Location via proxy:   [ UP ]  
[Report a bug]   [Manage cookies]                
Skip to main content
Ahmet Dağlı

    Ahmet Dağlı

    Ekonomik açıdan daha fazla kazanç elde etmek maksadıyla, bir ürünü insanların beğenisine sunmak, tercih edilmesini sağlamak, onun üzerinden bir ihtiyaç algısı oluşturmak; böylelikle o ürüne olan talebi artırarak daha fazla üretilmesini... more
    Ekonomik açıdan daha fazla kazanç elde etmek maksadıyla, bir ürünü insanların beğenisine sunmak, tercih edilmesini sağlamak, onun üzerinden bir ihtiyaç algısı oluşturmak; böylelikle o ürüne olan talebi artırarak daha fazla üretilmesini sağlamak amacıyla o ürünün tanıtım faaliyetine “reklam” denilebilir. Reklam işini profesyonel olarak üstlenen ve bu işten ekonomik kazanç elde eden iş sahasına da reklam sektörü denilmektedir. Reklam sektörü özellikle son yıllarda insanları etkilemek, bir ürünün satıl alınmasını temin etmek; böylelikle daha fazla ekonomik kazanç elde etmek için bütün araçları ve değerleri kullanır olmuştur. 
    Reklam sektörü daha önceleri gazete, dergi, reklam tabelalarını reklam aracı olarak kullanırken daha sonraları radyo, televizyon, sinema ve toplu ulaşım araçlarını kullanmaya başlamıştır. 21. yüzyılda ise yoğun olarak internet gibi iletişim araçlarını, sosyal medyayı, şehir merkezlerindeki ışıklı dev reklam panolarını ve stadyumları daha fazla kullanmaktadır. Reklam sektörü zaman zaman içerik olarak da kültürel değerleri önceleyebilmektedir. Bir samimiyet göstergesi olarak bu kültürel değerleri kullanırken, insanlarda bir güven duygusu oluşturmayı, bu güven sayesinde satmak istediği ürünü daha kolay pazarlamayı ve buradan bir ekonomik kazanç elde etmeyi amaçlamaktadır. Türk halkı için bir anlam ifade eden kültürel değerlerden biri de kutsal Ramazan ayıdır. Bu ayda pek çok reklamın mahiyeti ve hitap ettiği kitle bir anda değişebilmektedir. Bu durum bize bir kültürel değerin, bir üretim enstrümanına dönüştürülerek nasıl endüstrileştirildiğini de göstermektedir.
    Kültür milletleri var eden yapı taşıdır. Kültür bir yönüyle toplumsal bellektir ve insan beyninin ürettiği her şeydir. Kültür insanı hayvandan ayıran sadece insana ait bir kavramdır. Kültür insanlar tarafından paylaşılan ve gelecek... more
    Kültür milletleri var eden yapı taşıdır. Kültür bir yönüyle toplumsal bellektir ve insan beyninin ürettiği her şeydir. Kültür insanı hayvandan ayıran sadece insana ait bir kavramdır. Kültür insanlar tarafından paylaşılan ve gelecek kuşaklara intikal ettirilen göstergeler bütünüdür. İlk çağlardan günümüze kadar toplumların yaşayışlarında, giyim kuşam, yeme içme âdetleri, düğün, bayram ve ölüm törenleri gibi birçok alanda değişmeler yaşanmıştır. Bunun sonucunda her millete ait farklı uygulamalar ve çeşitlenmeler oluşmuş, toplumları birbirinden ayırıcı özellikler ortaya çıkmıştır. Kültürün özü aynı kalmakla birlikte sürekli değişim halindedir ve gelecek kuşaklara evirilerek aktarılmaktadır. Yine her toplumun kurallarını kendi belirlediği ve kurallarına uyduğu gelenekleri vardır. Bu bağlamda ele aldığımız kültürel değerler sistemi geleneksel mesleklerin de ortaya çıkmasını sağlamaktadır. Geleneksel meslekler yerelle uyum içinde olan ve yerel topluluk tarafından gerçekleştirilen ekonomiye dayalı mesleki faaliyetler olarak tanımlanır. Bir mesleğin gelenek kapsamında değerlendirilebilmesi için toplumun ona ihtiyaç duyması ve uzun süreli bir pratiğinin olması gerekmektedir. Bu meslekler usta-çırak ilişkisiyle sürdürülür ya da babadan oğula geçerek gelecek kuşaklara aktarılır. Anadolu’nun her yerinde geleneksel meslekler toplumun ihtiyaçları doğrultusunda ve teknolojik gelişmelerden de etkilenerek varlığını sürdürmektedir. Bu mesleklerden biri de Çarşamba yumurta topuk ayakkabıcılığıdır. Tarihi uzun yıllara dayanan ve günümüzde de varlığını koruyan Çarşamba yumurta topuk ayakkabısı yapımı usta-çırak ilişkisiyle günümüze kadar ulaşmıştır. Bu çalışmada Çarşamba yöresine ait olan yumurta topuk ayakkabısının tarihi gelişimi, yapılış evresi, kullanılan malzemeleri ve tanıtımı; bir kent ve kültür imgesine dönüşümü ve kültür endüstrisine katkısı ele alınmıştır.
