklar da evinin
Sonbahar rüzgârı çemende çınar ağacının ele benzeyen
çevresinde dolanıp dursunlar.
yapraklarını düşürdü.
Bu bezm-i dil-güşâya mahrem olmaz Bâkıyâ herkes
Her yaneden ayagına altun akup gelür
De gelsün ehl-i diller gelmesün bîgâneler dönsün
108
Ey Bâkî! Bu gönül açıcı toplantıya herkes katılamaz. Söyle
Tâlib ola bu demleri bulmaya bir zamân ola
gönül sahibi âşıklar gelsin, yabancılar gelmesin, dönüp
O peri yüzlü sevgili herhalde incinin değerini bilmiyor ki,
gitsinler.
gözyaşlarıma bakmıyor. Bir gün gelir, istese de bu günleri
bulamaz.
GAZEL 51
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Gûş tutup münâfıka cevri ko yâr-ı sâdıka
Dilber odur ki âşıka müşfik ü mihribân ola
Söylemez küsmiş bana cânâne söylen söylesün
İki yüzlü karıştırıcılara yüz verip gerçek dosta eziyet etmeyi
Neyledüm ol yâr-ı âlî-şâne söylen söylesün
bırak. Ancak âşıklara yumuşak ve şefkatli davranana güzel
Sevgili bana küsmüş, benimle konuşmaz oldu. Söyleyin de
denir.
konuşsun benimle. O şânı şerefi yüksek sevgiliye ben ne
yaptım? Söyleyin de bana açıklasın.
Hayl-i şirâr-ı nâr-ı dil cünd-i nücûma muttasıl
Böyle kalursa şöyle bil gökde nice kırân ola
Nâz ile güftâre gelmezse helâk eyler beni
Gönül ateşinden çıkan kıvılcımların ordusu yıldızların
Ol cefâ vü cevri bî-pâyâne söylen söylesün
askerleriyle karışmış. Böyle giderse gökte kıran kırana çok
Sevgili nazlı nazlı konuşmazsa beni öldürür. O, cefâsı ve
savaş olacağını bilesin.
cevri sonsuz olan sevgiliye söyleyin de nazlı nazlı konuşsun
Bakî'ye sâkıyâ ferah ver ki fenâ bula terah
benimle.
Şol meyi sun ki bir kadeh pîr içe nev-cevân ola
Derd-i aşkı gayrıdan sorman ne bilsün çekmeyen
Şarap sunan, Bâkî'ye sunacağın şarapla ferah ver,
Anı yine âşık-ı nâlâne söylen söylesün
neşelendir: Tasa, keder ortadan kalksın. Yaşlının bir kadeh
Aşk derdinini başkalarından sormayın; bu derdi çekmeyen
içip de gençleştirdiği şaraptan olsun.
ne bilsin. Onu yine ağlayıp inleyen âşığa sorun, o anlatsın.
Hâr zahmından neler çekdügümi gülzârda
GAZEL 53
Bâğbân-ı bülbül-i giryâne söylen söylesün
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Gül bahçesinde diken yarasından neler çektiğimi ağlayan
Câme-hâb ol âfeti aldukça tenhâ koynına
bülbül bahçıvanına sorun, o size anlatsın.
Sanuram ebrün girür mâh-ı şeb-ârâ koynına
Uyku giysisi o güzeli yalnızca koynuna aldıkça, geceyi
süsleyen ay bulutun koynuna girer sanırım.
Bâkıyâ din durmasun güftâre tâkat kalmadı
Vaktidür ol husrev-i devrâne söylen söylesün
Ey Bâki! Zamanın güzellik sultânına söyleyin; benim
Subh-dem ey fâhte bîhûde efgân eyleme
konuşmağa gücüm kalmadı. Artık vaktidir, söyleyin de
Çün girürsin her gice bir serv-i bâlâ koynına
durmasın o konuşsun.
Ey üveyik kuşu! Sabah vakti boşuna inleyip feryâd etme.
Çünkü her gece uzun boylu bir selvinin koynuna girersin.
GAZEL 52
Müfte’ilün/Mefâ’ilün/Müfte’ilün/Mefâ’ilün
Niçün ağlarsın felekden bilsem ey şebnem seni
Müşkil imiş ki dilrübâ tıfl ola dilsitân ola
Çün girürsin her zamân bir verd-i ra’nâ koynına
Âşık-ı zâr u mübtelâ pîr ola nâtüvân ola
Ey çiğ dânesi! Seni bir türlü anlayamıyorum, bahtından
Sevgili genç olur, gönül alıcı olur: tutkun ve zayıf âşık da
yakınıp niçin ağlayıp durursun? Çünkü her zaman güzel bir
yaşlı ve mecâlsiz olursa durum hayli zor olurmuş.
gülün koynuna giriyorsun.
Yaşuma bakmaz ol perî bilmedi kadr-i gevheri
Dür dişün vasfında şi’rüm defterin gördi meger
109
Kim sadef mecmû’asını saldı deryâ koynına
Deniz, herhalde senin inci dişlerini öğdüğüm şiir defterini
Nükte-i mihr ü mahabbetdür serâser Bâkıyâ
görmüş olacak ki, sadeflerinin tümünü toplayıp koynuna
Bulmaya aşk ehli bir eglence eş’ârun gibi
sakladı.
Bâki! Senin şiirin baştanbaşa sevgi ve aşka dâir güzel
sözlerdir. Âşıklar bunun gibi bir eğlence daha bulamazlar.
Ruhlarun şevkıyle pür-dâğ etdi Bâkî sînesin
Bir avuç berg-i gül-i ter koydı gûyâ koynına
GAZEL 55
Bâki, yanaklarının aşkıyla göğsünü baştan başa yaralar
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
içinde bıraktı. Sanki bir avuç tâze gül yaprağını koynuna
Devlet el verse yüzün gördügüm eyyâm olsa
doldurdu.
Merhabâ eylesem ol şûh ile bayram olsa
Bahtım yardımcı olsa da yüzünü göreceğim günler gelse.
Bayram olsa da o şûh sevgili ile selamlaşsam.
GAZEL 54
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Kanı bir şîrîn-suhan la’l-i şeker-bârun gibi
Olıcak yâr gibi dilber-i şîrîn-harekât
Kande gördi tûti bir âyîne ruhsârun gibi
Teni pâlûde-i ter gözleri bâdâm olsa
Senin şeker saçan saçan dudağın gibi bir tatlı sözlü nerede?
Olunca, bari tatlı davranışlı, teni tâze pelte gibi, gözleri
Papağan, yanağın gibi bir aynayı nerde gördü?
bademe benzeyen bir güzel sevgilim olsa.
Gönülümüz alur ele zülf-i dil-âvîzün hele
Gül gibi bâde-i rengîne ne ibrâm gerek
Vechden hâric degül hatt-ı siyeh kârun gibi
Zâhidün kanın içerdüm eger ibrâm olsa
Senin gönülleri tellerine asan saçın yine de gönlümüzü ele
Gül rengindeki kırmızı şarabı içmem için ısrâra ne gerek
alır, ilgilenir. Kara işli tüylerin gibi yol yordam bilmekten
var? Eğer ısrar edilse ham sofunun kanını bile içerim.
uzak değildir.
Hasret-i kaddün ile kanlu elifler çeksem
Sîm-sîmâ serv-bâlâ meh-likaalar çok velî
Sînede her biri bir serv-i gülendâm olsa
Kimsede yokdur senün evzâ’ u etvârun gibi,
Boyunun özlemiyle acıdan göğsümü parçalayıp, kanlı elifler
Gümüş gibi beyaz yüzlü selvi gibi uzun boylu ay yüzlüler
çeksem; her biri bir gül endâmlı selvi gibi upuzun olsa.
çoktur; ama senin davranışın ve tavırların kimsede yoktur.
Bâkıyâ ayş-ı bahâr eyler idük meclisde
Sen semen-ber serv-i sîm-endâme bir kez sarılan
Sâkî-i lâle-izâr u mey-i gül-fâm olsa
Başa iletdi işin âlemde destârun gibi
Bâki! Gelincik gibi kırmızı yanaklı bir içki sunan ve gül
Sen, yâsemin göğüslü, gümüş vücutlu, selvi boyluya bir kez
renkli bir şarap olsa, toplantımızda bahar hayâtı yaşardık.
sarılan, başındaki sarık gibi işini sonuna vardırdı.
GAZEL 56
Ögmesün âşıklara vâ’iz riyâz-ı cenneti
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
Bâg-ı hurrem olmaz ehl-i aşka dîdârun gibi
Çıkar eflâke derûnum şereri döne döne
Mescitte öğüt veren, âşıklara cennet bahçelerini öğretmesin!
dökülür hâke yaşum katreleri döne döne
Âşıklara yüzün gibi sevinçli, mutlu bir bahçe daha olamaz.
İçinin ateşinin kıvılcımları döne döne gökyüzüne çıkar.
Gözyaşımın damlalrı döne döne toprağa dökülür.
Karşu tut şem’-i ruhun bi’llâhi ben dil-hasteye
Künc-i târîk içre kaldum çeşm-i bîmârun gibi
Âşık-ı haste-dilün niteki fânûs-ı hayâl
Ben gönlü yaralıyım. Tanrı için yanağının mumunu bana
Nâr-ı aşkunia yanupdur cigeri döne döne
göster. Süzgün gözün gibi karanlık bir köşede kaldım.
110
Gönlü hasta âşıkın ciğeri, aşkının ateşiyle tıpkı hayâl fânûsu
Başı dönmüş gönül yanağının mumu çevresinde dönmeğe
gibi döne döne yanmaktadır.
başladığından beri, pervâne gibi döne döne kanatlarını
(Fânûs-ı gerdân, hayâl-i fener de denilen ve eskiden süs için
yaktı.
kullanılan fânûs-ı hayâl, ince muşamba ya da ipekli
kumaştan yapılan ve içinde mum yakılan bir fenerdir. Çok
Katre-i eşkine öykündi deyü Bâkî'nün
hafif olduğundan mumun sıcaklığıyla sürekli döner ve
Çarh hakkâki delüpdür güheri döne döne
kumaştaki resimlerle içine yerleştirilen renkli camlardan
Bâkî'nin gözyaşlarının damlalarına kendini benzetip
dolayı, duvarlarda hareketli hayaller görülür. Çok zayııf
öğündüğü için gökyüzü hakkâki inciyi döne döne delip
insana da '' hayâl-i fenere döndü. '' denir.)
cezâlandırmaktadır.
(İnci, inanışa göre nisan yağmurunun istiridyenin kabuğu
Pister-i gamda gözüm giceler uyku görmez
içine düşmesinden oluşur. İnci donmuş bir damla sudur.
Ederin subha degin nâleleri döne döne
Çarh, gökyüzü, baht ve inci delici hakkâkin kullandığı çarh
Gam yatağında gözüm geceler boyunca uyku görmez.
mânâlarındandır. Delinmiş inci, değerinden kaybetmiştir.
Sabaha kadar o yandan bu yana döne döne ağlarım.
Ayrıca, artık gözyaşına da benzemez. Çünkü gözyaşının
deliği yoktur.)
Zevrak-âsâ gam-ı aşkınla yaşum girdâbı
Gark edüpdür sanemâ çeşm-imteri döne döne
GAZEL 57
Ey put gibi güzel sevgili! Aşkının üzüntüsüyle dökülen göz
Mefâilün Mefâilün Fe'ûlün
yaşlarının oluşturduğu girdâb, yaşlı gözümü bir kayık gibi
Gönül şevk-i ruhunla yane geldi
döne döne batırmakta.
Cemâlün şem'ine pervâne geldi
Gönül, güzelliğinin mumunun çevresinde dönmeğe pervâne
olunca, yanağının ateşiyle neredeyse yanacaktı.
İyd-gâhun göreyin inlesün ol dôlâbı
İle seyr itdürür ol sîm-beri döne döne
Bayram yerini o dönme dolabı inleyerek dönsün de göreyim.
Ham-ı zülfün ki devr eyler yanagun
O gümüş göğüslü sevgiliyi döne döne yabancılara
İrem tâvûsıdur cevlâna geldi
seyrettiriyor.
Saçının kıvrımı, sanki İrem bahçesinin dolaşmağa çıkmış
(Dönme dolap, bostan dolabı dönerken yağsızlıktan
tavus kuşu gibi yanağının çevresinde döner dolaşır.
gıcırdar. Şâirler bunu inlemeye benzetmişlerdir. Şâir beyte
birkaç anlam vermiş: Önce sevgiliyi görebilmek için dolabın
Gelüp kâfir saçun ruhsârun üzre
dönmeesini istiyor. Sonra kıskançlık gösterip, hele döndün
Yüzün nûrın görüp îmâne geldi
de göreyim, dönmesini engellerim, demiş. Ayrıca dolabın
Kara saçın yanağının üstüne düşünce, yüzünün nurunu
inlemesini sevgiliyi herkese gösterdiği için pişmanlık
görüp imâna geldi.
duyduğu şeklind e açıklamış.)
(Kâfir, dinsiz ve hristiyan demektir. Müslüman olmayanlar,
karanlıkta kalmışlardır. Bu nedenle kâfir, kara anlamında
kullanılır. Yüz ise beyaz, aydınlık ve imândır.)
Dîde-i encüme kühl olmag içün eflâke
Girdibâd ile çıkar hâk-i deri döne döne
Sevgilinin kapısının toprağı, yıldızların gözüne sürme olmak
Dil-i pür-hûn bana bezm-i ezelden
için hortumla döne döne göklere yükselir.
Lebâleb bir tolu peymâne geldi
Kanla dolu gönlüm, tâ ezel toplantısından bana ağzına
Tolaşaldan ruhı şem'ine dil-i sergeşte
kadar kanla dolu bir kadeh olarak geldi.
Yakdı pervâne-sıfat bâl ü peri döne döne
(Bezm-i ezel, bezm-i elest, henüz dünyâ yaratılmadan
Tanrı'nın ruhları topladığı toplantıdır. Ezel, elest, kâlû belâ,
111
sözleri bu toplantıyı anlatır ve ilk, en eski anlamlarında
Üftâdelerin öldürür âh işte burası
kullanılır.)
Râ harfi gibi hançer, o ay yüzlü güzelin kemerinden hiç
eksik olmaz. Âh işte âşıklarını bu hâli öldürür.
Zebûn olmaz acûz-ı dehre Bâkî
Bu meydâne begüm merdâne geldi
Zibâ yaraşur hil'at-i nâz o boyı serve
Bâkî, bu dünyâ kocakarısına yenik düşmez. Beğim! Bâkî bu
İki kolumı kılsam ana bel tolaması
savaş alanına yiğitçe çıktı.
O boyu selviye benzeyen güzele, nâz kaftanı ne güzel
yaraşır! İki kolumu bu bele kemer gibi dolasam.
GAZEL 58
Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün
Dikkatler ile seyr ederüz yâri serâpâ
Hôş geldi bana mey-gedenün âb u hevâsı
Görmez mi idük biz de eger olsa vefâsı
Va'llâhi güzel yerde yapılmış yıkılası
Sevgiliyi baştan ayağa inceden inceye seyrederiz. Eğer
Bana meyhânenin suyu ve havası pek hoş geldi. Vallâhi
âşıklara vefâsı olsa biz de görmez miydik?
yıkılası pek güzel bir yerde yapılmış.
(Yıkılası sözü türlü anlamlarda kullanılmış:
Dünyâ deger ol mehlikaa dilbe-i garrâ
Yıkılması gerek: Meyhâne haram ve yasak olan şarabın
Yûsuf da dahı yokdur anun hüsn ü behâsı
içildiği yerdir, yıkılması gerekir.
O ay yüzlü parlak güzel dünyalar değer. Onun güzelliğinin
Türkçede bazı kötü anlamlı sözler, beddualar anlamlarının
değeri Yûsuf da bile yoktur.
tersine şaka yerine, takılmak, öğmek anlamlarında
kullanılır. Külhânî, boyu devrilesi gibi. Yıkılası da bu
Meddâh olalı çeşm-i gazâlânuna Bâkî
anlamda ve ayrıca ''aman yıkılmasın'' anlamında kullanılmış
öğrendi gazel tarzını Rûmun şu'arâsı
Meyhâneye harâbât da denir. İçki yasağı olduğundan
Bâkî, senin âhû gözlerinin öğücüsü olduğundan beri
harâbelerde, yıkıntılarda gizlice içildiği ve sarhoşa harâb
Osmanlı ülkesinin şâirleri gazel tarzının nasıl söylendiğini
denildiği için.
öğrendiler.
Yıkılası bir özel isimdir. XVI. yüzyılda İstanbul'da bu adda
bir meyhâne varmış.)
GAZEL 59
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
Men'eyler imiş mes'ele-i aşkı müderris
Sâkıyâ kalmaz imiş çünkü bu sohbet bâkî
Ey hâce onun var ise yaklaşdı kazâsı
Mey-i gülgûn içelüm bâde-i cennet bâkî
Medresedeki müderris aşk işlerini yasaklarmış. Ey hoca!
Ey içki sunan! Mâdem ki bu toplantı, bu sohbet sürekli
Kaderinde varsa onun başına bir kazâ gelmesi yaklaştı
değil. O halde gül renkli şaraptan içelim: cennet şarabı
demektir.
tükenmez.
(Beyitte hoca sözüyle okuyucuya seslenilmiştir. Özellikle
mesnevilerde '' ey kardeş'', ''ey ammi=amca! '' '' efendi'' ey
Hâbda almış idüm bûs-i leb-i cânânı
hâce! '' bu anlamda çok kullanılmıştır. Müderrisin başına
Cân dimâgında dahı şimdi o lezzet bâkî
kazâ gelmesi ileri geri konuştuğu için işinden atılması,
Sevgilinin dudağından uykuda bir öpücük almıştım. Şimdi
kendisininde aşık olması anlamlarını verir. Ayrıca yaşı
canımın beyninde o tât hâlâ duruyor.
ilerleyen ve medresede en yüksek dereceye erişen
müderrislerin maaşlarının artması için kazâya çıkmaları,
Beni öldürdi firâkun meded ey dôst yetiş
yani kadı olmaları gerekir. Kadı olup medreseden
Hele bir pâre dahı tende harâret bâkî
ayrıldıktan sonra artık aşkı yasklayamayacaktır.)
Ey sevgili, beni ayrılığının acısı öldürdü. İmdâda gel, yetiş,
henüz vucûdumda bir parça daha ateş kaldı.
Gitmez o mehün râ gibi hançer kemerinden
112
Ağlamazdum bu kadar zâr u zebûn olduguma
Sevgilinin kara saçı, hümâ kuşunun kanadının gölgesi imiş.
Kalsa bir pâre gamun çekmege tâkat bâkî
Bunun için sevgili güzellik ülkesine sultân olmuş.
Sevgilim! Eğer gamını çekmeğe bir parça gücüm kalmış
olsaydı, bu kadar zayıf ve güçsüz olduğuma ağlamazdım.
Bir secde ile kıldı ruh-ı âfitâbı zer
Hâk-i cenâb-ı dôst acep kimyâ imiş
Bâkî ölsün yoluna pâdişehüm sen sağ ol
Sevgilinin sarayının avlusunun toprağı ne garip bir ilâç imiş
Baht pâyende Hudâ yâr sa'âdet bâkî
ki, güneşin yanağını bir secdeye kapanmakla altın yaptı.
Sultanım! Bâkî yoluna canını versin. Sen sağ ol. Bahtın
(Kimya, ilâç ve kimyâ ilmi anlamlarında kullanılmış. ilm-ı
Tanrı yardımcısı, mutluluğun sürekli olsun.
kimya gümüş ve bakırı, hattâ her maddeyi civa bazı ilâçlarla
karıştırıp altın yapma ilmidir: Buna yanlış olarak İlm-i
GAZEL 60
simyâ denmiştir. İlm-i simya sihirbazlıktır, el çabukluğu ve
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
bâzî hilelerle olmayan şeyleri var gibi gösteren ve olanı
Gel ey sâkî bulunmaz böyle âlî dil-güşâ meclis
ortadan kaldıran ilimdir.)
Getür câm-ı musaffâyı kim olsun pür-safâ meclis
Ey içki dağıtan güzel! Gel, böyle yüce, gönlü ferahlatan
Âvâzeyi bu âleme Dâvûd gibi sal
toplantı bulunmaz. Saf şarap kadehini getir, toplantı neşeyle
Bâkî kalan bu kubbede bir hôş sadâ imiş
dolsun.
Feryâdını bu dünyâya Hz. Dâvûd gibi sal. Bu gökkubbesinde
sonsuzluğa kadar çınlayan sâdece hoş bir sadâ imiş. (Hz.
Piyâle aksi mir’ât-ı felekde âfitâb olsun
Dâvûd, hem peygamber, hem de hükümdardır. Sesi ile
Fürûg-ı sâgar-ı sahbâdan olsun pür-ziyâ meclis
ünlüdür. Yüksek sesle Zebur okuduğu zaman dağlar
Kadehin aksi gökkubbesinin aynasında güneş gibi parlasın.
yankılanır, kuşlar başına üşüşürdü. Güzel, kalın sese dâvûdî
Kırmızı şarap kadehin parlaklığından toplantı ışıkla dolsun.
sesdenmiştir.)
Şarâb âb-ı hayât u câm-ı zerrîn âfitâb olsun
Görmez cihânı gözlerümüz yâri görmese
Cinân içre gerekmez bana cânân olmasa meclis
Mir’ât-ı hüsni var ise âlem-nümâ imiş
Şarap ölümsüzlük suyu, altın kadeh güneş de olsa, sevgili
Gözlerimiz sevgiliyi görmeyince dünyâyı da görmez.
olmadan cennette bile toplantı istemem.
Güzelliğinin aynası, eğer varsa, dünyâyı gösteren aynaya
benzer. (Âyine-i âlem-nüma, bir söylentiye göre Aristo’nun
Kadeh kan ağlayup def sîne döger ney figân eyler
bulunduğu bir aynadır. Şehrin en yüksek tepesine
Meger derd ü gam-ı aşka olupdur mübtelâ meclis
yerleştirilen bu ayna ile düşman gemileri çok uzaktan
Kadeh kan ağlayıp, def göğsümü döğer, ney inler. Sanki
görünürmüş. Cemşid’in yedi mâdenden yapılmış ve dünyâyı
toplantı aşkın derdine ve üzüntüsüne tutuldu.
çepçevre gösteren kadehine de bu ad verilmiştir.)
Kadeh fıskıyye mey su halka-ı rindân onun havzı
Zülfün esîri Bâkî-i bî-çâre dôstum
Saray-ı şevkâ şadırvân olupdur Bâkıyâ meclis
Bir mübtelâ-yı bend-i kemend-i belâ imiş
Bâkî! Kadeh fıskıyye, şarap su, rindlerin halka biçiminde
Sevgilim, saçının esîri olan bîçâre Bâkî, belâ kemendini
oturuşu da onun havuzu. Sanki toplantımız, aşk sarayının
yakalamış düşkün bir âşıktır.
şadırvanı oldu.
GAZEL 62
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
GAZEL 61
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
Zülf-i siyâhı sâye-i perr-i hümâ imiş
Gönül dâg-ı gamunla sinede bir şem uyandurmış
İklîm-i hüsne anun içün pâdişâ imiş
Çerâg-ı aşka bir garrâ kızıl altunı yandurmış
113
Gönül senin gamının ateşiyle göğsümde bir mum
Çıkarup atlas u dîbâyı bir ihrâme değiş
alevlendirmiş, aşk çırası için parlak bir altını yakmış.
Eğer isteğinin Kâ’be’sine ulaşmak istersen, atlas ve
ipeklilerini çıkarıp bunları bir ihrâmla değiştir. (İhrâm, hac
Gönüller nakdin almış yâr girmiş halka-i zikre
farzlarından olarak hareme girmeden önce bürünülen
Bir iki derdmend âvâreyi varmış tolandurmış
dikişsiz, sâde bir örtüdür.)
Sevgili, gönüllerin paralarını alıp zikir halkasına girmiş,
gitmiş bir iki dertli zavallıyı dolandırmış.
Cânı cânâne virüp ol yüri bî-nâm u nişân
Merd isen nakd-i hayâtı bir eyü nâme değiş
Demen Mecnûn’a gelmiş âkıbet Leylâ’dan istiğnâ
Canını sevgiliye verip yürü, hiçbir ad ve iz bırakma. Yiğitsen
Belâ-yı aşk o ser-gerdânı cânından usandurmış
hayat parasını iyi bir adla değiştir.
Mecnûn’a sonunda Leylâ’dan usanç geldi, demeyin. O
sersemi aşkın belâsı canından usandırmış.
Zevk-i Bâkî bulayın dirsen eger âhır-ı kâr
Âlemün zevk u safâsın gam u âlâme değiş
Bulup sakkâ-yı hicrân teşne-dil sahrâda Mecnûn’ı
Eğer sonunda ölümsüz zevki bulayım dersen, dünyanın
Ecel peymânesin sunmış hayât âbına kandurmış
zevkini ve eğlencesini acı ve elemlerle değiştir. (Bâkî sözü,
Ayrılığın sakası çölde Mecnûn’u bağrı yanık bulup, ecel
hem şâirin mahlası olarak, hem de sonsuz ölümsüz
kadehini sunarak ölümsüzlük suyuna kandırmış. (Sakkâ,
anlamlarında düşünülmüş.)
sulayan, su dağıtan demektir. Öldükten sonra sevgiliye
kavuşup ölümsüz olmak Leylâ ve Mecnûn hikâyesinin
GAZEL 64
tasavvuf yönüdür.)
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
Müje haylin dizer ol gamze-i fettân saf saf
Bu gün Bâkî’ye ol âfet visâlin va’deler kılmış
Gûyiyâ cenge turur nîze-güzerân saf saf
Yalanlar söylemiş miskini gerçekden inandurmış
O fettân yanbakış kirpik süvarisini saf saf dizer. Sanki
O güzel bu gün Bâkî’ye kavuşma sözleri vermiş. Yalanlar
mızraklı askerler saf saf dizilip savaş durumu alırlar.
söyleyerek o zavallıyı gerçekten inandırmış.
Seni seyr etmek içün rehgüzer-i gülşende
GAZEL 63
İki cânibde turur serv-i hırâmân saf saf
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
Salınan selviler gülbahçesi yolunun iki yanında senin
Sôfî tesbîh ü asâyı mey-i gül-fâme değiş
geçişini seyretmek için saf saf sıralanmış dururlar
Hırka-i zühd ü riyâyı çıkarup câme değiş
Ham sofu! Tesbihini ve sopanı gülrenkli şarapla değiştir.
Leşger-i eşk-i firâvân ile ceng etmek içün
Sofuluk ve iki yüzlülük hırkasını çıkarıp bir kadehle değiştir.
Gönderür mevclerin lücce-i ummân saf saf
(Câme değiş sözü, hırkanı verip karşılığında bir kadeh al ve
Engin deniz, âşığın kalabalık gözyaşı askeriyle savaşsın diye
hırkanı çıkarıp başka bir giysi giy, yâni hamsofuluktan
dalgalarını saf saf sâhile gönderir. (Âşığın gözyaşları sel ve
vazgeç anlamlarında kullanılmış.)
ırmak gibi akar. Gözyaşı askere benzetilmiş. Deniz bu
askerle savaşmak için sâhile dalga dalga askerini
Ârife çünki yeter bir gül eger ârif isen
gönderiyor. Sel ve ırmakların denize karıştığı yerde savaş
Götüri âlemi bir tâze gül-endâme değiş
kopuyor. Eski savaşlarda asker saf saf dizilir ve birbiri
Eğer olgun bir insansan, olgun insanlara bir gül yeter.
üzerine saldırırdı.)
Bundan böyle bütün dünyâyı tâze bir gül endâmlı güzelle
değiş.
Câmi’ içre göre tâ kimlere hem-zânûsın
Şekl-i sakkâda gezer dîde-i giryân saf saf
Bulmak istersen eger Ka’be-i maksûda vüsûl
114
Göz, câmi’de kimlerle diz dize oturduğunu görmek için
Şarâb-ı dil-güşâdan geçme ey dil sen riyâdan geç
ağlaya ağlaya, gözyaşlarını saka gibi dökerek saf saf
(Ey gönül! Eğer kaba sofu sana gönlü ferahlatan şarabı
dolaşır.
bırak derse, gönlü ferahlatan, şarabı bırakma, sen iki
yüzlülüğü bırak.)
Gökde efgân ederek sanma geçer hayl-i güleng
Çekilür kuyuna murgân-ı dil ü cân saf saf
Sana ehl-i vefâdan geç deyü ibrâm ederlerse
Gökte bağrışarak turna sürüsü geçiyor sanma. Gönül ve can
Sen uyma sevdüğüm ağyâr-ı bed-gûya cefâdan geç
kuşları saf saf senin bulunduğun yere, yuvalarına
(Sevdiğim, sana vefâlı âşıklarını bırak diye ısrar ederlerse,
dönüyorlar.
sen kötü sözü düşmana inanma, cefâ etmekten vazgeç.)
Delâlet bir belâdur başda amma def'i âsândur
Ehl-i dil derd ü gamun ni’metine müstağrak
Gel ey zâhid mürîd-i pîr-i aşk ol ol belâdan geç
Dizilürler keremün hânına mihmân saf saf
(Yolunu sapıtma başta bir belâdır ama kurtulması kolaydır.
Âşıklar dert ve gamının nimetine boğulmuş bir halde. -----
Ham sofu, gel aşk pîrinin mürîdi ol, bu belâdan kurtul.)
mertliğinin sofrasına konuk olarak saf saf dizilirler.
(Sancak, üzerindeki alemle askerin önünde ve hepsinin
Demem elden safâ-yı câmı ko tesbîhden el çek
üstünde sallanarak ilerler. Alem, kalem ve sevgilinin boyu,
Ne zikr-i Hakk'dan ol fâriğ ne câm-ı dilğüşâdan geç
üçü de uzundur ve salınarak yürür. Kalemin hareketi sıra
(Kadehin neşesini elden bırak, tesbihten el çek demem.Ne
sıra askerlerin önünde ilerleyen sancağa benzetilmiş.)
Hakkı dilinden düşür , ne de gönlü neşelendiren kadehten
geç.)
Vasf-ı kaddünle hırâm etse gibi kalem
Leşger-i satrı çeker defter ü dîvân saf saf
Beka bezmindedür Rûhî safâ-yı bâde-i vahdet
Kalem, boyunun uzunluğunu öğerken sancak gibi salınarak
Erişmekse garaz ol zevke bu bezm-i fenâdan geç.
yürümeğe başlasa, defter ve dîvân saf saf askeriyle dolar.
(Rûhî, birlik şarabının neşesi ölümsüzlük
toplantısındadır.Amaç o zevke erişmekse, bu ölümlü dünyâ
toplantısından vazgeç.)
Kûyun etrafına uşşâk dizilmiş gûyâ
Harem-i Ka’be’de her canibe erkân saf saf
Âşıklarbulunduğu yerin çevresine, tıpkı Ka’be^nin
GAZEL 2
çevresindeki alanın dört bir yanına dizilmiş direkler gibi saf
Görünmez yâr ben mağlûB-ı aşkam ıztırâbum var
saf dizilmişler.
Beni mest eyle sâkî gel ki yârumla itâbum var
(Ben aşka yenilmiş biriyim sevgili görünmez,derdim çok, gel
ey içki sunan güzel beni sarhoş et, yârimle aram açık.)
Kadrüni seng-i musallâda bilüp ey Bâkî
Turup el bağlayalar karşuna yârân saf saf
Ey Bâkî! Senin değerini dostlar ancak musalla taşında
Hatun âyâtınun tefsirine bir vech buldum kim
anlayıp, karşında saf saf el bağlayarak saygıyla duracaklar.
Su’âl eylerse zâhid bir su’âle bin cevâbum var
(Yârân, kelimesiyle dostlar ve özellikle şâirler anlatılmış.
(Yüzündeki tüylerin âyetlerini tefsire öyle bir metod buldum
Namazdaki el bağlamayı Bâkî, büyüklere karşı yapılan saygı
ki kaba sofu bundan dolayı bana soru sorarsa ona bir
gösterisi olarak düşünüyor. Cenâze namazında zâten dost,
cevabım var.)
düşman olmaz. Namazı kılan herkes ölenin dostudur artık.)
Dehânun sıfrını sâfi tutarmış yok hesâbiyle
Bağdatlı Rûhî
Hele rûz-ı hesâb olsun anunla çok hesâbum var
GAZEL 1
(Senin ağzının sıfırının sofu yok sayarmış, hele bir hesap
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
günü olsun hesaplaşacağım çak şey var.)
Sana zâhid eğer derse şarâb-ı dilgüşâdan geç
115
Salâdur âleme câm-ı belâdan zevk eden gelsün
(Bizim hamurumuz başlangıçta kan ile yoğrulduğu için
Harîf-i meclis-i aşkam tokuz şîşe şarâbum var
sipâhî cenk etmeden duramayız.)
(Bütün âlemi dâvet ediyorum; bela kadehinden zevk alan
herkes gelsin aşk toplantısısının; ustasıyım, dokuz şişe
Biz o pîr-i ceng ü rezmüz kim hizebr âhû-misâl
şarabım var.)
Göbeğin salar kaçar gûş eylerse efğânumuz
(Biz cenk ve savaşın pîri olan öyle biriryiz ki her ne zaman
nara atsak arslan ceylan gibi göbeğini salar.)
Garîb-i aşkam ammâ sâye-i lûtfında hôş-hâlüm
Beni tenhâda sanman zerre-perver âfitabum var
(Aşk garibiyim ama senin lütfunun gölgesinde
Tek hemân serdârumuz devletle olmuş müstedâm
muutluyum.Beni tenhâda zerrecikleri ortaya çıkaran
Kaailüz biz verelüm yolında baş u cânumuz
güneşim var.)
(Yeter ki sultanımız devlet ve ikbâlle sürekli bizim başımızda
olsun biz onun yolunda baş ve can vermeğe and içtik.)
Gedâ isem nola bâlâ-nişîn-i meclis-i kurbum
Gedâsından kaçınmaz bir şeh-i âlî-cenâbum var
Ol Süleymân-ı zamânum sâyesinde Rûhiyâ
(Dilenciysem ne olmuş! Yakınlık meclisinin baş köşesinde
Hoş geçer dâ’im safâ vü zevk ile devrânumuz
oturuyorum. Çünkü dilencisinden kaçınmayan değerli bir
(Ey Rûhî, o zamanının Süleymân’ı sâyesinde bizim vaktimiz
sultânım var.)
dâimâ safâ ve zevkle hoş geçmektedir.)
Bihamdillah mukim-i âsitân-ı aşkam ey Rûhî
GAZEL 4
Ne bâkim var bir öyle bargâha intisâbum var
Sözde biz sihr eylerüz fenn-i gazelde mâhirüz
(Ey Rûhî, çok şükür aşk eşiğinde oturuyorum. Öyle bir
İşidenler şi’r-i garrâmız sanurlar sâhirüz
tekkeye bağlıyım ki hiç korku endişesi taşımıyorum.)
(Biz söze büyü yapanız, gazel tarzında mahiriz, parlak
gazelimizi işidenler bizi büyücü sanırlar.)
GAZEL 3
Düşmene baş egdürür şemşîr-i hûn-efşânumuz
Tutmuşuz mümtâzlık semtin gazel tarzında biz
Himmet eylerse eger serdâr-ı âlî-şânumuz
Tab-ı pâk ile selâset bahsin etsek kaadirüz
(Eğer şânı yüce başbuğumuz himmet ederse bizim kanlar
(Gazel tarzında seçkinlik semtini tuttuk, temiz kabiliyetimizle
saçan kılıcımız düşmana baş eğdirir.)
akıcılık bahsini dile getirsek buna güç yetirebiliriz.)
Tîrümüzden baş halâs etmez adû-yı hîle-sâz
Gönlümüz âyînesin sındırdı cevr-i rüzgâr
Bir kemâdaruz ki zehr-âlûdur peykânumuz
Tab’ımuz gayet mükedderdür şikeste-hâtıruz
(Biz okunun ucundaki demir zehire bulanmış öyle yay
(Zamanın ezâları gönül aynamızın sındırdı, bu yüzden
kullananlarız ki okumuzdan hileci düşman başını
mizâcımız gayet üzgün gönlümüz kırıktır.)
kurtaramaz.)
Biz hâd öldük hûb-rûlarda vefadan yok eser
Rezmgehde görinür a’dâ-yı rûbâha peleng
Cevr ederler muttasıl zîrâ görürler sâbirüz
Câbecâ dâğ-ı sivehlerle tenn uryânumuz
(Biz kendimizi öldürdük, güzellerde ise vefadan eser yok;
(Bazı yerleri kara yaralarla kaplı çıplak tenimiz savaş
sürekli eziyet ediyorlar çünkü görüyorlar ki sabırlıyız.)
sırasında tilki düşmana kaplan görünür.)
Hamdülillah mâliküz tab-ı bülend Rûhiyâ
Olmaz ceng etmeden nâlî sipâhî kısmıyuz
Gam degül cânân bizi ma’dûm bilse nâdirüz
Yoğrulupdur kan ile rûz-ı ezelden nânumuz
(Ey Rûhî, çok şükür yüce yaradılışlıyız. Sevgili bizi yok
biliyorsa da gam değil, biz az rastlanan biriryiz.)
116
(Nevrûz'un erişmesiyle şu köhne dünyâ yenilendi. Gelişiyle
cihâna yeniden can bağışladı.)
GAZEL 5
Muttasıl Feyzî Beğ’ün meddâhı olsak veçhi var
Fahnmuz kâmilleri medh eylemekdür şâirüz
Nola hep bûstân-ı âlem ezhâr ile pür olsa
(Sürekli feyzî Bey’i övsek şaşılmaz; övüncümüz olgun
Getürdi bâğa çok dürlü şükûfe armağân Nevrûz
kişileri övmektir, şâiriz.)
(Dünyâ bahçeleri hep çiçeklerle dolsa, bunda şaşacak ne
var? Nevrûz, bahçelere türlü türlü çiçekler armağan etti.)
İltifâtı gayrılar gibi degül nazm ehline
Lutfı dâ’imdür biz ol sâhib-suhandan şâkirüz
Gülün vasfında bir tâze murabba bağlamış bülbül
(Onun şâirlere iltifâtı başkalarınınki gibi değil, lütfu
Makâmın kılmış üstâdâne ey gonçe-dehân Nevrûz
süreklidir bizi o söz sâhibinden memnunuz.)
(Bülbül, gülü anlatmak için yeni bir beste yapmış. Gül
goncası ağızlı Nevrûz da üstâdâne bir şekilde onun
makamını düzenlemiş.)
Mir’ât-ı rûy-ı yâre ki biz nâzır olmışuz
Kesb-i hakikat etmeğe bir vech bulmuşuz
(Biz sevgilinin yüzünün aynasına bakmışız. Böylece gerçeği
Meded ref ' eyle gitsün gün yüzünden ey perî zülfün
görmeğe yol bulmuşuz.)
Ki ebr olmaz hevâ yüzünde olsa bî-gümân Nevrûz
(Ey perî, ne olur yüzündeki zülüfleri kaldır. Çünkü Nevrûz
zamanı havada bulut olmaz.)
Bezm-i safâda bizden alur neş’e ehl-i zevk
Peymâneyüz ki bâde-i vahdetlerle dolmuşuz
(Zevk sâhipleri eğlence toplantısına neşeyi bizden alırlar.
Kudûmiyle güzellenmiş durur âlem yeni başdan
Birlik şarabıyla dolu bir kadehimiz var.)
Kılupdur Bahtiyâ bu pîrezen dehrî cevân Nevrûz
(Ey Bahtî! Nevrûz'un gelişiyle âlem yeniden güzelleşti.
O kocakarıya benzeyen dünyâ, şimdi bir genç kız oldu.)
Bir gonceyüz ki sohbetümüz rûz târeler
Nâdân eline düşmek ile gerçi solmusuz
(Biz câhillerin eline düşmekle gerçi solmuşsak da
GAZEL 2
konuşmamızla ruhları tazeleyen bir goncayız.)
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
Bûy irse cân meşâmına fasl-ı bahârdan
Def’ât ile süpürmeğe meyhâne sadrını
Mürgân sadâsı gelse yine müng-zârdan
Mestâne rîş-i zâhid-i şeyyâdı bulmışuz
(Bahar mevsimidir, canımızın burnuna yine kokular gelse,
(Meyhânenin başköşesini süpürmeğe birçok kez sarhoşlukla
bülbüller ötmeye başlasa. . .)
iki yüzlü ham sofunun saka elimiz geçirmişiz.)
Bulsa nevâda gül gibi bu besteler zuhûr
Meyhâneden geçilmeğe yok çâre Rûhîyâ
Kim tâze nakş ü savt işidilse hezârdan
Hakkaa ki her bulmış isek anda bulmışuz
(Gül için besteler bağlansa, bülbülden yeni sesler, yeni
(Rûhî meyhâneden vazgeçmemize çâre yok. Doğrusu biz ne
besteler duyulsa. . .)
bulmuşsak orada buluşuruz.)
Nevrûz irişse yâd edüp ol eski demleri
17. YÜZYIL
Her kimse alsa dâdını bu rüzgârdan
Bahtî
(Nevrûz gelse, o eski günleri hatırlayarak, herkes bahar
GAZEL 1
mevsimin tadını çıkarsa. . .)
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
Yenilendi bu köhne âlem erince hemân Nevrûz
Gülşende bülbülân giceyi gündüze katup
Cihâna makdemiyle bahş edüpdür taze cân Nevrûz
Başlasalar terennüme her şeb nehârdan
117
(Bülbüller, tâ akşamdan başlayıp geceyi gündüze katarak,
ötüp dursalar. . .)
Aldı aklum âkibet Mecnûn'a döndürdi beni
Yârimün yanında a'dâ dâimâ eksük degül
Bahtî erişse hâsılı eyyâm-ı nevbahâr
(Sonunda aklımı alıp, beni Mecnûn'a döndürdü. Sevgilimin
Ayrılmasak çemende leb-i cûybârdan
yanında düşmanlarım hiç eksik değil.)
(Ey Bahtî sözün kısası, ilkbahar günleri gelse de bahçelerde
ırmakların kenarından ayrılmasak. . .)
Vech-i hûbâna eger baksam da tesbîh eylerüm
Dilde hiç bir vech ile zikr-i Hudâ eksük degül
GAZEL 3
(Güzellerin yüzüne bakınca hep Allah'ı anar ve adını tesbih
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
ederim. Hiçbir sebeple Allah'ı zikretmekten geri durmam.)
Gel kemâl-i ma'rifet öğren dilersen izz ü baht
Mu'teber olur ne denlü meyve-dâr olsa dıraht
Nev-bahâr oldı gönüller hep yirinden oynadı
(Eğer ve kıymet ve baht sahibi olmak istersen, gel ilim irfan
Bağda sıyt u sadâ zevk u safâ eksük degül
öğren. Bir ağaç, ne kadar meyve yüklü olursa, değeri o
(Bahar geldi gönüller coştu. Bahçelerde güzel sesler, zevk
kadar artar.)
ve eğlenceler eksik değil.)
Kim ki tahsîl itmedi dünyâda ilm ü ma'rifet
Bahtiyâ Ferhâd-veş tağlar içinde yüri sen
Şol hünersiz esbe benzer kim urulmaz zeyn ü raht
Bir saç-ı sünbül leb-i şîrin sana eksük degül
(Dünyada kim ilim irfan tahsil etmediyse, o hünersiz bir ata
(Ey Bahtî, sen Ferhâd gibi dağlar içinde yürü. Saçı sünbüle,
benzer ki, ona eğer vurulmaz.)
dudağı şekere benzeyen güzeller eksik değil.)
Âlim ol kim âlemün ahvâli mâ'lumun ola
Veysî
Olmayınca kuvvet-i bâzû çekilmez kavs-i saht
GAZEL
(Âlim ona derler ki, dünyânın hâlini bile (Dünyânın hâlini
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
bilmek koldaki kuvvet demektir.) (Kolda kuvvet olmayınca o
Genc-i vaslın o peri ellere ikrâr eyler
atacakkatı yay çekilir mi?)
Bu acebdir bana ikrârını inkâr eyler
O perri, vuslatının hazinelerini başkalarına açar. Açıklar;
Şaşılacak şeylerdir ki sonra bune benden inkâr eder.
Pâdişâh oldur kim tâcın ilm ile tahtın kemâl
Şeh degüldür itmeyen ilm ü kemâli tâc u taht
(Pâdişâh ona derler ki tâcı ilim, tahtı olgunluk olsun. İlim ve
Çürüdüp nakdi sirişkim o cefâkârı görün
olgunluğu tac ve taht etmeyen, padişah değildir.)
Aşkımdır dimeğe şimdi bana âr eyler
Ocefâkarı görün ki gözyaşlarımı sel gibi akıtır da. ‘’ benim
Âşkımdır’’ demekten utanır.
Tâc u tahta lâyık a'mâl ola kârın her zaman
Bahtîya çün kim nasîb oldu sana bu izz ü baht
(Ey Bahtî, mademki bahtın sana bu saltanatı nasib etti,
Yâra zahm-ı gamı göstermek olurdı ammâ
öyleyse her işin bu tac ve tahta (ilim ve irfâna) uygun olsun.)
Ser-i peykân-ı belâ çok ciğere kâr eyler
Sevgiliye, gam vuranlara göstermek iyi olurdu ama, bela
GAZEL 4
okunun ucu, yaralı gönüle çok tesir eder diye bundan
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
korkuyorum.
Bâşuma günden güne derd ü belâ eksük degil
Gâhî aşk-ı yâr ile cevr ü cefâ eksük degül
Hâne-i câna hayâl-i leb-i cânân geliyor
(Başımda günden güne dert ve belâ eksik değil, bazan da
Cân çıksun bedenimden o da berdâr eyler
sevgilimin aşkıyla cefa ve eziyet eksik değil.)
Can evine, sevgilinin dudağının hayâli geliyor. Sevgili beni
118
asmadan, idam etmeden canım bedenımden çıksın.
O zamanı unutma ki sen kan içerken, ben kan ağlardım. sultanım, o, seninle birlikte olduğumuz zamanları hatırla.
Veysiyâ saltanat-ı dehri nider ârif olan
Bir kadeh mey kişiyi âleme hünkâr eyler
Kapında boynu bağlu bir günâh itmiş kulundur dil
Ey Veysî, ârıf olan insan, dünya saltanatını ne yapsın? Bir
Gerek öldür gerekse anı âzâd eyle sultânım
Kadeh şarap kişiyi âleme hünkâr eder.
Bu esir, günah işlemiş bir kulundur; kapında bağlı duruyor.
istersen öldür, istersen onu azâd eyle sultanım.
GAZEL
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
Yeter nûş eyledim zehr-i gamı eyyâm-ı hüsnünde
Bezm-i ikbâlini târ eylemeye dirse felek
Şeh-i mülk-i melâhatsın bana dâd eyle sultânım
Kişi yakduğı çerâğ üstine pervâne gerek
Senin güzelliğinin saltanatlı döneminde gam zahrini yeteri
Felek, insanın talihinin meclisini dar ve kasvetli eylemeye
kadar içtim, ey sultanım; sen güzellik mülkünün sultanısın,
derse, insan, kendi yaktığı kandilinin üstüne pervane olmalı.
bana biraz adaletli davran.
Sofra-i meclis-i ağyâra nedendir varmak
Çıkarma defterinden Veysî-i dîvânenin nâmın
Yoğ iken ortada ey şâh-ı cihân nân u nemek
Güzeller içre sen de bir eyü ad eyle sultânım
Yabancıların meclisindeki sofraya ne için gitmeli? Ey ciha-
Defterinden şu divane Veysî’nin adını silme; böylece diğer
nın şahı, hele ortada tuz ve ekmek yok iken…
güzeller arasında sen de güzel ve merhametli bir ada sahip
ol.
Böyle vaz’ ideni âzürde-i hicv eylerler
Hele benden sana ey şûh-ı cefâ-pîşe dimek
GAZEL
Böyle zalimce davrananı ayıplar, gönlünü kırarlar; ama ben
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
sana gönlünü kırmamak için zakim veya gaddar diyemem.
Kanı ol demler ki derd ü guşadan mehcûr idim
Sen benim katlimle kânı’ ben ana mesrur idim
Âşıkı terbiyet-i aşkı tüvânger eyler
Hanı o demler ki dertten, tasadan uzak idim; benim kat-
Dimez âlûde-i şehd-i lebi sîmurga sinek
limi yeterli buluyordun ve ben bundan memnun idim.
Âşıkı, aşkının yüceliği zengin eder, varlığa kavuşturur. Yoksa, ağzının kenarı bala değmiş sineğe Anka kuşu denmez.
Bî-tekellüf yâr idim şemşir-i hûn-rîzinle ben
Ana cân virmekde te’hîr eylesem ma’zûr idim
Şâh-ı gam mülk-i dil-i Veysîye asker çekicek
Sen kan dökücü kılıcınla içli dışlı olmuştun; ben ona can
Her taraftan yetişür na’ra-i ‘’En-nusretü lek’’
vermekte geciktiysem, elbette bir özürüm vardı.
Gam padişahı veysî’nin gönül ülkesine asker sevkedince,
her taraftan ‘’zafer senindir’’ naraları yükselir.
Her visâlin bin firâkın sanma bilmezdim velî
Neyleyem sultânım ammâ lütfuna mağrur idim
GAZEL
Her vuslatının bin ayrılığa bedel olduğunu bilmiyordum;
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
ne yapayım, lütfunla mağrur olmuştum.
Cefâ m’mûresin lütfunla berbâd eyle sultânım
Yıkılmış gönlüm ihsânınla âbâd eyle sultânım
Kanda gitsen pâ-yı bûsunla müşerref hâk idim
Cefa sarayını, iyilik edip, yerle bir et; yıkılmış gönlümü
Bana göz dikmişdi âlem herkese manzûr idim
ihsanınla onar, teselli et sultanım.
Nereye gidersen, ayağının toprağı idim, bununla şereflenmiştim. Herkes gözünü bana dikiyor, bana imreniyordu.
Unutme anı kim sen kan içüp ben kanlar ağlardım
Seninle itdiğimiz demleri yâd eyle sultânım
Ey hoş ol demler ki Veysî yâr bî-ağyâr iken
119
Gussadan mehcûr idim derd ü belâdan dûr idim
Ey Veysî, o demler ne hoş demlerdi ki, sevgili başkalarına
Dütün ol goncedehen ağzına zîbâ yaraşur
karşı yabancıydı, ben de dertten beladan uzak idim.
Rengi âteşdedir ol la'li lebi rûhefza
Tütün, o gonca dudaklının ağzına çok yakışmış; hayat veren
GAZEL
duaklarının rengi, ateş rengine
Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün
benzemiş.
Âlem kırılır kâkül-i fettânın ucundan
Âdemler ölür hançer-i berrânın ucundan
Dütün itmekdesin ellerle velînârı hased
Fitneler dağıtan kâkülün yüzünden bütün âlem kırılır kes-
Yüreğim yakdı benim oldı duhanlar peydâ
kin hançerinden nice insanlar ölür.
Başkalarıyla tütün içmektesin ama kıskançlık ateşi benim
yüreğimi yaktı. Yüreğimden
dumanlar çıkmaya başladı.
Dâğlar yakayım kelle-i bî-devlete cânâ
Başındaki destâr-ı perîşânın ucundan
Şu nasipsiz başımla, senin başındaki tülbentin aşkına, gön-
Düşeli hicre işim turma duhan itmektedir
lümü yaralar içinde bıraksam yeridir.
Tâ çıka dûdı dilim bilmeye hergiz a'da
Ayrılık derdine düşeli, işim hep duman yükseltmektedir.
Âhır başun alur giderün kûy-ı fenaya
Gönlümün ateşinin dumanı yükselsin
Ey ş’ah senin nize-i hicrânın ucundan
ama düşmanlar bunu asla bilmemeli.
Sonunda başımı alır, yokluk âlemine giderim, ey sultanım.
Senin ayrılığının hançeri yüzünden.
Hânei dilde olan dûdı eleminden cânım
Korkarım kim düte mülki adem Haletiyâ
Serrişte-i zülfün hevesi geçse gönülden
Ey Haletî. Canımın çektiği acıların dumanının, gönül
Bağrım delinür süzen-i müjgânın ucundan
hânesini yakıp kül etmesinden ve
Zülfünün teline kavuşma arzusu geçse içimden, kirpiğinin
Onun yokluğa karıştırmasından korkarım.
iğnesi hemen bağrımı deler.
GAZEL
Şi’rin gören îsâr-ı cevâhir ider ey dil
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
Dürler dökilür kilk-i düreşşânın ucundan
Künci belâda hâli dili mübtelâyı gör
Ey gönül, senin şiirini gören mücevher saçılıyor zanneder.
Gel hastai muhabbetin olan gedâyı gör
İnciler saçan kalemin ucundan öylesine mücevher dökülür.
Şu bela köşesinde sana tutulmuş gönlümün halini gör: gel.
Senin muhabbetinin hasası olan şu zavallı dilenciyi gör.
Veysî gice meclisde yine yandı yakıldı
Pervâne-veş ol şem’-i şebistânın ucundan
Bimârı aşka yazmadı kimse devâ dime
O, yatak odasını aydınlatan mumun aksi yüzünden, Veysî,
Vir sen bana şerâbı lebinden şifâyı gör
yine meclisteki pervane gibi yandı yakıldı.
Aşk hastalığına kimse deva bulamadı deme: senin dudağının
şarabından bir yudum ver de şifa nasıl olurmuş gör.
Hâletî
GAZEL
Mihmân olur mı hânei âşıkda bir gice
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
Hâk üzre hiç konar mı dilâ ol hümâyı gör
Ağzına aldı dütün lûlesin ol hûrlikâ
O sevgili, aşığının evine hiç misafir olur mu? Eğer olursa, o
Çeşmei Kevsere bir lûle komışlar gûyâ
zaman Hümâ kuşu yere
O hûri yüzlü, tütün lülesini ağzına aldı, sanki kevser
konmuş demektir.
çesmesine bir lüle sokmuşlar.
120
Ol yâr cevre başlasa cânlar safâ sürer
Gerçi başım cevrile sayli ferâvân itdi yâr
Düşnâm iderse âşıkı zârı du'âyı gör
Ana kalmaz Hâletî zîrâ ki deryâdur gönül. Gerçi benim
O sevgili eziyete başlasa, canlar safa sürer, mutlu olur.
başımın derdiyle sevgili gözyaşı seli akıttı. Hâletî ona
Ağlayan aşığın şikayet dolu sözleri hemen duaya dönüşür.
kalmaz: zirâ onun gönlüderyadır.
Mir'âtı rûyı dilbere olma firîfte
GAZEL
Ağyâr karşusunda iken bal belâyı gör
Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün
Sevgilinin yüzene ayna olup da yanılma, aldanma. Başkaları
Endûhı firâk itdi sirâyet dil ü câna
o aynaya bakarken seyret de
Girdi yine seylâbı belâ hânebehâne
belanın ne olduğunu gör.
Ayrılık acısı yine cana ve gönülebulaştı: bela seleleri yine
evden eve girdi.
Ey bûs la'li dilbere cân vir diyen bana
Benden yana temâm sen ol mehlikâyı gör
Bin kerre eğer zahmei şemşîri gam olsa
Ey bana ''sevgilinin dudağı için canını ver'' diyen. Ben
İrmez eli aşk ehlinin ol genci nihâna
hazırım ama. Sen o ay yüzlüye bak. O razı olmuyor.
Aşk ehlinin yüreğinde, gam kılıcın bin yara olsa. Yine de o
gizli hazineye ulaşamaz.
Cây oldı Hâletî bana kühsârı ma'rifet
Tut gûşunu o cânibe savt u sadâyı gör
Âşıkları yerden yere çalmağı çü sâye
Ey Hâletî, marifet zirveleri benim yerim yurdum oldu;
Kimdir acaba sevk idem ol sevri revâna
kulağını ver de oradaki haykırmalar sesleri dinle.
Âşıkları böyle yerden yere çalman ne sebeptendir? O servi
boyluyu bu yola sevk eden nedir acaba?
GAZEL
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Dihkamı felek hilkatı harmangehi ikbâl
Birbirleriyle yaraşur ol la'li nâb u câmı mül
Mürgı harem olsam da eğer virmeye dâne
Sâğarı sahbâya âdettir konulmak berki gül
Talih harmanının yaratıcısı olan felek çiftçisi. Onun
O saf lâl ile şarap kadehi birbiribe pek yaraşır. Âdettir,
tarlasını bekleyen bir kuş olsam da bir dane vermez.
şarap kadehine gül yaprağı koyarlar.
Bezmi emelin Hâletîyâ var idi hazzı
Ol şehinşâh ulüvvı himmetinden bir eser
Sâkîsi eğer olmasa hemrengi zemâne
Âb ı tündi eşkime sengi cefâdan tarhı gül
Ey Hâletî erenler meclisinin elbette bir lezzeti olurdu, lakin
Çağlayarak akan gözyaşlarımın nehrine cefa taşları yerine
o meclisin sakisi zamanın
gül atması. O şahlar şahının himmetinin yüceliğindendir.
hilelerine bulaşmamış olsaydı.
Şânına pervânei aşkın budur şayeste kim
GAZEL
Âteşi şevkın sıyânet eyleye olsaydı gül
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Aşk pervanesinin şanına yakışan o dur ki. Gülü. Aşk
Od yanar başımda gamdan sabra tâkat kalmadı
ateşinden kouruya, yanmasına engel ola.
Bûriyâlar yakmâğa ol şâha hâcet kalmadı
Gamdan başımda ateş yanar. Sabretmeye takat kalmadı. O
Subhdem ey gonçei nahli letâfet bâğa gel
sultanın hasır yakmasına artık
İdeyin ben nâle bülbüllerle sen güllerle gül
lüzum kalmadı.
Ey güzellik fidanının goncası. Sabah vakti bağa gel: ben
bülbüllerle inleyeyim. Sen güllerle gül.
Ceyşi sultânı gama yer yok güzergâh olmadık
Arsai âlemde bir günci ferâgat kalmadı
121
Gam sultanın ordusunun yer yok. Şu dünya arsasında
Sarhoş ve kendinden geçmiş bakışlarla aşkı ve sâkiyi
başımızı dinleyecek bir köşe kalmadı.
mahvetsek ne çıkar? Biz öyle acayip bir meyhaneyiz ki
kadehimiz ateş, şarabımız ateştir.
Kesreti bârânı gamdan oldı bu gülşen harâb
Meyvei ümmidi gâyet bozdı lezzet kalmadı
Havfımuzdan Çeşm-i dilber gamzeyi eyler tebâh
Gam yağmurunun şiddetinden gül bahçesi harabeye döndü,
Kûçe-i aşk içre bî-pervâ yürür mestâneyüz
ümidin meyveleri bozuldui
Sevgilinin gözü, bizim korkumuzdan bakışlarını saklar,
lezzet kalmadı.
başka tarafa çevirir. Biz aşk sokaklarında korkusuzca
yürüyen sarhoşlarız.
Serbeser geşt eylesen bu deşti ey dil gördüğün
Tâbişi hurşîdi gamdır zıllı râhat kalmadı
Şem'i pür-sûz u güdâz itse aceb mi şevkımız
Ey gönül, bu çölü baştanbaşa geçsen, görüp göreceğin gam
Tâb-ı dilden şu'le-i âb eyleyen pervâneyüz
güneşinin yakıcılığıdır. Bir
Gönlümüzün ateşi, mumu yoksa, eritse bunda şaşacak ne
rahatlık veren gölge bile kalmadı.
var? Biz gönül ateşinden kanlı göz yaşı akıtan pervaneleriz.
Küştigîri merg degseydi gelür arkam yere
Sâhir-i mu'ciz-kelâmız sâhir-i şûhuz Fehîm
Hastai derd ü gam oldum bende kuvvet kalmadı
Ne füsûna râgıbız ne mâil-i efsâneyüz
Çayır pehlivanı şöyle bir dokunuverse, sırtın yere gelir.
Ey Fehîm, biz mucize gibi sözler söyleyen, bu sözlerle
Gam ve dert hastası oldum, bende
herkesi büyüleyen insanız. Onun için ne başka büyülere, ne
kuvvet kalmadı.
de efsanelere ihtiyacımız vardır.
Korkum oldur kim hadengi gamzesi yer bulmaya
GAZEL 2
Murgı câna gelmedik tîri melâmet kalmadı.
Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün
Korkum odur ki, onun bakışlarının okuyer bulamasın: can
Çeşmin gibi diller de âlüfte midir bilsek
kuşuna saplanmadık melamet
Diller gibi zülfün de âşüfte midir bilsek
Oku kalmadı.
Gönüller de gözün gibi karasız mıdır bilsek, gönüller gibi
züfün de dağınık ve perişan mıdır bilsek.
Düşdiler gibi girüp birbir şihâbın şekline
Hâletî göklerde hîç necmi sa'âdet kalmadı
Hep kârı tegâfüldür ol gamze vü ol çeşmin
Akanyıldızlar gibi kayıp gittiler: ey Hâletî. Göklerde, saadet
Mest-i mey-i nahvet mi ya hufte midir bilsek
bir tek yıldız bile kalmadı.
O gözün işi gücü hep bilmezlikten, tanımazlıktan gelmedir.
Acaba kendini beğenme şarabıyla sarhoş mu olmuştur,
yoksa naz uykusuna mı yatmıştır?
Fehîm-i Kadîm
GAZEL 1
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Gülzâr-ı mahabbetde şekl-i dil-i sad-pârem
Fâriğuz kayd-ı cihândan âşık-ı dîvâneyüz
Bir gonçe-i pür-hân-ı ne-şküfte midir bilsek
Âşinâya âşinâ bîgâneye bîgâneyüz
Muhabbet bahçesinde benim yüz parça olmuş gönlüm yeni
Biz dîvâne âşıklarız, dünya kayıtlarından kurtulmuşuz; bize
açılmış bir gonca gül müdür bilsek.
dost olana dost, yabancıya yabancıyız.
Bildik ne imiş aslın aşk-ı dil-i dildârın
Aşkı sâki gamze-i mest ü harâb itsek n'ola
Ammâ ki bu esrârı nâ-güfte midir bilsek
Câmı ateş bâdesi âteş aceb meyhâneyüz
Sevgilinin gönlündeki aişkın ne olduğunu anladık. Fakat
acaba bu sırlar, bilsek ki, Kimseye söylenmemiş midir?
122
Şikâyet itmesün lutf it Fehîm ey mâh cevrinden
Hem-vâra Fehîmânın manzûm olur elfâzı
Girerse destine dâmânı ferdâ Şems-i Tebrîzin
Âyâ güher-i tab'ı hep süfte midir bilsek
Yarın Tebzirli Şems'in kapanabilir, onun için ey ay yüzlü,
Fehîm, sözleri ipe dizilmiş inciler gibidir. Acaba gönlündeki
lûtfet de Fehîm senin eziyetlerden şikâyetçi olmasın.
inciler delinmiş midir ipe dizilmeye hazır mıdır, bilsek.
GAZEL 4
GAZEL 3
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
Garîk-i lücce-i aşkam fenâ nedir bilmem
Figân ey Mevlevî dilber ki çeşm-i fitne-engîzin
Ümîd-i sâhil içün âşinâ nedir bilmem
Beni öldürmeğe cem' eyledi müjgân-ı hûn-rîzin
Aşk deryasına batmışım, fânilik nedir bilmem: kıyıya
Ey Mevlevî güzel feryad ediyorum, çünkü senin fitneler
ulaşmak ümidi için yol nedir, bilmem, ilgilenmem.
doğuran gözlerin, beni öldürmek için, kan dökücü
kirpiklerini bir araya topladı.
Ne câme geysem ider âteş-i dilim sûzân
Cihânda şu'leden özge kabâ nedir bilmem
Olurmuş Mevlevî zinnâr-bend-i küfr bilmezdim
Üzerime ne giyersem giyeyim, gönlümün ateşi tutuşur.
Temâşâ itmesem kâfir senin zülf-i dil-âvâzin
Cihanda alevden başka bir elbise var mıdır, bilmem.
Keşişler gibi küfür kuşağını bağlanırmış, bilmezdim. Senin
gönülleri ucunda sallandıran zülfünün ettiklerini gözümle
Hemîşe saykal-ı âyînem oldı jeng-i belâ
görmeseydim, inanmazdım.
Henüz pertev-i rûy-ı safâ nedir bilmem
Gönlümün aynasını parlatan bela pası oldu; saadetin ışığı
nedir, nasıl olur, henüz bilmiyorum.
Semâ' itdikçe nûr-ı mihr-i hüsn-i şu'le-sûzundan
Olur hurşîd-i mahşer zerre-i bî-kadr-i nâ-çîzin
Semâ edip döndükçe, güzelliğinin nur saçan parlaklığı
Ne bîm-i mihnet-i dûzah ne ârzû-yı behişt
karşısında mahşer güneşinin güçsüz ve zerra misali
Şarâb-ı aşk ile havf u recâ nedir bilmem
kaldığını görüyorum.
Bende ne cehennem azabının korkusu, ne de cennet arzusu
var. Aşk şarabı ile öyle kendimden geçmişim ki ne korku ne
Kıyâmet ferş-i râhın fitne de zencîr-i zülfündür
yalvarma bilirim.
Gelince cünbiş-i reftâra bâlâ-yı belâ-hîzin
Belâ dağıtan eteklerin, dalgalanıp harekete başlayınca
Belâ-yı hükm-i kazâya tereddüd itsem olur
kıyamet senin tuttuğun yoldur, fitne zülfünün kıvrımlarıdır.
Velî o gamzeye çün u çirâ nedir bilmem
Kaderin hükmüne karşı tereddüt ederim, kararsız kalırım
Hayâdan gerçi sen bıkmazsın ammâ çesm-i uşşâkı
amma, o gamze karşısında ''nasıl neden'' diye bir şey
Tecellî -zâr kıldı âteş i hüsn-i şerer-bîzin
sormam, onun hükmüne terddütsüz baş eğerim.
Sen saklanmaktan, göze görünmemekten bıkmazsın amma
güzelliğinin kıvılcımlar saçan ateşi âşıkların gözünde ilâhi
Nigâh-ı hışmı nedir lutf ile tebessümi ne
cilvelerin göründüğü yer olur.
Bu şîveden o şehin müdde'â nedir bilmem
(Sevgilinin) hışmınınbu bakışı nedir? (Ya) lütfen (bize
Nigâhın fitne-pâş oldukça dest-efşân-ı semâ içre
atfettiği) bu tebessümü ne? Bu işveden o sevgilinin
Derûn-ı câna hançer-rîz olur müjgân-ı ser-tîzin
kasdettiği mâ'nâ, söylemek istediği şey nedir bilmem.
Sema dönüşü sırasında bakışların fitne saçmaya devam
ettikçe, ucu sivri kirpiklerin canlar için, kan dökücü bir
Hemân vücûdumı mahv eylesem yeterdi Fehîm
hançer olur.
Ümîd-i hestî-i mülk-i bekâ nedir bilmem
123
Ey Fehîm vücudunu hemen mahvetsen yeridir, çünkü
Tayasun pây-ı hum-ı bâdeye tabanı kadeh
ebediyet ülkesinin ümidi nedir bilmiyorum.
Muhtesip döğerek meyhaneden kaldıramaz! Kadeh tabanını
hele bir şarap küpünün dibine dayasın!
GAZEL 5
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Biricik dâ'ire-i bezme ayak basmaz mı
Meclis-i uşşâkda ol meh ki sâgar nûş ider
Gösterür seyre bakan âfete devrânı kadeh
Çeşm ü gamze bâde-i nâzı berâber nûş eder
Meclisin çemberine, halkasına biricik ayak basmaz mı?
O ay yüzlü âşıklar meclisinde şarap içtiği zaman gözü ve
Kadeh, seyre bakan âfete, devrânı gösterir!
gamzesi de naz şarabından içer.
Unf ile bezmi gice şahneye basdırmış iken
Câm-ı leb-rîz-i eceldür sunduğu uşşâka hep
Lutfa sabdırdı bu gün zümre-i rindânı kadeh
Bâde-i nâzı ki ol çeşm-i sitemger nûş eder
Geceleyin, meclisi sıkıntı ile bekçiye bastırtmış iken kadeh
Dudağının kadehinden aşıklara hep ecel şarabı sunar. O
bu gün rindlerin zümresini lutfa saydırdı.
sitem dolu bakışlarıyla hep naz şarabını içirir durur.
Yıkıyor kürsî-i tezkîre çıkup meygedeyi
Çeşm-i mest-i işvedür bilmez nedür hunâb-ı dil
Sâkıyâ kapdıra gör vâ'ize pinhânı kadeh
Ol şarâb-ı gamze-i hûn-rîzi kâfir nûş eder
Ey sâki, gizlice vâize bir kadeh kaptırıver. Allah'ı hatırlatma
Sarhoş gözleri işve ile doludur, gönülden akan gözyaşı
kürsüsüne çıkıp meyhaneyi yıkar.
Günc-i hasrette mey-i hûnâb-ı çeşm-i âşıkı
Sâbitâ at kulağı sürebilür miydi eğer
Muttasıl geh âstîn ü gâh bister nûs eder
Fâris-i bâdenin olmasa küheylânı kadeh
Hasret köşelerinde ağlayan âşığın kanlı göz yaşlarını bazan
Ey Sâbit, eğer şarap atına binenin küheylânı kadeh olmasa,
elbisesinin kolları bazan da döşeği içerir.
at kulağı sürebilir miydi?
Mahrem-i bezm-i visâl-i dûst olmazsa Fehîm
GAZEL 2
Câm-ı zehr-i firkati tâ rûz-ı mahşer nûş eder
Mefâ'ilün / fe'ilâtün / mefâ'ilün / fe'ilün
Eğer Fehim dostun vuslat meclisine ulaşamazsa, onun
Efendi fasl-ı bahâr oldı lâlezâra buyur
ayrılık zehrinin kadehini tâ mahşer sabahı içer.
Nigâh-ı lutf ile nergislere nezâre buyur
Efendi bahar mevsimi geldi, gelincik bahçesine buyur! Hoş
bir bakışla nergislere bir bakış buyur!
Sâbit
GAZEL 1
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
Sana recâ-yı derâgûşa arzıhâl etdik
Hep yapardı yıkılan hâtır-ı yâranı kadeh
Mahall-i merhametiz gel şu kenâre buyur
Sernigûn eylese ol âfet-i devrânı kadeh
Sana kucağa almak ümidiyle hâlimizi arz ettik! Bize
Kadeh, hep dostlarının yıkılan hâtırını yapardı. Kadeh, o
merhamet edilmek ister! Gel şu kenara buyur !
zamanın âfetini başaşağı etse de!
Ciğer kebâbı müheyyâ vü çâşnisi halâl
Eşik atlar gibibir şûh cevân ü çâlâk
Beğim ziyâfet-i uşşâk-ı dil-figâre buyur
Atlasun dâ'irede zâhid-i nâdân-ı kadeh
Ciğer kebabı hazır, tadı ve mezesi helal! Beğim, gönlü
Bir şûh, ve ayağına çabuk gencin eşek atlaması gibi, kadeh
yaralı âşıkların ziyafetine buyur!
de dâire câhil zâhidi atlasın!
Veyâ dimez mi girüp şeyh efendi koltuğuna
Muhtesib darb ile işretgededen kaldıramaz
Du'â buyurmağiçün şunda bir mezâra buyur
124
Veya Şeyh Efendi koltuğuna girip, duâ buyurmak için
Ne bayram gecesi gibi isrâf içine düş, ne oruç günü gibi
şurada bir mezâra buyur, demez mi?
imsâk ile vasıflanmış ol.
Efendi Sâbit-i pür-cürm kendi bendendir
Sâbitâ ardına at bâr-ı gam-ı dünyayı
Ne hidmetün var ise ben günehkâra buyur
Âmil-i âdet-i müstahsene-i fitrâK OL
Efendi kabahatla dolu Sâbit, kendi kölendir! Ben bu
Ey Sâbit bâri dünyâ gamını ardına at! Eğerin güzel âdeti
günahkâra ne hizmetin var ise buyur!
gibi yapan ol!
GAZEL 3
GAZEL 4
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
Dûş-ı rif'atse garaz nâsiye-sây-ı hâk ol
Gel câme-h'aba gir diyü çok minnet eyledim
Dil-i seccâde gibi sen de nazif ol pâk ol
Yıkdım netice yalvararak himmet eyledim
Niyet yücelme omuzuysa toprağa alnını koy! Seccâdenin
Gel giceliğe gir deye çok minnet eyledim. Neticede yıktım
gönlü gibi sen de tertemiz ol, pâk ol!
yalvararak himmet eyledim
Rü'yet-i şems-i hakikatse murâdın ağla
Handeyle dedi mum yapıştır buracığa
Abdest minşakkası gibi gözüm nem-nâk ol
Şem'in yanında gerdenine dikkat eyledim
Hakikat güneşini görmeyi murâd ediyorsan ağla! Abdest
Gülerek: buracığa mum yapıştır, dedi! Mumun yanında
havlısı gibi gözüm ıslak ol!
boynuna dikkat eyledim.
Kimsenin kurcalama aybını mânend-i hilâl
Gel âhret kızım deyu çektim kenarıma
Belki setr etmede hem-hâsiyet-i misvâk ol
Zât-ı kerîme-i inebe hürmet eyledim
Ay gibi, kimsenin ayıbını kıurcalama! Belki örtmek için
Gel âhiret kızım deyerek benim tarafıma çektim. Üzüm
misvâk gibi özelliğe sahip ol!
kızının kendisine saygı gösterdim.
Sem-i izâra edip şehd-i nevâzişle ivâz
Bir dest-bûsa ruhsat olunca o şûhdan
Hüner oldur ki sana zehr oluna tiryâk ol
Peymânçe-i niyâzda çok hizmet eyledim
Yanak ışığına okşayış balıyla karşılık vererek sana zehir
O şûh güzelden bir el öpüşüne izin oluncaya kadar yalvarış
olana sen panzehir ol! Hüner budur!
yeminciğinde çok hizmet eyledim.
Dâmenin hâr-ı mugaylân -ı hevesden kurtar
Şâhenşeh-i mahabbete tâbi olup yine
Ârzû pirehenin yırt giribân-çâk ol
Uydum imâma tâatine niyyet eyledim
Eteğini hevesin deve dikeninden kurtar! Arzu gömleğini yırt!
Sevgi şahına boyun eğip yine, imama uydum, itaat
Yakanı parçala!
göstermeye niyet eyledim
Adını aksine yazdırmağa misâl-i şeytan
Gördüm zamâne halkı nifâk üzre Sâbitâ
Nakş alıp hurde-şinâs-ı amel hakkâk ol
Nâçâr cümleden çekilip uzlet eyledim
Şeytan gibi adını ters yazdırmağa nakış alıp yontucu işi ince
Ey Sâbit, gördüm ki zamanın halkı, ayrılık üzeredir. Çâresiz
şeyi bilen ol!
kalarak, hepsinden çekilip yalnızlık köşesine çekildim.
Ne şeb-i ıyd gibi münhemik-i isrâf ol
GAZEL 5
Subh-ı rûze gibi ne muttasıf-ı imsâk ol
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
Her subh ol zehirlik için rind varıyor
125
Pir-i mugân yanında boğazın otarıyor
Ber-karâr olmak acebdir âteş üstünde habâb
Her sabah, o zehirlik için rind varıyor! Mecûsilerin
Âhımın ateşi cihânı tuttu, yine de felek yok olmaz!
papazının yanında (Tekke şeyhinin) boğazını zehirliyor!
Ateş üzerinde su kabarcığının yerli yerinde durması
şaşılacak şeydir!
Renk aldı gibi ârız u ruhsâr-ı yârdan
Verd-i sefîd ü surh kızarıp bozarıyor
Gelse peykân-ı yâr ammâ gelince sîneye
Beyaz ve kırmızı gül, sevgilinin yanağından renk almış gibi
Olur âteşpâre ol dahı virür bir gûne tâb
kızarıp bozarıyor!
Sevgilinin attığı okun temreni gelse, gönlün ateşi kalmaz!
Bir damla suyun bir külhanı nasıl söndürdüğünü gör!
Sâkî görünce zülfünü sevdâm depreşir
Ayağına düşem gibi gözüm kararıyor
Âbdır peykân-ı hadeng-i yâr kalmaz sûz-ı dil
Sâkî saçını görünce, sevdâm depreşiyor. Ayağına düşeceğim
Gör nice teskîn eder bir külhanı bir katre âb
gibi gözüm kararıyor.
Okun temreni sudur ama, sineye gelince bir ateş parçası
olur. O da bir çeşit harâret verir!
