u3
O
z
oı—
Z
O
z
Devrim açısından
Köy Enstitüleri
ve Tonguç
Engin Tonguç
ant
ANT YAYINLARI: 33
T e lif H a k k ı:
E N G İN t o n g u ç
İ l k Y ay ın ı:
A N T Y A Y IN L A R I
N is a n 1970, İs ta n b u l
K apak :
İN C t Ö Z G Ü D E N
D izgi T e rtip :
E S -İN M ATBAASI
B a s k ı:
İL E R İ S A N A T M A T B A A S I
Engin Tongue
Devrim Açısından
Köy Enstitüleri
Ve Tonguç
ANT YAYINLARI
C ağ alo ğ lu , B a şm u s a h ip S ok. 1 0 /1 2 . İS T A N B U L
— Halkın egemenliği ve mutluluğu
için ileri bir eğitim düzeni kurma sava
şma emeklerini katmış köylü, öğrenci,
öğretmen ve yöneticilerin ölümsüz anıla-
Ö nsöz
Köy Enstitüleri ve I. Hakkı Tonguç konusunda bir
kitap hazırlamaya beni iten nedenler ve bunu yaparken
göz önünde tuttuğum başlıca esaslar şöyle sıralanabilir:
Herşeyden önce köy enstitüleri konusu kişisel bakım
dan anısı benim için çok değerli olan bir kişiye, 1. Hakkı
Tonguç’a sıkı sıkıya bağlıdır. Onunla olan yakınlığım
bu kitabın yazılmasının başlıca nedenlerinden birisi oldu
ğu gibi, gecikme nedenidir de. Ondan söz etmek, uzun
yıllar bana gereksiz bir kendi kendini anlatma, hatta alçak
gönüllülüğe yaraşmıyan bir övünme gibi görünmüştür.
Bu duyguyu yenmem uzun sürdü. Zamanla köy enstitüle
ri ve Tonguç konusuna eğilmem gerektiğini, bunun bir
görev olduğunu anladım. Yapılan yorumlar, eleştiriler ge
nellikle o kadar yüzeysel ve sübjektif oluyordu ki, çok iyi
bildiğim olaylar ve kişiler zamanla tanınamıyacak kadar
değişiyor; yıllar geçtikçe, kalınlaşan bir buzlu camın ar
dındaki görüntüler gibi netliğini yitiriyordu. O zaman ger
çekleri ve kişileri yapabildiğim kadarı ile tespit etmenin,
belirlemenin alçakgönüllülük duygusundan daha önemli ol
duğu sonucuna vardım. Duygulan ve kaygıları ile insan
lar göçüp gidecek, geriye toplumsal gelişmemizde önemli
rol oynamış bir çaba kalacaktı. Bu çaba konusunda ger
çeği yansıtmak her türlü kişisel duygulardan öte, bilenlerin
görevi oluyordu.
Kitabı yazarken elimden geldiği kadar objektif ol
maya çalıştım. Bunun için şimdiye kadar konu ile ilgi
li birçok kişinin yaptığı gibi yalnız anılarımı yazmak yo
lundan kaçındım; hatta elimden geldiğince bu anılara yer
vermedim. Ayrıca anılar ne kadar doğru ve değerli olur
larsa olsunlar, bilimsel bakımdan da belge ve kanıt olarak
değerleri sınırlı oluyordu. İleride yapılacak bilimsel ça
lışma ve yorumlar bakımından elbette önemli idiler; ama
başlıbaşma yeterli değillerdi. Artık gerekli olan, köy ensti
tüleri konusunda yazılı metinleri, şimdiye kadar açıklan
mamış belgeleri incelemek, değerlendirmek, yorumlamaya
çalışmaktı.
Köy enstitüleri konusunda özellikle son on yıl için
de pek çok yazı yazılmış olmasına rağmen, bilimsel nite
likteki incelemeler şaşılacak kadar azdı. Fay Kirby’nin
1962’de yayınlanan «Türkiye’de Köy Enstitüleri» kitabı
dışında bu gibi çalışmalar yoktu. Köy enstitülü anı yazar
ları ve bu konuyu bir ilericilik sloganı olarak benimsiyen,
bu yolda günlük fıkra ve makaleler, konferanslar, konuş
malar ve açık oturumlarla olumlu düşünlerini açıklıyan
bir yığın aydın ve düşünürün eylem açısından şüphesiz ki,
çok önemli etkileri olmuştu. Ama bütün bunların ve bize
vergi bir gariplik örneği olarak kalacak roman türündeki
eleştirilerin gelecek kuşaklara bırakılacak bilimsel çalışma
lar olduğu söylenemez.
Konuyu ciddi ve bilimsel bir tabana oturtabilmek
amacıyla o çağın yazı, kitap ve belgelerini değerlendirme
ye çalıştım. Bu konuda Hakkı Tonguç’un bırakmış oldu
ğu belgeler büyük bir önem taşıyordu. Sayı ve kapsam
ları bakımından başlıbaşına bir arşiv niteliği taşıyan bu
belgelerin değerlendirilmesi konusunda benim yapabildi
ğim, yapılması gerekenin pek küçük bir bölümüdür. Bin
lerce mektup ve belge arasından yararlanabildiklerim ka
bataslak yapılmış bir sınıflandırma sırasında dikkati çe
kenlerin incelenmesi ve yorumlanmasıdır. Bu arşivin ger
çek bilimsel araştırmalar yapmaya niyetli bilim adamları
nı yıllarca uğraştıracak nitelikte olduğunu söylemeliyim.
Böyle bir çalışma sonunda toplumumuzun evrimi açısın
dan çok yönlü ve önemli sonuçlara ulaşılabileceğine, hatta
günümüzdeki ve gelecekteki eylemlere ışık tutacak bilim
sel gerçeklere varılabileceğine inanıyorum. Ne yazık ki,
bu gerçeği yabancı araştırıcılar daha iyi anlamışlardır.
On yıldan beri bunların dilimizi öğrenmeyi de göze alarak
giriştikleri çalışmalarla günün birinde çok geniş ve derin
liğine yapılmış önemli bilimsel eserler ortaya çıkarsa şaş
mamak gerekir. Yine bu on yıllık süre içinde, ülkemizde
köy enstitüleri konusunda olumlu veya olumsuz sonuç
lara, hem de pek kesin sonuçlara vardıklarım sanan ya
zar, sanatçı ve düşünürlerin bir teki bile böyle bir incele
meye girişmek gereğini ne yazık ki, duymamıştır. Her
konuyu yalnız ve yalnız kendi aklının gücü ile çözebile
ceğini sanmak, yorucu incelemeleri göze alamamak, kanı
ve savlarını belgelere dayandırmadan ortaya atıvermek
herhalde çağdaş gerçek bilimsel davranışın özellikleri de
ğildir.
Başlangıcından bu yana 35 yıl geçmiş bir çabanın,
hâlâ uygulandığı ülkenin aydınlarınca bilimsel olarak in
celenmemiş olması acı ve düşündürücü bir gerçektir.
Böyle bir ortamda Tonguç’un arşivinin geleceği bakımın
dan da kaygı duyduğumu belirtmek zorundayım. Ata
türk’ün evrakının bile nederece tam olarak saklanabildiği
tartışma konusu olan bir bilim ortamında böyle bir kaygı
da haklı olduğumu sanıyorum. İnsan yaşamınm akla pek
az getirilen kısalığı ve çoğu kez beklenmedik bitimi, gele
cek kuşaklara noksansız olarak aktarılması gereken bu
gibi belgelerin geleceği bakımından düşündürücüdür. Her
halde, yürünmesi gereken en güvenli yol, bu belgeleri bir
an önce değerlendirmek ve yayınlamak olsa gerektir, işte
bu kitap bir bakıma, bu yolda kendi çapımda giriştiğim
bir çalışmadır.
Köy enstitüleri ve Hakkı Tonguç konularını bir ara
ya getirmek ne dereceye kadar doğrudur? Başka bir de
yimle birçok kişinin emeğinin geçtiği bir girişimi inceler
ken bir tek kişinin yaşamı ve çalışmaları ne kadar önemsenmelidir? Yaşamının son yıllarında bile, daha önce bir
çok kereler öne sürdüğü bir düşünü tekrarlıyarak «köy
enstitüleri konusunun kendi adına bağlanarak öne sürül
mesini doğru bulmadığını» belirten bir kişinin adını kul
lanırken böyle bir soru sormayı zorunlu görüyorum.
Evrimi ve gelişmeyi etkiliyen atılım ve girişimleri top
lumsal ve siyasal koşulların hazırladığı, ortaya çıkardığı
görüşü bu kitapta kullanmaya çalıştığımız ana kuraldır.
Tarihsel gelişme doğrultusu içinde uygun koşullar bir ara
ya gelmese idi ne köy enstitüsü girişimi, ne onun günümü
ze kadar erişen etki ve tepkileri olurdu. Hakkı Tonguç da
benzeri binlerce öğretmen arkadaşı gibi yaşamını sürdü
rür, geçip giderdi. Elverişli koşullar olmasaydı, bunlardan
yararlanılarak eyleme girilmemiş olsaydı Tonguç’un de
ğişik bazı düşün ve inançları olmasının bizim için hiçbir
önemi bulunmaz, bu onun kişisel sorunu olmaktan öte
bir anlam taşımazdı. Öte yandan elverişli koşullar içinde,
Hakkı Tonguç olmasaydı, hiç şüphe yok ki, bir başka kişi
çıkar, belki biraz farklı bir şekilde, ama yine aynı ve ben
zer doğrultuda onun görevini yürütürdü. Şunu söylemek
istiyorum: Köy enstitüleri konusunu incelerken Tonguç’un
üzerinde durma zorunluğu mutlak olarak Tonguç’un kişili
ğinden ve varlığından ötürü değildir; köy enstitüleri girişi
mini hazırlayan koşulların sonucu olarak işi yürütme gö
revini yüklenmiş kişinin o olmasındandır, önemli olan ko
şullardır; bunların gerektirdiği düşün sistemi ve eylem en
iyi şeküde bir kişinrn kişiliğinde yoğunlaşıp belirlenecek
tir. O kişiyi ve düşün sistemini önemsemek, incelemek zorunluğu böyle doğar. Bunun aksini savunmak, yani koşul
lar ne olursa olsun, bir kişinin üstün yeteneklerinden ötü
rü herhangi bir atılımı yürüttüğünü, başardığını öne sür
mek bizim bilim anlayışımıza aykırıdır ve Tonguç’un da
düşünlerine, inançlarına, anısına, yaşamına saygısızlık olur.
Atılımın başında bulunan kişinin adını atılımın kendisi
ile bir araya getiriyorsak; bu, onun koşulların hazırladığı
işi yürüten bir çeşit simge oluşundandır.
Bu söylediklerimizden incelememizdeki görüş açısının
ana özelliği de kendiliğinden ortaya çıkar: Köy enstitüle
ri girişimini hazırlayan, olgunlaştıran ve sonunda durdu
ran, ama etki ve tepkilerini de günümüze kadar sürdüren
toplumsal, ekonomik ve siyasal gelişmeler ve koşullara ön
celik verilecektir. Türk toplumunun evrimi açısından köy
enstitüleri girişiminin ne olduğu, yeri, etki ve tepkileri az
incelenmiştir. Bu çalışma ile kendi çapımızda da olsa köy
enstitülerini evrimimiz içindeki yerine oturtmayı deniyo
ruz. Günümüzde bu çok gereklidir. Evrimimizin özellikle
ri sonucu köy enstitüleri düşünü ve girişimi bitmemiştir;
yaşamını sürdürmekte, açık veya kapalı bir şekilde bu
günkü düşün ve siyasal hayatımızda önemli bir yer tut
maktadır. Toplumsal yapımız değişmedikçe, gelecekte de
böyle olması evrimimizin bir gereğidir. Köy enstitüleri sis
teminin bir ilericilik yöntemi, sloganı olarak sürüp gitmesi
evrimimizin özelliğinin doğal sonucudur. Yeni kuşaklara
köy enstitülerinin ne olduğu, ne olmadığı, evrimimizdeki
yeri konularında doğru bilgiler vermekle görevliyiz. Yeni
kuşaklar, bu konuda hem sağdan, hem soldan sorumsuzca
yanıltılmışlardır ve yanıltılmaktadırlar. Enstitüleri savunan
ların ise bu görevi bugüne kadar yeterince yaptıkları söy
lenemez. Bu yanıltmalar karşılıksız bırakılırsa, ilerici genç
kuşakların devrimci çabalarında kullanabilecekleri en
önemli araçlardan birisinden yoksun kalmaları tehlikesi
belirir. Bu kitapla güttüğümüz pratik amaç, işte bu tehli
keyi önlemeye yardımcı olmaktır. Kitap, bölümleri ve hac
mi bakımından genç kuşaktan bir aydının kısa bir sürede
köy enstitüleri konusunda doğru kanılara varabilmesini
kolaylaştıracak şekilde düzenlenmeye çalışılmıştır. Elim
deki belgeler ve kaynaklar bunun birkaç misli hacimde bir
çalışmaya elverişli olduğu halde konuyu dağıtmak, alına
cak izlenimi zorlaştırmak istemedim. Düzen olarak da da
ha çok günümüzde ilgi duyulan ve tartışılan konulara
önem verdim. Klasik bir şema, örneğin bir biografi yahut
köy enstitülerinin tarihini yazmak gibi bir yol izlemedim.
Ayrıca eğitbilimsel ayrıntılara girmekten kaçındım; daha
çok toplumsal, ekonomik ve siyasal açıdan değerlendirme
ler yapmak istedim.
Kitabın bazı bölümlerinde «köy enstitülüler» adı al
tında sözleri edilen eski yönetici, öğretmen ve öğrencilerin
de bazılarının eleştirileri yapılmaktadır. Sorunun açıklığa
kavuşması, köy enstitülerinin evrimimizdeki yerinin anla
şılabilmesi bakımlarından olduğu kadar, günümüzdeki ve
gelecekteki eylem açısından da böyle, bir çeşit «kendi ken
dini eleştirbnin çok gerekli olduğuna inanıyorum. Bu
eleştiri bu kişilerin çeşitli dönemlerdeki değerli çaba ve
emeklerinin yadsınması demek değildir. Hele bunu Tonguç’un çalışmalarının önemini artırmak için girişilmiş bir
davranış şeklinde yorumlamaya kalkanlar çıkarsa çok acı
duyarım. Tonguç köy enstitüleri ile elde edilen başarıla
rın ancak ve ancak kollektif bir çalışma ile ve bütün katılanların olağanüstü çaba ve emekleriyle elde edildiğini bir
çok kereler yazmış, belirtmiştir. Gerçek de budur. Ama
•
n
*
bu gerçek, bizi yapılmış hataları, yetersizlikleri incelemek
ten, eleştirmekten alıkoymamalıdır. Hele 1960’dan sonra
ki gelişmeler içinde bu gibi davranışların zararları büyük
olmuştur. Unutmıyalım ki, köy enstitüleri sisteminin baş
lıca ilkelerinden birisi de «kendi kendini eleştiri» idi. Soru
nu içinde bulunduğumuz dönemde, bir bakıma takıldığı
diyebileceğimiz noktadan kurtarıp daha ilerilere götüre
bilmenin vazgeçilmez bir koşulu, bu çeşit eleştirilere önem
vermek ve bundan yüksünmemektir.
Bu incelemeyi yaparken sağdan veya soldan saldırı
ya uğramak, giriştiğim yorumlar, yayınladığım bazı bel
gelerle bu gibi saldırılara olanak hazırlamak kaygısına
önem vermedim. Bunların her zaman yaptıkları gibi, so
runu bütünüyle değil, belirli ayrıntıları sömürerek, metin
leri makaslayıp kendilerine göre yeniden dizerek bu ça
lışmayı da amaçlarına göre kullanmaya çalışacaklarını
biliyorum. Bunu bir bakıma doğal saymak ve köy enstitü
leri sisteminin yaşamını sürdürdüğüne kanıt olarak kabul
etmek gerekir; eğer bu ölü bir konu olsaydı, böyle bir
tehlike de ortaya çıkmazdı. Ama bugünkü siyasal eylemler
içinde hâlâ önemini yitirmediği içindir ki, saldırılar ola
caktır. Bazı köy enstitüsü düşmanları tarafından bugünkü
siyasal amaçlarına göre sömürü konusu yapılacak diye bir
takım önemli açıklama ve yorumlara girişmekten kaçın
mak, daha zararlı ve olumsuz bir davranış olurdu. Açık
lama ve yorumların getireceği yararların kötü amaçlı tar
tışmacıların çarpıtmalarıyla verecekleri geçici zararlardan
daha önemli olacağı kanısındayım.
Kitaptaki düşün ve sonuçları belge ve metinlerle ge
niş ölçüde doğrulamaya, kanıtlamaya çalıştım. Bunun için
uzun aktarmalar yapmak zorunda kaldım. Bunlar yer yer
okuyucuya sıkıcı gelebilir. Ama kitabın amacı okuyucuya
hoşça vakit geçirtmek değil, köy enstitüleri konusunda
doğru ve belgesel nitelikte bilgiler verebilmektir. Daha son-
/
ra metinlerin değiştirildiği, anlamlarının bozulduğu gibi
suçlamalara uğramamak için aktardığım yazılan genellik
le bugünkü dUe çevirmedim, olduğu gibi aldım. Bazı me
tinler bu bakımdan genç okuyucular için zorluk çıkarabi
lir. Fakat bilimsel yöntem açısından böyle davranmak ge
rekli idi. Yalnız konu ile doğrudan doğruya ilişkili olma
yan bir iki metin bugünkü dile çevrilerek alınmış ve bu
nunla ilgili notlar konulmuştur.
incelediğim konu ile ilgili klasik bir öğrenim gör
mediğim halde beni böyle bir çalışma yapmam için uya
ran, destek olan, yardım eden bütün arkadaşlarıma ve yakınlanma teşekkür ederim. Onların değerli destek ve yardımlan olmasaydı böyle bir görevi yüklenemezdim.
Günün birinde gerçek bilim adamlanmızın, örneğin
toplumbilimci, eğitbilimci ve ekonom uzmanlanmızm köy
enstitüleri konusunu derinliğine ve köklü çalışmalarla in
celemeye girişmeleri, varacaklan bilimsel ve değerli sonuç
larla benim bu sınırlı ve kendi çapımdaki çalışmamı
önemsizleştirmeleri gönülden dileğimdir.
Engin Tonguç
26/12/1969
G iriş
■ 1935 Yılında Eğitim Çalışmalarına önem
Verilmesini Gerektiren Nedenler
Bu sorunun karşılığı ancak Türk toplumunun evrimi
ne göz atmakla verilebilir.
Evrimimizin özellikleri:
Türk toplumunun tarihsel gelişimindeki özellikler, top
lumsal ve ekonomik yapısı, bu yapıların değişmeleri ve
gelişmeleri konularında 1960’dan sonraki özgürlük ortamı
içerisinde yayınlanan bazı araştırmalardan yararlanarak ar
tık oldukça kesin esasları belirlemek olanağı vardır.(1)
Tarihsal gelişimimizin ana doğrultusu nedir? Anadoludaki Türk topluluğu nereden, hangi toplumsal ve ekono
(i) B u k o n u d a y a r a r la n ıla n k ita p la r :
T ü rk iy e ’n in D iz e n i, D o ğ a n A v cıo ğ lu , B ilg i y ay ın ev i,
A n k a r a 1968.
T ü rk iy e v e S o sy alizm S o ru n la rı, B ellice B o ra n , G iin
y a y ın la rı, İs ta n b u l 1968.
T iirk iy ed e İle ric i A k ım la r, Y ıldız S e rte l, A n t y a y ın
la r ı İs ta n b u l 1969.
O sm an lı T o p lu m Y ap ısı, M u z a ffe r S e n c e r, A n t y a
y ın la rı İs ta n b u l 1969.
T ü rk T o p lu m u n u n T a rih s e l E v rim i, O y a S en cer, H ab o ra k ita b e v i, İs ta n b u l 1969.
T ü rk iy e ’d e T o p ra k M eseleei, S u a t A k soy, G e rç e k y a
yınevi, İs ta n b u l 1969.
A s y a T ipi Ü re tim T a rz ı v e A z-G elişm iş
Ü lk e le r,
S e n c e r D iv itçio ğ lu , E lif y a y ın la n , İ s ta n b u l 1966.
D ü zen in Y a b a n c ıla şm a sı, İd r is E ü ç iik ö m e r, A n t y a
y ın la n , İ s ta n b u l 1969.
mik yapıdan yola çıkmış, ne yönde gelişmektedir, bu geli
şim içinde hangi süreçtedir? Bu soruların karşılıklarını kı
sa da olsa vermedikçe, asıl konumuz olan, 1923 - 1935
döneminde iktidarı ellerinde tutanların geniş çapta eğitim
atılımlanna girişmelerini gerektiren nedenleri anlıyamayız.
Avrupada burjuvazinin gelişerek etkilerini Osmanlı
toplumu üzerinde duyurmasından önceki Osmanlı toplum
düzeni ana özellikleri bakımından bir feodal düzendi. Aksi
tezlere rağmen, bunu böyle kabul etmek gerekir; çünkü
feodal bir düzenin ana öğeleri Osmanlı düzeninde vardı:
Temel varlık topraktır. Ekonomi tarıma dayalıdır. Temel
gelir, toprak rantıdır. Üretim gücü olarak esas öge, top
rağa bağlı serf, toprak işliyen, özgürlükleri kısıtlı tarım
emekçisidir. Toprağın mülkiyetinin batı feodalitesindekinden farklı bir şekilde düzenlenmiş olması; yani toprağın bü
yük bir bölümünün devletin mülkü olması, devletin bu
mülkten sağladığı gelirleri, çeşitli şekillerde kişilere verdi
ği fiili tasarruf ve intifa haklarıyla (tımar, zeamet v.b...)
bu kişileri aracı yaparak sağlaması ve tarım emekçisinin
bu aracıların keyfi, başıboş yönetimlerine ve haksızlıkları
na, sömürülerine bırakılmıyarak, bir kısım haklarının dev
letçe güvenlik altına alınmış olması Osmanlı toplum düze
nini batı feodal düzenlerinden ayıran özelliklerdir. Bu
özelliklerdir ki, uzun bir süre araştırıcıların bir bölümünü
yanıltmış, Osmanlı düzeninin ve gelişiminin doğrultusu
nun toplumbilimsel ana kuralların dışında olduğu, bunlara
uymıyacak derecede özel bir nitelik gösterdiği gibi yanlış
sonuçlara varmalarına yol açmıştır. Oysa ki, Türk toplumunun evrimi de ana kurallara uygunluk göstermektedir;
ama ayrıntılarda bazı özellikleri vardır. Bu evrimi kural
dışı sanmak, bu evrimi açıklıyabilmek için yeni yeni ku
rallar kurmaya çalışmak, eylem açısından çok yanıltıcı ve
başarısızlıklarla dolu bir yola girmek demektir.
Osmanlı feodal yapısının ayrıntılarında gösterdiği
özellikler batının da feodal süreçte bulunduğu çağlarda bu
yapıya bir takım üstünlükler sağlamıştır. Kısa olarak de
nebilir ki, Osmanlı feodal düzeni, feodal düzenlerin içinde
en insancılı ve en az ezilerek, sömürülerek yaşanılabilir
olanıdır. Şüphesiz ki, bir feodal düzenin elverdiği ölçüde!
Osmanlı feodal düzeninin bu özellikleri onun çağdaşı toplumlardan daha sağlam, vatandaşlarını biraz daha az m ut
suz yaşatan, yüzyıllarca yıkılamıyacak bir imparatorluğa
temel olmasını sağladığı gibi, aynı zamanda da evrimini
geciktiren, daha ileri süreçlere geçmesini engelliyen neden
dir. Bu feodal düzenin batıdakilere göre daha sağlam, biraz
insancıl ve daha az sömürücü oluşu, bu düzenin daha uzun
bir süre dayanmasına, Osmanlı toplumunun feodal dö
nemden burjuvazi dönemine bir türlü geçememesine yol
açmıştır. Ama bu durdurucu etki, «Asya Tipi Üretim Tarzı»
savunucularının ileri sürdükleri gibi, aslında bu düzenin
feodaliteden de ayrı, evrime hiç elverişli olmayan bir dü
zen olmasından ötürü değildir; her feodal düzen gibi bu
düzenin de içinde elbette evrimsel öğeler saklıdır. Ama bu
düzenin feodalite olarak batıdakine göre çok daha uzun bir
süre geçerli kalabilmesi olanağı, özelliklerinin ilkelliğinin
değil, bir bakıma sağlamlığının bir gereği idi. XV - XVI
yüzyıllarda Türk köylerinde ve kentlerinde o çağa göre ile
ri ve çok iyi örgütlenmiş sayılabilecek bir mesleksel fark
lılaşma süreci hızla gelişmekteydi. Tek düze feodal köy
tarımı yanında küçük el zanaatları gelişmişti. Kentlerde tüc
car sınıfının güçlenmesi, küçük el zanaatı erbabının örgüt
lenmesi (lonca örgütü gibi) bir burjuvazinin ortaya çıka
bileceğinin ilk belirtileri idi. Genel nitelikleri bakımından
hâlâ tam bir feodal yapı gösteren bu düzen içerisinde fi
lizlenen gelişim, burjuvazi dönemine doğnı ilerleme belir
tileri niçin gelişemedi? Burada bu gelişimi zorlaştıran, dur
duran ve bugünkü mutsuzluğumuza yol açan dış etki ve
koşullara değinmek gerekir.
Feodal Osmanlı toplum düzeninin içerisinde burju
vazinin ve kapitalizmin filizlerinin belirmesini sağlıyacak
servet birikimi, doğu ile batı arasındaki ticaret yollarının
Anadoludan geçmesi sonucu sağlanıyordu. OsmanlIların,
çağlarının en üstün ulaştırma sistemini kurmaları, ge
çiş yollarında güvenliğin örnek denecek bir şekilde sağlan
ması, hatta imparatorluk halkının din ve ırk bakımından
eşit sayılması, bu ekonomik durumun, doğu-batı ticare
tinin aracılığını elde tutabilmenin bir gereği, sonucu idi.
Yeni kıtaların bulunması, okyanusların ticarete açılması,
doğu-batı ticaret yollarını değiştirdi; Osmanlı imparator
luğunun geçiş yolu olarak önemini ortadan kaldırdı. Ül
keye giren servet azaldı. Ekonomik bir önemi kalmadık
tan sonradır ki, o çok ileri ulaştırma örgütü, yol güven
liği, bütün halkların ve dinlerin eşitliği gibi ana öğeler
bozulmaya başladı.
XVI ve XVII yüzyıllarda, prekapitalist düzeni aş
maya, kapitalist bir düzene geçmeye yönelen evrim; yani
mesleksel farklılaşma, köyden kente göç, kentlerde servet
birikimi, hatta sanayiin kurulması süreci, dıştaki bu jeoekonomik değişikliğin sonucu olarak sarsıldı, durdu. Dev
letin ve üstün sınıfların varlığını sağlamak işi artık yal
nız tarım emekçisine kalmıştı. Devlet ve bu sınıflar, dev
letin feodal düzeninin özelliklerini, onu diğer feodal dü
zenlerden daha yaşanılabilir yapan özellikleri zorlama
bahasına köylüyü sömürmek için baskıyı arttırdılar. Dev
letçe, sömürülen köylüye sağlanmış haklara aracıların
uyup uymadığına artık dikkat edilmiyordu, aracının ge
tirdiği servet devlete gerekli idi, onun köylüyü çok ezme
ye başlamasına göz yumuluyordu.
Ezilen köylerde dirlik bozulmuş, düzen kalmamıştı.
Ovalardaki büyük, varlıklı, düzenli köylerin XVI. Yüzyı
lın sonundan sonra sürekli olarak dağılması, bozulması,
ufalması, dağlara, ekonomik gelişme için en elverişsiz yer
lere göçmesi, köyün konuşunda, kuruluşunda artık eko
nomik gelişmenin değil, yalnız köylünün güvenliğinin,
canını koruma kaygısının rol oynaması, başını derde
sokmamak, sömürücülerin dikkatini üzerine çekmemek
için onun üretimden kaçınması, yaşamını sürdürebilecek
kadarı ile yetinmesi bizim konumuz bakımından önemli
gelişmelerdir'2’. Böylece devletin yoksullaşmasını kolay
laştıran bir neden daha, tarım gelirinin düşmesi ortaya
çıkıyordu. Devlet ise yoksullaştıkça, emekçinin üretimini
toplıyarak devlete getiren aracıyı başıboş bırakıyor, «teb’asını» bu insafsızlara gözünü yumup teslim ediyordu.
XVIII.
yüzyılda Avrupada sanayiin makinalaşma
başlaması zaten sarsıntı içinde olan Osmanlı ekonomisine
son darbeyi vurdu. Makinalaşma dönemine girememiş,
dış ekonomik etkilere de kapılarını açmış Osmanlı el zenaatlerinin ve makinalaşamamış sanayiin makina endüs
trisi karşısında dayanması beklenemezdi. Sonuç tam bir
ekonomik çöküntü oldu. XVIII. yüzyıl sonunda ve XIX.
yüzyıl başında Osmanlı kent burjuvazisi diyebileceğimiz
cılız gelişme, el zenaatlan sanayiinin de dağılıp parça
lanması ile büsbütün zayıfladı, hatta yok oldu. Artık tek
servet kaynağı olarak elde yine o dağlara sığınmış, insaf
sız bir sömürünün aracı olmamak için üretimini en aza
indirerek pasif direnmeye geçmiş perişan köylüler kal
mıştı. Devletin varlığı bu perişanlar kalabalığının üreti
mine dayanacaktı. Böylece Osmanlı imparatorluğu, Avnıpanın kapitalist endüstri toplumları döneminde bulun
duğu bir sırada, feodal yapılı, hem de bozulmuş, üstün
niteliklerini yitirmiş, dejenere olmuş bir feodal yapılı, il
kel bir tarım ekonomisine dayanmaya çalışan bir toplum
görünüşündeydi.
İmparatorluğun feodal düzenindeki özellikler ve
SJ T ü rk iy e ’n in D üzeni, D o ğ a n
vi, A n k a r a 1968, s. 30-32.
A v cıo ğ lu , B ilg i y a y ın e
özetlediğimiz gelişmeler onun sınıfsal yapısında da yansı
yordu. Daha başlangıçta, Osmanlı devleti, batıdaki feo
dal kuruluşların tersine, merkezi bir devletti. Toprakla
tın mülkiyetinin devlete ait oluşu bunun nedeni idi. Ba
tılı derebeyi toprağının ve serfinin mutlak sahibi iken,
Osmanlı düzenindeki benzeri, toprağın mülkiyetine sahip
değildi. İşletip gelirinin bir kısmını devlete vereceği top
rak, onun yararına geçici bir süre için bırakılmıştı. Ger
çi bu yararlanma genellikle hayatı boyunca sürüyor ve
yine genellikle aynı toprak onun oğullarına aynı şekilde
işletmeleri için devlet tarafından bırakılıyordu ama, dev
let istemezse bu hakkı her zaman geri alabilirdi. Ayrıca
Osmanlı derebeyinin, tımar veya zeamet sahibinin,
serileri, köylüleri üzerinde sınırsız yetkileri de yoktu.
Batıdaki derebeyinden farklı olarak serileri üzerinde (re
aya) devletçe yasalara bağlanmış kurallara uyarak yöne
ticilik yapmak zorunda idi. Yani baskısı, sömürüsü key
filikten çıkarılmış, devletçe sınırlandırılmıştı. Bu örgüt
lenme şekli, devletin merkezindeki yöneticilerin önemini
çok arttırıyordu. Böylece merkezi olmayan Avrupa feodal
toplumlanna karşılık, OsmanlIlarda merkezi bir feodal
yapının sonucu olarak, etkisi geniş, yetkileri fazla, guçlii
bir merkezi yönetici kadro önemli bir sınıf durumuna geli
yordu. Bu geleneksel yapı özelliği, günümüze kadar sü
rüp gelmiştir denebilir. Ordu yöneticilerini de bu gruba
sokabiliriz.
XIX.
yüzyılın başında Avrupada makinalaşman
gelişmesi sonucu Osmanlı toplumu ekonomik bakımından
çökerken bir talihsiz dış etki daha başladı: Bu, endüstri
leşmenin sonucu olarak fazla üretimini elden çıkarmak,
aynı zamanda da ucuza ham madde sağlamak için endüs
trileşmiş batı ülkelerinin pazar ve sömürge arama çaba
ları idi. Avrupa bu amaçla dışa doğru açılırken, içinde
bulunduğu yoksulluk, toplumsal ve ekonomik düzenin
deki bozukluğun son haddini bulması gibi nedenlerle
koskoca imparatorluk, sömürgeciliğin ağına düşmeye en
uygun bir durumda idi. Eski, kendine özgü feodal Osmanlı
düzeni bozulmuş, bunun yerine yine ana çizgileri feoda
lite olan, ama özellikle toprağın mülkiyeti konusunda in
sanlığın evriminin tersi bir doğrultuda gelişen çağına ay
kırı bir düzen ortaya çıkmıştı. Kasası boşalan devlet,
toprağın özel kişilerin ellerine geçmesine, ayan, ağa ve
beylerin türemesine göz yummakta idi.
Batının Osmanlı imparatorluğunu sömürge yapmak
için ciddi olarak işe girişmesi 1839 Tanzimat hareketi ile
başlar. Merkezi bir feodal yapıya dayanan bir toplum,
sömürge olmak için elverişli değildi. Önce bu yapıyı boz
mak, dağıtmak, kapitalist sömürüye elverişli bir duru
ma getirmek gerekiyordu. Bu işe tanzimat hareketi, batı
lılaşma başlığı altında girişildi. Bu süreç için en önemli
öge, merkezdeki yöneticiler arasında işbirlikçiler bulmak
tı. Bunlar bulundu ve tanzimatçılar, batıcılar adı ile daha
ileri bir toplum düzenini getirmeye çalışan ilerici kişiler
olarak halka tanıtıldılar. Bu bir bakıma doğru idi; bunlar
geleneksel merkezi feodal yapıyı yıkmak için kullanılıyor
lardı. Feodal yapı yıkıldıktan sonra, daha ileri dönemlere
geçilebilirdi; ama bu değişimin amacı ön planda batının ül
keyi sömürmesini sağlamak olduğu için, bu süreç çok yavaş
olacak, feodal yapı yıkılırken, burjuvazinin gelişmesini
hızlandıracak koşulların hazırlanmamasına da özellikle
önem verilecekti. Merkezi feodal yapıyı ayakta tutan bü
tün yasalar değiştirildi. Geleneksel, zaten bozulmuş top
rak düzeninin, mevzuatının, timar, zeamet örgütünün de
değiştirilmesinden sonra, sömüreceği toprak emekçilerinin
çalıştığı toprağın mülkiyetine sahip yeni derebeyi tipi
düzeni meşrulaşmış oldu. Ayan, eşraf adı altında kısmen
toprak mülkiyetini de elinde tutan, kısmen tarım ürünle
rinin toplanmasını, pazarlanmasını kontrol eden yeni bir
sömürücü tipi doğdu. Böylece alt ekonomik yapı sömürü
düzeninin zararına değiştirilmek şöyle dursun, tarım
emekçisinin haklarının artık devlet tarafından hiçbir şe
kilde güvenlik altına alınmadığı bir yöne itildi. Merkezde
ise yalnız bir takım yüzeysel üst yapı değişiklikleriyle ye
tinen yönetici batı hayranı kişiler, bu değişikliklerle impa
ratorluğu kurtaracakları umudunda idiler. Behice Boran’ın
belirttiği gibi(3) «Osmanlı İmparatorluğunda
toplumsal
değişme böyle dış baskı ve zorlamalara tepki olarak top
lumun üst yapısında ve bu yapının askeri-idari mekaniz
masında başladığı için, toplumun değişmesi yukarıdan aşa
ğıya, tepeden inme olmuş ve bu değişmede devlet ve
onu somutta temsil eden askeri-sivil kadrolar önemli rol
oynamışlardır. ..»
Böylece sınıf olarak güçlü bir yönetici kadro bulun
masının yanısıra Türk toplumunun evriminin ikinci önem
li özelliği ortaya çıkıyordu: Toplumsal değişmelerin ezi
len sınıflardan değil, yukarıdan, yönetici kadrodan aşa
ğıya doğru, tepeden inme yürütülmek istenmesi.
Tanzimat ve batılılaşma adı altında girişilen değiş
melerle ekonomik durumu büsbütün sarsılan, batı endüs
tri ülkelerinin emeklerini insafsızca sömürmeye başladığı
halk, bu değişmelere, yukarıdan aşağıya zorla benimsetil
mek istenilen üst yapı değişikliklerine gittikçe daha çok
kızıyor ve bunlara ön ayak olanlara kin duymağa başlı
yordu. Böylece halkın gözünde kötü sayılan, benimsen
memek için direnden bütün bir batı kültürü oluyordu.
Çünkü halkın, batının kültür değerleri ile batı ülkeleri
nin ilerilik adına, ama aslında sömürü düzenlerini kura
bilmek için getirdikleri batı kunımlannı, örgütlerini bir
birinden ayırabilmesi beklenemezdi. Halk bütünüyle ba
tıya, daha doğrusu XIX. ve XX. yüzyıl uygarlığına karşı
O) T ü rk iy e
vo S o sy alizm S o ru n la rı, B ehice B o ra n , G ün
y a y ın la n , 1968, İs ta n b u l, s. 11-12.
çıkıyor, o eski, ne de olsa biraz rahat ettiği merkezi feo
dal düzenin özlemini çekiyordu.
Birinci dünya savaşı ile herşey altüst olup İmpara
torluk yıkıldığı, geriye perişan, bitkin, yoksul bir ulus ve
ülke kaldığı zaman, genel durum bu idi.
■ Anadolu İhtilali
Anadoluda yabancı sömürücülere ve onların içerde
ki uşaklarına karşı başkaldırarak ölüm kalım savaşına gi
rişen Atatürk ve arkadaşlarının elinde kalan topraklarda
yoksulun yoksulu köylüler, bunları sömürerek biraz var
lık edinmiş kent ve kasaba eşraf ve ayam, merkezdeki
yönetici sınıftan, yeni bir düzenin özlemi içinde Anadoluya kaçarak Atatürke inanmış az sayıda sivil ve subay
aydın vardı. Ekonomik bakımdan ülkeye bir yarar sağlıyacak bir kent burjuvazisi yoktu. Sömürücüler ve içteki
ortakları gerçek bir burjuvazinin gelişmesini önlemişler,
bağımsızlığı olmayan, kendi komisyonculuklarını yapan
«burjuva kompradorları» bile Türk olmıyanlardan seçme
ğe dikkat etmişlerdi. Endüstri yoktu. Bazı yerlerde ilkel
el zenaatlan bir gelenek olarak yıkılmadan kalabilmişti.
Halk başına gelenleri şu batılılaşmaya bağlıyor, bunun
öncülüğünü yapmış yöneticilere, okur-yazarlara, aydın
lara güvenemiyor, hatta kin duyuyordu. Kısacası kurtu
luş savaşının başlangıcında feodal yapısını değiştireme
miş, ama bu yapısı bozulmuş, ağa, eşraf, ayan aracılığı
ile feodal sömürünün sürdürüldüğü, kentlerinde ve ka
sabalarında değil kapitalist gelişme, esenli bir burjuvazi
nin bile görülmediği, hatta kompradoru da Türk olmıyanlardan seçilmiş, aydını ve yöneticisi ne yapacağını şa
şırmış bir toplum vardı. Dış sömürücülerin asıl iç ortak
ları, bu ortaklarla işbirliği yapmış yönetici kadro îstanbuldaydı, çatışmanın sonucu belli oluncaya kadar bura
dan kıpırdamıyacak, Mustafa Kemal kazandıktan sonra
da onun kurduğu rejimi bozmak, dejenere etmek, kendi
sömürü düzenini bu dönemde de yürütmek için elinden
gelen kurnazlığı gösterecekti.
Atatürk’ün büyüklüğü bu kadar elverişsiz koşullar
içinde sömürücülere direnebilecek gücü yaratabilmiş ol
masındadır.
Bu tabloya bakınca, toplumsal gelişmenin itici gücü
olarak en önemli topluluğun kurtuluş savaşını yöneten
asker-sivil aydınlar olduğu görülür. Bunların inançları,
düşünleri, ülküleri gelecekteki gelişmelere şeklini verecek
tir. Bu bakımdan burada biraz durmak gerekir.
Onlar Tanzimat batıcılarından biraz daha ileri bir
kuşaktırlar. Tanzimat batıcılığının ülkeye hayır getirme
diğini görmüşlerdir. Tanzimat adına girişilen işler, impa
ratorluğun batılı ülkelerin sömürgesi durumuna düşmesi
ve yıkılması ile sonuçlanmıştır. I. Dünya savaşma katı
lan gençler olarak bu yıkılışın içinde yaşamışlardır. Öğ
renimleri sınırlı ve yetersizdir. Dış sömürgenlerin içeri
deki en korkunç işbirlikçilerinden birisinin, Abdülhamit’in bütün bu sömürü düzeninin anlaşılmaması, bu meka
nizmanın yeni yetişenlerce kavranmaması için 33 yıl
sürdürdüğü terör içerisinde öğrenim yapmışlardır, öğren
me, aydınlanma, bilinçlenme olanaklarının çok sınırlı ol
duğu bir ortamda, erişebildikleri nokta, binbir tehlikeyi
göze alarak ilgi kurabildikleri bazı Tanzimat çağı aydın
larının etkisi ile ancak Fransız devrimi olabilmiştir. Ül
küleri Fransız devrimine benzer bir devrimi, başka bir de
yişle bir burjuva devrimini gerçekleştirmektir. Ama onlar
genellikle bunun bir «burjuva devrimi» demek olduğunu
da bilmezler. Fransız devrimini izliyen gelişmelerden,
«sosyal devlet» kavramından, sosyalistlerden, marksizmden haberleri yoktur. Batı kültürü, batı uygarlığına dö
nüktürler, ama Tanzimatçılardan farklı olarak, batı kül
türü ve uygarlığı ile batılı sömürücülerin Türkiye gibi ge
ri bırakılmış ülkeleri sömürme politikaları arasındaki çeliş
kiyi yaşamlarıyla anlamışlardır; batıkların sözünü körü kö
rüne dinliyerek batılılaşmaya kalkmanın nasıl bir felâket
olduğunu yaşamışlardır. Ulusa dönmekten, ulusu uyan
dırmaktan, batının değerlerini ona benimsetmekten, bu
değerlerden yararlanarak onu kalkındırmaktan yanadırlar. Ama bunu nasıl yapacaklardır? Yapmayı tasarladık
ları şeyler genellikle batı toplumlarının üstünkörü gözlenmesiyle dikkati çeken üst yapı devrimleridir. Batıdaki
gelişme sürecinin asıl önemli yanı olan alt yapıdaki deği
şiklikleri, bu aydınların noksan toplumbilimsel ve ekono
mik bilgileriyle anlamalarını, bulup çıkarmalarını bekleye
meyiz. Ulusu batının sömürüsünden kurtarmak, ona ba
ğımsızlığını kazandırmak ve bu bağımsızlığı sürdürebil
mek için gerekli kalkınmayı sağlamak için tasarladıkları
üst yapı değişikliklerinin çoğunu daha kurtuluş savaşından
önce aralarında konuşurlar, tartışırlar. İncelendiği zaman,
bu kuşağın kurtuluş savaşından sonra gerçekleştirilen bir
kısım devrimleri daha I. Dünya Savaşı içinde düşündüğü,
tasarladığı anlaşılır. Medeni kanun, kılık devrimi, harf
devrimi, bağımsız mahkeme, çok partili siyasal hayat,
kadın haklan, eğitimde birlik, laik eğitim gibi birçok ilke
ler, bu kuşağın Fransız Devriminde bulduğu, kısa Avru
pa gezilerinde gözlediği, özlediği değişikliklerdir. Bunlann
uygulanması ile gelişimin sağlanacağı umulmuştur.
Başbakan İnönü, 5.5.1925’de, IV. Muallimler Birli
ği Kongresi üyelerine şöyle diyordu'4’:
.Cumhuriyetimi
zin, Ankara’daki Milli Hükümetin ana siyaseti kendine ik
tisadi mihver yapmaktır. Bizim başlıca alameti farikamız
buradadır. Mazinin bütün hükümetlerinden, idare sistem
lerinden asıl bu noktada ayrılıyoruz. .. Tabii bu hususda
<*) C a n la n d ırıla c a k K öy, 1. H a k k ı T o n g u ç, R e m z i k ita b
eyi, İ s ta n b u l 1947, s. 315.316.
icabedetı bütün tedbirleri bulmuş değiliz. Mazinin uzun bir
gafleti neticesinde iktisada karşı melekesizliğimizi mûterifiz. Fakat değil mi ki reisicumhurundan en genç muallime
kadar bu milletin ancak iktisadi inkişafla kurtulacağı ka
naati hakimdir; mademki hepimiz artık iktisadın bizim
için büyük gaye... olduğunu müdrikiz; elbette bu hususdaki melekesizliğimizi de yenecek ve bütün müşkülatı iktiham edeceğiz...»
Ama asıl kurtuluşu sağlıyacak alt yapı devrimleri
yapılmamıştır.
Görülüyor ki, kurtuluş savaşı bitip yeni devlet ku
rulduğu zaman, toplumsal değişme doğrultusunu saptıyacak ve toplumu bir doğrultuda ileriye götürecek güç, bizim
evrimimizin bir gereği olarak yönetici aydın kadro idi ve
evrimsel değişme, yine gelişimimizin bir özelliği olarak yu
karıdan aşağıya yürütülmeye çalışılacaktı. Yani İmpara
torluğun son döneminde, imparatorluğu kurtarmak için
çabalamış bir kısım aydın yöneticileri (örneğin bazı ittihat-terakkicileri) başarısızlığa sürükliyen ana nedenler
Cumhuriyet çağma geçişte de vardı: Toplumu yukarıdan
aşağıya değiştirmek zorunluğu, alt yapı devrimlerine, giriş
meden, yani uyandırılması, kalkındırılması istenen ezilen
sınıflan ekonomik bağımlılıktan kurtarmadan bu değişik
liği yapmanın olanaksızlığı.
Yöneticiler içinden çıktıkları sınıflar, yetişmeleri, öğ
renimleri, inanç ve ülküleri (Fransız Devrimi) bakımından
burjuvaziye dönüktüler; sağlam, esenli, dışandan bağım
sız bir burjuvazinin ülkenin ekonomik temeli olması için
çabalamaları doğaldı. Cumhriyetin ilk yıllan bu burju
vaziyi yaratma çabaları ile geçti. Boraria göre(5): «...K ur
tuluş savaşı yıllarında yönetici sivil - asker kadronun ken
di tarihinde en halkçı, devrimci bir noktaya eriştiği kolay
dı
T ü rk iy e v e S o sy a liz m S o ru n la rı, B ellice B o ra n , G ün
y a y ın la n İs ta n b u l 1968, s. 17-20.
ca anlaşılır: Bizde batı burjuvazisi niteliğinde güçlü bir
burjuvazi bulunmadığı için sınıf kutuplaşmaları keskin de
ğildi; yönetici kadro, azgelişmiş bir ülkenin yaşama düze
yi çok mütevazi olan küçük burjuvazisindendi... Milli Kur
tuluş savaşı sona erince, köylü kentli askerler tarlasına,
tezgahının başına, küçük dükkanına döndü. Halk kitle
leri ülkenin kaderini tayinde önemli bir unsur olmaktan,
bir rol oynamaktan çıktı. Yönetici kadro... Türk devleti
nin dizginlerini tek başına elinde tutan... egemen bir taba
ka haline geldi ve 19. yüzyıldan bu yana filizlene gelmiş.
Meşrutiyet ve I. Dünya savaşı yıllarında bir boy daha art
mış Türk burjuvazisi, daha beriden de toprak ağaları, yö
netici kadronun çevresinde kümelendi... Osmanlı İmpara
torluğundan devralınan merkeziyetçi, otoriter, tepeden in
me devlet anlayışı ve uygulaması devam ediyordu. Devleti,
somutta, herşeye hakim yönetici bürokrat tabaka temsil
ediyordu. Bu bürokrat tabaka ise (yüksek yöneticiler, me
murlar kadrosu) yeni yeşermiş burjuvaziye, büyük tüccar
ve müteahhit grubuna, ikinci derecede olarak da devlet
eliyle güçlendirilmek istenen, ama bir türlü güçlenemiyen
sanayicilere, bankacılara ve nihayet hep güçlü bir sınıf ola
gelmiş toprak sahiplerine ve kasaba «eşraf»ına dayanıyor
d u ... Yönetici kadro ta 19. yüzyıldan olduğu gibi, yine ül
keyi kalkındırmak için batı modeli kapitalist kalkınmayı
örnek aldı. Bunun nedeni, (1) yukarıda işaret ettiğimiz gi
bi, halkın devlet yönetimine katılmayışı, ağırlığım koyar
durumda olmayışı idi; (2) bunun sonucu olarak, yönetici
kadronun toplum yapısında egemen sınıflar olan yukarıda
saydığımız sınıflara dayanması idi, (3) yönetici kadroların,
bürokrat tabakanın, sınıf menşei ve mensubiyeti bakımın
dan küçük burjuvazi içinde yer alışıydı... Son bir nokta
olarak şunu da ekliyebiliriz ki; bir halk hareketi halinde
yürütülen bir ihtilal veya bir milli kurtuluş savaşı sona erip
bu hareket ve savaşlara öncülük eden burjuvazi-veya bizde
ve öbür az gelişmiş ülkelerde burjuvazi adına ve hesabına
öncülük eden küçük burjuva aydın, yönetici tabaka- ihti
lal veya savaş sona erip de iktidarı ele aldığı zaman, müca
dele süresince eriştiği en ileri ideolojik noktadan geriler,
emekçi kütlelerin hak ve çıkarlarını da kapsıyan daha ge
nel, hatta evrensel, görüş ve amaçları daralarak burjuvazi
nin sınıf ideolojisinin içine çekilir. Bizde de böyle olmuş
tur. ..»
Gerçekten de kurtuluş savaşından sonra yönetici kad
ronun davranışları bu aşamalardan geçti. Geçti ama, bir
kısım yöneticiler, yöneticilerin bir bölüğü, fakat o çağda
siyasal etki bakımından güçlü bir bölüğü, bu gelişmeden
hoşnut değillerdi; tedirginlik duyuyorlardı. Bu gelişme, Os
manlI imparatorluğunu çıkmaza sokan yöndeydi. Cumhu
riyetin temeli, dayanağı sağlamlaştırılamamış, pekiştirilememişti. Ortaya çıkan durum halkın halk için halk tara
fından yönetilmesi ilkesine pek uymuyordu. Cumhuriyet
kurulurken bir ülkü olarak halkın kendi kendisini yönet
mesi ilkesi benimsenmişti. Şimdi ise bu yöndeki gelişmeler
yeterli olamıyordu. Halkın yönetime katılması şöyle dur
sun, halk denilen topluluk (halk kavramı da açık değildi.
Halk kimdi? Yöneticilerin dışında kalan her kişiye halk
deniyordu. Halkın içinde sınıflaşmalar olduğu anlaşılmı
yordu) girişilmek istenen işlerin üstelik karşısındaydı.
Onun yönetime katılması için girişilen her siyasal atılım,
örneğin yeni partiler açılması başarısızlıkla sonuçlanıyor
du. Halkın özgürlük ortamı bulunca yürümek istediği yol,
Fransız devriminden örnek alınmış ilkeleri gerçekleştirmek
değü, o çok eski feodal yapıya dönmek özlemi oluyordu.
Bunun ekonomik nedenleri ise görülemiyordu. Neden ola
rak halkın bilgisizliği, görgüsüzlüğü, uyandırılmamış, ye
tiştirilmemiş oluşu öne sürülüyordu. O halde ne yapma
lıydı? Yapılacak şey Fransız devriminde de görüldüğü gi
bi eğitimde birlik, laik eğitim yollarından geçerek batılı
bir eğitim ve öğretimi bütün halka götürmek, onu aydınlat
maktı. Yöneticilerin çoğunluğunun nasıl burjuvalaştığım,
burjuvazinin çıkarlarını savunmaya başladığını gören, gü
nün birinde bu yöneticilerin burjuvazi ile işbirliği yaparak,
dışarıda da kapitalist işbirlikçiler arayacaklarından korkan,
henüz Kurtuluş savaşının devrimci ilkelerinden vazgeçme
miş, halka sırtını dönmemiş bir kısım yöneticiler, başta
Atatürk olmak üzere, inandıkları cumhuriyet ilkelerinin
gerçekleşebilmesinin, Devletin bağımsızlığının korunabilmesinin, batılılaşma sürecinin tamamlanabilmesinin baş ko
şulu olarak eğitim ve öğretimi yaygın bir duruma getirme
yi düşünüyorlardı. Eğitimde birlik ve laiklik eğitimi sağla
yan ileri yasalar bu amaçla çıkarıldı. Ama eğitim ve öğreti
min bütün halka yayılmasını sağhyacak örgütün kurul
ması, gerçekleşmesi ve çalışması bir türlü olmuyordu.
1935’e kadar çeşitli kişiler işbaşına getirildi, denendi. Bir
türlü başarı sağlanamadı. 1935’e doğru artık eğitimci ola
rak kim varsa diyeceğini demiş, yapacağını yapmış, ama
sorun çözümlenememişti.
Atatürk ve çevresindeki bir kısım aydın yöneticinin
Cumhuriyet rejiminin sağlam bir temele oturabilmesi, dev
letin bağımsızlığının sürdürülebilmesi, halkın batılılaşma
dan ve ilericilikten yana olarak yönetime katılabilmesi için
gerekli gördükleri laik ve çağdaş bir eğitim ve öğretini ör
gütü hâlâ kurulamamış, işletilememişü.
■ İktidarın İlerici Kanadı
Kurtuluş savaşını başarıya ulaştırdıktan sonra iktida
ra geçen yönetici kadro içinde, başta Atatürk olmak üzere
«ilerici aydınlar» diye adlandırılabilecek, devrimin hızının
gitgide kesilmesinden kaygı duyan, yapılanlarla yetinmek
istemiyen, daha ileri atılından özliyen bir grubun bu
lunduğunu kabul etmek gerekir. Köy enstitülerini de kapsı-
yan daha sonraki olayların gelişimini doğru olarak yorumlıyabilmek, bunları tarihsel gelişme doğrultusu içinde doğ
ru olarak yerine oturtabilmek için, 1923 - 1946 dönemini
inceliyen ilericilerin bu noktaya çok önem vermeleri gere
kir. Bu anlaşılmazsa, bu dönemin eleştirisi yapılırken çok
yanlış sonuçlara varmak ve daha sonraki evrim konusun
da çıkmaz yollara sapmak tehlikesi vardır. Bu dönemin
CHP iktidarını tek düze sanmamak, birçok nedenlerle git
gide burjuvalaşan bu iktidarın içinde, etki bakımından
önemli bir bölümün daha ileri atılımları gerekli gördüğünü,
hatta bazı alt yapı değişikliklerine bUe istekli olduğunu bu
günün genç, ilerici kuşaklan bilmelidirler. Bu kişiler kemalistlerdir ve CHP yönetiminin çoğunluğunca sonradan
çok çarpıtılan anlamında değil, gerçek anlamında; yani
ileriye dönük, evrime, devrime açık, gerçek kemalizmin
savunuculandırlar. Fakat bunlar alt yapı devrimlerine girişememişlerdir. Daha doğrusu bu olanağı bulamamışlar
dır. Yukarıda belirttiğimiz nedenlerle, iktidar ortaklarının
ilerici sınıflardan gelmemesi, kendi arkadaşlarının büyük
bölümünün zamanla burjuvalaşması, alt yapı değişiklikleri
konusundaki bilgilerinin azlığı ve hepsinin önemlisi, ezilen
sınıfların alt yapı değişikliği için ağırlıklarım koyacak bi
lince erişmemiş olması, devrimin yavaşlamasının, durma
sının başlıca nedenleridir.
■ Kemalizm
Gerçek anlamında Kemalizm Türk toplumunun ev
riminde çok önemli bir aşamaydı. Bunu anlamadıkça, bu
na inanmadıkça daha ilerilere gitmek olanağı yoktu. Da
ha sonraki atılımlann dayanağı, çıkış noktası gerçek Ke
malizm olmalıydı. Bundan önceki dönemlerde ilerici ad
lımlar için dayanak aramak boşunadır.
Kemalistlerin ana görüşleri şöyle özetlenebilir:
Türk toplumu artık ümmet değil, ulus olma dönemin
dedir. Ana birim, sınırları kesinlikle çizilmiş, toprak alıp
verme sorunu olmayan bir ülkede yaşıyan, ırk ve din
temeline değil, kader ortaklığına dayanan Türk ulusudur.
Bu birimi yaratmak ve korumak için temel ilke, dini dev
let işlerinin kesinlikle dışında tutan bir laiklik anlayışıdır.
Bu ulus, yaşamak için uygarlaşmak zorundadır. Uygarlık
20. yüzyılda tektir: Batı uygarlığı. Batı uygarlığı denince
bunu batının siyasal üstünlüğü anlamında almamak gere
kir. Söz konusu olan, bu uygarlığın yaratıcısı batı kültürü
nün ana değerlerini benimsemektir. Batı emperyalizmi ve
batı kültür değerleri birbirinden ayn şeylerdir. Böylece kemalist, tanzimat batıcısından kesin şekilde ayrılır. O, batı
kültüründen yanadır, ama körü körüne batıdan yana değil
dir. Batı uygarlık ve kültürü benimsenirken, eskimiş, tu
tucu doğu kültürü ile bütün bağlar kopanlacaktır. Zaten
bu doğu kültürü Türk ulusuna yabancıdır, hiçbir zaman
ulus bununla bağdaşamamış, bunu benimseyememiştir. İs
lam - arap kültürü kesinlikle yabancıdır; bu bırakılacaktır.
Uygar bir ulus olma yolunda kullanılacak yöntemler, dev
rimci yöntemlerdir. Bunlar sınırlandırılamaz ve tükenmez.
Gelişme yolu açıktır. Her dönem, her süreç yeni çözümler,
yeni yöntemler getirecektir. Böylece izlenecek ideoloji, sü
rekli olarak geliştirilecek, olgunlaştinlacaktır. Gelişme yo
lunda dayanılacak en güçlü temel halktır. Yani emekçi, ça
lışan insanlardır. Ülkemizde ise bunların çoğunluğu köylü
dür. Ulusun asıl gücü bu insanlardır. Bu güç harekete
getirilecek, yönetime katılacak ve kendi kendisini yönete
cektir; çünkü ülkenin ve devletin asıl sahibi odur. Böylece
kemalizm, üstün nitelikleri olduğu sanılan bir azınlığın
yöneticiliği altında ilerleme yanılgısı içindeki totaliter re
jimlerle hiçbir benzerlik göstermez. Çalışana, halka, insana
en büyük değeri vermesiyle bütün uluslara, bütün insanlara
saygı, sevgi, yakınlık duyar. Barıştan, kardeşlikten yanal
dır. insancıldır, insana değer verir ve onu kutsar. Ulusal
bağımsızlık temel ilkelerinden biridir, öngördüğü esenli
gelişmenin, uygarlığa kavuşmanın en önemli koşullarından
biri, bütün bu çabaların tam bir ulusal bağımsızlık içinde
olmasıdır. Bütün bu ilkeleriyle kişisel, sınıfsal, uluslarara
sı her türlü sömürüye karşıdır.
Böylece kemalizm, ilericilik yönündeki sınırsızlığı,
sonsuz gelişme ve geliştirme olanakları sağlaması, gericili
ğe, Türk ulusunun geri kalmasına yol açtığına inandığı ge
ri etkilere karşı ise kesin yasaklamalar koyması bakımla
rından daha çok uzun bir süre içinde bütün ileri girişim
lerin dayanağı olacak nitelikte bir temeldir.
Siyasal ve toplumsal ilke ve düşünler açısından bu
kadar açık ve belirli olan gerçek kemalizmin, ekonomik il
keleri ise örtülüdür. Ama şu açık bir gerçektir ki, ekono
mik ilkeler yönünden de kemalizm devrimci gelişmeye açık
ve elverişlidir.
Temel ülkü ve inançlarını özetlemeğe çalıştığımız ger
çek kemalistlerin 1935 yıllarında yaygın bir öğretim ve
eğitim atılımma girişmeyi niçin istedikleri, bu ülkü ve
inançları göz önünde tutulunca kolayca anlaşılabilir. Bir
ulus yaratma, ulusal bilinci uyandırma, ulusal bağımsızlı
ğı koruma, kültür değiştirme ve uygarlığa erişme, bilinçli
vatandaşlar olarak kendi kendini yönetme, devrimci yeni
yöntemler, ilkeler bulma gibi amaçlar, kemalistlere göre
herşeyden önce öğrenim, eğitim görmüş vatandaşlar top
luluğunun anlıyacağı, yapacağı işlerdir. Yoksa bütün bu
inanç ve ilkeler, bunlara dayanan rejim, havada kalır. O
halde kemalistler için halkın eğitimi ve öğretimi sorunu,
doktrinleri ve kurdukları devlet açısından hayatsal bir
sorundur; bir ölüm kalım sorunudur.
Rejimin temel ilkeleri bakımından böyle olduğu gibi,
devletin içinde bulunduğu ekonomik zorluklar açısından
da eğitim ve öğretim sorunu, kemalistlere başlıca çözüm
olarak gözükmüştür. 1923 - 1935 yıllarında çeşitli ekono
mik yöntemler uygulanmak istenmiş, bir burjuvazi, bir özel
endüstri yaratılmaya çalışılmış, zorluklarla karşılaşılınca
devletçiliğe önem verilen bir karma ekonomi sistemi de
nenmiş, devletçilik devlet kapitalizmine dönüşmeye yüz tut
muş, Dünya ekonomik buhranının etkileri ülkenin ekono
mik durumunu büsbütün sarsmış, kısacası 1935’e kadar
ekonomik açıdan yüz güldürücü yeterlikte bir atılım sağ
lanamamıştır. Alt yapı devrimlerine girişmek ise çeşitli ne
denlerle başarılamamış, üretimin arttırılması, böylece
ekonomiye olumlu yönde katkıda bulunulması için çağdaş
üretim yol ve yöntemlerinin öğretim yoluyla halka anlatıl
masından yarar umulmuştur.
O halde kemalistleri 1935’de güçlü bir öğretim ve eği
tim atılımına iten nedenler bir değil, bir çoktur. Bunlar
derece derece ve çeşitli siyasal kümeler tarafından değişik
ölçülerde değer ve önem kazanarak, bu atılıma girişilmesi
ne yol açan düşün ve politika ortamını hazırlamışlardır.
Örneğin belki bir küme pratik açıdan, bozuk ekonomik du
rumun üretim arttırılarak düzeltilmesine öncelik verirken,
başka bir topluluk da yeni kültür değerlerini halka benim
setme bakımından eğitim ve öğretim atılımım benimsemiş
olabilir. Şüphesiz ki, daha sonra da, bunlara atılımı yü
rütme görevi ile işbaşına getirilecek kişilerin kendi görüş,
inanç ve amaçları katılacaktır.
Ortamı hazırlıyan nedenler bu kadar çeşitli iken, köy
enstitüleri girişimini, sonradan bazı yorumcularca yapıl
dığı gibi, örneğin «ucuz asker yetiştirmek», «rejimin silahşörlerini yaratmak», «CHP militanlan bulmak», v.b. gi
bi yorumlarla açıklamaya kalkmak, tarihsel gelişimi, koşul
ları ve olaylan çok basite indirgiyerek değerlendirmek olur.
Kammıza göre bu konudaki gerçek, bu kadar basit kalıplar
için de tanımlanamıyacak kadar çok yönlü ve girifttir.
iktidardaki topluluklar ve kümeler hangi inanca ve
ya zorlamaya öncelik tanımış olurlarsa olsunlar, 1935’lerde, Cumhuriyetin kurucusunun, sorunu bütün tarihimiz
boyunca hiçbir düşün adamına, politikacıya, eğitimciye
nasip olmamış bir açıklıkla anlattığı rejimin temel ilkesi
niteliğindeki şu sözlerinin siyasal baskısını duydukları da
bir gerçektir'6’:
« ...Türkiye’nin sahibi ve efendisi kimdir? Bunun ce
vabını derhal birlikte verelim. Türkiye’nin hakiki sahibi
ve efendisi hakiki müstahsil olan köylüdür. O halde herkesden daha çok refah, saadet ve servete müstehak ve la
yık olan köylüdür. Binaenaleyh, Türkiye Büyük Millet
Meclisi Hükümetinin iktisadi siyaseti bu asli gayeyi sağla
maya matuftur. Efendiler, diyebilirim ki, bugünkü felaket
ve sefaletin tek sebebi bu gerçeğin gafili bulunmuş olmamız
dır. Filhakika yedi asırdan beri cihanın dört bir köşesine
sevkederek kanlarını akıttığımız, kemiklerini yabancı top
raklarında bıraktığımız ve yedi asırdanberi emeklerini elle
rinden alıp israf eylediğimiz ve buna mukabil daima tah
kir ve tezlil ile mukabele ettiğimiz ve bunca fedakarlık ve
ihsanlarına karşı nankörlük, küstahlık, cebbarlıkla uşak
seviyesine indirmek istediğimiz, bu gerçek sahibin huzurun
da bugün utanç ve saygı ile hakiki durumumuzu alalım...»
■ ilköğretim Çıkmazı ve Tonguç
1935’lerde eğitim ve öğretim alanında önemli işlere
girişilmesine yol açan koşullan Tonguç’un nasıl değerlen
dirdiğini görelim:
Onun «ilköğretim Kavramı», «Canlandırılacak Köy?»
gibi kitaplarında Türkiye’deki eğitim hareketlerinin tarihi
incelenirken, çağdaş anlamda ilköğretim çahşmalannı ülke(*) A ta tü r k ’ü n 1 m a r t 1922 d e T .B .M .M .ıün ü ç ü n c ü to p
la n tı y ılın ı a ç ış k o n u şm a sın d a n .
mizde tanzimat ile başlattığı görülür. O halde ilköğretimi
yaygınlaştırmak, çağdaşlaştırmak sorunu da batıklaşma
düşünü ile birlikte ortaya çıkmıştır. Tonguç bu yöndeki
çalışmaları ayrıntıları ile anlatarak ve eleştirerek Cumhu
riyet dönemine kadar getirir. Eleştirilerinde öne sürdüğü
başlıca noktalar, çok kısa olarak, bütün tanzimat hareket
leri gibi, bu alanda da batının körükörüne kopya edilmeye
kalkışılması, ulusal ve laik bir eğitim yönteminin bir türlü
benimsenememesi, öğretimin ve eğitimin yaygınlaşmasını
sağlıyacak örgütlerin bir türlü kurulamamasıdır. Bu ge
lişimden şu anlaşılmaktadır: Daha tanzimatın başlangıcın
dan beri aydınlarımızın ilericilik programı içerisinde bir
eğitim ve öğretim sorunu da vardır ve bu önemli bir yer
tutmaktadır. Ama cumhuriyet dönemine kadar kalkışılan
bütün ilericilik ve batıcılık hareketlerinde olduğu gibi,
bunda da başarılı olunamamıştır. Cumhuriyetin kurucuları
bu sorunu kendi programlarına da almışlardır. Yeniden
başarısızlığa uğramamak için, Cumhuriyetten önceki hare
ketleri başarısızlığa uğratmış yanılgılara, körükörüne batı
hayranlığına, taklitçiliğe, kopyacılığa düşmeden işe giriş
mek ve kendi kaynağına, Türk ulusuna dönmek, ona
inanmak, çözümleri onda aramak gereklidir. Cumhuriyeti
daha önceki dönemlerden ayıran bu ilkeleri eğitim alanında
ki girişimlerde de uygulamalıdır.
Tonguç yeni rejimi eğitim alanında çalışmaya iten
nedenleri kendince şöyle yazar<7): «...Anadolu'da yeni bir
halk devleti kuruldu: Türkiye Büyük Millet Meclisi H ükü
meti... Son yüzyılın çeşitli olaylarından büyük dersler
alınmıştı. Gerçek hayatın içinde, halkın arasında, onunla
mukadderat birliği yaratarak yetişmiş olanlar, bu dersler
de öğrendiklerini uygulayacaklardı. Onların kafalarına yer
leşmiş olan bilgiler, dünya görüşünden mahrum bazı tini
n i C a n la n d ırıla c a k K öy, t . H a k k ı T o n g u ç, R e m z i k ita b -
evi, İ s ta n b u l 1947, s. 258.
versite hocalarının öğrencilerine ezberlettikleri aşırma bil
gilere benzemiyordu. Devrimciler, bütün bilgileri halk deni
len tükenmez kaynaktan, memleket denilen gerçeğin taşın
dan toprağından, suyundan havasından almışlardı. Onun
için bunlar, halk idaresine dayanan bir devlet kuramadık
ları takdirde, kurtuluş savaşlarında kazanacaklarını ve el
lerine geçen dümeni yeniden Osmanlı ricaline kaptırabileçeklerini kestiriyorlardı. Bundan ötürü bir taraftan savaşa
devam ederken diğer taraftan da halk hakimiyetine daya
nan devletin temelini atmaya uğraşıyorlardı... Kurtuluş sa
vaşları sona erince vakit geçirmeden memleketin bütün
davaları birer birer ele alınarak yeni rejimin ilkelerine gö
re çözülmeye başlanacaktı. Bu kolay bir iş değildi. Çünkü
evvela yapılacak işleri bilen bol insan yoktu. Onun için
ister istemez mevcuttan faydalanma yolu tutulacaktı. Onla
rın çoğu da halk idaresi ilkesine göre iş görmeye alışmadık
ları için, yeni mana ve amaçlı işleri tutmıyocaklar, fırsat
buldukça baltalamaya kalkacaklardı. Eğer onlarla yetinilirse giinün birinde devrim bunların ellerinde, hızını kaybede
rek tehlikeye düşebilirdi. Bu sebepten devrimin, ne yapıp,
yapıp, bir taraftan Atıadoludaki genç ve münevver züm
reye ülküsünü benimsetmesi, diğer taraftan da kendi nes
lini yetiştirmesi, bu rejime bağlı bir gençliğe süratle kavuş
ması lazımdı...-»
Daha sonra Tonguç, Atatürk’ün eğitim alanındaki dü
şünlerine değinerek şöyle der(8): «...B u yıllarda bir tek bü
yük insan herkesten ayrı düşünüyordu. Yalnız o, bu zama
na kadar söylenen ve yazılan fikirlerden ayrılarak gerçek
teki Türkiye'yi ilgilendirecek kuvvette sözler söylüyordu:
Mustafa Kemal.» ve Atatürk’ün 16.7.1921’de söylediği şu
sözleri alır: (yazarın notu: Bugünkü dile çevrilmiştir)
«.. .Şimdiye kadar izlenen öğrenim yöntemlerinin ulusumu
zun tarihsel geriliğinin en önemli nedeni olduğu kaiusın<*> a.g .e. s. 298
dayım. Onun için bir ulusal eğitim programından söz açar
ken, eski çağın bütün hurafelerinden sıyrılmış, yaratılı
şımızın özellikleriyle hiç de ilgisi olmıyan, yabancı düşün
lerden, doğudan ve batıdan gelen her türlü etkilerden hep
ten uzak, ulusal karakterimiz ve tarihimize uygun bir kül
tür kastediyorum.» Bundan sonra Tonguç, « ...Demokra
siyle idare olunacak Cumhuriyet Türkiye’sinin, yani halkın,
halk için halk tarafından idare edileceği bir memleketin
eğitim planını hazırlamak kolay mesele değildi...» der.
Yine Tonguç’un belirttiği, çağın Maarif Vekili Şükrü
beyin (Saraçoğlu) 28.2.1925’de T.B.M. Meclisindeki bir
konuşmasındaki şu sözler ilginçtir'9’: « ...Büyük Millet
Meclisi tarafından kabul ve ilan edilen bu yüksek pren
siplerin milletimize ve memleketimize azami faydayı te
min edebilmesi, herhalde çok nazik ve hassas olduğundan
kimsenin şüphesi olmıyan demokrasi makinasının muntaza
man ve daima işliyebilmesi, hiç şüphe yok ki, maarifimi
zin, maarif makinamızın şuurlu ve hummalı bir şekilde
çalışmasıyla kaabil olacaktır...»
Daha sonra Maarif Vekili Mustafa Necati’nin 9.2.
1926’daki bir demecinden şu tümceleri almak isteriz'10’:
« ...Vekaletin en büyük faaliyet sahası olarak İlk Tedrisat
gelir. Bütün vatandaşların devlet vazifelerine iştiraklerini
temin için mecburi tahsilin tamamen tatbiki şarttır. Bu
tahsilin çocuklara iş zevki verebilecek bir şekle ifrağı mem
leket için bir meselei hayatiyyedir. İktisadi münasebetlerin
beynelmilel pek keskin bir hal aldığı bu asırda, çocukların
iktisadi kudretlerinin inkişafını ihmal edemeyiz...»
Tonguç bu dönemdeki gelişmeler konusundaki kendi
düşünlerini şöyle anlatır'1” : «...1926 ilkokul programlarm
da saptanan pedagojik ilkelerin gerçekleştirilmesi için giri
şilen işlerden, yeni Türk harflerinin kabulü üzerine ümmi
likle mücadele için yapılan seferberlikten, inkilabın sosyal
ve ekonomik hayata taalluk eden birçok hamlelerinden son
ra, artık Cumhuriyeti pekleştirmeye yarıyacak işlere sıra
gelmişti. İlköğretim alamnda ve öğretmen yetiştirme prob
lemi üzerinde bilimsel esaslara dayanarak, ciddi ve köklü
çalışmalara başlamak lazımdı. Eğer bu yapılamıyacak,
onun yerine günlük gelip geçici işlerle avunulacak ve vakit
geçirilecek olursa, yeni mana taşıyan, devrimin eserleri
olarak meydana getirilen, öğretimin birleştirilmesi, harfle
rin değiştirilmesi, ümmilikle savaş gibi eğitim işleri, klişe
şeklinde ve taklidi mahiyette teşebbüsler olmaktan ileri geçemiyeceklerdi. Hiçbir kuvvete baş eğrhiyen zaman, süratle
yılları üstüste yığarak geçip gidecekti. Bu arada devrim
ciler yaşlanacaklar, türlü sebepler yüzünden belki de hız
larım gevşetecekler, tepkici ve azgın kuvvetlerle karşıla
şacaklar, nihayet eceli gelenler beklenmiyen zamanlarda
öleceklerdi... Bu korkunç olaylarla karşılaşmadan önce
devrimi her zaman ayakta tutacak sağlam temellerin atıl
ması elzemdi. Bu bakımdan eğitim işi en başta gelen ana
davalardan biri idi. Onun için bu davayı her türlü gelip
geçici heveslerden, politika oyunlarından, rutinin uyuştu
rucu tuzağından, gelenek ve göreneklerin zararlı etkilerim
den koruyarak, bilimsel esaslara göre yürütmek, mutlak
surette lazımdı. Ancak böyle hareket edilmekle ebedi de
ğer olarak kabul edilen bilimsel düşünme, her türlü şart
lar altında doğruya inanma, adaleti sağlama, güzeli sevme,
çağımız uygarlığına bağlanma, eşit hakları geniş halk yı
ğınları arasına yayma mümkün olabilecekti. O zaman ileri
de, her türlü şartlar içinde, devrimin ana prensiplerini can
la başla koruyacak insan sayısı çoğalacak, ülküler bir nevi
halk felsefesiyle beslene beslene yıkılmaz fikirler, ilkeler ve
alışkanlıklar haline geleceklerdi. ..»
Yine Tonguç’a göre(12): «...Devrim zamanlarımn eği
tim siyaseti bilimsel esaslara uyularak saptanacak olursa,
ileride karşılaşılması ihtimali bulunan menfi hallerin hepsi
ni önceden kestirmek ve bunlara meydan vermemek için
tedbir almak mümkündür. Nitekim Cumhuriyetimizin ilk
yıllarında maarif işlerimizi düzenlemeye yarıyacak incele
meleri yapmak ve ondan sonra rapor vermek üzere Tür
kiye'ye getirtilen ecnebi uzmanların hemen hepsi, hangi iş
ler ne şekilde tutulup yürütülürse iyi neticeler alınacağını,
hangi meseleler bilimsel esaslara dayanılmadan ve onların
icabları yerine getirilmeden yürütülmeye kalkışılırsa kötü
ve sosyal bünye için bir felaket derecesinde zararlı sonuç
larla karşılaşılacağım raporlarında açıkça işaret etmişler
di. Buna rağmen onların pek değerli tavsiyeleri, raporların
verildikleri tarihlerde değil, hatalar göze çarpmaya başla
dıktan sonra değer kazanmışlardır...»
Bundan sonra bir türlü çözümlenemiyen ilköğretim
sorununun toplumsal yapı gereği birinci derecede köy so
runu ve köyde duracak, köye yararlı olabilecek öğretmen
yetiştirme sorunu olduğunu, ama o dönemin eğitim çalışma
larını yönetenlerin bu sorunları gerçekçi bir gözle göreme
diklerini, örneğin köyü güzellikler, mutluluklar içinde şen
likli bir yer sanacak kadar «gaflet içinde» olduklarını ve
«...her türlü uygarlık vasıtalarından ve sağlık teşkilatından
tamamen mahrum bulunan köylerde açılan, açılacak olan
okulların bir sağlık merkezi, sosyal hizmetler ve ihtiyaç
lar için de bir organ haline getirilmesi noktaları üzerinde
ciddi olarak durulmadığı, köy okulunun tarla, bahçe, ahır,
kümes, işlik gibi vasıtalarla teçhizedilerek onun bağrında
küçük ve tarımsal bir işletmenin yaratılması, bu okullar
için kabul edilmiş olan öğretim programının ancak böyle
bir kurumda uygulanabileceği kestirilemediği.. .(13)j>ni be( W a-g.e. s. 393-394
i*3) a-g.e. s. 397
lirtiyor. 1934 yıllarında ilköğretim işlerinin bir çıkmaza
saplanmış olduğunun hükümetçe de anlaşıldığını bildirerek
Başbakan İnönü’nün bu konuda 13. M art 1934’de CHP
grubunda yaptığı bir konuşma ile bu kanışım belgeledik
ten sonra, şöyle yazıyor'14’: «...Parti grubunca bu iş için
seçilen bir komisyon problemi inceliyerek düşüncelerini
anlatan raporunu hazırladı. Bu raporda meseleyi kökden
ve süratle halletmeye elverişli tedbirler yoktur... Mesele
iç politikanın pek üzücü ve can sıkıcı bir konusu olarak,
1936 yılına kadar çeşitli komisyonlarda sürüklendi, dur
du.»
Daha sonra Tonguç «İlköğretim hamlesi niçin durak
ladı» başlığı altında yetkililerin birçok uyarmalara rağmen
ilköğretim sorununa hazırlıksız olarak girdiklerini ve okur
yazarların böyle bir sorundan «habersizmiş gibi, pasif bir
durum takındıkları»m anlatır ve şöyle yazar'15’: «...Maarif
Vekilliği önemli ve yeni işler için (ilham kaynağı) olama
dıktan başka, çevredeki yeni pedagoji hareketlerini de hoş
görmemeye, sempati ile karşılamamaya başladı...» Ve
Tonguç bu olaylara «İçişleri Bakanı ile ilgili olduğu söy
lenen şu zihniyetin menfi etkileri de katıldı...» diyerek
öğretmen demeklerinin kapatılmasından yakınır, bazı öğ
retmenlerin izlenmesine değinir ve «...Bunu hisseden ve
anlıyan öğretmenler, pedagojik mahiyette bile olsa, her
türlü yenilik hareketlerinden el etek çekerek meydanı, gün
lük ve şahsi menfaate müstenit politika gütme hevesinde
olanlara terke tiler. Bu olay İstanbul! da ve büyükçe A na
dolu şehirlerinde gelişmeye başlıyan... her türlü yeni pe
dagoji hareketlerine son verdi... 1929’dan 1935 yılına ka
dar devam eden bütün çalışmalar yukarıda bariz vasıfları
belirtilen dekor içinde cereyan etti. Vekilliğin zihniyetini,
ilgilileri saran bunaltıcı havayı anlatabilmek için bu de
koru çizmeye lüzum vardı. Çünkü başka türlü, hızla baş
lanmış hareketlerin birkaç yıl içinde niçin durakladığım,
hangi olaylar yüzünden mahiyetini değiştirdiğini kavramak
mümkün olamaz...»
Biitün bu olumsuz gelişmelere rağmen, koşulların yö
neticileri bu sorunla uğraşmaya ittiğini belirten Tonguç(16):
«...Öğretmen yetiştirme meselesi yukarıda belirtilen şekil
de durgun ve cansız bir karakter alınca, ilkokullarda nor
mal çalışmalara yol verilemeyince, hayatın istekleri, idare
cileri bu alanda yeni işlere girişmek için zorluyordu. Bilhas
sa köy davası türlü vesilelerle sık sık ortaya çıkıyor, sürat
le el konulması icab eden bir problem olarak kendini his
settiriyordu. 1933 yılında, türlü sebebler yüzünden, Maarif
Vekilliği de bu davaya katılmak zorunda kaldı. Vekil R e
şit Galip, bu davaya el koymak istedi. Vekillikte yetkili
kişilerin katıldığı bir (köy işleri komisyonu) kuruldu, köy
de eğitim problemini incelemeye ve bu arada köye göre
öğretmen yetiştirme konusunu konuşmaya başladı... >
dedikten sonra, bu komisyonun vardığı sonuçları ayrıntıla
rı ile anlatır ve(17) «...Maarif Vekili Reşit Galip, 13.8.1931
tarihinde vekillikten ayrıldıktan sonra (köy işleri komisyonu)nun raporunda saptanan bu güzel fikirler de gerçek
leştirilmeden tatlı ve hoş bir rüyanın izlemleri gibi kaldı...»
der. Nitekim daha önce de Tonguç’un deyimi ile(18) «...ye
ni harflerin kabulü ile başlıyan büyük devrim gerçekleşti
rilmeye başlanacağı sırada, değerli Maarif Vekili M. Neca
ti» öldükten sonra onun giriştiği işler de durmuştu.
«1824’den beri ilköğretim için harcanan emeklerin
sonucu bu idi. 1934 tarihine kadar 110 yıl uğraşılmasına,
milyonlar harcanmasına rağmen, şehirde ve köyde ilköğre
tim gerçekleştirilememişti. Böyle hazin, korkunç sonuçla
karşılaşmak yüz kızartıcı bir haldi. Bu trajediden en çok
zarar gören köylü olmuştu... Nazariyelerden, teferruattan,
mugalatalardan, köksüz ve geçici icraatla övünmekten vaz
geçerek acı da olsa 1935’de köylünün kara bahtım ola
ğanüstü tedbirlere başvurarak değiştirmek gerektiğini açık
ça söylemek lazımdı. Çünkü köyler ele alınıp oralardaki
insanlar da, kültürün ve modern medeniyetin nimetlerine
kavuşturulamayınca Cumhuriyetin yarattığı, dayanmak is
tediği ülkü ve prensipler sadece birer tatlı rüya tesiri yapı
yor, günden güne değerlerini kaybediyordu. Halbuki onun
kurucuları, daha ilk yıllardan itibaren ilköğretimi yüzdeyüz gerçekleştireceklerim Esas Teşkilat Kanununa koyduk
ları bir madde ile millete vaat etmişlerdi.»m .
Görülüyor ki, 935’e kadar geçen dönem içinde
zaman zaman eğitim alanında ileri atılışlara kalkışılmış
tır. İlerici bazı Milli Eğitim Bakanlarının kısa süren görev
sürelerine rastlıyan bu çabşmalar, siyasal açıdan, CH P ik
tidarı içindeki ilerici aydınların ağır bastıkları dönemlerdir.
CHP içindeki koalisyonun gizli çekişmeleri ve siyasal güç
ler dengesindeki duyarlık, bu dengenin kolaylıkla ilerici ve
tutucu yanlara ağır basabilmesi eğilimleri bakımından bu
tarihsel gelişmeler ilginçtir. Tonguç’un övdüğü kısa süreli
ilerici çabalar ve bunları etkisiz yapan uzun süreli durak
lama dönemlerini böyle yorumlamak doğru olur sanıyo
ruz.
Tonguç daha sonra bu konudaki düşüncelerini şöyle
bitirir120': «...1935’e kadar geçen yıllar, öğretmen yetiştir
me meselesinde birçok bocalamalarla geçirilen yıllardır. Uz
manlar ilköğretim davasında yaranın mahiyetini anlıyarak
(yazarın notu: Tonguç’un burda kastettiği uzmanlar önce
likle Dewey ve Kühne’dir) hastalığa teşhis koydukları ve
tedavi çareleri gösterdikleri halde onların gösterdikleri yolda
gidemeyişimizin en önemli sebebi, bu işi idare edenlerin
gerçek hayatı, bilhassa gerçekteki köyü bilmemeleri veya
türlü düşüncelerle bilememezlikten gelişleridir...» Biz bu
nu rahatlıkla Bakanhk yöneticilerinin söz konusu olan
emekçi sınıfların dışında, onların hak ve çıkarlarına ilgi
duymıyan orta sınıf bürokratları oldukları şeklinde de deyimlendirebiliriz. Devam edelim: «O bilinmeyince, fikirler
ne kadar müşahhas misallerle anlatılırsa anlatılsınlar, bu
lunan tedbirleri uygulamaya imkan yoktur. Nitekim yukarıki raporlarla icraat arasındaki tezatlar bunu açıkça gös
termektedir. Mesela uzmanlar, İsrarla köy öğretmenine
mesken, köy okuluna arazi sağlanmasını istedikleri, köy
için ayrı öğretmen okulları kurulmasını teklif ettikleri hal
de, yetkili ve sorumlular buna lüzum görmemektedir. Ni
çin? Çünkü idare edenler rutinin etkilerinden kurtulamı
yorlar, şahsi durumlarını düşünerek, işin zahmetlerine kat
lanmak istemiyorlar, geçmeyi tasarladıkları mevkilere gi
den yolun üstünde engeller çıkacağından korkuyorlardı...
