HALK ŞAİRLERİNİN DİLİYLE DEYİMLER
IDIOMS BY EXPRESSION OF MINSTRELS
Ahmet DAĞLI*
Cafer ÖZDEMİR**
Öz
Kalıp sözler, bir dilin söz varlığı açısından ifade kabiliyeti, zenginliği, etkin söz
söyleme gücü ve işlenmişlik seviyesi hakkında ipuçları taşır. Barındırdığı söz sanatları,
evrensel tecrübeler ve az sözle çok şeyi anlatabilme gibi özellikleriyle bu yapılar, güçlü bir
şairin kaleminden çıkmış izlenimi verir; ancak onlar anonim ürünlerdir. Örneğin bir kalıp
söz çeşidi kabul edilen deyimler üzerinde art zamanlı yöntemle çalışmak, onların ilk şeklini
veya ilk söyleyenini bulma imkânı vermez. Ancak biliyoruz ki bu ürünler halkın ortak
belleğinde uzun zaman işlenip değişikliklere uğradıktan sonra bugünkü şekline ulaşmıştır.
Halka ait bir ürün olan deyimlerin şair ruhlu ilk sahibine ulaşmak bu makalenin
konusu olmamakla birlikte, halk şairlerinin şiirlerinde deyimlerden çokça yararlandığı
malumdur. O halde âşıklar, şiirlerinde deyimleri halkın kullandığı gibi bilinen anlamıyla mı
kullanmıştır, yoksa şairlik vasıfları onları bu deyimler üzerinde değişiklikler yapmaya,
çeşitli sanatlarla onlara yeni anlamlar katmaya teşvik etmiş midir? Bazı şiirler deyimlerin ilk
dönemlerine ait izler taşıyabilir mi? Edebî bir yapısı olan deyimler, edebî yeteneğe sahip
insanların dilinde nasıl yoğrulmuştur? Çalışmada bu sorular tartışılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Halk şiiri, söz varlığı, deyim, kalıp söz
Abstract
Formulaic words provide insights into how a language is rich and versatile with its
capacity of expression in terms of its vocabulary. These structures with their figures of
speech, universal experiences and ability to express more with less words seem like they are
the products of a poet; however, they are merely anonymous. For instance, working
diacronically on idioms which are regarded as formulaic structures does not lead to finding
out their original version or who might have said them in the first place. However, we know
that these structures have transformed into their current versions as a result of being
processed in the memory of the community’s mutual memory.
Although it is not the purpose of this paper to find out the first poet-spirited owner
of these idioms, it is commonly known that folk poets have frequently made use of idioms.
Thus, have poets used idioms in their poems in the same as common folk, or has their poetic
characteristic encouraged them to change them and add new meanings to them by using
certain figures of speech? Could certain poems be carrying traces of those idioms’ original
versions? How have idioms with their literary structures been used by poems with their
literary ability? This paper aims to discuss these questions.
Key words: Folk poem, vocabulary, idiom, formulaic words
Giriş
Toplumların dilsel zenginliklerinin tarihî derinliklerine inildiğinde atasözleri ve
deyimlerin, kökleri en uzak geçmişe uzanan ürünlerden olduğu görülmektedir. Bir 11.
yüzyıl eseri olan Divanü Lügati’t-Türk’te atasözünün, bundan sekiz yüzyıl önceki
*
Yrd. Doç. Dr., Ordu Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Ordu-Türkiye. El-mek:
ahmetdagli@turkhalkbilimi.org.
**
Yrd. Doç. Dr., Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Samsun-Türkiye. El-mek:
cafer.ozdemir@omu.edu.tr
dönemden bugünkü işleviyle günümüze miras kalmış yapılar olarak “saw” adıyla yer
alması bu fikri desteklemektedir (Atalay, 1999: 154).
Bu kendine has yapıların yüzyıllar boyu canlı kalabilmesi, toplumdaki tüm
bireylerin ona ihtiyaç duyması ve bireysel kullanımlarında anlamına başvurması
sayesindedir. Atasözü ve deyimlerin oluşumu için uzun zaman gerektiği gerçeğinden
hareketle, bir toplumda bu tür yapıların sayıca fazla olmasının, o toplumun çok köklü bir
geçmişe sahip olduğuna delil teşkil ettiğini söylemek mümkündür.
Milletlerin uzun hayat tecrübelerinin sonucu olarak ortak hafızalarında uzun
zaman sürecinde hem dil hem anlam olarak bir imbikten süzülür gibi işlenmiş olan
deyimlerin söyleyiş güzelliği ve içerdiği derin anlamlar, onları farklı kılar ve dikkatlerin bu
yapılar üzerine yoğunlaşmasını sağlar. Atasözlerinde olduğu gibi anonim bir yapıya sahip
olan deyimler, milletlerin kimlikleri gibidir ve ait oldukları toplumun hayat felsefesini ve
sanatsal yönünü yansıtır. Toplum hafızası onları son şeklini verinceye kadar hem içerik
hem de şekil açısından bir şair titizliğiyle oluşturur. Az sözle evrensel ve genel geçer
doğruları anlatmaları ve edebî açıdan değerli yapılar olmaları onların şiirlerde de çokça yer
bulmasına olanak sağlar.