Ol bâğbân biziz ki su mîzâb-ı dîdeden
Hûn-ı ciderle bâğ-ı nedâmet suvarıyor
Âb u tâb eksik değil ey Nef'î senin
Göz oluğundan su, ciğer kanıyla nedâmet, pişmanlık
Yâr gâhî lutf eder gibi sana gâhî itâb
bahçesini suvaran bahçıvan biziz.
Ey Nef'î, senin şi'rinde parlaklık eksik değil!
Sevgili ise sana kâh lutfeder gibi, kâh azarlar gibidir!
Safrası mı bulandı hevâ-yı hazândan
Günden güne ruh-ı çemenistân sararıyor
GAZEL 2
Sonbaharın havasından safrası mı bulandı ki çemenliğin
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
yanağı günden güne sararıyor.
Ölmek âsân âşıka bir dem firâk-ı yâr güç
Böyle müşkil derd esîri hastaya tîmâr güç
İşledi şeyh-i bâde harâbât imâretin
Âşıka ölmek kolay ama bir an sevgiliden ayrı kalmak güç!
Hep şart-ı vâkıf üzre pişirip kotarıyor
Böyle bir derdin tutsağına derman da güç!
Şarabın şeyhi, meyhane denen imâretini işletti! Vakfı
kuranın şartı üzere hep pişirip kotarıyor.
Aşk mühlik yâr gâfil mübtelâlar neylesün
Birbirine derdini inkâr güç ikrâr güç
Sâbit gönülde kalmadı bir şe'e rağbetim
Aşk helâk edici, sevgili gâfil! Vurgunlar neylesin?
Za'f-ı heremle cümleden insan farıyor
Bu durumda birbirine derdini inkar da ikrar da güç!
Ey Sâbit, gönülde, bir şeye isteğin kalmadı! Evet, yaşlılığın
verdiği zayıflıkla insan cümlesinden farıyor, yoruluyor.
Gerçi aşk izhârı bîtâb olmayınca cürm olur
Dilber ammâ müdde'â fehm olıcak inkâr güç
Nef’î
Gerçi güçsüz kalmayınca aşkı belli etmek suç olur!
GAZEL 1
Ama ey dilber, iddiâ edilen şey anlaşılınca inkâr da güç!
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Gönlümü her dem bir âteşdir kılan pür-ızdırâb
Yâr eger âşık ne eylerse mahabbet iktizâ
Kim ol ateşden bir ahkerdir felekde âfitâb
Etmemek olur mahallinde anı izhâr güç
Gönlümü her an, ızdırapla dolduran bir ateştir!
Ey dost, sevginin gerektirdiği ne ise, âşıkın
Gökyüzündeki güneş de ondan bir kordur!
onu yerinde belli etmemesi güç!
Nâr-ı âhım tutdı dehriyine mahv olmaz felek
Olsa Nef'î nola ger endîşesiyle hem-zebân
126
Neylesün ya sohbet-i yârân-ı nâ-hemvâr güç
Dilberin bâlâ bülendi âşıkın üftâdesi
Nef'î, düşüncesiyle aynı dilden konuşursa nolur? Neylesin
Bir yere gelmiş bu gün a'lâ vü ednâ bundadır
ya? ! Anlayışsız dostlarla sohbet güç!
Dilberin boylu boslusu, âşıkın düşkünü bugün bir yere
gelmiş!
En üstünü ile en düşkünü buradadır.
GAZEL 3
Mefâ'ilün / fe'ilâtün / mefâ'ilün / fe'ilün
Ne tende cân ile sensiz ümîd-i sıhhat olur
Anmasun sûfî dahı kesretde vahdet âlemin
Ne cân bedende gam-ı firkatinle râhat olur
Yârı tenhâ avlayan uşşâk-ı şeydâ bundadır
Ne tende can ile sensiz sağlık ümidi olur! ?
Bu kalabalıkta sûfî dde teklik dünyasını anmasın!
Ne de ayrılığın gamı ile bedende râhat olur! ?
Sevgiliyi yalnız avlayan çılgın âşıklar buradadır.
Ne çâre var ki firâkınla eğlenem bir dem
Cümleden ol gûne sermestân-ı sâhib-hâlden
Ne tâli'm meded eyler visâle fırsat olur
Nef'î-i şûrîde-i bî-pâk ü rüsvâ bundadır
Ne çare var ki bir an ayrılığınla eğlenem!
Bu gibi hâl ehli serhoşlardan, pâk olmayan, maskara ve
Ne tâlim meded eyler, ne de kavuşmaya fırsat olur!
çılgın Nef'î de buradadır.
Ne şeb ki kûyuna yüz sürmesem o şeb ölirin
GAZEL 5
Ne gün ki kâmetini görmesem kıyâmet olur
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Hangi gece ki köyünü yüz sürmesem o gece ölürüm!
Söyleşilmez çarh ile geh şöyle gâhî böyledir
Hangi gün ki boyunu görmesem kıyamet olur!
Münkalibdir bu cihânın resm ü râhı böyledir
Çarhla da söyleşilmez: kâh şöyledir kâh böyledir!
Dönecektir, bu cihanın yolu, yordamı böyledir'
Dil ise gitdi kesilmez hevâ-yı aşkından
Gamın da gelse dile bâ'is-i meserret olur
Gönül gitti gider, aşkının hevasından kesilmez!
Zâhid ol rind hemân sûretde kalma ârif ol
Öğüt verdikçe beler kınanmış olur!
Âlem-i ma'nâda hükm-i pâdişâhî böyledir
İster zâhid, ister rind ol, sûrette kalma da ârif ol!
Mânâ âleminde padişahlığın hükmü böyledir!
Nedir bu tâli' ile derdi Nef'î-i zârın
Ne şûhı sevse mülâyim dedikçe âfet olur
Bu tâli' ile inleyen Nef'înin derdi nedir? Hanngi şen ve
Gark eder bir noktada nûr-ı siyâha âlemi
oynak güzeli sevse, buna hoş, yumuşak dedikçe âfet olur!
Ârifin sermâye-i kil-i siyâhı böyledir
Bir noktada, cihanı, kara nûra boğar!
Ârifin siyâh kaleminin sermayesi böyledir!
GAZEL 4
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Mahşer olmuş sahn-ı Kâğıd-hâne dünyâ bundadır
Subh u şâmı fark olunmaz âsumân-ı tab'ımın
Cennete dönmüş güzellerle temâşâ bundadır
Maşrık-ı endîşemin hurşîd ü mâhı böyledir
Kâğıthâne meydanı mahşer olmuş, dünya buradadır.
Yaradılış göğünün gece ve gündüzü birbirinden ayrılmaz!
Güzellerle cennete dönmüş, temâşâ buradadır.
Düşünce maşrıkımın güneşi ile ayı böyledir.
Bu da bir gündür kıyâmetden nişânı âşikâr
Yalnız Nef'î değil küstah-ı bezm-i ma'rifet
İşte gör ol âfitâb-ı âlem-ârâ bundadır
Yoklasan Cemmin nedîmânı ilâhî böyledir
Kıyâmetten nişanı olan bir gündür bu da, işte gör, o âlemi
Allâhım! Mârifet meclisinin yüzsüzü yalnızca Nef'î
süsleyen güneş buradadır.
değil! Yoklasan Cem'in nedimleri de böyledir!
127
GAZEL 6
Biz, meyhaneden çıkmayan gönül ehli insanlarız ve ‘’Elest
Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün
Bezmi’’nin sarhoşlarıyız. Mahşerde bile aşk şarabının
Vuslat hevesin ko gam-ı hicrân ne belâdır
kadehi ile sarhoşuz.
Var tâlib-i derd ol yürü dermân ne belâdır
Kavuşmak hevesini koy! Ayrılık gamı ne belâdır! Var, dert
Yok bâde içün minnetimiz pîr-i mugâna
ara, yürü, dermân ne belâdır!
Sâkî-ı mey-i vahdet ile dest-be-destiz
Bir kadeh şarap için meyhaneciye minnetimiz yoktur. Biz
Vahdet şarabının sâkîsi ile eleleyiz.
Dâyim tolaşup gezme ser-i kûyını yârin
Bilmez misin ol âfet-i devrân ne belâdır
Bilmez misin o zamânın âfeti ne belâdır. Sevgilinin köyünü,
Düşmezse nola gül gibi sâğar elimizden
daimâ dolaşıp gezme!
Ne tâib-i beyhûde vü ne tevbe-şikestiz
Elimizden gül gibi kadeh düşmezse bunda şaşacak ne var?
Biz ne boş yere tövbe eder, ne tövbemizden döneriz.
Âh etmemeğe çâre mi var âşık-ı bîtâb
Habs-i nefes ü çâk-i girîbân ne belâdır
Güçsüz âşıkın âh etmemesine çâre var mı? Nefesi tutmak ve
Dinse ne aceb tab’ımıza bahr-ı ma’ânî
yaka yırtmak ne beladır? !
Sabhâ gibi pür-hâlet ü cür’a gibi pestiz
Şairliğimize mânâlar denizi denilse yeridir. Şarap gibi
Cem’iyyet-i hâtır mı kalır âşık olunca
coşkun ve dalgalı, yerlere saçılan kadehin son yudumu gibi
İllâ gam-i gîsû-yı perîşân ne belâdır
alçakgönüllüyüz.
Aşık olunca, derli toplu akıl mı kalır? Ancak dağınık
şaçların gamı ne belâdır? !
Olsak nola Nef’î gibi rüsvâ-yı dü âlem
Hem âşık u hem şâ’ir ü hem bâde-perestiz
Dünyâyı girişmeyle esir eyledi bilmem
Nef’î gibi iki âlem halkına rezil rüsvâ olsak ne çıkar. Çünkü
Câdû mıdır ol gamze-i fettân ne belâdır
biz hem âşık, hem şair, hem de şarap düşkünü insanız.
Dünyayı bir göz işaretiyle esir aldı, o fitneli yan bakış cadı
mıdır, ne belâdır? !
GAZEL 8
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Nef’î sözünü vird-i zebân eyledi âlem
Baht uyansa h’âba varsa dîde-i bîdârımız
Şimden girü ya defter ü dîvân ne belâdır
Düşde bârî gayriden tenhâ düşürsek yârımız
Nef’î, senin sözünü dünya diline tesbih eyledi, bundan sonra
Bahtımız uyansa, uykusuz gözlerimiz uykuya dalsa… Hiç
defterdi, divandı, ne belâdır?
olmazsa rüyâmızda sevgiliyi başkalarından uzak, tenha bir
yerde görsek.
Var hâk-i reh-i ehl-i dil ol kaçma sitemden
Erbâb-ı dile gayret-i akrân ne belâdır
Gökde her bir ahrete yüz bin şerâr eyler kırân
Gönül ehlinin yolu toprağı ol, sitemden kaçma! Gönül
Kevkebe basdırdı çarhı âh-ı âteş-bârımız
ehline yaşıtlarını kıskanmak ne belâdır.
Gökte burçlar, her yıldıza yüz bin kıvılcım saçar. Bizim ateş
saçan âhımız ise bütün yıldızları bastırdı.
GAZEL 7
Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün
Şâh-ı aşkız her ne emr etsek müsahhardır felek
Biz rind-i harâbâtî vü mestân-ı Elestiz
Oldı mı mâh-ı nevle hıdmetkâr-ı hancer-dârımız
Mahşerde dahı câm-ı mey-i aşk ile mestiz
Biz aşk sultanıyız, felek her ne emredersek yerine getirir. O
sanki yeni doğmuş ay ile, kapımızda hançeri elinde bekleyen
bir hizmetkârımızdır.
128
Zerredir ammâ ki tâb-ı âfitâb-ı aşk ile
Biz hazân u hâr kaydından berî bülbülleriz
Rûzigârın şemse-i tâk u revâkıdır gönül
Sîne-i pür-dâğımızdır bâğımız gülzârımız
Gönül bir zerredir; ama öyle bir zerre ki güneşin ruhu ile,
Biz sonbahar ve diken kaygısından uzak bülbülleriz. Çünkü
zamanın insanları için bir kemer, bir saçak bir gölgeliktir
bizim bağımız, bahçemiz yaralar içindeki gönlümüzdür.
gönül.
Biz reh-i aşk içre terk-i ser kılan âşıklarız
İtse Nef’î nola ger gönliyle dâ’im bezm-i hâs
Çıkmasa Ferhâd-veş başa aceb mi kârımız
Hem kadeh hem bâde hem bir şûh sâkîdir gönül
Biz aşık yolunda başını vermiş âşıklarız ki tıpkı Ferhâd gibi
Nef’î gölüyle baş başa kalsa, onunla sohbet etse şaşmayınız.
işimiz neticeye ulaşamazsa şaşılır mı? (Ferhâd, Şirin için
Çünkü onun gönlü hem kadeh, hem şarap hem de şen bir
dağları deldi ama ona kavuşamadan külüngünü başına
sâkîdir.
vurarak öldü.)
GAZEL 10
Bezm-i gamda cismimiz bir şem’-i şevk-engîz olur
Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün
Âteş-i dilden tutuşsa kûşe-i destârımız
Ben mest-i harâbam dil mestâne değül mi ya
Gönlümüzün ateşinden, sarığımızın ucu şöyle bir tutuşsa,
Gerdûn yine ol bezme peymâne değül mi ya
bedenimiz gam meclisini aydınlatan bir mum olur.
Ben, kendini kaybetmiş bir sarhoşum, elbette gönlüm de
sarhoş olacak. Şu dünya yuvarlağı bu meclisin kadehi değil
Bâde-i aşka hum olmuş bir tabî’atden çıkar
midir?
Âlemi mest itse ey Nef’î nola eş’ârımız
Ey Nef’î şiirimiz bütün âlemi sarhoş etse ne olur; böyle
Çün ‘âşıka rüsvâlık elbette mukarrerdür
herkesi mest eden şiir, aşk şarabıyla dolu bir yaradılıştan
Mestaneligüm böyle rindâne degül mi ya
çıkar.
Âşıkın rezil rüsvâ oluşu tabii bir şeydir; benim sarhoşluğum
da böyle, rindlere yakışır şekilde değil midir?
GAZEL 9
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Keyfiyyet-i nazmumla mest olsa n’ola ‘âlem
Hem kadeh hem bâde hem bir şûh sâkîdir gönül
Her beyti safâ-bahşı mey-hâne değül mi ya
Ehl-i aşkın hâsılı sâhib-mezâkıdır gönül
Benim nazmımın yüceliğinden bütün âlem kendinden geçse
Gönül hem kadeh, hem içindeki şarap, hem de şen bir
ne olur? Onun her beyti, safa bahşeden bir meyhane değil
sâkîdir. Sözün kısası, aşk ehli içinde zevk sahibidir, gönül.
midir?
Bir nefes dîdâr içün bin cân fedâ itsem nola
Bin genc-i güher olsa pinhân n’ola sînemde
Nice demlerdir esîr-i iştiyâkıdır gönül
‘İşret-gede-i tab’um vîrâne değül mi ya
Sevgilinin yüzünü bir an görmek için bin can feda etsem ne
Sinem, binlerce inci hazinesini içinde saklasa ne çıkar?
çıkar? Gönül, hayli zamandır, onun hasretinin esiri
Benim içkiye meyyal tabiatım bir virâne değil midir?
olmuştur.
‘Uşşâkı niçün kırmaz gamzen ne turur bilmem
Dildedir mihrin ko hâk olsun yolunda cân u ten
Keskin mi değül tîgı mestâne değül mi ya
Ben ölürsem âlem-i ma’nîde bâkîdir gönül
Gamzen niçin âşıkları kırmaz, ne duruyor böyle? Onun kılıcı
Aşkın gönüldedir. Bırak can ve ten, senin yolunda toprak
keskin veya sarhoş değil mi yoksa?
oluversin. Ben bu yolda ölsem bile, mânâ âleminde gönül
yaşayacaktır.
Kadrüm n’ola bilmezse yârân-ı sühan-perver
Ehl-i dile tab’ ehli bîgane değül mi ya
129
Söz ustası dostlar, eğer benim kadrimi bilmiyorsa bu dünya
Düşünce benim yeni heveslerle dolu gönlümün çocuğudur.
ehlinin, gönül ehline yabancı oluşundandır.
Ben mest-i mey-gede-i aşk-ı Hudâyım
Nef’î dil-i şeydâya bir pâre tesellî vir
Tâkdir rikâbumda sebû-keş asesümdür
Lâyık mı değül ‘aşka dîvâne değül mi ya
Ben Allah aşkının sarabının sarhoşuyum
Ey Nef’î, çılgın gönlüne bir parça teselli ver. O, aşktan
Allah’ın takdıri yol boyunca yanımda yürüyen seyisim gibi.
divâne mi değil, yoksa sen onu teselliye lâyık mı
Benim şarap testimin taşıyıcısıdır.
bulmuyorsun?
Oldum Güher-i feyz ile deryâ-yı me’ânî
GAZEL 11
İ’râb u hurûf-ı sühanum hâr ü hasümdür.
Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün
İncilerimin bolluğu ile manalar denizi olmuşum: Benim
Mey-hâne-i nâz olmış o çeş-i siyeh-i mest
sözlerimin düzgünlüğü bu incilerin yanında
Her kûşe-i pür fitnesi bir hab-geh-i mest
Çalı çırpıdan başka bir şey değildir.
O sarhoş kara gözler naz meyhanesi olmuş
Onun fitnelerle dolu her köşesinde bir sarhoş sızıp kalmış
Ol kâfile-sâlar-ı reh-i ka’be-i aşkam
Kim nâle-i uşşâk sadâ-yı ceresümdür
Hışım ile çeker gamzesi peymane-i nâzı
Ben aşk kâbesine giden yolların kervanbaşıyım
Âşûb-ı cihân olsa n’ola her nigeh-i mest
Aşıkların iniltisi bu kervanın can sesidir.
Yan bakışı naz kadehini öfke ile ortaya sürer
(Eskiden kervanlarınen önünde deveye çan asılırdı)
Onun her sarhoş bakışı dünyayı birbirine katsa hayret
Olsam n’ ola Nef’ î gibi hallâk-ı ma’ ânî
edilmemelidir.
İhyâ iden endîşevi feyz–i nefesümdür.
Bezm-i Ceme nevnak viremez olmayacak tâ
Nef’ î gibi manalar yaratan biri olsam şaşılacak ne var?
Cârûb-ı der-i mey-gede perr-i küleh-i mest
Düşünceyicanlandıran benim nefesimn feyzidir.
Sarhoşun kulağındaki damga meyhane kapısının süpürgesi
olmadıkça Cem meclisine aydınlık vermez. Süs olamaz.
GAZEL13
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
Mestâne niyâz eylese Nef’i n’ola yâra
Gözi mey-hâne-i nâz u kaşı mihrâb-ı niyâz
Ma’zûr-ı kirâm-ı ukalâdur güneh-i mest
Yaraşur he ne kadar itse niyâz ehline nâz
Nef’i sevgilisine sarhoş halde yalvarsa ne çıkar?
Gözleri naz meyhanesi, kaşları niyaz mihrabıdır:
Kerem sahibi akıllıların katında sarhoşun günahları hoş
Kendisine yalvaranlara ne kadar naz etse yeridir.
görülür.
Sabra tâkatmi kor âh itmemege dillerde
Almış ele Rüstem gibi şemşirini gamze
O girişme o hırâm ol nigeh-i sabr-güdaz
Olmış ana müjğânları saf saf sipeh-i mest
O işve o yürüyüş o sabır tüketen bakış gönüllerde ah
Yan bakışı Rüstem gibi, sanki kılıcını eline almış
etmemek için Sabır göstermek için takat mi bırakır?
Kirpikleri de onun saf saf ve sarhoş askeri olmuşlar.
Görmedüm gamze-i fettâni gibi şûh-ı cihân
GAZEL 12
Sûret-i fitnede bir dil-ber-i uşâk-nevâz
Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün
O dünya güzeli gibi aşıkların gönlünü esir etmede ve fitneler
İhyâ eden iden endîşe-i feyz-ı nefesümdür
çıkarmada O fettan gözlü gibisini görmedim.
Endîşe benüm tıfl-ı dil-i nev-hevesümdür
Düşünceyi canlandıran benim nefesimin feyzidir.
Böyle pîrâste vü buklemon-ı hüsnolmaz.
130
Kendi gûyâ ki melek gamzeleri şa’ beze-bâz
Nef’ i göreydi bu gazel-i pür-niyâzını
Güzelleğin böyle bukalemonu ve göz bağcısı görülmemiştir.
Tahsîn iderdi gamze-i hâzır-cevâb-ı nâz
Kendi melek gibidir ama gamzeleri tam bir hokkabazdır.
O sevgili Nef’ i’nin bu yalvarmalarla dolu bu gazelini
görseydi mutlaka nazlı gamzeleriyle güzel bir cevab verirdi.
Güft ü gûyi dili bilmez görünür gamzeleri
Şîvede her nigehi sâhir-i ma’ ni-perdâz
GAZEL 15
Onun gamzeleri gönülden geçenleri bilmez görünür
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
Onun her bakışı söze istediği manayı veren bir büyücüdür.
Yâra derdüm diyemem bezm-i şerâb olmayıcak
Cürmüm ikrâr idemem mest-i harâb olmayıcak
Dil-i Cibrîli şikâr eylemek ister zülfi
İçki mezesi olmayınca sevgiliye derdimi açamam
N’ ola eylerse hümâ gibi yukarudan pervâz
Sarhoşluktan yıkılacak hale gelmeyince suçumu inkar
Zülfü gönlümüzü Cebrail’ e bir av olacak düşünür.
edemem
Onun için hep hüma kuşu gibi yükseklerde uçar.
Âfitâb ol rûh-ı pûr-tâba nazîr olsun mı
Sen de Nef’ i dilüni kurtar eğer kâdir isen
Bu yakar âlemi bir lahza nikâb olmayıcak
Sözi ya silsile-i zülfi gibi itme dirâz
Güneş sevgilinin o parlak yanağına nasıl benzyebilir?
Ey Nef’ i eğer gücün yetiyorsa gönlünü kurtarmaya bak
Eğer o sevgili bu parlak yanağının üzerindeki örtüyü
Sözü onun zülfü gibi uzatma.
kaldırsa bütün alem yanar.
GAZEL 14
Cezbe-i hüsni gönül hattına ta’lîk eyler
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
Niçe hallitmek olur anı kitâb olmayıcak.
Olmış o şûh o mertebe mest-i şarâb-ı nâz
Gönlü kendine çeken onun yüzündeki yazıya benzeyen
Kim bâde içre aksine eyler itâb-ı nâz
tüyleridir elde ktap olmayınca bu yazıyı çözmek nasıl
O şuh o derece naz şarabının sarhoşu olmuş ki
mümkün olur?
Kadehin içinde görünen kendi aksine bile naz ediyor.
Tutalum rûz-i şümâr olsa kim eyler da’vâ
Kalmazdı rüzgârda bir zinde âşık-ı
İtdüğün zulme senün hadd ü hisâb olmayıcak
Ger olmayaydı gamzesi mest-i harâb-ı nâz
Mahşer günü olsa da kim davacı olabilir, sana kim hesap
Eğer naz sarhoşu olan gözleri bu sarhoşlukla gücünü
sorabilir? Senin ettiğin zulmün haddi hesabı yokki.
kaybetmeseydi Aşıklarından bir tanesi bile sağ
kalmayacaktı.
Sen bu rüsvâlıgı ey Nef’î komazsın elden
Yârdan yine sana hışm u itâb olmayıcak
Bir kahramân-ı şûhdur ol gamze gûyiyâ
Ey Nef’î eğer sevgili sana kızıp da azarlamazsa
Olmış müsâhibi nigehî pür-hicâb-ı nâz
Sen bu rüsvalığı elden bırakmıyacaksın.
O güzel gamzeleri ile sanki kan dökücü bir kahramandır
Gizli naz odasında sanki sohbet arkadaşı olmuş.
GAZEL 16
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
Çeşmi hadeng-i hışmı yine kıldı der-kemân
O şeh cân u dile rahm eyleyüp dâd itdüğün görsek
Ebrûlarına düşse n’ola pîç ü tâb-ı nâz
Bir iki zâr u nâşâdı felek şâd itdüğün görsek
Gözlerinin öfkeli okları yine yaya yerleşmiş
O sultânın can ve gönüle acıyıp insaf ettiğini görsek.
Naz kıvrımları eğer onun kaşlarının içine düşerse hali nice
Feleğin bir iki mahzun ve meyûsu sevindirdiğini görsek
olur?
Gönül ma'mûresin cev ile vîrân itdi ol zâlim
131
Gelüp insâfa bir gün yine âbâd itdüğün görsek
Âleme bezi güher eylesem itlâf degül
O salim. gönül evini zulüm ve eziyetle virân etti. İnsafa
Mânâ hazinesinin kapısının anahtarı artık benim elime
gelerek günün birinde yine şenlendirdiğini görsek.
geçti. O hazinedeki incileri dünyaya saçsam. boşa harcamış
olmam.
Kul itdi 'âlemi reftârına ol şerv-i âzâdım
Ne var bir bendesin lutfından âzâd itdügin görsek
Levh-ı mahfûz-ı sühandür dil-i pâk-i Nef'î
O selvi boylu. yürüyüşüyle bütün âlemi kendisine kul etti:
Tab'ı yârân gibi dükkânçe-i sahhâf degül
lütfedip de bir kölesini azâd ettiğini görsek ne olur?
Nef'î'nin temiz gönlü gizli sözlerin yazıldığı bir levhadır:
yoksa dostların gönlü gibi kitapçı dükkânı değil. (Levh-i
Niçe bin hânümânı bâda virmüş bir felekdür bu
Mahfûz âlemde olmuş ve olacak her şeyin yazılı olduğu
Anı âhiyle bir âşık da ber-bad itdüğin görsek
levhadır ki bir anlayışa göre Takdir-i İlâhi'dir)
Bu. binlerce evi barkı yele vermiş. Yok etmiş bir felektir. Bu
sefer de bir âşıkın. âhı ile onu berbâd ettiğini. perişan
GAZEL 18
duruma düşürdüğünü görsek.
Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün
Yâr olmayıcak câm-ı safâyı çekemez dil
Ne mazmûnlar ne vâdîler bulur seyr eylesen Nef'î
Her neyse çeker böyle belâyı çekemez dil
Yine bir tarz-ı hâs u tâze îcâd itdügin görsek
Gönül. yâr olmayınca mutluluk kaehini içemez. O, her
Nef'î'nin ne mazmunlar ve ne üsluplar bulduğunu seyretsek
belâya katlanır da bir tek bu belâyı çekemez.
de. yine nasıl yeni bir tarz icâd ettiğini görsek.
Ne cür'a-i hasret yeter âşüfte-dimâgum
GAZEL 17
Peymâne-i leb-rîz-i vefâyı çekemez dil
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
Ne karışmış aklımı düzeltmek için bir yudum hasret
Tûtî-i mu'cizegûyem ne disem lâf degül
şarabına, ne de vefâ ile ağzına kadar dolmuş bir kadehe
Çarh ile söyleşemem âyînesi sâf degül
ulaşamaz gönül.
Mûcizeli sözler söyleyen bir papağanım. ne desem boş laf
değildir: felek ile anlaşamıyorum. onun aynası temiz
Hûn-ı dili bir zevk ile nûş itmede gamze
değildir. (papağan aynaya bakarak konuşur. ayna temiz
Ol lezzet ile zehr-i cefâyı çekemez dil
değilse kendisini göremediği için konuşmaz Ayna gönüldür
Sevgilinin gamzeleri gönül kanını zevkle içiyor: o lezzetten
Şair diğer insanların gönlüne saf ve temiz bulmadığı için
sonra gönül. cefa zehrini içermez.
onlarla anlaşamıyor)
'Aşk âfet-i akl oldı 'aceb turfe belâdur
Ehl-i dildür diyemem sînesi sâf olmayana
Hem silsile-i zülf-i dü-tâyı çekemez dil
Ehl-i dil bir birini bilmemek insâf degül
Aşk. aklı baştan alan öyle tuhaf bir belâ oldu ki. artık gönül.
Gönlü temi olmayana gönül ehlidir diyemem. Gönül ehli
iki kat olmuş zülfün zincirine dayanamıyor.
insanların birbirini bilmemesi insafa sığan bir şey değildir.
Mecnûn gibi yok silsile-cünbânlıga tâkat
Yine endîşe bilür kadr-i dür-i güftârum
Hem minnet-i imdâd-ı sabâyı çekemez dil
Rûzigâr ise denî dehr ise sarrâf degül
Artık. Mecnûn gibi boynunda zincirler taşımaya takat
Benim inci gibi sözlerimin değerini ancak düşünen
kalmadı. Gönül. sabah rüzgârının yardımına minnet
insanlarbilir. Zaman alçak. dünya ise sarraf olmadığı için
etmiyor.
benim sözlerimden bir şey anlamaz.
Düşdi nazarı âyîne-i gayba mukâbil
Asla keder-i çûn u çirâyı çekemez dil
Girdi miftâh-ı der-i genc-i ma'ânî elüme
132
Onun bakışı gayb aynasına düştü. onun için artık ''neden.
nasıl endişesi''ni bu gönül çekemez.
Nef'î ne sö edâsına 'Urfî vü Hâfızun
Ammâ benüm ser-âmed ü mümtâzdur sözüm
Nef'î gibi bir rind-i sebük-rûh ile hem-dem
Nef'î. Urfî'nin ve Hâfız-ı Şirâzî'nin üslûbuna kusur bulma.
Hem siklet-i yârân-ı safâyı çekemez dil
onlar seçkin şairlerdir. ama benim sözüm onlardan biraz
Gönül, artık Nef'î gibi rind yaradılışlı biriyle dost olduğu
daha ileridir.
için. eğlence arkadaşlarının ağırlığını çekeme.
Mümtâz-ı 'âlem olmamaga çâre var mıdur
GAZEL 19
Zîrâ senâ-yı şâh-ı ser-efrâzdur sözüm
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
Âlemin en seçkini olmamak için bir sebep mi var. Çünkü
Bezm-i hayâle nagme-i Şeh-nâzdur sözüm
benim sözüm en yüce sultânın övgüsünü taşıyor.
Hüsn-i edâya gamze-i gammâzdur sözüm
Medh u senâ-yı Hazret-i Sultân Murâd ile
Sözüm. hayâl meclisine giden Şehnaz makamında bir
Şâyeste-i merâsim-i i'zâzdur sözüm
nağmedir. güzelliği tamamlayan. gammazlayıcı bir
Sultan Murâd hazretlerinin övgüsü ile, benim sözüm onun
gamzedir sözüm.
yüceliğine yakışan bir mertebeye ulaşmıştır.
Bir turfe rind-i şa'bede-bâz-ı tahayyülüm
GAZEL 20
Ma'nâ-yı sihr ü sûret-i i'câzdur sözüm
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
Ben yepyeni oyunlar icad eden hayâl hokkabazıyım: sözüm
Bahâr irse yine seyr-i gülistân oldugın görsem
de öyledir, ovunlar eder, sihir yapar.
Güzel seyr eylemek 'uşşâka âsân oldugın görsem
Bahar gelse de yine gül bahçelerinde dolaşsam: güzelleri
seyretmenin. âşıklara artık kolaylaştığını görsem.
Sad-sâle mürde-i gama cân-bahş olur hemân
Gûyâ Mesîh-i mu'cize-perdâzdur sözüm
Gam çekmekten yüz yıl önce ölmüş birine bile can verir.
Letâfetden görünse âsumânın 'aksi her yerde
benim sözüm sanki mûcizeler gösteren İsa gibidir. (Hz.
Çemende başka bir 'âlem nümâyân oldugın görsem
İsa'nın mucizelerinden birisi ölüleri diriltmektir)
Yeryüzü o kadar letâfet kazansa ki gökyüzünün aksi orada
görünebilse: ben de böylece bahçelerde bir başka âlemin
görüntüsünü seyretsem.
Tenhâ düşürmeyince dimem yâra derdümi
Ser-beste 'arz-ı hâl-i dil-i râzdur sözüm
Sevgiliyi tenha bir yerde görmeyince derdimi söyleyemem.
Yine rez duhterin peydâ idüp 'azm-i kenâr itsem
Çünkü benim sözüm, gönüldeki gizli sırları ifade eder.
Gamun hâtırda nâ-peydâ vü pinhân oldugın görsem
Yine üzümün kızını (şarabı) elde edip tenha bir sahile gitsem
de. gönlümdeki tasanın kaçacak delik aradığını görsem.
Meşk itse anı mutrıb-ı hâmem 'aceb midur
Bî-perde her terâneye dem-sâzdur sözüm
Benim beste yapar gibi âhenkli sözler yazan kalemim. yeni
Kızarsa gül gül olsa tâb-ı meyden rûyı hûbânun
bir besteye başlasa ne çıkar. çünkü benim sözüm her
Ruh-ı cânânı hem gül hem gülistân oldugın görsem
nağmeye uyar. ona eşlik eder.
Güzellerin yüzü. şarabın harareti ile kızarıp güller gibi olsa.
böylece sevgilinin yanağının hem gül. hem de gül bahçesi
olduğunu görsem.
Rûh-ı revân-ı 'Urfîyi şâd eylesem n'ola
Reşk-i nevâ-yı Hâfız-ı Şîrâzdur sözüm
Urfî'nin ruhunu şâd etsem ne çıkar. Çünkü benim sözüm
Safâdan bir birinün sînesin çâk itse dil-berler
Şirazlı Hâfız'ın şiirlerini bile kıskandırır.
Güzeller mest olup dest ü girîbân oldugın görsem
133
Neşeden güzeller birbirinin göğüslerini parçalasa. ben de
Agyâra nigâh itmedügün nâz sanurdum
onların sarhoş olup yaka paça olduklarını görsem.
Çok lutf imiş ol 'âşıka ben az sanurdum
Başkalarına bakmadığını görünce bunu naz sanırdım. Ben
bunu az sanırdım ama, meğer âşıka ne büyük lütûf imiş.
Bakup geh sîne-i cânâna geh câm-ı mey-i nâba
Dil-i dîvâne berr ü bahra sultân oldugın görsem
Bazan sevgilinin göğsüne. bazan sat şarap kadehine bakıp.
Gamzen dili rüsvâ-yı cihân eyledi âhır
deli gönlün deniz ve karalara sultân olduğunu görsem.
Bi'llâhi ben ol âfeti hem-râz sanurdum
Gamzen, sonunda gönlümüzü âleme rezil etti, halbuki sen o
âfeti gönlümün sırdaşı sanırdım.
Muhassal böyle bir gün görmedin ölürsem ey Nef'î
Felek ben ölmedin hâk ile yeksân olduğın görsem
Sözün kısası ey Nef'î, böyle bir gün görmeden öleceksem.
Seyr eylemesem âyînede 'aks-i cemâlün
ben ölmeden şu feleğin yerle bir olduğunu görsem.
Hüsn ile seni meh gibi mümtâz sanurdum
Eğer aynada güzelliğinin aksine seyretmeseydim, seni,
güzelliğin ile gökteki ay sanırdım.
GAZEL 21
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
Gül gibi câm-ı meyi encümen-efrûz idelüm
Ma'mûr idügin bilmez idüm böyle harâbât
İttifâk ile gelün bir yere Nev-rûz idelüm
Mestâneleri hâne-ber-endâz sanurdum
Şarap kadehini, gül gibi, meclisin ışığı yapalım. Hep birlikte
Böyle yıkıntı yerlerin meğer nasıl mamûr olduğunu bilmez
gelin de Nevrûz yapalım.
imişim. Sarhoşların meyhânelerden kovulduğunu sanırdım.
Mutrıb alsun eline ' ûdı yanınca biz de
Sihr itdügüni senden işitdüm yine Nef'î
Yanalum yakılalum bir dem-i dil-sûz idelüm
Yohsa sözüni hep senün i'câz sanurdum
Çalgıcı, udunu eline alsın. Biz de onun yanında gönül yakıcı
Ben senin sözlerini, az sözle çok şey anlatır vasıfta bilirdim.
bir sohbete dalalım.
Ey Nef'î meğer ondan da ileri imiş, sen büyü yapıyormuşsun.
Giceyi gündüze katmak dinile himmet idün
GAZEL 23
Bir safâ eyleyelüm kim şebümüz rûz idelüm
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Himmet edin de geceyi gündüze katalım. Öyle bir gönül
Âşıka ta'n itmek olmaz mübtelâdur n'eylesün
şenliği içinde yaşayalım ki gecemiz gündüz olsun.
Âdeme mihr ü mahabbet bir belâdur n'eylesün
Âşıkı ayıplamak, onu kötülemek doğru değildir, ne yapsın o
Kalbümüz bâde ile Matla'-ı Envâr olsun
aşka tutulmuştur. İnsanoğlu aşk ve muhabbet bir tatlı
Nice bir Mahzen-i Esrâr-ı gam-endûz idelüm
belâdır ne yapsın?
Kalbimiz şarabın harareti ile aydınlık saçsın, nur kaynağı
olsun. Niçin onu gam biriktiren bir sırlar mahzeni haline
Gönli dil-berden kesilmezse 'aceb mi ' âşıkun
bırakalım?
Gamzesiyle tâ ezelden âşinâdur n'eylesün
Âşıkın gönlü güzel sevmekten vazgeçmezse hayret
Bülbül olsun okusun tâze gazeller Nef'î
etmemelidir; âşık, onun yan bakışı ile ezelden beri dosttur,
Gül gibi câm-ı meyi encümen efrûz idelüm
ne yapsın?
Nef'i bülbül olsun da taze gazeller okusun. Şarap kadehini,
gül gibi, meclisin ışığı yapalım.
N'ola ta'yîn itse zabt-ı mülk-i hüsni gamzeye
Zülfi bir âşufte-i ser-der-hevâdur n'eylesün
GAZEL 22
Mef'ûlü Mefâ'ilü Mefâ'ilü Fâ'ilün
134
Güzellik ülkesini zaptetmek için, gamzeye görev verirse
Mânendi mi var Nef'î-i pâkîze-kelâmun
şaşmamalı. Çünkü zülüf, başında kavak yelleri esen perişan
Bir kımsede gördün mi dahi tarz-ı edâsın
bir derbederdir, ne yapsın?
Şu seçkin sözler söyleyen Nef'î'nin dünyada bir eşi daha var
mı? Onun edâsını, üslûbunu bir başkasında gördün mü?
Zülfine kalsa perîşân eylemezdi dilleri
Anı de tahrîk iden bâb-ı sabâdur n'eylesün
GAZEL 25
Zülfüne kalsa, gönülleri perişan eylemezdi. Fakat ne yapsın,
Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün
onu da bahar rüzgârı böyle tahrik ediyor.
Gam cânuma kâr itdi bilmem ne belâdur bu
Dil derd ile âsûde bilmem ne safâdur bu
N'ola olsa muztarib hâl-i dil-i 'uşşâkdan
Gam, canıma işledi. Bu nasıl bir belâdır bilmiyorum. Gönül
Sînesi âyîne-i 'âlem-nümâdur n'eylesün
dert içinde rahat bir şekilde yaşıyor. Bu nasıl bir saadettir.
Âşıkların gönlü, böyle kendi durumlarından şikâyetçi iseler
Anlamıyorum.
ne çakar bundan? Onların göğsü, cihanı gösteren bir
aynadır, ne yapsın?
Feryâdır mü'essirdür her perdede 'uşşâkun
Uymaz def ü tanbûra bir özge hevâdur bu
Olmasa Nef'î n'ola dil-beste zülf-i dil-bere
Âşıkların her perdeden çıkardığı feryâd sesleri öyle
Tab'-ı şûhî dâme düşmez bir hümâdur n'eylesün.
tesirlidir ki, ne tefe ne tanbura uyar. Değişik bir makamdır
Nef'î güzelin zülfüne gönül bağlamazsa buna şaşmamalıdır.
bu.
Çünkü onun şuh yaradılışı tuzağa düşmez bir devlet kuşudur
ne yapsın?
Gamzenden emîn olmak mümkin mi dil-i 'âşık
Gamze diyemem zîrâ şemşîr-i kazâdur bu
GAZEL 24
Âşıkların gönlünün senin kirpiğinin oklarından emin olması
Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün
mümkün müdür? Hayır, onlar kirpiğinin değil, kaderin
Bend oldı o şûhun göricek zülf-i dü-tâsın
oklarıdır.
Âhır yele dek bâd-ı sabâ buldı balâsın
O güzelin iki büklüm zülfünü görünce ona esir oldu; böylece
Birbirine düşdi hep zülfünde olan diller
sabah rüzgârı da belâsını bulmuş oldu.
Az fitne kıyâs itme tahrîk-i sabâdur bu
Zülfüne bağlanmış gönüller hep birbirine düştüler. Bunu
fitne kabul etme, bu sabah rüzgârının tahrikidir.
Olsun ko sabâ da ham-ı zülfine giriftâr
Çeksün birez işkence-i kullâb-ı cefâsın
Bırak sabah rüzgârı da onun zülfünün kıvrımlarına
Dil kapsa n'ola dâ'im şehbâz gibi zülfün
yakalansın; onun cefa çengelinin işkencesini çeksin biraz.
Şâhîn şikâr eyler bir turfe hümâdur bu
Zülfün avcı bir kuş gibi gönlü kapsa şaşılır mı? O körpe bir
hüma kuşudur ki şahin onun üzerine saldırır.
Görsün ne çekermiş dil-i erbâb-ı mahabbet
Başına belâ eylemesün zülfi hevâsın
Görsün ki muhabbet erbabının gönlü neler çekermiş. Onun
Kalur mı ya 'Urfîden söz söylemede Nef'î
zülfünün havasının başa belâ olması ne demekmiş anlasın.
Hôş-lehce ise ger ol pâkîze-edâdur bu
Hiç Nef'î Urfî'den geri kalır mı? O da tatlı dilli, seçkin
üslûpludur.
Geçmezse bu sevdâdan eger ol yeler onmaz
Âvâreligün bilmez imiş zevk u safâsın
Eğer o bu sevdadan vazgeçmezse, o sabah rüzgârı artık iflâh
Bu nazm-ı dil-âvîze dahl eylemez hâsid
olmaz. Demek ki serbest olmanın zevkini bilmiyormuş.
Eş'âr degül zîrâ ilhâm-ı Hudâdur bu
135
Kıskanç kimseler bu gönül aydınlatan şiiri anlayamazlar.
GAZEL 27
Çünkü bu bir şiir değil. Cenâb-ı Hakk'ın ilhamıdır.
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
Âşık odur ki nâzı geçe dil-rübâsına
GAZEL 26
Sevgili odur ki âşığına yüz vermeye Âşık ona derler ki
Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün
sevgilisine nazı geçe…
Kalmazsa ger ol kûşe-i dâmân elimizde
Elden ne gelür çâk-i girîbân elimizde
Bir güft u gûdayüz nigeh-i çeşm-i yâr ile
Eğer o eteğin ucu elimizde kalmazsa, ne yapalım: yakamızı
Aşk olsun ol mu’âmelenün âşinâsına
yırtmak elimizde ya…
Sevgilinin gözlerinin sarhoş bakışından söz edip duruyoruz.
O muameleye muhatap olana aşk olsun!
Zâhid bize peymâne yeter sanma tehî-dest
Lâzım mı hemân sübha-i mercân elimizde
Ne tercümân-ı gamze gerek âşıka ne nâz
Ey sofu, bizi eli boş sanma elimizdeki kadeh bize yeter.
Dil- ber mukayyed olmayıcak müdde’âsına
Mutlaka elimizde mercan tesbih bulunması mı gerekir?
Eğer sevgili iddiasında ısrarlı değilse, onun ne nazına ne de
gamzelerine tercüman istemez.
Dil teşne beden aşk ile bir mertebe pür-tâb
Yah-pâre olur ahker-i sûzân elimizde
Ne eşk-i dîde lâzım olur dil-bere ne âh
Gönül susamış, beden aşk ile yanıyor. Öyle ki elimize buz
Âşık tahammül eylemeyince cefâsına
parçası alsak kor kesilir.
Eğer âşık sevgilisinin cefalarına dayanamıyorsa, sevgiliye
ne göz yaşı ne de âh lâzım gelir
Biz nice toyunca kanalım câm-ı murâda
Bir lahza komaz sâkî-i devrân elimizde
Nef’î bize ne gamze gerek ne nigâh-ı dost
Biz murat kadehinden nasıl içip de kanalım? Devrânın
Biz mâyilüz güzellerün en bî- vefâsına
sâkîsi o kadehi bir an için olsun elimizde bırakmıyor.
Ey Nef’î bize ne sevgilinin bakışı ne de gamzesi gerekir. Biz,
güzellerin en vefâsız olanına gönül vermişiz.
Ruh-sâr-ı arak-rîzi yeter bakmağa yârun
N’eyler reşehâtiyle gülistân elimizde
GAZEL 28
Sevgilinin ter döken yanaklarına bakmak bize yeterlidir.
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
Güllerinde çiğ taneleri olan gülbahçesi elimize geçse ne
Yakdı beni kül itdi o mâhun güneş yüzi
kıymeti var?
Oldı dil-i za’îf-i şikeste gül öksüzi
O ayın, güneşe benzeyen yüzü beni yaktı, kül etti. Kırık ve
yaralı gönlümü gül öksüzü etti.
Hat gelse ruh-ı yâra yeter kâkül ü zülfi
Gül gitse n’ola sünbül ü reyhân elimizde
Sevgilinin yüzünde ayva tüyleri belirse ne çıkar; bize zülfü
Bir gice yok ki çıkma tâ mâh u encüme
ve kâkülü yeter. Gül gitse ne çıkar, sünbül ve reyhan
Âhumla âsumânun alışdı yüzi gözi
elimizde ya. .
Bir gece geçmiyor ki âhım aya ve yıldızlara ulaşmasın.
Âhımla gökyüzü artık yüz göz oldular.
Bir sünbüle benzer ki ola şeb-nemi vâfir
Nef’î yine bu kilk-i dür-efşân elimizde
Âşık odur ki şu’le-i dâgıyle hôş geçe
Ey Nef’î, yine bu inciler döken kalem elimizdedir. Bu kalem,
Gam âlemünde bir ola giceyle gündizi
çiğ taneleriyle donanmış bir sünbüle benziyor.
Âşık ona derler ki yarasının parıltısıyla teselli bulsun ve
gam âleminde o parıltı gecesini gündüz haline getirsin.
136
Rez duhterine sübhâ-i sad-dâneyi satup
Her bir avuç külünden bir bülbül ola peydâ
Sûfî de yüzsüz oldı görünce o yüzsüzi
Ev gül, bu çılgın cihan, aşkın ateşine yanarsa,
Artık sofu da yüz taneli tesbihini üzümün kızına(şaraba) sattı
her bir avuç külünden bir bülbül peydâ olur.
böylece o yüzsüzü görüp sofu da yüzsüz oldu.
Mülk-i dile o lebden hakkâ ki korku vardır
Nef’î esîr-i bâde giriftâr-ı aşkdur
Câiz ki bir şererden âlem yana serâpâ
Sûz u safâdan olmasa hâlî n’ ola sözi
O dilden doğrusu gönül mülküne korku vardır.
Nef’î şaraba ve aşka esir olmuştur. Ateşten ve mutluluktan
Bir kıvılcım dan dünya baştan ayağa yanabilir.
uzak olursa onun sözlerinin ne değeri kalır.
Meyhâne-i mahabbet mestânelerle toldu
GAZEL 29
Peymâneler pür oldu ârif oturma tenhâ
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
Sevgi meyhânesi sarhoşlarla doldu. Kadehler doldu.
Ey ârif sen bövle yalnız oturma!
Gider keyf-i şerâbun zevkı böyle yâda gelmez mi
Meger hiç mevsim-i gül devr-i câm-ı bâde gelmez mi
Dil sâfdır kederden ammâ güler yüz ister
Hiç hatıra gelmez mi ki şarabın zevki ve keyfi gün olur
Hûb olmayana neyler âyîne-i mücellâ
gider, gül mevsimi gelir de şarap kadehinin zamanı gelmez
Gönül, kederden (tozdan) sâftır ama güler yüz ister!
mi?
Güzel olmayana cilâlı (parlak, temiz) ayna neyler?
N’olur ya îyd ü nevrûz irse yine âlemün hâli
Hâl-i ruhını gözler zülf-i ziyâhın özler
Bu günler câm-ı mey gam def’ine imdâda gelmez mi
Yahyâ sevâd-ı çeşm ü kalbimdeki süveydâ
Bahar ve bayram günleri gelse de dünyanın hali değişse,
Ev Yahyâ, gözbebeğim ve kalbimin en gizli yeri onun
gamı defetmek için şarap kadehi hiç imdâda gelmez mi?
yanağının benini gözler
ve kara saçını özler!
Harâb oldı yıkıldı kalb-i âşık gibi mey-hâne
Harâbât ehli bilmem n’oldı kimse dâda gelmez mi
GAZEL 2
Aşığın kalbi meyhâne gibi yerle bir oldu, yıkıldı. Harâbât
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
ehli nerede: kimse yardıma gelmez mi?
Nikâb-ı gonçeden arz-ı cemâl itdi gül-i ra'nâ
Bir a'lâ perdeden sen de görün ey bülbül-i şeydâ
Görüp çarhun bu zulmin derd ile def sîne döğmez mi
Latif gül gonca perdesinden yüzünü gösterdi
Kadeh kan ağlamaz mı çeng ü ney feryâda gelmez mi
Ey çılgın bülbül, bir yüksek perdeden sen de görün!
Feleğin bu zulmünü görüp de def sinesini döğmez. Kadeh
Yüksek perdeden şarkı söylemeye başla!
kan ağlamaz rebab ve ney feryâd etmez mi?
Yakın itdi felek eyyâm-ı şekke rûz-ı nevrûzu
Nice ülfet tutarsın zâhid ile bilmem ey Nef’î
Bu takrîb ile bir kaç gün temâşâgâh olur sahrâ
İçüp mest oldugın hiç hâtır-ı nâ- şâda gelmez mi
Felek Nevrûz gününü, şüpheli güne (Ramazan avının
Ey Nef’’î sofu ile nasıl dostluk kurarsın anlamıyorum senin
başlangıcına) yaklaştırdı, Bu tahmin ile kırlar, birkaç gün
içip sarhoş olduğun hiç aklına gelmez mi?
seyrangâh olur.
Şeyhülislâm Yahyâ
Tutar bîbâk gül destinde sâgar bezm-i ayş eyler
GAZEL 1
İder mestâne feryâd bülbül-i şîde bîpervâ
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
Gül, korkusuzca elinde kadeh tutar ve yeme-içme meclisi
Aşkın odına ey gül yansa cihân-ı şeydâ
kurar. Âşık bülbül, çekinmeden serhoşçasına feryâd eder!
137
Sevgi yolunun (Aşk yolunun) tozunu, toprağını ayaklar
altına alır, yürür
Letâfetle açar göğsin çözer gûy-ı girîbânın
Gül-i r'nânın ohşar sinesin mihr-i cihân-ârâ
Cihanı süsleyen güneş, latif gülün sinesim okşar,
Ümmîd-vâr-ı vaslın önünce kaçar müdâm
yakasının düğmelerini çözer ve letâfetle göğsünü açar.
Sevr eylenüz o lâle-ruhı âl ider yürür
O gelincik yanaklı sevgiliyi seyr eyleyiniz!
Bulaydım câme- hvâbında açaydım lutf ile anı
Dâima hilelerle, kavuşmak isteyen âşıkının önünce kaçar
Gireydim koynına ol gonçenin Yahyâ nesîm-âsâ
yürür!
Ey Yahyâ, ben de o goncayı geceliği içinde bulaydım.
Hoş bir şekilde açıp, meltem gibi koynuna gireydim!
Ahd eylemişdi gelmeğe eğlendi gelmedi
Ol şâh-ı hüsn gelmede ihmâl ider yürür
GAZEL 3
Gelmeğe söz vermişti, eğlendi, gelmedi!
Müstef'ilün Müstef'ilün Müstef'ilun Müstef’ilün
O güzellik şâhı gelmede ihmâl eder, yürür.
Bir lâciverdî kâsede her subh mihr altun ezer
Vasf-ı cemâlin yazmağa cânâ gerekdir hall-i zer
Ol şâhı âh u nâle yürütmez belâ budur
Bir lâcivert kâsede güneş, her sabah altun ezer.
Varur rakîb yanma idlâl ider yürür
Ey can, senin yüzünün güzelliğini yazmağa da altın suyu
O şâhı âh ile inleme yürütmez, belâ bulur!
karıştırmak gerekir.
Rakîbin yanına varır yoldan çıkarır, yürür.
Seni anlatabilmek için sararıp solmak gerekir.
Hicriyle bîkarâr idüğin yâra arz içün
Başı açık yalın ayak abdâlın olmuşdur güneş
Yahyâ sirişk-i çeşmini irsâl ider yürür
Bir yerde ârâm eylemez şevkınla dünyâyı gezer
Yahyâ da ayrılıktan huzursuzluğunu sevgiliye arzetmek için
Güneş, başı açık, yalın ayak bir abdalın (derviş) olmuştur!
göz yaşını akıdır, yürür.
Bir yerde durup dinlenmez, senin şevkınla dünyayı gezer
GAZEL 5
Her gonçe dest-i şâhda bir nâme-i serbestedir.
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
Bülbül iver kim açıla zımnında maksûdm sezer
Hemîşe merdüm-i çeşmim izâr-ı yâre bakar
Her gonca, dalın elinde, kapalı bir mektuptur.
Gözüm o pençereden sahn-ı lâlezâra bakar
Bülbül, için de meramını sezdiği için açılmasında acele
Göz bebeğim daimâ sevgilinin yanağına bakar
eder!
Gözüm o pencereden gelincik bahçesine bakar.
Bâğın mutarrâ sünbüli başlar açılmağa kaçan
Zamân gelür yine zerrîn kadeh alur eline
Gördükçe anı san urum bir dilrübâ zülfin çözer
Çemende nergis-i şehlâ hemân bahâra bakar
Bahçenin taze sünbüli açılmağa başladığı zaman,
Zamân gelir, eline yine altın kadeh alır!
onu gör dükçe, bir sevgilinin (gönül kapan)zülfünü
Çemendeki şehlâ nergis. bahara bakar.
çözdüğünü sanırım.
Nesîm-i lutfunadır intizârı fülk-i dilin
GAZEL 4
Çok oldu sâhil-i mihnetde rûzigâra bakar
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
Gönül sandalının beklediği senin lutfunun melteminedır.
Hem-râh idüp adûları hoşhâl ider yürür
Mihnet sahilinde, çoktandır rüzgâra bakar.
Hâk-i reh-i mahabbeti pâmâl ider yürür
Düşmanları yoldaş edip eğlendirerek yürür.
Seni gelür işidüp bâğa yâsemen cânâ
Çıkup o şevk ile divâra rehgüzâra bakar
138
Ey can, yasemen senin bahçeye geleceğini işidince
Yakîn olmaz güzeller âşık-ı mehcûr u şeydâya
o şevk ile duvara çıkıp yola bakar
El öpmek ârzû etsen ırakdan merhabâ dirler
Güzeller, terkedilmiş ve çılgın âşıka yaklaşmaz!
El öpmek istesen uzaktan, “merhabâ” derler
Seni gelür işidüp bâğa yâsemen cânâ
Çıkup o şevk ile divâra rehgüzâra bakar
Ey Yahyâ, merd olan bu hâllere itibâr eder mi? Ne zillete ne
Harâbâtı egerçi görmedik ammâ görenlerden
itibâra bakar!
İşitdik bir neşât-efzâ makâm-ı dilküşâ dirler
Meyhâneleri gerçi görmedik ama görenlerden işittik:
“Neş’eyi arttıran ve gönül açıcı bir makam” derler.
GAZEL 6
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
Ne meclisler kurulmuşdur ne sâğarlar sürülmüşdür
Niyâz eyle cefâdan vaz gelsün cân-ı mahzûna
Mahabbet bâdesine benzer olmaz hep görülmüşdür
Seni ey dil gam-ı cânâne ile âşinâ dirler
Ne meclisler kurulmuştur, ne bardaklar sürülmüştür ! ?
Ey gönül, seni sevgilinin gamı ile âşinâ (bildik, tanıdık)
Sevgi, aşk şarabına benzer olmaz, hep görülmüştür!
derler. Yalvar da bu hüzünlü cana cefâdan vazgeçsin!
Gönül mir’âtını sad-pâre gördüm râh-ı zilletde
Halâs olmaya gibi aşk elinden bir zaman Yahyâ
Mukarrer bir cefâ-cû seng-dil yâra urulmuştur
Yine bîçâreyi bir dilrübâya mübtelâ dirler
Zillet yolunda gönül aynasını yüz parça olmuş gördüm
Yahyâ, bir zaman aşk elinden kurtulamayacağa benzer.
Besbelli, bir cefâkâr, taş kalbli sevgiliye vurulmuştur!
O biçâreyi yine bir güzele (gönül kapanı) vurgundur, derler.
Senin bûy-ı dilâvîzinle bahse eylemez cür’et
GAZEL 8
Buhûr-ı Meryemin ey gonçe-fem gûşı burulmuşdur
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
Senin gönül çeken kokunla konuşmağa cesâret edemez.
Söz kim zebânıma gele gûyâ zebânedir
Ey gonca ağızlı, ana elinin (buhur ı Meryem) kulağı
Ben âşıkım sözüm de benim âşıkânedir
burulmuştur.
Dilime gelen söz, sanki yalın gibidir.
Ben âşıkım, benim sözüm de âşıkanedir.
Dilâ âlem yıkılmaz göklere âhın direk olsa
Bu çetr-i lâciverdî anın üstine kurulmuşdur
Âşık odur ki yâri eşiğinde cân vire
Ey gönül, senin âhın direk olsa dünya yıkılmaz!
Mecnûn-ı gâfilin harekâtı yabânedir
Çünkü bi lâcivert çadır, onun üstüne kurulmuştur!
Âşık sevgilisinin eşiğinde can verendir!
Gâfil Mecnûn’un (deli, Leylâ’nın sevgilisi) hareketleri
yabana (çöle) doğrudur.
Dil-i meyyâl o servin hâk-i pâyinde karâr itmiş
Bulandı bir zamân Yahyâ hele şimdi turulmuşdur
Meyl eden gönül, o servi boylunun ayağının dibinde
Her kişi nakd-i cânını âmâde eylesün
durmuştur! Yahyâ biraz bulandı, hele şimdi durulmuştur.
Yârân-ı aşk sohbetimiz ârifânedir
Her kişi canının değerini (kaç para ettiğini) hazırlasın!
Ey aşk dostları, bizim sohbetimiz ârifçesinedir!
GAZEL 7
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
Lisân-ı ehl-i dilde aşka gülzâr-ı belâ dirler
Arz-ı niyâzı bülbül-i zârın figân iledir
Cevânın kâmet-i bâlâsına nahl-i cefâ dirler
Pervâne-i belâzedenin yana yanadır
Gönül ehli olanların dilinde aşka “belâ bahçesi” derler!
İnleyen bülbülün yalvarışı, feryad u figândır!
Gencin uzun boyuna “cefâ fidanı” derler
Belâ vurgunu pervânenin ise yana yanadır!
139
Benim maksadım ancak misk kokulu zülfünün kıvrımıdır!
Yâr eşiğine tühfe-i cân ile gelmeden
Mâksûd feyz-ı cûdûna Yahyâ bahânedir
Ey Yahyâ, sevgilinin eşiğine can hediyesiyle gelmeden
Dâ’imâ deşt-i beyâbân-ı talebde gezmeden
maksat. Onun cömertliğinin bereketine bahânedir!
Ey gazâl-i turfe çık kim cüst ü cûyundur garaz
Ey gazâl yavrusu, daimâ yaban çöllerinden gezmekten
GAZEL 9
maksadım.
Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün
Seni arayıp sormaktır! Çık !
Sun sâgarı sâkî bana mestâne disünler
Uslanmadı gitdi gör o divâne disünler
Bir yere cem’ olmadan her kûşede erbâb-ı dil
Ey sâkî, kadeh sun, bana sarhoş desinler!
Bahs-i evsâf-ı cemâlin güft u gûyundur garaz
Uslanmadı gitti, gör, o divâne desinler!
Her köşeden gönül ehlinin bir araya gelmesinden maksat.
Senin güzelliğinden bahsetmek ve dedikodunu yapmaktır.
Peymânesini her kişi toldurmada bunda
Şimden girü bu mescide meyhane disünler
Gonçeyi vasf eylese Yahyâ dehânındır murâd
Burada her kişi bardağını doldurmadadır!
Sünbüli hoş-bûyu medh eylerse mûyundur garaz
Bundan sonra bu mescide, meyhâne desinler!
Yahyâ’nın goncayı anlatmasından murâdı, senin ağzındır!
Hoş kokulu sünbülü medhetmesinden maksadı da saçındır.
Dil hânesini yık koma taş üstüne taşın
Sen yap anı eller ana virâne disünler
GAZEL 11
Gönül evini yık! Taş üstünde koma!
Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün
Sen yap onu, eller, ona virâne desinler!
Mescidde riyâ-pîşeler etsün ko riyâyı
Meyhâneye gel kim ne riyâ var ne mürâyî
Gönlünde senin gayr ü sivâ sûreti neyler
Koy, kendisine gösterişi sanat edinmiş olanlar, mescide
Lâyık mı bu kim Ka’be’ye büthâne disünler
gösteriş etsinler! Sen meyhâneye gel! Burada ne gösteriş, ne
Senin gönlünde ondan başkasının sûreti neyler! ?
de gösterişçi var!
Lâyık mı, bu Kabe’ye, puthâne desinler? !
Ey câm-ı safâ tâlibi beyhûde uzatma
Yahyânın olup sözleri hep sırr-ı mahabbet
Cümle bile defn eylediler câm-ı safâyı
Yârân işidüp söyleme yâbâna disünler
Ey sâf şarapla dolu kadeh arayan kimse, sâf şarapla dolu
Yahyâ’nın sözleri hep sevginin sırrına dârdir!
kadehi, hep bile defneylediler.
Dostlar işidip, “Yabana söyleme! ” desinler!
Redd etmiş iken yâr rakîbi eşiğinden
GAZEL 10
Gelmiş osiyeh-rû yine gördün mü belâyı
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Sevgili, rakîbi eşiginden uzaklaştırmışken o kara yüzlü gene
Hâcının maksûdı Ka’be bana kûyundur garaz
gelmiş! Belâyı gördün mü?
Fikri cennet zâhidin uşşâka rûyundur garaz
Hacının maksadı Ka’be, benimse senin bulunduğun yerdir!
Def’edemedik çeyş –i gamı sa’y ede gördük
Zâhidin (Allâha inanan ve onun yolunda yürüyen) düşüncesi
Tedbîr ne mümkin boza takdîr-i Hudâyı
cennettir. Âşıkın maksadı ise senin yüzünü görmektir.
Gam askerini, ne kadar çalıştıksa da def’edemedik. Tanrının
takdirini bozmak mümkin?
Mülk-i Çîni etseler temlîk makbûlüm değil
Bana ancak çîn-i zülf-i müşk-bûyundur garaz
Yahyâ nice âvâre-i aşk olmayayım ben
Çin mülkünü verseler makbulüm değildir.
Dilberse güzel dilse nihayetde hevâyı
140
Ey Yahya, ben nasıl aşk âvâresi olmayayım? Gönül son
Kûyunda yüzüm sürmedüğüm bâb mı kaldı
derece havâyî, gönlümü kapanda güzel!
Aşkın beni âvâre edip, derbeder etti. Köyünde, yüzümü
sürmediğim kapı mı kaldı?
GAZEL 12
Müstef’ilün Müstef’ilün Müstef’ilün Müstef’ilün
Çîn-i hat u çâh-ı zakanın hûb bilür dil
Urdun cefâ taşın sen divane mi sandın beni
Bir yuyulmadık lücce vü girdâb mı kaldı
Zencîr’ne bend eyledin uslana mı sandın beni
Gönül, saçını kıvrımını ve çene çukurunun derinliğini güzel
Cefâ taşını vurdun, beni divane mi sandın? Zencirine
bilir! Yuyulmadık bir dalga ve girdâb mı kaldı?
bağladın, beni uslanır mı sandın?
İhvân-ı zamandan seni Yahyâ bir anar yok
Ma’mur edip mülk-i dili yapmadın eski menzili
Nâz eyleyecek âdeme âdeme ahbâb mı kaldı
Tamîri kâbil olmayan virâne mi sandın beni
Ey Yahyâ, zamanın dostlarından seni bir anar yok! Naz
Gönül mülkünü onarıp, o eski konağı yapmadın! Beni
eyleyecek adama bir ahbâb mı kaldı?
onarılması mümkin olmayan virane mi sandın?
GAZEL 14
İhsâna derman yok dedin gayri güzeller çok dedin
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
Her şem’-i bezme tolaşur pervâne mi sandın beni
Subh-demm beccellerine ki gıdâ vire hezâr
İhsâna derman yok dedin! Başka güzeller çok dedin! Beni
Benzer o mutrıba kim ala ele mûtrıba kim ala ele mûsîkâr
her meclisin mumu etrafında dolaşan pervane mi sandın?
Bülbüller ağzına öyle gıda versin ki, eline sazını almış, bir
çalgıya benzersin.
Feryâdımı işitmedin râh-ı vefâya gitmedin
Bir âşinalık etmedin bîgane mi sandın beni
Âşiyan mahfedilür var ise gül cami’inün
Feryâdımı işitmedin! Vefâ yoluna gitmedin! Bir tanıdıklık
Hem-zebân bir nice tıfl andan olur nagme –güzâr
etmedin? Beni yabancımı sandın?
Gülün mekânı bülbülün yuvasına yakın bir yerdedir. Bülbül
ile aynı dili konuşan yavruları bu yuvada büyürler.
Yahyadan eylersin ibâ feryâdın anlarsın hevâ
Sâkî mey-i engâr ile mestâne mi sandın beni
Yahyâ’dan sıkılırsın! Feryadını hava sanırsın! Ey sâki beni
lâle dâg-ı siyehin saklayamaz bir hafta
üzüm şarabiyle sarhoş mu sandın?
Âşık elbette ider sûz-ı derûnın izhâr
Lâle, içindeki siyahlığı bir hafta bile saklayamaz. Elbette,
aşık da gönüldeki sevdayı hemen açığa vurur.
GAZEL 13
Mef’ulü Mefâ ‘ilü Fe’ûlün
Çeşmimde hayâlin geleli h’ âb mı kaldı
Vakt-ı güldür gelünüz fursatu fevt itmeyelüm
Ya hicrin ile ağlamadan âb mı kaldı
Sanmanuz kim bize bâki ola eyyâm-ı bahâr
Gözümde, hayâlin geleli, uykumu kaldı? Ya ayrılığından
Gül mevsimdir, gelin bu fırsatı kaçırmayalım. Bu bahar
dolayı ağlamaktan gözyaşı mı kaldı?
günlerinin bize bâki kalacağını sanmayın.
Aşk âteşi cânâ beni yandırdı kül etdi
Gül ü mül bezmine meyl itme sözün tut, Yahyâ
Yanmağa sana sûz-ı dili tâb mı kaldı
Ne cefâ-dîde-i hâr ol ne gam-âlûd-ı humâr
Ey can. aşk ateşi beni yandırdı, kül etti. Gönlüm ateşini sana
Ey Yahyâ, gel sözümü tut bu gül ve şarap meclisine fazla
anlatmağa derman mı kaldı?
itibar etme, böylece dikenin cefasından ve şarabın gamına
bulaşmaktan kurtulmuşsun olursun.
Aşkın beni âvâre edüp derbeder etdi
141
Şarabın mahiyeti nedir, bunu anlamaktan aciz kalmışız ey
sâki, sâf lâl. Aklımızı öyleyse, ne başımızdan almıştır.
GAZEL 15
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
Eyler nevâ hezâr nesîm-i bahâr eser
Tertev-i ruh - sâr-ı sâkî şu'le-i câm-ı şerâb
Hoşdur hevâ-yı bâg güzel rûzgâr eser
Ayşa âgâz eyle Yahyâ geçmedin meh- tâblar
Bahar yelleri eser, bülbül öymeye başlar. Bahçelerin havası
Bir yanda sâkinin yanağının aydınlığı, diğer yanda şarap
ne hoştur, ne güzel rüzgâr eser.
kadehinin parlaklığı. Ey Yahyâ mehtâblar sona erden,
sarhoş olmaya bak.
Yârun ayagı tozına ugrar meger sabâ
Gül-zâra armaganla gelür müşg-bâr eser
GAZEL 17
Sabah rüzgârı sevgilinin ayağının tozuna uğramıştır;
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
gülbahçesine misk kokulu armağanlar getirir.
Zühd ü riyâ metâ'ını yârâna satmanuz
Anlara ol kumâş çıkışmaz uzatmanuz
Bir hisse alı gör nefehât-ı cemâlden
Dostlara, gönül ehli olanlara zahitlik ve iki yüzlülük malını
Hakkun nesim-i rahmeti leyl ü nehâr eser
sarmayınız. O kumaş onlara yakışmaz, boşuna ölçüp
Gönül hep kararsız olsa da üzülecek bi şey yok. Gönülde aşk
biçmeyiniz.
ve karasızlık yelleri eser.
Az âb u tâb virmedi bezm-i muhabbete
Dil bî- karar olursa da hem-vâra gam degül
Mecnûn-ı nâ-murâdı da yâbana atmanuz
Dilde hevâ-yı aşk hele ber –karâr eser
Muhabbet meclisine az aydıklık vermedi o murâd alamamış
Ey Yahyâ, şu fakir gönlümü yıkmak isteyen, bundan
mecnûn'u da yabana atmayınız.
vazgeçsin, sakınsın. Çünkü eğer âhımın yelleri eserse,
şimşeklerle birlikte eser.
Besdür ruh u lebi bize anman gül ü mülü
Bi'llâhi câm-ı ayşumuza zehr katmanuz
GAZEL 16
Sevgilinin yanağı ve dudağı bize yeterlidir. Gülü ve şarabı
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
hatırlatıp da boşuna kadehimize zehir katmayınız.
Bir birine girdiler dûlâblarla âblar
Ablar gâlib olunca döndüler dûlâblar
Rez tuhterini sâkî-i devrâna buldurun
Sularla dolablar birbirine girdi. Sular galip gelince
Böyle şeb-i dırâzda gussayla yatmanuz
dolaplar dönmeye başlar.
Üzümün kızını, kadehten döndüren sâkiye buldurunuz ve bu
uzun gecelerde gam ve keder içinde yatmayınız.
Ey melâhat bahrı nâfı sâba vasf itmese
Ugramazlardı göbek burmasına gird-âblar
Ham itdünüzdi kâmet-i Yahyâyı yâ gibi
Sabah rüzgarı bu güzellik denizinin göbeğine böyle
Lâzım mı tîr-veş anı yâbâna atmanuz
değmeseydi, gırdablar böyle durmazdı.
Şu Yahyâ boyunu yay gibi ettiniz, iki büklüm eylediniz. Onu
böyle ok gibi yabana atmanız gerekli miydi?
Ârızı üzre ser-i zülfi düşer mıkrâzdan
Gûyiyâ dil-ber kitâb-ı hüsnini i'râblar
GAZEL 18
Zülfü, sanki makasla kesilmiş gibi yanağınınüzerine düşer.
Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün
Öyle ki o sevgili, güzellik kitabının sayfalarını gösterir.
Açulmadun incitdi seni zârı hezârun
Ey gonçe-i ter gönli misi bülbül-i zârun
Kalmışuzdur bâdenün keyfiyyetin idrâkden
Bülbülün inleyizi sen incitti de açılmadın, ey körpe gonca.
Aklumuz âlmışdur ey sâkî o la'l-i nâblar
Yoksa sen bülbülün gönlü müsün?
142
Resn-i vefâyı bilmedügi dil-rübâlarun
Bülbüller öter güller açık sâd gönül yok
Can akçelerini alıp da böyle boşa harcamaları reva mıdır?
Hiç böyleliliğin görmemişiz fasl-ı bahârun
bu, dilberlerin vefa duygusunu bilmediklerinin kanıtdır.
Bülbüller öter, güller açılmış. Ama neşeli bir tek gönül yok.
Bahar mevsiminin
Yahyâdan özge kimseye tekeyleme vefâ
hiç böyleliliğini de görmemişiz.
Kâ'ildür ol ne denlü olursa cefâlarun
Yahya senin bütün cefaların katlanır yeter ki ondan başka
kimseye vefa gösterme.
Âgâzı güzel eyledik ey bülbül-i şeydâ
Hoş gelmedi ammâ dil-i pür -şevka karârun
Ateş içinde yanan gönüllere, bulduğumuz nağme makam pek
GAZEL 20
hoş gelmese de, ey çılgın
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
bülbül biz yine de güzel ötüp durduk.
İrdi bahâr sen dahi şâd olmadun gönül
Güllerle goncalarla küşâd olmadun gönül
Hâlün ideli gamze-i hûn - hâra tekarrüp
Bahar oldu sen yine de neşelenmedin gönül. Güller, goncal
Hûn itdi dilin nâfçe-i müşg-i Tatarûn
açıldı sen açılıp ferahlamadın gönül.
Senin benlerin gam dökücü gamzelerine yaklaştıkça. Tatar
miskinin gönlünü kan içinde bıraktı.
Ol şâh-ı hüsn nice bilür kıymetün senün
Bâzâr-ı aşk içinde mezâd olmadun gönül
Yahyâ ko dili pârelesün lâle - sıfat yâr
O güzeller sultanı senin mıymetini nasıl da biliyor. Aşk
Gül-zâr-ı gamun revnakıdur kalb-i figârun
pazarında alınıp satılmadan gönül.
Ey Yahyâ, bırak sevgili gönlünü paralasın gül gibi. . . Senin
o praça parça olmuş gönlün gam gülzarının süsüdür,
Fevt itme nâ-murâdlıgun bârî neşvesin
aydınlığıdır.
Çün bâde -nûş-ı bezm-i murâd olmadun gönül
Murat alamamış olmanın neşvesini de yabana atma. Hiç
GAZEL 19
olmazsa arzular meclisinin kadehinden içmemiş oldun
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
gönül.
Âdem sayılmaz oldu kapunda gedâlarun
Yok mı hisâbı padîşehüm mübtelâlarun
Bîgânelikle yâd ider oldu râkîbi yâr
Artık kapındaki dilencilerin adam yerine konulmaz old. Ey
Şükr it cenâb-ı Hakka ki yâd olmadun gönül
sultânım, sana müptelâ
Sevgili, rakibi ilgisizlikle suçlari onu böyle hatırlar. Cenab-ı
olanların hesabı hiç sorulmayacak mı?
Hakk'a şükürler et ki seni böyle hatırlamıyor.
Dil gitti gerçi yirine kondu hezâr-ı gam
Ol şâh-ı hüsnün iremedük pây-ı bûsına
Bİri gider bini gelür oldu belâlarun
Yahyâ gibi ki hâk - nihâd olmadun gönül
Gönül gitti amyerine gam bülbülü gelip kondu. Belâların
O güzellik sultanının ayağını öpmek nasib olmadı. Ey gönül
biri gider biri gelir oldu.
sen de Yahya gibi toprak mizaçlı olamadın.
Dil pûr-heves nesîm-i bahâr ise hoş-nefes
GAZEL 21
Çık bâga kim güzelliği vardur hevâlarun
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
Gönül arzular içinde, bahar rüzgarı esip duruyor. Bağa çık
Geyinüp sürh libâs içine âl üstine gül Jâleden câmesinün
ki havaln doyulmaz güzleliği vardır.
dizdi le’âl üstine gül -Gül, kırmızı üstüne kırmızılar
giyinmiş, elbisesinin üzerine de çiğ tanelerinden inciler
dizmiş. -
Cân nakdini alup nudular revâ mıdur
143
Kendüm bilelden oldum esîri güzellerün
Nahl-bend oldı meger sahn-ı gülistânda nesîm
Yahyâ olur mı ol şeh-i hûbâna olmayam
Turmadan dizmededür bu nice dâl üstine gül
Ben kendimi bildim bileli güzellerin esiriyim. Ey Yahyâ, hâl
Sabah rüzgârı, bahçede, fidanın hizmetkârı olmuş. Onun
böyle iken o güzeller sultânına nasıl esir olmayayım.
dallarının üstüne gül dizip duruyor.
GAZEL 23
Sahn-ı gül-zârda bir hûb kinârda cûda
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Câmesin tâzeleyüp serdi nihâl üstine gül
Mey midür sâki midür mest-i harâbı inleden
Gül bahçesinde, bir köşede, o güzel, elbisesini değiştirdi
Sen misin ya aşk mı mutrıb rebâbı inleden
fidanın üzerine güller serdi.