öğretmen yetiştirme işinin düzenlenmemesinden en çok
zarar gören yerler köylerdi... Köylü, şehirliler gibi sesini
çıkaramadığı için sorumlu makamlar, iş yapılmamış yılla
rı fazla rahatsız olmadan geçiştirebiliyorlardı... Yukarıda
ki sayfalarda yer alan yazılardan ve raporlardan açıkça an
laşıldığı gibi artık uzmanların fikirlerini, köylerimizin özel
liklerini, CHP’nin kararlarını, modern pedagojinin ilkelerini
göz önünde tutarak, köyü canlandıracak elemanı yetiştir
mek için esaslı tedbirler bulmak icabediyordu.»
■ Sonuç
Böylece yukarıda anlatmaya çalıştığımız nedenler, si
yasal ve tarihsel gelişmelerle, 1935 yıllarında CHP ikti
darının ilerici aydın kanadı, öğretim ve eğitim alanında
geniş bir çabaya girmek gereğini duyuyordu. Bütün koşul
lar böyle bir çabaya girişmek için gerekli ortamı hazırla
mışlardı. Kemalist rejimin bu yoldan sağlamlaşıp temelle
şeceğine inanılıyordu, iktidardaki ilerici aydınlar, eğitimin,
ülkülerini olumlu yolda geliştirecek en önemli araç olduğu
inancı ile yetişmişlerdi. Tarihsel gelişim ve Türk toplumunun sınıfsal yapısının özellikleri, güçlü bir yönetici sınıf
yahut ara tabaka ve ileri girişimlerin yukarıdan aşağıya ol
ması geleneği yahut zorunluğu, bir eğitim atılımma giriş
meye uygun koşullardı. Köklü alt yapı devrimlerine giriş
mek için, ezilen ve sömürülen sınıflardan hiçbir istek, hiç
bir baskı yoktur. Ayrıca iktidardaki ilerici aydınların koalis
yon ortaklarının bir eğitim atılımma direnmeleri olanağı
da köklü alt yapı değişimlerine girişileceği zamankinden
daha az olacaktı.
Eğitim gibi, alt yapı değişikliklerini kolaylaştırma,
hızlandırma etkisi olan bir üst yapı kurumu değişikliğine
girişilirken iktidarı ellerinde tutan grupların, kümelerin alt
yapı değişikliği sürecine olacak etki bakımından bekledik
leri, umdukları, herhalde farklı ve derece derece olumlu
idi. Aralarında bu konuda bir birlik, bir açıklık, bir uyuş
ma olduğu söylenemez. Daha sonraki gelişmeler bunun
böyle olduğunu göstermiştir. Ama konumuzun gelişmesi ve
tarihsel doğrultusu bakımından, bu konuda, yani girişile
cek üst yapı değişikliğinin niteliklerini alt yapı değişiklik
leri sürecini hızlandıracak, kolaylaştıracak şekilde sapta
mak, uygulamalarda bu noktayı özellikle göz önünde bu
lundurmak konusunda asıl önemli olan, bu kümelerin dü
şünceleri ve davranışları değil, eğitim ve öğretim atılımını
yürütecek yöneticinin düşün ve inançları idi. Alınacak so
nuca ve Türk toplumunun toplumsal ve siyasal gelişimine
yapılacak etki buna bağlıydı. O halde sorun, son olarak
atılımı yönetecek kişi ve kişilerin, ellerine verilen bu olana
ğı alt yapı değişimini sağlama yönünde ne ölçüde ve ne
derece bilinçle kullanacakları noktasında düğümleniyor
du.
İşte bu noktada yürütme işinde birinci derecede gö
revli olan I. Hakkı Tonguç’u ve düşünlerini incelemeye
sıra gelmiştir.
2
Tonguç'un Kişiliği
ve Atılımı
■ Tonguç’un Yaşamı
Tonguç’un kişiliğini incelemeye geçmeden önce, ya
şamı konusunda bilgi vermek istiyoruz:
İsmail Hakkı Tonguç 1897 (?)(1) yılında Tuna kıyısın
daki Silistre ilinin Totrakan sancağının Tataratmaca kö
yünde dünyaya gelmiştir. Ülkesi, Balkanların Dobruca böl
gesinin güney batı ucundadır. Dobruca’daki Türk asıllı
halkın iki kökeni vardır: Bunlardan birincisi şudur: Baş
langıcı aşağı yukarı Anadolunun Türkler tarafından işgal
edildiği XI. yüzyılda olmak üzere, birbirini izliyen dalga
lar halinde kuzeyden, güney Rusya üzerinden göçen peçenekler, uzlar, kumanlar gibi Türk kavimleri Dobruca böl
gesine gelip yerleşmişlerdir, ikinci olarak, daha sonraları,
ortalama XIII. yüzyıldan sonra, yine çeşitli savaşların so
nucu ve dalgalar halinde, güney Rusya ve Kırım tatarları
bu bölgeye göçmüşlerdir. Ayrıca Osmanlı işgalinden sonra,
Anadoludan getirilen oğuz Türkleri, Dobrucanm bu yerli
(i) Y a z a rın n o tu : T o n g u ç ’u n d o ğ u m ta r i h i ta r tış m a lıd ır ;
1893 de o labilir.
leşmiş kavimleriyle karışmışlardır. Günümüze kadar Dobruca’da etnik olarak başlıca iki ana grup görülmektedir:
Türkler ve Tatarlar. Bu gruplar, Dobruca Osmanlı İm pa
ratorluğundan ayrıldıktan sonra zaman zaman ve çoğu kez
Osmanlı - Rus savaşlarının etkisi sonucu Anadoluya göç
müşler, en çok da Eskişehir, Polatlı, Ankara yörelerinde
yerleşmişlerdir. Bugün Dobruca’da sadece bir Türk ve
Tatar azınlığı kalmıştır.
Tonguç’un köyünün de içinde bulunduğu güney - batı
Dobruca bölgesi 1887’den sonra yarı bağımsız Bulgar
prensliği, 1908’den sonra da bağımsız Bulgaristan Krallı
ğının yönetimi altına girdi. Balkan savaşı sonunda, 1913’de
bu bölge Romanya’ya geçti. Birinci Dünya Savaşının başla
masıyla Romanya güney Dobruca’dan çekildi. 1919’da bu
bölge tekrar Romen yönetimine katıldı(2).
Kendisinin anlattığına göre Tonguç’un ana tarafı
Dobruca’da yerleşmiş Türklere, baba tarafı bir Osmanlı Rus savaşından sonra Kırım’dan göçmüş bir tatar ailesine
dayanıyordu. Kendi olanakları ile geçinmeye çalışan orta
halli bir köylü ailesi idi. Aüenin tarım alanındaki çalışma
larına katılan İsmail, köyünde ilkokulu ve Silistre’de Rüştiye’yi bitirdikten sonra öğrenimini sürdürmek istedi. Bir
iş gücünü elden çıkarmak istemiyen babası buna karşı idi.
Anası ile anlaşarak bir gece İstanbul yönünde yola çıktı.
Çoğu yaya geçen uzun bir yolculuktan sonra vardığı İs
tanbul’da birçok zorluklarla karşılaştı. Çağın Maarif Nazı
rı Şükrü beyin odasına girmeyi başararak, göçmen olduğu
nu, okumak istediğini anlattı. Bütün İstanbul hâlâ Balkan
savaşı sonunda gelmiş yoksul göçmenlerle doluydu. Kasta
monu öğretmen okuluna parasız yatılı öğrenci olarak alın
masını sağladı. Haydarpaşa’dan Kastamonu yönünde yola
(V D o b ru c a
k o n u su n d a b ilg i iç in : D o b ru c a v e T ü rk le r,
M ü ste c ib Ü lk ü sal, T ü rk K ü ltü r ü n ü A r a ş tır m a E n s
ti tü s ü A n k a r a 1966.
çıktığı zaman Birinci Dünya Savaşı başlamıştı (30 Ekim
1914). Adapazarı - Kastamonu arasında yine yaya yürü
dü. Daha sonra Kastamonu ve İstanbul öğretmen Okulla
rında okudu. 10.9.1918’de İstanbul öğretmen Okulunu bi
tirdi. 20 kadar arkadaşı ile birlikte öğrenimini sürdürmek
için Almanya’ya gönderildi. Fakat savaşın sona ermesi,
daha sonra Kurtuluş savaşı, Almanya’daki öğrenimini sık
sık kesintiye uğrattı. Böylece klasik bir eğitbilim öğrenimi
yapamadı. Resim - elişleri, Beden eğitimi ve iş eğitimi ko
nusunda kısa süreli seminer ve kurslara katıldı. Kurtuluş
savaşı sırasında ve savaştan sonra 1925 yıhna kadar Es
kişehir, Konya, Adana, Ankara öğretmen Okullarında re
sim - elişleri ve beden eğitimi öğretmenliği yaptı. 1926’dan
sonra Milli Eğitim Bakanlığı Levazım ve Ders Araçları
Müzesi Müdürlüğü görevinde bulundu. Bu görevi yürütür
ken, 1932 yılında Gazi Eğitim Enstitüsü Resim - Elişleri
bölümünü kurdu ve İlköğretim Genel Müdürü oluncaya
kadar yönetti. 3.8.1935-21.9.1946 tarihleri arasında İlk
öğretim Genel Müdürlüğü yaptı ki, konumuzla ilgili baş
lıca çalışmaları bu döneme rastlar. 25.9.1946 - 2.4.1949
arasında Talim Terbiye Kurulu üyeliği, 2.4.1949’dan son
ra Ankara Atatürk Lisesi Resim öğretmenliği görevinde
bulundu. 11.9.1950’de neden bildirilmeden Bakanlık emri
ne alındı. Danıştay’da yıllarca süren çeşitli davalardan son
ra 16.2.1954’de Danıştay, Bakanlık emri kararının kaldı
rılması gerektiği sonucuna vardı. 27.2.1954’de emekli oldu.
23.6.1960’da Ankara’da öldü.
■ Kişiliği
Hakkı Tonguç’un kişiliğini oluşturan öğeler nelerdir?
Çağdaşı birçok öğretmenin arasından niçin o, alışılmışın
dışına çıkarak yeni yollar, yöntemler aramaya kalkmıştır?
Gücünü hangi etkilerden, ne gibi koşul ve olaylardan ahr?
Herhangi bir öğretmen olarak kurulu düzenin içerisinde ra
hat ve silik bir yaşantıyı sürdürüp gitmekten onu alıkoyan
dürtüler, tutkular nelerdir? Kişisel yaşamını bozacak, raha
tını kaçıracak, bir çağın bütün bir eğitim sisteminin karşı
sına çıkacak güç nereden gelmektedir? Niçin dur durak
bilmez, sabahlara dek gözü uyku tutmaz, köyden köye
koşar?
■ Köylülüğü
Tonguç’un kişiliğinin gelişmesinde en önemli etken,
onun köylü oluşudur. Tuna kıyısındaki bir Rumeli köyü
nün orta halli bir köylü ailesinin çocuğu olarak o, çok kü
çük yaşlarda köyün ve köylünün sorunlarını tanımak ola
nağını bulmuştur. Sonradan köy enstitüsü girişimi sırasın
da karşısına çıkan ve çözülmesi gereken birçok konular,
onun çocukluğundan tanıdığı, içinde yaşadığı sorunlardı,
örneğin kendi çapında sosyolojik, ekonomik eğitbilimsel bir
köy incelemesi olan (Köyde Eğitim) kitabında, üzerinde
özellikle durduğu birçok konularda, çocukluğunda yer bı
rakmış derin izlerin etkisini bulabiliriz. Köyün ve köylünün
sorunlarının herşeyden önce ekonomik zorluklar olduğu,
bunların hayatsal önemi, köylü kadının bu sorunların alt
edilmesindeki önemli rolü ve buna ters düşen bağımlılığı,
bunun doğurduğu dramatik öğeler, köylünün ekonomik so
nucu olmayan ve dışarıdan gelen etkilere karşı gösterdiği
güvensizlik gibi örnekler, hep onun çocukluğunda aldığı
derin izlenimlerin sonuçlan olarak sayılabilir. Kendi yaşantılannın, sonradan incelediği konu ile çok yakından ilişkili
olması, onun incelediği konuya bir sıcaklık, bir insancıllık,
bir duygusallık katabilmesine yaramıştır. Bu, bir eğitbilim
denemesine girişecek bir kişi için çok gerekli bir öğedir.
Yalnız kuru sosyolojik ve ekonomik araştırmalara, yalnız
rakamlara dayanarak girişilmiş, buna duyguyu katamamış,
yoğurup şekil vereceği malzemenin, insanın acılarını, sorun
larını kendi içinde duyamayan bir eğitimci, yürüteceği eğitbilim denemesinden başarılı bir sonuç alamazdı.
Tonguç’un klasik okur yazarların etkisinden kopabil
mesine, bunların öğretisinden şüphelenerek yeni yollar anyabilmesine yol açan önemli etkenlerden biri de, işte bu
köye dışardan gelen, akıl veren, ama verdiği akıl çoğun
lukla işe yaramamış olan «yabancı»ya karşı güvensizlik
duygusunun, köylü çocuğu olarak çok erkenden onun kişi
liğine kök salmış olmasıdır.
İlginç olan nokta, Tonguç’da bu çocukluk izlenimleri
nin ve gözlemlerinin çok derin etkiler bırakmış olması,
bunların hiçbir zaman silinmemesi ve hayatının her dö
neminde karşılaştığı sorunları çözerken alışılmış okur -ya
zarın kullandığı ölçülerin çok dışında, çok daha sağlam ve
gerçekçi ölçüler kullanmasına yaraması, başka bir deyim
le, olaylara ve sorunlara her zaman bir «okumuş köylü»
olarak bakabilmesidir.
Böylece Tonguç, her zaman için köylü kalmış, için
den çıktığı sınıftan kopmamış, sınıf değiştirmemiştir. Onu
öğretmenlik yıllarından ve Bakanlıkta çalıştığı yıllardan
tanıyan Cevat Dursunoğlu’nun, «biz o zaman, yani soyad
ları yokken, Tonguç’u diğer İsmail Hakkılardan ayırmak
için, ona «köylü İsmail Hakkı» derdik, demesi dikkate
değer. Öğretmen ve Bakanlığın memuru olarak, çevresin
de, düşün, davranış ve bütün kişiliği ile bu etkiyi bıraktı
ğı anlaşılıyor.
Çocukluğunda, kendisinin öğrenimini sürdürmek iste
ğine karşı babasının gösterdiği direnç, Tonguç üzerinde
çok etkili olmuştur. Ailenin ekonomik yükünü sırtlamış
olan baba için, önemli olan gündelik ekonomik sorunların
çözülmesiydi. Ayrıca bu gerçekçi köylü babanın klasik okul
lardan yetişmiş okur - yazarlara hiç güveni de yoktu. On
ları gayet gerçekçi bir açıdan değerlendirerek, yalnız tüke
tici olmalan özelliği üzerinde duruyordu. Bunun için öğre
nime karşı idi. Buna karşılık, ailenin gündelik bütün acıla
rını ve sıkıntılarını yüklenmiş ana, bu acılar, sıkıntılar,
ekonomik zorluklarla dolu, hiçbir gelişme umudu, bir çıkış
noktası görülmiyen bu kapalı köy toplumundan oğlunu bir
an önce kurtarmak, onu yüzyıllardır hiç değişmemiş bir
yaşantıdan, bu tekdüze, bu ışıksız, bu bir türlü onulamıyan, bu «irezil» düzenden dışarı çıkarabilmek çabası için
de idi. Böylece ana işe karışınca, ekonomik zorluklar, he
saplar duruyor, insan, duygu, yardımseverlik, kurtarıcılık,
fedakarlık öne geçiyordu. Köylü çocuk, hayatının ilk önem
li kişisel sorunu ile bu ana - baba çekişmesi, bu dramatik
gerilim içinde karşılaştı. Ve zor, ama sonuç üzerinde en
büyük rolü oynamış kararını verdi: Bir gece anası, kötü
günler için herkesden gizlediği birkaç altınını oğlunun min
tanına dikerek, onu babasından habersiz, İstanbul yönüne
yolcu etti. Evden bir yan kaçıştı bu! Ananın insancıl, bi
linçli veya bilinçsiz olarak düzeni zorlıyan tutumu ile ba
banın boyun eğmiş, ekonomik koşulların baskısı altında
ezilmiş durumu arasındaki gerilim, sonradan köy enstitü
leri denemesinde Tonguç’un köyü değiştirmek, «irezilliği»
yok etmek için köylü anadan, köylü kızdan işe başlaması
na temel hazırlıyacaktır. Ana başkaldırmaya daha elverişli
idi. Yüzyıllardır babayı altetmişler, çeşitli yollardan ona bo
yun eğmesini belletmişlerdi ama, ana dayanmıştı. Hâlâ
içinde bir yer haksızlığa direniyor, başkaldınyor, düzeni
zorlamak istiyordu. Bu motifi sonradan köy enstitülü ya
zarlar, romancılar çok işlemişlerdir. Hemen her köy enstitülünün yaşantısında, araştırıldığı zaman, Tonguç’un en
sert şekli ile çocukluğunda karşılaştığı bu gerilimin, bu
ana - baba çekişmesinin benzerlerini bulabiliriz.
Tuna’dan İstanbul’a geliş, çoğu yaya olarak, haftalar
sürdü.
Tonguç îstanfcul’da, bu genç yaşında, çağının çürü
müş, bozulmuş, kokuşmuş Osmanlı düzeni ile ve sömü
rücü sınıfların temsilcilerini yakından, yaşantıları ile tanı
mak olanağım buldu. Bu dönemi kendisi anılarında anlatır(3). Osmanlı toplumunun bu üst katlarında oturanların
aşağılardakilere, öncelikle köylüye ne kadar küçümseme
ile baktıklarını, onu nasıl yalnız bir sömürme aracı say
dıklarını kendi okuma sorununun çözülmesinde karşılaştı
ğı güçlüklerle yakından gözledi ve bu gözlemler onda silin
mez izler bıraktı. Bu, onun kişiliğinin gelişmesinde ikinci
önemli öğedir, öyle ki, onda ilk sınıf bilincinin bu İstan
bul yaşantıları sırasında uyandığı söylenebilir. Kendisi,
parası yoksa, okuyacağına biletçilik yapmasını salık veren
bir paşanın konağından kovulduktan sonra, kapıda şöyle
düşündüğünü anlatır*4': « ...Bastonu ile bana kapıyı göster
di. Kaldırımda hazırol vaziyetinde onun çıkmasını bekle
dim. Çıktı, yüzüme bile bakmadan çekti gitti. Konak kapı
sının önünde buz kesildim... Yere düşecek gibi oldum.
Sonra kendimi toparlayarak yürümeye ve söylenmeye
başladım: Görürsün sen, parası olmayan okur mu okumaz
mı? Senin gibi budalalar yüzünden babalarımız cahil kal
mışlar, fakir düşmüşler. Okumak için herşeyi göze alaca
ğım, ne yapıp yaparak okumanın yolunu bulacağım. Be*
nim gibi zahmet çeken çocukların zahmetsizce okumaları
için ömrümün sonuna kadar çalışacağım. Koca paşa, se
ninle ömrün yeterse, eğer yirmi sene sonra karşılaşırsak
nasıl okuduğumu görürsün, yazıklar olsun senin paşalığı
na. .
Köylü başkaldırmaya başlıyordu.
Tonguç hayatının sonuna kadar İstanbul ve İstanbul’
un temsil ettiği sömürücü imparatorluk zihniyetine öfke
duydu. Cumhuriyet çağında da İstanbul’un sömürücü özel
liği giderilememişti. Tonguç’un gözünde o, amaçlarına ula<» T o n g u ç’a K ita p , İm e c e y a y ın ı, İ s ta n b u l 1961, s. 15-25.
(*) a.g.e. s. 18.
şamamış devrimi, bu devrimi baltalamayı temsil ediyordu.
İşbaşında bulunduğu sıralarda, önemli bir zorunluluk olma
dıkça, İstanbul’a gelmekten kaçınır, gezilerinde, İstanbul
çevresinde geniş bir kavis çizip, geçip giderdi. Çocukluk
ve gençlik izlenimleri daha sonraki davranışlarını her za
man şaşılacak derecede güçlü olarak etkilemiştir. Bu izle
nimlerin çok derin oluşu kişiliğinin özelliklerinden biridir.
■ Sıtuf Güvenci
Yine Tonguç’un gençlik yıllarında İstanbul’da yaptığı
ve sonraki düşünleri bakımından önemli olan bir gözlem
de şudur: Kendisinin ve kendi sınıfının sorunlarım çözüm
lemeye çalışırken aracı kullanmamak, yalnız kendine ve
kendi sınıfına güvenmek. Nitekim bu köylü gencin, aracı
lar tarafından aldatıldıktan, o birkaç altını da ahndıktan
sonra, tekbaşına Maarif Nazırına gidip, yine tek başına
yazdığı o çağın resmi diline hiç de uygun olmayan bir d i
lekçeyi Nazıra kabul ettirdiğini ve Kastamonu Öğretmen
Okuluna parasız yatılı öğrenci olarak alınmayı başardığı
nı görüyoruz.
■ Ülkenin Gerçekleri
Kişiliğini geliştiren üçüncü etken, İstanbul’dan Kas
tamonu’ya gidişi sırasında, ki çoğu yaya olarak geçmiştir,
Anadolu köylerinin bitkin, yoksul durumunu yakından
görmesidir. Böylece zaten bildiği köy gerçeğine, kendi ye
tiştiği Rumeli köylerinden daha da kötü durumda olan
Anadolu köylerini tanıması, yeni izler katmıştır. Rumeli’de
kullanılmayan kağnıyı ilek defa görüşü, evlerin, çeşmelerin
haraplığı, yolların bakımsızlığı, hayvanların ve insanların
düşkünlüğü, tarım araçlarının ilkelliğine köylü gözüyle ba
karak, çevresini acı ve şaşkınlıkla gözlediğini anlatır.
■ Sınıf Bilinci
Şimdiye kadar anlattıklarımızın onda sınıf bilinci
nin gelişmesini kolaylaştıran bir düşün ortamı hazırladığı
kanısındayız. Sınıfının yoksulluğu, ezilmişliği, sömürülmüşlüğünü iliklerinde duymuştu.
Köy enstitüsü girişiminin amaçlarından birisi, sınıfın
dan kopmayacak, kopamıyacak, sınıf değiştirerek, çıktığı
sınıfın çıkarlarını, haklarını savunmaktan vazgeçmiyecek
köylü aydın yetiştirmekti. Köy enstitüsü ilkelerinin birçoğu
bunu sağlamak için ortaya konmuştur. Köy enstitülü öğ
retmene toprak verilmesi, maaş dışı kazanç olanakları sağ
lanması, köye bağlı tutulması bunun örnekleridir. Bu ilke
lerin amaçları köy enstitüleri tarafından da iyi anlaşılama
mıştır. Hele bazı sol yazarlar, bu ilkeleri tamamen ters
anlamışlar, toplumsal gelişmeyi köy döneminde tutmayı
amaç güden, toplumsal gelişmeyi belirli bir süreçte dondur
mayı sağlıyacak girişimler sanmışlardır. Halbuki amaç, bu
toplumsal gelişmeyi hızlandıracak, sınıfından kopmamış ay
dını, sınıfının çkarlannı savunacak ve savunabilme olanak
ları olan aydını yetiştirmekti.
■ Öğretmen Okulunun Etkisi
Tonguç'un bundan sonraki gelişiminde rol oynayan
etken, o çağın Öğretmen Okullarındaki öğrenimi ve eğiti
midir. Kastamonu ve daha sonra İstanbul Öğretmen Oku
lunda bu çağın öğretmen okulları için tipik sayılacak bir
öğrenim ve eğitim görmüştür, özellikle İstanbul’daki öğ
retmenleri o çağın en iyi öğretmen okulu öğreticileri kad
rosu idi. Bunların öğrencilerine aşılamak istedikleri ana
inanç bize göre şudur: Osmanlı İmparatorluğu bozulma, da
ğılma yolundadır. Bunun nedeni batı uygarlığına giremememizdir. Ülke geri kalmıştır. Yetişmekte olan genç öğ
retmenlerin görevleri bu batıya yöneliş akımını yürüte
bilmek için halka gitmek, Anadoluda, köylerde çalışmaktır.
Orada nasıl tutunacaklar, ne yapacaklar, nasıl davranacak
lar gibi soruların karşılığı ise belirli değildir. Bütün bunlara
karşılık yurtsevgisi, ülkücülük gibi kavramlar romantik öğe
lerle süslenerek ileri sürülmekte, bu kavramların her zor
luğu yenmeye yeteceği aşılanmaktadır. Bu öğretinin so
nucu olarak, o çağda yetişmiş öğretmen kuşağı halka gitme
yi, halka batı uygarlığının üstünlüklerini anlatmayı (bun
lar anlatılınca halk hemen o yöne dönecek sanılıyordu)
kendisine ülkü edinmiştir. Bunu yapmak için de elinden
geldiğince ülkücü, fedakar ve yurtsever olacaktır. Şüphe
siz ki, bütün bu öğretinin zayıf noktası, çoğunluğu kent
orta sınıfından gelmiş fju aydınların, halkla, yani çoğun
luk olarak köylü ile nasıl birlikte yaşıyabilecekleri, ne gibi
yollardan onu uyarıp «bağlaştıracakları» idi. Ülkücülük ve
yurtseverliğin yalnız başına bunları başarmaya yetmesi pek
iyimser bir düşündü. Böyle tepeden inme bir uyarma ve
uyandırma işlemi olanağı var mıydı? Bütün hesap, köylü
nün, halkın, hiçbir şey bilmediğine, doğrular kendisine an
latıldığı zaman, istenilen yöne dönüvereceğine dayanıyor
du. Halkın, köylünün, kendi sorunlarını çözmekte dene
melerden gelme bir takım ampirik bilgileri olduğu, o çağ
aydınına çok ters gelen tutum ve davranışının da bir ta
kım ekonomik nedenleri bulunduğu üzerinde kimse durmu
yordu. Tonguç’un sonradan başkaldıracağı, karşı çıkacağı,
işte kendisine de kabul ettirilmeye çalışılan bu öğretidir.
Niçin diğer arkadaşları gibi bu öğretiyi, tartışmasız, şüp
hesiz benimseyip bütün hayatı boyunca sürdürmedi? Bir
noktada doğruluğundan şüphelendi? Bunun karşılığını daha
önce etkilendiği ve yukarıda değindiğimiz olaylar ve bun
dan sonraki gelişiminde bulabiliriz.
Böylece romantik ülkücü bir öğretmen kuşağı yetişi
yordu. Bunlar, olanca iyi niyet ve hızlarıyla Anadoluya
gidiyor, ama Anadolunun sert gerçekleriyle karşılaşınca,
yalnız ülkücü olmak ve yurtseverlik bunların üstesinden
gelmeye yetmiyor, çoğunluğu büyük kentlere geri gelebil
menin yollarını aramaya düşüyordu.
O kuşağın romantik ülkücülüğü, ki onların belirme
miş, kristalleşmemiş, çeşitli doktriner eğilimlere sapmaya
uygun, yüzeysel ve noksan dünya görüşlerinin, felsefeleri
nin yanında tek ortak özellikleri ve işlenebilir yanları idi,
daha sonraları Tonguç tarafından onların köy enstitüle
rinde işe sürülmeleri için başarı ile kullanılmıştır. Başarı
ile kullanmıştır, çünkü kendisi de aynı öğreti ile yetiştiği
için, onları nerelerinden yakalıyacağmı çok iyi biliyordu.
Enstitülerin kuruluş yıllarının maddesel olanaklarının kıt
lığı, yokluğu içinde, bu romantik ülkücülük gerçekten işe
yaramış, çok zor koşullara dayanma gücünü, kurucu öğ
retmen ve müdürler buradan almışlardır. Ama aynı roman
tik ülkücülüğün daha sonra göreceğimiz şekilde, 1960’dan
sonraki gelişmeler sırasında olumsuz etkileri de olmuştur.
Tonguç, onları bu yandan yakalayıp çalışmaya sürer
ken, aynı koşullar içinde yetişmiş olan kendisinin bu yö
nünü elinden geldiğince frenleyip, baskı altına almaya,
olaylara ve gelişmelere bu romantik ülkücü gözüyle değil,
gerçekçi materyalist bir açıdan bakmaya çalışmıştır. Tür
kiye’nin eğitim sistemi üzerinde eleştirilere ve yeni sistem
tasarıları yapmaya girişirken, önce kendi kişiliği üzerinde
o eski sistemin izlerini, etkilerini yok etmek için çabalamış
tır. Tonguç’un ilk öğretmenlik yıllarındaki düşün ve duy
gularını, ve tipik öğretmen okulu öğreniminin izlerini gös
termesi bakımından Sadık isimli bir okul arkadaşına yazmış
olduğu bir mektubu alıyoruz. Mektubun tarihi 13 Temmuz
1337 (1921)’dir, Antalya’dan yazılmıştır*5': «...Aziz kardefs) Ö zel a rş iv . T o n g u ç’u n S a d ık is im li b ir o k u l a r k a d a ş ı
n a y a z d ığ ı m e k tu p . (Y a z a rın n o tu : B u m e k tu b u n e li
m iz e g e ç m e sin i s a ğ lıy a n sa y ın R a u f İ n a n a te ş e k k ü r
e d e rim ).
şim, sizi ilk ayrıldığınız zaman... (yazarın notu: bir söz
cük okunamadı) gittiğiniz için takdir etmiştim. Şimdi kimbilir hayatın ne kadar darbelerine tahammül ederek, hâlâ
orada miitevaziyane bir hayat geçirdiğiniz için taktir ediyo
rum, demiyeceğim. Çünkü bu kelime zannediyorum ki,
fikrimi anlatmaya kadir değildir. Onun için şayam tak
dirsiniz diyeceğim. Ben Eskişehir’de bulunduğum müddet
çe köylülerle sık sık temasta bulunduğum için iptidai mual
liminin ne kadar fedakar olduğunu pekala anladım. Ve si
ze yegane ve acizane tavsiyem şu oluyor: Devam ediniz
azizim: Ankara'ya kongre için gitmek arzusunda bulundu
ğunuzu işittim. Şimdilik sarfı nazar ediniz. Beyhude mas
raf etmiş olursunuz... Eskişehir’den çok memnunum, yine
oraya avdet edeceğim. Ben berayı seyyahat Almanya’ya
gidiyorum. Seminer adresi ile derhal mektup yazarsımz.
Arzularınız ne ise isaf etmek için çalışırım. Bizim feylesof
Fuad da benim ,yanımda. Sadık, mektep hayatım sık sık
hatırlıyoruz. İnsan eski hatıralardan uzaklaştıkça kıymeti
çok çok artıyor. Ömrümün sonuna kadar talebe olmak is
tiyorum. Fakat ne çare ki hepsi geçti. Zannederim sizin
yumuşak kalbiniz bu sözlerimden biraz müteessir olacak
tır. Fakat azizim, önümüzde herşeyden evvel (zavallı) bir
memleket meselesi var. Bunu manen ve maddeten kurtar
mak lazım. Bu vazifenin bayraktarları vaziy e tindeyiz. İnşal
lah bir gün mesut günler görür, şerefine yaşarız. Sadık,
hiçbir şey yapamazsak, şuna muvaffak olacağımıza katiyen
kaniyim: Bugün bütün yoksulluklara bürünmüş viran A nadoluda hiç olmazsa ihtiyarladığımız zaman bizim gibi dü
şünenleri ve çalışanları görür, bunlar bizim talebemiz, de
riz. Bu kafi değil mi kardeşim? Yolculuk dolayısıyla fik
ren pek yorgunum. Kusurlarımı affediniz. Oralarda bizi ta
nıyan arkadaşlar varsa hürmetlerimi takdim edersiniz. Es
kişehir Darülmuallimin muallimlerinden 815 numaralı mek
tep arkadaşınız İsmail.»
■ Yerli Düşünürlerin Etkisi
Bunu incelerken şimdiye kadar yayınlanmış kitaplar
da bulunabilecek ayrıntılara girmiyeceğiz ve klasik bir şe
ma izlemiyeceğiz. Daha çok bugün ilgi çeken ve tartışma
konusu olan ilişkileri ve esinlenmeleri geniş olarak incele
meye çalışacağız.
Tonguç’un gelişiminde yerli düşünür ve eğitkenlerin
etkisi, payı nedir? Bu sorunun karşılığını onun kitapların
da kolayca bulabiliriz. Tonguç kimlerden ve hangi düşün
lerden esinledindiğini kitaplarında açık açık yazmıştır. Bu
rada Namık Kemal’den İsmail Hakkı Baltacıoğlu’na kadar,
kendi çalışmalarına yardımcı olabilecek her türlü düşünü
söylemiş kişilerden elinden geldiği ölçüde yararlanmaya
çalıştığı görülür. Kitaplarında geniş olarak Esat efendi,
Saffet paşa, Namık Kemal, Cevdet efendi, Mithat paşa,
Ahmet Mithat efendi, Emrullah efendi, Satı bey, Ziya Gökalp, İsmail Hakkı Baltacıoğlu, Etem Nejat, Nafi Atuf
Kansu gibi kişilerin eğitimle ilgili düşünlerine, önerilerine
geniş yer vermiş, bunu yaparken onların birbirinden çok
farklı siyasal düşün ve kanılarına değil, kendisini ilgilendi
ren alanda işine yanyabilecek birşeyler söyleyip söyleme
diklerine değer vermiştir. Burada genel sonuç olarak Ton
guç’un kendisine yararlı olabilecek her çeşit düşüne karşı
çok açık olduğu, önyargılarla yahut çevrenin değer ölçü
leriyle etkilenmediği söylenebilir. Bu kişiler ve düşünleri
arasında, etkileri bakımından ön plânda geldiklerini san
dıklarımız üzerinde duracağız.
Ülkenin gerçeklerini iyi değerlendirebilmesi ve böy
lece uygulamaya elverişli çözüm yollan getirebilmesi yö
nünden İsmail Mahir efendinin eğitim tarihimizde önemli
bir yeri olması gerekir. Meşrutiyet çağının en ilginç düşün
adamlarından birisi olan İsmail Mahir efendinin öğretmen
yetiştirilmesi konusundaki düşünleri köy enstitülerinin bazı
önemli ilkelerinin temeli olacak niteliktedir. Ne var ki, Ton
guç’un, işbaşında bulunduğu sırada İsmail Mahir efendi
konusunda geniş bilgisi yoktu. 1. Mahir efendi, klasik bir
eğitimci olmadığı için, klasik yazarlarca üzerinde pek az
durulmuştur. Nitekim bilgisi olmamasından ötürü, Ton
guç’un «Canlandırılacak Köy» kitabında bu konuda önemli
birşey yoktur. Herhalde onu yalnız öksüz yurtlarının kuru
cusu olarak tanıyordu. Ancak 1946’dan sonra Tonguç, 1.
Mahir efendinin çalışma, düşün ve çabaları üzerinde dik
katle durmuş ve onun önemini belirtmeye çalışmıştır*6'.
Bu bakımdan, bu çok önemli ve bir bakıma köy enstitüle
rine kadar varan gelişmenin köşe taşlarından birini meyda
na getiren 1. Mahir efendinin ancak 1946’dan sonra Ton
guç üzerinde önemli etkileri olduğu söylenebilir.
■ Ethem Nejat
Tonguç’un üzerinde çok etki yapan bir düşünür, Et
hem Nejat’tır. Sonraki tepkiler bakımından bu nokta önem
lidir. Ethem Nejat konusu, 1946’dan sonra, köy enstitü
lerinin komünist etkisi altında kurulduğu şeklinde suçla
malar yapılmasına yol açmıştır. Hatta aşın sağcılar Ethem
Nejat’ın eğitbilimsel düşünlerinin bir çeşit «komünist vasi
yetnamesi» olduğu gibi gerçeklere aykırı bir takım sav
lar ileriye sürmüşlerdir.*7' Tonguç’un, Ethem Nejat’ın han
gi düşünlerinden yararlandığı konusunda böyle dolambaçlı
suçlamaların hiç gereği yoktur. Bunları Tonguç’un kendi
si, uzun uzun, özellikle Canlandırılacak Köy*8' kitabında
(t) Ö ğ re tm e n
A n sik lo p ed isi v e P e d a g o ji
S ö zlü ğ ü . B ir
y a y ın e v i İs ta n b u l 1952, İs m a il M a h ir e fe n d i m a d d e si
s. 216-218.
P> T ü rk iy e ’d e S o sy a list v e K o m ü n is t F a a liy e tle r, F e th i
T ev eto ğ lu , A n k a r a 1967, s. 88, 100, 112, 113, 602-604.
(») C a n la n d ırıla c a k K ö y 1. H a k k ı T o n g u ç, R e m z i k ita b evi, İ s ta n b u l 1967, s. 234-245.
anlatmaktadır. Ethem Nejat’ın bu düşünleri ve önerileri
incelendiği zaman, en vesveseli bir gözle bile bakılsa, bun
larla komünizm arasında bir bağlantı kurulamaz. Sağcıların
böyle bir bağlantı kurmaya çalışmaları, tamamen kasıtlı,
bilimsellikten uzak, gündelik siyasal çıkarları gereği girişil
miş, her zamanki davranışlarına uygun bir suçlamadır.
Objektif bir gözle, Ethem Nejat’ın düşünlerinin çağma gö
re eğitbilim alanında ileri sürülen düşünlerin en ilerileri,
en gerçekçileri olduğu görülür. Tonguç’un Ethem Nejat’la
ilgilenmesi, birinci derecede bu yöndedir. Ayrıca Tonguç,
dürüst bir aydın ve eğitimci olarak sonraki siyasal kişili
ğinin ve girişimlerinin etkisi altında, Ethem Nejat’tan esir
genen ve hakkı olan yeri, Türk eğitbilim tarihi, içerisin
de ona vermenin çabası içindedir. Bunun ötesinde Tonguç,
bu değerli eğitimcinin bundan sonraki düşünsel gelişimi,
yaşantısı ve trajik sonuna da elbette ilgi duymuştur. Ton
guç’un bunu yaptığı çağlarda, Ethem Nejat’ın adını ağıza almak bile, insanın lekelenmesine yetecek bir suç idi.
Etem Nejat eğitim ile ilgili düşünlerinin bir kısmını
çalıştığı öğretmen okullarında (1911 - 1912’de Bursa Öğ
retmen Okulu ve 1912- 1914’de İzmir Öğretmen Okulu)
uygulamıştır. Tonguç bu çalışmalara geniş yer verir, bun
ları bulup çıkarmaya, değerlendirmeye çalışır. Örneğin, o
yıllarda bu okullarda Ethem Nejat’ın öğrenciliğini yapmış
olan bazı öğretmenlere başvurmuş, onlara anılarını anlattırmıştır. Bu çağlarda Ethem Nejat’ın ülkenin aydınlan tara
fından çok tutulan ve sevilen bir eğitimci olduğu anlaşılı
yor. Bu yıllarda ve daha sonraki Eskişehir Maarif Müdür
lüğü görevi sırasında, Ethem Nejat, olumlu anlamda bir
ulusçuluğu okullarda canlandırmak için çalışmış, çevre ge
zileri ve izcilik çalışmalan yaptırmış, Türkocaklannda ça
lışmış, spor çalışmalarında, törenlerde, rumlara karşı uy
gulanan alış - veriş boykotunun yürütülmesinde etkin gö
revler almış, öğrencilerin okul yönetimine katılmalan için
çalışmış, çevresinde bir hareket ve etkinlik yaratmıştır.
Bu anılardan anlaşıldığına göre, İzmir’de bulunduğu sı
rada, Ethem Nejat, Kolordu komutanı Pertev paşa, Erkanıharbiye Reisi Cafer Tayyar bey, Vali Rahmi bey, Va
sıf ve Necati beylerle yakın ilişkileri olan ve bunlar tara
fından çok sevilen bir kişiydi. Çağının eğitimcileri ara
sında en tutulanı, parlayanı idi. Sonradan Türkiye Komü
nist Partisi kurucuları arasına katılarak, Sürmene açıkla
rında Mustafa Suphi ile birlikte öldürülmesinden sonradır
ki, Ethem Nejat’ın adı tabu haline getirilmiş, 1946’lardan
sonra bile, onun doğru, yararlı bir takım düşünlerinden
esinlenmek suç sayılmak istenmiştir. Evet, Tonguç onun
eğitbilimsel düşünlerinden geniş ölçüde yararlanmıştır. Cid
di ve iyi niyetli eleştiricilere düşen bilim dışı bağlantılar
kurmak yerine, onun düşünlerini tartışmaktır. Biz, köy
enstitüleri konusunda Tonguç’un, Ethem Nejat’ın açıkça
belirttiği eğitbilimsel düşünlerinden yararlanmış olması ger
çeğini böylece saptadıktan sonra, birazdan hiçbir önyargı
ya kapılmadan onun Ethem Nejat’ın siyasal düşünleri ile de
ilgilenip ilgilenmediğini incelemeye çalışacağız. Daha ön
ce Tonguç’un Ethem Nejat konusundaki kanılarının özeti
ni verelim(9): «Ethem Nejat (1882 - 1920): Üsküdar idar
dişini bitirdikten sonra Yüksek Ticaret Okulundan mezun
olmuş, istibdat devride gazetecilik yapmış, Avrupa'ya ka
çarak genç Türklerle işbirliği kurmuş, II. meşrutiyetin ila
nından sonra öğretmenlik mesleğine girmiş, öğretmen oku
lu müdürlüklerinde bulunmuş; ilköğretimin gelişmesi amacı
ile ileri fikirler ortaya atmış, bunları gerçekleştirmek için
bilhassa çalışnuş (Menteşe, Eskişehir, Adana, İzmir ille
rinde Maarif Müdürlüğü yapmış), değerli ve ülkücü bir
eğitken. Ethem N ejafm eğitim ve öğretim alanında yap
m ak istediği yenilikleri şu şekilde özetlemek mümkündür:
<*) ö ğ r e tm e n
A n sik lo p e d isi v e P e d a g o ji
y ay ın e v i, İ s ta n b u l 1952, s. 135.
S ö zlü ğ ü , B ir
I. Okullara jimnastik, oyun, spor, inceleme gezilerini sok
mak, 2. Okullarda tarım işlerine önem vermek, 3. Okul
programında elişi dersine yer ayırmak, 4. Okulda kitaplık,
laboratuvar, müze, bahçe, hava gözleme istasyonu kurmak,
5. Okula kendi kendini idare ilkesini sokmak, 6. Gezici
halk okulları açmak, 7. Eğitim ve öğretimde sinema, pro
jeksiyon, müzik, tiyatro, sergi, gezi, bayram, tören, yarış
ma gibi vasıtalardan faydalanmak. Onun en çok üzerinde
durduğu bir mesele de öğretmen okullarında İslahat yap
mak, bu kurumlan bulundukları valiliğin eğitim işlerini bi
limsel esaslara göre yürütecek bir merkez haline getirmek
ti. Yayınlanmış eserleri şunlardır: Türklük nedir ve Ter
biye Yolları, Hesap öğreniyorum, Çiftlik Müdürü, Yiğit
Türkler, Terbiyei Ibtidaiye İslahatı, Çocuklarımızı Nasıl
Büyütmeliyiz. Bu kitaplardan başka birçok dergilere yazı
yazmış ve Yeni Fikir adlı pedagoji dergisini çıkarmıştır.»
Canlandırılacak Köy’de ise Tonguç, Ethem Nejat’ın
eğitim alanındaki düşünlerini ve çalışmalarını uzun uzun
anlattıktan sonra<10) şöyle der: « ...Ethem N ejafın el koy
duğu fikirlerin bir kısmı bilhassa genç öğretmenler vasıta
sıyla memlekete yayıldı... Ethem Nejat meşrutiyet devri
eğitiminin gelişmesine, eğitime batı uygarlığı zihniyetine
göre bir şekil verilmesi meselesine en çok hizmet edenler
den biridir. Burada şu nokta üzerine dikkati çekmeyi fay
dalı buluyorum: Ethem Nejat, yukarıdaki satırlarda belir
tilen fikirlerini yayınladıktan 30 küsur yıl sonra, bazı pe
dagog taslakları ortaya çıkarak, onun Batıdan getirdiği fi
kirlerden bir kısmı için (bunları biz bulduk veya filan bü
yük Türk pedagogu buldu) gibi sözlerle bilimsel hakikatları inkar edecek kadar ileri gitmişlerdir. Esasen bu paylaşılamıyan fikirleri bulanlar, dünya ölçüsündeki büyük
eğitkenlerdir. Bunların satıcılığını yapmak istiyenlerin,
(ioı C a n la n d ırıla c a k K ö y 1. H a k k ı T o n g u ç, R e m z i k ita b -
evi, İ s ta n b u l 1947, s. 176-188.
kendi mallan imiş gibi satmaya kalkmaları bilenleri alda
tamaz. Malın cinsini farkedemiyecekleri belki!. Ethem Ne
jat, pedagoji tarihimizin dönüm noktasında gelen, eski
okulu yeni okula çevirmek için sağır ve kör bir muhitin
içinde okuldan okula, köyden köye koşan, en ıssız şehir
lerimizde idman şenlikleri, okul bayramları ve müsamereleri, toplantılar, konferanslar vasıtasıyla hareket yaratan,
yeni okul binaları yaptıran, öğretmenler arasında tesanüt
yaratan bir eğitkendir... O, bu işleri görürken, devlet he
nüz ilköğretim ve eğitim meseleleri hakkında kesin duru
munu belli etmemişti...»
■ Nafi A tuf Kansu
Tonguç’un esinlendiği bir başka eğitimci ve düşünür
Nafi Atuf Kansu’dur. Kansu, Tonguç’un hem özel, hem
de iş hayatında önemli rol oynamış bir eğitkendir. Öğren
cilik ve genç öğretmenlik çağlarında, çağının önemli eği
timcilerinden sayılan Nafi Atuf Kansu’yu Tonguç, hiç
şüphesiz yazılarından tanıyordu. Fakat onunla ilk tanış
ması 1924- 1926 yılları arasında olsa gerektir. 11 Mart
1926’da Tonguç Bakanlıkta bir göreve, Maarif Vekaleti
Alatı Dersiyye Müzesi ve Levazım Müdürlüğüne atandığızaman, Kansu Bakanlığın Müsteşarı idi. Akrabalık bağı,
yani bacanak olmaları 26 Ocak 1927’dedir. Burada da
aşırı sağcıların bir gerçeği tersine çevirdiklerini görüyo
ruz. Tonguç, Kansu ile akraba olduğu için Bakanlığa atan
mamış, Bakanlığa atanmasından sonra, Kansu ile kişisel
ilişkileri başlamıştır.
Bu akrabalıktan sonra bu iki kişi arasında hayatla
rının sonuna kadar süren çok yakın bir düşün ve ülkü ar
kadaşlığı bağı kurulmuştur. Tonguç, Kansu’ya her zaman
saygı ile karışık bir yakınlık duymuş, onun düşünlerine,
görüşlerine büyük önem vermiştir. Kansu’nun, çok iyi bil
diği son Osmanlı çağı düşünür ve yöneticileri, imparatorlu
ğun yapısı, yönetimi konusunda Tonguç’a çok değerli bil
giler verdiği düşünülebilir. Kansu, Bakanlık Müsteşarlı
ğından ayrıldıktan sonra, CHP’nin üerici aydın kanadından
bir politikacı olarak, bu partinin her çeşit yönetim kade
melerinde bulunmuştur.
Tonguç, yine aynı Ansiklopedide Kansu’yu şöyle değerlendirir(111:«Nafi A tu f Kansu (1890 m1949): Milli Eği
timin türlü dallarında bir ömür boyu emek harcamış olan
bu büyük terbiyeci, Cumhuriyet maarifinin temellerini atan
lar, memlekete yeni pedagoji cereyanlarım sokanlar, halk
eğitimine çığır açanlar, öğretmen yetiştirme davasını hız
landıranlar, laik okulu kuranlar, öğretmenliği bir meslek
haline getirenler arasında yer alır. ..»
Kansu, Tonguç’a göre başka bir toplumsal sınıftan gel
me bir eğitkendi. Babası hekim - paşa olan Kansu, İstan
bul’un yönetici sınıf ailelerinden birinden gelmeydi. Mül
kiye Mektebini bitirmişti. İsviçre ve Balkan ülkelerinde
incelemeler yapmış, Fransa’da bulunmuştu, imparatorlu
ğun ileri gelen düşün adamlarını yakından tanıyordu. Ön
celikle eğitbilim ve toplumbilim alanlarında geniş bilgisi ve
kültürü olan Kansu’nun, Tonguç üzerinde önemli etkileri
olmuştur; şüphesiz ki, onun ufkunu genişletmiştir. 1935 1946 yılları arasında ise, CHP’nin ileri gelenlerinden birisi
ve az konuşmaya, her zaman arka planda kalmaya eğilim
gösteren yaratılışından ötürü önemli etkileri kamu oyunca
bilinmiyen, artık bilinme olanakları da kalmamış olan bir
ilerici aydın olarak, Tonguç için parti içinde çok önemli bir
destek olduğunda hiç şüphe yoktur.
Tonguç’un köy enstitüsü girişimi ile başardığı işin
önemini ilk kavnyan ve bunu, geniş eğitbilim bilgisine da
yanarak, eğitbilim tarihi açısından yerine oturtabilen, de(iıl ö ğ r e tm e n
A n sik lo p ed isi v e P e d a g o ji
y ay ın ev i, İs ta n b u l 1952, s. 243.
S ö zlü ğ ü , B ir
ğerlendirebilen ilk kişi sanırız ki, Kansu’dur. Tonguç ile
Kansu’nun ilişkileri, yüzeyel düşünlerden aşağı inemiyen
birçok sağcı yazarın sandığının aksine, akrabalık bağların
dan çok daha derin ve öte, köklü, sağlam temelli bir dü
şün arkadaşlığı ve birliği idi.
Tonguç, yukarıda adı geçen Ansiklopedide onun eği
tim görüşlerini şöyle özetler: «...Öğretmenlerle öğrenciler
arasında arkadaşlık havası yaratmak, serbest okuma faa
liyetine hız vermek, izcilik teşkilatı kurmak, yakın yurt ge
zilerini değerlendirmek, okula öğrencilerin kendi kendileri
ni idare etmeleri prensibini sokmak...»
Kansu’nun siyasal eylem ve düşünlerine daha sonra
değineceğiz.
■ Sol Akımlar
Tonguç’un gelişiminde rol oynıyan etkenleri inceler
ken, sonradan aşın sağ ve sağcılar tarafından temelsiz suç
lamalarla sömürme konusu yapılan sol düşün ve akımların
etkilerini tam bir tarafsızlıkla incelemek istiyoruz. Fakat bu,
oldukça güç bir inceleme konusudur. Çünkü Osmanlı İm
paratorluğunun son ve Cumhuriyetin ilk dönemlerindeki
Türk sol akımı yıllarca tabu sayılmış, sözü edilmemiş, etti
rilmemiş, birçok belgeler, tanıklıklar kaybolmuş, bilgisi
olanların çoğu susmuştur. Ancak son yıllarda bu konuda
bir kenarından araştırmalara girişilmiştir. Akımın kendisi
böyle karanlıklar içinde iken, etkileri konusunda kesin
düşünler ileri sürmek, bir hayli güçtür. Bu bakımdan, bu
konuda söyliyebileceklerimiz, tam bir kesinlik taşımıyacaktır.
İnceleme yöntemi olarak, şöyle bir yol izliyeceğiz:
Aşın solu birim olarak ele alacağız. Böyle yapmak zorun
dayız; çünkü bulabileceğimiz kaynaklar buna göredir. So
lun çeşitli kademelerini ayırmak olanağı yoktur. A şın sol
konusunda söyliyebileceklerimizi solun çeşitli topluluklarına
uygulıyarak sonuç çıkarma işini okuyucuya bırakıyoruz.
İçerisindeki farklılaşmalar, düşün ayrılıkları konusunda
henüz yeterince inceleme yapılmamış bir akımdan söz
ederken, bu yöntemden başka bir yol izlemenin bizi ob
jektiflikten uzaklaştıracağı kanısındayız.
İlk söylenebilecek şey, imparatorluğun son yıllarında,
mütareke İstanbul’unda ve kurtuluş savaşı yıllarında Anadoluda, güçlü bir sol akımın esmiş olmasıdır. Buna katılan
ve yönetenler sayıya vurulduğu zaman, akım önemsizmiş
gibi görülür. Ama bu çağda siyasal alandaki parçalanma
ve bunun yarattığı boşluk, savaşın bitkinliği, ekonomik ko
şulların berbatlığı, akımı çekici kılmış, bir an içinde bü
yümesi, yayılması olanağını hazırlamıştır. Bu büyüme ve
yayılma olmamış, akım bastırılmış, durdurulmuştur. Sol
akımın düşün ağırlığı azımsanamıyacak ölçüdedir. Hele
Kurtuluş Savaşımn başlangıç yıllarında, aydınların en iyi
lerini etkisi altına alma yönünde hızla gelişmiştir. Bu, bir
bakıma doğaldır; yıllardır batıya, batı ülkelerine bağlanan
umut yitirilmiştir, bunların hepsi, boğmak, parçalamak
için Türkiye’nin üstüne çullanmışlardır. Anlayış ve destek
ise yalnız kuzey komşudan gelmektedir. Orada ise, Türk
aydınlarının niteliğini, özelliklerini bilmedikleri bir devrim
başarılı olma yolundadır. Hemen hepsi Abdülhamit çağı
nın düşün yozluğu içinde, binbir zorlukla kendisini yetiştirebilmiş son çağ Osmanlı aydını, ne olup bittiğini de tam
kavrıyamamaktadır; dünya görüşü, ileriye bakışı büyük
Fransız Devrimi sürecinde kalmıştır; ancak bu kadarına
erişebilmiştir. Abdülhamit’in yaptığı, ama üzerinde en az
durulmuş kötülük, bizce eğitim alanındadır. Atatürk’ün
dediği, «ekonomi bilmiyorduk» sözü o çağın bütün aydın
ları için doğrudur, 33 yıl, ki bunlar Anadolu Kurtuluş
Savaşını hazırlıyacak, kotaracak aydınların yetiştikleri yıl
lardır, Türk düşün hayatı öylesine yozlaştırılmış, öylesine
çöle döndürülmüştür ki, yalnız aydın subaylar değil, hiç
kimse ekonomi bilmiyordu. Bu yetersizlik içinde aydınlar
bir arayış içinde idiler. Kurtuluş için bir çıkış arıyorlardı.
Sarılacak bir inanç, bir ülkü bulamıyan, ariyan, acılı, ama
yurtsever insanlardı. Çoğu orta sınıftan geliyordu. Savaş
yıllarında kıyısından karşılaştıkları, ama hiçbir zaman tam
içerisine giremedikleri, ezilen sınıflarının durumu onlarda
dehşet uyandırmıştı. O çağa kadar güvendikleri batı ise
boğazlarına sarılmıştı. O zaman kuzeydeki devrim girişi
minde bir umut, bir dayanak aramaya koyuldular. Bu ki
şileri, henüz Rus komünizminin nitelikleri ortaya çıkma
dan, tablo bütün ayrıntıları ile belirmeden, onlarla işbirliği
aradılar diye, olanca anlayışsızlıkla, sağcıların yaptığı gibi
kınamak, haksızlık olur. Bu, düşünsel gelişimi geri bırak
tırılmış, kısırlaştırılmış, en ileriye dönük, en dinamik bir
takım Türk aydınlarının bir arama, bir kurtuluş denemesi,
bir düşün boşluğundan kurtulma çabası idi. Bunu, bugün
onlara ağız dolusu söven yabancı uşaklarının anlamasını
beklememek gerekir. Bu çağın en kültürlü, en yürekli kad
rosu nerede yanıldı? Ezilen sınıflardan gelmedikleri için,
bulup okuyabildikleri de sınırlı olduğu için, o çağ Tür
kiye’sinin sınıflarının gücünü, toplumun bulunduğu süreci
doğru değerlendiremediler. Atatürk, batılı emperyalistlere
karşı bir ulusal kurtuluş savaşı yürütmeye, bunu bir burju
va devrimine dönüştürmeye çalışıyordu. Bunun için sınıf
olarak eline ne geçerse bir araya getirmeye, savaşa sürme
ye bakıyordu. Ancak bu yoldan o güçlü batı emperyalizmi
ne karşı koyabilecekti. Gerçekçilik açısından bu davranış
doğru bir gözleme dayanıyordu ve Atatürk’ün büyüklüğü
de bu gözlemi yapabilmesinde, ondan bu sonucu çıkarabil
mesinde idi. Teorik bilgiyle değil, ama deneyle ve sezişle,
yıllarca subay olarak ülkenin gerçeklerini ve insanlarını
çok yakından görebilmiş bir kişi olarak, Türkiye’nin için
de bulunduğu süreci, o çağın çok iyi niyetli, ama talihsiz
solcusundan daha iyi saptıyabilmişti. Türkiye henüz sınıf
mücadelesinin yapılacağı, burjuvazi - proletarya kavgasma
girişilecek süreçte değildi. Halbuki o zamanın Türk solcu
ları bunu böyle sanıyorlardı, hem de kendilerinden çok
eski ve tecrübeli bir çok entemasyonalist marksistin uyar
malarına rağmen! Böylece Atatürk’ün insanüstü bir çaba
ile bir araya getirip birbirine tutturmaya çalıştığı çeşitli
sınıflarla batı emperyalizmine karşı güçbirliğine girecekle
rine, bunu arka plana atıp, Anadoluda o zaman için müm
kün olmayan bir burjuvazi - proletarya çatışmasının ko
şullarını hazırlayabileceklerini sandılar. Bu, onlann sonu
ve Türk sol akımının bu çok önemli dönemdeki büyük
yanılgısı oldu. Düşün alanında üstün ve çekici gözüken,
ama binbir zorlukla biraraya getirilebilmiş ve savaşa sü
rülmüş çeşitli ve zıt sınıfların parçalanmasına yol açabile
cek bu yanlış taktik karşısında Atatürk ve arkadaşlarının
darbesi, tehlikenin büyüklüğü oranında sert oldu. Darbe
nin ve ezilmenin daha sonraki sol gelişmeler bakımından
önemli sonuçları vardır. Bir defa Kurtuluş Savaşı yöneti
cileri, sol bir akımın ne kadar süratle ve nasıl etkiyle bir
anda yayılabileceğini görmüşlerdi. Bu, onlarda hiçbir za
man unutamadıkları izler bıraktı. Soldan sürekli olarak
kuşkulu idiler, solun giriştiği en küçük hareket, onlarda
kuşku ve kaygı uyandırıyordu, hele bir de yanlış taktikler
le bu kuşku ve kaygı büsbütün uyarılıyorsa! Taktikler
ise çoğunlukla doğru değildi (çoğu kez de öyle sürdü gitti
denebilir). Kurtuluş Savaşı çağı solunun böyle sert bir şe
kilde ezilmesi, aydınlarda da sol akımlara karşı bir korku
ve çekingenlik yarattı. Kişisel açıdan tehlikeli işlerdi bunlar!
Sürmene’deki kıyımın yıllarca sözü edilemedi, ama bu,
bütün aydınların bilinçaltında günümüze kadar sürdü gel
di. O ezilmeyi simgeleştiren bu olay, hele o çağı yaşamış
aydınların aklından hiç çıkmadı. Marksist düşünlerle yeni
yeni karşılaşmaya başlamış olan Kurtuluş Savaşı aydını,
çoğunlukla ömrünün sonuna kadar marksizmin (m) sini
duymamış, bilmezmiş görünmeye çabaladı. Bu konular ge
çerse, özel toplantılarda bile, hiçbir şey anlamıyormuş gibi
havalara baktı. Bu da sol akımların gelişmesini zorlaştıran
ikinci etkendir. Asıl söz konusu olan sınıfların ise hiçbir
şeyden haberleri yoktu, onlara erişilememiş, ulaşılamamış
tı. Böylece siyasal kesimde, Kurtuluş Savaşından sonra,
ezilen sınıflar, sol bir düşün akımı içinde temsil edilmek
olanağına kavuşamadılar, ileri siyasal güç olarak ortada
sadece, CHP’nin içinde, haklarım korumaya çalıştığı sınıf
lardan kopuk, orta sınıftan gelme, olanların etkisinde, sol
akımların da açıkça sözünü edemiyen, yalnız fırsat ve ola
nak buldukça süreci hızlandırmaya çalışan, ama düşün
gelişimi ve kültür yönünden etkili küçük bir topluluk var
dı. Bunlar, 1946’ya kadar zaman zaman iktidara etkin ola
rak katılmışlar ve süreci hızlandıracak bazı girişimleri ba
şarmışlardır. iktidar olarak köy enstitülerini de destekliyen
bu topluluktu. Sürmene olayından sonra, hiçbir zaman siya
sal alanda açıkça temsil edilme olanağına kavuşamıyan sol
akım ise, ta 1960’a kadar sesini duyuramadı, herhangi bir
işe girişecek kişilerin hesap etmesi gereken bir siyasal güç
olamadı. Bunda yukarıdaki gelişmeler kadar, solu temsil
eden aydınların ezüen sınıflardan kopuklulğunun, çoğu
kez yanhş taktiklerle eyleme kalkışmalarının da rolü var
dır.
1914- 1960 solunun gelişiminin ve niteliklerinin ana
çizgileri budur sanıyoruz.
Dışarıdaki marksist ve entemasyonalistlerin o çağ
daki Türk solu üzerindeki düşünleri nedir? Mustafa Ke
mal’in Kurtuluş Savaşını sürdüren hükümetini desteklerken,
Türkiye’deki aşırı sol gruplara karşı tutumları nasıldır?
Bunlar, Mustafa Kemal’in, işçi ve köylü sınıfını tem
sil etmediğine inanırlar, ama onu desteklerler. Bu politika,
Kurtuluş Savaşı sırasında emperyalizme karşı savaşan bir
burjuva hükümetini desteklemek teorileri açısından doğru
olduğu gibi, Kurtuluş Savaşı sona erdikten sonra da kendi
iç ve dış durumlarındaki zayıflıktan ötürü, Sovyetlerin en
duyar sınırlarından birinde komşusu olan Türkiye’yle iyi
geçinmek açısından da gerçekçidir. Bunun için Türkiye’de
ki solculara her zaman, beklemelerini, kritik anlarda Mus
tafa Kemal’i desteklemelerini salık verirler. Hatta bunlar
Sürmene olayı ile şiddetle ezildiklerinden yakındıkları za
man bile, ve bundan sonraki gelişmelerde Sovyet Hükü
meti bu olayın üstüne varmaz, Mustafa Kemal’le arayı
bozmamak amacıyla, Türkiye’deki komünist hareketi göz
den çıkarır.
Tuncay bu duruma şöyle değinir*12): «...Komintern
İcra Komitesi, Mudanya mütarekesinden iki hafta önce
yayınladığı bir bildiride, komünist olmadığı, özellikle belir
tilen Türk Hükümeti’hin Boğazlar sorununu barışçı yollarla
çözmek isteyişini ve dünyayı yeni bir savaşa sürüklemek
ten geri duruşunu taktirle karşılamaktadır...» Bu konuda
bu bildiriden şu satırlar aktarılıyor: «...E rkek ve kadın iş
çiler! Türk Hükümeti bir işçi ve köylü hükümeti değildir.
O bir zabit tabakası, münevverler hükümetidir. O bizim
ideallerimize uymıyan bir hükümettir. Bunun için, hiç şüp
he yoktur ki, iktisaden Türkiye ne kadar ilerlerse, Türk
işçi sınıfımn da o nisbette bu hükümet aleyhine savaş yap
ması lazım gelecektir. Lâkin buna rağmen, Türk işçileri
anlıyorlar ki, hükümet hakkırıdaki noktai - nazarları ne
olursa olsun, Türkiye’nin savaşı fakir ve köylü bir milletin
beynelmilel kapital tarafından esir edilmesine karşı yap
tığı savaştır. Beynelmilel proletarya sınıfı da, Türk hükü
metine karşı olan münasebetine bakmaksızın, kendi men
faati namına İtilaf emperyalizminin Türkiye’ye karşı yeni
den silah kullanmasına ve İngiltere’nin cihan hakimiyeti
(12: T ü rk iy e 'd e Sol A k ım la r, M ete T u n c a y , B ilg i y a y ın
evi, A n k a ra , 1967, s. 140-142.
menfaati uğruna Avrupa proletaryasının kanını dökmesine
engel olmalıdır...» Tuncay şöyle devam ediyor: «...M os
kova’da 5 Kasım • 5 Aralık 1922 tarihleri arasında topla
nan dördüncü Komintern kongresinde ise, Türk delegele
rinin İsrarı üzerine, sola karşı girişilen hareket hakkında
(Türkiye’nin komünistlerine ve Çalışan Halkına) hitaben,
(milliyetçi burjuva hükümetini) takbih eden bir açık mek
tup yazılması kararlaştırılmıştır. Ancak, dış görünüşe
rağmen Türk solcuları aslında kendileri bakımından, 11.
kongrede tespit edilen parti çizgisinin değişmediğini öğren
mişlerdir: Onlara düşen görev, milli kurtuluş hareketini
desteklemek, yani burjuva devrimine yardımcı olmaktı. İc
ra komitesine yöneltilen tenkitlere cevap veren Radek,
Türk hükümetini kendisine hiç değilse düşman etmek istemiyen Sovyet politikasını solcu gelişme teorisinin gerekle
riyle parlak bir şekilde örterek, ikinci kongrede kabul edi
len tezlerin Doğudaki hareketler için sınıf mücadelesinden
bahsetmediğini hatırlatmış, Marx’ın da -devrimci olduğu
sürece- burjuvaziyi desteklemeyi savunduğunu söylemiş
tir... Türk delegasyonunun reisi, Ankara hükümetinin
Anadolu solunu yok edişini büyük bir kızgınlıkla protesto
ededursun, Radek kongrede şöyle konuşmuştur. (Türk ko
münistlerine, partiyi kurduktan sonra ilk ödevlerinin milli
kurtuluş hareketini desteklemek olduğunu söylediğimizden
ötürü bir an pişman olmadık. Şimdi bile, baskılara rağ
men, Türk yoldaşlarımıza diyoruz ki, içinde bulunduğu
nuz zaman, sizi yakın geleceğe karşı kör etmesin. Kendini
zi size baskı yapanlara karşı koruyun... fakat unutmayın
ki; kesin savaşa başlayacağınız tarihi an gelmemiştir; daha
çok yolunuz var). Bu sözler uzun yıllar için, A nadolu sol
culuğunun mezar taşı kitabesi sayılabilir...»
Biz de şunu ekliyelim: Daha uzun yıllar, enternasyo
nal komünizm, Türkiye’deki sol hareketleri destekleyip
desteklememek konusunda karar verirken, Sovyetlerin dış
çıkarlarına aracı olmak durumuna düşecektir. Gerektiği za
man, Türkiye’deki aşırı sol toplulukları bu çıkarlar bahası
na gözünü kırpmadan feda edecektir ve Türkiye’deki aşın
solcuların bu davranışı, yani kendilerine enternasyonal sol
hareketten hiçbir hayır gelmiyeceğini anlamaları için daha
çok çok uzun yıllar geçecektir. Bunu anhyamadıklan sü
rece de başansızlıklar başarı sızlıklan kovalıyacaktır.
Enternasyonal komünist hareketin ve Sovyetlerin, ki
şilik olarak da Türkiye’de ortaya çıkan aşırı solculan zayıf
bulduğu anlaşılmaktadır. Örneğin Tuncay Ethem Nejat’a
değinirken03’ şöyle diyor: «...Ethem N eja fm Bursa Darülmuallimini Müdürü iken yazdığı (Türklük Nedir ve
Terbiye Yolları) adlı kitap, savaştan önceki yıllarda Türk
çü olduğunun en açık delilidir. Ziynetullah Nuşirevarf a gö
re de, Ethem Nejat (çerkes) olmakla birlikte, bu dönem
de mutaassıp bir Türkçü idi (aslında yalnız ana tarafında
çerkeslik vardır!). Bak. Zenon, (Ethem Nejat Arkadaş),
(Mustafa Suphi ve Yoldaşları) S. 71 - 15. Bu kitapta onun
soku bir yazısına da yer verilmiştir: (Darülmuallipıinli
Gençlere) S. 75 - 77. Ziynetullah, Ethem N ejafm (kendi
sine sosyalist hatta komünist namı verdikten sonra) bile
(yazdığı makaleleri arasında küçük burjuva ve münevveran sosyalizmine temayül)ün (gayet kuvvetli) göründüğü
nü de kaydetmektedir...»
Tuncay’ın sözünü ettiği Ziynetullah Nuşirevan’ın söz
lerini ve (Mustafa Suphi ve Yoldaşları) başlıklı kitaptaki
düşünleri enternasyonal komünist hareketin düşünleri ve
kanıları olarak kabul edebiliriz.
Bu gelişmeler olurken genç bir öğretmen okulu öğ
rencisi ve öğretmen olarak, Tonguç’un sol akımlarla ilgisi
ve ilişkisi ne olabilir?. Bu konuda bazı tahminlerle yetin
mek zorundayız. Yalnız oldukça kesinlikle şunu söyliyebiliriz: Tonguç bu sol örgütler içerisinde etkin bir görev
fi3J a.g .e. s. 112.
almamıştır. Bunun aksini gösteren hiçbir belge, kanıt ve
tanık yoktur; sağcılar da geniş olanaklarına, hatta gizli
belgeleri incelemelerine rağmen, böyle birşey bulup çıka
ramamışlardır. Ama yine aynı kesinlikle şunu öne sürebi
liriz: Tonguç bu akımlan ilgi ile gözlemiş ve gelişimlerini
izlemiştir. Onun bu akımlardan habersiz olduğu söylene
mez. Gelişimini, yaratılışım göz önünde tutarsak, bu so
nucu yadsıyamayız. Genel anlamda vardığımız bu kamyı
doğrulayacak kanıtlar da bulunabilir mi? Bu konuda ba
zı rastlantılar ilgi çekicidir: İlk olarak şu soru akla geli
yor: Tonguç’un, Ethem Nejat’la, Ethem Nejat etkin ola
rak sol akımlara yöneldikten sonra kişisel ilişkileri olmuş
mudur? önce şunu belirtelim: Tonguç ve Ethem Nejat,
iki ayrı kuşaktandırlar. Tonguç’un öğrencilik yıllarında,
Ethem Nejat tanınmış, isim yapmış bir eğitimci idi. Bir ar
kadaşlık ilişkisi söz konusu olamaz. Akla gelebilen, bir
genç öğretmen adayının, tanınmış bir eğitimciye duyduğu
hayranlık ve onun daha sonraki siyasal girişimlerine karşı
bir ilgi olabilir. Her ikisinin biografileri karşılaştırıldığı za
man, kişisel olarak tanışmaları olanağı pek yoktur. Şüp
heli bir tek nokta vardır: Ethem Nejat ve Tonguç, aşağı
yukarı aynı çağlarda Almanya’da bulunmuşlardır. Türki
ye’deki sol akımların tarihi üzerinde en ciddi araştırmayı
yapmış olan Mete Tuncay’ın verdiği bilgiye göre04' Ethem
Nejat Eylül 1918’de inceleme için Almanya’ya gitmiştir.
Tonguç’un da 10 Eylül 1918’de İstanbul Öğretmen Oku
lunu bitererek Almanya’ya öğrenimini, sürdürmeye gönde
rildiğini biliyoruz. Topluca yapılan bu gezi konusunda, bir
çok tanık vardır; Ethem Nejat’ın aynı grupla gittiğini
gösteren bir bilgi yoktur. Tonguç, Almanya’da Karlsnıhe
yakınındaki Ettlingen’de öğrenim görmüştür. Ethem Nejat
ise Berlin ve çevresinde bulunmuştur. Tonguç’un bu süre
dV T ü rk iy e ’d e Sol A k ım la r, M e te T u n c a y , B ilg i y a y ın
evi, 1967, s. 112.
içinde Berlin’e gittiğini gösteren bir bilgi yoktur. Berlin’de
bulunduğu sırada Mete Tuncay’ın deyişi ile «Sola kayan»
Ethem Nejat, 1 Mayıs 1919’da Berlin’de tek sayı olarak
çıkan (Kurtuluş) dergisinde yazı yazmıştır.(15) Yine aynı
tarihlerde Ethem Nejat’ın da içerisinde bulunduğu bir çev
re, Berlin’de Türkiye İşçi ve Çiftçi Partisini kurmuştur.
Tuncay’ın deyişi ile «...Mütarekeden sonra patlak veren
Alman devriminin ilhamı ile bu Türklerden bazıları kendi
vatanlarının da içine düştüğü uçurumdan kurtarılması
amacıyla bir takım solcu fikirler etrafında birleşmişlerdir.
Bu çevrenin bellibaşlı ileri gelenleri içinde Mehmet Vehbi
(Sarıdal), Vedat Nedim (Tör), Ethem Nejat, Sadık Ahi,
Nurullah Esat (Sümer), Namık İsmail (gibi kişiler) bu
lunmaktadır.» Yazarın notu: (Bildiğimize göre, Ethem Ne
jat dışında, bu kişiler, sonradan Tonguç’un da Türkiye’de
yakından kişisel olarak tanıdığı kişilerdir)... Yine Mete
Tuncay’ın deyişi ile «...Solcu grubun Berlin’deki faaliyeti
uzun sürmemiş, çevre üyelerinin çoğunun bir iki hafta için
de yurda dönmeleriyle çalışma merkezi IstanbuFa kaymış
tır...» Tonguç’un Ethem Nejat’ı Almanya’da kişisel ola
rak tanımış olması olanağı uzaktır. Ama Berlin’deki çalış
malardan o günlerde Almanya’da bulunan bir Türk öğ
renci olarak bilgisi olmuş olabilir. Tuncay şöyle devam
eder.«...Mustafa Kemal Paşa’nın Bandırma yapururıdan
Samsun’a ayak bastığı gün Akdeniz vapuru da Almanya’
dan getirdiği vatandaşlarımızı Haydarpaşa’ya indirmişti.
Öğrenimlerine devam etmek üzere orada kalan Vedat Ne
dim gibi birkaçından başka solcu çevrenin bütün üyeleri
de bu vapurla gelmişlerdi...» Elimizdeki belgelere göre
Tonguç Ettlingen’de 1918 yılı Eylül ayı sonundan 27 Ni
san 1919’a kadar bulunmuştur*16’. Savaşın sona ermesin(18) a.g .e. s. 114.146
O«) Ö zel a rş iv . T o n g u ç u n A lm a n K U ltiir B a k a n lığ ın d a n
a ld ığ ı belgede, E ttlin g e n ö ğ r e t m e n O k u lu n a d ev am
e tt iğ i s ü r e b u şe k ild e b e lirtiliy o r.
den sonra Almanya’daki bütün Türkleri almaya gelen
bir vapurla Hamburg’dan yurda döndüğünü ve yolculuk
sırasında, öğrenciler arasında siyasal konularda çeşitli
tartışma ve çatışmalar çıktığını biliyoruz. Ethem Nejat ve
arkadaşlarının da döndüğü vapur bu olmalıdır. Tarihler
tutmaktadır. Böyle ise, Tonguç orada Ethem Nejat’ı tanı
mış olabilir. Ama en azından herhalde bu tartışmalarla
ilgUenmiş, bunları izlemiştir. Vâlâ Nurettin de aynı gün
leri şöyle anlatır"7’: «...Sonradan öğrendik ki, I. Umumi
Harp sonunda Akdeniz vapuru Hamburg’dan Türk uyruk
luları toplayıp yurda getirirken vapurun içindekiler iki
ideolojiye bölünmüş. Çalışmalar daha evvel, Berlin'de
Kantstrasse'deki Türk kulübünde başgöslermiş, milliyetçi
lerin şefi Hamdullah Suphi Tanrıöver'le spartakistler ara
sında. (yazarın notu: Berlin’de Kurtuluş dergisi çevresinde
toplanmış Türklere spartakistler deniyordu)...» Bu sözler,
bizim de bildiklerimizi doğruluyor. Bu vapurla yurda dö
nen spartakistler, Fransa’dan gelen Şefik Hüsnü ve arka
daşlarının da katılmasıyla çalışmalarını bir süre sürdürmüş
ler (Yazarın notu: Tonguç bu sırada, 15 Eylül 1919’da
Eskişehir Öğretmen Okulunda öğretmenlik görevine baş
lamıştır), Kurtuluş dergisini çıkarmışlar, bir parti kurmuş
lar, önemli bir başarı elde edememeleri üzerine, spartakistlerden bir grup, Anadoluya
geçmiştir. Vâlâ Nurettin,
Nazım Hikmet’le birlikte İnebolu’ya çıkışlarını anlatırken,
orada bu gruba rastladıklarını adı geçen kitabında (Spar
takistler Kimlerdi?) başlığı altında belirtiyor"8’ 1920 yılı
ocak ayında Mehmet Vehbi, Nafi Atuf (Kansu), Sadık Ahi,
Servet beylerin İnebolu’da bulunduklarını anlattıktan sonra
şöyle diyor: «...Buraları da tıpkı İstanbul!da Şehzadebaşı
kahveleri gibi bir fikir fideliği halinde idi. Kari Marks'dan
<n> B u D ü n y a d a n
N a z ım G eçti. V a lâ N u re ttin .
K ita b e v i, İ s ta n b u l 1965. s. 67, 68.
(tm a.g .e. s. 66, 68.
R em zi
söz açıyorlardı, Engels’den, Kautzky’den söz açıyorlardı.
Biz hiçbirim tanımıyorduk... Sadık A hi ile pos bıyıklı us
tabaşı... Karl Liebnech’t’in Rosa Luxemburg1un hayranı
idiler. Bu konulardan söz açıyorlardı...». Vâlâ Nurettin,
tarihteki ahileri bir çeşit doğu komünisti olarak kabul
eden Sadık Ahi’nin konuşmalarını anlattıktan sonra,
«...Nafi A tuf (ben sosyalist filan değilim) diyordu, fakat
müsamaha ile dinliyordu...» demektedir. Şunu da belirte
lim ki, Vehbi Sandal Nafi Atuf’un ilk eşinin kardeşidir.
Bu aynntılan şunun için anlattık: O çağın sol akımlanna etkin olarak kanşmamış olan Tonguç’un o akımlan
yakından izlemiş olduğu söylenebilir. Kansu ise bu akım
ları daha iyi tanımış, bir süre bu akımlann içinde bulunan
larla yakın arkadaşlık etmiş ve hiç şüphesiz ki sonradan
Tonguç’a bu akımlar konusunda geniş bilgi vermiştir. Ya
ni Tonguç, Türkiye’deki sol akımlardan habersiz değildi.
Ve büyük bir ihtimalle bunlann güçlü yönlerini de, zayıf
yönlerini de, eylemdeki taktik yanılgılannı da bilip, değer
lendirebilecek bir durumda idi.
Tonguç’un Almanya’dan döndükten sonra görev yap
tığı Eskişehir ve Ankara, Anadolu sol hareketinin en güç
lü olduğu iki merkez idiler. Spartakist’lerin İstanbul’da
kurmuş oldukları Türkiye İşçi Çiftçi Sosyalist fırkasının da
katıldığı 1919 yılı sonuna doğru yapılan genel milletvekili
seçimlerinde, bu parti İstanbul, İzmir, Eskişehir ve Niğdeden aday göstermiştir. Tuncay’ın bildirdiğine göre, Ethem
Nejat’ın yakınlan, onun bu seçimlerde bu partinin Eskişehir
adayı olduğunu söylemektedirler*19'. Tonguç’un seçimleri
ve Ethem Nejat’ın adaylığını ilgi ile izlediğini, evrakı ara
sında bulduğumuz, Ethem Nejat’ın seçimlerdeki adaylığı ile
ilgili kupür ve propaganda yazılanndan anlıyoruz*20'. Et<ıv T ü rk iy e ’d e S ol A k ım la r,
evi, A n k a r a 1967, s. 150.
<20i ö z e l a rş iv .
M e te T u n c a y , B ilg i y a y ın
hem Nejat zaten eskiden Eskişehir’de Maarif Müdürlüğü
yaptığı için oradaki öğretmen çevrelerince iyi tanınıyordu.
Tonguç orada görev aldığı zaman, Ethem Nejat’ın Maarif
Müdürlüğünden kalma bir takım eğitim atılımlarınm ve
yeniliklerinin izleri daha duruyordu. Tonguç, izcilik çalış
maları, yakın yurt gezileri gibi bu çalışmaları, öğretmen
olarak kendi çapında benimsemiş ve geliştirmeye çalışmış
tır.
Bir sayfalık bu beyannamede «Mebus namzedimiz
Ethem Nejat bey Eskişehir’de ne yaptı» başhğını taşıyan
bu bildiri şöyle başlıyor: «Ethem Nejat beyin 2 senelik
Eskişehir Sancağı Maarif Müdürlüğünde ipka edilmiş hidematın hatırda kalanlarını zikretmekle mumaileyhin şid
det arz ve faaliyeti ve kudret ve kiyaseti hakkında bilmiyenlere fikri mahsus verelim. Böylelikle müntehinler ve
müntehibi sanilere numaileyhi mebus intihap etmek için
doğru bir yol daha iraye eylemiş olacağım...» Bundan
sonra 25 madde halinde Ethem Nejat’ın Eskişehir’deki eği
tim çalışmaları anlatılmaktadır. Bildiride bunun dışında
herhangi bir siyasal program ve düşün bulunmaması ilginç
tir. Bildiri, şu sözlerle son buluyor: «Mebus namzedimiz
Nejat beyin Maarif icraatı hulasatan budur. Onun muvaf
fakiyetini ve mesaisini anlamak için zamanında livanın hu
susi bütçesinin yüzde yetmişbeşten fazlasının maarife aid
olduğu zikreylemelidir...». İmza: «Ahrar».
Bu belge, Ethem Nejat’ın eğitim alanındaki çalışma
larını göstermesi yönünden de eğitbilimcilerimiz için üze
rinde dikkatle durulması gereken niteliktedir. Okul yapımı,
okul - toplum ilişkileri, bir il matbaası kurulması ve bir
gazete çıkarılması, hatta bir rasathane kurulması gibi ça
lışmalar, üzerinde durulmaya değer. Bildiride belirtildiğine
göre eğer Ethem Nejat’ın köy okulları yapımı için yaptığı
çalışmalar ve topladığı banka fonları gibi çabalar onun
tasarısına göre yürütülseydi 5 yıl içinde Eskişehir ilinde
okulsuz köy kalmıyacaktı!
Bu bildiri ile ilgili olarak şu noktayı da belirtmek ge
rekir:
Mete Tuncay adı geçen eserinde Ethem Nejat’ın Tür
kiye İşçi Çiftçi Sosyalist fırkasının Eskişehir adayı olduğu
nu ailesinden aldığı bilgiye dayanarak yazmaktadır. Diğer
kaynaklara göre ise Ethem Nejat, bu partinin İstanbul ada
yı olmuştur. Bizim burada verdiğimiz belgeye bakılırsa
onun Eskişehir’den Ahrar partisi adayı olduğu görülür. Ya
bu seçim bildirisi başka yılda yapılmış bir seçimle ilgilidir,
yahut da Ethem Nejat’ın yakınları onun aday olduğu parti
konusunda yanılmaktadırlar. Bizim konumuzun dışında ka
lan bu karışıklık ile fazla ilgilenmedik. Fakat tarihçileri il
gilendirmesi bakımından bu duruma değindik. Bizce önem
li olan, Tonguç’un Ethem Nejat’ın siyasal çalışma ve gi
rişimlerine ilgi duymuş olmasıdır.
Tonguç’un yakın iş arkadaşlarından Ferit Oğuz Ba
yır, Tonguç’un Ethem Nejat’ı kişisel olarak tanımadığını,
fakat onu çok iyi tanıyan Nafi Atuf Kansu’dan Ethem Ne
jat konusunda geniş bilgi aldığını söylemektedir*21'.
Ayrıca Tuncay, bu çağın önemli sol hareketlerinden
birisi olan Yeşilordu hareketinin de ağırlık merkezinin
özellikle 1920 yazında Eskişehir’e kaydığını söylemekte
dir*22'. Bunun nedeni, bu topluluğun etkisi altında bulu
nan Çerkeş Ethem’in Eskişehir’de güçlü durumda oluşu
dur. Tuncay’a göre «...Zaman zaman çevresindekilere ko
münizmin tek kurtuluş yolu olduğunu söyliyen Çerkeş Et
hem, 1920 Ağustosunun sonlarında, Eskişehir’de Arıj
Oruç vasıtasıyla (Seyyare-i Yeni Dünya) adlı günlük bir
(tslam-Bolşevik) gazetesi çıkartmaya başlamıştır...» Bun(2t) F e r i t
O ğuz B a y ır’la A n k a r a ’d a 21.1.1969 d a y a p ıla n
özel k o n u şm a .
(221. T ü rk iy e ’de Sol A k ım la r, M ete T u n c a y , B ilg i y a y ın e v i
A n k a r a 1967, s. 81-83.
dan sonra, Mustafa Kemal’in bütün sol hareketi kendi
kontrolü altında tutacak resmi bir Türkiye Komünist Par
tisi kurdurması sırasında, onun isteği üzerine kısa bir sü
re içinde bu gazete ve Arif Oruç Ankara’ya taşınmışlar
dır.
Tonguç, 18 Temmuz 1921’de, Eskişehir’in düşma
na geçmesi durumu belirince Ankara’ya doğru yola çık
mak üzere görevinden ayrılıyor.
Eskişehir bu kadar yoğun bir sol hareketin merkezi
olurken, küçük bir taşra kenti niteliğindeki Eskişehir’de,
kentin az sayıdaki aydınlan arasında bulunan Tonguç’un
olup bitenlerden haberli olduğu söylenebilir, kanısında
yız.
Bütün bunlar, onun Kurtuluş Savaşı sırasındaki sol
akımı ilgi ile izlediğini, ama etkin olarak buna karışma
dığını gösteriyor, sanırız. Kurtuluş savaşından sonra ise,
çeşitli sol hareketlerin içinde bulunmuş kişilerle, arkadaş
lık ilişkileri olduğu bilinmektedir. Nitekim yukarıda sözü
nü ettiğimiz konuşmada F. O. Bayır’da Tonguç’un her
hangi bir sol örgüt içinde görev almadığını, ama ileri ve
sol düşünlere ilgi, yakınlık duyduğunu, bunları her zaman
ilgi ile izlediğini söylemektedir.