İletişim esnasında gönderici ve alıcıyı dili kullanma zahmetinden kurtaran atasözü
ve deyimler, az sözle çok şey anlatma ve anlama imkânının yanı sıra, her iki tarafa da aynı
kültürün üyesi olduklarını hatırlatarak onlara iletişim hazzı ve aidiyet duygusu yaşatırlar.
Herhangi sava sahip olarak karşıdakini ikna etmeye çalışan insan, öne sürdüğü
fikriyle aynı doğrultuda bir deyim ya da atasözüne de yer verdiğinde, haklılığını ispatlama
ve karşı tarafı ikna etme konusunda üstün duruma gelir. Çünkü deyimler ve atasözleri
toplum üyelerinin önceden ilan ettikleri kabulleridir ve evrensel konulardaki tecrübeler
sonucunda oluşmuş genel geçer kurallardır. İnsanların bu sözlerin doğruluğuna olan
itimadı kuru kuruya bir inanç biçiminde değil, aksine pek çoğunun bizzat yaşayarak
kendilerinin tecrübe ettikleri doğrulardır. Bu yüzden birbirinin tersini iddia eden bazı
atasözleri ve deyimler vardır ki yine de ikisi birden değerini korumaya devam eder.
Toplum için olumlu anlam ifade edenlerin fazla olduğunu, olumsuz anlam içerenlerin
sınırlı sayıda olduğunu söyleyebiliriz. “İyilik eden iyilik bulur.” ve “İyiliğe iyilik olsaydı
koca öküze bıçak olmazdı.” atasözleri bu durumun kanıtıdır.
Bu makalenin inceleme konusu olan deyimler, biçimsel açıdan atasözleriyle aynı
hususiyetlere sahiptir. En az iki sözcükten oluşan kısa ve özlü sözlerdir. Çoğunluğu sözcük
öbeği durumundadır, ancak cümle şeklinde de olabilirler. Kalıplaşmış olan yapılarıyla
sözdizimleri bozulamaz, sözcüklerinin yerleri de tıpkı atasözlerinde olduğu gibi,
değiştirilemez.
Ömer Asım Aksoy, atasözü, deyim ve her ikisi de olmayan bazı sözlerin birbirine
karıştırıldığını, aralarında çoğu zaman kesin bir sınır bulunmamasının birbirleriyle
karıştırılmasına sebep olduğunu söyler. Bunların özlü, hoşa giden ve kalıpsal anlatım aracı
olmaları, bu yapıların birbirine karıştırmanın başlıca sebebidir. Özellikle atasözleri ve
deyimleri birbirinden ayırmak çoğu zaman zordur. (1988/: 13) Bunun yanında deyimler
sonlarının masdarlı kullanılarak cümlelerin içerisine bir öge şeklinde entegre edilebildikleri
için bazı atasözlerinde zamanla deyimleşme yaşanabilmektedir. Örneğin İsmail Parlatır
“Ayağını yorganına göre uzat.”/ “ayağını yorganına göre uzatmak” ifadelerini hem atasözü hem
de deyim olarak almıştır. (2007: 5);
Atasözü ve deyim olmayan ancak deyimler gibi bir kültür ögesi ve taşıyıcısı kabul
edilen bu yapılar bilimsel araştırmalarda eşdizim (collocation) olarak anılır (Doğan, 2014:
507-518). Doğan, deyimlerle kimi isim+fiil kuruluşunda olan eşdizimsel yapıların genel ve
- 102 -
özel amaçlı Türkçe sözlüklere de birlikte alındığını, kimi fiilsel eşdizimsel yapıların birleşik
fiil ve deyim tipi sözcük birleşmeleriyle etiketlendiğini dile getirir (2015a: 67-84; 2015b).
Atasözü ve deyimler, şiirsel biçimleri, edebî sanatlarla süslenmiş içerikleri ve
evrensel nitelikte kalıcı mesajlarıyla şiirlere benzetilir. Kullanıldıkları bağlamlarda diğer
yapılarla karşılaştırıldığında bu yapılarda ifadesi zor bir farklılık, bir deyiş güzelliği ve
soyluluk olduğu düşünülür. Hatta tüm toplumun ortak doğruları olması ve yapılarındaki
bir sözcüğün eş anlamlılarıyla bile değiştirmek istenmemesi sebebiyle bu yapılar, ait
oldukları toplumlarda kutsala yakın bir değerde görülmüştür. Bu yüzden içerdiği genel
geçer bilgiler sorgulanmaz, doğruları kabul edilir.
Şairler şiirlerinin ahenkli ve onu ölümsüzleştirecek hikmetlerle dolu olmasını
isterler. Halkın ortak şuurunun ürünleri olan deyim ve atasözlerinde şairlerin arzu ettikleri
bu özelliklerin her ikisi birden mevcuttur. Bu yüzden âşıklar da onlara kayıtsız
kalmamışlar ve şiirlerinde bunları sıklıkla kullanmışlardır.