Yıkılasıya içmiş sarhoşu inleten sâki mi yoksa şarap mıdır?
Be rebabı inleten çalgıcı mı aşk mı yoksa sen misin?
Sarınup şâl sokınmış gül o nahl-i mevzûn
Câmesin tâzeleyüp serdi nihâl üstine gül
Aglamazdı sîh-i mihnet dildüginden bağrını
O endamlı fidan, şala sarınmış, güller sokunmuş. Seyredin
Âteş-i sûzân-ı aşkundur kebâbı inleden
ki şal üstüne gül nasıl da yakışmış.
Mihnet şişi onun bağrını deldiğinde ağlamamıştı. O kebabı
inleten senin aşkının yakıcı ateşidir.
Hüsnine haylice magrûr göründi Yahyâ
İnledür bülbüli kalursa bu hâl üstine gül
Mûrı gör gendümle ayş eyler şikâyet eylemez
Ey Yahyâ, o sevgili güzelliğine hayli mağrur görünüyor.
Ârzû-yışehd ü şekkerdür zübâbı inleden
Eğer o gül böyle devam ederse bülbülü çok inletecek.
Karıncayı gör ki buğday ile yetinir de şikâyet eylemez.
Sineği inleten, bal ve şeker arzusudur.
GAZEL 22
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
Seng-diller doymaya çarh-ı sitem-ger cevrine
Mümkin mi mest-i gamze-i cânâne olmayam
Gussa-i devrân degül mi âsiyâbı inleden
Mest olanı sevem yine mestâne olmayam -Sevgilinin
Sitem dolu feleğin cevrine gönlü taş olanlar doymazlar
gamzesinin sarhoşu olmamam mümkün mü? Sarhoş olanı
çünkü değirmeni döndüren, onu inleten devranın dertleri,
sevip de sarhoş olmamak mümkün mü?
sıkıntılarıdır.
Hep rûy-ı lutfdur görinen ehl-i meclise
Bir gözi bîmârun ey Yahyâ teb-i hicrânıdur
Ben şem’-i hüsnüne nice pervâne olmayam
Bister-i gamda dil-i pür-ıztırâbı inleden -Yahyâ, bir baygın
Mecliste görünen hep lütf dolu yüzüdür. Ben onun güzel
bakışlının ayrılığının hastasıdır. Gönlü ızdırapla dolu olan
yüzünün aydınlığına nasıl pervâne olmayayım?
âşığı gam yataklarında inleten odur.
Kasdım bu âşinâlık idem ehl-i zevk ile
GAZEL 24
Erbâb-ı şevkdan yine bigâne olmayam
Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün
Benim maksadım zevk ehli ile bir arada bulunmaktır. Aşk
Hercâ’îye dil virme ki âvâre olursun
ehlinden uzak kalmamaktır.
Dermân bulımazsın kati bî-çâre olursın -Hercâî olana gönül
verme, kararsız olursun; derdine derman bulamaz, bîçâre
Re’yim bu bend-i zülfe çekerse gönül beni
olursun.
Uymayam ana ben dahi dîvâne olmayam
Bu gönül, beni çekip onun zülfüne esir etmeye çalışırsa, ona
Bir pâre safâ üzre ol âyîne-i dil
uymayayım ki deli olmayayım.
Her seng-dile düşme ki bin pâre olursın
144
Ey gönül aynası, bir parça saadet için, sakın taş kalplilere
Hem havf iderin anı Yahyâ tuta ol âh
düşme, düşer parça parça olursun.
Ben hem o ay yüzlünün kaçıp gittiğine âh ederim hem de bu
âhın onu tutmasından korkarım.
Dirsin ki nice vâsıl olur dil-bere âşık
Gam çekme gönül yalvara yalvara olursın
GAZEL 26
Âşık, sevgiliye nasıl kavuşur diye soruyorsun. Ey gönül gam
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
çekme, yalvara yalvara kavuşursun.
Bir dil-rübâya düşdü gönül mübtelâsı çok
Aşkın safâsı yok değil ammâ cefâsı çok
Her gün ki görünsen olur ol gün bize bayram
Gönül vurgunu olan bir sevgiliye (gönül kapana) düştü.
Cânâ ne aceb dil-ber-i meh-pâre olursın
Aşkın safâsı yok değil ama cefâsıda çok
Ne zaman görünürsen, bizim için bayram olur. Ey sevgili,
sen ne tuhaf bir ay parçasısın. (Ramazanın sona erip,
Şehr-i cemâl o gamze vü ebrû vü hâl ile
bayramın başlayabilmesi için yeni ayın görünmesi lâzımdır.)
Hakkâ ne rây-ı dilkeş olur dilrübâsı çok
O yan bakış o kaş o ben ile güzellik şehri doğrusu sevgilisi
çok ne kadar gönül acısı bir yer olur
Hûnî gözi kim hançer-i tîg ile oynar
Yahyâ ana ulaşma ki pür-yâre olursın
Onun kanlı gözleri kılıç ve hançerle oynar. Ey Yahyâ, sakın
Bin câna vermeye nolâ bir bûsesini yâr
ona yaklaşayım deme, baştan ayağa yaralanırsın. -
Az olıcak metâ olur anın bahâsı çok
Sevgili(dost) bir öpücüğünü bin cana vermezse nolur? Bir
mal az olunca değeri fazla olur
GAZEL 25
Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün
Sevdâ-yı ser-i zülfüni elden komam ey mâh
Hiçbir belâ mı var ki gönül anı bilmeye
Ser-rişte-i aşk eldedür el-minnetü li’llâh
Seyyâh-ı bî karârın olur âşinâsı çok
Ey ay yüzlü, zülfüne sevdalanmaktan vazgeçmem. Çok şükür
Gönülün bilmediği hiçbir bela var mıdır? Elbette yerinde
Allah’a ki aşk ipinin ucu benim elimdedir.
duramayan yok onun tanıdığıda çok olur
Aşkun nice düşvâr idügin her kişi bilmez
Zülf-i siyâh-ı yârda var sâd-hezâr çîn
Bir ben bilürin çekdügimi bir de bir Allâh -Aşkın insanı ne
El çek tolaşmadan ana Yahyâ hatâsı çok
hallere düşürdüğünü her insan bilemez. Benim çektiğimi bir
Sevgilinin siyah zülfünde yüzbin kıvrım vardır. Ey Yahyâ
ben bilirim, bir de Allah bilir.
ona dolaşmadan el çek, bu sözün hatası çoktur
Her gice neler çekdügimi künc-i belâda
GAZEL 27
Dünyâlara her subh yayar âh-ı seher-gâh
Mefâ'ilün / fe'ilâtün / mefâ'ilün / fe'ilün
Belâ köşelerinde, her gece neler çektiğimi, seher vaktinin
Reh-i taleb tutalım kûyğı dilrübâ diyerek
âhı bilir ve bunu bütün dünyaya yayar. (Sabah vaktinin âhı
Safâ vü mihnete yâ hû vü merhabâ diyerek
ile güneşin doğuşu kastediliyor.)
Safâ ile mihnetine bazen yâ hû ve merhabâ diyerek
gönlümüzü kapan sevgilinin köyüne doğru yolu tutalım
İncinmez idüm çıkdugına hâne-i tenden
Cân olsa eger nâvek-i cânân ile hem-râh
Getürdük ey dil-i âvare sineye bir bir
Eğer can, sevgili ile onun okları ile yoldaş olabilseydi,
Ne denlü gussa vü gam varsa âşinâ diyerek
bedenimden çıkıp gitmesine asla üzülmezdim.
Ne denli gam ve keder varsa tanıdık diyerek ey âvâre gönül
bir bir sineye getirdik
Hem âh iderin kaçdugına ben o mâhun
145
Şikenc-i turra-i müşkînine esîr oldu
Belâya uğradı dil zülfine belâ diyerek
Gül gibi sunup her birine câm-ı lebâleb
Gönül zülfüne evet deyerek belâya uğradı. Misk kokulu
Bezm ehlini bülbül gibi feryâda getürsün
saçının kıvrımına esir oldu
Her birine gül gibi ağzına kadar dolu kadeh sunarak
meclistekileri bülbül gibi feryada getirsin
Hudâ kerimdir elbette eylemez mahrum
Murâdına erişür her kişi hudâ diyerek
Mecnûn gibi yabana giden bu’l-heves-i aşk
Allak kerimdir elbette mahrum eylemez! Her kişi Allah
Hall etmedüğı müşkili üstâda getürsün
deyerek muradına erişir
Aşka hevesli çocuğu mecnun gibi çöle giderse çözemediği
müşkülü ustaya getirsin
Açılmadıysa gönül günc-i hücrede Yahyâ
Kenâr-ı gülşene çık şi’r-i dilküşâ diyerek
Cevr okları delsün der ise bağrını âşık
Ey Yahyâ gönül odanın köşesinde açılmadıysa gönül açıcı
Kirpiklerini hâtır-ı nâşâda getürsün
şiir söyleyerek bahçeye doğru çık!
Âşık eziyyet okları neşesiz bağrını delsin derse neşesiz
gönlünün hatırına onun kirpiklerini getirsin
GAZEL 28
Mefâ'ilün / fe'ilâtün / mefâ'ilün / fe'ilün
Makta’da edüp medh-i ser-i zülfini Yahyâ
Safâ-yı hâtırım oldur seni safâda görem
Vasf-ı kad-i mevzûnını bâlâdâ getürsün
Bu ben belâ-keşi hicrânına vefâ da görem
Yahyâ onun saçını son beyitte öğüp düzgün ve güzel
Bu belâ çeken ben senden ayrı kalmakta vefâlı seni ya
boyunun vasfını yukarıya getirsin
safâda görsem hatırım hoştur
GAZEL 30
Hemîşe hurrem ü handân u şâdumân olasın
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Hemîşe gonçe-i ikbâlini küşâde görem
Ney gibi bir âşık-ı demsâz buldum kendime
Daima mutlu güleç ve neşeli olasın! Bahtının goncasını
Sırr-ı aşkı söylerem hemrâz buldum kendime
daima açık görem
Kendime ney gibi dem çeken aşık buldum. Aşkın sırrını
söylerim kendime bir sırdaş buldum
Hilâl gibi terakkide mâh-ı tâbân ol
Fürûğ-ı hüsnüni günden güne ziyâde görem
Her kişi bir kebk-reftârı şikâr etmek diler
Hilal gibi gelişerek ay ol! Güzelliğinin parlaklığını günden
Bende bir sayd idecek şeybâz buldum kendime
güne artmış görem
Her kişi bir keklik yürüyüşlü güzeli avlamak diler, kendime
avlayacak doğan buldum
Ne zevkdır ne safâdır ne hazdır ey sâkî
Seher humârdan açup gözümü bâde görem
Ârzû eylerdi bir mahbûb-ı müstesnâyı dil
Ey saki eğer seher vakti gözümü açıpta şarabı görürsem ne
Bir münasip dilber-i mümtâz buldum kendime
zevktir he hazdır ne safâdır
gönül müstesna bir güzeli arzu eylerdi, kendime uygun
seçkin bir dilber buldum
GAZEL 29
Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün
Çok görürler bir iki peymâne meynûş eylesen
Sâkîye dinüz bezme yine bâde getürsün
Ben bu nüh hummun serâbın az buldum kendime
Bir bir hep unutduklarımız yâda getürsün
bir iki kadeh şarap içsen çok görürler ben bu dokuz küpün
Sâkîye deyiniz meclise yine şarap getirsin! Hep
şarabını kendime az buldum
unuttuklarımızı bir bir hatırlasın
146
Günc-i gamda eğlenilmez gördüm ey Yahyâ bu şeb
Bahâyfî'nin gözünün yaşı yere düşüp hakaret görse
Nâlemi tahrik edüp bir sâz buldum kendime
şaşılmaz! Elbette cevher çok olursa, değersizdir!
Ey Yahyâ bu gece gam köşesinde eğlenilmez gördüm iniltimi
harekete geçirip kendime bir saz buldum
GAZEL
Müft'ilün Mefâ'ilün Müft'ilün Mefâ'ilün
Şeyhülislâm Bahâyî
Gelse nesîm-i subh ile müjde şeh-i bahardan
GAZEL
İtse halâs bülbüli mihnet-i intizârdan
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
Baharın şahından sabahın meltemi ile müjde gelse de
Nâlân iden beni hat-ı sebz-i izârdır
bülbülü bekleme eziyetinden kurtarsa!
Feryâd-ı andelîbe sebeb nevbâhardır
Beni inleten, yanağın üzerinde tâze biten sarı tüylerdir.
Kırmızı dest-mâlini alsa ele arûs-ı gül
Bülbülün feryadına sebep ise ilkbahardır.
Silmege eşk-i bülbüli zahm-ı cefâ-yı hârdan
Gül gelini, dikenin eziyet yarasından dolayı
bülbülün gözyaşını silmek için kırmızı mendilini ele alsa!
Azm itdi kişver-i ademe cân-ı mübtelâ
Aşkın ilâcı gördi ki terk-i diyârdır
Tutkun can, yokluk mülküne doğru yola çıktı.
İrdi kemâle sâkıyâ cûş-ı mey-i hum murâd
Gördü ki aşkın ilâcı, memleketi terketmektir.
Kurtulamaz mı dil dahı keşmekeş-i humârdan
Ey sâkî, murâd (arzu) küpünün coşması tamamlandı!
Gönül mahmurluğun karışıklığından da kurtulama
Şol câme-i belâ k'ola berdûş-ı ehl-i derd
Bu âşık-ı belâ-zedenen müsteârdır
Dertlilerin omuzundaki ''belâ'' elbisesi: bu belâya uğramış
Harman-ı hüsni eyleme mâye-i cevr-i bî-dilân
âşıkın ödünç aldığı şeylerdir! ''Belâ'' kelimesi hem dert, hem
Ey gül-i ter sakın sakın sûz-ı dil-i hezârdan
de Elest Meclisindeki ''Belâ''= Evet sözü mânâsında
Güzellik harmanını âşıkların sıkıntısının mayası eyleme!
kullanıldığından mânâsını bir de o şekilde düşünmelidir.
Ey taze gül, bülbülün gönlünün yakışından sakın sakın!
Yârın, tecelliyâtın sad-gûne eyleyen
Merhem-i lutfın itmesün yâr Bahâyiyâ dırîğ
Âyîne-i dilimde olan inkisârdır
Geçmeye tâ ki riş-i gam câna dil-figârdan
Sevgilinin tecellîlerini yüzlerce çeşit eyleyen,
Ey Bahâyî, sevgili lütuf merhemini esirgemesin!
gönül aynasın daki kırıklıktır.
Böylelikle yaralı gönülden câna gam ipliği geçmesin!
Âhır bu cism-i zerd ü nizârı tebâh iden
GAZEL
Mânend-i şem’ girye-i bî-ihtiyârdır
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
Sonunda, mum gibi, bu sarı ve zayıf cismi telef eden,
Tağıtdın hvâb-ı nâz-ı yârı ey feryâd neylersin
yok eden, istemeden ağlayışımdır. Elimde olmaksızın
İdüp fitneyle dünyâyı harâb-âbâd neylersin
ağlayışımdır.
Ey feryâd sevgilinin nâz uykusunu dağıttın neylersin?
Dünyayı fitneyle harâbeye çevirip neylersin?
İ'câz-ı aşkdır bu ki âyîne-i dilim
Pâmâl-i cevr iken de yine gubârdır
Dil-i mecrûhuma rahm eyle kalsun dâm-ı zülfünde
Bu aşkın mucizesidir: gönlümün aynası zulmün
Şikeste-bâl olan murğı idüp âzâd neylersin
ayakları altında ezilirken bile tozdur. Toz-toprak içindedir.
Yaralı gönlüme acı zülfünün tuzağında kalsın!
Kanadı kırılmış kuşu serbest bırakıp neylersin! ?
Vâr olsa eşk-i çeşm-i Bahâyı aceb değil
İdersin gerçi her derde tabîbim bir devâ ammâ
Bisyâr olan güherse de bî-i'tibârdır
147
Cünûn-ı ehl-i aşk olunca mâder-zâd neylersin
Sen körpe bir fidansın ve bu günler senin gelişip büyüme
Ey tabibim, her derde bir deva eylersin gerçektir ama
çağındır. İzin ver de gönül bir akarsu gibi gelip ayağına yüz
aşk ehlinin deliliği anadan doğma var ise neylersin! ?
sürsün.
Varup gîsü vü zülf-i yân biri birine katdın
Senin tîr-i hadeng-i cân-sitân-ı dil-şikâfındır
Yine bir fitne tahrik eyledin ey bâd neylersin
Ten-i zârımda yer yer sayılan hep üstünhâ-âsâ
Ey rüzgâr, yine bir fitne harekete geçirdin!
Zayıf ve bitkin tenimde yer yer görülüp de sayılan şeyler,
Varıp sevgilinin saçını ve örüğünü birbirine kattın!
kemiklerim değil, senin can alan, gönül paralayan
Neylersin! ?
oklarındır.
Şehîd-i tîğ-ı aşk-ı yâr dirse cümle-i âlem
Mahabbet kâr-zârında Bahâyî cân-sipâr ol kim
Urup şemşîre dest ey gamze-i cellâd neylersin
Hayât-ı tâze-bahş-ı cân ü dildür aşk cân-âsa
Cümle âlem, “sevgilinin aşk kılıcıyla şehid olmuştur”
Ey Bahâyî, muhabbet savaşında canını feda et.
derse ey cellâdın yanbakışı kılıca er vurup da neylersin! ?
Çünkü aşk da can gibi insana yeniden hayat verir.
Güzel tasvir idersin hâl ü hatt-ı dilberi ammâ
GAZEL
Füsun u fitneye geldikde ey Bihzâd neylersin
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
Ey Bihzâd (ey ressam) gönlü kapan sevgilinin yüzündeki
Dilimde bulmadı cây-ı karâr cûy-ı ümîd
tüyleri ve benini güzel tasvir eylersin ama büyü ile fitneye
Gülüp açılmadı mânend-i gonce rûy-ı ümîd
sıra gelince neylersin! ?
Ümit ırmağı, gönlümde karar kılacak bir yer bulamadı
Ümidin yüzü, gonca gibi gülüp açılmadı.
Bahâyi-veş değilsin kâbil-i feyz-ı safâ sen de
Tekellüf ber-taraf ey hâtır-ı nâşâd neylersin
Misâl-i nefha-i gül mâye-i zükâm oldı
Ey neş'esiz olan hâtır sen de Bahâyî gibi rahatlığın
Meşâm-i cânıma ol dem ki erdi bûy-ı ümîd
bereketine kabiliyeti olmayan birisin teklifi resmiyeti bir
Ümidin kokusu, gül kokusu gibi canımın burnuna ulaşınca,
yana bırakalım neylersin! ?
(şifa olacak yerde), nezle olmama yol açtı.
GAZEL
Olursa cilve-ger-i câm bezm-i istiğnâ
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
Garîb neş'e verir bâde-i sebû-yı ümîd
Ruhından dûr idüp bâd-ı sabâ züifün duhân-âsâ
Ümit testisinin şarabı, dünyaya değer vermeyenlerin
Füzûn eyler fürûg-ı şem'i hüsnün şem'i cân-âsâ
meclisinde alışılmadık bir lezzet kazanır, değişik bir neşe
Sabah rüzgârı, yanağının üzerindeki zülfünü, bir dumanı
verir.
dağıtır gibi dağıtıyor.
Ve böylece güzelliğinin mumunun parıltısını can mumunun
Olursa hıtta-i mülk-i dilümde şehrâyîn
yanışı gibi artırıyor.
Yine açılmaya dükkân-ı çarsû-yı ümîd
Gönül mülkünün ülkesinde şehrâyîn olursa,
ümîd çarşısının dükkânları yine açılmasın.
Erersin devlet-i pâbûs-ı yâra ey gönül bir gün
Hemân sen dergehinde hâk-sâr ol âsitâne-âsâ
Ey gönül, sevgilinin ayağını öpme saadetine belki bir gün
Eder gürîz tutan nâ-murâdlık semtin
ulaşırsın: yeter ki sen onun kapısının eşiğinin toprağı ol.
O râhtan ki ola müntehâ-yı kûy-ı ümîd
Muradını alamamış isteklerine kavuşamamış insanlar,
ümit köyüne giden yola girmekten kaçınırlar
Nihâi-i tâzesin neşv ü nemâ hengâmıdur şimdi
Ko rû-mâl eylesin dil pâyine âb-ı revân-âsâ
148
Bahâyî gam yeme çevgân-ı âhın anı kapar
Kıbâb-ı çerhe de âvîze olsa gûy-ı ümîd
Şerbet-i la’l-i lebiyle câm-ı Cem’den fâriğüm
Bahâyî üzülme, gam yeme. Ümidin topu, feleğin kubbesine
Sunma sâki mey ki mestüm ol gözi mahmûrdan
asılmış bile olsa, senin âhının çevgânı onu bulup kapacaktır.
Onun dudağının lâl renkli şarabına kavuştuğumdan beri
Cem’in kadehinden el çektim Ey saki, bana artık içki sunma:
ben o baygın gözlü güzelden mest olmuşum.
GAZEL
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
Nükhet-i zülfü ki bir şeb ola mihmân-ı nesîm
Tûtî-i râz-ı dili şevk ile gûya ettirir
Yeniden rûh bulur kâleb-i bî-cân-ı nesîm
Ol mücellâ sîne bir âyînedür billûrdan
O parlak sîne sanki billûr bir aynadır. Onun için gönlüm,
içindeki sırları dile getiren bir papağan oldu.
Sevgilinin zülfü, bir gececik sabah rüzgârının misafiri olsa,
bu rüzgârın cansız bedeni, yeniden ruh ve hayat bulur.
Perteviyle ehl-i aşkı yandırur pervâne-veş
Uğrasa gülşene bî-tuhfe-î hâk-i reh-î yâr
Görünen gerden değil bir şem’dür kâfûrdan
Hâr elinden ola sad çâk girîbân-ı nesîm
Bu gördüğün gerdan değil, kâfurdan yapılmış bir mumdur.
Eğer sabah rüzgâr, sevgilinin ayağının tozundan bir
Çünkü ışığı ve aydınlığı ile aşk ehlini pervane gibi ateşe
armağan almadan gül bahçesine girerse, o bahçedeki
yakıyor.
güllerin dikenleri onun yakasını parça parça eder.
Çıkdı cân tenden Bahâyî yâd-ı vasl-ı yâr ile
Ah kim çıkmaz hayâli hâtır-ı mehcûrdan
Var ise hâk-i reh-i yâra cebîn-sây olmuş
Müşg-rîz oldı yine zülf-i perişân-ı nesîm
Sabah rüzgârının perişan saçları yine misk kokuları
Ey Bahâyî, vuslat ümidi ile bu can bu tenden çıkıp gitti. Ama
saçmaya başladı. Öyle anlaşılıyor ki o, sevgilinin yolunun
ne yazık ki onun hayâli bu yaralı gönlümden bir türlü
tozuna toprağına alnını sürmüş.
çıkmıyor.
Güzer ettikçe senün turra-i pür-çîninden
GAZEL
Pür olur nâfe-i Tâtâr ile dâmân-ı nesîm
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
Ey sevgili, eğer senin kıvrım kıvrım zülfünün tellerinin
Dil-i pür-âteş-i uşşâkdur çünkim harîdar
arasından geçerse, o sabah rüzgârının eteği Tatar miskiyle
N’ola ol Yûsuf-ı hüsnüm olursa germ bâzârı
dolar.
O güzellik Yusufunun pazarı böyle hararetli olursa şaşacak
ne var? Çünkü onun müşterileri gönülleri yanan âşıklardır.
Ey Bahâyî dil-i bülbülde komuştur sûzu
Gülşene tâb veren âteş-i pinhân-nesîm
Bitürmez şûre-zâr-ı sînesinde âşık-ı zârın
Ey Bahâyî, şu sabah rüzgârında gizli bir ateş var. O, bu
Gül-i dâğ-ı belâdan gayri eşk-i çeşm-i hûn-bârı
ateşin aydınlığını gül bahçesine, yakıcılığını da bülbülün
Bu ağlayıp sızlayan âşığın kanlı gözyaşları, onun çorak bir
gönlünü vermiş.
toprağa benzeyen sinesinde ancak belâ yarasından ibaret
bir gül bitirebilir.
GAZEL
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Acep mi şerhalardan sînem üzre dallar salsa
Ol melek-tal’at ki zîbâlıkda yeğdür hûrdan
Dıraht-ı gam ki hûn-âb-ı ciger nûşetmedir kârı
Sanki dest-i kudret anı yaradıpdur nûrdan
İşi gücü ciğerin kanlı suyunu içmek olan gam fidanının,
O melek yüzlü, hûriden üstündür. Sanki Kudret Eli, onu
gönlümdeki yarık ve dilimlerden dal budak salmasına şaşılır
nurdan yaratmış gibidir.
mı?
149
Ey Bahâyî, bu parlak kadeh insana ara sıra neşe yerine gam
Sadâsın kûh dinlerdi figân ettikçe inlerdi
görüntüleri vermemiş olsaydı, gerçekten harikulâde bir ayna
Benûm gibi değildi kûhken var idi gam hârı
olacaktı.
Dağ deviren Ferhâd benim gibi değildi. Onun dert ortağı
vardı. Dağ onun sesini dinler, feryadına cevap verirdi.
GAZEL
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
Ruh-ı rengîn ü la’l-i şekkerin vasfeder dâim
Ruhından şem’-i meclis var ise şerm ü hicâb eyler
Bahâyî’nin nola rengîn ü şîrîn olsa eş’arı
Ki pervâne perin ruhsârına daim nikâb eyler
Bahâyî’nin şiiri göz alıcı ve tatlı olursa buna hiç
(Ey sevgili) meclisin mumu her halde senin yanağının
şaşırmayınız. Çünkü onun şiiri hep sevgilinin rengârenk
(parıltısından) utanmaktadır. Çünkü dâimi pervânenin
yanağı ile şeker gibi dudağından söz eder.
kanadını yüzüne perde yapıyor.
GAZEL
Hücûm-ı cân-fürûşan-ı gam-ı dil-dârı görmüştür
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
Anınçün tîri cân almakta çâk böyle şitâb eyler
Sakın hâkisterim çiğnetme esb-i nâza bı-pervâ
Sevgiliden gelen acı ve ızdırâba ca feda edenlerin acelesini
Komaz elbette hâli aşk ocağım bu dil-i şeydâ
gördüğü içindir ki, (onun) ok’a benzeyen bakışları da can
(Ey sevgili, aşkınla yanıp kül oldum), nâz atma sakın
almakta böylesine acele etmektedirler.
küllerimi pervâsızca çiğnetme: zira bu çılgın gönül, elbette
aşk ocağını boş bırakmayacaktır.
Giderse cûş-ı seylab-ı sirişkim bir zaman böyle
Esâsından bu deyr-i saht-bünyâdı harâb eyler
O mürg-i âşiyân-sûz-ı belâdır dil ki yandıkça
Eğer gözyaşı sel’imdeki coşup taşma böyle bir müddet
Teni hâkisterinden mürg-i ‘âlem-sûz olur peydâ
sürecek olursa bu sağlam yapılı kiliseyi temelinden yıkıp
Gönül, öyle bir kuşa benzemektedir ki, o kuş bekâ içerisinde
harâb eder.
yuvasını ve kendisini yakmakta. Yandıktan sonra da,
(Burada ki ‘kilise’den maksat dünyadır)
küllerinden (nağme ve feryatlarıyla) bütün dünyayı inleten
(bir başka) kuş meydana gelmektedir.
Ham-ı zülfünde yârın dil o mürg-ı çâre-cûdur kim
(Burada ‘Kaknüs’ adlı bir masal kuşundan söz
Kemend-i dâm-ı sayyâd içre durmaz ızdırâb eyler
edilmektedir.)
Gönül, sevgilinin saç büklümleri arasındaki görünümüyle
avcının kemend halindeki tuzağına yakalanıp durmadan
çırpınarak kurtuluş arayan bir kuşa benzer.
Dil-i sûzânı zülf-i pür-hamında bî-karâr etme
Hazer kıl âteş-i has-pûşu tahrîk etmeden cânâ
Ey sevgili yanan gönülü o büklümlü saçlarında huzursuz
Bahâyî hâne-i ümmid kalmaz böyle der-beste
edip hareketlendirme; üzeri çalı çırpı örtülü ateşle
Nesîm-î lûtf eser elbette bir gün feth-i bâb eyler
oynamaktan sakın!
Bâhâyî, ümit evi’nin kapısı böyle kapalı kalmakta devam
etmez: bir gün elbette iyilik ve yardım rüzgârı esecek ve
kapıyı açacaktır.
Duhân-ı âh ile şem-i ruhundan tâzeler tâbın
Sönerse gam değil bâd-ı fenâdan dil çerâg-âsâ
Gönülün, yokluk rüzgârıyla bir kandil gibi sönmesi hiç de
GAZEL
dert değil: çünkü o, ışığını âh’ının dumanıyla senin
Ruhsâr-ı yârda hat-ı anber-şiken biter
yanağının mumundan tazelemektedir.
İ’câz-ı hüsndür ki gül üzre çemen biter
Sevgilinin yanağında anbere benzeyen ayva tüyleri bitiyor.
Bahâyî âdeme gam sûretin göstermese gâhi
Bu bir güzellik mucizesidir. Gül üzerinde yeşillik
‘Aceb mir’ât idi mir’ât-ı câm-ı pür-safâ hakka
bitmektedir.
150
Düştükçe pâyine nem-i eşkimle hûn-ı dil
Âlemde nazîrin yoğiken ey şeh-i hûbân
Bâğ-ı ruhında geh gül ü geh yâsemen biter
Bilsem kimedür yine bu hasmâne bakışlar
Onun ayağına gözyaşlarımla birlikte gönlümün kanı
Ey güzeller sultanı senin şu yer yüzüzünde ne eşin ne de bir
döküldükçe sanki yanağının bahçesinde bazen gül Bazen
benzerin vardır. Yinede bu kavga arayan bakışlarının kime
yasemin bitiyor.
karşı olduğunu bilmiyorum
Tûbâ sıfat hacâlet ile ser fürû eder
Nahcîre dokundu gibi çeşmin yine ey şûh
Nahl-i emel ki hâk-i dil-i zârdan biter
Bîhûde değildür o beyâbâne bakışlar
İnleyip duran gönül toprağında bitmiş şu emel fidanı
Ey nazlı güzel gözün yine bir av görmüşe benziyor. Çünkü o
sonunda utancından Tûbâ gibi başını eğecek baş aşağı
çöllere doğru bakışın boşuna değildir.
olacaktır.
Hûn-ı dil-i pürhûn-ı Bahâyî’yi tüketti
Gittikçe nefha-i dem-i üstâd-ı feyzile
Çeşminden o câdû-yı tatârâne bakışlar
Sahn-ı dilimde tâze nihâl-i Sühan biter
Senin gözlerinin bir Tatar sihirbazı gibi bakışı Bahâyî’nin
Bir üstad nefesi gibi bana esen bu feyiz rüzgarı gönül
yaralı gönlünün kanını döktü, tüketti.
bahçemde taze bir şiir fidanı yetiştirmeye başladı.
GAZEL
Ser-sebz ü hurrem etti cihânı nesîm-i lutf
İtâb-ı la’l-i nâbından gönül pür-pîç ü tâb olmaz
Bilmem Bahâyî tohm-ı ümîdüm kaçan biter
Bilir kim kân-ı âteşten çıkan hançerde âb olmaz
Lütûf fidanı dünyayı yemyeşil etti ona can verdi. Bahâyî
Ey sevgili senin saf lâl’e benzeyen dudaklarından çıkan acı
senin ümit tohumun ne zaman yeşerecek?
sözlerden gönül alınıp kırılmaz. Çünkü ateş madeninden
çıkan hançerde su olmadığını bilir.
GAZEL
Dünyâyı harâb etti o mestâne bakışlar
Yıkılmaz dil pey-ender-pey çekerken câm-ı âzârın
Ol çeşm süzüşler o gazâlâne bakışlar
Bu bezmün bâde-nûşı mest olur ammâ harâb olmaz
O ceylan ve mestane bakışlar, o göz süzmeler dünyayı
Senin azarlamalarla dolu kadehinden gönül yıkılmaz. Çünkü
birbirine kattı, yerle bir etti.
bu meclisin sarhoşları ne kadar İçerlerse içsinler kendilerini
kaybetmezler.
Tâkat mı kor âdemde yerinden o kopuşlar
Ol rahş sürüşler o levendâne bakışlar
Aceb mi küştegân-ı kûy-ı dilber bî-şümâr olsa
O yerinden kalkıp yürüyüşler, o at sürüşler, o levent
Şehîdân-ı bela-yı aşka mahşerde hisâb olmaz
bakışlar, insanda takat mı bırakır?
Sevgilinin evinin civarında hayatını kaybedenler
sayılamayacak kadar çok olsada bunda şaşacak ne var?
Âdemde tahammül mi kor ey gözleri âhû
Çünkü aşk belâsına düşüp şehit olanlara mahşerde sorgu
Düzdîde nigâh ile o yâbâne bakışlar
sual yoktur.
Ey ceylan gözlü güzel o kaçamak gözlerle yabancılara
bakışın insanda sabır ve dayanma gücü bırakır mı?
Sakınsın seng-diller pertev-i nûr-ı cemâlinden
Ki zûr-ı tâb-ı hüsne dil değil dağlarda tâb olmaz
Bîgâne nazar dostlara elde de var mı
Senin güzelliğinin nurundan etrafa yayılan parıltıdan taş
Hep sende midür yohsa bu bîgâne bakışlar
kalüliler sakınmalıdır. Çünkü güzelliğinin ateşine gönüller
Başkaları da doslarına hep böyle kayıtsızca mı bakar, yoksa
değil dağlar bile dayanmaz
bu umursamaz bakışlar yalnız sana mı mahsustur?
151
Bahâyî her ne emreylerse ol şâhenşeh-i hûbân
İnsanın gönül ve idrak aynası tertemiz olmalıdır. ancak o
Ser-i teslîm-ü hâk-iaczden gayri cevâb olmaz
zaman güzellik o aynada tecelli eder, ortaya çıkar.
Ey Bahâyî o güzeller sultanı ne emrederse baş eğmek
gerekir. Bunu kabul etmekten başka yapacak bir şey yoktur.
Etmeden semşîrine dahi nigâh-ı iltifat
Sîne-i ehl-i mahabbet çâk çâk olmak gerek
GAZEL
Sevgilinin iltifatına mazhar olup onun kılıcıyla
Bî-niyâz-ı tâc-ı devletdür ser-i abdâl-i aşk
yaralanmadan çok önce âşık sinesini parça parça etmelidir.
Fark-ı ehl-i derde besdür sâye-i ikbâl-i aşk
Aşk ehlinin başı, maddî âlemin tacına muhtaç değildir.
Dil-pesend-i rüzgâr olsun benüm kârum deyen
Onun başına aşk derdiyle gelen saadetin gölgesi yeterlidir.
Şâhrâh-ı semt-i teslîm içre hâk olmak gerek
“Benim yaptığım her şey zamanın hükümlerine uysun hoş
Nâlesün âşık niçin eyler hem-âheng-i niyâz
karşılansın” diyen kimse Tanrı iradesine boyun eğip o yolda
Arz-ı hâl-i zâra yetmez mi lisân-ı hâl-i aşk
toprak olmalıdır.
Âşık niçin feryâd eder, yalvarır, bir şeyler ister? Halbuki
ağlayıp inleyenin durumunu anlatmaya ‘hâl dili yetmez mi?
Defter-i şi’r olmağa mânend-i nahlistân-ı Tûr
Ey Bahâyî söz bu resme derd-nâk olmak gerek
Mahrem-i bezm-i visâl olsa yine pervâne-veş
Ey Bahâyî şiir defterinin Tur dağındaki ağaç gibi mucize
Vâkıf-ı âz-ı niyâz etmez zebânın lâl-i aşk
dolu olmasını istiyorsan baştan başa derd ile dolu olması
Aşk ile dilsiz hâle gelmiş insan vuslat meclisine girince tıpkı
gerekir.
pervâne gibi bildiği sırları dile getirmez. Bu sırları dilinden
Cevrî
bile saklar.
GAZEL
Lâne-i dilde aceb bilsem nice eyler karâr
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Âteş-i dil-sûzdan yanmaz mı perr ü bâl-i aşk
Her gözi cellâd-ı bî-rahmın helâkidir gönül
Acaba aşk (kuşu) gönül yuvasında nasıl karar kılar nasıl
Râh-ı aşkın sâlik-i bî-vehm ü bâkidir gönül
barınır? Gönlü yakıp kavuran ateşten onun kolu kanadı
Gönül, her gözü merhametsiz cellâdın helâkine sebep olur.
yanmaz mı?
Gönül, aşk yolunun vehimsiz ve korkusuz sâlikidir.
Hiçe satmışken metâ’-ı cânını oldun yine
Âsuman-ı himmetin geh âfitâb-ı enveri
Ey Bahâyî şerm-sâr-ı hıdmdet-i dellâl-ı aşk
Geh zemin-i hayretin bir zerre hâkidir gönül
Ey Bahâyî aşk tellalı can malını yok pahasına sattı. Ama
Gönül bazen himmet göğünün aydın güneşi, bâzen hayret
yinede sen bu yaptığı hizmetten ötürü ona borçlu
yerinin bir zerre toprağıdır.
durumdasın.
Her sehî-kadd ü semenberler nola meyl etseler
GAZEL
Bâğ-ı aşkın cûybâr-ı sâf u pâkidir gönül
Mübtelâ-yıaşk o resme derd-nâk olmak gerek
Servi boylular ve yasemen göğüslüler gönül verseler nolur?
Kim dem-i cân-bâhş-ı İsâ’dan helâk olmak gerek
Gönül, aşk bahçesinin saf ve temiz deresidir.
Aşka düşmüş kimse öylesine dertli olmalıdır ki İsa
peygamberin can bahşeden nefesi bile ona şifa ulaştıramaz.
Halvet-i zühdün gehî bir şeyh-ı dâmen-çidesi
Bezm-i şevkın gâh mest-i câme-çakidir gönül
Olmağa meclâ-yı envâr-ı tecellâ-yı cemâl
Gönül, bâzan zühdün halvet köşesi, bâzan bir eteğini dermiş
Levh-i dil âyîne-i idrâk pâk olmak gerek
şeyh, bâzan da şevk meclisinin elbisesini yırtan sarhoştur.
152
Nâtüvân u bî-mecâl olsa nola Cevrî gibi
Bir gözü bîmâr şûhun derd-nâkidir gönül
Bir sencileyin hüsn ile yektâ güzel olmaz
Gönül, Cevrî gibi güçsüz ve mecalsiz olsa nolur? Çünkü bir
Bir bencileyin aşk ile mümtâz ele girmez
gözü hasta şûh sevgilinin derdlisidir.
Bir sencileyin güzellik içinde tek kalan güzel bulunmaz. Bir
bencileyin aşk ile seçilmiş kimse ele girmez.
GAZEL
Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün
Bir sencileyin gonçe-lebin vasfına kâdir
Câm aldık ele gül gibi handânlığımız var
Bir bencileyin nâdire-perdâz ele girmez
Bülbül gibi şevk ile gazel-h'ânlığımız var
Bir sencileyin gonçe dudaklının vasıflarını söylemeye gücü
Elimize bardak aldık, gül gibi gülmekliğimiz var. Bülbül
yeten, bir bencileyin eşine rastlanmayan söz söyleyen ele
gibi, şevk ile gazel okuyuculuğumuz var.
girmez.
Âzâdeyiz endîşe-i esbâb-ı hevesden
Bir sencileyin yok dil-i Cevrî ile hemdem
Derviş'i mücerred gibi sultânlığımız var
Bir bencileyin mahrem ü demsâz ele girmez
Hevese ait şeylerin düşüncesinden kendimizi kurtarmışız.
Bir sencileyin Cevrî'nin gönlü ile beraber olan yok! Bir
Her şeyden el etek çekmiş derviş gibi sultanlığımız var.
bencileyin mahrem ve uygun ele girmez.
Arz etme bize bûy-ı ser-i zülf-i ümÎdİ
GAZEL
Ey bâd-ı heves şimdi perîşânlığımız var
Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün
Ey heves rüzgarı, bize ümid zülfünün ucunun kokusunu bile
Hâl-i dili ol gamze-i fettân ile söyleş
arz etme, bizim şimdi perişanlığımız var.
Esrâr sözin nükte-şinâsân ile söyleş
Gönlün hâlini o fitneci yan bakışla söyleş! Sırlar sözünü
nükteyi bilenlerle söyleş!
Meyhâne vü mescidde ibâdet eder olduk
Sûfî bize ta'n etme Müselmânlığımız var
Sufî bize ta'n etme, meyhane ve mescidde kulluk etmekteyiz,
Oldunsa rumûz-ı nigeh-i şûhuna vâkıf
bizim de müslümanlığımız var.
Ma'nâsını tenhâ dil ü cân ile söyleş
Onun şuh bakışının işâretini anladınsa, mânâsını tenhâca
gönül ve cân ile söyleş.
Tahsîl-i murâd-ı dil içün yok yere Cevrî
Sarf etdiğimiz ömrü peşîmanlığımız var
Ey Cevrî, gönlün muradını elde etmek için harcadığımız
Keşf eyleme nâdâna sakın nükte-i çeşmin
ömre pişmanlığımız var.
Mestâne-i ney zümre-i rindân ile söyleş
Gözünün nüktesini sakın câhillere açma! Neyin serhoşu
rindler topluluğu ile söyleş!
GAZEL
Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün
Bir sencileyin mest-i mey-i nâz ele girmez
Âdâbı gözet dilberi gördükde hamûş ol
Bir bencileyin âşık-ı serbâz ele girmez
Ne âh ile ne çâk-i girîbân ile söyleş
Bir sencileyin, nâz şarabının serhoşu ele girmez. Bir
Yolu yordamı gözet, dilberi görünce sus! Ne âh ile ne de
bencileyin, başıyla oynayan âşık ele girmez.
yaka yırtma ile söyleş!
Bir sencileyin fitne-i mestûr bulunmaz
Kem-mâyelere bahş-ı me'ânîde söz açma
Bir bencileyin âyÎne-i râz ele girmez
Cevrî gibi üstâd-ı sühandan ile söyleş
Bir sencileyin örtülü fitne bulunmaz. Bir bencileyin sır
Mayasızlara, asâleti olmayanlara, mânâları behşetmekten
aynası ele gelmez.
söz açma! Cevrî gibi söz bilen üstâdla söyleş!
153
(Gözü ne âşıklara bakar, ne başkalarına bakar, nâz eder!
Yan bakışı öldürür: ne dost ne yabancı bilir !)
GAZEL
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Lebleri güftâra gelse hem-zebâni nâz olur
Yakdı yandırdı mahabbet beni bir âteş ile
Bildürür lutf-ı kelâmın tercemânı nâz olur
Ki tef ü tâbım ne şem’ u ne pervâne bilür
Dudakları söze gelse, onunla nâz aynı dili konuşur. Sözünün
(Mahabbet beni bir ateş ile yaktı yandırdı.
lutfunu bildirir, tercümanı nâz olur.
Benim ateşimi ve hararetimi ne mum, ne pervane bilir!)
Gamzesi bir şîveye bin minnet isterken yine
Komasa genc-i gamı gayr-i mahalde nola aşk
Zümre-i ehl-i niyâza imtinânı nâz olur
Dil-i Cevrî gibi bir hâne-i vîrâne bilür
Yan bakışı bir cilveye bin minnet isterken yine yalvarmayı
(Aşk, gam hazinesini başka yerde koymasa nolur?
bilenlerin topluluğuna minneti nâz olur.
Cevrî’nin gönlü gibi bir viran hâne bilir.)
Çeşmine bâb-ı kitâb-ı işveden kılsan süâl
GAZEL
Başlasa takrîre hep şerh u beyânı nâz olur
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Gözüne işve kitabının bölümünden sorsan, o da anlatmaya
Mest eder hüşyârı aşkın dâstânı böyledür
başlasa açıklaması ve ifadesi hep nâz olur.
Âşıkın keyfiyet-i râz-ı nihanı böyledür
(Aklı başında olanı serhoş eder, aşkın hikâyesi böyledir.
Âşıkın gizli sırrının niceliği böyledir.)
Fitne-engîz olmağa etdikçe tedbîr ol nigâh
Mahrem-i halvet-geh-i râz-ı nihânı nâz olur
O bakış fitne gizleyici olmaya çare aradıkça, gizli sırrının
Dâğ-ı ümmîd-i temennâdan tehîdür sînesi
gizli köşesini bilen yine nâz olur.
Merd-i sâhib-himmet-i fakrun nişânı böyledür
(İhtiyaçsızlık gibi himmet sahibi adamın sînesi.
Dilek ümîdi ile yaralanmaktan boş olma gibi nişânı olur.)
Nâzdan hâlî değil bir lahza Cevrî çeşm-i yâr
Mest ü pür-h'ab olsa lâbüd pâsbânı nâz olur
Ey Cevrî sevgilinin gözü, bir lahza nâzdan uzak değil,
Zehre şeker hâre gül cevre vefâ ol dâyimâ
serhoş ve uyku dolu olsa mutlaka bekçisi nâz olur.
Âlem-i fânide resm-i zindegânî böyledür
(Dâima zehre şeker, dikene gül, eziyete vefâ eyle!
Fâni dünyâda yaşamanın yolu böyledir.)
GAZEL
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
Ne ele sâğar alur çeşmi ne meyhâne bilür
Telh olur âhır humârından dimâğ-ı cân u dil
Sorsan ammâ yine âlem anı mestâne bilür
Lezzet-i sahbâ-yı zevk-ı dehr-i fâni böyledür
(Gözü ne ele bardak alır ne de meyhane bilir!
(Can ile gönülün dimâğı, sonunda onun mahmurluğundan
Sorsan ama yine âlem onu serhoşça bilir.)
acı duyar. Fânî zamanın zevkının surâhisinin tadı böyledir.)
Gamzesiyle o perînin nice söyleşmek olur
Nükte-i eş’âr-ı Cevrî aklı deng ü lâl ider
Dil-i dem-beste ne efsûn u ne efsâne bilür
Âşinâ-yı râz-ı irfânın lisânı böyledür
(O peri gibi güzel sevgilinin yan bakışıyla nasıl söyleşmek
(Cevrî’nin şiirlerinin nüktesi aklı hayrete ve suskunluğa
olur? Nefesi kesilmiş gönül, ne büyü bilir ne de efsâne
götürür. İrfânın sırrını bilenlerin dili böyledir.)
bilir?)
GAZEL
Nâz eder çeşmi ne uşşâka ne ağyâra bakar
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
Öldürür gamzesi ne yâr u ne bîgâne bilür
Çarha baş eğmek ise rütbe-i ulyâya sebeb.
154
Ya nedir secde-i mihrâb- ı temennâya sebeb
(Belâ okuna sînesini gören, canı mesâbesinde olan
(Yüksek rütbeye sebeb feleğe baş eğmek ise,
sevgilisini sakınır.
dilek mihrâbına secde etmenin sebebi nedir?)
Mahabbetin başı ile oynayan kişi, sipere rağbet etmez.)
Olmasa devr-i felek vâsıta-ı lutf-ı kazâ
Dil cânı değil dilberi de aşka değişdi
Her deni bulmaz idi devlet-i dünyayâ sebeb
Cevrî gibi olsa nola mümtâz-ı mahabbet
(Kazânın lutfuna vâsıta, feleğin devretmesi olmasa,
(Gönül, can değil, gönlü kapan sevgiliyi de aşk ile değişti.
Her alçak dünyâ devletine sebep bulmaz.)
Cevrî gibi, mahabbetin seçkini olsa nolur?)
Ehline çünki olur bâ’is-i noksân-ı ma’âş
GAZEL
Ya nedir kesb-i kemâl itmede gavgâya sebeb
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
(Ehline, geçimini sağlamasının azlığna sebep olacaksa,
Gamzesi kan dökmede müjgâna çekmez ihtiyâc
olgunluk kazanmak için gavgaya sebep nedir?)
Öyle hûnî hançer-i bürrâna çekmez ihtiyâc
(Onun yan bakışı kan dökmekte kirpiklere ihtiyaç duymaz!
Öyle kan dökücü, keskin hançere ihtiyaç duymaz!)
Ehl-i dil sanma zarûretden olur müstağnî
İstese bulmaya mı pâye-i a’laya sebeb
(Gönül ehli sıkıntıdan müstağni olur sanma!
Çeşm-i şûhı meclis-ârâ-yi nezaket olmağa
İstese yüksek pâye için sebeb bulamaz mı?)
Güft u gûy-ı gamze-i fettâna çekmez ihtiyâc
(Şuh gözü, nezâket meclisini süsleyici olmağa,
Fitneci yan bakışının dedikodusuna ihtiyaç çekmez.)
Alınur gerçi bu bâzârda kâlâ-yı murâd
Olur ammâ yine Cevrî ana sermâye sebeb
(Gerçi bu pazarda arzu kumaşı alınır.
Gamzesi nûş etse çeşmi ana rağmen kan içer
Ey Cevrî, ama yine de ona sermaye sebep olur!)
Bir birine ol iki mestâne çekmez ihtiyâc
(Yan bakışı içse, gözü ona rağmen kan içer.
Birbirine o iki serhoş ihtiyaç çekmez.)
GAZEL
Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün
Bir sînede mestûr olamaz râz-ı mahabbet
Şöyle virmiş nakd-ı cân u dil gınâ ol şûha kim
Her perdede bir nağme eder sâz-ı mahabbet
Sîm-i eşk-i âşık-ı giryâna çekmez ihtiyâc
(Mahabbet sırrı, bir sînede örtülü olamaz.
(O şûha, can ile gönül yöle gınâ vermiş ki,
Mahabbet sazı, her perdede bir nağme söyler.)
Ağlayan âşıkın gözyaşının gümüşüne ihtiyâç çekmez.)
Uşşâkın olur gamze-i pür-işve gamından
Eşk-i dîde hûn-ı dil Cevrîye sermâye yeter
Her zemzeme-i nâlesi şehnâz-ı mahabbet
Dürr-i deryâya akîk-ı kâna çakmez ihtiyâc
(İşve dolu yan bakışın gamından âşıkların her iniltisinin sesi
(Cevrî’ye sermâye olarak gözyaşı ile gönül kanı yeter.
Mahabbetin şehnâz makamında olur.)
Denizin incisine, ocağın akîk taşına ihtiyâç çekmez.)
Berk olsa eğer şu’lesi şemşîr-i cefânın
Vecdî
Olmaz yine âşık siper-endâz-ı mahabbet
GAZEL
(Cefâ kılıcının parıltısı şimşek bile olsa,
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
Âşık yine mahabbetin siper araştırmada olmaz.)
Lûtf-ı felek ki ellere âbı şarâb eder
Dil-teşne-i mahabbete bahri serâb eder
Cânın sakınur sîne geren tîr-i belâya
(Feleğin lütfu, başkalarına suyu şarap eder de, muhabbete
İtmez sipere rağbeti serbâz-ı mahabbet
su sarmış gönüllere, denizi bir serap haline getirir.)
155
(Ne sevgilinin bakışıyla yaralı, ne de onun misk kokulu
Gamdan eğerçi herkes alır hisse lîk çerh
zülfünün eseriyim. Onun için, aşk ordusu içinde benim bir
Hep bana cân-güdâz olanı intihâb eder
yerim yoktur. .
(Herkes gamdan hissesine düşeni alır, ama felek bana
gamın can alıcı olanını seçer)
Yanıp hicrân ile şem-i gam oldum valsı yâd etmem
Metâ-ı şeb-pesendim subha lâyık gevherim yoktur
Ger âh edersem âhımı gerdûn-ı şîve-kâr
(Aşk ateşiyle yanıp, gam gecesinin mumu gib oldum.
Ser-matla’-ı sitâreme ayrı hicâb eder
Sevgiliye kavuşmak aklımdan bile geçmez. Çünkü sabaha
(Halimden şikâyetle âh edersem, kahpe felek, tam doğmak
lâyık bir malım, mücevherim yoktur.)
üzere olan yıldızıma, âhımı perde eder.)
Nice feryâd edip çâk-i giribân etmeyen ben kim
Sad-âferîn sehâ-yı galat- bahş-ı dehre kim
Yanımda sâkî-i gül-ruh elimde sâgarım yokdur.
Ağyâra lûtfu cevri bana bî-hesâb eder
(Nasıl feryat etmeyeyim, yaramı yırtmamayım. Benim gül
(Şu, hep yanlış işler yapan feleğe yüzlerce aferin. O,
yüzlü bir şarap sunucum ve elimde şarap kadehim yoktur.)
başkalarına hesapsız iyilik, bana da hesapsız zulüm eder.)
Sitanbûl’a o denlü ârzu var dilde ey Vecdî
Vecdî tahammül eyle sipihrin cefâsına
Uçardım bulsam ammâ neyleyim bâl ü perim yokdur.
Bir gün olur ki eylediğinden hicâb eder
(Ey Vecdi, gönlümde İstanbul’a o derece büyük bir hasret
(Ey Vecdi, feleğin cefasına dayanmaya çalış. Ola ki bir gün
varki, eğer kanatlarım olsaydı uçar giderdim.)
bu ettiklerinden utanır.)
GAZEL
GAZEL
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
Dil-i çeşm-âşinâ sâmân ile bîgâne olmaz mı
Şebistân-ı gamım bezmimde şem’-i enverim yoktur
Hemîşe mest ile ülfet eden mestâne olmaz mı
Fenâ dünyada ya’ni bir müsellem dilberim yoktur
(Gönül ile aşinalığı olan, dünya varlığına yabancı olmaz
(Gecem gamla dolu, odamı aydınlatacak bir mum yoktur. Şu
mı? Hep sarhoşla düşüp kalkan, sonunda kendisi de sarhoş
fâni dünyada sâdık bir sevgilim yoktur.)
olmaz mı?
Serinde herkesin bir gonca-i sîrâbı var şimdi
Hevâ hoş her taraf gülzâr u bülbül-zâr ü gül handân
Benim bâğ-ı cihân içinde bir berg-i terim yoktur
Bu esbâb-ı cünûnu seyr eden dîvâne olmaz mı
(Herkesin başında yeni açmış bir goncası var ama, benim şu
(Hava güzel her yer gül bahçesi gibi… Bülbüller ötüyor,
koskoca dünya bahçelerinde bir tek gülüm yoktur.)
güller açılmış. Bütün bu çıldırtıcı güzellikleri gören insan,
divane olmaz mı?
Ne pür-zahm-ı nigâh ü ne esîr-i zülf-i müşgînim
Anınçün saff-ı ser-bâzân-ı aşk içre yerim yoktur
Kenâr-ı âb ü sâki taze vü mey köhne dil pür-şevk
(Aşk iksiri, gönlümü som altın gibi tertemiz etti. Ama, onu
Bu bezme tevbeler nukl u vera-ı peymâne olmaz mı
eline alacak değer verecek gümüş bedenli bir sevgilim
(Şarap orda, güzeller orada, bütün dostlar hep orada
yoktur.)
toplanmış. İnsan nasıl olurda cenneti terk edip bu
meyhanenin müdavimi olamaz.)
Zer-i hâlis ayâr etti dili iksîr-i aşk ammâ
Ele alır anı bir dilber-i sîmînberim yoktur
Mey anda dilber anda cümle yârân-ı safâ anda
Geçip cennetden âdem sâkin-i meyhâne olmaz mı
156
(Su kenarı körpe saki yıllanmış şarap ve neşeli gönül insan
böyle bir meclise bu meclisin içkisine nasıl tövbe edilir.)
Vecdîye nasîb itmez isen derd-i visâlin
Her dem anı âzürde-i hâr eyleme yâ Râb
Sebû zânûda sâgar elde yâr âgûş-ı vuslatda
(Eğer vuslatının derdini Vecdi’ye nasip etmeyeceksen, onu
Bu tarz-ı hâs ile meclis acep rindâne olmaz mı
boşuna incitme, gönlümü kırma ya Rab!)
(Şarap testisi dizimizde, kadeh elimizde, sevgili vuslat
kucağında. Böyle ender bulunan bir mecliste insan nasıl
GAZEL
kendinden geçmez.)
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
La’lin tebessüm ile pür-âb u tâb göster
Açılmış gül gibi pehlû ruh âteş-bâr olup meyden
Yâkût-ı sürh içinde dürr-i hoş-âb göster
Gönül hem bülbül-i şûrîde hem pervâne olmaz mı
(Tebessümler ederek, dudağını daha güzel, daha parlak
(İçtiği şarabın tesiriyle yanakları gül gibi açılmış ve ateş
göster. Yakut sürahi içinde parlayan inciler göster.)
gibi kızarmış. İnsan, sevgiliyi bu halde görürde nasıl hem
bülbül hem pervane olmaz.)
Aks-i ruhunla eyle âyîne-i münevver
Âğûş-ı mihr-i rahşân bir âfitâb göster
Bu mahsûd-ı tıbâyi sözleri kande bulursun sen
(Yanağının ateşiyle dünyayı aydınlat. Parlayan ayın
Küdûret vermesin Vecdî dil-i yârâne olmaz mı
kucağında bir güneş göster.)
(Ey Vecdi, bu herkes tarafından kıskanılan güzel sözleri
nereden buluyorsun? Dostlarını üzme, güzel sözlere ara
İtme lebün küşâde ehl-i niyâza ammâ
ver.)
Her bir sü’âle gamzen hâzır cevab göster
(Sana yalvaranlara karşı ağzını açmasan da olur: ama hiç
olmazsa gamzen ile, onların sorularına bir cevap ver.)
GAZEL
Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün
Bir lahza beni bî-gamı yâr eyleme yâ Rab
Âb-ı hayât-ı vaslın h’âb içre câna arz it
Bî-şevk-ı mahabbet dil-i târ eyleme yâ Rab
Dil-teşne-i ümîde bârî serâb göster
(Ya Râb beni bir an bile sevgilinin gamından ayırma
(Ey sevgili seni sevenler vuslatını, hiç olmazsa uykuda
muhabbet ateşinden ayırıpda gönlümü karartma sıkıntıya
göster: gönlü bu ümitle yananlara bir serab göster.)
düşürme ya Rab)
Mey iç ki rûy-ı âlin olsun yine cûy-efşân
Bu sînemi kim mahzen-i derd-i dil ü cândır
Âb içre âteşi gör âteşde âb göster.
Dünyâ gamına cây-ı karâr eyleme yâ Rab
(Şarap içki kıpkırmızı yanağın ırmaklar gibi olsun böylece
(Bu sinem ki can ve gönül derdinin mahzenidir: onu dünya
ateş içinde suyu su içinde ateşi göster.)
gamının karar kıldığı bir eyleme ya Rab. !)
Küstâh-çeşme itme rûy- dili nümâyân
Nevreste gül-i âl gibi eyle şüküfte
Âyîne-i ruhunda reng-i hicâb göster
Dâğ-ı dilimi köhne bahâr eyleme yâ Râb
(Gönlündekileri açıklama, gözler önüne serme. Onları
(Gönlümün yarısını yeni açmış bir gül eyle. Onu zamanı
yanağının aynasında biraz örülü göster.)
geçmiş bir çiçek eyleme ya Rab!)
Sermest ü dil-şikeste düş pây-ı çeşm-i meste
Hâlet-dih-iaşk olmıyacak cür’ası kalbe
Mi’mâr-ı lutfa kendin hâne-harâb göster
Rıtl-ı mey-i zevkı dile bâr eyleme ya Rab
(Başı dönmüş ve gönlü kırılmış olarak, sarhoşun gözü önüne
(Eğer bir yudumu, aşkın zevkini vermeyecekse, şarap
düş. Lütuf sahibine kendini biraz yıkılmış, perişan olmuş
kadehinin zevkini, gönlümüze boşuna yük eyleme ya Rab!)
göster.)
157
O, goncaya benzeyen sevgili, seni hep böyle ağlatsa ne
Sundukça câm-ı zevk ol mest-i nâza sâkî
çıkar? Senin bütün günahın bu gül mevsiminde şarap
Sad-çeşm-i mübtelâyı anda habâb göster.
içmekten vazgeçmendir.
(Ey saki o naz sarhoşuna zevk kadehini sunarken, o gözlere
vurgun yüzlerce aşığı bir su kabarcığı göster.)
GAZEL
Mefâ’ilün Fe’ilâtün Mefâ’ilün Fe’ilün
Var mı cevâb söyler bu nev-zemîne Vecdî
Düşüp ayağına gönlüm ki’mest olup kalmış
Şi’rinde ehl-i nazma tâze hitâb göster
Piyâledir ki bezmde şikest olup kalmış
(Ey Vecdi, bu yeni ve güzel sözlerine cevap verecek birisi
Gönlüm, kendinden geçip senin ayağına düşmüş. O bir
var mı? Sen, şiirden anlayanlara şiir nasıl yazılırmış onu
billûr kadehdir ki, içki meclisinde kırılır kalmış.
göster.)
Nişân-ı sümm-i semendi değil meh-ı nevdir
GAZEL
Ki pay-bûs ümîdiyle pest olup kalmış
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
Gönlüm, çevik bir atın nalı değil, yeni doğmuş bir aydır ki
Gönül sûzân iden cism-i nizârın tâze dağındır
belki ayağını öperim ümidiye böyle yere inmiş, toprağa
Seni pervâne-i aşk eyleyen kendi çerâğındır.
düşmüştür.
Senin gönlünü yakan, bu zayıf bedeninle bu taze
yaralarındır. Seni aşk pervanesi eyleyen kendi gönlünün
Olırdı zühd ile ma’mur dil dahı ammâ
ateşidir.
Harâb-ı neşve-i câm Elest olup kalmış
Gönül, belki ibadetle mamur olurdu ama, o, Elest Bezmi’nin
kadehi ile kendinden geçip, harab olmayı tercih etmiştir.
Elin öpmekle sâkî ehl-i meclis ser-firâz olsun
Beni üftâde-i hâk-i niyâz iden ayağındır.
Ey sâkî. Meclisde senin elini öpenlerin itibarı artsın. Beni
Hayâl-i rûyı ile zülfi içre dil gûyâ
sana yalvartan, ayağının toprağına kurban olur hale getiren
Diyâr-ı Hindde âteş-perest olup kalmış
senin ayağındır. (Ayak kelimesi tevriyeli olarak
Gönül zülfünün ortasında duran yüzünün hayali ile, sanki
kullanılmıştır. Hem sâkinin ayağı hem de kadeh
Hind diyarında bir ateş-perest olup kalmış. (Hind ile saçın
mânâsındadır.)
siyahlığı, ateş ile sevgilinin yüzünün kırmızılığı
kastediliyor.)
Hayâl-i rûy-ı âlinle nola her dem bâhar olsa
Derûn-ı dağ dağ-ı sîne ey gül-gonçe bağındır.
Ne nûş- bâdeye kâdir ne gitmeğe
Senin al yanağının hayaliyle her an bahar olsa ne çıkar?
Vecdî Hücûm-ı keyf ile sağar be-dest olup kalmış
Gönlümüzün yarası da o bahar bahçelerinin gonca gülleri
Vecdî’nin ne gitmeğe, ne de bâde içmeye takati var. O,
olur.
elinde kadeh, öyle zevk içinde kalakalmış.
Değildir gird-bâd-ı hasret ey dil deşt-i hayretde
GAZEL
Senin sergeşte peyk-i âh-ı güm-kerde sürâğındır
Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün
Ey gönül, senin o âh haberlerini getiren rüzgar hayret
Mestâne dili meclis-i rindâna getürdüm
çöllerinde hasret kasırgası değildir; o, senin adı sanı
Bir bülbül-i şûride gülistâna getürdüm
kaybolmuş izlerindir.
O sarhoş gönlü, rindlerin meclisine getirdim. Böylece
perişan bir bülbülü, gül bahçesine getirmiş oldum.
N’ola bülbül gibgi zâr itse ol gonçe seni
Efsûn ile şimşîrin alup gamze-i mestin
Günâhın fasl-ı gülde nûş-ı sahbâdan ferâğındır
Hıfz etmek içün sîne-i uryâna getürdüm
158
Sarhoş gözlerinin kılıcını büyü yaparak elinden alıp,
saklamak maksadıyla gönlümün içine koydum.
Dem-i gülgeştdür kûşe-nişînânı ayaklandur
Meded imdâd-ı reftâr ile sâkî bir ayağ olsun
Bî-minnet Hızr u güzer vâdî-i zulmet
Gül mevsimidir, güle benzeyen sevgilinin gezip dolaşma
Ser-çeşme-i hayvânı leb-i cânâna getürdüm.
zamanıdır. Ey sâkî, köşesinde oturanları ayaklandır: belki o
Zulmet vâdisinde gezen Hızır’a minnet etmemek için âb-ı
salınan etekler sayesinde elimize bir kadeh geçer.
hayatı sevgilinin dudaklarına getirdim. (Vâdi Zulmet ile âb-ı
hayât arasında münasebet vardır. Âb-ı hayatın bu vadide
Şeb-i işretde yaksun şem’-i zevkı şu’le-i sâğar
olduğuna inanılır. Hızır aleyhisselâm bu suyu bulup içmiştir
Elimde câm-ı dâğ-ı cân eyyâm-ı ferâğ olsun
kıyamete kadar bitmeyecektir. Sevgilinin dudağı, aşığa can
İçki ve sohbet gecesinde kadehin parıltısı bir zevk mumu
verdiği için Âb-ı hayattır.)
gibi yansın, elimdeki can yarasının kadehi, saadet
günlerinin habercisi olsun.
Erbâb-ı safâyile idüp, işrete âğâz
Dest-i emeli çâk-ı girîbâna getürdüm
Nola Bâkî vü Nef’î gitdiğin yâd itmese yârân
Dostlarla içki ve eğlenceye başlamak için yakamı bağrımı
Zarûret mi çekerler tâze şi’r-i Vecdî sağ olsun
yırttım: kendimi o eğlenceye hazırladım.
Dostla, Bâkî ve Nef’î-yi yâdetmeseler, onları hatırlamasalar
ne olur? Bir yokluk mu çekerler? Böyle güzel şiirler
söyleyen Vecdî sağ olsun.
Bir dürr-i girân-mâye gazel bahr-ı beyândan
Hâk-i kadem-i kadr-şinâsânâ getürdüm
Söz deryasından paha biçilmez inciler bulup bunu gazel
GAZEL
yaptım ve onu kıymet bilenlerin ayağının tozu olsun diye
Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün
getirdim.
Tekmîl-i cünûn itmeğe hâmûn ele girse
Âvâreliğe vâdî-i Mecnûn ele girsE
İtlâf-ı güher eylemedüm nazm ile Vecdî
Divaneliği tamamlamak için o büyük sahralar ele geçse:
Bir kândan alup gevheri bir kâna getürdüm
başıboş dolaşabilmek için Mecnûn’un yaşadığı vadiler ele
Ey Vecdî, bu incileri-nazm ederek- boşuna harcamış
geçse.
değilim. Ben onları bir madenden alıp bir başka madene
Çâk-i dil-i Mecnûna ilâc itmek olurdu
getirdim.
Bir kere girîbân-ı Felâtûn ele girse
GAZEL
Eğer Eflâtun’un yakası bir defa ele geçse idi, o, yaralı
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
Mecnûn’a ilaç etmek mümkün olurdu.
arz-ı cemâl it lâle-veş aşkınla dağ olsun
Zamân-ı devlet-i hüsnünde ol dahı çerâğ olsun
Ser-tâ-be-kadem hâr gibi pençe olurdum
Güle güzelliğini göster: lale gibi aşkınla yansın, yaralansın
Çâk eylemeğe dâmen-i gerdûn ele girse
güzelliğinin bu saltanatlı döneminde o da bir çerağ olsun.
O feleğin yakası bir elime geçseydi, onu baştan ayağa
(Lâle kendi kırmızı ortası siyah olduğu için gönül yarasına
yırtmak için pençe olurdum.
benzetilir.)
El vırmedi çün subha be-dest olmağa tâli’
Görüp aks-ı müjem encümine rûy-ı tâb-dârında
Bârî bir ayağ-ı mey-i gülgûn ele girse
O hâr-ı ter gül-i ruhsarına dîvâr-ı bâğ olsun
Talih, aydınlığa çıkmamız için elimizden tutmadı. Ama hiç
Islanmış kirpiklerim, o parlak yüzünde yıldızlar gibi aksetsin
olmazsa bir gül renkli şarap kadehi vermeliydi.
o, ıslak dikenler, gül yanağının çevresinde bir bahçe duvarı
Mestâne iken zülf-i girih-gîre sarılsam
olsun.
159
Ser-rişte-i zevk-ı dil-i mahzûn ele girse.
Ne zîr-i hırkadandur heft-tâs-ı nîlgûn peydâ
Sarhoş iken, sevgilinin düğüm düğüm zülfüne dolaşsam;
Ey! Nâ'ilî. bu panayırında hikmet. bu yedi mavi renkli gök
böylece o mahzun gönlümün bağlı olduğu ipin ucunu
kubbesinin hangi hırkanın altından çıktığını bilmektir!
yakalasam.
GAZEL
El çekdi o şûh eşkimi silmekden usandı
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
Kan ağlamağa dîde-i pür-hun ele girse.
Bîgâne-i mahabbetün olmaz gam-âşinâ
O sevgili benden el çekti, gözyaşlarımı silmekten usandı.
Ey dâğ-ı derdün eylemeyen merhem âşinâ
Ama hiç olmazsa, kan ağlamak için, o kanlı yaş dolu
Ey derdinin yarasını merheme âşinâ etmeyen(tanıtmayan).
gözlerim ele geçse…
Açtığı yaraya merhem sürmeyen sevgili! Aşkının yabancısı
olan. Gamı tanımaz!
Hûbân-ı Sıtânbula yetişmez yine Vecdî
(Ey derdinin yarasını merheme aşina etmeyen. açtığı yaraya
Bezl itmeğe sermâye-i Kârûn ele girse.
merhem sürmeyen sevgili! Gama aşina olan. Gam çekmesini
İstanbul’un güzellerine harcamak üzere Karun’un hazineleri
bilen. Aşkının yabancısı olmaz!)
bizim olsa, ey Vecdî, yine de yetmez, kâfi gelmez.
Rûyun ki Ka'be-i dil ü cândur olur mi hîç
Nâilî-i Kadîm
Leb-teşnne-i zülâl-igamun zemzem-âşinâ
GAZEL
Senin yüzün gönüllerin ve canların Ka'besidir. Hiç senin
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
gamının temiz berrak suyuna dudağı susamış olan Zemzem
Yem-i âteş-hurûş-ı dilde oldukça sükûn peydâ
ister
Eder her dâğ-ı hasret tende bir girdâb-ı hûn peydâ
Gönlün ateşler çoşturan denizi duruldukça. Her hasret
Sûr-ı safâ-yı vuslata olmaz firîfte
yarası. Bedende bir kan girdâbı meydana getirir.
Halvet-güzîn-i hecrûn olan mâtem-âşinâ
Ayrılığınla yalnız kalıp oturan. kedere alışkın kimse. kederle
âşinâ olan kişi, kavuşma eğlencesinin neş'esine aldanmaz!
Bu âlem pây-tâ-şer kûh kûh-ı mihnet ü gamdur
Eder her tîşekâr-ı ârzû bir Bîsütûn peydâ
Bu dünya baştan başa dert ve gam dağlarıyla doludur.
Bîgânedir nigâhı gibi lutfı da dile
Üstelik her arzu kazmacısı(Ferhad). Yeni bir Bîsütûn dağı
Olmış o şûh ile tutalım âlem âşinâ
meydana getirir.
O şuh sevgili ile bütün dünyanın tanıdık. dost olduğunu
tutalım, bakışı gibi lutfu da gönüle yabancıdır!
Girân etsin ko diller târ târ-ı zülfün olsun tek
Ruhun bâğında nice müşk-i bîd-i ser-nigûn peydâ
Ermez mi Nâ'ilî dem-i subh-ı hidâyete
Bırak gönüller. iplik iplik saçlarına ağırlaştırsın! Öyle ki.
Olmaz mı gonce-zâr-ı emel şebnem-âşinâ
yanağının baçesinde başaşağı dönmüş birçok salkımsöğüt
Nâ'ilî, hak yolunun sabahının o anına ermeyecek mi? Onun
ortaya çıksın!
arzu goncalarının bahçesi hiç şebnem(çiğ) tanımayacak mı?
Leb-i şûh-ı nigâh-ı çeşmün oldukça terennüm-sâz
GAZEL
Eder her cünbiş-i müjgânı bir nakş-ı füsûn peydâ
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Gözünün bakışının şuh dudağı. şarkı söylemeğe başladıkça.
Şâdi-i vuslat niçün tahmîl-i nâz eyler bana
kirpiklerinin her hareketi sihirli bir nakış(sihirli bir
Rind-i şâdî-düşmenim ben gam niyâz eyler bana
beste)meydana getirir
Kavuşma neş'esi. neden bana naz yükünü yükler? Ben
neş'enin düşmanı bir rindim ! Gam. bana yalvarıyor!
Bu lu’bet-gâhda ey Nâ'ilî bilmekdedür hikmet
160
Nâ-ümîd ol haste-i cân-der gülûyum kim kazâ
Bu deli, divane gönülle bu hevesli havyi baht kavuşmayı
Baht-ı bîmân tabî-i çâre-sâz eyler sana
isteyerek senin ayrılığını incetmeme sebep olacaktır diye
Canı boğazında. öyle umutsuz bir hastayım ki. Kazâ-yı ilâhî,
korkuyorum.
hasta bahtı bana. Derdime çâre olsun diye, tabib(hekim)
tâyin etmiş!
Eger olmazsa perîşânî-i zülfün rûzî
Haşre-dek bâr-ı girândır biravuç hâk bana
Bir dil-i bî-tâb ile bin gamzeye âmâdeyim
Eğer saçının dağınıklığını görmek bana kısmet olursa bu bir
Ey diyen hükm-i kazâdan ihtirâz eyler bana
avuç toprak bana. kıyamete kadar ağır bir yük olur!
Ey bana kazâyı ilahinin hükmünden kaçıyorsun diyen
sevgili, ben zayıf takatsız bir gönülle binlerce yan bakışına
Kızarup bâdeden ol çeşm-i siyeh Nâ'ilîyâ
hazırım!
Görünür câme-i surh ile gazab-nâk bana
Ey Nâ'ilî ! O kara göz içkiden kızarınca bana kırmızı
elbiseleriyle ökelenmiş(öfke dolu, öfke içinde) görünür!
Baht-ı pür-âzârun eylerse telâfîsin yine
İltifât-ı gamze-i hâtır-nevâz eyler bana
Benim incitme dolu bahtımım kaybının yerini, yine sevgilinin
GAZEL
gönül okşayıcı bakışının güler yüz göstermesi doldurur.
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Sen verürsin âriyet bu cân-ı mâhzûnı bana
Eylemem mazmûnına Cibrîli mahrem Nâ'ilî
Senden ayrılmak hemân ölmekdir ey hûnî
Gamzeler kim fitneden ifşâ-yı râz eyler bana
Ey katil sevgili! Bu hüzünlü canı sen bana ödünç vermişsin!
Ey Nâ'ilî. Gamzelerin(yan bakışların) karışıklık sebebiyle
Senden ayrılmak benim için hemen ölmek demektir.
bana açtıkları sırrın mânâsına. Cebraili bile ortak etmem!
Gösterür sergeşte-hâl-i vâdî-i hayret henüz
GAZEL
Girdibâd-ı deşt ü sahrâ rûh-ı Mecnûnı bana
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
Sahranın ve çölün hortumları şimdi bana Mecnun'un ruhunu
Edeli zevk-i tahayyür gamı tiryâk bana
hayret vadisinde başı dönmüş bir hâlde dolaşırken gösterir.
Oldı vâ-suhtegî mâye-i idrâk bana
Hayretten duyduğum zevk bana gamı panzehir yapalı. her
Ben özümden bî-haber mecnûn iken verdi hırâş
yeni yanış bana idrak mayası oldu. (Hayretten duyduğum
Akl edüp şâgird-i nâ-kâbil Felâtûnı bana
zevk bana gamı panzehir yapalı idrakın mayası beni yeniden
Ben kendimden habersiz bir bir deli iken akıl Eflatun'u bana
yaktı!)
kabiliyetsiz bir öğrenci olarak vermekle beni incitti.
Zahmete soktu!
Dâmen-âlüdeliğim aşka ederim ta'lîk
Verse âlâyişe ruhsat nazar-ı pâk bana
İ'tibâr etme revâc-ı kâr içün Bercîş-i carh
Temiz bakış(müşidin mürşid üzerine bakışı) eğer gösterişe
Çeşmüne derse sen öğretdün bu efsûnı bana
izin verseydi eteğimin bulaşıklığını aşka bağlardım!