■ Yabancı Ülke ve Düşünürlerin Etkileri
Tonguç’un gelişimi üzerinde yabancı ülkelerin ve ya
bancı düşünürlerin etkileri nelerdir?
Hiç şüphe yok ki, bunların başında, Osmanlı İmpa
ratorluğundan kopan Balkan ülkelerinin köy sorunu üze
rinde, imparatorluk döneminde ve bundan sonraki Cum
huriyet çağının 1935’e kadar olan bölümünde, bizdekileri
aşan çabalan ve başanlan gelir, özellikle yetişip büyüdü
ğü ve koşullannı çok iyi bildiği Rumeli Türk köylerinde
yapılan çalışmalar onu derinden etkilemiştir. Koşullardaki
benzerlik ve Balkanlarda olup bitenleri sık sık görebilmek,
koşullan çok iyi bildiği için gördüklerini doğru değerlen
direbilmek olanaklan, onu sürekli olarak Balkan ülkelerin
deki çalışmalan izlemeye itmiştir. En önemli çalışma ve
atıbmlan yapmış ülke olarak da, bunlann başında Bulga
ristan gelir, özellikle Bulgar eğitim sisteminin, köy oku
lunu köyün bir çeşit tanm çalışmalarının yöneticisi ve
ekonomik çalışma merkezi yapması, üretim ve tüketim
kooperatifleri ile yürütülen ortak çalışmalarda köy okulu
nun yönetici olarak etkin rolü, küçük tarım endüstrisinin
işliklerinin köy okullarında toplanmış olması gibi konular,
onun en çok üzerinde durduğu nitelikler olmuştur. Daha
1935 yılında, Bakan Saffet A nkan’a İlköğretim Dairesi
adına hazırlanıp verilen çok önemli (bu raporda daha son
raki çalışmalara temel olacak başlıca bilgi ve ilkeleri bul
mak olanağı vardır) raporda, köy okullarının yapımında
karşılaşılacak zorlukların yenilebilmesi için Bulgaristan’
daki uygulama üzerinde durulmakta, bir yapı fonunun
kurulması sahk verilmekte ve Bulgaristan’da bununla ilgili
olan yasa maddeleri uzun uzun anlatılmaktadır ki, Bul
garistan eğitimi, bu raporda ad belirtilerek değinilen tek
yabancı örnektir*23’.
Batının ileri eğitbilim ilkelerini batı koşullarından
başka koşullar içinde bulunan Türkiye’ye uygulamak gi
bi bir sorunla karşı karşıya kalan Tonguç’un, aynı sorunla
karşılaşmış, köy koşullan bize en çok benziyen bir ülke
olarak, Bulgaristan’la ilgilenmesi, gerçekçi bir davranış
tır. Batıdan almak istediklerini, ülke gerçeklerine göre
değiştirerek uygulama, aynen kabul etmeme eğilimi git
gide artan Tonguç, Balkan ve özellikle Bulgaristan ör
neklerinden kendine göre birçok dersler çıkarmıştır.
(23i İ lk ö ğ re tim K a v ra m ı, 1. H a k k ı T o n g u ç, R e m z i k ita b evi, İ s ta n b u l 1946, s. 276.
■ Almanya
İkinci önemli yabancı ülke etkisi, Almanya’nınkidir.
Buna Almanya’dan çok batı uygarlığının ve kültürünün
etkisi diyebiliriz. Tonguç, zaten o çağ öğretmen okulların
daki yetişme şeklinin bir sonucu olarak batı değerlerini
almaya hazırlanmıştı. Almanya’ya gittiği zaman bir takım
etkilere açıktı. Dış ülke olarak Almanya’ya gidişi, ki bir
rastlantıdır, dış siyasal duruma ve lisan olarak okulda
Almanca okumuş olmasına bağlıdır, sonradan kendisini
eleştiren sol yazarlar tarafından çok yanlış, gerçeklere ay
kırı bir şekilde değerlendirilmiştir. Bunlar, Tonguç’un Al
man nasyonalizmi ve nazizminin etkileri altında kaldığı
savındadırlar. Bu yanlıştır. Bunun yanlışlığını gösterebil
mek için Tonguç’un bulunduğu çağdaki Almanya’ya bir
göz atalım: Tonguç’un Almanya’da ilk bulunuşu I. Dünya
Savaşımn sonuna rastlar (öğrenim süresi Eylül 1918 sonu
27.4.1919). Bu çağ, bütün dünya tarafından Almanya’da,
Rusya’dan sonra ikinci büyük proleter devriminin beklen
diği ve patladığı çağdır. 19.5.1919’da yurda döndüğünü
sanıyoruz. Almanya 29 Eylül 1918’de mütareke istemiş,
30 Ekim 1918’de Kiel’de donanmada sol ayaklanma başla
mış, 4 Kasım 1918’de Stutgart ve Münih’de devrimci so
kak gösterileri başlamış, 9 Kasımda Berlin’de devrim pat •
lamıştır. 1919 yılı başlarında sosyal demokratların komü
nistlere karşı cephe almalarıyla Weimar cumhuriyeti kuru
labilmiş ve ilk Cumhurbaşkanı sosyal demokrat Ebert ol
muştur. Devrimin doruğuna ulaştığı nokta, 6 - 2 3 Aralık
1918 tarihleri arasında spartakistlerin Berlin’de başlattık
ları ayaklanmadır. Spartakistlerin Berlin’in yönetimini ta
mamen ele geçirdikleri süre, ki kızıl hafta diye adlandırı
lır, 11 Ocak 1919’da sona erer. 15 Ocak 1919’da Sos
yal Demokrat iktidar duruma hakim olmuştur. Almanya’
nın bütün büyük kentlerinde yüzlerce devrimci öldürül
müştür. 1919 yılının ilk yansı Sosyal Demokrat Hükü
metin Berlin ve diğer kentlerde devrimi bastırmak için gö
nüllü subaylara ve henüz silah altında bulunan birliklere
başvurduktan süredir, özellikle Tonguç’un bulunduğu Ba
den - Baden eyaletlerine komşu olan Bavyera’da devrim
çok kanlı bir şekilde bastınlmıştır. M art 1919 ortalanna
doğru devrimciler ya öldürülmüş, yahut da tutuklanmışlardır(24).
Görülüyor ki, Tonguç’un Almanya’da ilk defa bulun
duğu dönem, Alman devrimi çağıdır ve bu birkaç ay Al
manya'nın bütün tarihi boyunca, sol devrimin en başanlı
olduğu, en uca, en aşırıya ulaştığı çağdır. Donanma bu
çağda başkaldırmış, Kayzer kovulmuş, proletarya ayaklan
mış, Alman nasyonalist hareketini temsil eden Junkers’ler,
toprak ağası militaristler etkisiz duruma getirilmiştir. Ya
ni, batıdan gelecek etkilere çok açık olarak ilk izlenimleri
almak üzere, Almanya’ya gelmiş olan Tonguç’un, toplu
mu sarsan en önemli olay olarak, başından sonuna kadar
izleyebildiği, Alman proletaryasının devrim girişimi olmuş
tur. Naziler daha ufukta bile yokturlar. Almanya Rus devri
mi kadar güçlü bir devrim yaşamış, ama devrimi yöneten
lerin hazırlıksızlıkları ve hataları yüzünden sonuç başarı
sız olmuştur. O halde Tonguç’un ilk Almanya’da bulundu
ğu çağda ortamın hiç de bir aşın sağ ortamı olmadığı orta
dadır.
Tonguç, ikinci defa 1921 - 1922 yıllannda yanm ka
lan öğrenimini tamamlamak için tekrar Almanya’ya gön
derilmiştir. Karlsruhe’de Baden Güzel Sanatlar Okulu ile, Güzel Sanatlar Akademisine ve Karlsruhe Beden Eğitimi
Enstitüsüne devam etmiştir. Almanya Weimar Cumhuri
yeti çağını yaşamaktadır. Bir burjuva demokrasisi düzeni
(24a İ h tila lle r v e D a rb e le r T a rih i, çev. v e d e rily e n S ab ih a B o zb ağ iı, Y irm in c i Y ü zy ıl y a y ın la n , İ s ta n b u l
1966, cild I, s. 177-182.
vardır. Çeşitli partiler vardır, parlamenter çekişmeler vc
tartışmalar olmaktadır. Naziler yine yokturlar. Burjuva
demokrasisine bağlanmış umudlar henüz yitirilmemiştir.
Üçüncü gidişi 1925 yılındadır, bu yılın 8 H aziran- 4
Temmuz günleri arasında Leipzig’de Pedagoji Enstitüsüne
bağlı iş eğitimi seminerine katılmak üzere, kısa süreli bir
gidiştir.
Bundan sonraki iki gidişi de yine iki kısa süreli ve
bütün Avrupayı kapsıyan geziler şeklindedir. Almanya’da
kaldığı günler sayılıdır. Birincisi 1929 Ekim ayındadır,
ders araçları almak üzere İtalya, İsviçre, Fransa, İngilte
re, Almanya ve Avusturya’da geçen iki aylık bir süredir.
Bundan sonraki ise ilköğretim alanında incelemeler yap
mak üzere, İlk Öğretim Genel Müdürü olarak 28 Ağustos
1938’de başlıyan, iki aya yakın bir süre devam eden, Bul
garistan, Macaristan, Yugoslavya, Avusturya ve Almanya’
yı kapsayan bir gezidir.(;25) Bu. son iki gezi sırasında, Al
manya nazi etkisi altında ve sonuncusunda yönetiminde
dir. Ama daha başka ülkelerin de gezildiği bu kısa süreli
gezilerde, diğer ülkelerin etkisi olmayıp da yalnız Alman
ya’daki nazilerin etkisini kabul etmemizi gerektirecek ne
denler nasıl ileri sürülebilir?
Bize göre, onun Almanya’da uzun süreli bulunduğu
ve ilk batı izlenimlerine açık olduğu çağlarda, etkisinde
kalabileceği ortam, başlangıçta önemli bir devrim çatışma
sı ortamı, daha sonra da bir burjuva demokrasisi ortamı
dır. Bunun aksini söylemek, bazı solcu eleştiricilerin son
radan yaptıkları gibi, çok yüzeysel ve objektiflikten uzak bir
şekilde Almanya - Nazizm çağrışımından yararlanarak, onu
nazilerin etkisinde kalmış bir kişi gibi göstermeye kalk
mak, gerçeklere aykırı, ciddiyetten uzak bir davranıştır ve
W Ö zel a rş iv . T o n g u ç u n d ış a rıd a g e ç ir d iğ i sü re le r, o r a
la r d a n a ld ığ ı b elg elerd e n , T ü rk iy e d e k i g ö re v s ü re le
rin i g ö s te re n sic il ö z e tle rin d e n v e b u g e z ile rd e k u l
la n d ığ ı p a s a p o r tla rd a k i k a y ıtla r d a n ç ık a rılm ış tır.
Ethem Nejat - komünizm çağrışımından yararlanmaya kal
kan sağcıların davranışına eştir.
1938’deki inceleme gezisi sırasında Tonguç, Nazi Almanyasında iş hizmeti örgütü ile ügilenmiştir. Gizli işsizli
ğin önlenmesi, iş gücünün harekete getirilmesi ve ekonomik
durumu elverişsiz bir ülkede kalkınma ve yapı işlerine ge
niş çapta girişebilmesi amacıyla kurulmuş bu örgüt, tıpkı
askerlik hizmeti gibi, her vatandaşı belli bir süre, bedensel
çalışma yükümü altına sokmaktadır. Almanya’nın yeni
den yapımında çok önemli başarıları olmuş bu hizmetin
üzerinde, Tonguç dikkatle durmuştur. Alışılmış yollardan,
mali olanakları çok sınırlı ülkelerde geniş projelerin uygu
lanmasına olanak bulunamaması sonucu, kurulan bu örgüt
aynı koşullar içinde bulunan Türkiye’de, geniş çapta bir
tasarının uygulamasına girişecek olan Tonguç’un ilgisini
çekmiştir. Bu örgütün tipik bir nazi örgütü olduğu söyle
nemez. Nazilerden önce Sovyetler Birliğinde ve hatta Ame
rika’da buna benzer örgütler kurulmuş ve başarılı olmuş
lardır. Nitekim Kirby, F. Roosevelt’in Cumhurbaşkanlığı
döneminde, ekonomik buhran ve işsizlik yıllarında Ameri
ka’da da CCC adı altında (Civilian Conservation Corps)
buna benzer bir örgüt kurulduğunu yazmaktadır'26’.
özetlersek, Tonguç’un gelişiminde ilk önce rol oynıyan önemli etkenler, içerisinden çıktığı köy gerçeklerini iyi
bilmesi ve unutmaması, imparatorluğun yıkılış dönemini
yaşıyarak, zayıf ve noksan yanlarını görebilmesi, batıya
açık bir öğrenimden sonra, Avrupada yüzyılın başlıca top
lumsal ve ekonomik sorunlarının yarattığı sınıf çatışmala
rını en şiddetli dönemlerinin birinde yakından izliyebilmesi, kurtuluş savaşı ve bu dönemdeki Türkiye’de sol akım
lar üzerinde bilgisi olması, batı yöntem ve kurallarının, ko(26> T iirk iy e d e K öy E n s titü le ri, F a y K irb y , İm e c e y ay ın -
la r ı, 1961, A n k a ra , s. 56.
şullan Türkiye’ye çok benziyen Balkan ülkelerinde uygu
lamalarına dikkat edebilmesidir.
■ Sovyetler Birliği
Şimdi netameli, sağcılar tarafından sömürülmeye çok
elverişli bir konuya geliyoruz. Sovyet devrimi ile Sovyetler
Birliğinde girişilmiş geniş çaptaki eğitim atılımlannın köy
enstitüleri sistemi üzerinde etkisi olmuş mudur, olmuşsa
ne derecededir? Bu sorunun karşılığını objektif olarak ve
varacağımız sonuçların sağdan veya soldan ne derece sö
mürüleceğim hiç hesaba katmadan incelemek istiyoruz.
Bu konuya geniş olarak yer vereceğiz. Bunun en başta
gelen nedeni bu konuda uzun bir süre, yoğun ve ağır suç
lamaların yapılmış olması, bu suçlamaların enstitülerin yı
kılması döneminde geniş etkiler yapmasıdır. Bu suçlama
ların gerçeğe uygunluk derecesini bulup çıkarabilmek için,
soruya bütün ayrıntıları ve genişliği ile ve herhangi bir
önyargıya kapılmadan, böyle bir incelemenin bugün geti
rebileceği zararlardan da çekinmeden girişmekten başka yol
yoktur. Konumuzun bu bölümünde tutucularca çok sömü
rülmüş bu konuya eğilmek, klasik bir inceleme şemasına
uymayan ve ilgi çekici bölümlere özel bir önem verme
şeklinde izlediğimiz yöntemimize de uygundur.
İlkel köy ekonomisine dayanan bir tarım ülkesi ola
rak, Sovyetlerin devrimden sonra eğitim sorunlarım nasıl
çözdükleri, elbette benzer sorunlar karşısında bulunan Türk
düşünür ve aydınlarının geniş ölçüde ilgisini çekmiştir. Çok
kısa bir sürede eğitim ve öğretimi geniş bir kampanya ile
yaygın duruma getiren Sovyetlerin kullandıktan yöntem ve
yollan, Tonguç’un öğrenmek, bunlarda yararlanabileceği
örneklerin bulunup bulunmadığını incelemek isteyeceği
şüphesizdir. Hemen söyliyelim ki, o bu çeşit incelemeleri
bütün ülkeler için yapmaya çalışmıştır. Ingiltere’nin eğitim
düzenini incelerken nasıl onun kapitalist düzeni benimsedi
ğini, yahut Almanya’nın eğitim sistemini incelerken nazileştiği, Italya’nınkini incelerken faşistleştiğini söylemek pek
basit ve yüzeysel bir yargı olursa, Sovyet eğitim sistemi ko
nusunda bilgi edinmek istiyor diye, komünist olduğunu
söylemek o derece bilimsellikten uzak bir davranıştır. Bü
tün bu ülkelerin eğitim sistemleri konusunda edinebildiği
bilgileri ve düşünleri (İlköğretim Kavramı) ve (Canlandırı
lacak Köy) kitaplarında bir araya toplamıştır. Şu bir tarih
sel gerçektir ki, ne kapitalist İngiltere eğitiminin, ne de nazi Almanyası’nın karşılaştığı sorunlar, koşullan bunlara
hiç benzemiyen Türkiye için ders ve örnek ahnacak önem
li bilgiler edinmemizi sağlamaz. Halbuki Sovyetler için bu
nun tam aksi söz konusudur; koşullar, sorunlar o kadar bir
birine benzemektedir. Bu bakımdan Tonguç’un Sovyet eği
tim sistemi konusunda bilgi edinmeye özel bir önem ver
diği söylenebilir.
Bilgi edinebilmek için olanaklan ne idi ve bunun için
hangi kaynaklardan yararlandı? İlk olarak düşünülmesi ge
reken, 2. Dünya Savâşından önce Sovyetlerle Türkiye ara
sında gelişmiş olan kültürel ilişkilerin sağladığı olanaklar
dır. Sovyetlerin Türkiye’deki çalışmalarından olarak sine
ma, sergi, konferans gibi çabaların, bazı bügiler edinme
ye yaradığı söylenebilir. Ayrıca, ismet Paşa’nm Başbakan
lığı sırasında, onun başkanlığında Sovyetler Birliğinde bir
inceleme gezisine katılan Nafi Atuf Kansu’nun da eğitimci
ve eğitbilim tarihçisi olarak, orada özellikle eğitim konu
larını incelediği ve sonradan Tonguç’a bu yönden geniş
bilgi verdiğini sanıyoruz, ilköğretim Genel Müdürü bulun
duğu sırada, Genelkurmay Başkanlığının yüksek dereceli
görevlilere dağıtılmak üzere kişiye özel olarak yayınladığı
Sovyetler konusundaki raporlarda da herhalde eğitim konu
sunda geniş bilgi olsa gerektir. Tonguç, 1938’de batı ülke
lerinde inceleme gezisine gönderileceği zaman, gezi prog
ramında Sovyetler Birliğinin de bulunduğunu, fakat savaş
hazırlıkları ve bir takım iç siyasal tasfiye hareketleri içinde
bulunan Sovyetlerin, bu sıralarda ülkelerine yabancıların
girmesini hiç de istemediklerini, Tonguç’un 1 - 2 ay vize
beklediğini, fakat Sovyetlerin bu vizeyi vermediklerini ve
bu ülkenin gezi programından çıkarıldığını da biliyoruz.
Bunların dışında bizim bulabildiğimiz kaynaklar şun
lardır: Ferit Oğuz Bayır’ın verdiği bilgiye göre, Tonguç
görevli bulunduğu sırada eğitimle ilgili bir takım makale
leri, dilimize çevirtiyor, bunları arkadaşları ile birlikte uzun
uzun inceliyorlar, içlerinde bizim yararlanabileceğimiz bir
düşün olup olmadığına bakıyorlar'27’.
Belge olarak bulabildiklerimiz ise şunlardır: 1939 yı
lında Dışişleri Bakanlığı tarafından «Sovyetlerin maarif
sahasındaki faaliyetleri hakkında Moskova Büyükelçimizce Vekaletlerine» başlığı ile M. Eğitim Bakanlığına gön
derilen iki rapor var'28’. Büyükelçi Z. Apaydın tarafından
imzalanmış bu raporlarda özellikle şu konular üzerinde
durulmaktadır: Son yıllarda Sovyetlerde öğretim yapanla
rın sayısı 30 milyondur. Okul yapımı konusunda darda
dırlar. Köylerden kasabalara ve sanayi şehirlerine 40 mil
yon nüfus nakledilmiştir. Okul yapısı noksanına karşı şu
tedbiri alıyorlar: Sabah ve öğleden sonra olmak üzere çif
te öğretimin ayrıntıları üzerinde bilgi verildikten sonra,
Sovyetlerin yeni üçüncü beş yıllık planlarındaki tasarıları
üzerinde durulmaktadır: Kentlerle yeni sanayi merkezle
rinde ilk ve orta öğretim yapanların sayısı 8 milyondan
12 milyona çıkacaktır, köylerde ise bu sayı, 20 milyondan
m ) 21.1.1969da A n k a r a d a özel k o n u şm a .
(W ö z e l a rş iv : H a ric iy e V e k a le tin in
7.4.1939
g ü n ve
35169, 124 s a y ılı y a z ıla rın a e k li
2.3.1939 g ü n ve
14671-15 v e 17.3.1939 g iln v e 14704-21 sa y ılı M o sk ov a
B ü y ü k e lç iliğ i ra p o r la rı. 6 v e 3 sa y fa . Y a zı v e r a p o r
la r d a « k işiy e özel» v e y a «gizli» k a y d ı y o k tu r.
27 milyona varacaktır. Son iki beşer yıllık planlarda yap
tıklarına bakarak bunu da başaracaklanna inandığını belir
ten Büyükelçi, «öğrenimin bu kadar süratle yayılabilmesirıde
önemli bir etken öğrenimin sadeleştirilmesidir» demekte,
Sovyetlerde bizim lise dediğimiz eski usul okulların kaldı
rıldığını, latince ve grekçe okutmadıklarını, yaşıyan ya
bancı dillere de bizdeki kadar önem vermediklerini söyle
mektedir. İlkokulların 5 ve 7 yıllık olduğunu, köylerde
daha çok 5 yıllıklar bulunduğunu, yeni planda bunların da
7 yıllığa çıkarılmasının öngörüldüğünü, ilköğretimin her
cumhuriyetteki milli dil ile yapıldığını, amacın iyi okuyup
yazmak, hesap yaptırmak, pratik bilgiler vermek ve komü
nist fikirler aşılamak olduğunu yazıyor. Ortaöğretim ise
on yıldır (ilkokul ile birlikte). Rus dili ve edebiyatı en
önemli derstir. Çeşitli Cumhuriyetlerde Rusça bu öğrenim
kademesinde mecburidir. «Tarih, felsefe ve mantık ile ya
bancı dillere çok önem verilmez,» diyen Büyükelçi, yüksek
öğrenime geçerek, bunun çok geniş bir örgüt olduğunu, 30
kadar üniversite ve birçok teknikumlar, enstitüler bulundu
ğunu, bütün yüksek öğrenim kurumlannın sayısının 715
olduğunu, yüksek öğrenim görenlerin sayısının yarım mil
yonu aştığını bildiriyor. Bundan sonra «bu ayrıntıları ver
mekten amacının orta öğretimin sadeliği üzerine dikkati
çekmek olduğunu» belirterek, Türkiye için şu düşünlerini
öne sürüyor: « ...İlk tahsili hayatta işe yarar bir hazırlık
haline koymak için bir az da ziraate dair basit malumatla
teçhiz etmek ve bunun için de 7 seneye çıkarmaktan baş
ka çare yoktur. Bunun gibi orta tahsili de,memlekette kü
çük sanatkarları yetiştirmek ve korumak için, on senelik
sanayi mektepleri haline sokmak, hazırlandığımız yeni
hamleler hesabına muvafık olsa gerektir (liselerimiz üniver
site tahsili yapacaklar için kalır)...» diyerek tekrar ikili
öğrenim sistemi üzerinde durmaktadır.
İkinci raporda, Büyükelçi, Sovyetlerde üçüncü beş
yıllık planın amacının köylerde 7 yıllık, kentlerde 10 yıl
lık öğrenimi yüzde yüz gerçekleştirmek olduğunu belirttik
ten sonra, okul yapımının büyük zorluk yarattığını, yapı
darlığı çekildiğini, ikili ve hatta üçlü öğrenime son vere
bilmek için yapım işlerinin gereği kadar hızlandırılması
gerektiğini, beş yıl içinde Moskova ve Leningrat’ta 635,
R.S.F.S.R.’deki köylerde ise beş yılda 6324 köy okulunun
yapımının öngörüldüğünü bildirerek şöyle yazıyor: « ...Bu
na bakarak bizim de Belediye Teşkilatına tabi 20.000 ci
varındaki büyük köylerimizde noksan kalan mektepleri
tamamlamak için yeniden yapılması iktiza eden mektep
adedi 16.000'den aşağı olapııyacağına göre bunların hiç
değilse standardize edilecek kapı, pencere, döşeme tahtası,
ders sıraları, kiremit gibi malzemesiyle çimeto, kireç ve
ustalık ücreti karşılığının senelere taksimiyle programlaştı
r m a s ı ve yukarıda sayılı malzemeyi hazırlamak için milli
bankalardan birisine vazife verilerek fabrikalarının yaptı
rılması, üst tarafının köylere tahmil edilmesi düşünülebi
lir. ..»
Bu raporlar Milli Eğitim Bakanlığının isteği üzerine
hazırlanmış olsa gerektir. Bu hakımdan, herşeyden önce,
geniş çapta bir eğitim ve öğretim atılımına girecek olan
ların, benzer koşullar içinde bulunan ülkelerde neler yapıl
dığını bilmek istediklerini gösterir. Bu raporlarda Büyük
elçi Z. Apaydın tarafından Türkiye için salık verilen yön
temlerin, Bakanlığın daha sonraki uygulamalarında ne de
receye kadar etkili olduğunu bilmiyoruz. Ama ikili ve üç
lü öğretim, okul yapımı sorunları konusundaki düşünler,
klasik öğrenimin kısılarak, pratik ve teknik alana, tarım
öğrenimine yönelinmesi gibi düşünlerin Bakanlığın bu yön
lerde sonradan gelişen uygulamaları üzerindeki etki derece
si herhalde ayrı bir inceleme konusu olmaya değer. Hiç
olmazsa, Büyükelçinin verdiği bilgilerin ve öğütlerin, Türkiyede de eğitim sorununa çözüm arayan yöneticilerin
vardıkları sonuçlara uyduğunu ve onları düşünlerinin doğ
ruluğu konusunda güçlendirdiğini hemen söyliyebiliriz.
Yine belge olarak bulabildiklerimiz arasında Trud
dergisinin 19.5.1946 günkü sayısından kısaltılarak dilimi
ze çevrildiği belirtilen bir makale özeti var<29): Tonguç’un
işbaşından ayrılmak üzere olduğu veya ayrıldığı sıralarda
çevrilmiş olması gereken bu makalenin, yıllar önce ilkeleri
saptanmış köy enstitüsü sistemi konusunda bir etkisi oldu
ğu düşünülemez. Zaten konu da biraz değişik. Yazışma
yoluyla halen çalışmakta olanların öğrenimlerinin sürdü
rülmesi konusunda yapılanları, örgütleri, alınan sonuçları,
bu sistemin gerekçesini ve önemini uzun uzun anlatan bu
makale, önce Tonguç’un 1946 yıllarında da Sovyetlerdeki gelişmeleri izlediğini gösterir, bundan sonra da etkisi
bakımından bize şöyle bir olanağı düşündürmektedir: Bö
lüm 7’de sözünü ettiğimiz, Tonguç’un Talim Terbiye üye
liğine atanmasından sonra, köy enstitülerinin altı yıla çı
karılması konusundaki düşünlerini bildiren raporda, köy
öğretmenlerinin işbaşında yetiştirilmeleri konusuna geniş
önem verilmekte,bu alanda henüz ciddi bir çalışma yapıl
madığı bildirilmektedir. Acaba bu makale çevrisi, onun ana
düşün olarak zaten yıllarca önce köy enstitüsü sistemi için
de öngördüğü bu konunun yeniden tazelenmesinde bir rol
oynamış mıdır? Bilmiyoruz.
Başka bir belge, çeşitli ülkelerin öğretmen yetiştirme
sorununu inceliyen bir seri çalışma arasındadır. Bu ülkeler
arasında Rusya da bulunmaktadır. Bu çalışmaların Ton
guç’un 1946’dan sonra hazırlamaya çabaladığı ve sonra
dan yayınlamak olanağını bulamıyarak, çok kısaltılmış şek
lini . (öğretmen Ansiklopedisi ve Pedagoji Sözlüğü) adı al(*>) Ö zel a r ş iv : (V a z ife le ri b a şın d a n a y rılm a d a n u z m a n la
rın y e tiş tirilm e s i) b a şlık lı v e (T R U D ’u n 19.5.1946 s a
y ıs ın d a n k ıs a ltıla r a k ) k a y d ı b u lu n a n , M illi E ğ itim
B a k a n lığ ı T a lim ve T e rb iy e D a ire s i a n te t li k a ğ ıt la r a
y a zılm ış, 4 s a y f a lık m a k a le çev irisi.
tında yayınlıyabildiği kitapla ilgili olduğunu sanıyoruz(30).
«Sovyet Sosyalist Cumhuriyetlerinde öğretmen yetiştirme
meselesinin nasıl ele alındığını, hangi esaslara göre teşki
latlandırıldı ğını, meydana getirilen öğretmen yetiştirme
kanunlarının ne karakterde olduklarım ana çizgileriyle
gösterebilmek için bu alanda en yetkili bir eğitkenin 1931’de İngilizce yayınladığı yazısını, almanca (Das Werdende
Zeitalter) adlı dergide (Sovyetler Birliğinde öğretmen Y e
tiştirme) başlığı ile çıkan almancasından kısaltarak tercü
me etmeyi uygun buldum...» sözleriyle başlıyan bu çevi
ri, deyiş bakımından bizde Tonguç tarafından yapıldığı
izlenimini uyandırmaktadır. Verdiği bilgiler bakımından
çok ilginç olan bu yazıyı Tonguç ne zamandanberi bilmek
te idi? öğretmen yetiştirme sorununda karşılaşılan zorluk
lar, yürünen yollar, uygulanan eğitbilim ilkeleri ve amaç
lar konusunda Türkiye’deki sorun bakımından çok geniş
ve dikkate değer bilgiler vardır. Eğer Tonguç, bu yazıyı
ktıruluş yıllarında biliyor idi ise, etkilendiği yanları olmuş
tur, denebilir. Bu bakımdan bu belge önemlidir. Makale
de, önce çarlık çağında öğretmen yetiştirilmesinin geriliği
ve yetersizliğine değinilmekte, sonra özetle şöyle denmek
tedir: «.. .Şu fikirde kanaatlar birleşiyordu: Eski tamamen
ortadan kaybolmalıdır... Güçlükler, devlete başka işler
için gereken elemanı yetiştirmekten büsbütün başka karak
terde idi... Mesela mühendis yetiştirilirken, mühendisin ye
tişmesini sağlıyacak metodlarla bilimlerde ufak tefek de
ğişiklikler yapmakla memnun olmak mümkündü. Çünkü
bu mesele gençliği idare edecek kimselerin yetişmeleriyle
ilgili bilimlerde olduğu gibi devletin dünya görüşüne temel
teşkil eden ana prensiplere bu kadar sıkı sıkıya bağlı de
ğildir. .. Bu sebepden genç devlet nispeten kolay bir şekil
li)
Ö zel a rş iv : (R u s y a ) b a şlık lı, d iğ e r ü lk e le r ü z e rin d e
d e y a p ılm ış a y n ı n ite lik te k i (ö rn e ğ in İ n g ilte re ) ç a lış
m a la r a b en zly en , 10 s a y f a lık y a z ı. T a rih , y a z a r ve
ç e v iric in in a d ı y o k , d a k tilo İle.
de eski okulun temelleri üzerine kurulan okullarda türlü
mesleklerin erbabını yetiştirme imkanını bulduğu halde,
pedagoji sahasında çalışacakların yetiştirilecekleri kurum
lan tamamen yeni temel üzerine kurmak mecburiyetinde
kaldı ... Problemi çözecek mahiyette bulunmuş yol şu idi:
İktidar mevkiine gelmiş olan işçi sınıfının ülkülerini gerçek
leştirebilecek kudrette yeni öğretmenler yetiştirmek. Diğer
cihetten şu nokta da kendiliğinden belirmişti: Devrimin,
görevleri çoğalmış olan, sakinleri cehalet içinde bulunan
köye giderek orada kalacak ve köylüleri bilgisizlikten kur
taracak öğretmeni mümkün olduğu kadar süratle yetiştir
mek. Kalite ve kantite şeklinde meydana çıkan iki önemli
mesele, bizdeki öğretmen yetiştirme işine özellik taşıyan
damgasını basmaktadır... Kantite meselesi, kafi derecede
genel bilgisi olan insanlar için kısa süreli kurslar açılarak
onlardan öğretmen yetiştirmek suretiyle halledilmek isten
miştir. (Yazarın notu: burada eğitmen ve yedeksubay öğ
retmen sistemlerini hatırlamamak elde değildir. Benzer ko
şulların, benzer çözümler getirdiği görülüyor).. Fakat bu
kurs teşebbüsü memleketin öğretmen açlığını gidermeye
kafi gelmemiştir. Onun için ortaöğretim kurumlarının
% 60’ından yukarı sınıfların dersleri arasına pedagoji ile il
gili dersler ilave edilmiştir... Bittabi bu şekildeki öğretmen
yetiştirme tarzının kusurları biliniyordu... Fakat yeni dev
let için başka çıkar yol bulunmadığına da kanaat getirmek
lazımdır... Birçok kimseler bu şekilde yetiştirilenlere ilk
okul öğretmeni sıfatının verilemiyeceğini söylemek ister
ler... Temin ederim ki, mesele hiç de böyle değildir... Ne
zaman bu yeni öğretmenlerin çalıştıkları köylere gitsem,
sözün tam ve iyi manasıyla yeni okullar bulabiliyorum..
İlköğretim kurumlarına öğretmen yetiştiren Sovyet okulu,
pedagoji teknikumudur... Bu isim şunun için seçildi: Çün
kü Sovyet Rusya’da yalnız bir çeşit eğitim şekli bilinir, bu
rada her türlü eğitsel çalışmaların temel ilkesi: İş vasıtasıy
la iş için eğitmektir, (yazarın notu: Burada hemen şunu
söyliyelim Köy enstitüleri sisteminin öğrenci iş içinde, iş
vasıtasıyla, iş için eğitilir- temel ilkesi ile bu sözler arasın
da bulunan paralellikten yararlanmak istiyecekler şunu ha
tırlamalıdırlar; bu ilkenin bulucusu Sovyet eğitkenleri de
ğildir; Tonguç?un da yararlandığı asıl kaynak Pestalozzi,
Dewey, Kerschensteirıer gibi batılı eğitkenlerdir. Makale
nin yazarı, bu eğitbilim ilkesini kendi buluşları imiş gibi
gösteriyor). Bu sebepten bütün Rus okulları teknik karak
ter taşıyan okullardır. Politeknik, marksist pedagojinin te
melidir. Diğer bütün kurumlar bunun üstüne yerleşirler.
Onun için genel ortaokula politeknik iş okulu, bütün mes
lek okullarına da teknikum tabirleri verilmiştir... Her ço
cuk, onun zihniyetini geliştiren, çevresindeki iş hayatına
katılmak suretiyle genel eğitim alır. Bizim okullarımız özü
nü, -gerçek hayat vasıtasıyla daha iyi hayat için- formülü
ile anlatmak mümkündür. Bu ülküye ulaşabilmek için, öğ
retmenin ders konularını vaiz şeklinde anlatan bir insan ol
maması, bizzat etkin durumda bulunması, çevresinin işle
rine katılması kayıtsız şartsız lazımdır... Onun için peda-.
goji okulları iki tali parçaya ayrılırlar: Tarımsal pedagojik
ve endüstriel pedagojik kurumlar. Tarımsal pedagoji teknikumları köyler, diğerleri şehir ve endüstri merkezleri için
öğretmen yetiştirirler... Bu okullardaki öğrencilerin çalış
maları birbirine eşit iki kısma ayrılır, öğrenci, okul zama
nının yarısını okul duvarlarının dışında pratik işlerde ge
çirir, diğer zamanı da nazari çalışmalarla doldurur. Şu
noktanın belirtilmesi lazımdır ki, öğrencilerin okul dışında
ki çalışmaları, bazı okullara giderek oralarda eğitsel karak
terde iş görmek değildir. Her öğrenci bu pratik çalışmala
rın çoğunu ya bir tarımsal işletmede, veya maden ocakla
rında ve fabrikalarda geçirmek zorundadır, öğrenci, bu
ralarda «kara iş» ten başlıyarak en zor iş şekillerine kadar,
çalışmanın her safhasından geçmek zorundadır... Bu pra
tik çalışmaların diğer önemli taraflarından biri de, dün
işçi veya köylü olan öğrenciyi içinden geldiği sınıf arka
daşlarından (politik manada sınıf) ayırmamak, kemikleş
miş bir kişi haline getirmemektir... öğrencilerin beyaz ya
kalıklı insanlar haline gelmeleri okullar için büyük ve ger
çek bir tehlike teşkil eder. Onun için yeni öğretmenleri iş
çilerle birlikte nefes alıp veren, yaşıyan insanlar halinde
tutmak için her şeyi yapmak lazımdır... öğretmen aday
larını yetiştirecek olan öğretmenler, maalesef bu yönden
sorumluluklarını tam manasıyla idrak etmiş değillerdir ve
öğrencilere iyi bir örnek olamamaktadırlar... Bunun böy
le olması revulotionun dönüm devrinde tabii görülebilir...
Eski ve yeni öğrencileri tamyan hiç kimse, yeni öğrenci
lerin eskilerden daha az geliştiklerini iddia edemez. Bunun
aksi doğrudur... öğrenci pratik işler sırasında yalnız ken
di faydalanmakla kalmaz. Bilakis kültür ve eğitsel bakım
lardan o da çevresine birçok şeyler verir; o öğrenerek öğ
retir... Bireyle çevresi arasındaki bu karşılıklı etkilerin
değeri kafi derecede taktir edilmemektedir... Şuna kaniyim
ki bu problem ayrı bir makaleye konu teşkil edecek kadar
önemlidir. Çünkü karıaatımca bu mesele incelenince yeni
eğitim ufuklarının açılması için gereken anahtarlar buluna
bilecektir... Teknikumda kimler yetiştiriliyor? Burada
1 6 - 3 0 yaş arasında bulunan fakir köylü çocukları, kasa
baların orta halli çiftçileri, işçiler ve memurlar, köy ırgat
ları, eski öğretmenler öğrenci olarak bulunurlar... Teknikuma girmezden önce yedi yıllık tahsil görmüş olmaları
lazımdır... Bütün öğrencilere burs ve yatacak yer verilir.
Bu ikametgahlar yatılı okullarda olduğu gibi topluca yatı
lan yerler değil, serbest insanlara mahsus kollektif evler
veya odalardır. Öğrenciler buralarda hayatlarım, bizzat
mesul olacak insanlar gibi düzenlerler, öğrencilerin çoğu
küçük kümeler halinde beraber yaşarlar, hayatlarına ni
zam verecek esasları kendileri tespit ederler. Birçok ika
metgahlar yanyana bir mahalle teşkil ederler... İkametgah
larda boş zamanlar müzik, türkü, radyo, toplu okuma ve
türlü oyunlarla doldurulur. Satranç çok sevilen oyunlardan
dır. İkametgahları güzelleştirme, rahat oturulacak bir du
ruma getirme meseleleri teknikumun türlü işleri yapacak
şekilde kurulmuş işlikleri sayesinde kolayca sağlanmakta
dır. İkametgahların idaresinin öğrencilerin elinde olduğunu
açıklamaya bilmem lüzum var m ı?... Esas dersleri, meto
doloji ve ideal bakımlarından diğer derslere temel olmak
üzere sosyal bilgiler teşkil eder... Meslek bilgileri verilir.
Matematik ve tabiat bilgilerine ait dersler genel öğretim
ve eğitimin özü sayılırlar. Bunlara sanat ve iş dersleriyle
çok önemli sayılan beden eğitimi ve hijyen eklenir. Bütün
bu derslerin konularının neler olacağı, teknikumun çevresiy
le öğrencilerin gördükleri pratik işlere bağlıdır... Çoktanberi... ilkokul öğretmenini çok bilen, fakat hiçbirşey yapamıyan insan olarak yetiştirmek işinden vazgeçilmiştir.
Böyle insanlar yerine hayata aydın bir şekilde bakmasını
sağlıyacak metodu öğrenen, hayatı tanıyan ve anlıyan öğ
retmenler yetiştirmek istenmektedir. Bilgi artık başarının
bir kriteryumu sayılmamaktadır. Biz canlı iş adamları ye
tiştirmek istiyoruz, bunun için bize bizzat hayat yardım et
melidir (yazarın notu: Tongunun -iş adamları- deyimini
anlıyamıyan Kemal Tahini anmamak elden gelmiyor bu
rada)... Öğretmenlere işçi ihtilaline hizmet eden büyük
fikir adamlarının nazariyeleri öğretilir. Ayrıca onlar eski
kültür hâzineleriyle batı kültürünün içine sokulurlar. Bu
meselede dar düşünceden gelme sınırlamalar, hayat için de
ğerli olan şeylere kapıları kapamalar, güzellikler alemine
gidişin önüne set çekmeler yoktur. M üzik ve teganni... ti
yatro... bütün öğretmen yetiştiren kurumlarda değer veri
len meşguliyetlerdir. Resim, elişi, modelaj öğretmenlerin
eğitirrfinde en değerli unsurlar olarak kullanılır. Pedagojik
alandaki çalışmalar, çocuğu inceleme ve onun gelişimi gibi
iki esasın üzerinde toplanır... Pedagoji laboratuvarı teknikumun en önemli çalışma merkezlerinden biridir... Bü
tün dersler bittabi... dialektik materyalist metoda göre oku
tulur. öğrencilerin hayatın her türlü görünüşleri karşısında
mümkün olduğu kadar objektif, fakat tenkitçi poz alma
ları istenir. Her sabit şekilli, değişmez inanış takbih olu
nur... Şu noktayı hatırlatmak bilhassa önemlidir ki, dia
lektik materyalizm, iptidai mihanik karakterli ve idealiz
me karşı gelen materyalizmle mutlaka mücadele etmek
mecburiyetindedir. Objektif bilimin izah edemediği, tah
mini hipotezlerin imdada yetişemediği yerlerde, Sovyet öğ
retmeni öğrencilere onları basitleştirici, hiçbir şey ifade
etmiyen bilgiler vermekten kaçınmaya mecburdur. O, insa
nın ancak mücadele ile hakikata yaklaşabildiğini çocukla
ra göstermeye çalışacaktır, öğrencilere hiçbir surette ide
alist dünya görüşünün mistik unsurlarını öğretmeye kalkmıyacaktır; çocuğa idealizmle gerçeğin tezat halinde oldu
ğunu, dünya olaylarının sebeblerini anlatmaya çalışacak
tır... Teknikumda iki ay kadar kaldıktan sonra, öğrenciler
okuldan ayrılarak pratik işlerde çalışmaya giderler. Bunlar
bu işlere basit birer işçi olarak katılırlar, diğer işçilerden
ayrıldıkları taraf, bunların çalışırken rastladıkları mesele
leri kaydetmek üzere birer hatıra defteri tutmaları ve zihin
lerini kurcalıyan birkaç meseleyi çözmüş olmalarıdır... Bu
çalışmalara katılmakla... endüstri işçilerine veya köylülere
sorulacak ve ancak sağlam bilgilere dayanmak suretiyle
cevap verilebilecek sorularla tecrübelerinin artacağını anlar
lar... Zorluklara karşı savaş açılan ve güçlükler mütemadi
yen yenilerek başarılar ve yeni değerler elde edilen bir
çevrede bulunan genç insanların bundan uzak tutulmaları
aklın kabul edemiyeceği bir hareket olurdu. Şuna da ka
niim ki, eski okulda öğrenciler, gerçek iş karşısında az
gözlemlere sahiptiler, buna mukabil ifrat derecede kitap
bilgileri vardı... Birinci pratik çalışma devresinden sonra
öğrenciler, tekrar teknikuma dönerler, nazari derslerle uğ
raşmaya başlarlar, bu geliş ve gidişler birçok defalar tek
rarlanır, yalnız şu farkla ki, gitgide pratik çalışmalar aza
lır, pedagojik mesai çoğalır... Üç yıllık bir öğrenimden
sonra öğretmen adayı kendi kuvvetini sınamak üzere ha
yata atılabilir. Köylerde çalışan öğretmenler teknikumla
ilgilerini kesmezler, bütün zor meseleler için arkadaşça
yardımı o yetiştiği teknikumdan görür. Her yıl eski öğren
ciler yetiştikleri teknikumda toplanır, eski öğretmenleri ile
birlikte yüzlerce meseleyi görüşür, çözmeye çalışırlar, pe
dagoji alanındaki yenilikleri tartışma ve inceleme konusu
olarak ele alırlar. Bu şekildeki bağlılık pek tabii olarak teknikumu zenginleştirmektedir. Çünkü eski öğrencileri teşkil
eden bu iş başındaki öğretmenler, kendilerine hayatta ne
lerin lazım olduğunu söylerler... Eğitime katılmış olanla
rın hepsi, buraya toplandıkları zaman öğreterek birşeyler
öğrenmiş olurlar... Kalın çizgilerle pedagoji teknikumunu
ve levhasım çizmeye çalıştım. Teknikumu bitirenler üç yıl
öğretmenlik yaptıktan sonra pedagoji yüksek okuluna gi
rebilirler... öğretmen yetiştirme işi, yeni ve özellikleri bu
lunan, değer taşıyan bir yola konmuştur. Sonuçları kendi
ni göstermeye başlamıştır. Daha halledilmesi gereken bir
çok güçlükler vardır... Şimdiye kadar meçhul olan bir sa
haya doğru ilerleme fikri mevcuttur...»
Makalenin çevirisinin özeti burada sona eriyor.
Tonguç’un ¡Canlandırılacak Köy» kitabındaki şu sa
tırlar demokratik eğitim ve tek partili rejimlerdeki eğitim
hareketlerinin eleştirisi olmak bakımlarından ilginçtir. Bi
rinci ve İkinci Dünya Savaşı sırasındaki pedagoji hareket
lerini incelerken şöyle diyor<31): «...İki cihan savaşı sırasın
da. .. en çok göze çarpan pedagoji hareketi -gençliğe sahip
olan, geleceğe sahip olur- cümlesiyle ifade edilen politik
<30 C a n la n d ırıla c a k K öy, 1. H a k k ı T o n g u ç, R e m z i k lta h ev i 1947, İs ta n b u l, s. 484, 485.
ve sosyal karakterli hareketti. Bu dilek yüzünden okul,
Rusya ve İtalya, (nasyonal sosyalizm idaresinden sonra A l
manya) gibi bazı memleketlerde eğitim kurumu olmaktan
çıkarak, siyasi partilerin amaçlarını gerçekleştirmek vazife
siyle mükellef bir organ haline gelmek mecburiyetinde
kaldı. Tek partili rejimlerde, daima iktidar mevkiinde bu
lunan parti hükümetleri, okulun yalnız kendi partilerinin
ilkelerini uygulayan bir cihaz haline gelmesini en tabii hal
lerden biri addediyorlardı... öğretmenler tek partinin dün
ya görüşüne uymaya veya onu benimsemeye mecbur tu
tuluyorlar ve bu görüşü çocuklara aşılamak için sıkıştırılı
yorlardı. Bu hareket bilhassa vicdan, fikir ve irfan hürriye
tine az çok alışılmış memleketlerin öğretmenlerine pek zor
geliyordu. Çünkü bu olay yüzünden okul, bilimsel muhta
riyetini tamamen kaybediyor ve bir politika aleti haline
geliyordu...» Öğretmenin eğitim ve öğretim özgürlüğüne
öncelik tanıyan bu sözlerden sonra, hangi ülkelerin kaste
dildiği belli olmıyan, ama «rejim değiştiren toplumlar»
dendiğine göre, faşist rejimlerin işbaşına geldiği Avrupa
ülkeleriyle Sovyetler Birliğinden birisine ait olması gereken,
şu sözler var: «...Rejim değiştiren toplumlarda eğitim ve
öğretim alanlarında süratle ve köklü bir şekilde reform
yapmak, rejimin kaçınılmaz icablarından biridir. Mesele
bir değişmeyi gelip geçici şahısların indi mütalaalarına gö
re değil, bilimsel esaslara dayanarak yapabilmektedir. Bu
prensibi göz önünde tutabilen bazı cemiyetlerin siyasi par
tileri, eğitim alanında yapmayı tasarladıkları devrimin ana
ilkelerine uygun şekiller bulabilmek için çok sayıda uz
manları deney okullarında ve araştırma enstitülerinde ça
lıştırdılar. Bu okullardaki tecrübe ve gözlemler vasıtasıyla
bilimsel hakikatlara erişmeleri için onlara fırsat ve imkan
lar hazırladılar. Bu eğitim laboratuvarları sayesinde mo
dern toplumların yeni okulları için temel taşı olabilecek
değerler bulundu...» Faşist ülkelerde bu çeşit çalışmalar
yapılmadığına göre, burada kastedilen, ayrıntıları yuka
rıdaki makale özetinde belirtilmiş, Sovyetlerde yapılan ça
lışmalar mıdır?
Tonguç daha sonra yayınlanan bir kitabında Sovyet
ler Birliğinde eğitim ve öğretim konusu üzerinde şöyle yazmaktadır(12): «...1917 ihtilalinden sonra Sovyet S.C. Birli
ğinde eğitim, öğretim ve okul teşkilatının şekli tamamen
değişmiştir. Devrimin ilk yıllarında, 192Ve kadar serbest
tek okul sistemi, çocuğun kişiliğini ve yetilerini çok ci
hetli olarak geliştirecek ilkokul eğitim teşkilatının temeli
haline getirilmek istenmiştir. Bu itibarla pedagoji aleminde
ayrı bir yer işgal eder. Sovyet pedagojisinin amacı ihtilal
den sonra kurulmuş olan devleti koruyacak insanları yetiş
tirmektir. 1921 -1926 tarihleri arasında uygulanmaya giri
şilen yeni ekonomi politikasının mutlakiyetçi safhasında,
eğitim teşkilatı tam manasıyla komünizm doktirinine uy
gun bir şekilde tek eğitim esasına göre kurulmaya başlan
mıştır. ...Ekonom i devletleştirilmeye başlanınca eğitim ala
nında da her türlü serbest terbiye imkanları ve şahsi isteğe
göre tahsil görme meselesi tamamen ortadan kaldırılarak
komünizm esaslarına yüzde yüz uymak yolu tutulmuş, bu
nun bir icabı sayılarak dinin tesirlerine son verilmiş, eğitim
kurumlan mütehassıs işçiler yetiştirecek şekilde kurulma
ya başlanmış, okullara mesleki bir karakter verilmiş, bun
ların çoğu meslek okulu haline sokulmuştur.. . » Eğitim ör
gütü üzerinde bilgi verildikten sonra, «...bu memlekette
eğitimin amacı ve okul teşkilatı sık sık değişikliklere tabi
tutulmuştur. Bu yüzden büyük sarsıntılar geçirmiştir. Sov
yet eğitkenleri bu işin eğitime elverişli bir çevre içinde ger
çekleştirileceğine kani oldukları için, okulu, yurtbilgileri
kazanılan ve iş görülen bir yer haline getirmek ve burada
çocuklara hayat için lüzumlu bilgileri vermek, onları tıpkı
<32) Ö ğ re tm e n A n sik lo p ed isi v e P e d a g o ji S ö zlü ğ ü , B ir y a
yınevi, İs ta n b u l 1952, S. 439-441.
işçiler gibi çalıştırarak eğitmek amacını gütmektedirler...
Okullarda uygulanan başlıca öğretim metodları şunlardır:
1) Öğrencileri öğretmenin sözlerine ve takririne kayıtsız
ve şartsız inanmaya sevkeden dogmatik yol, 2) Gerçek eş
ya veya resimler göstermek suretiyle öğrencilere bilgi ka
zandırmak amacı güden gözlem yoluyla eğitim, 3) öğret
menin idaresi altında ve görünüşte çocukların kendi ken
dilerine çalıştıkları intibaını uyandıran öğretim yolu, 4) Öğ
rencileri bir kaşifin yerine koyarak çalışma planlarını ço
cukların kendilerine hazırlatmak ve bu plana göre onların
bizzat bilgi edinmeleri amacını güden öğretim yolu... Sov
yet pedagojisine materyalist dialektik dünya görüşü hakim
dir. Pedagoglar Marx, Engels, Plehanov, Lenin ve Kautzky
gibi politika adamları tarafından yazılmış eserlerin tesiri
altındadırlar. Onun için Marksizm'in baskısından kurtulamamaktadırlar. ..»
Şimdiye kadar açıkça hiç incelenmemiş, bu ilginç ko
nuya biraz geniş yer verdik. Sonuç olarak kanımızca şu
söylenebilir: Tonguç, bazen olanakları da zorlıyarak Sovyetler Birliğindeki eğitim hareketlerini izlemeye çalışmış
tır. Bu konuda oldukça bilgisi vardır. Amacı, körükörüne
herhangi bir yöntem veya sistemi kopya etmek değildi.
Her yabancı ülkede olup bitenle, içerisinde bizim işimize
yanyacak bir yan bulunup bulunmadığını anlamak için
nasıl ilgilenmişse, benzer sorunlar karşısında bulunan bir
ülke olarak, Sovyetler’e özellikle ilgi duymuştur. Ama ken
di eleştiri ve mantık süzgecinden geçirmeden, herhangi bir
yöntemi benimsemeye de hiç niyeti yoktu. Sovyet sistemin
de en çok eleştirdiği nokta, öğretmenin düşün ve öğretim
özgürlüklerinin kısıtlanmış olmasıdır. O, demokratik bir
öğretim ve eğitim özgürlüğünü öğretmenin önde gelen hak
larından saymaktadır. Güdümlü olarak herhangi bir ideo
lojinin propagandasını yapmak yerine, öğrencinin tam öz
gür olarak düşünme ve tartışma yeteneğini kazanmasına
öncelik vermektedir. O zaman öğrenci doğru olanı seçebi
lir. öteyandan, Sovyet öğretmen yetiştirme sisteminin an
latıldığı makalede görüldüğü gibi, bu sistemin Türkiye’de
uygulanan köy enstitüleri sistemine benziyen ve benzemiyen
yanları vardır. Kanımızca herşeyden önce en büyük fark,
Sovyetlerin belirli ilkelere göre kurulmuş bir rejimle hiçbir
çatışması olmayan bir eğitim sistemini uygulamak durumun
da bulunmalarıdır. Bu durum, çeşitli sınıfların siyasal güç
leriyle, alt yapının geri ekonomik durumu ile, bağdaşmıyan bir eğitim sistemini bunlara rağmen yürütmek, kur
mak durumunda olan Tonguç’a göre Sovyetlerdeki uygula
mayı çok kolaylaştırmaktadır. Tonguç’un karşısında bu
lunduğu sorun çok daha çapraşıktır, örneğin Türkiye’nin
koşulları içinde, Tonguç’un köy enstitüsü öğrencilerini, Sov
yetlerdeki öğrencilerin tersine, toplumun bazı bölümle
rinden yalıtması gerekmektedir. Onun için de enstitüleri
kentlerden uzakta kurmak ve kendi amaçlarına uygun bir
ortam yaratmak zorundadır, ö b ü r tarafta ise böyle bir prob
lem yoktur, ortam zaten hazırdır. En çok benzerlik göste
ren iş ilkesi ise, batılı eğitkenlerin malıdır, her iki taraf
da bu ilkeyi oradan alarak yararlanmışlardır. Sovyet sis
teminde, öğretmenin köye gönderilmesinden sonra çıkacak
sorunlar büyük değildir, halbuki, siyasal durum, devlet ör
gütünün uyuşmazlığı ve geri alt yapı nedeniyle, Tonguç,
sisteminde öğretmenin köye gitmesinden sonra çıkacak so
runlara çözüm yolları bulmak, öğretmene büyük ölçüde
destek olmak zorunda idi. Bunun için köy enstitüleri sis
teminde bu konu ve öğretmen ile çıktığı enstitü arasında
ki bağlar çok daha sıkı tutulmuştur. Eğitmen deneyi, Sov
yetlerin başlangıçta giriştikleri geçici öğretmen yetiştirme
kampanyasına benziyebilir. Ama lise öğrencisini alarak,
öğretmen yapıp köye göndermek, bizdeki eğitmen deneme
sine göre, eğitbilim açısından daha geri bir sistemdir; an
cak yedeksubay öğretmen kampanyası ile karşılaştırılabilir.
Eğitmen, geçici bir çözüm değildir, köyün içinden, kendi
sinden gelen, kişiliği ile liderlik özellikleri göstermiş biri
sinin yetiştirilmesi gibi çok daha organik bir bağlantı ve
gelişme denemesidir. Daha bunun gibi, aradaki benzerliğe
rağmen, dikkatle incelenince büyük farklar bulunduğu ve
bizdeki uygulamanın nitelik açısından bazı konularda da
ha geliştirilmiş, daha karışık sorunlara çözüm olarak düşü
nülmüş bir uygulama olduğu söylenebilir. Bütün bunlar,
Tonguç’un her ülkedeki denemeyi ve gelişmeyi inceliyerek
yararlandığı gibi, aynı şeyi Sovyetler için de yaptığı, ama
hiçbir şeyi kopya etmediği sonucuna bizi ulaştırır.
■ Pestalozzi, Kerschensteiner ve Dewey
Yabancı düşünür ve eğitbilimci olarak Tonguç’un en
çok etkilendiği kişiler Pestalozzi, Kerschensteiner ve Dewey’dir. Kerschensteiner ve Dewey, 20. yüzyılın başlangı
cında dünya çapında ünü olan ve daha çok endüstrileş
menin topluma getirdiği eğitbilim sorunları ile uğraşmış
eğitkenlerdir. Endüstri toplumunun gereklerine uygun ve
batıdaki anlamında demokratik siyasal düzenlerin işlemesi
ne yanyacak kişilerin yetiştirilmesi üzerinde durmuşlardır.
Böylece demokratik eğitim, eğitimde özgür düşün ve tar
tışma ortamı, yönetime katılma, iş eğitimi, meslek eğitimi,
pratik amaçlı eğitim, iş yapma yeteneğinin kazandırılması
nı amaç alan eğitim gibi çok kısa ve ana çizgileriyle özet
lenebilecek sorunlarla uğraşmışlardır. Bunlar, endüstrileş
menin ve buna paralel olarak gelişen batı demokrasisinin
eğitbilim alanına getirdiği sorunlardır. Tonguç, bu eğitkenlcrin etkileriyle uygar ülkelerin eğitbilim sorunlarını anla
mak ve tanımak olanağını bulmuştur. Şüphesiz ki bu eği
tim alanındaki ufkunu çok genişletmiştir. Özellikle almanca
bilişi, Kerschensteiner’i ayrıntılı olarak incelemesini sağla
mıştır. Buna karşılık Atatürk çağında Türkiye’nin eğitim
sorunlarını inceliyerek bir rapor hazırlamış olan Dewey’i
de bu açıdan iyi tanımaktadır. Ayrıca, teorik açıdan, onun
demokrasi ve eğitbilim ilişkileri konusundaki düşünlerini
incelemiştir. Fakat bütün bir sistem olarak, Türkiye’den
çok daha ileri bir süreçte bulunan batılı ülkelerin eğitbüim
sorunlarına çözüm ariyan bu kişilerin sistemlerinin, gerçek
çilik süzgecinden geçirilmeden, Türkiye’nin koşulları he
saba katılmadan, olduğu gibi benimsenmesinin yanlış ola
cağını sezdiği söylenebilir. O zaman, bunlara göre daha es
ki, ama içinde yaşadığı ekonomik, toplumsal ve siyasal
koşullar bakımından bizim bulunduğumuz sürece daha ya
kın bir süreçte bulunan bir toplumda ve çağda yaşamış
olan Pestalozzi, kendisini çok ilgilendirmiştir. Denebüir ki,
Tonguç’un en çok sevdiği eğitken Pestalozzidir. Pestaloz
zi çağının Isviçresi ile Tonguç’un çağındaki Türkiye ara
sında bazı benzerlikler vardır. İlkel tarım ekonomisine da
yanan yoksul köylerden oluşmuş bir toplum, henüz geliş
me sancıları içinde bir küçük kent burjuvazisi, güçlü bir
feodalitenin direnmeleri, yoksulluk, kölelik, yakın bir kom
şuda güçlü bir devrim; Fransız devrimi ve bunun etkileri,
bilgisizlik ve kilisenin etkisi altında bir bağnaz öğretim ve
eğitim sistemi. Bütün bu tablo, 20. yüzyılın endüstri toplumlarına göre Tonguç çağının Türkiye’sine daha çok ben
zerlik göstermektedir. Pestalozzi Ue ilgilendikçe, Tonguç,
onun da bizim klasik eğitimciler tarafından Türk öğretme
nine yanlış ve noksan tanıtıldığını anlamıştır. Pestalozzi,
onların şimdiye kadar tanıttığı gibi yalnız ve yalın olarak
eğitbilim alanında bazı öğretim yenilikleri getirmeye çalışan,
idealist, iyiksever, hatta biraz da saf ve beceriksiz bir ki
şi değildir; eğitim ile devrim, eğitim ile siyasal ortam, eği
tim ile ekonomik ve toplumsal değişim ilişkilerini araştı
ran biı; düşünürdür; çağının bu gibi sorunlarıyla geniş öl
çüde ilgilenmiş ve zaman zaman etkin olarak bu konularda
ki tartışmalara, çatışmalara katılmıştır, eyleme girmiştir.
Ve onun bütiin hayatındaki eyleminin, düşünlerinin sonu
cu şuna, Fransız burjuva devrimini aşan şu sonuca var
mıştır: Siyasal devrim, toplumsal ve ekonomik bir dev
rimle, sosyal adaletin gerçekleşmesiyle tamamlanmalıdır;
burjuva devrimi bir aşamadır. Böylece Pestalozzi, çağından
çok sonra gelişecek olan sosyalist hareketi sanki sezmiştir.
Tonguç, Pestalozzi’den, klasik eğitbilimin dışına taşmak,
eğitbilimi ekonomik ve toplumsal sorunlarla ilişkilendirmek
cesaretini almıştır. Onun ölümünden sonra yayınlanabilen,
dilimize çevirdiği Pestalozzi konusundaki (Pestalozzi ve
Devrim) kitabı, bu söylediklerimizin bir kanıtıdır. Bu kita
ba başka bir bölümde değineceğiz133’.
Dış etki olarak, özellikle alman eğitim sistemini de
iyi tanıdığı söylenebilir. Ama bunu etkiden daha çok bil
gi diye nitelemek daha doğru olur. Bazı yüzeysel düşünen
kişilerin sandığı gibi, bu bilgisini, alman eğitim sisteminin
etkisi altında kaldı, şeklinde yorumlamak son derece yan
lıştır. Hele bundan aşırı nasyonalist düşünleri vardı, diye
bir sonuca varmak ise büsbütün hatalıdır. Tonguç’un yap
tığı işler arasında, alman eğitim sisteminden aynen kopya
edildiği söylenebilecek hiçbir şey yoktur. Üstelik onu eğitbilim tarihi ile uğraşmaya çalışan bir kişi olarak alman
eğitim sisteminde en çok ilgilendiren, bu sistemdeki demok
ratlaşma çabalan, özgür düşün ve gelişme ortamını yarat
ma çabalarıdır. Bu bakımdan da alman eğitimindeki önemli
gelişmelerin daha çok Weimar cumhuriyeti döneminde ol
duğu kanısındadır. Şu davranışı ilginçtir: 1956 yılında, Avrupada yaptığı son gezide, Hamburg’da bazı ilkokülları
gezmiş, bazı yetkililerle konuşmuştur. Başlangıçta pek
önemsemedikleri ve kendisini bir emekli öğretmen olarak
tanıtan, almanlann pek önem verdikleri giyim, davranış giW P e s ta lo z z i v e D ev rim , t . H a k k ı T o n g u ç, F . GUndUzalp
ve R a u f İ n a n ta r a f ın d a n A . R u fe r’d e n çe v iri. İm e c e
y a y ın la rı, İ s ta n b u l 1962.
bi konulara da aldırmayan Tonguç’un, Birinci Dünya Sa
vaşından sonraki Alman eğitbilim gelişmelerini ele alıp, o
çağdan şimdiye kadar yapabildiklerinin kritiğine girişmesi
üzerine, bu ilgililerin nasıl bu konuşmayı önemsemek zo
runda kaldıklarını, eleştirileri karşılamakta gitgide nasıl
zorluk çektiklerine tanık olmuşuzdur. Sonunda Tonguç şu
yargıya varmıştır: «1933’den (Nazilerin iktidara gelmesin
den) sonra hiçbir ilerleme olmamış burada, hâlâ 1920 1930’lardaki çalışmalarla işi idare ediyorlar, daha onları
bile aşamamışlar. Burada öğreneceğimiz yeni birşey yok.»
Ve soluğu İsviçre’de, 2. Dünya Savaşında yetim kalmış
her ulustan çocuğun bir araya getirilerek, uluslararası bir
okulda bir (dünya vatandaşı) gibi yetiştirilmeleri amacıyla
kurulmuş bir okul - köyde, (Pestalozzi Çocuklar Köyü)nde
almışızdır. Oradaki gözlem ve düşünleri yine ölümünden
sonra yayınlanabilen (Pestalozzi Çocuklar Köyü) adlı gezi
notlarında vardır'34’.
H Asıl Kaynak
Böylece Tonguç’un bizce en önemli özelliğine
geliyoruz: Öğretmen okulundan çıktığından beri sürekli bir
şüphe ve arama içerisindedir. Kendisinin de aldığı klasik
öğretmen okulu eğitimi bu ülkenin sorunlarına, koşullarına
uygun bir eğitim sistemi midir? Yabancı eğitkenler ve bun
ların sistemleri bize doğru tanıtılmış mıdır? Bunların doğ
ruları bile bizim sorunlarımıza çözüm olacak nitelikte mi
dir? Tarihsel gelişimimizin, toplumsal ve ekonomik koşul
larımızın batıdakilerden çok farklı olduğu sezümektedir.
O halde o düşün ve sistemler bize nerede yararlı olabilir?
Bunlar sürekli olarak kendi kendisine sorduğu sorulardır.
Niçin arkadaşlarının birçoğu bu soruları sormamış, kendileW P e s ta lo z z i Ç o c u k la r K öyü, t . H a k k ı
m a tb a a s ı, A n k a r a 1960.
T o n g u ç, D o ğ u ş
rine verileni eleştirmesiz kabullenmişlerdir de, o hep şüp
he ve arama içindedir? Bize göre önde gelen neden şudur:
Sınıfından kopmaması, o köylü şüpheciliğini, köye dışarı
dan gelen her düşün ve eylemi, yararlılığını gözüyle gör
meden benimsememek alışkanlığını yitirmemesi, onun alı
şılmıştan ayrılmasını sağlıyan başlıca etkendir. Batılıdır,
batı uygarlığının, kültürünün ana ilkelerine, gözleme, dene
ye, özgür araştırmaya ve tartışmaya, hümanizme sımsıkı
bağlıdır, ama tanzimat batıcısı değildir; körükörüne batı
hayranı değildir. Hatta düşün alanında batının yüceleştirdiği batı kültürü değerlerinin, öğelerinin onların bize uy
guladıkları siyasal girişimlerde, nasıl ayaklar altına alındı
ğını sezer. Karşımızda düşün alanında benimsememiz gere
ken bir takım değerler öne sürmüş, ama eylemde bizi yok
etmeye çalışan, kendi gelişimi yönünden çelişmeli bir dev
vardır. Onun yaptıklarını aynen almak, budalacasına hay
ranlık duyarak, tartışmasız, eleştirmesiz benimseyivermek yutulmak, yok olmak demektir. Böylece Tonguç,
kendisine de batıya dönüklüğü aşılamış olan o batı hay
ranı Tanzimat batıcılarının, yani kendi çağının ilerici ku
şağının farkına varmadan yanlış yollarda dolaştıklarını
sezer. Hocaları, inanmaya çalıştığı son çağ osmanlı aydı
nına güvenini yitirmiştir; batı tehlikelerle doludur, yararla
nılabilir, ama güvenilemez, körükörüne benimsenemez, ne
yapmalı, neye inanmalı, neye sarılmalıdır? Bu noktada,
boşlukta kalabileceği bu şüphecilik doruğunda, Tataratmacalı köylü cesareti depreşir, o okumak için onu yollara
düşüren, evinden kaçırtan, İstanbul’da nazır odalarına ka
çak olarak girmesini sağlıyan, «ben de kendi işimi kendim
görürüm» dedirten rumeli köylüsü cesareti, köylü dikkafalılığı teper, kendine dönecek, kendine güvenecek, çözüm
leri kendisi anyacak, kısacası aklını kullanacaktır. Bize
göre Tonguç’u Tonguç yapan, aklını kullanmaya karar
verdiği andır. Aklını kullanmaya başlayınca, sınıfına, köy-
liderine dönecek, onları gözliyecek, onların düşünlerini
soracak, onlara başvuracak, onlardan yararlanacaktır. Ken
di aklı ve onları gözleme ile onların kanılarını anlıyarak
karara varma yolu, bundan sonra dışarıdan, sağdan, sol
dan, doğudan, batıdan, kitaptan, hocadan gelecek her türlü
algının süzgeci olacaktır. Bu süzgeçten geçmiyen hiçbir dü
şünü, hiçbir ilkeyi doğru ve yararlanılabilir saymıyacaktır.
Artık kişiliğinin en önemli öğesi oluşmuştur. Kendine ve
sınıfına dönmüş, kendinin ve sınıfının değerini anlamıştır.
Bu yolda yürüdükçe bunlara güveni artacaktır. Bu nokta
dan sonra da artık acı çekmekle, saldırılara uğramakla,
küçümsenmekle yükümlüdür. Alışılmışa, düzene, sömürü
ye başkaldırmıştır ve yalnız kendi adına değil, sınıfı adına
başkaldırmıştım Artık «ulema»nın, tanzimat batıcısı, ho
calarının, kendilerini eğitbilimci olarak yıllarca yutturmuş
ların, öğütvericüerin ve sömürme - sömürülme düzeninin
bütün bu hazırlayıcı, yürütücü ve uyutucularının karşısın
da, kendi aklına ve sınıfına güvenmeye kararlı, başkaldırmış, bilinçlenmiş bir köylü vardır. Böylesi ise bütün bu
düzenin, o düzenin destekleyicilerinin en çok çekindikleri,
en tehlikeli buldukları, kişidir. Artık savaşı ve çilesi başla
mıştır.
Böylece Tonguç, öğrenebildiklerini aklın ve kendi
toplumunu gözlemenin süzgecinden geçirerek değerlendir
me, yeni yollar arama, taslaklar yapma işine girişir. (Iş
ve Meslek Terbiyesi, Bir Taslak) kitabı bunun başlangı
cıdır. Bunu (Köyde Eğitim) ve (Canlandırılacak Köy) iz
ler.
Düşünle varmaya çalıştığı sonuçları, eyleme girerek,
uygulıyarak, bu uygulamaları eleştirip değerlendirerek ve
buna göre geliştirerek çalışmak olanağını bulur. Bu yolda
giderken, bu yöntemi kullanırken, gelişimi üzerinde baştanberi en büyük etkiyi yapmış bir etkenin, Türkiye’nin
köv yahut ezilen sınıflarının nitelikleri gerçeğinin, gittik
çe ağır basarak üzerindeki etkisini arttırdığım görürüz. Uy
gulamalara da geçildikten sonra, atılan her adımın, ül
kenin gerçekleri, koşullarının özellikleri göz önünde tutul
duğu zaman, çok daha sağlam bir tabana bastığını anlar.
Güveni ve cesareti gitgide artar, bu taban en sağlam, en
esenli dayanaktır. Gerçek güç, uyutulmuş, baskı altında
tutulmuş güç, ancak bu yoldan harekete geçirilecektir. Asıl
çekirdek, asıl tohum oradadır, gelecek oradan yeşerecek
tir. Türkiye’nin ekonomik, tarihsel ve toplumsal özellikleri,
sömürü düzeninin nitelikleri konusundaki inceleme ve
araştırmaların onun çağında pek az oluşu, bu yolda yürü
meyi çok zorlaştırır. Hatta zaman zaman, bunu kendi ça
pında ve kendi olanaklarıyla yapmak zorunda kalır. Bun
lar bazen basit, çok pratik yöntemlerle girişilmiş inceleme
lerdir; şüphesiz ki bu yöntemlerin çok daha iyilerini yap
masını bilenler vardır. Ama bu basit incelemeler, eylem
içinde bulunan bir kişinin, elinde yürütme yetkisi bulunan
bir kişinin, bu alanda atmaya giriştiği yürekli adımlardır.
Varabileceği gerçekler basit de olsa, bilimsel bir düle ve
cila ile açıklanmamış da olsa, eylemi etkiüyecektir, eylem
bunun üzerine kurulacaktır. Onun çalıştığı alanda bu yol
dan elde edilecek sonuçlarla eyleme girmek olanağını kim
se bulamamıştır. Bir bakıma bu bir şanstır, olaylar, geliş
meler, pek zor olarak aynı anda bir araya gelebilecek bir
sürü etmen, böyle bir yolda ilerlenebilecek noktaya onu
itmiştir. Bu rastlantının değerini bilir, onun için bütün çi
lesine rağmen mutludur. Ve alçakgönüllüdür. Kendi gücü
nün çok dışındaki rastlantıların, etmenlerin hazırladığı bu
durumdan, her an değişebilecek bu durumdan elinden gel
diği kadar hızla, sınıfını yararlandırmaya çabalar, zaman
la yarışmaya koyulur.
İlköğretim Genel Müdürlüğünden ayrıldıktan kısa bir
süre sonra, 25.1.1947’de yayınladığı (Canlandırılacak
Köy) kitabının sonundaki şu sözler, yukarıdaki yöntem
le bir taslak kurma çabasının hızını, genişliğini gösterme
si bakımından ilginçtir'35’: «Bu kitabın ikinci basılışı 61
vilayet merkezi, 305 ilçe, 9150 köy görüldükten sonra ya
zılmıştır... Birinci basılışının tarihi 1939’dur. O tarihten
1947 ders yılı başına kadar eğitim yoluyla köyü canlandır
ma işine emeğini katmakta olan meslektaşlarla toplu ola
rak veya ayrı ayrı bir problem konuşulmuş veya tartışıl
mıştır. Kitapta yer alan önemli problemlere dair yapılan
anketlere 4210 kişiden yazılı cevaplar alınmıştır. Ayrıca
tarihi değer taşıyan 456 parça vesika incelenmiş, 112 ki
tap gözden geçirilmiştir...»
Tonguç’un gelişiminde hayatı boyunca gitgide ağırlı
ğı artan, en önemli etki, bizce, Türkiye’nin gerçeklerini
kavnyabilme, tasarılarım bu gerçeklere uydurabilme ça
basıdır.
Onun gelişimini incelerken, klasik bir şemaya uya
rak ayrıntılara inmedik, daha çok şimdiye kadar üzerinde
az durulmuş, ama bizce önemli etkenlere öncelik vererek,
ana çizgileri belirtilmiş bir tablo çizmeye çalıştık.
Bu gelişme doğrultusunda bulunan bir kişinin yürütme
organı içinde etkin görev almasını sağlıyacak koşullar na
sıl ortaya çıkmıştır? Tonguç İlköğretim Genel Müdürlüğü
ne nasıl ve neden getirilmiştir? Bu soruların karşılığım
ararken, ilk önce Tonguç ile CHP iktidarının ilişkilerine
değinmek istiyorum.
■ CHP ve Yarı Kalan Devrim
Bu konuda hemen ve kesinlikle söylenmesi gereken
ilk yargı şudur: Tonguç hiçbir zaman CHP’li olmadı ve
kendisini CHP’li saymadı. Buna karşılık CHP’nin ilerici
aydın kanadının ileri sürdüğü ilerici Kemalist düşünleri,
<351 C a n la n d ırıla c a k K öy, t . H a k la T o n g u ç, R e m z i k it a b
e y i 1947, İs ta n b u l, b. 631.
ilkeleri birçok CHP’liden çok daha iyi anladı ve benimse
di. Eğitim alanında yapmak istediklerine bu Kemalist ilke
lerde dayanak ve temel bulmaya çalıştı.
Orta ve ezilen sınıflardan gelen aydınlar olarak, en
çok öğretmenler, kurtuluş savaşından sonra, yapılması ge
rekli ekonomik ve toplumsal reformlara, alt yapı değişim
lerine gidilmemesinin acısını ve karamsarlığını duymuşlar
dır. Halkla beraber, halk için işe başlanmış, bir noktada
halk unutulmuştu. Yarı yolda devrimin hızı kesilmişti. Bir
şey noksandı. Bir noktada yön yitirilmişti.
Tonguç’un (Canlandırılacak Köy)de Kurtuluş Savaşı
Anadolu kentlerinde öğretmenlerin ülke sorunlarını nasıl
tartıştıklarını, devrimin takılıp kalacağından nasıl kaygı,
duyduklarını anlatırken, yazdıkları ilginçtir(36): «Bu genç
öğretmenleri dinliyen, Osmanlı imparatorluğunun Yemen’•
inde, lşkodra’sında çalışmış yaşlı ve tecrübeli, bedbin bir
öğretmen: Çocuklar; beyhude birbirinizi hırpalıyorsunuz.
Kurtuluş Savaşını Anadolu Hükümeti kazanacak olursa,
bugün bizim çektiğimiz sıkıntılara katılmıyan osmanlı
efendileri, akın akın gelirler, hem muallim, hem müdür,
hem mebus, hem vekil, herşey olurlar. O zaman sizi de
kimse arayıp sormaz. Vekilin dediği fikir merkezlerini de
yapmazlar (Yazarın notu: Maarif Vekili Hamdullah Sup
hi’nin Anadolunun bellibaşlı kentlerinde fikir merkezleri
kurulacağı konusundaki bir Meclis konuşması). Siz genç
siniz, çok çalışın, işlere el koyabilecek yerlere yükselin.
O fikir merkezlerini yaratacak nesli yetiştirin!, derdi.
Anadolu’da fikir merkezlerini yaratmak hâlâ mümkün ol
madı...».
Tonguç aynı kitapta eğitim alanındaki başarısızlıkla
rı uzun uzun anlattıktan sonra, o çağın yönetimini şöyle
<ıt) C a n la n d ırıla c a k K öy, 1. H a k la T o n g u ç, R e m z i k ita b
eyi. İs ta n b u l 1947, s. 262.
eleştirir"71: «...Eğitim işleri yeni meseleleri ortaya çıkar
maktan korkan, günlük politika oyunlarına göre fikir de
ğiştiren, bilimsel prensipler karşısında tereddütler geçiren,
realiteye temas etmekten hoşlanmıyan, gerçeği olduğu gibi
ortaya koyamıyan insanların ellerine bırakılacak olursa,
onlar zahiren devrime hizmet ediyormuş gibi hareket ede
cekler, fakat hakikatte, ana davaların çözülmelerini türlü
türlü sebeplerle geciktirerek eğitim alanındaki çalışmaları
-pek çok kimseler farkında olmadan- korkunç bir çıkmazın
içine sokacaklardı. Eğitim siyasetinde işlenecek böyle bir
hatanın doğuracağı tamir kabul edilmez zararların neler
olabileceği, aradan yıllar geçtikten sonra, bilhassa önemli
sosyal ve ekonomik meseleleri kökten halletmeye sıra ge
lince anlaşılacaktı. O zaman, umduklarını bulamadıkları
için arkaya dönüp geçmiş yıllardaki çalışmalara bakan
devrimciler, ne zaman, nerede ve ne münasebetle büyük
hataların işlendiğini anlıyacaklar ve gafletlerine çok hayıflanacaklardı...»
Bu satırlar, Kurtuluş Savaşını başarmış CHP yöne
ticilerinin daha sonraki davranışlannm eleştirisi, o çağda
milli eğitimi yönetmiş, Tonguç işbaşına geldiği zaman da
Bakanlığın yüksek kademelerinde bulunan yöneticilerinin
suçlanması idi. 1946’dan sonra, yıkılış döneminde, Tönguç’un kişisel olarak başına gelenler, biraz da bu politi
kacıların ve Bakanlık yöneticilerinin kendilerini böylesine
suçlıyan kişiden aldıkları öç sayılabilir.
Kurtuluş savaşı döneminde ülkeyi kalkındırmak, ba
tıya, uygarlığa yönelmek gibi ülkülerle yetişmiş genç öğ
retmen kuşağı, Kurtuluş Savaşı yöneticilerinde bu ülküleri
gerçekleştirecek liderleri bulduğuna inanmak istemiştir.
Ama devrimin hızı kesilip, ilk atılışlardan sonra daha
önemli değişimlere girişilmeyince, başka bir deyimle,
CHP’nin ilkeleri ile tutumu arasındaki uymazlık gitgide
> a.g .e. s. 393.
arttıkça, bu kuşak karamsarlığa kapılmıştır. Ve zamanla
CHP ilkeleri ile CHP yöneticilerini birbirinden ayn olarak
değerlendirmeye başlamıştır. İlkelere evet, ama yönetici
lere ve yönetime hayır! CHP’nin iç yapısındaki tutarsızlı
ğın, çelişkilerin bir sonucu olan, ilkelerle eylem arasındaki
bu uygunsuzluk, aydınların ilerici kesimini CHP’den uzaklaştırmıştır. Başarılmış bir takım üst yapı devrimlerini
koruyabilmek için söz ve düşün özgürlüklerine konan kı
sıtlamalar, tutucu güçlerin işine yaramış, ilerici aydınlar,
CHP yönetimini eleştirme olanağını da bulamamışlar; bu
ise rejimin ideolojik yönden büsbütün yozlaşmasına yol
açmıştır. Bu kısıtlamaların sonucu olarak, öğretmenlerin
örgütlenmelerine ve seslerini duyurmalarına engel olunma
sından Tonguç’un nasıl yakındığını ileride, 8. bölümdeki
sözlerinde bulabiliriz. Böylece Tonguç, 1935’e doğru,
CHP’yi körükörüne destekliyen değil, onun ana ilkelerini
benimsiyen, ama bu ilkelerin CHP tarafından uygulanma
masından yakınan, bunalımlı ve kaygılı aydınlar arasında
idi. Burjuva devrimi, ezilen sınıfların yönetime katılmala
rını sağlıyacak daha ileri bir devrime dönüştürüleınemişti.
Tonguç’un yukarıda verdiğimiz örneklerde olduğu
gibi o çağ yönetimini eleştiren, hoşnutsuzluğunu belirten
yazıları sistemli olarak toplu bir durumda bulunamaz. Bun
lar diğer düşünlerini belirten çalışmaları içine serpiştiril
miştir. Ama gereken dikkatle okunursa, ne söylemek is
tediği açıkça anlaşılır. Şu sözler de bu anlamdadır*38':
«...Türklere vatan olabilecek bir toprak parçası kurtar
mak, memleketin çökmesine sebep olan hadiseleri ortadan
kaldırmak, rolleri menfi müesseseleri yıkmak, soysuzlaş
mış kişileri yok etmek istediler (Anadoluda ayaklanan ce
sur, idealist ve canlı Türk çocukları). Halbuki her işte kul
lanılacak insan malzemesi harpten yeni çıktığı için manen
ve maddeten bitkin bir halde idi... Fakat ayaklanan vatanO») a.g .e. s. 11, 13, 15, 16, 17, 18, 19, 20.
perverlerin bekliyecek vakitleri yoktu... Yabancı düşman
larla ve memleketin birçok yerlerinde bu düşmanlarla bir
leşmiş menfi osmanlı münevverlerinin temsilcileriyle sa
vaşmaya başladılar... İşte bu dekor içinde cumhuriyet ilan
edildi... Hızı durdurmamak lazımdı. Zengin, temiz bir kay
naktan kuvvet ve ilham almak icap ediyordu. İşte bu
kolay kolay bulunamıyordu... Hakiki münevver ve iş ada
mı zannedilerek, güvenilerek işbaşına getirilen (yazarın no
tu: Tonguç iş adamı sözcüğünü, yazılarında bizim bugün
anladığımız anlamda özel girişimle iş gören, kapitalist an
lamında kullanmıyor, devlet hizmetinde iş görebilme, yeni
bir takım işler yapabilme yeteneği olan insan anlamında
kullanıyor) yarı aydınlardan bazılarının artık .işe yarama
dıkları anlaşılıyordu. Bu gibilerin ortaya çıkardıkları aşır
ma ilim, teşebbüs ettiği işlerin çoğunda müsbet yerine men
fi sonuçlarla karşılaşmaya başlamıştı. Cesurca bir hareket
le gerçeğe dönmek lazım geliyordu... Bu arada atmosferi
müsaid bulan, binbir bahane ve vesileler icat ederek cum
huriyetçilerin bir kısmının kafalarını çelmeye muvaffak
olan Osmanlı münevverleri ile onların düşünüşlerini teva
rüs edenler de yavaş yavaş rol sahibi oluyorlardı. Bunlar
dan bakanlık sandalyesine kadar tırmanarak yuvarlanan
lar, bir mali kurumun idare meclisi üyeliğine gelerek giz
lenenler vardı. İdeoloji ve zihniyet itibariyle cumhuriyet
çilerden ayrılan, onların getirdikleri yeni kıymetleri benimsemiyen, fakat bunu açığa vurmamaya çok dikkat eden bu
kurnaz, maskeli tipler, bazı işlerin başına geçince yavaş
yavaş işlerin rengi değişti... Önemli işlerde ve meselelerde
dümenin katiyen cumhuriyete inanmıyanların eline verilme
mesi lazımdı. İşlerin şeklinden ve teferruatından ziyade
manalarına, daha uzun müddet dikkat etmek mecburiyeti
vardı. Cihan Harbi, milli mücadele ve inkılap hareketleri
gibi büyük imtihanlarda sınanmış kıymetleri; espri şam
piyonluğu yaparak, hikayeler anlatarak, birkaç kitap neş
rederek veya makale, şiir gibi aldatıcı yazılar yazarak
sahte şöhret yapmış kimselerin veya bu gibilerin ileriye
sürdükleri desteklilerin ve tavsiyelerle tutunabilenlerin,
akrabalık ve ahbablık esasına dayanarak mevki kapanla
rın emirleri altına koymamak lazımdı... Bir yandan da ne
yapıp yapıp zengin, emin bir kaynağa kol atmak lazım ge
liyordu. Bu da köydü. Orada malzeme olarak aramlanın
hepsi bulunabilecekti .. .Fakat osmanlı münevverlerinin hiç
kıymet vermedikleri köy, cumhuriyet devri işlerinde rey
sahibi olmaya başlıyan ve osmanlı zihniyetini terkedemiyen yarı aydınların bir kısmı için de henüz meçhuldü...
