Cilt: 5 Sayı: 9, Ocak
7 / Volume: 5 Issue: 9, January 2017
SAİD HALİM PAŞA ÜZERİNE NOTLAR: İSLÂM ÂLEMİNİN GERİLEME
SEBEPLERİ VE TÜRKLERİN İSLÂM TASAVVURU
Notes On Said Halim Pasha: The Reasons Of Decline Of The Islamic World
And Turkish Islam
Mehmet Kaan ÇALEN
ÖZ
Türkiye’de İslâmcı düşüncenin önemli isimlerinden birisi olan Said Halim
Paşa, Batılılaşma meselesi ve İslâm dünyasının geri kalma sebepleri üzerine derin
tahliller yapmış ve özgün düşünceler ortaya koymuştur. Paşa, İslâm dünyasının geri
kalışını büyük ölçüde Müslüman milletlerin İslâm öncesi geleneklerine
bağlamaktadır. Paşa’ya göre İslâm dini, Müslümanların ilerlemek için ihtiyaç
duyduğu bütün esasları ihtiva etmektedir. Ancak İslâm öncesi geleneklerinin
etkisiyle dinlerini yanlış yorumlayan Müslüman milletler, İslâmî ilke ve
hakikatlerden uzaklaşmışlar ve bu sebeple ilerleyememişlerdir. Batılılaşma
hareketlerini de ikinci bir İslâm’dan uzaklaşma olarak yorumlayan Paşa, Müslüman
milletlere ilerlemek için İslâm öncesi gelenekleri ile Batı taklitçiliğini bırakmalarını
ve İslâmî ilke ve hakikatlere dönmek anlamında İslâmlaşmalarını tavsiye etmektedir.
Bu makalede Said Halim Paşa’nın İslâm âleminin geri kalma sebepleri ve Türklerin
İslâm yorumu hakkındaki düşünceleri problematik bir yaklaşımla tahlil edilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Said Halim Paşa, İslâmcılık, İslâm Medeniyeti,
Batılılaşma, Türkler ve İslâmiyet.
ABSTRACT
Said Halim Pasha, one of the important figures of Islamist thought in
Turkey, has deeply analyzed the subject of Westernization and the reasons of the
decline of the Islamic world and revealed original ideas. Pasha attributes to the
decline of the Islamic world to pre-Islamic traditions of Muslim nations to a large
extent. According to Pasha, the religion of Islam contains all the basics that Muslims
need for progress. But, Muslim nations, misinterpreting their religion under the
influence of pre-Islamic traditions, have moved away from Islamic principles and
truths and for this reason they could not progress. Pasha, who interpreted the
Westernization movements as a second deviation from Islam, recommends
Yrd. Doç. Dr., Trakya
mkaancalen@trakya.edu.tr
Üniversitesi,
Edebiyat
Fakültesi,
Makalenin Geliş ve Kabul Tarihi: 24.11.2016-02.01.2017
Tarih
Bölümü.
Said Halim Paşa Üzerine Notlar: İslâm Âleminin Gerileme Sebepleri ve Türklerin İslâm
Tasavvuru / Mehmet Kaan ÇALEN
Islamization, in the sense of returning to Islamic principles and truths, and to
abandon pre-Islamic traditions and Western imitation to Muslim nations for
progress. In this article, Said Halim Pasha's thoughts about the reasons of the decline
of the Islamic world and Turkish Islam have been analyzed with a problematic
approach.
Keywords: Said Halim
Westernization, Turkish Islam.
Pasha,
Islamism,
Islamic
Civilization,
Giriş
Said Halim Paşa, modern Türk düşüncesinin nev-i şahsına münhasır
isimlerinden birisidir. Eserlerini 20. yüzyılın ilk çeyreğinde, biri müstesna II.
Meşrutiyet yıllarında veren Paşa’nın zihnî mesaisini ağırlıklı olarak modernleşme
meselesi teşkil etmiştir. Bu vadideki özgün düşüncelerinin, çeşitli tezlerinin, bazı
çözüm önerilerinin, kimi tespitlerinin hem çağdaşlarını, hem de kendinden sonra
gelen kuşakları etkilediğini söylemek mümkündür. Cumhuriyet döneminin
milliyetçi, muhafazakâr ve İslâmcı çevrelerinde, Batılılaşma ve kültür değişmeleri
üzerine kalem tecrübesinde bulunmuş pek çok isimde Paşa’nın açık veya örtük izleri
tespit edilebilir1. Bu makalede de Paşa’nın İslâm âleminin gerileme sebepleri,
Müslüman milletlerin İslâm yorumları, Türkler ve İslâm, İslâm ve milliyet gibi
meseleler etrafında etki performansı yüksek düşüncelerini önce “İnhitât-ı İslam
Hakkında Bir Tecrübe-i Kalemiye” ve “İslâmlaşmak” isimli risâlelerinden hareketle
tahlil etmeye, netice kısmında ise diğer eserlerini de nazar-ı dikkate almak suretiyle
bu konudaki düşünce yapısını daha bütünlüklü olarak resmetmeye çalışacağız.
İnhitât-ı İslâm’a Giriş: Said Halim Paşa’nın Bazı Ön Tespitleri
İslâm âleminin geriliği Said Halim Paşa için bir ön kabuldür; geri kalmışlık
durumunu samimiyetle itiraf eder. Bu geriliğin mahiyetini ve sebeplerini tartışmaya
başlamadan evvel, üç ön tespitte bulunur. Birincisi, İslâm âleminin içerisinde
bulunduğu geriliğin gerçek sebeplerinin bilinmediğini, bu hususta derin bir cehaletin
hüküm sürdüğünü vurgular ve hiçbir zihnin bu mesele ile ciddi bir surette
uğraşmadığından şikâyetçi olur. İkincisi, Müslümanları bu gerilikten kurtarmayı
kendilerine vazife addedenlerin, kendi mazileriyle alakalarını kesmiş olmalarını
önemli bir sorun olarak işaretler ki bu nokta meseleye ve çözüme dair Paşa’dan
beklenebilecek yaklaşım tarzı, tespitler ve teklifler hususunda ipucu verilebilecek
niteliktedir. Son olarak, Müslüman milletlerin geri kalmış olduklarını ancak
yabancıların esareti altına girdikten sonra fark edebildiklerine, Batılıların bu olguyu
Kurutuluş Kayalı, Said Halim Paşa’nın etkileri hususunda şöyle der: “İslâmcı yazarların son
dönemlerdeki yeni görünümlü çoğu düşüncelerinin vaktiyle Said Halim Paşa tarafından
telaffuz edilmiş olması da ilginçtir… Ülke sorunlarından kopuk olmayan ve sosyal şartların
etkisini önemseyen ve her tür İslâmcı akımın Said Halim Paşa’nın düşüncelerinin doğal
uzantısı olduğu açıktır (2011: 34, 38-39).” Asım Öz, Paşa’nın entelektüel etkisine dair daha
temkinli bir duruştan yanadır: (2011: 154-155).
1
13
Said Halim Paşa Üzerine Notlar: İslâm Âleminin Gerileme Sebepleri ve Türklerin İslâm
Tasavvuru / Mehmet Kaan ÇALEN
Müslümanlardan daha önce gördüklerine temas eder. İslâm âleminin geç kalmış
farkındalığı ve Batıların bu husustaki kıdemi, Batı dünyası tarafından üretilen
söylemi hâkim bir konuma yerleştirerek yeni sorun alanları açmaktadır (Mehmed,
1334: 3-6; Said Halim Paşa, 1973: 171-174).
Batılılar, İslâmiyet ve Müslümanların Geriliği
Said Halim Paşa, İslâm âleminin neden geri kaldığı meselesi ile
Müslümanlardan çok daha önce meşgul olmaya başlayan Batılıların, hissî ve zihnî
engeller sebebiyle meseleyi doğru bir şekilde tespit ve tahlil edemediği
kanaatindedir. Hristiyan dünyanın bu meselede, İslâm dinine ve Müslümanlara ait
olan her şeye karşı ırsî ve şuuraltı bir kin besledikleri için tarafsızlık sorunu vardır.
Daha önemli bir sorun ise epistemolojik düzeyde ortaya çıkmakta, İslâm âlemine
başka bir anlam ve değer dünyasının içerisinden bakan Batılılar, “şuûn ve hâdisât-ı
şarkiyyeyi kendi hâlet-i fikriyye ve rûhiyyelerine nazaran pek yanlış tefsîr ederek
ona göre hüküm” vermek gibi bir hataya düşmektedirler (Mehmed, 1334: 4; Said
Halim Paşa, 1973: 172). Neticede, geri kalmışlık İslâm dünyasının tamamında
gözüktüğü için bu çöküntüyü ortak bir sebebe bağlayarak izah etme ihtiyacı duyan
Batılılar, Müslüman milletler arasında tek ortak nokta olan dinlerini bu hususta
mesul tutmuşlar ve Müslümanların geriliğini İslâm şeriatının noksan oluşuna
bağlamak gibi bir kolaycılığı alışkanlık hâline getirmişlerdir 2.
İslâm Âlemindeki Gerilemenin Sebebi Dinî mi Yoksa İçtimâî ve Tarihî
mi?
Batılıların İslâm dünyasındaki geriliği İslâm şeriatının noksanlığına
bağlanmasını çok sathî bir hüküm addeden Said Halim Paşa, meselenin bir din
meselesine ircâ edilmesine karşıdır. İçtimâî hâdiselerde dinî inançların büyük bir
etkisi olduğunu kabul etmekle birlikte ona göre meselenin esası tarihî ve içtimâîdir.
İçtimâî hâdiselerde ise dinî ve mezhebî hâdiselerden farklı olarak “efrâdın mâzisi,
seciyesi, zihniyeti ve hatta yaşadıkları iklim” gibi çeşitli faktörler de belirleyici
olmaktadır3 ki Paşa bu noktada Avrupa’da ortaya çıkan içtimâî bir olgunun, dinî bir
mesele gibi ele alınarak orada hüküm süren dinin kıymet ve mahiyetine
atfedilmediği kaydını düşer (Mehmed, 1334: 6; Said Halim Paşa, 1973: 174).
Görüldüğü üzere Paşa, dinî inançların tek başına bir gerileme sebebi olamayacağını
savunur. Gerileme ve çöküş nasıl dinî inançlardan bağımsız olarak içtimâî ve tarihî
bir zeminde gerçekleşiyorsa, terakki ve tekâmül de aynı sosyolojik zeminin bir
neticesi olarak ortaya çıkmalıdır. Nitekim “hiçbir dinin, hasâil ve evsâf-ı
mukteziyyeye mâlik hiçbir kavmi terakki ve tekâmülden alıkoymayacağı bir bedâhet
hâline girmiştir” (Mehmed, 1334: 8; Said Halim Paşa, 1973: 176) cümlesiyle Paşa,
gerileme sebebi olamayacağını söylediği dinin, en azından ilerlemeye mani teşkil
Benzer düşüncelere “Taassub” isimli eserinde de değinir: (Mehmed, 1335: 108-111).
“Taassub”da şöyle demektedir: “Cemiyât-ı beşeriyenin terakkisine mâni olan esbâb ve
avâmili tayin eylemek umûr-ı sehileden değildir. Tedenni-i akvâm, ekseriyâ medîd bir silsile-i
ahvâl ve hâdisâtın tekâmül-i umûmî-i beşeriyenin cemiyât-ı mezkûre dâhil ve hâricinde ihdâs
eylediği birçok esbâb ve avâmilin neticesi olmuştur.” (Mehmed, 1335: 112).