Âşık edebiyatı, Türk toplumunun tarih sahnesine çıkışıyla aynı yaşta bir edebiyat
geleneğidir. Bu toplumun kendi öz malı olan bu edebiyat, ilk zamanlardan günümüze
kadar kesinti olmaksızın süregelmiş ve devam eden millî bir edebiyattır1. Bu gelenek
gücünü, halkın içinde yetişen temsilcilerinin eserlerinde dil, kültür, gelenek-görenek, inanç,
yaşanan hayat vb. konularda doğrudan halkın tercihlerini eserlerine taşımasından alır.
Dolayısıyla bu şiirlerde Türk coğrafyası ve Türk insanı görülecektir.
Bu çalışmada halkın kendi ürünü ve ortak ifade tarzı olan deyimlerin Âşık
edebiyatı temsilcilerinin dörtlüklerine nasıl yansıdığı, şairlerin bu şiirsel yapılardan hangi
amaçlarla yararlandıkları irdelenmiştir.
1. Anlamı veya Biçimi Üzerinde Değişiklik Yapılarak Kullanılan Deyimler
1. 1. “Akla karayı seçmek”
Dostlarını düşman etti vasfını yazdı diye
Doğru yolu terk edüben eğriden gezdi diye
Nice güman düşürürler Ruhsati azdı diye
Bihamdillah akımı karadan seçtim çok şükür Ruhsatî (Kaya, 1999: 400)
“Akla karayı seçmek”, sözlükte “çok sıkıntı çekmek, güçlüklere katlanmak”
anlamındadır. Deyim burada biçim yönünden farklı kullanıldığı gibi, içerik olarak da
anlam alanı genişletilmiş, deyime yeni bir anlam kazandırılmıştır. İlk üç dizeden
anlaşıldığına göre Ruhsâtî’nin dostları doğru yolu terk ederek yanlış işler peşine
düşmüşlerdir. Ancak Ruhsâtî de bu yanlışlıkları ortaya dökmüştür. Bunu yaptığı için
Ruhsâtî asıl eğri işler yapan dostları tarafından “doğruları terk eden eğri kişi” ilan
edilmiştir. Üstelik bu kişiler onun azdığına da diğer insanları inandırmışlardır. Ruhsâtî
burada “akla karayı seçmek” deyimini ustaca iki anlama gelecek şekilde kullanmıştır ki her
iki anlam da Ruhsâtî’yi ifade eder: Birincisi deyimin gerçek anlamında kendisinin
düşürüldüğü bu durumdan kurtulabilmek için “akla karayı seç”tiği, yani çok sıkıntı çektiği
şeklindedir. Diğer anlam ise “akın ve karanın ortaya çıkması” anlamında kendisine iftira
atılmasına rağmen kimin doğru, kimin yanlış olduğunu ortaya çıkardığını, yani kimin ak,
kimin kara olduğuna insanları ikna etmeyi başardığıdır ki Ruhsâtî bunu başardığına
1
Bu edebiyatı temellendiren ve ilk mahsullerini verenlerin “ozan, şaman, kam, baksı”lar olduğunu
biliyoruz. Bu sanatçılar kopuz eşliğinde şiir sanatını icra etmeleri yanında, hekimlik, gelecekten haber
verme, ruhlarla görüşme, ölülerin ruhlarını gökyüzüne çıkarma gibi işlevlere sahiptiler (Şişman, 2002: 6869). Bu özellikleriyle Türk halk şiiri geleneği ilk temsilcilerinden itibaren, halkın gözünde hep kutsala
yakın bir değer ve itibara sahip olmuştur.
- 103 -
şükrediyor. Yani şair “akla karayı seçmek” (çok zorlanmak) pahasına “ak ile karanın
seçilmesi”ni (doğrunun yanlışın ayırt edilmesi) sağladığını anlatıyor. Ak (doğru, iyi) olanın
kendisi olduğunu ise aitlik eki “–im” (akımı) ile sezdiriyor. Bu ek aynı zamanda deyimin
ikinci ve asıl önemli olan anlamının sezilmesini sağlayan ektir. Şair burada deyimin
gündelik kullanımıyla yetinmeyip yaptığı küçük değişiklikler ile zengin bir ifade gücüne
ve duygu değerine kavuşturmuştur.
1. 2. “Anadan Görmek”
Hatırlayıp sorar m(ı) ola hâlimden
Kirpikleri kara, kalem kaşlı yâr
Zikr-ü fikri gitmez benim dilimden
Anadan gülmedik garib başlı yâr Dertli (Köprülü, 2004. 705)
Bu deyim “aileden görme, geleneksel” (Parlatır, 2007: 89) anlamında kullanılır. Şair
burada “anadan gülme” şeklinde deyimin hem biçim hem de anlamını bozarak yeni bir
kullanım oluşturmuştur. Ancak şairin oluşturduğu bu yeni şekil, kelime benzerliği
dolayısıyla “anadan görme” deyimini hatırlatmakta hatta ilk anda okurun zihninde bu
deyimin orijinal anlam alanını çağrışmaktadır. Çünkü dörtlüğün genelinden hareketle
şairin sevdiğinin, aileden mahrum kalmış garip birisi olduğu anlamı çıkmaktadır (anadan
gülmeyen yâr anlamında, -dik: sıfat fiil eki). Diğer anlam ise şairin sevdiğine bir hitaptır (dik: geçmiş zaman, şahıs eki) ve bu durumda annesinden (ailesinden) gülmeyenin kendisi
olduğu biçimindedir. Şair bu durumunu sevdiğine söyleyerek ondan kendisinin hâlini
hatırını sormasını istemekte, onu ikna etmeye çalışmaktadır.