    Edebiyat bir toplum içinde doğar, o kültürle şekillenir; o toplumu en yakından tanıyan kişi olan sanatkârın üslubuyla tasvir edilir. Bu sebeple her toplumun dünyayı algılayışını, hayat felsefesini, millî-manevi değerlerini ve kendine has... more
    Edebiyat bir toplum içinde doğar, o kültürle şekillenir; o toplumu en yakından tanıyan kişi olan sanatkârın üslubuyla tasvir edilir. Bu sebeple her toplumun dünyayı algılayışını, hayat felsefesini, millî-manevi değerlerini ve kendine has tüm kültürel kodlarını, edebî eserlerinde görmek mümkündür. Türklerin edebî karakterinin temeli, Orta Asya’da kendi öz kültüründen ürettiği Ozan-Baksı geleneğidir. Ancak Türkler altı bin yıllık tarihî geçmişinin büyük bölümünde aynı toprak parçasında yerleşik hayat sürmemiştir. Orta Asya, Anadolu, Balkanlar, Arap toprakları, Afrika, Avrupa gibi geniş bir coğrafya, Türklerin zaman zaman hüküm sürdüğü alan içerisinde kalmıştır. Bu da farklı kültürlerle ve edebiyatlarla etkileşimin önünü açmıştır. 10. yüzyıl sonrasında İslâm dininin kabulü, Gök tanrı inancına dayalı bozkır medeniyeti için –özellikle Anadolu’ya göç eden Türkler için- büyük çaplı etkilenme ve dönüşümün başlangıcı olmuştur. 10. yüzyıldan 16. yüzyıla kadar Anadolu’da tarikatlar aracılığıyla dinî-tasavvufî bir hayat yaygın şekilde yaşanıyordu. Anadolu tasavvufu olarak tanımlayabileceğimiz bu kültür, Orta Asya Şamanlık kültürüyle tasavvufi hayat felsefesinin sentezlenmesiyle oluşan yeni hayat biçimiydi. Ancak Anadolu’da kurulan onlarca tarikat ve inanç sistemlerinden büyük çoğunluğu zamanla eski gelenekleri unutmaya yüz tuttu. Alevilik ve Bektaşilik ise İslam öncesi Türk geleneklerini canlı olarak yaşatan bir rol üstlendi. İslamiyet’e girişle Anadolu’da oluşan yeni hayat biçiminin edebiyata yansıması Dinî-Tasavvufi Türk Edebiyatını doğurdu. Sünnî tarikatlarda şamanın halka hitap ederken şiir dilini kullanma yönü devam ettirilirken, Alevi-Bektaşi çevrelerde bunun yanında şamanın şiiri kopuzla söyleyerek dinî ayinleri gerçekleştirmesi geleneği de devam ettirildi. Alevi-Bektaşiler için saz, dinî ayinlerde kopuzun işlevini üstlendi. Yine saz şairliği yeteneğinin kişiye rüyasında içirilen badeyle verilmesi, şaman olacak kişiye bu özelliğin rüyasında veya manevi bir âlemde verilmesinin bir uzantısıdır. 16. yüzyıl ise Âşık edebiyatının başlangıcıdır. Bu gelenek bağımsız bir edebiyat değil, Bektaşi asker şairler ve diğer tekke şairlerinin etkisiyle şekillenmiş bir edebiyattır ve tasavvufi edebiyat ile ilişkisini hiçbir zaman kesmemiştir. Dolayısıyla başlangıçtaki şamanlıktan tasavvufi geleneğe, oradan da âşıklık geleneğine aktarılan Türk halk Ozan-Baksı geleneği, bunca kültürel ve coğrafi etkileşime rağmen başlangıçtaki yerel özelliklerini önemli oranda koruyup günümüze ulaştırmayı başarmıştır. Bu