2
3
14
Said Halim Paşa Üzerine Notlar: İslâm Âleminin Gerileme Sebepleri ve Türklerin İslâm
Tasavvuru / Mehmet Kaan ÇALEN
edemeyeceğini de beyan eder. Budist Japonlar ile Hristiyan Avrupalıların aynı
seviyede medenileşmiş olmaları örneğiyle de bu iddiasını desteklemek ister. Paşanın
düşüncelerinde buraya kadar herhangi bir sorun ve çelişki yok gibi durmaktadır.
Ancak Paşa bundan sonra bir gerileme sebebi olamayacağını ifade ettiği dini,
İslâmiyet özelinde bir ilerleme kaynağı hâline getirir ki, gerilemede ve hatta
ilerlemede etkisi olmadığı iddia edilen din unsurunun şimdi bütün beşeriyet için bir
ilerleme amili hâline getirilmesi izahı zor yeni bir mesele hâline gelmektedir.
Paşa öncelikle, bir din olarak İslâmiyet’in tarihte medenî bir ilerlemeyi
gerçekleştirdiğini söyler. Eski medeniyetlerinin sönmeye başladığı bir anda
İslâmiyet’e giren milletler, İslâm sayesinde parlak bir medeniyet kurabilmişlerdir.
İkinci olarak, Müslüman milletler bugün de İslâm dininin esaslarını doğru bir
şekilde anlayıp tatbik edebilirlerse içine düştükleri gerilik çukurundan çıkabilecekler
ve hatta Batı medeniyetinden üstün bir medeniyet kurabileceklerdir (Mehmed, 1334:
31; Said Halim Paşa, 1973: 199). Hatta ve hatta Batılı milletlerin temeddün ve
ilerleme yolundaki maceraları da İslâm’ın ideal nizamı içerisinde son bulacaktır.
Hâl-i hazırdaki bocalamaları ve Avrupa medeniyetinin çeşitli kusur ve zaafları
İslâm’ın esaslarından haberdâr olmamalarıyla ilgilidir. Paşa, önce ilerleme ve
gerileme gibi tarihî ve içtimâî mâhiyetteki hâdiselerde dinin bir etkisinin olmadığını
söyleyerek İslâmiyet’in İslâm dünyasını geri bıraktığı iddiasına karşı bir savunma
mekanizması oluşturur fakat konu ilerleme meselesine gelince İslâmiyet’i bir
medeniyet kurucusu din hâline getirir. “Biz o fikirdeyiz ki şer’-i mübîn-i İslâm’ın
ihtivâ ettiği desâtir-i ahlâkiyye, içtimâiyye ve siyâsiyye serâpâ tab’-ı beşerden
mülhem olduğundan ilelebed nev’-i âdemin nâzım-ı mukedderâtı olmağa
şâyestedir.” (Mehmed, 1334: 28; Said Halim Paşa, 1973: 196) cümlesinden sonra bu
esasları tanıyıp yüklenmiş bulunan Müslümanların, bu esasları hiç bilmeyen
Hristiyanlar karşısında geri kalmış olmaları hem bu durum özelinde, hem de Paşanın
önceki düşünceleri muvacehesinde önemli bir çelişki yaratmaktadır. Paşa da bu
çelişkinin farkındadır:
“Din-i İslâm saâdet-i beşeriyyeye hâdim ve onu temîn eden bilcümle anâsır ve
avâmili câmi min-küllü’l-vücûh bir din-i ekmel olduğu hâlde bu dine tâbi olanların
akvâm-ı Hristiyâniyyeye nisbeten câlib-i nazar bir mevki-i mâduniyette
bulunduklarını görüyoruz.” (Mehmed, 1334: 8; Said Halim Paşa, 1973: 175-176)
Mesele bu vadide ilerlemeye başlayınca, peşinden gidilen soru da değişir.
İslâm âleminin geri kalma sebebi artık teşhis edildiği için cevap aranılacak soru,
“İslâm dünyası neden geri kaldı?” değil, “acaba Müslüman milletler, dinlerinde
bulunan sonsuz nimetlerden ne için istifade edemediler?” sorusudur. Demek ki
Müslümanların ilerlemek için ihtiyaç duydukları her şey dinlerinde vardı, ancak
onlar dinlerinden gerektiği gibi istifade edemedikleri için geri kalmışlardı. Neticede
Said Halim Paşa, İslâm dünyasındaki geriliğin sebeplerini, sosyolojik ve tarihî bir
zeminde tartışmak istediğini vaat etse de doğrudan dine olmasa bile dinin yanlış
yorumlarına ircâ etmek suretiyle tıpkı eleştirdiği Batılılar gibi konuyu eninde
sonunda bir din meselesine yaslamaktadır.
15
Said Halim Paşa Üzerine Notlar: İslâm Âleminin Gerileme Sebepleri ve Türklerin İslâm
Tasavvuru / Mehmet Kaan ÇALEN
“İslâmiyet’in mani-i terakki olup olmadığı” tartışmaları Said Halim
Paşa’dan önce başlamıştır. İslâmiyet’i geri kalmanın bir sebebi olarak görmeleri
mümkün olmadığı için tartışmaya İslâmiyet’in ilerlemeye engel olmadığını
savunarak katılan Müslüman aydınların önlerinde aşmaları gereken önemli bir
çelişki ve cevaplamaları gereken bir soru vardır: “İslâmiyet ilerlemeye engel değilse,
Müslümanlar neden geri kalmıştır?” İslâmcı aydınlar bu soruya da cevap olarak
“Müslümanların yanlış İslâm yorumunu” tartışma masasına sürerler. İslâm
ilerlemeye mani değildir ancak İslâm’ı yanlış anlayan ve dinin özünden uzaklaşan
Müslümanlar bu sebeple geri kalmıştır (Kara, 2005: 75-125; Kara, 2003: 234-264).
Said Halim Paşa’nın görüşleri de bu çerçeve içinde vücut bulur ve geri kalmanın
sebebi olarak İslâmiyet değil, İslâmiyet’in Müslümanlar tarafından yapılmış yanlış
yorumları ve bu yanlış yorumların hayata geçirilmesi zikredilir. Bu bağlamda Paşa,
aslında İslâm dünyasının çöküş sebebini içtimâî, tarihî, iktisadî bir zeminde
tartışmaz, o geri kalmayı yine dinî bir sebebe, yani Müslümanların İslâm’ı yanlış
yorumlamasına bağlar ve vaat ettiği sosyolojik ve tarihî bir açıklamayı sadece ve
sadece söz konusu yanlış İslâmî yorumların ortaya çıkışını, yani Müslümanların
ilerleyebilmek için dinlerinden neden faydalanamadıklarını açıklamaya münhasır
kılar. İslâm dünyasındaki farklı İslâm yorumlarının tarihî ve içtimâî köklerine inmek
ister, bu aşamada sosyolojik bir bakış açısı vardır ancak neticede farklı İslâm
yorumları üzerinden de olsa geri kalmanın sebebi din ile açıklanır ve bu süreçte
menfi ya da müspet etkisi olmadığı iddia edilen din, İslâm özelinde ilerleme ve
gelişme için temel bir amile dönüşür. Paşa’nın düşüncelerinden İslâmiyet
Müslümanlar tarafından yanlış yorumlanmasaydı İslâm dünyası geri kalmazdı
hükmünü çıkarmak pekâlâ mümkündür. Bu noktada, onun dikkati İslâm dünyası
neden geri kaldı sorusundan çok, Müslümanlar kendi dinlerini neden yanlış
yorumladılar meselesine dönüktür. Paşa’nın İslâm dünyasının çöküşünü sosyolojik
ve tarihî bir zeminde izah etmekten kastı da ancak “Müslüman milletlerin
dinlerinden ne için layıkıyla istifade edemedikleri”, yani “Müslümanlar dinlerini
neden yanlış yorumladılar” sorusuna cevap bulmaktan ibarettir. İçtimâî zeminde
tartışılacak konu gerilik değil, yanlış din yorumlarıdır. Bu yaklaşım İslâm dünyası
için ilerleme meselesini de aslında bir çözüme bağlamaktadır. Eğer Müslümanlar
dinlerini doğru bir şekilde anlayıp yaşarlar ise, tabiî olarak ilerlemeye ve gelişmeye
de başlayacakladır. Yapı aslında gayet basittir: Müslümanlar geri kalmıştır, çünkü
ilerlemek için bütün esasları ihtiva eden dinlerinden gereği gibi
faydalanamamışlardır. Dinlerinin öngördüğü ilerlemeyi gerçekleştirememişlerdir,
çünkü dinlerini doğru anlayıp tatbik edememişlerdir. Bu noktada dinlerini hangi
sebeple doğru yorumlayamamışlardır sorusunun cevabını da iki ayak üzerine oturur.
Birincisi, din yorumunun zamanın değişen şartlarına göre ayarlanamamasıdır:
“Akvâm-ı Müslime, mütemadiyen hâl-i tedavülde bulunan ilcâât-ı zamanı nazar-ı
itibâra almayarak tebeddül-i zamandan mütevellid ihtiyâcât-ı cedidelerinin ancak
dinlerinin daha âlî ve daha feyyâz bir tarzda tefsîr ve tatbîkiyle kâbil olacağını idrâk
edemedikleri cihetle duçâr-ı inhitât olmuşlardır (Mehmed, 1334: 10; Said Halim
Paşa, 1973: 178).”
16
Said Halim Paşa Üzerine Notlar: İslâm Âleminin Gerileme Sebepleri ve Türklerin İslâm
Tasavvuru / Mehmet Kaan ÇALEN
İkinci ayak ise tam da Paşa’nın tarihî ve sosyolojik bir olgu olarak
açıklamak istediği meseleye tekabül eder. Müslüman milletler, İslâm’ı kabul ettikten
sonra hafızalarını ve hayatlarını sıfırlayamadıkları, geçmişlerini unutamadıkları,
İslâm öncesi geleneklerini İslâmî döneme taşıdıkları için eski hayatlarının etkisinde
kalmışlar, tam olarak İslâmlaşamamışlardır. Dolayısıyla İslâm’ı doğru
yorumlamalarını engelleyen eski inançları, geri kalmalarının da esas sebebi
olmuştur.
Paşa, “İnhitât-ı İslâm” risâlesinde, İslâm dünyasının gerilemesi
hususundaki temel açıklamasını ilkeler ile hayatın örtüşmemesi, hayatın ilkelere
göre kurulup yaşanmaması tezi üzerine dayandırır. Fakat daha önceki eserlerinde ve
son eseri olan “İslâm’da Siyasî Teşkilat”ta gerilemeyi iktisadî ve ilmî sebeplerle de
açıklamaya çalışır, skolastik bir kafa yapısıyla hayata temas etmeyen metafizik
konular içinde dönüp duran Müslümanların deneye ve gözleme dayalı pozitif
bilimlerden uzak kalışını esas gerileme sebebi olarak zikreder (Kara, 1980: 23; Said
Halim Paşa, 1335: 78; Said Halim Paşa, 2003: 220-226; Kara, 2011: 153-158).
“İnhitât-ı İslâm”da inşa ettiği düşünce yapısını tek başına tahlil etmek pek çoğu
cevapsız kalan yeni sorular ortaya çıkardığı gibi eserlerini bir bütün hâlinde mütalaa
etmek ise soru listesini daha da kabartmaktadır. Bu başlık altında ağırlıklı olarak
“İnhitât-ı İslâm”dan hareketle bizim zihnimizde tutarlı bir yere oturmayan soruları
işaretlemek, gerek duyduğumuz hâllerde diğer eserlerine atıf yapmak, “netice”
kısmında ise çerçeveyi biraz daha geniş tutmak amacını taşımaktayız.