1.3. “Kazdığı Kuyuya Kendi Düşmek”
Er odur gamsız uyuya
Kem, hele hicap yok eyiye
Herkes kazdığı kuyuya
Ameli ile bile düştü
Kuloğlu (Öztelli, 1974: 292)
“Kazdığı kuyuya kendi düşmek” deyimi bir kişinin, başkasına zarar vermeye ve
kötülük yapmaya çalışırken, kendi kendine zarar vermesi durumunu belirtir. Şair Kuloğlu
şiirinde ilk etapta deyimin bu anlamını kastettikten sonra, aynı deyimden ikinci bir güzel
anlam meydana getirmiştir ki bunu deyimdeki “kendi” kelimesi yerine “ameli” kelimesini
getirmek suretiyle sağlamıştır. Bu değişiklikle ortaya çıkan yeni anlam “kuyu”nun
anlamını “cehennem” şekline döndürmüştür. İnsan bu dünyadaki amelleri karşılığında
ahirette cenneti veya cehennemi hak eder. Dörtlük buna göre tekrar okunduğunda, iyi
insanların kötülerin amaçladığı olumsuz eylemlerden korkmasına gerek yoktur. Çünkü
ameli iyilere tuzak için kuyu kazanlar aslında kendilerinin cehennem kuyularını
kazmaktadırlar.
1. 4. “Kara Çalmak”
Aşığını zâra çalmış
Gıya bakmış nara çalmış
Suçu ne ki kara çalmış
O gözlerin binasına Ercişli Emrah (Saraçoğlu, 1999: 119)
Kara çalmak, birisine “suç yüklemek” anlamında bir deyimdir. Ercişli Emrah bu
dörtlüğünde “kara çalmak” deyimini kinayeli olarak; gözlerin çevresine siyah sürme
çekmek anlamında gerçek; âşığına suç isnat ederek onu insanlara suçlu göstermek
anlamında mecazi olmak üzere iki farklı anlamda kullanmıştır.
- 104 -
1. 5. “Abayı Yakmak”
Vâsıl olan var mı hiç visâline
Akl-ü fikir ermez bir kemâline
Âfitâb hüsnüne, hub cemâline
Var mı Dertli gibi abası yanık2 Dertli (Köprülü, 2004. 709)
Abayı yakmak, sözlükte “gönül vermek, tutulmak, âşık olmak” anlamındandır.
Deyim, biçim yönünden farklı, içerik olarak ise anlamına uygun kullanılmıştır. Ancak şair
âşık olarak kendisini anlattığı halde bu deyimi “abası yanık” biçiminde edilgen kullanarak
deyimin “tutulmak” anlamını öne çıkarmıştır. Bu halde âşık, aşka tutulmuş biridir ve
bunda kendi dâhli yoktur. Bu şekilde kullanım, âşığın sevdiğine abayı yakmasının gayet
doğal, olması gereken, yani şaşırılmayacak durum olduğu intibaını uyandırır. Şair bu
kullanımın arka planında sevdiğine mesaj veriyor ve kendindeki doğal ve karşı konulamaz
sürecin sevdiğinin tarafında da aynı şekilde gerçekleşmesini istiyor. Dörtlükte âşık,
sevgilinin aşkına kavuşan kimsenin olmadığını söylüyor. Güzellik karşısındaki hayranlık
ve şaşkınlığı da gizlemiyor. Ancak o aşkın derecesi konusunda kendisini ön plana
çıkarmakta ve kendisi kadar âşık başkasının olmayacağını iddia etmektedir.
Günlük kullanımda deyimlerin genellikle masdarlı olan son kısımları üzerinde
farklı seçenekler kullanılarak cümlenin içerisine yerleştirilir. Önceki kelimelerde pek
değişiklik yapılmaz. Ancak deyim şair Dertli'nin dilinde kullanıldığında onda büyük
değişikliklere gidilmiş, deyim isnat grubu biçimine getirilmiştir. Deyimin her iki
kelimesindeki eklere uygulanan bu değişikliklerin her biri, dörtlüğe deyimin mevcut
anlamından başka anlamlar ve duygu değeri katmıştır.
1. 6. “Kadasını Almak”
Mayılam (yar) sedasına
Karşı duram kadasına
Ben fakirin odasına
Gelen dilber binler yaşa Ercişli Emrah (Saraçoğlu, 1999: 114)
Kadasını almak, “ona gelecek musibet ve felâketlerin kendisine gelmesini istemek”
anlamında bir deyimdir. Ancak şair dörtlüğünde sevdiğine gelecek felaketlerin kendine
gelmesini, bir dileme-isteme boyutundan çıkarıp bu musibetleri durdurmaya çalışma, bir
nevi onlara savaş açma şeklinde kullanmıştır. Burada “sana bir bela gelecekse onun
sendense bana gelmesini diliyorum” boyutundan “sana gelecek tüm belaların karşısında
ben duruyorum, ben varken onlar sana gelemeyecekler” boyutuna taşınan –bu imkânsızı
da zorlamak olduğu için- yeni ve çok ilgi çeken bir sevgiyi ifade etme tarzı söz konusudur.