Çünkü onların kaynakları ve terbiye edildikleri yer köy
değildi... Kendileri şehir mekteplerinde yetiştirilmiş ve o
muhitte terbiye edilmiş mütereddit, korkak, yorgun ve me
şakkate tahammül edemiyen tiplerdi... Onlar, yabancı
damgalı ve aşırma bilgilerini elverişli pazarlar bularak sür
meyi biliyorlardı... Bu bulanık ve sıkıntılı hava; temelli,
şumullü ve memleketin bünyesine uygun birçok önemli iş
lerin kökten, süratle halledilmelerini geciktiriyordu. Hele
halk tabakalarına ve köylülere maledilmeleri lazım gelen
işler, bu işleri cesaretle ileri sürebilecek ve başarabilecek
evsafta yeni elemanlar henüz yetiştirilemediği için etrafa
kolay kolay dal budak salamıyordu... Medrese kapanmış,
fakat müderrislerden bir kısmı başka namlara ve şekillere
bürünerek faaliyete geçebilmişlerdi. Sarığın yerine silindir
şapka, cüppenin yerine frak kolayca geçebiliyordu. Tahak
kuku istenilmiyen bazı teşebbüslere ne yapıp yapıp köstek
takmanın yolları bulunuyordu. Menfi münevverlerin haki
kati saklayıp fenayı iyi, müspeti menfi ve yerine göre bun
ların aksini göstermeye teşebbüs edecek kadar cüretlendilcleri zamanlar oluyordu. Cumhuriyet devrinde vakit vakit
karşılaşılan talihsizlik, budur. Onun etkilerinden ne zaman
kurtulmanın mümkün olabileceğini kestirmek kolay değil
dir... Köyün ilerletilmesi gereken geriliğinden söz açılsa,
köylünün yoksul durumuna acınsa, sinekler gibi ölüp gi
den köy çocukları ölümden kurtarılmak istense, köylülerin
elinden alınan hakları sorulsa, itısamn karşısına hemen bu
yarım aydın dikilir ve türlü ittihamlarla sizi lekelemeye
yeltenir... Hayat üniversitesi ve inkilap hareketleri; işine
güvenerek, tabiatın içinde onunla mücadele ede ede yeti
şen köylüyü, gerçekten korkan aydınların karşısında, fırtı
naların karşısındaki yosunlu kayalar gibi aşınmaz bir küt
le haline getirmişti. Münevverin ve devlet adamının en bü
yük vazifesi bu realiteyi görmek ve her işe girişirken buna
dayanmanın çaresini bulmaktı. Bu hakikati anlıyabilenler
azdı... fş adamı bulamamak, parasızlık ve vasıtasızlık sı
kıntıları çekmek gibi dertlerle sarılı bulunanlar için, ayak
larının dibinde duran böyle bir cevherin mevcudiyetini farkedememek büyük bir talihsizlikten başka birşey değil
di. ..»
Bu satırlarda sınıfsal öğeler bulunmadığı söylenemez.
Elbette bizim bugün kullanabildiğimiz deyim ve terimlerle
söylenmiş sözler değildir bunlar. Onun için de örneğin kö
tü bir niyetle, köye dönmek, köy kaynağına inmek, onda
destek aramak, gibi deyimlerin safça ve sınıfsal değerlen
dirmelerden uzak bir köy ve köylü ülkücülüğü ile söylendiği
savı ortaya atılabilir. Ama yüzeysel, kötü niyetli değerlen
dirmelere sapmayan, bu sözleri sorunun ve eylemin tümü
nü göz önünde tutarak inceliyen bir kişi, bundan ezilen ve
sömürülen sınıfların iktidara katılması anlamını da çıkara
bilir. Toplumda sınıf farkları olabileceği gibi masum bir
düşünü bile ileri sürmenin suç sayıldığı bir ortamda, bu
satırların yazılmış olduğunu unutmamak gerekir. Üstelik
de yazar, eylem içinde bulunan bir kişidir ve her satırında
yazacaklarının eylemine zarar vermemesi gibi bir hesabı
yapmak zorundadır. Bu sözlerden o çağın aydınının CHP’yi hangi konularda suçladığı da anlaşılmaktadır. CHP
kendi devrimci kadrosunu yaratmamıştır, iktidarı, sömü
ren sınıfların işbirlikçileri olan osmanlı bürokrat kadro
suyla paylaşmıştır. Kemalist ilkelerin doğal sonuçlan ol
ması gereken ekonomik ve toplumsal devrimleri gerçekleş
tirme savaşını göze alamamıştır. Bir başka yakınma konu
su olarak, bu çağ aydınının ve Tonguç’un, ilerici düşün
lerin öne sürülebileceği koşullann nasıl ortadan kaldınldığı, söz, düşün ve demek kurma özgürlüklerinin nasıl kısıt
landığı ve bunun zararlı sonuçlan konusunda neler dü
şündüklerini, Tonguç’un mesleksel örgütleşme ile ilgili ba
zı sözlerini incelerken, 8. Bölüm’de göreceğiz.
Böylece 1935’e, yani, işbaşına geleceği yıllara doğ
ru, Tonguç, CHP yöneticilerinin köriiköriine buyruğunda
olmak şöyle dursun, onların birçok ana konulardaki tu
tumlarına karşı bir kişi idi; devrimin bozulduğu, saptırıl
dığı, güdük kaldığı, bunda da büyük sorumluluğun CHP
yöneticilerinde olduğu kanısındaydı. CHP yöneticilerine
karşı son derece güvensizdi. Bu güvensizliği sonuna kadar
da böyle sürdü gitti. Sömürülen ve ezilen sınıfları bir tür
lü yeterince bünyesinde temsil edemiyen bir siyasal parti
ye karşı, bu sınıfların içinden gelen ve hayattaki başlıca
sorunu bu sınıfların sömürüden kurtarılması olan bir kişi
nasıl güvenlik duyabilirdi?
Öyle sanıyoruz ki, Tonguç’un CHP’de bir türlü aklı
nı yatıramadığı ana noksan, partinin «sınıfsız toplum»
ideolojisidir. Tonguç’un bütün hayatı boyunca ve bütün ya
zılarında sürekli olarak şu ana çelişki işlenir: Türkiye’de
sömüren, ezen ve sömürülen ezilen sınıflar vardır. Köylü
sınıfı, Türkiye’nin toplumsal yapısı gereği sömürülen ve
ezilen en büyük sınıftır. Ona haklarının verilmesi, onun yö
netime katılması gerekir. Yoksul ve varlıklılar vardır.
Hatta köyün içinde yoksul ve varlıklılar vardır. Bu çelişki,
bu sömüren - sömürülen, varlıklı - yoksul çelişkisi ise CHP
iktidarının o çağlarda en çok kaçındığı, en tehlikeli buldu
ğu görüş tarzıdır. Tonguç’un yazılarında sürekli olarak tek
rarlanan bu çelişkiyi iyice görebilmek için dikkatli okumak
ve bazı deyimlerle terimleri bugünkü anlamlarıyla göre
bilmek gereklidir.
■ Tonguç İşbaşında
Doğrudan doğruya CHP’ye bağlı olmayan ve birçok
yönlerden CHP’yi eleştiren bir kişinin ilköğretim işinin
başına getirilmesinin nedeni nedir? CHP’yi ilköğretim işi
ne bir çözüm bulmaya iten koşul ve nedenleri daha ön
ce gördük. Bu koşul ve nedenlerle CHP içindeki derici
aydın kanat, ilköğretim işinin çözümlenmesi için diğer ik
tidar ortaklarına baskı yapmaktadır. Rejimi güçlendirmek,
sağlam bir temele oturtmak için birşeyler yapmak gerek
lidir. Ama işe nereden başlanacaktır? O günün koşulları
içinde eğitim alanında yapılacak çalışmalar, CHP’nin ile
rici aydınlarına girişdmesi en kolay atılım olarak gözük
müş olabilir. İktidar ortakları olan tutucu ve gerici güçleri
buna razı etmek alt yapı değişikliklerine girişmekten ve
bunları ortaklara kabul ettirmekten daha kolaydı. Ayrıca,
bütün o kuşaklar gibi derici devrimci kadronun da ekono
miye göre eğitim konularında daha geniş bdgisi vardır; bu
daha iyi bildikleri bir alandır. Ama bizce asıl neden, top
lumsal ve siyasal güçler dengesinin alt yapı değişikliklerine
girişmeye cesaret edilemiyecek kadar dericderin karşısında
ve güçlü oluşudur. Nitekim eğitim çalışmalarının, özedikle
Tonguç’un anladığı anlamdaki eğitim çabalarının, sonunda
tutucu ve gerici kanadın ekonomik çıkarlarına zarar vere
ceğini bu kanadın anlaması ve karşı vuruşu hazırlayıp uy
gulaması on yıl kadar sürmüştür. İşte bu on yıldan yarar
lanılmıştır. Halbuki toprak reformu gibi bir alt yapı devrimine girişilmek istendiği zaman, daha başlangıçta güçlü
tutucu - gerici sınıfların tepkisi başlamış ve hiçbir şey ya
pılmadan girişim durdurulmuştur. Böyle bir toplumsal ve
siyasal yapı içerisinde, eğitim alanında ilerlemek olanağı
ortaya çıktığı zaman, bu olanaktan en iyi şekilde yararlan
mak, yani eğitimin amacını, alışılmışın dışına taşırarak,
eğitim çalışmalarını ileride yapılacak alt yapı değişikliklerini
hızlandıracak, güçlendirecek bir yöne doğru yürütmek, bu
on yıllık süreyi devrime yönelme açısından en iyi şekilde
değerlendirmek demek olurdu; işte bu yapılmıştır.
Nedenleri ne olursa olsun, 1935’e doğru CHP iktida
rı eğitim alanında bir atılım yapabilecek kişiler aramakta
dır. Şimdiye kadar, eğitimcisi, «uleması», bürokratı, ül
kücüsü, milliyetçisi, kısaca Anadolu hükümetinin eline ge
çirebildiği her türlü aydın, bu işe sürülmüş, denenmiş, des
teklenmiş, ama belirli bir başarı elde edilememiştir. Tasarı
lar, raporlar, komisyon çalışmaları, denemeler, bir yığın
nutuk hep boşa gitmiştir. O zaman Atatürk Kurtuluş Sa
vaşında mâliyenin en berbat duruma düşmesi üzerine ver
diği karara benzer bir karar verir: O zaman, alışılmışın
dışına çıkamıyan maliyecileri çekmiş ve mâliyeyi maliyeci
olmıyan, ama pratik düşünlü ve yürekli bir Bakana teslim
etmişti ve bu Bakan, maliyecilerin hiç de doğru ve yararlı
bulmadıkları bir takım yöntemlerle, yollarla bu zor duru
mu atlatmayı başarmıştı"9’. Aynı düşünle olsa gerek; Ata
türk Milli Eğitim Bakanlığına eğitimci olmayan, ama
Anadolu Kurtuluş Savaşının en güvenilir, en ilerici düşün
lere açık bir askerini, Saffet Arıkan’ı getirir. Yani Arıkan,
belirli bir görevi gerçekleştirmek için, son çözüm olarak,
bir çeşit olağanüstü yetkilerle iş başına getirilmiş bir ba
kandır. Ankan, kendisinin iş başına gelmesine yol açan
düşün şeklini, yöntemi, kendi iş arkadaşlarını bulmak için
kullanmıştır. Onları, o zamana kadar eğitimci olarak isim
yapmış, alışılmış hiyerarşik kademelerin içinde sıra bekli(>ş A n ad o lu İh tila li. S a b a h a ttin S elek , G ü n eş m a tb a a c ılık ,
İ s ta n b u l 1963, I. cild, s. 113. ( y a z a r ın n o tu : S ö z k o n u
su M aliye B a k a n ı H a ş a n F e h m i A y ta ç tır ) .
yenler, kolu koltuğu hazır ve iddialı taşanlarla dolu olanlar
arasından değil, bunların dışında, rutinin ve bürokrasinin
etkisi altında bulunmıyan, ama çözülecek soruna da de
ğişik ve belirli bir açıdan baktığı bilmen kişiler arasında
aramak yolunu tutmuştur. Bu sıralarda Tonguç ise kendi
meslektaşlan arasında, eğitbilime özel bir ilgi duyan, ama
bu konuda klasik bir öğrenim görmemiş, meraklı bir öğ
retmen, bir amatör sayılsa gerektir, isim yapmış, «oturak
lı» eğitimcilerin dudak büküp geçtikleri garip düşünleri
vardır, yabancı eğitbilimcileri ona okutulduğu gibi değil,
kendine göre yorumlama çabası içindedir; iki yıl önce «Iş
ve Meslek Terbiyesi» adlı bir kitap çıkarmış, Kerschensteiner’i kendine göre yorumlamak «terbiyesizliğini» göster
miş, bununla da kalmamış, bir de bu yoruma dayanarak,
kendine göre bir eğitim sistemi tasarısının ilk taslaklarını
yapmaya girişmiş, bilimsel alana girmeye kalkmıştır. Arıkan’a ondan söz açarlar. Ondan söz açan çevre de ilginçtir.
Bunlar Cevat Dursunoğlu, Hakkı Behiç, Nafi Atuf Kansu gibi belli bir çevrenin, yani CHP içinde bulunan veya
bulunacak olan ileri düşünlere açık bir topluluğun içindekilerdir. Kurtuluş savaşı yıllarında sol. akımlan az çok ta
nımış, Dünyada ne olup bittiğini bilen, savaştan sonra da
başlanılan devrimin tamamlanmamış olmasının sıkıntısını
duyan, CHP’yi yeni atılımlara girmek için zorlamaya çalı
şan kişilerdir. O halde Tonguç’un iş başına getirilmesini
Nafi Atuf Kansu ile akraba oluşuna bağlamak, yahut ger
çekleri tamamen ters çevirerek, zaten Bakanlığın yönetici
leri arasında hazır bekliyordu, emir verdiler, şöyle yap de
diler, o da öyle yaptı, şeklinde yorumlar yapmak yanlış
tır. Tonguç, oraya iki topluluğun isteklerine karşı olarak
belirli bir amaçla getirilmiştir. Bunlardan birincisi Tonguç’u yeter derecede «oturaklı» bulmıyan Bakanlık yük
sek yöneticileri, İkincisi de CHP’nin az sayıdaki ilerici ay
dınlan dışında kalan bütün yöneticileridir. Birinciler onun
böyle bir işe getirilmesine uzun süre direnmişlerdir, öğre
niminin böyle bir makama getirilmesine yeterli olmadığım
öne sürmüşlerdir. Öğretmen Okulundan öğretmeni olan
İhsan Sungu büe uzun süre (o zamanlar Talim Terbiye
Dairesi Başkanı ve Müsteşar) onun İlk Öğretim Genel
Müdürlüğü görevine asaleten atanmasına karşı durmuştur.
Nitekim Tonguç 3.8.1935’de bu göreve vekil olarak baş
lamış, ancak 31.1.1940’da asaleten atanmıştır. Yani, Ton
guç sonradan bazı kişilerin sandıkları gibi Bakanlığın için
de, yüksek kademedeki yöneticilerden değil, onların dı
şında karşılarına aldıkları bir kişidir. Onun Maarif Veka
leti Levazım ve Alâtı Dersiye Müzesi Müdürlüğüne bunlar
karşı koymamışlardır ama bu ikinci derece bir görevdir,
İlköğretim Genel Müdürlüğü gibi birinci dereceden «otu
ra k lıla ra ayrılmış bir yere gelmesine karşı koymuşlardır.
«Köylü İsmail Hakkı»ya gelinceye kadar buraya getirilebi
lecek ne değerli, ne bügili kişiler vardır; CHP yöneticilerinin
çoğunluğunun da bu atanmadan hoşlanmadığı söylenebilir.
Bu Genel Müdür parti yönünden güvenilir bir kişi değil
dir. Partiye yanaşmak, yükselmesinin doğal gelişimi sayıla
bilecek milletvekilliği peşinde koşmak, bunun koşullarını
hazırlamak (genellikle bakanlığın bu Genel Müdürlük ka
demelerinden milletvekilliğine atlanmaktadır) yerine, dü
şün ve söz özgürlüklerinin bu kadar kısıtlandığı bir ortam
da bile CHP’yi eleştirmekten, konuşmalarında, yazılarında
onun noksanlarını, hatalarını sayıp dökmekten kaçınma
maktadır. Nitekim, Tonguç’un atanmasının tepkilerle kar
şılandığını gösteren kanıtlar vardır. Kirby şöyle yazar(40):
«...Tonguç'un tayinine karşı yükselen itirazların, onun bu
mevkie layık ve ehil olmadığı ve kayırıldığı yolundaki de
dikoduların şiddetini, Arıkan'ın Bakan oluşundan bir ay
sonra, adet olmadığı halde bir basın toplantısı yapmak
(«o> T ü rk iy e ’d e K ö y E n s titü le ri, F a y K irb y , İm e c e y a y ın
la r ı A n k a r a 1962, s . 108-109.
zorunda kalışından anlıyabiliriz. Verdiği beyanatta, Ba
kan, Tonguç’un tayinindeki istisnanın onun ideolojik ve
mesleki anlamda güvenilecek bir adam olduğunu, dolayı
sıyla anlatmaya çalıştı. Bakanlığın üzerinde önemle dura
cağı dava köy eğitimi olacaktı. Tonguç, bu iş ile en ya
kından ilgili daireye mihaniki bir şekilde getirilmiş değil,
hiç şüphe yok, A tatürk’ün bilgisi ve muvafakati ile seçilip
getirilmişti. Bakanın sözleri, Tonguç’un tayininin tesadüfi
bir iş olmadığını, yapılması istenen şeyleri yapabileceğine
inanılarak getirilen bir kimse olduğunu şüpheye yer kaimiyacak şekilde gösteriyordu. Bakanın, ortada dolaşan ve
basına kadar genişletilen itirazlara bir son verememiş ol
duğunu söylemeye lüzum yoktur. Bunlar hep devam etti.
«Politika politikacıları»na nüfuz edebilen Arıkan’ın «Eği
tim Bakanlığı politikacılarına nüfuz ve hükmü geçmedi.
Bununla beraber, Tonguç’a çalışma fırsatını, hiçbir şeye
aldırış etmeksizin, sağladı...» Tonguç’un bu göreve gel
meden önce, yaptığı yayınlarla, meslektaşlarının bir kıs
mını nasıl karşısına almış olduğunu da Kirby şöyle anlatır(41): «.. .Mürebbinin Ruhu, ocağın en nüfuzlu üyelerinden
birinin otoritesine doğrudan doğruya meydan okur gibi bir
eser olmasaydı, bu eser Tonguç için beklenmedik bir yük
selme manivelası olabilirdi. Meseleyi biraz dikkatle eşele
yince görürüz ki, Tonguç’un İlköğretim Genel Direktör
lüğüne tayini üzerine başlıyan ve bir müddet sonra adeta
memleket ölçüsünde bir mesele haline getirilen ve nihayet
köy enstitüleri işinde aşağılık bir rol oynıyan o «küçültücülük» kampanyasının kaynağı buradadır...»
Bürokrat yöneticileri, klasik eğitimcileri ve CHP yö
neticilerinin çoğunluğunu bu kadar rahatsız eden, kızdı
ran ne idi? Bize göre bu, çok kısa olarak şöyle deyimlenebilir: Bir ucundan da olsa, yönetime bir köylü bulaşmış
tı. Tutucu - çıkarcı - gerici sınıfların temsilcileri, bürok
ratlar ve ulema koalisyonu, bilinçli veya bilinçsiz olarak
bunda bir tehlike seziyordu!...
Tonguç bu atanmayı nasıl karşılıyordu? Kimlerin,
hangi nedenlerle buna karşı koyduklarını sezmediği, anla
madığı söylenemez. Herhalde bu görevi, terfi etmiş bir
memurun rahatlığı, hoşnutluğu, gevşekliği içinde almıyor
du. Kuşkulu, tedirgin, çevresinin pusuda befeliyenlerle na
sıl çevrili olduğunun farkında idi. Daha işe başlarken için
de bulunduğu durum, sonraları bazı sol yazarların çizdik
leri güllük gülistanlık bir ortamda, safçasına bir ülkücü
lükle ortaya çıkarılıp, yaptıkları sömürülmüş, bir takım
gizli amaçlara araç olarak kullanılmış adam tablosuna hiç
uymuyor. Nasıl iş başına geldiğini bir de kendi ağzından
dinliyelim(42): « ...Saffet Arıkan... bana bir halk partisi
programı uzatarak işaretlediği sayfaları okumamı söyledi.
Elimdeki broşürün işaretli sayfalarını okumaya başladığım
zaman programın ilköğretim ile ilgili maddeleriyle karşı
laştım. Biraz sonra Bakan, bu okuduğun maddelerdeki
fikirlere ne dersin, dedi. Şu cevabı verdim: Efendim, bu
maddelerle tespit edilmiş olan ilköğretime aid görüşler tatlı
ve giizel bir rüyadaki hayallere benziyorlar. Bakan elin
deki kağıtları bıraktı, dikkat kesilerek yüzüme sert sert
baktı: ...N e demek istediğini anlıyamadım. bizim parti
miz hayal peşinde mi koşuyor, yani? dedi. Evet, onun gibi
birşey efendim, çünkü tatbik edilmiyen fikirlerin hayalden
ne farkı vardır, dedim. Zavallı müsteşar terlemeye, telaş
lanmaya başladı. Bakan onu teskin etmek ister gibi yüzü
ne baktıktan sonra, bana dönerek gülümsedi ve sen bizim
bu tatlı hayallerimizi hakikat haline getirebilir misin, ko
laysa yap da görelim bakalım, dedi... Ben ne Cumhuri
yet Halk Partisiyim, ne de devlet, onların yapamadıklarını
ben nasıl yapabilirim, cevabım verdim...» Tonguç’un anıC42/ T o n g u ç ’a K ita p , İm e c e
42-43.
Y a y ın la n , İ s ta n b u l 1961, s.
lanna göre bu konuşmadan birkaç gün sonra Tonguç Ba
kanlığa tekrar çağrılarak Bakan tarafından kendisine İlk
öğretim Genel Müdürlüğüne atanılmak istendiği bildiri
lir. Görülüyor ki Tonguç, bu göreve iktidarın sadık ve söz
dinler bir memuru gibi, belli bürokratik kademeleri aşıp
getirilmiş değildir. Belirli bir konuda iktidarı yetersiz bu
lan, onu eleştiren bir kişi olarak, bu konuyu çözümlemek
üzere getirilmiştir. Burada sanki iktidar ile Tonguç ara
sında sessiz bir anlaşma vardır. İktidar belirli bir konuda
bu konuyu çözümliyebilecek bir kişi aramaktadır. Tonguç
ise bu çözümü kendi açısından aramakta olan bir kişidir.
Burada şunu da belirtmek gerekir. Tonguç, karşı tarafın
anlaşmayı bozar gibi olduğu yani onun çalışmak üzere
getirildiği konuda, çalışma olanaklarının kısıtlanması teh
likesinin en ufak bir şekilde belirdiği anlarda bile görevin
den çekilmeye her an hazırdır. Onun için önemli olan,
bir Genel Müdürlük koltuğunda oturmak değildir. Çalış
ma olanağı verildiği sürece oradadır. Nitekim Haşan - Ali
Yücel Bakan olur olmaz, hemen ona çekilmek istediğini
bildirir; çünkü yeni Bakanın anlaşmayı sürdürüp sürdürmiyeceğini bilmemektedir. Haşan - Ali Yücel bunu şöyle
anlatır'43’: « ...Ertesi günü Maarif Vekilliğine tayinim tez
keresini aldım ve biraz sonra da Cumhurbaşkanına takdim
olunacağım haberi geldi... İnönü Maarif işlerinin ehemmi
yetinden söz açtı. İlköğretim meselesine önem verdiğini
anlattı ve bilhassa Arıkan zamanında başlanmış olan eğit
men yetiştirilmesine devam etmemi belirtti... Yanan Ba
kanlık binasına döndüğümde o zaman İlköğretim Umum
Müdürlüğü vazifesini gören Hakkı Tonguç odama geldi.
Bulunduğu vazifeden kendisini affetmemi, yerine arzu et
tiğim bir arkadaşı getirmemi söyledi. Bu açık ve kesin mü
racaat karşısında beraber çalışmamıza herhangi bir engel
C u m h u riy e t g a z e te si, D ü n B ir
B a y ra m G ü n ü İd i.
H a ş a n - A li Y ücel, 18 n is a n 1954.
olmadığını anlatarak başlanmış işlere devam etmesini rica
ettim. Yerinde kaldı...»
■ Kişiliğindeki Bağımsızlık
Tonguç işbaşında bulunduğu sürece CHP’ye karşı
bağımsızlığını her zaman korumuş, kendisini bir anlaş
manın tarafı olarak görmüş, hiçbir zaman CHP’nin köriiköriine buyruğu altında iş gören bir memur saymamıştır.
Tonguç’un bu davranışı, kendisini geniş ölçüde bağımsız
sayması, Bakanlığın bürokrat kadrosunun ona karşı tepki
sini daha da artırmıştır. Aym şekilde CHP’nin çoğunlu
ğu da bu davranıştan yakınmaktadır, ilköğretim Genel Mü
dürü onları sanki hiçe saymaktadır. Değil ilkelere dayanan
genel ve önemli kararlarda, gündelik işlerde, şu milletve
killerinin o zaman da pek ilgi ve çaba ile izledikleri atan
ma, nakil gibi aracılıklarda Genel Müdür, bildiğini oku
makta, hatta bu gibi ricalara gelen milletvekillerine kafa
tutmaktadır. Pire için yorgan yakmaktan çekinmediği her
davranışından bellidir. Her an şapkasını alıp gitmeye ha
zırdır. Sık sık bu meslekte asıl görevin öğretmenlik oldu
ğunu, yönetim görevlerinin geçiciliğini, bunların her an bı
rakılabileceğini tekrarlar durur. Öğretmenliğe yollıyamazlar; yukarısı tutmaktadır. O zaman o her zamanki yolları
na başvururlar; 1940’dan sonra iki defa milletvekilliği tek
lif ederler. Yükseltir görünerek zararsız duruma getirecek
lerdir. Kabul etmez, böyle işlerde gözü yoktur.
Kişiliği ve görev anlayışı bakımından ilginç bulduğu
muz bir belgeden söz açmak istiyoruz. Çok sevdiği, saydı
ğı ender kişilerden birisi olan Saffet A nkan’ın Bakanlığı
sırasında bizim de niteliğini bilmediğimiz, yakın arkadaşla
rının da bir çoğunun bilgisi dışında aralarında bir anlaş
mazlık çıkar. Bu nedir, nasıl bir olaydır, hangi konudadır?
Bazı kişiler böyle bir anlaşmazlık olduğunu ve ancak Nafi
Atuf Kansu’nun araya girmesi ile Tonguç’un istifadan vazgeçirildiğini bulanık olarak hatırlamaktadırlar. Konusu ba
kımından her zaman, her yerde çıkabilecek ve kolayca gi
derilen bir önemsiz anlaşmazlık da olabilir bu. önemli olan,
ölümünden sonra evrakı arasında bulunmuş olan ve Arıkan’a yazıldığı anlaşılan bir mektup ve bu mektupda onun
kişiliği yönünden bazı aydınlatıcı bilgilerin bulunmasıdır.
Bağımsızlıığa verdiği önem, görev anlayışı, kendi kendine
saygısı, CHP ve Bakanlık ileri gelenleriyle ilişkileri gibi
bakımlardan bu belgenin önemi olduğunu sanıyoruz. Ton
guç’un kendi kendisinden söz açtığı çok ender yazılardan
biridir(44):
«Bizi bir toplantıya çağırarak işlerimizin hususiyetle
rine göre fikirlerimizi sordunuz. Verilen cevapları asabiyet
le karşılıyarak o cevaplarla münasebeti pek uzak olan bazı
anormal zamanları hatırlatmak suretiyle de reddettiniz.
İşin bu safhası herkesin şahsı ile alakadar sözleri teşkil et
tiği için kimsenin ne menfi ne de müspet olarak birşey
söylemesine lüzum bırakmaz. Fakat bu toplantı konuşma
ları bir müddet sonra öyle bir şekil aldı ki, neticesi ve
maksadı arkadaşların huzurunda birini, yani beni küçük
düşürmek oldu. Ve mateessüf çok haksız bir şekilde. Bu
sahneye düşmanım şahit obaydı benim haksız yere tahkir
edildiğime kanaat getirmekten başka birşey yapamazdı,
iktidar mevkiinde insanın eline verilen kılıç bu işler için
değil, devlet işlerini yürütmek için kullamlması lazım gelen
bir alet olduğunu düşünerek çok üzüldüm. Memleketin en
namuslu, şerefli evladı olan bir zat en büyük iktidarı elin
de taşıdığı bir zamanda bu tarzı hareketten gerek kendi
şahsi arzuları, gerek başkalarının gönül btekleri ve nihayet
W ö z e l a r ş iv : H a k k ı T o n g ııç’u n e l y a z ıs ı İle v e e s k i
h a rf le rle y a zılm ış, 2,5 s a y f a lık m e k tu p . T a rih ve
b a ş lık y o k tu r . D ey iş, sö zü e d ile n b a z ı o la y la r b u
m e k tu b u n S a f f e t A rık a n ’a B a k a n lığ ı s ıra s ın d a y a
zıld ığ ı k a n ıs ın a bizi u la ş tırm ış tır.
memleket hesabına ne kazanabilir diye çok düşündüm. Ve
nihayet bunların hepsi olsa olsa yorgunluktan mütevellit
bir asabiyetin doğurduğu fevri hareketlerdir, büyük yük
leri omuzlıyanlar kendilerine hakim olamadan istemedikle
ri halde bu gibi şeyler yaparlar, bunu hoş görüp istirabına
katlanmaktan başka çare yoktur, dedim ve sustum. Kal
bimde bu üzücü hadiseden dolayı hiçbir ukte kalmamıştı.
Toplantı bitti. Arkadaşlar dağıldılar. İkinci safha başladı.
Bir dram gibi başlıyan ikinci safhanın ilk sözleri toplantı
esnasında geçen bulanık bütün mükalemeleri aydınlattı.
Meselenin esası anlaşıldı. Birbirimize kısa cümleler halin
de boş yere ortaya bir kırgınlık çıkaran hadiseyi anlatma
ya çalıştık. Pek tabii olarak sözler aynı yol üzerinden ka
yıp gitmediler. Şimdi hadiseyi doğurmaya sebep olan me
seleyi bütün çıplaklığıyla anlatmayı bir vicdan borcu bili
yorum. Ve bunu anlatmadıkça hayatta bu meselenin üzün
tüsünden kurtulmama imkan yoktur:
Biz ikimiz öyle iki vatandaşız ki, haysiyet, şeref,
kıymetlere inanış, insanlık bakımından birbirimize kusur
bulabilecek değiliz. Böyle olduğu halde bugün aynı haklara
malik iki insan gibi konuşamıyoruz. Resmi vaziyetin yaka
larımıza yapıştırdığı iki etiket, bizi amir, memur vaziye
tine getiriyor. Bu durum karşısında ben memur vaziyetin
de olduğum için hakkım olanın üçte birini bile söyliyemiyorum. Siz hakkınız olanın üstüne de çıkarak konuşuyor
sunuz ve rahat rahat söylüyorsunuz. Kolları bağlanmış bir
düşmanla boğuşmayı ve ona hücum etmeyi göz önüne ge
tirirseniz bizim halimizin aynını görürsünüz. Bu tarz müca
dele hücum eden için zevk olur mu? Hele hücum edilen
hücum edeni seven, ama nasıl taparcasına seven birisi de
olursa. Ben sizi çok severim, çok sayarım, dünyada ka
yıtsız ve şartsız sevebileceğim neler varsa onlar kadar
severim. Şimdi bu sevgi ve saygıma istinat ederek bazı
şeyler söyliyeceğim:
Bu memlekette mukadderat birliğine girmiş bir nes
lin insanlarıyız. Siz Eskişehir istasyonu civarında bir kule
nin içinde karanlık ufuklarda talih denilen şeyin inkişafı
için planlar tasarladığınız zaman, ben de aynı şehrin istas
yonu önünde cepheden yaralı gelen vatandaşların yarala
rını yorgan çarşaflarından kesilmiş bezlerle sarmaya çalı
şanlardan biri idim. Bu mukadderat birliğine dahil insan
ların bir kısmı gel zaman git zaman bu hadiseleri Beyoğlundaki kaloriferli apartmanlardan alay ederek seyre
denlerle birlikte milyoner oldular, daha birşeyler birşeyler
oldular ve nihayet benim şahsi kanaatımca memleket he
sabına (iyi) olmadılar. Fakat siz bu olanlar arasına girme
den kaldınız. Yirmi sene evvelki değil, mektepten çıktığı
nız zamanki genç zabitin ideallerinin sembolü olarak kaldı
nız. Hayatın kirli tarafına elini bulaştırmamış olan genç
ruhlu bütün insanlar için bir meşale gibi dolaşıyorsunuz.
Ben sizi evvela bunu için seviyorum. Bu bir. Sizi sevdiğim,
size güvendiğim ve nihayet fikren taraftarı olduğum bazı
işler için planlarınızın tatbikatçısı olarak yanınızda iş al
dım. Bu işlere başlarken, birbirini seven, birbirine itimat
eden iki insan gibi herşeyi konuştuk. Siz bana (stebe hü
cum edeceğiz, yolumuza çıkacak her engeli kıracağız, Tür
kiye'nin kalesi olan orta Anadolu insanı ön planda gelmek
üzere memleket için iş göreceğiz, idare ve mesuliyetini üze
rimize aldığımız işlerde hiçbir kuvvetten yılmıyacağız, sen
den bunu isterim) dediniz. Böylece çalıştık. Fakat birgün
geldi, ben sizi vurulmuş bir kahraman gibi gördüm, lstirabdan tıpkı bir yaralı gibi kıvranıyordunuz. Mukadderat
ve işbirliğinde kumanda mevkiinde idiniz. Sadık bir nefe
rin yaralanmış zabitine karşı aldığı tavırlar gibi tavırlar
almaya başladım. Artık bu hareketlerde mantık aranamaz
dı. Görüyordum ki, düşmanlarınız sizi arkadan vurmaya
başlamışlardı. Bu memlekette vurma metodunun bu oldu
ğunu da size daha işe başladığımız günlerde hatırlatmış-
tim. Darbeler başladıktan sonra siz büsbütün lsalaştımz.
Bir yanağınıza tokat atana ötekini de çevirmeye başladınız.
İşte bu noktada ben sizden ayrıldım. Nasıl ayrılış, içim
parça parça olarak. Ben köylü çocuğuyum. Benim kanım
ne lsalaşmaya ne de 1saları seyretmeye gelir. Sevdiğim bi
rini İsa vaziyetinde gördüğüm zaman damarlarımdaki bü
tün kanlar kaynamaya başlar. Ateş gibi olurum. Ya yakar
veya yanarım. İşte bu haleti ruhiyye ile söylemek istedik
lerimin onbinde birini bile teşkil etmeyen bir noktayı, o
da münasebet geldiği için hiçbir arkadaşımı kastetmiyerek,
gayet objektif bir halde A vnfnin evinde söyledim. Bu me
selede hiçbir suiniyet taşımadığım için vicdanen raha
tım. Küçük bir noktadan üzülüyorum, o da şudur: Biz
böyle meclislerde daha geniş mikyasda meseleleri konuş
maya alışmış bir nesiliz. Devrimiz geçmiş, onun farkında
olmamışım. Bu ciheti önceden kestirebilmiş olsaydım bir
tekaüt gibi otururdum. Ve işler de ihtimal bal, kaymak
gibi tatlılaşırdı. Toplantının üstüne şeker tozu yerine biber
serpmişim.
Büyük işler başında bulunanların dertleri de büyük
olur. Ben umumi durumu böyle görüyorum. İş yapamadı
ğımıza üzülüyorum. Yukarıda söylediğim direktifleri veren
bir kıymetin günün birinde (vaziyet, mevzuat, Şurayı Dev
let, hadisatı sıkıştırmamak, mülayemet) mefhumlarıyla ze
hirlendiğini görmeye başlamak insana çok acı geliyor. He
le bu zincirleri kimlerin, nasıl entrikalarla vurduklarını
göz önüne getirdikçe kendimi de zincirlenerek zindana atıl
mış görüyorum. Bu haleti ruhiye ile iş görülemiyeceğini
siz de takdir buyurursunuz. Yanlış anlaşılmaması için şu
nu da bilhassa arzedeyim ki, ben başkalarının muvaffaki
yet devrinde takı zafer altından geçmeyi istiyenlerden de
değilim. İşlerin normal, katlanılacak istirablarırıdan zevk
alırım. Fakat gece ve gündüz çalıştığımız halde çalışmıyanların, sahtekârlık yapanların, tembellerin, sabotajcıların
ellerine esir düşmek üzereyiz. Esir olmamak için çırpını
yorum. Olalım ve ölelim diyorsanız, ona da peki. Fakat
sonra şimdi benim size söylediklerimi siz bana tekrarlıyacaksınız.
Fikirlerimi açıkça yazdım. Rıdvan Nafiz ile (Yazarın
notu: Saffet Arıkan’ın Bakanlığı döneminde müsteşar) ara
mızda en ufak bir mesele yoktur. Bunun olmadığını iki ta
raflı tekrar tekrar konuştuk. Bütün bunlara rağmen ben si
zi taciz edici bir unsur olmaya başlamışsam bana kırılmıyarak işimden affetmenizi ellerinizi öpe öpe yalvararak di
lerim.»
Bu mektup gönderilmiş midir, yoksa yalnız bir taslak
olarak mı kalmıştır, bilmiyoruz. Bu belgede bizce önemli
olan noktalar şunlardır: Tonguç’un Bakanla ilişkileri alışıl
mış boynu eğik, evet efendimci memur ilişkileri değildir;
yüklendiği sorumluluğa karşılık bir takım hakları olduğu
kanısındadır. Bu tutum, 1960’dan sonra bazı eleştiricilerin
ortaya attıkları başı eğik, bürokrat memur tablosuna uy
mamaktadır. Tonguç’un girişilen işlerin herhalde CHP’nin
tutucu kanadı tarafından baltalanması ve Bakanın da bir
çeşit taviz politikasına kayar gibi olması üzerine bir özel
konuşmada yaptığı eleştirilerin Bakana yetiştirilmesi ile çık
tığını sandığımız anlaşmazlık, yine 1960’dan sonraki bir
kısım eleştiricilerin savlarının tersine, iş görme ortamının
güllük gülistanlık değil, son derece bozulmaya elverişli,
kaypak olduğunu ve Tonguç’un da daha başlangıçta bunu
çok iyi bildiğini göstermektedir. Daha işin başında karşı
güçler baltalamalara girişmişlerdir.
■ Bakanlık - CHP İlişkileri
Tonguç’un işbaşında bulunduğu dönemde ve özellikle
Yücel’in Bakanlığı sırasında Bakanlık ile CHP Genel
Merkezi arasında zaman zaman gerginlikler ve sürtüşme
ler olmuştur. Aslında temel Kemalist ilkeleri uygulamak
için uğraşan İlköğretim Genel Müdürlüğü ile, bu ilkelerin
asıl sahibi olması gereken CHP merkezi arasında bu gibi
olayların çıkmaması gerekirdi. Ama CHP’nin tek düze bir
iktidar olmadığı, çeşitli sınıfların koalisyonu ile yönetildi
ği düşünülürse, temel kemalist ilkelerin bir kısım koalisyon
ortaklarının işine gelmediği ve bunların, ilköğretimdeki
çalışmaları baltalamak istedikleri söylenebilir. Bu ortakla
rın en tehlikelileri, Kemalist ilkeleri benimsemiş görünen
sahte ilericilerdi. Bunlar, ilkeleri işlerine ve çıkarlarına gel
diği gibi yorumluyorlar, kendilerini devrimci gösteriyorlar,
partinin ideolojisini yapar gözükerek onun temel ilkeleri
ni işlemez duruma getiriyorlardı. Bu sözde aydın, ama bile
rek veya bilmiyerek tutucu - gerici sınıfların çıkarlarım
koruyan, onların çıkarlarını düşün alanında işliyerek dok
trin yaratan kişiler, parti içinde gitgide güçleneceklerdir.
Onların ilkeleri nasıl değiştirip bozdukları bazı örneklerle
açıklanabiliı. Bize göre bunların en başta geleni ve en
zararlısı, Atatürk’ün «imtiyazsız, sınıfsız toplum» sloganı
nı işlerine geldiği gibi yorumlamaları olmuştur. Bu ters yo
rumdur ki, Türkiye’de siyasal gelişmeyi alabildiğine dur
durmuş ve hâlâ durdurmaktadır. Atatürk’ün bu sloganı
daha çok bir özlemin dile getirilmesiydi; bir çeşit sosyal
adaletin gerçekleştiği, sınıf farklarının azalıp, kaybolduğu,
imtiyazlı hiçbir kişinin ve zümrenin bulunmadığı, yoksul
luktan kurtulmuş, mutlu bir toplum ülküsü idi. Bundan
Türk toplumunda sınıfların bulunmadığı sonucunu çıkar
dılar. Sınıf gerçeğini yadsıdılar. Bu gerçeğin varlığını
duyurmamak için sloganı sömürdüler. Ama oradaki «imti
yazsız» sözünün üstünde hiç durmadılar. Sınıfsız olduğunu
ileri sürdükleri toplumun, aynı zamanda imtiyazlı kişi ve
ya zümrelerin bulunmadığı bir toplum olduğu öne sürüle
bilir miydi? Sloganı öylesine ters çevirip kullandılar ki,
imtiyazlı, sınıflı bir toplum düzeninin, daha doğrusu sö
mürü düzeninin sürüp gitmesi, değiştirilmemesi için kulla
nıldı.
Aynı şekilde nitelik ve amaçları değiştirilen bütün
altı ilke gibi, bizim konumuz bakımından üzerinde biraz
durmak istediğimiz halkçılık ilkesi de çarpıtıldı. Bu, halka
öncelik vermek, halkı yönetime katmak, iktidarı gerçek
sahiplerine vermek gibi asıl amaçlarından uzaklaştırıla
rak ikinci sınıf nitelikteki vatandaşları tepeden inerek
uyarmak, onlara buyruk vermek, gibi anlaşıldı. Bir takım
bilgililer, üstün kişiler vardı, bunlar lütfedip halka ine
cekler, neyin doğru, neyin eğri olduğunu onlara söyliyecekler, onları aydınlatacaklardı. Bu, Tonguç’un halkçılık
anlayışının tam zıddı idi. O asıl değeri olanın halk oldu
ğuna, aydının yabancılaştığına, halktan uzaklaştığına, hal
ka verecek, ona yararlı olacak dağarcığında fazla birşey bu
lunmadığına inanıyordu. Asıl değerler halkta idi, bunlar iş
lenirse, geliştirilirse, asıl o aydına birçok şeyler öğretecek,
ona yol gösterecekti. İlkeyi ilk şekliyle anlayış, şüphesiz ki
CHP içindeki tutucu - sömürücü sınıf temsilcilerinin işine
geliyordu. İlke böyle anlaşılırsa düzeni sürdürüp götürebi
lirlerdi. Sınıf çıkarları açısından bir değişiklik tehlikesi
olmazdı. Halka ne söyleneceği, ne kadar söyleneceği kendi
isteklerine bağlı olurdu. Tonguç’un anladığı şekil ise teh
likeliydi. Bir defa o koca güç uyanıp silkindi’mi ne ya
pacağı, ne zaman yapacağı belli olmazdı, ipler düzenden
çıkarı olanların elinden kaçabilirdi, işte bu ters, çarpıtıl
mış halkçılık anlayışı ile, ilköğretim çalışmalarına destek
olması gereken halkevleri çalışmaları da zaman zaman,
amaçlarından saptırılmıştır. Kirby şöyle der(45): «...Gönül
lü hizmete dayanan halkevleri kısa zaman içinde büyük bir
gelişme sağladı. 1935'den sonra İlköğretim Genel Direk
törlüğü için çok faydalı işler gördü... Fakat halkevleri ha
mı
T ü rk iy e d e K öy E n s titü le ri, F a y
y ın la rı, A n k a r a 1962, s. 70-73.
K irb y , İm e c e y a
reketi Türk köyünü canlandıran bir eğitim etkeni, bir ma
nivela olmaya gayret ettikçe daralıyor ve dejenere olu
yordu. Ve işler o şekilde gelişti ki, romantik köycülüğe
karşı çıkan ve toplumsal ve ekonomik çelişkileri inceliyen
yazarların karşısına çıkan bu bir kısım CHP’liler, bu ya
zarların yazılarının ...Türklük aleyhdarlığı, kökü dışarıda
telkinler, daha açıkçası komünistlik olduğunu...» ileri sür
meye başladılar. Ve böylece « ...Yirmi yirmibeş yıl geriye
dönüp baktığımız zaman aslında kemalizmi memlekette
yerleştirmek amacı ile kurulmuş olan bu mijessesenin bu
amaca aykırı bir rol oynamış olduğunu görmemenin im
kanı yoktur. Halkevleri, bilmeden ve kendi amaçlarına ay
kırı olarak köy problemleri ve bu problemlerin çözümlen
mesi işinde yanlış görüşlerin yayılmasına ve genişlemesi
ne araç oldu. Romantik köycülük görüşünün mirası olarak
köyün geriliği, köylünün cehaletinin, hurafelere inanışının
sonucu olarak görülmeye başlandı. Gerek köyün geriliğinin,
gerek cehaletinin tarihi, sosyolojik ve ekonomik amilleri ol
duğu tamamiyle unutuldu... Çoğu Avrupada okumuş eş
raf çocukları olan bir takım aydınlar aydınlatma ateşiyle
yanan köycü romantizmi yerine bir nevi köycülük muhafazacalığı başlattılar. Köy cemiyeti değişmemeliydi... Köy
lü olduğu gibi kalmalı, şehirleşmemeliydi. Bunun aksi
memlekette bir proletarya ve onun sonucunda komünizm
yaratacaktı. Bunlar, tıpkı sömürgelerin halkının geleneksel
hayatını olduğu gibi korumak istiyen, kendilerini o halk
tan ayrı bildikleri için onların da uygarlığa ulaşmalarını
hiç umursamıyan sömürgecilerin düşündüğü gibi düşünü
yorlardı'. ..»
Halkçılık ilkesindeki çarpıtılma, bozulma eğilimi gibi
Kemalizmin diğer ilkelerinde de, CHP içinde sömürücü tutucu güçler ve bunların temsilcileriyle ortaklarının siya
sal gücü arttıkça, değişiklik oldu. Kasıtlı, sömürücü sınıfla
rın çıkarlarına göre yapılan ideolojik yorumlar, Kemaliz-
mi gitgide bozdu. Bu gelişme içerisinde Eğitim Bakanlığı,
daha doğrusu Bakan ve İlköğretim Genel Müdürlüğü ile
CHP merkezi arasında kökleri Kemalizmin iki türlü yoru
muna dayanan sürtüşmeler, çekişmeler sık sık tekrarlandı.
Bunların ayrıntılarına girmeyeceğiz. Yalnız bu durumun
Yücel’i ve Tonguç’u çevrelerini kaplıyan tehlikeleri, ku
rulan pusuları sezmeleri bakımından uyarıcı olduğunu be
lirteceğiz. Bu sürtüşme ve çekişmeler çoğu kez, Cumhur
başkanına götürülüyor ve 1946’ya kadar İnönü, bunları
Bakanlığın görüşünü destekliyerek çözümlemeye çalışıyor
du.
Bu çağda Tonguç’un CHP’ni ve yöneticilerini eleş
tirmesini belirtmesi bakımından, onun Refik Ahmet Sevengil’e yazdığı bir mektuptan bazı bölümleri alıyonız(46):
«...Kardeşim R . A . Severıgil, mektubunu ve Ülkü gazete
sini aldım. Önce Anadolunun tam göbeğinde böyle bir ese
ri meydana çıkardığınız için sizi candan tebrik ederim..»
diyen Tonguç, kendi açısından gazeteye yapacağı yardım
ları anlatarak şöyle diyor: «...sizden dileklerime gelince:
Kısa kısa bunları da yazmadan geçemedim. Şimdilik bun
ları teferruata geçmeden belirteceğim. İleride belki daha
detaylı olarak duyururum. İsteklerim şunlar: A ) Bu gaze
te tam manasıyla memleket realitelerini aksettiren bir or
gan olsun. Hem iyi hem de fena işleri okuyucularına tanıt
sın. Bunların her ikisini de aynı soğukkanlılıkla okumasını
bilen anlayışlı bir millet yaratmayı kendine ülkü edinsin.
Ve halkın isteklerini düzeltici bir rol oynasın. Halkı veya
onu temsil edenleri ezbere dilek serdetmekten kurtarsın.
Mesela herkes hafız gibi ortaokul istiyor. Bunun birazı da
meslek okulu istemeyi öğrensin. Buna göre hesapla artık.
Kısacası halka ne istiyeceğini öğretsin. B) Yerine kadar gi
derek, görerek ve ana ilkelere bağlanarak yazacaklara vaö z e l a r ş iv : T o n g u ç’u n R e fik A h m e t S ev e n g il’e y a z
d ığ ı 13.11.1945 g ü n k ü m e k tu p .
sıtalık edecek bir gazete haline gelsin. Şu, işlere çok uzak
lardan dürbünle bakarak yüksek mütalaalar serdedenlerin
esasen günden güne çürümekte olan değersizliklerini akset
tiren bir projeksiyon vazifesi görsün. Mesela vilayet bütçe
lerini ele alın. İyi taraflarıyla kötü taraflarını belirtin.
Planlı işlerle plansız işlere misal olabilecek bazı problem
lere dokunun. C) Ulus’da son günlerde bir ilan görüyo
rum. Falih Rıfkı Atay’ın Amerika seyahatine ait yazılarını
şimdiye kadar niçin basmamışlar biliyor musun? Yazlıktan
dönenleri dönsünler diye beklemişler de ondan!... O yazı
lar bizim gibi okuyucular için değil, yazlıktan döneceklere
mahsus! Ben, beni düşünmiyen gazeteyi düşünür müyüm?
Sonra böyle bir reklamdan kim ne kazanacak? Çok Osmanlıca birşey vesselam...»
Kirby’nin «eşraf çocukları» dediği genç CHP’li anadolucuların partideki güçlerinin gitgide artması ve Memduh Şevket Esendal’ın Genel Sekreterliğe gelmesi ile bun
ların CHP yönetimine el koyma sürecinin sonuna yaklaş
ması, CHP Genel Merkezi ile Bakanlık ve İlköğretim Ge
nel Müdürlüğü ilişkilerini daha da soğutmuş, gerginleştir
miştir. Tutucu köycülük anlayışı artık CHP Genel Mer
kezinin görüşü olarak Tonguç’un köycülük anlayışına kar
şı açık açık ortaya sürülmektedir. CHP yarı kalmış devri
mi tamamlamak şöyle dursun, devrimcilik çizgisinden ay
rılmış, ilerici aydın kanadı gücünü yitirmiştir, partinin
içinde iktidar, tutucu - sömürücü sınıflara ve onların tem
silcileriyle işbirlikçilerine geçmek üzeredir. Artık CHP
içindeki çelişme, Tonguç’un işbaşına geldiği 1935 yıllanndakinden çok daha keskinleşmiş, siyasal güç dengesi de
sağ kanadın çıkarına olarak iyice bozulmuştur.
3
Torguç'un Toplcmsal
ve Siyasal
Düşünceleri
Tonguç’un toplumsal ve siyasal düşünlerini bütün ay
rıntıları ile ve sistematik olarak gösteren bir kitabı veya
yazısı yoktur. Kirby"1 bu noktayı şöyle açıklıyor:
«...Tonguç bir İspanyol şatosu düşünürü değildir. Spekü
latif düşüncelere ve şemalara isyan etmiş bir kuşağın tem
silcisidir. Bundan dolayı ele aldığı problemi, bunlarla ne
den ve nasıl uğraştığını oturup sistematik bir şekilde gös
termedi. Belki de böyle bir kabiliyeti yoktu. Ve eğer ana
litik introseptiv bir adam ve sistematik bir düşünür olsay
dı prensibi icabı yine de kendini ortadan silecekti. Tonguç
dinlemesini bilen adamdı. Gözü kendilerinden başka birşey
görmiyen birçok kimselerin gözüne çarpmıyücak kadar
mütevazi idi. Çok okuyan bir adam olduğu halde bilgiç
iddialardan nefret etmesi yüzünden herkese antientellektüel gözükürdü. Konuşmasındaki sadelik, onu halkın ve sağ
duyusu olan herkesin kolayca anlıyacağı bir adam yaptığı
halde, bilgiç aydınlara basit bir adam gibi gösteriyordu.
Tonguç istisna denecek derecede açık ve kolay konuşan bir
adamdı. Fakat fikirlerini en iyi nazariye ve sistemle de
ğil, iş ile ve şahsından misal göstermek suretiyle ifade edi(•> T ü rk iy e d e K öy E n s titü le ri, F a y K irb y , İm e c e y a y ın
l a n , 1962, A n k a ra , s. 82-83.
yordu... Yazısında ifade etmeye çalıştığı fikirlerin teme
linde olan asıl buluşunun ipuçlarını göstermeden yazardı.
Köy enstitülerindeki belirli gelişmelerin arkasındaki görüş
lerini anlıyabilmek için, Tonguç1un yazılarını adeta dedek
tif romanı okur gibi okuyup ipuçlarını yakalamak lazım
dır...-»
Bu konuda Kirby’nin söylediklerine şunu eklemek
gerekir: Türkiye’nin o günkü koşullan içinde, eylem için
de bulunan Tonguç’un bütün düşünlerini açıkça belirtme
olanağı yoktu. Düşün sistemini, amaçlarını hele bir takım
alışılmış terim ve deyimlerle, dialektik açıdan belirtmesi
zaten taktiğine da uymazdı. İşbirliği yapmış olduğu orta
sınıf iktidarı ile çalışmaya devam ettiği sürece, böyle birşey yapmak pek akıllıca bir iş olmazdı. Fakat buna rağ
men, biz onun söylemek, duyurmak istediği birçok düşü
nünü ve kanısını yine de o çağın aydınlarının çoğundan
farklı olarak, oldukça açık bir şekilde yazdığı kanısın
dayız. Ama bunu anlıyabilmek için, sonradan onu eleş
tirenlerin yapmadıkları bir çabaya girmek, kitap ve yazı
larını Kirby’nin belirttiği titizlikle incelemek ve objektif
olarak değerlendirmek zoru vardır. O zaman eldeki ipuç
larının hiç de yetersiz olmadığı görülür.
1961 yılında Kirby’nin «Türkiye’de Köy Enstitüleri»
kitabı yayınlanıncaya kadar, Tonguç’un üstünkörü de ol
sa, üzerinde biraz durulan ve eleştiricilerce incelenen ki
tapları «Canlandırılacak Köy» ve «Köyde Eğitim» idi. Da
ha önce yayınlanmış olan kitaplarındaki düşünler ile Köy
Enstitüsü akımına girişildiği zaman yazdıkları arasında
bağlantı olup olmadığını araştırmak yoluna gidilmemişti.
Gerçi Kirby’nin bildirdiğine göre, Fuat Gündüzalp bunün
farkında idi ve kendisinin de dikkatini çekmişti ama, bu
ilişkinin üzerinde genellikle duran yoktu. Halbuki, 1935’den önceki kitaplarında köy enstitüleri ve onun genel dün
ya görüşü konusunda önemli noktalar vardı ve düşünsel
gelişimi, ilk kitabından başlıyarak, sonuna kadar tek bir
doğrultu üzerinde, aşağı yukarı tek bir konuda ve tek bir
amaca doğru gitgide olgunlaşmakta idi. Tonguç’un düşün
lerinin onun yazılarının gerektiği gibi incelenmesinden ka
çınılarak eleştirilmesine değinen Ceyhun Atuf Kansu da
şöyle demektedir"’: «...Eğitim gericilerinin ve jurnalcileri
nin merak edip de Tonguç’un yayınladığı (İş ve Meslek
Terbiyesi), (Kerschensteiner) kitaplarını başından sonuna
kadar okuduklarını sanmıyorum. Eğitim sağcılarının ruhbilimsel yapılarının birinci özelliği işte bu bilgisizliktir...»
Biz bu konudaki düşünlerimizi söylerken, sınırlarımız
dan taşmamaya, yani eğitbilimsel düşünlerden çok, onun
toplumsal görüş ve kanılarını belirtmeye çalışacağız.
îster toplumsal, ister eğitbilimsel olsun, ilk göze çar
pan özellik, onun bütün düşün sisteminin, bütün yaşamı
süresince belli bir konuda ve doğrultuda, hiçbir sapma
olmadan gelişmesidir, demiştik. Bir sistemin bu kadar sapmasız olarak, aynı ana düşün çevresinde gelişip olgunlaş
tığını görmek oldukça enderdir. Bundan da öte, düşün sis
temini, yaşantısını, eylemini tek bir yönde ve hiç sapaksız, tam bir bütün olarak sürdürebilmiş olması onun ilk
özelliğidir. İstanbul’da Osmanlı paşasının kovduğu ve
onun kapısında bütün yaşamı süresince yoksulların, ezi
lenlerin öğrenimlerini sağlamak için çalışmaya ant içen
rumelili köylü genç, Ankara’da öldüğü güne kadar, bütün
düşününü, eylemini, yaşamını bir tek ilke ve amaç çev
resinde yürütmüştür.
■ Hümanist Öğretmen
1931 yılında yayınladığı «Mürebbinin Ruhu ve Mual
lim Yetiştirme Meselesi» adlı çevirisinde Tonguç, eğitkenin
(i> T o n g u ç’u n
K ita p la rı, C ey h u n A tu f K a n su ,
y ay ın ev i, A n k a r a 1964, s. 5.
T o p lu m
özelliklerinin neler olması gerektiği, eğitbilimsel eylemle
rin nitelikleri, eğitimin toplumdaki görevi ve önemi gibi
konular üzerinde durmaktadır01. Daha o çağda iş eğitimi
sorunlarıyla yakından ilgilidir. Kerschensteiner’in bu kita
bının çevirisinde şu satırlar Tonguç tarafından dikkatle çi
zilmiştir'41: «...Bütün pedagojik faaliyetin teheyyüç'ı (emosyonel) esası başkalarını kendisinde hissetmektir. Başkasın
da kendisinde hissetmek demek, onları kendisinde yaşamak
demektir... Diğer insanlara karşı sempati ve temayül gibi
(sevgi) esas hislerle merbut bir insana... bütün insanları
muhabbetle telakki eden insan tipini hatırlıyarak içtimai
evsafta insan deriz. Şu halde mürebbinin ruhu, içtimai tip
te bir ruhtur...». Aynı çeviride Pestalozzi şöyle anlatılı
yor01 «...Fakat onun bütün yorucu keşfiyatının ve icraatı
nın sönmiyen, kurumayan menbaı, beşeriyete karşı taşı
dığı sevgi idi...». Tonguç şu satırların üzerinde de dikkat
le durmuştur: «...Pestalozzi, ben hesap yapmasını, yazı
yazmasını bilmem, gramerden anlamam, riyaziyeyi ve di
ğer bilimleri de bilmem. Benim talebemden en zayıfları
bile bunları benden çok bilirler. Ben yalnız müessesenin
idarecisiyim. Diğer arkadaşlarım benim düşündüklerimi
tahakkuk ettirmeye mecburdur...» ve «...pedagojik vazi
yeti tespit ederken tebarüz ettirilmesi lazım şey; temayü
lün de tıpkı faaliyet gibi esas kanun olan içtimai tabiat
tan fışkırması lazım geldiğidir, yani «insanlara» karşı te
miz ve saj sevgi veya onları insaniyetin makbul kıymet
lerini taşıyacak hale getirmek...» Tonguç, eğitkenin özel
liklerini böylece araştırırken, ilk olarak şuna varır: Bir in
san sevgisinden, insancıllıktan, hümanizmden yola çıkıla<3 ı M ü reb b in in
R u h u ve M uallim
Y e tiş tirm e M eselesi.
İs m a il H a k k ı. K e rs c h e n s te in e r’d e n te rc ü m e . A n k a ra
M u a llim le r B irliğ i y a y ım N o. 1. K ö y h o cası b asım ev i,
A n k a r a 1931.
M' a.g.e. s. 14.
m a.g .e. s. 18, 42, 140.
çaktır. Oldukça klasik görünen bu sözlerin ardında çok
önemli bir sonuç gizlidir. Yıl 1931’dir ve faşizm Avrupada gitgide güçlenmekte, düşünsel etki alanı genişlemekte,
hele Türkiye’de birçok sempatizan bulmaya başlamakta
dır. Tonguç’un çıkış noktası ise faşist felsefenin, insanı
yadsıyan, insanı küçümsiyen, devletin kölesi yapmak istiyen düşün sisteminin tam karşısmdadır.
Kerschensteiner, bu kitabında eğitkenin özelliklerini
saptadıktan sonra onun klasik okullarda yetiştirilemiyeceğini belirtmekte ve kitaba şu sözlerle son vermektedir:
«...Yalnız içtimai hayat şeklinin mükemmeliyetinde mürebbi ve muallim idealini arıyabiliriz. llkmektebin kurtulu
şu Kanfda yahut Goethe'de değil, Pes talozzF dedir!...»
■ Eğitime Yeni Görevler
Toplumsal düşünleri konusunda asıl üzerinde önemle
durulması gereken kitap, «Iş ve Meslek Terbiyesi»dir. Bu
başlığın altında (Bir Taslak) eki vardır*6’.
«İş ve Meslek Terbiyesi» kitabı ekonomik anlamda iş
kavramının incelenmesi ile başlar ve bazı ekonomi teorile
rine değinilir. Bugün her aydınca bilinen, fakat o çağda
da Tonguç’un bu konularda bilgisi olduğunu göstermesi ba
kımından şu satırları buraya aktarmayı uygun buluyoruz*7’«.. .Ondokuzuncu asırda... içtimai sınıflar sermayedarlar
ve işçiler diye ikiye ayrıldı. Bu iki sınıfın içtimai ve ikti
sadi vaziyetleri birbirinden pek farklı olduğu için servet
lerin taksimindeki müsavatsızlık birçok mütefekkirlerin na
zarı dikkatlerini celbetmeye başladı. (Bu ademi müsavatın
en büyük sebebi addolunan mülkiyeti izale etmek ve faa
liyeti beşeriyenin mihverini değiştirmek temayülatı uyan
d ı İ ş ve M eslek T erb iy e si, B ir T a sla k , İs m a il H a k k ı, K i
ta p y a z a n la r k o o p e ra tifi N o. 3. H a k im iy e ti M illiye
B asım ev i, A n k a r a 1933.
P> a.g .e. s. 7, 8, 9.
mıştır). İşte bu fikre taraftar olan iktisadçılara (sosyalist
ler) denilir. (Sosyalistler arasında meslek itibariyle pek
çok ihtilafat mevcut olduğundan bir sosyalizm mektebi
değil müteaddit sosyalist mektepleri mevcuttur). Sosyaliz
min müşterek akideleri hülasatan şöyle izah edilebilir:
1 — (Onlara göre içtimai geçimsizliğin sebebi emvalin
mahdud ve tufeyli bir sınıf elinde toplanmasıdır. Çareyi,
mülkiyetin ve onun tabii bir neticesi olan ücret usulünün
ilgasında bulurlar. 2 — Umumiyetle sosyalist mektepleri
kuvayi umumiyyenin vezaif ve salahiyetlerinin tevsiine mü
temayildir). (Sosyalistlerin en müfriti Karl Marx’ın esaslı
iki iktisadi telakkisi vardır. Bunlardan birincisi mevzuumuzla alakadar olduğu için bu umdeyi kısaca anlatalım:
Fazla iş = Sur - travail ve zait - kıymet = Plus - Value nazariyesi... İşle meydana gelen kıymet sermayedarın mah
sulatı satmakla elde ettiği kıymettir. İşin istihlak kıymeti
ise gündelik suretiyle işçinin aldığı kıymettir. Bundan bizzarure şu netice çıkar ki ikisinin arasındaki fark sermaye
darın elinde kalır. Sermayedar mahsulü on saatlik iş (mey
dana getirilen kıymet) hesabıyla sattığı halde ameleye beş
saatlik işin mukabilini (istihlak olunan kıymet) veriyor ve
fazlayı alıkoyuyor. Marx’in bilahare pek maruf olan tabi
riyle zait - kıymet dediği bu fazladır. Bundan şu netice
çıkıyor demektir: Sermayedar, amelenin on saatlik işini ce
bine atıyor ve ona beş saatlik iş ödüyor. Diğer tabirle
amele sermayedara bedava beş saatlik iş yapıyor. (Ödenmiyen ve zait kıymeti vücuda getiren bu beş saatlik fazla
işe K. Marx zait - kıymet diyor)...» (yazarın notu: Tonguç,
bu sözleri yazarken, geniş ölçüde İbrahim Fazıl’ın «İkti
sat» ve Ş. Kaya - A. Muammer’in «İktisadi Meslekler Ta
rihi» kitaplarından yararlanmış ve aktarmalar yapmış).
Tonguç şöyle devam ediyor: «...Sosyalizm meslekleri erba
bı ile serbesti mektebi mensupları arasında bazı mutavas
sıt iktisadi fikirlere taraftar olanlar da çıkmıştır. Bunları
iktisatçılar (müdahele mektepleri) namı altında mütalaa
ederler. Şimdiye kadar verilen pek kısa tarihi izahattan da
anlaşılacağı veçhile gitgide iş ile çalışmak veya faaliyette
bulunmak mefhumları arasında sıkı bir irtibatın mevcudi
yeti nazarı dikkati celbetmektedir. Esasen nazari milli ikti
sat ilminin en mühim hizmetlerinden biri de işi bir kıymet
olarak tanıması, o mefhumu ilmi bir şekilde tetkiketmesidir. Bu gün bu tetkikat kati bir şekilde ikmal edilmiş de
ğildir...» Bundan sonra Tonguç, «milli iktisadın tekamül
şartları»nı incelerken endüstrinin, tekniğin ve fazla nüfuslu
kentlerin gelişmedeki önemini belirttikten sonra (yazarın
notu: Burada bazı sol eleştiricilerin 1960’dan sonra Ton
guç’un bu aşamaları bilmediği, evrimi köy gibi ilkel bir
yüzeyde tutmak amacını güttüğü gibi suçlamaları akla ge
liyor. Oturup yüksek perdeden eleştiri yapmak varken, ta
1933’de çıkmış küçük bir kitabı bulup incelemenin ne ge
reği var, diye düşünmüş olsalar gerek!) sanayi toplumlanndaki insanların özelliklerini şöyle belirtiyor: «...B u hayat
tarzı tenkit kabiliyetini de arttırır. Mukayeselere imkan
veren binlerce vasıtalar ferdin tenkit kabiliyetini ve iti
raz hassasını keskinleştirir... Hakiki demokrasi hayatı için
de tenkitçi zihniyetin lüzumlu bulunduğunu kabul etmek
lazımdır...» Görülüyor ki Tonguç, toplumsal ve ekonomik
gelişimin son aşaması olarak endüstri toplumunu kabul et
mekte ve gerçek bir demokrasinin de gelişme olanağım
buna bağlı görmekte, endüstri toplumu içindeki kişilerin,
daha doğrusu işçi sınıfının demokratik düzen içerisinde en
önemli rollerden birisini oynıyacağım anlatmaya çalışmak
tadır.
Daha sonra tabiatın gelişmedeki rolünü incelerken
şöyle diyor: «...Nüfusumuzun % 70’ini teşkil eden ve ha
yatları doğrudan doğruya tabiatla alâkadar bulunan çiftçi
sınıfı nasıl terbiye etmelidir? Büyük şehirlerin hayatına,
klasik terbiye edilmiş münevver tabaka denilen tabakanın
ihtiyaçlarına göre teşkilatlandırılan mektep sistemi müstah
sil bir sınıfın ihtiyaçlarına ne derece uygun gelebilir? Dün
ya iktisadi muvazenesine leb’an hayati şartlarını değiştir
mek mecburiyetinde olan çiftçi sınıfı teknikle nasıl teçhiz
edilmelidir ki, bunlar ileride tabiata hakim bir unsur ha
line gelebilsin? Bizde bu mevzular ve bunların alakadar ol
dukları diğer mevzular henüz planlı bir şekilde işlenmiş
değildir. Bu günkü terbiye ve mektep sistemimiz milli bün
yeye göre kurulmuş bir sistemden ziyade, Avrupa cemi
yetleri bünyelerine göre yapılmış teşkilatın kopyası manza ■
rasını arzetmektedir...^w . Bu sözler önemlidir. Herşeyden
önce Tonguç’un sınıf kavramını, sınıf farklarını bildiğini,
toplumları bu açıdan değerlendirebildiğini, sınıfların evri
mi, değişimi konusunda bilgisi olduğunu gösterir. Köylü
sınıfının da zamanla değişeceğinin, endüstrileşme ve bütün
dünyanın ekonomik koşulları tarafından değişime zorlana
cağının bilincine varmıştır. Ama aynı bilinç şu gerçeği de
çok iyi anlamasını sağlar: Türk toplumu çoğunluğu ile ta
rıma dayanan ilkel bir köylü toplumudur ve onun için de
farklılaşması, evrimi Avrupanın endüstri toplumlarına gö
re düzenlenmiş öğretim ve eğitim sistemlerinin kopya edil
mesiyle sağlanamaz. Böylece köy enstitüsü sistemine esas
olacak düşünlerin köklerini bu kitapta bulmak olanağı var
dır. Bu satırların Türkiye’de sınıf gerçeklerinin yadsındığı,
CHP’nin ideolojisinin bu yadsıma temeli üzerine oturtul
maya çalışıldığı çağda yazıldığını da unutmıyalım. Bu ki
tabın yayınlanmasından iki yıl sonra ilköğretim işinin ba
şına getirilen Tonguç’un ana düşünleri bakımından CHP’
nin tutucu kanadınca benimsenebilecek bir kişi olmadığı
da ortadadır.
Daha sonra devlet ve iktisat konusunu incelerken şöy
le der: «.. .Osmanlı Türkleri tarihinde memleketin iktisadi
hayatına karşı kendi elimizle yaptığımız suikastlara tesa
düf ederiz. Gafil Osmanlı padişahları, mutantan bir saray
hayatı geçirebilmek için kapitülasyon denilen ticaret m u
ahedeleriyle harici istikrazları aktederek, memleketin ikti
sadi hayatını asırlarca felce uğratmışlardır... O halde ik
tisadi hayatın tekamülünde en mühim bir amil de devlet
tir.» Harp, isyan harici ve dahili istikrazların olumsuz et
kisi belirtildikten sonra, Tonguç şöyle diyor(9): «Bu ve bum
na müşabih içtimai ve iktisadi hadiselerdir ki modern ve
müterakki cemiyetler efradını muhtelif namlar altında ikti
sadi ve siyasi mahiyette birlikler, fırkalar tesis ederek dev
leti idare edenlerin istedikleri gibi hareket etmelerine ma
ni olacak tedbirler almaya sevketmiştir. ..» B u son tümce,
Tonguç’un bütün yazılarında sık sık tekrarlanan bir ko
nuyla ilgilidir; sınıf gerçeklerine ve çıkarlarına dayanan
sendika, parti gibi demokratik kuruluşların temelini kur
duğu bir siyasal düzen, gerçek anlamda bir demokrasi öz
lemi! Aynı açıdan şüphesiz ki bu sözler 1933 yıllarının tek
parti yönetiminin bir çeşit eleştirisi de sayılabilir.
Yazar bundan sonra «servetsin rolüne geçmekte,
«...Şahsi servetle umumi servetin vaziyetine göre iktisadi
hayatın şekillerinde büyük tahavvüller vukua gelir. Bir
memlekette şimendiferler, tramvaylar ticaret gemileri, ma
den sanayii v j .. gibi servet vasıtalarına devletin veya şahıs
ların temellük etmesi o memleketin iktisadi hayatının te
kamülünde mühim rol oynıyan amillerdir. Türkiye’de bil
hassa son zamanlarda iktisadi müesseseler yavaş yavaş
devletleştirilmektedir
Bu müesseselerde muhtelif şekilde
çalışacak olan müstakbel kuvvetleri yetiştirmek ve terbiye
etmek için henüz rasyonel tedbirler alınmamıştır... Hu
susi servetle umumi servetin maksada uygun bir şekilde
taksimi meselesi bütün iktisadi tetkiklerin öz noktasını
teşkil eder. Bu mesele arkasından birçok içtimai, siyasi
ve felsefi meseleleri de sürükleyip getirir. İşte bu mesele
leri cemiyetin bünyesine en uygun gelecek bir şekilde hal
letmeye mufavvak olan cemiyetler, iktisadi hayatlarını tan
zim ederek normal ve müreffeh bir hayata kavuşabilirler...
Onlardan korkmamak, hal çarelerine teşebbüs etmek zaru
reti vardır. Onları halletmekten korkmak, cemiyetin şuu
ru ile halledilmesi lazım gelen meseleleri şuursuz hadisatın
eline bırakmak demektir. Osmanlı tarihinin kaydettiği mü
him hataların biri de işte bu korkaklık değil midir? Tarih,
mutlakiyetle idare edilen cemiyetlerde bu meselelerin esas
lı bir şekilde halledilemediğini, yahut müstebit hüküm
darların arzularına göre birer şekil aldıklarım kay
deder. Demokrasiye müstenit devletlerde halkın ken
di işini kendi gördürmek prensibi hakim olduğu için
cemiyet, en muğlak zannedilen meseleleri bile kendi
strüktürüne uygun gelebilecek bir şekilde halletmek çare
lerini bulur. Esasen ideal hür şahsiyet de ancak bu nevi
meselelerin içinde yetiştirilebilir. ..» B u satırlar da önemli
dir. Yazarın CHP ideolojisine hiç uymıyacak bir şekilde
işe sınıfsal açıdan baktığını gösterir: Türkiye’nin ilerliyebilmesi için özel mülkiyet ile kamu mülkiyeti sorunlarının
tekrar gözden geçirilmesi gerektir. Bunun için de bu ko
nuların özgürce tartışılmasına elverişli bir ortam, bir de
mokrasi ortamı olmalıdır. O zaman sosyalizm, kapitalizm,
liberalizm gibi doktrinler özgürce tartışılacak ve hangi yo
lun doğru olduğu ortaya çıkacaktır.
«İçtimaiyet noktai nazarından bakılınca hayat vası
tasıyla terbiye, yetişmekte olan nesli, cemiyetin ihtiyaçla
rına göre hayat vasıtasıyla terbiye etmekten başka birşey
değildir... 19 uncu asırdan itibaren umumi terbiye veren
mekteplerin gayelerinde ve metodlarında değişiklikler baş
ladı. Ferdin alakası cemiyetin alakası telakki edildi. Dün
ya iktisat asrı, milli iktisada ve fertlerin bu noktai nazar
dan terbiyesine lüzum gösterdi. Bu itibarla iktisadi mana
da işle birlikte pedagojik manada iş de ehemmiyet kes-
betti. Çünkü umumi terbiye veren mektepte iş prensiple
rine müsteniden tedrisat yapmak, asri cemiyetlerin ideali
oldum ...» Böylece yazar pedagojik anlamda işin ayrıntılı
olarak incelenmesine geçmektedir.
■ Ekonomik Farklılaşma
Kitabın ikinci bölümünde meslek kavramı İncelen
mekte ve ilkel toplumlardaki meslek kavramından başlana
rak mesleki farklılaşma sorunlarına değinilmekte ve zama
nımıza kadar gelinmektedir, ilkel insan, klan, aile ve kabi
lede iş bölümü, kahramanlar ve ilahlar devri ve meslekler
gözden geçirilmektedir. Yazar özellikle ekonomik gelişme
ile iş ilişkileri üzerinde durmaktadır. Meslekleşmeye özel
bir önem verilmektedir. «...Şimdiye kadar verilen izahat
tan anlaşılacağı veçhile, muhtelif cemiyetlerde tebarüz
eden meslekler meselesinde en çok nazarı dikkati celbe
den nokta, bu mesleklere mensup insanların efendi ve ida
reci sınıf ile işçi sınıfı olarak iki büyük gruba ayrılmış ol
maları keyfiyetidir. Bu noktayı daha vazıh bir halde getire
bilmek için hadiseyi biraz daha mufassal izah edelim. Efen
di yahut müdür sınıf ile işçi yahut hizmetçi sınıfın hukuk
itibariyle müsavi olmadıklarını onların faaliyet şekillerin
den de anlıyabiliriz. Yersiz yurtsuz mütenevvi cemaat ve
ya sınıflara mensup olan bendegan, esirler, terkedilmişler,
bilavasıta yahut doğrudan doğruya veya daimi surette ev,
gemi inşaatı, tarla işleri, ahır ve atelye işleri gibi işlerle,
bilhassa silah imali, harp temrinleri olan av ve silah talim
leri ile uğraşmaya icbar edilmişlerdir. Sonraları devlet ve
idare işleri yavaş yavaş yüksek tabakanın hayati ihtiyaçla
rına tekabül edebilen hür zihni faaliyetleri ile (ruhaniler,
derebeyler, zadegan) tevessü edilmişlerdir. Efendi ve hü
kümdar sarayı iktisadi, rasyonel işbölümünün ve vahdeti-
nin, rütbe devleti, hukuk nizamının vasıtaları için ilk laboratuvarlar olmuştur... işte bu devirdedir ki işin icabı ola
rak umumi terbiye ile mesleki terbiye -zihnen- birbirinden
ayrılır. Fakat meslek terbiyesine de henüz istiklaliyet veril
miş değildir... Bu devirde bir mesleki; tam manasıyla hür
olarak intihap etmek keyfiyeti de görülmez. Fakat fert, do
ğumdan itibaren iktisab ettiği hususuiyeti dolayısıyla da
temayüllerine ve kabiliyetlerine göre hür bir şekilde muay
yen bir meslekte mesai sarfedemez. Bu tarzı harekete henüz
sistem müsait değildir...*(ii> Tonguç böylece sınıf ve mes
lek farklılaşmaları arasındaki paralellikleri araştırdıktan
sonra, «Osmanlı devleti tarihinde meslek, sınıf mefhumu
ve hayatı» başlığı altında bizdeki durumu incelemektedir(12): «...Rütbe meslekinden ve onun tatbikatından -bil
hassa yüksek kültüre kavuşabilen cemiyetlerde - şahsiyetin
inkişafı ve hür meslek meselesi doğmuştur. Bu suretle irsi
ve ananevi terbiye esasına müstenit cemiyet nizamı yavaş
yavaş içinden zayıflamaya veyahut sınıf ihtilalleri dolayı
sıyla bozulmaya başlamıştır. Bu hadiseyi mevki ve rütbe
dolayısıyla elde edilen hukukdan vatandaşların da müsa
vi nisbetlerde istifade edebilmeleri keyfiyeti takip etmiş
ve binnetice demokrasi fikri husule gelmiştir. Bu fikir, dev
let teşkilatı esasiye kanununa iktisadi, terbiyevi ve mesle
ki meselelere dair ahkam ilavesi zaruretini kabul ettirmiş
tir. ..»
Görülüyor ki, Tonguç, ekonomik farklılaşma, sınıf
çelişkilerinin ortaya çıkması ile beliren aşamaları ve evri
mi biliyor. Çağının düşün özgürlüğü olanaklarının elver
diği ölçüde, çok dikkatle seçilmiş deyişlerle ekonomik fark
lılaşma ve sınıf çelişkilerinin hukuk ve eğitim alanlarına
getirdiği sorunları inceliyor. Bu sonuncuların sınıf çelişki
lerini ve sömürü düzeninin çıkarlarını yansıtan kurumlar
olduğunu, asıl önemli etmen olarak ekonomik ve sınıfsal
gerçeklerin göz önüne alınması gerektiğini belli ediyor.
Sınıfsal sömürünün yok edilmesine yönelmiş toplumlarda,
özgür meslek seçiminin bir kişisel hak sayılması gerekti
ğinden hareketle, anayasalardaki eğitim ve öğrenim hakkı
nın ekonomik ve sınıfsal kökenlerini araştırmaya çalışı
yor. Bu konunun da sosyal adaleti sağlamakla görevli dev
let kavramı içinde yer alması gerektiğini anlatmaya çabalı
yor.
Kentlerde burjuvazinin gelişmesine değindikten sonra,
şöyle yazıyor: «...Şehirlerin organize edilmiş iktisadi hava
sı içinde hür ve şuurlu sanat erbabı ve tüccarlar, işlerinin
bir meslek olarak tanınmasını temin edebilecek kadar kuv
vetlenmişlerdi. Emredilen yeknesak iş, hizmetçi işleri gibi
ruhiyat noktai nazarından düşünülünce meslek tesmiye
edilemiyecek şekildeki işler de dini ahkama göre ifade edi
lirlerdi. Şehirlerde hemşehrilik mesleki diyebileceğimiz bir
nam altında yapılan işlerin devri, beşer tarihinin pek muh
teşem bir devrini teşkil eder... Böylelikle bilhassa Avrupa
cemiyetlerinde şehirler (belediyeler) veya mahalli idareler,
meslek terbiyesini mekteb rabtetmeye muvaffak olmuşlar
dır... Türk kültür tarihinin talihsizliklerinden biri de hiç
şüphesiz, muntazam ve mükemmel lonca teşkilatına müste
nit orta zaman iktisadi hayatını mektebe raptedememesidir...» Böylece ortaçağ ekonomik düzeninden burjuva
devrimine geçişi anlatmaya çalışan yazar, bizde bu geliş
menin «gayri Türk anasır» arasında olduğunu ve böylece
bunların «istiklallerini kazanmak için ilk teşebbüslere baş
ladıklarına yazmaktadır. Burada da sınıf farklılaşmaları
ile ekonomi ve siyasal yapı arasındaki ilişkileri kavradığını
anlıyoruz.
Tonguç toplumsal ve ekonomik gelişmeleri izliyerek
şöyle diyor(13): «...M akina iktisadi ve içtimai hayatı kö
künden sarsmıştır. Ucuz ve seri istihsale yarıyarı makinanın karşısında el kuvvetine ihtiyaç hisseden hiçbir meslek
tutunamaz bir hale gelmiştir. Böylelikle organize edilmiş
bir halde bulunan birçok meslekler, bu mesleklerle alaka
dar müesseseler kökünden yıkıldı. Bu hadiseler dolayısıy
la ortaya çıkan ekonomik rasyonalizm o zamanlar teka
mül etmeye başlıyan kapitalizmi de besledi. Küçük işçi
ler ve el sanatları erbabını, küçük servetleri idare edenleri
müstakil ve hayatın bu şiddetli hadiselerine mukavemet
edebilecek müstakil meslek erbabı yapmak imkanı daima
azaldı...» Böylece Tonguç’un 19. yüzyıldaki endüstrileşme
ve kapitalizmin gelişmesi sürecini anlatmaya çalıştığını gö
rüyoruz. «...Hülasa orıdokuzuncu asırdan itibaren, iş, ken
dine mahsus, çok veya az mihaniki, kısmen ruhsuzlaştırıl
mış bir kazanç meşguliyeti karakterini iktisap etmeye baş
ladı. Amele bir makinanın tıpkı bir parçası haline geldi...
İktisadi sahalarda çalışan birçok insanlar gittikçe daha
kuvvetli ve artıcı bir tarzda tıpkı kurunu ulanın esirleri gi
bi tarlasız, yersiz yurtsuz, istihsal vasıtalarından mahrum,
malsız ve servetsiz, çalıştıkları müesseselerden aylık almak
mecburiyeti karşısında amele sınıfı denilen sınıfa geçmek
te ve kuvvetlerini satmak mecburiyetinde kalmaktadır. Bu
vaziyet karşısında amele, güçlükle ve ancak maişetini te
min edebilen küçük iş erbabı için pazarlar, iktisadi hadisala müessir olan zamanın hadisatı ehemmiyetini kaybet
mekte, kazanç alakası, faaliyet, yaratmak, hayata müessir
olmak, bir eser meydana getirmek zevki gibi beşerin teka
mülüne hadim bütün hasletler zayıflamaktadır. Çünkü gay
rı müstakil bir hale gelen, memur ve aylıkçı vaziyetinde
çalışan, ancak yevmi maişetini temin edebilen insanlar,
herşeyden evvel kendi şahsiyetlerini inkişaf ettirecek hür
meslekten mahrum kalmaktadır...» Görülüyor ki; Tonguç,
bu satırlarla proletaryanın ortaya çıkmasına ve proletar
yanın sınıf olarak eğitbilimsel yönden getirdiği sorunlara
dikkati çekiyor. Ayrıca da özgür olarak meslek seçimi
sağlanmadan kişilerin özgür sayılamayacakları, kişiliklerini
geliştiremiyecekleri, insanlığın evrimini sürdüremiyeceği
kanısında olduğu anlaşılıyor.
■ Meslek Eğitimi
Daha sonra iş ve meslek eğitiminin amacının ve gö
revlerini inceliyen Tonguç, insanla iş ilişkileri konusunda
iki görüş olduğunu, birinci görüşe göre, insanın yaratılışı
gereği çahşmamaya yatkın bulunduğunu, zorunlu olarak
çalıştığını, ikinci görüşe göre ise, iş yapma ve çalışma, ya
ratıcı olma sonucu en büyük mutluluğa kavuştuğunu ve ki
şiliğini geliştirebildiğini, bu ikinci görüşün daha doğru
olduğunu, fakat kişiliği geliştirebilme ve mutluluğa kavuşa
bilme için, yaratıcı anlamda iş yapabilmek gerektiğini, bu
nun ilk koşulunun ise özgür olarak meslek seçebilmeye
bağlı olduğunu anlatıyor. însanhğın evrimi sırasında öz
gür olarak meslek seçebilme olanaklarının kaybolduğunu,
ancak ileri toplumların bir kişinin kişiliğine uygun bir mes
lek seçebilmesini sağlıyacak örgütlenmeyi yapabilme yolun
da olduklarını anlatıyor. Meslek öğreniminde tutulması ge
reken yol olarak da yalnız mesleksel bilgiler edinmenin yetmiyeceğini, o mesleğin toplum içerisindeki sorun ve ilişki
lerinin de bilinmesi gerektiğini belirterek şöyle diyor04’:
«...Esasen bugün bir mesleğin tamamen öğrenilebilmesi
ve ona hakim olabilmek keyfiyeti, yalnız meslek ve teknik
leri bilmekle mümkün değildir. Milli iktisat mefhumuna
dahil bütün içtimai ve iktisadi hadiseler, birbirleriyle öyle
karışmış ve girift bir hale gelmişlerdir ki, bunlardan biri
ne hakimiyet için behemahal iktisadi bir terbiye almak
zarureti vardır. Onun içindir ki, zamanımızda mesleki fa
aliyetin özünü -hatta en dar manasına göre- şu nevi hadi
seler teşkil eder: temellük edilen eşya ve müessesatı idare
için teşkilat yapmak, işletme faaliyeti atölye bilgisi, ticari
noktai nazardan düşünülünce hesap yapm ak... ücret me
seleleri, komşu mıntakalarda istihsal, mübadele münase
betlerinin şartları, pazarlar ve pazar şartları, ticari münase
betler ve mukaveleler, münakalat, kredi v î . gibi. Bugün
modern denilebilecek bir çiftçi, elli sene evvelki köylüden
daha çok şey bilmek mecburiyetindedir... Müstakil küçük
zanaatkarın, küçük ustanın., bugün hayatta tutunabilmesi
keyfiyeti de o kadar kolay değildir. Aylıkçı ve amele vazi
yetinde olanlar bile -basit bir şekilde de olsa- iktisadi haya
tın umum bünyesine vakıf bulunmalıdır ki hayatlarını yok
bahasına başkalarına satarak esir seviyesine düşmesinler.