Paşa’nın bu risalede serdettiği düşüncelerden hareketle medeniyetlerin
yükselişinin ve çöküşünün dinî sebeplerle mi, yoksa tarihî ve içtimâî sebepler mi
olduğu sorusuna verilebilecek açık ve tatmin edici bir cevaba biz ulaşamadık.
Paşa’nın ilk başta iddia ettiği gibi içtimâî hâdiselerde dinin tayin edici bir rolü yoksa
İslâm’ın yanlış yorumlarını bir gerileme sebebi olarak, en azından başat sebep olarak
kabul etmemek icap eder. Paşa, İslâm’ın gerilemeden mesul tutulamayacağını söyler
ancak ilerlemek için ihtiyaç duyulacak esasları da ihtiva ettiğini beyan eder. Din,
gerileme ve ilerleme hâdiselerinde esas amil ise Paşa’nın da dikkat buyurduğu
Hristiyan Avrupa’nın ve Budist Japonya’nın yükselişi nasıl izah edilecektir? İslâm
dışı eski inançları Müslümanları bile ilerlemek yolundan çıkarmışsa, İslâm ile hiç
tanışmamış olan bu toplumlar Hristiyanlığa ve Budizm’e rağmen nasıl
ilerlemişlerdir? Bu toplumların İslâm dünyasından daha ileri bir konumda olmaları
bir realite ise, İslam’ın ilerlemek için ihtiva ettiği esaslara riayet etmeden de
ilerlemek mümkün olmuyor mu? Bu esaslara riayet etmeden de ilerlemek mümkün
oluyorsa, Müslümanların yanlış din yorumları ve eski medeniyetleri neden geri
kalmalarının bir sebebi olsun? Geri kalmanın esas sebebi olarak işaretlenen bu
unsurlara rağmen, Müslümanlar geçmişte ileri ve parlak bir medeniyet kurmamışlar
mıydı?
Acaba Paşa İslâm dünyası için ilerlemenin yollarını, ölçülerini ve nihai
hedefini farklı mı görüyor gibi bir başka soru daha akla geliyor. Düşünce dünyasında
gözüken keskin Doğu-Batı ayrımı sebebiyle Batılıların ilerlemesi ile Müslüman
dünyanın ilerlemesini nitelik olarak birbirinden ayırıyor olabilir mi? İki dünyada
17
Said Halim Paşa Üzerine Notlar: İslâm Âleminin Gerileme Sebepleri ve Türklerin İslâm
Tasavvuru / Mehmet Kaan ÇALEN
hayatı kuran ilkelerin farklı olması sebebiyle bir ayrılık tasarladığı açıktır ancak
aslında bütün ileri konumuna rağmen Batı medeniyetini İslâm medeniyetinin eksik
bir versiyonu gibi gördüğünü, iki dünya arasındaki esas ayrılığı akaitte
temellendirerek beşer fıtratındaki değişmezliğe de atıfla siyasî ve içtimâî düzende
gaye birliği aradığını hissettirmektedir ki bu sebeple sosyalizmi İslâm’ın kurmak
istediği nizama yakın buluyor olmalıdır. Başka eserlerinde de Müslümanların Batı
medeniyetinden faydalanmalarını zaruri bir ihtiyaç olarak görmesi, tecrübî ilim
metodunu Batıdan alarak tıpkı modern Batı medeniyetinin yaptığı gibi bu metotlar
sayesinde doğadan hakkıyla istifade etmek suretiyle iktisadî zenginleşmeyi bir hedef
olarak tayin etmesi, Batının ürettiği hürriyet ve müsavat gibi siyasî kavramları bir
açıdan İslâmîleştirmesi, bir başka açıdan da İslâmî ilkeleri bu kavramlarla ifade
etmesi gibi yorumlanabilecek zihnî mesaisi nasıl okunmalıdır 4? Paşa, Avrupalıların
en azından toplumsal çelişkilerini aşarak demokratikleşme yolunda ilerledikçe Batı
medeniyetinin İslâm’ın ideal nizamına yaklaşacağını iddia ediyor, hatta sosyalist
ütopya ile İslâm’ın içtimâî ve siyasî esasları arasında bir ayniyet bile kuruyor. Bu
durumda İslâm’ın esaslarını hiç bilmeden, kendi iç dinamikleriyle de olsa Batılı
toplumların Müslüman milletlerin önüne geçebilmeleri nasıl izah edilecektir? Paşa,
İslâm’ın da esaslarını üzerine kurduğu tek bir beşerî fıtrat tasarlayıp, hangi yollardan
geçerse geçsin yolculuğun hep aynı menzile doğru gittiğini, Müslüman olmanın bu
yolculukta daha kestirme ve doğru bir yol çizdiğini mi düşünüyor? Hristiyan dünya
da inişli çıkışlı bir macerayla İslâm’ın koyduğu hedefe doğru mu ilerlemektedir?
Terakki ve tekâmül beşeriyetin esas gayesi ise, Paşa’nın bir yerde Avrupalıların
dinlerini medeniyetlerine yardımcı bir unsur olacak şekilde yorumlayabildiklerini
belirtmesi bu bağlamda ne mana ifade etmektedir? Burada sekülerleşme ve
Protestanlaşmaya örtük de olsa bir ima bahis konusu edilebilir mi? Müslümanlar
dinlerini, medeniyetlerine “yardımcı bir unsur” olarak nasıl yorumlayabilirler?
Bütün bu sorulardan belki de daha önemlisi özel olarak İslâmiyet’in, genel olarak
bütün dinlerin insanın fıtratında yer aldığı iddia edilen terakki ve tekâmül arzusunu
motive ederek sınırsız bir ilerlemeye dayalı bir medeniyet tesis etmek gibi bir hedefi
var mıdır? “Temessük eyledikleri dindeki gâye-i kusva fıtrat-ı beşeriyedeki
kabiliyet-i tekemmüliyeyi inkişâf ettirmek” ibaresi (Mehmed, 1334: 9-10; Said Halim
Paşa, 1973: 177-178) Paşa’nın eserlerini neşrettiği döneme hâkim olan ilerleme
düşüncesi açısından nasıl yorumlanabilir5? Paşa’nın İslâm’ın itikadî ve ahlâkî
esaslarından kaynaklandığını belirttiği içtimâî ve siyasî nizamını tasvir etmeye
çalışırken, kısmen eleştirel bir biçimde de olsa döneminin revaçtaki kavramları
müsavat, hürriyet, adalet, tecrübî bilimler, pozitivizm, idealizm gibi modern
medeniyetin ürünlerine başvurması nasıl açıklanmalıdır? İslâm’ın esasları arasına
modern Batılı bilim ile tecrübî usûlleri koyup, Müslümanların İslâm öncesi
gelenekleri sebebiyle bunlardan uzak kaldıklarını iddia etmek ne kadar tutarlıdır?
Hürriyet, müsavat, beynelmilelcilik gibi kavramları kullanışına dair bazı eleştiriler için
bakınız: (Öz, 2011: 170-172; Erkilet, 2015: 61-62).
5
“Tassub”da da dinin hizmetini, “kabiliyet-i tekemmüliyelerini nâmütenâhi tevsi ve
tenmiyeden ibaret bulunan hizmet-i âliye” şeklinde tanımlar. (Mehmed 1335:111)
4
18
Said Halim Paşa Üzerine Notlar: İslâm Âleminin Gerileme Sebepleri ve Türklerin İslâm
Tasavvuru / Mehmet Kaan ÇALEN
“İnhitât-ı İslâm’ın” Temel Sebebi Olarak Yanlış İslâm Yorumlarının
Tarihî ve İçtimâî Sebepleri
Said Halim Paşa, İslâm âleminin geriliğini yanlış din yorumuna, yanlış din
yorumunu da Müslüman milletlerin İslâm öncesinden taşıdıkları geleneklerine
bağlar. Bu itibarla, İslâmiyet’i kabul eden milletlerin, eski ve köklü medeniyetleri,
tarihî tecrübeleri, kendilerine mahsus adet ve gelenekleri, ahlâkî ve felsefî inançları,
karakterleri ve ruh halleri, içtimâî ve siyâsî esasları vardı. İslâm’ı kabul ettikten
sonra Müslüman milletler İslâm öncesi hayatlarına bir sınır çekememişler, eski
geleneklerini İslâmî döneme aktarmışlar, bu geleneklerin etkisiyle İslâm’ı doğru
yorumlayamamışlar ve hayatı İslâmî ilkelerle yeni baştan kuracak saf bir İslâmlaşma
yaşayamamışlardır. Paşa, Müslüman milletlerin tarihlerini sorunlu bir miras telakki
eder ve bu istenmeyen miras için Müslüman milletlere bir tür tarihsizleşme,
hafızasızlaşma, unutma anlamında red-i miras teklif eder. Fakat İslâm milletleri,
hafızalarını boşaltıp hayata sıfırdan başlayamadıkları için eski gelenekleriyle yeni
dinin esaslarının yan yana yaşadığı karmaşık bir yapı ortaya çıkar. Bu yapı İslâm’ın
ahlâkî, içtimaî ve siyasî esaslarının uygulanmasında bir zaaf yaratır. Her ne kadar
İslam’ın ilk asırlarında yeni dinin etkisiyle medeniyette ilerlemiş olsalar da eski
gelenekleri onları dinlerinin sevk ettiği ilerleme yolundan alı koyar ve İslâm’ın
inhitâtı başlar. Anlaşıldığı üzere Said Halim Paşa için İslâm âleminin gerileme
sebebi, Müslüman milletlerin tarihî mirası ile ilişkilidir. Yaşadığı dönemdeki İslam
dünyasına baktığında da bu milletleri hâlâ İslâm öncesi hayatları içerisinde görür ve
şöyle der:
“Müslüman akvâmın bu inhitâtını hâlâ nüfûzundan kurtulamadıkları kable’l-İslâm
hayatlarının, üzerlerine ikâ eylemekte olduğu tesîre atfetmek lâzım gelir. Şu hâlde
akvâm-ı Müslimenin inhitâtı evvel ve âhir vukû bulmuş bilcümle inhitâtlar misillü bu
akvâmın temîn-i istikbâl zımnında mâzilerinden ne gibi şeyleri unutmak ve fedâ
etmek icâb ettiğini takdir edememelerinden neşet etmiştir (Mehmed, 1334: 9; Said
Halim Paşa, 1973: 177).”
“İnhitât-ı İslâm” risâlesi üzerine, Türkçülerin yayın organı olan “Yeni
Mecmûa” da imzasız fakat bazı terminolojik karinelerden hareketle Ziya Gökalp
tarafından kaleme alındığını düşenebileceğimiz bir tenkit yazısında6 Paşanın bu
minvaldeki düşünceleri için şu değerlendirmeler yapılır:
“Bu ifadelerden anlaşıldığına göre İslâmiyet’in inhitâtı, İslâmiyet’i kabul eden
kavimlerin, eski medeniyetlerine ait bir takım adet ve ananelerinin baki kalmasından
ileri gelmiştir. Biz bu ta’lîli doğru bulmuyoruz. Çünkü, hâl böyle olsa idi,
İslâmiyet’in inhitâtı, bu kavimlerin İslâmiyet’e ilk girdikleri dakikada başlamak
6
Yazıda hars-medeniyet ayrımının yapılması, bir milletin hayatında kavmî devirden
bahsedilmesi, aydın halk ikiliği üzerinde çok durulması ve intihar olgusunun sosyolojik olarak
ele alınması gibi Gökalp sosyolojisinde önemli yere sahip olan unsurların bulunması bu
düşüncemizi kuvvetlendirmektedir. Nitekim Kudret Bülbül ve Niyazi Berkes de metnin
Gökalp tarafından kaleme alındığı kanaatindedirler: (Bülbül, 2015: 180-181; Berkes, 1978:
408).