Şair bu imkânı deyimin önceden hazır olan ve bilinen anlamı sayesinde yakalamıştır. Her
iki anlamın bir arada olması da şairin sevdiği için neler yapabileceğini, onun fedakârlığını
ifade imkânı sağlamıştır. Bu karşılaştırma sayesinde âşık sevdiğine olan aşkının derecesini
çok etkili bir biçimde ortaya koyabilmiştir.
2
Aksoy, şairlerin vezne uydurmak veya anlama farklı şekiller verebilmek gibi pek çok sebeple
atasözü ve deyimlerin kalıbını bozduklarını ve bu bozulmuş halleriyle onların bir atasözü veya
deyim olarak kabul edilemeyeceğini söyler. Ona göre bunlar asılları başka olan yapıları
hatırlatan kullanımlardır. (1988/: 34) Bu doğru olmakla birlikte şairler her zaman anlamın
sınırlarını zorlayan, yeni tasarımlar oluşturmak için her sözcüğe yeni anlamlar kazandırmayı
amaçlayan insanlardır. Onların bu tür kullanımları okura zaten atasözü ve deyimin orijinalini
hatırlatmaktadır. Bunun üzerine şairin yeni tasarımıyla ona getirilen yeni anlamlar bu yapılar
için de yeni anlam kapıları aralayabilir.
- 105 -
1. 7. “Kanı Kaynamak”
Dedim yanağında bir gül dalı var
Dedi teklif yok ya işte alıver
Dedim dudağından bir şeftali ver
Dedi kaynamadı kan sana vah vah Ruhsatî (Kaya, 1999: 152)
“Kanı kaynamak” birden bire samimi olmak, çok sevmek anlamındadır. Deyimin
orijinali “kan kaynamak” değil “kanı kaynamak” biçiminde iyelik ekli olduğu için bu fiilin
sahibi bellidir. Şair dörtlüğünde deyimdeki iyelik ekini özellikle kullanmayarak deyimin
mevcut anlamına ilave yeni bir tasarım daha oluşturmuştur. Bu yeni duruma göre, âşığa
karşı kanı kaynamayan sevgili bu durumda edilgen durumda, yani tarafsız ve bir nevi
suçsuzdur. Hatta bu durumdan üzgündür. Deyimdeki bu küçük değişiklik sayesinde,
sevgiliden olumsuz cevap almasına rağmen onu bu olumsuz durumla ilişkilendirmek
istemeyen, onu suçlamayan bir yaklaşım ifadesi ortaya çıkar ki bu tavır da sevgiliye ince
bir iltifat anlamına gelmektedir.
1. 8. “Teline Değmek”
Kuloğlu der, değer oldu telime
Komaz felek gidem kendi bileme
Girmiş iken dost eteği elime
Gine çekip ala deyü korkarım Kuloğlu (Öztelli, 1974: 308)
“Teline değmek”, en çok kızacağı şeyi yapmak veya sözü söylemek anlamındadır.
Örnekler üzerine incelememiz ortaya koymaktadır ki söz üstadı olan âşıklar dilin
imkânlarını sonuna kadar kullanmış, hatta sürekli yeni ve orijinal tasarımlar oluşturmaya
çalışmışlardır. Deyimler ise edebî yapı ve anlama sahip olmaları ve bu anlamların tüm
toplumca iyi bilinmesi sayesinde onlara özel imkânlar sağlamaktadır. Halk şairleri
şiirlerinde deyimlere yer verdiklerinde onların hem mevcut anlamlarını hem de onlar
üzerinden tasarladıkları yeni anlamları aynı anda kullanabilmişlerdir. Bu durum şiirlere
anlam zenginliği ve yeni ifade imkânları sağlamıştır.
2. Hayat Tecrübesi İçeren Deyimler
2. 1. “Boynuz İsterken Kulaktan Olmak”
Kanâat halkasın bırakma elden
Elinden çıkmasın der isen dümen
Deve, ahû gibi boynuz isterken
İki kulaktan da çıkar demişler Levnî (Köprülü, 2004: 378)
“Boynuz isterken kulaktan olmak”, çok daha iyi kazanç peşinde koşarken elinde
bulunanları da kaybetmek anlamındadır. Âşık bu dörtlükte toplumsal tecrübenin ürünü
olan ilgili deyimi verirken –toplumun söylediğini de “demişler” kelimesiyle özellikle
vurgulayarak-, kendisi de bu deyimi destekleyen iki yeni kullanım oluşturmayı
amaçlamıştır. “Kanaat halkasını elden bırakmamak” ve “dümeni elinden çıkmak” şeklindeki bu
iki yeni ifade, topluma şair Levnî tarafından teklif edilen yeni bir deyim çekirdeği olabilir.
Burada ilk söyleyenini bilmediğimiz için topluma mal ettiğimiz bugünkü deyimlerimizin
geçmişteki oluşum hikâyesini görebiliriz.