Eğer gök kubbesinin Müşteri yıldızı gözüne "bu efsunu bana
sen öğrettin" derse inanma: kârını artırmak kazancını
Etdürür servet-i sermâye-i gayret bilürin
çoğaltmak kendini meşhur etmek öğünmek için böyle
Telef-i nakd-ı niyâz etmede imsâk bana
söylüyor!
Bilirim namusluluk sermayesinin serveti(kazancı)bana
yalvarıp yakarma parasını bol bol harcamama engel olur!
Nâ'ilî dâğım bu hasretden ki âhım gösterür
Reng-i hâkisterde pâ-ber-câ bu gerdûnı bana
Havfım oldur sebeb-i renciş-i hicrânun olur
Ey Nâ'ilî bu hasretten öyle yaralıyım ki. ahım bu gök
Dil-i şûrîde ile baht-ı heves-nâk bana
kubbeyi bana ayağı yerde kül renginde gösterir.
161
GAZEL
GAZEL
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
Ey tâb-ı hüsnün âfet-i nîrûy-ı âfitâb
Semt-i hırmâne düşer teşne-leb-i cûy-ı taleb
Haclet-pezîr -i reng-i ruhun ruy-ı âfitâb
Tîh-i hayretde kalur germ-rev-i sûy-ı taleb
Ey güzelliğinin parlaklığı güneşin ışığının gücünü kıran
Arzu ırmağına susamış olan ayrılık semtine düşer. Arzu
sevgili senin yanağının rengi utançtan güneşin yüzünü
yönüne doğru acele giden hayret çölünde kalır.
kızartır.
Sen hemân aşkda ol Kûhkene hem-vâdi
Feyz-âşinây-ı dâğ-ı dil olmak muhâldir
Tîşesüz kârın eder kuvvet-i bâzû-yı taleb
Reng-i şikeste-i gül-i hod-rûy-ı âfitâb
Sen yeter ki Ferhada meslekdaş ol. Arzu bazusunun gücü
Güneşin kendi kendine yetişmiş yaban gülünün soluk rengi
izini kazmasız görür.
gönül yarasından feyz alamaz, yararlanamaz: buna imkan
N’eylesün bü’l-heves-i aşk olunca derkâr
yoktur.
Nigeh-i çeşm-i emel gûşe-i ebrû-yı taleb
Mânend-i zerre mahv-ı vücûd eyler uğrayan
Arzu gözünün bakışı ile istek kaşının köşesi birleşince aşk
Ol mâhun oldı kuyı meğer gûy-ı âfitâb
heveslisi ne yapsın artık.
O ay yüzlü sevgilinin bulunduğu yer sanki ateşten bir güneş
topuna döndü. Buraya uğrayan zerre gibi varlığını
Vâdî-i aşkda girmez mi dahi dest-i dile
kaybeder.
Gûşe-i dâmen-i nev-şâhid-i dilcûy-ı taleb
Arzunun gönüller arayıcı taze dilberinin eteğinin köşesi aşk
vadisinde hâlâ gönlün eline geçmeyecek mi?
Sahrâ-neverd-i âlem olaldan o hâl-veş
Bir nâfe hâsıl etmedi âhûy-ı âfitâb
Güneş âhusu dünyanın çöllerinin dolaşıp durduğu halde
Eyledi murg-ı dil-i Nâ’ilî-i zârı hevâ
sevgilinin yüzündeki ben gibi bir misk kokusu meydana
Beste-i dâm-ı şikene-i ham-ı gîsû-yı taleb
getiremedi.
Aşk, ağlayıp inleyen Nâ’ilî’nin gönül kuşunu istek saçının
kıvrım kıvrım tuzağına bağladı.
Aks-i ruhûn o bâdeye bir kerre kim düşer
Tâ haşr lây-ı hummı verir bûy-ı âfitâb
GAZEL
Ey sevgili! Senin yanağın aksi hangi şaraba bir kerecik
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
düşse güneşin kokusu tâ kıyâmet gününe kadar bu şarabın
Kâküllerün ki çîn-i cebîn üzre buldı tâb
alındığı küpün tortusunun kokusunu verir.
Gösterdi cezr ü meddini deryâ-yı ıztırâb
Kâküllerin çatılmış alnına büklüm büklüm dökülünce
Ey nahl-i tâze uğrasa gülzâr-ı kûyuna
gönüldeki ıztırab denizi çoşup kabarmağâ, yatışıp çekilmeğe
Gülbün-firâz-ı dûzah olur cûy-ı âfitâb Ey taze fidana
başladı.
benzeyen sevgili! Güneş ırmağı senin bulunduğun gül
bahçesine benzeyen yerlere uğrasa cehennemde gül
Dünyâya berk-ı tîğ nigâhunla tâb ver
fidanları yetiştirir.
Düşsün sipâh-ı fitneye teb-lerze-i kıbâb
Dünyayı yanbakış kılıcının şimşeğiyle aydınlat,
Ey Nâ’ilî o turra ki cevgân-i fitnedir
hareketlendir. Fitne askerine de, gök kubbelerini sıtma
Pâmâl iken rubûdesidir gûy-ı âfitâb Ey Nâ’ilî! Sevgilinin
nöbetine tutulmuş gibi titretmek düşsün.
alnına dökülen o büklüm büklüm saç bir fitne cevgânıdır.
Ayaklar altında sürünürken bile yine güneş topunu yakalar.
Âlem harâb olur nigehünden ger eylese
162
Ser-cûş-ı câm-ı işve şikest-i humâr-ı h’âb
Mâr anlama mûruz ki teh-i pâda nihanız
Naz, işve kadehi köpük köpük coşup taşarak gözün uyku
Biz yılanız(biz yılan olmasına yılanız)ama, Mûsa’nın
mahmurluğunu dağıtırsa yan bakışından bütün dünya
avucundaki asâda gizli olan yılanız. Bizi yılan sanma! Biz
harabeye döner.
ayak altında ezilen bir karıncayız!
Deyr-i cihânda bir sânem-i şivekâr ile Zünnâr bend-i ‘âşk
olalı hâlimiz harâb Bu dünya kilisesinde işveli bir güzelle
Görmez bizi âyînede ger aks-dih olsak
aşk zünnarını kuşanalı beri halimiz harap oldu.
Pîş-i nazar-ı akl-ı hôd-ârâda nihanız
Fart-ı hücum-ı nâzdan ol şuha Nâ’ilî Reng-i şarâb-ı işve
Biz, aynada kendini süsleyen aklın bakışı önünde gizliyiz!
olur per-i hicâb Ey Nâ’ilî! Nazının hücumunun çokluğundan
Aynada aksetsek bizi gözmez!
o şuh güzele işve şarabının rengi utanma perdesi olur
yüzünü kızartır
Güncâyişiniz dide-i mecnunadır ancak
Nireng-i cemâliz ruh-ı Leylâda nihanız
GAZEL
Biz yalnız Mecnûn’un gözüne yerleşmişiz, ona görünürüz!
Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün
Güzelliğin tılsımıyız. Leylâ’nın yanağında gizliyiz!
stâneligüm bir büt-i sîmîn-ten içündür
Kan ağladuğum bir gül-i ter-dâmen içündür
Elmâs ise de kâr-ger olmaz bize merhem
Sarhoşluğum gümüş bedenli bir güzel içindir. Kan
Ol dâğ-ı cünûnuz ki süveydâda nihânız
ağladığım da eteği bulaşık bir gül yüzündendir.
Merhem elmas kadar değerli ve şifâ verici de olsa, bize tesir
edip iyileştirmez. Biz”süveydâ “da gizlenmiş bir delilik
Gerdûn ile gavgâ bu güzergâh-ı fenâda
yarasıyız! (Merhem içine elmas zerreleri karıştırılmış da
Bir gûşe-i bî-minnet olan külnen içündür. Bu ölümlülük
olsa bize tesir edip azdıramaz. Çünkü biz “süveyda”da
geçidinde felekle kavgamız, iyiliğini başa kakmayan bir köşe
gizlenmiş delilik yarasıyız!)
olan külhan içindir.
Mûsa göremez tûr u şecerde bizi bi’l-lah
Meyl etmediğim sûr-ı safâ-bahşına dehrün
Biz şu’le-i sîmây-ı tecellâda nihânız
Mâtem-gede-i dilde olan şiven içündür
Mûsa, bi’llâhi(Allah’a yemin ederek söylüyorum) bizi Tur
Dünyanın safâ veren şenliğine meyletmediğim, gönlün yaslı
dağında ve ağaçta göremez! Biz, tecelli yüzünün ışığında
evindeki feryâd ve iniltidendir
gizliyiz!
Ol âşık-ı güm-geşte-murâdım ki figânım
Derdiz ki devâ şîfte-i sıhhatimizdir
Ne Yûsuf u ne nefha-ı pîrâhen içündür.
Aşkız ki nihân-hâne-i sevdâda nihânız
Ben murâdını yitirmiş o âşıkım ki, feryâdım ne Yûsuf için ne
Biz öyle bir hastalığız ki ilâç bizim sağlığımıza şaşar. Biz,
de gömleğin kokusu(Yusuf’un gömleğinin kokusu) içindir.
sevdânın gizli evinde gizlenmiş olan aşkız!
Sâhir dediğim Nâ’ilî’yâ tab’una her bâr
Destünde dağal-mühreyiz ey çarh-ı müşa’bid
Destünde olan hâme-i mu’ciz-fen içündür.
Her lahzada bin çeşm-i temâşâda nihânız Ey hokkabaz felek,
Ey Nâ’ilî tabiatına, her defasında, sihir
senin elinde şekilden şekile giren bir hokkabaz topuyuz. Her
yapıcı(büyücü)deyişim elinde olan mucize yapıcı kaleminden
an bin bakan (temâşâ eden) gözde gizliyiz.
dolayıdır.
Biz Nâ’ilî’yâ sözde füsun-kâr-ı hayâliz
GAZEL
Elfâzda peydâ dil-i ma’nâda nihânız
Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün
Ey Nâ’ilî, biz sözde hayâl büyücüsüyüz! Şiirin sözünde
Mâruz ki ‘asâ-yı kef-i Mûsada nihanız
görünüyoruz ama mânânın gönlünde gizliyiz!
163
Yalvarış akçesini saçmaya acelem vardır. Benim o afet
(sevgili) ile başka bir hesabım vardır.
GAZEL
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
Dîde-i cân ile hüsnün ki temâşa ederüz
Cihân-ı bî-keder ü pür-fürûğ-ı ışkım ben
Çeşmümüz mazhar-ı envâr- tecellâ ederüz
Ne ebr-i tîrede mâhım ne âfitâbım var
Can gözümüzle güzelliğini seyrettiğimiz zaman gözümüzü
Ben aşkın ışık dolu ve tozsuz cihanıyım. Karanlık bulutta ne
tecelli nurlarıyla şereflendiririz.
ayım ne de güneşim vardır.
Feyz-i tevfîk-i mahabbetle murâd etsek eger
Dahi mecâz u hakîkat ne olduğun bilmez
Kaysı dâmen be-kef-i mahmih-i Leylâ ederüz
Hevâyı ışk sanur bir dil-i harâbım var
Aşkın bize ettiği yardımın bereketiyle eğer istesek Leyla’nın
Bir de mecaz ile hakikatın ne olduğunu bilmeyen, hevesi aşk
mahmilinin eteğini Kays’ın eline veririz.
sanan, harab olmuş gönlüm vardır.
Bizüz ol âşık-ı kullâb-nazar kim dilesek
Benim o bâde-gedâ-yı harîm-i meyl kim
Yûsuf-i dest-be-dâmân-ı Züleyhâ ederüz
Elimde gül gibi bir câm-ı şu’le tâbım var
Biz o her şeyi değiştiren bakış sahibi âşıkız ki, istesek
Ben elinde gül gibi ışıldayan kadehi ve meyli haremde şarab
Yusuf’un eline Züleyha’nın eteğini veririz.
dilenmek olan kişiyim.
Bizüz ol mastaba-i feyz ki sahbâmuz ile
Piyâle tutmağa yok elde Nâ’ilî kudret
Aşkı sâgar be-kef-i kûçe-i sevdâ ederüz
Elimde ra’şe derûnumda ızdırâbım var
Biz öyle bereket saçan bir meyhane peykesiyiz ki
Ey Na’ili, elde kadeh tutmaya güç, kudret yok! Elimde
şarabımızla aşkı bile sevda pazarında kadeh elde sarhoş
titreme ve içinde (gönlümde) ızdırabım var.
ederiz.
GAZEL
Mefâ'ilün / fe'ilâtün / mefâ'ilün / fe'ilün
O hikem-sene-i hayâtız bu şifâ-hânede kim
Derd-i aşkı reviş-âmûz-ı Mesîhâ ederüz
Biz dünya hastanesinde hayatın hikmetlerini ölçüp tartıp
Hevâ-yı ışka uyup kûy-ı yâre dek gideriz
değerlendiririz. Aşk derdini, Mesih’e hareket tarzını öğreten
Nesîm-i subha refîkiz bahâra dek gideriz
hoca yaparız!
Aşk hevesine uyup sevgilinin bulunduğu yere kadar gideriz.
Sabah meltemine arkadaşız, bahara kadar gideriz.
Elümüzden ne gelür eyleme gamzen bî-dâd
Şâh-ı iklîm-i kazâdan kime şekvâ ederüz
Palâs-pâre-i rindi be-dûş u kâse be-kef
Yan bakışını bu kadar zalim yapma! Elimizden bir şey
Zekât- mey verilir bir diyâre dek gideriz
gelmez, kaza ülkesinin sultanından kime şikayet edebiliriz.
Rindliğin yırtık pırtık palas elbisesi omuzda, kase elde,
Nâ’ilî neşve-i pür-zûr-ı suhanla dehrün
olduğu halde şarabın zekatı verilen diyara kadar gideriz.
Haşre-dek bezmini mustagnî-i sahbâ ederüz
Ey Naili, sözümüzün gücünün verdiği keyifle dünya meclisini
Verip tenezzül-i Mansûr’u sâk-ı arşa tamâm
kıyamete kadar şaraba isteksiz ederiz.
Hudâ Hudâ diyerek pây-ı dâra dek gideriz
Mansur’un sallanışını arşın direğine verip, Allah Allah
diyerek dar ağacının ayağına kadar gideriz.
GAZEL
Mefâ'ilün / fe'ilâtün / mefâ'ilün / fe'ilün
Nisâr-ı nakd-i niyâz etmeğe hitâbım var
Ederse kand-ı lebin hâtır-ı mezâka hutûr
Benim o âfet ile başka bir hesâbım var
Diyâr-ı Mısr’a değil Kandehâr’a dek gideriz
164
Senin dudağının şekeri (tadı) damağımızın hatırına gelirse
Yârın ki fikr-i kadd ü izârındasın gönül
Mısır diyarına değil, Kandehar’a kadar gideriz.
Bâğın ne gülbün ü ne bahârındasın gönül
Ey gönül sen sevgilinin boyu ile yanağını düşündükçe
bahçenin ne gül fidanındasın, ne de baharındasın!
Tarîk-i fâkada hem-keşf olup Senâîye
Cenâb-ı Külhânî-i Lâyh’âr’a dek gideriz
Sıkıntılı yolda Senâî’ye ayakdaş (yan yana) olup Külhâni-i
Başından aştı cûy-ı sirişk-i cefâ yine
Layh’ar’ın yanına kadar gideriz.
Ol servün arzû-yı kenârındasın gönül
Cefa gözyaşının deresi yine başından aştı. Ey gönül, sen o
selvi boylunun yanını arzu etmektesin!
Felek girerse kef-i Nâ’îlî’ye dâmânın
Seninle mahkeme-i kirdgâra dek gideriz
Ey felek, eteğin Naili’nin avucuna girerse, seninle Tanrı’nın
Meylin o zülf-i ham-be-ham müşg-bûyadır
mahkemesine kadar gideriz.
Ne sünbül ü ne zülf-i nigârındasın gönül
Senin meylin o misk kokulu kıvrım kıvrım saçtan yanadır. Ey
gönül sen ne sünbüldesin ne de sevgilinin zülfündesin!
GAZEL
Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün
Kûyundan o şûhun dil-i sevdâ ile geçtik
Aksin düşürdün âba nezâketle kaddinin
Her hatvede bir şevke-i bî-câ ile geçtik
Durmaz sirişk-i dîde nisârındasın gönül
O şuh sevgilinin mahallesinden sevda gönülü ile geçtik. Her
Ey gönül suya incelikle boynun aksini düşürdün! Durmaz,
adımda yersiz bir şikayetle geçtik.
hala gözyaşı saçılmasını istemektesin!
Cemşîd-i Sikender-menişiz câm ile gûyâ
Mahbûb u meyle eğlene gör Nâ’îlî
Kim bahr-ı gamı hücre-i mînâ ile geçtik
Gam âleminde gussa diyârındasın gönül
Güya söz, kadehten açılınca, İskender tabiatlı Cem’iz. Gam
Ey gönül Naili gibi mahbub ve şarib ile eğlenegör! Sen ise
denizini sırçadan yapılmış hücreyle geçtik.
hala gam aleminde ve gussa diyarındasın.
Dil verdiğimiz yâre nigâh-ı gazâbından
GAZEL
Tasrîhe mecâl olmadı îmâ ile geçtik
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
Sevgiliye öfkeli bakışından dolayı gönül verdiğimizi
Oldu eşkim gülşen-ârâ-yı heves cûlar gibi
açıklamaya gücümüz yetmedi. Şöyle bir işaretle geçtik.
Aktı gönlüm bir nihâl-i işveye sular gibi
Gözyaşım, heves bahçesini süsleyen ırmaklar gibi oldu.
Gönlüm, bir işve fidanına sular gibi aktı.
Mestâne nukûş-ı suver-i âleme baktık
Her birini bir özge temâşa ile geçtik
Kainatin görünen şekillerinin nakışlarına sarhoşçasına
Turfa mecnûnum ki peyderpey hayâl – i çeşm – i yâr
baktık. Her birini bir başka seyir ile geçtik.
Tolanur etrafımı ser-geşte âhûlar gibi
Yeni, acemi bir deliyim, sevgilinin gözünün hayali etrafımı
başı dönmüş ceylanlar gibi birbiri ardınca dolanır.
Çok fâris-i mülk-i suhanı Nâ’îlî’yâ biz
Rehvâr-ı girân-cünbiş-i ma’nâ ile geçtik
Ey Naili biz söz mülkünün atına binen çok kişiyi mananın
Hep siyeh- pûş oldular kasd-ı şebîhûn-ı dile
yavaş yürüyen atıyla geçtik.
Girdiler müjgânların bir renge câdulâr gibi
Kirpiklerin cadılar gibi bir şekle girerek, gönüle baskın
yapmak niyetiyle kara örtüye büründüler.
GAZEL
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
Bir nihâl-i âhdır kaddin hevâsıyla gönül
165
Sahn- ı gülşende hırâmân serv –i dil- cûlar gibi
Gönül senin boyunun havasıyla, gül bahçesinde salınan,
GAZEL
gönül çekici serviler gibi bir âh fidandır.
Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün
Âşüfte idüp dillere nazzârelerin hep
Âb ü tâb-ı ta’at-ı ebkâr-ı nazmım Nâ’îlî
Bir bir tuyar esrârın o bî-çarelerin hep
Ta’n eder âyine-i hurşîde meh-rûlar gibi
Bakışların çılgın gönülleri kendine hayran eder sonra da o
Ey Nâ’îlî benim nazmımım el değmemiş, bâkir yüzünün
bîçârelerin ne kadar gizli sırrı varsa hepsini ortaya döker.
parlaklığı, ayyüzlüler gibi güneşin aynasına ta’n eder.
Her subh tavâf eyleyerek ka’be-i kûyun
GAZEL
Bir yire gelür âşık-ı âvârelerin hep
Mefâ’îlün / fe’ilâtün / mefâ’îlün / fe’ilün
Evinin çevresinde dolaşıp seni tavâf etmek için kararsız
Yakar mı nâme-berin yohsa yâra değmez mi
âşıkların her sabah bir araya gelirler.
Niyâz – nâmemiz ol gam – güsâra değmez mi
Yalvarışımızı bildiren mektubumuz, götürenini yakar mı? O,
La’lin ki olur meclis-i ervâhda mezkûr
bizim kederimizi defeden sevgiliyi ulaşmaz mı? (mektup
Bir renge girer neşvesi mestânelerin hep
götürenini mi yakar? Yoksa sevgiliye erişmez mi?
Ruhlar meclisinde hep dudağından söz edilir. Şaraba
Yalvarışımızı bildiren mektubumuz o teselli verene değmez
benzeyen dudağından sarhoş olanların neşesi de renkten
mi?)
renge girer.
Bizi unutdu mu yohsa peyâm-ı sıhhat-ı yâr
Yâd itse gönül bûs-ı leb-i tîg-ı nigâhın
Bu memleketde garîbü’d- diyara değmez mi
Hamyâze çeker sînedeki yârelerin hep
Sevgilinin (dostun) sağlık haberi bizi unuttu mu? yoksa bu
Gönül bakışlarının kılıcının temasını duysa içindeki yaralar
memlekette garip olana erişmez mi?
hemen esnemeye başlar uykuya dalar.
Bir âşinâlığı ol mâh-ı çâr – ebrûnun
Bir âh görür kârını ey Nâ’ilî-i zâr
İki cihânda da ömr-i dü-bâra değmez mi
Ferhâda hırâş-ı dil olan hârelerin hep
O ayın ondördüncü (dört kaşlı ay) gibi güzelin âşinâ yüzle
Ey ağlayıp inleyen Nailî eğer bir âh edersen onun gönülleri
bakışı, iki cihanda, iki ömre de değmez mi?
tırmalayan sesi Ferhâd’ın hesabını görür işini bitirir.
Bahârı neyleriz ol gül-izâr-ı gonca – femin
GAZEL
Gelip açılması bin nev- bahâra değmez mi
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
O gonca ağızlı, gül yanaklının gelip açılması bin ilk bahara
Gül hâre düşdi sîne – figâr oldı ‘ andelîb
değmez mi? baharı neyleriz?
Bir hâre bakdı bir güle zâr oldı ‘andelîb
Gül, dikene nasip oldu; bülbülün sinesi yaralandı. Bülbül,
bir güle, bir de dikene baktı, ağlamaya başladı.
Ne denlü saklasan ey köhne pîr-i nâ-bâlig
Tecemmülün yine mîrâs hâra değmez mi
Ey eskimiş ve olgunlaşmış ihtiyar, ne denli saklasan, bu
Şeh-nâme- h^ânlık eyledi Keyhusrev-i güle
süslenmen o mîrâsyediye değmez mi?
Destan-serâ-yı sebze bahâr oldı ‘andelîb
Bülbül, gül sultanının şehnâmecisi oldu; onun için şiirler
okudu. Baharın yeşilliğine destanlar söyledi.
Kadem kadem gice teşrîfi Nâ’ilî o mehin
Cihân cihân e’em-i intizâra değmez mi
Ey Nâ’ilî, o ay gibi güzel sevgilinin, adım adım gelişi, cihan
Feryâda başladı yine her biri hârdan
cihan bekleyiş acısına değmez mi?
Dîvân – sarây-ı gülde hezâr oldı ‘andelib
166
Gülün sarayının divanında yüzlerce bülbül toplandı, ama
Ey Nailî, utançtan yüzü kararmış olan biziz. Çünkü bizim
her biri dikenin yüzünden yine feryada başladılar.
amel defterimiz de yanlış ve hatalı işlerimizden dolayı
kararmıştır.
Gül gördi pâre pâre ciger gonce gark-ı hûn
Memnûn-ı zahm-ı hançer-i hâr oldı ‘andelib
GAZEL
Bülbül, gülün ciğerini parça parça olmuş ve goncayı da
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
kanlar içinde görünce ilk defa dikenin hançerinden ve onun
Müjgânlar âfet-i dil-i âşık nigâh mest
açtığı yaralardan memnun oldu.
Kişver harâb-ı şûr-ı sipeh pâdışâh mest
Âşığın rübâ gönlünü yağmalayan kirpikler, sarhoş. Ülke
haraboldu, ordu dağılmış, padişah sarhoş.
Ey Nâ’îlî vedâ-ı gül ü bâğ u rağ idüp
Mehcûr-ı yâr u dâr u diyâr oldı ‘ andelîb
Ey Nailî, sonunda bülbül güle, bahçeye, çemene veda etti.
Nâz ü girişme hûş-rübâ ’işve dil-firîb
Sevgiliden, yurdundan, yuvasından ayrı düştü.
Dil şîfte-nigâh-ı serâsîme âh mest
Naz ve eda akıl alıyor, gönül yağmalıyor. Gönül aklını
kaçırmış bir sersem, âh sarhoş.
GAZEL
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
Derûn-ı tîre-i zühhâd pür-jeng-i sivâdur hep
Bir mâh-ı âfîtâb-cebîn mübtelâsıyuz
Aceb âyînelerdür cilve-ger rûy-ı riyâdur hep
Her şeb piyâle der-kef ü her subh-gâh mest
Zâhidin içinin karanlığı, hep dünya temayülünün pasıdır.
Öyle güneş alınlı bir ayın müptelâsı olmuşuz ki, her akşam
Onun iki yüzlülüğü öyle acayip bir aynadır ki, hep içindeki
kadeh elinde, her sabah sarhoş.
karanlığı gösterir.
Ditrer nezâre üstine mânend-i âfitâb
Şerâbın şîre-i cân oldığına şübhe yok sâkî
Vardukça hâb-ı ’işveye ol gurra mâh mest
Ne söz kim meclisinde söylenir rûh âşinâdur hep
O güneş benzeri, bakılınca titrer de naz uykusuna varınca
Ey sâkî, şarabın can üzümünün suyu olduğuna şüphe yok!
görürsün ki o parlak ay sarhoş.
Onun böyle ruhun yakın dostu olduğu her mecliste söylenir.
Mahşerde olsa çâre mi var söyleşilmeğe
Cihân-ı vâj-gûn- nâ’l-i mahabbet özge ‘ âlemdür
Geh ser-girân-ı nâzdur ol gonçe gâh mest
Gedâdur şâhlar cümle gedâlar pâdışâdur hep
Mahşerde bile olsa onunla sohbet imkân mı var? O gonca
Şu uğursuz dünya insana pabucunu ters giydirir. Bir
ya nazdan kendinden geçmiştir ya da sarhoş.
bakarsın yoksullar sultanı, sultanlar dilenci olmuş.
Ser-germ’aşka h^âhiş-i la’lûn değil ba’îd
Rıbât-ı dehr-ı fânî turfe-menzil-gâhdur anda
Meclisde varlığınca bulur bâde-hâh mest
Emel pâ-der-rikâb-ı ârzû pâ-der – hevâdur hep
Aşktan başı kızmış olanlara dudağın uzak değil. Çünkü
Şu fâni dünya yapısı öyle acayip bir konak yeridir ki,
meclise varınca o içki esirini sarhoş olmuş görürsün.
insanın istekleri için ayağı üzengide, arzuların ayağı
havadadır. (şâir, emeller uçar gider, istekler gerçekleşmez
Ey Nâ’ilî terâne-i kilkinden oldılar
demek istiyor)
Rûhîniyân-ı mastaba-i intibâh mest
Ey Nailî senin kaleminden çıkan ahenkli sözlerle, meyhane
sedirinde uyanmaya başlayan ruhlar yeniden sarhoş olurlar.
Bizüz ey Nâ’ilî rû-siyâh-ı şerm ü haclet kim
Sevâd-ı nâme-i amâlümüz sehv ü hatâdur hep
GAZEL
Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün
167
Aldıkça ele câm-ı mey ol keç-küleh-i mest
Gönül senin aşkınla yanmaya can atar, fakat ne yapsın
Bin fitneye âmâde olur her nigah-i mest
güzelim, o ayrılığın cehenneminde karar kılacak başka bir
O keçe külahlı eline bir kadeh alınca sarhoş olur. onun her
yer bulamaz.
mestane bakışı, binlerce fitne çıkarmaya hazırdır.
Hased ol ’âşıka kim sen büt-i nâzende ile
Va’iz ne bilür mertebe-i pîr-i mugânı
İde gülgeşt hıyâbân-ı çemen dest-be-dest
Tâ olmıyacak cür’a gibi hak-i reh-i mest
Seninle, senin gibi nazlı bir put ile elele verip de bahçelerde,
Vaiz, meyhanecinin derecesinin yüksekliğini nereden
gezinen o âşıkı nasıl olup da kıskanmayalım.
bilecek. O kadehin son yudumu gibi, sarhoşların ayağının
toprağı olamaz ki.
Rif ’at el virse yine Nâ’ilî-i zâr gibi
Yüz sürüp pâyine olsak ser-i zülfün gibi pest
Zâhid ne bilür mezheb-i rindânı ki anda
Şu ağlayıp inleyen Naili ’ye izin verilirse de, ayağına yüz
Hüş-yârî-i Âzînedür ancak güneh-i mest
sürse, böylece, başından ayağına dökülen saçların gibi
Zâhid, rindlerin mezhebini ne bilir. O, günahlarıyla
itibar bulsa.
sarhoştur, aklı fikri Cuma namazının sevabındadır.
GAZEL
Âyîne-i sâgarda olan ’âlemi gözler
Mef’ûlü / Fâilâtü / Mefâîlü / Fâilün
Gül-zâr-ı bihişt olsa da nazzâre-geh-i mest
Âşkın ki zîr-i pâda muhakkar türâbıyuz
Cennet bahçelerini seyredip kendimden geçse bile, rindlerin
Hüsnün hamîr-ı mâye-i nâz u ’itâbıyuz
gözü yine ayna gibi parlak olan kadehtedir.
Murakabeye dalan dervişler gibi başımızı önümüze eğmiş,
dünyadan vazgeçmişiz. Dünya nimetleri karşısında ayağımız
üzengidedir. (Bırakıp gitmeye hazırız)
Ârâm-ı dil-i Nâ’ilî-i bî-ser ü pâdur
Ol gamze-i mahmûr u o çeşm-i siyeh mest
Naili ’nin gönlünün huzuru, o kara ve sarhoş gözlerinin
Abdâl-ı ser-be-ceyb-i ferağuz ki ’âlemin
yolunda dünya alâkalarından vazgeçmesindedir.
Hayrân-ı nâz u ni ’met-i pâ-der-rikâbıyuz
Aşkın ayağının altında zavallı ve bakîr bir toprak parçasıyız.
GAZEL
Güzelliğin, naz ve eziyet mayasının hamurundan
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
yoğrulmuşuz.
Eylemiş h^âb-ı tegâfül nigeh-i şûhunu mest
Çeşmin âşûb-ı nazar gamzelerin nâz-perest
Çarhın fenâ-pezîr idügin gösterür bize
Naz uykusu, o güzelin bakışlarını sarhoş ve baygın hale
Câmın rübûde hâtır-ı resm-i hıbâbıyuz
getirmiş, bakışlarını bulandırmış, gamzelerinş naz eder hale
Kadehteki şarabın içindeki hava kabarcıkları, dünyanın
getirmiş.
gelip geçici olduğunu bize nasıl da gösteriyor.
Sakın ey şûh sakın sûziş-i dilden ki ider
Dervîş-i bî-nevâ-yı nemend-pûş u sîne-sâf
Dâmen-i nâzını bir cünbiş-i âh ile şikest
Ebr-i siyehde çarh-ı fenâ âfitâbuyuz
Ey şûh, gönlümüzün ateşinden sakın ki, bir âh kasırgası ile
Keçe giyinmiş, temiz kalpli, yoksul ve nasipsiz dervişleriz
naz eteklerini darmadağın eder.
ama, kara bulutların arasından doğan güneş gibiyiz.
Cân virür yanmağa dil neylesün ammâ güzelim
Olduk dür-i hakîkate ey Nâ ’ilî sadef
Bulamaz dûzah-ı hicrinde de bir cây-ı nişest
Kân-ı cevâhşr-i sühanün la ’l-i nâbıyuz
Ey Naili, biz hakikat incisinin sadefiyiz. Bu inci bizim
içimizdedir. Biz, söz cevheri madeninin saf lâkiyiz.
168
GAZEL
Bir şîşe mey olsak dökülüp sâgara evvel
Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün
Sonra ciğer-i bâde-perestâne dökülsek
Elmâs-ı gam olsak da nemek-dâna dökülsek
Bir şişe şarap olup, önce kadehe: sonra da şaraba
Nâsûr-ı leb-i zahm-i dil ü câna dökülsek
tapanların içine dökülsek.
Gam elması olsak da tuzluğa girsek, oradan da can ve gönül
yarasının dudağından içeriye dökülsek. (Şair, yaraya tuz
Çıksak ser-i tâk-i çemene berk-i rez-âsâ
basmak âdetini kastediyor. Acı verir, fakat yarayı tedavi
Bâd-ı seher esdikçe hıyabana dökülsek
eder.)
Asma yaprağı gibi, bahçede, ağacın yüksek dallarına çıksak
da sabah rüzgarıyla birlikte yolların toprağına dökülsek.
Bir şîşe mey olsak dökülüp sâgara evvel
Sonra ciger-i bâde-perestâna dökülsek
Düşsek dehen-i yâra sadefden hele geçdik
Bir şişe şarap olup, önce kadehe: sonra da şaraba
Tek katre-i Nîsân gibi ‘ummâna dökülsek
tapanların içine dökülsek.
İnci meydanagetiren nisan yağmurunun sedefe ve ummana
düşüşü gibi, sevgilinin dudağına dökülsek.
Çıksak ser-i tâk-i çemene berk-i rez-âsâ
Bâd-ı seher esdikçe hıyâbâna dökülsek
Bin katre-i hûn-âb-ı ciğer bir yere gelsek
Asma yaprağı gibi, bahçede, ağacın yüksek dallarına çıksak
Aşkın gibi bir âteş-i sûzâna dökülsek
da, sabah rüzgârıyla birlikte yolları toprağına dökülsek.
Parça parça ve yaralı gönlümüzü bir araya getirsek de
senin aşkına benzeyen yakıp kavurucu bir ateşe dökülsek.
Düşsek dehen-i yâra sadeften hele geçdik
Tek katre-i Nîsân gibi ’ummâna dökülsek
Eczâmızı hep rîk-i beyâbân-ı gam itsek
İnci meydana getiren nisan yağmurunun sadefe ve ummana
Cânâna giden nâme-i hicrana dökülsek
düşüsü gibi, sevgilinin dudağına dökülsek.
Zerrelerimizi gam çölünün kumları haline getirsek ve
sevgiliye giden ayrılık mektubunun üzerine dökülsek.
Bin katre-i hûn-âb-ı ciger bir yere gelsek
Âşkın gibi bir âteş-i sûzâna dökülsek
GAZEL
Parça parça ve yaralı gönlümüzü bir araya getirsek de,
Mefâ'ilün / fe'ilâtün / mefâ'ilün / fe'ilün
senin aşkına benzeyen yakıp kavurucu bir ateşe dökülsek.
Gamınla ülfetimiz var süruru n’eyleyeyim
Safâ-yı hâtırımız yok huzuru ‘neyleyeyim
Eczâmızı hep rîk-i beyâbân-ı gam itsek
Senin gamınla sarhoş olmuşuz, saadeti neyleyeyim.
Cânâna giden nâme-i hicrâna dökülsek
Gönlümüzün rahatı yok ki huzuru neyleyeyim.
Zerrelerimizi gam çölünün kumları haline getirsek ve
sevgiliye giden ayrılık mektubunun üzerine dökülsek.
Bize hacâlet-i ‘ukbâ kusûru yetmez mi
(Eskiden mektuplarını mürekkebini kurutmak için üzerine
Bu hâk-dân-ı feâda kusûru n’eyleyelim
ince kum dökerlerdi.)
Dünyaya bağlı olmanın utancı bize yeter. Artık şu fâni
dünyada başka kusuru neyleyelim.
GAZEL
Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün
Neşât-ı yek-demedirmüdde’â bu ‘âlemden
Elmâs-ı gam olsak da nemek-dâna dökülsek
Melâl-i hâtıra bâdî umuru n’eyleyelim
Nâsûr-ı leb-izahm-i diil ü câna dökülsek
Şu alemin aslı bir anlık neşedir, onun saadeti öyle gelip
Gem elması olsak datuzağa düşsek. Oradan da can ve gönül
geçicidir. Şu kırık gönlümüzle bu gelip geçici saadeti
yarasının dudağından içeriye düşsek.
neyleyelim.
169
Bu âh u eşk ile âyîne-i dil olsa da sâf
GAZEL
Gubâr-ı hâtırı jeng-i füturu n’eyleyelim
Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün
Âh rüzgârı gözyaşı seli ile gönlümüzün aynası temizlense
Nâyın ki çıkar zemzeme sûrâhlarından
bile, gönlümüzün aynasını kaplamış bu tozu ve kiri
Bülbüller öter sanki gülün şâhlarından
neyleyelim.
Neyin deliklerinden çıkan sesler, sanki gülün dalına konmuş
öten bülbülleri andırıyor.
Rêfî’ itmiş tutalım Nâ’ilî bu heft-evreng
Zevâl-i devlet-i Behrâm-ı Gûru n’eyleyelim
Bezm-i edebin bana mu’âşirleri yeğdir
Şu dünya, Naili’nin tahtını yüceltti diyelim. Sonunda
Bî-rûy-ı rüyâ savma’a-küstâhlarından
Behram-ı Gur’un devletinin encamı söz konusu olduğuna
Edep meclisinin yoldaşlarını ben, ibadet yerlerinin iki yüzlü
göre bu ikbali neyleyelim.
mensuplarına tercih ederim.
GAZEL
Hâli ni’am-ı feyzdan âgende-şikemdir
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
Mestân-ı hevâ mey-gede tabbâhlarından
Cemâl-i sâkîye bak âfitâbı n’eylersin
Nimetlerin bolluğuyla karınları doymuş olanlar, şarap içmiş
Temâm-ı neş’e-i şevk ol şerâbı n’eylersin
rahavete dalmış aşçılardan farksızdırlar.
Sâkînin yüzüne, onun yüzündeki güzelliğe baktıktan sonra,
artık güneşi napacaksın. Aşk neşesi ile kendinden geçtikten
Huld içre şehîdân- mahabbet ser-i kuyun
sonra şarabı ne yapacaksın?
Seyr itmeğe revzenler açar kâhlarından
Senin köyünde aşkından şehit olanlar, cennettedirler. Onlar
Varak-şumâr-ı gül-i ‘işret ol gel ey vâ’iz
şimdi oturdukları köşkte, cenneti seyretmek için köşklerine
Zamân-ı ‘ayş u tarabdur kitâbı n’eylersin
pencereler açıyorlar.
Ey vâiz, gel içki meclisindeki gülün sayfalarını oku. Şimdi
yeme içme, eğlenme zamanıdır, başka kitabı ne yapacaksın?
Te’sîri yürekler derler ey Nâ’ilî-i zâr
Nâyın ki çıkar zemzeme sûrahlarından
Hâyali olsa gül-i şîşe-zîb-i çeşm-i pür-âb
Ey ağlayıp inleyen Nailî, neyin deliklerinden çıkan o âhenkli
Nigâh-ı germdeki sûz u tâbı n’eylersin
sesler öyle tesir eder ki dinleyenlerin yüreğini deler.
Şişe içindeki gül suyunu andıran göz yaşını hâyali yeterli
değil mi? Artık, sevgilinin öfkeli bakışındaki yakıcılığı ne
GAZEL
yapacaksın?
Mütefâ’ilün Fe’ûlün Mütefâ’ilün Fe’ûlün
Dil-i zârı hasta kıldı: ne yaman nazâredür bu
Ferâg-ı dil-ber ü mey pend-i pîr imiş tutalım
Şeb-i gamda koydu hâlin ne siyeh sitâredür bu
Gönülde şûriş-i ‘ahd-ı şebâbı neylersin
Ağlayan gönlü hasta etti: bu ne yaman bakıştır. Halimi gam
Büyüklerin “şaraptan ve güzel sevmekten vazgeç” diye
gecesi gibi karattı bu ne uğursuz yıldızdır.
verdiği öğüdü tuttu diyelim. Ama gönül, bu karışıklıktan
kurtulmak için ne yapacak?
Açılup gül-i terinden mey içerdi sâgarından
Ele al ki hançerinden dil-i pâre pâredür bu
Sebâtı olmayıcak Nâilî bu merhalede
Güller gibi açar, kadehinden şarap içerdi. Şu parça parça
Du-rûze devlet-i pâ-der-rikâbı n’eylersin
olmuş gönül, ki senin hançerinden bu hale geldi.
Ey Nailî, şu konak yerinde karar kılmak madem mümkün
değil, o halde iki günlük gelip geçici dünyayı ne
O perîyi âh-şeb-gÎr ide câme h’âba teshîr
yapacaksın?
Olunur mı lutfı ta’bîr ne hoş ietihâredür bu
170
O peri, geceleri uykusuz geçiren âşığın aşkıyla, büyüsü
Bu rüzgâra Nasîr ü Celâl gelmedi mi
bozulup da elbiseye girse bu ne hoş rüya olur: bu rüyaacaba
Ey Nailî, ne hayret ediyorsun? Şimdi Celâli ile muamele etse
gerçekleşir mi?
de, neticesinde yardımcı olan Allah, sana yardım etmeyecek
mi?
Felekâ tokuz sefinen kim ider habâb-veş dil
Hazereyle cünbişinden yem-i bî-kenâredür bu
Neşâtî
Ey felek, dokuz gemin gönlü bir hava kabarcığı haline getiri.
GAZEL
Dikkat et onun kasırgası fena olur, çünkü o doğru bir
Mefâ'ilün / fe'ilâtün / mefâ'ilün / fe'ilün
denizdir.
Zihî safâ diyecek âlemin nesin gördük
Sitemden özge dahi hem-demin nesin gördük
Dir imiş görüp ol âfet bu tahammülün cefaya
Dil-i Nâ’ilî değildür koya seng-i hâredür bu
Ne hoş safâ deyecek, dünyanın nesini gördük? Zulümden
O afet, Naili’nin bu cefaya tahammülünü görünce “bu
başka da bizimle beraber olan nesini gördük?
Naili’nin gönlü değil, sanki, bir taş parçası”der imiş.
Humârı derd-i ser ü neşvesi bükâ-engiz
GAZEL
Bu bezm-gâhda câm-ı Cem'in nesün gördük
Mefâ'ilün / fe'ilâtün / mefâ'ilün / fe'ilün
Mahmurluğu baş ağrısıdır. Neş’esi ağlamakla karışıktır. Bu
Bu neşveden sana ey dil kelâl gelmedi mi
toplantı yerinde, bu dünyada Cem’in nesini gördük?
Cihâna geldüğine infi’âl gelmedi mi
Ey gönül, artık neşeden sıkılmadın mı: dünyaya heldiğin için
Nişân-ı tîr-i sitem olduğundan özge meğer
isyan etmiyor musun?
Derûn-i sînede dâğ-ı gamın nesün gördük
Meğer zulüm okunun hedefi olduğundan başka, göğsün
içinde gam yarasının nesini gördük?
Bu köhne mastabanın bâde-i neşâtı gönül
Riyâyı ko sana zehr-i melâl gelmedi mi
İki yüzlülüğü bırak da söyle: Bu köhne meyhane köşesinde
Hemişe hâl-i ruhun dâmeniyle setr eyler
neşe veren kadeh, sana üzüntü zehri gibi gelmedi mi?
Biz ol dü zülf-i ham-ender-hamın nesin gördük
Yanağının benini, daima eteğiyle örter! Biz o kıvrım kıvrım
iki zülfün nesini gördük?
Tabîb-i müşfikı yok bu ribât-ı hayretde
Mizâc-ı himmetine ihtilâl gelmedi mi
Şu hayret diyarında şefkat dolu bir tabibi yok. iyilik dolu
Neşâtiyâ keder-i keşf-i râzdan gayrı
tabiatındaki bu değişiklik nedendir?
Akan bu dide-i terden demin nesin gördük
Ey Neşâti, sırrı açmanın kaderinden başka, bu taze gözden
akan kanın nesini gördük?
Ne anladın bu senâ’ u bu nâydan sûfî
Bu tekyede sana hiç vecd ü hâl gelmedi mi
Ey sûfî bu semâ’ dan bu ney sesinden ne anladın? Sana bu
GAZEL
tekkeden hiç heyecen ve başka bir hal gelmedi mi?
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
Gitdin ammâ ki kodun hasret ile cânı bile
Varınca bezm-i Felâtûn-ı ‘aşka ‘akl-ı fuzûl
İstemem sensiz olan sohbet-i yârânı bile
Hezâr-şerm ü haceletle lâl gelmedi mi
Gittin, ama hasretle, özlemle, canı bile koydun! Dostların
Aşk, akıl ve fazilet Felâtûnun meclisine varınca,
sensiz olan sohbetini bile istemem!
durumundan utanıp da susmayı hiç düşünmedin mi?
Devr-i meclis bana gird-âb-ı belâdır sensiz
Mey-i rahşânı değil sâgar-ı gerdânı bile
Yine neticesi hayret degül mi Nâ’iliyâ
171
Sensiz, meclisin devri, zamanı. Orada devredenler bana bela
Neşati yine şevk ve heyecan dolu bülbül olsa yaraşır! Çünkü
girdabıdır. Hatta zulmün zehirli şarabı ile dolaşan bardağı
gönlün sahibi gül gibi açılmış!
bile!
GAZEL
Bağa sensiz varamam çeşmime âteş görünün
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Gül-i handânı değil serv-i hırâmânı bile
Hatt-i rûyin başladı yer yer nümâyân olmağa
Bahçeye sensiz bakamam! Gözüme ateş gibi görünür.
Fitneler çün kalmadı gâret-ger-i cân olmağa
Sadece gülen gülü değil salınan selviyi bile.
Yüzünün tüyleri yer yer görünmeğe başladı fitneler can
yağmalıyıcısı gibi olmağa kalmadı.
Sineden derd ile bir âh edeyin kim dönsün
Aksine çerh-i felek mihr-i dırahşânı bile
Seyr-i şemistan-ı hüsnün eylemezdi dil heves
Sineden derd ile öyle bir ah edeyim ki, feleğin çarkı ve
Olmasa pervâne-veş âmâde sûzan olmağa
parlak güneşi bile tersine dönsün.
Gönül pervane gibi yanmağa hazır olmasa güzelliğinin
mumu yanmağa heves eylemezdi.
Hâr-ı firkatle Neşâtî-i hazînin vâ hayf
Dâmen-i ülfeti çâk oldu girîbanı bile
Tir-i bârân itmede her bir müjen sad hışm ile
Ayrılık dikeniyle bu hüzünlü Neşati’nin ne yazık ki, dostluk
Başlasa gamzen aceb mi hançer-efşân olmağa
eteği, yakasıyle beraber yırtıldı.
Her kirpiğin yüzlerce kızgınlıkla, ok yağmuru
yağdırmadadır. Gamzen bu durumda hançer saçmağa
başlasa şaşılır mı?
GAZEL
Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün
Bülbül öter şevkile ezhâr-ı güşâde
Germden Kays’ın murâdı kûfsendân olmağa
Peymâne be-kef olsa n’ola yâr güşâde
Cân atardı şevk ile bî-çâre kurbân olmağa
Bülbüller, şevk ve heyecanla öter, çiçekler açılmıştır!
Sıcaktan Kays’ın muradı koyun olmaktı. Çaresiz kurban
Sevgilinin gönlü açıkken kadeh elde olsa nolur?
olmağa şevk ile can atardı.
Gör lütfunu sâkî-i safâ bahş-i bahârıñ
Behreyâb-ı feyz-i irfânım ki ol feyzdür
Bir câm ile olmuş gül gül-zâr-ı güşâde
Şi’irime bâis Neşâti reşk-bâzân olmağa
Baharın safa bağışlayan sakisinin lütfunu gör! Bir kadeh ile
Ey Neşâti şiirime haset etmelerimin sebebi, irfan
gül bahçesinin gülü açılmış.
kaynağından nasibimiz oluşudur. Sebep o feyzdir.
Seyr it beden nâzıñı çâk-ı kabâdan
GAZEL
Mestâne o şeh tükme-i zer-târ güşâde
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Elbisesinin yırttığından nazik bedenini seyret! O şah, sarhoş
Dide-i ibretle bak ol dil-i sitârın nakşına
altın iplikle dikilmiş düğmesi de açık!
Ey dem-â dem eyleyen inkâr cânın nakşına
Canın nakşını ey zaman zaman inkâr eden kişi. O gönül alan
sevgilinin eserine ibret gözüyle bak.
Çöz bend-i ser zülfini ey şâne ki olsun
Dillerde olan ‘ukde-i efkâr güşâde
Ey tarak, saçının ucundaki bağı çöz ki gönüllerde olan
Âlemi gözden geçir hem-dîde ol hurşîd ile
düşünce düğümü açık olsun!
Olma dil-beste yine amma cihanın nakşına
Dünyayı gözden geçir. Güneşin gözüyle birlikte bak. Ama
Olsa yaraşur bülbül bir şevk-i neşâtî
yine de cihanın şekillerine gönlünü bağlama. Cihanın cicili
Olmakda yine gül gibi dil-dâr güşâde
biçili rengine gönlünü kaptırma.
172
GAZEL
Ser-nigûn bir çâh-ı pür-hûn olduğun bilmez gibi
Cünun-ı aşkımızı hatt-ı yârdan biliriz
Dil veren reng-i şafakla âsmânın nakşına
Küşâyiş-i dili seyr-i bahardan biliriz
Başaşağı çevrilmiş, kan dolu bir çukur olduğunu bilmez gibi
Aşkımızın deliliğini, sevgilinin yüzünden biliriz!
şafak rengiyle göklerin suretine gönül veren olma.
Gönlümüzün açıklığını, neş’esini baharı seyr etmekten
biliriz.
Sünbülü dûd-ı kebûd u verdi ahker pâredür
Çeşm-i hayretle nazar kıl gülsitânun nakşına
Sebât-i derd-i dili ızdırâp-ı hatırdan
Sünbülü bir mavi dumandır. Gülü bir ateş korudur. Bu gül
Karâr-ı aşkı dil-i bî-karârdan biliriz
bahçesinin şekline hayret gözüyle bak.
Gönülden derdin muttasıl, devamlı olarak kalışını;
hatırımızın içimizin sıkıntısından: aşkın derecesi ise kararsız
gönlümüzden biliriz.
Resm-i şâdiden Neşâti bir eser kalmış mı gör
Sende insâf eyle şimdi zamânın nakşına
Ey Neşâti sende neşeye benzer bir iz kalmış mı gör. İnsaf
Çemende bülbül-i şeydâ-yı âteşîn-i name
eyle şimdi zamanın oyununa bir bak.
Fürûğ-ı câm-ı gül-i şu’le-bârdan biliriz
Çemende, yeşillikler üzerindeki ateşli şarkılar söyleyen
GAZEL
çılgın bülbülün, halini ateş yağdıran gülün bardağının
Bî-safâ-yi aşk olup bî-derd-i yâr olmak da güç
parlaklığından biliriz.
Bir sitemger âfetin cevriyle zâr olmak da güç
Aşkın safâsına sevgilinin derdine olmamak da güç!
Ne şûr saldığını bâğa neş’e-i aşkın
Zulmetmeyi âdet edinmiş bir âfetin ile inlemek de güç
Figân-ı bülbül-i âşufte-kârdan biliriz
Aşkın neş’esinin bahçeye ne karışıklıklar saldığını, perişan
bülbülün çığlığından biliriz
Evc-i istiğnâda pervâz etmedikçe murg-i dil
Pây-bend-i aşk ile âşüfte-kâr olmak da güç!
Gönül kuşu, istiğnanın doruğunda, ihtiyaçsızlığın tepesinde
Şikâyet eylemesiz çerten Neşâtî biz
uçmadıkça aşka ayağından bağlı olarak perişan olmak da
Ne gelse cânib-i Perverdigârdan biliriz
güç!
Ey Neşâtî, biz felekten, çarhtan şikâyet eylemesiz! Bize ne
gelse, Allah tarafından geldiğini biliriz
Bir nigâh-ı gamzeye tâkat getürmezken gönül
Günde bin tîr-i cefaya sînedâr olmak da güç
GAZEL
Gönül, bir yan bakışa dayanamazken, günde bin kez cefa
Ciğerkani ile etmiş şöyle rengîn lânesin bülbül
okuna göğüs gelmekte güç!
Ki gâhî gül sanıp eğler dil-i dîvânesin bülbül
Bülbül, ciğer kanı ile, yuvasını öyle renkli etmiş ki, bâzen
bunu gül sanıp, deli gönlünü eğler!
Va’de-i ferdâsına gâhî iderdim i’timât
Hayret-âlûd-i belâ-yı intizâr olmak da güç
‘’Yarın’’ diyerek verdiği söze, bâzen itimat ederdim.
Sunarken bir dolu peymâne her gül bezm-i gülşende
’’Belâ’’ şaşkınlığına bulaşıp beklemek de güç
Nice zabt eylesin yâ nâle-i mestânesin bülbül
Her gül, gül bahçesinin meclisinde, dolu bir kadeh
sunarken, bülbül sarhoşcasına inleyişini nice zabteylesin!
Gerçi yok tâkat Neşâtî seyr-i dîdâr itmeğe
Gûşegîr-i hasret-i dîdâr-ı yâr olmak da güç
Ey Neşâtî, gerçi sevgilinin yüzünü seyretmeye gücün yok;
Semender-meşreb olmak şu’le-nûş olmak gerek âşık
sevgilinin yüzünün hasretiyle bir köşeye çekilmek de güç!
Aceb mi eylese dâim şererden dânesin bülbül
173
Âşık, semender yaratılışlı olmak ve ateş içmek gerek. Bülbül
Gönül hevâya uyup ârzû-yi gurbete düşmüş
yiyeceğini kıvılcımlardan seçerse, şaşılır mı?
Reh-i safâ diyerek hârzâr-ı hayrete düşmüş
Gönül, hevese uyup gurbet arzusuna düşmüş! Temizlik yolu
diyerek hayretin dikenliğine düşmüş!
Şarâb-ı bezm-gâh-ı hasretin hûnâbe-i dildir
Ne’ola eylerse dâim şu’leden peymânesin bülbül
Hasret meclisinin şarabı, gönlün kanlı karaşık derdidir!
Hat-ı lebinden değil hâl-i sebz-i şevk ile tekrâr
Bülbül, daimâ ateşten yaparsa nolur? !
Ümît-i âb-ı hayât ile Hızr zulmete düşmüş
Dudağının çizgisinde değil, şevk veren yeşil beninle Hızır
tekrar hayat suyunu bulmak ümidiyle zulmete düşmüş.
Boyanmış hûn-i dilden tâb düşmüş verd-i râ’naya
Sanır fânus-i âl olmuş Neşâtî lânesin bülbül
Kendini beğenen güle gönül kanından parlaklık düşerek
Görüp arakları yer yer ruhinde tâbiş-i meyden
kana boyanmış! Gülün rengin, gönlün kanındandır! Bunu
Çemende jâle seher nevk-i hâr-ı hasrete düşmüş
gören bülbül, ey Neşâtî, yuvasını al renkli bir fener olmuş
Jale şarabın parıltısından yanağında yer yer meydana gelen
sanır!
telleri görüp seher vakti, hasret dikeninin ucuna düşmüş
GAZEL
Nedir letâfet-i endâm ile o gûy-i giribân
Âşıkın kim aşk ile dîvâne dirler gönlüne
Tamâm-ı câme-i işve o serv kamete düşmüş
Şevk-i la’l-i yâr ile mestâne dirler gönlüne
Vücûdunun, endamının hoşluğu ile o yaka düğmesi nedir?
Sevenin gönlüne sevgiden dolayı deli olmuş derler!
İşve, nâz elbisesinin tamamı o selvi boyluya düşmüş
Gönlüne, sevgilinin dudağının heyecanıyla sarhoş olmuş
Bahâr hattınişitmiş gibi Neşâtî sabâdan
derler!
Benefşe ser be-zemîn pîç ü tâb-ı haclete düşmüş
Mahrem ol bir bezm-i şevk-efzâya kim erbâbın
Aşk ile hem şem’ ü hem pervâne dirler gönlüne
Ey Neşâtî, bahar, sabâ melteminden senin yüzündeki
Bir tortusunu içinen noksanlığını, mutlaka tamam olur
tüylerin çıktığını işitmiş gibiye benzer! Menekşe, başını yere
derler! İrfan sahibinin gönlüne, bir kırık kadeh derler
koyup utancından kıvrılıp yere düşmüş!
Cur’asın nûş eylesen nâkıs, olur lâbûd tamâm
Mezâkî
Ârifin işkeste bir peymâne dirler gönlüne
GAZEL
Sevginin kuralı yırtanı, temizliği artırır! Sevenin gönlüne
Sâkî gül ü mül mevsimi bir hoş deme benzer
hem ayna hem de tarak derler.
Bu âlem-i âb âb-ı ruh-ı âleme benzer
(Sâkî bu gül ve şarap mevsimi hoş bir zamana benzer. Bu
Çâk-sâz-ı mahabbet saf ve tim eyler ziyât
sahil eğlenceleri dünyanın yüz suyuna benzer)
Âşıkın hem âyine hem şâne dirler gönlüne
Kuyunda gönül hasretî-i la’l-i lebindir
Sevginin kuralı yırtanı, temizliğini artırır! Sevenin gönlüne
Ol ka’be-nişîn teşne-leb-i Zemzeme benzer
hem ayna, hem de tarak derler.
(Gönül, mahallende dudağının lâl’e benzeyen hasretidir.
Sanki Kâbe’deki Zemzem suyuna susamış gibidir.
Feyz-i te’sîr-i safâdır kim Neşâtî âşıkın
Hem kadeh hem bâde hem meyhâne dirler gönlüne
Gör câzibe-i mihr-i ruhun bak dil-i sâfa
Ey Neşâtî, temizliğin tesirinin bereketi ile sevenin gönlüne:
Ol mihr-i cihân-tâba ve bu şebneme benzer
hem kadeh hem şarap hem de meyhane derler!
(Yanağının parlaklığının gönülleri cezbetmesi, dünyayı
aydınlatan güneşin, yapraklar üzerindeki çiğ tanelerini
buharlaştırması gıbıdir)
GAZEL
174
Pinhân yine sînemde sad-dâğ-ı ciğer yok mu
Mecrûh-dile şive-i lutf-ı sitem-âmîz
(Bu yanan gönlümün derdini nasıl görmezlikten gelir.
Zehrâb ile perverde olan merheme benzer
Ondan saklasam bile, sinem yarılmamış mı, parça parça
(Yaralı gönüle sitem ve naz ile muamele etmen, zehirle
olmamış mıdır?)
hazırlanmış merheme benzer)
Ey hızr-ı huceste-pey kim gümnâm-ı reh-i aşkız
Sad hayf ki bünyâd-kün-i sabr u sükûndur
Bu vâdî-i hayretde bir râhgüzâr yok mu
Seylâb-ı sirişkim ki hurûşân yeme benzer
(Ey ayağı uğurlu Hızır, biz aşk yolunun adı sanı bilinmez
(Ne yzaık ki, sabır ve sükûn olan gözyaşlarımın seli,
yolcularıyız. Bu hayret vadisine giden bir yol yok mu?)
durmadan dalgalanan bir denize benzer)
Âlemde Mezâkî-veş bir sâhib-i irfânız
Bu nâle-i cansuz ile bu âh-ı hazÎnin
Erbâb-ı dile mâ’il bir ehl-i hüner yok mu
Âmuziş-î âvâze-i zîr u bama benzer
(Biz dünyada Mezakî gibi, irfan sahibiyiz. Gönül ehlinin
(Bu cansız iniltim ile bu hüzün verici âhım, sazın tellerinden
halinden anlayacak kimseler yok mu?)
dökülen seslere benzer)
GAZEL
Ser halka-ı irfânda dil-i sâf-ı Mezâkî
Sunar bin câm-ı memlû tehî peymâneden sonra
Bir meclis-i şâhânede câm-ı ceme benzer
Döner vefk-ı murâd üzre felek ammâ neden sonra
(İrfan sahiplerinin arasında gönülü temiz Mezâkî, bir seçkin
(Felek, boş kadeh sunduktan sonra binlerce dolu bardak
insanlar meclisinde Cem kadehine benzer)
sunar, ama neden sonra muradımız üzere arzu ettiğimiz gibi
de döner)
GAZEL
Hiç makdem-i dilberden yollarda eser yok mu
Bu meclisde gulû-yı şahne-i gamdan kim ağlardı
Ey bâd-ı sabâ sende bir tâze haber yok mu
Eğer handân olaydık girye-i mestâneden sonra
(Ey sabah rüzgârı, o güzelin, ayak tozundan yollarda bir
(Eğer sarhoşçasına ağlamadan sonra gülebilseydik! Bu
eser yok mu? Sende sevgiliye dair bir taze haber yok mu?)
toplantıda, gam ve keder bekçisinin hücumundan kim
ağlardı?)
Yûsufla o mehrûnun farkı katı zâhirdir
Erbâb-ı mahabbetde bir ehl-i nazar yok mu?
Tuyup zevk-ı harâbâtı ele câm-ı şerâb alsa
(Yusuf ile ay yüzlünün arasındaki fark çok bellidir.
Ayak basmazdı zâhid mescide mey-hâneden sonra
Sevmesini bilenler arasında görmesini bilen yok mu?)
(Zâhit, meyhanedeki zevki duyup eline şarap bardağını alsa,
meyhaneyi gördükten sonra mescide ayak basmazdı)
Bu bâğ-ı mahabbet kim bir tâze gülistandır
Zîb-i ser-i ümmide bir gonçe-i ter yok mu
Gedâ şeklinde şâh-ı mülk-i tecrîd olmak istersen
(Bu sevgi bağı ki yeni bir gül bahçesidir. Orada bizi
Nemed-pûş-ı ferâğ ol hil’at-ı şâhâneden sonra
ümitlendirecek bir gül goncası yok mu?)
(Eğer yalnızlık mülkinin dilenci şeklinde şahı olmak istersen
şahlara lâyık hil’atı giydikten sonra bunlardan vazgeçme
alâmeti olan keçeyi örtün!)
Bu nâle-i şeb-gîrin âsârı görülmez mi
Bu şâm-ı garîbâna bir vakt-i seher yok mu
(Bu geceleri dolduran iniltilerimiz görülmez mi? Bu garipler
Nice memnûn olur genç-i güherle ehl-i dil andan
akşamının bir seheri yok mu?)
Bu denlü renc-i bâzû kâviş-i vîrâneden sonra
Bu sûziş ile andan zâhir mi olur derdim
175
(Virâneyi araştırmak için bu kadar el, kol yorduktan sonra,
Kim ol âşüfte sebük-pây-ı sürâg âşüfte
gönül ehli, cevher hazinesini bulmaktan nasıl memnun
(Kaybolmuş zâyı olmuş karma karışık gönül ne güne vardır.
olur?)
Gönül perişan! Hâlini soran o ayağına çabuk haberci
perişân olur)
Anı bî-reng idüp yazmış beni bir turfe sûretde
Yazanlar peykerim. Mecnûn gibi dîvâneden sonra
Ey Mezâkî ne ‘aceb şîfte-i ‘ışk olsam
(Mecnûn gibi bir deli, divaneden sonra benim şeklimi
Kim olur şem ile fânûs-ı çerâg âşüfte
çizenler onu renksiz beni ise tâze bir sûrette yazmışlar.)
(Ey mezâkî aşkın divanesi olsam şaşılır mı? Işık lambası bile
içinde mum yakıldığı zaman perişan olur!)
Felek har-mühre-i güftâr-ı a’dâya kulak tutmaz
Mezâkî gevher-ı nazmın gibi dür-dâneden sonra
GAZEL
(Ey Mezâkî, senin nazmının cevheri gibi inci dânesini, felek
Şeh-i aşkun ki biz gencîne-i pinhânıyüz cânâ
gördüten sonra, düşmanların sözlerinin iri katır boncuğuna
Ne var kılsan nazar görsen ne gevher kânıyüz cânâ
kulak tutmaz! Senin sözlerin inci dânesi düşmanlarınınkiler
(Ey cân biz aşk padişahının gizli hazinesiyiz! Ey cân, ne var
ise katır boncuğudur. Bunlara da kimse kulak asmaz!)
bir baksan da görsen ne cevher ocağıyız! ?)
GAZEL
Ne denlü dest-i lütfun bâdî-i cem’-i havâs olsa
Gönül âşüfte ben âşüfte dimâg âşüfte
Dem-i vaslun perîşân hâtır-ı hicrânıyüz cânâ
Oldı hep hâne-harâbân dimâg âşüfte
(Senin lütf elin ne denli seçkinlerin toplanmasına sebep olsa
(Gönül sevdalı ben sevdalıyım. Dimağım karma karışıktır.
da biz, ey can, ey sevgili, kavuşma ânının yokluğundan
Zâten evi yıkılmışların kafası, beyni karma karışıktır)
hâtırı perişân olmuş kişiyiz!)
Bu kadar silsile-cünbân-ı cünûn olmaz idi
İlâcı var ise Îsâ leb-i cân-perverin eyler
İtmese Kaysı eğer serdeki dâğ âşüfte
Aceb aşkun esîr-i derd-i bî-dermânıyüz cânâ
(Eğer Kays’ı, başındaki teessürü perişan etmeseydi deliliğin
(İlâcı varsa. Hz. Îsâ senin can besleyen dudağını eyler! Ey
zincirini bu kadar oynatmazdı.)
sevgili biz acayip bir aşkın dermansız derdinin esîriyiz)
Ugradum sohbet-i uşşâkı temâşâ itdüm
Karâr itmez gönül zencîr-i zülfünden cüdâ olsa
Meclis âşüfte mey âşüfte dimâg âşüfte
Bu deştün biz de bir Mecnûn-ı ser-gerdânıyüz cânâ
(Uğrayarak, âşıkların sohbetini seyreyledim, meclisi karma
(Gönül senin saçının zincirinden uzak olsa, yerinde
karışık, şarâbı çalkantılı, zihinleri perişân gördüm)
duramaz! Ey sevgili, bu çölün bizde başıboş dolaşan bir
Mecnûn’uyuz!)
Nev-bahâr oldı n’ola olsa çemende şimdi
Lâlede dâg-ı derûn sünbül-i bâğ âşüfte
Nigâh itdük meğer âyîne-i rûy-ı münîrinde
(İlkbahar oldu. Şimdi çemenlikteki gelinciğin içi dağlanmış
Gubâr-ı hatt ıyân olmış anun hayrânıyüz cânâ
bahçedeki sünbül perişan olsa ne olur? !)
(Baktık da, meğer senin nurlu yüzünün aynasında tüy
belirtileri görünür olmuş! Ey sevgili biz onun hayranıyız!)
Yoklasan ‘âlemi mecnun-ı mahabbet olmış
Kays-veş ‘ışk ile hep hasta dimâg âşüfte
N’ola bir dôst-gânî-i nevâziş birle yâd itsen
(Âlemi şöyle yoklasan, hepsi sevgi delisi olmuş. Hepsi Kays
Bu bezmün bir gedâ-yı bî-ser ü sâmânıyüz cânâ
gibi, aşk yüzünden hasta hepsi zihni perişan haldedir.)
(Nolur, bir okşayış gibi olan dostluk kadehi ile hatırlasan,
bizi ansan! Ey sevgili, biz bu meclisin fakir ve başsız
badrıksız bir dilencisiyiz!)
Dil-i şûrîde-i güm-geşte ne güne bulunur
176
Mezâkî-veş n’ola makbul-i erbâb-ı kemâl olsan
N’ola hûn-âb akarsa çeşmümden
Bu asrun biz dahi bir Örfî-i devrânıyüz cânâ
Dilde zahm-ı hadeng-i yârum var
(Sende Mezâkî gibi olgun kimselerin hoşuna gider olsan ne
Gözümden kanlı yaş akarsa nr olur? Gönülde sevgilimin
olur? ! Ey sevgili, bu çağın biz de bir, zamanın Örfî’siyiz!)
okunun yarası var?
GAZEL
Ne acab şöhre-i cihân olsam
Eger âh eylesem sad şu’le –i pür-tâb olur peydâ
Aşk-ı yâr ile iştihârun var
Bu sûzişten sirişki didede hûn-âb olur peydâ
Cihanın meşhuru olsam şaşılır mı? Sevgilinin aşkı ile
Eğer âh eylesem, kıvrım dolu yüz yalın ortaya çıkar! Bu
şöhretim var
uyanıştan gözyaşında kanlı su peydâ olur!
Seldeki tâze dâğ ile cânâ
Girup vire tahayyük eylesem ebrû-yı dildârı
Ehl-i ışk içre iftihârun var
Beher cânib nigâh itdükçe bir mihrâb olur peydâ
Ey can, ey sevgili, başdaki bu tâze işâret ile âşıklar arasında
Girip, gönül sahibinin kaşını verir, hayâl etsem, her yanda
iftiharum var!
baktıkça bir mihrâb ortaya çıkar.
Ey Mezâkî sezâ-yı la’l bustân
Ne hikmettür güher germ-i ümîd-i vasl-ı yâr olsam
Yine bir nazm-ı âb-dârun var
Gönülde ızdırab-ı fıtrat-ı sîm-âb olur peydâ
Ey Mezâkî bahçe yâkûta lâyık benim yine taze bir nazmım
Ne hikmettür, sevgilinin kavuşma ümidiyle ısınmış olsam,
var
gönülde cıvanın fıtratındaki ızdırap ortaya çıkar!
GAZEL
Girih-gîr olsa zülfi bâğ-ı ruhsârında dil-dârun
Gönül ki sinede cây-ı kararı âteşdür
Anun her bir hamundan bir gül-i sîr-âb olur peydâ
Sakın sakın nefes-i şu’le-bâri âteşdür
Gönlün sahibinin yanağıonın bahçesinde saçı kıvrım kıvrım
Gönlün sînede, durduğu yer ateşdir! Sakın sakın ! Yalın
olsa: onun her bir kıvrımından suya doymuş bir gül peydâ
yağdıran nefesi ateşdir!
olur
N’ola bu sûziş ile şevk-ı dil-ziyât olsa
Dil-i uşşâkı cezb itse ne’ola gîsû-yı pür-tâbi
Medar-ı nüket-i ‘ûd-ı Kimârî âteşdür
Ki her târından anun her bir kâvi küllâb olur peydâ
Bu yanış ile gönlün şevki artsa nolur? Kımar ülkesinin öd
Onun kıvrım dolu örükleri âşıkların gönlünü cezbetse nolur?
ağacının kokusun a sebep ateşdir!
Çünkü onun her telinden bir kavî çengel peydâ olur !
Biz ol şinâver-i bahr-i muhit-ı ‘ışkuz kim
Mezâkî bahr-ı endişe aceb deryâ-yı irfândür
Miyânı şu’le-feşân u kenârı âteşdür
Ki anda böyle sad-silk-ı dür-i nâ-yâb olur peydâ
Biz aşk okyanusunun o yüzücüsüyüz ki denizin ortası yalın
Ey Mezâkî, düşünce denizi, acayip bir irfan denizidir! Çünkü
fışkırır kenarı ise ateşdir
orada öyle, yüzlerce bulunmaz inci dizisi peydâ olur!
Müdâm mest-i harâb-ı şarâb nâb olı gör
GAZEL
Ki keyfi. âb-ı hayât u humârı âteşdür
Elde çün câm- zer nigârum var
Sen, daima keyfi âb-ı hayât mahmurluğu ise ateş olan sâf
Hân-kâhda benüm ne kârum var
şarâb ile harâb bir sarhoş ol da gör
Mâdemki elde altın nakışlı kadehim var! Tekkede benim ne
işim var
Mezâkî fasl-ı şitâyı riyâz-ı ’ıyş idelüm
177
Bu mevsümün güli sâgar bahârı âteşdür
Ol şıkkadür ki ser ‘âlem-i nâza bestedür
Ey Mezâkî, kış mevsimini yeme içme bahçeleri edelim! Bu
Saç örüğü, başı dik olan sevgilinin başına bağlıdır. İşte o
mevsimin gülü kadeh, baharı ise ateşdir
bölüktür ki baş, nâz âlemine bağlıdır
GAZEL
Ol ‘ukdeler ki turre-i pür pîç ü hamdedür
Bâd-ı seher ki zülfüni her subh-gâh açar
Dâm-ı firîb-i gamze-i gammaza bestedür
Bir hâcedür ki nâfe-i müşk-i siyâh açar
Kıvrım kıvrım saçındaki düğümler, yanbakıcının
Saçını her sabah açan seher yeli, siyah misk bağını açan
yanbakışlarının aldatıcı tuzağına bağlıdır
efendi gibidir!
Ol perdeler ki name-nevâz-ı riyâzdür
Zülfün küşâde eyledi müjgân-ı kîne-sâz
Kânûn-ı nâz-ı dilber-i dem-sâza bestedür
Saf beste olsa böyle livâsın siyâh açar
Yalvarışın nameler okşayan perdeleri dem çeken sevgilinin
Kindar kirpiklerin saçını açtı! Saf bağlamış olsalar,
nâzının kanununa bağlıdır
bayrağını işte böyle siyâh açar!
Hırz-ı amân-ı âfet-i terk-i tarik-i ‘ışk
Dünyâyı rûşen itse n’ola böyle ruhlarun
Bâzû-yı şevk-i ‘âşık ser-bâza bestedür
Zulmet-serâ-yı ‘âlemi hurşît ü mâh açar
Aşk yolunun bırakılmasından doğan âfetin güvencesi cesûr
Yanakların dünyâyı böyle aydınlatsa ne olur? Cihanın bu
âşıkın arzusunun kuvvetine bağlıdır
karanlık evini güneş ile ay aydınlatır!
Meyl itmez ehl-i himmet o nakd-i visâle kim
‘Aşkunla oldı mahrem ü bî-gâne tâze rûy
Ser kîse-i ta’alluk-ı enbâza bestedür
Feyz-ı bahâr hem gül-i ter hem giyâh açar
Himmetli kimseler başınıi, ortak ilişkiler kesesine bağlı olan
Tâze yüz senin aşkın hem sırdaş hem de yabancı oldu!
parasına meyletmezler!
Elbette, baharın bereketi le hem tâze gül açılır hem de otlar
yeşillenir
Gûş it Mezâkî bu gazel-i nev-terâneyi
Tâze zebân tâze edâ bestedür
Gerd-i sitemle didemi pür eylemek ne gam
Ey Mezâkî bu yeni nameli gazeli duy! Dil tâze üslûb tâze,
Çeşm-i ümidi bir nigeh-i ‘özr-hâh açar
beste tâzedir
Azarlarmakla gözümü ağlatmandan ne gam var? Ümid
gözünü, özür dilemeyi arzu eden bir bakış açar
GAZEL
Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün
Aç dîde-i basireti ko gafleti gönül
Biz kim bir alay rind-i tarab-hâne-i ‘ışkuz
Mir’ât-ı kalbi mıslaka-i intibâh açar
Çak bezm-i ezelden beri mestâne-i ‘ışkuz
Bâsiret gözünü aç, gafleti koy, ey gönül! Kalb gözünü,
(Biz ki aşk meclisinin bir alay rindiyiz: çak ezel meclisinden
uyanıklık cilâlaması açar
beri aşkın.)
Tâ kim kılîd-i kilk-i Mezâkî elündedür
Hiç eylemezüz neşve-i sahbâya tenezzül
Gencîne-i hakâyıkı bî-iştibâh açar
Biz mest-i harâb-ı mey-i peyhâne-i ‘ışkuz
Mezâkînin kaleminin kilidi elinde oldukça, gerçekler
(Şarabın neş’esine hiç tenezzül etmeyiz. Biz aşk bardağının
hazinesini hiç şüphe yok bir gün açar
şarabının harab olmuş sarhoşuyuz.)
GAZEL
Bizde bulunur gevher-i nâ-yâb-ı muhabbet
Gîsû ki fark-ı yâr-ı ser-ı efrâza bestedür
Biz hâzin-i gencine-i virâne-i ‘ışkuz
178
(Sevginin görünmeyen cevheri bizde bulunur. Biz aşk
(Şah ile dilenci, şarabın bereketiyle el açarlar! Köle de hür
viranesinin definesinin hazinedarıyız.)
olan da şarabın verdiği neş’eyle rakseder.)