19
Said Halim Paşa Üzerine Notlar: İslâm Âleminin Gerileme Sebepleri ve Türklerin İslâm
Tasavvuru / Mehmet Kaan ÇALEN
lâzım gelirdi. Hâlbuki, muhterem müellif, bu kavimlerin İslâmiyet’i kabulden sonra,
birçok asırlar ‘medeniyetin şâhikasında’yüksek bir dinî hayat yaşadıklarını beyân
ediyor. Bir kavim bir dine yeni girdiği zaman tabiî, eski adetleri ve ananeleri daha
canlı, daha kuvvetli bir surette yaşar. Ancak yeni dinde asırlarca yaşadıktan
sonradır ki bu dinin tesiriyle eski adetlerini, ananelerini unutur. Bir milletin kavmî
adetleri, dinin inhitâtına sebep olsa idi, ilk asırda bu sebebiyeti gösterirdi. İnhitâtın
birçok asırdan sonra zuhur etmesi, gösterilen sebebin doğru olmadığına delâlet
eder. Bu hâdisenin sebebi, ancak o zamana ait hâdiseler arasında aranır. O hâlde
İslâmiyet’in inhitâtını, en kuıvvetli zamanı İslâmiyet’in kabulü anına tesâdüf eden
kavmî ananelerde aramamak, belki inhitâta takaddüm eden zamanlarda yeniden
tahaddüs eden ahvâlde taharri etmek iktizâ eder.” (Yeni Mecmûa, 1918, 275)
Yeni Mecmûa’daki bu tenkidin Paşa üzerinde pek etkili olmadığı
düşünülebilir. Çünkü bu yazıdan birkaç ay sonra neşredeceği “İslâmlaşmak” isimli
yeni risâlesinde İslâmlaşmayı tanımlayıp İslâm’ın inanç, ahlâk, cemiyet ve siyaset
esaslarını izah ettikten sonra bu esasların Müslüman milletler tarafından nasıl
anlaşılıp tatbik edildiği meselesi üzerinde durur, bu yolla ilkeler ve hayat, yani
İslâm’ın asıl hâliyle bugünkü hâli arasındaki mesafeyi göstermek ister ve eski
görüşlerini tekrar ederek ayrıntılandırır. Paşa’ya göre, İslam genel bir çöküntü
içerisindeki bir dünyada ortaya çıkmıştı. Tabiî olarak kendilerine Müslümanlık teklif
edilen milletler de bu kötü dünyanın bir parçasıydılar. Pek çok yanlış telakki,
asırlardan beri bu milletlerin zihinlerine hâkim olmuş, ruhlarına kök salmıştı. İslâm
ile tanışan bu milletler, eski hayatın yanlış telakkileri ve hurafelerini terk
edememişler ve neticede yeni dinin esaslarıyla İslâm öncesine ait geleneklerin yan
yana gelmesiyle zihnî bir karmaşanın içerisine düşmüşlerdi:
“Akâid ve telakkiyât-ı İslâmiye ile kable’l-İslâm olan evhâm ve hurâfât, kezalik
İslâm’ın hür-endîşliği ve müsâmahakârlığıyla taban tabana zıd olan istibdâd ve
taassub her bir araya gelmişti. Kafalar İslâm’ın evâmir ve tâlimiyle İslâm’dan evvel
mer’iyyü’l-ahkâm bulunan bir takım ananelerin, dalâletlerin âdetâ halitası şeklinde
idi. Ve bu öyle bir sürü telakkiyât ve ihtisâsât-ı mütezâddenin mahsûlü idi ki bir
kısmı yeni, diğerleri eski dinden doğup birincileri ikincilerine hâkim olmakla
beraber bilmukâbele onların tesîri altında bulunmaktan hâlî kalamıyordu (Prens
Mehmed Said Halim Paşa, 1337: 14-15; Said Halim Paşa, 1973: 213-214).”
Yeni dinin hayatı/kültürü, mevcut hayatın/kültürün de idrak, yorum ve
tatbik anlamında dini biçimlendirdiği bir etkileşimden bahseden Said Halim Paşa, bu
etkileşimi tabiî ve kaçınılmaz bir sosyolojik olgu gibi mütalaa ediyor görünse de
aslında dinin çeşitli millî kültürler çevresinde yeniden yorumlanmasını gerçek
İslâm’dan uzaklaşma, dolayısıyla İslâm âleminin geri kalmasına yol açan menfi bir
gelişme olarak telakki eder. Meselâ ilk Müslümanların inançları çok kuvvetli olsa da
mazileriyle ilişkilerini hemen kesemedikleri, eski dinlerinin ve millî geleneklerinin
etkisini taşımaya devam ettikleri için İslâm’ın cemiyetle ilgili esaslarını tam olarak
hayata geçiremediklerini ifade eder (Prens Mehmed Said Halim Paşa, 1337: 15-16;
Said Halim Paşa, 1973: 214-215). Paşa, ilmî veya ahlâkî herhangi bir hakikatin, özü
bozulmadan,
tarafsızlığını
ve
beynelmilel
mâhiyetini
kaybetmeden
20
Said Halim Paşa Üzerine Notlar: İslâm Âleminin Gerileme Sebepleri ve Türklerin İslâm
Tasavvuru / Mehmet Kaan ÇALEN
millileşemeyeceğini savunur. İslâm ahlâkının da Müslüman milletlerin “ırkî ve ırsî
hurafeleri” içinde kaybolduğunu iddia eder. Giderek İslâmlaşacaklarına, zaman
geçtikçe İslâm’dan uzaklaştılar gibi garip bir ifade bile serdeder. Konumuz açısından
şu cümleleri oldukça öğreticidir:
“Müslümanlığın rûhuna taban tabana zıd olan kavmiyet, dini, üzerine mevziî bir
seciye damgası vurmak suretiyle tabiatından çıkararak, ifsâd ederek İslâm
beynelmileliyetini izmihlâle uğrattı. Ahlâk-ı İslâmiye Müslüman akvâmın her birine
hâs olan seciyeye göre değişti durdu; hâlbuki o ahlâkın illet-i gâiyyesi bütün bu
kavmiyetleri merkez-i hayr ve hakîkatte birleştirmekten başka bir şey değildi. Ahlâkı İslâmiye üzerine istinâd eden içtimâiyât-ı İslâmiye dahi onun kadar bozularak öyle
bir şekil aldı ki: Müslüman akvâmın her biri, nâkıs bir surette anlamış oldukları
esâsât-ı İslâmiyenin birbirine karşışmasından, mevziî yahut millî âdâtın zaman
zaman tesîrini göstermesinden mütevellid ayrı bir hayat-ı içtimâiyeye sahib kesildi.
Artık Müslümanların ahlâk ve içtimâiyâtı İslâmî olmaktan ziyâde İranî, Hindî, Türkî
yahut Arabî oldu ve vahdet-i İlâhiye-i mebde-i İslâmiye’nin nâsiye-i pâkine şâibe-i
işrâk ile az çok kirlenmiş bir damga vuruldu (Prens Mehmed Said Halim Paşa, 1337:
16-17; Said Halim Paşa, 1973: 217).”
Paşa, İslâmlaşmak risâlesinde de “İslâm’ın inhitâtı”nı İslâm öncesinden
kalan gelenek ve hurafelerin yol açtığı eksik İslâmlaşmaya bağlar. Dinin millî
kültürler çevresinde yorumlanışını da hem İslâm’ın beynelmilel mesajını bozan, hem
de İslâm’dan uzaklaşma anlamına gelen, dolayısıyla bizatihi İslâm dünyasının
çöküşünden sorumlu olan bir gelişme olarak telakki eder. Fakat Paşa, bir yandan
Müslüman milletlerin İslâm’ı doğru anlayıp yorumlayamadıklarını, eski
geleneklerinin etkisiyle gerçek İslâm’ı yaşayamadıklarını iddia etmek suretiyle
İslam medeniyetinin tarihini sorunlu bir miras haline getirr, diğer yandan da bu
medeniyetin Batı medeniyetinin kuruluşuna bile yardım eden yüksek bir medeniyet
olduğunu söyler. Üstüne teceddüt dönemi aydınlarının aslında sorunlu addettiği bu
tarih ile alakalarını kesmelerinden de şikâyetçi olur. Bu minvalde, Yeni
Mecmûa’daki tenkidin de ışığı altında, zihnimizde uyanan bazı soruları şu şekilde
sıralayabiliriz:
İslâm dünyasındaki din yorumlarının hepsi mi yanlıştır? Bütün İslâm âlemi
kendi dinlerini doğru yorumlamak ve gerçek İslâm’ı yaşamaktan aciz midir? Daha
önemlisi Müslümanlar ne zamandan beri dinlerini yanlış yorumlamaktadır? İslâm
tarihi yanlış yaşanmış bir geçmişin tarihi midir? İslâm medeniyetinin parlak
dönemlerinde de din yanlış mı yorumlanıyordu? Paşa tarafından “muazzam bir
medeniyet” şeklinde tavsif edilen İslâm medeniyeti, yanlış bir din yorumuyla nasıl
kurulabilmişti? İslam öncesi gelenekler İslâm’ın gerilemesinin esas sebebiyse, bu
geleneklerin olumsuz tesirlerini en çok İslâm’ın ilk asırlarında göstermesi ve
dolayısıyla Paşa’nın Avrupa medeniyetine de yardım ettiğini söylediği yüksek İslâm
medeniyetinin kurulmasını engellemesi beklenmez mi? Dahası, İslâm’ın ilk
asırlarında parlak bir medeniyetin kurulmasına mani olmayan bu gelenekler, İslâm
âleminin son asırlardaki geriliğinin esas sebebi olabilir mi? Müslüman milletlerin,
İslâm öncesi bütün gelenekleri dinin esasını bozacak ve şirk olarak yorumlanacak bir
21
Said Halim Paşa Üzerine Notlar: İslâm Âleminin Gerileme Sebepleri ve Türklerin İslâm
Tasavvuru / Mehmet Kaan ÇALEN
mahiyette midir? Bu gelenekler arasında eski dinden bağımsız ve yeni din ile
uyuşması mümkün olan unsurlar yok mudur? Müslüman milletler, tarihî birikimleri
olmadan yeni dinin kurmak istediği dünyaya katılabilirler miydi? Tarihî tecrübeleri,
devlet felsefeleri, düşünce mirasları, edebiyatları, aile yapıları vs. hem onların
İslâm’ı idrak edip yorumlamalarında, hem de İslâm’ın kurmak istediği yeni
medeniyetin inşasında bir dezavantaj mı yoksa avantaj mı oluşturuyordu?