2. 2. “Karda Gezip İzini Belli Etmemek”
Kûy-ı dilârâya eylersen akın
Zinhar gafil olma etrafa bakın
Karda yürü izin bildirme sakın
İl oğlu âriftir duyar demişler Levnî (Köprülü, 2004: 379)
- 106 -
“Karda gezip izini belli etmemek”, kimsenin fark edemeyeceği tarzda gizli iş
çevirmek anlamındadır. Bu dörtlük, Levnî’nin yukarıdaki dörtlüğünün devamında yer alır.
Şiirin yapısından anlaşılacağı üzere âşığın bu dörtlükte kullandığı halk deyimi, “İl oğlu
âriftir duyar” deyimidir ki devamındaki “demişler” kelimesi sahibinin halk olduğunu
göstermektedir. Âşık, toplumun malı olan bu deyimi, ele aldığı konuyu desteklemesi için
kullanmıştır. Üçüncü mısradaki “karda yürü izini bildirme” ifadesi bugün topluma mal
olmuş çok bilinen bir deyimdir. Bir nasihat ifadesi olarak kullanılmıştır.
El yanında kara etmem yüzünü
Karda gezer belli etmem izimi
Hemen özü gibi bilsin özümü
Ruhsatî’yi sınar diye korkmasın Ruhsatî (Kaya, 1999: 289)
Levnî’nin kullandığı deyimi küçük bir değişiklikle Ruhsatî de kullanmıştır.
Yukarıdaki örneklerde olduğu gibi deyim, şairi ileride halk arasında kabul görmeye
namzet, deyime benzer başka bir yapı üretmeye zorlamıştır. O da “el yanında yüzünü kara
etmek”tir. Bugün bu deyimi “yüzünü kara çıkarmak” şeklinde kullanmaktayız.
2. 3. “İçi Beni Dışı Seni Yakar”
Eğer soysuz olup yaman çıkarsa
İçi beni dışı eli yakarsa
Yanına varmadan ağzı kokarsa
Bir okka misk bir yük ıtır ilâzım Ruhsatî (Kaya, 1999: 246)
“İçi beni dışı seni yakar”, dış görünüşü ile herkes tarafından beğenilen, oysa
görünmeyen kısımları sıkıntılı olanlar anlamındadır. İstediği yârinin özelliklerini sıralarken
istenmeyen özellikleri deyimler kullanarak dile getirmiştir.
2. 4. “Kazdığı Çukura (veya Kuyuya) Kendisi Düşmek”
Adûdan eyleme âhı
İnan bunu da billâhi
Kazanlar halk içün çâhı
Yine kendi düşer derler Gevherî (Elçin, 1998: 531)
“Kazdığı çukura (veya kuyuya) kendisi düşmek” başkası için hazırladığı kötülüğe kendi
uğramak anlamındadır. Bu dörtlüğün başında da konu şair tarafından deyimin anlamına
doğru hazırlanmakta ve taşınmaktadır. İlk dizede “adûdan âh eylememek” yapısı
oluşturulmuştur. “Âh eylemek” tarih olarak 17. yüzyıl öncesindeki metinlerde yer alan
köklü bir deyim olmakla birlikte, “adûdan âh eylememek” konu olarak evrensel içerikli bir
çıkarımdır. Bu da bizi âşığın deyimleşmeye müsait yeni bir tasarım oluşturduğu sonucuna
götürebilir.
2. 5. “Pişmiş Aşa Soğuk Su Katmak”
El vurmadım toprak ile taşına
Soğuk su katmadım pişmiş aşına
Seyrânî yaratan kulun başına
Güzel çirkin başa kakmaz istemez
Seyranî (Kasır, 1984: 242)
“Pişmiş aşa soğuk su katmak” yürümekte olan bir işi bozmak, engellemek
anlamına gelir. Bu dörtlükte ayrıca “el vurmamak” ve “başa kakmak” şeklinde iki deyim
daha kullanılmıştır. Âşık, insanların işlerini bozmadığını, onların olumsuz durumlarını
başlarına kakmadığını, kısaca pozitif davranışlar sergilediğini deyimler vasıtasıyla dile
getirmiştir.
- 107 -
2. 6. “Atı alan Üsküdar’ı Geçti”
Esb-i nazın tutup elde yidegör,
Ehli hakla râh-ı Hakk’a gidegör,
Zihni maksudunu elde edegör,
At alanlar Üsküdar’ı geçmeden. Bayburtlu Zihni (Baba, 2009: 74)
“Atı alan Üsküdar’ı geçti”, “fırsat kaçtı, artık yapılacak şey kalmadı” anlamında
kullanılır. Âşık bu dörtlükte fırsat elden gitmeden amaçlara kavuşmanın gerekliliğini dile
getirmiştir. Önceki dizede “maksudunu elde etmek” şeklinde bir başka yapı mevcuttur ki bu
yapı 16. yüzyıl şairi Hatemî İbrahim Bey’in “Erişir menzil-i maksuduna aheste gidenler /
Tiz-reftar olanın pâyına damen dolaşır” beytini hatırlatır.