Ol ‘âriz-ı rahşân ile sen şem’-i hüsünsün
Ey Mezâkî pây-mâl olur ‘adû-yı nâ-bekâr
Biz bu dil-i sûzan ile pervâne-i ‘ışkuz
Esb-i tab’um eyledükçe ‘arsa-i ma’nâda raks
(Sen o parlayan yanağınla yanan mumsun. Biz bu yanan
(Ey Mezaki, benim tabiatım atı mana meydanında
gönülle aşk pervanesiyiz.)
rakseyledikçe iş bozan düşman ayaklar altında kalır.)
Biz çekmezüz aslâ gâm-ı devrân-ı Mezâkî
GAZEL
Çak bezm-i ezelden beri mestâne-i ‘ışkuz
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
(Ey Mezâkî! Biz bu zamanın gamını asla çekmeyiz! Çünkü
Bağ-ı ‘aşkun bülbül-i âşüfte-halidür gönül
biz çak ezel meclisinden beri sarhoşuz.)
Bir gülün dil-dâde-i hüsn ü cemâlidür gönül
(Gönül, aşk bahçesinin perişan halli bülbülüdür. Gönül bir
gülün güzelliği ile yüzüne gönlünü kaptırmıştır.)
GAZEL
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Hoş gelür rindâna sâkî meclis-i sahbâda raks
Sâye-veş hâk ile yeksân olmadan hâlî degül
Eylesün şimden girû gül-gûn-kümeyt-i bâde raks
Bir sehî-serv-i revânun pây-malidür gönül
(Ey saki, şarap meclisinde oynamak, raksetmek, rindlere hoş
(Gönül gölge gibi yerle bir olmaktan hali değildir. Gönül bir
gelir! Bundan böyle, şarabın gül renkli adı rakseylesin!)
servi boylunun ayakları altındadır.)
Zâhidâ gel cübbe vü destâr ile gir meclise
Her zemân ser-der-hevâ-yı vasl-ı yâr idi velî
Eylesün ma’nâ-yı rindî suret-i takvâda raks
Şimdi ancak hem-dem-i tayf-ı hayâlidür gönül
(Ey zahit, gel, cübbe ve sarıkla meclise gir! Rindliğin
(Gönül her zaman sevgilinin kavuşma havasıyla idi. Lakin
manası allah korkusu şeklinde rakseylesin!)
şimdi ancak uykuda havaliyle beraberdir.
Dil yine ser-geşte-hâl-i şeb-çerâğ-ı ‘ışk idi
Her ne denlü nâz ü istiğnâ da itse ol perî
İtmedin pervâne gerd-i şem’-i bezm-ârâda raks
Neylesün hû-kerde-i ganc u delâlidür gönül
(Gönül yine aşkın geceyi aydınlatan ışığından başı dönmüş
(O peri her ne denli naz ve aldırışsızlık etse de, gönül
halde idi. Sen onun meclisi süsleyen mumunun etrafında
neylesin onun naz ve aldanışına alışmıştır.)
pervane etmedin!)
Ey Mezâkî hem-zebân-ı ehl-i di olsa n’ola
Bir gül-i nev-hîze meftun olmayan bülbül gibi
Şûh mevşreb bir nedîm-i lâ-ubâlidür gönül
Eylemez pirâmen-i her gönce-i ra’nâda raks
(Ey Mezâkî, gönül gönülden anlayanlarla aynı dili konuşsa
(Bir yeni çıkan güle vurgun olmayan, bülbül gibi, her güzel
ne olur? Çünkü gönül hareketlerinde serbest ve aldırışsız bir
goncanın çevresinde rakseylemez!)
yadımcısıdır.)
Cezbe-i ‘ışkıyla gâhî eylese ma’zûrdur
GAZEL
Râhib-i deyr-i muhabbet kâ’be-i ‘ülyâda raks
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
(Yüce Kâbe’de, sevgi kilisesinin rahibi aşkın cezbesiyle
Varalum cem olalum mey-gedede bir yire hep
bazan rakseylese mazur görülmelidir!)
Virelüm varumuzu bade –i can-pervere he
(Varalım bir meyhanede bir yere toplanalım. Can besleyen
şaraba varımızı verelim)
Feyz-ı sahbâ ile dest-efşân olur şâh u gedâ
Neşve-i mey ile ider bende vü âzâde raks
179
Zevrak-ı mey sürelüm bir nice sîmîn-berle
Altun gibi zerd eyledi âhir ten-i hâkî
Cem gibi hükm idelüm biz dahi bahr u bere hep
Hakkâ ‘aceb iksîr imiş iksir-mahabbet
(Bir nice gümüş göğüslü ile şarap kayığı sürelim! Biz de
(Toprak rengindeki tenimi sevgi iksiri altın sararttı!
Cem gibi denize ve karaya hükmedelim)
Doğrusu sevgi iksiri ne acayip iksir imiş!)
Ne turur sâkî hemân sâgarı gerdân itsün
Her tûtî-i hâme olamaz böyle Mezâkî
Geldi erbâb-ı safâ bezm-i sürûr-âvere hep
Şekker-şiken-i lezzet-i takrir-i mahabbet
(Saki ne durur? Heman bardağı dolaştırsın! Sefadan
(Ey Mezaki! Kalem papağanı böyle, sevgi dersinin tadındaki
anlayanlar, sevinç getiren meclise hep geldiler.)
şekeri ortadan kaldırıcı olamaz! Benim kalemimden dökülen
sözlerin tadı, sevgi, mahabbet dersinin tadındaki şekeri bile
ortadan kaldırır!)
Böyle nâz itse n’ola muğbeçe-i bâde-fürûş
Cân vire halk-ı cihân ol büt-i meh-peykere hep
(Şarap satan meyhaneci böyle nazlansa ne olur? Cihan aşkı
Nâbî
halkının hepsi o ay yüzlü güzele can verse yeridir.)
GAZEL 1
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
Ey Mezâkî demidür da’vî-i irfân idelüm
Ne sendendür ne bendendür ne çarh-ı kîne-verdendür
Es-salâ nâdire-gûyân-ı Sühan güstere hep
Bu derd-i ser humâr-ı neşve-i câm-ı kederdendür
(Ey Mezaki artık zamanıdır, irfan sahibi olduğumuzu iddia
Ne sendendir, ne bendendir; ne de şu kin dolu felektendir.
edelim. İşte söz söylemede işitilmemişleri ve eşine
Bu geçmek bilmeyen baş ağrısı kaderin sunduğu şarabın
rastlanmayanları söyleyenlere meydan okuyoruz! “Es-sala!
neşvesinin sonucudur.
” Haydi meydana!
Dehân-âlûde olmaz ni’met-i elvân-ı âlemle
GAZEL
Dimâğ-ı dilde lezzethân-ı yağmâ-yı seherdendür
Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün
Âlemin şu renk renk nimetlerinden ağzımıza bir lokma bir
Bir mekteb imiş sîne gönül pîr-i mahabbet
şey değmez. Gönül, şu devranın yağma edilen sofrasının
Olsam n’ola şâkird-i sebâk-gîr-i mahabbet
lezzetini arar.
(Göğüs bir mekteb im, iş! Gönül, sevginin mahabbetin piri
imiş! O halde ben sevgi dersi alan öğrenci olsam ne olur?)
Düşen sana tegûfüldür bana âh-ı tegâfül-sûz
Degil senden şikâyet şevke âh-ı bî-eserdendür
Âh eylesem âfâkı yakar sûz-derûnum
Sen görmemezlikten gelirsin; ben bu görmemezlikten
Zahir mi degül sînedete’sir-i mahabbet
gelişine yanarım, âh ederim. Şikâyetim senden değil bu bir
(Bir ah eylesem, içimin ateşi, ufukları yakar! Göğüste
türlü tesir etmeyen âhımdandır.
sevginin etkisi görünmüyor mu?)
Sana isbât-ı taksîr eylemek bî-vechdür ey dil
Cânâ seni her yüzden ider şimdi temâşâ
Bu taksîr-i eser senden degüldür çeşm-i terdendür
Sad-pâre idelden dili şemşîr-i mahabbet
Ey gönül, senin kusurlarını sayıp dökmek için bir sebep yok!
(Ey can, ey sevgili, sevgi kılıcı, gönülü yüz parça edeliden
Bu kusurlar senden değil, benim ağlayan gözümdendir.
beri, şimdi seni her yüzden temaşa eder!)
Bu ta’birât vüs’unda degüldür kuvvet-i tab’un
Kaddim gam-ı ebrûn ile dönmezdi kemâna
Bu feyz-i ma’nevî Nâbiye mecrâ-yı digerdendür
Çak cânuma kâr itmese ger tîr-i mahabbet
Bu sözler, Nâbî’nin yaradılışının çok üstündedir, onun
(Sevgi oku çak canıma değmeseydi, boyum, senin kaşının
gücünü aşıyor. Bu manevî feyz, bir başka mecrâdandır.
gamı ile yaya dönmezdi. Yaya gibi eğilmezdi.)
180
GAZEL 2
Cilve eyler câme-i yek-renk ile ye-s ü ümîd
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
Tab’-ı istîlâ-yı hayret gibi bir makkat mı var
Gönül ne arzû-yı câh ider ne tâc u taht ister
Keder ile ümit tek renk bir elbise gibi görünür. Şaşkınlığa
Reh-i himmetde ancak kalb-i nerm ü pâ-yı saht ister
uğramış insanın bunları birbirinden ayırması mümkün
Gönül, ne rütbe ne tac, ne de taht ister. O gayret yolunda
müdür?
yumuşak bir kalb ile sebat eden bir ayak ister.
Vasldan maksûdumuz memnun-ı cânân olmadur
Güşâyiş-hâh olan diller nesîm-i kâm-ı âlemden
Yoksa vasla âlem-i endişede minnet mi var
Bu gülşende misâl-i gönce ol laht laht ister
Bizim vuslattan maksadımız sevgiliden memnun kalmaktır.
Şu dünyanın ılık rüzgârı ile gönüllere ferahlık bulanlar,
Yoksa şu dünyada sevgilinin vuslatına ermek için kimseye
yaprakları parça parça açılmış, gül goncası isterler.
minnet etmeyiz.
Kenâr-ı dideden dûr olmasun aks-i kadd-i cânân
Bir nefes kâşâne-i kalbinden olmazsın cüdâ
Leb-i ser çeşme-i gam sâye-i güster bir dıraht ister
Çokdan ey gam Nâbî-i nâ-şâd ile ülfet mi var
Sevgilinin boyunun gölgesi, gözden ırak olmasın. Çünkü
Bir an onun kalbinin sarayından eksik olmuyorsun! Ey gam,
dudak onun gam çeşmesi ile gölge veren ağacını ister.
yoksa şu bedbaht Nâbî ile eskiden beri dost musunuz?
Ne himmet kâr-gerdür ne taleb ne hüsn-i isti’dâd
Nâbîyâ tâze metâ ile pür itdün âlemi
Sezâ’yı bezm-i yâr olmağa da âdemde baht ister
Çarşû-yı âlem-i endişede zînet mi var
Güzelliğe ulaşmak için ne gayret etmek ne de istemek
Ey Nâbî taze mal ile (yeni sözlerle) âlemi doldurdun,
yeterlidir. Sevgilinin meclisine ulaşmak için şu âlemde
süsledin. Yoksa düşünce âleminin çarşısında altın eşya mı
bahtın gülmesi lâzımdır.
vardı?
Umar boynunda yârün sâ’id-sîmînini Nâbî
GAZEL 4
Semend-i meşreb-i rehvârına bir sîm raht iste
Mefâ'ilün / fe'ilâtün / mefâ'ilün / fe'ilün
Nâbî, sevgilinin boynundaki gümüş gerdanlığı umar. O,
Cem’ün tamâma irüp devri câm kalmamışdur
rahvan giden atına, gümüş bir eğer takımı ister.
O câmdan da bu meclisde nâm kalmamışdur
Cem’in devri de, kadehi de sona erdi. Bu meclisde onun
kadehinden eser bile kalmadı.
GAZEL 3
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Pâ-yı yâre düşmege agyârdan nevbet mi var
Rüsûn-ı lütf u kerem halk içünde mensîdür
Sâyesinde nahl-i ümmîdün meger râhat mı var
Fakat alup virülür bir selâm kalmamışdur
Sevgilinin ayağına kapanmak için başkalarından sıra
İyilik ve cömertlik göstermek halk arasında unutuldu gitti.
geliyor mu? O ümit fidanının gölgesinde bir rahatlık bulmak
Fakat alıp verilen bir selâm bile kalmadı.
mümkün mü?
Rakîb sâye-i lütfunda oldı perverde
Geh kemân-ı hicr ü geh zehr-i sitem geh bâr-ı gam
Anınçün ey gül-i ter böyle hâm kalmuşdur
Âşık-ı fersûde-bâzû çekmedük zahmet mi var
Ey gül goncası, rakip senin zülfünün gölgesinde beslendiği
Bazan ayrılık okunun yayı, bazan sitem zehri, bazan da gam
için böyle ham kalmış, olgunlaşamamış.
yükü… Şu âşığın güçsüz kollarının çekmediği zahmet kaldı
mı?
Cihân içinde murâdum ne ise virdi kazâ
Hemân bir almadugum intikâm kalmışdur
181
Kader, şu cihanda ne istediysem hepsini verdi, yalnızca
almak istediğim bir intikam kaldı.
Senün gûşunda isti’dâd yok idrâkine yoksa
Leb-i cevde kemâl-ı sun’ı her berk-i çemen söyler
Ümîd kâtib-i takdirden müsâ’adedür
Senin idrak edebilmen için kulağında istidat olmalı yoksa
Cerîde-i emelüm nâ-tamâm kalmışdur
yaradılışın ne mükemmel bir şey olduğunu bahçedeki
Kaderinin kâtibi ümit etmeye izin vermiyor. Emellerimin
yapraklar bile söyler.
sayfası böyle tamamlanmamış duruyor.
Şuhûd-ı nüsha-i sun’a nev-â-nev bulmayan kudret
GAZEL 5
İdüp tazyî’-i evkâtın hikâyât-ı kühen söyler.
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
Yaradanın eserlerini dile getirmekten âciz olanlar,
geçmiş devirlerin eskimiş hikayelerini söyler durur.
Bezm-i safâya sâgar-ı sahbâ gelür gider
Güya ki cezr ü med ile deryâ gelür gider
Kibâra sû-i kasdın oldugın yâd-âver-i âteş
Zevk ve safa meclisine şarap kadehi gelir gider. Sanki med
Kılâ’ üzre lisân-ı top ile burc u beden söyler
ve cezir ile derya gelir, gider.
Bazı ileri gelenlerin kötü niyetli olduğunu, kalelerin burcuna
ve bedenine atılan toplar gibi ateşi hatırlatan dil ile söyler.
Açıldıgın haber virür agyâra gül gibi
Dâim bize nesîm-i sebük-pâ gelür gider
O şûh âyinede aks ile eyler güft u gû Nâbî
Ayağına çabuk sabah rüzgârı durmadan bize gelir gider ve
Bilen söyler nikât-ı râz-ı hüsni bilmeyen söyler
senin güller gibi açıldığını başkalarına haber verir.
O güzel, aynada kendi görüntüsü ile konuşur durur.
Güzelliğin sırlarının ince noktalarını, ey Nâbî bilen söyler,
bilmeyen söyler.
Olmaz yine mariz-ı mahabbet şifâ-pezîr
Rû-yı zemîne bir dahı İsâ gelür gider
İsa peygamber yeryüzüne bir daha gelir gider ama aşk
GAZEL 7
hastası yine de şifa bulamaz.
Dili ne nâ’il-i zevk-i visâl idebildük
Ne kâ’il-i elem künc-i intizâr idebildük
Sultân-ı gam nişîmen idelden derûnumı
Gönlümüzü ne vuslat zevkine ulaştırabildik,
Sahrâ-yı kalbe leşker-i sevdâ gelür gider
ne de bekleyip elem çekmeye razı edebildik.
Gam sultanı bağrıma karargâhını kurduğundan beri, sevda
askeri kalb ovasına gelir gider.
Recâ-yı vasl ile ol şâha arz-ı hâller itdük
Ne bir mahalli didürdük ne der-kenâr idebildük
Bir gün dimez o şûh ki ayâ murâdı ne
Vuslat ricaları ile sultana halimizi arz ettik ama ne buluşma
Çokdan bu kûye Nâbî-i şeydâ gelür gider
yerine söyletebildik,
O güzel sevgili bir gün bile ‘‘ Benim mahalleme aşktan
ne de tamamen gözden çıkarabildik.
çılgına dönmüş Nâbî, çoktandır gidip geliyor, acaba bunun
muradı nedir ’’ demez.
Bizi miyâne-i havf u recâya atdı mahabbet
Ne sabladuk gam-ı aşkı âşkâr idebildük
GAZEL 6
Muhabbet bizi korku ve yalvarışın tam ortasına attı.
Sevâd-ı mümkinât âsâr-ı sun’ı bî-sühan söyler
Onun için aşkımızın kederini ne salkıyabildik ne de
Kitâb-ı k’ainât esrâr-ı Hakkı bî-dehen söyler
açıklayabildik.
Yaradılmışlar. Yaradanın eserlerini söze hâcet kalmadan
söyler; kaînat kitabı Hakk’ın sırlarını ağıza hâcet kalmadan
Bir âfet ile ne ser-germ olup ne bûsesin alduk
söyler.
Ne bir nih’al bitirdük ne meyve-dâr idebildük
182
Ne bu güzel ile baş başa verip de bir busesini alabildik;
Tecerrüd üzereyim âlâyiş-i ‘âlâyış-i alâyıkdan
ne de bir fidan yetiştirip meyvasından istifade edebildik.
Ne denlü cürm ile âlûde-i ta’alluk isem
Her ne kadar dünya sevgisiyle günahkâr isem de
her türlü alakadan kurtulmak üzereyim.
Gehî visâlin anup gâhî bîm-i hicrini Nâbî
Ne yârdan geçebildük ne ihtiyâr idebildük
Bazan vuslatını andık, bazen ayrılığın korkusunu yaşadık.
Behişt ü nâr miyanında ıztırâb itmem
Ey Nâbî, ne sevgiliye kavuşabildik ne de ondan
Bilür hakîm işini her ne semte lâyık isem
vazgeçebildik.
Cennet ve Cehennem arasında mıyım diye acı çekmem,
endişe etmem. Allah, nereye lâyıksam oraya koyacağını
bilir.
GAZEL 8
Gâh olur emvâc-ı çarhı gark ider yemmdür gönül
Gâh olur bir katre-i naçızden kemdür gönül
Makâm-ı hidmete de nâ-sezâ mıyım ey çarh
Gönül, bazen feleğin dalgalarını aşan deniz olur;
Duhûl-ı meclis-i dî-dâra nâ- muvâfık isem
bazen da küçük bir damladan daha zavallı olur.
Ey felek, sevgilinin meclisine girmeğe uygun değilsem de,
onun hizmetinde bulunmaya da lâyık değilim.
Dil-Nişîn-i âlem olmuşken yine merdûd olur
Derd-i bî-dermân-ı eyyâm ile tev’emdür günül
O şûh-ı râst-reviş nâbiyâ kabûl itmez
Bazan âlemin gönlünde yer tutar, bazen kovulur.
Ne denlü kadr ile akrân içinde faîk isem
Gönül, dünyanın şifası olmayan dertlerine eş olmuştur.
Akranlarımın içinde kıymet bakımından ne kadar üstün isem
de o doğru yolu tutmuş sevgili bir türl bunu kabul etmez.
Nakş-ı nâm-ı yârden hâlî ger elmâs olsa da
Sinede bî-kıymet ü bî-kadr-î hâtemdür gönü
Sukâta-çînî-i enfâs-ı ‘arifîndendür
Gönül elmas bile olsa, sevgilinin uzağında ise,
Ne denlü nâ’il-i sermâye-i hakâyık isem
sinede kadri kıymeti olmayan bir yüzükten başka bir şey
Hakiketler sermayesinde ne derece ulaşmışsam,
değildir.
bu, âriflerin nefesinden topladığım artıklardandır.
Zîver-i kâlâ-yı aşk u nakş-ı tamgâ-yı kesâd
GAZEL 10
Resm-i ây’ini diger-gûn başka âlemdür gönül
Kim düşer dâmenime katre-i hûndan gayrı
Bazan aşk kumaşının süsü, bazen satılmayan malın
Kim öper pâyımı zincir-i cünûndan gayrı
damgasıdır.
Eteğime kan damlasından başka ne düşer;
Gönül her gün bir başka âlemdir.
ayağımı delilik zincirinden başka kim öper?
Gûşe-i ebrûsunun agyâr imâsın görüp
Hep şikâyetdeyüz ammâ ki yine başımıza
Nâbiyâ bAr-ı girân-ı reşk ile hamdur gönül
Kimimiz var dönecek çarh-ı nigûndan gayrı
Sevgilinin başkalarına imalı bakışlarını görünce,
Hep şikâyet ediyoruz ama, başımızın etrafında
ey Nâbî, gönül kıskançlık gözyaşları döker. Acılar çeker.
Şu tersine dönen felekten başka kimimiz var?
GAZEL 9
Hayf o bî-çâre-î ber-geçde-dilin hâline kim
Benümle rûy-be-rûy ol sözümde sâdık isem
Olmaya çâre-geri baht-ı zebûndan gayrı
Dem-i visâlde döndür yüzün münâfık isem
Ne yazık, o derdine çare arayan gönülün haline ki,
Eğer sözümde sâdık isem benimle yüz yüze ol;
Ona şu kara bahtından başka çare arayan olmaya…
ama eğer münafık isem, vuslat anında yüzünü benden çevir.
Nice tefhîm ideyim halimi çeşm-i pâre
183
Gördügi bildiği yok mekr ü füsûndan gayrı
Sevâd-ı çeşm-i mestinkimdeler bir dâğ-ı hasrettir
Halimi, sevgilimin gözlerine nasıl anlatayım?
Geçerse gamzê-i tîrin cigerden câna minettir
Ki onun gözleri büyücülükten, aldatmaktan, hileden başka
Bir hasret yarası olan sarhoş gözünün karası delip geçer.
bir şey bilmiyor.
Eğer bakışının oku ciğeri geçerse bu cana minnettir.
Nesi var cümbüş-i kânun-ı cihânun Nâbî
Müheyyâ meclis-i Cemdir surâhî kulkul-i mînâ
Bî-nemek zemzeme-i perde-birûndan gayrı Dünya
Gül-i ruhsâr-ı sâkî o da mest-i câm-ı işrettir
kanununun(sazının) ne cümbüşü var. Ey Nâbî, hariçten
Cem’in içki meclisi, sürahi ve sürahinin lıkırtısıc tamam,
gelen tatsız seslerinden, iniltilerinden başka.
sakinin yanağının gülü, o da işret kadehinin sarhoşudur.
18. YÜZYIL
Nişân vermez mi ebrûlar kemân-ı destimi fikret
Osmanzâde Tâib
Kazâ-yı sehm-i meydân-ı fezâ-yı dâm-ı hayrettir
GAZEL 1
Hele bir elimdeki elimdeki yayı düşün; o kaşlar hayret
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
rüzgarının geniş meydanında ilâhi kazanın oklarını
Yandı dil sûziş-i tâb-ı ruh-ı yâr ile bu şeb
hatırlamıyor mu?
Sîne pür-dağ derûn nâliş-i âh ile bu şeb
Gönül bu gece sevgilinin yanağı parıltısı hararetiyle yandı,
Küsâyiş-bahşdır hâl u hayâl-i tâb-ı ruhsârın
göğüs yaralarla, içim ahımın feryatlarıyla dolu bu gece.
Olursa hey’et-i vaslı o mihrin bana devlettir
Yanağının parıltısı hayalıyla benlerğn insanın içini
Eyledi fikr zuhûr-ı hatt-ı rûyum âşık
ferahlatır; o güneşe benzeyen sevgiliyle kavuşma hayali
Sanı kim girdi o meh hâleye nâz ile bu şeb
benim için mutlukların en büyüğüdür.
Âşık, bu gece sevgilinin yüzünün ayva tüylerinin çıkışını
düşününce sandı ki o ay yüzlü sevgili salınarak haleye girdi.
Ki pîçapîç olup zülfün dil-i uşşâka dâm olmuş
(Hale, ay ve güneşin etrafında bazan görülen parlak daire.)
Tutulmuş dâne-i ruhsârın üzre haylı san’attır
Saçların kıvrım kıvrım olup yanağındaki benlerin daneleri
Ne yaman müşkil imiş da’vî-yi hengâm-ı visâl
üzerine aşıkların gönüllerini yakalayan bir tuzak kurmuş, ne
Yürü gel hâne-i uşşâka hırâm ile bu şeb
ustaca bir iş!
Kavuşma anının davası ne zor şeymiş, ey sevgili evimize
salınarak yürü gel bu gece.
Hat-ı müşkîn-i yâri sen güzel vasf eyledin Tâib
Yazılmış safha-i rihsâra âyât-ı muhabbettir.
Gül-i ruhsâarın ile gülşen-i hüsnünde hezâr
Tâib, sevgilinin yanağı üzerine yazılmış sevgi ayetleri olan
Bülbül-i dil şudenin kârı enîn ile bu şeb
misk kokulu yazıyı, oğrusu çok güzel övüp anlattın.
Gül yanağın ile güzellik bahçendeki binlere vurgun bülbülün
işi bu gece ağlayıp inleme.
GAZEL 3
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
O mehin perçemi kaydı ne belâ başına Tâib
Hayâl etmem lebin ol çeşme giryân olduğum yerdir
Târumâr oldu gönül âh-ı siyâh ile bu şeb
Siyah çeşmin benim sermest ü hayrân olduğum yerdir
Taib, o ay yüzlü güzelin perçeminin düşüncesi başına ne
Ben dudağını hayal etmem, o çeşme benim ağladığım yerdir.
belalar açtı; bu gece de kapkara âhlarıyla gönül perişan
Kara gözün benim sarhoş ve hayran olduğum yerdir.
oldu.
Zuhûr-ı hatt-ı şîrînine delîl subh-ı vuslattır
Beyâz-ı gerdine çâk-i girîbân olduğum yerdir
GAZEL 2
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
184
Bu güzellik ve çekiciliği seyr et de bak bakalım Çin
güzellerine benziyor mu; bu yüzdendir ki bütün güzellerin
GAZEL 5
aşkı için ağlar inletirim.
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Gerçi etmez dil metâ-ı râzını ifşâya meyl
Tehî sanma teveccühten garaz mihrâb-ı ebrûya
Bir nefes ârâmı yoktur giryeden mânend-i seyl
Perestişler hermân mahsûd-ı yârân olduğum yerdir
Her ne kadar gönül sır sermayesini açıklamak istemezse de
Kaşları bihrabına yönelme niyetimi boşuna sanma; bu
seli andıran gözyaşlarıyla bir an durmamacasına ağlayıp
tapınmalar sevgiliyi başkalarından kıskanmam yüzündendir.
inler.
Hadeng-i gamzen iy meh-rû dil-i Tâib’de mihmândır
Baht-ı vâjgûn tâlii bîgâne âşık nişlesin
Siyeh çeşmin benim sermest ü hayrân olduğum yerdir
Şöyle bî-tâb oldu çeşmi nidügin bilmez Süheyl
Ey ay yüzlü sevgili, bakışının oku Tâ’ib’in gönlünde
Baht ters talihi yardım etmiyor zavallı âşık ne yapsın? Gözü
misafirdir, kara gözlerin benim sarhoş ve şaşkın olduğum
öylesine bitâb düştü ki, Süheyl ne olduğunu bilmez.
yerdir’ib’in gönlünde misafirdir, kara gözlerin benim sarhoş
ve şaşkın olduğum yerdir.
Âh-ı âteş-gûn-ı ruhsârında şöyle tâb var
Sûzişinden dil hermân destinde bir nevres tufeyl
GAZEL 4
Yanağının ateş kırmızısı âhında öylesine bir parıltı var ki
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
gönül hararetinden hemen onun elinde yeni yetişen bir
O tıfl-ı nâz-perverdin cefâsı artar eksilmez
çocukcağızdır.
Velî pek şûhdur kim mübtelâsı artar eksilmez
O nazlı yavrunun cefası artar eksilmez. O öylesine neşeli ve
Bir mehin sorma lebinde buldı em kendüye dil
cilvelidir ki tutkunları artar eksilmez.
Ser-fütâde kadre erdi âşıkân cümle bu leyl
Gönül bir ay yüzlü güzelin emilecek dudağında kendine bir
Gönül deyr içre bir tersây ile zünnâr-bend oldu
ilaç buldu. Böylece bütün mahçup aşıklar bu gece kadre
O kâfir-mâcerâdır mâcerâsı artar eksilmez
erdiler.
Gönül kilise içinde bir hıristiyan güzeline bağlandı, o kâfirin
işi gücü maceradır, macerası artar eksilmez.
Şimdi meydân-ı suhanda esb-i hâmem Tâiba
Yekke-tâzâne salâdır ber dem eylerse sahîl
Harâbât-ı elestin mesti olmak hayli müşkildir
Ey Tâib, şimdi söz meydanında kalemimin atı eğer bir kere
Egerçe bâde-i kâlû belâsı artar eksilmez
kişnerse usta at binicilerine (şairlere)seslenmelidir.
Her ne kadar kâlu belâ şarabı artıp eksilmezse de Elest
meyhanesinin sarhoşu olmak hayli zordur.
Râşid
GAZEL 1
Belî bezm-i visâlin nağme-i şevkı de var ammâ
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
Ne çâre sûziş-i vâ-hasretâsı artar eksilmez
Mecnûn-ı lâubâlî-i aşk ol reviş budur
Her ne kadar kavuşma meclisinin şevki nağmesi varsa da
Kâr-âzmûde-i âkıl isen işte iş budur
âhları, ayrılık yanıp yakılmaları da ne çare ki artar
Aşkın laübali Mecnun'uu ol, geçerli yol budur. Be denenmiş
eksilmez.
bir şeydir, eğer aklın varsa işte iş budur.
Nice vakt oldu Tâib biz ki mehcûr-ı Sıtânbûluz
Uşşâka kasd-ı lutf iledir bezme avdeti
Hayâl-i dîdede âb u havâsı artar eksilmez
Gitmek berâ-yı nâz idi ammâ geliş budur
Tâib, epey oldu ki biz İstanbul’dan uzaklardayız, oranın
hava ve suyunun hayali gözümde artar eksilmez.
185
Sevgilinin toplantıya geri dönüşü aşıklara iyiyilik yapma
Benim ki derd-i sühan gibi illetim vardır
amacıyladır; gitmek nazlanmak içindir, ama geliş sebebi
Râşid, benim şiir söyleme derdi gibi bir rahatsızlığım var;
budur.
hiç bunun tedavi edilmesi mümkün müdür?
Mihmân-nevâz-ı mastaba-i aşk isen eğer
GAZEL 3
Hûn-ı ciğerle besle gamı perveriş budur
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
Benim arzularımı gösterecek dilek aynası üzüntü pasıyla
Ne ise kısmetin rûz-ı ezel takdîr olunmuşdur
kaplıdır, işte görünen durum budur.
Hemân emr-i teayyünde abes tedbîr olunmuşdur
Kısmetin ne ise ezelde kararlaştırılmıştır, fakat iş yapılmaya
kalkışıldığında alınan tedbirler faydasızdır.
Pür-jeng-i ye'stir bana âyîne-i emel
Sûret-nümâ-yı hâhiş olur gösteriş budur
Benim arzularını gösterecek dilek aynası üzüntü pasıyla
Meâl-i kîmya iksî-i horsendîdir idrâk et
kaplıdır, işte görünen durum budur.
Kanâat kenz-i lâ yefnâ ile tefsîr olunmuşdur
Kimyanın anlamı yok tok gözlülük iksiridir, bunu anla.
Kanaat tükenmeyen bir hazine olarak yorumlanmıştır.
Sen cân ver ol perî vericek ruhsat-ı visâl
Râşid cihân-ı aşkda dâd ı dihiş budur
Râşid, o periyi andıran güzel sana buluşma izni verince sen
Bulur te'sîrini darb-ı asâdan dahi efzûnter
karşılık olarak canını ver, aşk aleminde bağışta bulunmak
Ana kim çûb-ı harf-i tünd ile ta'zîr olunmuşdur
demek böyle olur.
Sert söz çubuğu ile azarlanan, sopayla dövülenden daha çok
etkilenir.
GAZEL 2
Mefâ'ilün / fe'ilâtün / mefâ'ilün / fe'ilün
Taharrî kıl cezâda kim mücazâtı dahhi küfrün
Ne bahttan ne felekten şîkâyetim vardır
Yine rûz-ı va'îd-i mahşere te'hîr olunmuşdur
Tamâm gûşe-i uzlette râhatım vardır
Ceza verme konusunda meseleyi iyice araştır; unutma ki
Yalnızlık köşesinde tam bir rahata erdim. Benim, ne
küfürün cezâsı bile mahşer gününe bırakılmıştır.
talihimden ne felekten şikayetim var.
Libâs-ı şöhrete meyl eyleyip dünyâ-perest olma
Nevâl-i bûse-i rûyun n'ola edersen ümîd
Ki bunlar câme-i elvân ile teşhîr olunmuşdur
Şikest-i rûze-i hicrâna niyyetim vardır
Şöhret elbisesine meyl edip dünyaya tapma; bunlar
Yüzünü öpebilme mutluluğunu umuyorsam buna
rengârenk elbiseler şeklinde sergilenmiştir.
şaşılmamalı, benim ayrılık orucunu bozmaya niyetim var.
Meâl-i gaflet-i erbâb-ı dünyâ hep nedâmetdir
Netîce cânıma da geçse ta'ne-i ağyâr
Bu rü'yâ hâbdan evvel dahi ta'bîr olunmuşdur
O şûhdan geçebilmem mahabbetim vardır
Dünya ehlinin gaflet kavramı hep pişmanlıktır; bu rüya
Düşmanların kınaması sonuçta canıma tak etse de ben o
daha uykudan önce yorumlanmıştı.
güzelden geçememi ona aşırı sevgi besliyorum.
Nice inkâr olunsun hüsn-i vakt-i nev bahârî kim
Cefâ-perest-i bütânım muhâlid-i uşşâk
Leb-i şîrîn-beyân cûy ile takrîr olunmuşdur
Tarîk-ı aşkda bir başka âdetim vardır
İlkbaharın güzelliği nasıl inkar edilebilir; güzel şeyler
Put gibi güzellerin cefâsına başka âşıkların aksine
anlatan dudaklar ırmakla ifade edilmiştir.
tapıyorum. Kısacası aşk yolunda benim başka âdetim var.
Hemân meydâna gelsin yekke-tâzân-ı suhan Râşid
Ki zîrâ sâ'id-i endişemiz teşmîr olunmuşdur
Ne mümkün ola müdâvâ-pezîr hiç Râşid
186
Râşid, şiirin düşmana tek başına saldıran binicisi hemen
Ey zâhid-i dûn-mertebe çün beççe-i murgân
meydana çıkan; çünkü düşünce kolumuz sıvanmıştır.
Bâl açmağı ko kudret-i pervâzdan evvel
Ey derecesi aşağıda olan kaba sofu, kuş yavrusu gibi iyice
uçmayı öğrenmeden önce kanat açmaya kalkışmayı bırak.
GAZEL 4
Mefâ'ilün / fe'ilâtün / mefâ'ilün / fe'ilün
Hulûs-ı âlemi nakş-ı ber-âbdır derler
Bir müşterî-i kâle-râz eyle tedârik
Vefâ zamânede aynı serâbdır derler
Sandûka-i esrârını açmazdan evvel
Dünyanın insana iyi niyet göstermesine yüz vermesine su
Sır sandıklarını açmadan önce sır kumaşı müşterisi ile işini
üstüne yazılan yazı, suya yapılmış resim derler. Zamânede
görüp, anlaş.
vefâya da serâbın tâ kendisi derler.
Dildâde olursam ne kadar âfete Râşid
Cihânda devlet eder aybın âdemin mestûr
Eyler bana elbet sitemi nâzdan evvel
Günâh ederse de farzâ sevâbdır derler
Râşid, ne kadar güzele gönül verirsem mutlaka bana nazdan
Dünyada adamın ayıbını makam i mevki örter İ devletli kişi,
önce sitem eder.
meselâ günah bile yapsa günahına sevap derler.
Seyyid Vehbî
Çıkınca nâmı mey-âşâmlıkda bir rindin
GAZEL 1
Elinde âb görülse şarâbdır derler
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
Bir rindin adı sarhoşa çıkınca elinde su bile görülse şarap
Beni bir hâle kodu hicri ki ağyâr ağlar
derler o suya.
Hâlime dost değil düşmen-i gaddâr ağlar
Ayrılığı beni öyle bir hale koydu ki dost değil gaddar
düşman benim halime ağlar oldu.
Ümîd-i vuslat ederken firâk-cânânı
Egerçi çekmedik ammâ azâbdır derler
Biz vuslat umarken, çekmedik ama, sevgiliden ayrılışa
Ra'd feryâda gelir berk gamıyla tutuşur
azaptır derler.
Dûd-ı âhım görüp ol ebr-i güher-bâr ağlar
Gök gürlemesi feryad eder, şimşek gamıyla tutuşur. Âhımın
dumanını görüp inci saçan yağmur ağlar.
Ol âfetin ham-ı zülfünde nâle kıl Râşid
Duâ-yı nîm-şebi müstecâbdır derler
Ey Râşid, o afetin saçlarının büklümünde feryat et; çünkü
Çağlayan dağda ırmak değil gözyaşıdır
gece yarısında edilen dua, kabul edilir derler.
Yüreği taştan iken derdime kûhsâr ağlar
Dağdaki çağlayan ırmak değil, göz yaşıdır, yüreği taştan
olan dağlar bile halime ağlar.
GAZEL 5
Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün
Hem-râz aramak kaydına düş râzdan evvel
Katre-i eşke döner nağme-i ter n’âlemden
Encâmını fikr et işin âgâzdan evvel
Sâz-ı meclisteki zîr ü bam-ı evtâr ağlar
Kendine sırdan önce sırdaş aramak endişesine düş, işe
Ağlayıp inlememden taze nağmeler göz yaşı damlaları gibi
başlamadan önce de sonunu düşün.
dökülür, meclisteki sazların en ince ve en kalın tellleri buna
ağlar.
Meydân-ı tena'umda tevekkül-menişândır
Menzil-res olan ehl-i tek ü tâzdan evvel
Çeşm-i yârin o da Vehbî gibi dil-hastasıdır
Yiyip içme meydanında tevekküle yatkın yaradılıştakiler,
Eşkdir jâle değil nergis-i bîmâr ağlar
öteye beriye koşanlardan önce hedefe ulaşırlar.
O da sevgilinin gözü için Vehbî gibi gönül hastasıdır, hasta
nergisin döktüğü çiğ tanesi değil, gözyaşlarıdır.
187
Çoşkunluk tufanının ağlayışından haberdar olunca gözünde
deniz ve okyanus bir damla bile değil.
GAZEL 2
Mefâ'ilün / fe'ilâtün / mefâ'ilün / fe'ilün
Yanıp yakılmaz isem hâl pek müşevveş olur
Âzâde-ser âbdal-ı âbdâl-ı muhabbet ana derler
Niyâza başlasam ol şem’-i hüsnüm âteş olur
Destâra bedel penbe-i dâğ ola serinde
Eğer yanıp yakılmazsam hal karmakarışık olur; yalvarmaya
Başına buyruk sevgi dervişi diye ona derler ki başında sarık
başlarsam güzellik mumum kızgın ateş olur.
yerine yaraya basılmış pamuklar olsun.
Hayâl-i zülfün ile olsa âşıkın ber-dâr
Mey neş’esini verdi mezâk-ı dile Vehbî
Felekte hâle-i meh ana resîmân olur
Rengîn suhanım vasf-ı leb-i la’l-i terinde
Zülfünün hayali ile âşıkın asılsa gökyüzündeki ayın hâlesi
Vehbî, şarap gönül damağına neşe verdi, böylece renkli
ona ip olur.
sözlerim sevgilinin yakut dudağını övmededir.
Gelince câzibe feryâdı sîneye biliriz
GAZEL 4
Ki beynimizde rakîb ile çok keşâkeş olur
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
Câzibe feryâdı sîneye gelince rakip ile aramızda çok
Uşşâkının çıkarsa da çarha figânları
çekişme olduğunu anlarız.
Gûşına almaz ol meh-i nâ-mihribânları
Âşıklarının ağlayıp inlemeleri göğe de çıksa, onların o ay
yüzlü vefasız sevgilileri kulak vermez.
Görünmez âdeme olmaz karîn insâna
O şûh-ı vahşî ne aceb perî-veş olur
O yabanî güzel öylesine periyi andırır biri oldu ki ne
Ol mihr sür’at ile geçip râh-güzârdan
insanlara yakın olur ne de göze görünür.
Bî-tâb kaldı sâye gibi bî-devânları
O güneşi andıran sevgili yoldan sür’atle geçince ona
yetişemeyenler gölge gibi güçsüz kaldılar
Yazarsa bu gazeli kilk-i hâver ey Vehbî
Sahîfe-i meh-i tâbân aceb münakkaş
Vehbî, bu gazeli güneşin kalemi yazarsa parlak ay yüzü
Uşşâka rahm etmez o hançer be-dest-i nâz
acayip süslü olur.
Eflâka çıksa zemzeme-i el-amânları
Elaman feryatları göklere de çıksa naz hançerini eline alan
sevgili aşıklara acımaz.
GAZEL 3
Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün
Düşmüş yere mestim diyu meyhâne derinde
Ettikçe azm-i bâğ edip bâd-ı âh gûş
Bu bâbda akl u dil-i üftâde yerinde
Ham-geşte kadd eder sana serv-i revânları
Zavallı âşık sarhoşum diye meyhane kapısında düşüp
Âhımın rüzgârını duyup bağa bahçeye yöneldikçe servi
kalmış. Bu bâbda düşkün aklı da gönlüde yerinde.
boylular senin için iki büklüm olurlar.
Vermez girih-i bend-i miyânın hazer eyler
Vehbî müdâm el üzre tutar câm-ı nazmımı
Kesb ettiği nakd-i dili saklar kemerinde
Bezm-i kemâl-i ma’rifetin mey-keşânları
Belinin uçkurunun düğümünü ele vermekte sakınır, kazdığı
Vehbî, olgunlar meclisinde içki içenler, benim şiir kadehimi
gönül semayesini kemerinde saklar.
dâima el üstünde tutarlar.
Derkâr olıcak girye-i tûfân-ı hurûşa
GAZEL 5
Bir katre değil kulzüm ü ummân nazarında
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Kâkülünde fitne pâ-beste dil-i şeydâ gibi
188
İşve çeşminden nümâyân neşve-i sahbâ gibi
için vakf etmezdi. (Möhre: kağıdı parlatmak için üzerinde
Fitne, kâküllerinde çılgın gönül gibi bağlı, gönlü çelen naz
gezdirilen top)
ve edâ ise içki mahmurluğu gibi açıkça görülmektedir.
Açılmaz herkese râz-i derûnun âşikâr etmez
Zahm-ı şemşîr-i tegâfülden sakın ey dil yine
Verir uşşâka ammâ mû-be-mû hatdan haber kâğıd
Gamze hançer der-kef olmuş mest-i istignâ gibi
Kağıt, herkese içinin sırrını açıp âşikar etmez ama âşıklara
Gönül, aldırmazlık kılıcının yarasından sakın! Bakış yine
inceden inceye sevgilinin yanağının tüyünden haber verir.
nazlanma sarhoşluğu gibi hançeri eline almış.
Cemîl olsa aceb mi tîr-i kilk-i tîre-peykâne
Zabt-ı mülk-i hüsne hüccettir hat-ı rûyun senin
Hedef-veş sîne germiş dâğ-ı derde sabr eder kâğıd
Ebruvân üstünde satr-ı evvel-i imza gibi
Kara yazan kalemin okunu beğense, kâğıt kalem oklarına
Senin yüzündeki tüyler, güzellik ülkesinin ele geçirilmesi için
hedef olmuş gibi sinesini gerip derdinin yarasına sabr eder.
izindir; onun üstündeki kaşlarınsa imzadan önceki satırlara
Eder mi Es’adâ mihr-i ruh-ı cânâne reşk âyâ
benzer.
Ki urmış sîne-i sâfına tamga bir kamer kâğıt
Zîr-i müjgânında nigâh lutfû olmuş der-kemîn
Esâd! Hiç kâğıt sevgilinin yanağını kıskanır mı? Ama temiz
Perde-i elfâzda pinhân olan ma’nâ gibi
yüzüne ay şeklinde bir damga vurmuş.
Kirpiklerinin altındaki lutuf bakış tıpkı söz perdesi altındaki
mana gibi pusuya yatmış.
GAZEL 2
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
Pençe-i fermân gibi etmiş perîşân kâkülün
Dâğ-ı derûn şöhret ü şâna medâr olur
Kûşe salmış giysuvânın zülfüne tuğrâ gibi
Fass-ı nigîn hakk ile gör nâmdâr olur
Ferman pençesi gibi kâkülünü perişan etmiş, uzun saçları
Sinenin yarası şöhret ve şana sebep olur; elmas yüzük de
zülfüne tuğra gibi köşeler olmuş.
oyulup işlenerek değerlenir, şanlanır.
Vehbiyâ ben gayre etmem ilticâ şimdengerü
Hüsn ü cemâl ehlini pür-ızdırâb eder
Bir efendim var cihânda ol perî-sîmâ gibi
Bak arsa-i felekte mehe bî-karâr olur
Vehbî, ben bundan böyle, cihanda o peri yüzlü gibi bir
Güzellik, sahibini dertli eder, baksana dünyadaki ay
efendim varken, başkasına sığınmam artık.
nekadar kararsız.
Şeyhülislâm Esad Efendi
Firkat kişiyi sanma ki bî-hânmân eder
GAZEL 1
Sarf-ı nükûd-ı eşk ile sâhib-akâr olur
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
Ayrılık sıkıntısı sanma ki kişiyi evsiz barksız eder; göz yaşı
Görüp gül-safha-i rûyunda hatt-ı müşkter kâğıd
paralarını harcayarak akar sahibi olur.
Adın mektûb edip levn-i sefîdin karalar kâğıd
Kâğıt, gül yaprağına benzeyen yüzünde misk kokulu tüyleri
Füshat-sarây-ı âleme güncîde olmayan
görünce sevgilinin adını yazıp bembeyaz rengini karalar
Âhır füru-nihâde-i çâh-ı tebâr olur
Geniş dünya alanına sığmamış olan, sonunda yokluk
kuyusunun en aşağısına iner.
Vücûdın böyle vakf-ı dâğ- sûz-ı möhre kılmazdı
Ruh-ı berrâkına olmasa ey meh gıbta ger kâğıt
Ey ay yüzlü sevgili, kâğıt, senin parlak yanağına
Tazmîn edip bu mısra’ı olma suhan-dırâz
imrenmemiş olsaydı, vücudunu möhre ateşine böyle yara
“Bisyâr olan güherse de bî-itibâr olur”
189
Bu mısraı tazmin edip dil uzunluğu yapma, “çok olan şey
Ey gönül bu hararetin delilik ateşinden olduğunu sanma;
mücevher de olsa değersiz olur. ”
yanıp yakılışım senin yüreğinin yanmasındandır.
(Tazmîn, başkasına ait bir beyti ya da mısraı isim belirterek
ya da belirtmeyerek kendi şiirine alma sanatı)
Surhi-i dîde-i Ya’kub-ı dil ey Yûsuf-ı hüsn
Fikr-i pîrâhen-i âlûde be-hûnundandır
Es’ad penâhı dergeh-i vâlâ-yı Hakk olan
Ey güzellik Yusuf’u, gönül Yakub’unun gözlerinin kızarıklığı
Elbet sezâ-yı rahmet-i perverdgâr olur
kana bulanmış gömleği düşünmesindendir.
Esad, sığınağı Hakk’ın yüce dergâhı olan, elbette Allah’ın
rahmetine kavuşmaya layık olur.
Hâne-i sabr u şikîbin bu kadar târâcı
Dilde sevdâ-yı hat-ı fitne nümûnundandır
GAZEL 3
Tahammül ve sabır evinin bu kadar yağmalanması, gönülde
Mefâ'ilün / fe'ilâtün / mefâ'ilün / fe'ilün
fitneci tüylerin sevdası yüzündendir.
Ne baht-ı kec-revişimden ne dil-rübâdandır
Şikâyetim dil-i âlûde ibtilâdandır
S’ine pür dâğ-ı ce^fa olduğum ey âfet-i cân
Şikâyetim ne kötü giden talihimden ne de gönülalan
Eser-i gamze-i pür-sihr ü füsunundandır
sevgilidendir, sadece aşka bulaşmış tutkun gönlümdendir.
Ey can âfeti, göğsümün cefa yaralarıyla dolu olması, büyülü
bakışlarının eseridir.
Nevâziş-i dili bigâne eyler eylerse
Ne denlü cevr ü sitem görsem âşinâdandır
Hükmün icrâda yine ahter-i nahs-ı bahtın
Gönlümü okşasa ancak yabancılar oklar, ne kadar ezâ ve
Es’adâ var ise bu tâl’-i dunundandır
cefâ gördümse hep yakınlarımdandır.
Esad, kötü kader yıldızının hükmünü icra etmesi, eğer varsa,
bu alçak talihinin yüzündendir.
Şeb-i hayâlimi mehtâb ederse nola ruhı
Şuâı ol kamerin neyyir-i bahâdandır
GAZEL 5
Hayal gecemi o güzein yanağı aydınlatırsa şaşılmaz; çünkü
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
o ay yanağın parıltısı Sühâ yıldızının ışığındandır (Sühâ,
Sevdâ-yı aşkı şâm-ı garîbân sanır gören
büyük ayı yıldız kümesinden en küçük yıldız. Eskiden,
Dâğ-ı derûnu şem’-i fürûzan sanır gören
gözlerin görüş derecesi bu yıldızla denenirmiş)
Gören aşk sevdasını yas gecesi, yürek yarasını yanan bir
mum sanır.
O hâli anbere teşbih hâm sevdâdır
O zülfe müşk demek kuvvet-i hatâdandır
Fikr-i izâr-ı âli ile girye eylesem
O beni, anbere benzetmek boş sevda, o zülfe misk demekse
Her katre-i sirişkimi mercân sanır gören
tamamen hatadır.
Al yanağı düşüncesi ile ağladığımda, görenler her damla
gözyaşımı mercân sanırlar.
İnanma zühdüne sâlûs-ı hey’etin Es’ad
Taaffüf etmesi de cümle-i riyadandır
Bilmez hakikat üzre muhabbet ne olduğunun
Esad, Zâhid’in ikiyüzlü görünüşüne aldanma, ahlâklı
Sırr-ı nihân-ı aşkı nümâyân sanır gören
görünmesi de riyakârlığının bir parçasıdır.
Dışardan bakanlar gerçek anlamda sevginin ne olduğunu
bilmediklerinden aşkın gizli sırrını açıkça görünür sanırlar.
GAZEL 4
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
Firkat deminde ol kaşı yânın hevâsına
Sûzişin sanma dilâ nâr-ı cünunundandır
Âşık ne çilleler çeker âsân sanır gören
Bu teb ü tâb senin sûz-ı derûnundandır
190
Ayrılık zamanı o yay kaşlı güzelin aşkı uğruna, aşığın nasıl
Tîg-ı nigeh-i gamzesi yalman gibi parlar
çileler çektiğini seyredenler kolay sanırlar.
(Onun yüzü cihanı aydınlatan güneşin karşısına gelince yan
bakışının kılıcı yalman gibi parlar.)
Şehnâme-i ruhında hat-ı yârı Es’adâ
Dîbâce-i melâhate ünvân sanır gören
Söz yok hele rengînî-i mazmûna Belîgâ
Esad, sevgilinin Şehnâme kitabını andıran yüzündeki tüyleri
Her beyti birer şem’-i fürûzân gibi parlar
görenler, bunları güzellik önsözüne başlık olmuş sanırlar.
(Ey Belîğ, mazmûnunungüzelliğine doğrusu söz yok. Şiirinin
her beyti birer apaydınlık mum gibi parlar.)
Mehmed Emin Belîğ
GAZEL
GAZEL
Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
Müje çeşmimde gûyâ âteşîn mismârdır sensiz
Rûyun ki senin mihr-i dırahşân gibi parlar
Reh-i nezzâreye nevg-i nigâhım hârdır sensiz
Mercân lebin la’l-i Bedahşân gibi parlar
(Sensiz gözümdeki kirpik sanki kızgın bir çivi, bakışımın oku
(Senin yüzün aydınlık bir güneş gibi parlar. Mercan dudağın
gözlenen yola dikendir.)
Bedahşan yakutu gibi parlar.)
Hayâlin düşte görmek ârzû-yı dîde-i cândır
Ey meh ne zamân sîne-i billûrunu açsan
Göz açmak hâbdan her subhdem duşvârdır sensiz
Nezzârede âyine-i tâbân gibi parlar
(Senin hayâlini düşte görmek can gözünün dileğidir; her
(Ey ay yüzlü sevgili! Ne zaman billura benzeye göğsünü
sabah uykudan sensiz uyanmak çok güç.)
açsan seni seyrederken ışıl ışıl ayna gibi parlar.)
Reh-i kûyunda hemrâh olsa da geh pes gider geh piş
Âlûde-i hûn eyleyeli eşk demâdem
Ki benden gâlibâ sâyem dahi bîzârdır sensiz
Çeşmimde müje pençe-i mercân gibi parlar
(Senin bulunduğun yere giderken bana arkadaş olsa da
(Gözyaşı sürekli kanla karıştığından beri gözümdeki kirpik
bazan önde bazan arkada oluşuyla galiba gölgem de sensiz
mercan bir pençe gibi parlar.)
olmaktan benden şikâyetçidir.)
Arz eylesem ol şûha ne dem sûz-ı derûnu
Kıyâmetler kopar her göz yumup açınca çeşmimde
Serkeşlik edip âteş-i sûzân gibi parlar
İki cânibde müjgânım saf-ı peygârdır sensiz
(İçimin ateşini o nazlı sevgiliye ne zaman anlatmağa
(Her göz yumup açışımda gözümde kıyametler kopuyor.
kalksam dikbaşlılık edip birden yakıcı ateş gibi parlar.)
Sensiz, kirpiklerim karşı karşıya savaşmaya hazır pergel
saflarıdır.)
Seyr eyle saf-ender-saf olup kâşı kemanım
Her bir müjesi nâvek-i peykân gibi parlar
Havâsa âb ü tâbı nükhet-i rûyun verir yohsa
(Sevgilinin yay kaşını dikkatle seyret; Sıra sıra dizilmiş her
Şemîm-i bûy-ı gül dûş-ı dimâğa bârdır sensiz
bir kirpiği okun ucundaki temren gibi parlar.)
(Hislere güzellik ve parlaklığı, senin yüzünün kokusu
veriyor. Yoksa sensiz gülün kokusunun zerresi dimağın
omzuna ağır yük olur.)
Ol fitne gerek pertev-i hurşîd-i ruhundan
Ebrû-yı siyeh hançer-i bürrân gibi parlar
(O fitne, gerek yanağının parlaklığının yalımından gerekse
Belîg’e nûş-ı câmı dest-i lûtfun hoşgüvâr eyler
karakaşından keskin hançer gibi parlar.)
Güzergâh-ı gelûya mevc-i bâde hârdır sensiz
(Beliğ’e, lutuf elin kadehinin şarabını lezzetli yapar. Sensiz
şarap kabarcığı boğazımın yoluna diken olur.)
Rûyu olıcak mihr-i cihân-tâbe mukâbil
191
GAZEL
Ey âşinâ-yı gamze-i dildâr olan gönül
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Gâfil bulunma tîr-i kazâ geldi hâzır ol
Ehl-i dil kadrin bilir erbâb-ı himmet bulmadık
(Ey gönül alan sevgilinin yan bakışına âşinâ olan gönül,
Aradık dünyâyı bir sâhib-mürüvvet bulmadık
gâfil bulunma, ilahî Kazâ’nın oku geldi hazır ol.)
(Bütün dünyayı dolaştık insanlık sahibi, gönül ehlinin
kıymetini bilen yardım edecek birini bulamadık.)
Olma firîb-i hurde-i ârâyiş-i cihan
Şebnem gibi bu bâg-ı fenâda misâfir ol
Asrımızda eylemiş her sadra bir nâkes kuûd
(Dünya süslerinin değersiz aldatıcılığına kanma. Çiğ
Arz-ı hâcât edecek ehl-i sahâvet bulmadık
taneleri gibi bu geçici dünya bahçesinde konuk olarak kal.)
(Çağımızda her makama pinti biri oturmuş. Bu yüzden hacet
sahiplerinin durumlarını açıklayacakları cömert birini
Mir’ât-i Cem’de âlemi görmek murâd ise
bulamadık.)
Âyîne-i cemâl-i dil-ârâya nâzır ol
(Cem’in aynasında âlemi görmediği diliyorsan, gönlü
süsleyen güzellik aynasına dikkatle bak.)
Derdimiz besdir bize incitme ey gerdûn-i dûn
Biz bu mihnethâneye geldikse râhat bulmadık
(Biz bu sıkıntı evine geldiğimizden beri rahat bulamadık. Ey
Gülzâra gel selâse-i gassâle nûş edip
sefil dünya, bizim derdimiz bize yetiyor, birde sen incitme.)
Çirkâb-ı gamdan ey dil-âlûde tâhir ol
(Üç kadeh atıp gül bahçesine gel. Ey kederin pis suyuyla
eteği bulaşık gönül, böylece temizlen.)
Şimdicek dillerde bir efsânedir mihr ü vefâ
Âşık u ma’şûku söylettik sadâkat bulmadık
(Âşık ve mâşuku söylettik sadâkat bulamadık: Şimdilerde
Pervâne gibi bâl ü per-i âteşîn ile
sözünde durma, vefa gösterme dillerde dolaşan bir
Cevvâle ol da şem’-i dil-ârâyı dâ’ir ol
efsandir.)
(Pervâne gibi ateşli kanatlarla uçmağa başla da gönlü
süsleyen mumun çevresinde dolaş.)
Lâle pür-hûn gül füsürde bülbül-i hayrân hamûş
Gülsitân-ı âleme geldik tarâvet bulmadık
Âciz cihânda derdine dermân bulur Beliğ
(Lalenin bağrı kan dolu, gül pörsümüş, şaşkın bülbül
Zinhâr şükûh eyleme bir ferde sâbir ol
suskun. Bu dünya bahçesine geldik ama bir tâzelik
(Ey Beliğ, âciz olan dünyada derdine çâre bulur. Sabret,
bulamadık.)
sakın kimseye ululanma.)
Bî-niyâz olduk kibârın lûtf u kahrından Belîğ
GAZEL–
Biz bu âlemde kanâat gibi devlet bulmadık
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
(Ey Beliğ, büyüklerin iyiliğinden ve kötülüğünden dolayı
Bezm-i âlemde nice mânî-i rengin buldum
yalvarmayı bıraktık. Biz bu dünyada kanaat gibi devlet
Kadeh-i mey gibi bin kere boşaldım doldum
bulamadık.)
(Bu kâinât içinde nice renkli manalar buldum; içki kadehi
gibi bin kere boşalıp doldum.)
GAZEL
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
Ten-i bîmârımı gam öyle zaîf eyledi kim
Ahvâl-ı ehl-i dânişe ibretle nâzır ol
Kendimi görmek için gözlüğe muhtâc oldum
Dünyâda zillet ister isen şâir ol
(Hasta vücudumu gam öylesine zayıf düşürdü ki kendimi
(Bilgin kişilerin hâline ibretle bak. Eğer dünyâda
görmek için gözlüğe muhtaç oldum.)
aşağılanmak istiyorsan şâir ol, yeter.)
192
Gelmeden dağdağa-i âfet-i hengâm-ı zübûl
(Nevres’in, senin yoluna harcayacak şimdi sadece
Çehre-i berg-i hazân gibi sarardım soldum
gözyaşıyla, yaralı vücudu kaldı.)
(Sararıp solma vakti âfetinin telaşı gelmeden sonbahar
yaprağının çehresi gibi sararıp soldum.)
GAZEL
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
Geldi ol dem ki diye sâlik-i iklîm-i adem
Nakd-i ömr ile bu dünyâdan ucuz kurtuldum
Dil feyz-mend-i luft-ı kibâr olmak istiyor
(Yokluk ülkesinin yolcusunun ömür sermayesi vererek bu
Pây-ı ümîd-i âb ile dâr olmak istiyor
dünyadan ucuz kurtuldum diyeceği an geldi.)
(Gönül büyüklerin lutfundan yararlanmak istiyor. Su bulma
umuduyla kendi ayağıyla asılmağa gidiyor.)
Hâm bir meyve idim gülşen-i âlemde Beliğ
Zahm-ı seng-i sitem-i ehl-i hasedle oldum
Şebneb gülün kulağına bilmem ne söyledi
(Ey Beliğ! Kâinât bahçesinde ham bir meyveydim, kıskanç
Dâğ-ı derûn-ı bülbül-i zâr olmak istiyor
kişilerin sitem taşlarının yaralarıyla olgunlaştım.)
(Şebnem kulağına ne söyledi bilmem ama gül, inleyen
bülbülün içinde yara olmak istiyor.)
Nevres-i Kadîm
GAZEL
Fikr-i lebinle derd-i serim olmada füzûn
Mefâ'ilün / fe'ilâtün / mefâ'ilün / fe'ilün
Mey mâye-i hurûş-ı humâr olmak istiyor
Ne safveti ne neşâtı ne kârı kalmıştır
(Dudağının düşüncesiyle başımdaki dertler giderek artıyor;
Mey-i muhabbetin ancak humârı kalmıştır
içkiyse sarhoşluk şamatasının mayası olmak istiyor.)
(Sevgi şarabının ne temizliği ne neşesi ne de bir etkisi kaldı.
Kala kala geriye ancak içtikten sonra duyulan baş ağrısı
Gavgâ-yı andelîb tahammü-güdâz iken
kaldı.)
Şebnem de dûş-ı goncaya bâr olmak istiyor
(Bülbülün bağırıp çağırması tahammülümüzü zaten alıp
götürürken şebnem de goncanın omzuna yük olmak istiyor.)
Küşâyiş-i gül-i maksûdı görmedik hergiz
Bize bu gülşen-i derhin hezârı kalmıştır
(İstek gülümüzün açılışını hiçbir zaman görmedik. Bize bu
Çeşmin kemend-i nazre ile tuttu gamzeni
gül bahçesinin sadece bülbülü kaldı.)
Âhûyu gör ki şîr-şikâr olmak istiyor
(Gözün bakış kemendiyle gamzeni tuttu; ceylana bak ki
aslan avlamağa kalkmış.)
Fedâ-yı gayret-i pervâneyim âlemde
Ne bir alâmeti var ne mezârı kalmıştır
(Bu dünyada ne bir eseri, ne de mezarı kalmış olan
Ferzâne depren ey felek pâ-piyâdesin
pervanenin gayretine kurban olayım.)
Ol şehlevend nâz-süvâr olmak istiyor
(Ey felek, sen yayasın akıllı davran; o boylu boslu güzel naz
atına binmek istiyor.)
Şikest-i şîşeye ey muhtesib harîs olma
Cemin bu bezmde bir yâdigârı kalmıştır
(Ey görevli, şişemizi kırmağa bu kadar hırs besleme. Cemin
Cây-ı karâr kalmadı dünyâda Nevresâ
bu mecliste armağanıdır o, ondan bize bu kalmıştır.
Cânım revân-ı dâr-ı karâr olmak istiyor
(Muhtesib; polis ve belediye işlerine bakan görevli)
(Ey Nevres, bu dünyâda rahat edecek bir yer kalmadı.
Canım karar evine, yani âhirete gitmek istiyor.)
Yolunda bezl edecek nevresin fakat şimdi
Bir eşki birde ten-i dâğdârı kalmıştır
GAZEL
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
193
Me’vâ-yı aşktır dil-i âgâhımız bizim
Bî-câ değildir âh-ı sehergâhımız bizim
Te’sîr edeydi elbet ederdi o kâfire
(Bizim uyanık gönlümüz aşkın sığınağıdır. Seher vaktinde
Kûyunda dün gece ne kadar şîven eyledim
çektiğimiz âhlarsa yersiz değildir.)
(Eğer o kâfire ağlayıp inlemenin tesiri olsaydı, kuşkusuz
benimki olurdu; onun bulunduğu yerde dün gece öylesine
çok inleyip sızlandım ki.)
Dôlâb-ı aşka düştüğü günden dil-i nizâr
Döndükçe döndürür feleği âhımız bizim
(Bu zavallı gönlümüz aşk dolabına düştüğü günden beri
Terk-i vatan ferâgat-ı mâl u menâl edip
âhımız feleği döndükçe döndürmektedir.)
Nevres Sitânbulu giderek mesken eyledim
(Ey Nevres, varımı yoğumu harcayıp, vatanımı terk edip
giderek İstanbul’u kendime mesken yaptım.)
Çekti ayak ayak basalı râh-ı aşka biz
Çok Hızrı çok Sikenderi kim âhımız bizim
(Biz aşk yoluna ayak batığımız andan beri ahımız yüzünden
GAZEL
aşk yolundan çok Hızı, çok İskender el ayak çekti, uzaklaştı.)
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
Yûsuf-likâ-yı âlem-i mânâlarız k’olur
Sanma hemân esîr ben oldum duzagına
Çâh-ı adem makdeme-i câhımız bizim
Bağlandı çok benim gibiler saç bağına
(Biz mana âleminin Yusuf’u andıran kişileriyiz; yokluk
(Senin tuzağına yalnız benim yakalandığımı sanma. Benim
kuyusu, bizim yüce makamlara yükselmemizin başlangıcıdır.
durumumda olanların pek çoğu senin saçının bağlarına
(Yusuf kıssasına telmih yapılmış.)
yakalanıp tutsak oldular.)
Biz Nevresâ gedâlarız ammâ niyâzsız
Reftârına bu neş’e hınâdan mıdır nedir
Eyler niyâz-ı lutf bize şâhımız bizim
Kâfir kızı şarâb mı koydun ayağına
(Ey Nevres, biz dilenci olmasına dilenciyiz ama kimseye
(Kâfir kızı! böyle neşeyle salınarak gidiyorsun. Bunun
yalvarıp yakarmayız; aksine bizim sultanımız bizden lutuf
sebebi kına mıdır? Yoksa ayağına şarap mı koydun?)
niyaz eder.)
Gör kim firâkın ile ne âteş içindeyim
GAZEL
Kurbânı olduğum hele bir bak çerâğına
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
(Yoluna kurban olduğum, alevlerine bir bak da ayrılığın
Ma’nâ-yı âb-ı zindegîyi rûşen eyledim
yüzünden nasıl ateşler içinde olduğumu gör.)
Kandîl-i bezm-i pîr-i meye revgan eyledim
(Dirilik, canlılık suyunun anlamını parlatıp onu
Hem-râz-ı la’l-i yâr olamazsın piyâle-veş
meyhanecinin meclisinin kandiline yağ yaptım.)
Mînâ o penbeyi koma artık kulağına
(Şarap şişesi, sen kadeh gibi sevgilinin dudağıyla sırdaş
olamazsın, o pamuğu artık kulağına koymaktan vazgeç.)
Verdim öz ihtiyârım ile her civâna dil
Yok kimsenin günâhı bana hep ben eyledim
(Her gence kendi isteğimle gönül verdim; bu konuda
Cânâ helâlin ise de kıl valsını harâm
kimsenin günahı yok, bana ne yaptımsa ben yaptım.)
Koyma meded rakîbi bu gece yatağına
(Ey sevgili, her ne kadar helalin ise de rakibimi bu gece
yatağına almayarak kavuşmayı ona haram kıl.)
Hâl-i siyâh-ı yâri öpülmüş görüp rakîb
Gayre kararma hîç anı işte ben eyledim
(Ey rakîb, sevgilinin kara benini öpülmüş görüp kimseye
Reng-i meye tekellüm-i tûtîye ta’n eder
kızma; o işi ben yaptım.)
Serler fedâ yanağına cânlar dudağına
194
(Şarabın rengine, papağanın konuşmasına kızar; Senin o
Berk-i âteşgûn-ı ruhsârin değildir hûn-çekan
yanağına baş, dudağına canlar fade olsun.)
Tâb-ı rûyından gül-i hayret nikâb olmuş sana
Kan damlayan kırmızı şimşeği andıran yanağın değildir;
Yüzünün parıltısından şaşkınlık gülü sana peçe olmuş.
Göz yaşı döktü acıdı zahmım görüp o mâh
Nevres tahammül eyle nemek kondu dâğına
(O ay yüzlü sevgili yaramı görünce acıyıp göz yaşı döktü; ey
Âb u nâbın dem-bedem içtikçe efzûn eyledın
Nevres dayan, yarana tuz basıldı.)
Hûn-ı râgıb gûyiya sahbâ-yı nâb olmuş sana
Suyu ve saf şarabı zaman zaman içtikçe arttırdın: Râgıb’ın
kanı sanki sana saf şarap olmuş.
Ey gül kızardın âteşe uydun bu bâğı hep
Bilmem ne söyledi yine bülbül kulağına
(Ey gül, kulağına bülbül yine ne söyledi bilmem; kızardın,
GAZEL 2
bağı baştan başa ateşe verdin.)
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
Elinden çektiğim sâkî-yi dehrin nîş ü semdir hep
Nevres safâsı isretin ancak bu gecedir
Benim sahbâ diyü nûş etdiğim zehrâb-ı gamdır hep
K’ol sâki başlı başına geldi ayağına
Dünya içki sunucusunun elinden çektiğim hep zehir, şarap
(Nevres, yiyip içip eğlenmenin safası bu gecedir; çünkü o
diye içtiğim hep acı sudur
içki sunucu güzel başlı başına senin ayağına kadar geldi.
(Ayak kelimesi kadeh anlamınıda çağrıştıracak şekilde
Sevâd-ı leşker-i sevdâ serinde dûd-ı dil çetri
tevriye kullanılmış.)
Gedâyân-ı ser-i kûy-ı muhabbet muhteşemdir hep
Başında sevda askerinin karası, gönül dumanı çadırıdır;
Sevgi semtinin dilencileri bütünüyle muhteşemdirler
Koca Râgıb Paşa
GAZEL 1
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Ne keyfiyyetle sersâr-ı muhabbet olduğum bilmem
Cevher-i tîg-i tegâfül pîç ü olmuş sana
Bana eshâb-ı şâdîden nasîb ü behre kemdir hep
Aks-ı hûn-ı âşıkân reng-î hicâb olmuş sana
Nasıl sevgiyle dolup taştığımı bilmem; Halbuki bu çoşkunluk
Aldırmazlık okunun cevheri sana sıkıntı olmuş, aşıkların
sebeblerinden nasibim hep azdır
kanının aksi sana utanma rengi olmuş.
Gehi nâz u tegâfül gâh bâr-ı derd-i hicrânın
Sevdiğim şâyestedir olsan yine mest-i gurûr
Benim çektiklerim ey bîvefâ senden sitemdir hep
Ma’ni-i rengînî-i hüsnün şarâb olmuş sana
Bazen naz ve aldırmazlık, bazansa ayrılık derdi yükü, Ey
Sevdiğim, gurur sarhoşu olsan da sana yakışır; Güzellik
vefasız sevgili benim senden çektiklerim hep sitemdir.
renkliliğinin anlamı sana şarap olmuş.
Sen etdikçe teveccüh oldılar agyâr rû-gerdân
Sürme-i âvâz-ı bîdârî-i bahtımdır benim
Derinden dûr eden şâhım beni lutf u keremdir hep
Ol siyehkârî-i müjgânın ki hâb olmuş sana
Sen onlara yöneldikçe onlar yüz çevirdiler. Sultanım beni
Kirpiklerinin kara düşünceli işi seni uyutan şeydir ki O
kapından uzaklaştıran hep lutuf ve keremindir.
benim bahtımı uyandıran çığlığın gözündeki sürmedir.
Kemâlinden değildir dâğ ber-dil kimseye kimse
Safha-i diller olup şîrâze-bend-i ittifâk
Medâr-ı hıkd u kîn gavgâ-yı dînâr ü diremdir hep
Fenni pür-nûr-ı nezâketde kitâb olmuş sana
Öc olmanıkin gütmenin sebebi hep para puldur; Kimse bir
Gönül sayfaları birleşerek şiraze bağı olup sana kitap
diğerinin gönlünü olgunluğu yüzünden yaralamaz.
olmuşlar
Beni hem-şu’le-i âvâz-ı bülbül eyleyen râgıb
195
Sükût-ı cân-güdâz-ı naz ile ol gonce-femdir hep
Bu mutluluğun çoşkusuyla salınıp dans için ayağa
Râgıb, beni bülbül feryadı yakıcılığıyla beraber kılan, Naz
kalktığında kıyamet kopar
canını mahv eden suskunluğu ile gonca ağızlığı sevgilidir.
Ne hayâl-i sâib ister ne kemâl-i tâlib ister
GAZEL 3
Buna tab-ı râgıb ister vere böyle hüsn-i zînet
Mütefâ’ilün fa’ûlün Mütefâ’ilün fa’ûlün
Ne sâib’in hayali ne tâlib’in olgunluğu; bu şiire güzellik
Nedir ey gönül bu hayret neden âh ü vâha ruhsat
katacak olan ancak ragıb’ın yeteneğidir.
Meğer eylemiş bir âfet seni vakf-ı derd-i hasret
Ey gönül bu hayret ve bu ağlayıp inlemeye izin neden?
GAZEL 4
Yoksa seni bir afet hasret derdine mi düşürdü?
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
seni âgûşa çeken hâle-veş ey mâh tal’at
Nice âfet âfet-i cân sitem-âferin fettân
feleğin yakdı dil-i sahrına dâğ-ı hasret
Nigehi belâ-nigehbân müjeler kazâ-niyâbet
ey ay yüzlü güzel, seni hale gibi kucağına alan, feleğin taş
Bu nasıl âfet, canın felâketi sitem üreten bir fettan … Bakışı
bağrına hasret yaraları açtı.
belâ bekçisi kirpikleri ilahi kazanın vekili
Hasta-ı aşkına bir nîm-nigâh eylemedin
O nigâh-ı çeşmi pür-gû o remîde tarz-ı âhû
Çeşm-i bîmârın ebed görmeye rûy-ı sohbet
O dü ebruvan-ı dil cû dili etmesün mi gâret
Aşkının hastasına bir yarım bakuş lutf ettin, Hasta gözün
O çalçene gözlerin bakışı, o ürkek ceylan tavırları, Gönül
ebediyen sohbet yüzü görmesin…
çeken iki kaş, gönlü yağma etmesin mi?
Yâ lutufdur ya itâb u ya tegâfül ya sitem
Ruh-ı âli gülgül olmuş hâm-ı zülfi sünbül olmuş
Söyle derd-i dilini her ne çıkarsa kısmet
Leb-i sorma bir mül olmuş ki verir cemâda hâlet.
Ya kutuf ya azarlama ya aldırmazlık ya sitem; Gönlündeki
Al yanağı gül, kıvrık zülfü sünbül olmuş. Dudağını ise hiç
sıkıntıyı söyle ne çıkarsa bahtına.
sorma, cansızı gül dirilten bir şarap olmuş.
Seni tahfîf eder ağırlıyamaz rıtl-ı girân
Ala destine piyâle vere bûseden nevâle
Zâhidâ gel kerem et meclise verme sıklet
Bakılır mı kîyl u kâle getürür mi tevbe tâkat
Zâhid, gel kerem et meclise yük olma; Büyük kadeh seni
Eline kadeh alsa, biraz öpücük verse hiç dedikoduya bakılır
hafife alır, ağırlayamaz
mı? Buna tövbe dayanır mı?
Görmedik hîç peşimân olup avdet edeni
Leb-i nâz-ı dür-feşânı ede nükteler zebânı
Eylenür kim var imiş mülk-i ademde râhat
Dahi handeler nihânî vere ihtimâl-i vuslat
Hiç pişman olup geri döneni görmedik Demek yokluk
İnciler saçan nazlı dudağı, nükte yapan dili. Ayrıca gizli
âleminde rahat var ki orada eğlenip kalıyorlar.
gülüşleri bir buluşma umudu vermez mi?
Çekerim kûh-ı girân-ı gamı kâf olsa velî
Külehin edip şikeste ola çeşmi mest-i haste
Tâk ider tâkatimiz zerrece bâr-ı minnet
Ala tiğ-ı nâzı deste vere bezme şûr ü dehşet
Gam yükünü kaf dağı olsa çekerim ama, Minnet yükü bir
Külahını yana eğip sarhoş gözünü hasta ederek Naz
zerrede olsa takatimi yerle bir eder.
kılıcınıda eline alırsa meclise dehşet ve karışıklık verir.