İslâm’dan İkinci Uzaklaşma Olarak Batılılaşma ve Gerilikten
Kurtulmanın Çaresi Olarak İslamlâşmak
Müslüman milletlerin, İslâm’dan ilk uzaklaşması, eski geleneklerinin
tesiriyle olmuştu. Bu milletler,
İslâm öncesi geleneklerinden kurtulabilmiş
olsaydılar, dinlerini doğru bir şekilde anlayacaklar ve bu sayede geri
kalmayacaklardı. Çünkü: “temessük eyledikleri dindeki gâye-i kusva fıtrat-ı
beşeriyedeki kabiliyet-i tekemmüliyeyi inkişâf ettirmek ve insanları mâzinin mirâs-ı
nekâyis ve hatâyâsından kurtarıb hakîkat ve kemâle lâ-inkıta takarrüblerini temîn
edecek bir teâli-i fikrî ve ahlâkîye mecbur kılmak ve bu sayede saâdet-i beşeriyeyi
temîn eylemektir (Mehmed, 1334: 9-10; Said Halim Paşa, 1973: 177-178).”
Müslümanların dinlerinin hakikatinden uzaklaşmaları sadece millî
hurafelerinin yozlaştırıcı etkilerinden ibaret kalmamış, Batılılaşma hareketiyle
birlikte ikinci bir İslâm’dan uzaklaşma hareketi daha başlamıştır. Paşa’nın nezdinde
İslam dünyasındaki teceddüt hareketi aslında ikinci bir İslâm’dan uzaklaşma
sürecinden başka bir şey değildir. (Prens Mehmed Said Halim Paşa, 1337: 18-20;
Said Halim Paşa, 1973: 219-221). İlkine göre çok daha tehlikeli addettiği bu ikinci
uzaklaşmayı da aslında ilk uzaklaşmanın tabiî neticesi olarak görür ve aralarında bir
devamlılık olduğunu vurgular (Prens Mehmed Said Halim Paşa, 1337: 27; Said
Halim Paşa, 1973: 229). Bu yapı içerisinde Paşa’nın reçetesi bellidir: Müslüman
milletler mademki İslâm’dan uzaklaştıkları için geri kalmışlardır, o hâlde
ilerlemeleri de onları İslâm’dan uzaklaştıran şeylerden uzaklaşarak, yani
İslâmlaşarak olacaktır:
“Akvâm-ı Müslime din-i İslâm’ı kabul ederek muazzam ve müşaşa bir medeniyet
kurmaya muvaffak olmuşlardı. Esâsât-ı İslâmiye’yi daha güzel anlayıp daha
vâkıfâne ve fâzılâne bir surette tatbîk ve icrâ eyledikleri ve onlara daha ciddi ve
daha samimi bir irtibât ile bağlandıkları takdirde bugünkü küreyve-i inhitâtlarından
yükselerek medeniyet-i hâzıranın fevkinde yeni bir medeniyet halk edeceklerdir
(Mehmed, 1334: 31; Said Halim Paşa, 1973: 199).”
Peki, İslamlaşmak ne demektir?7 Paşa, İslâmlaşmak düşüncesini inancın
ahlâkı, ahlâkın içtimâî hayatı, içtimâî hayatın siyaseti belirlediği bir hat üzerine
kurar. “Kendisine hâs itikâdiyâtı, o itikâdiyat üzerine müesses ahlâkiyâtı, o
ahlâkiyâttan mütevellid içtimâiyâtı, elhâsıl o içtimâiyâttan doğan siyâsiyâtı” ihtiva
eden İslâmiyet, “beşer hayatını sevk ve idare eden âmillerin bir toplamı olan”
esaslarıyla kusursuz bir bütün teşkil eder. Bu itibarla “İslâmlaşmak demek, İslâm’ın
7
Bu konuda bakınız: (Bostan, 2011: 81-99).
22
Said Halim Paşa Üzerine Notlar: İslâm Âleminin Gerileme Sebepleri ve Türklerin İslâm
Tasavvuru / Mehmet Kaan ÇALEN
itikâdiyâtını, ahlâkiyâtını, içtimâiyâtını, siyâsiyâtını daiama zamanın ve muhitin
ihtiyâcâtına en muvafık bir surette tefsîr ederek bunlara gereği gibi tevfîk-i hareket
etmekten ibârettir.” Said Halim Paşa’nın “bu tatbikin ise o esasların, zaman ve
muhitin ihtiyaçlarına en uygun bir şekilde tefsir edilmesinden sonra yapılması
gerekir” kaydını düşmesi önemlidir (Prens Said Halim Paşa, 1337: 4-5; Said Halim
Paşa, 1973: 203-204). Hayat, “dinin esaslarını göre hissedip, düşünüp, hareket
etmek” ile kurulur. Bu süreçte zamana ve muhite göre yorum ve tatbik farklılıklarını
gerekli görür ve farklı İslâmlaşma modellerinin olabileceğini kabul eder gibi durur.
Türklerin İslâmlaşma Tecrübesi
Said Halim Paşa, “İnhitât-ı İslâm” eserinde, Türklerin İslâmlaşma
tecrübesini diğer Müslüman milletlerinkinden ayrı bir yere koyar. Bu düşüncesini de
Türklerin İslâm’dan önceki medeniyetleri, İslâm’ı yanlış yorumlamalarına ve hurafe
üretebilmelerine imkân vermeyecek ölçüde basit olduğu iddiası ile temellendirir.
Eski Türk medeniyeti bu bağlamda olumsuz miras teşkil edebilecek seviyede
olmadığı için İslâm’ı kabul eden Türklerin terakki ve tekâmüllerine için bir engel
teşkil etmemiştir. Ancak Arap ve Acem medeniyetleri ile temasları arttıkça, İslâm
âleminin geriliğine sebep olan durumun etkisi altında kalmaktan Türkler de
kurtulamazlar (Mehmed, 1334: 10; Said Halim Paşa, 1973: 178).
Paşa, “İslâmlaşmak” isimli eserinde de Türklerin İslâm’ın hakikatinden
uzaklaşmasını özel bir bahis olarak inceler ve aynı düşünceleri işler. Yine İslâm’dan
önceki medeniyetlerinin pek ileri olmamasından hareketle Türklerin ırkî
özelliklerinin ve geleneklerinin İslâm’ın hakikatini bozmadığını, bu sayede İslâm’ın
esaslarını kolayca benimseyip başarı ile tatbik ettiklerini belirtir. Bu bağlamda
Türkler, Paşa’nın arzu ettiği saf ve tam İslâmlaşmanın numunesi olmuştur. Nitekim
“Müslümanlığı kabul eden akvâm arasında İslâm’ın mebdelerini en iyi anlayıp en
güzel bir surette tatbîk eden Türkler oldu” iddiası, Türklerin İslâm’a adeta “bir boş
levha” suretinde dâhil olup sıfır noktasından bir İslâmlaşma gerçekleştirmesi ile
ilgilidir. Paşa’nın Osmanlı Türkleri için “maddî ve manevî birçok fazâil ile meftûr
bir kavim” tanımlamasını kullanması da konumuz açısından manidârdır (Prens Said
Halim Paşa, 1337: 18; Said Halim Paşa, 1973: 218-219).
Türklerin gerileyişi bir bakıma İslâm âleminin gerileyişidir. İdeal bir
İslâmlaşma tecrübesi geçiren Türkler, zamanla hem hâkimiyet sürdükleri
coğrafyadaki muhtelif unsurların, hem de Araplar ile Acemlerin tesiri altında kalarak
yavaş yavaş ve fark etmeksizin Müslümanlıktan uzaklaşırlar ve gerilerler. Bu süreçte
sadece istiklâllerini ve siyasî hâkimiyetlerini kaybetmeyerek diğer Müslüman
milletlerden ayrılırlar. İslâm âlemindeki ilk İslâm’dan uzaklaşma hastalığına Araplar
ve Acemler üzerinden yakalanan Türkler, ikinci İslâm’dan uzaklaşma hareketi olan
Batılılaşma sürecine de katılarak “mazilerindeki büyüklüğün İslâm’dan
kaynaklandığını unutarak” geriliğin çaresini Batılılaşmakta bulurlar ve İslâm’ın
hakikatinden daha da uzaklaşırlar. Demek oluyor ki, Türkler önce şarklı milletlerin,
sonra da garplı milletlerin tesiri ile İslâm’dan uzaklaşırlar (Prens Said Halim Paşa,
1337: 18-21; Said Halim Paşa, 1973: 219-221).
23
Said Halim Paşa Üzerine Notlar: İslâm Âleminin Gerileme Sebepleri ve Türklerin İslâm
Tasavvuru / Mehmet Kaan ÇALEN
Paşa’nın Türklerin İslâmlaşması ile ilgili düşüncelerinde de bazı
boşlukların bulunduğu kanaatini taşımaktayız. Türklerin İslâmlaşma süreci, bütün
Türk dünyasında eş zamanlı olarak gerçekleşmediğini dikkate alıp, Paşa’nın da tam
olarak hangi Türklerden bahsettiği belli olmasa da daha ziyâde Osmanlı Türklerini
ve kısmen Selçuklu Türklerini esas aldığını kabul edersek, Türklerin eski hayatının
İslâm’ın hakikatini bozamayacak ve hurafe üretemeyecek kadar ilkel olduğunu
varsaysak bile, Türkler Paşa’nın tezine göre zaten çoktan kendi hakikatinin uzağına
düşerek çöküş sürecine girmiş bir İslâm dünyasının ve en azından üç asırlık bir
mâzisi olan bir medeniyetin içinde İslâm’ı kabul ettiler. Bu atmosfer içinde İslâm’ın
saf hakikatine ulaşabilmeleri, dahası Arap ve Acemlerin aracılığına başvurmaksızın
yeni dinlerini öğrenebilmeleri mümkün müdür? Muhakkak ki Türkler, yeni bir dine
ve yeni bir medeniyete sonradan dâhil olmanın avantajlarını ve dezavantajları
birlikte yaşamamışlar, kendi seciyeleri ve tarihî tecrübeleri doğrultusunda bu
medeniyeti değiştirmişlerdir. Ancak, Araplar ve Acemler üzerinden olumsuz bir
tesire maruz kalmışlarsa, bunu daha İslâm’ı kabul ettikleri ilk dakikadan itibaren
yaşamış olmaları gerekmez mi?
İkinci olarak Paşa, tarihî süreci bir İslâm’dan uzaklaşma, bozulma,
yozlaşma süreci gibi okur ancak ikinci bir İslâm’dan uzaklaşma hareketi olarak
Batılılaşma sürecindeki yeniliklerin “asırlardan beri kurulup yerleşmiş olan
inançları, fikirleri, telakkileri, ananeleri, hisleri ve ahlakı harap etmekten başka bir
iş görmediklerini” belirterek Türkleri mazilerine bağlayan rabıtaların ortadan
kalkmış olmasına üzülür. Ancak “bu mâzi hangi mâzidir?”, “nerede başlayıp nerede
bitmektedir?”, “İslâm’dan uzaklaşma bu mâzinin içerisinde gerçekleşmemiş midir?”,
“Türkleri mâzilerine bağlayan rabıtalar ne zaman kopmuştur?”, “harap olan
gelenekler zaten Acemlerin ve Arapların etkisiyle bozulmuş olan gelenekler değil
midir?” gibi pek çok soru cevapsız kalır.