Ancak bu suretle hareket etmek şartıylardır ki, muhtelif
mesleklere mensup vatandaşlar, mesleki hukuklarını, ikti
sadi mevcudiyetin esaslarını, iş tarife ve kanunlarını,
mesleki birlikler tesis etmek lüzumunu hakiki bir ihtiyaç
olarak hissedeceklerdir. Böyle hareket etmekle de kazancın
az olduğu zamanlarda, hastalık vukuunda, bir kazaya ma
ruz kalınarak alil kalınıldığı anlarda, ihtiyarlık devrinde:
memleketle sahsi ve medeni alaka kesilemez. Görülüyor ki
modern iktisadi hayatın şartları, orta zaman uykusundan
uyanmayı amir şartlardır. Köylerdeki, şehirlerdeki faki
rin, sefaletin önüne geçmenin de yegane yolu budur. ..»
Yukarıdaki bölümün Tonguç’un düşün sistemini an
lamak bakımından çok önemli olduğunu sanıyoruz. İleri
anlamda eğitilmiş bir kişinin, yalnız bir mesleğin yapılma
sı ile ilgili mesleksel bilgileri almış kişi olmayıp, o mesleğin
toplum içindeki ekonomik bütün sorunlarını kavrayan bir
kişi olması gerektiği düşünü ile eğitimin görevi çok ge
nişletiyor. örneğin bir köylü bilimsel bir tarım yapacak
mesleksel bilgileri alırken, ürününün değerlendirilmesi, pazarlanması, kullandığı üretim araçlarının mülkiyeti gibi ko
nularda da bilgi edinecektir. Eğer sömürülüyorsa, bunun
bilincine varacak, sömürülmemek için örgütlenecek, koo
peratiflerini, sendika ve sigorta örgütlerini kuracaktır; top
lumsal güvenliğini sağlıyacaktır. Kısacası Tonguç’un anla
dığı anlamda meslek eğitimi edinmek demek, sınıf bilinci
ne erişmek demektir. Sömürüyü ve yoksulluğu önlemenin
yolu, çalışan sınıfları böyle bir meslek eğitiminden geçire
rek bilince kavuşturmaktır. Eğitimin görevi budur.
Tonguç şöyle devam ediyor"5’: «...İşçi... ahlâki fi
kirlerle birlikte en müfrit kainat ve hayat telakkileri ile de
karşılaşır. Günün hadiseleri, iş arkadaşları, matbuat, istih
sal ve istihlak meseleleri dolayısıyla o da içtimai siyaset, si
gorta, sendika, grev v.v. gibi mefhumları ve nihayet işçilerin
mensup oldukları siyasi fırkaların dünyada ve cemiyet ha
yatında oynadıkları rolleri anlamaya başiar. Bugünkü kar
makarışık hayat münasebet ve hadiseleri karşısında en ba
sit adamın bile şuuruna sahip ve hakim olabilmesi -büyük
babalarımızın asırlarca öğrenmeye hiç lüzum görmedik
leri- birçok hususatı bilmesine mütevakkıftır. Bir insanın
işinin ve mesleğinin başında kuvvetli bir şekilde durabil
mesi -aile, mektep, atölye, iş mahalli, mesleki cemiyet, iç
timai muavenet teşkilatı, mesleki irşadat büroları gibi- bir
çok müessesenin birlikte çalışmalarına bağlıdır. Ancak bu
takdirdedir ki, o insanın iktisadi hayatı sağlamlaşır ve
muhtaç olduğu zaman yardım müesseselerinden istifade
edebilir. Bütün bu işleri toplu ve planlı bir şekilde yapa
bilecek olan yegane müessese, terbiyecilerin idarelerinde
bulunacak mesleki tahsil müessesesidir. Hatta bu vazife
lerin mühim bir kısmı da zamanımızın umumi terbiye işi
ni deruhte etmiş olan mekteplere aittir. Onun içindir ki mo
dern iktisadi hayat pedagoji sahasında büsbütün başka bir
hava yaratmıştır. Umumi terbiye müesseselcri ferde sade
ce yazmak - okumak öğreten, onun umumi kültür seviye
sinin yükselmesine hizmet eden müesseseler şeklinden çı-
karak ona hayatın manasını öğreten müesseseler haline
gelmeye çalışmalıdırlar. Bu sözlerden -bazılarının zannettik
leri gibi- terbiye müesseselerinin idaresini, iktisadi işlere
bakanlara bırakmak lazımdır hükmü anlaşılmamalıdır.
Mekteplerdeki atölyelerin, okuma salonlarının yardım
sandıklarının, talebe teşkilatlarının., hikmeti vücudu da budur ve bunlar Maarif mefhumunun ne kadar başka bir
şekle geldiğini anlamaya kafidir. Bütün bunlara rağmen
sermaye ile sai, patronla işçi arasındaki korkunç mücade
leyi tarih göstermektedir. Bu mücadele ne zaman ve nasıl
hitama erecektir, bunlardan hangisi diğerine galebe çala
caktır? Bu cihet şimdilik bir istihfam işaretidir. Geriye, ha
yatın sükunetle geçen devirlerine ricat mümkün olmadı
ğı için bu mücadeleye şahit olmaktayız...»
Tonguç toplumun ekonomik gelişimine paralel olarak,
eğitimin görevini bu şekilde genişlettikten sonra bir nok
tada duruyor. Bu kadar geniş görevlerle ve bugünkü deyi
mimizle «sosyal adaletin gerçekleşmesine» yardımcı olmak
üzere eğitimciyi donattıktan sonra, bu amacın gerçekleşme
si için yalnız eğitim kuramlarını düzeltmenin yeterli olaca
ğını söylemez. Sermaye ile emek, patronla işçi arasındaki
geriye dönüşü olmayan çekişme nasıl sonuçlanacaktır?...
Tonguç bu noktada durur. Bundan ötesi onun alanı değil
dir. Ama buraya kadar düşündüğü ve tasarladığı eğitim
sisteminin bü çekişmede sömürülenden yana olduğu, onla
rın başarısına yardım edecek nitelikte bulunduğuna hiç
şüphe yoktur. Çalışarak emeği ile artık değer yaratan
emekçinin bu artık değerin nasıl, kimler tarafından ve ne
amaçla kullanıldığını bilmesi, bir özgürlük ortamı içeri
sinde bu konularda etkin olarak hak ve isteklerini kabul
ettirmesi, bir baskı grubu olmasını sağlıyacak örgütleri
kurabilmesi eğitimin amacıdır.
«insanları mesleklere ayırmaksızm bir hayat tanzim
ve idaresi mümkün olmadığı gibi, bu istikamete doğru atı-
lacak her adım da geriliğe ve iptidailiğe doğru gitmekten
başka birşeyi de ifade etmiyecektir.. ,'l6>». Böylece en ileri
şekliyle mesleksel farklılaşmadan yana olan Tonguç’un
sonradan, bütün bu düşünleri hiçe sayılarak, toplumsal
gelişimi belli bir köylülük düzeyinde tutma, gelişimi dur
durma gibi amaçlar gütmekle suçlanması tuhaf değil mi
dir?
■ Türkiye İçin Tasarılar
Daha sonra Tonguç iş ve meslek eğitimi açısından
bugünkü Türkiye’yi inceliyor'17’: «...H er meslek hakkında
ayrı ayrı ve o meslek erbabını karakterize edecek ve onla
rın hakiki ihtiyaçlarını gösterebilecek mahiyette, gayet
kati ve müspet tavsiyelerde bulunmaya -bugün için- imkan
yoktur. Buna mukabil Türkiye nüfusunu başka bir noktai nazardan ve onun terbiyesinde nazarı ilibare alınması
zaruri şartları tebarüz ettirmek suretiyle daha umumi bir
şekilde mütalaa etmek imkanı mevcuttur... Burada -şimdi
lik köylerde yaşıyan çiftçi sınıfı ile şehirlerde yaşıyan
muhtelif meslekler erbabımn bugünkü hayatlarının karak
teristik vasıfları kısaca tebarüz ettirilmeye çalışılacaktır...»
dedikten sonra, «köy hayatı ve çiftçi sınıfın» incelemesine
geçen Tonguç’un bu bölümde yazdıkları daha sonra ya
yınlanacak olan «Köyde Eğitim» kitabının ön çalışması ni
teliğinde sayılabilir. Şevket Süreyya ve İsmail Hüsrev’in
Türkiye’deki köy ekonomisi konusunda verdikleri bilgileri
belirten yazar, şu düşünleri aktarıyor: «...T ürk köyünde
şiddetli içtifnai bir tefaruk vardır. Köylünün bir kısmı mü
temadiyen fakirleşmektedir. Elinde servet olanlar da bu
fakirleşmeden kendini zor kurtarmaktadır. Küçük köylü
ailesi, gün geçtikçe alım kabiliyetini kaybetmekte ve dağıl
maktadır. Türkiye’de köylü doğrudan doğruya tabii coğ
rafi muhitin tesiri altındadır... Şark vilayetlerinde feodal
mülkiyet henüz cezri bir tarzda kaldırılıp arazinin köylüye
tevzi edilmemiş olması köylüyü burada kendi mülkiyetine
sahip olarak müstakil bir iktisad faaliyetinde bulundurmak
tan menetmektedir, binnetice köylünün elinde sermaye te
raküm etmemektedir... Alım kabiliyeti daralan köylü, in
kişaf etmekte olan milli sanayiimize pazar olamaz... Sana
yii yaşatacak olan köy pazarıdır...» «... .Şimdi pedagojik iç
timaiyatçıların ve mesleki ruhiyatçıların (C. Weiss, F.
Giese) fikirlerinden istifade ederek istikbalde Türkiye için
en mühim bir terbiye mevzuu teşkil edecek olan -bugün
için çok uzak ufuklarda bir sis bulutu gibi örtülü bulu
nan köy hayatı, çiftçi ruhiyatı, köylü çocuğu, köylü ailesi
gibi mefhumları gözümüzün önünde tebarüz ettirmeye ça
lışalım...» diyerek, ayrıntılara girdikten1sonra şöyle devam
ediyor: «...E n mühim içtimai, iktisadi vasıfları, meşguliyet
nevileri yukarıda tasvir edilmiş 9.217.000 Türk köylüsü
veya çiftçi nüfusunun gerek umumi ve gerek mesleki terbi
ye mevzuu bahis olunca; realiteye, ihtiyaca en muvafık
tedbir olarak verilecek hüküm hiç şüphesiz profesör J.
Dewey’in raporundaki şu cümlelerle ifade edilebilecek
t i k : (...Mekteplerde köylülerin ve çiftçilerin alâka ve ih
tiyaçlarına hususi bir ehemmiyet verilmeden tahsilin umu
mi ve mecburi kılınması, içtimai zararlar verecek fevkala
de bir tehlike teşkil eder. Köylülerle çiftçilerin ihtiyaçları
ayrıca düşünülmeden vücuda getirilecek bir maarif siste
mi nazari ve skolastik olur. Ve genç neslin herhangi diğer
bir meslekte muvaffakiyetini temin etmemekle beraber on
ları köy hayatından kolaylıkla uzaklaştırır. Bundan başka
Türkiye’de milli refahın inkişafı, ziraat ameliyatının İsla
hıyla sıkı bir surette alakadardır. Bu itibarla; Türkiye maa
rifi için en mühim mesele, derslerinin mevzuları köy haya
tına iyice merbut olacak bir nevi iptidai ve tali.mektepler
tesisidir...) İtiraf etmek lazımdır ki, bugünkü umumi ve
mesleki terbiye teşkilatımızın mahiyeti, henüz bu prensibe
tetabuk edecek şekilde değildir. Halbuki; köy terbiyesinin
gayesi, azami derecede kuvvetli vatandaş, yani içtimai ma
hiyette insan ve memleketin (siyasi, iktisadi ve harsi hayatı •
nın inkişafına iştirak edecek), yani tabiatın bütün kuvvet
lerine esir değil, hakim olabilecek bir evsafta iş adamı ye
tiştirmek olmalıdır. Bizi bu gayeye götürecek mektep de
kitabi mektep değil, iş mektebi olacaktır... Köy yukarıda
tasvir edilen hakiki karakterini kaybedip de muallim, dok
tor, ziraatçı, jandarma, fabrika amelesi gibi insanların te
sirleri altında kalmaya başlayınca küçük kasaba olur ve
büsbütün başka evsafta tezahür eder...»
Böylece Tonguç, Türkiye’de sosyal adaletin gerçek
leşmesi sorununu, Türkiye’nin yapısı gereği geniş ölçüde
köylünün durumunun düzeltilmesi sorununa bağladıktan
sonra, köydeki eğitimin amaçlarını araştırmaya geçiyor.
Burada bilerek veya bilmiyerek bazı kavram karışıklıkları
na yol açacak ve nitekim de açmış olan bir takım deyim
ler kullandığını görüyoruz. Örneğin daha sonra «Canlan
dırılacak Köy »de de sık sık karşılaşılan ve insana bulanık
ve bambaşka anlamda gelen, bir kısım eleştirilerce de son
radan böyle ters anlamda anlaşılmış olan (tabiatın bütün
kuvvetlerine hakim olabilecek evsafta iş adamı yetiştir
mek) gibi bir deyişten, Tonguç’un ilk bakışta anlaşılandan
çok başka bir şeyi kastettiğini görüyoruz. Sayfa 93’deki
makale çevirisinde de bu ikinci anlamında kullanılan «iş
adamı» deyimi ile Tonguç, görülüyor ki, iş yapabilme ye
teneği olan ve ülkenin (siyasi, iktisadi, harsi hayatının in
kişafına iştirak edecek) yetenekli, güçlü ve gücünün bilin
cine ermiş vatandaşlar, açıkçası sınıf bilincine kavuşmuş
ve bir meslek edinmiş kişiler yetiştirilmesini 'anlatmak iste-
inektedir. Kullandığı «iş adamı» sözcüğü bugünkü anla
mında değildir.
Tonguç daha sonra kasabaların kuruluşuna geçiyor
ve «kasaba iş hayatının en bariz vasfı olarak insanlar ara
sındaki iş bölümünü, yani mesleki ayrılığı kabul etmek la
zım dır...» diyor. «...Kasaba köye nispetle tam manasıyla
siyasi karakteri de haizdir...» diye yazdıktan sonra, iş bö
lümü sonucu kasabanın hayatındaki gelişmeyi anlatıyor
ve «...Kasabalı köylüye nispeten mahiyetinde elastikiyet,
hayata tetabuk, iradei enerji sarfı gibi vaziyetler göster
meye başlar ve o, ananeci köylüye mukabil; ümide inanıcı,
terakki taraftarı, iktisadi hayatta cesur, müspet görünür...
Böyle ileriye doğru itici bir hayat onun bağlı bulunduğu
anane bağlarını da mütemadiyen koparır ve nihayet kasa
balıyı mazi insanı değil, hal adamı yapar. Bu hadisenin ne
gibi neticelerle tetevvüç edeceği kolay kabili tasavvurdur.
Bu neticelerin en mühimlerinden yalnız birini hatırlata
lım: Kasabalı, köylü gibi kendisini tek cihetli bir meşguli
yete bağlamaz. Köye nispetle daha fazla iş bölümüne müs
tenit bu hayat, umumi hayatta terakkiye de sebep
olur...»m .
Görülüyor ki Tonguç, körükörüne köy toplumundan
yana, toplumsal gelişmenin o düzeyde kalmasını düşünen
bir kişi değildir. Köy - kent çizgisindeki evrimi bilir, bu
evrimde iş bölümünün oynadığı önemli rolü de belirtir.
Evrimi gerçekleştirmek, hızlandırmak için eğitimciye dü
şen görev de bu işbölümünü, meslekleşmeyi sağlamaktır.
Böylece iş bölümü ve meslek eğitimi verileceği zaman, top
lumsal gelişmenin köy düzeyinde durmıyacağmı, gelişece
ğini, evrimin hızlanacağını Tonguç’un bilmemesi olanağı
yoktur. Amacı da budur.
«... Türkiye’nin idaresini ve Türkiye’de terbiye işleri
mesuliyetini deruhte etmiş olanlar için bütün bu meslekler
le beraber daima göz önünde bulundurulması ve muazzam
bir memleket meselesi telakki edilmesi lazım gelen, mikta
rı umumi nüfusa nispetle % 60’ı teşkil eden, meslekleri
bulunmıyan vatandaşlar mevzuu vardır. Mesleki hayata
müstenit muasır medeniyetle mücehhez cemiyetler göz önü
ne getirilince bu hadisenin ehemmiyeti daha çabuk anlaşı
labilir. . . » dedikten sonra, bugünkü okulun bu amaca ulaş
maktaki yetersizliğini belirten Tonguç, «...istikbalin m ek
tebi bu kusurların hiçbirini taşımıyan, insanların hakiki
ihtiyaçlarını nazarı itibare alan, onları bizzat faaliyete sevk
ederek terbiye edecek bir (iş ve meslek mektebi) olacak
tır. ..» demektedir'20'.
Bundan sonra yeni öğretmenin nasıl olması gerektiği
sorusuna karşılık anyarak şöyle yazıyor'21': « ...tş mektebi
muallimi kendi kendini yetiştiren ve terbiye eden bir mu
allim olacaktır. Onun bu hale gelebilmesi muallim birlik
lerini işbirliği haline getirmekle mümkün olacaktır. Mual
limler bir teşkilat yaparak mesleki tekamüllerine, kültüre
hizmet edemedikleri müddetçe mektebin yukarıda tenkit
ettiğimiz vasıflarını terketmesine imkan yoktur... Bu gaye
leri tahakkuk ettirmek muallimlerin sadece ders vermele
riyle mümkün olmaz, iş yapabilecek evsaftaki bütün halkı
bu mesaiye iştirak ettirmek zarureti vardır. Bu cümleleri şu
tarzda hülasa edebiliriz: Eski mektebin muallimi, ansiklo
pedik mahiyette malumatı, kendi kendine toplamaya çalı
şırdı. Yeni iş mektebi muallimi organizatör olacaktır; ha
yat, cemiyet ve iş vasıtasıyla kendi kendini terbiye edecek
tir. Ancak ondan sonradır ki mektep, yeni ve modern
bir millet yaratacak kudrette bir müessese olacaktır. . . »
Tonguç bundan sonra yeni eğitkenlerin, özellikle Kers-
chensteiner’in «terbiye idealleri» üzerinde durmakta, sözle
rini Kerschensteiner’in ve Dewey’in düşünleriyle bitirmek
istediğini belirtmekte ve «böyle bir taslak yazmak cesareti
ni de onların eserlerindeki esas fikirlerden aldığını itiraf»
etmekte, kitabına Dewey’in şu sözleri ile son vermektedir(22): «...B u gayeleri tahakkuk ettirmek için sadece bazı
liderler yetiştirmek kafi değildir. Vatandaşların heyeti mec
muası, memleketin siyasi, iktisadi ve harsi (kültür) inkişa
fına iştirak edecek bir terbiye almalıdır...»
Tonguç’un Kerschensteiner’in şu sözlerini almış olma
sının da daha sonraki gelişmeler, yani eğitbilim alanında
girişilecek bir atılımın karşılaşabileceği tehlikeler bakımın
dan bilinçli olduğunu gösterdiğini sanıyoruz"3’: «...M ektep
teşkilatı meselelerinin pedagoji nazariyeleri vasıtasıyla ta
mamen halledilemiyeceğini de pek iyi bilirim. Bilhassa de
mokrat devletlerde. Onlar evveldenberi kudret meseleleri
olagelmişlerdir ve dünya baki kaldığı müddetçe de böyle
kalacaklardır. Fakat siyasi fırkaların siyaset yahut kainat
ve hayat telakkileri prensipleri vasıtasıyla bu kudretin kolu
nu kuvvetlendirmeleriyle, kudreti; vazıh tek manalı, umumi
meriyete malik... terbiye mefhumunun kuvvetlendirmesi
aynı şey değildir. Terbiye mefhumu, yahut daha doğrusu
talim ve terbiye fikri, eğer cemiyetin yetişmekte olan nesil
lerine ve bu vasıta ile de istikbalde devlet kuvvetlerini el
lerinde bulunduracak kimselere tesir yapmak istiyorsa o
takdirde -herşeyden evvel- terbiye edileceklerde vazıh bir
hale gelmelidir.:.»
Bu satırları okuyan bir kişinin, girişeceği eğitim dene
mesinin karşılaşacağı baltalama ve tehlikeleri bilmemesi,
hele çok partili bir rejime gidilirken, bunun ne gibi sonuç
lar doğuracağını düşünememesini biz kabul edemiyoruz.
■ Düşün Sisteminin Ana Çizgileri
«İş ve Meslek Terbiyesi» kitabının Tonguç’un toplum
sal, ekonomik düşünlerini, sistemini anlamak bakımından
çok önemli olduğunu, daha sonra köy enstitülerine kadar
varan gelişmelerin köklerinin bu kitapta bulunduğunu sanı
yoruz. Ne yazık ki, daha sonra çıkan «Köyde Eğitim» ve
«Canlandırılacak Köy» kitaplarına göre, bu önemli yapıt,
Kirby’nin «Türkiye’de Köy Enstitüleri» kitabında dikkatle
ri bu nokta üzerine çekmesine kadar bir kenarda unutul
muştur. «İş ve MeMslek Terbiyesi» herşeyden önce bize
Tonguç’un çağdaş toplumsal, ekonomik, eğitbilimsel geliş
meleri izliyen, bilen, marksizmden de haberli bir kişi ol
duğunu gösterir. İkinci sonuç onun batılı eğitkenlerin teori
lerinden yola çıkarak, eğitim kavramını çok genişletmek,
eğitimin görev ve amacını toplumun evrimi ile paralel ola
rak geliştirmek istediğidir. Üçüncü nokta, Tonguç’un batı
dan öğrendiklerini ülkesinin koşullarına uygulamaya artık
cesaret etmesi ve bunun için ilk taslağını yapmaya başla
masıdır. Tonguç’un, bu yapıtta, öğrendiklerini bizim ger
çeklerimize uygulamaya kalkması, onu çağdaşı yerli düşü
nür ve eğitkenlerden keskin şekilde ayıran, daha sonraki
gelişimini sağlıyacak başlıca özelliktir. Dördüncü sonuç:
Tonguç için bir köy sorunu yoktur. Bir ülke sorunu, bir
ezilen sınıflar sorunu, bir emekçilerin haklarını kullana
bilmeleri sorunu vardır. O, klasik ve ülkücü anlamda
«köycü» değildir; Türkiye’nin toplumsal yapısı gereği,
% 80’i köylü olan bir ülkede, işe köylü sınıfından, en kö
tü koşullar içinde olan ve ülkenin ekonomik hayatının te
melinde bulunan bu sınıftan başlamak zorunda olduğu
için köyle ilgilidir. Yoksa, köyün üstünde, daha gelişmiş
toplumsal düzeyler, sınıflar bulunduğunu bilir, bu sürece
de karşı değildir; hatta amacı bu süreci hızlandırmaktır.
Beşinci nokta; Tonguç’un o günkü düşün ve yazı özgürlü
ğünün elverdiği ölçüde içinde yaşadığı toplumun ve siyasal
koşulların eleştirisine girişmiş olmasıdır. Emekçilerin ör
gütlenme haklarının savunulması bunun örneğidir.
Bu kitapla Tonguç’un özlediği toplum nasıl bir top
lumdur? Her bireyin kendi yetenek ve isteklerine göre tam
bir meslek eğitimi aldığı, bu mesleği hakkı yenmeden, yü
rütebildiği gerekli sosyal güvenlikleri de elde ederek mes
leksel örgütleri kurabildiği, işletebildiği, sömürünün önlen
miş olduğu, insan kişiliğinin sürekli olarak gelişmesi, açıl
ması için bütün olanakların çahşanlara verildiği, dengeli,
tam bir işbölümüne dayanan, evrensel gelişme yollan tı
kanmamış, dinamik, sürekli gelişme içinde bir toplum.
Mutlu insanlann yaşayacağı bir toplum. Onun özlediği top
lumda artık - değeri hiç kimse sömüremiyecektir. Peki bu
topluma nasıl varılacaktır? Vanldıktan sonra bu düzen na
sıl korunacaktır, bunun güvenliği nedir? Nasıl erişileceği
konusunda Tonguç açık değüdir; bu noktada düşününü söy
lemez. Bunu konusu, uğraşısı dışı sayar. O, öğretmen ve
eğitken olarak bu çaba sırasında eğitime düşen görevleri
araştırır ve bunları gerçekleştirmenin yollarını arar. Çekiş
me gücü ve güvenlik örgütü olarak, üzerinde açık açık dur
duğu mesleksel dayanışma ve örgütlenme sorunudur. Yol
lar mesleksel örgütlenme, dayanışma, sendikalaşma, sınıf
sal partiler kurma gibi çabalar için her zaman açık olma
lı, emekçi bilineli olarak bu örgütlere katılmalıdır. Bütün
bu şema, şüphesiz ki bugünkü sosyal ve demokratik devlet
kavramına çok yakmdır.
«Iş ve Meslek Terbiyesi» kitabı ile öne sürülen düşün
lerde marksist öğelerin ve etkenlerin bulunduğunu kabul
etmek gerekir. Ama onun asıl üzerinde durduğu, durmayı
görevi saydığı, sınıf çatışmasının siyasal yönü ve sorunla
rı değü, marksist bir gelişme şeması içinde eğitime düşen
görevlerin ne olduğu ve bu görevlerin nasıl yerine getirile
ceğidir. Burada Tonguç’un bütün yazılarında rastladığımız
tipik bir özellik görüyoruz; eğitimin ekonomik ve toplum
sal sorunlarla olan ilişkisini bilir, fakat hem düşününde,
hem de eyleminde öğretmen ve eğitken kişiliğinin sınırla
rını aşmamaya dikkat eder. Başlangıçta bir çekingenlik gibi
gözüken bu davranış, onu birçok aydın gibi gündelik siya
sal tartışma ve eylemlerin içinde boğulup kalmaktan koru
muş, kurtarmış ve eylem olarak birşeyler yapabilmesini
sağlıyan en önemli öge olmuştur. Denilebilir ki, o, kafasın
daki ideal işbölümü kavramını her kişiden önce, kendi
davranışına, kendi uğraşısına uygulamaya çalışır; kendi ko
nusunun sınırlan içinde kalarak, ama mesleksel bağnazlı
ğa düşmiyerek, bütün toplumsal, ekonomik gelişimleri izliyerek, bunlar üzerinde belirli kanı ve inançlara da va
rarak, ana ilke ve inançlannı kendi mesleksel alanında uy
gulamaya çalışır. Bu davranış onu uzun süre gerici - tutu
cu saldınlardan da korumuş, eylemde bulunabilme olana
ğını sağlamıştır.
öyle sanıyoruz ki, Tonguç, «İş ve Meslek Terbiyesi»
kitabındaki düşünleri ile, genel düşün ve kanılan bakımın
dan, büyük toplumsal ve ekonomik sorunların gerçekten
demokratik bir düzen içerisinde ve özgür, bağımsız düşün
çekişmeleri ve örgütlenme özgürlükleriyle çözülebileceğine
inanan sosyalistlere yaklaşır. Bu geniş açıdan soruna ba
kışı ile Tonguç, eylem olarak öğretmen ve eğitken kalma
ya önem verir ama, onun için sorun bir öğretmen ve okul
sorunu olmaktan çok, bir meslekleşme sorunu, bir ülke ve
hatta bir insanlık sorunudur. Onun alanı olan eğitim işi,
bu geniş amaçlara hizmet etmekle görevlidir.
Yine 1933 yılında yayınlanan ve Kerschensteiner’in
hayatı, düşünleri, iş eğitiminin esaslan, okul sistemi ile iş
okulu, vatandaşlık eğitimi gibi konularda bilgi verilen bir
çevirisinden'24’ ve iki dünya savaşı sırasındaki Alman eğiW K e sc h e n ste ln e r, ts ım d l H a k k ı, T ü r k M a a r it C em iy e
t i y a y ın la n N o. 1, A h m e t H a lit k ita h e v i 1933, İ s
ta n b u l.
tim düzeni üzerinde bilgi veren bir kitabından*25’ sonra,
artık Tonguç yayınladığı eserlerinde hep «İş ve Meslek
Terbiyesindeki esaslardan yola çıkarak bu ilkeleri ülke
nin gerçeklerine uygulamaya çalışacaktır. Ve Türkiye’nin
gerçeklerinin gereği olarak özellikle köylü sınıfı ile uğra
şacaktır.
■ Gerçekçi Açıdan Köy
1938’de yayınlanan «Köyde Eğitim» kitabı*26’ Türk
köyünün yapısını ve özelliklerini inceliyen bir yapıttır. Ki
tabının önsözünde «...Bir cemiyet fertlerini forme edebil
mek herşeyden önce o cemiyetin yaşamakta olduğu hayatı
ve bu hayata şekil veren reel şartları yaşıyarak öğrenmeye
bağlıdır. Realite denilen zengin kaynakla bu şekilde beslenemiyen her teşebbüs er veya geç sönmeye ve erimeye mah
kumdur... Köylere birşey öğretebilmek için evvela on
lardan birçok şeyler öğrenmemiz lazımdır...» diyen*27’ ya
zar, böylece gitgide batıdan aktarılmış bilgileri değiştirme
den uygulamaktan koparak, ülkenin gerçeklerine göre bir
sistem kurabilmek için, ilk uğraşının bu gerçeklerin tanın
ması gerektiği üzerinde duruyor. Böylece Tonguç’un kendi
gelişiminde yeni bir adım daha attığını görüyoruz. Köyü,
kendi olanakları elverdiği ölçüde, ekonomik, toplumsal,
hatta etnolojik ve etnografik yönden ve eğitim ortamı ola
rak inceledikten sonra, kitabın sonunda şimdiye kadar köy
kalkınması konusunda ülkemizde ileri atılmış başlıca ta
sarıları ele alıyor ve eleştiriyor. Ve sonunda şöyle diyor:
«...H akiki köylülere bu düşüncelerin hepsi onların anlıyaW A lm a n y a M a a rifi, İs m a il H a k k ı, R e ş a t Ş e m s e ttin ,
D e v le t B asım ev i, İ s ta n b u l 1934.
K öyde E ğ itim , 1. H a k k ı T o n g u ç, K ü ltü r B a k a n lığ ı
İlk o k u l Ö ğ re tm e n K ıla v u z la rı N o. 8, D e v le t b asım ev i
1938, İs ta n b u l.
m ı a.g .e. Ö nsöz s. 1X-X.
bileceği bir dille izah edilerek düşünceleri öğrenilmeye çalışildi. Onlar bu fikirlerin ve tekliflerin karşısında evvela bir
müddet düşünüyorlar... sonra şu kısa cevapları veriyor
lar: Bunların hepsi olur. Dünyada olmıyacak ne var ki,
söylenilen şeyler yapılabilse çok iyi olur ama, bunları ya
zanlar, söyliyenler gelsinler bu köylerde bizimle beraber
otursurdar, çalışsınlar, yapsınlar. Biz de görelim. Hem bi
zim aklımız gözümüzde olur. Görmeden ne diyelim?...»(28)
Bu kitap, köyde eğitim sorununun çözümüne bir ta
san, bir sistem getirmekten çok, bunun ön hazırlığı niteli
ğindedir. Köylerdeki eğitmen denemesi yeni başlamış, so
nuçlar yeni derlenmektedir. Tonguç tam bir sistem ileri
sürmekte henüz çekimserdir; zaten yöntemi de bunu gerek
tirir; ancak doğrudan doğruya köyün içine girerek deneyler
yapa yapa çalışmakla başanlı sonuçlara vanlabilir. Nitekim
bundan sonra da hep bu yöntemi izliyecektir.
Kitapta bizim konumuz, yani Tonguç’un toplumsal
ve siyasal düşünleri bakımından ne gibi ipuçları, vardır?
«Köyde Eğitim» kitabında konumuzla ilgili olarak,
«Ekonomik hayat bakımından köy durumu» başlığı altın
da şu düşünler vardır*29': «...K öy işleri için en mühim iş
kuvveti insandır. Bu bakımdan köylerimizin hem nüfus sa
yıları azdır, hem de bu nüfusu teşkil eden insanlar kültür
bakımından çok zayıf bir durumdadırlar... İnsan kuvveti
ni takviye edici unsurlar hayvan, alet ve nakil vasıtaları
gibi iş vasıtalarıdır. Bu bakımdan köylerin halleri normal
telakki edilebilecek bir haldedir denemez... Ziraat aletleri
iptidai bir teknikle yapılmış, çok basit düven, karasaban,
saban, yaba, tırpan gibi aletlerair. Ziraat mütehassısları
nın saptadıklarına göre memleketimizde karasabanla ve
m a.g .e. s. 511.
(»> K öyde E ğ itim t. H a k k ı T o n g u ç, D e v le t B asım e v i,
İs ta n b u l 1938, s. 56-68.
bir çift öküzle, bir adam günde ancak bir dönüm tarla
sürebilmektedir... Görülüyor ki sadece insan ve hayvan
kuvvetine dayanarak yapılan bu işler, bugünkü şartlar ve
bu durumlar değişmedikçe daha verimli bir hale getirilemiyecektir... Köylülerimizin teknik bilgi ve iktidarları mo
dern ve rasyonel bir şekilde iş görebilecek fenni aletleri
kullanmaya ...henüz müsait bir hale getirilememiştir. Top
rak çok parçalanmış olduğu için birçok köylerde ihtiyaca
kafi toprağı olmayanların sayısı kabarıktır...» Bundan
sonra köylerde tarım ürünlerinde verim düşüklüğünün di
ğer nedenlerini gözden geçiren Tonguç, şöyle yazıyor:
«...D ış piyasalarla ilgili ihracat mahsulü yetiştiren köylü
ler, sıra bunları satmaya gelince menfaatlerinin mühim bir
kısmını aradaki mutavassıtlara terketmek mecburiyetinde
kalmaktadır...» Bundan sonra hayvan yetiştirme işlerinde
ki aksaklıklar belirtilerek tarım ürünlerinin satışı işine tek
rar değinilmektedir: «...Ziraat işlerinin özünü teşkil eden
bu iş, henüz organize edilmiş bir halde değildir. Onun için
zirai istihsal maddeleri bir türlü kıymetlendirilememektedir. Başlıca sebepleri şunlardır: a) lçpazar meselesi: Birçok
düğümlerle düğümlü bir haldedir. Bu sebepten dolayıdır
ki (fazla ve iyi istihsal) parolaları Türk köylüsünü henüz
normal kıymetlere kavuşturamamıştır... Köylülerin-bir
çokları istihsal ettikleri maddeleri, kendi köylerine yakın
bir yerde kurulan pazarlarda satarlar. Köylü burada kö
yündeki mücadelelerden kat kat çetin yeni bir mücadeleye
daha girişir. Kültür seviyesi piyasa fiatlarını muntazaman
takip edebilecek bir durumda olmadığı için, satış işine...
gözü kapalı girer... tçpazarlardaki satış işi -cihan ekono
mik buhranının tesirleri de olmakla beraber? ileride büyük
meseleler doğurabilecek kadar nazik bir iş haline gelmiş
bulunmaktadır. Bu mesele biraz teferruatlı bir şekilde in
celenecek olursa köy ekonomik hayatının hakiki çehresi
bütün çıplaklığıyla görülebilecektir... Zirai mahsullerin is
tihsali için yapılan masraflara ve çekilen emeğe karşı, elde
edilen satış fiatları bunları koruyucu karakterde değildir,
işte köy ekonomik hayatımn büyük düğümlerinden biri
de budur. ...Ziraat işinin verimli, şümullü ve memleke
tin umumi ekonomik hayatını besleyici olabilrfıesi için
evvela bu içpazar ve umumiyetle satış meselesinin halle
dilmesi lazım gelmektedir. Bunu organize ederek normal
bir şekle getirmek, köylülerin yapabilecekleri ve ipleri
onların elinde bulunan bir iş değildir. Burada ucuz ve ça
buk nakliyat, normal kredi bulmak, cins mal istihsal et
mek, satış işlerinde başıboş hareket eden mutavassıtları
kontrol altına almak, satış mesaisinde birlikler tesis etmek
gibi birçok meseleler birbiri üstüne düğümlenmektedir
ler... ödünç alınan para (yazarın notu: tarım kredileri)
bunu alanın istihsal ve gelir kudretini arttırmaya yarama
dığı için, her çeşit kredi müesseselerinden alınan parala
rın mühim bir kısmı verimli olamamıştır. Muhtelif sebebler dolayısıyla normal kredi müesseselerinden faydalarıamıyan köylü, anormal bir şekilde borçlanarak kendi
kendini emicilere teslim etmektedir. Bu tarzdaki borç
lanmadan onun torunu bile kurtulctmamaktadır. Köylüle
rin işletme ve iş vasıtaları durumu, tarlaları, bağları ve
bahçeleri, işletme metodları, hayvan yetiştirme faaliyet
leri, zirai mahsullerinin satış şekilleri gündelik çalışma
lar esnasında her köylünün içten alakalandığı meseleler
dir. Babadan kalma borç, bozuk yollarda uçurumdan va
diye göçerek ölen öküz veya at, Vaktinde ve işe lüzumlu
bir zamanda ele geçirilemiyen bir alet, para ettiği zaman
götürüp satılamadığı için çürüyen mahsul, köylü delikan
lının içini... bir hastalığın mikropları gibi kemirir durur...
Ekonomik durumları böyle normal bir hale gelmemiş in
sanlara sadece lafa dayanan bir terbiye aşılamaya çalış
mak hiç doğru olmaz, hem de telafisi mümkün olamıyacak büyük zararlar doğurabilir. Köylü vatandaşları mo
dern manalı bir mesleki iktidarla teçhiz etmeye yarıyacak
eğitim ve öğretim sistemini bulmak ve tatbik etmek zaru
reti vardır. Bugünkü köy terbiye teşkilatını bu bakımdan
süratle değiştirmek, hiçbir surette reddedilemiyecek bir
hakikat haline gelmiştir...» Ceyhun Atuf Kansu bu ki
tap üzerindeki düşünlerini özetle şöyle belirtiyor*301:
«...İlköğretim kavramından yola çıkan Tonguç, uygula
mada, eğitim yolu ile köye ne vermemiz gerektiğini tartı
şır. Burada iki sorun açıklığa kavuşmalıdır; Türkiyenin
köy sorunu nedir? Bu bir. İkinci sorun, geniş anlamı ile
bu soruna yönelecek köy eğitiminin niteliği nedir?... Ton
guç köy sorununu şöyle ortaya koymaktadır: Memleke
timizde köy sorunu tarihin doğurduğu bir sorun olarak
ortaya çıkmaktadır. Bugünkü Türk köyü, iç yapısıyla,
ekonomik ilişkileriyle, toplumsal durgunluğuyla tarihin
yoğurduğu bir toplumsal gerçektir. Bu toplumsal gerçe
ğin özü nedir?... Doğa ile savaşmakta, Türk köyü gerek
toplumsal nedenlerle, gerek ekonomik nedenlerle yetersiz,
güçsüz kalmıştır. Türk köyü, doğaya yenilmiştir. Bu ye
nilgi, tarihin yoğurduğu koşullarla, toplumsal ekonomik
etkilerle olmuştur. Türk köyünün toplumsal alt yapısı,
ekonomik güçsüzlüğü ve bağımlılığı hayat anlayışındaki
durgunluğu onu bu yenilgiye götürmüştür... Bu manzara
dan bir (milletin ruhu)na varmak istersek: Bu ruh, çeşit
li tarihsel, ekonomik, toplumsal nedenlerle doğaya, za
man’a ve akan hayata yenilmiş, boyun eğmiş bir halkın
ruhudur. Devrim kendi (Kurtuluş savaşı) deneyinden ya
rarlanarak, halkın içindeki gizli uyanma, yaşama, kurtul
ma gücüne el atarak ne yapmalıdır? Bir milletin ruhunu,
hayata, doğaya, ve zamana egemen kılmak için tarihsel,
ekonomik, toplumsal bağları yenilemelidir. Türk halkını
doğaya, hayata ve zamana egemen kılacak yeni toplum0*1 T o n g n ç’u n K ita p ta n ,
C e y h a n A tu f K a n s a , T o p la m
y a y ın e v i A n k a r a 1964, s. 12-15.
sal, ekonomik koşullar yaratmalıdır. Türk devriminin
önündeki gerçek köy sorunu budur. Köy eğitimi sorunu da
işte bir okuma yazma öğretimi sorununu çok çok aşa
rak, Türk köyünün toplumsal yapısını, Türk köyünün ha
yat anlayışını değiştirmek gibi (ana yapı) sorunlarının içi
ne dalmaktadır... Türk eğitimi sorunu, Türk köyü ile
doğa arasındaki, toprak arasındaki, devrim arasındaki ve
de, devrimin getirdiği hayat anlayışı arasındaki ilişkilerin
(tarihsel) çatışma ve bu çatışmalardan doğan yeni bir
toplum düzenlenmesine dayanmaktadır... Tonguç*a göre
köy hayatı değiştirilirken ve bu hayatın değişmesinde ön
cü insanlar yaratılırken göz dikilecek yeni toplum ülküsü,
Türk devrimi ve onun yeni hayat değerleridir. (Millet her
türlü değerler ve toplumsal varlıklar için tükenmez bir
kaynaktır. Eğitimin görevi bu kaynaktan yararlanarak
yeni insan tipleri yaratmaktır. Her yeni tarih dönemi, yeni
insan tipleriyle beslenir ve yaşatılabilir. Yeni bir tarih
dönemi demek; devrimle birlikte yeni bir hayat düzeni, in
san tipi yaratacak ilkeleri ortaya koymak demektir...
Fertlere aşılanması istenen yeni değerlerle, bu değerlere
göre şekil alacak olan yeni hayat, yetişmekte olan kuşak
lara, özellikle köylerdekilere aşılanarak yaşatılabiliyor m u?
Cumhuriyetin önünde duran en büyük ve dokunulmamış
problem budur)... Tonguç, (Köyde Eğitim) kitabı ile,
köy sorununun özünü, gerçeklerden yola çıkarak ortaya
sermektedir: Köyün tarihsel dönemini değiştirmek. Köy
hayatını nasıl değiştirebiliriz? Köye cumhuriyetin hayat
değerlerini nasıl aşıltyabiliriz,?...»
Ceyhun Atuf Kansu’nun «Köyde Eğitim» kitabı üze
rindeki düşünleri burada bitiyor. Bu kitaptaki toplumsal
ve siyasal düşünlerin ve doğrultunun Tonguçun daha ön
ceki yapıtiarındakilerden ayrılmadığı, o çalışmaların bir
parçası olduğunu söyliyerek onun düşünsel gelişimini in
celemeye devam edelim:
■ «Canlandırılacak K öy»
1939 yılında yayınlanan «Canlandırılacak Köy» ki
tabının ilk baskısı ile 2. Baskı, 1947’de yayınlanmış
tır) Tonguç artık bir eğitim sistemi kurma çabalan içindedir*31’.' 20.6.1939 tarihini taşıyan önsözde şu satırlar
var(32): «...K öyü plansız, şuursuz ve mihaniki bir mesai
sar1federek kalkındırmaya uğraşanların enerjilerinin çoğu
boş yere harcanıyordu. Düşünen ve işini bilen köylü ez
bere hareket edenlerin, jantaziler peşinde koşanların te
şebbüslerini kırıyordu. Onun için köyü kalkındırmaya de
ğil, kendi unsurları ile içinden canlandırmaya çalışmak
ve şuurlandırmak lazım geliyordu... Köy davası nüfusu
muzun % 80’ini doğrudan doğruya ve bir hayat meselesi
olarak, kalanını da her işe temel teşkil etmesi lazım gelen
bir kıymet olmak itibariyle alakadar eder. Onun için kö
yün canlandırılması demek memleketin bünye değiştire
rek ve sağlam bir temele dayanarak canlanması demektir.
Köyün canlanabilmesi, köylülerin ve bu temelin üzerinde
yaşıyan insanların, herşeyden evvel tabiatı emebilecek in
sanlar haline gelmeleriyle mümkündür... Bir büyük ve
şumullü devlet işi olarak tabiat emilemedikçe köy davası
halledilemez. O halledilmeyince de işleri sağlam temeller
üzerine oturtmak imkansızdır... Tabiatı emebilmenin bi
rinci şartı, yeni ve kadir insan tipini yaratmaktır... Bir
cemiyet için en büyük felaketlerden biri, o cemiyetin fert
leri arasında müminsiz putların türemesi ve çoğalması, ce
miyetin ekseriyetini teşkil eden insanların iş yapma, ba
şarabilme kabiliyetlerini ve şahsiyetlerini kaybederek sürüleşmesidir. Cumhuriyet, bu trajediye asla meydan vermiyen bir hükümet şekli olduğu için mukaddesdir. Cum
huriyeti koruyacak nesillerin buna iman etmeleri lazım(3ij C a n la n d ırıla c a k K öy , 1. H a k k ı T o n g u ç, R e m z i k i
ta b e vi, İ s ta n b u l 19S9; 2. B a sk ı, 1947.
P2>
a.g.e. önsöz s. I-VI. (I. baskı)
dır... Köyü canlarıdırabilmek için insanı mutlaka kendi
kendine ayakta durabilecek yaratıcı ve kadir bir kıymet
haline getirmelidir. Bunu yapabilmenin en esaslı şartları
şunlardır: 1) (Başarılmıyacak iş dünyaya gelmez) diyebi
len köylüyü, köyden başlıyarak ta Kamutaya varıncaya
kadar devletin bütün şubelerinin idaresine, onda bugünkü
vasıflarından başka bir şart aramaksızın iştirak ettirmek,
bu suretle devlet işlerini, realiteden kuvvet alan eleman
la besliyerek memleketin hakiki bünyesine uygun bir hale
getirmek, 2) Realiteye dayanmadan çalışan münevverin...
her türlü ezbere işleri realize etmesine hiçbir sahada mü
saade etm emek... 3) 18 yaşından yukarı yaşlardaki asga
ri 8 milyon erkek ve kadın vatandaşı en az altı aylık bir
köy mecburi hizmetine tabi tutarak çalıştırmak... 4) M o
dern tekniği... mesleklerinin icabına göre bütün va
tandaşlara öğretme imkanlarını hazırlayıcı tedbirleri al
mak, 5) Köylüyü de... tabii ve insani haklarına kavuştu
rucu tedbirleri genişletmek, 6) Köylü vatandaşlarda da
Cumhuriyet vatandaşlığı şuurunu aksiyon haline gelebile
cek bir şekilde uyandırmak için gereken tedbirleri sürat
le almak, 7) Kültüre, hukuka, ekonomiye, sanat ve bilime
bu ana prensiplerin renklerini taşıyan bir karakter ver
m ek... (Canlandırılacak Köy)de Cumhuriyetin bir ideolo
ji olarak getirdiği prensiplere dayanılarak işte bu ana fi
kirler... hem izah, hem de müdafaa edilmeye çalışılmış
tır. ..»
Bu sözlerin üzerinde biraz durmak istiyoruz: Sonra
dan yapılan birçok eleştirilerin tersine, Tonguç daha baş
langıçtan beri, çok bilinçli olarak köyü kalkındırmak de
ğil, içinden canlandırmak istiyordu. Yalnız eğitim ile kö
yün kalkındınlamıyacağının farkında idi. Canlandırmak
tan kastı nedir? Bu sözcük ne anlamda kullanılmıştır? Bu,
bizce bilinçlendirmek, sınıf bilinci uyandırmak anlamınadır. «...Kendi unsurları ile içinden canlandırmaya çalış
mak ve şuurlandırmak...» başka bir anlama gelemez. Bu
yapılmadıkça; yani, köylü sınıf bilincine ermedikçe, kö
yün kalkınamayacağı kanısındadır. Tonguç. Yani tepeden
gelecek bir reforma inanmaz. Ancak ezilen sınıfın kendi
si uyanır, canlanır, bilinçlenir ve haklarını isterse, kal
kınmaya başlanabilir. Böylece o, evrimin yukarıdan değü,
aşağıdan gelmesi gerektiği inancı ile çağdaşlarının birço
ğundan ayrılır.
İkinci önemli ana düşün, ekonomik ve toplumsal
temel yapısı köy olan bir ülkede, bu ana yapıda yaşıyan
kişilere dayanmadıkça hiçbir iş başarılamıyacağıdır. Ya
hut da bu ekonomik ve toplumsal yapı değişmelidir; o
zaman başka çözümler düşünülebilir. Bu ana ilkeyi daha
açık olarak «Canlandırılacak Köy »ün ikinci baskısında işliyecektir.
Başlangıçta insana pek basit gözüken şu (tabiatı
emebilecek insan tipini yaratmak) formülü ne anlamda
dır? Bunu sayfa 144’de «Iş ve Meslek Terbiyesi» kitabın
da aynı deyimle karşılaştığımız zaman araştırmıştık.
«Tabiatı emebilmekzten kastedilen, toplumsal düzensizli
ği bir kenara bırakarak, yani sömürü ilişkilerine hiç ilişmiyerek, ürününü doğadan bilgili bir şekilde sağlıyacak
boynu eğik, bilinçsiz vatandaşlar yetiştirmek değildir.
«ülkenin siyasi, iktisadi, harsi hayatının inkişafına iştirak
edecek» vatandaşlar yetiştirmektir. Nitekim biraz sonra,
Tonguç bu tip vatandaşın vatandaşlık bilincine erişmesi
ve yönetime katılması gerektiğini açıkça belirterek asıl
anlamın ne olduğunu anlatmaktadır. Bütün bu kavram ve
deyim karışıklıkları, ki sonradan birçok yanlış anlama
lara yol açmıştır, o çağın düşün özgürlüğünü kısıtlayıcı
havasının ve Tonguçun, eylemine zarar vermiyecek şe
kilde düşünlerini belirlemek çabasının bir sonucudur.
Bu önsözde çok açık olarak ileri sürülen bir başka
yöntem, (daha sonraki yazılarında bu açıklıkta değildir)
bir zorunlu köy hizmeti örgütünün kurulması önerisidir.
Buna ayrıca değineceğiz.
«Canlandırılacak Köy »ün ikinci baskısı 1947’de, ya
ni Tonguç işbaşından ayrıldıktan sonra yayınlanmıştır;
bu bakımdan toplumsal ve siyasal düşünleri burada bi
raz daha açık olarak bulunabilir; ama bu defa da 1946
sonrasının tutucu-gerici ortamı içerisinde yeni köylere
dağılmış genç köy enstitülülere zarar vermemek kaygısı
içindedir. Tonguç, ve yazdıklarını yine bu durumu göz
önünde tutarak incelemek ve değerlendirmek gerekir.
1946’dan sonra içinde bulunduğu ortam ve izlediği tak
tik konusunda, ileride bölüm 6’da geniş açıklamalar var
dır.
«Canlandırılacak Köy »’ün ikinci baskısındaki düşün
lere geçmeden önce, ondan bir yıl evvel, 1946’da çıkmış
olan «İlköğretim Kavramı» adlı kitap üzerinde biraz dur
mak istiyoruz. Bu kitabın önsözü 30.8.1946’da, yani tek
dereceli ilk seçimin yapılmasından birbuçuk ay kadar
sonra yazılmıştır; Tonguç burada demokrasi ve ilköğre
tim kavramları arasındaki ilişkileri açıklar. (Yazarın no
tu: Bu konu ile ilgili metinler için bölüm 5 ve 6’ya
bakınız). Ona göre çağdaş anlamda bir ilköğretim çarkın
dan geçmiyen toplum, gerçek bir demokrasiyi kurup işle
temez. Bu yapılmamışsa gerçek bir demokrasiden söz edi
lemez.
■ Toplumsal, Ekonomik
Sorunlar ve Eğitim
«İlköğretim Kavramı» kitabını inceliyen Ceyhun Atuf
Kansu şöyle diyor(33): «...Halk, kendi yaşama düzenini
değiştirmiyen, gelirine yeni birşey eklemiyen, üretimi artM T o n g u ç’u n K ita p la rı, C ey h u n A tu f K a n su , T o p lu m
y a y ın e v i, A n k a r a 19 C4, s. 10-11.
tırmıyan, gündelik hayatın maddi isterlerini etkiliyemiyen
bir ilköğretim karşısında şöyle demektedir: Bütün çocuk
larımız ilkokul çarkından geçse ne olacak? Hele köylerde
bu soru, geri bir eğitim düzeni içinde ve ilkokulun etkiliyemediği hayat koşulları ortasında gerçekçi bir soru ol
maktadır. Bu soruya (çağdaş anlamlı ilköğretim kavramı)
üretimi etkiliyerek, halkın ve köylünün gündelik hayatını
değiştirerek karşılık vermek zorundadır. İlköğretimden
geçmeden önce ve ilköğretimden geçtikten sonra köylü
nün yaşantısında, üretiminde belli, elle tutulur bir deği
şiklik olmadıkça, yani ilköğretim üretim düzenini doğru
dan doğruya etkiliyemedikçe.). kuru bir okul halinde
kalmaktadır. Türkiyede (ilköğretim kavramı)nıh laik ye
olumlu yapısına, doğrudan doğruya üretim hayatına ve
üretim düzenine, yani halkın gündelik hayatına biçim
vermeye çalışan bir (ekonomik toplumsal) özellik de ek
lenmiştir. (İlköğretim kavramı)mn kitapsal anlamına ses
çıkarmıyan aydınlar, işte burada... yani (ilköğretim kav
ramı) köylünün gündelik hayatını değiştirmek amacıyla
uygulanmaya başlanınca seslerini yükseltmişler ve (çağ
daş anlamlı ilköğretim)e düşman kesilmişlerdir. Bu ay
dınlara göre, yaygın ve köklü bir ilköğretim hareketi köy
lünün rahat (!) ve mutlu (!) hayatını bozacak, onu gele
neklerinden ve yüzyıllarca kurduğu ulusal (!) düzeninden
ayıracaktı... (Çağdaş anlamlı ilköğretim kavramında)
toplumu değiştirici ve, hele toplumsal - ekonomik yönden
gerçeklere inerse, üretim ilişkilerini etkileyici bir güç vardu. Halkın bu gücü ayırdetmesi için aydın karalan zaman
bırakmadılar ve Türkiye tarihinde ilk kez, bütün bir ulus
(çağdaş anlamlı ilköğretim) çarkından geçeceği sırada, bu
çarkı durdurdular. Halkı okutacak ne vardı? ...H alk oy
larını vermeliydi ve halkı yönetecek bilgiyi onlara bırak
malıydı. Bilgi, halka değil, yönetenlere, egemenlere gererekliydi...»
Tonguç bu kitabında ilköğretim tarihini incelerken
köylerin ekonomik sorunlarıyla ilköğretim ilişkileri üze
rinde durmaktadır. Köylü isyanlarına, bunların nedenle
rine yer vermektedir. Kitapta, yazarın kendisinin siyasal
ve toplumsal düşünlerini açık bir şekilde bulmak olduk
ça zordur. Dikkati çeken özellik, eğitbilim alanındaki ge
lişmeleri, yalnız ve yalıtılmış eğitbilim sorunları şeklinde
değil, bunları ortaya çıkaran ve etikliyen toplumsal ve
ekonomik koşullar açısından incelemeye çalışmasıdır.
Yalnız şu satırların kendi eğilimi açısından ilginç oldu
ğunu sanıyoruz. Tonguç îngilterede ilköğretim alamndaki
gelişmeleri anlatırken şöyle yazıyor*341: «...1816 yılından
1820’ye kadar İngiltere kanlı isyanlara sahne oldu. ShelFin işçilere hitaben yazdığı şu satırlar o devre rastlar ve
devrin isyancı ruhunu açıkça anlatır: (İngiltere halkı! Sizi
ayaklarının altına alan Lordların hesabına niçin çalışma
lı? Zalimlerin giydikleri kıymetli elbiselerin kumaşlarını
bin meşakkati göze alarak niçin dokumalı?... Ektiğiniz
ekini başkaları biçiyor, kazandığınız serveti başkası alı
yor, dokuduğunuz kumaşlardan başkaları elbise giyiyor,
yaptığınız silahları başkaları taşıyor. Buğday ekiniz, fa
kat onu hiçbir suretle bir zalim devşirmesin, hazineler bu
lun, fakat onu hiçbir zaman hilekar cebine atmasın, göm
leklik veya elbiselik dokuyun, fakat onu hiçbir tembel
kullanmasın, kendinizi savunmak için silâhlar yapın)...
İngiltere’de modern sosyalizme bu hareketlerden sonra
geçilmiştir. İlköğretim, sosyalizm hareketi sayesinde halk
tabakaları arasına, geniş ölçüde yayılmaya ve ilkokul
bundan sonra devletten himaye görmeye ve bir devlet
kurumu haline gelmeye başlamıştır. İlkokulların süratle
çoğalmasım sağlıyan etkenler arasında sosyal düşünme
önemli bir yer alır. İlköğretimin yaygın bir hale gelmeme(3*) İlk ö ğ re tim K a v ra m ı, 1. H a k k ı T ongııç, R e m z i k ita b
eyi, İ s ta n b u l 1946, s. 82-83, 84-85.
si böyle düşünmiyenlerin işlerine gelmemiştir. Avrupada
nerede ve ne zaman ciddi, samimi ve önemli bir ilköğre
tim hareketi olmuşsa, bu mutlaka sosyal düşünen eğitkenlerden, politika adamlarından, siyasi partilerden veya bu
gibi kuvvetlere dayanarak iktidar mevkiine gelen hükü
metlerden gelmiştir. Durdurulmak istenilen ilköğretim
hareketleri, mürteci şahıslar veya teşkillerle ilgilidir...
Klasik eğitbilim tarihlerinin çoğu bu noktayı açıklama
dan kapalı geçmiş ve ilköğretimin gelişmesinde ünlü eğitkenler değerinde rol almış olan sosyalist eğitkenleri tanıt
mak istememişlerdir. Papaz ruhlu ve nazariyeci birçok
şahıslar eğitbilim tarihlerinde yer aldıkları halde, insanlı
ğa örnek olacak işleri başaranlar ve eğitim alanına devir
lerine nispetle en iyi fikirleri getirerek esere kalb edenler
üzerinde durulmamıştır...». Daha sonra Tonguç, İngiliz
sosyalistlerden Robert Ovven’in eğitim alanındaki düşün
lerine ayrıntıları ile değinmektedir. Bu arada şu sözler
vardır: «...Kütlenin sefaletini doğuran sebep anlaşılamıyordu. Bunun sebebi, çoğalan istihsalin teşkilatlandırılma
sında değil, onun tevziinin teşkilatsız oluşunda, bilim ve
tekniğin gerçekleştirdiği ilerlemeler sayesinde meydana ge
len büyük servetlerden ne suretle faydalanmak gerektiği
nin bilinmemesinde toplanıyordu... İşçilere kooperatifler
kurmalarını, süratle teşkilatlanmalarını, servetin düzenli
bir şekilde dağıtılması ilkesine inanmaları, gerektiğini ve
bu uğurda çalışmalarını... tavsiye etmek ve öğretmek la
zımdır. ..».
Görülüyor ki, henüz sınıf kavramı ve çatışmasını
yadsıyan, sosyalizmi yasaklamış bir iktidarın memuru
olan Tonguç, açıkça sosyalizmden ve sosyalistlerden yana
olduğunu belli ediyor ve dikkatle seçilmiş deyişlerle üre
tim araçlarının mülkiyeti sorunu üzerinde duruyor.
Aynı kitabın Osmanlı imparatorluğunda
ilköğreti-
min gelişmesinin incelendiği bölümünde şu düşünler var(35>:
«... I. İmparatorluğun çöküşünü durdurmak için girişilen
İslahat arasında mecburi ilköğretim konusu da yer almak
tadır. 2) İslahat hareketine konu teşkil eden meseleleri
Avrupalılar empoze etmektedirler. 3) İslahat Avrupayı
taklit suretiyle ve daha ziyade Avrupa büyük devletlerini
memnun etmek, müslüman ve Türk olmayan tebaanın şi
kayetlerini önlemek amacıyla, halktan gelen bir hareket
şeklinde değil, tepeden inme bir teşebbüs olarak yapılmak
istenmektedir. 4) Bu hareket tepki ile karşılanmış, bu yüz
den ondan kolay kolay müspet sonuçlar alınamamıştır. ..»
Kanımızca bu düşünler de ilginçtir. Birçok yazılan
gösterir ki; Tonguç batı uygarlığından ve Türkiyenin batı
uygarlığı değerlerini, yöntemlerini benimsemesinden ya
nadır. Hatta yalnız uygarlık açısından değil, kültür ve
felsefe açısından da Türk ulusunun eskimiş doğu-müslüman kültüründen koparak batı kültürünü benimsemesi
gerektiği kanısındadır. Bu düşünleri Atatürkün bu konu
daki düşünleri ile paraleldir. Yazılarında batı ile ilgili bö
lümler okunduğu zaman, bugün çok tartışma konusu olan
batıklaşma amacı bakımından bazı yanlış sonuçlara va
rılabilir; onun da bir çok çağdaşı gibi batı hayranı, körü
körüne batıya tutkun bir aydın olduğu izlenimi, yüzeysel
bir gözlem olarak edinilebilir. Oysa ki, yukarıdaki satır
lar, onun tanzimat ve meşrutiyet dönemlerindeki batılı
laşma çabalarının nedenlerini, yanlışlıklarını, çıkmazları
nı gördüğünü bize anlatır. Tonguç, tanzimat batıcısı değildir. O dönemdeki batılılaşma çabalarının kapitalist
devletlerin çıkarları için ortaya atıldığını, halkdan kopuk,
gerçekçilikten uzak çabalar olduğunu ve halkın bunları
benimsemediğini gözliyebilmiştir. Batı kültür ve uygarlı
ğından yanadır; ama ona göre kendi benliğimizi yitirme
mek ve alacaklarımızı kendi koşullarımıza göre aklın
süzgecinden geçirerek almak, batı uygarlık ve kültürü ile
batı emperyalizmi arasındaki farkı iyi anlamak, uygarlık
ve kültür değerlerini benimserken, emperyalizme yutul
mamak gereklidir. Aynı konuda Tonguçun Nafi Atuf
Kansu’dan şu sözleri aktarması da dikkate değer(36):
«...Maarif meselesini bizde halletmek istiyenler menşei
aynı skolastik zihniyet olmak üzere iki noktadan hareket
etmişlerdir. Bir kısmı dinî mebdeleri ve şark hikmetini
esas tutarak halkı yetiştirmeyi düşünmüşlerdir. Diğer bir
kısmı da garp sultalarını esas tutarak onlardan aldıkları
fikirleri ve müesseseleri memlekete nakil ile uğraşmışlar
dır. Birinci cereyanın mümessilleri ulema sınıfı, diğerinin
mümessilleri de Tanzimatla başlıyan yeni fikirli insanlar
d ı... Halbuki maarif her cemiyetin ihtiyacına göre tanzim
olunmalıdır... İçtimai bünyesi mesela Fransaya benzemiyen Türkiye’ye Fransız maarif manzumesini aynen naklet
m ek kabil değildir. Nitekim Saffet paşanın hazırlattığı
1869 Maarif Nizamnamesi ve 1913 İlk Tedrisat Muvak
kat Kanunu memlekete uymadı ve yaşamadı...»
■ Tasarı, Eylem ve Sonuçları
1947 de yayınlanan «Canlandırılacak Köy »’ün ikin
ci baskısı, birincisine göre çok değiştirilmiş ve genişletilmiştir(37). Bu baskı, Tonguç işbaşından ayrıldıktan son
ra ve eylemin sonuçlarını da alarak yazılmış olduğunu için
en önemli kitabı sayılabilir. Burada artık C.A. Kansu’nun
deyimi ile «düşünceden gerçeğe ve gerçekten
eyleme
geçmiş»tir. Bu kitapta konumuzla ilgili bulduğumuz dü
şünler şunlardır:
Tonguç kurtuluş savaşından önce köy ve köylüyü
W a.g .e. s. 193.
<37) C a n la n d ırıla c a k K öy, t . H a k k ı T o n g u ç, R e m z i K ita b
eyi, İ s ta n b u l 1947
anlatırken şöyle yazıyor(3,): «.. .Mütegallibe ile devlet
adamı, devlet memuru ile menfi münevver ve hoca el ele
vererek, en küçük fırsatları bile kaçırmaksızın, boyuna
Türk köylülerinin kanlarını emiyorlardı... Yarı münev
verler, bilhassa devlet memuru olanlar bir kaç sene için
de vaziyetlerini düzeltebildikleri, hatta bir kısmı, bilerek
veya bilmiyerek, memleketi soymaya ve emmeye başlıyan ecnebi sermayesinin vasıtası haline gelerek konakla
ra, köşklere sahip olabildikleri halde; düşkün zamanların
da onlara kucak açmış cömert köylüler mütemadiyen çö
küyor ve yıpranıyorlardı... Devlet makinası emellerine
hizmet ettikleri yabancı sermayeyi işletenlerle onların el
lerinde bir kan emme cihazı haline gelmişti. İmparatorluk
batmcaya kadar konaklarından çıkmayan bu sömürücü
idare adamlarıyla emici münevverler, köşklerine her
yağlı boya vurdurdukları zaman birkaç köyün battığının,
kasabalarda asırlık çarşıların kapandığının, devletin çöktü
ğünün, içinde bulundukları alemin yıkılmakta olduğunun
farkında bile değillerdi... Bu durum karşısında halk ve
köylü kendini Devleti idare edenlerden, efendi sınıfından
ayırdı. Ezilenlerle ezenler arasındaki uçurum derinleşti.
Devlet osmanlılaşan insana kadrolarında yer vererek
ekmek ve iş kapılarım açtı... Türklerin bütün ümitleri
sönmüştü. Dejenereleşmiş münevverlerin bir kısmı her
türlü zillete, haysiyetsizliğe ve şerefsizliğe katlanarak bü
yük devletlerden birinin müstemlekesi olarak yaşamayı
teklif ediyorlardı... Bu korkunç manzaranın içinde bu
nalan ve münevverlerin korkaklıklarını, beceriksizlikleri
ni, hiyanetlerini, akılsızlıklarını gören vatanseverler için,
büyük felaketler karşısında, anasının kucağına sığınmak
tan başka çare bulamıyan bir çocuk gibi, Türk köylüsüne
asırlardanberi yuva olan Anadoluya, köylüye sığınmak
tan başka çare kalmamıştı. Ananın boynuna sarılarak kuv
vet toplamak, sonra ayaklanmak veya onun merhamet
kokan sıcak kucağında ölmek lazım geliyordu... Onlar...
memleketin çökmesine sebep olan hadiseleri ortadan
kaldırmak, rolleri menfi müesseseleri yıkm ak ve soysuz
laşmış kişileri yok etmek istediler. Halbuki her işte kulla
nılacak insan malzemesi harpten yeni çıktığı için manen
ve maddeten bitkin bir halde idi...».
Aynı konu bakımından şu satırlar da ilginçtir*39’:
«...İmparatorluğu idare eden Türklerden (köylüler müs
tesna) şehir ve kasabalarda oturanların bir kısmı askerlik
ve memurluk, bir kısmı hocalık ve ulemalık ederek geçin
me yolunu-tutmuşlardı. Şu veya bu şekilde bir münasebet
bularak onların gölgelerine sığınan şehir ve kasaba eşrafı
denilen bir kısım Türkler de tarla, otlak, değirmen işlete
rek; han, dükkan, konak, ev gibi irat getirici mülklerini
kiraya vererek; veya devlete mültezimlik, müteahhitlik,
yabancı sermayesini işleten gayri Türklerin emrinde sim
sarlık, kavaslık, uşaklık gibi işlerde çalışarak geçiniyorlar
dı. Bu kategorilerin içine giren Türklerin çöğu, hazır yiyi
ciler sınıfı denilebilecek bir müstehlikler kütlesini teşkil
ediyordu... Bu sebebden bünye bakımından medreseden
çok ayrılan ve bu yüzden gerçek hayata kapılarım açacak
olan bir okul onların istedikleri değil, bilakis hazır yiyici
liğe göre kurulmuş hayatları için tehlikeli bulacakları bir
eğitim kurumu idi... Balkan savaşından sonra... politi
kacıların günlük olayların seyrine göre veya Balkan ko
mitacılarının usullerini veya Avrupalı herhangi bir mille
tin devlet idaresi tarzına benziyen tedbirleri alarak işleri
yürütmeleri, eski düzeni ayakta tutmaya kafi gelmiyordu.
Onun için bu yoldan gitmekle yeni bir hayat nizamı yaratılamıyacağı belli oluyordu... Kapitülasyon denilen imti
yazlarla imparatorluk bu devletlere satılmıştı. Türkler,
bilhassa köylüler, boğaz tokluğuna, onlar hesabına çalı
şan köle sürüsü haline getirilmişti. Aşağılık duygusu,
Türklerin birşey yapmaya, kendi kendilerini idare etme
ye yetmiyecekleri kanaati, o zamanki okur yazarlardan
pek çoğunun kafasına ve içine iyice yerleşmişti. Bu telak
kide olan bir toplumu kanaatına tamamen zıt gelen baş
ka bir kanaatin sahibi yapmak pek zor bir işti. Fakat bu
na ihtiyaç vardı. Türkü kendine inanabilecek bir zihniye
te sahip kılmadıkça, ona artık ekmek ve iş kapısının de
ğiştiğini anlatmadıkça kurtuluş çaresi yoktu...»
Bu bölümler Tonguç’un ülkenin toplumsal yapışım,
sınıfsal çelişkileri, imparatorluğun son çağındaki iç ve
dış sömürmeyi, kurtuluş savaşımn başlangıcındaki top
lumsal ve siyasal güçleri iyi anladığını ve değerlendirdi
ğini gösteren satırlardır. Bir önceki bölümde de köy
lüye dayanarak başlanmış ve başarılmış kurtuluş savaşı
nın tamamlayıcısı olması gereken toplumsal ve ekonomik
devrimlerin hangi nedenlerle başanlmadığıiu, yan yolda
kalındığını anlatmaya çalıştığını gördük. Yapıyı, çelişme
leri ve tutukluk nedenlerini bildiğini ,anladığım bazı kişi
lerin kabul edebilmesi için, ille de o çağda kullanılma
olanağı bulunmıyan, sınıf çelişkisi, çatışması, burjuvazi,
emekçi sınıflar, kompradorlar, emperyalistlerle savaş, ara
tabakalann ihaneti v.b.... gibi deyim ve terimleri kullan
ması mı gereklidir?
Şu sözler devrimi, devrimin gerçekleştirilemiyen
amaçlannı göstermiyor mu: « ...Müstaitlere, çalışkanlara
hakları verilecekti. İmparatorluk devrinde olduğu gibi
ezen ve ezilen, sömüren ve sömürülen sınıflar bulunmıyacaktı. Başka milletlerle aym tempoyla konuşularak
barış havası yaratılacaktı... Her işte halktan ve köylüden
kuvvet alınacaktı. Bu kuvvetlere devletin bünyesinde yer
verilecekti. İmparatorluğun yıkılmış olan hayat ve devlet
nizamı yerine yeni bir nizam konacaktı. Cumhuriyet bu
dem ekti... Bunların hepsini kısa bir zaman içinde başara-
bilmek cemiyetin bünyesinden yeni kıymetler bulup çı
karmaya bağlı idi. Her işe temel ve malzeme olabilecek
madde köye gömülü idi... Bundan evvelki devirlerde ol
duğu gibi köylüyü değil, tabiatı emmek gerekiyordu. Dev
rim, en müsait şartları bularak yeni insan tipleri yaratma
ya mecburdu...»
Ve Tonguç eğitim alanındaki çalışmalarına olduğu
kadar, siyasal görüşlerine, toplumsal kanılarına temel
yaptığı şu ilkeyi ortaya koyar:(40): «...Nüfusunun yüzde
sekseni köylerde yaşıyan bir millet için bilinmesi ve mem
leket bu karakterini muhafaza ettiği müddetçe hiç hatır
dan çıkarılmaması lazım gelen en büyük ve basit haki
kat, köyün her işe temel olması lazım geldiğidir...».
Kanımız odur ki, ülkenin bu toplumsal yapısı önem
li bir şekilde değişmediği sürece, yalnız eğitim alanında
değil, her türlü ilerici girişimde bu ilkeye çok önem ver
mek gerekir. Bu ilkeye dayanmayan hiçbir devrim ve ev
rim stratejisinin, taktiğinin bu ülkede başarı şansı yok
tur. Ancak bu gerçek anlaşıldıktan, amaçlar ve davranış
lar bu ükeye göre saptandıktan sonradır ki, şu dericiliğin
yıllardır süren başarısızlığı sona erebilecektir. Bugün bü
tün ilerici aydınlan karamsar yapan ve olumsuz sonuçlar,
çatlamalar, parçalanmalardan başka eyleme hiçbir çözüm
getirmiyen bilgiççe ve pratik açıdan değersiz tartışmalar
doğru bir yörüngeye oturacak, ilericiler, devrimciler to
parlanacak, birleşecek, amaçlan belirlenecek ve başarı
nın kapısı aralanacaktır. Öyle sanıyoruz ki, gelecek açı
sından Tonguç’un bütün yaşamı boyunca vardığı en
önemli sonuç şu yukarıdaki tümce üe özetlenmiştir. Her
türlü ileri devrinimi o ülkenin çoğunluğunu yapan, en fazla
sömürülen ve en yoksul sınıftan başlatmak! O halde Tür
kiye’nin bugün de fazla değişmemiş toplumsal
yapısı
böyle gittiği sürece, onun deyimi ile: «...K öye dayanmı-
yan hiçbir teşkilatın verimli, faydalı olmasına imkan yok
tur. Köyden kuvvet almıyan hiçbir iş normal bir şekilde
inkişaf ettirilemez. Köylünün katılmıyacağı hiçbir hare
ketin güzel ve kuvvetli olması mümkün değildir... Köylü
yü bir kıymet olarak almıyan, köye müteveccih her teşeb
büs, şehir ve kasabadan dışarı çıkamaz. Köylüye güvenil
meden kurulan ve doğrudan doğruya köyün faydalanma
sını hedef bilmiyen bir teşkilattaki bütün insanlar, bulun
dukları yerlerde alaka celbetmiyen, manası bilinmiyen,
lüzumsuz birer heykelden farksız kalmaya mahkumdur
lar...». Bu sözler her türlü eyleme girecek ilerici ve dev
rimcilerin kulaklarında küpe olmalıdır. Aydınlar bu söz
leri aşın ve bağnaz, bilimsellikten uzak, duygusal1bir köy
cülükle söylenmiş sanırlarsa çok aldanırlar. Bunlar, doğ
rudan doğruya ülkenin gerçeklerinin gereği olarak varıl
mış ve birçok karşı kamlara rağmen, teorinin özüne uy
gun sonuçlardır.
Bu toplumsal yapının gereği olarak «...Köylü doy
madıkça millet doymaz. Köylü köleleşirse millet de köle
olur. (Halkçılık) ve (milliyetçilik) demek, manivela rolü
görecek bu iki ana prensibe, halka ve köylüye dayanarak
bu telakkileri tahakkuk ettirmek demektir... Köylü top
raksız, aletsiz, kalırsa sürünmeye mahkumdur... Milli ha
yatın ve öz kültürümüzün kıymetleriyle örülü bir hukuk
cihazı yaratılmazsa hukuki müeyyideler, istismar eden
tabakanın elinde köylüyü soyma, ezme, yıpratma, çökert
me vasıtası olmaya mahkumdur... Toprakla insan, vatan
daşla iş, servetle vatandaş arasındaki münasebetler ahenk
li bir şekilde kurulmıyacak olursa, umumi hayatın akışı
na yol olan bütün kanallar tıkalı kalmaya mahkumdur.
Köylü şuurlanacak şekilde okutulmazsa... inkilap şehrin
dışına çıkamaz ve kökleşemez...» Böylece Tonguç’un si
yasal amacı belirir: Bu, sömürülen sınıfların haklarına
kavuştukları, sınıf bilincine erdikleri, yönetime katıldıkları
ve üretim araçlarının mülkiyeti ilişkilerinin sömürüye ola
nak bırakmıyacak şeküde yeniden düzenlendiği bir toplum
yaratmaktır; sosyal adaleti sağlıyan devlet ülküsüdür.
Buna nasıl erişilecektir? Bu noktada Tonguçun dev
rimci yanı belli olur: «...(Yeni) nesiller; sadece kitapta
yer göstermesini bilen modern softaya, realite ile alakası
bulunmıyan mevzuları tekrarlıyan geveze konferansçıya
hiçbir sahada güvenmemelidir... Memlekette hakiki ikti
dar ve başarı tapınılacak bir kıymet haline gelmelidir...
Bu da ancak hayat imkanları yaratacak ve milli bünyenin
mefluç kalmasına sebebiyet veren mikropları yok edecek
operasyonları göze almakla mümkündür. (İnkilapçılık)
demek, uzviyet normal bir şekle gelinceye, mukadderi ve
tabiatı yenebilecek kudreti buluncaya kadar korkmadan
ve mütemadiyen operasyon yapmak demektir...». Görü
lüyor ki Tonguç, eylem açısından bir başan getirmiyen
düşünleri ortaya atanlara, tekrarlıyanlara değer vermez;
onun gözünde değerli olan kişiler eyleme girebilen, «birşeyler» yapabilenlerdir. Ancak bu nitelikte «devrimcilere
dir ki, onun deyimi ile (operasyon), daha doğrusu devrim
yapabilirler. Ve de Türkiyenin kurtuluşu için bir takım
operasyonları, (devrimi) yapmak gereklidir. Bu sözleri
başka türlü anlama olanağı yoktur. O halde ilerici kanadı
bulunan bir orta sınıf iktidarı ile işbirliğine girerek evrim
niteliğinde bir çalışma sürdüren Tonguç, kişisel kam ve
inançları bakımından radikal bir devrimden yanadır. Bu
kanısına sonradan, işbaşından ayrıldıktan sonra, çalışma
larının baltalanması nedeniyle de vardığı
söylenemez;
çünkü aynı sözler, «Canlandırılacak Köy »ün 1939 yılın
da çıkan I. baskısında da vardır.'4” .
Tonguç genç kuşaklara şöyle seslenir: «...Cumhuri
yetin göz bebeği olan gençler! Gerçekle karşı karşıya gel*» C a n la n d ırıla c a k K öy, 1. H a k k ı T on g ııç. R e m z i k i
ta b e v i I. b a sk ı, İ s ta n b u l 1939, s. 24.
lin, ondan hiç korkmayın, fantaziler peşinde koşarak
enerjileri yok yere israf etmeyin, ta ki içinize genişlik ve
ferahlık gelsin! Birçok kıymetleri işlenmeden duran bu
topraklarda mes’ut olmanın sırlarını bulun... İçinde bü
tün varlıkları ve hayat imkanlarını saklıyan köye, halka
dönün, bu tükenmez kaynaktan kuvvet, ve ilham alın, te
mele dayanın, bu mukaddes varlığı teşkilatlandırarak ona
devletin bünyesinde hakiki yerini verin!...»
Daha sonra Tonguç, köy konusunda aydınların ileri
sürdükleri düşünleri inceler ve eleştirir.(42) «...Köyü tanı
madan serdedilecek her fikir ve mütalaa da havada kalma
ya mahkumdur. Unsurlarını tabiat olayları ile köy motif
leri teşkil etmiyen, buna rağmen Türk cemiyeti
ile ilgilenmek istiyen fikir, hastalıklı ve temelsiz olmaya
mahkumdur...». Bu arada şu düşününü
öne
süıer:
«...Köylü ile su ve toprak arasındaki münasebetleri de
zerre zerre bilmek gerekir. Yatağı ve mezarı toprak olan
bir insanın hayatını sadece devşirme sosyoloji nazariyeleriyle ifade etmeye çalışmak, onun hayatında bir değişiklik
yapamaz... Köyü bazı anketiçlerle istatistikçilerin yap
tıkları gibi cansız bir eşya veya bazı romancıların yaptık
ları gibi nefret edilecek bir yer olarak mütalaa etmek de
onun hakiki bünyesini ve çehresini göremememize sebep
olur... Hele son zamanlarda ilim adamı pozu takınarak
küçük köyleri yerlerinden kaldırarak büyük köyler kur
ma teklifini ortaya atanlar işi korkunç bir çukura sürük
lemişlerdir. Köy realitesini bir mukadderin icabı olarak
olduğu gibi kabul etmek, ondan sonra da onun icablarını
yılmadan, bıkmadan yapmak lazımdır... Köy öyle bir
varlıktır ki realiteye dayanmıyan, hakiki ihtiyacına uymıyan, muvazenesizlik taşıyan her teşebbüs ve faaliyeti neti(«*) C a n la n d ırıla c a k
K öy, 1. H a k k ı T o n g u ç, R e m z i K i
ta b e y i, İs ta n b u l, s. 28, 29, 36, 37, 41, 44, 47, 48, 4 9 ,
50, 51.
cesiz bırakır ...Kanımızı ve iliklerimizi istiyerek köyün
içine akıtmadıkça, kırkbin köyün kenarına münevver in
sanın mezar taşı dikilmedikçe bu köyün sırlarını anlıyam ayız... Türk köyü daha belki yirmibeş yıl alim değil, bu
tip ve işinde uzman sayılan kahramanı istiyecektir. O bu
kahramanı içinden yetiştirmek zorundadır... Bu kahra
manlar bir gün köyü dile getirecekler ve cemiyetlerini bu
lacaklardır. O zaman yeni sesler duyacağız... Bu sesler
den ürkmeden onları dinlemek lazımdır. Köyden yeni
renk ve seda getirecekleri saygı ile karşılamak gerektir.
Hakiki köyü ve memleketi o zaman anlıyacağız. Kimin
kime nasihat ve direktifler vermesi lazım geleceği o va
kit belli olacaktır...»
Tonguç’un hiç güvenemediği, hiç inanamadığı tip,
halktan çıkmamış, halktan kopmuş, gerçeklerden uzak,
birçok bilgi ile dolu, ama bu bilgiyi yararlı bir kıvama
getirip, ülkenin gerçekleri içinde eyleme geçip, uygulama
yı bir türlü başaramıyan aydın tipidir. Tonguça göre
Türk toplumu içinde, bu tip aydın, buna burjuva okur
- yazarı, yarı-aydın, bürokrat yönetici, skolastikten kurtulamıyan bilim adamı, ne dersek diyelim, yalnız toplum
daki görevini yapmamakla kalmayıp kitleleri şaşırtan, yan
lış yönlere gönderen en zararlı kişidir. Bu motif onun
yazılarında sık sık tekrarlanır. Bu tipin hiçbir alanda, ne
bilimde, ne yönetimde, ne politikada verimli bir iş ya
pabileceğine inanmaz. Asıl bilim adamının, asıl aydının,
asıl politikacının doğru bir eğitim ile halktan çıkacağı
kanısındadır.
Bu arada Tonguç kısaca toprak sorununa değinir:
«...İhtiyaca kafi toprağı olmıyan veya toprağı verimsiz
olan köylü bedbahttır. Köylülerimizin oldukça mühim bir
kısmı topraksızlık veya toprak azlığı sıkıntısı çekmekte
dir... Nüfusa nispetle miktarı pek çok olan verimli top
raklarımızın çoğu bunları işletemiyen veya bu vasıta ile
köylüleri istismar edenlerin elindedir. Cumhuriyetin hal
letmeye mecbur olduğu en büyük iş, toprak meselesidir.
Bu iş düzenlenmedikçe Türk halkını mesut bir hale getir
menin imkanı yoktur... Bu müşgüllere bir de mevcut
suların mülkiyeti ve bu sulardan faydalanabilme mesele
si karışınca iş büsbütün içinden çıkılmaz bir hale gel
m ekte... Köylünün canı mesabesinde olan sulara temellük
meselesi de tıpkı toprak işi gibi mutlaka devletin el koya
rak halletmesi gereken milli davalarımızdandır. İşe yarıyacak vasıf ve kuvvetteki hemen bütün sular sömürücüle
rin elinde bir tahakküm vasıtası olarak kullanılır... Köy
lülerimizin genel hayatlarıyla birlikte memleketin hayatına
şekil veren bu problemleri oldukları gibi kabul ederek
köylüyü sadece okutmaya kalkışmaktan ne kazanılabilir?»
Bu sözlere bakınca, Tonguçun, daha sonra bir ta
kım sol eleştiricilerinin savlarının aksine, mülkiyet kav
ramı, mülkiyet ilişkileri, bunların ekonomik ve toplumsal
hayata etkileri ve eğitbilime getirdikleri sorular konu
sunda oldukça bilgisi bulunduğunu kabul etmek gereki
yor! Onların yalnız eğitimle herşeyi çözümlemek gibi saf
ve çocukça bir ülkü peşinde olduğunu sandıklan adam,
yukarıdaki sözleriyle temel mülkiyet ilişkilerini değiştir
mekten ve alt yapı devrimlerinden yana bir kişi olarak
gözüküyor. Bir de üstüne, bunlar yapılmazsa yalnız okuma-yazma öğretmenin hiç bir anlamı olmadığını açık açık
söylüyor! Bu satırlar, bu gibi eleştiricilerin gözünden
kaçmış olsa gerek!