başarıdaki en büyük rolü hiç şüphesiz Alevi-Bektaşi topluluklar üstlenmiştir. Âşıklık geleneğinin şamanlıktan günümüze ulaştırılan özelliklerinden biri de şiire ve şaire atfedilen olağanüstülüktür. Gök tanrı inancının din adamı ve şairi/ozanı, doğaüstü özellikleri olan şamanlar, İslam’ın kabulünden sonra yerini velîlere, sonrasında ise âşıklara bırakmışlardır. Bu anlamda Anadolu âşıklık geleneğinde halk arasında bu kişilerin manevî-ruhani yönlerinin olduğu şeklinde inanış hep var olmuştur. Onların maddi-cismani aşktan manevi aşka yükseldiklerine, saz çalıp söylemeyi de pîr ya da Hızır’ın elinden bade içerek ilahi vasıtalarla öğrendiklerine inanılır. Bu sebeple de onların şiirleri bir söz ve müzik olmanın ötesinde dinî ve sihrî yönü olan kutsal sözler olarak görülür. Ölümleri sonrasında hatta hayattayken onlarla ilgili menkıbevi anlatılar oluşmaya başlar. Çalışmada son beş yüz yılını “Âşık Edebiyatı” adıyla sürdüren kadim Türk edebiyat geleneğinin yirminci yüzyıldaki Alevi kadın temsilcileri ele alınmıştır. Türk medeniyetinin tarihte hep var olması, aile yapısına verdiği önemle açıklanır. Bu yapının kuruluşu ve devamlılığında birleştirici rol ise annedir. Hem bir anne hem de Âşık Edebiyatı’nın temsilcileri olarak kadın âşıkların, kutsiyet atfedilen bu kişilikleriyle, şiirlerinde “aile” konusundaki söylem ve tespitleri bu çalışmanın konusu olmuştur.
    Beddualar, insanin adaletsizlige ugradigini fark ettigi anlarda caresizlikle kurdugu sozlu tepki cumleleridir. Bu cumleler birkac kelimeden olusan kisa, etkileyici ve kaliplasmis yapiya sahiptir. Magduriyetin fark edildigi ilk anda... more
    Beddualar, insanin adaletsizlige ugradigini fark ettigi anlarda caresizlikle kurdugu sozlu tepki cumleleridir. Bu cumleler birkac kelimeden olusan kisa, etkileyici ve kaliplasmis yapiya sahiptir. Magduriyetin fark edildigi ilk anda soylenir, bu yuzden iclerinde ciddi bir duygusal yogunluk, edebi guc ve sanatsal derinlik soz konusudur. Ait olduklari kulturun dini, sosyal ve edebi birikimlerini de icine alarak sekillenmis anonim edebi turlerdir. Beddualarla ilgili calismalar onun tarihi sureci, konulari, diger turler icerisinde kullanimlari, sekil ve muhteva ozellikleri gibi alanlarda yogunlasmistir. Oysa beddua, tehlikeli icerigi ve sahibine geri donebilecegi seklinde mevcut inanc geregi, soylenmesi toplumca uygun gorulmeyen cumlelerdir. Duygusal olarak otokontrolun bir nevi yitirildigi zamanlarda uretilen bu cumleleri normal kosullarda duymak mumkun degildir. Bu acidan ele alindiginda beddualar insanin kendi bilincaltina yerlesmis buyuk korkulari ve dini algilari hakkinda bilgiler verebilir. Ayrica beddualar toplumsal hafizanin anonim urunleri oldugundan, bu cumleler araciligiyla milletin ortak suurundaki korkularina, dini inanclarina, edebi