Kavmiyet, Milliyet, İslâm Beynelmilelciliği ve Türk Müslümanlığı
Said Halim Paşa’nın millet ve milliyetçilik meselesini tutarlı bir
terminolojik yapı içinde ifade etmekte zorlandığı anlaşılmaktadır. Bu zorluğu sadece
Paşa’nın yaşadığını düşünmek yanıltıcı olur. Metinlerini kaleme aldığı dönemde
millet, ümmet, kavim, ırk, cins gibi kavramlar üzerinde çeşitli tartışmalar vardır. Pek
çok yazarın kişisel hikâyesinde bu kavramların kullanımında sert dönüşümler
yaşanmıştır. Bugün bile söz konusu kavramları genel geçer tanımlar içine
oturtabilmek pek mümkün gibi durmamaktadır. Paşa özelinde meseleyi zorlaştıran
sebeplerden birisi de belki Said Halim Paşa ile okuyucusu arasında “dil”in önemli
bir mesafe oluşturmasıdır. Paşa eserlerini Fransızca kaleme alır ve yazdığı metinler
sonra Türkçe’ye tercüme edilerek neşredilir. Cumhuriyet döneminde de bu eski yazı
metinlerin, yeni yazıya aktarılırken sadeleştirme işleminden geçmesi bu mesafeyi
daha da açar. Neticede ümmet, millet, kavim, cins, halk, ırk, ulus, kavmiyet,
milliyet, milliyetçilik, ırkçılık, millî, kavmî kavramlarının kullanışı tam bir kafa
karışıklığı yaratır. Paşa’nın metinlerinde “akvâm-ı müslime” bazen “milel-i
İslâmiye” olur. Kavimden ve kavmiyetten bahsedilirken birden millî, millet ve
milliyet kelimeleriyle konuşulmaya başlanır (Prens Said Halim Paşa, 1337: 22-26).
24
Said Halim Paşa Üzerine Notlar: İslâm Âleminin Gerileme Sebepleri ve Türklerin İslâm
Tasavvuru / Mehmet Kaan ÇALEN
“Garptan gelen kavmiyet cereyânı”, aynı sayfada “milliyet cereyânına” dönüşür
(Prens Said Halim Paşa, 1337: 23). Bazen bir Osmanlı milletinden bahsedilir ancak
bu milletin kimlerden oluştuğu, sadece İmparatorluğun Müslim unsurlarını mı,
yoksa din ve mezhep farkına bakmaksızın bütün “anâsır-ı Osmaniyeyi” mi temsil
ettiği pek belli olmaz (Said Halim Paşa, 1335: 4, 9, 21).
Paşa, Batıdan gelen ve Batıda cari olan şekliyle milliyetçiliğe muhaliftir.
Genellikle bu bapta “kavim” ve “kavmiyet” kelimelerini tercih ederse de, batılı
milliyetçiliğe vurgu yaptığı zaman bu kelimeler, çeviri metinlerde “ırk” ve “ırkçılık”
kelimeleriyle karşılanmaktadır ki bu dikkat doğrudur. Paşa’nın Batılı ve Batıdan
ithâl edilen milliyetçiliğe dair tarifi, muhalif olduğu şeyin doğrudan “ırkçılık”
olduğunu açık bir surette ortaya koymaktadır. Paşa, “millî hodgâmlık” şeklinde
tavsif ettiği bu bağlamdaki milliyetçiliği, fertteki bencillik, taassup, gasp ve
tahakküm arzularını millet düzeyine taşımak diye tasvir eder. Bu itibarla bir milletin,
kendi mutluluğu için başka bir milleti sömürmesi ve yok etmesini meşru gören bu
düşüncenin İslâm’ın esaslarıyla, bağdaşmayacağını, “Müslümanca bir kafanın” da
böyle bir düşünceyi asla kabul edemeyeceğini beyan eder. Gelişmiş milletler, kendi
saadetlerini daha aşağıdaki milletlerin felaketi üzerine kurdukları için millî bencillik
hissine dayanan modern medeniyet, insanların en ilkel duygularını harekete
geçirerek görülmemiş bir vahşete yol açmaktadır. Daha önemlisi, bu düşüncenin
yerli temsilcileri “ırkçılığı” insanlığın en yüksek gayesi olarak takdim etmekte,
İslâmiyet bu tarz bir ırkçılığa cevaz vermediği için de kendi dinlerine
saldırmaktadırlar (Prens Said Halim Paşa, 1337: 21-24; Said Halim Paşa, 1973: 223226). Irkçılık fikrine ve millî bencilliğe dayalı Batılı bir milliyetçiliğe karşı olan
Paşa, I. Dünya Savaşı’nın bu tarz bir milliyetçiliğin sonunu getireceği kanaatini
taşımaktadır. Ancak sosyolojik bir vâkıa olarak millet ve milliyet gerçeğini inkâr
etmez:
“Gerek muayyen bir muhitin mahsûl-i tarihisi olmak, gerek hayatî bir hakîkat
bulunmak itibâriyle bugünkü milliyet cereyânının her ne suretle olsun müstakbel
beynelmileliyetine inkılâb edeceğini tahayyül etmek pek gülünç olur. Şüphe yoktur ki
böyle bir şeyden dolayı Alman Fransız’a benzememekten, Fransız da İngiliz yahut
İtalyan’la bir olmamaktan geri kalmayacaktır” (Prens Said Halim Paşa, 1337: 24;
Said Halim Paşa, 1973: 226).
Paşa, I. Dünya Savaşı’ndan sonra ırk nazariyesine ait hurafelerin ve milli
bencilliklerin son bularak beynelmilel bir dayanışmaya doğru insanlığın yol
alacağını söyler ama bununla milletlerin ortadan kalkacağını da iddia etmez.
Milletlerarası bir kardeşlik ve dayanışmanın oluşacağı, savaşların ve sömürünün son
bulacağı, milletlerarası münasebetlerin yumuşayacağı, bir nevi Birleşmiş Milletler
gibi bir yapının vücuda geleceği bir beynelmileliyet tasarlar. İslâm’ın da sosyalizmin
tesis etmek istediği tarzda bir beynelmileliyet öngördüğünü belirtir. Bu iddiasını da
“ilmî hakikatlerin nasıl bir vatanı yoksa; nasıl bir İngiliz matematiği, Alman
astronomisi, Fransız kimyası yoksa; beynelmilel olan İslâmî hakikatlerin de vatanı
yoktur; dolayısıyla ayrı ayrı Türk, Arab, Acem, Hint Müslümanlıkları da olamaz”
düşüncesiyle temellendirir (Prens Said Halim Paşa, 1337: 23-25; Said Halim Paşa,
25
Said Halim Paşa Üzerine Notlar: İslâm Âleminin Gerileme Sebepleri ve Türklerin İslâm
Tasavvuru / Mehmet Kaan ÇALEN
1973: 225-227). Akait, inanç esasları ve ilkeler düzeyinde beynelmilel ve
cihanşümul bir çerçeve çizen Paşa, bu durumun İslâm’ın millî kültürlerin oluşumuna
imkân tanımadığı anlamına da gelmediğine temas eder. “İslâmî hakîkatlerin
cihânşümûl seciyesi de heyet-i mecmûası ahlâk ve içtimâîyât-ı İslâmiye’nin
mümessili olan ahlâkî, içtimâî, bununla beraber millî bir takım harslar ibdâ eder.
Mamâfîh her ne kadar bu hakîkatlerin vatanı yoksa da tecellileri tefsîr ve tatbîk
edilmekte bulundukları muhîte tâbidir” (Prens Said Halim Paşa, 1337: 25; Said
Halim Paşa, 1973: 227). Anlaşıldığı üzere, Paşa bir Türk Müslümanlığı olamaz
derken İslâmî akide, ilke ve hakikatlerin değişmezliğine, değiştirilemezliğine işaret
eder, bu yönüyle İslâm tek ve biriciktir, milletler ve zaman üstüdür. Ancak bu
ilkelerin hayata geçirilmesi anlamında, ilkelerin çizdiği hadleri aşmadan millî
kültürler tarafından yorumlanmasını da zorunlu görür. İslâm dünyasının milletler
halinde teşkilatlanmasını ideal bir düzen olarak kabul eder ve İslâmî hakîkatlerin en
mükemmel şekilde ancak bu düzen içerisinde tefsir ve tatbik edilebileceğine temas
eder. Bu itibarla milliyeti kabul etmekte ve istemekte olan İslâm, batılı sapık
milliyetçilik karşısında doğru milliyetçiliği esaslarını da vermektedir (Prens Said
Halim Paşa, 1337: 25-26, 30-31; Said Halim Paşa, 1973: 227-228, 233). “Ferdi,
içtimâî ve siyasî bir unsur olarak kabul eden İslâm’ın, milliyeti istediğine ve kabul
ettiğine” dair Paşa’dan yaptığımız şu iktibas konumuz açısından oldukça
kıymetlidir:
“Ferdi bir âmil-i içtimâî ve siyâsî telakkî etmek, kavmiyeti istemek ve onu kabule
icbâr etmek demektir; zira kavmiyet yekdiğerine kaynaşabilen bir takım anâsır-ı
içtimâiye ve siyasiyenin birleşmesi, yani uzun müddetle bir arada yaşamış, aynı
lisan ile konuşur, müşterek hissiyât ve efkâra sahib, kendilerine mahsûs bir sanat,
bir edebiyat vücûda getirmiş, elhâsıl diğer beşer kümelerinden temâyüzlerine medâr
olacak ahlâkî ve ruhânî bir hars ibdâ etmiş ferdlerin ittihâdından başka bir şey
değildir (Prens Said Halim Paşa, 1337: 26; Said Halim Paşa, 1973: 228).”
Netice: Said Halim Paşa Düşüncesinde Türklere Mahsus Bir İslâm
Tasavvuru Mümkün mü?
Said Halim Paşa’nın İslâm dünyasında Batılılaşma teşebbüsleri ve
demokratikleşme hareketleri, İslâm dünyasının geri kalma sebepleri, Müslüman
milletlerin içtimâî ve siyasî yapısı, İslâm dünyası ve Avrupa arasındaki farklılıklar,
Türk toplumunda aydın sınıfın yabancılaşması gibi konular etrafında inşa ettiği
düşünceleri oldukça kıymetli, derin ve özgündür. Temel kaygısı ve arayışı, hayatı
ilkeler üzerinden yeniden kurarak İslâm dünyasına mahsus bir medeniyet tasavvuru
inşa etmek olan Paşa’nın, ana hatlarıyla kendi çerisinde tutarlı ve bütünlüklü bir
düşünce örgüsüne sahip olduğu söylenebilirse de, eserleri bir bütün olarak
okunduğunda bazen bir muhafazakâr, bazen modernist bir İslamcı, bazen Türk-İslâm
sentezi çizgisinde bir Türkçü, bazen koyu bir Batı karşıtı, bazen seçmeci bir Batıcı
gibi farklı izlenimler verdiğini, yerlilik/millilik ile beynelmilelcilik 8 arasında gidip
Said Halim Paşa’da yerlilik ve millilik meselesi için bakınız: (Akın, 2011: 141-149; Bülbül,
2015: 154-156, 224, 254, 273-277, 284).
8
26
Said Halim Paşa Üzerine Notlar: İslâm Âleminin Gerileme Sebepleri ve Türklerin İslâm
Tasavvuru / Mehmet Kaan ÇALEN
gelen bir profil çizdiğini, düşünce ve tespitleri arasında da bazı boşluklar ve
çelişkiler bulunabildiğini, terminolojisinin de çeşitli sıkıntılar taşıdığını söylemek
mümkündür. Bazen tek bir eseri içinde bile fark edilebilen bu hususlar, eserleri
bütün hâlinde dikkate alınınca daha da belirginleşmektedir. İslâm âleminin geri
kalma sebeplerine dair serdettiği fikirlerin bu minvalde yeterince tartışıldığını
düşünmekteyiz. Son olarak, Paşa’nın İslâm’ın millî kültürler içerisinde yeniden
yorumlanması konusunda çelişik gibi görünen ifadeleri üzerinde durarak, “düşünce
dünyasının Türklere mahsus bir İslâm yorumuna imkân tanıyıp tanımadığı” sorusu
etrafında tutarlı bir yapı kurmaya çalışacağız.