2. 7. “Başına Devlet Konmak”
Her yiğidin devlet konmaz başına
Yâr ağlatan doyar m’ola yaşına
Göğsü nakış nakış tavus kuşuna
Benzettim yavruyu seçemiyorum Karacaoğlan (Sakaoğlu, 2004: 510)
“Başına devlet konmak” ummadığı, beklemediği bir nimete ya da varlığa
kavuşmak anlamındadır. Bu dörtlükte diğer dörtlüklerden farklı olarak önce deyim
verilmiştir. Ancak burada da deyimin işaret ettiği anlam sonraki dize ile devam ettirilmiş
ve anlamca desteklenmiştir. İkinci dizede geçen “(göz) yaşına doymamak” bugün beddua
içerikli bir kullanımdır.
2. 8. “Yüzünün Nuru Kalmamak”
Dolandım geldim ben Rum ile Şâm’ı
Sevdiğim yüzünün nuru kalmamış
Uğrun uğrun âşinalık ederken
Şimdi söyleyecek dilin kalmamış Karacaoğlan (Sakaoğlu, 2004: 631)
“Yüzünün nuru kalmamak” içinde hep kötülük olan insanların bu kötülüğünün
yüzüne yansıması anlamında kullanılan bir deyimdir. Bu dize öncesinde şair Karacaoğlan
“Rum ile Şam’ı dolanmak” şeklinde bir kullanıma başvurmuştur ki bu kullanımı 13. yüzyıl
mutasavvıfı Yunus Emre’nin “Gezdim Rum ile Şam'ı /Yukarı illeri kamu” mısralarında
görmekteyiz (Tatçı, 1998: 276). Karacaoğlan burada gerçekten bu illere seyahat ettiğini
söylemek istememiştir. Burada uzun bir seyahat yapıldığı anlatılmıştır. Gerçekten de
ellerinde sazıyla geleneği icra eden âşıkların gezginci olduğunu görmekteyiz.
3. Toplumsal Yaşamla İlgili Deyimler
Bir toplumun kültürel unsurları, o dilin söz varlığına yansır. Bu yüzden söz
varlığının bir parçasını oluşturan deyimler incelenerek bir toplumun kültürel unsurları
hakkında fikir sahibi olmak mümkündür. Türkçede yer alan deyimler, bu haliyle âşıkların
şiirlerine de yansımıştır.
3. 1. “Bir Yastıkta Kocamak”
Her ne dedim ise dedim nafile
Ne yapsın Sümmânî gelmiyor dile
Sever sevdiğinle efendim bile
Kalkıp bir yastıkta kocalmak mı var Sümmânî (Erkal, 2007: 263)
“Bir yastıkta kocamak” deyimi, karı kocanın birlikte uzun bir ömür sürmesini
anlatmaktadır. Türklerde aile kavramı önemlidir ve aileyi oluşturan fertler güçlü bir
toplum yapısının temel taşıdır. Bu yüzden eşlerin uzun bir ömür sürmeleri ailenin sağlıklı
- 108 -
şekilde devamı açısından vazgeçilmezdir. Sümmâni, “sevdiği” kelimesi ile bu deyimi
birlikte kullanmıştır.
3. 2. Dile (Dillere) Düşmek
Birin bilir binin bilmez
Bu dünya kimseye kalmaz
Yâr ismini desem olmaz
Düşer dillere dillere Erzurumlu Emrah (Ural, 1984: 51)
Türk toplumunda sosyal kontrol önemlidir ve kişiler davranışlarını toplumsal
normlara göre düzenlemek zorundadır. Aksi halde toplum yanlış ve aykırı davranışlarda
bulunan bireyleri dışlayabilmektedir. Kişinin sevdiğinin adını dile getirmesi onun
kınanması ve toplumun diline düşmesine sebep olabilir. Âşık bu durumun farkındadır.
İkinci anlam olarak âşık, sevgilinin adının dillere düşmesini istememektedir. Sevdiğinin
isminin herkes tarafından telaffuz edilmesi onu rahatsız etmektedir.
3. 3. Hal Hatır Sormak
Karac’Oğlan der varalım
Halın hatırın soralım
Dedim dilber sarılalım
Sen bilirsin deyip durur Karacaoğlan (Sakaoğlu, 2004: 626)
Toplumsal yapının güçlü olduğu bir toplumda kişiler arası ilişkilerin de güçlü
olması gerekir. Bunun için bireylerin belirli aralıklarla birbirlerinin durumunu öğrenme
anlamında hal hatır sormaları gerekir. Hal hatır sorma, iletişimin anahtarı konumundadır.
İletişim öncesi mutlaka üzerinde durulmaktadır. Karacaoğlan da sevgilinin yanına varınca
asıl maksadına geçmeden önce hal hatır sormayı ihmal etmemiştir.
3. 4. İnce Eleyip (Eğirip) Sık Dokumak
Yutabilir misin sen bu lokmayı
Öğretirler sana ders okutmayı
İncecik eğirip sık dokutmayı
Gider kahvelerde kurnazlanırsın Dertli (Köprülü, 2004: 710)
Türkler dokumacılığa önem verirler ve bu alanda oldukça maharetlidirler.