Ola izzetde edâni vü eâli pâmâl
Tarabın olup hıtâmı vee kaddine hırâmı
Anlamam neydüğüni bundaki sırr-ı hikmet
Ede raks içün kıyâmı o zaman kopar kıyâmet
196
Alçak, değersiz kişiler yüce makamlarda, değerli olanlarsa
Âşık, ayrılığının zehirini içmedikçe, vuslat Lezzeti neye
ayaklar altında; Bundaki sırrın ne olduğunu anlamadım gitti.
derler anlayamaz.
Şâh-ı pür-bâr gibi etdi şikeste kaddim
Sûratde eğer râgıbız ammâ ki cihânda
Oldı harmânımı müsmir hüner ü ehliyet
Fehm eylemedik ma’ni-i rağbet neye derler
Meyve yüklü dal gibi belimi büktü; Hüner ve ehliyet
Görünüşte ragıb isek de, dünyaya rağbetin anlamı nedir
harmanımı verimli yaptı.
anlamadık gitti.
Gâliba yâr ile mâbeyne bürûdet girmiş
GAZEL 6
Râgıba yok gibi evvelki olan germiyet
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Râgıb evvelki sıcaklık yok, Galiba yar ile aramıza soğukluk
Pîç u tâb-ı sîneden efkâr kendin gösterir.
girmiş.
Cevher-i âyîneden jengâr kendin gösterir
(Yüreğin sıkıntı ve kederinden düşünceler tıpkı aynanın
aslında pasının kendini göstermesi gibi gösterir.)
GAZEL 5
Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün
Dil hastelerün bilmei sıhhat neye derler
Iztırâb-ı nâbehengâm istemez tahsîl-i kâm
Dârû-yı ifâkatla inâyet neye derler
Mevki’inde bî-tekellüf kâr kendin gösterir.
Gönlü hasta âşıklar sağlık neye derler. Lütuf ile iyileşme
(Kâr yerinde zahmetsizce kendini gösterir. Mutluluğa
ilacı nedir bilmediler
erişmek için zamansız ıztırabın olmaması gerekir.)
Ser-tâ-be-kadem gül gibi ol gûş-ı hakîkat
Hûb u zişt âsârıdır âyîne-i girdâr-ı halk
Bülbül den işit nâliş-i hasret neye derler
Her ne sûret çarh eder sehhâr kendin gösterir.
Baştan ayağa kadar gül gibi gerçeğin kulağı olda, Hasret
(Halkın yürüyüş aynası güzellik ve çirkinlik eseridir; felek
feryadı neye derler bülbülden işit
ne tür bir şekil gösterirse büyücü kendini gösterir.)
Hem sînesi pür-dâğ u hem âvâzesi muhrîk
Perde-i nâmûsa sığmaz berk-i âlem-sûz-ı aşk
Neyden bilinir sûz-ı muhabbet neye derler
Bî-muhâbâ teşne-i serşâr kendin gösterir.
Aşkın yakıcılığının ne olduğu neyden bilinir. Çünkü, hem
(aşkın dünyayı yakan yıldızı namus perdesine sığmaz, çok
göğsü yarayla doludur, hemde sesi yanıktır.
susamış olan bu isteğini korkmadan gösterir.)
Bir sâgar ile yapdı hemân pîr-i harâbât
Kimseyi mahrûm-ı feyz etmek tecellî-zâr-ı hüsn
Gösterdi bu gün şeyhe kerâmet neye derler
Cünbiş-i kûhsârdan dîdâr kendin gösterir.
Meyhanenin piri bir kadehle hemen gönlümü yaptı Şeyhe
(Güzelliğin tecelli yeri kimseyi feyzden yoksun bırakmaz;
bugün keramet neye derler gösterdi
dağın hareketinden sevgilinin yüzü kendini gösterir.)
Ma’lum olunur nokta-i esrâr-ı feminden
Cilve-i hüsne mezâyâ-yı mezâhirdür nüfûs
Gül-gonca-i gülzâr-ı letâfet neye derler
Her kime etse işâret yâr kendin gösterir.
Letâfet bahçesinin gül goncası neye derler, Ağzının gizli
(Güzelliğin görünüşüne ortadaki meziyetler candır; sevgili
noktasından bilinir
kime işaret etse kendini gösterir.)
Tâ olmaya zehr-âbe-keş-i firkatin âşık
Böyledir Râgıb mükâfât-ı amel kim fil-mesel
Derk eyleyemez lezzet-i vuslat neye derler
Sorsalar mağdûrunu gaddâr kendin gösterir.
197
(Râgıb, yapılanların mükâfatı hep böyledir; mesela zulme
uğramış kimdir diye sorsalar gaddar kendini gösterir.)
GAZEL 8
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
GAZEL 7
Nigâhım gül be-çeşm-i hasret-i dîdardır sensiz
Mefâ’îlün/ mefâ’îlün/ mefâ’îlün/ mefâ’îlün
Saf-ı müjgânlarım hâr-ı ser-i dîvardır sensiz
Harâbâtı görenler her biri bir hâletin söyler
(Sensiz bakışım, yüzünün hasretini çeken gözün gülüdür.
Safâsın nakl eder rindân u zâhid sıkletin söyler.
Kirpiklerimin safları sensiz duvarın üstündeki dikenlerdir.)
(Meyhaneyi görenlerin her biri onun başka bir özelliğini
söyler; rindler safâsından ham sofular sıkıcılığından
Şeb-i firkat tecellî-zâr-ı hasrettür hayâlinle
bahsederler.)
Nihâl-i kadd-ı âhım nahl-ı âteş-bârdır sensiz
(Sensiz ayrılık gecesi, hayalinle hasret iniltisinin tecellisi,
Ser-âgâz eyledikçe bahse bülbül revnaj-ı gülden
âhımın iki kat olmuş fidanı, ateş yüklü bir ağaçtır.)
Bezmde kulkul-i mînâ mülin keyfiyetin söyler.
(Bülbül gülün tazeliğinden söz etmeye başlayınca şarap
Şerer şebnem gül âteş ser-i serkeş şu’le sünbül dûd
şişesinin lıkırtısı da mecliste şarabın özelliklerini anlatır.)
Serâpây-ı gülsitân ayn-ı âteş-zârdır sensiz
(Çiğ tanesi kıvılcım, gül ateş, dik başlı servi alev, sünbül ise
Tecellî neş’esin ehl-i şikem idrâka kâbil mi
duman; kısacası bahçe baştan ayağa bir ateş dolu ocak
Behişt andıkça zâhid ekl ü şürbün lezzetin söyler.
gibidir sensiz.)
(Tecelli neşesini mide düşkünlerinin anlaması kabil mi?
Zahid cenneti andıkça yeme ve içmenin lezzetini anlatır.)
Eder hûn girye dâğ-ı câme-i nîlîde mâtem âh
Aceb tâb u teb-i firkatde dil bîmârdır sensiz.
Ne zabt-ı hâkim-i şer’i ne hükm-i zâbit-ı aklı
(Gönül ayrılık sıkıntısı ve sıcağında sensiz hastadır; kanlı
Cünûn iklîmini seyr eyleyenler râhatın söyler.
gözyaşları döker, mavi yas elbisesinin yaralarında matem
(Ne şer’i hâkimin zebtı ne akıl zâbitinin hükmü! Delilik
ahları eder.)
iklimini seyr eyleyenler sadece oranın rahatından söz
Serâser şöyle sîr-i âheng-i feryâd-ı nevâ-sâzım
ediyorlar.)
Gelû ney üstühân-ı sîne mûsîkârdır sensiz.
Miyân-ı güft ü gûda bed-meniş îhâm eder kubhun
(Baştan ayağa öylesine iniltilerimin sesinin ahengiyle
Şecâ’at arz ederken merd-i kıbtî sirkatin söyler.
dolmuşum ki boğazım ney, göğsümün kemikleri de sensiz
(Dedikodu sırasında kötü huylu kişiler çirkinliklerini ortaya
mûsîkârdır.)
koyarlar; yiğit çingene kahramanlığını anlatırken hırsızlığını
söyler.)
Degül ârâm u râhat zindegî düşvâr olur cânâ
Ten-i bîtâbıma rûh-ı revânım bârdır sensiz.
Muvâfıkdır yine elbet mizâca şîve-i hikmet
(Ey sevgili! Rahat edip dinlenmek şöyle dursun, sensiz
Tabîbin olsa da kizbi mârizin sıhhatin söyler.
güçsüz vücuduma ruhum bile yüktür.)
(Hekimliğin usûlü mizaca tabiatıyla uygun olmalıdır. Yalan
söylerse doktor hastaya iyi olduğunu söyleyerek yalan
Nigeh çeşmimde neşter her nefes sînemde bir hançer
söyler.)
Muhassal Râgıba ömrüm hayât-ı âzârdır sensiz.
(Bakışım gözümde neşter, her nefesim göğsümde bir
Perîşân hâtırımda nükte-i serbeste-veş kaldı
hançerdir. Râgıb! Kısacası ömrüm sen olmayınca sıkıntılı
Ne kimse hikmetin anlar ne Râgıb illetin söyler.
bir yaşayıştır.)
(Perişan gönlümde nükte düğümlenmiş gibi kaldı; ne kimse
hikmetini anlar ne de Râgıb sebenini söyler.)
198
GAZEL 9
GAZEL 10
Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün
Mefâ'ilün / fe'ilâtün / mefâ'ilün / fe'ilün
Bezm-i taraba câm-ı mey-i işve-nümâyız
Ne kasr-ı dil keş-i Gülşen ne sahn-ı bâğ ararız
Dest-i edebe subha-i ezkâr-ı Hudâyız.
Şu tengnâda hemân kûşe-i ferâğ ararız.
(Biz neşe ve eğlence meclisine nazlanan şarabın kadehi,
(Ne bahçenin gönül çeken bir sarayını ne de meydanını
edeb eline Allah’ın zikir tesbihiyiz.)
ararız. Tek aradığımız şu daracık dünya hapishanesinde
sadece serin bir köşedir.)
Olsak ne kadar kîse tehî nakd-ı gınâdan
İrfân ile mâhsud-ı kirâm-ı vüzerâyız.
Olup meşâm-ı hezâr-arzû zükâm-ı visâl
(Mal mülk bakımından her ne kadar kesemiz boş da olsa
Henüz ki şemm-i gül-i kâme bir dimâğ ararız.
irfan bakımından ulu vezirleri kıskandıran biriyiz.)
(Binlerce, arzunun burnu kavuşma nezlesi olup şimdi istek
gülünü koklamaya bir dimağ arar.)
Meşhûdumuz ahbâbdan endûh u kederdür
Bak hikmete kim nüsha-i ihvân-ı safâyız.
Rızâya hükm-i kazâda muvâfıkız ammâ
(Dostlardan gördüğümüz sürekli dert ve sıkıntıdır; biz içi
Biraz da mezheb-i insâf da mesâg ararız.
tertemiz olan kardeşlerin nüshasıyız. Şu hikmete bak!)
(Kaza hükmüne rıza göstermeye muvafakat ederiz ama biraz
da insaf mezhebinde izin ararız.)
Âvâzemizin revnakıdır şöhret-i Gülşen
Bülbül gibi her çend ki bî-berk ü nevâyız.
Delîl-i aklı edüp rehnümâyı hazret-i dost
(Bülbül gibi her ne kadar elinde avucunda hiçbirşeyi
Fürûg-ı mihri yakıp mâhdan çerâg ararız.
olmayan kişilersek de bahçenin şöhreti çığlığımızın
(Dost hazretlerine akıl delilini klavuz edip güneşin ışığını
güzelliğidir.)
aydan yakıp çıra ararız.)
Teklîf ü tekellüfle değül meşrebi tasdî’
Zemîn-i sîne-i kâvişde nevk-i sîne-i ah
Bir bûseye kâni’ olur âlüfte gedâyız.
Sezâ-yı kâse-i tahsîn-i nakdı dâğ ararız.
(Biz teklif ve tekellüfle baş ağırtıcı biri değiliz; sevgilinin
(ah sînesinin oku, oyulmuş gönlün zemininde iken âferin
bir öpücüğüyle yetinen, perişan kullarız.)
kesesine layık olacak yara parası ararız.)
Bir gûne bizi eyledin ey şûh ferâmûş
Vüfûr –ı himmet ile Hızr-ı güm rehân olalım
Gûyâ ki hayâlinde senin harf-ı vefâyız.
Niçün bu vâdi-i hayretde bir sürâğ ararız.
(Ey nazlı sevgili, bizi de bir başka şekilde hatırından
(Niçin bu hayret vadisinde bir iz arayıp pek çok himmet ile
çıkardın, sanki senin hayalinde biz vefa harfiyiz.
yolunu kaybetmiş duruyoruz; Hızır olalım.)
İhlâsımızın görmedik âsârını aslâ
Haşmet
Âgûş-ı tereddüde meger hayr-du’âyız.
GAZEL 1
(Tereddüt kucağında her ne kadar hayır duacı isek de temiz
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
düşüncelerimizin eserlerini hiç görmedik.)
Ne dem tîrin eşi’a hâlesim zih-gîr eder mehtâb
Sevâd-ı şâmı hep der-kabza-i teshîr eder mehtâb
Demsâz-ı sabâ oldı Ruhâvî bize Râgıb
Ay ışıkları ok, haleyi ok atanların parmaklarına geçirdikleri
Dilbeste-i zencîr-i ser-i zülf-i Ruhâyız.
halka yapar. O zaman ay ışığı, akşamın karanlığına
(Râgıb, Urfalı bize seher yeli gibi eşlik etti, biz Urfa’nın saçı
tamamen egemen olup elinde tutar.
zincirine saçımızı bağlamışız.)
Mey- âşâmâne câm-ı işreti göstermeye şebde
199
Felekde sâ’id-i sîm-i ferin teşmîr eder mehtâb
Ay ışığı, gece vakti, içki içenlere içki kadehini göstermek
Suda’-ı rnc-i humâr-ı firâkı def’ etdim
için, gökyüzünde gümüş gibi parlak kollarını sıvar.
Öpünce la’lini dedim zihî şarâb şarâb
Sevgilinin kırmızı dudağını öpünce, ayrılık sarhoşluğunun
Miyân-ı çarha hurşîdi edince paleheng-âsâ
rahatsız edici baş ağrısından kurtuldum. Bu şarap ne güzel
Semâda mevlevî devrânını tanzir eder mehtâb
şarap dedim.
Ay ışığı, güneşi göğün ortasına kemendle asınca,
gökyüzünde mevlevî gibi dönmeye başlar.
Fürûğ-ı âteş-i terdür zemîn-i âlem-i âb
Bu âb u tâbı anunçün bulur kebâb şarâb
Çeker âyât-ı envârı beyaza levh-i nîlîde
İçki meclisinin tabanı, yeni ateşle parlamıştır. Onur için
Şu’â’ın hâme-i zerrîn edip tahrîr eder mehtâb
şarap ve kebabda bu güzellik ve parlaklık bulunuyor.
Ay ışığı, nurlu âyetleri mavi tabakada beyaza çeker.
Işınlarını altın kalem yapıp yazar.
Nümâyişinde tefâvüt zuhûr eder Haşmet
Ne vech perde-i rengîn eder nikâb şarâb
Safâ-yı bezm-i leylî gösterip erbâb-ı sevdâya
Haşmet, şarap sevgilinin yüzünü nasıl renkli bir perdeyle
Gece Mecnûn gibi uşşâkı sahrâ-gîr eder mehtâb
örttü ki görünüşünde farlılık ortaya çıktı.
Ay ışığı, sevda çekenlere, gece meclisinin zevkini gösterip
âşıkları Mecnun gibi gece çöle düşürdü.
GAZEL 3
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
Izâr-ı nev-tırâş eyler dili sevdâ-yı hatdan dûr
Şitâb-ı pây-ı himmetle tarîk-i ilticâdan geç
Siyeh-kârî-i düzd-i şeb-revi teşhir eder mehtâb
Sebük-seyr-i tevekkül ol gönül bâb-ı recâdân geç
Yeni tıraş olmuş yanak; gönülü, ayva tüylerinin sevdasından
Sığınma yolundan himmet ayağıyla koşarak geç. Gönül,
uzaklaştırır. Ay ışığı, gece giden hırsızın kötü işlerini
tevekkülde çabuk yürü, dileme kapısından gç.
gösterir.
Yeter ey merdüm-i dîde sirişki eyledin pür-cûş
Yed-i beyzâ-yı şöhretdir felekde Haşmetâ çarha
Bu deryâyı peyâpey mevc-i mihnetde şinadân geç
Ne dem ser-pençe-i envârını tenvir eder mehtâb
Ey göz bebeği, yeter gözyaşlarını coşturduğun. Bu denizi
Ey Haşmet! Ay ışığı, ne zaman gökyüzüne güçlü ışınlarını
sıkıntı dalgasında durmadan yüzerek geç.
salıp aydınlatsa, gökyüzünde ünlü yed-i beyzâ oluşur.
(Yed-i beyzâ Beyaz el demektir. Hz Musa’nın parlayan eli,
Alâyık sedd-i râhıdır sebük-pâyân-ı tecrîdin
ilk mucizesiydi.)
Gidersin dergeh-i Hakk’a güzergâh-ı fenâdan geç
Dünya ilişkileri, Tanrı’ya yönelmede ayağı çabuk olanın
GAZEL 2
yolunda engel teşkil eder. Tanrı’nın katına varmak
Mefâ'ilün / fe'ilâtün / mefâ'ilün / fe'ilün
istiyorsan, yok olma geçicidinden geç.
Verince la’l-ı leb-i yâre âb u tâb şarâb
Bu hânumân-ı dili eyledi harâb şarâb
Bize teşrîfe mâni’ va’dine incâz zor ammâ
Şarap, sevgilinin yakut gibi kırmızı dudağına güzellik ve
Behey zâlim hele bir kerecik semt-i vefâdan geç
parlalık verip, gönül evini harap etti.
Bizi onurlandırmaya engel, sözünü yerine getirmek zor
amma, behey zalim hele bir kez de vefâ semtinden geç.
Çerâğ-ı âha ne hâcet göründü sub-ı visâl
Edince ruhları hem-reng-i âfitâb şarâb
Görünce seyl-i ekşim meyl edip Haşme dedi ol şûh
Şarap, yanakları güneş rengine döndürünce, kavuşma
Bu seylâb-ı firâkı cisr-i vasl-ı dilrübâdan geç
sabahı göründü. Artık âhın mumuna gerek kalmadı.
200
O oynak güzeş, sel gibi gözyaşlarımı görünce hoşlanıp,
Bu bezm-i neş’e-fürûzun usûl-ı devriyle
‘’Haşmet, sevgilinin kavuşma köprüsünden geç, ayrılık
Şarâb u sâgar u mînâ dolartaşar boşalır
gözyaşlarını terket’’. dedi.
Neşesi parlak olan bu meclisin devir usulüyle şarabı, kadehi
ve şişesi dolar, taşar, boşalır.
GAZEL 4
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Dolunca dîde-i ter çeşme-sâr-ı ekşimden
Râzdân-ı aşa hâlin âşıkân söyler yatur
Misâl-ı kırba-ı sakkâ dolar taşar boşalır
Derdini nabz-âşinâya hastegah söyler yatar
Gözyaşlarımın boş çeşmesindn, nemli gözlerim dolunca,
Aşıklar durumlarını, aşk sırrını bilene söyleyip dururlar.
sakanın su kabı gibi dolar, taşar, boşalır.
Hastalar, dertlerini doktora söyleyip yatarlar.
Edince halvet o şûh ile kulleteyn-âsâ
Gelse bir şeb bî-tekellüf der-firâş olup o şûh
Dü-çeşm-i âşık-ı şeydâ dolar taşar boşalır
Leb-be-leb dil-hâhını bana nihân söyler yatar
Olayların coşkun tufanının dalgasının ortaya çıkmasından
O oynak güzel, bir gece teklifsiz gelip yatakta, dudak
dünyanın su içme yerinin uzayı dolar, taşar, boşalır.
dudağa gönlünün isteğini bana gizlice söylese yatsa.
Bu âb u tâb-ı zekanla derûn-ı dil Haşmet
Zahm-dârı her dem iskât edemez şîrîn-edâ
Hulâsa dev-i çeh âsâ dolar taşar boşalır
Kıssa-ı zahmından etfâl-ı hitân söyler yatar
Haşmet! Sevgilinin çenesinin bu güzellik ve parlaklığıyla,
Tatlı edâ, yaralıyı her an susturamaz. Yarasının
gönlünün içi, kısaca, kuyu kovası gibi dolar, taşar, boşalır.
hikâyesinden sünnet edilmiş çocuklar bahsedip yatarlar.
GAZEL 6
Sîne ser-âheng-i nâlişdir gülû dem-saz-ı âh
Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün
Hâlimi santur ü nây-ı pür-figân söyler yatar
Ruhsat bulunur dâmen-i cânân ele girmez
Kalp, inleyişin baş ahengidir, boğaz onun arkadışıdır.
Cânân bulunur kûşe-i imkan ele girmez
Durumumu yalnızca inleyen ney ve santur anlıyorlar.
İmkan ele geçtiğinde sevgilinin eteği ele geçmez, o
bulunduğu zamansa bir fırsat yakalamak ne mümkün!
Vak-i hicrân bâis-i efzâyiş-i efgân olur
Her şebân ki subh olunca bülbülân söyler yatar
Her dânesin ârâyiş-i târ-ı nazar eyler
Ayrılık zamanı, inleyişin çoğalmasına sebeb olur. Her gece
Eşkim gibi bir subha-i mercân ele girmez
ta sabah oluncaya kadar bülbüller ötüp duruyorlar.
Her tanesini bakış ipliğine dizerek süsler, benim göz yaşım
gibi mercan bir tesbih ele geçmez.
Haşmetâ kimm- nutk eder bu nev-zemîni yâ meger
Ziver-i âgûş-ı ta’lîmim olan söyler yatar
Ruhsârını âzürde-i dest-i talep etme
Ey Haşmet, bu yeni tarzı kim söylüyor? Herhalde dersimin
Efsürde olur ol gül-i handân ele girmez
kucağının süsü olan söyleyip yatıyor.
Yanağını istek eliyle incitme, açılmış gül ele alınmaz, solar.
GAZEL 5
Arz etme abes çâk-i girîbân-ı niyâzı
Mefâ'ilün / fe'ilâtün / mefâ'ilün / fe'ilün
Feryâd ile ser-rişte-i ihsân ele girmez
Ne dem ki câm-ı tarab-zâ dolar taşar boşalır
Bağırıp çağırmayla bağış ipi düğümü ele geçmez; boş yere
Sebû-yı bezm-i ehibbâ dolar taşar boşalır
yalvarıp yakarma örneği olan yırtık yakanı sevgiliye
Neşe veren kadehin dolup, taşıp boşaldığı zaman dostların
gösterme.
meclisinin şarap destisi de dolup, taşar, boşalır.
Koynundan ayırma bil anın kadrini ey şûh
201
Haşmet gibi bir nüsha-i irfân ele girmez
Bir nev-nihâl-i bâğ-ı bahâya dayanmışız
Ey şen şakrak sevgili, Haşmet gibi bir irfan kitabı kolay ele
Ham-geşte-i hevâyız asâya dayanmışız
geçmez, onun değerini bil, koynundan ayırma.
Değerli bağın bir taze fidanına dayanmışız. İstek ve
arzulardan belimiz bükülmüş, bastona dayanmışız.
GAZEL 7
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
Sen müttekî-i bâliş-i zer-kâr-ı câh isen
Hâb-ı huzûru âh u bükâdan uçurumuşuz
Biz âsitân-ı bâb-ı Hüdâya dayanmışız
Biz reng-i rûyu âb u hevâdan uçurmuşuz
Sen, yüksek makamın altın işlemeli yastığına dayanmışsan,
Ah edip ağlayarak rahatlık uykusunu uçurmuşuz. Biz yüzün
biz de Tanrı’nın kapısının eşiğine dayanmışız.
rengini su ile havadan uçurmuşuz.
Emdikçe la’lin ohşadım ebrû-yı hançerin
Ey dil hevâ-yı nefs ile bu rûzgârda
Sermest olup oraya buraya dayanmışız
Evrâk-ı zühdü dest-i riyâdan uçurmuşuz
Kırmızı dudağını emdikçe, hançere benzeyen kaşını da
Ey gönül, bu zamanda nefsin isteğiyle zühd yapraklarını iki
okşadım. Sarhoş olup oraya buraya dayanmışız.
yüzlülük elinden uçurmuşuz.
Bilmem safâ-yı pister ü bâlîn-i râhatı
Ey nâzenîn sanma gönül pür-çemendendir
Râh-ı hevesde seng-i cefâya dayanmışız
Şehbâz-ı şevkı biz o yuvadan uçurmuşuz
Rahatın yastık ve yatağın zevkini bilmem. Çünkü istek
Ey nazlı, gönülün bol çimenlikte olduğunu sanma! Arzunun
yolunda eziyet taşına dayanmışız.
doğan kuşunu biz o yuvadan uçurmuşuz.
Korkmam hücûm-ı mâr-ı zebân-ı zamâneden
Etdi eser o seng-dil-i şîrîne giryemiz
Haşmet asâ-yı kilk-i edâya dayanmışız
Biz cûybâr-ı aşkı kayadan uçurmuşuz
Devrin dilinin yılanının saldırısından korkmam. Haşmet, biz
Gözyaşlarımız, merhametsiz olan o güzele etki etti. Biz aşkın
edâ kaleminin bastonuna dayanmışız.
ırmağını kayadan akıtmışız.
Bâb-ı refî’-i âsaf-ı asrı penâh edip
Dest-i zebân olunca asâ-gîr-i medd-i âh
Dağlar gibi o sadr-ı atâya dayanmışız
Mürgân-ı sabrı bâm-ı hayâdan uçurmuşuz
Çağın vezirinin yüce kapısını sığınak edip, dağlar gibi o
Dilin eli, uzun uzun çekilen ahın bastonunu tutunca, sabır
bağış göğsüne dayanmışız.
kuşlarını, utanma bacasından uçurmuşuz.
GAZEL 9
Bu bâd-perr-i nazmı çü tıfl-ı hevâ-perest
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Haşmet bu nev-zemîn-i edâdan uçurmuşuz
Bezm-i câhın nice câm-ı zer-nigârın görmüşüz
Haşmet, bu nazm uçurtmasını tıpkı aklı havalarda küçük
Der-akab dest-i ferahda inkısârın görmüşüz
çocuklar gibi yeni bir üslup ile uçutmuşuz.
Biz makam, mevki toplantılarının pek çok altın işlemeli
kadehini gördük; ama hemen ardından mutluluğun elinde
kırılıp parçalandıklarına şahit oldum.
Eyyâm-ı devletinde eyâ kulzüm-ı himem
Keşti-i ye’si mevc-i safâdan uçurmuşuz
Ey himmet denizi, senin o mutlu günlerinde ümitsizlik
Oldu dâğ-ı mâsivâ hem-pertev-i mihr-ı Hudâ
gemisini safa dalgalarının üstünden uçurmuşuz.
Biz tecelli-zâr-ı aşkın nûr u nârın görmüşüz
Masiva yarası ilahi nurun parıltısıyla bir oldu; biz aşkın
GAZEL 8
tecelli ettiği yerin hem ateşini hem de nurunu görmüş
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
kişileriz.
202
Düşme vâdî-i niyâza etme ifnâ-yı vücûd
Gerçi pertev-riz olur ammâ yanar mânend-i mûm
Âb-ı rûyun hıfz edip âb-ı hayâta nâ'il ol
İbn-i vaktin çok çerağ-ı şu’le-dârın görmüşüz
Yalvarma vadisine düşüp vücudunu yok etme. Şeref ve
Her ne kadar ışık saçarsa da yanışı mum gibidir, biz zaman
haysiyetini koru, âb-ı hayât ulaş.
çocuğunun çok ışık veren çıralarını gördük. (İbn-i vakt,
tasavvuf terimlerindendir. Zamana uyan, gereklerini yerine
Hâksâr ol sürme-âsâ çeşmine gir âlemin
getiren, geçmiş ve geleceği düşünmeden Tanrı buyruğuna
Nûr-ı ayn-ı ibret ol sırr-ı şu'ûna vâsıl ol
uyan sofi anlamında kullanılır.)
Sürme gibi toprağa karış, dünyanın gözüne gir. İbret
gözünün nuru ol, önemli olayların sırrını anla.
Geh hat-âver gâh sâde-rûya dildâde gönül
Âlem-i aşkın dahi leyl ü nehârın görmüşüz
Pertev-i hûrşîdmânend olma dil-hûn-ı zevâl
Bazan parlak yüzlülere bazansa tüyleri çıkmış olanlara
Neş'e-i feyz-i bahâr ol her giyâha şâmil ol
gönül verdik; biz aşk âleminin gecesini de gündüzünü de
Güneşin ışığı gibi, batmadan dolayı dertli olma. Bahar
gördük.
feyzinin neşesi ol, her ota değiş.
Bûse-hâh olsam o mehrûdan eder ibrâz-ı hat
Keff-i yedd et kâbiliyetden derûne Haşmetâ
Nahl-i ümmîdin bu yüzden berk ü barın görmüşüz
Dest-res olmak dilersen devlete nâ-kâbil ol
O ay yüzlü sevgiliden bir öpücük istesem o karşılık olarak
Haşmet! İçini yetenekten temizle, devlete ulaşmak istersen
yanağından sunar; bu yüzden biz umut fidanının hem
cahil ol.
yaprağını hem de meyvasını gördük.
Fıtnat Hanım
Kâse-i gerdûnu kim uydurdu devr-i hâhişe
GAZEL 1
Biz bir ednâ sâgarın hayli humarın görmüşüz
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Dönen felek kadehini arzu dönüşüne kim uydurabildi; biz bir
Bağda güller ruhun seyriyle hayr’an oldu hep
değersiz kadehin epeyce sarhoşluğunu gördük.
Kâkülün reşkiyle sünbüller perîşân oldu hep
Bahçedeki güller yanağını seyr edip hayran oldular,
Her birinden Haşmetâ ma’nâ-yı âher fehm olur
sünbüllerse kâküllerini kıskanmaktan büsbütün perişan bir
Nüsha-i dehrin hemân nakş ü nigârın görmüşüz
hale geldiler.
Dünya nüshasının biz sadece resim ve süslemelerini gördük;
Haşmet, onların her birinden başka başka anlamlar çıkar.
Bir nigâh-ı nâza şâyân olduk ammâ neyleyim
Sînemiz âmâcgâh-ı tîr-i müjgân oldu hep
GAZEL 10
Bir nazlı bakışa lâyık olduk ama ne yapalım, göğüsümüz
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
kirpikleri okunun nişan tahtası oldu.
İktisâb-ı safvet et bir kâmil-i rûşen-dil ol
Mihr-i âlem gibi pertev-bahş-ı vâlâ-menzil ol
Ârız-ı âlin senin ey gonca –leb ettim hayâl
Kalp temizliğini edin, gönlü aydın bir olgun kişi ol. Dünyayı
Hâne –i hâtırına reşk-i gülistân oldu hep
aydınlatan güneş gibi yüce konak yerlerine ışık bağışla.
Ey gonca dudaklı sevgili, senin al yanağını hayal edince
gönül evini bütün gül bahçesi kıskandı.
Geldi hat erdi zevâle âfitâb-ı ta'lâtın
Gündüz olmazsa gece bir yol kenâra mâ-il ol
Çâşnî-bahş oldu ol kân-ı melâhat bezme çün
Sakalın geldi, yüzünün güneşini battı. Gündüz olmazsa gece
Sâgar-ı mey aks-ı la’liyle nemekdân oldu hep
bir yol kucağıma gel.
O güzellik ocağı meclise tad, tuz verince kırmızı dudağı
yansımasından şarap kadehi lezzet veren tuzluk oldu.
203
Ey sevgili, küstah âşık için iyive kötü davranış arasında fark
yoktur. Tek sen bizi hatırdan çıkarma da istersen cefâ et.
Fıtnat ol şîrîn-dehen nutka gelince nâz ile
Feyz-i güftâr ile âlem şekkeristân oldu hep
Fıtnat, o tatlı dilli sevgili konuşmaya başlayınca sözleri
Dedi dilber eylemezdim bûse-i la’lim dirîg
bereketinden bütün dünya şeker ülkesi oldu.
Kand ile beslerdim olsaydı eğer cerrâr bir
Dilber, eğer dilenci bir olsaydı onu şekerle besler,
dudağımın öpücüğünü ondan esirgemezdim, dedi.
GAZEL 2
Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün
Cellâd-ı gamze gerçi kim eyler ezâ-yı rûh
Gûş ederdi nâle-i uşşâkı ol gül neylesin
Uşşâka lîk gelmedi andan safâ-yı rûh
Bâğ-ı kûyunda değildir andelîb-i zâr bir
Her ne kadar gamze cellâdı işkence yaparsa da aşıkiar
Bulunduğu bahçede ağlayıp inleyen bülbül bir tane olsaydı
bundan hiç zevk alamadı.
o gül yüzlü sevgili aşıklarının feryatlarını duyardı.
Ver nakd-ı cânı bûs-ı le-bi la’line gönül
Gerçi çok dîvâne cânâ Kays ile Ferhâd-veş
Gel eyle şevk-i aşkda bey ü şirây-ı rûh
Vâdi-i aşk içre ammâ Fıtnat-ı gam-hâr bir
Gönül, can değerini, kırmızı dudağı öpmeye ver; gel aşk
Her ne kadar Kays ve Ferhad gibi deli divane çoksa da
şevkinde ruh alış verişinde bulun.
vâdisi içinde dertli tek kişi Fitnat’tır.
Ölmez misâl-i Hızr kalır zinde haşre dek
GAZEL 4
La’lin hayâli ile edenler fedâ-yı rûh
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
Kırmızı dudağın hayâlile ruhlarını feda edenler, Hızır gibi
Nedir ey dil sebep cevre o yâr-ı bî-vefâdan sor
ölmezler, kıyamete kadar hayatta kalırlar.
Tegâfül âşıka gayre nigâh âşinâdan sor
Ey gönül bu işkenceye sebep ne, bunu o vefasız sevgiliden
sor: âşıka aldırmama başkalarına bakışları yine ondan sor.
Cânâ gönül geçer mi bu bigâne vaz’ ile
Âşık seninle rûz-ı elest âşinâ-yı rûh
Ey sevgili, gönül! Bu ilgisiz tavırlarla geçer mi? Aşık, sana
Anın yazmaz ilacîn ey tabîb enmûzec ü kânûn
elest gününden beri ruhen âşinadır.
Şifâsın hasta-i aşkın o la’l-i cân-fezâdan sor
Doktor onun ilacını hiç bir yerde ve kitapta bulamazsın: aşk
Düşnâmı telh etse nola Fıtnat ol âfetin
hastasının dermanını o cana can katan sevgilinin
Ammâ ki bûse-i leb-i la’li gıdâ-yı rûh
dudağından sor.
Fıtnat, o âfetin sövüp sayması acı gelse de ne yapalım;
kırmızı dudağının öpülmesi âdeta ruhun gıdası.
Bilinmez kadri mahmûr olmadıkça neşve-i câmın
Şebâb eyyâmının keyfiyyetin pîr-i dûtâdan sor
GAZEL 3
Kadeh neşesinin kıymeti mahmur olmadan bilinmez: gençlik
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
günlerinin tadını iki kat olmuş ihtiyardan sor.
Yok nazîri mülk-i hüsn içre cemâl-i yâr bir
Kim olur âlemde zîrâ mihr-i pür- envâr bir
Ser-i kûy-ı dil-ârâya varırsan ey sabâ lutf et
Sevgilinin güzellik ülkesi içinde eşi benzeri yok, onun
Nedir hâli o mahbûsî-i zâr u mübtelâdan sor
güzelliği yegâne. Çünkü dünyâda ışık saçan güneş bir tane
Ey seher yeli, gönlü süsleyen sevgilinin bulunduğu yere
olur.
uğrarsan lutf et o tutkun ve ağlayıp inleyenin hapislik hali
nedir diye sor.
Tek ferâmûş etme hâtırdan hemân eyle cefâ
Âşık-ı küstâha cânâ lutf ile âzâr bir
Harîdâr ol gönül ver nakd-ı cânı kâle-i vasla
204
Ne ister üstüne ol hâce-i hüsn ü bahâdan sor
Yapmak da meyhanede kalmıştır, yapılma da artık bayındır
Gönül can değerini verip kavuşma kumaşı almaya istekli ol:
eserler hep yıkık dökük yerlerde kalmıştır.
değer ve güzellik tüccarı üste ne ister, sen onu sor.
Girdâb-ı şuur içre ser-geştedir âkiller
Ele almış değildir nüsha-i mihr ü vefâyı yâr
Âzâdeliğin zevki dîvânede kalmıştır
O bî-rahme sorarsan Fıtnatâ fenn-i cefâdan sor
Akıllı kişiler şuur girdabına düşmüşler, başları dönüp
Sevgili, vefa ve sevgi kitabını eline almış değildir: Fıtnat
durmada; özgürlük zevki ancak delide kaldı.
eğer o zâlime soracaksan işkence alanından bir şeyler sor.
Sûfî arayıp gezme bîhûde mesâcidde
GAZEL 5
Feyzin eseri şimdi hum-hânede kalmıştır
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Ey sofu, mescidde boş yere dolanıp durma, şimdi feyiz eseri
Her gönülde tâb-ı rûy-ı yâr kendin gösterir
ancak meyhanede bulunabilir.
Kande varsan mihr-i pür-envâr kendin gösterir
Nereye gitsen parlak güneşin kendisi gibi, her gönülde
Ol çeşm hamûş olmuş hem-sâye-i küfr-i zülf
sevgilinin yüzünün parlaklığı kendini belli eder.
Îsâ bu gece gûyâ büthânede kalmıştır
Zülfün kara gölgesiyle birlikte o göz susmuş. Sanki İsa
peygamber bu gece putlar evinde kalmış.
Arzû-yı la’l-i yâr olsun mu hîç dilden nihân
Câm-ı mînâdan mey-i serşâr kendin gösterir
Sevgilinin dudağı arzusu hiç gönülden gizlenir mi? Taşmak
Da’vâsını terk etsin bülbülde fedâ yoktur
üzere olan şarap, şişesinden anlaşılır.
Bir nükteciği aşkın pervânede kalmıştır
Bülbül canını fedâ etmeyi göze almaz, davasından
Bûseye minnet mi var geldikde hatt-ı sebz-i yâr
vazgeçmezsin. Aşkın pek küçük bir eseri, ancak kendini
Nevbahâr eyyâmı elbet yâr kendin gösterir
yakmaktan çekinmeyen pervânede kalmıştır.
Sevgilin tüyleri yeni bitmeye başladıkça öpücüğe minnet mi
var. İlkbahar günlerinde sevgili elbette kendini
Derd-i dilim arzettim güldü dedi ol kâfir
gösterecektir.
Nolmuş yine Esrâra efsânede kalmıştır
Gönlümün derdini söyleyince o kâfir gülüp şöyle dedi:
Esrâr’a gene neler olmuş da masallar anlatıyor.
Gırre olma hüsne kim bir gün zuhûr-ı hat ile
Dûd-ı âh-ı âşık-ı gam-hâr kendin gösterir
Güzelliğine güvenme, bir gün tüylerin çıkmasıyla aşığın âhı
GAZEL 2
dumanı kendini gösterir.
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
Her dem ki meclise o büt-i bî-bedel gelir
Söyler elbet hâlini Fıtnat meseldir ehl-i derd
Ol dem şarâb-ı telh bize pek güzel gelir
Aşk ola bir sînede eş’âr kendin gösterir
Her ne zaman meclise o eşsiz gelirse o an acı şarap bize pek
Ey Fıtnat dert sahibi olanlar tabiatıyla hallerin söylerler.
güzel gelir.
Bir sinede aşk olunca şiirin kendini gösterdiği
söylenegelmiştir.
Bî-kaydlık da kayddır ehl-i tekellüfe
Terk-i emel o bahsde ayn-ı emel gelir
Esrâr Dede
Gösteriş sahiplerine kayıtsız olmak da ayrı bir sıkıntıdır. Bu
GAZEL 1
konuda istek ve arzuları terk etmek dileğin kendisi gibi gelir.
Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün
Yapmak da yapılmak da meyhânede kalmıştır
Bir derd-nâk söz var ise söyle zâhidâ
Âsâr-ı imâret hep virânede kalmıştır
Efsâne açma revnak-ı bezme kesel gelir
205
Ey zâhid eğer dokunaklı bir sözün varsa söyle, efsane açıp
Derviş, bütün dünyanın sultanı da olsa mevlevi bakışına,
meclisimizin güzelliğinin tadını tuzunu kaçırma.
ilgisine muhtaçtır.
Cism-i nizâr cândan usandırdı hod beni
Her subh felekde mihr-i cevvâl
Ya Rab o gün olur mı peyk-i ecel gelir
Yek şu’le-i âh-ı mevlevîdir
Zayıf vücudum beni de candan usandırdı. Tanrım acaba ecel
Her sabah gökyüzünde hareket eden güneş mevlevi âhının
habercisinin geldiği günü görecek miyim?
sadece küçük bir parıltısıdır.
Cism-i harâb kâbil-i süknâ-yı gam değil
Ruhsârı o nev-resîde mihrin
Bilmem ne dem bu köhne binaya halel gelir
Bedr olmada mâh-ı mevlevîdir
Harab vücudum gamın oturmasına elverişli değil. Bu köhne
O yeni yetişen güneş yüzlü mevlevi ayının yanağı bedr
binaya bilmem ki ne zaman yıkılıp gidecek?
olmadadır.
Hüsn elde iken eyle cefâ bî-nevâlara
Bu izzet ü bu şerâfet-i dos
Kâfir seninle söyleşecek bir mahall gelir
Şâyeste-i câh-ı mevlevîdir
Güzellik elde iken bu zavallılara zulm etmeye devam et. Ey
Bu saygınlık, bu yücelik ve ululuk mevlevîlerin makamına
kâfir, seninle konuşulacak, görüşülecek bir yer olacak elbet.
layıktır
Takrîre muktedir değilim derd-i sinemi
Ne çağrışır on sekiz bin âlem
Hûn-ı derûnum ağzıma nokta bedel gelir
Hep tâle bekâah-ı mevlevîdir
Derdimi anlatmaya gücüm yetmez. İçimdeki kan noktaya
Bu on sekiz bin âlemin niçin çığrıştığını sanıyorsun? Hep
benzeyen ağzıma gelir kalır.
Mevlevilerin ebediliği içindir bu.
Besdir melâmetim bana sâkî şarâb ver
Tennûre açıp semâ eder çarh
Kayd etme neyse başıma hükm-i ezel gelir
Ser-geşte-i râh-ı mevlevîdir
Ey içki sunucu, rezilliğin bana yeter. Sen şarap ver, gerisini
Gök kubbeleri, Mevlevilerin yolunda kendilerinden
de düşünme. Ezelde ne takdir edilmişe başıma o gelir.
geçtikleri için tennure açıp sema ediyorlar
(Tennûre: Mevlevi dervişlerinin sema sırasında giydikleri
geniş eteklik)
Esrâr bezm-i meyde düşüp mest-i bî-şuûr
Geh âh u nâle geh lebime bir gazel gelir
Esrâr içki meclisinde kendini bilmez sarhoş olarak düşüp
Dervîşidir âsumân o şemsin
kalmış. Dudağında bazen ağlayıp inleme, bazen da bir gazel
Me’mûn-ı penâh-ı mevlevîdir
dökülür.
Mevlevilerin güvenli sığınağı olan gökyüzü o güneşin
dervişidir
GAZEL 3
Mef’ûlü Mefâ’ilün Fe’ûlün
Esrârı şâhâne ettiren nâz
Dil çâker-i şâh-ı mevlevîdir
Başında külâh-ı mevlevîdir
Üftâde-i râh-ı mevlevîdir
Esrâr Dede’yi sultanlara yakışır nâza ulaştıran başındaki
Gönül mevleviler sultanının kulu kölesi, onların yolunun
Mevlevi külahıdır
zavallı yolcusudur.
GAZEL 4
Dervîş ki şâh-ı âlem olsa
Fe’ilâtün Fe’ilâtün Fe’ilün
Muhtâc-ı nigâh-ı mevlevîdir
Ne Süleymân ne Selîm’in kuluyuz
206
Hazret-i Rabb-i Rahîmin kuluyuz
Halkı sermest-i tegâfül eyleyip tenhâ gelip
Biz ne Süleyman’ın ne de Selim’in kuluyuz ancak Rahman
Âhir-ı mecliste etti yâr-ı bî-pervâ semâ
olan Hazret-i Allah’ın kuluyuz.
Korkusuz sevgili halkı gaflet sarhoşluğuna düşürüp ve tek
başına gelip meclisin sonunda semâ etti
Hurev-i âleme yok minnetimiz
Öyle bir şâh-ı kerîmin kuluyuz
Sûfi-i pîçîde-dâmen zâhid-i pâ-der-gili
Biz öylesine cömert bir padişahın kuluyuz ki bu yüzden
Râh-ı cânda eylemez kendisine hem-pâ semâ
dünya sultanlarına minnetimiz yoktur.
Kıvrılmış etekli sofu ile ayağına toprak bulaşmış zâhid, can
yolunda semaya ayak uyduramaz
Arîf-i ehl-i fenâ çâkeriyiz
Sâlik-i merd-i adîmin kuluyuz
Şûle-i âh-ı derûn-ı mevlevîden bâl açıp
Dünyadan elini eteğini çekmiş ârif kişilerin kulu, yokluk
Oldu bir şehbâz-ı kuds-i âsümân peymâ semâ
isteyenlerin yolundan gidenlerin kölesiyiz.
Semâ Mevlevinin içinden gelen âhın kıvılcımlarından kanat
açıp kutsal göğü aşıp geçen iri bir doğan oldu
Bendelik eyler isen kendinedir
Sanma biz hûr u naîmin kuluyuz
Şeş cihetten zimmetin ibrâ için sermest olup
Birine kul olacaksan kendine kul ol, bizi cennet hurilerinin
Tâ huzûr-ı yâra çıkdı bî-ser ü bî-pâ semâ
ve nimetlerinin kulu zannetme
Semâ, altı yönden aklanıp temize çıkmak için sarhoş olup
başsız, ayaksız tâ sevgilinin huzuruna kadar çıktı
Gevher-i kâbiliyyet âşıkıyız
Anlama kim zer ü sîmin kuluyuz
Hükmüi bişnevdir sened destinde hâlâ mutribin
Sen bizi altın ve gümüşün kulu, kölesi sanma, biz sadece
Hallini Monlâ-yı Rûm’dan etti istiftâ semâ
yetenek cevherinin tutkunuyuz.
‘’Dinle’’hükmü çalgıcının elinde hâlâ senettir; semâ bunun
çözümünü Mevlânâ’dan sordu
Câhil-i münkire dersen har u hûk
Ârif-i sırr-ı alîmin kuluyuz
Nâydan emr-i ecûbû dâ’iyu’llâh gelmese
İnkarcı câhile eşek ya da domuz denirse biz de bütün ilâhi
Etmez idi enfüs ü âfâka istîlâ semâ
sırlara vâkıf olan ârifin kuluyuz
Neyden Allah’ı çağırana katılınız emri gelmeseydi semâ
nefsi ve dışını kuşatamazdı
Pâdişâhâne edâyız Esrâr
Ya’ni Hünkâr-ı azîmin kuluyuz
Şûle-i âvâz-ı ney âvâze-i inî ene
Ey Esrâr, bizim sultanlara mahsus bir tavrımız var: yani ulu
Mûsî-i hayret-zede dil vâdi-i Sînâ semâ
Hünkâr’ın kuluyuz
Neyin inleme şulesi, ’’ben Allah’ım’’yankısı şaşkına dönmüş
Musa gönül. Sina vâdisi ise semâdır.
GAZEL 5
(Taha sûresinin Hz. Musa ile ilgili. Ayetine telmih
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
yapılmıştır)
Geldi dehre etti gitti hazret-i Monla semâ
Ol zamânın vâlih ü hayrânıdır hâlâ semâ
Müjde-i teşrîf-i Monlâ vahy olup mîrâcda
Hazret-i Mevlâna bu dünyaya gelip semâ edip gitti; semâ
Farz oldu ehl-i derde ol gece gûyâ semâ
hâlâ, o anın şaşkınlık ve hayranlığı içindedir.
Mirac sırasında Hz. Mevlânâ’nın geleceği müjdesi vahy
(Semâ: Mevlevilerin âyin sırasında cezbe haliyle ayakta
edildiğinden dolayı derd ehli olan âşıklara o gece sanki
dönmesi, zikretmesi)
semâ farz oldu
207
(Mirac gecesi Müslümanlara beş vakit namaz farz olmuştur.
Bu alçak gönül deli divane midir, bilemiyorum. Kavuşma
Beyitte bu olaya telmih var.)
hayaline kendini kaptırmış sarhoş mudur anlayamıyorum.
Oldu envâr-ı tecellî meclise Esrâr bu şeb
Sermest-ü harâb ettin ey gamze beni hâlâ
Şübhe yokdur etti rûh-ı pâk-ı Mevlânâ semâ
Her mevc-i nigâhın bir peymâne midir bilmem
Ey Esrâr, bu gece meclise tecelli nurları yağdı; mutlaka
Ey bakış beni sarhoş ve perişan ettin. hala her bakışının
Mevlânâ’nın temiz ruhu semâ etmiştir.
kabarcığı bir büyük kadeh midir, bilmem
GAZEL 6
Sen işvede yektâsın mislin hele yok ammâ
Gittin ammâ aman ey şâhlevendim tez gel
Ol fitnede hâlin de bir dâne midir bilmem
Beni çok yollara baktırma efendim tez gel
Sen naz ve işvede bir tanesin; eşin benzerin yok ama fitne
Ey sevgili gitmesine gittin ama bari tez gel, beni çok yollara
alanında benin de bir tane midir, bilemiyorum
baktırma. Aman efendim çabuk gel.
Her kûşede sad-mestân sad-gulgule sad-destân
Gel gel ey rûh-ı revân-bahş-ı dil-i nâçârım
Yâ Rab dil-i âşuftem meyhâne midir bilmem
Hasteyim pister-i hicrâna döşendim tez gel
Her köşede yüzlerce sarhoş, yüzlerce bağırtı, çağırtı,
Ey çâresiz gönlümün hayat veren ruhu! Hastayım ayrılık
yüzlerce hikâye: Ey Allahım, bu deli gönlüm meyhane midir
üzüntüsünden düştüm tez gel.
nedir?
Seni görmeyeli bu dîde-i hûn-efşânım
Her günc-i harâbında bir genc-i mutalsam var
O kadar ağladı kim ben de beğendim tez gel
Bu sîne pür-şûrum virâne midir bilmem
Bu kanlar saçan gözüm seni görmeyeli beri öylesine çok
Her yıkık köşende bir tılsımlı hazine var. Bu kargaşa
ağladı ki ben bile beğendim
içindekigönlüm virane midir, nedir?
Belimi büktü beni hâke düşürdü firkat
Lutf etgame ahd etmiş Esrâra o kâfir-hû
Destgîr ol meded ey serv-i bülendim tez gel
Yohsa yine maksûdu efsâne midir bilmem
Ayrılık benim belimi büktü, yere düşürdü; ey ulu servim
Okâfir Esrâr'aacıyacağına söz vermiş. Tanrım! yoksa onun
bana yardımcı ol, acı da çabuk gel.
amacı yine asılsız hikâyeler söylemek midir?
Bilirim va'de vefâ eylediğin gerçektir
GAZEL 8
Lîk yok sabra-mecâl işve-pesendim tez gel
Bilmem bu ızdırâb nedendir neden neden
Senin verdiğin sözü tutacağını bilirim; velâkin ey edâ ve
Gönlüm neden harâb nedendir neden neden
nazı beğenilen sevgili bende sabra takat kalmadı. çabuk gel
Gönlüm neden harab? Bu acı, bu sıkıntı bilmem ki nereden
kaynaklanmaktadır?
Yakmadan bahr ü beri âteş-i Esrâr
Keştî-i nâza süvâr ol da efendim tez gel
Aşk etti gitti şîşe-i ümmîdimi şikest
Esrâr'ın âhı ateşi yeri göğü yakmadan ey efendim naz
Çeşmimde kanlı âb nedendir neden neden
gemisine bin de hemen gel
Aşk ümit şişemi kırdı: gözümdeki bu kanlı su bilmem ki
nedendir?
GAZEL 7
Bilmem bu dil-i rüsvâ dîvâne midir bilmem
Ol yâre kalmışiken umîdim ne hâldir
Ümmîd visâl eyler mestâne midir bilmem
Andan da bu cevâp nedendir neden neden
208
Bütün ümidim o yarin cevâbına kalmışken bu ne hâl, ondan
Zevk safa gecesinde zaman zaman uyandıkça o geceki güzel
böylesi bir cevâp nedendir, neden?
sohbeti unutma.
Matlûb zib-i hüsn ise sedd etme kâkülün
Vardıkça şeker-hâbâ girip pister-i nâza
Hurşîd içün hicâb nedndir neden neden
Ne zehr içer içer dîde-i bîdârı unutma
Amaç gözelliğine güzellik katmaksa kakülünü perde yapma:
Sen naz döşeğine girip tatlı uykuya varınca, bu yediği
güneş için utanmak da ne oluyor, söyler misin?
üzüntü. içtiği zehir olan sarhoşu unutma.
Kat'-ı alâka mı ya tegâfül mü kasdın
Nûş eylediğin demler efendim mey-i gül-reng
Hem işve hem itâb nedendir neden neden
Bu mest-i zehir-nûş u elem-hârı unutma
Amaç tüm ilişkiyi kesmek mi yoksa aldırmazlık gösterip
Seher vakit saçlarını taradığında bu yaralı gönlü de aklına
nazlanmak mı? Hem naz, hem azarlama da ne demek
getir unutma.
oluyor?
Âyînede gördükçe kaçan haste nigâhın
La'l-ı lebin karışmadı çünkim piyâleye
Lûtf eyle tabibâ men-i bîmârı unutma
Bu neş'e bu şarâb nedendir neden neden
Aynada hasta gözlerini her görüşünde, ey derdimin doktoru,
Mademki kadehe dudağının kızıllığı karışmadı bu şaraptaki
merhamet et hastayı da unutma.
keyif, bu mutluluk niçin?
Ahvâlimi yazdım bütün evrâk-ı dilimde
Kâtil nigâhın açmadı çün şerha sîneme
Destindeki mecmûa-i nâçârı unutma
Bu zahm-ı zehr-i nâb nedendir neden neden
Bütün durumumu gönül yapraklarına yazdım, elindeki bu
Eğer göğsüme yaraları, öldüren bakışın açmadıysa bu
zavallı mecmuayı unutma.
katıksız zehir yarası nedendir?
Ben sabr edeyim derd ü gam-ı hecrine ammâ
Erbâb-ı aşka bunca garaz böyle tavr-ı şûh
Sen de güzelim ettiğn ikrârı unutma
Ver ey felek cevâp nedendir neden neden
Ben ayrılığının gamına ve derdine sabr edeyim ama,
Ey felek, âşıklara bu kadar garaz, böyle şuh tavırlar niçin?
güzelim. sen de verdiğin sözü unutma
Gel cevap ver.
Ağlatmayacaktın yola baktırmayacaktın
Esrâr ile tükenmedi gitti husûmetin
Ol va'de-i tekrâr be-tekrârı unutma
Ey çarh bu azâb nedendir neden neden
Hani ağlatmayacak, yola baktırmayacaktın. Bu konuda
Esrâr ile düşmanlığın tükenmedi gitti. Ey felek bu azabın
tekrar verdiğin sözü unutma.
sebebi nedir?
Hicrârın ile çektiğini sen de bilirsin
GAZEL 9
Her vech ile dîdâra sezâvârı unutma
Azm-i sefer ettin dil-i nâçârı unutma
Ayrılığınla ne tür sıkıntılar çektiğimi sen de bilirsin. Her
Gittin güzel ammâ bu dil-efgârı unutma
yönden görüşmeye lâyık olan âşıkı unutma
Yola koyulmuşsun, fakat bu çâresiz gönlü unutma.
Gidiyorsun, iyi güzel ama bari bu gönlü yaralı âşığı
Yok tâkatı hicrânına lûtf eyle efendim
hatırdan çıkarma
Dil-haste-i aşkın olan Esrârı unutma
Efendim ayrılığına dayanma gücü olmayan, aşkınla gönlü
hasta Esrâr'ını lütf et, unutma
Gâhice uyandıkça şebistân-ı safâda
Şol gece olan sohbet-i hemvârı unutma
209
GAZEL 10
Şarap sunan güzel! Aklımı başımdan alan çengin nağmeleri
Kâküllerine ol mehin ey şâne dokunma
midir, yoksa elindeki gül renkli kadeh mi
Zencîri kırar bu dil-i divâne dokunma
Ey tarak o ay yüzlü güzelin kâkülüne dokunma. Zincirlerini
Nağmene tîr-i nigeh pişrev olmakta meğer
parçalayan bu deli gönlüme ne olur el vurma.
Mutrıb ebrû da kemânınla hem-âheng midir
Çalgıcı! Bakışlarının oku nağmelerine öncü oluyor. Yoksa
kaşın yayı da kemanınla aynı nağmeyi mi çalıyor?
Gül-berg misâli ciğerim pâreliyorsun
Ey bâd-ı seher ol gül-i handâna dokunma
Gül yaprağı gibi ciğerimi parçalıyorsun, seher yeli, lütfen
La'l-i handân mı yâhûd kûçe-i verd-i terde
açılmış gülüme dokunma.
Dest-i târâc-ı sabâdan çözülen deng midir
Bu yakut renginde gülen bir ağız mı?
Feryâd-ı ene'l-Hak eder âvâz-ı tanîni
Yoksa taze gülün sokağında sabah yelinin yağmalayıcı eliyle
Fâş etmesün esrârını peymâne dokunma
dağılan denk midir?
Çınçın öten sesi "ben Allah'ım" feryâdıdır; Aman, kadehe
dokunma benim sırlarıma ortaya dökmesin.
Perde-i şermi giderdin ruh-ı pür-tâbından
Kasd o gül-çehreye ey duhter-i ineb reng midir
Bünyân-ı nizâm-ı felek ol kûy-ı belâdur
Parlak yanağından utanma perdesini kaldırdın. Ey üzüm
Âlem yıkılır bu dil-i divâne dokunma
kızı, amacın o gülyüzlü güzelin yüzünü renklendirmek mi?
Feleğin düzenini sağlayan direk o bela köyüdür, bu deli
gönlüme müdahele etme yoksa bütün dünya yıkılır.
Bir nihânice tebessüm de mi sığmaz cânâ
Söyle billâh dehenin tâ o kadar teng midir
İçtikleri hep hûn-ıcigerdir fukârânın
Sevgilim! Allah’ını seversen söyle; ağzın o kadar dar mı?
Şeyhâ kerem et hâtır-ı rindâna dokunma
Belli belirsiz bir gülümseme de mi sığmıyor?
Fukaranın içtikleri hep ciğer kanıdır. Şeyhim kerem et
rintlerin hatırlarını kırma.
Lezzetinden nice âb olmadın ol la'l-i terin
Meded ey sâgar-ı yâkût dilin seng midir
Eğlenceleri zülf-i dil-ârâm-ı elemdir
O taze dudağa dokununca lezzetinden nasıl eriyip de su
Dinle ne siyeh-gûndur o efsâne dokunma
olmadın? Ey yakut renkli kadeh! Bağışla, gönlün o kadar taş
Onların eğlenceleri keder sevgilisinin zülfünde gönül
gibi mi
dinlendirmektir: hikaye ne kadar da karadır, aman, ona
Ne bu nev nakş-ı tırâzende nedîmâ yoksa
dokunma
Üstâd-ı kalemin hâme-i erjeng midir
Şahım senin Esrar sadâkatli kulundur
Nedim! bu yeni, süslü işlemeler nedir? Yoksa kaleminin
Lutfeyle o dervîş-i perÎşâna dokunma
ustası Erjeng'in kalemi midir?
Sultanım, Esrar senin sadık kulundur, lutf et o perişan
dervişine dokunma.
GAZEL 2
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
Nedim
Tahammül mülkünü yıktın hülâgû hân mısın/kâfir
GAZEL 1
Amân dünyâyı yaktın âteş-i sûzân mısın kâfir
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
Tahammül ülkesini yıktın, yerle bir ettin. Kâfir hulâgû han
Sâkıyâ hûşum alan zemzeme-i çeng midir
mısın sen? Aman bütün dünyayı yaktın. Kâfir, yakıp
Yoksa destindeki peymâne-i gül-reng midir
yandıran bir ateş misin?
210
Kız oğlan nâzı nâzın şehlevend âvâzı âvâzın
O zalimde yine aşıkları öldürmeğe hazırlanan belirtiler var:
Belâsın ben de bilmem kız mısın oğlan mısın kâfir
bak, kaşının hançerinin ucunda kan görülüyor.
Nazın kızoğlankız nazı, haykırışın yiğit haykırışı. Kâfir! Belli
belasın, ama kız mısın, oğlan mısın ben de bilemiyorum.
Serâpâ şöyle pürdür nâz ü îmâ vü işâretten
Sanırsın her ser-i mûyunda çeşm ü ebruvân vardır
Ne ma'nî gösterir dûşundaki ol âteşîn atlas
O sevgili başından ayağına kadar nâz, îmâ ve işâretle
Ki ya'nî şu'le-i cân-sûz-ı hüsn ü ân mısın kâfir
öylesine dolu ki, sanırsın her kılının ucunda bir gözü, bir
Omuzundaki o ateş renkli atlas, acaba ne anlama geliyor?
bakışı var.
Kâfir, yani sen güzelliğin ve çekiciliğin canları yakan alevi
Dımâğım tuttu bûy-ı sünbül âgûşumda döndükçe
misin?
Meğer kim dûşunun üstünde bir sünbülsitan vardır
Nedir bu gizli gizli âhlar çâk-i girîbânlar
O güzel kucağımda döndükçe beynimi sünbül kokusu
Aceb bir şûha sen de âşık-ı nâlân mısın kâfir
kapladı; meğerse omuzunun üstünde bir sünbül bahçesi
Bu gizli gizli ah çekmeler, bu yaka yırtmalar nedir böyle?
varmış.
kâfir! sen de bir oynak güzelin ağlayıp inleyen âşığı mısın?
Amân sabr u karârım eyledi yağmâ o kâfirde
Sana kimisi cânım kimi cânânım deyü söyler
Kırık bir ter zebân berceste nutk-ı bî-amân vardır
Nesin sen doğru söyle cân mısın cânân mısın kâfir
Aman! o kâfir güzelin kırık dökük, acemice bir dille öyle
Sana kimisi "canım", kimi "sevgilim" diye seslenir. Kâfir!
seçkin ve güzel; ama acımasız bir konuşması var ki, bütün
Doğru söyle: sen nesin? Âşığın canı mısın, yoksa sevgili
rahatım, huzurumu yağmaladı
misin?
Nigâhın ebruvânın görmeden evvel inanmazdım
Şerâb-ı âteşînin keyfi rûyun şu'lelendirmiş
Ki derler nâzdan hançer tegâfülden kemân vardır
Bu hâletle çerâğ-ı meclis-i mestân mısın kâfir
Nazdan hançer, aldırmazlıktan yay vardır derlerdi de, bu
Ateş renkli şarabın neşesi yüzünü alev alev yakmış,
sözlere senin nazlı bakışını ve kaşlarını görmeden önce
yanaklarını kızartmış. Sen bu halinle sarhoşlar toplantısının
inanmazdım.
ışığı mısın, kâfir?
Meğer fevvâreden âb-ı letâfet sıçramış çıkmış
Niçin sık sık bakarsın böyle mir'ât-ı mücellâya
O rütbe kâmet-i bercesten ey şûh-ı cihân vardır
Meğer sen dahi kendi hüsnüne hayrân mısın kâfir
Ey dünyanın en oynak güzeli! Boyun öyle uzun ve düzgün ki,
Niçin bu parlak aynaya böyle sık sık bakıp duruyorsun?
sanki fıskiyeden incelik ve güzellik suyu sıçrayıp çıkmış gibi.
Kâfir, yoksa kendi güzeliğine sen de hayran mısın?
Aceb kim nermdir sînen a zâlim neyleyim ammâ
Nedîm-i zârı bir kâfir esîr etmiş işitmiştim
İçinde senge benzer bir dil-i nâ-mihribân vardır
Sen ol cellâd-ı dîn ol düşmen-i îmân mısın kâfir
Zalim! Göğsün şaşılacak kadar yumuşak ama, ne yapayım
Ağlayıp inleyen zavallı Nedim'i bir kâfirin tutsak ettiğini
içinde taş gibi sert, acımasız bir gönlün var.
işitmiştim. Kâfir! Yoksa o din cellâdı, iman düşmanı güzel
Nedîmâ hançer-i hûn-rîzine sarılmadım derse
sen misin?
Açıp gör kim kef-i destinde zahm-ı hûn-çeğân vardır
GAZEL 3
Ey güzel! Nedim senin çektiğin kan dökücü hançerine
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
sarılmadım derse, inanma; aç bak, avucunda hâlâ kan
O zâlimde yine dildâde-küşlükten nişân vardır
damlayan bir yarası var.
Görürsün hançer-i ebrûsunun mevkinde kan vardır
211
GAZEL 4
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
Miyân hayâl gibi ince kâmeti mevzûn
Yazanlar peykerim destimde kâşî bir sebû yazmış
Aceb nişânlayacak beyt-i intihâb olmuş
Aceb meşrebde tahrîr eylemiş elhak nikû yazmış
Beli hayal gibi ince, boyu düzgün, ölçülü. Bu haliyle tam
Resmimi çizenler elimde bir kâşân sürahisiyle çizmişler.
işaretlenecek seçme bir beyit olmuş.
Tuhaf bir yaradılışta göstermiş, ama güzel yapmışlar.
Dahi geçen aya dek bir hilâl idi bârık
Miyân-ı yârı dilcûdur demek kasdeylemiş ammâ
Bu gün sabâh ile gördüm ki âftâb olmuş
Yanılmış hâme-i mutlak-inân dilcûyu mû yazmış
Daha geçen aya kadar incecik bir hilaldi. Bugün seher vakti
Dizgini boşalmış başıboş kalem sevgilinin beli için "gönül
gördüm; dolunay olmuş.
çekicidir" diye yazmağa niyetlenmiş ama, yanılmış, "dil-cû"
yu "mû" diye yazmış.
O ser kalır mı hevâsız ki mutrıb-ı aşkın
Elinde bir nice yıl kâse-i şarâb olmuş
Cevânım bir lûgat gördüm lisânü'l-aşk nâmında
Yıllar boyu aşk çalgıcısının elinde şarap kadehi olmuş o baş
Belin adın murâd âğûşum adın ârzû yazmış
hiç aşksız kalabilir mi?
Civanım! Aşkın dili adında bir sözlük gördüm. Orada
belinin anlamını "dilek", kucağımın anlamını da "istek" diye
GAZEL 6
yazmış.
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
Âfet-i cân dediler gamze-i cellâdın için
Edip hû hû deyü feryâdına telmîh uşşâkın
Nahl-i gül söylediler kâmet-i şimşâdın için
Celî hatla cevân-ı nâzenînim çifte hû yazmış
Cellat yanbakışın için canın felaketidir, dediler. Uzun şimşir
Nazlı civanım aşıkların hû hû diye ağlamalarını anımsatmak
boyun için de gül fidanıdır dediler.
için celî yazıyla çifte hû yazmış.
Yazdı çün kilk-i kazâ fitne vü âşûb emrin
Nedim'in hak bu kim bu nazmı şevk-âmîz düşmüştür
Ara yerini açık koydu senin adın için
Sanırsın kim durup bir dilber ile rû-be-rû yazmış
İlahî Kazânın kalemi karışıklık ve kargaşa işlerini
Doğrusu nedim'in bu şiiri pek neşeli, pek canlı düştü. Sanki
yazdığında ara yerini senin adını yazmak için boş bıraktı.
bir güzelle karşı karşıya oturup da ona bakarak yazmış
sanırsın.
Çeşm ü ebrûya kafâdârsın ey zülf-i siyâh
Sende kâfirsin o kâfirlere imdâdın için
GAZEL 5
Kara saç! Sevgilinin gözü ve kaşıyla iyi anlaşıyorsun. O
Mefâ'ilün / fe'ilâtün / mefâ'ilün / fe'ilün
kâfirlere yardım ettiğin için sen de kâfirsin.
Yine bu gün acabâ kaç cihân harâb olmuş
Ki gûşe-i nigehin mahşer-i itâb olmuş
Sen ki bülbül gül içün nâle edersin bî-derd
Bugün yine kim bilir kaç dünya yıkılıp gitmiştir; çünkü
Seni gülden ayırır nâle vü feryâdın için
azarlama, paylama, tersleme hep senin bakışının köşesinde
Bülbül, sen gül için ağlayıp inlersin. Dertten anlamayan, bu
toplanmış.
ağlayış ve haykırışların seni gülden ayırır.
Murâdı fitnenin ancak bir intisâbındır
Hey nesin sen ki duyup handeni kuhsârda kebk
Ya kâkülünde şıken yâ hatında tâb olmuş
Katı âvâz ile tahsîn okur üstâdın için
Karışıklığın, kargaşalığın bütün isteği sana bir
Sen nesin böyle? Keklik dağlardan yansıyan kahkahanı
kapılanabilmektir; kâkülünde halka, ya da yüzünün
duyup senin ustan için yüksek sesle övgüler okur.
Tüylerinde kıvrım olmuş, fark etmez.
212
Çoktan ey kilk-i Nedîmâ niçin oldun hâmûş
Sevdiğim! Nazlanmak için susuyorsun. Yoksa istesen dilin
Bizi hasrette kodun nazm-ı nev-îcâdın için
duymadan o kaşlarla binlerce destan söyleyebilirsin.
Nedîm'in kalemi! Çoktan beri neden suskunsun? Yeni, taze
şiirlerini bekleyerek bizi özleyiş içinde bıraktın.
Şûhtur tâ şöyle reftârın ki farketmez bakan
Şöyle gitsen serv-i âzâdım akan sularla sen
GAZEL 7
Uzun selvi boylu sevgilim! Yürüyüşün öyle oynak, öyle
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
salıntılı ki bakan yürüyüşünü akan sulardan ayırdedemez.
Âkıbet gönlüm esîr ettin o giysûlarla sen
Hey ne câdûsun ki âteş bağladın mûlarla sen
Bül-aceb ayyyâr-ı efsûn-gersin ey kilk-i Nedîm
O uzun saçlarla sonunda gönlümüde tutsak yaptın. Sen ne
Çok tabî'at sarhoş eylersin bu dârûlarla sen
güçlü sihir yapan bir cadıymışsın; saç telleriyle ateşi
Ey Nedîm'in kalemi! Öyle kurnaz bir büyücüsün ki bu
bağladın.
ilaçlarla sen çok yaradılışın başını döndürürsün.
Gamze-i fettânını koydun ki yıktı âlemi
GAZEL 8
Bahse dalmışken çeh-i Bâbil'de câdûlarla sen
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
Sen Babil'in kuyusunda cadılarla büyü tartışmasına
Nigeh-i gamze değil berk-ı cehân ancak bu
dalmışken, herhalde fitneci yanbakışını kendi haline
Âfet-i hırmen-i sâmân-ı cihân ancak bu
bıraktın; o da bütün dünyayı yaktı, mahvetti.
Bu yanbakışın bakış değil; olsa olsa çakan şimşek olabilir.
Bu dünyanın bereketli harmanını yakan ateştir mutlaka.
Böyle çâpük geldin ey hatt-ı siyeh ruhsârına
Var ise pervâza meşkettin piristûlarla sen
Der görüp cünbişin ol kaddin ehâlî-i çemen
Ey sevgilinin kara tüyleri, yanağına böyle ne kadar çabuk
Bâğda gördüğümüz serv-i çemân ancak bu
geldin. Yoksa uçmayı kırlangıçlardan mı öğrendin?
Çimenlik halkı, o uzun boyun yürüyüşünü görünce "bu
bahçede gördüğümüz salınan selvi ağacının ta kendisi"
Ben mi sâkî olayım bezme dururken sevdiğim
dediler.
Böyle sîmîn sâklar billûr bâzûlarla sen
Sevgilim! Böyle gümüşten bacaklar, billur kolların varken,
Va'de-i vasl değil râbıta-i şevk değil
toplantıya şarap sunucu ben mi olayım?
Dil-i nâkâma hırâş u halecân ancak bu
Bu, verilen kavuşma sözü değil, aşk ilişkisi de değil; bu,
mutsuz, kederli gönüle yalnızca üzüntü ve yürek çarpıntısı.
Görmeden mecnûnların sahrâdaki cem'iyyetin
Sevdiğim meşk-ı nigâh eylerdin âhûlarla sen
Sevdiğim! Henüz mecnunların çöldeki toplanmalarını
Dil değil tende ümîd-i çemen-i kûyun ile
görmeden sen ahularla karşılıklı bakış dersi yapardın.
Bir giriftâr-ı kafes murg-ı tapân ancak bu
Bedenimdeki bu gönül değil; senin bulunduğun yerin gül
Serv-i dil-cûyumdan ayrı geşt-i gülşen istemem
bahçesine uçmaya umutlanan kafeste tutsak olmuş çırpınan
Var yürü istersen ey eşk-i revân cûlarla sen
bir kuş.
Ben selvi boylu sevgilimden ayrı gülbahçesini gezmek
istemem. Dereler gibi akan gözyaşım! Sen istersen
Yine serlevha-i mecmû'a-i i'câza Nedîm
ırmaklarla git, dolaş.
Tâze tarh-ı kalem-i çîre-zebân ancak bu
Nedîm! Bu, gördüğün becerikli dil kaleminin mucize gibi
şiirleri toplayan kitabın başlığına yaptığı yeni süslemelerdir.
Nâzdan hâmûşsun yoksa zebânın duymadan
İstesen bin dâstân söylersin ebrûlarla sen
213
GAZEL 9
Sevgili dudağının kadehini çektiğim baş ağrısına göre
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
sunsa, bahtım da talih yıldızım da neşe, mutluluk nasıl
Ben olsam bir de mutrıb bir de tarf-ı cûybâr olsa
olurmuş görürler.
Hoş imdi bir de farzâ bir cevân-ı şîvekâr olsa
Ben olsam, bir çalgıcı, bir de su kenarı olsa.Tam böyle bir
Kanı sabâ gibi bir dilnüvâz kim gâhi
durumda ola ki, bir de şiveli taze bir güzel olsa, ne hoş
Dil-i nizârımı kûy-ı nigâra vara göre
olurdu.
Zayıf gönlümü arada bir sevgilinin yanına ulaştıracak sabah
yeli gibi bir gönül okşayıcı nerede?
Yeter geçti bu gûne mâlihulyâlarla evkâtım
Amân bir gün mukaddem âh fasl-ı nevbehâr olsa
Seherden eyledi yağmâ şemîm-i giysûsun
Yeter! Bütün ömrüm bu türlü kuruntular, hayaller içinde
Nesîm bir dahi uğrar mı bu diyâra göre
geçti. Ah! Aman! Bir gün önce ilkbahar mevsimi gelse artık.
Sabah yeli seher vakti sevgilinin saçının kokusunu
yağmalayıp gitti. Bakalım bu diyara bir daha uğrar mı
artık?
Bize geldikte inkâr eyleme ıkrârını zâlim
Demişsin yok demezdim bâde-i şîrîn-güvâr olsa
Zâlim! Başka yerlerde "Tatlı içimli şarap olsa içmem
Hased o rinde ki hâb-ı ademden açsa gözün
demezdim" demişsin. Biz şarap verince bu sözlerini inkar
Kabâ-yı sabrı çü nergis hezâr-pâre göre
etme.
Gözünü yokluk uykusundan açıp da sabır elbisesinin nergis
çiçeği gibi yüz parça olduğunu gören o rindi kıskanıyorum.
Aceb pistânına benzer mi dikkat üzre bir baksam
Sen açsan sîneni içre birkaç da enâr olsa
Başında hurd edeyim şöyle kim asâsını şeyh
Bahçede sen göğüslerini açsan. . . Birkaç nar olsa da
Elinde mutrıb-ı bezmin çıhâr-pâre göre
"acaba göğüslerine benziyorlar mı" diye şöyle dikkatle bir
Asasını şeyhin başında öyle param parça edeyim ki,
bakıp incelesem.
toplantının çalgıcısının elinde çalpara var sansın.