Paşa’nın Türk Müslümanlığı konusunda çok net ifadeleri mevcuttur:
“Bütün hakâyık-ı fenniye gibi hakâyık-ı İslâmiye’nin de vatanı yoktur. Nasıl bir
İngiliz riyâziyesi, bir Alman hey’eti, bir Fransız kimyası olamazsa ayrı ayrı Türk,
Arab, Acem yahud Hind Müslümanlığı da olamaz (Prens Said Halim Paşa, 1337: 25;
Said Halim Paşa, 1973: 227).” Paşa zaten tarihî süreç içerisindeki millî/mahallî
yorumları İslâm’ın hakikatinden uzaklaşma olarak görmekte ve hatta bu hususu
İslâm dünyasının geri kalmasına yol açan esas âmil olarak zikretmektedir. Paşa’nın
“Türk Müslümanlığı” meselesindeki net tavrına rağmen, bu tavrı tecessüm ettiren
ifadelerini bağlamına yerleştirip, aksi istikametteki düşünceleriyle birlikte
değerlendirince daha farklı bir manzaranın ortaya çıktığını düşünmekteyiz. Bizim
kanaatimize göre Said Halim Paşa’nın inşa ettiği düşünce yapısı idrak, yorum ve
tatbik bağlamında Türklere mahsus bir İslâm tasavvuruna teorik planda imkân
tanımaktadır.
Paşa öncelikle zamana, muhite ve ihtiyaçlara göre dinin yorum ve tatbik
tarzının da değişebileceğini vurgular. Esasen İslâm dünyasının gerilemesini de
değişen zamana ve ihtiyaçlara İslâmiyet’in daha yüksek seviyede
yorumlanamamasıyla izah eder. Ona göre “esâslar değişmez ancak tefsîr ve tatbîk
tarzları değişebilir” (Mehmed, 1334: 28; Said Halim Paşa, 1973: 195). Paşa’nın
zamana, muhite ve ihtiyaçlara göre dinin yorum ve tatbik tarzının değişmesi
gerektiğini ifade etmesini, ilk planda dinin millî kültürler çevresinde
yorumlanabilmesine kapı araladığı şeklinde yorumlayabiliriz. Ancak, bunun için
Paşa’nın İslâm dünyasının tek ve homojen bir yapı olmadığını, farklı kültürlere
mensup milletlerden oluştuğunu, bu milletlerin tarihî tecrübelerinin, ihtiyaçlarının,
toplum yapılarının, gelişmişlik düzeylerinin farklı olduğunu da kabul etmesi
gerekmektedir.
Paşa, tek ve homojen bir İslâm toplumundan/milletinden mi, yoksa farklı
farklı milletlerden meydana gelmiş bir İslâm dünyasından mı bahsetmektedir? Dinin
bütün farklılıkları ortadan kaldıran bir erime potası olduğunu mu düşünmektedir? Bu
noktaları anlamak her zaman kolay değildir. İlkeler ve esaslar söz konusu olduğunda
Paşa tabiî olarak son derece beynelmilel bir çehreye bürünür ancak şekilsiz, renksiz,
tatsız, kıvamsız bir beynelmilelcilik içerisinde durduğu yeri de kaybetmez; yerli ve
millî bir tavrı taşımasını da bilir. Yerliliği bazen hangi düzeyde kurduğu pek
hissedilemez. Bağlama göre Garp karşısında Şark, Avrupa ve Hristiyan dünya
karşısında bütün İslam coğrafyası bir yerli tavrın zemini olabilmektedir.
27
Said Halim Paşa Üzerine Notlar: İslâm Âleminin Gerileme Sebepleri ve Türklerin İslâm
Tasavvuru / Mehmet Kaan ÇALEN
Beynelmilelciliği bazen bütün beşeriyet, bazen sadece İslâm âlemi düzeyinde
oluşabilmekte, hatta bazen İslâm milletleri arasında bir beynelmilelcilikten değil de
tek, yekpare ve homojen bir İslâm toplumundan bahsediyor gibi de
görünebilmektedir. Ümmet, millet, kavim, cins halk, milliyet, milliyetçilik, ırkçılık,
millî kavramlarını kullanışı da yerlilik ve milliliğin sınırlarının nerede başlayıp
bittiği hususundaki belirsizliği daha da arttırmaktadır.
Paşa, Hristiyan Batı dünyasını tek ve homojen bir bütün olarak görmez.
Müşterek dine ve medeniyete rağmen Alman’ın, Fransız’ın, İngiliz’in birbirlerinden
farklı olduğunu sık sık telaffuz eder. Mesela Fransızların İngilizlerden asla kanun ve
müessese ithal etmeyeceklerini, çünkü bunun Fransız milliyetinin tabiî tarihî akışını
bozacağını, Fransız millî kimliğinin yok olmasına yol açacağını beyan eder (Said
Halim Paşa, 1335: 12). Avrupa içinde, ayrı bir Alman medeniyetinden, harsından,
irfanından bahsettiği de olur (Said Halim Paşa, 1335: s. 59). Bu tarz
değerlendirmeler, Paşa’nın Hristiyan Batı dünyasındaki farklılıkların farkında
olduğunu izhar ederek, İslâm dünyasına bakışının da benzer bir noktadan
olabileceğini ikaz etmektedir. Hristiyan dünya farklı milletlerden ve millî
kültürlerden oluşuyorsa, bu milletler birbirlerinden müessese ve kanun iktibas
etmiyorlarsa, ortak din Batı’da homojen bir toplum yaratmıyorsa aynı önermeleri
İslâm dünyası için de kurmak acaba mümkün mü?
Paşa’nın İslâm dünyasından bahsederken genellikle “akvâm-ı İslâmiyye”
(İslâm milletleri/ kavimleri) kullanımını tercih etmesi, birbirlerine indirgenemeyecek
farklılıkların, yani milletlerin ve millî kültürlerin varlığını kabul ettiğini
göstermektedir. Bu milletler, daha İslâm’dan önce oluşmuşlar, İslâm’ı kabul ettikten
sonra da yaşamaya devam etmişler, hatta İslâmî döneme İslâm öncesi kültür ve
geleneklerini taşımışlardır. İslâm dünyasındaki farklılıkları tarihî bir realite olarak
gören Paşa, bu farklılıkları tecessüm ettiren millî geleneklere, adetlere ve tarihî
tecrübeye bazen kuvvetli ve müspet vurgular yapar, bazen de bu unsurları öteler gibi
bir tavır takınır. Bazen İslâm dünyası adına sahiplenmeye çalıştığı mazi, tarihî
tecrübeden, yaşanmışlıklardan, örf ve adetlerden çok soyut ilkelerden ibaretmiş gibi
hissedilir (Said Halim Paşa, 1973: 194-195). Ancak Paşa, her halükarda İslâm
âleminin farklı şubelerden, kavimlerden, milletlerden oluştuğunu kabul eder ve
ahenkli bir çeşitliğe vurgu yapar. Milletlerin ortadan kalkmayacağını, İslâm’ın da
milliyeti kabul ederek istediğini, İslâm dünyasının milletler suretindeki
teşkilâtlanma modelinin en mükemmel düzen olduğunu belirtir. Paşa için milletlerin
saadet telakkileri bile birbirlerinden farklıdır. Bu minvalde İslâm tarihi içinde
Türklere, bilhassa Osmanlı Türklerine, özel bir konum tahsis eder. Batılılaşma
meselesinde Osmanlı Türklerinin farklılığının altını çizer, onlara mahsus çözümler
üretmeye çalışır.
“Meşrutiyet”, “Mukallitliklerimiz”, “Buhrân-ı İçtimâimiz” ve “Buhrân-ı
Fikrimiz” isimli eserlerinde Osmanlı dünyası ve bir millî kültür içinden konuşan
Paşa’nın muhafazakâr tonu baskındır. Mazi, tarih, İslâm medeniyetinin ve Osmanlı
Devleti’nin müesseseleri hakkında müspet ve korumacı bir dili vardır. Memleket
şartları, muhit, farklılık, özgünlük, Osmanlı tecrübesi, milliyet bu metinlere ruhunu
28
Said Halim Paşa Üzerine Notlar: İslâm Âleminin Gerileme Sebepleri ve Türklerin İslâm
Tasavvuru / Mehmet Kaan ÇALEN
veren anahtar kavramlardır. Her milletin kendisine mahsus şartları, düşünceleri,
ihtiyaçları, gelenekleri, örf ve adetleri olduğunun altını çizen Paşa, “efkârdan eşyâya
değil, eşyâdan efkâra” gitmeyi teklif ederek yaşanılan hayat, yani millî kültür
merkezli bir yaklaşımı benimser. Eğer beşeriyet farklı milletlerden oluşmasaydı,
sosyoloji ile zooloji (ilm-i ahvâl-i içtimâiye ve ilm-i ahvâl-i hayvanât) garip bir
şekilde birleşirdi der. (Said Halim Paşa, 1335: 30-34) “Meşrutiyet” isimli eserinde
“Kânûn-i Esâsî”yi kaleme alanlara “memleketi dikkate almadıkları” eleştirisini
yapması bu açıdan manidardır (Said Halim Paşa, 1335: 12).
“Buhrân-ı
İçtimâimiz”de “bir memleketin müesseseleri en muazzez, en zikıymet miras-ı
millisini temsil ettiğini ve müessesât-ı milliyenin terki mevcudiyet-i milliyeden
ferâgatı mutazammın olduğunu” söyleyerek gelenekleri, örf ve adetleri, tarihî
tecrübeyi, millî musikiyi, Osmanlı mimarî üslûbunu vs. yüceltir (Said Halim Paşa,
1335: 72, 75-77). “Buhrân-ı Fikrimiz”de Batılıların millî müesseselerini ıslah ederek
muhafaza etmeye çalıştıklarını belirttikten sonra Osmanlıdaki aydın sınıfın mevcut
olan her şeyi yıkmak istediğinden şikâyet eder. “Fikren muhaceret, ruhen de tebdil-i
tâbiiiyet” eyleyen Batıcı aydınlar, muhitin önemini kavrayamamışlar, kendi
muhitlerine yabancılaşmışlardır. Oysa milliyet ve medeniyet aynı şey demekti ve
Osmanlı medeniyeti bir zamanlar Batı medeniyetinden üstündü. Paşa tipik bir
muhafazakâr duruşla “nevzuhur ve meçhul olan” şeylere karşı mesafe koyar.
Yeniliklerin, gelenekleri yıkarak toplumun maddî ve manevî varlığını sarsabileceği
uyarısında bulunur. (Said Halim Paşa, 1335: 50, 53-54, 58-59)
“Mukallitliklerimiz”de de “bir milletin örf, âdât ve teâmülâtının bir günde
değiştirmeye kalkmak doğru değildir” ibaresiyle aynı uyarı vardır. Esasen “tedenni
ve inkiraz da örf ve adetlerin değişmesiyle vukua gelmektedir” (Said Halim Paşa,
1335: 43).