tasavvur ve usluplarina ve hayal dunyasinin boyutlarina ulasilabilir. Calismada Turk folklorunda olum, kabir ve ahiretle ilgili soylenen beddualar, icerisinde gecen tasavvurlar yonuyle nitel yontem kullanilarak incelenmistir. Buradan hareketle bunlari dile getiren insanlarin dusunce dunyalari uzerine cikarimlar yapilmistir. Calisma neticesinde ulasilan sonuclara gore, beddualarda dile getirilen dilekler, onu soyleyenin kendi teolojik korkularini da ortaya cikarmaktadir. Cunku magdur kendi basina gelebilecek seyler arasindan en kotu olanini dile getirmekte, korktugu seylerin, muhatabin basina gelmesini istemektedir. Boylece onu yeterince cezalandirdigini hayal ederek teskin olmaktadir. Calisma beddualarin Islami ve kulturel referanslarini belirleme yontemiyle hazirlanmistir. Neticede Turklerin bilincaltinda olum oncesi, olum sirasi, olum sonrasi, kabir ve ahiret asamalarinin her biriyle ilgili cok trajik sahneler olusturdugu tespit edilmistir.
    SÖZLÜ GELENEĞİN ÂŞIK EDEBİYATINA YANSIMALARI: DUALAR VE BEDDUALAR Özet Zengin bir içeriğe sahip olan Türk kültürü, bünyesinde bulunan unsurları ağırlıklı olarak sözlü gelenekle günümüze aktarmıştır. Türklerin yerleşik hayata geçişleri... more
    SÖZLÜ GELENEĞİN ÂŞIK EDEBİYATINA YANSIMALARI: DUALAR VE BEDDUALAR Özet Zengin bir içeriğe sahip olan Türk kültürü, bünyesinde bulunan unsurları ağırlıklı olarak sözlü gelenekle günümüze aktarmıştır. Türklerin yerleşik hayata geçişleri sonrasında kültürel aktarımda yavaş yavaş sözlü geleneğin etkisi zayıflamış ve ya-zılı geleneğin etkisi artmaya başlamıştır. Türk halk edebiyatı bünyesinde bu kültü-rün iç dinamikleriyle geliştirilen ve kendine özgü bir gelenek edebiyatı olarak vü-cuda getirilen Âşık edebiyatı, ozanlık geleneğinin bir devamı olarak hem bu edebi-yatın belirgin vasıflarını hem de İslâmî unsurları bünyesinde harmanlayarak yeni bir formla karşımıza çıkmıştır. Geleneğin icracısı olan âşıklar, çevresindeki insanla-rın bir sözcüsü olarak söyledikleri şiirlerde yaşadıkları toplumun kültürel unsurla-rını sıklıkla dile getirmişlerdir. Dualar ve beddualar; bir toplumun sözlü gelene-ğinde önemli yer edinen, insan ilişkilerine yön veren, bazen geçmiş yaşantıların iz-lerini taşıyan bazen dinî unsurları bünyesinde barındıran sözlü gelenek ürünleri-dir. Günlük yaşantının ayrılmaz bir parçası olan bu sözler kalıp halinde söylenir ve inanç unsuru taşıdığı için söyleyen ve dinleyenin zihninde büyük etki bırakır. Top-lumun sözcüsü olan âşıklar, söyledikleri şiirlerde sık sık bu kalıp sözlere başvura-rak duygularını etkili ifade etme olanağı bulmuşlardır. Çalışmamızda 17,18 ve 19. yüzyıllarda yaşayan âşıkların şiirleri incelenerek kullandıkları dualar ve beddualar tespit edilmiştir. Bu kalıp sözlerde İslâm dininin ve eski Türk kültürünün izleri al