Tonguç, köydeki bazı ekonomik sorunlara, örneğin
işletme ünitelerini pazarlamayı, makinalaşmayı v.b. tek
rar inceliyor. Bu arada yine bir kısım eleştiricilerin onun
makinalaşmaktan kaçınan, ekonomik düzeyi el sanatları
sürecinde tutmayı amaç edinen bir kişi olduğunu ileri sür
düklerini unutmayalım. «...O nun için müsait şartlar ha
zırlanmadıkça, yani köylerimizdeki küçük aile işletmeleri-
rıi teknik kabiliyeti ve kudreti istilzam eden tedbirlerle
takviye etmeden makinalaşmaya girişmek imkansız ve so
nu boş denebilecek bir didinmedir. Köylü işletmelerinin
çoğu küçük aile işletmeleridir... Aile işletmelerinde çalı
şanlar... mahsullerinin bir kısmını satmak istedikleri za
man katiyen kendi kendilerine yenemiyecekleri rakipler
ve spekülatörlerle karşılaşırlar. Çünkü sosyal ve ekono
mik bünyenin bugünkü teşekkülü böyledir. İşte bu yüzden
de pek müşgül bir duruma düşerler. Bu sebebden köylü
için hayatta kendi düzenini işleterek tutunabilmek mese
lesi gitgide bir dava haline gelmektedir. O, bugün ihti
yaçlarını asgari hadde indirmeye mecbur kalmıştır. M e
saide ve teşkilatta birlik yapmak suretiyle müşkülleri yen
meye çalışmaya, onun bir türlü aklı ermez. Erse bile ta
kati yetm ez... Köy meselesinin çözülecek büyük düğüm
lerinden biri de bu teşkilatsız, teker teker iş gören insan
ları türlü maksatlara ve milli amaçlara göre teşkilatlan
dırmak, iş birlikleri içinde bugünkünden daha verimli kı
larak çalıştırmaktır. ..»
O halde köylünün makinalaşamaması, ürününü de
ğerlendirememesi ve düşün alanındaki davranışındaki tutu
culuğu ekonomik nedenlere bağlıdır. Bunlar nasıl çözümlenebüir? Bizim buradaki «teşkilatlandırmak» ve «iş bir
likleri içinde çalıştırmak» deyimlerinden anladığımız, üre
tim ve tüketim kooperatifleri, kollektif işletmeler kur
mak, bir takım üretim araçlarım ortak olarak sağlamak
ve kullanmak gibi yollardır.
«...Köylerimizde alet o kadar noksandır ki, aletsizlik, köylülerimizin birçok kabiliyetlerini bile söndürmüş
tür.,. Pazarlarla köyler arasındaki yolların çoğu bozuk
tur... Mahsulün satış fiatları birçok yerlerde bu gibi na
kil vasıtalarıyla yapılan masrafı koruyamamaktadır...
Nakliye ve ambalaj işlerinde karşılaşılan engeller yüzün
den birçok yerlerde sebze ve meyvalar da geniş sahaya
yayılamamaktadır...
«Köylülerin istihsal ettiği mahsulün satışı işi, henüz or
ganize bir halde olmadığı ve yetiştirilen mahsulün bir kıs
mını olsun uzunca müddet muhafaza etmek tedbirleri
alınmadığı için köylülerin çoğu çeşitli istihsale doğru gi
derek, bu gibi mahsullerden faydalanamamaktadırlar...
Köylülerin kendi hayatını, bağlı olduğu pazarı organize
etmesi, fiatların inip çıkmasına müessir olabilmesi de
mümkün değildir. Bugünkü kültür seviyesi ile onun bu gi
bi işleri kavrıyabilmesi akla bile getirilemez. Onu haya
tı yenebilecek bir insan haline getirmek için bu şartlara
göre forme etmek zarureti vardır. Onun şuurunu bu me
seleleri idrak edecek bir hale getirmedikçe, ne yapılsa
boştur ve köylüye faydalı olamaz... Dış piyasalarla ilgili
ihracat mahsülü yetiştirme işi ile doğrudan doğruya meş
gul olan köylü, sıra bunu satmaya gelince menfaatlerinin
büyük bir kısmını aradaki mutavassıtlara terketmeye
mecbur kalmaktadır..,»
Köylünün içinde bulunduğu ekonomik koşulları bu
şekilde belirttikten sonra, Tonguç, şu sonuca varıyor:
«...Ekonom ik durumu ana çizgileriyle tebarüz ettirilen
köylülerimizin canlandırılmaları düşünülürken bu nokta
ları göz önünde tutmadan hareket etmek, hayatlarına
fayda vermiyecek tedbirler almak ,onlara hiç bir mana
ifade etmez. Hayat seviyesi yükselmemiş insanlara, lafzi
-edebi mahiyette bir terbiyeyi aşılamaya çalışmak, onları
ilgilendirmiyen teşekkülleri kurmaya girişmek büyük fay
dalar vermez. Bu tarz işleri zorlamalarla tutturmaya çalış
mak belki telafisi mümkün olmıyacak büyük zararlar bile
doğurur. Onun için bu halleri göz önünde tutarak ve bi
lerek teşhis etmek; devlet teşkilatında, siyasetinde, eğitim
sisteminde çok şumüllü ve rasyonel tedbirler almayı icabettirir...»
Görülüyor ki Tonguç’a göre, sorun yalnız eğitim atılımlan ile çözümlenecek gibi değildir; topyekun bir de
ğişiklik gereklidir; devlet örgütü, siyasal amaçlar vb...
yeniden düşünülmeli, düzenlenmelidir.
Toplumsal hayat ve olaylar bakımından köyü inceliyen Tonguç, şöyle yazıyor*431: «...Köylü ailesi; biyolojik,
ekonomik ve sosyal fonksiyonu olan, büyük krizlere bile
ses çıkarmaksızın harikulade bir şekilde mukavemet ede
bilen bir teşekküldür... Köy çocuğu ve genci işte böyle
mana dolu tabii eğitsel bir müessese içinde eğitilir...
Köyde en eski ve sosyal teşekkül ailedir... Ailenin canı
annedir. Çocukları koruyucu, ailenin düzenini, geçimini
temin edici unsur odur. O, memleketin temeli köylü ana
dır, denilmeye layik bir varlıktır... Türk soSyal hayatımn
tarihini ancak köylü ananın hayatı yazıldığı gün anlamak
mümkün olabilecektir... Ailenin başı olan erkek, hem ai
leyi idare eder, hem de ziraat işi gibi en eski ve çok zor,
ümitsizliklerle dolu bir mesleğin bütün icaplarım yaparak
çalışır... Bizim mayamızın ve kuvvetimizin kaynağı odur...
Babalarının karakterinden ayrılmamaları gereken, çoğu
onlar gibi bir aile yuvası kurarak köyde yaşıyacak olan
erkek çocukların eğitiminde bu noktalar gözetilmeden,
vaktiyle medresenin yaptığı gibi onları gerçek hayattan
uzaklaştırıcı bir yola sapılacak olursa bundan hem ço
cuklar, hem de toplum büyük zararlar görür. Bu sebebden köy okulunun bir (hayat ve iş okulu) olması gerek
tir... Köy çocuğunun alnına ağzından süt kokusu gider
gitmez mukadderin damgası basılır. Bunu okumak gere
kir. Okunduğu gün, Türk cemiyetinin yüzü... gülümsiyerek meydana çıkacaktır... Sert hayat hadiseleri karşısın
da bile kolay kolay sarsılmamak, mesele ve hadiselere son
kuvvetini de sarfedinceye kadar dayanmak onun en mü
him vasıflarını teşkil eder. Türk cemiyetini ve köy insan
larını bir takım kıymetleriyle birlikte ayakta tutan biri
cik kuvvet ailedir...»
Görülüyor ki Tonguç, köylünün direnme gücünün
kaynaklarını araştırmaktadır. Kitaplar ve teoriler ne söy
lerse söylesin, şu bir gerçektir ki, yüzyıllardır bu ülkenin
bütün yükünü çeken, onu birçok kereler yok olmaktan kur
taran, onun için savaşan, onu besliyen, direnen, yıkılmıyan
köylü sınıfıdır. Ülkenin çoğunluğunu meydana getiren bu sı
nıfa nasıl bir eğitim uygulanması gerektiğini araştırırken,
Tonguç elbette onun direnme ve yaşama gücünün kaynak
larını, öğelerini araştıracaktır.
Eğitilmemiş köylünün sınıf değiştirdiği zaman uğra
dığı zorlukları da Tonguç şöyle belirtiyor(44): «...B u ka
rakterdeki insanların kendi muhitlerinden ayrılarak büs
bütün başka şekillerdeki sosyal hâdiselere göre yaşamakta
olan insanlar arasında rol almaları ve bu hayata adapte
olmaları çok güçtür. Bu sebeplerden dolayıdır ki, kendi
muhiti içinde bir kuvvet ve kıymet olan köylü, şehire ge
lince -buraya adapte oluncaya kadar- aciz bir vaziyete
düşer...» Ama bu, gelişim bir noktada dondurulsun, köy
toplumu hiç değiştirilmesin anlamına gelmez: «...M odern
bir toplum haline gelmek bu farkı ortadan kaldırmak de
mektir. Bunu temin edebilmek o kadar kolay bir iş değil
dir. Bu noktada siyasi, hukuki, sosyal karakterlerde yüz
lerce iş ve mesele üstüste düğümlenmektedir... Köyde ve
şehirde oturan insanlar arasında, büyük farklar bulunmıyan, bireyleri kütleleşmiş uluslar bahtiyar, canlı ve kuvvet
li uluslardır...»
Ekonomik ve toplumsal bir ortam olarak köyün,
köylünün düşünüş ve davranışı üzerindeki etkilerini, ya
hut da başka bir deyimle köylü sınıfının siyasal ve evrim
sel eylemler içindeki davranışlarının neler olabileceği so
rusunun karşılığını Tonguç şöyle anlatıyor*45'; bu düşün
leri, onun köyü ve köylüyü tanımaya, değerlendirmeye
çalışırken romantik bir ülkücü olarak değil, bir gerçekçi
olarak davrandığını da gösterir: «...Bütün sosyabilite
kabiliyetine rağmen o, ferdiyetleşmiş kuvvetli bir hayvan
karakterini taşımak mecburiyetinde kalır. Kolay kolay bir
disiplin altına girmek istemez... Gaddar ve merhametsiz
bir tabiat alemi ile sosyal dünyasının içinde korka korka
tereddütle yaşar... Buna rağmen o, herkesin kendisine
hizmet etmesini ister, her şeye sahip olmak isteğini taşır...
Fakat kuvvet karşısında hemen diz çöker. Kuvvetliye aciz
bir çocuk gibi yalvarmaya... başlar... Görülüyor ki, köy
lü; düşünen insandan ziyade, duyan insandır. Zaten onun
tefekkür ufku da dardır. Düşünmenin ve düşündüğünü
anlatmanın yegane vasıtası olan lisanı, yazı dili ile mu
kayese edilince birçok bakımlardan ayrı ve ken
dine mahsus bir dil haline gelmiştir. Köylü, mücerret
mefhumları kolayca ifade edemez. Onları hikayeler, gü
lünç fıkralar, teşbihli konuşmalarla anlatır... Herşeyi fer
dileştirir, şahsileştirir. Bunları bilerek muayyen bir mak
satla ve şuurlu olarak da yapmaz. Öyle yapmaya mec
bur kaldığı için yapar. O, bir hadiseyi de külli bir şekil
de kavrıyamaz. Hadise kısımlara ayrıldığı zaman bile o,
bunun her kısmım ayrı birer ünite olarak ele alır; aslı ile
birleştirmeyi, terkip yapmayı bilmez... Onların hayat te
lakkileri şuurlu bir mesainin neticeleri olmaktan ziyade,
hayatın onlara empoze ettiği telakkilerdir. Hayat denilen
sahnede böyle hareket etmek mecburiyetiyle karşılaşan,
fakat yabancılara karşı olduğu gibi göründüğü taktirde
zorluk çekeceğini bilen köylü; tıpkı muvaffakiyetli rol
yapan bir aktör gibi, kendi hayat telakkilerini... gizliyerek
sahneye çıkar... Yabancılara düşündüğünden, hissettiğinı
den, istediğinden başka şeyleri söyler ve onları hakiki te
lakkileri gibi göstermeye çalışır ve bunda muvaffak olur.
Onun bu halini bilmeden hükümler verenler çok aldanır
lar... O hayata bu tarzda mukabele etmeye ve dayanma
ya çalışır... O, bir fayda görmedikçe, yaşamakta olduğu
yeknesak hayat tarzını değiştirmekten çekinir ve korkar...
Yenemediği tabiat hadiseleri, şekillerini değiştiremediği
sosyal ve ekonomik hadiseler; onu, birşeyin sebebini sormıyan, soramıyan bir insan haline getirmişlerdir. Onun için
köylü; kendi işinin niçin menfi sonuçlar aldığını, tesahüp
etmekte olduğu serveti veya malları nasıl kazandığını dü
şünmeye de korkar. Çünkü bunların sebeblerini düşün
mek demek, neticeleri de birlikte düşünmek demektir.
Halbuki o, kazandığının uzun müddet elinde kalacağından
emin değildir. Bu emniyetsizlik onu servetinden istifade
etmesini bilen bir adam halinden çıkarmış, onu toprağa
gömen, herkesden, en yakınından bile saklıyan bir kor
kak haline getirmiştir... Yenemiyeceği hadiseler karşısın
da... pasif bir mukavemetle herşeyi geçiştirmiye çalışır...
Kuvvetliyi kendisine düşman yapmak istemez. Yaşamak
ve çoğalmak istekleri, kökleri köylünün içine gömülü çok
kuvvetli isteklerdir... Bu istekleri yerine getirmenin bi
rinci şartı, temellük telakki edilir. Onun için köylü herşeye tesahüp etmek ister. Onun nazarında (benim) mef
humu, daima (ben) mefhumundan daha üstün bir kıymet
taşır. Bazı köylüler veya köyle alakalarını kesmeyen bazı
kimseler temellük etmek istedikleri şeyleri ele geçirebilmek
için en menfi ve iğrenç çarelere... başvururlar. Böyle bir
ağanın eline düşen köylüler hakiki köylü şahsiyetini kay
bederler... Cumhuriyetin en büyük işlerinden biri de bu
tip insanı yok etmeye çalışmasıdır... Şahıslarına ait mal
larla bu kadar esaslı bir şekilde ilgilenen köylüler, köyün
ortaklık mallarına o kadar kuvvetli bir alaka göstermez
ler... Devlet denilen yenilmez kuvvetin, kutsileştirilmiş
evkafın malı bildikleri arazi, orman ve sulara karşı pek
mütereddit bir durumdadırlar. Bu gibi malların kime ait
olduğunu, niçin ve ne suretle tesahüp edildiklerini düşün
mek, münakaşa etmek cihetine gitmezler; sadece bu gibi
mallardan da şahsen tıasıl istifade edebileceklerini araştı
rırlar... Onlar da iyi yaşamak, varlıklı olmak, gün gör
mek, köylerini ve evlerini güzelleştirmek isterler. Fakat
öyle sebebler ve şartlar vardır ki, bugünkü köylü artık
onları tek başına yenebilecek halde değildir. O, bütün
kuvvetini son damlasına kadar sarfettiği zaman, ancak
günlük durumunu şöyle böyle muhafaza ederek süratle
daha fena bir vaziyete düşmemeye çalışmaktadır. Bunu
taktire değer bir başarı ile yapabilmektedir. Köyün ıssız
laşmasının, durgunlaşmasının sebeblerini köyden ziyade
şehirde aramak lazımdır. Şehir, insafsız ve şuursuzca ha
reket eden bir müsrif gibi asırlardanberi köyün kanını
emmiş ve bütün kuvvetlerini israf etmiştir... Ecnebi ser
mayesinin, Türkden gayri unsurların, onların emellerine
hizmet edenlerin, yarı münevverlerin, komisyoncuların ve
realiteyi göremiyen osmanlı memurlarının ellerinde oyun
cak olan, onlara yataklık yapan, ve onların hertürlü anor
mal hareketlerine sahne teşkil eden dünkü şehir; köyün
bu hallerini hep görmemezliğe gelmiş ve onu istismar et
mekte asırlarca devam etmiştir. İşte bu sebebten köy
yalnız ıssızlaşmakla kalmamış aynı zamanda cansızlaşmıştır...»
Tonguçun köylünün davranışındaki, düşünüşündeki
başlıca özellikler konusundaki düşünlerinin köyle ilgili her
türlü eyleme girişeceklere çok yararlı nitelikte olduklarını
sanıyoruz. Ancak bunları tanıdıktan, bildikten sonradır
ki, eylem sırasında köylüyü örgütlemek ve eyleme katmak
olanağı vardır. Aynca Tonguçun son tümcesinde kullan
dığı ve yazılarında sık sık tekrarlanan, düşün sisteminin
ana deyimlerinden birisi olan «ıssızlaşmak» ve «cansızlaş
mak» terimleri üzerinde bir kere daha durmak istiyoruz:
Bize göre, onun ıssızlaşmaktan anladığı, köyün maddi
olarak düşkünleşmesi, yoksullaşmasıdır. «Cansızlaşmak»
yahut «canlandırmak» dediği zaman ise, öyle sanıyoruz ki,
bunları sınıf bilinci uyandırmak, bu bilinçle eyleme geçe
cek dinamizme, güce erişmek anlamlarında kullanıyor.
«...Köyün canlanması; belki köyün ıssızlaşmasına
sebep olanların işlerine gelmiyecek ve hoşlarına da gitmiyecektir. Bilgisiz köylülerin düşünen, düşündüğünü söyliyen veya yazabilen insanlar haline gelmelerinden hoşlanmıyanlar, bunların ayaklarına köstek vurmak istiyenler
çıkacaktır. Onun için köyü canlandırma uğruna emeğini
katacakların bu hakikati bilerek ve aldanmıyarak çalış
maları lazımdır... Köy meselesi bazılarının zannettiği gibi
mihaniki bir surette (köy kalkınması) değil; manalı ve şu
urlu bir şekilde, köyün içten canlandırılmasıdır. Köylü in
sanı, öylesine canlandırmalı ve şuurlandırmalı ki, onu
hiçbir kuvvet; yalnız kendi hesabına ve insafsızca istis
mar edemesin. Köyün sakinlerine köle ve uşak muamelesi
yapamasın. Köylüler, şuursuz ve bedava çalışan birer iş
hayvanı haline gelmesinler. Onlar da her vatandaş gibi,
her zaman haklarına kavuşabilsinler. Köy meselesi, köyde
eğitim problemleri de içinde olmak üzere bu demektir...»
«...K öy canlanmaya başlayınca geriliğin temsilcile
ri... bu harekete katılanlara kara damgayı basmaya yel
tenmişlerdir. Damganın kimin yüzünde silinmeden kala
cağını zaman gösterecektir...»
Görülüyor ki ,Tonguç için söz konusu olan, köylü
nün «mihaniki olarak» yoksulluktan kurtarılması değil,
büinçlenerek, sınıf bilincine vararak bunu kendisinin yap
masıdır. Bu ise yalnız eğitim sorununu çözmekle değil,
köylü sınıfının sömürülmesini sağlıyan her türlü düzenin
ve çabanın yok edilmesiyle elde edilebilir. Tonguç, işe bu
açıdan girişildiği zaman sömürücülerin tepkilerinin ne
kadar güçlü olacağını da bilir, bu amaçla, çalışacak olan
ları uyarır.
Daha sonra, Osmanlı imparatorluğunda öğretmen
yetiştirme işini incelerken, Tonguçun yukarıdaki görüş
ve kamlarını şu sözlerle tekrarlayıp genişlettiğini göriiyo-
ruz<',í,:
« ...Geniş halk kitlesinin ilkesine göre eğitimi için
çalışacak öğretmenleri yetiştirme meselesine bilhassa de
mokrasi ile idare edilen memleketlerde devlet adamları,
dinsel kurumlarm mensupları, eğitkenlerle işin içinde çalı
şan öğretmenler, bilginler, ticaret ve el sanatları erbabı,
sermaye ve servete dayanarak iş görenler, endüstri kurumlarırıa sahip olanlar, siyasi partiler, politikacılar etki ya
parlar. Bu iş, her memlekette o memleketin idare şekline
göre türlü etkilerle hızlanmış veya duraklamış, gelişmiş
veya gerilemiştir. Olayların bu safhasını bilmek, geçilen
ve geçilecek yolu aydınlık içinde görmemizi sağlar. ..»
Bu sözlerin, Tonguç’un eylem sırasındaki ve iş ba
şından uzaklaştıktan sonraki dönemde kullandığı taktiği
anlamak bakımından önemi vardır. O, bu sözleriyle eği
tim alanındaki atılım, duraklama ve yıkımların kişilere,
kişilerin çaba ve isteklerine değil, toplumsal ve ekonomik
güçlere, bu güçler arasmdaki farklara ve dengelere bağlı
olduğunu anladığını göstermekle bize de taktiklerini anlıyabilmemiz için gerekli ipuçlarını veriyor. Ama ne ya
zık ki, bunu en az anlıyabilenler, sonradan onu eleştiren
ve marksist oldukları savında bazı kişiler olmuştur; onun
girişiminde de, susuşunda da kişisel düşünler ve ilişkile
rin rol oynamadığını, toplumsal ve siyasal gelişmelerin
değerlendirilmesini yaparak eylemini ayarladığını anhyamamışlardır.
Bizdeki ve Avrupadaki eski okulun sömürü düzeni
ne dayanan toplumlara gerekli kişileri yetiştirmek amacı
ile kurulduğunu anlatan Tonguç, böylece eğitim ile top
lumun düzeni arasındaki yakın ilişkiye değinmiş olur:
«...B u tip okul tek ve müstebit hükümdarla idare edilen
cemiyetlerde en makbul eğitim kurumu sayıldı. Devlet
idaresinin şekli değişmedikçe hükümdara sadık ve itaatli
tab'a yetiştiren bilgi okulundan kurtulup hayat ve iş oku
luna kavuşmanın mümkün olamıyacağı anlaşılıyordu...»
O halde Tonguç’a göre bilgi okulu sömürü düzenini sür
düren toplumların, hayat ve iş okulu ise bundan kurtul
muş, toplumsal adaleti gerçekleştirmiş sosyalist toplumlan n okuludur. Tonguç, bilgi okulu sisteminin ezilen sınıf
lardan alıp eğittiği kişileri de kendi sınıflarına ihanet ede
cek duruma getirmeye yaradığını, sömürü düzeninin sö
mürülenler arasından çekip alman kişilerin aracılığı ile
sürdürüldüğünü şöyle anlatır*471: «...İmparatorluğu idare
edenler, köyü sağmal inek gibi vergi ve asker alınan, soy
guna ve salmaya konu teşkil eden bir yer telakki ederek
yalnız sömürmüşler, ona birşey vermeyi, orada yaşayan
insanları yetiştirmeyi, eğiterek devlete temel haline getir
meyi akıllarından bile geçirmemişlerdir. Köyde doğan ken
di himmet ve gayreti ile kasaba ve şehir okullarında okuya
rak yetişen, aydın zümreye katılabilecek kadar yükselen
ler de devlet kadrosuna girerek (kapıkulu) olmuşlar, köyü
soyma ve sömürme işine onlar da katılarak, köyü canlan
dırma teşebbüsüne girişenlere karşı durma (yazarın notu:
bu son sözcük kitapta yanlışlıkla «katılma» olarak basıl
mış) yolunu tutmuşlardır... Görülüyor ki ilköğretimi
mecburi bir hale getirerek imparatorluğun dört bucağına
yaymak işi, başlangıçta sıkı tutulmadığı, geriliğe karşı onu
savunmak, gerektikçe mücadele etmek birçok okur ya
zarlar tarafından göze alınmadığı, bu ağır yük bir kaç
tane ülkücii aydının sırtına yükletildiği için sürüncemede
kalmış, her devirde onu gerçekleştirmek istiyenleri kös-
tekliyetıler olmuştur. Bunun baş sebebi, imtiyazlı sınıfa
mensup olanların dünya anlayışlarına göre kurulmuş olan
hayat nizamının bozulmak istenilmemesidir. Bu nizam
içerisinde çeşitli nimetlere kavuşmuş olanlar, her yeniliğe
karşı halktan bir kısım insanların hoşuna gidecek baha
neler bularak yeniliğin karşısına dikilirler. Onu gerçekleş
tirme işine teşebbüs edenleri iftiralar, jurnalcılıklarla lekeliyerek sahneden atmak, attırmak yolunu tutarlar. İğ
fal şekilleri her devre göre değişir. Baltalayıcılar halkın
tarafında bulunduklarını söylerler. İlköğretimin geçtiği yol,
böyle çetin engellerle kaplı bir yoldur...» Tonguç, Nafi
Atuf Kansudan şu satırları aktarır: «...M ektep, muhit ile
cemiyetin içtimai ve iktisadi şartlarıyla en sıkı münasebe
ti olan bir müessesedir. Muhitine müessir olmakla bera
ber her devrin ve zamanın içtimai ve siyasi şartlarından
da müteessir olmuştur... Bütün manasıyla terbiyenin ga
yesi sultana sadık tebealar ve saltanat hükümetine me
murlar yetiştirmek hududuna irca edilmiştir...»
Tonguç ilk eğitmen denemelerini anlatırken şöyle diyor(48) «...A ydın zümreye mensup bir kısmın bunu itiraz
sız, gürültü patırtı yapmadan iyi karşılamaları mümkün
değildi. Onun için yapılacak işleri önce tecrübe ederek ve
onların özelliklerine uygun kanun tasarıları hazırlıyarak
...uygulamak şarttı. Buna rağmen geri zihniyetten kurtulamıyanlar, fırsat buldukça köyde ilköğretimi gerçekleş
tirmek hizmetine katılanlara cephe alacaklardı. Müteşeb
bisler bunun böyle olacağını biliyorlardı. Bildikleri halde
kopacak fırtınanın doğuracağı sıkıntıları göze alarak ve
bunlardan yılmıyarak, ileri pedagoji ilkelerine uyarak ça
lışmaya karar verdiler...»
O halde Tonguçun, kurulması için çalıştığı köy
enstitülerinin içinde bulunulan süreç bakımından genel
toplum düzenine uygun düşmiyeceğini, günün birinde bal
talanıp yıkılabileceğini yahut amaçlarından saptırılarak o
süreçteki düzenin çıkarlarına göre kişiler yetiştirmekte
kullanılacağını başlangıçtan anlamış, bilmiş olmasını ka
bul etmek zoru vardır. Sonradan eleştiriciler tarafından
üzerinde çok durulan bu noktayı bile bile işe niçin giriş
miştir? Başka bölümlerde de değindiğimiz bu sorunun
karşılığı en kısa şekilde şudur: Yapılacak başka birşey
yoktu. Bu yola girmek ve ne elde edilebilirse, ne kadan
başarılabilirse, onu yapmak, hiçbir şey yapmamaktan, ey
leme geçemeden oturup sürecin kendi kendine gelişmesini
beklemekten çok daha doğru, çok daha yararlı, çok daha
aydınca, çok daha devrimciliğe, ilericiliğe yakışır bir dav
ranıştı. Tonguç için bir ikinci olanak, bir alternatif yok
tu. Bütün bu tehlikeleri bile bile, kuracağı eğitim siste
miyle uyuşmayan bir toplumsal ve ekonomik düzen için
de ve hemen eklemeli ki, oldukça da becerikli bir şekil
de eylemini sürdürdü, yürüttü. Bu eylem, oturup kurulan
sistemle düzen arasındaki çelişkiyi, uyuşmazlığı belirt
mekten ve bunu büyük bir marifet saymaktan daha değer
li değil midir? Evrim ve devrim açısından daha yararlı,
daha sürücü, itici, hızlandırıcı bir davranış ve taktik ol
mamış mıdır?
Yine eğitim ve toplum yapısı ve bunların karşılıklı
etkileri konusunda şu satırlar ilginçtir; evrim açısından
Tonguç’un eğitimden «bir şeyler» beklediğini de gösterir(49): «...Köyler boşanıyor, şehirlerin nüfusu artıyor, bü
yük şehirlerin sayısı durmadan çoğalıyordu (19. yüzyılın
2. yarısında Avrupa). Süratle genişliyen fabrikaları etra
fında işçi kümeleri birikiyor, bunlar bir kütle haline gel
meye başlıyorlardı. Birdenbire meydana çıkıveren öğret
men, işçi, teknisyen kafileleri, karşılaştıkları zorlukları
yenmek, hayatın yükünü hafifletmek amacıyla cemiyetler
kurarak teşkilatlanıyorlar, hür vatandaşlar sıfatıyla seçim
lere katılıyorlar, yeni istekler ileri sürüyorlardı. Eski ha
yat nizamının nimetlerine kavuştukları için onun değişme
sini istemiyenler, başta krallar olmak üzere bunlara, (sos
yal demokratlar, komünistler, cemiyetin düzenini yıkıcı
lar!) diye bağırıyorlar, bunların yetiştikleri okulları azalt
mak yolunu tutuyorlar, mesleki cemiyetlerini kapatıyor
lardı. Mesela Prusyada 1821 de nazırlar heyeti kararıyla
ilköğretim ve ilkokul öğretmenleri aleyhine hükümler ve
rilmeye başlanmıştı. Öğretmenlerin çoğalmasından, günün
birinde (hükümet aleyhine bir ihtilal çıkarılır) düşünce
siyle korkuluyordu... Bütün bunlara rağmen öğretmenler
teşkilatlanarak eğitim ve öğretim alanlarına yenilikler
getirmek, okulu türlü otoritelerin baskılarından tamamen
kurtarmak için var kuvvetleriyle çalışıyorlardı...» ve(50)
«...Y eni okul gelecek hayatı şekillendirme işine ihtirasla
katılır. Bu amaca yöneltilmiş okul milli ve insani hayatın
geleceğini sağlamak için açılan sessiz kültür savaşına da
katılmış olur...»
Şu sözleri de bu anlamda anlamak gerekir sanıyoruz(51) « ...Y eni medeniyeti benimsemiş toplumlarda yurt
taşların hak ve görevleri de değişti. Fikir, vicdan serbest
liği, bilgi, öğrenme, seyyahat etme, ticaret, sanat, konuşma,
yazma hürriyeti gibi yeni değerler kişi haklarından sayıldı.
Seçmek ve seçilmek, cemiyet kurmak gibi yeni yeni sosyal
problemler sayesinde bir toplumu teşkil eden bireyler ken
di kendilerini idare etmek ilkesine dayanarak sürü hayatı
yaşamaktan kurtuldular. Yeni medeniyetin mensupları bu
yenilikleri gelenek ve göreneğe göre öğrenemiyecekleri için
yepyeni bir eğitim kurumuna ihtiyaç hasıl oldu. Mecburi
öğretim kurumu olan modern manalı ilkokul ve onu tamamlıyan meslek okulları kuruldu... Köyü canlandırma
nın tek çaresi köylü halkı, bilhassa onun genç nesillerini de
tıpkı şehir ve kasabalarda yaşıyan insanlar gibi yeni uy
garlığın icablarma göre eğitmekte görüldü. Köyü canlan
dırmak demek bu demektir. Herşeye tercih edilerek bu ya
pılmadığı takdirde köyü yaşamakta olduğu geri hayattan
kurtarmak imkansızdır. ..»
Bu konuda sonuç olarak şu söylenebilir: Tonguç yal
nız eğitimin alt yapı değişikliklerini sağlamaya yetmiyeceğini elbette biliyordu. Ama eğitimin, bu değişikliklere gi
den süreci hızlandırmakta önemli bir rol oynayabileceği
kanısında idi.
Şu satırlar da onun, eğitim ile ilerleme sürecini hız
landırmak için gerekli etmenlerden yalnız birinin söz ko
nusu olduğuna inandığını gösterir (52); «...Türk toplumunu, Türk yurdunu sevenler, halkı okur-yazar bir hale
getirmekle, onu sadece medeni milletler seviyesine yükselt
menin şartlarından birini gerçekleştirmeye uğraştıklarına
kanidirler. ..»
Tonguç’un düşünlerini, yazılarım inceliyerek belirt
meye devam edelim:
■ Sosyal Devlet Ülküsü
A. Rufer’den iki arkadaşı ile birlikte 1955 yılında di
limize çevirdiği ve ancak 1962’de yaymlanabilen «Pesta
lozzi ve Devrim» çevirisine yazdığı önsözde Tonguç şöy
le der(53): «...Pestalozzi hakkında az veya çok bilgi sahibi
bulunan meslektaşlar bu büyük eğitkenin sadece pedago
jik fikirlerini bilirler. Halta türkçe yazılmış eserler onu
her cephesi ile bize tanıtmadıkları için, Pestalozzi tuttuğu
işlerin çoğunda başarı gösterememiş beceriksiz bir eğit
ken olarak tanınmıştır... Hakikata pek aykırı düşen bu
(82) a.g .e. s. 633.
(83; P e s ta lo z z i ve D ev rim , A . R u fe r, ç e v ire n le r: 1. H a k
k ı T o nguç, F n a t G tin d ü zalp , R a u f İn a n , İm e c e y a
y ın la n , E k in B a sım e v i' İ s ta n b u l 1962, s. 3.
kanaati değiştirmenin tek çaresi öğretmenleri ve eğitkenleri
Pestalozziyi hakiki çehresi ile aksettiren eserlere kavuş
turmaktır... Pestalozzi bu kitapta (serbestlik, eşitlik ve kar
deşlik) prensiplerini en temiz bir şekilde şahsında tecessüm ettiren demokrasi ülküsünün asil bir temsilcisi olarak
belirtilmekte, refah ve saadet sağlayıcı devlet vasıtasıyla
insanlığı içine düştüğü sefaletin bataklığından kurtarmaya
var kuvveti ile uğraşan cumhuriyetçi bir kahraman olarak
göz önünde canlanmaktadır...»
Görülüyor ki, Tonguç’un Pestalozzi’ye hayranlığı,
onun sosyal adaleti sağlıyan devlet ülküsünden ötürüdür.
Tonguç, onda eğitimin sınırlarını zorlıyarak, toplumsal
gelişimde eğitimi sosyal adalet, sosyalizm ülkülerine doğru
bir hızlandırma aracı olarak kullanma amacını bulur.
■ Din Konusu: Tavizsiz Laiklik!
Tonguç’un toplumsal ve siyasal düşünlerini incelerken
din konusuna özellikle önem vermek istiyoruz. Hemen söyliyelim ki, Tonguç’un bu konudaki düşünleri Atatürk’ünkilere eştir; bugün bazı toplumcu aydınların bu konuda
yaptıkları analizlere, vardıkları taktik sonuçlara ve soruna
baktıkları açıya uymaz. Din konusunda Tonguç açık ola
rak ve hiçbir taktik hesabı, çıkan göz önüne almadan çok
radikaldir.
Din konusunun çocukluğundaki izlenimleri olarak şu
anılan ilginçtir'54': «...O kum ak için İstanbul’a gitmeyi ta
sarlıyorum. Babam buna taraflı görünmüyor. Ne zaman
evimizde bu mesele söz konusu olsa o: -canım amcanı
yıllar boyunca IstanbuFda okuttuk; pek çok para harcadık.
W T o n g u ç ’a K ita p , İm e c e y a y ın la n , İ s ta n b u l 1961, s.
15-16-17.
Ne oldu sanki? Hem hiçbir şey bilmiyor, hem de bizim yap
tığımız köy işlerini yapmaya yanaşmıyor; aylak dolaşan bir
hazır yiyici... derdi... Amcam yıllarca medresede okumuş
tu. Öğrendiği bilgilerin hiçbiri hayatta işine yaramıyordu.
Küçükten büyüğe kadar bütün mensupları, yılın her günün
de işe katılan, durmadan çalışan köylü ailesinin içinde
onun durumu cidden anormaldi. Dedem işe kendisini bir
türlü veremiyen amcama sık sık kızar, söylenir; bu yaşlı
hocayı bazen döğerdi...» « ...İstanbul’a gelince ilk işim,
Fatih civarındaki medreselerde okuyan bizim taşralı mol
laları arayıp bulmak oldu. (Yazarın notu: Tonguç'un köyü
nün bulunduğu Dobruca bölgesi Türkleri arasında biraz
varlıklı ailelerin çocuklarını İstanbul'a yollıyarak medre
sede okutmaları geleneği vardN5)). Onların her bakımdan
bana kılavuzluk etmelerini istiyordum. İş benim tasarladı
ğım gibi olmadı... Bizim hemşehriler kasvetli, rutubetli
medrese odalarında kendi içlerine kapalı, tiksinilecek bir
şekilde yaşıyorlardı; dışarıda olup bitenlerden habersiz
lerdi; okullarına dair bilgileri kıttı. Onlar medrese odala
rında bol bol pilav pişirerek, tıkabasa yemek yiyerek birbirleriyle bol bol güreşerek, arada bir camilerde okutulan
derslere giderek vakit öldürüyorlardı...»
Çocukluktaki izlenimleri bu olan Tonguç, daha sonra
din konusunda şunları yazar(56): « ...Köyü canlandırmak
amacıyla yapılmış hamleleri incelerken medresenin rolünü
bir tarafa bırakarak görmemezlikten gelmek doğru bir ha
reket olmaz. Medrese, geçmiş devirlerdeki kültür hayatı
mızın gelişimine etki yapan, dinsel eğitimi gerçekleştirme
bakımından görevini başarmış sayılabilecek bir kurum ol
duğu için şehirde veya köyde, müslümanlığı kabul etmiş
l ü 1 D o b ru c a v e T iirk le r, M ü stecib Ü lk ü sa l, T ü rk K ü l
tü r ü n ü A r a ş tır m a E n s titü s ü y a y ın la rı N o. 26, A n
k a r a 1966.
f»/ C a n la n d ırıla c a k K öy, s. 88-89, 160, 171, 286.
insan kümelerinin biriktiği her yerde onun damgalarına rastlanmaktadır. Öğretmen veya eğitmene henüz kavuşmamış
olan onbinlerce köy, bugün bile medreseden yetişmiş imam
ve hatiplerin elindedir. Bu köylerdeki insanların çoğu, ge
çimle ilgili günlük işlerin dışında kalan meselelere, onların
dünya görüşlerine ve hayat anlayışlarına göre temas eder
ler. Bu davaları, onların anlatışlarından ne anlıyabiliyorlarsa, o ölçüde kavramaya çalışırlar. Bu tip köylerin in
sanlarına , ne devlet ne de parti teşkilâtı henüz imam ka
dar müessir olmamaktadır. Öğretmen veya eğitmen ve
rilen köylerde de imam veya hatip hemen sahneden çekilip
yalnız camideki dinsel görevine bağlanmakla kalmaz. On
lar, insanoğlu dünyaya geldiği zaman adını koyarak onun
yakasına yapışırlar, öldüğü vakit mezarının başında son
duayı okuduktan sonra yakasını bırakırlar. Köylü insanla
rın genel hayatlarına, hayatın bilhassa manevi cephesine
bu derece hakim olabilen elemanı yetiştiren medrese, önem
li bir kültür kurumu olması bakımından incelenmeye de
ğer...» Bundan sonra Tonguç, medrese öğretim ve eğiti
minin özelliklerini, zamanla medresenin nasıl sömürücü
ve tutucu bir nitelik kazandığını ve ilerici gelişmelerin
önünde en önemli bir engel durumuna geldiğini anlatıyor,
öyle anlaşılıyor ki, Atatürk’ün de düşünlerine paralel ola
rak, ona göre bir kültür ve uygarlık değiştirme sorunu ile
karşı karşıya olan Türk toplumunda, bu değişmeye karşı
duran, bunu önliyen en büyük güç, din kurumudur; daha
doğrusu dinin, laikliğin gerektirdiği sınırların içine çekil
mek istememesi, toplumun bütün kuramlarına kendi an
layışına göre düzen vermek çabalarıdır. Din adamı uzun
bir süre tutucu güçlerin yardımcısı olmuş, «fertleri din af
yonu ile uyuşturulmuş bir cemiyet» ortaya çıkmıştır. «Türk
olmıyan imparatorluk tebası, istibdat idaresinin hayat ni
zamına göre bazı nimetlere kavuşmuş olan kasaba eşrafı,
batıl inançlardan kendilerini bir türlü kurtaramamış cami,
medrese, tekke gibi dinsel kurumların siperlerine sığınarak
çeşitli menfaatler sağlamış bulunan hocalar, akla gelme
dik baltalama hareketleriyle devrimin hızını kırmaya»
başlamışlardır. O halde Tonguç’a göre de Türkiye’de din
kurumunun, gelişimi engellemekte, batı ülkelerindekiyle
karşılaştınlamıyacak derecede güçlü bir rolü vardır. Bu
anlaşılıp, ona göre köklü tedbirler alınmadıkça, başka bir
deyimle Atatürk’ün anladığı anlamda laiklik ilkesi tam ola
rak uygulanamadıkça ileri atılımlar yapılamaz. Maarif Ve
kili Vasıf beyin Mecliste hocalarla yaptığı tartışmaları anla
tırken Tonguç şöyle der: «...M erhum V asıfın B. M. Mec
lisindeki hocaların karşısına böyle mertçe dikilişi eşine az
rastlanır tarihi olaylardandır. Onun bu hareketini devrim
ve eğitim tarihimiz daima saygı ve minnetle anacaktır. O
zaman geııç öğretmenler arasında bu kararın sonuçları
üzerinde (Yazarın notu: öğretimin birleştirilmesi yasası)
uzun boylu konuşulur, bunun arkasından laik okulun gel
mesi ihtimali bulunduğu gizlice tahmin edilir, Türk mille
tinin böylelikle kısa zamanda dini bir tahakküm vasıtası
olarak kullananların elinden yakasını sıyırabileceği ümit
lerine bağlanılırdı. Bu tatlı ümitler hakikaten kısa zaman
da gerçekleştirilir... Bu olaydan çeyrek yüzyıl sonra, 1947
yılında, yine aynı B.M. Meclisinde okullara din dersleri
konmasını teklif eden bir hatibin çıkması üzerine basında
bir tartışmadır başladı. Laik okullarda yetişen genç dok
torlara, öğretmenlere, mühendislere, mimarlara bakıyorum;
çoğu devrimci, yaşlanmış neslin haline, kanaatlarını niçin
değiştirdiklerine gülüyorlar... İnsan bunları duyunca Cum
huriyetin kurulmasına emeğini katmış Vasıf Çınar’ı saygı
ile tekrar anmak borcunu eda etmekten haz duyuyor, ye
ni Vasıflar yok mu demekten de kendini alamıyor...»
Tonguç’un laik okuldan anladığı, içinde hiçbir şekil
de din öğrenimi yapılmıyan okuldur. Onun açısından bakı
lınca, son zamanlarda din konusunda ilericilerin, örneğin
TÖS gibi bir örgütün bile açıklama ve davranışları'571,
bunlar ne kadar bilimsel ve devrimci taktik açısından doğ
ru gibi gözükseler bile, yetersiz izlenimini uyandırmakta
dır; devlet eliyle din eğitimini baştan yadsıyan ve bu konu
daki tutumu bağnazlık derecesinde katı ve kesin olan bu
eski kemalistin görüşü ile uygunluk göstermemektedir. Bir
üst yapı kurumu olan dinin, alt yapı değişmedikçe nite
liğinin değiştirilemiyeceği ve dinsel alan dışındaki etkileri
nin azaltılamıyacağı görüşü ne kadar bilimsel olursa ol
sun, Atatürk’ün bu üst yapı kurumunun etkilerini, elindeki
bütün araçlarla kısarak bir takım ileri atılımları sağlamış
olduğu gerçeği ve laik devletin hiçbir şekilde din öğretim
ve eğitimi ile ilgilenmemesi gerektiği inancı, eski Kemalistlerin ve Tonguç’un kolay kolay vazgeçemiyecekleri değer
lerdir.
■ Batıcılığı
Yine onun düşün sisteminde bağnazlık derecesinde
ve hiçbir taviz vermeden savunduğu bir başka Atatürkçü
ilke, batı uygarlık ve kültürünü benimsemek ilkesidir. Son
yıllarda bu konuda yapılan tartışmalar açısından bu inancı
üzerinde de biraz durmak istiyoruz. Tonguç’a göre doğu
kültürüne bağlanarak, bununla ilgili gelenekleri koruya
rak uygarlaşmanın olanağı yoktur. Tanzimat batıcısı değil
dir; batı kültür değerlerini alırken, bunları körükörüne
kopya etmeğe, emperyalizme kapılıp uşaklaşmaya karşı
dır. Ama ona göre yüzyılın ve makina çağının uygarlığına
ancak onun kültür değerleri benimsenerek erişilebilinir.
Doğu ile batı arasında bir orta yol, bir uzlaştırma düşü
nülemez. Örneğin Satı beyin Osmanlılık ve İslamlık ilkesine
<sj) T Ö S ’ü n
d in k o n u s u n d a k i
d ü şü n le ri iç in
b a k ın ız :
D e v rim c i Ö ğ re tm e n le rin S a v a şı, T Ö S Y ö n etim , Y ü
rü tm e , D e n e tim , O n u r k u ru lla rı 1967-1969 ç a lışm a
ra p o r u . B a lk a n o ğ lu m a tb a a s ı 1969 A n k a ra , s. 110-112.
karşı çıktığı için beğendiği ve değer verdiği Ziya Gökalp’ı
şöyle eleştirir*58': «...İslamlaşmak prensibine bağlılığı, üm
met ruh ve medeniyetini de bir değer olarak elden bırakmayışı Z. Gökalp'ı da mekteple medreseyi bir arada ya
şatma gafletine düşürüyordu... 1923 yılında Ankara’da
toplanan birinci Heyeti İlmiye’de, Sultanilerin adlarını de
ğiştirme konusu konuşulurken bunlara Halduniye ve
Fârabiye adının konulmasını istiyecek, hatta liselerde fen
şubelerinin kapatılmasını istiyecek kadar ileri gitmiş olan
Gökalp’a, batı uygarlığına aşık Tevfik Fikret’le onun gibi
düşünenlerin cephe almış olmalarına hak vermemek elden
gelmez...» Daha somut bir şekilde söylemek gerekirse,
herhalde Tonguç, fesli, sarıklı, arapça yazılı, camilerde pro
pagandası yapılan, entarili, takunyalı bir «İslam sosyaliz
m in e inanamıyacak, bağlanamıyacak bir kişi idi. Batı
kültürünün hümanist dünya görüşünü, gözleme, deneye,
akla dayanan bilim anlayışını, insana ve dünyaya, doğaya
değer veren yaşama düzenini benimsemedikçe, bir takım
ekonomik değişiklikler yaparak insanları sömürüden kurta
rıp varlıklandırma olanağı bulunabileceğine inanmadığı gi
bi, bu olsa bile, böyle bir toplum, onun ülküsü, rüyası,
inancı değildi.
■ Kemalizm
Tonguç, düşünlerini, önerilerini kemalizm ilkelerine
bağlamaya çok dikkat eder. Bunun bize göre iki nedeni
vardır: Birincisi kemalist ilkelere gerçekten bağlıdır ve
yürekten inanır. Bu ilkeler çağındaki koşullar bakımından
ileri ilkeler oldukları gibi, katı ve sınırlı ilkeler de değil
lerdir. Daha sonraki gelişmelere, süreçlere açıktırlar; on
lar için bir dayanak, bir çıkış noktası olabilirler. İkinci neM C a n la n d ırıla c a k K öy, 1. H a k k ı T o n g u ç, R e m z i kita b e v i, İ s ta n b u l 1947, s. 204-206.
den ise daha çok eylem ve taktik açısındandır. Tonguç’un
eyleme geçtiği çağda Türk siyasal hayatında kemalizm dı
şında etkin bir siyasal akım yoktur. Eyleme girişecek
bir kişi ancak kemalizme dayanarak başarılı olabilir. Ni
tekim Tonguç şöyle der(59): «...Kurtuluş ve egemenlik sa
vaşlarını başarı ile sona erdirdikten sonra, Cumhuriyet
Halk Fırkası şekline gelen Müdafaai H ukuk Cemiyeti de
nilen siyasi kurumlar, bütün devrim hareketlerine ön ayak
olmuş ve hakiki devrimci karakterleriyle belirmişlerdi. C.
H.P. denilen teşekkül bir taraftan milli ve insani vasıfları,
diğer cihetten de ülkü edindiği fikirleriyle memlekette sar
sılmaz bir otorite haline gelerek bütün devrimci fikir ve
hareketlere kılavuzluk ediyordu. Vatanda tek parti olması,
iktidar mevkiinin kendi hükümetlerinin elinde bulunması
dolayısıyla yapılacak her işte, onun programında yer alan
ilkelere uymak zaruri idi...»
■ İmece ve Bedensel Çalışma
Tonguç’un tasarladığı toplum yönünden bir nokta
üzerinde daha durmak istiyoruz. Bu, ikinci bölümde de
biraz değindiğimiz kamunun yararlı olan işlerde imece
geleneğinin sürdürülerek çağdaş bir örgütlenme ile va
tandaşların beden gücünden yararlanma yükümü konu
sundaki düşünleridir. Onun kalkınma şemasında bu yol,
önemli bir yer tutar. Tonguç’a göre para olanakları kıt
toplumlarda ancak bu yoldan toplu ve geniş çapta kalkın
ma projeleri gerçekleştirilebilinir.
Bu düşün ve taşanlarının örneklerini Bulgaristan ve
Almanya’da görmüştür. «Canlandırılacak Köy»ün 1. bas
kısında, kitabın sonunda «Bir Seyahatin Notlan» başlığı
altında 1938 yılında yaptığı inceleme gezisinin Bulgaris-
tan, Macaristan ve Almanya ile ilgili izlenimlerini yazar(60).
Belirttiğine göre Bulgaristan’da «Mecburi iş hizmeti teşki
latı» 5 Haziran 1920’de çıkarılan bir yasa ile kurulmuş
tur. I. Dünya Savaşından bitkin, yıkık ve ekonomik ba
kımdan çöküntü içinde çıkan Bulgaristan’ı süratle kalkın
dırabilmek için düşünülmüştür. Tonguç’un verdiği bilgiye
göre orada mecburi iş hizmeti iki türlüdür: «Askeri hizme
te dahil olmayan gençlere mahsus muntazam iş hizmeti.
Devam müddeti asgari sekiz aydır. (Genç kızlar için dört
ay). Diğeri 20-40 yaşındakilere mahsus mevsimlik iş müd
deti, bu hizmetin müddeti on gündür...» Bütün örgüt bir Ge
nel Müdürlük tarafından yönetilir. Yükümlüler iş hizmeti
kamplarında toplanırlar. Bunlara ayrıca okuma yazma da
öğretilir. İlke olarak her kişinin çalışması kabul edilmiştir.
Ancak bütün yükümlülerin hizmete çağrılması olanağı bu
lunamadığı zaman bedel alınır. Bu örgütün amacı şudur:
Üretimi ve kamu yararına yapılan işleri arttırmak, ülkenin
iş gücünü organize etmek, vatandaşlar arasında sınıf ve
varlık farkı gözetmeksizin kamu yararına olan işler için
onlarda ilgi uyandırmak. Bütün vatandaşlarda ulusal so
rumluluk duygusunu uyandırmak.
Aynı şeküde Almanya’daki iş hizmeti örgütü de Ton
guç’un dikkatini çekmiştir. Verdiği bilgiye göre(61) orada
bu örgüt 26.6.1936 günlü bir yasa ile kurulmuştur. 18 - 25
yaşlan arasındaki her Alman genci 6 ay süre ile bu örgüt
te çalışır. İç İşleri Bakanlığı bu örgütü yönetir. Anlaşıldı
ğına göre bu örgütden bir yönden de bir eğitim ve öğre
tim kurumu olarak ve nasyonal sosyalist partiye bağlı bir
gençlik yetiştirmek için de yararlanılmaktadır. Diğer amaç
lan ve yaptığı işler Bulgaristandakine benzer. I. Dünya Sa
vaşından bitkin ve yoksul çıkan Almanya’nın kısa bir süre( » ) C a n la n d ırıla c a k
m
K öy, I. b a sk ı, R e m z i k ita b e v i, İ s
ta n b u l 1939, s . 208-212.
a.g .e. s. 230-233.
de ekonomik bakımdan kalkınabilmesi, bayındırlık çalış
maları bakımından büyük yarar sağlamıştır.
Görüyoruz ki, birbirine benzer ve vatandaşların ka
mu yaratına olan işlerde bir süre için bedensel olarak ça
lışmaları esasına dayanan bir örgüt, demokrat Amerika’da,
krallık Bulgaristan’ında, nazi Almanya’sında örnek olarak
vardır. Herhalde sosyalist ülkelerde de benzerleri olsa
gerektir, önemli olan nokta şudur: Böyle bir sistem birin
ci derecede o ülkenin siyasal rejiminin bir gereği, bir özel
liği değildir. Alışılmış ekonomik olanaklarla başarılamıyan
topyekün bir kalkınmanın yürütülmesi için düşünülmüş bir
sistemdir. Hatta daha ileriye giderek şunu söyliyebiliriz:
Kamu yararına olan büyük çaptaki işleri enternasyonal ka
pitalizmin alışılagelmiş çıkar ve düzenlerine boyun eğme
den çözümleyebilmek için tutulmuş bir yoldur.
Tonguç’un bu örneklerden aldığı izlenimlerle ve Tür
kiye’nin de o çağda içinde bulunduğu çok dar ekonomik
durum, para yokluğu, dışarıya avuç açmamak için göste
rilen olumlu direnme gibi koşullara bakarak, geleneksel
imece alışkanlığımızı çağdaş bir yöntem ve örgüt durumu
na getirmeyi tasarladığını görürüz. îşte 4. bölümde inceliyeceğimiz 4274 sayılı yasanın 25. maddesi ile köy okul
larının yapımında 1 8 -5 0 yaş arasındaki köylü yurttaşla
rın yılda 20 gün okul yapımı işlerinde bedensel olarak
çalışmalarını öngören madde, bu ana düşünlerden hare
ketle konmuştur. Sonradan üzerinde çok tartışılan ve
C.H.P. iktidarının kendi anlayışına göre 1946’dan sonraki
çok partili düzenin siyasal tartışmaları içinde en zor sa
vunulabilir geçmiş çalışmalarından birisi sayılan ve C.H.P.’nin bir ayıp gibi örtüp, hiç savunmadan geçiştirmeye çalış
tığı bu bedensel çalışma konusu, inancımıza göre hâlâ üze
rinde durulmayı gerektirir önemdedir ve günün birinde
ciddi olarak bu konuyu yeniden ele almak zorunda kalı
nacaktır. Bu yapıldığı zaman şüphesiz ki, ilk üzerinde du
rulacak nokta, böyle bir yükümün angarya sayılıp sayılamıyacağıdır. Hukuki yönden, kamunun kendi yararına ya
pılan işlerin vatandaşlar tarafından yapılmasının ne derece
angarya sayılabileceğinin tartışılması gerekir.
Köy enstitüleri uygulamasında, bu çalışma yükümü
nün en çok eleştirilen bir niteliği de bu yükümün yalnız
köylerde yaşıyanlar için söz konusu olması idi. Böylece
vatandaşlar arasında fark gözetildiği söyleniyordu. Teorik
açıdan bu eleştiri haklıdır. Bu bir noksandı. Ama iktida
rın çok yönlü karakteri, ancak bu kadarını onlara kabul
ettirebilmeye elvermişti. Fakat yöneticilerin de aynı kanı
da oldukları, yani bu yükümün bütün yurttaşları kapsa
ması gerektiğine inandıklarını söyliyebiliriz. Nitekim, iş
başından ayrılmadan kısa bir süre önce okul yapımı işle
rinde kent okullarında da buralarda yaşıyan vatandaşların
bedensel olarak çalışmaları konusunda bir tasan hazırlığı
na başlanmış idi. Böylece, köylerde ve kentlerde yaşıyan
vatandaş arasında bu bakımdan ortaya çıkmış olan ayrılık
kaldırılmış ve vatandaşların hepsinin aym yüküm altında
okul yapımı işlerine katılmalan sağlanmış olacaktı. Fakat
bu tasarının yasama organlanna yollanmasına zaman kal
mamıştır.
■ Siyasal Eylemler
Toplumsal ve siyasal düşünlerini ve kanılannı bu şe
kilde gözden geçirdiğimiz Tonguç, genel çalışmaları dışın
da, gündelik anlamda siyasal eyleme girmiş midir? Tonguç,
içinde yaşadığı tek ve çok partili siyasal düzen içerisinde
bu anlamda siyasal eyleme girmenin bir yarar getireceği
ne inanmamıştır. Ona göre tek başına veya birkaç kişi ola
rak bu çağlardaki parti veya partilerin içerisine girmek bir
yarar getirmez, ses duyurulamaz, etkili olunamaz, o top-
luluklarm içinde eriyip gidilir. Ancak bir grup olarak, ama
belirli ilkeler, görüşler çevresinde toplanmış, sınıf çıkarları
açısından anlaşmış ve az çok belirli bir sınıftan gelmiş in
sanlar topluluğu olarak, bunların içerisine girilirse yahut
da bu anlamda yeni bir partide işe girişilirse bunun bir
önemi olabilir. Bu düşünledir ki, Tonguç; böyle girişimle
rin gerçekleştirilemiyeceği bir ortamda, çeşitli olanaklara,
baskılara rağmen gündelik politikaya girmemiştir. Bu ilke
nin ışığı altında Tonguç’un bu konudaki davranışlarını inceliyelim:
1944 - 45 yıllarında C.H.P. ileri gelenleri açıktan ve
dolaylı olarak, bir defasında da Nafi Atuf Kansu’nun
aracılığı ile kendisine milletvekilliği teklif ederler. Bu, CHP
nin yöneticilerinin büyük bir kısmına artık fazlaca sivri
gelmeye başlıyan eylemlerinden onu uzaklaştırmak, kıza
ğa çekmek için düşünülmüş bir düzendir; kabul etmez.
1946 seçimlerine doğru siyasal eylem olarak sayılabi
lecek iki girişimi vardır: Bunlardan birincisi CHP’nin mil
letvekili aday listesine kendi görüşüne ve inançlarına göre
girmelerinde yarar gördüğü bazı kişileri sokmak için yap
tığı çalışmadır. Bu çalışma, o zaman partinin Genel Sek
reteri olan Nafi Atuf Kansu’nun aracılığı, desteği ve yar
dımı ile yürütülür ve parti içerisindeki ilerici - tutucu ka
nat çatışmasının bir bölümü sayılabilir. Bildiğimiz kadan,
Tonguç’un bu listesinden bazı isimler CHP’nin aday liste
sine konmuş (Yazarın notu: o zaman milletvekili adayları
Genel Merkezce saptanıyordu) ve listenin açıklanmasın
dan birkaç gün önce birdenbire listeden çıkarılmıştır. Tu
tucu sağ kanadın ağır bastığı ve bu girişimi önlediği anla
şılıyor. Bunun nedeni liste incelendiği zaman ortaya çıkar.
Bu liste, Tonguç’un belli bir ilke çevresinde toplanmış bir
sınıftan gelme ve o sınıfın çıkarlarını savunan bir topluluk
olarak politikaya girme ilkesine uygundur ve CHP’nin o
pek sevdiği, taşra eşrafından yapılmış listeleri ile hiçbir
benzerliği yoktur. Bir belge olarak bu listeyi buraya alıyoruz(62):
1) Lüleburgaz: Düğürıcübaşı köyü eğitmeni Ahm et Turan
veya aynı köyün muhtarı Haşan Turan.
2) Lüleburgaz: Kayabeyli köyü eski muhtarı Süleyman
Kaya
3) Babaeski: Doğanca köyü eski muhtarı Ahm et
4) Avanos: Köşek taşı köyü muhtarı (adı Mehmet Ali)
5) Avanos: Ortaköy muhtarı (adı Hüseyin Ayan)
6) Eskişehir: Mahmudiye köyü halkından Mestan.
7) Eskişehir: Kuruhöyük köyü eski muhtarı Aptullah Yafay.
8) Ankara: llyakut köyü eğitmeni Halil Türk
9) Çorum: Dediler köyü bölgesi gezici başöğretmeni
Tuncel.
10) Afyon: Derecine muhtarı Mehmet Kesimoğlu
11) Sarıkamış: Bölgesi gezici başöğretmeni Recep Başkan.
12) İzmir: Kızılçullu bölgesi gezici başöğretmeni Kemal
Çallı.
13) Bafra: Eski Milli Eğitim memuru Bedri Ediz.
14) Kırklareli: Merkez bölgesi gezici başöğretmeni Meh
met Turan.
15) Alanya: Bölgesi gezici başöğretmeni Orhan Yolaç
16) Bergama: Kozak Aşağıcuma köyü muhtar ve eğitmeni
Hasarı Kalaycı.
17) Bergama: Çamköy kadın eğitmeni Rabia Ertuğrul.
18) Erzincan: Vaskit bölgesi gezici başöğretmeni Yaşar Ertuğ.
19) Malatya: Hekimhan ilköğretim müfettişi Haşan Türkoğlu.
20) Balıkesir: İlköğretim müfettişi Süreyya tşgör (Çanak
tı*)
ö z e l a rş iv : T o n g u ç’u n C H P m ille tv e k ili a d a y lis te s i
n e a lın m a la rı iç in C H P G enel S e k r e te r i N a C A t a t
K a n s u y a v e rd iğ i is im le r:
21)
22)
23)
24)
25)
26)
kale ve Bigcfda uzun müddet bulunduğu için o çev
rede tanınır).
Maraş: İlköğretim müfettişi Remzi Arifioğlu.
Konya: Milli Eğitim Müdürü Fazıl Gönen (Kütahya
lıdır)
Tekirdağ Milli Eğitim Müdürü Mustafa İlhan Görkey
(Edirne, Kırklareli ve Tekirdağında tanınır).
Arif iye: Köy enstitüsü müdürü Süleyman Edip Balkır
(Bursa Mustafakemalpaşalıdır. Kocaeli, Bolu, Bilecik,
ve Bursa1da tanırlar).
Savaştepe: Köy enstitüsü müdürü Sıtkı Akkay (SivaslI
dır. Balıkesir, Çanakkale, Kütahya’da tanırlar).
Seyhan: Düziçi köy enstitüsü müdürü Lütfü Dağlar
(Konya Kadınhanlıdır. Seyhan, Hatay, Maraş, Gazi
antep’te tanınır).
Tonguç’un yine aynı seçimle ilgili olarak ikinci giri
şimi köy enstitüsü yöneticilerine seçimlerde CHP’yi des
teklemeleri için çağrıda bulunmasıdır. Bundan, Tonguç’un
çok partili dönemde yeni kurulmuş DP’ye karşı CHP’yi des
teklemekten yana olduğunu anlıyoruz. Bütün ikircikli ya
pısına, kaypaklığına rağmen CHP, eylemini sürdürebilmek
bakımından Tonguç’a DP’den daha elverişli gözükse ge
rektir. Hiç olmazsa, CHP içindeki ilerici kanadın güçlene
ceği şekilde olayların gelişebileceği, bir umut olarak göz
önünde tutulmaktadır. Buna karşılık DP’de bu umut da
yoktur. Burada Tonguç’un davranışı ile sol aydınlardan bir
çoğunun davranışı ve iki partiyi değerlendirişleri arasındaki
farka değinmek isteriz. Bilindiği gibi o çağda solcular,
genellikle CHP’ye karşı cephe almışlardı ve klasik özgür
lüklerin getirilmesini hızlandırmak amacıyla DP’ye sızmaya,
onunla işbirliği yapmaya çalışıyorlardı. D P’nin güçlenmesi
nin kendilerine düşünlerini söyleyebilmek olanağı sağlıyacağını sanıyorlardı. Halbuki aksi oldu. DP’ye sızamadılar,
sınıfsal yapısı ortada olan bu partiye sızılıp onun etkilenebi
leceğini düşünmek yanlıştı; DP güçlenince özgürlükleri da
ha da kıstı ve sol hareketlerin gelişmesi yönünden ortamı
daha da elverişsiz bir duruma getirdi. Acaba sol, CHP
içindeki ilerici kanatla işbirliği olanağı arasaydı onu güç
lendirebilir miydi, yahut daha sonra hep birlikte bir sol
partinin çekirdeği atılabilir miydi, yahut CHP’nin (orta
nın solu) hareketi ile başarmaya çalıştığı sola açılma girişi
mi çok daha erken başhyabilir miydi, gibi sorular akla
gelmektedir. Ama bunların karşılıkları bizim konumuzun
dışındadır. Tonguç’un neden bu şekilde bir girişime kalkış
tığım bir mektubu açıklıyarak belgelendirebiliriz(63).
«Kardeşim Edip,
«Son zamanlarda bazı enstitü müdürlerini Ankara’ya
çağırdık. Seni, aşağıda yazacağım sebebden dolayı ayırma
yı uygun bulmadık. Kendim Arifiye’ye gelmek istedim;
buna da vakit bulamıyacağımı tahmin ediyorum... Asıl
mesele şudur: Seçimler dolayısıyla faaliyete geçen partiler
köy enstitüsü öğrencilerinden ve öğretmenlerinden kendi
hesaplarına faydalanmak için büyük bir gayret sarfediyorlar. Çocuklardan bazıları da en geri zihniyetteki partilere
alet olmak gibi bir gaflet gösteriyorlarmış. Nitekim Kepirtepe’de belediye seçimlerinde bir kısım öğrenciler oylarını
böyle bir partiye vermişler. Bu meseleyi buraya gelen ensti
tü müdürleriyle ve Bakanlıktaki arkadaşlarla uzun boylu gö
rüştük. Şu neticeye vardık ki, eğer öğretmen ve öğrenciler
bu bakımdan iyi tenvir edilmiyecek olurlarsa yer yer bazı
.falsolarla karşılaşmak ihtimali vardır. Bu da enstitüler için
çok utanılacak bir hal olur. Onun için gerek enstitüdeki,
gerek iş başındaki arkadaşları iyice aydınlatarak işimize,
davamıza en uygun prensipleri güden insanlar ve teşkillerle
<63; ö z e l a r ş iv : T o n g u ç u n A rifiy e K ö y E n s titü s ü M ü d ü
r ü S iilem an E d ip B a lk ır’a 2.7.1946’d a y a z d ığ ı m e k
tu p :
beraber olmayı sağlamalıyız. Senin bu bakımdan çok
uyanık olmanı ve arkadaşları da uyamk tutmanı bilhassa ri
ca edeceğim. Meseleleri şahsi olmaktan çıkararak işlere ve
gayelere bağlıyacak olursak mevzu hakiki yoluna girmiş
olur. Artık ne şekilde hareket edilmeli, bu maksat için
nelerden, nasıl faydalamlmalı onları kendin kestireceksin.
Şinasfnin sana yazdığı meseleye gelince (Yazarın notu: Bu
rada söz konusu edilen mesele, Süleyman Edip Balkıdın
CHP’den milletvekili adaylığı meselesidir; bir önceki dip
notundaki belge ile ilgilidir) bunun yüzde doksan dokuz
onun yazdığı gibi tecelli edeceğini göz önünde tutarak hare
ket et. Fakat menfi bir netice ile karşılaştığın takdirde bu
nu da mesele yapmamak olgunluğunu gösterebileceğine
eminiz. Bu hususta sana başka birşey söylemeyi zait bulu
yorum. Diğer noktaları sen kestirebilirsin... Biz dün ak
şam Şinasi, Enver, Dicle Köy Enstitüsü Müdürü Nazif ve
Hasanoğlan arkadaşlarından birkaç arkadaşla birlikte Kas
tamonu’dan döndük. (Yazarın notu: Adı geçenler Sivas
Yıldızeli Köy Enstitüsü Müdürü Şinasi Tamer, Samsun La
dik Köy Enstitüsü Müdürü Enver Kartekin ve Diyarbakır
Dicle Köy Enstitüsü Müdürü Nazif Evren’dir). Mektubu
mun yukarıda birinci paragrafındaki kısmında işaret etti
ğim havayı orada da hissettim. Gölköy Enstitüsünde bulu
nan öğretmen ve öğrencilerle bu meseleleri etraflıca konuş
tuk.
İşlerim pek çok olduğu için sana daha uzun yazama
yacağım. Çok çok gözlerini öperim. Oradaki bütün arka
daşlara selam ve sevgiler.
«Hakkı Tonguç»
Şüphesiz ki, bu girişim ve belgeler, Tonguç’un köy
enstitüsü konusunu, son amaç olarak belli bir sınıfın siya
sal alanda ağırlığını duyurması ve yönetime katılması şek
linde düşündüğünü göstermeleri bakımından da ilginçtir.
Bundan sonra Tonguç, ölümüne kadar, çeşitli dönem
lerde, çeşitli kişiler tarafından siyasal alanda çalışması için
ileri sürülen önermeleri kabul etmemiştir, örneğin ölümün
den kısa bir süre önce Alaattin Tiritoğlu tarafından birlikte
bir sosyalist parti kurarak çalışmaları için yapılan böyle bir
öneriyi, Tiritoğlunun evinde yapılan bir görüşmede, «Ti
ritoğlu, sen de, ben de şu Bahçelievler semtinde oldukça
iyi koşullar içinde oturuyoruz. Böyle bir yaşamı sürdüren
kişiler olarak, halka gidip peşimizden gelin dediğimiz za
man, bize inanacaklarını sanacak kadar onları saf mı sa
nıyorsun?» diyerek, nasıl geri çevirdiğini gülerek defalarca
anlatmıştır. Bu konuyla ilgili olarak aralarında bir mektup
laşma da vardır(M).
Tonguç’un siyasal eyleme girme konusunda asıl önem
sediği, kendisinin herhangi bir partiye katılarak çalışması
değil, köy enstitülerinden yetişmiş olanların belli İlkeler
çevresinde toplanarak kendi partilerini kurmaları ve sesle
rini duyurmaları idi. Şüphesiz ki, köy enstitülü olarak değil,
köylü sınıfını temsil eden bilinçlenmiş köylüler olarak! Bu
nu bekliyor, bunu umuyordu.
■ Sonuç
Tonguç’un toplumsal ve siyasal düşünleri konusunda
toplu bir sonuca varmak gerekirse önce şunu belirtmek iste
riz:
Onun yaşadığı çağda, onun düşündüklerinden çok daha
ilerisini düşünebilmiş, bunları ondan çok daha iyi, çok daha
bilgili bir şekilde söyleyip yazabilmiş birçok aydınlar ola
bilir. Ama onun düşünlerine ve yazdıklarına önem verip
incelemek gereğini duyuyorsak ve bunların gerçekten bir
W Ö zel a r ş iv : H a k k ı T o n g u ç v e A la a ttin T irito ğ lu ’n u n
b irb irle rin e y a z m ış o ld u k la rı b ir e r m e k tu p .
değeri varsa, bu önem ve değer, Tonguç eylem içinde bu
lunan, düşündüklerinin birçoğunu uygulayabilmiş bir kişi
olduğu içindir. İşbaşında bulunduğu süre içinde, başanlabilen işlerin manevi yanı bir tarafa, maddi varlık olarak
kabataslak 16.000 ilkokul öğretmeni, 500 kadar sağlık
memuru, 9000 eğitmen yetiştirilmiş, 600 kadar yapıya yer
leşmiş 20 köy enstitüsü, 7000 köy ilkokulu kurulmuş bir
kişinin düşünlerine bir göz atmanın herhalde gereği vardır.
İlerici aydınlar yaptıklarının değerini, düşünüp yazdıklarıy
la değil, uygulayıp gerçekleştirebildikleriyle ölçebildikleri
gün, ilerici akımları biraz daha ilerletmek olanağı buluna
caktır. Tonguç’un düşünlerinin anlamı ve değeri, bunların
uygulanmış olmasındadır.
özet olarak onun düşün sistemi nasıl belirlenebilir?
Bize göre Tonguç, herşeyden önce Türk toplumunun ta
rihsel gelişmesine, yapısına ve evrimine ana çizgileriyle
doğru teşhisler koymuştur, öncelikle içinde eyleme geçe
ceği kurtuluş savaşı sonrası Türkiye’sinin siyasal ve top
lumsal yapısını, Anadolu ihtilalinin duraklamasını, çıkma
za girmesini ve bir noktadan sonra noksan kalmasını, baş
ka bir deyişle burjuva devriminin tamamlanarak proleter
devrimine dönüştürülememesinin nedenlerini anlıyabilmiştir. Durumun kritiğini doğru olarak yapması, bu koşullar
içinde ona, siyasal olanakları kullanarak eyleme geçebilme
yolunu açmıştır. Eylemi bir çeşit devrimci taktiği sayıla
bilir: Koşulların alt yapı değişikliklerine elvermediği bir
ortamda, kendi alanında önemli bir derecede bağımsız dav
ranabilmek olanağını sağlamayı başarmış, ileride yapılacak
alt yapı değişikliklerini hızlandıracak uygulamalara giriş
miştir. Bu açıdan köy enstitüleri atılımı bir çeşit «devrim
için eğitim» atılımı sayılabilir. Amaç, sınıf bilinci uyandı
rılmış köylüler yetiştirmek ve evrimi bunların aracılığı ile
hızlandırmaktır. Ancak bilinçlenmiş emekçi sınıflar da
ha ileri süreçlere geçebilmeyi sağlıyacaklardır. Böylece
Tonguç, taktik yönden çağdaşı ilerici ve devrimcilerden ay
rılır; genel nitelikleri ile bir orta sınıf iktidarının azınlık
taki ilerici kanadı ile işbirliği kurarak, onların siyasal gü
cünden yararlanarak emekçi sınıflan bilinçlendirmeye gi
rişir. Bu, Türkiye’nin toplumsal ve siyasal koşullarının
doğru değerlendirilmesine dayanan ve teorik açıdan da
doğru bir taktiktir; emekçi sınıflann gücünün olmadığı
toplumlarda, ileri atılımlar elbette burjuvazinin tutucu ol
mayan kanadı ve ara tabakalara dayanılarak, onlarla işbir
liği yapılarak yürütülecektir. Tonguç, bu işbirliğinin sürek
li olmadığını, bir noktada burjuvazinin ve ara tabakaların
ikircikli olduklarını, en küçük bir siyasal denge bozuklu
ğunda anlaşmayı bozacaklarını bilir. Ama başka yol, bir
başka alternatif yoktur. Onun için elini çabuk tutmaya ça
lışır. Savaşın uzaması, yahut savaş sonrasının iç ve dış
siyasal, ekonomik koşullarının bu kadar hızlı olarak bu an
laşmanın bozulması yönünde gelişmemesi, bunun gecikme
si de şüphesiz ki yadsmamıyacak beklenebilir bir olanaktı.
Bu da Tonguç’un hesabının doğruluğunu gösterir.
Tonguç’un düşün sistemi, Türkiye’nin sınıfsız değil,
her toplum gibi sömüren ve sömürülen sınıflardan oluşmuş
bir toplum yapısı olduğu temeline dayanır. Türkiye’nin
yapısı gereği en çok ezilen ve sömürülen en kalabalık sı
nıf, köylü sınıfıdır. O halde bu yapı değişmediği sürece
işe bu sınıftan başlamak gereklidir. Yavaşlıyan, takılıp ka
lan evrimin hızlandırılmasında en önemli rolü bu sınıfın
bilinçlendirilmesi oynıyacaktır. Bunu sağlıyacak birçok
öğeler (bütün üst ve alt yapı değişiklikleri)nin yanısıra, eği
tim de bu amaca hizmet edecek bir araçtır.
Tonguç’un idealindeki toplum nasıl bir toplumdur?
Sömürünün yok edildiği, yoksulluğun kalktığı, sınıfsal iliş
kilerin sosyal adalet ilkelerine göre düzenlendiği bir top
lumdur. Onun toplum idealinde insana, insan kişiliğine
değer verilmesi, her araçla insan kişiliğinin özgürce gelişip
açılmasını, olgunlaşmasını sağlıyacak koşulların yaratılma
sı da önemli bir yer tutar. İnsan, yoksulluktan kurtulmayı
sağlıyacak bir araç değil, başbbaşına mutlu kılınması ge
reken bir amaçtır.
Onun düşün sisteminde evrensel gelişme, birbirini izliyen süreçlerin sürekli olarak ardarda dizilip gitmeleri, sü
rekli toplumsal evrim, önemli bir yer tutar. Köye ve köylü
sınıfına da yaşadığı sürecin gereği olarak eğilir. Günün
birinde o da değişecek, yeni sorunlar, yeni çelişmeler or
taya çıkacaktır.
Kısaca özetlediğimiz bu düşün sistemi uluslararası si
yasal terminolojiye göre nasıl nitelendirilmelidir? 1959’da,
ölümünden bir yıl önce kendisine çok açık olarak sordu
ğumuz bu soruya Tonguç’un karşılığı, uzun uzun düşün
dükten sonra şöyledir: Onun çalıştığı dönemde, bir tek
parti rejimi içinde, sınıfsal partilerin bulunmadığı, şekillen
mediği bir siyasal ortamda, bütün bunların bulunduğu toplumların doğal yaşamları içerisinde gelişmiş terimlerle, bu
süreçte bulunmıyan bir toplumda eyleme girişmiş kişileri
nitelemeye çalışmanın ne gereği vardır? Böyle bir adlan
dırma yapmacık olmaz mı? Ama ille de gerekiyorsa, ken
disi herhalde «sosyal demokrat» sayılabilir.
Başlangıçtaki sorusunda haklı olsa gerektir; onun ya
şadığı çağda, bütün ayrıntıları ve bizim toplumlunuzdaki
gelişmelerin getireceği şekillendirmeleri ile hepmizin üstün
de birleşebileceği siyasal terimler bizim kavramlarımız
olarak oluşmalıdır ki, bir tek sözcük ile onu nitelemeğe
kalktığımız zaman hepimizin anlayacağımız aynı olsun.
Ama bizde bu sürece daha gelinmemiştir. Onûn için de
gerçekten bu «sosyal demokrat» deyimi doyurucu olmaz,
bütün özellikleri kapsamaz. Neredeki, hangi süreçteki ve
hangi ülkedeki sosyal demokrat kavramı?
Belki de böyle bir değerlendirmeye girişmek, onun
belirttiği gibi yanlıştır; sorunu bu kadar basite indirgemek
doğru değildir. Şüphesiz ki, Tonguç sol bir kişidir, ama
ne kadar soldur? Bunu bir tek sözcük ile belirtmeye çalış
mak yerine, karşılığını eyleminde aramak çok daha doğru
olsa gerektir.
Sistem
Köy
O larak
Enstitüleri
Sistem olarak köy enstitülerini incelerken dayanacağı
mız kaynaklar 17.4.1940’da T. Büyük Millet Metlisinde
kabul edilen ve 22.4.1940’da yürürlüğe giren 3803 sayılı
(Köy Enstitüleri Kanunu) ile(1) 19.6.1942’de T. Büyük
Millet Meclisinde kabul olunan 4274 sayılı (Köy Okulları
ve Enstitüleri Teşkilat Kanunu) ve İlköğretim Genel Mü
dürlüğü tarafından hazırlanarak 30.11.1943’de bütün örgü
te gönderilen (Köy Okulları ve Enstitüleri Teşkilat Kanu
nu İzahnamesi) olacaktır(2). Özellikle son yasa ve bunun
la ilgili izahnamede konumuz bakımından bizi aydınlata
bilecek çok geniş ipuçları vardır. Sistemin niteliği, nasıl
işleyeceği, güdülen amaçlar bakımından üzerinde pek az
durulmuş, genellikle eleştiriciler tarafından incelenmemiş
olan izahname çok önemlidir. Ne yazık ki, bu önemi yine
sağcılar daha iyi kavramışlar ve yıkılış döneminde bu izah
name, Meclisçe kabul edilmiş yasayı (4274’ü) değiştirdiği,
(*J K öy E n s titü le r i K a n u n u , TB M M M a tb a a sı, A n k a r a
1940.
W K ö y O k u lla rı v e E n s titü le r i T e ş k ila t K a n u n u lz a h n a m e s i, M a a rif M a tb a a sı, A n k a r a
kendine göre yorumladığı, Meclisçe düşünülüp oynaylanmamış bir takım amaçlar gösterdiği gerekçesiyle saldırıla
ra uğramıştır. Bu belgelerin önemini anlıyan ve bunlara
dayanarak şimdiye kadar en ilginç ve objektif yorumlan
yapan, «Türkiye’de Köy Enstitüleri» kitabı ile Fay Kirby
olmuştur*31.
Sistemi anlıyabilmek için, önce kuruluşu, ilköğretim
kurumlanın ve örgütün ünitelerini görelim. Bunun için
en sağlam ve aynntılı bilgi veren kaynak, biraz önce de
ğindiğimiz 4274 sayılı yasa ve bunun izahnamesidir. Ge
rek yasa, gerekse izahname alışılmışın dışında çok aynntıIı olarak hazırlanmıştır. Yasa 71 maddedir ve bir hayli
uzundur. İzahname ile, yasanın getirdiği kavram ve hü
kümler daha da geliştirilmiş, genişletilmiştir. Bunlar okun
duğu zaman, niçin bu kadar ayrıntılara irkildiği anlaşılır;
bu yasa ile getirilmek istenenler o kadar alışılmışın dışın
da, o kadar yürürlükte olan yasalardan değişik ve bazıla
rıyla uyuşmazlık içerisindedir ve bütün bunlar o kadar de
ğişik bir görüş ve anlayış ile hazırlanmıştır ki, uygulamayı
sağlamak, uygulayıcıların düşecekleri birçok çekingenlik
leri önlemek, ancak ayrıntılara girmekle elde edilebilecek
ti.
H Köy Okulları
Örgütün temel birimi 4274 sayıh yasanın 1. Maddesine
göre «köylerde resmi, mecburi ve parasız ilk öğrenim okul
ları ve kursları»diTw . Bunlar şöyle sıralanabilir:
1. Eğitmenli köy okulları (üç sınıflı).
2. Öğretmenli köy okulları (beş sınıflı).
3. Öğretmenli ve eğitmenli köy okulları (beş sınıflı).
(il T ü rk iy e d e K öy E n s titü le ri, F . K irb y , im e c e y a y ın la rı,
A n k a r a 1962, s. 248-317.
W K öy O k u lla rı v e E n s titü le r i T e ş k ila t K nııım ıı İz a h n a m e s i M a a r if M a tb a a sı, A n k a r a 1943, s. 8-13.
4. Pansiyonlu veya pansiyonsuz bölge köy okulları
(daha çok eğitmenli okulların yoğun olduğu bölgelerde açı
lırlar, beş yıllıktırlar. Buna orta dereceli bir meslek öğre
nimi kademesi eklenir).
Buraya kadar saydıklarımız 6 - 1 6 yaş arasındaki köy
çocuklarının zorunlu olarak gitmeleri gereken okullardır.
5. Akşam okulları. 16 yaşm üstündeki vatandaşlar
için açılırlar, öğrenim sonunda ilkokul diploması verirler.
6. Köy ve bölge meslek kursları. Köylü vatandaşlara
köyde geçerli herhangi bir mesleği öğretmek için açılacak
kurslardır. Bunlar köydeki öğretmenin kendisinin bu konu
lardaki bilgisine, köy okulunun işlik durumuna göre köy
ilkokullarında veya bölge okullarında açılırlar ve kursu ba
şarı ile bitirenlere birer belge verilir.
■ Uygulamada Erişilen
Öngörülen bu okul ve kurslardan geniş ölçüde gerçekleştirilebilenler üç yıllık eğitmenli köy okulları, beş yıllık
öğretmenli ve eğitmen ve öğretmenli köy okulları ile beş
yıllık bölge okulları olmuştur. Tonguç’un verdiği bilgiye göre(5) 1935 - 1936 ders yılı ile 1946 - 1947 ders yılı başı
arasında 8675 eğitmen yetiştirilmiş, bunlar 7090 köyde
okul açmışlar ve toplam olarak 1946 - 1947 ders yılı ba
şında bu okullarda okumakta olan öğrenci sayısı 211.512
olmuştur. İstatistikler incelenirse ortalama bir hesapla yi
ne aynı süre içerisinde 5542 enstitü çıkışlı öğretmen ye
tiştirildiği, 1946 - 47 ders yılı başında köy enstitülerindeki
öğrenci sayısının yılda 3000 öğretmen mezun edecek şeküde ayarlanmış olduğu 16.400 öğrenci bulunduğu ve yine bu
süre içinde köylerde 8000 okul açıldığı anlaşılmaktadır.
Okul yapımı işleri de yılda 3000 köy okulu yapılmak
(>) C a n la n d ırıla c a k K öy, 1. H a k la
T on g ııç, R e m z i K i
ta b e y i, İ s ta n b u l 1947, s. 513. 497.
üzere planlanmıştı. Bu duruma göre, yani tasan uygulanabilseydi 1956’da okulsuz tek köy ve okutulamıyan tek ço
cuk kalmıyacaktı. Ayrıca aynı süre içinde, yani 1947’ye
kadar köy enstitülerinden 521 sağlık memuru ve ebe çık
mıştır. Yine 1956 yılında her 8 - 1 0 köye bir sağlık me
muru ve ebe verilmiş olacaktı(6). Bölge okullarına gelince,
İnönü’nün 1945 ve 1946 yıllarındaki konuşmalanndan(7)
1944 yılında 258 bölge okulu açıldığını, 1945 yılı sonun
da elde 578 bölge okulu bulunduğunu anlıyoruz. 1946’da
bütün ilkokullarda 1.357.200 öğrenci bulunduğu anlaşılı
yor. 1935’lerde bunun 380.000 çevresinde olduğu düşünü
lürse, geçen süre içindeki artışın 970.000 çevresinde oldu
ğu anlaşılır.
■ Kademeli Örgütleme
Köylerdeki bu temel ünitelerin bulunduğu köylerden
gerekli kadarının bir araya getirilmesi ile birer gezici öğ
retmen veya başöğretmen bölgesi kurulur (madde 2)(8). Ge
zici öğretmenlik veya gezici başöğretmenlik bölgelerinden
gerekli kadarı bir araya getirilerek bir ilköğretim bölge mü
fettişliği kurulur (madde 3)t9). Çeşitli bölge ilköğretim mü
fettişliklerinin bir araya gelmesi ile de bir köy enstitüsü
bölgesi ortaya çıkar (madde 4)(10).
Görülüyor ki, şu şekilde kademeli bir örgüt söz ko
nusudur:
1. Köylerdeki üniteler (okul, kurs, akşam okulu),
fW N ed en K öy E n s titü le ri, Ş e rif T ek b en , T. M. G en çlik
T e şk ila tı, g e n ç lik y a y ın la rı N o. 2 , İ s ta n b u l 1962, s.