Hayvancılıkla uğraşan yarı göçebe bir toplumun dokumaya önem vermesi doğal bir
sonuçtur. Küçükbaş hayvanların yünleri önce eğirilerek iplik haline getirilir ve sonra
dokuma eylemi gerçekleştirilir. “İnce eğirip sık dokuma” deyimi Türklerin bu zanaata
verdikleri önemi de göstermektedir. Dokuma eyleminin inceliğini anlatan bu söz zamanla
bir işte “titiz davranılmasının gerekliliğini” anlatır duruma gelmiştir.
3. 5. Düğün Bayram Etmek
Talana da deli gönül talana
Gide gele orta yeri dolana
Bir yiğit sevdiği yakın olana
Günde düğün bayram etmiş gib’olur Karacaoğlan (Sakaoğlu 2004: 620)
Düğünler ve bayramlar Türk toplumunda birlikteliğin ve mutluluğun kaynağı
olarak görülür. İnsanlar bu özel günlerde akraba ve dostlarıyla görüşürler. Bu beraber
olma ve ortak paydada buluşma, aidiyet duygusunun yanında kişiye mutluluk da
vermektedir. Karacaoğlan, sevdiği yakın olanın yaşadığı mutluluğu kültürel arka
planından dolayı bu deyimle dile getirmiştir.
- 109 -
Sonuç
Bir söz üstadı olarak âşıklar, deyimlerin sahibi olan halkın yüzyıllar boyunca
işleyerek onlara kazandırdıkları anlamlarla yetinmemiş, şiirlerinde deyimlerin anlam
sınırlarını zorlamışlardır. Fakat incelememizde görülmüştür ki şairlerin yapmaya çalıştığı,
deyimlerin mevcut anlamlarını bozmak değil, onların kalıplarını değiştirerek –böylece
belki deyim olmaktan uzaklaştırarak- tek tek kelimelerinin üzerinde söz oyunlarıyla
onlardan ikinci, üçüncü kullanım alanları veya anlamlar üretmeye çalışmak olmuştur.
Halkın ortak belleğinin ve ortak sanatkârlığının ürünü olan deyimler, halk
şairlerinin dilinde onların sanatsallıklarını çok daha güçlendirmiştir. Şairler şiirlerinde
deyimlerden yararlanmak suretiyle şiirlerinde onların toplumca bilinen anlamlarını
anımsatma yoluyla kolayca kullanmış olduktan sonra, deyimlerin bilinen şekillerinde
yaptıkları sanatsal değişiklikler sayesinde başka şairane anlamlar üretme yoluna gitmişler
ve bunu başarmışlardır.
Şairlerin şiirlerinde deyim kullanmaları, halkın topluma mal olabilecek yeni yeni
deyimler üretmelerine kapı aralamıştır.
Kaynakça
ATALAY, Besim (1999). Divanü Lügati't – Türk Tercümesi, C III, Ankara: Türk Dil Kurumu
Basımevi
DOĞAN, Nuh (2014). “Bir Kültür Unsuru Olarak Eşdizimsel Yapılar”, Gençlik ve Kültürel
Mirasımız/Uluslararası Kongre (16-18 Mayıs 2014/Samsun), Samsun: Ceylan Ofset. s.
507-518.
DOĞAN, Nuh (2015a). “Türkçe Sözlük’te Fiilsel Eşdizimlilik”, Gazi Türkiyat, Güz 2015/17:
s. 67-84.
DOĞAN, Nuh (2015b). “Türkçe Öğrenci Sözlüklerinde Eşdizimlilik Bilgisi”, Uluslararası
Sözlük Bilimi Sempozyumu- Elektronik Sözlükler, 3-4 Kasım 2015, İstanbul- Türkiye.
ELÇİN, Şükrü (1998). Gevherî Divanı, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları.
ERKAL, Abdulkadir (2007). Âşık Sümmânî, Erzurum: Fenomen Yayınları.
KASIR, Hasan Ali (1984). Seyranî, İstanbul: Acar Matbaacılık.
KAYA, Doğan (1999). Âşık Ruhsatî, Sivas: Sivas Belediyesi Kültür Yayınları.
KÖPRÜLÜ, M. Fuad (2004). Saz Şairleri I-V, Ankara: Akçağ Yayınları.
ÖZTELLİ, Cahit (1974). Üç Kahraman Şair Köroğlu Dadaloğlu Kuloğlu, Yayın yeri yok:
Milliyet Yayınları.
SAKAOĞLU, Saim (2004). Karaca Oğlan, Ankara: Akçağ Yayınları.
SARAÇOĞLU, Ali (1999). Ercişli Emrah, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları.
ŞİŞMAN, Bekir (2002). “Türkiye ve Kazakistan’da Yaşayan Âşıklık Geleneğinin
Değişmeyen Unsurlar Açısından Karşılaştırılması”, Milli Folklor, S. 54, s. 68-74.
TATÇI, Mustafa, 1998. Yunus Emre Divanı, Ankara: Akçağ Yayınları.
PARLATIR, İsmail (2007). Deyimler, Ankara: Yargı Yayınları.
URAL, Orhan (1984). Erzurumlu Emrah/Hayatı-Şiirleri, İstanbul: Özgür Yayın Dağıtım.
- 110 -