(Çıhâr-pâre, çârpâre Türkçe’de çalpara denilen,
O şûhun hasretinden çâr-çeşm-i intizâr olduk
oyuncuların iki ellerinin parmaklarına taktıkları dört küçük
Bize nevbet erişse bâri ebrûsa çıhâr olsa
zildir. Beyitte hem asanın dört parça olduğu, hem de
O güzelin özlemiyle, gelişini dört gözle bekler olduk. Kaşları
kafasında paralanınca şeyhin beyninde ziller çalacağı
dört de olsa sıra bize gelse bari.
söylenmek istenmiş.)
(Dudak üzerinde kıllar belirlenmeye başladıktan sonra
sevgiliye /çâr-ebrû; Türkçe’de dört kaşlı civan denir.)
Görün bu derdi ki tıryâk-ı erbâ’ayla tabîb
Diler ki zahm-ı çıhâr-ebrüvâna çâre göre
Senin vasfında cânâ bir neşât-âver gazel gördüm
Şu derdimize bakın! Doktor dört parça ilaçla dört kaşlı
Olursa tâze eş’âr öyle pâk ü âb-dâr olsa
güzelin açtığı yarayı iyileştireceğini sanıyor.
Sevgilim! Seni anlatan neşeli bir gazel gördüm. Taze şiir
olunca işte böyle saf ve parlak olur.
Seninle terk-i riyâ denlü güçtür ey vâ’iz
Şarâba tevbe Nedîm-i günâhkâra göre
GAZEL 10
Ey ham sofu! Senin iki yüzlülüğü bırakman ne kadar güçse,
Mefâ'ilün / fe'ilâtün / mefâ'ilün / fe'ilün
günahkâr Nedîm’in de şaraba tövbe etmesi o kadar güçtür.
Tarâb ne gûne olur tâli’ u sitâre göre
Sunarsa câm-ı lebin çektiğim humâra göre
GAZEL 11
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
Zülf ü külâhı verdi halel Mağrıb u Fas’a
214
Çeşm-i kebûdu saldı akın mülk-i Çerkes’e
Kâr-ı aşka şol gönül bel bağlasın kim geçmeye
Saçı ve külahı Mağrıbı ve Fas’ı bozguna verdi. Mavi gözü
Lezzet-i encâm-ı meyden telhi-i âgâz ile
Çerkes ülkesine akın saldı.
Şu gönül aşk işine iyice sarılsın; ilk yudumun acılığını tadıp
şarabın sonundaki lezzetinden vazgeçmesin.
Gelmiş hat-ı siyen ruhuna âh ey gönül
Semmûr hôş yakışmış ol gül penbe atlasa
Sen itâb-ı nâz kasdetsen dahi ol çeşm-i şûh
Sevgilinin yanağına kara tüyler gelmiş. Âh gönül! O gül
Âşıkın memnûn eder bir şîve-i mümtâz ile
penbe atlas üstüne samur ne kadar yakışmış.
Sen nazından azarlıyorsan da o oynak göz seçkin, edalı bir
bakışla âşıkını memnun eder.
Çâk etmesin mi câme-i sebzin görünce gül
Bak şol yeşil mukaddeme ol kırmızı fese
Dilkeş eyler çeşm-i gûyâsın kemân-ı ebruvân
Şu yeşil sarığa, o kırmızı fese bak! Gül bunları görünce yeşil
Şûhterdir nağme-i mutrıb muvâfık sâz ile
giysisini parçalamaz mı?
Kaşlarının yayı konuşan gözünü daha da gönül çekici
yapar; şarkıcının nağmeleri uygun sazla daha hoş olur.
Neyzen bezmde mutrıba hemvâre keç bakar
Bilmem miyânlarında nedir bu münâfese
Ben gam-ı imrûzu fikretmekte ferdalâr geçer
Toplantıda neyzen çalgıcıya hep eğri bakar. Bilmem,
Sen salınca va’deni ferdâya yüz bin nâz ile
aralarındaki bu çekişme nedir?
Sen verdiğin sözü yüz bin nazla yarına erteledikçe, ben
(Ney çalan ney çalarken başını eğdiği için çevresine hep yan
bugünü düşüne düşüne çok yarınlar geçer.
yan bakma durumudadır. Şair bu doğal halini düşmanlık
biçiminde yorumlamış).
Çeşmini hâbîde zanneyler gören ammâ Nedîm
Keşf-i râz etmektedir her lâhza bin gammaz ile
Ebrûlar üstüne dökülüp kâkülü Nedim
Nedim! Görenler sevgilinin gözünü uykuda sanır ama, o
Tasvîr-i Çîni yazmış o tâk-ı mukarnese
aslında her an binlerce münafıkla karşılıklı sırları
Nedim! Güzelin saçları kaşlarının üstüne dökülmüş, sanki o
açıklamakta, dedikodu yapmaktadır.
yuvarlak kemer üzerine Çin resimleri yapılmış gibi…
(Beyitteki binlerce fitneci, münafık birbir içine giren
kirpiklerdir).
GAZEL 12
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
GAZEL 13
Bin zebân söylersin ol çeşm-i sühan-perdâz ile
Mef’ûlü Mefâ’îlü Mefâ’îlü Fa’ûli
Dâstânlar şerhedersin bir nigâh-ı nâz ile
Bir söz dedi cânân ki kerâmet var içinde
O parlak sözler söyleyen gözünle binlerce dil konuşursun.
Dün geceye dâ’ir bir işâret var içinde
Bir nazlı bakışla nice destanlar anlatırsın.
Sevgili öyle sözler söyledi ki, içinde gizli anlamlar var, dün
geceye ait bazı işaretler var.
Dün gece cûş-ı safâdan oldu bir deyâ-yı nûr
Kûçe-i ney mâhitâb-ı şu’le-i âvâz ile
Meyhâne mukassî görünür taşradan ammâ
Dün gece eğlencenin çoşkunluğundan neyin daracık sokağı
Bir başka ferah başka letâfet var içinde
haykırışların ay aydınlığının parıltısıyla bir nur denizi
Meyhane dışarıdan sıkıntılı, kasvetli görünür. Ama içinde
halinde aktı. (Kûçe, dar sokak ve pazarlar sokaklarda
başka bir aydınlık, başka güzellikler var.
kurulduğu için çarşı Pazar anlamında kullanılır. Beyitte
yanık sesler çıkaran neyin içinin ince, uzun boşluğu eski dar
Eyvâh o üç çifte kayık aldı karârım
sokaklara benzetilmiş).
Şarkı okuyup geçti bir âfet var içinde
215
Eyvah! O üç çift kürekli kayık aklımı, rahatımı aldı götürdü,
Kim gören âb-ı hayât içmiş hayâl eder beni
içinde şarkılar okuyan bir güzelle geçti, gitti.
Dudağını öpmek beni saf ve lezzetli suya öylesine kandırdı
ki gören benim âb-ı hayat içtiğimi sanır.
Olmakta derûnunda hevâ âteş-i Sûzân
Nâyın diyebilmem ki ne hâlet var içinde
Şâire söz bulmağa minnet ne ammâ neyleyim
Neyin içinde nasıl bir haller oluyor, bilip anlatamıyorum:
Âh kim hayret seni gördükçe lâl eyler beni
İçinde nefes yakıcı bir ateş olup çıkıyor.
Şair için söz bulmak kolay. Ah, ne yapayım ki seni görünce
şaşkınlığımdan dilim tutuluyor.
Ey şûh Nedîmâ ile bir seyrin işittik
Tebhâca varıp Göksu’ya işret var içinde
Sevdiğim câm-ı meye hâcet nedir la’l-i lebin
Ey oynak güzel! Nedim’le bir gezintiye çıktığınızı işittik;
Bir şeker-handeyle mest-i bî-mecâl eyler beni
yalnız başınıza Göksu’ya gitmişsiniz, içki içip eğlenmişsiniz.
Sevdiğim! İçki kadehine ne gerek var? Kırmızı dudağın
şeker gibi bir gülüşle beni bitkin bir sarhoş yapıyor.
GAZEL14
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
Bâğda zülf ü ruhun andıkça bu kimdir deyü
Tâ kemer-gâhına dek gamzesi hâb-âlûde
Sünbül ü gül biri birinden su’âl eyler beni
Tâ girîbânına dek çeşmi şarâb-âlûde
Bahçede saçından ve yanağından gözettikçe sünbül ve gül
Yanbakışı tâ beline kadar uykuya bulaşmış. Gözü boğazına
birbirine”bu da kim? ” diye beni soruyorlar.
kadar şaraba batmış.
Nükhêt-i zülfünle geldikçe nesîm-i nevbehâr
Kangı ıklîmi harâb eyledin ey düşmen-i dîn
Turra-i sünbül-sıfat âşüfte-hâl eyler beni
Ki yine hûn ile zinpûş ü rîkâb âlûde
İlkbahar yeli saçının kokusuyla geldikçe, sünbül kokulu
Ey din düşmanı! Yine hangi ülkeyi böyle yıktın, mahvettin?
perçemlerin gibi aklımı darmadağın eder.
Atının eğer örtüsü ile üzengin kana bulanmış.
Nâ-tüvânım şöyle çeşmin hasretinden kim gehî
Çekesin sîneye ol şûhu keşâkeşler ile
Sâye-i müjgân-ı âhû pâymâl eyler beni
Alasın bûsesin ammâ ki itâb-âlûde
Gözünün özlemiyle öyle halsiz kaldım ki bazan ahuların
O oynak güzeli zar zor göğsüne çekersin. Azarla,
kirpiklerinin gölgesi bile beni ayaklarının altında ezer.
paylamayla karışık da olsa bir öpücüğünü alasın.
Gerdişin gördükçe sâkî-i mülâyim-meşrebin
Sen dil-i rîşini hûnâb ile rengîn edegör
“Arzû sergeşte-i fikr-i muhâl eyler beni”
Zâhid-i hâma gerek rîş-i hizâb-âlûde
Yumuşak davranışlı şarap sunan güzelin toplantıda
Sen yaralı gönlünü kanlı sularla renklendiredur, hamsofuya
dolaşmasını gördükçe”arzular olmayacak düşüncelerle
kınalı sakal gerek.
benim başımı döndürüyor”.
(Fuzulî’ye nazire olan bu gazelin bu mısra’ıFuzulî’e
Mîr-i zîşâna Nedîmâ meğer olmuş peyrev
tazmindir).
Ki siyen-zânû-yı kilk oldu şitâb-âlûde
Nedim herhalde şanlı Emir’in yolundan gitmiş olacak.
Hasret-i çeşminle ben hâk-i siyâh olsam dahi
Dizlerine kadar karalara bulanmış kalemi koşup duruyor.
Baht âhır sürme-i çeşm-i gazâl eyler beni
Gözünün özlemiyle ben kara toprak da olsam, bahtım
sonunda beni ceylanların gözünün sürmesi yapar.
GAZEL 15
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Bûs-ı la’lin şöyle sîrâb-ı zülâl eyler beni
Arz-ı hâlim çok efendim hâk-i pây-i devlete
216
Lûtfun ammâ bî-niyâz-i arz-ı hâl eyler beni
Ben bugün bir güzellik ve çekicilik ilkbaharı gördüm;
Efendim yüce ayağının toprağına sunacağım çok isteklerim
sarığının bir kenarından sünbül gibi saçları dökülmüştü.
var. Ama lutfettiklerin isteklerimi söyleyip yalvarmaya gerek
bırakmıyor.
Sen yine bir nev-niyâz âşık mı peydâ eyledin
Kûyuna yer yer dökülmüş âb-ı rûlar var idi
Ben kulun lâyık değildir vaslına ammâ yine
Sen yine yalvarıp yakarmağa yeni başlamış genç bir âşık mı
İltifâtın ârzû-mend-i visâl eyler beni
buldun?
Ben kulun sana kavuşmaya layık değilim; ama bana karşı iyi
Oturduğun yerin çevresinde yer yer dökülmüş yüzsuları
davranışların beni kavuşma arzularına düşürüyor.
vardı.
Güldürür yâ ağlatır yâ lûtfeder yâhud itâb
Ey Nedîm ey bülbül-şeydâ da ne için hâmûşsun
Hâsılı neylerse ol ruhsâr-ı âl eyler beni
Sende evvel çok nevâlar güft ü gûlar var idi
Beni ya güldürür, ya ağlatır, ya da bana iyilikle davranır,
Ey Nedîm! Ey aşıktan çılgına dönmüş bülbül! Niçin
bazan da azarlar… Kısacası bana ne yaparsa o kırmızı
suskunsun?
yanak yapar.
Eskiden sen de çok sözler değişik makamlar vardı.
Yâridir ol kadd ü haddin kim müdâmâ bâğda
GAZEL 17
Vâlih-i gül-gonce hayrân-ı nihâl eyler beni
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
Gülgoncası sevgilinin yanağı, fidan da boyunun doştlarıdır.
Gamzen füsûn ile sühan eyler nezâketi
Bahçede onları ne zaman görsem beni şaşırtır, hayran
Çeşmin nigâh şekline kor nâz ü nahveti
bırakırlar.
Yanbakışın büyüyle nezaketi söz haline koyar.
Gözün de nazı ve gururu bakış haline getirir.
Gûyiyâ bilmez efendim bende-i dîrînesin
Kim Nedîmâ bu mudur deyü su’âl eyler beni
Aldın hadeng-i cevrini sînemde koymadın
Efendim, sanki eski kulunu tanımazmış gibi, beni görünce
Ey kaşları kemân katı cevreyledin katı
”Nedim dedikleri bu mu? ” diye beni sorar.
Ey yay kaşlı güzel! Yüreğime saplanan cefa okunu çekip
aldın. Bana çok kötülük ettin, çok!
GAZEL 16
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Geh sürme gâh vesme vü gâhî piyâlede çek
Sînede evvel ne muhrık ârzûlar var idi
Ey serv-i nâz çekme yeter gayrı kâmeti
Lebde serkeş âhlar âteşli hûlar var idi
Ey nazı selvi ! İster sürme, ister rastık, ister şarap kadehini
İçimde eskiden ne yakıcı arzular vardı.
çek. Ama yeter gayrı, boyunu uzatıp, başını dikip inatçılığı
Dudağımda uzun ahalar, ateşli hûlar vardı.
bırak artık.
Böyle bî-hâlet değildi gördüğüm sahrâ-yı aşk
Deryâ-yı aşka dün beni baştarda eyledi
Anda mecnûn bîdler dîvâne cûlar var idi
Bir dâne âl fesli Cezâyir’li âfeti
Bu gördüğüm aşk sahrası eskiden böyle sakin ve hareketsiz
Dün alfesli bir Cezayirli güzel beni aşk denizinde
değildi.
çalkalanan bir gemi yaptı.
Orada çılgın salkım söğütler, deli deli akan akarsular vardı.
Sînemde aşkını tutalım etmişim nihân
Ben bugün bir nevbehâr-ı hüsn ü ân seyreylediğim
Ammâ ki kande salkıyalım âh-ı hasreti
Tarf-ı destârında sünbül gibi mûlar var idi
Diyelim ki senin aşkını göğsümün içinde gizledim ama.
Ama bu ayrılık ahlarını nerede, nasıl saklayalım.
217
Nazdan sarhoş olmuş sevgili! Senin böyle serbest, sere serpe
kim büyüttü? Öyle selviden daha yüksel kim yetiştirdi seni?
Aldum kuçup miyânını bir tatlı bûsesin
Ammâ ki yaktı ağzını kaybetti sandım harâreti
Belini kucaklayıp tatlı bir öpücüğünü aldım.
Bûydan hôş rengden pâkîzedir nâzük tenin
Ama onun sıcaklığı ağzımı yaktı sandım.
Beslemiş koynunda gûyâ kim gül-i ra’na seni
Senin nazik tenin en güzel kokulardan daha hoş kokulu
Hep kullarını etti o kân-kerem çerâğ
bütün renklerden daha temizdir. Sanki gül-i ra’na seni
Zannım budur ki geldi Nedîm’in de nevbeti
koynunda beslemiş sana rengini kokusunu vermiş
O iyilik ocağı bütün kullarını âzâd etti
Sanıyorum Nedîm’in de sırası geldi
Güllü dîbâ giydin ammâ korkarım âzâr eder
Nâzenînim sâye-i hâr-ı gül-i dîbâ seni
Destûr-ı Cem- şükuh kerem-kâr-ı rüzgâr
Nazlı sevgilim gül resimli ipekli kuşakdan bir giysi giymişsin
Zâtiyle buldu sadr-ı şeref ziyb ü ziyneti
ama, o ipekli kumaşın üstündeki gülün dikeninin gölgesi seni
Devrin iyilik sahibi cemşit gibi yüce sadrazamı.
inciltecek diye korkuyorum.
Onun kişiliğiyle sebepli sadaret makamı süslendi ve
güzelleşti.
Bir elinde gül bir elde câm geldin sâkıyâ
Kangısın alsam gülü yâhud ki câmı yâ seni
Sadr-ı bülend –rütbe ki ben yalnız değil
Ey içki sunan güzel! Bir elinde gül, bir elinde kadehle geldin
Hâk olmadır derinde sipihrin de niyyeti
karşımda duruyorsun. Hangisini alsam gülü mü, kadehi mi
O derecesi yüce sadrazamın kapısında yalnız benim değil
yoksa seni mi?
gök kubbenin de isteği toprak olmaktır.
Sandım olmuş cetsi bir fevvâre- i âb-ı hayât
Lûtfiyle sîrim öyle ki her mûyumu benim
Böyle gösterdi bana ol kadd-i müstesnâ seni
Ettikçe cüst ü cû bulunur nân ü nimeti
Bir âb-ı hayat fıskıyesinin fışkırdığını sandım; o uzun,
Onun iyilikleriyle öyle doymuşum ki aranınca benim her
benzersiz boyun seni bana böyle gösterdi.
kılımda onun ekmeği, onun iyiliği bulunur.
Sâf iken âyine –i endâmdan sînem dîrîg
Hakkâ budur ki gökteki hurşîd bulmadı
Almadın bir kerecik âgûşa ser-tâ-pâ seni
Ben sâyesinde bulduğum ılkbâl ü rif’ati
Göğsüm boy aynasında daha saf lekesiz olduğu halde yazık
Doğrusu, onun gölgesi altında benim bulduğum yüceliği,
ki, ben seni baştan ayağa dek bir kerecik kucaklayamadım.
büyüklüğü gökteki güneş bile bulamadı.
Ben dedikçe böyle kim kıldı Nedîm’i nâtüvân
Âvîze kıl du’âsını tâ arş tâkın
Gösterir engüşt ile meclisteki mînâ seni
Ey âh-ı nîm-şeb sana Allâh emâneti
Ben”Nedîm ‘i böyle perişan, bitkin hale kim düşürdü? ”
Ey gece yarıları çektiğim âh, sana Allah’ın emaneti olarak
dedikçe, içki toplantısındaki şarap sürahisi parmağı ile hep
veriyorum; ona ettiğin duaları ta arşı
seni gösterir.
âlâ’nın kubbesine as.
GAZEL 19
GAZEL 18
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Uşşâkın olsa ola fedâ nakdı-ı cânları
Mes-ti nâzım kim büyüttü böyle bî-pervâ seni
Seyretmedin mi dünkü fedâyî cevânları
Kim yetiştirdi gûne servden bâlâ seni
Âşıkların canlarının varı yoğu fedâ olsa ne olur?
Dünkü fedâyî gençleri görmedin mi?
218
Kâfirin kızı! Baban için tuttuğun yas hâlâ bitmedi mi? Hâlâ
kadeh çekip yanaklarına allık sürünmeyecek misin?
Şevk âteşine sen de tutuştun mu ey gönül
Gördün mü dün güreş tutuşan pehlevanları
Gönül, sen de arzu ateşiyle tutuştun mu? Dün güreş tutan
Dilberle mâcerânı yeter sakladın be Nedîm
pehlivanları gördün mü?
Nakleyleyip biraz da öğünmez misin dahi
Nedim! O güzelle maceranı sakladığın yeter. Artık o
macerayı anlatıp biraz da öğünmeyecek misin?
Ol perçemin nazîrini hâtırda mı gönül
Görmüş idin geçen sene sünbül zâmanları
Ey gönül! Sevgilinin perçeminin benzeyeni geçen yıl sünbül
Hoca Neş’et
zamanlarında görmüşsün; hatırlıyor musun?
GAZEL
Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün
Çeng ü çegâne zevkı biraz dursun el- amân
Bîmâr-ı mahabbet olana derd devâdır
Seyredelim bu seyre gelen dilsi tânları
Hûnâb-ı şirişk-i dem-i ayn-ı şifadır
Aman bu çeng ve çegâne zevki biraz dursun, şu gezmege
(Sevgi hastası olana dert devadır, aşkın kanlı gözyaşlarını
çıkan güzelleri seyredelim.
akıtanlar şifa bulmuş gibidirler.)
Ma’lûmdur benim sühanım mahlas istemez
Derd-i serinin sandalı hûn-ı ciğer olsun
Fark eyler anı şehrimizin nüktedânları
Bîmar-ı gam-ı aşk ki muhtâc-ı devâdır
Benim şiirim herkesce bellidir; mahlas istemez. Şehrimizin
(Başının derdinin sandalı ciğer kanı olsun, aşk gamının
güzel sözden anlayanları onu fark ederler.
hastası tedaviye muhtaçtır.)
GAZEL 20
Dermân-pezir olmadı gitdi dil-i bîmâr
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
Yâ çekdiğimiz nâz-ı tabîbân ne belâdır
Ey kaşı yâ yüzün beri dönmez misin dahi
(Hasta gönül tedavi olmadan gitti, ya bu çektiğimiz
Ey gurre-i ümîd görünmez misin dahi
hekimlerin nazlanışı ne belâdır.)
Ey yay gibi kaşlı güzel! Yüzünü hala bizden yana
döndürmeyecek misin?
İhvanda bir bûy-ı hakikatle gelir yok
Ey umudumun hilali, hâlâ görünmeyecek misin?
Peygâm-res-i gülbün-i ahzân-ı sabâdır
(Dostlardan hakikat kokusuyla gelen tek bir kişi bile yok,
seher yelinin hüzün fidanının haberidir ulaşan.)
Billâh ne saht âteş imisin gönül meğer
Gark oldum eşk- i hûna söyünmez misin dahi
Ey gönül! Vallahi sen güçlü ne harlı bir ateş imisin; kanlı
Germ-ülfet olan Neş’et ile şimdi teb ancak
gözyaşlarıma boğuldun, daha hâlâ sönmeyecek misin?
Âmed-şüd eden dergehine subh u mesâdır
(Neş’et ile yakın dost olan şimdi sadece hararettir,
dergahına ise uğrayan sadece sabah ile akşamdır.)
Kanı o geceler o tarablar terâneler
Ey def anıp o zevkı dögünmez misin dahi
Hani nerede o geceler, o cuşkunluklar, o şarkılar…Ey def!
GAZEL
O günlerin zevkini anarak hâlâ döğünme başlamıyacak
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
mısın?
Bir dil almağa gelir leşker-i müjgân saf saf
Elde şemşîr nigeh-i arbede cûyân saf saf
Kâfir kızı tükenmedi mi mâtem-i peder
(Kılıçları ellerinde, kavga arayan bir bölük bakış, kirğik
Sâgar çekip kızılca sürünmez misin dahi
ordusu saf saf bie gönlü almağa gelirler.)
219
İltifat eyleyemem gayriye ey gayret-i hûr
Bu murgzâra tenezzül muhâldir yohsa
Cennet içre dizelerkarşuma gılmân saf saf
Hümây-ı ta’bıma Neş’et bir âşiyâne mi yok
(Ey hurîleri kıskandıran güzel, cennet içindeki gılmanları
(Bu kuş yatağına tenezzül etmem imkânsız: Neş’et yoksa
sıra sıra karşıma dizseler senden başkasına iltifat etmem.)
yeteneğimin hümâ kuşuna bir yuva mı yok?)
Dil-i uşşâkı gören Kâ’be-i kuyunda sanır
GAZEL
Hâcıyân vakfededircümleten uryan saf saf
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
(Senin bulunduğun Kâ’beye benzer yerde âşıkların
Kılıcı kanlı eli kanlı delikanlı güzel
gönüllerini görenler bölük bölük çıplak hacılar vakfeye
Çeşm-i cellâdı yaman cân alıcı kanlı güzel
durmuş sanırlar.)
(Kılıcı kanlı, eli kanlı, delikanlı güzel: celladı andıran gözü
yaman can alıcı güzel.)
Sen şeh-i memleket-i hüsn ü bahâsın zahir
Ceyş-i hûbân durur bezmine dîvân saf saf
Kahramân-ı nigehi gibi Celâlî-meşreb
(Açıkçası sen değer ve güzellik ülkesi sultanı olmalısın ki
Bir levendâne revişlü keleş Osmanlı güzel
güzeller ordusu senin meclisinde saf saf divan durmuşlar.)
(Kahraman’ı andıran bakışı ve isyancı yaradışıyla levent
tavırlı çok yakışıklı Osmanlı güzeli.)
Neş’etâ kadrini ol demde bilir ahbâbın
Himmet için geleler kabrine rindân saf saf
Şehr-âşûb-ı zamân şöhre-i âfâk-ı cihân
(Neş’et, dostların ancak büyün rintlerin himmet dilemek için
Mâh-ı Ke’nân gibi şöhreti var şanlı güzel
bölük bölük kabrine geldiği zaman senin değerini anlarlar.)
(Şöhreti dünyayı tutmuş. Şehri birbirine katan Ke’nan
ülkesinin ayı gibi tanınmış şanlı güzel.)
Mefâ'ilün / fe'ilâtün / mefâ'ilün / fe'ilün
GAZEL
Çeşm ü ebrû ve leb ü hâl-i ruhunda söz yok
İzâle-i gam ü emdûhuma bahâne mi yok
Vasf-ı hüsnün diyemem câzibeli anlı güzel
Fîgân u âh-ı ciğer-sûz-ı âşıkâne mi yok
(Gözüne, başına, dudağına ve yanağındaki benine söz yok.
(Derdimi ve üzüntümü giderecek bahane mi yok. Ciğer
Güzelliğininvasıflarını anlatamam: cazibeli anlı şanlı bir
yakan aşıkça ah ve inleme mi yok?)
güzel.)
Telâş-ı va’d-ı visâle sebeb nedir bilmem
Ceyş-i hûbânun odur şimdi sipehsâlârı
Yalan mı yok güzelim özr-i ârifâne mi yok
Neş’et ol devlet ü ikbâl ile ünvânlı güzel
(Kavuşma sözü telâşına sebep ne anlamıyorum; yalan mı
(Neş’et, o devlet ve ikbal ünvanına sahip güzel şimdi
yok güzelim, ustaca bir mazeret mi yok?)
güzeller ordusuna sultandır.)
Şarâb-ı derd-i firakın sirişk-i hûnînim
GAZEL
Hûmar-ı subh-ı safâdamey-i şebâne mi yok
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
(Ayrılık derdi şarabının kanlı gözyaşıyım, mutluluk sabahı
Gamzeler kan dökmede şîr-i siyehdir her biri
mahmurluğunda gece şarabı mı yok?)
Deşt-i sevdâda sefîd âhû- niğehdir her biri
(Bakışlarının her biri kan dökmede kara birer aslandır.
Sevda çölünde ise beyaz bir ceylan bakışlıdırlar.)
Remîde mi acaba âhuvân-ı Çîn-i cünun
Güzel mi yok bilemem nâz-ı nâzıkâne mi yok
(Acaba delilik Çin’inin ceylanları ürkmüş mü? Acaba güzel
Her habâb-ı hûn-ı dil bir meşhed-i sultân-ı gam
mi yok, yoksa nazikâne nâz mı yok, anlayamıyorum.)
Kerbelâ-yı derd-i aşka hayme-gehdir her biri
220
(Gönül kanının her bir kabarcığı, gam sultanının şehit
Sevgili, yüzüne güzellik kâinatı, güzellik göğü dersem yeri
olduğu yer ve aşk derdi Kerbelâ’sı’na bir çadır yeridir.)
var; çünkü alın, sana ay olmuş, yanak, güneş, kaş da yeni
ay.
Öyle bir mihr-i cihân-tâb-ı sipihr-i cânsın
Kemterin zerrâtının mihriyle mehdir her biri
Nakşı çıkmış ser-nüvişti eylemiş şimdi zuhûr
(Can göğünü aydınlatan öyle bir güneşsin ki en değersiz
Hüsnü Leylâ’nın siyeh bir destmâl olmuş sana
parçalarının her biri güneş ve aydır.)
Leylânın güzelliğinin süsü püsü, alımı bozulmuş da şimdi,
alın Yazısı meydana çıkmış; o güzellik, sana, siyah bir
mendil olmuş.
Râstdır tâ âsumân-ı nâza hep âhım yolu
Şehsüvârân-ı niyâza şâh-rehdir her biri
(Âhımın yolu hep naz göğüne doğrudur: onun her biri niyaz
Neyliyâ çıkmaz hayâlinden miyân-ı dilrübâ
binicisine ana yoldur.)
Ma’ni-i nâzik hayâl-ender-hayâl olmuş sana
Ey Neylî, gönül alan sevgilinin beli, hayalinden çıkmaz; o
incecik mâna, sana hayal içinde hayal olmuş.
Kirm-i şeb-tâb-ı hevâ-yı tab’ zannetme görüp
Âlem-i ulvî şehi zerrîn-külehdir her biri
(Gördüklerini yetenek havasının ateş böcekleri sanma,
GAZEL
onların her biri yücelikler âleminin altın külahlı sultanıdır.)
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Ey dil-i şeydâ ne gül ne gülistân lâzım sana
Hep esîr-i aşk olan âzâdeler Neş’et gibi
Âşık-ı dil-dâdesin bir dilsitân lâzım sana
Devlet-i dîdâr ile Edhem-sipihrdir her biri
Çılgın gönül, sana ne gül gerek ne gül bahçesi. Sen,
(Neş’et gibi aşk tutsağı olan özgür kişilerin her biri
sevgiliye gönül vermiş bir âşıksın, sana gönül alan bir
sevgilinin yüzünü görme talihi ile göğün Edhem’idir.)
sevgili lâzım.
Şâd- zâd-ı tab’ıma bu heft beytim pây-i taht
Sevdiğin bir tıfl-ı şehr-âşûbdur efsâne-dost
Heft-iklim-i suhanda pâdişehdir her biri
Sergüzeştin söyle ey dil dâsıtân lâzım sana
(Yeteneğimin şahından doğmuş olan bu yedi beytimin her
Sevdiğin, masal seven, güzelliğiyle şehri birbirine katan bir
biri yedi söz ülkesinin başkentinde sultandır.)
çocuk; ey gönül, başından geçeni söyle, sana bir destân, bir
masal gerek.
Neylî
GAZEL
Sorma tîg-ı gamzesin leb-teşne misin kanına
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Lâ’lin em ey âşık-ı dil-haste cân lâzım sana
Merdüm-i çeşm-i gazâl-i Çîn hâl olmuş sana
Kılıca benzeyen bakışını sorma, kendi kanına mı susadın
Aks-i gül mir’âta düşmüş rûy-ı Âl olmuş sana
yoksa? A gönlü yorgun, bitkin âşık, lâ’l dudaklarını em,
Çin ülkesindeki ahuların göz bebeği, yanağına ben olmuş;
sana can gerek (Lâ’l, yakut cinsinden kırmızı ve değerli bir
gül, aynaya vurmuş, al yüzün, betin benzin meydana gelmiş.
taştır. Divan şairleri, sevgilinin dudaklarını lâ’le
benzetirler. Eski bir inanışa göre bazı taşlar, güneş ışığıyla
Âb-ı tâb-ı naz ile tahmîr olunmuş âftâb
lâ’l haline gelirmiş. Sormak, emmek demektir. Tevriyeli
Âb ü tâb-ı gevher-i hüsn ü cemâl olmuş sana
kullanılmış.)
Güneş, naz parlaklığıyla, letafetle yoğrulmuş, sendeki
güzellik ve alım mayasındaki parlaklık ve letafet olmuş.
Şeyh-i şehre minnet etme ey taleb-kârı visâl
Bir kadehle himmet-i pîr-i mugân lâzım sana
Vechi var cânâ sipihr-i hüsn dersem rûyuna
Sevgiliyle buluşmak isteyen, muradına ermek istiyorsan
Cebhe meh ruhsâr mihr ebrû hilâl olmuş sana
şehrin şeyhine minnet etme; sana bir kadehle bir Pir-i
221
mugan lâzım. (Muğ, ateşe tapanların dinindeki rahiplerdir.
Tef-i derûn-ı dilinden figân eyler
Bunların büyüğüne Pir-i mugân derler. Şarap ateşe. ateşe
Âşık, zaman zaman feryat eder, ağlar; gönlünün içindeki
tapılan yere. Meyhaneci de Pir-i mugana benztilmiştir.)
ateşten, Feryat feryada söyler.
Çek licâm-ı rahş-ı kikli geçmesin i-câzı da
İki cihânda da uşşâka yoktur âsâyiş
Sâha-i ma’nâda Neylî hem-inân lâzım sana
Cefâyı şimdi güzeller cihân cihân eyler
Ey Neylî, soy bir ata benziyen şâirlik kaleminin dizginini çek
Âşıklara, iki dünyada da rahat ve huzur yoktur, çünkü
de şiirinle mucizeler gösterme menzilini geçmesin, mâna
güzeller, Şimdi, dünyalar kadar cefa etmedeler
alanında, seninle at başı beraber gidecek bir süvari gerek.
Çekîde olmada bir bir zemîne katre-i eşk
GAZEL
Beyân-ı râz-ı derûnum yegân yegân eyler
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Göz yaşı katreleri, yeryüzüne bir bir sızıp damlamada;
Hâlet-i la’lin hat-ı sebz âşikâr olsun da gör
gönlümdeki Sırrı, birer birer söyleyip anlatmada.
Neşvesin sahbâ-yı nâbın nev- bahâr olsun da gör
Kırmızı dudağının keyfiyetini yeşil tüyler ortaya çıksın da
Edip hayâlin ile günc-i dilde halvet-i hâs
öyle gör; saf şarabın neşesini hele bir ilkbahar olsun da öyle
O zevk-ı sohbeti âşık nihân nihân eyler
gör.
Âşık, gönül bucağında hayalinle hususî bir sohbet kurar da
O sohbet zevkini gizli gizli tadar.
Çîn-i nâz-ı ârız-ı cânâneyi mânend-i gül
Âşıkân gülzârı kûyunda hezâr olsun da gör
Şikâyet-i gama Neylî tenimde her mûyum
Sevgilinin yanağında gül gibi nazlanan saç kıvrımlarını,
Cefâsı ile o şîrin-zebân zebân eyler
âşıkları onun çevresinde binlere ulaşsın da öyle gör.
Ey Neylî, o tatlı dilli güzelin cefâsını bedenimdeki her tüy,
Bir dil haline gelip söyler.
Bâde görsün neşvesi pür-tâb kılsın ruhların
Ol mehin mir’ât-ı hüsnü tâbdâr olsun da gör
GAZEL
Sevgili şarabı bulsun, içince neşesi yanaklarını parlatsın; o
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
ay yüzlü sevgilinin böylece güzellik aynası parıldasın da
Âhir olmuş meclis-i Cem câm-ı işret kalmamış
seyr et.
Devri sönmüş sâgarın sahbâda hâlet kalmamış
Cem’in içki meclisleri sona ermiş içki kadehi ortadan
Dide nergis gamze sûsen kadd serv gerden semen
çekilmiş; kadehin devri sona ermiş, şarapta bir özellik
Sahn-ı bağı bir ser-âmed gül-izâr olsun da gör
kalmamış.
Gözleri nergis, bakışları süsen, boyu servi, gerdanı ise
yasemin; bahçenin ortası gül yanaklı, herkesin beğendiği
Pâyına cûy-ı sirişki etmege her sû revân
birine dönsün de gör.
Gülsitân-ı dehrde bir serv kâmet kalmamış
Dünya bahçesinde senin ayağına her an gözyaşlarını
akmağa hazır bir servi boylu da kalmamış.
Neyliyâ seyr et zümürrüd-zîb-i yâkût olduğun
Hâtem-i la’lin hat-ı sebz âşikâr olsun da gör
Neylî, sevgilinin dudağının mühüründe taze tüyleri belirsin
Cümle târâc eylemiş gâretger-i endûh u gam
de Zümrüdün nasıl yakutu süslediğini gör.
Şehr-bend-i dilde esbâb-ı meserret kalmamış
Gam ve keder yağmacısı, her şeyi yağmalamış, gönül
GAZEL
surlarının içinde sevinmemize sebep olacak hiçbir şey
Mefâ'ilün / fe'ilâtün / mefâ'ilün / fe'ilün
kalmamış.
Figân ü nâleyi âşık zamân zamân eyler
222
Âhır olmuş güft ü gûy-ı meclis-i erbâb-ı ayş
Ey periyi andıran sevgili, böylesine kınanmama sebep
Hâsılı bu âlem-i fânîde sıhhat kalmamış
sensin, ey güzel gül, bu kadar felakete düşüşüm de senin
Yiyip içip eğlenmeyi sevenlerin meclislerindeki dedikodular
yüzündendir.
da susmuş; kısacası bu geçici dünyada hayat kalmamış.
Dü-dîde eşkile giryân ciger hemân biryân
Kadrini kim bilsin ey Neylî dür-i eş’ârımın
Revâ mıdır bize bu def-i râhata bâis
Âşinâ-yı lücce-i deryâ-yı fikret kalmamış
İki gözüm yaş dökerek ağlamada, ciğarimse sürekli kebap,
Neylî, şiir incilerinin değerini kim bilsin; geniş düşünce
ey sevgili rahatımızı kaçırtan bu hal bize lâyik midir?
denizini iyi tanıyan kimse kalmamış.
O mâh bende-i dil âşıkânda mâhirdir
İlhâmî
Edâ-yı işvesidir bunca hâlete bâis
GAZEL
O ay yüzlü sevgili aşıkların gönlünü köle etme konusunda
Ol peri bakdı bana nîm-nigeh etti aceb
çok yeteneklidir, bütün bu durumlara sebep olansa nazlı
Hükmünü bugün adâletle o şâh etti aceb
tavrındır.
O peri yüzlü sevgili bana yarım bir bakışla baktı, tuhaftır o
sultan bugün hükmünü acayib bir tarzda yerine getirdi.
Masâl-i sünbül-i şûrîde zülfünü dökmüş
Budur o rütbe ruhında letâfete bâis
Nâr-ı aşkıyla çıkan dûd-ı siyâh-ı âhımı
Saçını perişan sünbül gibi dökmüş, yanağındaki bu derece
Felegin âyînesin vardı sîyeh etti aceb
güzelliğin sebebi budur.
Sevgilinin aşkı ateşiyle çıkan âhımın kara dumanı, feleğin
aynasını varıp iyice siyahlaştırdı.
Cihânı tutdu bütün sanki fitne vü âşûb
Miyân-ı âşıkân içre kıyâmete bâis
Ben işitdim ki o meh zülfü dağılmış da demiş
Sanki kargaşa ve gürültü bütün dünyayı tutmuş, âşıklar
Aceb ol âşık-ı bî-çâre mi âh etti aceb
arasında böylesine kavgaya o sebep olmuş.
O ay yüzlü sevgili, zülfü darmadağın olunca, o çaresiz âşık
âh mı etti dediğini duydum.
Hemîşe Hazret-i Hakka niyaz etti İlhâmî
Hdâ olur bize ancak selâmete bâis
Dem-be-dem âh ile feryâdı duyurdum yâre
İlhâmi, sürekli Allah'a yalvar, bizim selamete ulaşmamıza
Da'vi-i aşka gönül anı güvâh etti aceb
vesile ancak Tanrı olur
Zaman zaman âh çekerek feryadımı sevgiliye duyurdum,
gönül böylece onu aş davasına acayip şâhid gösterdi.
GAZEL
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
Bâde içmiş yine İlhâmî işittim zâhir
Agyâre yâr olmuş bî-şekk mi bu havâdis
Hayflar böyle kebâirde günâh etti aceb
Gûşuma girdi bilmem gerçek mi bu havâdis
Duydum ki İlhamîyine ulu orta içki içmiş, yazıklar olsun
Sevgilinin rakibe yar olması gerçekten doğru mu? Kulağıma
böyle şaşılacak büyük bir günah işlemiş.
geldi ama bu haber doğru mu bilemiyorum.
(fe'ilâtün fe'ilâtün fe'ilâtün fe'ilün)
Hûn oldu kalb-i mahzûn hâlim olup diger-gûn
GAZEL
Agyârı ede memnûn gerçek mi bu havâdis
Mefâ'ilün / fe'ilâtün / mefâ'ilün / fe'ilün
Duyunca mahzun kalbimi kan eden, durumumu değiştiren,
Sen oldun ey peri böyle melâmete bâis
buna karşılık düşmanları sevindiren bu haber doğru mu?
Bu rütbe ey gül-i ra'nâ felâkete bâis
Agyâr ile demâdem olur mu yâr mahrem
223
Gûşuma girdi bilmem gerçek mi bu havâdis
Nâr-ı aşkıyla çıkan dûd-ı siyâh-ı âhımı
Sevgilinin rakible süreklü başbaşa kaldığı haberi kulağıma
Felegin âyînesin vardı sîyeh etti aceb
geldi, acaba bu haber doğru mu?
Sevgilinin aşkı ateşiyle çıkan âhımın kara dumanı, feleğin
aynasını varıp iyice siyahlaştırdı.
Lâyık mıdır bu denlü yâd ile âşinâlık
İlhâmî ile ülfet etmez mi bu aralık
Ben işitdim ki o meh zülfü dağılmış da demiş
Sevgilim, yabancılarla bu denli dostluk uygun mu? Bu kadar
Aceb ol âşık-ı bî-çâre mi âh etti aceb
soğukluk yetmez mi? İlhâmî ile dostluk etmez mi?
O ay yüzlü sevgili, zülfü darmadağın olunca, o çaresiz âşık
âh mı etti dediğini duydum.
Yoksa aceb araya girdi mi bir münâfık
Gûşuma girdi bilmem gerçek mi bu havâdis
Dem-be-dem âh ile feryâdı duyurdum yâre
Yoksa aramıza bir münâfık mı girdi? Böyle bir haber
Da'vi-i aşka gönül anı güvâh etti aceb
kulağıma geldi, bilmem doğru mu?
Zaman zaman âh çekerek feryadımı sevgiliye duyurdum,
gönül böylece onu aş davasına acayip şâhid gösterdi.
GAZEL
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
Bâde içmiş yine İlhâmî işittim zâhir
Hayli demdir ki dönüp kulbe-i ahzâna kafes
Hayflar böyle kebâirde günâh etti aceb
Bâis oldu bize bu mertebe ahzâna kafes
Duydum ki İlhamîyine ulu orta içki içmiş, yazıklar olsun
Uzun bir süreden beri kafes bir hüzün kulübesine döndü, bu
böyle şaşılacak büyük bir günah işlemiş.
yüzdendir ki bu kadar çok üzülüyoruz.
GAZEL
Nola rahm etse felek bana feryâdımdan
Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün
Oldu bülbül gibi murg-ı dilime lâne kafes
Sen oldun ey peri böyle melâmete bâis
Kafes, gönül kuşuna bülbüle oldupu gibi yuva oldu, bu
Bu rütbe ey gül-i ra'nâ felâkete bâis
ağlayıp inlememden dolayı felek bana acısa ne olur.
Ey periyi andıran sevgili, böylesine kınanmama sebep
sensin, ey güzel gül, bu kadar felakete düşüşüm de senin
yüzündendir.
Şimdi şehbâz-ı dil ister adûsuyla cidâl
Fırsat elvermiyor ammâ bize meydâna kafes
Şimdi gönül kahramanı düşmanıyla şavaşmak istiyor ama
Dü-dîde eşkile giryân ciger hemân biryân
bizim er meydanına çıkmamıza kafes elvermiyor.
Revâ mıdır bize bu def-i râhata bâis
İki gözüm yaş dökerek ağlamada, ciğarimse sürekli kebap,
ey sevgili rahatımızı kaçırtan bu hal bize lâyik midir?
Şimdi İlhâmî nola şi'rin olursa mahfî
Görmeğe vermez amân nazmını yârâna kafes
İlhâmî! Şiirinin şu anda ortaya çıkmamış olmasına şaşılmaz,
O mâh bende-i dil âşıkânda mâhirdir
çünkü dostların onu görmesine kafes imkân vermiyor.
Edâ-yı işvesidir bunca hâlete bâis
O ay yüzlü sevgili aşıkların gönlünü köle etme konusunda
GAZEL
çok yeteneklidir, bütün bu durumlara sebep olansa nazlı
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
tavrındır.
Ol peri bakdı bana nîm-nigeh etti aceb
Hükmünü bugün adâletle o şâh etti aceb
Masâl-i sünbül-i şûrîde zülfünü dökmüş
O peri yüzlü sevgili bana yarım bir bakışla baktı, tuhaftır o
Budur o rütbe ruhında letâfete bâis
sultan bugün hükmünü acayib bir tarzda yerine getirdi.
Saçını perişan sünbül gibi dökmüş, yanağındaki bu derece
güzelliğin sebebi budur.
224
Uzun bir süreden beri kafes bir hüzün kulübesine döndü, bu
yüzdendir ki bu kadar çok üzülüyoruz.
Cihânı tutdu bütün sanki fitne vü âşûb
Miyân-ı âşıkân içre kıyâmete bâis
Sanki kargaşa ve gürültü bütün dünyayı tutmuş, âşıklar
Nola rahm etse felek bana feryâdımdan
arasında böylesine kavgaya o sebep olmuş.
Oldu bülbül gibi murg-ı dilime lâne kafes
Kafes, gönül kuşuna bülbüle oldupu gibi yuva oldu, bu
ağlayıp inlememden dolayı felek bana acısa ne olur.
Hemîşe Hazret-i Hakka niyaz etti İlhâmî
Hudâ olur bize ancak selâmete bâis
İlhâmi, sürekli Allah'a yalvar, bizim selamete ulaşmamıza
Şimdi şehbâz-ı dil ister adûsuyla cidâl
vesile ancak Tanrı olur
Fırsat elvermiyor ammâ bize meydâna kafes
Şimdi gönül kahramanı düşmanıyla şavaşmak istiyor ama
bizim er meydanına çıkmamıza kafes elvermiyor.
GAZEL
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
Agyâre yâr olmuş bî-şekk mi bu havâdis
Şimdi İlhâmî nola şi'rin olursa mahfî
Gûşuma girdi bilmem gerçek mi bu havâdis
Görmeğe vermez amân nazmını yârâna kafes
Sevgilinin rakibe yar olması gerçekten doğru mu? Kulağıma
İlhâmî! Şiirinin şu anda ortaya çıkmamış olmasına şaşılmaz,
geldi ama bu haber doğru mu bilemiyorum.
çünkü dostların onu görmesine kafes imkân vermiyor.
Hûn oldu kalb-i mahzûn hâlim olup diger-gûn
Şeyh Gâlib
Agyârı ede memnûn gerçek mi bu havâdis
GAZEL 1
Duyunca mahzun kalbimi kan eden, durumumu değiştiren,
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
buna karşılık düşmanları sevindiren bu haber doğru mu?
Nigeh-i çeşmi çü şehbâz-nümûn oldu bana
Tâir-i rûh-ı kuds sayd-ı zebûn oldu bana
Agyâr ile demâdem olur mu yâr mahrem
Sevgilin gözünün bakışı bana doğan kuşu biçiminde
Gûşuma girdi bilmem gerçek mi bu havâdis
görününce kutsal ruh Cebrail kuşu bana aciz bir av oldu.
Sevgilinin rakible süreklü başbaşa kaldığı haberi kulağıma
geldi, acaba bu haber doğru mu?
Eşk-i çeşmimle kızıl kana boyandı dünyâ
Meh ü mihri felegin çeşme-i hûn oldu bana
Lâyık mıdır bu denlü yâd ile âşinâlık
Gözyaşlarımla dünya kızıl kana boyandı. Gökyüzünün ayı ve
İlhâmî ile ülfet etmez mi bu aralık
güneşi bana kan çeşmesi halinde görünüyor.
Sevgilim, yabancılarla bu denli dostluk uygun mu? Bu kadar
soğukluk yetmez mi? İlhâmî ile dostluk etmez mi?
Dest-i efsûs olalı bâl ü per-i pervânem
Lâ mekân mevki'-i arâm u sükûn oldu bana
Yoksa aceb araya girdi mi bir münâfık
Pervanenin kanatları ''yazık yazık'' diye dövünen eller gibi
Gûşuma girdi bilmem gerçek mi bu havâdis
çırpınalı, yersizlik bana rahat ve huzur yeri oldu.
Yoksa aramıza bir münâfık mı girdi? Böyle bir haber
kulağıma geldi, bilmem doğru mu?
Zülf-i Leylîdeki zencîr-i belâsı Kaysın
Özge ser-rişte-i da'vâ-yı cünûn oldu bana
GAZEL
Kays'ın Leyla'nın saçındaki belâ zincirine bağlanması, bana
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
delilik davasınınçözümünde başka bir ipucu oldu.
Hayli demdir ki dönüp kulbe-i ahzâna kafes
Bâis oldu bize bu mertebe ahzâna kafes
Çeşm-i câdûsına dîvâne olam ol şûhun
Deşt-i endîşede âhû-yı füsûn oldu bana
225
O şuh güzelin cadı gözüne deli divane olayım. Bana düşünce
Etdim zebân-ı şu'leyi hâmûş-ı harf-ı aşk
çölünde büyülenmiş bir âhû oldu.
Dil güft-gûy-ı şevk ile bîtâbdır bu şeb
Mumun alevinin dilini sustur; aşk sözünü konuşturmadım.
Zevk-ı derdin de dirîg eyledi şimdi dilden
Çünkü gönül bu gece aşk coşkunluğunun konuşulmasıyla
Hasret-i dâğ-ı derûn oldu bana
kendinden geçmiştir.
Sevgili şimdi gönlümden derdinin zevkini de esirgedi.
Yarasının özlemi bana garip bir iç sancısı oldu.
Seng-i nişân-ı hâbda tîz eyler el-hazer
Tîg-i nigâhı sanma girân-hâbdır bu şeb
Gireli halvet-i ma'nâya lafzdan Gâlib
Sevgilinin bakış kılıcının ağır uykuda olduğunu sanma.
Bu zuhûrât kamu ayn-ı butün oldu bana
Aman dikkatli ol, bu gece onu uykunun nişan taşında
Gâlib sözden anlamın gizli âlemine girelidenberi bu ortaya
bilemektedir.
çıkan şeyler benim içimin aynısı oldu.
Gâlib nigâh vasfını tesvîd eder meger
GAZEL 2
Kâğıd siyeh bahâr-ı mey-i nâbdır bu şeb
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
Gâlib herhalde sevgilinin bakışlarının özelliklerini
Sâgar habâb-ı mevce-i mehtâbdır bu şeb
karalamada. . . Bu gece kâğıt saf şarabın kara çiçekleriyle
Fânûs bahr-ı nûrda girdâbdır bu şeb
dolu.
Kadeh bu gece mehtap dalgalarının üzerindeki su
kabarcıklarına benzemekte. Kandilin fanusu da nur
GAZEL 3
denizindeki girdab gibidir.
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
Ol gamze- gurûr ne âlemdedir aceb
Rindân yâd-ı çeşm-i siyeh mest-i yâr ile
Hiç etmedi zuhûr ne âlemdedir aceb
Peygûle-gîr-i gûşe-i mihrâbdır bu şeb
O gururlu yan bakış şimdi ne âlemdedir acaba? Çoktanberi
Rindler sevgilinin aşırı sarhoş gözünü düşünüp bu gece
ortaya çıkmıyor acaba ne âlemlerdedir?
mihrap köşesine sığındılar.
Olmaz bedîd âyîne-i câm-ı Cemde hîç
Yek-reng feyz-i sâkî ile bezm-i gülsitân
Ol sîne-i bittûr ne âlemdedir aceb
Her câm-ı bâde bir gül-i sîrâbdır bu şeb
Cemşîd’in kadeh aynasında çoktan görünmüyor; o billur
Bu gece gülbahçesinin toplantısı baştanbaşa aynı renkte,
göğüs ne âlemdedir acaba?
kıpkırmızıdır. Her şarap kadehi taze, canlı bir güle benziyor.
Sormaz safâ-yı âlem-i âb içre gamzesi
Rûşen-dilân-ı akd-ı güherden nişân verir
Rindân-ı bî-hûzûr ne âlemdedşr aceb
Pervîn sirişk-i meclis-i ahbâbdır bu şeb
Sevgilinin yanbakışı deniz âlemi eğlencesinde huzursuz
İnci dizisi gibi dizilip oturan aydınlık gönülleri andıran
rintlerinin ne durumda olduklarını hiç sormaz.
Süreyya, bu gece dostlar toplantısında dökülen gözyaşları
Nevbet deger mi meclis-i uşşâka gelmege
gibidir.
Ol neş'e vü sürûr ne âlemdedir aceb
Çeşm ıztırab-ı lerziş-i endâm-ı yârda
O neşe, sevinç nerelerdedir şimdi? Acaba âşıkların
Her katre eşk dâne-i sîmâbdır bu şeb
toplantısına gelmeğe de sıra gelecek mi?
Sevgilinin endamını seyredip titreyerek acı içinde kıvranan
gözün döktüğü gözyaşlarının her damlası bu gece gümüşten
Oldu hevâ-yı zülf ile dil târ u mâr-ı gam
su damlalarına benziyor.
Cem'iyyet-i şu'ûr ne âlemdedir aceb
226
Gönül sevgilinin saçının arzusuyla gamdan karmakarışık,
Gâlib! Tecelli güneşinin çeşmesi Şems'dir. Onun bereketli
perişan oldu. Aklını toplayıp kendine gelmesi ne zaman
bakışı cehennemi yakut bahçesi haline getirir.
olacak?
Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün
Fikr-i kadinle fitne salaydı kıyâmete
GAZEL 5
Hengâme-i sürûr ne âlemdedir aceb
Dil Mânî-i Erjeng-i temâşa mı değildir
Kötülüklerin gürültü patırtısı şimdi nerelerde? Boyunu
Sâgar sadef-i temennâ mı değildir
düşünerek kıyamet gününü karmakarışık ederdi.
Gönül hep beğenilerek seyredilen Erjeng kitabının
resimlerini yapan Mâni'ye benzemiyor mu? Kadeh arzu
renginin doğduğu sadefin aynı değil mi?
Çoktan sevâd-ı kalb-i harâbına Gâlibin
Etmez neşât ubûr ne âlemdedir aceb
Neşe, sevinç şimdi nerelerdedir? Gâlib'in yıkık gönlünün
Hoş nağmelerin saff-ı güleng-i nakarâttı
karanlığına çoktan uğramıyor.
Nev-Kâfile-i âlem-i bâlâ mı değildir
Sürekli tekrar edilen hoş nağme turnalarının diziler
GAZEL 4
halindeki uçuşları, yüce aleme giden yeni kafilelere
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
benzemiyor mu?
-ı gülle değil nûr-ı çerâğ-ı yâkût
Bâde-i reng-i hınâ tutmaz ayâğ-ı yâkût
Bu deyr-i alâyıkda ten-i ehl-i tecerrüd
Yakutun kandilinin parlaklığı gülyağından değildir. Yakutun
Hâmûş olıcak sûret-i İsâ mı değildir
kadehi kına renkli şarabı tutmaz.
Bu hayhuy dünyasından elini eteğini çekenlerin vücutları
suskun oldukları zaman tıpkı Hz. İsa'nın resimlerine
Mey değil âteş-i ruhsârdadır gözlerimiz
benzemez mi?
Ceyş-i pervâneye cây olmaz ocağ-ı yâkût
Gözlerimiz şarapta değil, yanağın ateşindedir. Yakut ocağı
Taş atma girân mestlerinin cürmünü afv et
pervane askerine yer olmaz.
Ol bârı çeken gerden-i mînâ mı değildir
Koca kadehlerle sarhoş olanların suçunu bağışla, taşlama.
O ağır günahın yükü sürahinin boynuna değil mi?
Olamaz sünbül-i bâğ-ı ruhunun kandîli
Yansa da âb-ı zümürrüdle çerâğ-ı yâkût
Yakutun kandili zümrüt suyu ile yansa da yine yanağının
G'isûsun anıp silsile-i hicri uzatma
sünbül gibi saçlarının kandiline benzemez.
Sîmîn beri subh-ı şeb-i yeldâ mı değildir
Omuzlara kadar dökülen uzun saçlarını anarak ayrılık
Hatt-ı lebindeki esrâr-ı şerîfe eremez
zincirini uzatma; sevgilinin gümüş gibi bembeyaz göğsü,
Rûh-ı Hızr olsa eger dûd-ı çerâğ-ı yâkût
uzun ve acı gecelerin sabahında doğan güneşe benzemez
Yakut kandilinin dumanı Hızr'ın ruhu olsa, senin dudağının
mi?
çevresindeki şerefli sırlara eremez.
Murgân-ı hayâlât ile Gâlib bu neşîden
Nazm-ı bî-sûzişe murgân-ı ma'ânî konmaz
Her beyti perîhâne-i ma'nâ mı değildir
Gülşen olsun mu semenderlere bâğ-ı yâkût
Gâlib! Bu şiirinin her beyti uçuşan hayal kuşlarıyla, anlam
Yakıcı olmayan nazma anlam kuşları konmaz. Yakutun bağı
perilerinin toplandığı bir eve benzemiyor mu?
semenderlere gülbahçesi olur mu?
GAZEL 6
Şemsdir çeşme-i hurşîd-i tecelli Gâlib
Mefâ'ilün / fe'ilâtün / mefâ'ilün / fe'ilün
Nazar-ı feyzi eder dûzahı bâğ-ı yâkût
O bahr-ı cezbede kim gönlüm ıztırâba gelir
227
Güher derûn-ı sadefden çıkıp habâba gelir
Olur ne mısra'-ı bercestelerde sekte bedîd
Gönlümün acıdan çırpınıp dalgalandığı o cezbe denizinde
O dem ki nabz-ı suhen dest-i intihâba gelir
inci, sedefinden çıkıp su kabarcağı gibi yuvarlak dane
Seçip değerlendirme eli şiirin nabzını eline aldığı zaman
haline gelir. (Cezbe, cezbetullah yani Tanrı’nın kulu kendine
nice berceste mısrâlarda duraklamalar olduğu ortaya çıkar.
çekmesidir. Mutasavvıflara göre Tanrı kula önce bir nazar
(Sekt, durdurma, duraklama demektir. Şiirde vezindeki bir
atar ve aşkına yeterli görürse onu kendine çeker. Cezbeye
bozukluk sekt meydana getirirse bu mısraın ahengini ve
tutulana meczûb denir. Meczûb, kendi varlığından sıyrılmış,
güzelliğini bozar. Mısrâ berceste olmaktan çıkar).
ilahî aşkta yok olmuş kişidir.)
Hatı ki kâfile-i müşkdür anın Gâlib
Döner sahîfe-i Erjenge bâliş-i hıştım
Diyâr-ı Çîn ü Hatâdan reh-i sevâba gelir
Gehî ki cilve-i nâzı hayâl-i hâba gelir
Gâlib! Onun yüzündeki ayva tüyleri misk kervanıdır. Çin ve
Sevgilinin nazlı cilvesi ne zaman uykumda hayalime gelse,
Hıta ülkelerinden çıkıp doğru yolu bulmağa gelir. (Çin,
başımı koyduğum kerpiçten yastık. Erjeng'in resimli sahifesi
Hıta, Hotan misk ve güzelleriyle tanınmış ülkelerdir. Hat,
ne döner. (Erjeng ya da Erteng. Manihaizmin kurucusu
saç, kaş, kirpik daima misk kokuludur. Hıta ve hatâ
Mani, yahut onun minyatürlü kitabı veya resimlerin
kelimeleriyle tevriye ve cinas yapılır. Beyitte hatâ ve sevâb
yapıldığı atelyenin adıdır.)
tezadı yapılmış).
Safâ-yı nûr-ı sabûhı bulan siyeh-mestin
Bu gün sabâh ile seyr eyledim ki baht-ı cevân
Gözüne hâne-i hurşîd bir harâbe gelir
Tavâf-ı dergeh-i Pîr-i felek-cenâba gelir
Kendinden geçmiş sarhoşun sabah şarabının nuruyla arınan
Bugün sabah erkenden baktım; genç bahtımı Pîr'in eşiği
gözüne güneşin evi yıkık dökük görünür.
gökler kadar yüce olan dergahını tavaf etmeğe geldiğini
gördüm. (Beyitteki Pîr sözüyle Mevlânâ Celâleddin Rûmî
anlatılmış).
Riyâz-ı reng-i cemâle gider bu hûn-ı sirişk
O râhdan ki geçip bûy-ı gül-i gülâba gelir
Bu kanlı gözyaşlarım gülün kokusunun gülsuyu haline
GAZEL 7
geldiği o yoldan geçerek güzellik renginin bahçesine gider.
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
Efendimsin cihânda i'tibârım varsa sendendir
Hat-ı fireng gibi zülf ü ebruvân keç u mec
Miyân-ı âşıkânda iştihârım varsa sendendir
Ne anlanır rakam-ı mekri ne hesâba gelir
Efendimsin, dünyada bir saygınlığım varsa sendendir.
Sevgilinin saçı ve kaşları Frenk yazısı gibi ters ve eğri
Âşıklar arasında bir ünüm varsa senin yüzündendir. (Bu
büğrüdür. Hilesinin rakamı ne anlaşılır ne de bir hesaba
gazel nazım şekliyle söylenmiş bir münâcâttır. Şiirin sonuna
gelir. (Arap yazısı sağdan sola, Latin yazısı soldan sağa
kadar seslenilen Tanrı’dır. İlahî sevgili olan Tanrı’ya içten
yazılır. Bu yüzden ters denmiş. Ayrıca Latin yazısını
bir teslimiyet dile getirilmiş).
bilmeyen için bu yazı eğri büğrü, karmakarışık, anlamsız
gelir. Ayrıca rakam, asıl anlamıyla demektir.)
Benim feyz-i hayâtım hâsıl-ı rûh-ı revânımsın
Eğer sermâye-i ömrümde kârım varsa sendendir
Edeble dâmen-i zülfün öper gelip bir bir
Benim hayatımın bereketi, akıp giden ruhumu ortaya
O fitneler ki şeh-i hüsne intisâba gelir
çıkaran sensin. Eğer ömrümde bir kazancım varsa senin
Güzellik sultanına sığınmağa gelen, saçın ucundaki o
sâyendedir.
karışıklık çıkaran halkalar bir bir gelip saygıyla saçının
eteğini öperler. (Güzellik sultanı, yüzdür. Fitne de saçın
Veren bu sûret-i mevhûme revnak reng-i hüsnündür
ucundaki kıvrım kıvrım, birbirine dolaşan halkalardır.)
Gülistân-ı hayâlim nevbâharım varsa sendendir
228
Bu kuruntuya dayanan, hayal ürünü olan şekle parlaklık ve
dünyaya gelmiş, yani avare olmuştur. Toz aynayı bulandırır.
canlılık veren senin güzelliğinin rengidir Hayalimin bir
Keder toz, bulanık demektir. Saf gönül aynasının tozu
gülbahçesi, ilkbaharım varsa senden gelmektedir.
Tanrı’dan ayrılığın üzüntüsüdür).
(Mutasavvıflara göre dünya ve bütün yaratıklar bir
hayalden ibarettir. Ayrıca varlıkları yoktur. Beyitteki
Şafak-tâb eyledin peymânemi hûnâb ile sâkî
güzellik de Cemâli mutlak yerine kullanılmış).
Sabâh-ı sohbet-i meyde humârım varsa sendendir
Sâkî! Kanlı gözyaşlarıyla kadehimi şarap renginde yaptın.
Felekten zerre mikdâr olmadım devrinde rencîde
İçki sohbetinin sabahından başım ağrıyorsa senin
Ger ey mihr-i münîr âh u zârım varsa sendendir
yüzündendir. (Sohbet toplantısı Elest toplantısıdır. Bu
Devrinde felekten bir zerre kadar incinmedim. Ey aydınlık
toplantının sabahı da insanın dünyaya gelmesidir. Elest
güneş! Eğer ah edip ağlıyorsam senin için ağlıyorum.
toplantısındaki sarhoşluk aşk şarabının sarhoşluğudur).
(Beyitteki “sendendir” sözünü “senin yüzünden sana
kavuşma özleminden ve sen bana yaptırdığın için”şeklinde
Sanadır ilticâsı Gâlibin yâ Hazret-i Mevlâ
anlamalıdır).
Başımda bir külâh-ı iftihârım varsa sendendir
Ey Mevla hazretleri! Gâlib sana sığınmıştır. Başımda
Senin pervâne-i hicrânınam sen şem'-i vuslatsın
öğündüğüm bir külahım varsa sendendir. (Mevlâ, efendi,
Be-her şeb hâhiş-i bûs u kenârım varsa sendendir
Tanrı, velî anlamlarındadır. Beyitteki külah mevlevî
Sen kavuşma mumusun. Ben senden ayrı bir pervaneyim.
külahıdır. Mevlâ, monla şeklinde Mevlânâ’yı da
Her gece öpüp kucaklama arzum varsa senin içindir.
anlatmaktadır).
Şehîd-i aşkın oldum lâle-zâr-ı dâğdır sînem
GAZEL 8
Çerâğ-ı türbetim şem'-i mezârım varsa sendendir
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
Aşkının şehidi oldum. Göğsüm yaralarla lale bahçesine
Şerha-i sîne benim mülk-i dile râhımdır
döndü. Eğer türbemin bir kandili varsa mezarımda mum
Dâğlar revzene-i hâtır-ı âgâhımdır
yanıyorsa senin sayendedir. (Şehitlik din uğruna yapılan
Göğsümün yarığı benim gönlümün ülkesine giden yolumdur.
gazada ölenlere verilen bir pâyedir. Yüce bir makamdır. Her
Göğsümdeki yaralar uyanık gönlüme bakan pencerelerdir.
mezarda mum yanmaz. Ancak ermişlerin, evliyânın
türbelerinde mum yakılır).
Jengdâr-ı hat eden âyîne-i ruhsârın
Pîç ü tâb-ı nefesimdir eser-i âhımdır
Gören sergeştelikde girdâb-ı deşt zann eyler
Yanağının parlak aynasını çizgilerle, tüylerle kaplatıp
Fenâ-ender-fenâyım her ne varım varsa sendendir
kirleten ahımın kapkara dumanın eseri olan nefesimin
Beni başı dönmüş, başıboş dolaşır gören çölün hortumu
verdiği sıkıntıdır.
sanır. Yokluk içinde yok olmuşum. Eğer bir varlığım varsa
senden gelmektedir. (Çölün hortumu çölde döner dolaşır;
Tîğ-ı hicrân ile fasl etme hemân da'vâmız
maddesi yoktur, ruhtur. Beyitte vahdet vücud düşüncesi
Katlin ey şûh benim matlab-ı dil-hâhımdır
anlatılmış).
Sevgilim! Aramızdaki aşk davasını ayrılık kılıcıyla hemen
kesip atarak çözme. Bunu beni öldürerek çözmen gönülden
istediğim arzumdur.
Niçün âvâre kıldın gevher-i galtânın olmışken
Gönül âyînesinde bir gubârım varsa sendendir
Senin yuvarlanan incin olmuşken beni niçin başı boş
Tîregî-i şeb-i baht-ı siyehimden korkmam
bıraktın? Gönlümün aynasında bir toz parçası varsa senin
O meh-i hüsn ki bir şâh-ı felek-câhımdır
ayrılığındandır. (İnsan değerli bir incidir. Tanrı istiridye
Kara bahtımın gecesinin karanlığından korkmam. O güzellik
gibi inciyi meydana getirmiş, bu inci istiridyeden ayrılıp
ayı benim göğün yüceliğindeki sultanımdır.
229
Ben söyledikçe aşkımı Mecnûn hâmûş olur
Es'adâ kâdir iken mu'cize Hârût-ı kalem
Râz-ı cünûna halka-i zencîri gûş olur
Râh-ı eş'ârda sihr etme büyük câhımdır
Ben aşkımı söylemeğe başlayınca Mecnun sesini keser.
Es'ad! Hârût'a benzeyen kalemimin mucize söylemeğe gücü
Bağlandığı zincirlerin halkaları benim açıkladığım delilik
varken şiir yolunda sihir yapmak benim için büyük bir
sırlarını dinlemeğe kulak kesilir.
makamdır.
Bir dilrübâya düştü ki dil rûy-ı pâkinin
GAZEL 9
Yâdıyla seyl-i eşk-i revân şu'le-pûş olur
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Gönül öyle bir güzele düştü ki, tertemiz yüzünü andıkça
Tâb-ı hüsnü çeşmimiz âteş-feşân olsun da gör
akan gözyaşlarımın sellerini ateşler kaplar.
Cennet-i ruhsârını dûzah-nişân olsun da gör
Sen güzelliğinin parlaklığını hele gözümüz ateş saçmağa
Bâz-ı nigâha kâkülü kim bâl ü per verir
başlasın da gör. Yanağının cennetini cehennemi göstermeğe
Şâhîn-i çeşmi düşmen-i cân-ı sürûş olur
başlasın da gör.
Sevgilinin saçı doğan kuşu gibi yırtıcı bakışına kanatlar
verip uçurunca gözünün şahini meleklerin bile canlarına
Lâl-i aşka kuvvet-i güftâr-ı hâmûşî nedir
düşmanı olur. (Doğan ve şahin yırtıcı kuşlardandır ve kuş
Hayret-i vaslınla her mûyum zebân olsun da gör
avında kullanılır. Melek kudret demektir; cismi yoktur ve
Sana kavuşunca şaşkınlıktan vücudumun her kılının nasıl
ölmez. Sevgilinin gözü o kadar öldürücü ki meleklerin bile
konuşan bir dil haline geldiğini gör de, aşktan dili tutulmuş
canını alıyor. Tanrı’nın “kahbar” sıfatı anlatılmış).
olan için susarak söylemenin gücünün ne olduğunu anla.
Lal'l-i lebi ki âteş-i kevser-nijâddır
Hep geçer zahm-ı nigâh-ı çeşmin ey nûr-ı basar
Hızr-ı hayât aşkı ile mey-fürûş olur
Za'f ile cismim hele gözden nihân olsun da gör
Yakut dudakları kevser suyunun özelliğini veren bir ateştir.
Ey gözümün nuru sevgili! Hele vücudum zayıflıktan gözden
Ölümsüz hayat suyunu dağıtan Hızır onun aşkıyla şarap
kaybolsun da, gözünün bakışının yaralarının nasıl hep
satmağa başlar.
iyileştiğini görürsün.
Nutku ki mağz-ı rûh-ı tecellî-zârdır
Bâl-i aczin ferş-i râh eyler talebde Cebra'îl
Îsî hayâl-i zevkı ile bâde-nûş olur
Murg-ı dil ankâ-yı kâf lâ-mekân olsun da gör
Konuşması, ortaya çıktığı yerin ruhunun özüdür. İsâ onun
Gönül kuşu yeri yurdu olmayan Kâf'ın ankası olsun da
zevkini hayal ederek şarap içmeğe başlar. (Söz ağızdan,
istenince Cebrâ'il'in aciz`kanatlarını nasıl yoluna halı gibi
dudaklardan çıkar. Ağız ve dudak kırmızıdır ve aşığı sarhoş
döşediğini görürsün. (Lâmekân Kâf’ının ankası Tanrı’dır.
eder. Bu yüzden şaraba benzetilir. Aynı zamanda söze can
Beyitte Tanrı’nın âşığının gönlünde tecellisi, yani fenâfillah
verirler. İnsanın konuşması mucizedir. Hz. İsa’nın da
anlatılmış).
mucizesi konuşmak ve dokunmakla ölüyü diriltmek,
hastaları iyileştirmektedir).
Hâne-perverd-i kemân-ı ebruvândır gamzesi
Gâlibin gönlünde bir kez mihmân olsun da gör
Gâhî ki âfitâb-ı cemâl-i münevveri
Sevgilinin kaşlarının yayının evinde nazlandırılarak
Tâb-ı şarâb-ı şerm ile deryâ-hûrûş olur
büyütülmüş yan bakışı bir kez Gâlib'in gönlünde misafir
Aydınlık yüzünün güzelliğinin güneşi utangaçlık şarabının
olsun da gör.
parlaklığıyla denizler gibi coştukça.
GAZEL 10
Envâr-ı cûş-ı feyz ile ummân-ı sînemin
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
Asdâf-ı çarh u gevheri tûfân be-dûş olur
230
Çağıl çağıl taşan coşkunluk nurlarıyla gönlümün engin
Hep erişmek istediğim eteğine tenhada sarılabilmek ne
denizinin sadefleri gökkubbeleri olur; incileri de tufanı
mümkün. Bana hançere benzeyen kirpiklerin düşmanlıkları
omuzlar. (Gönül denize, sadef gökkubbesine benzetilmiş.
hep senin yüzünden.
Cemâl. Cemâl-i mutlaktır. Tanrı güzelliği gönülde tecellî
edince, gönül bütün kâinatı içine alacak kadar genişler. Bu
Sifâl-i tâk olup geh gâh mey-hôr olma fikreyle
durumda istiridye kabukları gökler haline gelir. Tufanı
Şikestî ü dürüstî-i sebûlar hep seninçindir
omuzlayan Nuh’un gemisidir. Engin deniz içindeki gözyaşı
Zaman zaman asma suyunun testisi olup kendinden geçme.
incileri insanları tufandan koruyan Nuh’un gemisine
Testilerin kırılması ya da kırılmaması hep sana bağlıdır.
benzetilmiş).
Sülûkunda egerçi şübhe yoktur Gâlibin ammâ
Gâlib hulâsâ başlasam evsâf-ı hüsnüne
Hemân pîr-i mugâna ser-fürûlar hep seninçindir
Gâret-ger-i memâlik-i ârâm u hûş olur
Gâlib’in senin yolunda olduğunda şüphe yok ama yine de
Gâlib! Kısacası, sevgilinin güzelliğini anlatmağa başlarsam,
meyhaneciye baş eğip yalvarmaları hep seninçindir. (Pîr-i
övgülerim akıl ve rahatlık ülkelerini yağma edip gider.
mugan meyhaneci, tasavvufta tekke şeyhidir. Sâlikin sülükte
ilerlemesi için bir mürşide bağlanması gereklidir)
GAZEL 11
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
GAZEL 12
Bezmde câme-veş bu cüst u cûlar hep seninçindir
Mefâ'ilün / fe'ilâtün / mefâ'ilün / fe'ilün
Miyân-ı mutrıbânda güft u gûlar hep seninçindir
Açıldı bâğçe-i reng ü bûda bâr-ı bahâr
İçki toplantısında sürahi gibi dolaşıp arayıp taramalar hep
Pür etti gülşeni hep tuhfe-i diyâr –ı bahâr
senin için. Çalgıcıların aralarındaki dedikodular yine senin
Renk ve koku bahçesinde baharın dengi açıldı; bahar
için; hep seni söyleşiyorlar.
ülkesinden gelen armağanlar gül bahçesini doldurdu.
Gül-i maksûda eyle bir nazar ey mihr-i âlem-tâb
Nihâlin ağzı köpürdü şükûfe zannetme
Müheyyâ şebnem-âsâ âb-ı rûlar hep seninçindir
Cihânı eyledi dîvâne cûybâr-ı bahâr
Ey dünyayı aydınlatan güneş! Yetişmesi istenilen güle bir
Gördüklerini çiçek sanma; fidanın ağzı köpürdü. Bahar
bak, onunla ilgilen biraz. Çiğ taneleri gibi yüz suları hep
ırmağı dünyayı coşkunlukla deli divane etti. (Irmağın
senin için dökülüyor.
akması zincire vurulan delilerin zincir şakırtılarına
benzetilir)
Tenezzül eyle dervîşâna teşrîf et ne var şâhâ
Sadef değildir eder çâk zehre-i bahrı
Olan bu hânkâhda hây u hûlar hep seninçindir
Figân-ı aşk ile ebr-i güher –nisâr-ı bahâr
Sultanım! Dervişlere alçak gönüllü davran. Bu tekkeye gel
Sedef değildir gördüklerin; inciler saçan bahar bulutu aşk
de şeref ver. Buradaki bütün hây ve hûylar hep senin için
yüzünden feryad edip denizin ödünü patlattı. (Bahar
çekilmektedir.
yağmuru bereketlidir; bir damlası istiridyenin içine düşünce
inci, yılanın ağzına düşünce zehir olacağına inanılır)
Sadef-veş dürr-i şâdâb-ı kelâmın etmeğe ısgâ
Küşâd olmakda gûş-ı arzular hep seninçindir
Esûrdî cûş-ı mahabbetle ehl-i sevdâ hep
Senin sadef gibi parlak inciye benzeyen sözlerini dinlemeğe
Dimâga bûy-ı cünûn verdi rûzgâr-ı bahâr
arzulu kulaklar hep açılmış, hazır beklemekteler.