13, 22, 32, 33.
Ot İlk ö ğ re tim K a v ra m ı, t. H a k k ı T o n g u ç,
R em zi K i
ta b e y i, İ s ta n b u l 1946, s. 398,402.
W K öy O k u lla rı v e E n s titü le r i T e ş k ila t K a n u n u Iz a h n a m e si M a a rif M a tb a a s ı A n k a r a 1943, s. 13.
IV a.g .e. s. 18.
fi»; a.g .e. s. 20.
2. Ortalama her 1 0 -1 5 köy için bir bölge okulu.
3. Ortalama 15 - 30 köyü birleştiren bir gezici başöğ
retmenlik kesimi.
4. Ortalama 3 - 5 gezici başöğretmenlik bölgesini bir
leştiren bir bölge ilköğretim müfettişliği kesimi.
5. Ortalama 1 0 -2 0 ilköğretim müfettişliğini birleş
tiren bir köy enstitüsü bölgesi.
6. 20 kadar köy enstitüsünü ve bütün örgütü yöne
ten İlköğretim Genel Müdürlüğü.
(Yazarı notu: Kesimleri meydana getiren ortalama sa
yılar sonraki uygulamalara bakarak çıkarılmıştır, yasada
şe izahnamede sayı yoktur.)
Kuruluş olarak, bu örgütte dikkati çeken ilk özellik,
daha önceden bulunan ve (mülki taksimata) uyan, köyde
ilkokul, ilçede Milli Eğitim Memuru, İlde Milli Eğitim Mü
dürü şeklindeki kademelendirmeye bu yeni örgütün uyma
masıdır. Eski örgüte dokunulmamış, fakat biraz sonra
göreceğimiz şekilde yeni örgütün işlemesi geniş ölçüde bu
eski örgütten alınarak herbiri birkaç ilden meydana gelen
köy enstitüleri müdürlüklerinin görevi yapılmaya çalışılmış
tır. Yeni örgüt ancak sınırlı yetki ve görevlerle eskisine
(yan bağlantılar) diyebileceğimiz ilişkilerle bağlanmıştır.
Eski örgüt, daha çok kent ve kasabalardaki görevlerini es
ki statüsü içerisinde yürütmeyi sürdürecek, köyler üzerinde
asıl insiyatif yenisine geçecektir.
■ Yüksek Köy Enstitüsü
Yeni kademelendirmeye bu yasada bulunmıyan iki
önemli kuruluşu daha eklemek gerekir. Bunlardan birincisi
köy enstitülerine öğretmen yetiştirecek ve bütün sistemin
karşılaşacağı sorunları bilimsel olarak inceliyerek çöze
cek olan Yüksek Köy Enstitüsüdür. Bir yasa ile değil, bir
kararname ile açılmıştır. Bu durum sonradan yüksek köy
enstitüsünün Reşat Şemsettin Sirer’in Bakanlığı sırasında
kapatılmasını çok kolaylaştırdığı gerekçesiyle eleştirilecek;
eğer bir yasa ile kurulmuş olsaydı, bu işin zorlaşacağı
söylenecektir. İkinci önemli kuruluş ise, üyeleri çoğunlukla
seçimle gelen ve öğrencilerin temsilcilerinin de üye olarak
bulunacağı Yüksek Köy Enstitüsü Yönetim Kuruludur. Bu
iki kuruluşa ayrıca değineceğiz. Son Kurulun önemi, bütün
örgüt üzerindeki bir takım karar ve hatta yürütme yetki
lerinin Genel Müdürlükten bu kurula geçmesi yönündeki
çabadır. Eğitim ve demokratik yönetim tarihimiz bakı
mından son derece ilginç bir girişimdir.
Şimdi bu kuruluş ve ünitelerin özellik ve görevlerini
inceliyelim:
■ Köy Öğretmeninin Görevleri
Köy eğitmen ve öğretmenlerinin görev ve yetkileri
çok ayrıntılı olarak 10. maddede ve izahnamede belirtilmiştir.(11). Bunları şöyle özetliyebiliriz: Bu görev ve yetki
ler okul ve kurslarla ilgili, köy halkını yetiştirmekle ilgili
olarak ikiye bölünmektedir. Bunları anlıyabilmek için ön
ce köy okulunun yalnız derslik değil, aynı zamanda köyde
geçerli bir sanatın yapılacağı bir işlik ve tarla, sebze bah
çesi, fidanlık, bölgesine göre hayvancılık, arıcılık, balıkçı
lık çalışmalarının yapıldığı bir ekonomik ve teknik merkez
olduğunu hatırlatmalıyız. îşte böyle bir kuruluşu işletecek
olan köy öğretmeni, okul ve kurslarla ilgili işler bakımın
dan öğrencilerin öğrenim ve eğitim çalışmalarıyla birlikte
bütün bu ekonomik çabalan yürütmek, «köy okulu işliğini,
köylülere de yararlı olabilecek şekilde» çalıştırmak, öğren
cilerin sağlığı ile ilgilenmek, bulunduğu teftiş bölgesindeki
diğer köylerin okul yapımı, fidanlık v.b. gibi işlerine yar
dım etmekle görevlidir. Köy halkını yetiştirmekle ilgili ola
rak da görevleri şunlardır: Kültür yönünden halkı yetiş
tirmek, «köyün ekonomik hayatını geliştirmek için köylüle
re örnek olacak işler» yapmak, «istihsalin arttırılması ve
ürünlerin kıymetlendirilmesi, köy iş hayatının canlandırıl
masıyla ilgili tedbirlerin alınmasında köylülere gereken yar
dımlarda bulunmak, pazar, sergi, panayır... gibi ekonomik
hayatın gelişmesiyle ilgili kuruluşlarla halkı ve talebeyi
ilgilendirmek... ormanların faydalarını ve korunmalarını
anlatmak», «köy halkının saadet ve felaketiyle ilgili bü
tün işlerde elden gelen her türlü yardımı yapmak, gerekli
koruyucu tedbirleri almak ve bu gibi hallerde hükümet
teşkilatını ilgilendiren işleri zamanında yazı ile ilgililere
bildirmek veya gidip haber vermek... her türlü kooperatifle
ri kurma ve işletme gibi hususlarda köylülerle işbirliği yap
m ak» v.b...
İzahnamede bu madde için yazılmış şu satırlar ilginç
tir: «...B u madde köyü, yetişmekte bulunan ve yetişmiş
olan halkı ile birlikte öğretim, eğitim ve bu yönden teşkillendirme bakımlarından bütün olarak maarif alanında
çalışanların ve çalışacak olanların ellerine vermektedir...
Köylüye yapılacak işleri ağırlık getirmeden gönül hoşluğu
ile yaptırmak, asıl olacaktır... Köy öğretmen ve eğitmenle
ri ekonomik bakımdan tutunmak için ne yapmak gerekiyor
sa onu yapacaklar ve çiftçilik işletmelerini kuracaklardır...
Mahsulü kıymetlendirme imkanlarını araştırarak bulacak
lardır... Demircilik, dülgerlik, inşaatçılık, arabacılık gibi
el sanatlarının yapılacağı işliklerde ziraat aletlerinin ona
rılması, köy okulu ve köy evi ile ilgili eşyanın yapılması
esas tutulacaktır... Zamanla bu işliklerin en az on kişiyi
çalıştıracak düzende cihazlandırılmasına çalışılacaktır...
Köy okulu işliğinin sahibi, vazife başında bulunduğu süre
ce öğretmen veya eğitmendir... Okul talebesinin öğretim
ve eğitiminde bu talebeyi köylünün işlediği ve geçim vasi-
tası yaptığı toprak işleri ve diğer köy ihtiyaçları ile yoğur
mayı birinci planda tutmalıdırlar... Köy kültürüne uygun
düşecek sosyal eğitim ve öğretim tedbirleri ekonomik ted
birleri getirici, hazırlayıcı mahiyette olacaktır... Köyde
tatbik edilen öğretim ve eğitim her talebeyi, köyün sosyal
işlerinde umumi menfaat için ferden çalışmaya ve komşu
larla işbirliği yapmaya içten istekli hale getirecektir... Bu
kanunun ruhu yapıcı oluşunda görülür. Onun içindir ki,
birçok maddelerinde birlikte çalışmak, yardımlaşmak, iş
birliği yapmak gerektiğini anlatan hükümler vardır... Y a
pılacak işler pek çoktur... 40.000 köyün içi ve dışı değişe
cek, yeniden kurulacaktır, tş büyüktür ve tek tek kalırsak
cürmümüz buna yetm ez... Talebelere harcadığımız emeği
ana ve babalara da cömertçe harcamamız lazımdır. Tale
benin ruhuna ektiğimiz tohumları ana ve babaların idrak
ve zihniyetlerinde de tutturduğumuz... taktirde köyün kur
tuluşu ümitleri tahakkuk edecek ve bu çalışmalardan
canlı, hareketli köy doğacaktır...»
Görülüyor ki, burada amaç, köy okulunu ve öğret
menini bir ekonomik gelişmenin, farklılaşmanın merkezi
yapmaktır. Köyde ekonomik farklılaşmayı, meslekleşmeyi
arttırırken, bütün bu çalışmalar elden geldiği kadar, işbir
liği ile, «kollektif» çalışma ile yürütülecektir. Kimse bu
na zorlanmıyacak, ama inandınlacaktır. Öğretmen, birinci
derecede okuma yazma öğreten kişi olarak değil, bu süreci
hızlandıracak, bilinçlenmeyi kolaylaştıracak kişi olarak
öngörülmüştür.
■ Baltalayıcılara Karşı Ceza
11.
madde bu çalışmaların baltalanmasına kaçşı
zai müeyyideler getirmektedir ve dikkate değer(12): «Onun
cu maddede yazılı işlerin gerçekleştirilmesi için ilgili köy
lüler... eğitmen ve öğretmenlere yardım etmek ve onlarla
işbirliği yapmak vazifesiyle mükelleftirler.. Bu mükellefiyet
ten kaçınanlarla işleri aksatanlar ve bu işlere fesat karıştı
ranlar hakkında eğitmen ve öğretmenlerin ihbarı üzerine..»
yapılacak cezai işlem anlatılmaktadır. Burada 3 - 1 5 gün
hapis ve 5 - 25 lira arasında para cezası öngörülmektedir.
Bizce bu madde devrimcilik açısından önemlidir. Ceza
sayılabilecek davranışların sınırının genişliği ve işlemin öğ
retmenin insiyatifi ile başlaması, ancak gerçek bir devrim
geçirmiş ve köyde önemli alt yapı değişiklikleri yapmaya
kararlı toplumlarda görülebilecek derecede ileri ve radikal
bir hüküm getirmektedir. Bu, diğer örgütleri öğretmeni
görevinde desteklemeye çağıran ve öğretmene devletin ar
ka çıkmasını sağlamaya çabalıyan bir girişimdir. Yönetim,
güvenlik, adliye örgütleri ne ölçüde bu hükmü uygulaya
caklardır? Bu elbette içinde bulunulan çelişmeli durumda
önemli ve çok tartışma götürür bir sorudur. Ama çelişmeli
yapı içerisinde böyle bir maddenin çıkartılabilmiş olması
bile bize göre devrim tarihi bakımından bir başarıdır, öteyandan öğretmene verilen böyle bir yetkinin gereksiz yere
ve sık olarak kullanılması sonucu, girişilmesi düşünülen
atılımlara karşı bütün köylüde tepki uyandırması tehlikesi
vardır. Maddenin hedefi kimlerdir? izahnamede şu sözler
var: «Bu işleri (onuncu maddede yazılı görevleri) kanuni
müeyyidenin tatbikini akla getirmeden köylüye kabul ettir
mek ve onların içlerine sindirmek gerektir. Onbirinci mad
de hükümleri, köy topluluğuna değil, köyün sosyal haya
tına kasıtla aykırılık ve bozgunculuk yapacak tektük adam
lar içindir...» Bu sözlere bakarak maddenin hedefinin köy
deki sömürücü, ağa olduğunu söyliyebiliriz. Bütün cum
huriyet döneminde devletin ana ilkelerine göre yetiştiril
miş bir görevliyi ve onun köylü çıkarına yürüteceği görev
leri ağaya karşı koruyan, seyrek rastlanan bir hüküm olması
bakımından bu madde ilginçtir.
■ Bölge Okulları
Sistemde önemli bir yer tutan bölge okulları, kendi
bölgelerinin küçük çapta bir köy enstitüsü olarak düşünül
müştür. Bunlar pansiyonlu (yatılı), yatılı - yatısız, yalnız
gündüzlü olarak öngörülmüştür. Pansiyonlu olanlara böl
gelerine giren köylerden en yetenekli çocuklar alınır (mad
de 14). Bunlar köylü hesabına okutulur. Yiyecekleriyle
yatak takımları kendi köylerinin ihtiyar heyetlerince sağ
lanır. Ayrıca bütün bölge okullarına kendi hesabına oku
yacak öğrenciler de alınırlar. Öğrenci seçiminde izahnameye göre şunlara öncelik verilir; Sağlık ve yetenek bakımın
dan elverişli olanlar, fenni tarım usullerini kendi aile iş
letmelerinde uygulıyan köylülerin çocukları, gazi ve şehit
çocukları, köyün kamu hizmetlerinde çalışanların çocukla
rı, dul kadınların çocukları, sakat ve kötürüm olanların
çocukları'13’. Bölge köy okulları köy okulları gibi görev
yaparlar. Bunların da arazileri, işlikleri vardır, ilkokul öğ
reniminden sonra orta dereceli bir meslek öğrenimi de verir
ler ve öğrencileri teknik okullara hazırlarlar. Tonguç bölge
okullarının amaçlarını şöyle sıralıyor(14): « ...Üç sınıflı
eğitmenli köy okulunu bitiren çocuklara ilkokulun 4. ve 5.
sınıfını da bitirme imkanını sağlamak, tam teşkilatlı ilk
okulu bitiren köy çocuklarını bunlar onaltıncı yaşın sonu
na gelinceye kadar tarımsal ve teknik karakterde bir orta
öğretim kurumuna kavuşturmak, bölgeye giren köylerdeki
okulların gelişmeleriyle ilgili fidanlık, deneme tarla veya
bahçesi, kooperatif, revir ve dispanser, işlik, aşım durağı,
sinema, kitaplık, açık hava tiyatrosu, spor ve oyun alanı
gibi tesisleri; bölge okulunun bulunduğu köylerde vücuda
getirerek bölge içinde bir kültür merkezi yaratmak, bölgea-g.e. s. 42-44.
i 14i C a n la n d ırıla c a k K öy, 1. H a k k ı T o n g u ç, R em zi Kita b e v i, İ s ta n b u l 1946, s. 648-649.
deki köylülerin
sağlamak...»
buradan geniş ölçüde
faydalanmalarını
■ Köylülerle Ortak İşletmeler
Bölge okulu çalışmalarına köylülerin de katılması ön
görülmektedir. 23. maddeye göre(15) okuldaki bütün kuru
luşlar ve «bölge köylerinin ortak malları olarak tesis edi
lecek fidanlık, dutluk, kavaklık, çayırlık gibi kuruluşlar,
bölgeye giren köylerde oturan köylülerin birlikte çalışma
larıyla ve gelir kaynaklarına uygun olarak bu köylerin büt
çelerine her yıl için bu maksatla konulacak tahsisatla mey
dana getirilir». Ayrıca imece ve doğrudan doğruya çalışa
rak da köylüler bu gibi kuruluşların yapımına katılırlar.
Görülüyor ki, bu madde ile, köylerde kollektif çalışma ile
meydana getirilecek bir takım kamusal tarım işletmeleri
kurulması yönünde bir gelişim sağlanmak istenmiştir. Yine
aynı maddede «bölge okullarındaki kurumlardan bölge
içindeki köyler halkı beraberce faydalanırlar. Bu okullar
dan köylülere üretilmek üzere verilen tohumlar, fidanlar
ve damızlıklar için hiçbir para alınmaz» denilmektedir. Bu
madde ile öngörülen çalışma şeklinin, küçük toprak mül
kiyeti olan köylerde üretim alanlarının büyük ve ortak
işletmeler durumuna getirilmesi, büyük toprak mülkiyeti
olan köylerde ise, yeni bir ekonomik alternatif ve güç ola
rak ağanın karşısına çıkacak kollektif işletmeler kurulması
yönünde olduğu ortadadır. îzahnamede ise «bölge okulla
rından üretilmek üzere verilen tohumlar, fidanlar ve damız
lıklar hiçbir surette bunları alan köylüler tarafından da pa ■
ra ile başkasına satılamaz. İşletmekte, ekimde, dikimde, ba
kımda konu komşuya örnek olacak şartları yerine getirmiyenlere ve bu işlerle ilgili esasları göz önünde tutarak harei|5‘ K ö y O k u lla rı v e E n s titü le r i T e ş k ila t K a n u n u İz a h n a m e sl, M a a rif m a tb a a s ı, A n k a r a 1943, s. 57-61.
ket etmiyerılere bölge okulundan birşey verilmez.» gibi yar
gılarla bu yeni yöndeki çalışmaların ekonomik çıkarlarına
uymıyanlar tarafından baltalanması ve yapılan yardımla
rın ekonomik gücü fazla olanların elinde toplanması ön
lenmek istenmiştir.
■ Bedensel Çalışma Yükümü
Bu gibi işlerin ve köylerde okul yapımının imece ge
leneğine uygun olarak köylünün doğrudan doğruya çalış
masıyla yapılması şeklindeki yargılar, sonradan uygula
mada çevresinde en fazla gürültü koparılan maddeler ol
muştur. Bu yargılar, maddi olanakları, parası çok sınırlı
ve kıt olan toplumlarda topyekun girişilecek işlerin, bütün
ülkeyi kapsıyan kampanyalara (pilot bölge çalışmaları de
ğil!) ancak bu işlerden ve kampanyalardan yararlanacak
olan yurttaşların bedensel çalışma ile katılması sonucu b a
şarıya ulaşabilecekleri kanısından doğmaktadır. Tonguç’un
bu konudaki düşünlerine daha önceki bölümlerde değin
miştik. Ona göre, halkın yararına yapılan işlere halkın
emeği ile katılması angarya demek değildir, bu imecedir ve
bizde geleneği vardır. 25. madde(16) şöyle der: «Köy hal
kından olan veya en az altı aydanberi köyde yerleşmiş bu
lunanlardan 18 yaşını bitiren ve 50 yaşını geçmiyen her
vatandaş, köy ve bölge okulları binalarının kurulmasına, bu
binalara su temin edilmesine, okul yollarıyla bahçelerinin
yapılmasına ve bunların onarılmasına münhasır işler ta
mamlanıncaya kadar yılda en çok yirmi gün çalışmaya
mecbur tutulur... Köylerde arazi veya bahçeleri olanlar ve
bunlardan yarıcılık veya işçi çalıştırmak şeklinde faydalan
makla beraber köy dışında oturanlar bu maddede yazılı
yirmi günlük mükellefiyeti mahalli rayice göre işçi ücretini
köy sandığına yatırmak suretiyle ifa ederler...» İzahname-
de bu gibi işlerin köyde zaten buna benziyen imece gele
neği ile yapıldığı belirtildikten sonra «bu müddetin ve gün
lerin köylünün hepsinin iş ve hasat gibi geçim ve ekono
mik durumlarının düzenini bozmıyacak şekilde, inşaat ve
görülecek işe elverişli aylarda olmasına bilhassa dikkat edi
lecektir...» denilmektedir. Yasama ve izahnamede bu yü
kümün uygulanmasını ilgilendiren çok geniş ayrıntılar var
dır. 24. madde ile her tip köy ve bölge okulu ile köy ens
titülerinin yapımı için devlet ormanlarından parasız keres
te verileceğinin belirtilmesinden sonra(l7), 28, 29 ve 30.
maddeler ile köy okullarına verilecek arazi konusu ele alınmaktadır(18):
■ Öğretmene Arazi
Köy sının içinde tarıma elverişli topraklardan
öğretmenin ve ailesinin geçimine, okul öğrencileri
nin ders uygulamalanna yetecek bir miktar arazinin
satın alınması ve kamulaştırılması öngörüldükten son
ra, bunun bölge ilköğretim müfettişi, bir öğretmen veya
eğitmen, gezici başöğretmen, köy muhtan ve köy ihtiyar
meclisinden bir üyeden meydana gelecek bir kurul tarafın
dan saptanacağı, her köyün arazi durumuna göre beş n ü
fuslu bir ailenin geçimine yetecek miktarda ve cinsde bir
arazinin ayrılacağı, devlet arazisi olan yerlerin tercihan
kamulaştırılacağı, okula tahsis edilen arazi üzerinde mey
dana getirilen gayrımenkuller ve tesislerin okulun bulundu
ğu köyün malı sayılacağı, bunların görevli eğitmen ve öğ
retmen tarafından kullanılacağı belirtilmektedir. Kamulaş
tırma, itirazlar, bunların sonuca bağlanması konusunda
geniş ayrıntılara girilmektedir.
■ Atamalar
Köy okulları ve köy bölge okullarının incelemesini bi
tirmeden önce, biraz da bu okullara öğretmen ve eğitmen
atanmasında öngörülen esaslara değinelim; çünkü bu ko
nuda da daha önceki uygulamalara uymıyan yönler vardır.
Temel ilke, öğretmen veya eğitmeni kendi köyüne ata
maktır. Çeşitli nedenlerle bu yapılamazsa, kendi köyünün
yakınındaki, kendi ilçesi sınırları içindeki bir köye atanır
lar. Buna da olanak bulunamazsa komşu ilçeye atanırlar.
Ve durum elverişli oldukça kendi köylerine doğru kaydırı
lırlar. (Madde 2). Fakat izahnameye göre(,9) «köy öğret
menlerinin tayin edildikleri köylerde okulla, şahıslarının ve
ailelerinin geçimi ile ilgili işlerde temelleşerek çalışmaları
şarttır. Umumi bir esas olarak öğretmenler hakkında na
kil muamelesi tatbik edilmiyecektir.» denmekte, kendi kö
yüne doğru kaydırma işleminin bile«A:öy enstitüsü müdür
lerinin teklifi ve kendi istekleriyle nakledilebilecekleri» ve
bir bölge içinde veya diğer bir bölgeye nakillerinin ise
«bölge gezici öğretmen veya başöğretmeni, ilköğretim mü
fettişi ve köy enstitüsü müdürlüğünce müşterek raporla va
lilik yoluyla Vekilliğe teklif edileceği» söylenerek nakil iş
lemleri olağanlıktan çıkarılmakta ve zorlaştırılmakta, Ba
kanlığın veya başka bir kademenin keyfi hareketi önlenmek
tedir. Bize göre bunda güdülen amaç ikidir: öğretmeni her
an nakil bekliyen memur durumundan kurtarmak ve çalıştığı
köyün oraya yerleşmiş vatandaşı durumuna getirmek, çev
renin onu köyden bir kişi saymasını, ona memur gözüy
le bakmamasını sağlamak ve öğretmeni hoşa gitmiyecek
çalışmaları ve düşünlerinden, davranışlarından ötürü po
litikacıları, diğer memur ve üstlerin keyfi atamalarından
kurtarmak.
Yine 2. madde ile öngörülen yargıları göz önünde
tutarak, bir başka kademeyi incelemeye geçelim:
■ Gezici Başöğretmenler
Bu şekilde atanan «öğretmen ve eğitmenler resmi iş
leriyle ilgili her türlü hususlarda gezici öğretmen veya gezi
ci başöğretmenlerle ve kanunda yazılı hallerde muhtar ve
ihtiyar meclisiyle muhabere ve münasebette bulunurlar»
denmektedir.
İzahnamede «ikinci madde hükmüne göre eğitmen
ve öğretmenlerin vazife ile ilgili her türlü işlerini görmek,
bunların kaza merkezlerindeki işlerini takip etmek; eğitme
ni öğretmeni ve köy halkını yetiştirmek, ziraat işlerinin ge
lişmesini sağlamak ve Ziraat Vekilliği, Valilik teşkilleriyle
işbirliği yapmak hususlarında gezici öğretmen veya baş
öğretmenler birinci derecede vazifeli sayılmış ve mesul tu
tulmuşlardır. Eğitmenli, öğretmenli bölgeler bu kanunun
gerçekleştirmek istediği köy okulu teşkilatının iç ve idare
temelidir...» denmektedir. Gezici öğretmen veya başöğret
menler, bölgelerinde bu yasa ile ilgili görevleri yaparlarken
ilçe merkezinde görülecek işler bakımından İlçe Milli Eği
tim Memurluklarına bağlıdırlar. Fakat «idare, eğitim, öğre
tim, ziraat, sanat, sağlık korunması, çocuk bakımı ve köy
halkını yetiştirme gibi işler yönünden ilköğretim müfettiş
leriyle, muhtarlıklarla ve nahiye idareleriyle muhabere ve
münasebette bulunurlar. (Bunlar) bölge ilköğretim müfet
tişliği münhal olduğu takdirde... (bu işler bakımından) ge
rektikçe köy enstitüsü müdürlükleriyle doğrudan doğruya
muhabere ve münasebette buluniırlar...»
Böylece, formalite bakımından eski kademelere, İlçe
Milli Eğitim Memuru aracılığı ile 11 Milli Eğitim Müdür
lüğü ve Valiliklere bağlı imiş gibi gözüken Gezici Baş
öğretmenler, köylerde görecekleri asıl önemli görevler ba
kımından onlann insiyatifinden çıkanlmakta ve bölge ilk
öğretim müfettişliği kanalı ile doğrudan doğruya köy ens
titüsü müdürlüğüne bağlanmaktadırlar.'Ayrıca muhtar ve
ilçe yönetimleriyle II yönetiminin aracılığı olmaksızın ya
zışma ve ilişki olanakları da kendilerine verilmektedir.
Uİlköğretim Müfettişleri
Buna benzer esaslar, bir üst kademe olan bölge ilköğ
retim müfettişlikleri için de söz konusudur. 3. maddeye
göre(20) gerektiği kadar gezici başöğretmenlik bölgelerinin
bir araya gelmesinden kurulan bölge ilköğretim müfettişle
ri «bölgelerindeki okulları ilgilendiren idari işler bakımın
dan Maarif Müdürlüklerine bağlıdırlar. Bölgelerinde çalı
şan eğitmen, öğretmen, gezici öğretmen ve gezici başöğret
menlerin, köy enstitülerini ilgilendiren işleri yönünden o
kesimdeki köy enstitüsü müdürlükleriyle işbirliği yapar
lar». Bu esaslara ek olarak, aslında bir denetleme organı
olan bölge ilköğretim müfettişliklerinde alışılagelmiş denet
leme kavram ve görevinin de dışına çıkılmıştır. Bu da ya
sanın önemli özelliklerinden biridir. Yasa ile bunlara yalnız
denetleme değil, kesimlerini yönetme görevi de verilmiştir.
Yasanın 1. maddesinde yazılı görevlerin kendi kesimlerin
de yerine getirilmesinden sorumludurlar. Böylece, uzun sü
relerle okullarda kısa bir denetleme yaparak yalnız öğret
menin çalışması üzerinde olumlu veya olumsuz rapor ver
meye dayanan, olumsuz sonuçlardan ötürü hiçbir sorum
luluk taşımıyan geleneksel denetleme sistemine son veril
mek istenmiştir. Müfettiş, kesimindeki aksaklıklardan, ba
şarısızlıklardan sorumludur. «Birinci maddede yazılı okul
ların gelişme ve yükselmesiyle ilgili işleri planlaştırmada
köy enstitüsü müdürleriyle işbirliği yapmakla» da yüküm
lüdür.
■ Köy Enstitüsü Bölgeleri
Bir üst kademe olan köy enstitüsü müdürlükleri 4.
maddeye göre(71) «kendi kesimlerine giren valiliklerin (Ya
zarın notu: bu pratik bakımdan 3 - 4 il demektir) köyle
rinde çalışan eğitmen, öğretmen, gezici öğretmen ve başöğ
retmen, ilköğretim müfettişlerine bu kanunda yazılı esas
lara göre her türlü yardımlarda bulunurlar. Köy okulları
nın gelişme ve yükselmesiyle ilgili işleri planlaştırırlar.»
îzahnamede şu sözler vardır: «Köy enstitüleri müdürlük
leri, köy okullarında yetiştirilecek talebe ve köylü halkın
geleneğini, işini, ekonomik hayatını iyice tanıyarak onların
hayatlarının gelişmesine elverişli öğretim ve eğitim esasları
bulacaklar, benliklerine sinecek kıymetler yaratacaklardır.
Köylünün çiftçilik yapmak, köy iktisadı içinde bulunmak
ve köy topluluğuna mensup olmak bakımından tek başına,
çaresiz kalmalarını önliyecek şekilde imeceleşmesine, yar
dımlaşmasına, birlikte çalışmasına uygun eğitim ve öğretim
esasları bulmak enstitülerde çalışanların en önemli işleri
arasında yer alacaktır... Köy okullarının öğretimi, eğitimi
ve her türlü tatbikatı, köy iş hayatına, anaların, babaların
birlikte çalıştıkları çiftlik hayatına, çocukların da bu haya
tı severek katılmalarını temine yaramalıdır... Bu enstitü
lerin bütün teşkilatı, kendi kesimlerindeki köylerde iş ya
rattıkça ve bunları tahakkuk ettirdikçe hakiki görevini bul
muş sayılacaktır. Bu anlayışa göre köy enstitüleri, kendi
tarlalarının, tatbikat bölgelerinin hududu içinde kalmama
lı ve mutlak surette kesimlerinin en uzak köyünde dahi...
tesir edici durumda olabilmelidirler... Enstitü idareleri her
işi günlük, haftalık, mevsimlik, yıllık planlara bağlıyarak
ilgilileri bu planlara göre çalıştırmaya alıştırmalıdırlar...*
Görülüyor ki, enstitü kademesinde diğer daha aşağı
daki kademelerde bulunmıyan yeni görevler ortaya çıkmak
tadır. Bir kere enstitü, kendi kesimi bakımından bir çeşit
beyin olacak, hatta bilimsel yönden kesimini inceliyecek,
girişilecek işleri, uygulanacak taktikleri saptıyacaktır. Ay
rıca bütün kesimde yapılacak işlerin ayrıntıları ile planlan
ması enstitünün görevidir. Böylece yapılacak çalışmalarda
planlama kavramı da uygulamaya sokulmuş olacaktır. Baş
ka bir önemli nokta, «imeceleşmek, yardımlaşmak, birlik
te çalışmak» deyimleri ile güdülen amaçtır. Bu, hiç şüp
hesiz, köylüyü ağanın, sömürücü ekonomik güçlerin bas
kılarından koruyacak dayanışma alışkanlığının, kollektif
çalışma yatkınlığının, örgütlenmenin sağlanmasıdır. Bunun
ise köylünün bilinçlenmesi ile sağlanması gereklidir. O hal
de bunu sağlıyacak eğitim ve öğretim yöntemleri bulunup
uygulanacaktır.
38. den 43. maddeye kadar «köy enstitüleri ve bu
enstitülerin köy okullarıyla ilgili işleri» başlığı altında ay
rıntılara girilmektedir.C22) 38. maddeye ve izahnameye göre
enstitü müdürleri 4. maddede yazılı görevlerini, yani köy
lerde çalışan görevlilere yardımlarını «ellerindeki bütün va
sıtalarla... zamanında yaparlar ve onların işlerini takip
ederler...» Bütün vasıtalar deyince «enstitü ve eğitmen
kursundaki (Yazarın notu: eğitmen kursu da enstitünün
bünyesi içindedir) maaşlı ücretli kadrolarda çalışanlarla,
enstitünün ziraat, sanat, sıhhat ve kültür teşkilatındaki alet,
vasıta ve malzeme ile talebeler topyekun anlaşılmalıdır...
Köy enstitüleri müdürlükleri bu yardımları resen yapar
lar...» Böylece enstitü müdürü bütün enstitü kesimindeki
çalışmalardan sorumlu olmakta ve kendisine geniş ölçüde
karar ve hareket özgürlüğü tanınmaktadır. 39. madde ile
köy enstitüsü yönetiminin kesimindeki bütün köyleri inceliyerek bilgi edinmesi ve çalışma esaslarını saptaması ayrın
tılarıyla ve bir daha belirtilmektedir. İzahnameye göre köy
okulu öğretmen ve eğitmenleri, köy enstitüsü öğretmen ve
usta öğreticileri bütün çalışmalarında «enstitüyü ve köy
okulunu bağrına basan köylerde, halk ve talebeye... veri
lecek derslerde vatan hizmetinde çalışmış hakiki mücadele
ve iş kahramanlarından, savaşlara katılanlardan, muayyen
bir memleket işini başarmış olanlardan, ziraat işlerinin topu
nu veya bir kısmını iyi bilen köylülerden, halk ve saz şairle
rinden, iyi binicilerden, yüzücülerden, avcılardan, sanatının
ehli dokumacılardan, kendi kendini yetiştirmiş teknisyenler
den birer hakiki öğretmen gibi faydalanmak lüzumunu ana
vasıta ve prensip tanımalıdır...
«...B u uğurda mutad usuller dışında çok diri
ve hareketli davranılmalıdır. Köy enstitüleri ve köy
okulları, içinde bulundukları veya çevrelerindeki köy
ler halkı ile sıkı bağlantılar kurmalıdırlar... Talebeyi ve
köylü halkı asrın icablarına göre yetiştirme ve yükseltme
de, kadın erkek farkı gözetmemelidir... (köy halkının mil
li kültürünü yükseltmek, onları sosyal hayat bakımından
asrın şartlarına ve icablarına göre yetiştirmek) hükmünü
mücerretlikten kurtarmak, iş halinde gerçekleştirmek la
zımdır. Köy halkının sosyal hayat bakımından, asrın şart
larına ve icablarına göre yetiştirilmesi deyince, makina
ve motor devrinde olduğumuzu, ancak bu devrin insanı ol
duğumuz takdirde yaşıyabileceğimizi hiç hatırdan çıkar
mamak lazımdır... Motor ve makinayı köy okulunun ilk'
oyuncağı yapmaktan başlıyarak, köy enstitülerinde teknik
terbiyenin esaslarım kökleştirmek gerektir... Hayat terbi
yesi için her ferdin muayyen bir teknik terbiye çerçevesin
den geçmesi gerektir...»
Görülüyor ki, burada okul ile toplum arasında orga
nik bir bağ kurulmaya çalışılmaktadır. Toplum eğitim ve
öğretime katılacaktır, okul ve toplum birbirlerini karşılıklı
olarak geliştirecek, eğitecektir. Ayrıca teknik öğretim ve
eğitime önem verilmesini öngören düşünler, sonraki eleşti
rilerin tersine, köy toplumunu ilkel bir tarım ekonomisi
düzeyinde tutmanın amaç olmadığını göstermektedir.
■ Özgür Okuma
«Bütün bu söylenenlerin özlü ve verimli olması için
köy enstitüsü öğretmenlerinin, usta öğreticilerinin kendi
meslek ve işleriyle ilgili mehazlarla birlikte senede en az
memleket ve dünya muharrirlerinden 24 eser okumuş olma
ları ve aynı okuma zevk ve itiyadını talebelerine de sindir
meleri en başta gelen vazife şartlarından biridir...»
Burada köy enstitülerinde gerçekten çok önem veri
len ve çok sıkı şekilde izlenen «serbest okuma çalışmaları»
bile esasa bağlanmaktadır. Enstitüyü bitirip köye giden her
öğretmene okul tarafından 150 yapıtlık bir kitaplık veril
mesi de aynı çalışma ve anlayış çerçevesindendir.
■ Görevliler İçin Köyde Çalışma
Ekonomik alanda öngörülen çalışmaların tekrarından
sonra, 41. madde ile batıda o zamana kadar örneği bulunmıyan çok devrimci bir esas getirilmektedir: İzahnameye göre «köy enstitüsü öğretmenlerinin, talebelerinin, eğit
men namzetlerinin, her ders senesinde 20 günü geçmemek
üzere köy işlerinde fiilen çalışmaları şarttır...» denmekte
dir. Böylece toplum - okul organik bağı pekiştirilmeye alı
şıldığı gibi, aydın-halk kopmasının, yabancılaşmasının
olmaması gibi bir amaç, bu maddenin getirdiği eğitbilimsel
yeniliğin yanında üzerinde dikkatle durulması gereken bir
noktadır, kanısındayız.
42.
madde ile köylerdeki işlerin yürütülmesinde zo
lukla karşılaşıldığı zaman enstitülerden bir öğretmen baş
kanlığında öğrenci gruplarının yardıma gönderileceği, bun-
lann bir süre o köylerde kalıp çalışacakları öngörülmekte
dir.
■ İşbaşında Yetiştirme
43.
madde ise öğretmen ve eğitmenin mesleğe atıld
tan sonra yetiştirilmesi ile ilgilidir. Köy enstitüleri gerekli
gördükleri zaman kesimlerindeki eğitmen ve öğretmenler
için kurslar açacaklar, bu kurslara katılacakların bütün
masraftan enstitüce ödenecektir.
■ Cezalar ve Genel Hükümler
Bu yasada yazılı görevleri yapanların işlerini zorlaştıranlara ve bunlara hakaret edenlere uygulanacak özel ce
za müeyyidelerini gösteren (madde 54) ve bunun tersine,
bu görevlilerden suç işliyenler olduğu zaman, normal so
ruşturmaya girişilirken durumun Milli Eğitim Bakanlığına
da aynntılı olarak bildirilmesi (madde 55)ni öngörerek
bu görevlileri güvenlik altına alma amacıyla konmuş yar
gılardan sonra<23), öğretmenlerin köyde sağlık işleri ile ilgi
lenmesini ve bu görevin kolaylaştırılmasını (madde 56),
enstitüleri önemli merkezlere bağlıyan yolların öncelikle
yaptırılmasını (madde 57), bütün yazışmaların köy posta
örgütü tarafından taşınmasını ve köy ve jandarma telefon
larından parasız yararlanmayı öngören (madde 58) bölüm
ler vardır*243.
■ Kooperatifler
62. madde ile ekonomik etkileri önemli olabilecek bir
esas getirilmektedir: «Köy enstitülerinde ve okullarındaki
öğretmen, eğitmen, talebenin ve köy halkının ihtiyaçları göz
önünde tutularak, ana statüsü Maarif Vekilliğince hazırlar
nan ve bu Vekilliğin murakabası altında işletilen birer
(Köy enstitüsü veya okulu; istihlâk ve istihsal kooperatifi)
kurulabilir... Bu kooperatifler kendi aralarında ana statüsü
Maarif Vekilliğince kabul ve tastik edilen ve bu vekilliğin
murakabesi altında işletilen (Kooperatifler Birliği) kurabi
lirler. Bu kooperatifler ve birlikleri; köy içinde tedariki
mümkün olmamak ve köy okullarıyla enstitülerinin kanun
larla tayin edilmiş maksatlarını gerçekleştirmeye yaramak
şartıyla köy halkının muhtaç olduğu eşyayı da satabilirler..»
Bu maddede öngörülen kooperatifler, alışılagelmiş meslek
tüketim kooperatiflerinden çok başkadırlar. Halkın koope
ratiflere katılması, halka tüketim mallarının satılabilmesi,
üretim mallarının aracı, tefeciye gelerek kalmadan değer
lendirilebilmesi ve bütün bu yerel kooperatiflerin geniş ve
güçlü bir birlik olarak örgütlenebilmesi ekonomik düzeni
zorlayıcı, değiştirici yönde düşünülmüş esaslardır. Koope
ratif statüleri üzerinde izahnamede çok ayrıntılı bilgi verilmiştir'251. Kooperatifler ile sistemin ekonomik alandaki
en büyük etkinliklerinin ve etkilerinin, değişim amaçları
nın yürütülmek istendiği ortadadır.
■ öğretmenin Güvenliği
3803 sayılı yasa ile öğretmenin toplumsal ve ekono
mik güvenliğini sağlıyacak, bir bakıma sigorta niteliğindeki
öngörüler, bu yasa ile daha da genişletilmiştir. 64. madde
ile «köy öğretmenleri sağlık ve içtimai yardım sandığı» ve
«köy öğretmenleri tekaüt sandığı» için kolaylaştırıcı esaslar
getirilmekte, bu sandıkla ilgili nizamnameler, yasanın izahnamesinde olduğu gibi verilmektedir'261. Bunlardan anlaşıl
dığına göre amaç, öğretmeni maddi yönden güvenlik altına
almak ve üzerinde ekonomik baskılar uygulanmasını önle
mektir. Yine burada Tonguç’un yıllardan beri savunduğu
mesleksel örgütleşme ilkesinin, o çağın koşulları içinde ger
çekleştirilmesine çabalandığını görüyoruz. Dayanışma ör
gütü olarak demek, sendika v.b. kuruluşlara yasalar izin
vermediğine göre ,ancak bu yoldan yürümek istenmiştir.
Bu sandıkların statüleri incelendiği zaman, şu özellikler dik
kati çeker: Kaza, sakatlık, yangın, tedavi gibi durumlarda,
evlenme ve doğumlarda yardım yapılacaktır. Ayrıca ni
zamnamenin 28. maddesinin 3. bendi ile «sandık azasına
aid hayvanların vazife esnasında ölmeleri veya kazaya uğ
ramaları» durumunda da yardım yapılması esası, bir çeşit
tarım, sigortası uygulaması olarak yeni ve ilginçtir. Ayrıca
«;sandık azasına istihsal vasıtası edinme, işlik tesis etme,
tetkik seyahati yapma, çocuklarını okutma gibi sebeplerle
ödünç para verilebilir» (madde 28, fıkra 4) denmektedir.
Köy öğretmenlerine malüllük ve tekaüt aylığı bağlan
ması, gerekirse tazminat verilmesi, dul ve yetimlerine aylık
bağlanması öngörülmektedir (Köy öğretmenleri Tekaüt
Sandığı Nizamnamesi, madde 2).
■ Köylüyü Örgütleme
67. madde ile okulla toplum arasındaki organik bağ
lantıyı güçlendirmek amacıyla yeni bir kuruluş öngöriilmektedir(77): Yasanın öngördüğü görevleri yürüten eğitmen,
öğretmen ve gezici başöğretmenlere yardım etmek üzere,
iki yıl süreli olmak üzere «her okul için üçer üyeli birer
(Köy Okulu Yardım Kurulu) kurulur. Bu kurullar, köydeki
maarif kurumlan ile , köy halkı arasında yaratılmak is
tenilen işbirliğinin köprüsü olacaklar ve bu yolda büyük
hizmet edeceklerdir...» Bunların yapabilecekleri hizmetle
re örnek olarak sayılan işlerin bazıları şunlardır: «Bunlar
köyde kurulacak kooperatiflerde müteşebbislik rolü ala
bilirler... Ziraat ve sanat alanlarında yapılacak örnek iş
leri kendi tarlalarında, sonradan yakın komşularının tarla,
bağ, bahçe, mera veya ağıl, ahır veya kümeslerinde tatbiki
için yayıcılık ve öncülük yapabilirler. Üyeler gezici başöğ
retmen veya bölge ilköğretim müfettişi tarafından köy hal
kının yirmi ile elli yaş arasında bulunanlarından seçilir.
Üyelerin bu değerdeki işleri başaracak ruhta olmalarına çok
dikkat edilecektir. Bu maddede geçen seçme tabiri köy hal
kının reyiyle seçme olmayıp, köy halkı 'arasından elveriş
lilerin ayrılması manasınadır» denmekle, bu üyelerin en
uyanık, bilinçlenmiş köylüler olmaları, bunların aracılığı
ile köyün hayatına etki etmek istenmektedir.
■ Tarım Sigortası
Sistemi anlatabilmek için, daha önce çıkmış olan 3803
sayılı yasayı değil, çok ayrıntılı ve bütün esasları kapsıyan 4274 sayılı yasayı esas aldık. 3803 sayılı yasada yuka
rıda belirttiklerimizden daha ileri olarak gördüğümüz ve
sonraki uygulamada, yani «Köy Öğretmenleri Sağlık ve
içtimai Yardım Sandığı Nizamnamesinin 28. maddesin
de sözü edilen hayvanların sigortalanmasıyla ilgili yargı ile
kapsamı sınırlandırılmış bir esasa kısaca değinmek istiyo
ruz: 2803 sayılı yasanın 13. maddesi ile Türkiye’de sanı
yoruz ki ilk defa olarak geniş kapsamlı bir tarım sigortası
uygulamasının esasları getirilmeye çalışılmıştır'28': «Köy
öğretmenlerinin okul namına meydana getirdikleri her tür
lü işletmelerdeki mahsul, hayvan ve binalar kuraklık, sel,
yangın, çok hasar yapan nebat ve hayvan hastalıkları ve
bilumum cevvi hadiseler gibi sebeplerle ziyana uğradıkları
takdirde işletmeyi yeniden tesis maksadıyla ve Maarif Ve
killiği bütçesinden zamanında okul namına zarar ve ziya
nı karşılayacak bir yardım yapılır» denmektedir.
■ Yeni Eksen
Görülüyor ki, genel örgütlenme esasları bakımından,
yeni örgüt ile Bakanlık - Köy enstitüsü - İlköğretim M ü
fettişi, -Gezici Başöğretmen- köylerdeki okullar -köylü ek
seni üzerinde bir kuruluş yaratılmaya çalışılmıştır. Eski
örgüt, yani Milli Eğitim Bakanlığı - İçişleri Bakanlığı - Va
lilik - Milli Eğitim Müdürlüğü - İlçe Milli Eğitim Memu
ru - Okul ekseni değiştirilmeye, kırılmaya çabalanmıştır.
Bu eksen tamamen ortadan kaldırılmamış, (zaten kaldırıl
ması büyük tepkilere yol açardı) onun görevleri daha çok
formalite niteliğindeki yazışmalarda ve kent ve kasaba
ilköğretim örgütüne göre sınırlandırılmıştır. Gerçi yasanın
5. ve 6. maddeleri ile İlçe Milli Eğitim Memurları ile 11
Milli Eğitim Müdürlerinin köy okulları üzerinde de yürüt
me ve denetleme yetkileri olduğu belirtilmiştir ama(S), asıl
görevlerin yürütülmesindeki insiyatif bu eksenden alınmış
tır.
■ Ceza ve Armağanlar
Personel politikası ve örgütün işlemesi yönünden üze
rinde çok önemle durulması gereken bir konu da çalışanla
rın cezalandırılmaları ve armağanlandırılmalan ile ilgili
esaslardır. Bu yasadan önce yürürlükte olan yasalarla ve
alışılmış esaslarla devlet memurunun yalnız yanlış yaptığı
işlerden sorumlu tutulması ve cezalandırılması ön plana
alınmıştı. Uygulamada öyle bir durum ortaya çıkıyordu ki,
hiçbir memur görevini yapmadığı için sorumlu olmuyor,
ancak bir takım formalitelere aykırı bir şekilde iş yaparsa
sorumlu tutuluyor ve cezalandırılıyordu. Bu bakımdan,
pratik olarak önemli hiçbir şey yapmamak, sürekli olarak'
gündelik işleri sorumluluğa girmeden yönetip gitmek ve
yeni hiçbir işe girişmemek, memurlukta rahat etmek için
tutulacak en akıllıca yol durumuna geliyordu. Yeni «birşeyler» yapmaya kalkmak, çok girift ve tutucu formalite
lerin ağı içerisinde hemen bunlara aykın davranmış olmak
ve ceza görmek tehlikesini de birlikte getiriyordu. 4274 sa
yılı yasa ile işte bu memurluk görevi anlayışı tam tersine
çevrilmek istenmiştir. Yasanın bir kısım yargılan ile for
malitelerden kurtarılan memur, ne için yeni işlere giriştiği
konusunda değil, görevlerini niçin yapmadığı konusunda
sorumlu tutulacaktı. Üstelik denetimle görevli organlarda
aynı zamanda yürütme yetkisi de vardı. Gördükleri eksik
leri, noksanlan yalnız tespit edip, cezalandırmakla görevli
değillerdi; yürütme yetkileriyle görevliye yardımcı olmak,
zorluklann giderilmesine birlikte çalışmak, ona yol gös
termek zorundaydılar; noksanlarda onlar da sorumlu tutu
luyorlardı. Buna rağmen cezalandırmayı gerektirir bir du
rum olursa cezalandırma işlemi, bir üst kademenin tek
başına karan ile yapılamıyor, kısmen seçimle kurulmuş bir
takım demokratik kurullar son kararı veriyorlardı. Görevi
ni iyi ve- çok iyi yürütenlere, elde bulunanlara yeni çalış
malarla katkısı olanlara gelince, onların değerlendirilmele
ri, armağanlandırılmalan için çok çeşitli esaslar getirilmiş
ti. Bu esasların ve uygulamanın görevlileri geniş ölçüde
kendi insiyatifleriyle çalışmaya, yaratıcı olmaya yönelte
ceği umuluyordu.
7. 8. 9. uncu maddelerle disiplin kurullarının nasıl
kurulacağı saptanm ıştır^’. Bu esaslarla bir (kaza köy öğ
retmenleri ve eğitmenleri disiplin kurulu) ile bir (valilik köy
öğretmen ve eğitmenleri disiplin kurulu) meydana getirili
yordu. Kurulların süresi iki yıldır. Birinci kurul «merkez
kazası başöğretmenlerinden bölge ilköğretim müfettişinin
göstereceği üç aday arasından Maarif Müdürünün seçeceği
bir başöğretmen, kaza içindeki bölgelerde çalışan gezici
başöğretmenler arasından maarif müdürlüklerince seçile
cek bir gezici başöğretmen, kaza köylerinde çalışan eğitmen
ve öğretmenlerin aralarından seçecekleri bir eğitmen ve bir
öğretmen»den, ikinci kurul ise «merkez kazası bölge ilköğ
retim müfettişi, valiliğin bütün kazalarında vazife gören ge
zici başöğretmenlerin kendi aralarından seçecekleri iki
adaydan Vekillikçe seçilecek bir gezici başöğretmen, mer
kez kazası köy eğitmen ve öğretmenlerinin kendi araların
dan seçecekleri ikişer adaydan maarif müdürünün seçece
ği bir eğitmen ve bir öğretmen» den meydana geliyordu.
Böylece üst ve ast durumunda olanların disiplin konula
rında belirli oranlarda söz ve yetki sahibi olmaları sağlan
maya çalışılmıştı.
31 - 36. maddeler «köy eğitmen, öğretmen, gezici baş
öğretmen ve gezici öğretmenlerinin mükafatlandırılması ve
cezalandırılması» başlığı altında çok değişik esaslar getirmektedir(31). Başarı derecesine göre bu kişiler şu şekillerde
«mükafatlandırılırlar» (madde 31).
1. Üstün başarılı sayılmak: görevlerini olağanüstü bir
başarı ile yapanlar. Bunların adlan o yıl 17 Nisanda gaze
te ve radyo ile açıklanır.
2. Köye hizmet edenler anıtına adı yazılmak: «Kül
tür bakımından kuvvetlendirilmesi lazım gelen, tehlikeli ve
bulaşıcı hastalıklar hüküm süren, yurt sınırlarına yakın bu
lunan, ana münakale yollarından uzak olan köylerde vazi
fe gören, mahallin güç şartlarını yenerek öğrenimi geniş bir
alana yayan ve işlerini ardı ardına beş yıl olağanüstü bir
başarıyla yapan, bulunduğu köyün yetişkin halkının bu
müddet içinde en az onda birini okur yazar haline getiren
lerin adlan, mezun oldukları enstitülerde hazırlanan (Kö
ye Hizmet Edenler Anıtı)na yazılır.»
3. Köydeki bir tesise adı verilmek: «Köye daimi şe
kilde faydalı olabilecek vasıflarda ve olağanüstü bir çalış
ma ile meydana gelebilecek işleri yapanların bu köylerde
yeniden yapılan yol, çeşme, kanal, hamam, çamaşırlık,
bahçe, koru, kavaklık, çayırlık, değirmen, elektrik santra
lı, köprü, kooperatif gibi yeni bir tesise adları verilir. Bu
gibilerin adlak eserin uygun düşen bir yerine daimi ola
rak kalacak şekilde yazılır.»
4. Ülkü eri sayılmak: «Bu maddenin birinci ve ikinci
fıkrasında yazılı esaslara göre hareket ederek köyün öğre
tim, eğitim, ziraat, sanat işlerinde birbiri ardınca on yıl
hizmet edenler ve bu işlerde olağanüstü başarı gösterenler
(ülkü eri) sayılırlar ve Maarif Vekilliğince tespit edilip ve
rilecek ay yıldızı havi bir işareti taşırlar.»
İşlenen disiplin suçlarının derecesine göre ise üç ceza
söz konusudur (madde 33):
1. İşinde kusurlu sayılmak; «vazifelerinde kusurları
görülenlere bu kusurları düzelttirilecek şekilde yazı ile bil
dirilir.»
2. Ücreti kesilmek: görevini aksatan, yapmıyanlar,
köyü, okulu, öğrencileri zarara uğrattıkları sabit olanlara
3 - 1 5 gün arasında ücret kesilme cezası verilir.
3. Meslekten çıkarılmak: «bu kanunda yazılı hüküm
leri yapmakla mükellef olanlar, vazifelerini aksatmaya tah
rik ettikleri, eğitmenlik, öğretmenlik ve başöğretmenlik şe
refini ihlal edici hareketlerde bulundukları veya iffetsizlik
leri sabit olanlar devlet hizmetinde kullanılmamak üzere
meslekten çıkarılırlar.»
İzahnamede şu satırlar vardır: «Köy eğitimi ve öğreti
mi hizmetlerindeki eksikler kusur sayılmadan önce, ilgililer
le konuşulacak, o eksiklerin giderilmesi için haftalarca, ay
larca da sürse elbirliği ile çalışılacaktır...»
Bu anlattığımız armağanlandırma ve cezalandırma
esasları, bunlara paralel olarak, 4 4 -5 3 . maddeler ile köy
enstitülerinde çalışanlar için de ayrıntılarıyla konmuştur*321.
Bunlarla ilgili olarak izahnamede şimdiye kadar söyledik
lerimize ek olarak belirtmek istediğimiz noktalar vardır;
çünkü bu bölümde konu genişletilerek görevin yürütülme
si ve amaçlar bakımından ilginç bazı açıklamalar yapılmış
tır:
■ Köy Enstitülerinde Çalışma Esasları
46.
maddeye göre bütün köy enstitüsü görevlileri «
hafta pazartesi sabahından cumartesi saat on üçe kadar
çalışırlar.» İzahnameye göre «köy enstitülerinde köylünün
ekonomik ve sosyal hayatım yükseltmek maksadı ile ya
pılan kültür, ziraat, sanat ve bütün köy işlerinin disiplinle
yapılmasını temin için köy enstitülerinde maaş, ücret veya
gündelikle vazife görenler, talebe tarafından yapılan işlere
gerek öğretme ve tecrübe safhalarında, gerekse işi bitirme
safhasında olsun fiilen iştirak etmekle mükelleftirler. Kül
tür, ziraat, sanat ve bütün köy işlerinde, çalışmaları an
garya haline getirmemek... için köy enstitüsü mensupla
rı, iş ve disiplinli, yani köy enstitüsü varlığını her dava
nın üstünde ve yükseğinde görmeye, tutmaya alışacaklar
dır... Köy enstitülerinde talebe ve öğretmenlerin huzurla
iş görme ihtiyaçları temin edilecektir... Köy enstitüleri ta
biat ortasında, bir köy içinde kurulmuşlardır. Bu sosyal ve
kültürel teşekkülde bütün hayat (iş) halinde görünmektedir.
Bu müesseselerin sosyal bütün kıymetlerini de iş hayatın
da gömülü buluruz. Burada iç ve dış hayatın temeli (iş)dir.
Köy enstitülerindeki iş durumunu köy insanının hakiki
fonksiyonunu tespit etmekle ayırdedebiliriz. Köylü insan
maddi ve manevi bütün varlığı ile mevcudiyet vasıtalarının
hepsi ile kendisini saran tabiat üzerine tesir için emek
sarfetmekte ve alınteri dökmektedir. Köylü insan bu cehit
ile ihtiyaçlarını doğrudan doğruya el ve adele kuvveti ile
çıkarmaktadır. Onun zihni işleri de yine ancak el işi vası
tasıyla kıymet bulmakta ve ...netice vermektedir. Bütün
köy iş sistemleriyle birlikte köy enstitülerinin işlerini tah
lil ve mukayese ettiğimiz zaman hepsinde müşterek şu
noktaları bulmaktayız:
«a) iş mevzuu: toprak, hayvan, ağaç, mera, tohum gi
bi tabiata sımsıkı bağlı türlü konular,
«b) İş aletleri (a) fıkrasında yazılı işlerin ameliyele
rini yapmaya yarıyan sabit veya müteharrik aletler ve ma
kinelerdir.
«c) İşlik: Çiftçi için işlik büyük veya küçük her türlü
iş alanlarıdır.
«d) İşin yapılışı: Elde edilmek istenen neticeye ulaş
mak için aletleri mevzua tatbik etmekten ibarettir:.. Bu iş
mahiyetine göre muhtelif kalitede işçi ister. Köy enstitüle
rinde bu kalite farkları, talebenin içinden çıkıp geldikleri,
köy teşekküllerinin terbiye ve kabiliyetlerinden kopup gel
mektedir...
«e) İş yapanlar: Köy enstitülerindeki iş sisteminde işi
yapanları ikiye ayırabiliriz. İdare edenler, idare edilenler.
İdare edenler için söylenecek tek söz şudur: Köy enstitü
lerinin öğretmenleri, usta öğreticileri, işçileri tıpkı köylü
ailenin anası, babası, ağası gibi usta bir işçi sayılacak du
ruma girmelidir. Öğretmen, usta öğretici, talebe, kısaca
enstitü mensuplarının hepsi; enstitüde ekonomik karakteri
haiz bir yaşayışın vazgeçilmez adamları olmalıdırlar...
Unutmıyacağımız nokta: asıl köylüsel kültürün de ancak
işten, iş münasebetlerinden doğmuş ve teşekkül etmiş oldu
ğudur. Köy insanı tarladan ve tarlasındaki çalışmasından
hız alarak kendi iş kültürünü yaratmıştır. Köy insanının
idealistliğini, realistliğini, maddeciliğini, sarsılmaz görünen
sükutunu, şaşmıyan aklı selimini muhafaza durumunu, si
nirlerinin sağlamlık sebeblerini, iç huzurunu ve bu bakım
lardan onun memleket istikbali için güvenilecek ihtiyat bü
yük bir (insan hâzinesi) olmasındaki kıymeti, iktisad ve
maddi menfaatler etrafında toplanmasının manasını unut
mamamız lazımdır. Köy enstitülerinde talebeye kazandırı
lacak, edindirilecek bilgilerin mahiyet ve kıymetini de bu
görüşle tayin edebiliriz. Köy enstitülerinde ve köy okulun
da bilgi bir vasıtadır. Bu vasıta talebenin zekasını mümarese ettirmek, muhayyelesini uyandırmak, onlara bazı dü
şünme ve çalışma metodları vermek için kullanılacaktır.
Basit bilgi edinmeye önem verme köy enstitüsünü ve köy
okulunu saran iş hüviyetine asla denk düşmiyecektir. Köy
enstitülerinde basit, fakat kabiliyetli insan, ruhi kudretinde
varlık olan ve fikri kudretiyle iş başaran vatandaşlar yetiş
tirmemiz lazımdır... Köylerde müştereken yapılması zaru
ri nice kollektif ve geniş işlerde hem kısır, hem menfi kal
mamak için talebeye kazandırılacak bilgileri yapıcı köy in
sanına yarıyacak kıvamda vermek gerekmektedir...» Bun
dan sonra öğreticilere düşen görevler ve çalışma şekilleri
konusunda daha da ayrıntılara girilmektedir.
47.
madde ile enstitülerde görevli öğreticilere oturdu
lan evlerin dolayında yanm hektan geçmemek üzere arazi
aynlması öngörülmektedir. Bu arazi öğretici tarafından aile
si ile birlikte örnek olacak şekilde işlenecektir, izahname
ye göre «köy enstitülerinin kuruluş maksatlarına fiilen sa
dık kalmak için köy enstitüsü mensuplarının hepsine fark
sız şekilde toprak işlemesinde alınteri dökmeleri imkanları»
verilmektedir. «Ayrılan toprak kira veya ortakçılık gibi şe
killerle işletilemez. Bu toprakları, öğretmenlerin aileleri
ferdleri ile birlikte bizzat işlemeleri şarttır... Aile ihtiyacım
karşılayacak sayıda beslenecek hayvanların köy enstitüsüne,
enstitü ve köy komşularına zarar vermiyecek şekilde ba
kılması şarttır... Bu hayvanların köy enstitüsü talebesine
veya müstahdemine baktırılması yasaktır...»
Köy enstitülerinde uygulanan yönetim ilke ve yön
temleri bakımından burada üzerinde durulması gereken bir
belge de 4.12.1944 günkü İlköğretim Genel Müdürlüğü
emridir. Köy Enstitüleri Müdürlüklerine yazılmış olan bu
yazıda daha sonra Genel Müdürlük tarafından dikkatle
ve titizlikle izlenen şu esaslar belirtilmiştir'331:
«.. .Köy Enstitüsü Müdürlüğüne:
«Köy enstitülerinin iç yapılarında (öğrencilerin kendi
kendilerini idare etmeleri) ilkesine dayanan bir gelişim sağ
lanacaktır. Onun için bu kurumlan her türlü şahsi ve indi
idare tarzından kurtarmak enstitülerde vazife gören bütün
öğretmenlerin başlıca amaçları olmalıdır. Bu amaca en
kısa zamanda ulaşmak için aşağıdaki tedbirlerin alınması
uygun görülmüştür. Madde madde yazılan bu tedbirler öğ
retmen ve öğrencilerin hepsine Müdürler tarafından aynen
okunacak ve manaları onlara iyice anlatılacak, bunlar ge
rek öğretmenlerin, gerekse öğrencilerin cep defterlerine ay
nen yazdırılacaktır:
1.
Köy enstitülerinde her türlü yapım, ziraat, san
idare işleriyle öğretmen ve öğrencileri ilgilendiren resmi iş
ler nöbetle öğretmen ve öğrenciler tarafından görülür. Nö
bette bulunmıyanlara bu işlerin gördürülmesi, öğrencilerin
öğretmen veya usta öğreticilerin hususi işlerinde çalıştırıl
maları yasaktır. Kendi işini kendi göremiyecek derecede
hasta olan kimsesizlerin işleri de nöbette bulunan arkadaş
ları tarafından yapılır.
«2. Derse ve vazifeye geç gelmek, öğretmenliğe yakışmıyacak laubali hareketlere girişmek, sarhoş olmak, ku
mar oynamak gibi öğrencilere fena örnek olabilecek hareW Ö zel a r ş iv : 4.12.1944 g ü n lü , b ü tü n K ö y E n s titü s ü
M ü d ü rlü k le rin e y a z ılm ış G enel M ü d ü rlü k em ri.
ketlerde bulunmak, öğrencileri dövmek, onlara hakaret et
mek yasaktır1.
«3. Tabelaya giren öğretmenler istihkakları olan ye
meği öğrencilerle birlikte Enstitüde yemeye mecburdurlar.
Hususi evlere veya odalara yemek götürmek yasaktır.
«4. Enstitü işleri en az onbeş günde bir bütün öğret
men ve öğrenciler bir araya gelerek konuşulur. Ve bu ko
nuşmalarda -imkanlar, Vekillikten verilen direktifler göz
önünde tutularak- verilen kararlara uygun olarak yürütü
lür.
«Enstitülerde en az onbeş günde bir eğlenti tertip
olunur. Bu eğlentilere öğrencilerin ve öğretmenlrin katıl
maları şarttır.
«5. İş bölümüne göre türlü işlere dağılacak kümelere
yapacakları işin önemi, memlekete, millete ve onların şahıs
larına temin edeceği faydalar anlatılarak iş gördürülür, öğ
rencilere angarya şeklinde, manası anlaşılmıyan işlere bu
kurumlarda asla yer verilmiyecektir. Bir enstitüde işlerin
soysuzlaştığı görülürse bundan birinci derecede öğretmen
ler mesul tutulacaktır.
«Her çocuk öğretim programında tespit olunan şe
killere göre kültür, ziraat ve sanat çalışmalarına mutlaka
katılacaktır. Belli çocukları yalnız terzilik, şoför muavinli
ği, davar çobanlığı, tuğlacılık gibi belli işlerde uzun müd
det çalıştırmak yasaktır.
«6. Şartlar ne olursa olsun, mevsim hangi mevsim
bulunursa bulunsun öğrencilere hergiin serbest okuma yap
tırılacak ve onlara kitap okuma alışkanlığı mutlak surette
kazandırılacaktır.
«7. İşin yukarıda belirtildiği gibi ilgililerce aynen du
yurulduğu altı madde halinde yazılan kısmın onların def
terlerine her zaman görülebilecek şekilde yazdırıldığı idare
mize bildirilecektir.
«Bu emirlere uygun hareket etmiyenlerin durumları
Enstitü Müdürlüklerince saptanarak Vekilliğe resmi yazı
ile bildirilecektir. Enstitü direktörleri bu direktiflere uy
gun hareket etmiyenler hakkında gerekli tedbirlerin alın
dığını ilgililere vaktinde bildirmedikleri ve durumu düzelt
medikleri takdirde şikayetçilere, şikayetlerini yazıyla Vekil
liğe bildirmek hakkı verilecektir. (Yazarın notu: Burada
öğrenciler kastediliyor.)
«Onun için yukarıda yazılı meselelerde çok titiz dav
ranmanızı, icab ederse muvakkat bir zaman için birkaç
öğretmenle kalmayı bile göze alarak hareket etmenizi ve
Köy Enstitülerine hakiki çehrelerini vermenizi, gerçek ma
nayı kazandırmanızı, öğrencileri şahsiyet haline getirmenizi
önemle rica ederim.»
«İlköğretim Umum Müdürü»
Köy öğretmen ve eğitmenleri için söz konusu olan ceza
lara ek olarak, enstitü öğrencileri için 51. maddenin 3.
fıkrası ile «enstitülerdeki işlerden çıkarılmak» başlığı altın
da ayrı bir hüküm getirilmektedir ki «talebesine ve köy
enstitüsü mensuplarına iftira eden ve ettirenlerle bir yılda
iki defadan fazla maaş veya ücret kesilme cezası alanlara
ve bu kanunda yazılı işleri yapmakla mükellef olanları,
vazifelerini aksatmaya tahrik edenlere... enstitüdeki işlerin
den çıkarılma cezası verilir» denmektedir.
Görülüyor ki, yasanın köy enstitülerinin çalışması ile
ilgili bölümlerinde, bu kuramlarda eğitilecek öğrencilerin
ileri, hakların yenmediği en yüksek toplumsal değer yargısı
iş ve emek olan bir ortam içerisinde yaşaması, eğitilmesi,
böyle bir toplum örneğinin bütün değer yargılarını benim
semeleri sağlanmak istenmiştir. Bu, bir bakıma «feodal
köy ve kapitalist kent düzeninden» ayrı bir yeni ortam
yaratma, bunun zevkini, mutluluğunu, alışkanlıklarım öğ
renciye benimsetme amacı ile yapılmıştır.
■ Köylü İle İşbirliği
Bütün eğitim örgütünün halkla, köylü ile organik iliş
kisini pekiştirmek yolunda 68. madde ile bir adım daha
atılmak istenmiştir*343. «Bu kanunda yazılı vazifeleri gö
renlerle işbirliği yapan köy muhtarlarından,( ihtiyar mec
lisi azalarindan, bölge köy okulu kurullarıyla köy okulu
yardım kurulları üyelerinden ve gönüllü olarak bu işbirliği
ne katılan köylülerden, katıldıkları işlerde dört yıl üstün
başarı ile çalıştıkları bölge gezici öğretmen veya başöğret
men ve ilk öğretim müfettişleri tarafından tespit edilenler
(Valilik Köy öğretmen ve Eğitmenleri Disiplin Kurulu) ka
rarı ile (yardım eri) sayılırlar. Bu gibilerin adları Maarif
Vekilliğince radyo ve diğer yayınlarla her yıl onyedi ni
sanda ilan olunur. Yardım erlerinin şahsi emek ve gayret
leriyle köyde yeniden meydana getirdikleri... bir tesise...
adlan verilir...». Bu madde ile ilgili olarak izahnamede şu
sözler vardır: «...B u madde, kpnunun ruhuna taalluk et
mektedir. Bu maddeye kadar sıra ile yazılı olan ufak, bü
yük bütün işlerin görülebilmesi için muhtarlık, ihtiyar mec
lisi azalığı gibi köy vazifesi alanların temsil ettikleri köylü
gücü ile devlet gücünün birleşmesini ve öz işler görmesini
sağlamak esası düşünülmüştür Anlaşmış, birbirlerini can
dan seven insanların... sayısız (yardım eri) bulmaları dai
ma mümkün olacaktır...»
Şimdi 3803 ve 4274 sayılı yasalarda bulunmıyan, fa
kat sistemin çok önemli iki organı olarak düşünülmüş iki
kuruluşa geliyoruz:
■ Yüksek Köy Enstitüsü
Bunlardan birincisi bir yönetmeliğe dayanılarak açı
lan Yüksek Köy Enstitüsüdür. Bu enstitünün görevleri
W K ö y O k u lla rı v e E n s titü le r i T e ş k ila t K a n u n u İz a h n a m e s i, M a a r if m a tb a a s ı, A n k a r a 1943, s. 202-203.
şöyle özetlenebilir'351: köy enstitülerinde çalışacak öğret
menleri, köy enstitüsü çıkışlı öğretmenlerin çalışacakları
köy bölgelerinde çalışacak gezici başöğretmen ve bölge ilk
öğretim müfettişlerini yetiştirmek, köy enstitülerinde çalış
makta olan öğretmenleri açılacak kurslarla yetiştirmek,
köy incelemelerine merkez olmak üzere, köy okullarım ve
enstitülerini ilgilendiren türlü konular üzerinde gereken
araştırmaları yapmak ve bunları ilgililerin yararlanabile
cekleri şekilde yaymak, öğretim süresi üç yıldır, yüksek
öğretim sayılır; Hasanoğlan Köy Enstitüsünde kurulur.
Öğretim üyelerinin çoğu Ankara’daki yüksek öğrenim ku
ramlarının, fakültelerin öğretim üyeleridir. Güzel sanatlar,
yapıcılık, maden işleri, hayvan bakımı, kümes hayvancılı
ğı, tarla ve bahçe tarımı, köy ev ve el sanatları, tarım iş
letme ekonomisi bölümleri vardır. Görevleri arasında
«köylerin zamanla daha çok belirecek ihtiyaçlarına göre
köy enstitülerinin gelecekte alacakları karakterim şekli için
çalışmalar yapmak da vardır. Tonguç’un .deyimi ile bu ku
ram köy enstitülerinin «beyni ve kalbidir». Kurumun ama
cı «köy eğitim ve eğitbilimini sistemleştirmek»tir. Burası
ülke ölçüsünde köy incelemeleri için bir merkez olacaktır.
Çalışmaları «herşeyden önce memleket gerçeklerinden
örülmüş bir temel üzerine oturtmak ana ilkelerden ridi ola
rak ele alınmıştır.» Tonguç’un işbaşından ayrıldığı zama
na, yani yaklaşık olarak 15.10.1946’ya kadar Yüksek Köy
Enstitüsünü 104 kişi bitirmiştir. Bunların çoğu köy ensti
tülerine öğretmen ve yönetici olarak ve denetleme görev
lerine atanmışlardır. Kanımızca bunların sayıları arttıkça
Tonguç’ün amacı köy enstitülerini ve bütün örgütü bunla
ra devretmekti. Nitekim Yüksek Köy Enstitüsünün açılış
nedenlerini anlatırken yazdığı «köy enstitülerinin bünyele
ri, amaçları ve buralardan çıkacaklara kanunlarla tespit
<3SI C a n la n d ırıla c a k
K öy, t . H a k k ı T o n g u ç,
ta b e v i, İs ta n b u l 1947, s. 499.507.
R e m z i Ki-
edilerek verilen ödevler icabı bu kurumlar için yeni öğret
menler yetiştirmek zaruretiyle karşılaşılmıştı» sözleri bu
anlamdadır.
Bütün örgütü konan ana ilkelere göre işletecek bu ele
manın yetiştirilmesi, yıkılış çağında en fazla baltalanması
gerekli görülen çalışma sayılmış ve ilk iş olarak Yüksek
Köy Enstitüsü kapatılmıştır. Yüksek Köy Enstitüsü bir çe
şit halk üniversitesinin çekirdeği idi.
■ Yeni Yönetim Yöntemi
Üzerinde durmak istediğimiz ikinci organ, 15.6.1946
tarihinde çalışmaya başlaması Bakanlığın emri ile öngörü
len «Yüksek Köy Enstitüsü Yönetim Kurulumdur. Bakan
lığın on maddelik bir emri ile kurulan bu kunıl(36) 15 kişi
dir, «Yüksek Köy Enstitüsü yönetim işlerini kararlaştırmak
ve bu enstitü ile diğer 'köy enstitüleri arasında kurulması
gereken ilişkileri düzenlemek amacıyla» kurulmuştur.
Üyeler şunlardır:
1. Yüksek köy enstitüsü öğretmenlerinin seçecekleri
iki öğretmen (altı ay süre ile).
2. Her altı aylık süre için iki Köy Enstitüsü öğret
menlerinin aralarından seçecekleri birer öğretmen.
3. Uç ay süre ile Bakanlıkça seçilecek iki Enstitü Mü
dürü ve iki Eğitimbaşı.
4. Yüksek Köy, Enstitüsü öğrencilerinin aralarından
seçecekleri üç öğrenci (altı ay süre ile).
5. Her dönemde bir Köy Enstitüsünün dördüncü ve
beşinci sınıf öğrencilerinin aralarından seçecekleri bir öğ
renci (üç ay süre ile).
W ö z e l a rş iv . B ir Y ü k se k K ö y E n s titü s ü Y ö n e tim K u
ru lu k u ru lm a s ın ı ö n g ö re n B a k a n lık
e m ri. D a k tilo
ile 3 sa y fa .
6. Bakanlık temsilcisi olarak kurula katılacak bir
kişi.
7. Her dönem için bir Enstitüden bir danışman ve
bir denetmen (altı ay süre ile).
Bütün seçimler gizli oyla yapılacaktır.
Kurulun görevleri özetle şöyledir: Yüksek Köy Ens
titüsünün eğitim ve öğretim işlerini düzenlemek, diğer köy
enstitülerinin öğretim ve eğitim işlerini denetliyerek sonuç
larını Bakanlık yoluyla ilgili Enstitülere bildirmek, olumlu
ve orijinal görülen çalışmaları, yöntemleri diğer enstitü
lere de yaymak, öğretim yöntemlerinde görülen aksaklık
ları düzeltmek, eğitimsel değer taşıyan bütün hususların
bütün enstitülerde aynı şekilde uygulanmasını sağlamak
(kitap okuma, hafta sonu konuşmaları v.b. gibi). Köy
okulları uygulama planlarını hazırlatmak, Enstitülerin uy
gulama okullarında elde edilen iyi sonuçlardan enstitü me
zunlarının yararlanmalarını sağlayıcı tedbirleri aldırmak.
Öğretmenleri yetiştirmek amacıyla kurslar, sergiler açmak,
kitap ve dergi sağlamak. Enstitüler ve köy okulları için
yönetmenlik taslakları hazırlamak, bakanlığa sunmak, ça
lışmalardan elde edüen sonuçlan çeşitli araçlarla yayınla
mak.
Hasanoğlan Köy Enstitüsü ve onun uygulama bölge
sine giren köy okulları bu kurul için uygulama yerleridir.
Bu kurulun vereceği kararlar buralarda uygulandıktan ve
olumlu sonuçları alındıktan sonra diğer enstitülere yayıla
caktır.
Kurul üyeleri bu kurulla ilgili işleri incelemek ve de
netlemek üzere uygulama yerlerine veya diğer Köy Ensti
tülerine gönderilebilirler.
Kurul Başkanlığı tarafından köy enstitülerinden veya
uygulama bölgesine giren köy okullarından istenecek her
türlü bilgi Bakanlığa sorulmaya lüzum görülmeden doğru
dan doğruya Kurul Başkanlığına verilecektir.
Kurul üyeleri kendi aralarından ve gizli oyla bir baş
kan, bir de raportör seçerler. Kurulun kararları çoğunluk
la verilir.
öyle sanıyoruz ki, kurucuların işbaşından ayrılmala
rından üç ay önce girişilen bu uygulama ve elimizdeki bu
belge o çağın en ilginç çalışmalarından biridir. Bugünkü
gelişmeler ve günümüzde öğrencilerin yönetime katılmala
rı sorunu bakımından önemi vardır. Kurulması öngörülen
kurulun adına bakınca yalnız Yüksek Köy Enstitüsünü ilgi
lendirdiği izlenimi alınır ama, görev ve yetkileri incelenin
ce bunun bütün köy enstitülerinin ve örgütün stratejisini,
taktiğini saptıyacak bir çeşit kurmay heyeti olduğu anla
şılır. Fakat bu kurul elinde hiçbir yetki bulunmıyan bir
danışma kurulu niteliğinde de değildir. Denetleme, inceleme
ve hatta bir dereceye kadar yürütme yetkileri de vardır.
Kanımızca, Bakanlığın birçok yetki ve görevlerinin kendi
kendini yönetme ilkesine göre meslek mensuplarına ve öğ
rencilere aktarılması yönünde atılmış, çağının dar demok
rasi anlayışının çok ilerisinde ilginç bir adımdır. Bir çeşit
gerçek ve ileri demokrasi uygulamasıdır. Demokrasi için
işe siyasal kuruluşların çalışmalarından değil, aşağıdan,
toplumun hayatsal organlarından başlamak için kendi ala
nında atılmış bir adımdır. ŞekUci sandık demokrasisinin
çok ilerisindedidr.
■ Düzenle Çelişme ve Uygulama
Esaslarını anlatmaya çalıştığımız bütün bu örgütün
kurulması elbette bütün ayrıntıları ile gerçekleştirileme
miştir. 3803 sayıh yasa izahnamesinin yayınlandığı 30
Kasım 1943 ile kurucuların işbaşından ayrıldıkları eylül
1946 arasında sadece üç yıllık bir süre geçmiş olduğunu
unutmıyalım.
Burada, sık sık üzerinde duracağımız bir konuya yine
değinmek istiyoruz. Görüldüğü gibi, köy enstitüleri ana
ilkeleri ve amaçları bakımından ekonomik ve siyasal yapı
nın genel görünümü ile uyuşmazlık, hatta çelişme içinde
dir. Bu durum, eleştirici ve inceleyicilerin ilgisini çekmiş
tir. Köy enstitülerinin böyle çelişmeli bir ortam içerisinde
kurulabilmiş ve bir süre işletilebilmiş olmasını bu kişiler
çeşitli şekillerde yorumlamışlardır. İleride ayrıntıları ile
göreceğimiz bu eleştirilerin bir kısmına göre, bu çelişki
içinde böyle bir kuruluş, ancak köy enstitülerinin kuru
cularının bilerek veya bilmiyerek çıkar düzenine hizmet
etmeleri ile gerçekleşmiştir. Enstitüler de zaten CHP tara
fından bu amaçla kurdurulmuş, kurucuları ustaca kullanıl
mıştır. Olayları gerçekçi açıdan değerlendirebilen birçok
yazarlar ise, çelişkiyi çeşitli şekillerde açıklamak istemiş
lerdir. Örneğin bu başarı, kurucuların kişiliğine bağlanmak
istenmiştir*373: «...Düzenle ve iktidarın kalkınma ve eği
tim politikalarıyla çelişen bu uygulama nasıl mümkün ol
muştur?.. Köy enstitüleri uygulamasının içinde bulunduğu
düzenin amaçlarını ve sınırlarını aşan uygulayıcı bir kad
ro en uygun açıklamadır. H. A li Yücel, Tonguç ve arka
daşlarının önemi burada ortaya çıkmaktadır. Bunlar, çok
uygun olmıyan bir ortamda bu ölçüde büyük bir iş başararabilmiş devrimci kişilerdir. Bu olay, olağan değildir. Ola
ğan - dışı, kural - dışıdır. Fakat bunu bir tesadüf olarak
da görmek doğru olmaz...»
Bir başka araştırıcı, haklı olarak böyle bir çelişmenin
köy enstitüsü gibi bir uygulamaya olanak vermiyeceğini
yazar*383: «...K öy enstitülerinin başına gelenler, günün po
litik düzeniyle bağdaşmıyan bir eğitim sisteminin -hem de
onu tutan kimi güçlü devlet adamlarının gözleri önünde,
(il! T Ö S g a z e te si, P la n lı K a lk ın m a A ç ısın d a n K ö y E n s ti
( 33)
tü le rin in önem i, s a y ı 27, 20.3.1969, N e ja t E rd e r.
Y eni U f u k la r d e rg isi, H a lk a D ö n ü k E ğ itim Ü z e rin e
D ü şü n celer, P e r te v N a ili B o ra ta v , s a y ı 197,
e k im
1968 s. 7.
onların içlerini yaka yaka• nasıl yıkıldığının acı bir ör
neğini vermiştir...»
Yine bir başka inceleyici aynı kanıyı öne sürer*391,
«...N e var ki, geri bir ekonomik ve politik yapı içinde,
ekonomik iktidarı ellerinde tutanların denetlediği politiK
iktidarın böylesine ilerici kuruluşları devlet eliyle besleme
si, desteklemesi-uzun vadede- mümkün değildi...» şeklin
de doğru bir düşünü açıklar ve «...Enstitüler deneyi Tür
kiye’nin topyekün kalkınması davasından bağımsız olarak
bir eğitim davasının düşünülemiyeceğini açıkça gösteren
bir deneydir...» der.
Bunlar ve bunlara benzer düşünler parça parça doğru
olabilirler; ama köy enstitüsü denemesinin bir süre uygu
lanabilmiş olmasını açıklamaya yetmezler. Ana görüntüsü
ile bu yazarların anlattıkları gibi tutucu ve sömürücü dü
zenini koruyucu bir iktidarın dış ve iç koşulların geçici
olarak güçlendirdiği bir ilerici kanadına dayanarak bu uy
gulamanın yapılabildiği tezi, kanımıza göre en doğru ve
en bilimsel açıklamadır. Ancak o zaman, olaylar bilimsel
açıdan yerli yerine oturmaktadır. Aynı tezden hareket
edince, kurucuların bu ilerici kanatla işbirliğine girerken
yaptıkları hesabın yanlış olmadığını kabul etmek zorun
dayız. Uygulama kısa sürmüştür, ama bu işbirliği ve buna
dayanarak yapılan uygulama, bu işbirliği ortamını yara
tan, ilerici kanada bir süre güç veren iç ve dış koşulların
daha uzun bir süre için değişmemesiyle çok daha uzun
sürebilirdi. Daha açık olarak, savaş yılları uzayabilir. İçe
ride ilerici kanadın iktidara katılması ve tutucu koalisyon
ortaklarını daha bir süre baskı altında tutması beklenebilir
di. Savaşdan sonra da çok partili siyasal düzene geçmeyi
gerektiren dış ve iç koşulların gelişmesi daha yavaş ola
bilir, içeride ilerici akımların uluslararası komünizm ile
09) A n t d e rg isi, 17 Y ıl S o n ra g e n e 17 N isa n , F e th i N a
ci, s a y ı 16, 18.4.1967, s. 7.
kamu oyunda eş gösterilerek şiddetle ezilmelerini çok ko
laylaştıran batıdaki antikomünist kampanya De Sovyetlerin
bizden haksız olarak toprak istemeleri gibi gelişmeler
çok daha sonraki yıllarda olabDirdi. Bütün bunlar, Tonguç’un değU, hiç kimsenin zamanım önceden kestiremiyeceği, ama ana gelişim doğrultusu bakımından beklenen
olaylardı. Zamanı tam olarak kestiremeyince işe son hızla
girişmekten başka çözüm kalmıyordu. Unutmıyahm ki, ta
san 1954 yılında ana çizgüeriyle tam olarak uygulanmış
ve sonuçlar tama yakın bir şekilde alınmış olacaktı. Böy
le bir hesap, bugün için elbette yapılamaz ve doğru ol
maz. 1935 - 1946 döneminde ise Türkiye kapitalizme gi
den köşeyi kesin olarak dönmemişti. Varlık birikimi azdı,
özel alanda bir endüstrileşmeden söz açılamazdı, ekonomi
kapalı idi, aracı tüccar güçsüzdü. Feodal kalıntılar CHP
içinde Derici kanatla bir «mütareke» içinde idDer. Kemalist
ilkeler bir kenara atılmamıştı, yabancıların ekonomik etkisi
azdı, devlet dışarıya borçlu değüdi. Bir devlet kapitalizmi
uygulaması sürdürülüyordu ama, ibrenin özel girişimden
yana değil, devletçilikten yana olduğu açıktı. Bütün bu
koşuüar içerisinde, hızla girişilecek bir bilinçlendirme
kampanyası bütün sistemin Kemalizmin gösterdiği doğrul
tuda, halkçı, devletçi bir yönde gelişmesini çok kolaylaş
tırabilir, böyle bir gelişme için ta başından beri en çok
eksikliği duyulan etkeni, emekçi sınıfların devleti destekle
mesi, güçlendirmesi etkenini sağhyabilirdi. Ve 1935 - 1946
dönemi koşullan içinde gerici - tutucu güçlerin böyle bir
gelişmeye karşı çıkmaları çok zor olabilirdi. Bilinçlendiril
miş, eğitim ve öğretim görmüş köylülerin, çoğu o çağda boş
olan kamulaştırılmış topraklar üzerinde uygulayacakları
bügüi ve çok yüksek verimli bir tarım, bir ölçüde gerçek
leştirilecek toprak reformu devlet eliyle kurulması sürdü
rülen endüstri, feodal kalıntılara karşı bir ekonomik gü
cü DericDere sağlıyabüirdi. Onlan destekliyecek kapitalizm
içte yoktu, dışta da çok güçsüzdü. Kısacası 1946’ya ka
dar, henüz köşe kapitalizm yönünde dönülmemişti. Uy
gun iç ve dış koşulların bir süre daha devam etmesi du
rumunda, bu köşenin kapitalizm yönünde dönülmesini önIiyebilmek ve bir süreç atlatmak olanağı belki bulunabilir
di. Bütün bu hesaplan boşa çıkaran iç ve dış olaylann
çok hızlı gelişmesi, 1935 - 1946 döneminin birkaç yıl da
ha uzayamaması, herhalde kurucuların hesap hatasına
bağlı değildir. Bu hızlı gelişmeyi ve getirdiği yıkıcı sonuç
lan enstitüleri kurma çabasına girişmemek gerektiğini ka
nıtlamak için kullanmaya kalkmak insafsızlıktır; bir çeşit
pasifizimdir. Aynı mantıkla her zaman, ilerici kişiler ola
rak hiçbir girişimde bulunmadan beklemek, bütün toplum
sal koşulların tam olarak olgunlaşacağı çağa kadar eli ko
lu bağlı oturmayı salık vermek demektir ki, bunun ilerici,
devrimci, bilimsel eylem anlayışı ile ilişiği yoktur. 1935’lerde 1946’dan sonra hiçbir şekilde bulunmıyan bir fırsat,
bir tarihsel olanak vardı ve bu olanaktan yararlanılmaya
çalışılmıştır. Ama ne yazık ki koşullar bu olanağı hızla
azaltacak yönde gelişmiş, ilericilere tarihin verdiği süre çok
kısa olmuştur. Bundan sonra da Türkiye çok daha uzun
vadeli, çok dolambaçlı, çok daha acılı bir gelişme yörün
gesine girmiştir.