Görüldüğü üzere, Osmanlı-Türk tecrübesine, bu tecrübenin tarihî süreç
içerisinde ürettiği değerlere, müesseselere, örf ve adetlere, geleneklere kuvvetli
vurgu yapan Paşa, İslâm dünyasındaki farklılıkların farkındadır ve bu farklılıkları
tabiî, kaçınılmaz ve kıymetli bulur. Bu farklılıklar ısrarla üzerinde durduğu
“zamanın ve muhitin”, yani tarihin ürünüdürler. Zaman ve muhit, dinin
yorumlanacağı temel birim olarak milliyeti mecbur kılar. İslâm’la beraber milletler
ortadan kalkmamıştır. İslâm’da milliyeti istemektedir ki İslâm dünyası da milletler
hâlinde yapılanmıştır. Bir toplumun gelenekleri yaşadığı vatan toprağından daha
kıymetli bir manevî vatan vücuda getirir ve bu gelenekler o toplumu millet hâline
getirir. Bu itibarla, Paşa Türk medeniyetini, irfanını, ruhunu kabul eden her
Müslümanı Osmanlı Türkü olarak kabul eder. Paşa’nın güzel sanatlar ve edebiyatta
milliliği kaçınılmaz addetmesi dikkate değerdir. Millî bir ruha sahip olması gereken
edebiyatın bir vatanı olmalıdır. (Said Halim Paşa, 1335: 55, 61-62)
Müslüman milletlerin kendilerine mahsus bir İslâm tasavvuru yaratmaları
bu itibarla kaçınılmazdır. İster menfi, ister müspet bir nazarla bakılsın, zaten tarihsel
pratikte de böyle olmuştur. Paşa, bir dinin bir toplumun hayatını dönüştürmesi ve
değiştirmesi kadar, bir toplumun tarihinin, karakterinin, muhitinin, örf ve adetlerinin
de idrak ve yorumlanma işlemleriyle o dinin tatbik edilme tarzını değiştireceğini
kabul eder. Bu vadide şöyle der:
29
Said Halim Paşa Üzerine Notlar: İslâm Âleminin Gerileme Sebepleri ve Türklerin İslâm
Tasavvuru / Mehmet Kaan ÇALEN
“Herhangi bir kavmin hayatı, ananâtını, secâyâsını tesis ve itikâdât-ı diniyesine bir
mâhiyet-i husûsiye vererek mefkûresini tenmiye eden bir takım hâdisât-ı
içtimâiyenin, bir takib-i daimisinden başka bir şey değildir… Bir dinin alacağı
seciye, zemin-i tedvîni olan muhite tâbi olduğundan o muhitteki tesîri de onu tedvîn
ve tatbîk edecek efrâdın seciyesine tâbi olmak zaruridir (Mehmed, 1334: 7; Said
Halim Paşa, 1973: 175)”.
Hristiyanlık’ta Katoliklik, Ortodoksluk ve Protestanlık; İslâmiyett’e ise
Sünnilik ve Şiiliğin ortaya çıkışını bu mekanizma ile izah eden Paşa, hatta Alman
Katolikliği ile İspanya ve İtalya Katolikliği, Türk Sünniliği ile Arap Sünniliği, Acem
Şiiliği ile Hint Şiiliğinin de farklı olduğunu ifade eder. Bu bağlamda dinlerin, millî
kültürler çevresinde yeniden yorumlanıp millî bir karakter kazanmasını tabiî ve
kaçınılmaz bir sosyolojik bir hadise gibi mütalaa eder. Fakat zamana ve muhite göre
dinin tefsir edilmesini gerekli gören, milliyeti dinin yorumlanacağı temel içtimai
zemin olarak kabul eden Paşa’nın İslâm tarihindeki Türk Müslümanlığı, Arap
Müslümanlığı gibi yapılara neden karşı çıktığı, millî özellikler kazanan bu yorumları
neden bir gerileme sebebi olarak işaretlediği hala cevapsız bir sorudur.
Bizim kanaatimize göre Paşa’nın karşı olduğu şey dinin zamana, muhite,
ihtiyaçlara göre farklı şekillerde yorumlanması değil bir tür cahiliye dönemi mirası
gibi telakki ettiği İslâm öncesi inançların, İslâmlaşmadan sonra da yaşamaya devam
etmesidir. Paşa İslâm tarihi içerisinde üretilmiş millî geleneklerden değil, İslâm
öncesinden geldiğini düşündüğü yapılardan rahatsızdır. Müslüman milletlerin eski
hayatını ve bu hayattan devreden gelenekleri de ekseriyetle eski dinin İslâm’a aykırı
inançlarından ibaret görür. Mesele Müslüman milletlerin kendi ihtiyaçlarına göre
dinin ilkelerini yorumlayıp tatbik etmeleri değil, İslâm öncesi hayatlarını dinin
esasları ile çelişecek şekilde devam ettirmeleridir. Müslüman milletler, İslâm’ı kabul
ettikleri anda, hayatlarını ve zihinlerini sıfırlayıp, millî hayatlarını yeni baştan
kursaydılar, yani değişmez ve beynelmilel olan İslâmî esasları yorumlayarak “İslâmî
olan millî kültürlerini” yaratsaydılar Paşa buna karşı çıkmayacaktı.
Durmuş Hocaoğlu’nun “Numenal İslâm” ve “Fenomenal İslâm” ayrımının
Paşa’nın düşüncelerini ve kaygılarını anlayabilmek için önemli bir imkân
sunduğunu düşünmekteyiz. Hocaoğlu, mukaddes kitabı, akaidi, düsturları itibariyle
İslâm’ın tek, biricik ve değişmez olduğunu ancak, dinin insan için olması, bu
yönüyle insan idrakinden bağımsız olmaması sebebiyle dinin numenasının idrâk,
yorum ve tatbikinde farklılıkların kaçınılmaz olduğunu, bu itibariyle fenomenal
İslâm’ın, yani Müslümanlık tarzlarının muhtelif olabileceğini, bu anlamıyla bir Türk
Müslümanlığı, bir Arap Müslümanlığı, bir Fars Müslümanlığının tarihî ve sosyolojik
bir olgu olarak kaçınılmaz olduğunu beyan eder (Hocaoğlu, 1999: 8-12). Paşa, bir
Türk Müslümanlığı olmaz, İslâmî hakikatlerin vatanı yoktur gibi ifadeleriyle,
Türkler’in İslâm’ı kendi hayatlarına ve ihtiyaçlarına göre yorumlayıp tatbik
edemeyeceklerini kastetmemektedir. O, numenal İslâm’ın, yani İslâm akaidinin ve
esaslarının zamana ve muhite göre değişmeyeceği, bu yönüyle İslâm’ın zaman,
mekân ve milletler üstü olduğu hakikatine işaret eder. Bu anlamıyla bir Türk
Müslümanlığı mümkün değildir. Ancak Paşa’nın İslâm’ın yorum ve tatbiki
30
Said Halim Paşa Üzerine Notlar: İslâm Âleminin Gerileme Sebepleri ve Türklerin İslâm
Tasavvuru / Mehmet Kaan ÇALEN
anlamında bir Türk Müslümanlığına, yani fenomenal İslâm’a karşı olmadığı, bunu
kaçınılmaz ve gerekli gördüğü de açıktır. Paşa’nın çelişir gibi ifadeleri bağlamına
oturtulduğunda bu çelişkiler ortadan kalkmaktadır. İnsana bir hareket tarzı tayin
eden esaslar değişmezdir, fakat esasların tefsir ve tatbik tarzları değiştiği, “bir dinin
alacağı seciye, zemin-i tedvîni olan muhite tâbi olduğundan o muhitteki tesîri de onu
tedvîn ve tatbîk edecek efrâdın seciyesine tâbi olmak zaruri” olduğu için bir Türk
Müslümanlığı ve Türklere mahsus bir İslâm tasavvuru zaruri olduğu gibi tarihen de
sabittir. Said Halim Paşa’nın ifadesi ile:
“İslâmî hakîkatlerin cihânşümûl seciyesi de heyet-i mecmûası ahlâk ve içtimâîyât-ı
İslâmiye’nin mümessili olan ahlâkî, içtimâî, bununla beraber millî bir takım harslar
ibdâ eder. Mamâfîh her ne kadar bu hakîkatlerin vatanı yoksa da tecellileri tefsîr ve
tatbîk edilmekte bulundukları muhîte tâbidir” (Prens Said Halim Paşa, 1337: 25;
Said Halim Paşa, 1973: 227).
KAYNAKÇA
Akın, Mahmut, H. (2011). “Said Halim Paşa Düşüncesinde Yerlilik Meselesi”, TYB
Akademi, S. 3, s. 141-149.
Berkes, Niyazi (1978). Türkiye’de Çağdaşlaşma, İstanbul: Doğu Batı Yayınları.
Bostan, M. Hanefi (2011). “Said Halim Paşa’da ‘İslâmlaşmak’ Düşüncesi”, TYB
Akademi, S. 3, s. 81-99.
Bülbül, Kudret (2015). Siyasal Bir Düşünür ve Devlet Adamı Said Halim Paşa,
İstanbul: Tezkire Yayıncılık.
Erkilet, Alev (2015). Mazlum Doğu’nun Mağrur Çocukları, İstanbul: Büyüyenay
Yayınları.
Hocaoğlu, Durmuş (1999). “Türk Müslümanlığı Üzerine Bazı Notlar”, Köprü, S. 66,
s. 8-23.
Kara, İsmail (1980). “Said Halim Paşa’nın Hayatı ve Görüşleri II. İslâm Dünyasının
Gerileme Sebepleri”, Fikir ve Sanatta Hareket, VII. Devre, S. 14, Nisan, s.
19-24.
Kara, İsmail (2003). “İslâm Düşüncesinde Paradigma Değişimi”, Modern Türkiye’de
Siyasî Düşünce, C. I, İstanbul: İletişim Yayınları, s. s. 234-264.
Kara, İsmail (2005). Din İle Modernleşme Arasında Çağdaş Türk Düşüncesinin
Meseleleri, İstanbul: Dergâh Yayınları.
Kara, İsmail (2011). Türkiye’de İslâmcılık Düşüncesi, C. 1, İstanbul: Dergâh
Yayınları.
Kayalı, Kurtuluş (2011). Türk Düşünce Dünyasında Yol İzleri, İstanbul: İletişim
Yayınları.
31
Said Halim Paşa Üzerine Notlar: İslâm Âleminin Gerileme Sebepleri ve Türklerin İslâm
Tasavvuru / Mehmet Kaan ÇALEN
Mehmed (1334). İnhitât-ı İslâm Hakkında Bir Tecrübe-i Kalemiyye, İstanbul.
Öz, Asım, (2011), “Fark Düşünürü ve İslâmcılık Üzerine Dolaylı Açılımlar”, TYB
Akademi, S. 3, s. 151-174.
Prens Mehmed Said Halim Paşa (1337). İslâmlaşmak, Dârü’l-Hilâfe.
Said Halim Paşa (1335). Buhrânlarımız, İstanbul.
Said Halim Paşa (1973). Buhranlarımız, Hazırlayan: M. Ertuğrul Düzdağ: Tercüman
1001 Temel Eser.
Said Halim Paşa (2003). Bütün Eserleri, Hazırlayan: N. Ahmet Özalp, İstanbul:
Anka Yayınları.
“Tenkid: İnhitât-ı İslâm Hakkında Bir Tecrübe-i Kalemiyye” (1918). Yeni Mecmûa,
Birinci Sene, İkinci Cild, Sayı: 40, Nisan, s. 275-277.
32