Bahar rüzgarları beyinlerine delilik kokusu verince bütün
aşıklar sevgilinin coşkunluğuyla kendilerinden geçip deli
Ne mümkün dâmen-i matlûba tenhâ dest-res bulmak
divane oldular. (Esrümek, coşmak, kendinden geçmek,
Bana müjgân-ı hançerden adûlar hep seninçindir
delirmek demektir. Azgın deveye ‘esrük’ denir. Beyitte
‘esürdi’ sözü hem bu anlamda hem de esmek anlamında
231
kullanılmış)
Murg-ı kafes-âmûz-ı şifâhâne-i mevciz
Nigâh-ı dîde-i hûn-bâr-ı aşk kîmyâdır
Zincîr-be-gerden nice dîvâneleriz biz
Fuyûz menba’ıdır subh-ı pür-nigâr-ı bahâr
Biz dalga tımarhanesinin kafeste yetiştirilmiş kuşlarıyız.
Aşk gözyaşları akıtan gözün bakışı kimya gibidir.
Boğazımızda zincir bir sürü delileriz.
Güzellikler dolu bahar sabahı coşkunluk ve bereket
kaynağıdır.
Mir’âtıyız ol mâh-ı perî-sûretin ammâ
Gamhânemize gelse dahi bî-haberiz biz
Çemen bir allı yeşilli kumâş-ı dîbâdır
Biz o peri görünüşlü ay yüzlü güzelin göründüğü aynayız
Ki târ u pûdı rek-i ebr-i dest-kâr-ı bahâr
ama, gam çektiğimiz evimize gelse bile haberimiz olmaz.
Çimenlik allı yeşilli bir ipekli kumaştır; onun çözgü ve
atkıları baharın çevik elli bulutunun sicim gibi yağdırdığı
Müjgânlarımız gevher-i mir’ât-ı kadehtir
yağmurlardır.
Hayrân-ı nazar-bâde o mahmûr-seriz biz
Kirpiklerimiz kadeh aynasının cevheridir. Biz şaraba
gözünü dikip öylece bakakalmış başı sarhoşlarız.
Değil mukâbil-i gül-bûs-ı hatt-ı la’li bana
Ger olsa gonca-i hurşîd yâdigâr-ı bahâr
Eğer baharın yadigarı güneşin goncası bile olsa, yine de
Bir germ nigâhıyle geçirmekteyiz ömrü
bana sevgilinin dudağının tüylerinin gül öpüşünü andıran
Şem’iz bu safâ bezmine mahv-ı nazarız biz
zevkini veremez.
Sevgilinin bir sıcak bakışıyla ömrümüzü geçirmekteyiz. Bu
tertemiz zevk ve safâ toplantısında onun bakışıyla eriyip yok
olmadayız.
Geçer bu devr-i gül ü mül hemân güler yüzdür
Çemende meclis-i işretde bergüzâr-ı bahâr
Bu gül mevsimi, şarap içip eğlenme çağı çabucak geçer
Bir reng-i nümâyiş ten ibârettir edâmız
gider. Çimenlikte, içki toplantılarında kalacak olan yalnızca
Bî-sûd u ziyân şu’le-i yâkut-ı teriz biz
güler yüzdür.
Tavrımız yanıltıcı bir görünüşten ibarettir. Aslında ne
yararımız ne zararımız olan temiz yakutun bir parıltısıyız
Zemîni tazeledi feyz-i hâme-i Gâlib
biz.
Egerçi köhnedir eş’âr-ı âbdâr-ı bahâr
Baharın parlak, taze şiirleri gerçi eskidir ama Gâlib’in
Ma’nâ gibi bir beytte güncîdeyiz ammâ
kalemindeki coşkunluk bu üslubu taptaze yaptı.
Gezmekte ağızdan ağıza derbederiz biz
Anlam gibi bir beyte sığmışız biz ama biz ağızdan ağıza
dolaşan başıboşlarız.
GAZEL 13
Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün
Nev-sâlik-i nev tarh-ı cünûn-ı digeriz biz
Yâkût-ı sirişkiz yerimiz dîde vü dildir
Çün tirkeş-i pür-tîr vatan der-seferiz biz
Ateşle sudan hâsıl olur bir güheriz biz
Biz bambaşka bir delilik yolunun yepyeni yolcularıyız.
Biz gözyaşı yakutuyuz. Yerimiz göz ve gönüldür. Ateşle
Oklarla dolu okluk gibi kendi yurdumuzda yolculuk
sudan meydana gelen bir mücevheriz. (Beyitte gönül ateş,
ediyoruz.
göz de sudur)
Bî-sûziş-i aşk istemeziz tûl-ı hayâtı
Tıfl-ı dilimiz kâğıd-ı bâd oynu dilerse
Mânend-i şerer böyle ölünce gideriz biz
Târ-ı nazarı çetr-i felekten keseriz biz
Aşk içinde yanmadıkça uzun bir ömür istemeyiz. Biz kıvılcım
gibi böyle ölünceye kadar yanarak gideriz.
232
Gönlümüzün çocuğu kâğıttan uçurtmalarla oynamak isterse,
Zevki kederde, üzüntüyü rahatta görmüşüz. Sabahımız ve
bakış ipini gök kubbesi çadırından kesiveririz biz. (Uçurtma
akşamımız aynıdır; ayna karşısında olduğu gibi birbirini
ipi yapmak üzere çadırın ipi kesilirse çadır yıkılır)
gösterirler.
İskendere zehrâb-ı fenâdan veririz câm
Şûrîde bülbülüz ki nemed-pûş-ı ma’niyiz
Hızrız velî râh-ı ademe râhberiz biz
Tâvûs-ı nevbahârî değildir nizâmımız
İskender’e yokluğun zehirli suyu ile dolu kadehi veririz. Biz
Mânâ hırkasını örtünen çılgın bülbülüz. Usulümüz
Hızır’ız ama yokluk yolunun kılavuzuyuz. (Zehirli yokluk
ilkbaharın süslü tavusuna benzemez.
suyu öldürür. İkinci mısradaki yokluk ise Fenâfillahtır.
İskender hayat suyunu bulup içememiş ve ölümsüzlüğe
Gevher-misâl etmedeyiz pâş-ı âb-ı rû
erememiştir)
Olmaz çekîde katresi hurd olsa câmımız
Bî-pâ vü ser uyduk reviş-i mürşid-i Rûma
Cevher gibi yüzsuyu dökmedeyiz. Kadehimiz parçalansa da
Döndükçe bu gerdûn ile Gâlib döneriz biz
bir zerresi yere damlamaz.
Baştan ve ayaktan geçip Anadolu mürşidinin yoluna
uyduk…Gâlib! Bu gökkubesi döndüğü sürece biz de döneriz.
Biz kim hatîb-i minber-i dâra cemâ’atiz
(Rum ülkesinin mürşidi Mevlânâ Celâddin’dir. Dünya
Mecnûn olur namâz u niyâza imâmımız
durdukça yani gökler döndükçe biz de semâ ederiz denmiş)
Biz darağacı minberinin hatibinin cemaatiyiz. Namaz ve
niyazda bizim imamımız Mecnûn’dur. (Darağacı minberinin
Yâd eylemez olduk haber-i Yûsuf-ı Mısrı
hatibi sözüyle Hallâc-ı Mansur anlatılmıştır. Mecnun’u
Südlücede bir mâh ile şîr ü şekeriz biz
imam bilmekle biz de ilahi aşkla kendimizden geçtik
Artık Mısır’ın Yusuf’unun haberini beklemez olduk. Biz
denilmiş)
şimdi Sütlüce’de ay yüzlü bir güzelle sütle şeker gibi karışıp
kaynaşmışız. (Hz. Yûsuf güzelliğiyle tanınmıştır. Mâh-ı
Kurduk o rütbelerde şikâr-ı merâmı kim
Ken’ân’dır. Hz. Yâ’kub onun haberini beklemiştir.
Yekpâre çeşm ü desttir endâm-ı dâmımız
Südlüce’de mevlevî büyüklerinden Yûsuf-ı Sîneçâk’ın mezarı
Güzel sözler söyleme niyetimizin tuzağını öyle yüksek
vardır. Gâlib Galata mevlevîhanesinden önce Sütlüce
derecelerde kurduk ki, bu tuzağın yapısı yalnızca gözümüz
tekkesi yanında bir ev almış ve burada oturmuştur)
ve elimizdir.
GAZEL 14
Günden güne bülend ederiz medd-i âh-ı biz
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
Çektikçe nâza serv-i kıyâmet-hırâmımız
Şâ’irleriz alâka-i dildir kelâmımız
Kıyamet salınışlı selvi boylu sevgilimiz kendini naza çektikçe
Yek rişte üzredir güher-i intizâmımız
günden güne daha uzun ahlar çekeriz.
Biz şairleriz; sözümüz gönül ilişkileridir. Söz incimiz tek
iplik üzerine dizilmiştir.
Nûr-ı celâl-i Şems ile âfâka Gâlibiz
Şemşîr-i âfitâbtır elhak hüsâmımız
Kâf’ı bekâdayız yine sayd-ı fenâdayız
Şems’in ululuğunun nuruyla bütün göklere galibiz. Doğrusu
Ankâ gibi tutarsa da âfâkı nâmımız
keskin kılıcımız güneşin kılıcıdır. (Şems Mevlânâ’nın
Adımız Anka gibi ufuklara yayılsa da ölümsüzlük Kaf’ında
mürşidi olan Şems-i Tebrizî ve güneş. Gâlib sözü de hem
yine ölümlü avındayız.
mahlas hem de üstün egemen anlamlarında tevriyeli
kullanılmış)
Zevkı kederde mihneti râhatta görmüşüz
Âyînedir biribirine subh u şâmımız
GAZEL 15
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
233
Hayâl-i yârdan dûr olsa bir dem cânım eğlenmez
Gazabla bezme geldi şem-i meclis-veş yanar ateş
Ne çâre hâtırım vîrânedir sultânım eğlenmez
Saki! Sevgilinin eline hemen kadeh tutuşturur. Toplantının
Dostun hayalinden uzak olduğumda canım bir an bile
mumu gibi kor halinde, yanar ateş olarak öfkeyle toplantıya
yerinde duramaz. Ne çare gönlüm dökük olduğu için
gelir
sultanım orada kalmaz.
Nesim ateş çıkardı gonce-i bağ-ı ümidimden
Olur dil gâh tîr-i âha geh şîr-i gama menzil
Bırakdı gülşen-i amâlime berk-i bahar ateş
Benimle yek nefes hoşnûd olup mihmânım eğlenmez
Sabah rüzgarı umudumun bahçesinin goncasından ateş
Gönül bazen ah okur bazan da gam aslanının yeri olur.
çıkardı İlkbahar yıldırımı emellerimin gülbahçesini ateşe
Konuğum bir soluk süresi bile rahat edip orada duramaz.
verdi
Nedir kasdı o bî-insâfın ey peyk-i ecel söyle
Hayal-i hasret-i halinle ah etdikçe uşşakın
Demez mi böylelikle hasta-i hicrânım eğlenmez
Şeb-i firükatde her dem ahteran eyler nisar ateş
Ecelin habercisi! Söyle o insafısızın niyeti nedir? Ben böyle
Aşkların yüzündeki beninin özleminin haliyle ah çektikçe
acımasız davranmakla ayrılığımdan hasta olan aşığım
Ayrılık gecesinde yıldızlar her an ateş saçar
dünyada kalamaz, demez mi? (Ecel habercisi Azrâ’il’dir.
Sevgilinin ayrılığının üzüntüsüyle öleceği söylenmiş)
Bana düzehdan ey meh dem urur gülzarlar sensiz
Dıraht ateş nihal ateş gül ateş berk ü bar ateş
Demâdem gözlerimden la’l-i yâkût eylerim peydâ
Ey ay yüzlü güzel! Bana bahçeleri sen olmayınca
Cevâhir-pâresiz tıfl-ı dil-i giryânım eğlenmez
cehnnemden dem vurur; ağaçlar, fidanlar, yapraklar,
Durmadan gözlerimden yakutlar, lâ’l taşları çıkarırım.
meyveler gözüme ateş olarak görünür
Çünkü ağlayan gözümün çocuğu değerli taşlarla
Mürekkebdir vücûdı ta ezel yekpâre sûzişten
oynamadan avunamaz.
Anâsırdan meger uşşâka olmuştur duçâr ateş
Serencâmı pul-i şemşîrden geçmek midir bilmem
Aşıkların vücutları ta ezelden beri yanmaktan meydana
Bekâ iklimin özler cân-ı bî-sâmânım eğlenmez
gelmiştir. Herhalde onların payına dört unsurdan yalnızca
Huzursuz canım senin ölümsüzlük ülkene gitmeyi özler;
ateş düşmüştür
bilmem yaşamanın sonu kılıcın demirinden geçip ölmek
Çerağ-ı bezm-i hicri olduğum yapmış yakışdırmış
midir?
Gönül pervanesine vuslat ateş intizar ateş
Anınçün cilvegâh-ı âh u nâlen arşdır Gâlib
Ayrılığının toplantısının mumu olduğum güzel yapmış
Dil-i Cibrîl eger gûş etmese efgânım eğlenmez
yakıştırmış, gönül pervanesine kavuşmayı ateş, beklemeyi
Gâlib! Cebrâ’il’in gönlü iniltilerimi duymazsa rahat etmez;
ateş yapmış
bu yüzden ahım ve feryatlarımın dolaştığı yer Arş-ı âlâdır.
Beyân-ı sûziş eyler herkes istidâd-ı fıtriden
GAZEL 16
Eder berceste âşık mısra-ı rengin çenar ateş
Gül âteş gülbün âteş gülşen âteş cûybar âteş
Herkes yaradılışındakı yeteneğine göre yanışını anlatır Aşık
Semender-tıynetân-ı aşka besdir lâlezâr âteş
renkli mısranı, çınar ağacı da ateş meydana getirir
Gül ateş, gülfidanı ateş, gülbahçe ateş, ırmak ateştir,
Aşkın semender yaradılışlarına ateş olarak lale bahçesi
Meğer kilk-i sebük-cevlânın olmuş germ-rev Gâlip
yeter
Zemîn âteş zamân âteş bütün nakş u nigâr âteş
Herman ey saki bir sagar tutuşdur des-i dildara
234
Galip! Herhalde hafif, oynak kelemin daha da
GAZEL 18
hararetlenmiş: yer ateş, zaman, ateş, bütün seüsler
Alem-i baladan uşşaka beladır kametin
güzellikler ateş olmuş
Secde-ferma-yı ser fikr-i resadır kametin
Boyun yüce alemden aşıklara inen beladır. Yetişip büyüme
Fikrini başına eğilip secde etmeyi emreder
GAZEL 17
Yokmuş bir aha ey gül-i ra’na tahammülün
Bağrın ne yaktın ateş-i hasretle bülbülün
Naza meyl etmez ki şerkeşlik tenezzüldür ana
Ey gül yüzlü güzel, mademki bir aha tahammülün yokmuş
Came-i ta! Bire gelmez nev-edadır kametin
o halde bülbülün bağrını ayrılık ateşiyle niye yaktın?
Boyun ifade elbisesi biçilemeyen yeni bir edadır.
Nazlanmayı düşünmez; onun için başını yükseltmek bile
tenezzüldür
Yek-rengdir zeban-ı hakikatte hüsn ü aşk
Bang-i hazar şu’lesidir ateş-i gülün
Gerçek dilinde güzellik ve aşk bir renktedir: Bülbülün
Bağban-ı aşk su vermiş şarab-ı işveden
haykırışı gülün ateşinin yalımıdır
Tohm-ı gülden bitme bir servi-i safadır kametin
Boyun gül tohumundan bitme bir saflık selvesidir. Onu
aşk bahıvanı işve şarabıyla sulamış
Düzah-nişin-i ateş-i fakr olduğun kalır
Ey ahiret-harap tehidir tevekkülün
Ey ahreti yıkılmış kişi! Sadece her işi Tanrı’ya bırakıp
Ab-ı gevherle pür eyler damen-i nezzaremiz
tevekkül etmen yetmez; yoksa yokluk ateşinin cehenneminde
Öyle bir fevvare-i mü! Ciz-nümadır kametin
oturup kalırsın
Bakışımız eteğini parlak ince suyuyla doldurur. Boyun böyle
Mucize gesteren bir fiskiyedir
Tekrarlarla şübheleri daniş anlama
Gel arif ol ki ma’rifet olsun tecahülün
Rütbe-i nazınla güya lafzı-ı ma’nadır herman
Bilinenleri tekrarlamanın ve şüpheleri çözmeğe uğraşmanın
Medd-i ihsan zannolur medd-i hatadır kametin
Bilgi olduğunu sanma! Gel arif ol da Tanrı bilgisini bilmen
boyun sanki anlamı nazının derecesine göre anlatan sözdür.
senin cahilliğin olsun.
İyiliğin uzaması sanılır ama, aslında büyük yalnıştır
Yıkmaz bina-yı hane-i şatrancı zelzele
Fark yok biri muhayyeldir anın biri dürüğ
Zahid şikest-i dilde abestir ta’ammülün
Ser-beraber dadedir-i va’d-ı vefadır kametin
Hamsofu! Deprem satranç hanesinin binasını nasıl yıkamaz-
Vefa vadiyle sözün ikiz kardeştirler. Aralarında hiç fark yok;
sa, senin de gönül kırmaktaki bı çaban boşunadır
Bunların biri hayaldır, öteki yalan
Merdanelik asaleti meydanda bellidir
Feyz-bahş olmuş rek-i ebr-i ezel cuy-ı edeb
Hayber günü babasını kim sordu Düldülün
Cevher-i can nahl-i pür-neşv ü nemadır kametin
Yiğitliğin soyluluğu er meydanında belli olur.
Ezel bulutunun yağmurları ve edeb ırmağının bereketlendir-
’hayber’savaşı gününde Düldül’ün babasının kim olduğunu
diği boyun canlılığn cevheri, büyüyüp gelişmiş bir fidandır
soran oldu mu?
Düşman-ı bedkama afet galıb-i bi-cana can
Galib ma’arifin de safası değer veli
Arşa dek peyveste bir nur-ı du’adır kametin
Canan vasfıdır hele aslı tegazzülün
Boyun kötü niyetli düşmana felaket, cansız Galib’e candır.
Galip maarif üzerine sözler söylemeninde sevki eğlencesi
Arşa kadar yükselen bir dua nurudur
Var ama, doğrusu gazel söylemenın asıl sevgiliyi öğmektir
235
GAZEL 19
Bir gevherim ver eşk midir dil midir desem
Vardık der-i sa’adetine yarı görmedik
Peyda benimdir ol dür-i yekta nihan senin
Girdik bihişte hayf ki didarı göremedik
Gözyaşı mıdır, gönül müdür bilemediğim bir inancım var. O
Sevgilinin mutluluğunun kapısına kadar eriştik, ama
tek inci görünüşte benimdir ama, aslında senindir
sevgiliyi göremedik. Cennete girdik ama, ne yazık ki
sevgilinin yüzünü göremedik
Ateş içinde sebze bitirmiş harirden
Bag-ı ruhunda kimdir aceb bağban senin
Gitdik sipihr-i çaruma-dek çare-hah olup
Senin yanağının bahçesinde ateş içinde ipekten bitkiler
Derda ki İsi-i dil-i bimarı görmedik
yetiştirmiş. Senin bu bahçıvan acaba kimdir?
Derdimize çare arıyarak dördüncü gökkubbesine kadar
gittik. Ne büyük dert gönlü hasta olan İsa’yı göremedik
Bir Mihriban güşederiz adı mihr ü dad
Gelmez mi subh-ı sinene ol mihman senin
Bak devr-i vajgune –felek neyledi bize
Adı şefkat ve adalet olan merhametli bir güzel olduğunu
Cem meclisinde sagar-ı şer-şarı görmedik
işitmeyiz. Acaba sabah gibi beyaz göğsüne konuk olarak hiç
Bu ters feleğin devri bak bize neler etti? Cem’in toplantısın-
gelmez mi?
Da ağzına kadar dolu kadehi göremedik
Canan mısın bela mısın aşub-ı can mısın
Olduk harim-i Ka’beye mecnun-veş revan
Ey bi-aman gayrı elinden aman senin
Geçdi du’a-yı hatrımız asarı görmedik
Sevgili misin, bela mısın, canımın felaketi misin? Ey aman
Mecnunun gibi Ka’be nin içine kadar girdik tavaf ettik.
vermeyen, acımasız güzel! Yeter artık senin elinden
Hayır duamız kabul edildi ama, bir etkisni göremedik
çektiklerim
Mir’ata girdi aks gibi mahv olup gönül
Galib dürüg imiş tutalım va’dı ol bütün
Hayretdeyim ki süret-i dildar görmedik
İman getir ki dinine sığmaz yalan senin
Gönül kendini yok edip görüntü olarak aynaya girdi, ama
Galip ! tutalım ki, dediğin gibi o güzelin verdiği bütün sözler
sevgilinin yüzünü göremediğimize şaşıyorum
yalandır. İmana gel, senin dinine yalan sığmaz
Bu tali’ile hahiş-i feyz etmeyiz dahi
GAZEL 21
Haveri zaminde m, hr-i pür-envarı görmedik
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
bu kötü talihle feyz isyeğinde bulunamayız artık. Çünkü
Halka halka kâkülünde dâğ dâğ oldu gönül
dünyanın doğusunda aydınlık, parlak güneşi göremedik.
Hoş gelip dîvânelik dâğ üstü bâğ oldu gönül
Gönül halka halka saçında yara üstüne yara aldı. Delilik
ona hoş gelip dağ üstünde bağ buldu.
Galip nehande kaldı bizim arz-ı halimiz
Divan-aşka geldik o hünkarı görmedik
Galip, bizim diekçemiz okunmadan kaldı. Aşk divanında
Gerçi râhı râst etvâr-ı sülûkı müstakîm
geldik ama sultanı göremedik
Râhberler kesretinden güm-sürâğ oldu gönül
Her ne kadar gönlün yolu düzgün, yoldaki hareketleri doğru
ama, yol göstericiler çok olunca yolunu şaşırıp kaldı.
GAZEL 20
Düzah bahar-ı hüsnüne bir gülistan senin
Kulzüm şerar-ı aşkına bir katre kan senin
Gevher eyler jâle-i gülzârını mehtâb-ı aşk
Cehennem senin güzelliğinin baharına göre bir gül bahçesi.
Kirm-i şebtâb idi şimdi şebçerâğ oldu gönül
Engin deniz aşkının kıvılcımına göre bir damla kan
Aşk mehtabı gönlün bahçesindeki çiğ tanesini inci haline
getirir. Gönül ateşböceği idi, şimdi şebçerağ oldu. (Ay
236
ışığının çiğ tanesini inci yaptığına inanılır. Şebçerağ, deniz
Bembeyaz, nurlu boynu üstündeki o uzun, taze saçları,
öküzünün ağzından çıkardığı ışık saçan ve az bulunan bir
acaba Arş’a gölge salan Cebrâ’il in kanatları mı, yoksa
taştır. Çiğ tanesinin değerlenip inci olduğu gibi, gönül de
Tuba ağacı mıdır, diyebilir miyim?
şebçerağ olmakla değerlenip ışıklı hale gelmiş).
Takrîr-i sûz-ı gamda hele lâldir bu dil
Âşinâ-yı sûret olmaz ma’nî-i ankâ gibi
Bilmem zebân-ı şu’leye gûyâ mıdır desem
Uzlet etti işidenlerden ırağ oldu gönül
Çektiğim gamın ateşini anlatmada dilim tutulur, kalır.
Gönül, resimler ve şekillerle tanışıklığı olmayan mânâ
Bilmem alevin diliyle konuşur mu?
ankası gibi, kendisini işitip tanıyanlardan kaçıp uzaklaştı.
Pervâzı evc-i füshat-ı çarhın verâsıdır
Geçdi şem’i sîneye mânende-i fânûs-ı nûr
Gâlib hümâ-yı tab’ıma ankâ mıdır desem
Mihr ü mehden kâni-i günc-i ferâğ oldu gönül
Uçtuğu yer gök kubbeleri genişliklerinin tepesinin
Gönül nur fanusuna benzeyen göğsün mumuna geçti. Güneş
arkasındadır. Gâlip! Şâir yaradılışımın hümâ kuşuna
ve aydan sakin bir köşe bulup sığındı.
ankadır desem, nasıl olur?
Tâ erince Gâlib’e feyz-i dem-i Monlâ-yı Rûm
GAZEL 23
Ney gibi râh-ı nefeste göz kulağ oldu gönül
Mefâ'ilün / fe'ilâtün / mefâ'ilün / fe'ilün
Anadolu efendisi Mevlânâ’nın nefesinin feyzi Gâlib’e kadar
Dil-i za’îfe bir âfet güzel beğendiremem
gelince, gönül ney gibi nefesin yolunda göz kulak oldu.
O hasta-i gam-ı aşka ecel beğendiremem
Mecalsiz gönlüme afet de olsa bir güzel beğendiremem. O
gam hastasına bir ölüm biçimi beğendiremem.
GAZEL 22
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
Niyâz u nâzda sihr-i helâl bilsem de
Bilmem o la’le rûh-ı Mesîha mıdır desem
Nigâh-ı pür-fene etmem cedel beğendiremem
Yoksa hayât lafzına ma’nâ mıdır desem
Yalvarma ve nazlanmada sihirler yapacak kadar bilgili de
Bilmem, o yakut dudağa İsâ’nın ruhu mu diyeyim? Yoksa
olsam, bunları o çok hünerli bakışa beğendiremem; bunun
hayat sözünün anlamıdır, desem mi?
için boşuna tartışıp, kavgaya da girmem.
Gülberg-i âteşîn ruhı hatt-ı benefşe-ter
Hatâ o nergis-i şehlâdadır sözümde değil
Cennet mi bâğ-ı hüsn mü sîmyâ mıdır desem
Egerçi her suhenim bî-bedel beğendiremem
Ateş kırmızısı gül yaprağına benzeyen yanağı, taze
Her ne kadar her şiirim eşsiz, benzersiz de olsa
menekşeden mi yazılmış; cennet midir, güzellik bağı mıdır,
beğendiremem. Çünkü yanlışlık sözümde değil, eğri bakan
simya mıdır; bilmem ne diyeyim?
gözdedir.
Şemşîr-i dest-i nâzı o cellâd gamzenin
Tasavvuruma dahi himmetim olup mâni’
Kurbâniyâna ebrû-yı îmâ mıdır desem
Sezâ-yı hâhiş olur bir emel beğendiremem
O cellat yan bakışının elindeki naz kılıcı, kurbanları için
Hayaller kurmama gayretim bile engel olur; beğenebileceği
işaret kaşı mıdır, diyebilir miyim? (İşaret kaşı, umut verme,
bir istek beğendiremem.
çağırma anlamına gelen kaş işaretidir).
Kemend-i nazmım ederken gazâl-i ma’nâ müdâm
Pür-nûr gerden üzre o gîsû-yı sebz-gûn
Yine o şûhuma Gâlib gazel beğendiremem
Cibrîl-i arş-sâye mi Tûbâ mıdır desem
Gâlip! Nazmımın kemendi sürekli anlam ceylanları
avlarken, o çapkın sevgilime yine gazel beğendiremem.
237
Bîhûde Gâlib efgân edersin
GAZEL 24
Boş davuldan çıkan sözler kaybolup gitmekte; dinleyen
Müstef’ilâtün/Müstef’ilâtün
anlayan yok. Gâlip! Boşuna inleyip haykırıyorsun.
Gencînen olsam vîrân edersin
Âyînen olsam hayrân edersin
Etvâr-ı çarha uy Mevlevî ol
Hazinen olsam dağıtır yok edersin. Aynan olsam hayran,
Seyrân edersin devrân edersin
şaşkın bırakırsın.
Feleğin hareketine uyup Mevlevi ol; döner durursun, her
şeyi seyreder, anlarsın.
Tîr-i nigehden dâğ-ı derûna
Baksan ne işler seyrân edersin
GAZEL 25
Ok gibi bakışınla içimdeki yaralara bir baksan, ne işler
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
yaptığını görür, seyredersin.
Gamzeni kıldın nihân müjgân-ı dilcûlarla sen
Ver ne Rüstemsin ki câdû bağladın mûlarla sen
Sâkî kerâmet sende yâ bende
Sen gönül avlayan kirpiklerinle yan bakışını gizledin. Sen
Bahrı habâba mihmân edersin
nasıl bir Rüstem’sin ki kıllarla cadıyı bağladın. (Kılla cadı
Şarap sunan güzel! Bilmem keramet sende midir, bende mi?
bağlanmaz. Bu ancak büyü sayesinde olur. Büyüyü de
Koca denizi bir su kabarcığına sığdırır, konuk edersin.
cadılar yapar. Rüstem, gücü yanında hilesiyle de
tanınmıştır. Bu yüzden Rüstem-i dâstân diye anılır).
Nezzâre-i germ etdikçe ey çeşm
Âteşle âbı yeksân edersin
Hâtem-i lebden cudâ düşme gönül zülfün görüp
Ey göz! Ateşli bakışınla baktıkça, ateşle suyu birbiriyle
Meşk-i pervâz etme ey hüdhüd piristûlarla sen
eşitlersin. (Ateşle suyun birbirine benzetilmesi, suyun da
Gönül! Sevgilinin saçını görüp dudağın mühründen
yanmasıdır).
uzaklaşma, Ey hüdhüd! Kırlangıçlarla uçuş tâlimleri
yapmağa kalkma. (Hüdhüd, Hz. Süleyman’ın habercisi olan
Ey huşk zâhid dem urma meyden
kuştur. Kırlangıçtan uçmayı öğrenmesine de ihtiyacı yoktur.
Dest-i du’âyı mercân edersin
Dudak mühre, saç uçuşan kırlangıçlara benzetilmiş. Hz.
Ey kuru hamsofu! Sakın şaraptan söz etme. Dua için açılan
Süleyman mührü ile her şeye egemen olmuştur. Beyitte
elleri kızartır, kurutursun. (Mercan kırmızı renkli ve
vahdeti bırakıp kesrete düşme, denmiş).
taşlaşmış deniz hayvanlarının kabuklarıdır. Beyitte elin
taşlaşması, kuruması yani inme inmesidir. Ayrıca duaya
La’li nâbından sor etme çeşm ü ebrûya haber
açılan ellerin kırmızı şarapla dolar, denilmiş).
Hâl-i ehl-i derdi söyleşme o bed-hûlarla sen
Göze ve kaşa haber vermeden âşıkların durumunu kırmızı
Zâhid o mehveş pür-nûrdur kim
dudağından sor. Dertlilerin halini o kötü huylularla
Bütdür demezsin îmân edersin
söyleşme.
Hamsofu! O ay yüzlü güzel öyle nurlarla doludur ki, sen bile
put olduğuna bakmaz imana gelirsin.
Küfrüne fetvâ verirken düşmenin hatt-ı siyâh
İ’tikâdına halel verdin bu gîsûlarla sen
Mâdâm uçarsın gözlerde ammâ
Kara tüyler düşmanın kâfirliğine fetva verirken, sen bu uzun
Rûyun perî-veş pinhân edersin
saçlarla onun inanışını sakatladın.
Gözlerde sürekli uçarsın ama, periler gibi yüzünü de
saklarsın.
Sâlik-i tavr-ı Nedîm oldun bu düşmezdi sana
Hem-zebân olmaz mısın Gâlib suhen-gûlarla sen
Tabl-ı tehîden gümdür suhenler
238
Gâlip! Nedim tarzının yolunun yolcusu oldun; bu sana
Ey hoş ol mest-i mahabbet kim humâr-ı aşkdan
yakışmazdı. Böylece sen, çok konuşanlarla konuşmuş
Bir kadeh meyle değişmiş küfrü de îmânı da
olmuyor musun?
Ey aşk sarhoşu, sen çok e mi? Aşkın sersemliğinden bir
kadeh şarapla kafirliği de imanı da değiştirmişsin.
GAZEL 26
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
Merd-i bî-kayda belâ-keşliktedir ârâm-ı dil
Hat değil rîze -i bûy-ı hoş-ı sümbüldür bu
Yoksa çokdan terk ederdim cânı da cânânı da
Leb değil mevce-i reng-i tarab-ı müldür bu
Kayıtsız yiğit için gönül rahatlığı bela çekmektir. Yoksa
Bu yanağındakiler tüy değil, sümbülün hoş kokusunun
canımı da sevgiliyi de çoktan bırakırdım.
kırıntılarıdır. Bu dudak değil, şarap neşesinin renginin
dalgasıdır.
Bende-i pîr-i harâbâtım ki yoktur sıkleti
Zâhid-i zerrâkun olsun ilmi de irfânı da
Sâye-i zülfüne medd-i nigeh-i tâze düşer
Meyhanecinin kulu, kölesiyim; bana hiçbir yükü yok. Dini de
Sanırım anber-i deryâ-yı tahayyüldür bu
imanı da ikiyüzlü hamsofunun olsun.
Saçının gölgesine düşen taze bakışın uzaması, sanırım hayal
deryasından çıkan anberdir. (Miskle birlikte güzel kokunun
Âteş-i cân-sûz-ı dil fikr-i dehân-ı dil-rübâ
simgesi olan anber, kaşarot balığının denize bıraktığı safra
Âşıkın ma’lûmudur peydâsı da pinhânı da
artığıdır. Anber su üstünden toplanır.)
Gönlün canlar yakan ateşi, sevgilinin ağzının düşüncesi.
Âşık, görüneni de gizli olanı da, hepsini bilmekte.
Şerer-i hasret olur şebnem-i şerm-i gülzâr
Şu’le-i hüsne desem hûn-ı dil-i güldür bu
Çünki derd ehline hep bigânelerdir çâre ne
Güzelliğin alevine, bu gülün gönlünün kanıdır desem, gül
Sen dahi yâd etme Gâlib sabrı da sâmânı da
bahçesinin utanmasından olan çiğ tanesi özlem ateşi haline
Sabır ve rahat mademki hep dertlilerin yabancısıdır. Gâlip!
gelir.
Başka çare yok, sen de artık bunları anma hiç.
Neş’e-i nâz değil serhoşî-i hâb değil
GAZEL 28
Nergis-i şûhdaki bûy-ı tegafüldür bu
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
Bu nergise benzeyen şuh gözdeki naz neşesi değil, uyku
Serâser dâğ cismim sînem âteş âh var dilde
sersemliği de değildir. Bu sevgilinin aldırmazlığının
Bilmeziz neydügi bir illet-i cângâh var dilde
kokusudur.
Vücudum baştanbaşa yaralarla kaplı. Göğsüm ateş dolu,
gönlümde feryatlar var. Gönülde canı kemiren, ne olduğunu
bilmediğimiz bir illet var.
Kasr-ı firdevs-i mu’allâ-yı suhenden Gâlib
Bâğ-ı endîşeye sad pâye tenezzüldür bu
Galip! Bu, şiirin yüce cennet bahçesinin köşkünden düşünce
Cünûn iklîminin yektâsı aklın kâr-fermâsı
bahçesine yüz kat bir düşüştür.
Ana sultân-ı aşk ıtlak olur bir şâh var dilde
Gönülde delilik ülkesinin biriciği, aklın âmiri olan, adını aşk
sultanı denilen bir şah var.
GAZEL 27
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Bağlanıp zülfünde bozdum ahdi de peymânı da
Gezip dünyâları gam leşkeri teng etmesin câyın
Çeşmini gördüm unuttum derdi de dermânı da
Fezâ-yı vüs’ derler bir nişîmengâh var dilde
Saçına bağlanıp verdiğim sözü de yemini de bozdum.
Gam askeri dünyaları gezip yerini daraltmasın. Gönülde
Gözünü gördüm, derdi de dermanı da unuttum.
engin boşluk denen bir toplantı yeri var.
239
Nice gümgeşte olmaz sâlikân-ı deşt-i vahşet kim
Her ne kadar herşeyi bakışlarımın kucağına aldım ama,
Serâ-yı âlem-i gayba çıkar şehrâr var dilde
güzelliğinin şaşkınlığıyla beni ayna gibi donup kalmış
Issızlık çölünün yolcuları yollarını nasıl kaybetmesinler?
bıraktın.
Gönülde gizli âlem sarayına çıkan geniş bir yol var.
Nev-cevânken oldu Gâlib neş’e-dâr-ı pîr-i câm
Ne var rûz u şebim yek-reng olursa berk-i âhımdan
Kalmadı noksânım ey meh-rû tamâm ettin beni
Furûgundan güneş bir zerre olmaz mâh var dilde
Gâlip, daha gençken kadehin yaşlı neşelisi oldu. Ey ay yüzlü
Gönlümde parlaklığı karşısında güneşin bir zerre bile
güzel! Eksiğim kalmadı, tamamladın beni.
olamayacağı ay yüzlü bir güzel var. Ahımın şimşeğinden
gecem ve gündüzüm aynı renkte olsa şaşılır mı?
Mahv-ı nûr-ı Şems olup erdim sabâh-ı vuslata
Âferîn ey kevkeb-i tâli’ bekâm ettin beni
Dimâğım lezzet almış şerbet-i şehd-i kanâ’atten
Şems-i Tebrîzî’nin nuruyla yok olup kavuşma sabahına
Nevâl-i lutf u câm-ı ayşdan ikrâh var dilde
erdim. Ey bahtımın yıldızı, çok yaşa! Beni mutlu ettin.
Damağım bir kere kanaat balının şerbetinin tadını almış,
gönülde artık hayat kadehinden ve iyilik bağışından ikrah
GAZEL 30
gelmiş.
Mütefâ’ilün Fa’ûlün Mütefâ’ilün Fa’ûlün
Yine zevrak-ı derûnum kırılıp kenara düşdü
Vukûfum yok bu rütbe hâhişin hayranıyım Gâlib
Dayanır mı şişedir bu reh-i sengsâre düşdü
Gönülden de nihân bir matlab-ı dil-hâh var dilde
Yine gönül kayığım bir kıyıya vurup parçalandı. Bu camdan
Gâlip! Hiç haberim olmadan bu derece arzunun
yapılmıştır. Taşlık bir yola düştü, dayanır mı? (Zevrak aynı
hayranıyım: Gönülden de gizli bir gönül arzusu var.
zamanda küçük zemzem şişesidir. Taşa vurulunca kırılıp
parçaları bir kenara düşer.)
GAZEL 29
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
O zamân ki bezm-i cânda bölüşüldü kâle-i kâm
Nûr-ı şems-i bâdeye mir’ât-ı câm ettin beni
Bize hısse-i mahabbat dil-i pâre pâre düşdü
Kalmadı noksanım ey meh-rû tamâm ettin beni
Canların toplantısında istek sermayesi bölüşüldüğü zaman
Beni şarap güneşinin nuruna kadeh aynası yaptın. Ey ay
bize sevgiden pay olarak parça parça bir gönül düştü. (Can
yüzlü güzel! Eksiğim kalmadı, beni kendimden geçirdin.
meclisi. Allah’ın ruhları toplayıp ‘‘ben sizin rabbiniz değil
miyim? ’’ diye sorduğu Elest toplantısıdır. İnsanların kaderi
Tohm-ı dûzahtır şerâr-ı eşkim ol gülşende kim
de Allah tarafından belirlenmiştir. Elest, ezel, kâlu belâ, çok
Sen harâb-ı cilve-i berk-ı hırâm ettin beni
eski, en eski anlamlarında da kullanılır.)
Gözyaşlarımın kıvılcımları o gülbahçesinde cehennemin
Gehi zîr-i serde destî geh ayağı koltuğunda
tohumudur. Sen beni yürüyen şimşeğin görünüşüyle yıktın,
Düşe kalka hasta-i gam der-i lutf-ı yâre düşdü
harab ettin.
Bazan eli başının altında, bazan ayağı koltuğuna sıkışmış,
gam hastası düşe kalka sevgilinin iyilik kapısına erişti;
Mûy-ı âteş-dîdedir müjgân nigâh-ı germden
orada düşüp kaldı. (Beyitte desti, şarap testisi, ayak, kadeh
Ey hat-ı gülberk-hîz âşüfte-kâm ettin beni
anlamlarında tevriye yapılarak, düşe kalka ilerlemeğe
Kirpikler ateşli bakışlardan ateş görmüş kıllardır.
çalışan bir sarhoşun durumu anlatılmış. Günahlarının
Gülyaprakları bitiren tüyler! Benim aklımı başımdan
bağışlanması için sevgilinin kapısına gidiyor.)
aldınız.
Erişip bahâra bülbül yeniledi sohbet-i gül
Gerçi aldım cümleyi âgûşuma nezzâremin
Yine nevbet-i tahammül dil-i bî-karâre düşdü
Hayret-i hüsnünle lîk âyîne-fâm ettin beni
240
Bülbül bahara erişti. Gül ile görüşüp konuşması yenilendi.
Sabır sırası yine bir yerlerde duramayan huzursuz gönüle
Ay yenisi gökte ne Ülker satar
geldi.
Değmeyicek kestiği tırnağını
Yeni ay gökte neden kendini ülker yıldızları gibi göstermeye
Meh-i burc-ı ârızında gönül oldu hâle mâ’il
çalışır? Ülker onun kestiği tırnağına bile değmez.
Bana kendi tâli’imden bu siyeh sitâre düşdü
(Ülker, Süreyya ve Pervîn de denilen yedi yıldızdan oluşan
Gönül, ay gibi yüzünde yanağının burcundaki bene tutuldu.
bir kümedir. Hîlal. Ülkerden parlak olduğu halde yeni ve
Ne yapayım, kendi talihimden bana bu kara yıldız düştü.
acemi olduğu için bu işe kalkışmış. Ayrıca hilal biçimindeki
(Burç, yıldızların kümelenmiş biçimleridir. Burçlar ve
ay kesilmiş tırnağa benzer)
gezegenlerin değişen durumlarının insanların doğdukları
vakte göre uğurlu ya da uğursuz etkileri olduğuna inanılır.
Gözceğizim boyamak ister benim
Beyitte yüz aya, benler de yıldızlara benzetilmiştir. Ben
Al boyayıp kan ile dudağını
karadır.)
Sevgili dudağını kanla ala boyayıp benim zavallı gözlerimi
boyamak, kandırmak ister.
Süzülüp o çeşm-i âhû dedi zevk-i vasla yâ Hû
Bu değildi neyleyim bu yolum intizâre düşdü
Saldı gönül illerine âfeti
O ahu göz süzülüp kavuşma zevkine yâ Hû dedi. Bu değildi,
Kurdu göz ırmağına otağını
neyleyim, beklediğim bu değildi; yolum yine bekleyişe düştü.
Sevgili, gözümün ırmak gibi akan yaşları üzerine otağını
(Yâ Hû ey O! Allah’ım! demektir. Yâ Hû, ‘‘artık her şey
kurup gönüller iline felaket getirdi. (Sözü edilen sel
bitti, yalnız o, Allah kaldı’’, ‘‘allahaısmarladık’’
felaketidir)
anlamlarında kullanılır. Tarikatlarda birlikte ve yüksek
sesle okunan dualardan ve yemeklerden sonra ‘‘yâ Hû’’
Nice tâbur dağıtır ol yosmanın
denir.)
Saç dağıtıp eğmesi kalpağını
O yosmanın saçlarını dağıtıp kalpağını eğmesi nice asker
taburunu dağıtır.
Reh-i Mevlevîde Gâlib bu sıfatla kaldı hayrân
Kimi terk-i nâm u şâne kimi i’tibâre düşdü
Gâlip, Mevlevilik yolundaki bu haline şaşıp kaldı: Bazen
İçip içip kendi elinden anın
adından, sanından vazgeçip unutulma, bazen de yükselip
Duramayıp öpmüşüm ayağını
tanınma düşüncesine kapıldı.
Onun elinden içip içip kendinden geçmiş, dayanamayıp
ayağını öpüvermişim. (Ayag kelimesinin aynı zamanda
kadeh anlamına geldiği de düşünülmelidir)
GAZEL 31
Müfte’ilün Müfte’ilün Fâ’ilün
Döktü omuzdan pûşu saçağını
Çok sürünüp gözlemişim özleyip
Açtı gönüller delil bayrağını
Ayağını izini toprağını
Başındaki puşusunun saçağını omuzundan dökünce gönül-
Onun ayağının izini, bastığı toprağı öpmeyi özleyerek
ler çıldırıp deli bayrağını açtılar.
yerlerde çok sürünüp gözlemişim.
(Puşu, giyilen başlığın üstüne sarılan saçaklı yemenidir.
Deli bayrağını açmak deyimi, deliliğini ilan etmek anlamına
Vermedi bir kimseye Gâlib geçit
gelir. Gönüller bu güzellik karşısında çılgına döndüler
Kanda çevirdiyse söz ırmağını
denmiş. Ayrıca bu deyim terbiyesizliği ele aldı. Kavgaya
Gâlip, söz ırmağını nereye çevirdiyse çevirdi, kimseye bir
girişti anlamında da kullanılır. Gönüller daima sevgilinin
geçit vermedi.
saçında asılır. Puşu saçakları sarkınca, gönüller onları
kıskanarak kavgaya girişmişler).
Hazret-i Monlâyı bilenler bilir
241
Bilmeyenin kim çeke kulağını
Var ise gamzen etti cihâna bu sırrı fâş
Mevlânâ hazretlerini bilenler bilir. Bilmeyenin kulağını kim
Gâlib hamûş tab’ ise bî-akl u hûş idi
çekip de uyaracak?
Gâlip suskun, şairlik yaradılışının ne aklı ne bilinci
yerindeydi. Bu sırrı dünyaya eğer varsa senin yanbakışın
açıklamıştır.
GAZEL 32
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
Geçti o dem ki meclis-i mey pür-hurûş idi
GAZEL 33
Sâgar sadâ-yı kulkul-ı mînâya gûş idi
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
İçki toplantısının coşkunlukla dolu olduğu, kadehin
Kâkülünde halkalar çeşm-i siyehtir her biri
sürahinin boğazındaki lıkırtı sesine kulak kesildiği o demler
Ârızında hâller nûr-ı nigehtir her biri
geçip gitti.
Kâkülündeki halkaların her biri kara gözlerdir. Yanağındaki
benlerin her biri bakışın nûrudur.
Müstagrak-ı tecellî-i envâr-ı hüsn olup
Âteş-rûhuna bezm-i kadeh şu’le-nûş idi
Şu’ledir zerrîn-taht-ı saltanat pervâneye
Kadeh toplantısı, güzellik nurlarının ortaya çıkmasıyla
Beste-i zencîr-i aşkın pâdişehtir her biri
boğulup alev alev yanan kırmızı yanaklılara yalımlar
Saltanatın altın tahtı pervaneye ateştir. Aşk zincirine
içirirdi.
bağlanmış olanların her biri padişahtır.
Hep güftgûy-ı çeşm ü leb-i gül-izârdan
Ol şererler kim dil-i sûzândan etmişti zuhûr
Ben söyledikçe şevk ile bülbül hamûş idi
Şimdi gerdûn-ı belâda mihr ü mehtir her biri
Ben hep gülyanaklı sevgilinin hararetle gözünden ve
Yanan gönülden ortaya çıkan o kıvılcımların her biri şimdi
dudağından söz ettikçe bülbül susar dinlerdi.
belâ göğünde ay ve güneştir.
Ol bezme meh ki şem’-i şebistân-ı çarhtır
Tengnâ-yı hâne-i sûz u güdâza girmege
Bir âteşin gül ruh-ı kâkûl be-dûş idi
Târ-ı tanbûr-ı sürûdun şâh-rehtir her biri
Gökkubbesi gecelerinin mumu olan ay, o toplantının saçları
Yanıp yok olmanın daracık evine girmeğe şarkılar söyleyen
omuzlarına dökülmüş, gül yanaklı ateşli bir güzeliydi.
tanburun her bir teli geniş bir caddedir.
Arz-ı visâl ederdi Züleyhâ-yı hâhişe
Şîşe-i elfâzımız sahbâ-yı tahkîk istemez
Yûsufları harîm-i gülün hôd-furûş idi
Bir perîzâd-ı hayâle cilve-gehdir her biri
Gül hareminin Yusufları arzu Züleyha’sına kavuşmayı
Sözümüzün şişesi inceleme şarabına gerek duymaz: her biri
sunarlar, kendilerini satarlardı. (Kur’ân’ın ahsenü’l-kasas
bir hayal perisinin göründüğü yerdir.
olan XII. Yûsuf süresinde, güzelliğiyle ünlü Yûsuf önce bir
tacire, sonra Mısır azizine satılmış onu arzulayan azizin
Yâd-ı çeşm-i yâr Gâlib eylemiş mestânı mest
karısı Züleyha’yı reddettiği için iftiraya uğrayıp zindana
Gûyiyâ bir Kahramân-ı Cem-sipehtir her biri
atılmıştır)
Gâlip! Sevgilinin gözünü anmak sarhoşları kendinden
geçirmiş. Her biri sanki Cem gibi askeri olan bir
kahramandır.
Bir bî-emân şûh-ı perîzâd idi o kim
Müjgân-ı çeşmi âfet-i saff-ı sürûş idi
O periden doğma şuh güzel öyle amansız bir dilberdi ki
GAZEL 34
gözlerinin kirpikleri meleklerin bile saflarına felaket
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
getirirdi.
Aşk bir şem’-i ilâhîdir benim pervânesi
Şevk bir zencîrdir gönlüm anın dîvânesi
242
Aşk kutsal bir mumdur; Pervanesi benim. Arzu bir zincirdir;
Kime gönül verdiğimi bana değil, o beyaz göğüslü güzele
gönlüm ona bağlanan delidir.
sor; dedimi de yine o peri yüzlüye sor.
Mahrem-i râz olalı gamzenle oldı hâtırım
Âşıkın kaametini cevr ile kim dâl itdi
Âşinânun âşinâ bîgânenin bîgânesi
Şu duran dil-ber-i dal hançere sor sorma bana
Gönlüm yan bakışının sırlarına ortak olalı, bildikle bildik,
Eziyet ederek âşığın boyunu kimin büktüğünü bana sorma,
yabancıyla yabancı oldu.
kınından çıkmış hançer gibi duran şu güzele sor.
Zühd-i huşkı bezm-i nûşânûşdan fark eylemez
Doğrusu âşıkı sevmez mi sever mi bilemem
Böyledir erbâb-ı hâlin meşreb-i rindânesi
Onu sen var o kadi ar'ada sor sorma bana
Kuru ibadeti, içildikçe içilen içki toplantısından
Âşığı sevip sevmediğini bilemem doğrusu, sen git de bunu
ayırdetmezler Sofilerin rintçe yaradılışları böyledir.
boyu serviye benzeyen güzele sor.
(Erbâb-ı hâl, erbâb-ı bâtın, dış görünüşe aldanmayıp
kâinatın aslını, gerçeğini araştırıp bilenlerdir. Bunlara
Ben kesâkes veremem sana cevâb ol şûhun
Erbâb-ı tasavvuf, sofi de denir. Erbâb-ı kâl veya Erbâb-ı
Geldi mi hatt-ı ruhu berbere sor sorma bana
zâhir karşıtıdır.)
O güzelin yüzünde ergenlik tüyleri çıkıp çıkmadığını bana
değil, berbere sor. Ben kesin bir cevap veremem.
Âlem-i âbın sevâd-ı hâki hep pür-feyz olur
Çeşme-i hurşîd-i hikmetdir hum-ı meyhânesi
Seni sayd eyleme mümkin mi dedim dil-dâra
Su dünyasının toprağının karalığından hep bereket fışkırır.
Dedi bin nâz ile sîm ü zere sor sorma bana
Bu dünyanın meyhanesinin küpü hikmet güneşinin
Sevgiliye: "Seni elde etmek mümkün mü" dedim, bin nazla:
kaynağıdır.
"Bana değil, altına gümüşe sor" dedi.
Ol nigâh-ı çeşm-i zehr-âlûddan mey-nûş-ı nâz
Dehenin dün gece kim öpdü uyurken bilemem
Ben humâr-ı nergis-i şehlâsının mestânesi
Âşıkın ağzın ara âhara sor sorma bana
O, zehir bulaşmış gözün bakışından naz şarabını içmede.
Dün gece uyurken dudağını kimin öptüğünü bilemem, âşığın
Ben şehlâ nergis gözlerinin mahmurluğunun sarhoşuyum.
ağzını ara, başkalarına sor, bana sorma.
El-hazer gâfil bulunma hançer-i hâbîdeden
Geldi mi âleme Vâsıf gibi erbâb-ı suhan
Guft-gûy-ı katldir dâ’im anın efsânesi
Oku Dîvân'ını şâ'irlere sor sorma bana
Sakın, uyuyan hançerden habersiz olma; Onun sürekli
Dünyaya Vâsıf gibi bir söz ustası geldi mi? Dîvânını oku,
söylediği efsane öldürme dedikodusudur.
şairlere sor, bana sorma.
Mahrem-i halvet-serây-ı zevki ol Gâlib de gör
GAZEL
Başkadır rez duhterinin meşreb-i ferzânesi
Ey şûh işine âşık-ı zârın yaramazsın
Gâlip! Onun yalnızlık sarayına gir de gör; üzüm kızının
Gâyetle güzel tâzesin ammâ yaramazsın
erkekçe yaradılışı bir başkadır.
Ey güzel! İnleyen âşığın işine yaramazsın, son derece genç
ve güzelsin ama çapkınsın.
19. YÜZYIL
Vâsıf
Yüz bin dil-i işkeste yatur bir ser-i mûda
GAZEL
Ey şâne niçün zülfün arayıp taramazsın
Kime mecbûrum o sîmîn-bere sor bana
Saçının her telinin ucunda bin kırık gönül yatar. Ey tarak!
Derdim ol şûh-ı perî-peykere sor sorma bana
Neden o güzelin saçını arayıp taramazsın?
243
Sende bu denâ'et var iken sûfî o şûhun
Dahl etme bana derd-i dilin söylemez diye
Bel bel beline nâfile bakma saramazsın
Âşık ne yapsın âh a paşam söylenilmiyor
Ey kaba sofu! Boşuna aptal aptal o güzelin beline bakma.
Gönlündeki derdi söylemiyor diye beni suçlama. A paşam,
Sende bu adililk varken onu kucaklayamazsın.
âşık ne yapsın, bu dert söylenilmiyor.
Ol tâze nihâlin bu yazın mîve-i vaslın
Vâsıf bezimde böyle gazel dest-i yârdan
Bîhûde talab etme gönül koparamazsın
Nûş etmedikçe bir iki câm söylenilmiyor
Ey gönül! Bu yaz o taze fidana kavuşup da meyvesini
Ey Vâsıf. ! İçki meclisinde sevgilinin elinden bir iki kadeh
koparamazsın, boşuna isteyip durma.
içmedikçe, böyle bir gazel söylenilmiyor.
Var yok ne ise sohbet-i zâhid kulak asma
GAZEL
Söz remz-i mu'ammâ-yı dehendir varamazsın
Senin hâl-i izârından nişân anberde kalmışdır
Zahid var dersin, yok desin kulak asma. Söz konusu olan,
Benim dâğ-i derûnumdan eser micmerde kalmışdır
(varlığı yokluğu belirsiz) ağız gibi bir muammanın
Senin yanağındaki benin nişanı(belirtisi) anberde, benim
rumuzudur. Bu sırrı anlayamazsın.
içindeki yanık yarasının izi tütsü kabında kalmıştır.
Bel bağlama ser-rişte-i gîsû-yı ümîde
Aralar nüsha-i adli gezerler câ-be-câ ammâ
Gavgâ-yı elemden başım kurtaramazsın
O nüsha var ise sandûk-i İskender'de kalmışdır
Bir güzele benzeyen umudun, saçının ucuna bel bağlama.
Diyar diyar gezip adalet örneği ararlar, öyle sanıyorum ki,
Üzüntülerinden başın kurtaramazsın.
o örnek İskender'in sandukasında kalmıştır.
Pek inceden ince arama Vâsıf o şûhun
Denîler bozdular bikr-i nizâm-ı âlemi şimdi
Sen bahs-i miyânında kılı kırk yaramazsın
Nizâm ancak efendi sûret-i defterde kalmışdır
Vâsıf! O kadar da inceden inceye araştırma. Sen o güzelin
Alçaklar, şimdi dünyanın el değmemiş düzenini bozdular.
belini ifade etme konusunda kılı kırk yaramazsın.
Efendi! Artık düzen denilen şey defterde(yazıda) kalmıştır.
GAZEL
Müheyyâ bezm-i işret bir kadehle al elim sâkî
Her bir merâm yâra tamâm söylenilmiyor
Benimle yâr beyninde hemân bir perde kalmışdır
Olmazsa yâr âşıka râm söylenilmiyor
İçki meclisi hazır, ey sâkî ! bir kadeh sunarak bana yardım
Sevgili âşığın isteklerine boyun eğmedikçe, her istek ona
et(elimden tut). Benimle sevgili arasında ancak bir perde
tam söylenilmiyor.
(engel) kalmıştır.
Muhtâc büs-ı la'line yârın recâ-yı vasl
N'ola hayrân olursam rûz u şeb âyîneveş Vâsıf
Mest olmadıkça asl-ı merâm söylenilmiyor
Hayâl-i akl u fikrim sûret-i dil-berde kalmışdır
Kavuşma isteği, sevgilinin kırmızı dudağını öpme
Ben Vâsıf, gece gündüz ayna gibi şaşkınlık içinde olursam
ihtiyacındandır.
şaşılır mı? Aklım fikrim sevgilinin görüntüsünde kalmıştır.
Sarhoş olmadıkça, bu açıkça söylenilmiyor.
Sünbülzâde Vehbî
Tenhâda bulsam ol perî-zâdı telâşdan
GAZEL
Lüknet gelip zebâna kelâm söylenilmiyor
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
O peri kızını tenhada bulsam, telâştan dilim tutulur, söz
Gehî ebrû yı geh ruhun tasvîr eder mehtâp
söyleyemem.
Hilâlî şekl edip resmin döner tedvîr eder mehtâp
244
Ay ışığı, sevgilinin kaşını, bazan de yanağını tasvir eder. Ay
Vasf-ı rûyunda gazeller yazan ehl-i sühanın
ışığı, resmini önce hilal şeklinde yapar, sonra döner degirmi
Matla'ında kimi hurşîd kimi mâh yazar
şekle sokar.
Senin yüzünü öven gazeller yazan şâirler, matlaında kimi
güneş, kimi ay yazarlar.
O tıfl-ı nâzı süt lîmân deyü zevrak-süvâr etsem
Yem-i pür-şûru ol şeb reşk-i cûy-ı şîr eder mehtâb
Görse bu sûret ile münşi-i Şehnâme seni
O naz çocuğunu deniz süt limandır, sakindir diyerek kayığa
Mülket-i işvede hûbâna şehinşâh yazar
bindirsem, ay ışığı o gece, coşkun denizi süt isteyen çocuğu
Şehnâme yazarı seni bu şekilde görse, naz ülkesinden
imrendirecek hale getirir.
güzellere padişahlar padişahı yapar.
Ziyâ kesb eyleyip mihr-i ruh-ı dildârdan her dem
İkisinin etse de bir yerde musavvir tahrîr
Bu mâhiyyetle çeşm-i encümü tenvîr eder mehtâb
Serv-i bâlâyı kadinden yine kûtâh yazar
Ay ışığı, her an sevgilinin güneşe benzeyen yanağından ışık
Ressam, ikisinin resmini bir yere yapsa, yüksek selviyi senin
alıp, bu şekilde yıldızların gözünü parlatır.
boyundan kısa gösterir.
O meh-rûyun görüp dîvânegân-ı zülf-i şeb-gûnın
Levh-i mihr ü kamere İbn-i Nüceym-i gerdûn
Felekte hâlesin ser-halka-i zencîr eder mehtâb
Kalem-i gurre ile rûyunda eşbâh yazar
Ay ışığı, o ay yüzün, siyah saçının deliliklerini görünce,
Dünyanın İbn-i Nüceymi, parlak kalemi ile senin yüzünün
gökyüzünde halesini zincirinin halkası yapar.
benzerini ay ve güneşin yüzeyine yazar.
Şeb-i vaslında yârın germî-i mey derd-i ser vermez
Hemser-i şîr yazıp aşkı Hayâtü'l-hayvân
Tebâşîr ile dürd-i bâdeyi tahmîr eder mehtâb
Akl-ı pür-hîleyi dünbâle-i rûbâh yazar
Sevgilinin kavuşma gecesinde içkinin harareti baş ağrısı
Hayâtü'l hayvan'da aşkı aslanın eşi olarak, çok hile dolu
yapmaz. Çünkü ay ışığı, şarabın tortusunu tebeşir ile
aklı da tilkinin kuyruğu olarak gösterir.
mayalandırmıştır.
Okudum metn-i usûlü kütüb-i devlette
Nakîsa verdiğin ehl-i kemâle gevr-i gerdûnun
Kayd-ı haysiyyet-i cehli sebeb-i câh yazar
Dîrâyetle dehân-ı gurreden takrîr eder mehtab
Devlet kitaplığında usul metnini okudum. yüksek mevkinin
Ay ışığı, dönen talihin insanlara noksanlık verdiğini
bilgisizlik şerefine bağlandığına sebep olduğunu yazıyor.
zekâsıyla parlak ağızdan öğrenir.
Sînedir kâğıd-ı tesvîdi debîr-i çarhın
Dil-i Vehbî olur fersûde görse sîne-i yârı
Anda nakş-ı emeli gâh bozar gâh yazar
Ketân-ı nâ-tüvâna dûrdan te'sîr eder mehtâb
Göğüs, felek kâtibinin karalama kağıdıdır. Bazen oraya
Vehbî'nin gönlü, sevgilinin göğsünü görse yıpranır. Çünkü
istekleri yazar bazen de bozar.
ay ışığı zayıf ketene uzaktan etki eder.
Kâtib-i mahkeme-i hükm-i kazâ ey Vehbî
GAZEL
Kısmetim sehmini er-rızku al'Allah yazar
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
Ey Vehbî, kazâ hükmünün mahkemesinin kâtibi, kısmetimin
Kilk-i kudret hat-ı reyhânını nâgâh yazar
okuna "Rızkı veren Allah'dır" yazıyor.
Safha-i sîneme medd-i elif-i âh yazar
Kudret kalemi, senin ince ayva tüylerini ansızın yazar. Ahın
GAZEL
uzun elifini de göğsümün üzerine çeker.
Mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün / mefâ'îlün
Ne tîr-i gamzeden ne dîde-i câdûlarındandır
245
Benim çektiklerim ancak kemân ebrûlarındandır
Görmedik devrini çoktan hele ber-vefk-ı merâm
Ne yanbakış okundan ne de cadû gözlerin, yüzünden, ancak
Şimdi âyâ harekât-ı felek âheste midir
benim çektiklerim yaya benzeyen kaşların yüzündendir.
Çoktan beri, gönlün isteğine uygun döndüğünü hele
görmedik. Acaba şimdi feleğin hareketleri yavaş mıdır?
Sıfâhan'da görüp bir çâr-ebrûyu hatın sordum
Dedi bu Çâr-bâğın sünbül ü şebbûlarındandır
Tûtî-i tab'ı şeker rîz-i makâl etmezsin
Isfanda, bıyıkları terlemiş, dört kaşı olmuş bir genç gördüm.
Vehbi'yâ âyîne-i hâtırın işkeste midir
Yüzündeki ayva tüylerini sordum. Bu Çâr-bağın sünbül ve
Ey Vehbî, yaradılıştan tatlı dili olan papağanı sormuyorsun.
şebboy çiçeğidir, dedi.
Yoksa gönül aynan kırılmış mıdır?
Gam -ı mûy-ı miyânı nâl eder ammâ dil-i zârı
GAZEL
Bur rütbe pîç ü tâbım halka-i gîsûlarındandır
Mef'ûlü / mefâ'îlü / mefâ'îlü / fe'ûlün
Amma, kıl gibi ince beli, zavallı gönlümü inletiyor. Bu
Aşkınla hevâlandım bî-lâneliğim gel gör
derece ıztırap çekmem de, saçının kıvrımı dolayısıyladır.
Yanmakda firâkınla pervâneliğim gel gör
Aşkınla uçuyorum yuvasız olduğumu gel gör. Ayrılığınla
yanmaktayım, pervane olduğumu gel gör.
Girîzândır gazâl-ı müşk-veş vahşetle âşıkdan
Hat-âverler ki sahrâ-yı Hıtâ âhûlarındandır
Misk gibi kokan ahular, korkarak âşıktan kaçarlar. Ynakları
Ben böyle tek ü tenhâ sen gayr ile ülfetde
tüylenmeye başlamış gençleri Hıta ovası ahularındandır.
Akl u dil ü cânımla bîgâneliğim gel gör
Ben böyle yalnız ve kimsesizim, sen başkalarıyla dost
olmadasın. Akıl, can ve gönlümle yabancı olduğumu gel gör.
Kafes-bend-i gam-ı eyyâmdır hayretle lâl olmış
Bu bâğın gerçi Vehbî bülbül-i hoş-gûlarındandır
Vehbî, gerçi bu bağın tatlı dilli bülbüllerindendir amma,
Yıkdınsa da cevrinle ma'mûr edegör yap yap
günlerin gamının kafesine kapatıldığından dolayı şaşkınlıkla
Ey künc-i dilin genci vîrâneliğim gel gör
dili tutulmuştur.
Eziyetle yıkdınsa da yavaş yavaş bayındır ede gör. A gönül
köşemin hazinesi, virane olduğumu gel gör.
GAZEL
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
Peymâne-be-kef sâkî bu bezme ayağın bas
Çeşm-i bîmârı süzülmüş acabâ hasta mıdır
Câm-ı mey-i aşkınla mestâneliğim gel gör
Yohsa şâhin gibi sayd almadığıçün beste midir
Sâki, elde kadeh meclise ayak bas. Aşk içkisinin kadehiyle
Baygın gözü süzülmüş acaba hasta mıdır ? Yoksa şahin gibi
sarhoş olduğumu gel gör.
av yakalması için bağlanmış mıdır ?
Ben Vehbî-i pâmâlim hayret-zede vü lâlim
Alma der istesem ol nahl-ı vefâ şeftâli
Bâzîçe-i etfâlim dîvâneliğim gel gör
Meyve-i hüsnünü bilmem dahi nâ reste midir
Ben ayak altında çiğnenmiş Vehbî'yim. Şaşa kalmışım ve
O vefa ağacından şeftali istesem vermez. Güzellik meyvesini
dilsizim. Çocukların oyuncağıyım. Çılgınlığımı gel gör.
bilmiyorum daha yetişmemiş midir?
Keçecizâde İzzet Molla
Kimi gördümse felekte bulunur bir derdi
GAZEL 1
Nabz-ı Îsâ acabâ sıhhate peyveste midir
Mef'ûlü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün
Dünyada kimi gördümse derdi bulunuyor. Acaba Îsa'nın
Meşhûrdur ki fısk ile olmaz cihân harâb
nabzı, sağlığa kavuşmuş mudur?
Eyler onu müdâhene-i âilmân harâb
246
Cihanın, kulun işleyeceği günahlarla harap olmayacağı
Ey aşağılık dünya! Bak, ev sahibi konuğu huzursuzluk
onunbilginlerin dalkavukluğuile yıkılacağı herkesçe bilinir.
etmez.Yoksa sana gelen bir daha gelmez.
Bilmez ki iki kat yıkılır kendi halaktan
Sahn-ı teng-i akla sığsa tevsen-ı hâlât-ı aşk
İster cihân yıkıldığını hânumân-harâb
Aşkın dik başlı ata benzeyen nitelikleri, dar akıl alanına
Evi barkı yıkılan kişi, cihanın yıkılmasını ister de kendisinin
sığsa, aşıklar delirmezlerdi.
herkesten çok etkileneceğini düşünemez.
Hüsn ü aşkın şu’lesi birdir nigâh-i vahdete
Â’mâl-i hayr sülemidir kasr-i cennetin
Yandı bilmezlikle kendi nârına pervâneler
Mümki mi çıkma olsa eğer nerdübân harâb
Vahdet-i vücûd varlığın birliği görüşüne göre, güzelliğin ve
Yararlı işler cennet köşkünün merdivenidir. Merdiven yıkık
aşkın ışığı birdir. Pervaneler hiç bilmeden kendi ateşlerine
olursa, oraya çıkılabilir mi?
yanarlar.
Bir mevsim-i bahârına geldik ki âlemin
Bôy-ı dâmdân-ı şarap- âlûdum eyler halkı mest
Bülbül hamûş havz tehl gülsitân harâb
Ben o ser-hôşum ki gezdim buncu yıl meyhâneler
Âlemin öyle alışılmamış bir baharına geldik ki, bülbül
Ben, bunca yıl meyhane meyhane dolaşmış bir sarhoşum
susmuş havuz boş ve gül bahçesi darmadağın
Şaraba bulaşmış eteğimin kokusu herkesi sarhoş eder.
Çıkmaz bahâra değmede bî-çâre andelip
Pâre pâre olmayınca ermedi maksûduna
Pejmürde-bâl vakt-i şitâ âşiyân –harâb
Tesliyetdir sâne-i sad- çâke İzzet şâneler
Zavallı bülbül, yuvası yıkık ve kanadı kırık olarak, kolay
İzzet parça parça olmadan istediğine kavuşamayan
kolay kiştan bahara çikamaz.
tarakların durumu, senin paramparça olmuş gönlüne
tesellidir.
Elbette bir sütûnu olurdu bu kubbenin
İzzet nihâyet olmasa kevn ü mekân harâb
Matbahı hâkisteri Monlâ-yı Rum’un var ola
İzzet, valıklar âlemi sonunda harâp olmayacak olsa, bu
Bir de yanmış nâr-ı gamdan hâneler kâşâneler
kubbenin bir sütunu bulunurdu.
Mevlana’nın mutfağının külü, bir de gam ateşiyle yanmış
evleri saraylar var olsun
Teslim olursa Pir’e medeng-i idâresi
Olmaz diyâr-ı Rûm’da bir hânedân harâb
GAZEL 3
Anadolu’da iradesinin anahtarı Mevlânâ’ya teslim olmuş
Fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün
hanedân yıkılmaz.
Gonce-i dâğ-ı dâ-i zârım ile eğlenirim
Kendi üşkûfe-i gülzârım ile eğlenirim
GAZEL 2
İnleyen gönlümde, goncaya benzeyen yanak yarasıyla, kendi
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
gül bahçemin çiçekleriyle eğlenir avunurum.
Seyl ü âteşten emin olmaz yapılmış hâneler
Rahat isterlerse ma’mûr olmasın viraneler
Geh miyânın sararım gâh alırım âğûşe
Yapılmış evler ateş, sel gibi felâketlere karşı emin değildir.
Künc-i hülyâda bile yârim ile eğlenirim
Yıkık yerler, rahat kalmak isterlerse bayındır duruma
Bazen belini sararak, bazen de kucağıma alarak hayal
gelmesinler.
köşemde bile sevgilimle oyalanırım.
Bir gelen bir dahi gelmez bak sana ey dehr-i dûn
Her birin târ-ı hayâle geçirip külbemde
Böyle takdir eylemez mihmânı sâhib-hâneler
Cevher-i çeşm-i dürer-bârım ile eğlenirim
247
Yalnızlık köşemde, inciler yağdıran gözümün mücevherlerini
Ağlayıp inlemekle umudum kalmadı. Feryad eden gönlüme
hayal ipine düzerek oyalanırım.
seni Tanrı sarhoş etsin.
Va’de-i vaslına ma’nâ veririm gönlümce
Sanki koynumda imişsin hele ta’bir edemem
Geceler bî-hûde efkârım ile eğlenirim
Bir güzel görmüş idim dün gece ey mâh seni
Geceleri sevgilinin kavuşma konusunda verdiği sözü
Ey yay yüzlü sevgili! Dün gece seni bir güzel görmüşüm ki
gönlümden geçirip, boşuna düşüncelerle avunurum.
anlatamam neye yarayacağımı bilemem. Sanki
koyunumdaymışsın.
Bir uzun söz açarım kâkül-i yâra dolayıp
Çâre var mı dil-i nâ-çârım ile eğlerim
İstemem görmeği kim derde giriftâr olurum
Sevgilinin kâkülü ile ilgili uzun bir söz açıp, zavallı gönlüm
Derde bak sabr edemem görmez isem gâh seni
ile eğlenirim. Başka çare var mı?
Dertlenirim diye seni görmek istemem. Derde bak ki, ara
sıra seni göremessem sabredemem.
Gönül eğlencesidir yâr sitem-kâr ise de
Mihnet-i şuh-ı dil-âzârım ile eğlenirim
Şu’le-i mûy-ı sefîdim görünür neyleyeyim
Sevgili ne kadar zalim olsa da gönlümün eğlencesidir.
Müm eder bir gün olur âh-ı sehergâh seni
Gönül incitem sevgilinin verdiği eziyetle avunurum.
Ne çare, sanki ağarmış saçlarım parıldamakta bir gün olur
seher vakti ettiğim ah, seni mum gibi yakar.
Günde bin kerre eder câm-ı dilim işkeste
Günde bin kere gönlümü kırdığı halde, ziyankâr bir çocuğa
Bâb-ı Monlâ’da çerâğ olmağa bak ey İzzet
benzeyen sevgilimle oyalanırım.
Ne durursun kul ederse o şehinşâh seni
Ey İzzet! O padişahı Mevlânâ, seni kulluğa kabul ederse, hiç
bakma kapısında çırak ol
Vâsıf’ın bir gazel-i tâzesi varsa okurum
Yohsa mecmû’a-ı eş’ârım ile eğlenirim
Vâsıf’ın yeni bir şiiri varsa onu okurum. Yoksa, kendi
GAZEL 5
şiirlerimle oyalanırım.
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
Tâb-ı dilden halka halka olmada ejder gibi
Feleği hiçe sayıp sâye-i M evlânâ’da
Dûd-ı âhım eyledi heft âsmânı yer gibi
Nakd-i gencîne-i âsârım ile eğlenirim
Gönül ateşinden ejderha gibi halka halka olup yükselen ah
Mevlânâ sayesinde feleği hiçe sayıp, her zaman elimin
dumanı, yedi feleği yeryüzüne döndürdü.
altında bulunan hazine kadar değerli eserlerim ile vakit
geçiririm.
Sûz-ı diklem dûd-ı âhımdan haber-dâr olmadan
Sînemi sûrâh sûrâh eyledim micmer gibi
GAZEL 4
Göğsümü tütsü kabı gibi delik deşik ettim de, gönül
Fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilâtün / fâ'ilün
ateşinden ve duman gibi yükselen ahımdan haberin olmadı.
Bu kadar nâlelerim etmedi âgâh seni
Kime şekvâ edeyim âh seni âh seni
Kokladım öptüm sarıldım ohşadım zülfün bu şeb
Bunca inleyişim seni uyarmadı. Ah seni kime şikâyet
Saklamam her kim sorarsa söylerim anber gibi
edeyim? Ah seni
Bu gece sarılıp öptüm, saçını okşadım. Kim sorarsa
saklamam anber gibi korktuğunu söylerim.
Âhdan nâleden ümmîdimi çoktan kesdim
Mahrem etsin bu dil-i zarıma Allâh seni
Gösterir Hûdhûd Süleymân’ın ne zahmet çektiğini
Derd-i ser yokmuş cihanda çıklet-i efser gibi
248
Dünyada tacın ağırlığı kadar baş belâsı bişey yokmuş
Hüdhât, Süleyman’ın ne zahmetler cektigini gösterir.
Sonradan mâ’lûm olur şîrîn-i pend-i hâkim
Gerçi kim evvel lisânı acıdır nîşter gibi
Her ne kadar, sözü başlangıçta neşret gibi incitici olsa da,
bilge kişilerin öğütlerinin tatlılığı sonradan anlaşılır.
Zulmünü ol pâdişâh-ı hüsne i’lâm etmeğe
Dâğ dâğ etdim gam ile sinemi mâzhar gibi
Bana verdiği eziyeti, o güzellik padişahına bildirmek için
göğsümü birkaç imzalı dilekçe gibi gamla dağladım.
Genc-i zâhir kenz-i bâtım İzzetâ destinde bol
Var mı bir bakan aceb Pîr-i kerem –güster gibi
Ey İzzet! Acaba, Mevlânâ gibi elinde görünen görünmeyen
hazineler bulunan, lütuf ve ihsan sahibi başka bir padişah
var.
249