Öyle sanıyoruz ki, köy enstitüleri sisteminin etkilerini
ve sonuçlarım incelerken, değerlendirmeleri bu gelişmeleri
göz önünde tutarak yapmak gerekir.
■ Sistemin önemli İlkeleri ve Esasları
Bizim konumuz bakımından, sistemin esaslarını in
celemiş yazarlar vardır. Bunların başında Fay Kirby(40)
gelir. Ayrıca bizim izliyebildiklerimiz içinde, bir kaç ör
(40) T U rldyede K ö y E n s titü le ri, F a y K irb y , îm e c e Y a y ın
l a n , A n k a ra , 1961, s. 248-317.
nek ölarak 1968’de TÖS’ün öncülüğü ile toplanan Dev
rimci Eğitim Şurasında bu konuda yapılan çalışmalar'41’,
Ülker Akçakoca'42’, Cevat Geray(43), Bahri Savcı'44’, Cavit
Orhan Tütengil'45’, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu'46’, gibi ay
dınların yazılan sayılabilir. Biz bu konuda kendi düşünleri
mizi özetlerken bu araştırıcılar ve daha başkalan tarafın
dan ileri sürülmüş düşünleri tekrarlamaktan elimizden gel
diği kadar kaçınacağız. Yoksa bu konuda o kadar çok dü
şün ileri sürülmüştür ki, hepsini burada değerlendirmeye,
okuyucuya duyurmaya çalışmak kitabın hacmini çok arttı
racaktır.
Bizim önemli saydığımız ve üzerinde durmak istedi
ğimiz noktalar şunlardır:
Kurulan sistemle güdülen amaç, bilinçlendirilmiş
emekçi halkın siyasal bir güç durumuna getirilmesiyle alt
yapı devrimlerini istiyecek, sömürü düzenini zorlıyacak,
bu yöndeki çabalara temel olacak, süreci hızlandıracak
bir ortam yaratmaktır.
Bilinçlendirme işlemi ancak yeni değer yargılarının
topluma benimsetilmesi ile olur. Bu yeni değer yargıları
nın temelinde ve başında «emek» ve «işin» en yüksek de
ğer sayılması gelir.
D ev rim ci E itim Ş û ra sı, T Ö S y a y ın la n N o. 4 A n .
k a r a 1969, K öy E n s titü le r i U y g u la m a s ın d a n ç ık a n
S o n u ç la r (H ü rre m A rm a n , C e v a t G e ra y , C ey h u n A tu f
K a n s u ), s. 368-393.
(42) K a lk ın m a m ız v e K öy E n s titü le ri, İm e c e d e rg is i sa y ı
25-26, m a y ıs -h a z ira n 1963, s a y la fc'— 8, 5— 7. Ü lk e r
A kçakoca.
(43) İm e c e d e rg isi, K öy K a lk ın m a sı v e
T o n g u ç, C e v a t
G eray , s a y ı 100, a ğ u s to s 1969, s a y f a 10-13.
(44) C u m h u riy e t g a z e te si, K ö y E n s titü le r i v e H a lk E ğ i
tim i, B a h ri S av cı, 18.4.1968, s. 2.
(45) C u m h u riy e t g a z e te s i, K ö y E n s titü s ü T e crü b esi, C a v it
O rh a n T ü te n g il, 18 ve 19.4.1966, s. 2.
( 46) C u m h u riy e t g a z e te si, K öy E n s titü le rin in
F e ls e fe si
H ıfz ı V e ld e t V elidedeoğlu, 18, 19, 20, 21.4.1967, s a y
f a 2.
041)
Bu değer yargıları yalnız söylemekle, anlatmakla ka
bul ettirilemez; işin gözle görülür bir değer getirdiği, birşey
ürettiği, yapana bir çıkar sağladığı, emeğin sömüriilmediği,
kaybolmadığı bir çalışma ortamı sağlamakla benimsetilir.
Hem bu amaçla, hem de daha sonraki ilerici atıhmlara te
mel olması, bu atılımlan istiyecek, yürütecek emekçi sı
nıflara ekonomik dayanak sağlanması bakımından, ortak
çalışma ile yürütülecek, kamu mülkiyetine dayanan kollektif örgütler kurulur: Enstitülerin, okulların tarım alanları,
küçük endüstri kuruluşları, çeşitli kooperatifler ve koope
ratif birlikleri, meslek dayanışma kuruluşları v.b.... Bu
kuruluş ve örgütler gitgide geliştirilir ve güçlendirilir.
Bunların kurulması ve işletilmesi burjuva devlet düze
ninin alışılmış formaliteleri, para olanakları ile yapılamaz.
Ancak bütün emekçilerin insan gücünün para karşılığı ol
madan harekete geçirilmesi ile bu olanak bulunur. Böyle
bir uygulama, emekçilerin çıkarına işliyecek örgütler içinde
angarya sayılamaz, insan gücünün emekçi sınıfların çıkar
tan için para karşılığı olmadan harekete geçirilmesi, daha
sonra girişilecek bütün kalkınma atılımlan için de para ola
nakları çok kıt, yoksul bir toplum için tek çıkar yol
dur.
Bu doğrultuda yapılacak bütün çalışmalan yürüte
bilmek için bürokratik esaslann dışına çıkmak gerekir. Bu
amaçla örgütün kuruluşuna ve işleyişine temel olan yasa
lar, diğer yasalann bürokratik esaslarını yadsıyan nitelik
tedir; örgütü onların tutucu etkisinden kurtarma amacını
güder.
Emeği ile yaşıyan insanların bilinçlenmesi, kendileri
ni sömürücülerden ekonomik bakımdan bağımsız kılacak
olan bu örgütlenmeler içinde olurken, bunu hızlandıracak,
kolaylaştıracak en önemli çalışma yöntemleri özgür okuma
ve tartışma, yönetime katılmadır. Tam ve sağlam bir bi
linçlenmeyi sağlamak için tek ve belli bir görüşün sistemli
olarak benimsetilmesi yerine, tam bir özgürlük ve eylem
ortamı içinde kişi, doğru yolu kendisi bulacaktır. İnsana
ve insan aklına saygılı bir eğitim sistemi bunu gerekti
rir. Armağanlandırma ve cezalandırma, atanma, nakil an
layışı ve uygulaması, bilinçlenmeyi önleyici değil, hızlandı
rıcı, insan kişiliğini geliştirip, olgunlaştırıcı yöndedir.
Bütün bu çalışmaların yapılabilmesinin bir koşulu da
bütün örgütün ve bu örgütte çalışanların ekonomik anlam
da bağımsızlıklarını, özgürlüklerini sağlamaya, onları ola
nağı ölçüsünde tutucu güçlerin ve tutucu örgütlerin etki
sinden kurtarmaya bağlıdır. Bu amaçla öğretmene maaşın
dışında kazanç olanakları verilmiştir. Aynı şekilde bütün
örgüt, üretim yapıcı ortak kuruluşlarla donatılmıştır.
Eğitim örgütü, Osmanh düzeninin halka vermeye değü, halktan almaya dayanan işleyişinin kalıntılarından tam
olarak temizlenememiş diğer devlet örgütlerinin etkisin
den kurtarılmış, bağımsızlığı sağlanmıştır.
Kamusal ekonomik örgütler içinde bilimsel tarım ve
teknik çalışmaların iş ilkesine göre yürütülmesi mesleksel
farklılaşmayı gerektirir. Bu farklılaşma ise ekonomik açı
dan tek düze bir dönemde takılıp kalmış statik köy toplumunun, daha üeri süreçlere geçebilmesi için takıldığı
noktadan atlatılmasını sağlıyacak en önemli yöntemdir.
Mesleksel farklılaşma ekonomik farklılaşmayı getirecek,
köy ekonomisi dışa açılacak ve süreç hızlanacaktır.
Bütün bu çalışmalara karşı tutucu ve sömürücü güç
lerden gelecek baltalama ve tepkiler, ilericilere devlet des
teğini sağlamak amacıyla konmuş bir takım ceza müeyyi
deleriyle önlenmeye çalışılacaktır.
Bu işler gerçekleştirilebildiği ölçüde, bütün tarihimiz
boyunca noksanlığı duyulan, gelişimin olmasını önliyen en
büyük etken, emekçi sınıfların bilinçlenmemiş olması ve
ağırlığını duyuramaması etkeni ortadan kaldırılmış ola
caktır. O zaman halk - aydın ayrılığı, aydının savunduğu
halkın çıkarlarına karşı halkın ilgisizliği bitecek, halk ken
di hakkını kendisi arıyacaktır. Aydın halktan çıkacak, hal
kı savunacak, halkla aydın eşdeğerleşecektir.
Bütün bu esaslar ve doğrultu, ülkeyi Osmanlı İmpara
torluğunu yıkarak, ilerleme yoluna sokmuş Kemalist ilkele
re karşı veya aykırı değildir; onun doğru bir şekilde yo
rumlanması ve geliştirilmesidir. Bu bakımdan da son dere
ce açık, meşru bir doğrultudur.
Çok kısa bir deyişle, yapılmak istenen bir «devrim
için eğitim» uygulamasıdır. Amaç, devrimsel süreci hız
landırmaktır.
■ Gerçekleşen: Bilinçlenmiş Köylü Aydın
Bütün bu şemanın ne kadarı gerçekleşebildi? Yıkılışı
gerektiren koşullar çok erken ortaya çıktılar. Şemanın an
cak başlangıcı uygulanabilmişti. Köylerin ortalama üçte
birine istenilen nitelikte aydınlar gönderilebilmiş, bunlar
henüz oralarda kökleşememişlerdi. Köy öğretmeninin eko
nomik bağımsızlığını sağlıyacak çahşmalara girişmesi için
çabalanıyordu, ö te yandan enstitüler ve bölge okulları da
henüz kendi ekonomik bağımsızlıklarını sağlıyacak çapta
üretime geçebilmiş değillerdi. Yani örgüt, daha kuruluşu
nun başlangıcında idi.
Yıkılma işlemine girişildiği zaman bir tek şeye dokunulamadı; yetiştirilmiş öğretmenlerin sınıf bilincine vara
bilmiş olmalarına! Böylece sistemin uygulanabilmiş sınırlı
bölümünün sağladığı en önemli sonuç, elde 20 - 25 bin ka
dar bilinçlenmiş aydının kalması oldu. Türkiye’de daha
sonraki yıllardaki gelişme ve çekişmeler bakımından bu
aydınlar çok önemli roller oynayacaklardır. Kuruluşların
dan 27 yıl sonra bir ilerici aydın şöyle yazıyordu'471:
(■m A n t d e rg isi, 17 YU S o n ra G ene 17 N isa n , F e t h i N a
ci, s a y ı 16, 18.4.1967, s. 7.
« ...V e o kısa süre içinde en küçük eğitim imkânının orta
ya çıkardığı değerler: Fakir Baykurt’lar, Mahmut M akat
lar, Başaran’lar, Talip Apaydın’lar! Adlarıyla, yazdıklarıy
la, eylemleriyle coşkulu bir dönemin sembolü haline gelmiş
aydın köylüler, yeni yeni Türk insanları... Onlar şimdi öğ
retmen kuruluşları içinde savaşlarına devam ediyorlar.
Hangi öğretmen kuruluşu olursa olsun, düzenli çalışan, kor
kusuz çalışan bir kuruluş görürseniz biliniz ki, orada köy
enstitülerinden çıkma biri vardır. Onları en son Unesco
Milli Komisyonunun olağanüstü kongresinde gördüm. Ba
kanı da, ziyadesiyle ünlü Kültür Müsteşarını da çileden
çıkarıyorlardı; inandıklarını, doğru bildiklerini, kimseye
umursamadan, apaçık söylüyorlardı...»
Bilinçlenmiş köylü aydınların daha sonraki eylemleri
ne ilerideki bölümde değineceğiz.
Sistemin uygulanması ve alınan sonuçlar konusunda
bizim açımızdan çağımız ilerici aydınının bilmesi, üzerinde
durması gereken ana gelişme çizgisi budur. Bunun dışında
eğitbilimsel, ekonomik, toplumsal, siyasal olarak bir yığın
ayrıntı söylenebilir. Fakat bunlar başka araştırıcılar tara
fından incelenmiştir, İncelenmektedir ve ayrıntılara girmek
istiyen okuyucu onların yapıtlarından bilgi edinebilecek
tir.
Bizim burada son olarak üzerinde durmak istediği
miz bir nokta da şudur:
■ Sonuçları Değerlendirirken
1935 - 1946 yılları arasındaki uygulama değerlendi
rilir ve eleştirilirken, bunun uygulanması düşünülen siste
min pek küçük bir bölümü olduğu, uygulamanın henüz
başlangıcında durduğu bilinmeli ve bu uygulama ile bunun
getirdiği sonuçlar, teorik planda sistemin bütünü için öl
çü sayılmamalıdır. Sistem üzerinde teorik planda yapıla
cak tartışmalar, uygulanabilmiş küçük bölümüne değil, sis
tem olarak bütününe bakarak yapılmalıdır. Bu yola gidil
mezse, yalnız uygulanabilmiş öğeleri köy enstitüsü sistemi
nin bütünü sanmak gibi bir yanılgıya düşülebilinir. özellik
le genç kuşaklar, bu yanılgıya düşerek yanlış ve noksan
değerlendirmeler yapmış eleştiricilerin etkileri altında kal
maktan kaçınmalıdırlar.
Köy enstitüleri sistemi başlıbaşına ne bir okuma - yaz
ma kampanyası, ne bir köy kalkınması sorunu, ne bir
öğretmen yetiştirme çabası, ne bir okul yapımı girişimi
idi. Temel amacı bakımmdan, tarihsel koşulların hazırladı
ğı bir olanaktan yararlanarak iktidara katılıp elde edilen
yürütme gücü ile emekçi sınıfları bilinçlendirmek ve devrim
sel süreci hızlandırmak için girişilmiş bir devrim stratejisi
ve taktiği idi.
5
İsmet İnönü,
Köy Enstitüleri
ve Hakkı Tonguç
Köy enstitülerinin tarihinde hiç şüphe yok ki, İsmet
İnönü’nün çok önemli bir yeri vardır. Genel kam İnönü’
nün Köy Enstitülerini önce kurdurduğu, sonra da yıkılma
sına göz yumduğu şeklindedir. Bu ana düşünden hareket
le, İnönü zaman zaman çok ağır olmak üzere birçok kişiler
tarafından eleştirilmiştir. Bu bize göre biraz fazla basit
yargının ardındaki gerçek nedir? İnönü’nün köy enstitüleri
nin kuruluşundaki ve yıkılışındaki payı ne kadardır? İnö
nü’nün köy enstitüleri anlayışı nedir ve köy enstitülerin
den ne beklemiştir? Köy enstitülerinin tarihinde önemli
rol oynamış iki kişinin, İnönü’nü ve Tonguç’un ilişkileri
nedir? Düşünleri ve inançları ne dereceye kadar uyuşma
halindedir? Bütün bu soruların karşılıklarını bulabilmek
için ciddi ve duygusallıktan uzak araştırmalar gerektiği
kanısındayız.
■ tik İlgiler
Bir defa şunu hemen söylemeliyiz ki, ilköğretim soru
nuna geniş bir ölçüde el konmasının başlangıcı İnönü’nün
Cumhurbaşkanlığı çağında değildir. Daha önce de birçok
kere belirttiğimiz gibi 1935 - 36 yıllarında ve doğrudan
doğruya Atatürk’ün isteği üzerinedir. Bu istek üzerinedir
ki, Hakkı Tonguç belli amaçları gerçekleştirmek için İlköğ
retim Genel Direktörlüğüne getirilmiştir. Bütün bunlardan
çağın Başbakanı olarak İnönü’nün de bilgisi şüphesiz ki
vardır; ama çağın Milli Eğitim Bakanı Saffet Ankan ilk
öğretim sorunu için çoğu kez Atatürk’le görüşmektedir ve
İnönü’nün Başbakan olarak, örneğin ilköğretim dairesi ile,
cumhurbaşkanlığı çağındakinin aksine, aracısız bir ilişkisi
olmamıştır. Böylece İnönü Cumhurbaşkanı olunca Tonguç’
un önüne şöyle bir sorun çıkmıştır: Yeni Devlet Başkanı
ilköğretim hareketini ne ölçüde destekliyecektir, CHP ik
tidarı ile arasındaki anlaşma konusunda nasıl davranacak
tır ve en önemlisi ilköğretim sorununu yalnız bir okuma yazma kampanyası şeklinde mi, yoksa Tonguç’uû anladığı
ve gerçekleştirmeye çalıştığı geniş anlamı ile mi anhyacaktır. Başlanmış ve bir hayli ilerlemiş olan işler vardır.
Eğitmen kursları işlemektedir, yer yer bunlardan köy ens
titülerinin çekirdeği olan köy öğretmen okullarına geçil
mektedir. Enstitülerin ana eğitim ilkeleri çoktan uygulan
maya başlanmıştır. CHP iktidarı içinde bir düşün ve inanç
birliği yoktur, her an CHP içindeki güçler dengesinde de
ğişmeler olabilir, başlanmış ilköğretim işlerini başka yön
lere çevirecek kişiler güç kazanabilirler. Yeni Cumhurbaş
kanının bu konulardaki tutumu ilköğretim çalışmalarının
geleceğini belirliyecektir. Bu bakımdan İnönü’nün başkan
lığının ilk günleri Tonguç için kaygılı günlerdir.
Yeni Başkanın ilköğretim sorunu ile ayrıntılı olarak
ilk ilgilenişi Kastamonu - Gölköy Eğitmen Kursunu denet
lemesi ile başlar. Bu denetlemenin özel bir önemi vardır.
İnönü bu denetlemesi sırasındaki izlenimlerine göre ilköğ
retim işlerinin yönetimi konusunda yargılara varacak ve
kendi davranışını, yönünü saptıyacaktır. Bu denetimi sıra
sında înönüye gerekli bilgileri vermesi ve açıklamaları yap
ması için Eğitmen Kursunu kurmuş olan ve o sıralarda
İstanbul’da müfettişlik yapmakta olan Süleyman Edip Bal
kır, Tonguç tarafından acele Kastamonu’ya gönderilir.
Tonguç’un kendisinin bu önemli denetlemeye gitmeyişi
dikkate değer. Balkır bu denetlemenin anılarım «Güç fa
kat çok önemli bir görev» başlığı altında ayrıntıları ile anlatır(1). Ona göre kendisini bu göreve yollarken mektubun
da Tonguç aşağı yukarı şöyle demekteydi: «...Y eni Cum
hurbaşkanı yurt gezisine çıkıyor. Birkaç güne kadar Kas
tamonu’ya gidecek. Orada kendisine bizim köy işleri üstü
ne doyurucu ve inandırıcı bilgiler verme olanaklarını sağ
la. Sorunumuzun geleceği bakımından bunun büyük önemi
var...» Balkır denetlemenin çok olumlu yönde geçmesini
sağlamış ve İnönü yapılan işlerle çok ilgilenmiştir. Böylece
Başbakanın desteği bir dereceye kadar sağlanmış ve bu
kritik çağ atlatılmış olur.
İlköğretim konusu 17.7.1939’da açılan 1. Maarif Şû
rasında geniş olarak tartışılmış ve İnönü konu ile yine il
gilenmiş, 27.7.1939’da Çankaya’da üyeleri kabul ederek
bu konu üzerinde uzun boylu konuşmuştur. Bu arada ku
rulması tasarlanan köy enstitüleri (daha doğrusu kurulmuş
ve kurulmakta olan kurumların adlarının köy enstitülerine
çevrilmesi konusunda) kendisine ayrıntılı bilgi verilmiştir.
Buna aid geniş bilgi yine Balkır’ın anılarında bulunabi
lir'2’.
Bundan sonra İnönü’nün konu ile ilgilenmesi gittikçe
artmıştır. Hakkı Tonguç’la yakından ilişki kurmuş, gezi
lerinde eğitmen kurslarını ve daha sonra köy enstitülerini
her zaman yakından görmüş ve çalışmaları desteklemiştir.
25.8.1942’de Samsun’da bir demeçle köy enstitüleri konu
tu
E s k i B ir ö ğ r e tm e n in A n ıla rı, S U leym an E d ip B a lk ır,
A rı ld ta b e v i İ s ta n b u l 1968, s. 285-286.
(2) a.g .e. s. 2 3 7 -3 3 5 .
sundaki olumlu kanısını kamuya açıkladığı gibi, 1946 se
çimlerinin sonuçlan alınıncaya kadar da her fırsatta ilköğ
retim sorununa verdiği önemi belirtmeye çalışmıştır. Şu
sözler de onundur: «...Hayatta birçok harpler gördüm. Bir
çok siyasi meseleler karşısında bulundum. Bunlarda zikre
değer hususiyetleri vardır. Fakat hayata gözlerini yumar
ken hatırlıyacağım tek şey, bu memlekette ilkokul davasının
halledilme yoluna girmiş o l d u ğ u d u r . . . Böylece İnönü’
nün Başkanlığı sırasında ilköğretim sorunu ve köy enstitüıcnni kurma çabaları bir Devlet sorunu ve kampanyası şeKline gelmiş ve böyle yürütülmüştür. Şu, hiç kimsenin yadsıyamıyacağı bir gerçektir: Eğer, 1946’ya kadar İnönü’nün
bu geniş ölçüdeki desteği ve yardımı olmasaydı, bu alanda
bu derece geniş ölçüde ve bukadar kısa bir süre içinde ba
şarı sağlanamazdı. Tarihsel gerçek budur ve bunu her tür
lü duygusal davranıştan sıyrılarak bilmek, kabul etmek ge
rekir. Devletin her türlü örgütünü bu işe koşarak, mali
kaynaklar >bularak, zaman zaman partiden ve hükümetten
gelen direnmeleri yenerek, söylev, demeç ve yazılarıyla so
runun önemini belirterek, İnönü çalışmalara büyük emek
katmıştır, ilköğretim Genel Müdürlüğü doğrudan doğruya
İnönü ile temas eden ve hatta bazen Bakanı bile athyabilen
bir daire halinde çalışmıştır. Hakkı Tonguç da İnönü’nün
yardım ve desteğini bir tarihsel gerçek olarak, yayınladığı
bir kitabında «...milletçe eşi görülmiyen bir şekilde ilköğ
retim hareketine geçildi. En ıssız köye kadar varan bu ça
lışmalar sonunda yılda 2000’i aşan köy okulu binası yapıl
maya, her yıl bu sayıda okul açılmaya başlandı.Yıllar geç
tikçe hız arttı... Önümüzdeki on yıl sonunda Türkiye'de
ilköğretimi yüzde yüz gerçekleştirmek problemi milli ana
davalardan biri haline geldi. İşi tam manası ile milli bir
mesele haline getiren, ilköğretimi modern manası ve bilim0 ) 10. m a y ıs 1946 K ü ta h y a g a z e te si, İn ö n ü n ü n K o n y a d a
v e rd iğ i dem eç.
sel kavramı ile topluma malelmek için bu büyük gayreti
gece gündüz demeden harcıyan, rahatsız olduğu zamanlar
da bile buna zaman ayırmaktan çekinmiyen, ilgililerin arka
sını kovalıyan, davayı tarihe mal olacak şekilde makaleler
yazarak, söylevler vererek anlatan ve icabında onu savu-,
nan Cumhurbaşkanı ve büyük fikir adamı İnönü'dür... Bir
memleket meselesini alınca, bir ülkünün peşine düşünce
ona nasıl sarıldığını, o işi millete nasıl anlattığını ve nasıl
yürüttüğünü göstermesi bakımından ülkücü ve gerçekçi bü
yük İnönü'nün ilköğretime aid yazılarını aynen kitaba al
mayı elzem gördüm. Gelmiş ve gelecek öğretmen nesilleri
için bu makalelerden daha büyük eğitbilim dersi ola
maz..»<4) sözleri ile belirtir.
■ İnönü - Tonguç İlişkileri
Tarihsel gerçeği bu şekilde belirttikten sonra ilişkilerin
ayrıntılarına geçelim. Görülüyor ki, İnönü herşeyden ön
ce sorunu bu genişlikte alması ile Atatürk’ün ilköğretim
politikasını 1946’ya kadar aynı yönde geliştirmiş ve sür
dürmüştür. Böylece Tonguç’un ilköğretim işinin başına ge
tirilmesi ile sonuçlanan anlaşma İnönü çağında da devam
etmek olanağını bulmuştur. Sorun büyüdükçe ve bir dev
let sorunu oldukça, tepkiler ve anlayışsızlıklar da arttıkça,
başlangıçta ikili (parti - ilköğretim dairesi) diyebileceğimiz
anlaşma zamanla üçlü bir duruma gelmiştir: Parti - ilköğ
retim dairesi- İnönü. Bu üç faktör arasındaki denge, so
runların çözümü ve gelişimin yönünü saptamıştır. Birçok
konularda ve gittikçe sık olarak parti, dolayısıyla hükümet
(bunu söylerken hükümet dediğimiz zaman köy enstitüle
ri sorununu daima tutmuş ve bu konuya büyük önem, emek
vermiş sayın Haşan - Ali Yücel’i kastetmiyoruz; zira o da
W İlk ö ğ re tim K a v ra m ı, 1. K a k k ı T o n g u ç, R em zi K ita b e v i İ s ta n b u l 1946, s. 390.
ilköğretim konusunda hükümetin birçok üyeleri ile çekiş
me halinde idi ve zaman zaman büyük ustalıklarla onlara
rağmen iş görmeyi başarıyordu) anlayışsızlık, direnme ve
hatta zaman zaman baltalama eğilimi göstermişlerdir. Bu
na karşılık bu eğitimin etkisiz kalmasını sağlıyan güç, dai
ma Cumhurbaşkanı olmuştur. 1946’ya kadar İnönü, siya
sal gücünü ve otoritesini sorunu desteklemek için geniş öl
çüde kullanmış ve bundan çekinmemiştir.
Bu süre içinde, yani 1939 - 1946 arasında Cum
hurbaşkanı ile onun İlköğretim Genel Müdürü arasındaki
ilişkilerin niteliği ne idi? O çağı yaşıyanlar İnönünün Ge
nel Müdürüne kişisel bir yakınlık gösterdiği ve içten ilişki
ler yürüttüğü izlenimini almışlardır. Tonguç, Çankaya köş
künün sık sık konuğudur, çoğukez H. Ali Yücel’le birlikte
giderler, ama tek başına çağrıldığı ve İnönü ile tamamen
yalnız, uzun konuşmalar yaptığı da vardır. Hatta bunla
rın bir kısmı İnönü’nün aüe çevresinde olacak kadar kişi
seldir. Ayrıca kendisinin bulunduğu birçok toplantılarda
devletin dış politikası, milli savunması ile ilgili çok önemli
ye gizli sorunların tartışıldığı, karara bağlandığı da olur.
Şüphesiz ki, bütün bunlar insana İnönü’nün kendisiyle çok
yakın, kişisel ve hatta arkadaşlık ilişkileri kurduğu inancım
verecek davranışlardır. Fakat Tonguç bu konuda çok dik
katli ve çekimserdir. İnönü’nün insanları çalıştırmak ve
kendi amaçlarına göre kullanmak istediği zaman ne derece
içten ve sevimli gözükebildiğim sanırım çoktan sezmiştir.
Bunun için bu yakın kişisel davranışların birçoğunu kendi
sini görevinde daha iyi, daha istekli çalıştırmak, daha yakın
bir -denetim altında tutabilmek için görev gereği İnönü
tarafından girişilen davranışlar olarak anlar. Bunları bir
çok noktalarda tam bir düşünce ve inanç birliği içerisinde
olan kişiler arasında gelişmesi doğal olan, ilişkiler olarak
saymakta çekingendir. Arada her zaman bir açıldık bıra
kır, bir bakıma bunu yapmaya da kendisini zorunlu sayar,
o bir genel müdürdür, karşısındaki ise devlet başkamdir.
İlişkileri bu çerçeve içinde gelişmelidir. Bu çerçeve aşılıp,
kişisel ilişküerin içtenliğine kapıldığı zaman, tartışma ve
çatışma anlan gelince kendisinin üstü durumunda olanlann,
nasıl birdenbire kişisel ilişküerin eşitliğinden sıynlarak üst
lüklerini hatırlayıverdikleri konusunda acı yaşantılan var
dır. Hatta o her zaman çok sevdiği, saydığı, ölümü üzerine
günlerce konuşamıyacak kadar üzüldüğü, ük işbirliği yap
tığı Bakan Saffet Ankanla büe!. Bunun için anlaşamıyacağı bir durumda birdenbire arkadaşlığın eşitliğinden itilivermek korkusuyla olsa gerek, her zaman sadece bir genel
müdür olduğunu unutmamaya çalışır... Aynca da birlikte
çalıştığı Bakanlara ve CHP merkezine karşı güttüğü inanç
ve kanılarında bağımsız olmak ükesine bağlıdır. Bir ölçü
de düşün ve eylem bağımsızlığı olan bir taraf sayar ken
disini, sadece bir anlaşmaya girmiştir çağın iktidarı üe. Bu
sessiz anlaşmaya göre Cumhurbaşkanı kendisini destekliyecektir, o da bütün enerjisi ile çalışacaktır; CHP iktidarı
nın çoğunluğunun üköğretim davası olarak anladığı şeyi,
şu okur - yazar olma sorununu gerçekleştirecektir. Ama bu
nun bedeli olarak, uyguladığı eğitim ilkelerine, örgütleme
sistemine kanşılmıyacaktır, okur-yazar olma değü, asıl
bunlardır ki toplumda evrimi hızlandıracaktır. Ve 1946’ya,
işbaşından ayrılmasından kısa bir süre öncesine kadar, ta
rihimizde pek az görülmüş bir derecede, bağımsız olarak
işlerini yürütme olanağını elde eder. Fakat aynı zamanda,
Tonguç yaptığı her işi de Cumhurbaşkanına büdirir, onun
bilgisi dışında bir iş yapmaz. Sonradan gericiler tarafın
dan Ueri sürülen, onun İnönü’den gizli bir takım işlere
kalkıştığı, onu aldattığı şeklindeki suçlamalar gerçeğe ay
kırıdır. Koşullarına iki tarafın da, karşılıklı uyduğu dürüst
bir anlaşmadır bu. Aldatan ve aldatılan yoktur. Diğerinin
istek ve düşünlerine körükörüne boyun eğen de yoktur.
Yani ne Tonguç İnönü’nün bilgisi dışında Köy Enstitüle
rinde bir takım hareketlere, öncelikle siyasal anlamda aşı
rı sol hareketlere girişmiştir, ne de Cumhurbaşkanı onu
aralarında konuşulan amaçların dışında, öncelikle sonra
dan ortaya atıldığı gibi CH P’ye militan yetiştirmek gibi
amaçlar için kullanmaya kalkmıştır.
İnönü ve Tongüç’un Köy Enstitüleri girişimi ile doğa
cak her türlü siyasal sorunu enine boyuna ve çok açık
olarak tartışıp görüştüklerini gösteren bilgiler vardır. Ör
neğin Ferit Oğuz Bayır, ki bütün Köy Enstitüleri hareketi
süresince Tonguç’un en yakın çalışma arkadaşlığını yap
mıştır, her ikisinin Çankaya köşkünün kütüphanesinde bir
gece yalnız olarak köy enstitülerinden çıkacak öğretmenle
rin siyasal eğilimlerinin ne olacağını uzun uzun tartıştıkla
rını ve şu ortak sonuca vardıklarını ve bu konuşmanın
ertesi günü Tonguç tarafından kendisine anlatıldığını açıklar(5): Varılan ortak sonuç köy enstitüsü çıkışlıların sosya
list olabilecekleri şeklindedir. Tonguç’un bize defalarca an
lattığı bir başka konuşma da yapılan işlerden ve ortaya çı
kan sorunlardan hiçbirisinin İnönü’den gizlenmediğini gös
terir: Tonguç’un anlattığına göre 1946’da Hasanoğlan’da
Yüksek Kısım öğrencileri aralarında sağcı ve solcu olarak
ikiye ayrılıp tartışmaya ve hatta birbirlerine karşı Milli
Eğitim Bakanlığına, Emniyete şikayet ve ihbar mektupla
rı yazmaya başladıkları zaman, durum İnönü’ye duyurulur,
Tonguç ne yolda hareket etmesi gerektiğini ona sorar, ül
kenin sorunlarının tartışılması sırasında girişilen bu dokt
rin çekişmeleri okul yöneticilerince durdurulmalı mıdır,
yoksa tam bir düşün özgürlüğü içinde buna devam mı edil
melidir? İnönü’nün cevabı şudur: «Ülkenin sorunlarım ve
doktrinleri ülkenin yüksek okul öğrencileri tartışmazlarsa
kim tartışacak?» Ve ertesi günü Hasanoğlanda Yüksek
Kısım öğrencilerini toplayan Tonguç , en geniş bir düşünce
(5) F e r i t O ğıız B a y ırla 21.1.1969 g ü n ü A n k a r a d a y a p ı,
la n k o n u şm a d a n .
ve tartışma özgürlüğü içinde düşünce ve inançlarını belirtip
tartışmalarını onlardan ister.
İnönü’nün Tonguç hakkındaki kişisel kanıları neler
dir? Bir defa herhalde Tonguç ona göre becerikli bir orga
nizatördür, çalışkandır, ilköğretim sorununun esaslarını
kavramıştır, Türkiye’nin gerçeklerini iyi tanır. İnönü
18.5.1945’de «İlköğretimin Yeni Yılı» başlığı ile Ulus
gazetesine yazdığı yazısında Başbakan ve Cumhurbaşkanı
olarak şimdiye kadar hiç yapmadığı bir davranışta bulunur;
Tonguç’a isim belirterek resmen teşekkür eder: «...Geçen
yıl memlekette 258 bölge okulu açıldı. İşlikleri ve program
ları ile, bir küçük teknik okulun yerini tutan bölge okulla
rına verdiği önemden ve elde ettiği başarıdan dolayı, İlk
öğretim Umum Müdürü Hakkı Tonguç’a teşekkür borçlu
yum ...» der(6). Ve gezilerinde her uğradığı köy için Tonguç’u öylesine sıkıştırır, o kadar ayrıntılı sorular sorar,
her köy için o kadar ayrıntılı bilgisi olmasını ister ki, ni
hayet bir geziden sonra Tonguç şöyle yakınır: «Türkiye’
nin 40.000 köyünü de isimleriyle, sorunlarıyla bilmemi is
tiyor sanki.'»
İnönü’nün ilköğretim ve köy enstitüleri konusundaki
yazıları'71, demeçleri, çeşitli yurt gezilerinde ve köy ensti
tülerini denetlemeleri sırasındaki soruları, davranışları, bu
konu ile ilgili çeşitli anılar incelenince şu sonuca varılır: O
çağın politikacıları ve yöneticileri içerisinde, gerek CHP’de, gerek hükümette İnönü kadar sorunun esasını kavra
yabilmiş, Tonguç’un amaçlarını, uygulamak istediği ilke
leri anlıyabilmiş, ayrıntılara inebilmiş bir ikinci kişi yok
tur. Hele hükümet üyeleri (Yücel’in dışında) ve partinin
(.6) tnönU nün 18.4.1945 d e U lu s’d a y a y ın la n a n İlk ö ğ re ti
m in Y eni Y ılı b a şlık lı y a z ısı. A y rıc a İlk ö ğ re tim K a v
r a m ı, 1. H a k k ı T o n g u ç, R e m z i
k ita b e v i, İ s ta n b u l
1946, s. 398.
( 7) İ lk ö ğ re tim K a v ra m ı, H a k k ı T o n g u ç, R e m zi K ita b e v i
İ s ta n b u l 1946, s. 391-405.
yüksek kademedeki yöneticileri ile İnönü arasında bu ko
nuda çok büyük bir derece farkı vardır. Tonguç, bu gerçe
ği çok iyi bilmekte idi.
■ İnönü, Köy Enstitüleri ve Toprak Reforma
Bir konuda İnönü, Tonguç ve Yücel’i de geride bırak
mıştır: Bunu Tonguç’un İnönü ile birlikte yaptığı geziler
den sonra Bakan Yücel’e her gezi üzerine yazı ile bilgi
verme alışkanlığından yararlanarak anlıyoruz. 20 Tem
muz 1942’den 23 Temmuz 1942’ye kadar süren ve Çifte
ler ve İvriz Köy Enstitülerinin denetlenmesini de kapsıyan
bu gezinin bazı bölümlerini Tonguç verdiği raporda şöyle
anlatır'8’: «20 Temmuz 1942 pazartesi günü saat 21’de
Ankara'dan hareket ederek trenle Biçer istasyonuna gel
dik. Sabah saat 9’da trenden çıkan Milli Şef orada toplan
mış olan halkla görüştüler. Bu görüşmeler sonunda, gelen
halkın bir çoğunun topraksız oldukları, bir beyin çiftliğin
de ortakçılık yaptıkları anlaşıldı... (Yazarın notu: Bu bey
CHP Milletvekili Emin Sazak olsa gerek...) Sivrihisar’dan
ayrıldıktan bir müddet sonra yolun üzerinde küçük bir
köye rastladık. Bu köyde dikkati çekecek kadar güzel bir
kaç binanın önünde bir masa hazırlanmıştı. Genç, iyi gi
yimli bir zat Milli Şefe burada bir çay ikram etmek iste
diklerini söyledi. Milli Ş e f* 1 güzel binaları göstererek bu
(8) ö z e l a r ş iv : « S a y ın B a y H a ş a n A li Y ü cel M a a r if V e
kili, İs ta n b u l, Ö z e t: M illi Ş e fin Ç ifte le r v e İ v r iz K öy
E n s titü le r i s e y a h a t la n h a k k ın d a ra p o r» d iy e b a şlıy a n
8 s a y f a lık belge.
(*) B u g ü n te k p a r t i d ö n e m in i k ü ç iim s iy e re k
a n s ım a k
iç in k u lla n ıla n «M illi Ş ef» d e y im i o ç a ğ d a özellik le
re s m i y a z ış m a la rd a k u lla n ılm a s ı g e re k li b ir « resm i»
s ı f a ttı. R e sm i ra p o r la r ın d a T o n g u ç ’u n b u d e y im i k u l
la n m a s ın ı v e b u ra p o r la r d a k i sa y g ılı d e y iş şe k lin i o
g ü n ü n k o ş u lla n v e h a v a s ı için d e d e ğ e rle n d irm e k g e
re k ir.
rası nedir, diye sorunca genç, ...beyin çiftliğidir, dedi. İnö
nü «birşey içmem, köylülerle görüşmek istiyorum, bana
köylüleri çağırın» dedi ve bu köylülerin de topraksız, or
takçı olduklarını anladı. Buradan ayrıldıktan sonra bize
«toprak meselesini süratle halletmemiz lazım. Böyle parya
gibi vatandaşlar olmaz» dediler...» Bundan sonra Tonguç
her iki enstitünün denetimi ile ilgili geniş bilgi vermekte,
yolda uğranılan köylerde daima köylülerle ekim ve iaşe
işleri, askerlik meseleleri konuşulduğunu belirtmekte ve
Koçhisar çevresinde yolda geçen şu konuşma üzerinde dur
maktadır: «...Bir aralık İnönü, köy enstitülerinden çıka
cak ve köylerde çalışacak gençlerden başka 150 ila 200.000
kişilik bir ziraatçı kadrosu yetiştirmemiz lazım geldiğini ve
olanların da bu enstitülerdeki çocuklar gibi hem ziraat
hem de sanat bakımından çok canlı insanlar olmaları icab
ettiğini ve bunu süratle başarmamız gerektiğini, başka mil
letlerin birkaç asır önce köylerde bizim bugünkü durumu
muzdan daha mücehhez bulunduklarını izah buyurdular.
Böyle bir kadroyu yetiştirmek için talebe bulunup bulun
mayacağını bin kişilik müesseseler yapıldığı takdirde peda
gojik mahzurlar çıkıp çıkmıyacağını sordular. Bilhassa bu
bakımdan kız talebenin bulunup bulunamıyacağı üzerinde
durdular. Bu kadronun üç senelik bir tahsille yetiştirilip ye
tiştirilemiyeceğini sordular.
«İki gün önce aynı meseleye pek kısa bir şekilde
yine temas buyurmuşlardı. Bu emirlerini yeni telakki etti
ğimi ve üzerinde düşünmekte bulunduğumu, meselenin
çok büyük ve şumullü olduğunu, bir iki günlük düşünme
ile kolayca ve müspet bir şekilde cevap veremiyeceğimi
arzettim. Bunun üzerine «bunları esasen üzerlerinde düşü
nülmek üzere söylüyorum. Düşünün. Bu işler çabuk halle
dilmeli. Beş sene zarfında böyle bir kadroya sahip olmalı
yız» dediler...»
Bir başka gezi raporundan da şu dikkate değer bö
lümleri buraya almak istiyoruz*93: Pazarören Köy Enstitüsü
nü denetlerken İnönü geziye katılmakta olan Tarım Ba
kanına (Şevket Raşit Hatipoğlu) «...bu faaliyetleri nasıl
bulduğunu ve ziraatçi eleman yetiştirme meselesiyle bu ça
lışmaların birleştirilip birleştirilemiyeceği etrafında sualler
sordular. Bu arada enstitü müdürü ile ziraat öğretmenleri
nin fikirlerini de yokladılar... Sarımsaklı istasyonuna gel
dik. Trende öğle yemeği yendi... Ziraatçi yetiştirme mese
lesiyle enstitü faaliyetlerinin birleştirilip birleştirilemiyece
ği mevzunu ileri sürdüler (İnönü). Ziraat Vekili stajyer ola
rak bu enstitülere birer genç göndermek istediğini, bunların
oralarda beş altı ay kaldıktan sonra yapacağı teşkilata nü
ve olabileceklerini söyledi...» Tonguç daha sonra Yıldızeli
köy enstitüsünün denetlenmesini anlatırken: «...Harman
kenarında enstitünün ziraat işleri etrafında, görüşüldü.
Daha bol teknik vasıtalarla çalışılması lazım geldiği emrini
verdiler. Ziraat Vekilinin mütalaasını ve ziraatçi yetiştir
me ile bu faaliyetler arasında, ne gibi bir irtibat kurulabile
ceğini sordular. Bu mevzu etrafında burada da hayli ko
nuşuldu. İnönü bir aralık köy enstitülerinin sayılarının niçin
25’e kadar çıkarak orada kalacağını, çoğaltılmadıklarım
bendenizden sordular. Meselenin evvela bir para ondan son
ra da yetiştirici eleman ve geniş ölçüde arazi işi olduğunu
arzettim. Cevap olarak, parayı bırak, diğer hususlarda me
sela pedagojik bakımdan bir mahzur var mıdır, dediler ve
enstitü talebesinin bir kısmının ziraatçi olarak yetiştirilme
lerine ne diyeceğimi sordular ve hemen enstitü adedinin ço
ğalmasını, herşeyden evvel memleketi imar, iyi vasıflı köy
lü vatandaşlar yetiştirme bakımından çok faydalı olacağını
ilave buyurdular. Ziraatçi eleman yetiştirme hususunda dü
şündüğümü, fikirlerimi henüz bir sisteme irca ederek ya
yı
Ö zel a rş iv , « sa y ın H a ş a n A li Y ücel, M a a r if V ekili,
İs ta n b u l, ö z e t: İnönü n U n P a z a rö r e n , Y ıldızeli, A k p ın a r k ö y e n s titü le rin i d e n e tle m e s i ile ilg ili g e z i ra p o
ru » 20.8.1942 - 26.8.1942. 7 sa y fa .
zamadığımı, bunu yazarak emredecekleri zamanda takdim
edeceğimi arzettim. Çok iyi olur. Ziraat Vekiline ver, de
diler...» Bundan sonra Turhal Şeker Fabrikasındaki ye
mekte aynı konunun İnönü tarafından tekrar ortaya atıl
dığını bildiren Tonguç raporuna şöyle devam ediyor:
«...Yem ekte milli şef o gün gördüğümüz Yıldızeli, Pamukpınar köy enstitüsünün çalışmalarını bahis mevzuu ederek,
ziraatçi yetiştirme meselesini ortaya attılar ve Turhal Şeker
Fabrikasının Müdürü olan bir ziraatçi arkadaştan pancar
ziraati ile ilgili işlerin kimler tarafından ne suretle yapıldı
ğını, teşkilatlarının ne olduğunu, bu işler için kaç kişi ça
lıştırdıklarını, köylülere ne suretle müessir olabildiklerini
sordular, yeniden ziraatçi yetiştirme ve köy enstitülerinin
sayılarını çoğaltma mevzuuna dönüldü. Ziraat Vekili bu
meseleler etrafında düşünmekte olduğunu, gördüğü köy
enstitülerinden çok memnun kaldığını ve Ankardya döner
dönmez diğer enstitüleri de gidip göreceğini, ancak işleri
nin çokluğu dolayısıyla şarktakileri yakın zamanda göremiyeceğini ve diğer enstitüleri gördükten sonra daha ko
lay ve çabuk bir hükme varabileceğini söyledi. Milli şef
hemen kısa zamanda, bütün enstitüleri görmesini kendile
rine emir buyurdular.» Bundan sonra Akpınar köy ensti
tüsünün denetlenmesi sırasında da aynı konuya değinilir:
«...Tarlalar arasında tekrar Ziraat Vekiline hitap ederek
(İnönü) enstitü sayısını çoğaltmalıyız. Yetiştirmeyi düşün
düğümüz ziraatçi talebeyi bu enstitülerde yetiştirebiliriz,
dediler... Milli Şef bendenize enstitü sayısının 60’a çıka
rılması lazım geldiğini, buralarda bir kısım talebeyi zira
atçi unsurlar olarak yetiştirmek mümkün olacağını, para
meselesi diye bir meseleyi ileri sürmememi emrettiler... ö ğ
le yemeği için trene geldik... Yeniden enstitü sayısımn ço
ğalması üzerinde durarak Orbay’a (orgeneral Kâzım Orbay,
o sıralarda 3. ordu komutanı oba gerek) ne tahmin eder
sin, bu yetiştirmeyi tasarladığımız ziraatçilerin sayılarının
ne kadar olacağını zannedersin, dediler. Kâzım Orbay şim
diye kadar dinlediğim direktiflerinize nazaran altmış bin ki
şi olması icabediyor deyince daha çık, birkaç misline çık
buyurdular. Tekrar Ziraat Vekilini bu mevzu etrafında ko
nuşturmak istediler. Vekilden köy enstitülerine ne gibi
yardımda bulunabileceklerini sordular... Dönüşte yemekler
de tekrar tekrar köy enstitüleri mevzuu ile ziraatçi yetiştir
me işi konuşma mevzuu oldu. Ankara’ya yaklaştığımız sı
rada hepimizi tekrar yanlarına çağırdılar. Ziraat Vekili ile
İktisat Vekilinin hazır bulunduğu bir zamanda alâkalıların
herbirine bazı emriler vererek bunları not defterlerine yaz
dılar. Bendenize verilen ve kendi defterlerine kaydedilen
hususlar şunlardır: 1. Köy Enstitülerinde balıkçılık faali
yetine seyahatta konuşulan şekilde önem verilmesi... 2.
Enstitü sayısını altmışa çıkarmayı esas olarak almalı. Bu
na göre hazırlanmalı. Gelecek sene bu vakitte kırkı bul
malı. Defterime bunu not ediyorum. Üzerinde düşünün, ha
zırlıkları yapın, ben Başvekille görüşürüm. Para cihetini te
min ederim...»
Kanımızca yukarıdaki bilgiler çeşitli bakımlardan son
derece ilginçtir. Bir defa bunlardan İnönü’nün köy enstitü
leri meselesinin sadece bir okuma - yazma öğretme, bir öğ
retmen yetiştirme sorunu olarak anlamadığı anlaşılır. Bu
bakımdan Tonguç’un paralelindedir ve hükümet ve parti
ileri gelenlerinden bu konuda tamamen ayrılır. İkincisi,
çok kısa bir sürede bu kadar çok sayıda tarımcı yetiştir
mek istemekle güttüğü amaç nedir? Bunu toprak ağaları
na karşı yukarıda beliren tutumunun ışığında incelemek
gerekir. Birkaç yıl içinde 200.000 tarımcı hangi alanda
kullanılacaktır? Bunlar köy enstitülerine alınarak ye
tiştirileceklerine göre, en yoksul köylerden ve çoğun
lukla topraksız veya az topraklı ailelerden gelecekler
dir. Topraklan olmazsa bunları köylere tarımcı olarak gön
dermekle ne elde edüecektir? Bunların tanm memuru ola
rak devlet hizmetinde çalıştırılmaları da düşünülemez.
40.000 köy için 200.000 tarım memuru, üretim yapmayan
memur yetiştirmenin de bir anlamı yoktur. İnönü’nün ge
zide gerekçe olarak ileri sürdüğü «..memleketi imar, iyi va
sıflı köylü vatandaşlar yetiştirme...» düşüncesi çok genel
anlamda ve belirsizdir. Bize göre İnönü’nün bu tasaıisının
bir tek amacı olsa gerektir. En kısa zamanda çözümlenmesi
gerektiğini söylediği toprak reformu sorununda bu 200.000
kişilik tarımcı kadrosundan yararlanmak. Toprak reformu
nu gerçekleştirdikten sonra ilk yıllarda ortaya çıkabilecek
verim düşüklüğüne ve ekonomik buhrana karşı bu kadroyu
kullanarak direnmek. Böyle bir reformda kendisine destek
olacak bir kadro sağlamak. Daha sonra, 1945’lerde İnönü’
nün gerçek bir toprak reformu tasarısını meclisten geçire
bilmek için nasıl çabaladığını, hele o ünlü 17. maddeyi nasıl
bizzat kaleme aldığım, tasarının CHP Merkez Yönetim
Kurulundan nasıl zorla geçirildiğini düşünürsek(10), ki da
(.10) B u k o n u iç in b a k : T ü rk iy e n in D ü z e n i, D o ğ a n A vcıoğlu, B ilg i y ay ın e v i,
A n k a r a 1968, s. 234-238. B u
ese rd e n ş b p a s a jı b u r a y a a k ta r m a d a n g e ç em iy e c eğ iz:
« ...İn ö n ü m a d d ey i a ç ık ç a M eclise em p o ze e tm e k te n
ç e k in m iş tir. -D ik ta tö r e m r e tti
y a p tırd i-d e n sin is te
m em iş, h iç d e ğ ilse g ö rü n ü ş ü k u r t a r m a y a ö n e m v e r
m iş tir. T irito ğ lu n a k e n d i g a y re tiy le m a d d e y i M eclis
te n g e ç irip g eç ire m iy e c e ğ in i s o rm u ş tu r. T irito ğ lu
G eçiririm . F a k a t b ü tü n p a r t i m ü f e ttiş le ri re fo rm u n
aley h in d e. P a r t in i n d e ste ğ i la zım , d e m iştir.
« T irito ğ lu m esele y i C H P M e rk e z Y ö n e tim K u ru
lu n a g e tirm iş tir . O n la ra în ö n ü n ü n m a d d e n in k a n u n
la ş m a sın ı is te d iğ in i... a n la tm ış tır. B u n u n ü z e rin e ilk
önce M. Ş e v k e t E s e n d a l -bism illah- d iy e re k 17. m ad d e
ö n e rg e s in i im z a la m ış tır. C e v a t D u rsu n o ğ lu v e F a ik
A h m e t B a ru tç u is e ö n e rg e y i im z a la m a y ı re d d e tm iş
le rd ir. İn ö n ü bu m u h a le fe ti d u y m u ş ve ö fk e le n m iş
ti r . B a ş ta E s e n d a l v e S a ff e t A n k a n
o lm a k ü zere,
p a r t i ile ri g e le n le ri h a re k e te g e ç m işle r, g e c e y a ta
ğ ın d a n k a ld ır a r a k B a ru tç u y a ö n e rg e y i İm z a la ttırm ışla r d ır. B a ru tç u p ija m a ü s tü n e p a n to lo n u ç e k e re k im
z a y a y e tiş m iş tir. A slın d a ile rici b ir k iş i o la n C e v a t
D u rsu n o ğ lu d a ts ta n b u ld a n ilk v a s ıta ile A n k a ra y a
g e tir tilm iş ve B a ş b a k a n ın
ö n ü n d e ö n e rg e y i im za-
ha birkaç yıl önceden toprak reformu tasarısı için savaş
makta olan İnönü’nün kendi partisi başta olmak üzere bü
tün politikacılardan ve devlet yöneticilerinden ne şiddetle
bir direnme geleceğini öngördüğüne hiç şüphe yoktur, köy
enstitülerinden bu konuda yararlanmak için ilgilileri bu
derece sıkıştırdığı tezi ileri sürülebilir. Bu olaylar sırasın
da dikkati çeken bir nokta da Tarım Bakanının bu konu
daki çekimserliği, kaçamak davranışıdır. Bu davranışta
hem kendi uzmanlık alanı saydığı bir alana eğitimcilerin
sızması çabalarını önlemek isteği, hem de partinin genel
eğilimini göz önünde tutarak bu kadar geniş bir tarımcı
kadrosunun hiç şüphesiz hızlandırabileceği toprak sorunla
rının ortaya atılması olayını geciktirmek istediği gibi ne
denler rol oynasa gerektir. Bir başka dikkate değer nok
ta, İnönü’nün bu geniş kadronun mutlaka köy enstitülerin
de yetiştirilmesi için Tarım Bakanım kandırmaya çalış
masıdır. Bunda da örgütlenme bakımından köy enstitüsü
kurucularının Tarım Bakanlığından çok daha tecrübeli ve
başarılı oldukları, ayrıca da yetiştirilecek tarımcılara ileri
düşünce ve inançların köy enstitülerinde daha başarılı bir
şekilde kazandınlabileceği gibi hesaplar rol oynamış ola
bilir. Burada sonuç olarak şu yargıya varılabilir: Bugün
birçok sol yazarların savlarının, aksine, İnönü 1946’ya ka
dar toprak reformu konusunda gerçekten son derece çaba
harcamış, fakat köylüden siyasal alanda ağırlığını duyurala m ış tır. İn ö n ü bu k a d a r la d a k a lm a m ış, y a k ın la rın
d a n F ik r e t Y ü z a tlıy ı M eclise g ö n d e rm iş tir. Y ü z a tlı
în ö n ü y e a tf e n şu sö z le ri m ille tv e k ille ri
a ra s ın d a
y a y m ış tır -to p ra k re fo rm u is te m iy e n
p a r t i b en im
p a r tim d e ğ ild ir - B u a ğ ır b a s k ı
ü z e rin e d ir ki, 17.
m a d d e ö n e rg e s in i 321 m ille tv e k ili
im z a la m ış
ve
m ad d e k a n u n la ş m ış tır. F a k a t 17. m ad d e, 1950 y ılın a
k a d a r y ü r ü r lü k te k a ld ığ ı h a ld e u y g u la n a m a m ış tır.»
Y a z a rın n o tu : Ş u k ıs a p a s a j b ile k ö y e n s titü le
r in in k u ru lu ş y ılla r ın d a İn ö n ü Y ü ce l v e T o n g u ç u n
n e ç e ş it b ir p a r t i ile ç a lış m a k z o ru n d a o ld u k la rım
g ö s te rir .
cak derecede bir toprak isteğinin gelmemesi, aynı isteği ileri
sürecek yeterli bir devrimci kadronun olmayışı onu ken
di partisine karşı ortada bırakmıştır. Ezilen köylü sınıfı
toprak istemeden ve kendilerine destek olacak devrimci
kadrolar yetişmeden bir politikacının veya politikacıların,
İnönü kadar bile güçlü olsalar toprak reformunu gerçekİeştiremiyecekleri ortadadır.
İnönü’nün enstitü kurucularının o günlerdeki çabala
rını aşan bu istekleri gerçekleştirilememiştir. Tonguç’un
sonradan, ölümüne kadar defalarca yakınlarına ve çalışma
arkadaşlarına anlattığına göre, Tarım Bakanı kaçamak dav
ranmakta devam etmiş, en önemlisi Yücel 200.000 tarımcı
yetiştirme ve enstitüleri 60’a çıkarma düşüncesini benim
sememiş, eleman, örgütlenme ve para yönlerinden bunu
gerçekleştirme olanağı olmadığını öne sürmüş, hatta Cum
hurbaşkanının bu kadar aşırı istekler ileri sürmesinde, ken
di yokluğundan yararlanarak Tonguç’un onu kışkırttığın
dan bile şüphelenmiştir. Tonguç da sonradan Yücel ile
birlikte bu tasarıyı gerçekleştirme olanağı göremediklerini
İnönü’ye anlattıkları zaman İnönü’nün kendilerine «çok
büyük fırsat kaçırıyorsunuz, bu savaş yıllarından yararla
narak bunları yapmalı idiniz, savaştan sonra ne olacağı bel
li değildir, bunların hiçbirisini bize yaptırmıyocaklardır, ile
ride beni dinlemediğinize çok pişman olacaksınız» dediğini
anlatır ve 1946’dan sonra en karanlık günlercje şunları ek
lerdi: «Gerçekten onu dinlemediğimize sonradan çok piş
man oldum. İtiraf edeyim ki, bu tasarının gerçekleşmesi
benim de gözümde çok büyümüştü. Sayıların çokluğu beni
de çok ürkütmüştü. Gerçekleştiremiyeceğimizden korkmuş
tum. Eğer benim aklım yatmış olsaydı, YüceFe rağmen işe
girişirdim. Bütün köy enstitüsü çalışmaları içinde pişman
lık duyduğum tek nokta budur. Eğer enstitülerin sayısını
60’a çıkarıp, gerçekten 200.000'de tarımcı yetiştirebilmiş
olsa idik, çok daha şiddetle gelecek olan tepkiler (1946
sonrasını kastediyor, yazarın notu) sırasında ipe gitmek bile
bana vız gelirdi. Gözüm arkada kalmazdı. Am a bu fırsatı
kaçırdık.»
Bu arada Tonguç’un İnönü’nün tasarısı üzerinde dü
şündüğünü, yakın çalışma arkadaşlarının bu konudaki dü
şüncelerini aldığını gösteren belgeler vardır, örneğin Rauf
İnan bir mektubunda bu konuya şöyle değiniyor'11’: Hakkı
Ağabey!, Ankara’nın düşünmeye fırsat vermiyen günlerin
den sonra üç haftadır yollarda geçen saatlerimi en ziyade
odanızda açtığınız o mühim mevzu dolduruyor: Kısa za
manda köye teknik alanda becerikli yüz, ikiyüz bin adam
yetiştirmek meselesi. Gittikçe mevzua daha ziyade nüfuz
edebiliyor ve bazı hareket noktalan buluyorum. Kanaatimca bu işe bütün genişliği ile başlamadan önce kısa bir tec
rübe devresi olmak üzere eldeki eğitmenler, enstitüler vc.
son teşkilat kanunundan istifade ederek başlamak müm
kündür. Bir yıllık bir tecrübeden sonra işe tam ölçüdeki
ç pıyla ve kanunlarıyla girilebilir. Bu tecrübe başlangıcın
da bir tek maddelik bir kanun çıkarılabilirse o zaman işler
daha kolaylaşmış olur. O madde de: Köy Enstitülerinin
tesis ve inşa masraflarında olduğu gibi diğer sarfiyatta da
bu işi 2490 sayılı kanunun elinden kurtarmaktır.
«Düşünceme göre bu işe ve bu tecrübeye elimizdeki
kanunlardan faydalanılarak derhal başlıyabiliriz de; hatta
bunu memleketin bugün içinde bulunduğu ve çaresini A m e
rika diyarlarında aradığı buğday meselesiyle de birleştire
rek, sıkıştıran bir durumun ve duyulan bir ihtiyacın zor
lamasına da bağlamak mümkündür.
«Ne şekilde, ne derecede ve ne ölçüde olursa olsun
bu teşebbüsde benden hizmet umabildiğiniz anda tered
dütsüz emrinizde olacağım. Hele eğer bu hizmetim iki yıl
(ii) ö z e l a rş iv , R a u f tn a n ’ın H a k k ı T o n g u ç ’a özel m e k .
tu b u , M ah m u d iy e, 6.9.1942 ta r ih li. R a u f İ n a n o t a
rih le rd e Ç ifte le r K ö y E n s titü s ü M ü d ü rü idi.
dan fazladır emellerimi ve emeklerimi içinde bulduğum ens
titüden beni ayırmazsa çok bahtlı olacağım, tcab ederse
Muş ovalarına,. Pasinlere gönüllü olduğumu da hissediyo
rum.»
■ Tonguç’a Göre İnönü
İnönü Tonguç’un toplumsal ve ekonomik alandaki
inançlarının, düşüncelerinin ne dereceye kadar farkında
dır? CHP konusundaki eleştirilerini, CHP’nin henüz ana
ilkelerini bile gerçekleştirmekten çok uzakta bulunduğu,
CHP yöneticilerinin birçoğunun devrimcilik, halkçılık çizgi
sinden çoktan ayrıldıkları, apartman, komisyon, bankacı
lık, arsa spekülatörlüğü gibi işlere daldıkları, kısacası burjuvalaştıkları, devrimi dejenere ettikleri şekindeki düşün
celerini ne dereceye kadar bilir? ilköğretim Genel Müdür
lüğü ve CHP ve hükümet arasında ortaya çıkan bir çok
sürtüşmelerde İnönü’nün hakem rolü oynamak zorunda
kaldığı ve çoğukez de ilköğretim dairesini tuttuğu, ayrıca
bu gibi sürtüşmelerde Tonguç’un sözünü esirgemiyen bir
kişi olduğu göz önünde tutulursa İnönü’nün onun genel si
yasal ve toplumsal inançları konusunda oldukça doğru bil
gi sahibi olmasını kabul etmek gerekir. Bu arada İnönüTonguç kişisel ilişkilerinde şimdiye kadar hiç açıklanma
mış ve Tonguç’un açıklanmasını hiç istemediği, böyle bir
ilişkiye sürüklenmiş olmaktan da pek sıkıntı duyduğu bir
olayı anlatalım: Günün birinde bir Antalya Bahçecilik
Kooperatifinden kendisinin Cumkurbaşkanı tarafından
üye yazdınldığı ve ilk üyelik yatırımlarının da İnönü tara
fından ödendiğine dair Tonguç’a bir mektup gelir. Koopera
tif Antalya’nın varlıklı kişileri tarafından kurulmuştur.
Tonguç bu durumdan pek sıkıntı duyar, birincisi bundan
sonraki taksitleri ödeyecek maddi olanağı yoktur ve daha
önemlisi böyle bir varlıklılar kooperatifinde ortak olarak
bulunmak onun kooperatifçilik anlayışına da aykırıdır. He
le Cumhurbaşkanından özel yardım almış durumuna düş
meyi biraz da kişisel bağımsızlığına aykırı sayar. Bundan
sonraki taksitleri ödemez, taksitler bir süre köşkten öde
nir, fakat Tonguç’un ödememekte devam etmesi üzerine
üyelikten çıkarılır. İnönü’nün davranışındaki nedenler ne
lerdir? Tonguç’un genel dünya görüşlerinin ve kooperatif
çilik konusundaki düşünlerinin ki, bunların defalarca ara
larında konuşulduğuna şüphe yoktur, İnönü tarafından bi
linmemesi olanaksızdır. O halde amacı ne idi? Bu sadece
takdir ettiği bir memura karşı içten gelen bir armağan
vermek çabası mıdır? Yoksa CHP ileri gelenleri topluluğu
nun dışında kalmakta özel bir dikkat gösteren Tonguç’ıı
onlar gibi davranmaya zorlamak yahut zaten Tonguç’tan
tedirgin olan CHP ileri gelenlerine onu kendilerinden biri
gibi gösterebilmek için girişilmiş bir çaba mıdır? Bilmiyo
ruz. Olayı sadece kaydetmekle yetiniyoruz. Bizde Ton
guç’un böyle bir armağanı İnönü’ye olan büyük saygısına
rağmen reddetmesi anlamlıdır.
Tonguç’un İnönü’nün genel dünya görüşü, siyasal dü
şünleri konularındaki kanısı nedir? Tonguç’a göre İnönü
yoksul halk sınıflarından değil, orta sınıftan gelme bir
politikacıdır. Kendi kendini yetiştirerek dünyadaki bü
tün siyasal akımlan bilinçli bir şekilde izliyebilecek geniş
bir kültür edinmiştir. Bu, onun insanlığın evriminin genel
yönünü bilmesini sağlar. Böylece o çağın Türkiye’deki yö
netici ve politikacılarından onlarla karşılaştınlamıyacak de
recede üstün olduğu, içinde yoğrulduğu olaylar, darbeler,
savaşlarla az rastlanılır bir yargılama, karar verme, yö
netme yeteneği kazandığı ve Tonguç’un kendi deyimi ile
«bir ülkeye ancak bir yüzyılda bir gelecek ender üstünlükte
bir kişi olduğu» şeklindedir. Ama sanırım ki, onun ezilen
sınıflardan gelmediği, tam anlamı ile bu sınıfların tem
silcisi olmadığı gerçeğini hiç unutmaz. Fakat ne olursa
olsun Tonguç için CHP ile İnönü birbirinden çok başka
şeylerdir. Bütün bu hayranlık duygularına rağmen Ton
guç İnönü ile olan ilişkilerinde daima tetikte ve kuşkulu
dur. Kişisel inanç ve düşüncelerinde değişiklik yapmama
ya, körükörüne İnönü’nün buyruğu altına girmemeye çok
dikkat eder. Çok saygılı davranışına rağmen kendi inançla
rına ve kanılarına uymayan bir girişim kendisine yaptırıl
mak istenildiği zaman sert çıkışları olur. Bunların en tipik
ve önemlilerinden birisi şudur:
■ İlk Kopma
1946 yıllarında CHP içindeki sağ kanadın gücü art
mıştır. Bunlar köy enstitüleri konusunda İnönü’ye sü
rekli olarak baskı yapmakta, onu enstitülerde rejimi teh
likeye düşürecek sistemli sol çalışmalar yapıldığına inandır
maya çalışmaktadır. Enstitü yöneticilerinin birçokları sü
rekli olarak kontrol altında tutulmakta, hareketleri, konuş
maları tesbit edilerek belli bir açıdan yorumlanmakta ve
hükümet ileri gelenlerine, İnönü’ye ulaştırılmaktadır. Ton
guç bunun farkındadır. Üzerinde bu bakımdan en çok durulanlardan birisi de Hasanoğlan Köy Enstitüsü Müdürü
Rauf Inan’dır. Ankara’nın bazı ilçelerinde öğretmenler ve
halkla yaptığı bazı konuşmalar bu yönden tespit edilerek
yukarılara ulaştırılmış ve R. Inan’ın Müdürlükten alınma
sı için İnönü’ye baskı yapılmıştır. Bir gece Tonguç Çan
kaya köşküne yemeğe çağırılır. Yemekte ondan başka Baş
bakan Saraçoğlu, Milli Eğitim Bakam Yücel vardır. B ir
den İnönü Rauf Inan’ı çok taktir ettiğini, tanıdığı en ça
lışkan Enstitü Müdürlerinden birisi olduğunu anlatmaya
başlar ve onun bu çalışmalarına karşılık terfi etmesi gerek
tiğini, bakanlığa müfettiş olarak alınmasının doğru olaca
ğını belirtir. Bu sözler Tonguç’a hitaben söylenmektedir,
Başbakan ve Milli Eğitim Bakanı ile daha önce konuşul
muş olsa gerekir; çünkü onlar da İnönü’nün söylediklerine
katılırlar, İnönü Tonguç’un onayını da almaya çalışmak
tadır. Tonguç durumu kavramıştır, terfi ettirmek, taktir
etmek perdesi altında yapılmak istenen R. İnanı kızağa
çekmek, aktif görevden almaktır. Ve ilk defadır ki, İnönü
İlköğretim Dairesinin personel politikasına karışmaktadır.
Bu, aralarındaki işbirliği yönünden bir dönüm noktasıdır.
Mesele ustaca tertiplenmiştir, kendisine iyi elemanlarından
birisini feda ederek işin içinden sıyrılmak olanağı verilmek
tedir. Direnirse çabşmalan ile kendisini göstermiş bir iş
arkadaşının ilerlemesini önlemiş bir üst duruma bile düşe
cektir. Ama o direnmek yolunu tutar. İnönü’ye verdiği karşıük masanın havasını buza çevirir: «Bir defa kelle vermek
yolunu tutacak olursanız günün birinde sıra sizin kellenize
de gelecektir.» İnönü konuyu değiştirmeye, işi şakaya çevir
meye çalışır. Bir daha o gece bu konu açılmaz. Ama bir
kaç gün sonra da Tonguç’a rağmen R. inan müfettişliğe ata
nır. Bu, İnönü’nün Tonguç’u desteklemediği, onun kanısı
nın aksine karar verdiği ilk olaydır ve sonun başlangıcıdır.
Bilmiyoruz İnönü 1950 -1960 döneminde, Uşak’da, Kayseri’de, Topkapı’da Tonguç’un bu sözlerini hatırlamış mı
dır? Olay bizce şu yönden de önemlidir: Bu konuşma şek
li Tonguç’un özellikle başkalarının yanında İnönü ile ko
nuşurken kullanmaya çok dikkat ettiği o saygıh dilin çok
uzağında, bir türlü anlaşamadığı CHP ileri gelenleri, mil
letvekilleri ve diğer yüksek devlet memurlarıyla konuşur
ken kullandığı dildir ve bu kişilerle işbirliği yapma eğilimi
ni sezdiği İnönü’ye karşı da bu dili kullanmakta çekinme
miştir.
■ Çember Daralıyor
İnönü’nün bundan sonraki davranışlarını inceliyebilmek için önce 1946 - 1950 çağında köy enstitüleri yönün*
den önemli siyasal gelişme ve değişmelere değinmek gerek
lidir. Çok partili hayata geçişle birlikte CHP’nin sağ kana
dı güç kazanır. İnönü’nün başlıca ilgisi artık ilköğretim
sorunundan, çok partili «demokratik» hayatın yerleşmesi
sorununa dönmüştür. Bu yolda kendi partisi içinde gücü
artan sağ kanatla işbirliğine girişir. Yücel bakanlıktan ay
rılır, yerine bu sağ kanadın temsilcisi Reşat Şemsettin Sirer gelir. Sirer Bakan olur olmaz Tonguç kendisine bir
likte çalışamıyacağını, başka bir göreve verilmesini diledi
ğini söyler. Sirer boynuna sarılarak «sen bu görevden ayrı
lırsan ben meslektaşların önüne ne yüzle çıkanm?» diyerek,
kalmasını ister(12). Fakat kısa bir süre sonra önemli düşün
ce ayrılıkları başgösterir. Sirer gerçek yüzünü gösterir. Ba
kanlık makamında aralarında çok şiddetli bir tartışma ge
çer. Sirer «Senin çoluk çocuğunla birlikte belini kıraca
ğım» diye avaz avaz bağırmakta, kapının dışında özel Ka(12) T o n g u çu n F o n ta m a r a k ita b ın ı b ir ö ğ re tm e n e a r m a
ğ a n e tm e o la y ın d a n ö tü r ü D a n ış ta y c a is te n e n y a z ılı
sa v u n m a sın d a n . T o n g u ç b u s a v u n m a y a z ıs m d a o lay ı,
b ir y a r g ı o rg a n ın a k a r ş ı k u lla n ılm a s ı g e re k e n ö lç ü
le r içinde şöyle a n la t ır : «...1946 se ç im le rin d en so n
r a k u ru la n R ecep P e k e r k a b in e sin d e M illi E ğ itim
B a k a n ı o lan y u k a rıd a k a r a k t e r i k ıs a c a
b e lirtile n
R e ş a t Ş e m s e ttin S ir e r’le işb irliğ i
y a p a m ıy a c a ğ ım ı
B a ş b a k a n ın M ecliste o k u d u ğ u b e y a n n a m e d e k i sö zle
rin d e n k e s tird iğ im için, v a z ifem d e n a y rılm a m a m ü
sa a d e e tm e sin i B a k a n d a n ric a e ttim . O, (b e n m e s
le k e f k â r ı u m u m iy e si ö n ü n e ne y ü zle ç ık a rım ? ö y le
şey olm az, b e ra b e r ç a lışa c a ğ ız ) dedi. Ç o k g e ç m e d en
b azı m ille tv e k ille ri ile el b irliğ i e d e re k M illet M ec
lisinde a ley h im e te r tip le r k u r m a y a ç a lış tığ ın ı h is s e t
tim . t i k d ileğ im i k e n d isin e te k r a rla d ım . B u
d e fa
(k a rd e şim sen d en T a lim v e T e rb iy e Ü y e si o la r a k
is tifa d e edeceğiz, ö ğ r e tm e n o la r a k B a k a n lık ta n a y
rılm a n (y a z a rın n o tu : T o n g u ç’u n ö ğ re tm e n o la r a k
a ta n m a s ın ı is te d iğ i a n la ş ılıy o r) u y g u n
g ö rü lm e d i.
Y aln ız s a n a b ir n o k ta y ı sö y liy ey im : B iz M eclise ta v iz a t o la r a k k ö y e n s titü le rin i b ir o p e ra s y o n a ta b i t u
ta c a ğ ız . B u n a ü z ü lm iy e ce k v e se s ç ık a m a y a c a k s ın )
dedi. K en d isin e cev ap o la ra k , o z a m a n y e n i in tiş a r
e tm iş ilk ö ğ re tim K a v ra m ı ad lı k ita b ım ı v e rm e k le ik
ti f a e ttim ve (cev ab ım bu k it a p ta y a z ılıd ır) dedim ..»
lem Müdürü Hakkı Uludağ korkudan ne yapacağını bileme
mektedir. Tonguç, Bakana «elinden hiçbir şey gelmiycceği»
karşılığını verir ve çıkıp gider. 21.9.1946’da İlköğretim
Genel Müdürlüğünden ayrılmıştır. İnönü ile ilişki zaten Yücel’in Bakanlıktan ayrıldığı günlerde kesilmiştir.
Şimdiye kadar anlattıklarımızdan görülüyor ki, Ton
guç işe başladığı gündenberi iç yapısı homojen olmayan
CHP’ye ve onun iktidarına karşı köy enstitüleri ve ilköğ
retim hareketinin desteklenmesi konusunda sürekli olarak
kaygı ve şüpheler içindedir. Bunu sık sık yakın çalışma
arkadaşlarına da sözle veya mektuplarıyla açıklamış, CHP
nin girişilen ilköğretim kampanyasından her an için vaz
geçebileceğini, yahut girişimin niteliğini değiştirmeye çalı
şabileceğini belirtmiştir. Başlangıçtan beri görülen tepkiler,
eleştiriler ve engellemeler gitgide artmıştır. Parti içindeki
sağ kanadın eleştiri ve tepkileri, parti içindeki toprak ağa
larının tepkileri, bunların sözcülüğünü yapmakta olan eğitbilimcilerden gelen eleştiriler ve köy enstitülerinde ülkenin
toplumsal ve ekonomik sorunlarıyla ilgili olarak yapılan
her araştırma ve konuşmanın bunlar tarafından her fırsatta
büyültülerek ve kötülenerek, sistemli aşın sol çalışmalar
yapıldığı şeklinde kamuya duyurulması, törenlerde okunan
öğrenci şiirlerinin bile bu yönden abartılarak didik didik
edilmesi, zaten çeşitli nedenlerle ilköğretim Genel Mü
dürlüğüne karşı olan birçok Hükümet dairelerinin, özellikle
polis ve Iç işleri Bakanlığının bütün bu olayları resmi şi
kayet ve soruşturma konuları yapma çabalan baskının
gittikçe arttığını, çemberin gittikçe daraldığını gösteren
belirtilerdir. Böylece durumun gittikçe kendisine karşı dön
düğünü farkeden Tonguç’un 1944’den sonra başlıca pa
rolası «daha çabuk ve daha çok» dur. İnönü’nün öngör
düğü 60 köy enstitüsü, 200.000 tarımcı tasarısını gerçek
leştirme olanağı artık yoktur ama, işler eldeki eleman ve
paranın elverdiği oranda geliştirilip genişletilir. Tonguç
enstitülerin genişlemesi, enstitülere daha çok öğrenci alın
ması için Enstitü Müdürleri üstündeki baskıyı onları çok
defa direnmeye ve umutsuzluğa yöneltecek derecede arttı
rır. Birkaç yıl sonra ne olacağının belli olmadığını, özellik
le savaşın sona ermesi ile birlikte yepyeni sosyal ve siya
sal sorunların ortaya çıkacağını sık sık tekrarlamaya baş
lar. Bu gibi çalkantılar içinde ülkedeki siyasal güçler den
gesinin bozulacağı, yeni dengeler kurulacağı, bu arada köy
enstitüleri konusunun nasıl gelişeceğinin bilinmemesi gibi
olasılıklar onda büyük kaygılar uyandırmaktadır. Özellik
le öğrenci sayısının süratle artması gerektiğini artık iyice
anlamıştır. Sistemin güvenliğini ve geleceğini yalnız onların
sayısının artmasında görmektedir. İnönü’nün geniş ve de
ğerli desteğinin toplumsal ve siyasal güçler dengesi bozul
duğu zaman azalabileceğim, belki de tamamen ortadan kal
kabileceğini farketmiştir. Süleyman Edip Balkır anılarında(13) şöyle der: «...eğitmen kurslarında işe yeni başlanıl
dığı zaman bana yazdığı mektubunda (Tonguç) aman ilk
sayı durağımız 3000 olsundu. Köy Enstitüleri çabaları sür
dürülürken bu rakam hep yalnız öğretmen olarak 60.000
dolaylarındaydı. Hiçbir zaman çokla yetinmemiş, hep da
ha çok, daha büyük üstüne yüklenmişti...» Tonguç Arifiye
Köy Enstitüsünü gezerken öğrenci sayısını o kadar arttır
ma çabası içerisindedir ki, yatakhanelerde öğrencileri üç
vardiya halinde yatırmayı dahi düşünür. Bu enstitü müdü
rü Balkır’ın sert bir tepkisi Ue karşılanır. Balkır «...Ben
Arifiye Köy Enstitüsü Müdürüyüm, Arifiye Köy Enstitüsü
Yatakhaneleri Müdürü değil...» der. Bunun üzerine Ton
guç şunları söyler: «...Sîzler yalnız bir enstitünün görevle
rinin ve bunların getirdiği sorumlulukların yükü altında
sınız. Am a yurt ölçüsünde bu büyük işi yönetenlerin he
sapları, düşünceleri tamamen başka doğrultuda (Yazarın
(U) E ğ itim d e t k i A n ıt: Y ücel, T o n g u ç. Y a z a n S ü le y m a n
E d ip B a lk ır. A rı B a sım e v i İ s ta n b u l 1969, s. 100-103.
notu: İnönü kastedilse gerek). Açıklıyayım: Bizim memle
kette ilerisi için şu enstitüler üzerine neler olacağım kestir
mek çok zor. Geçmişe bakarak kimi yargılara varabiliriz.
Köy Öğretmen Okulları, Şehir Yatı Okulları bir süre ya
şadı sonra kaldırıldı. Neden? Çünkü gürültüsüz patırtısız
kaldırılabilecek kadar sayıları azdı. Mesele şurada... İnö
nü (elinizden geldiği kadar çok enstitü açın, gücünüzün dı
şına çıkarak buralara alabileceğiniz kadar çok öğrenci
alın) diye bizi zora koşmakta. Bu tarihin getirdiği bir ders
tir. Yarınki yakınma kapılarını şimdiden kapatma zorun
dayız...»
Görülüyor ki, özellikle 1944’den sonra Tonguç’da
enstitülerin geleceği konusundaki endişeler büsbütün art
mıştır. Fakat işi daha da genişletmek olanakları çok azdır,
bütün örgüt zaten son gücü ile, insanüstü bir çaba ile ça
lışmaktadır. Biraz daha zorlama tepkilere ve hatta en de
ğerli elemanların işi bırakma tehdidi ile sonuçlanmaktadır.
Örneğin daha 1943’de 500 öğrencisi olan Düziçi Köy Ens
titüsüne 1010 öğrenci alınacak şekilde tertipler alınması
için verilen emir, Enstitünün çok değerli Müdürü Lütfü
Dağlar’ın böyle bir işi başaramıyacağı gerekçesi ile istifa
ya kalkışması sonucunu vermiş ve Tonguç’la aralarındaki
dramatik yazışmalardan sonra Müdür bundan vazgeçirilmiştir(14). Görülüyor ki, Tonguç ve Yücel, İnönü’ye işi onun
istediği ölçüde genişletmek olanakları olmadığını söyledik
leri zaman bunda gerçek pay çok büyüktür.
■ Bir Şiir
Bu noktada asıl konumuzdan ayrılarak olaylarla ilgi
li bazı örnekler vermek istiyoruz. Okuyucunun bu dönem
deki havayı anlıyabilmesi için bunu gerekli görüyoruz:
(14) Ö zel a r ş iv : L. D a ğ la r’ın is tif a s ı v e ilg ili m e k tu p la ş
m a la r.
Köy enstitülerinde sistemli olarak herhangi bir to p
lum - bilimsel öğretinin öğrencilere verilmemesine rağmen,
özgür düşünme, okuma ve tartışma ortamı yoksul aileler
den gelmiş enstitü öğrencilerinin toplumsal bozukluklar vc
dengesizlikler konularında, kafalarında kendi kendine bazı
sorular uyanmasına yol açıyordu. Böylece hiç umi|lmadık
bir öğrencinin, beklenmedik bir yerde ve hiçbir ard düşünü
olmadan, toplumsal ve ekonomik konularda vardığı düşün
leri açıklayıvermesi, bu açıklamaların orada bulunan ve
bu gibi açıklama ve tartışmalara karşı son derece hoşgörü
süz olan bir kısım yöneticiler tarafından büyütülerek Devle
tin güvenliği ile ilgili önemli olaylar durumuna getirilmesi,
Ankara’da Bakanlıklar arası çatışma ve sürtüşmelere yol
açıyor, çoğu kez Cumhurbaşkanınına kadar götürülen bir
sorun olup çıkıyordu. Bunların en tipik örneklerinden biri
si bir Ladik Köy Enstitüsü öğrencisinin izinli olarak bu
lunduğu Gümüşhacıköy ilçesindeki 1944 yılı 19 Mayıs
töreninde okuduğu bir şiir üzerine çıkmıştır. Yerel yöne
ticiler tarafından İçişleri Bakanlığına duyurulan ve kovuş
turmaya başlanan olay üzerinde İçişleri Bakanlığı ve Milli
Eğitim Bakanlığı arasında çekişme ve yazışmalar olmuş
tur. Ladik Köy Enstitüsü Müdürü Enver Kartekin, olayı
Tonguç’a yazdığı bir mektupta şöyle anlatıyor'151: «...B u
müddet zarfında bir mesele ile de karşılaştık. Bu mektubu
asıl onun için yazıyorum: Bu defa köyüne izinli gidenlerden
4. sınıf talebesinden Cemal Dal, Gümüşhacıköy kazasında
19 Mayıs bayramında kürsüye çıkarak başka bir arkadaşı
nın yazdığı (Köylü Dertleri) adlı şiiri okumuş. Orada hazır
bulunan Kaymakam, Jandarma kumandanı ve Savcı bu şi
irin bazı yerlerini beğenmemişler.
Bilhassa:
Cis> ö z e l a rş iv : L a d ik K öy
E n s titü s ü M ü d ü rü E n v e r
K a rte lin ’in 23.6.1944’d e H a k k ı
T o n g u ç ’a
y a z d ığ ı
m e k tu p . Ve bu k o n u ile ilg ili d iğ e r y a z ış m a la r.
Gözün açık değil melül durursun
Bulanık suların arlık durulsun
Mahkemeye gitsen suçlu olursun
Sende hakim için altın yok köylüm.
bendini (hükümet memurlarına ve hakimlere tariz şeklin
dedir) diyerek üç koldan harekete geçmişler. Çocuğu ka
rakola götürmüşler, ifade almışlar. Çocuk okulunda birçok
defalar bu şiirin okunduğunu söylemiş ve kurtulmak dü
şüncesiyle de (bu şiirimiz Vekilimiz karşısında bile okun
du; yine ses çıkarılmadı) demiş... Hükümet erkanı bu me
selede tereddüte düşmüşler. Vaziyeti belki de (son günler
deki hadiselerle alakalıdır) diyerek Amasya Valiliğine, La
dik Sulh Hakimliğine yazmışlar ve (bu meselede hükümet
memurlarına karşı bir tariz var. Şiir manalıdır. Bu şiirin
okunmasına Enstitü Müdürü hakikaten müsaade etmiş mi
dir) diyerek bazı suallere cevap istemişlerdir. Durumu öğ
renince doğruca Gümüşhacıköye gittim. Kaymakam ve Sav
cı ile konuştum. Kendilerini bu meselenin manasızlığı üze
rine ikna ettim. Yazdıklarına pişman oldular. Fakat iş iş
ten geçmişti. Amasya Valisi ile görüştüm. Bu şiirin ne
maksatla yazıldığını anlattım. Aradaki, hakimlere karşı
yazılan bendin evvelce idaremizce çıkarılmış olduğunu, fa
kat daha önce, yani biz tashih etmeden bu çocuğun o ben
di de arkadaşından aldığı için ve bizim düzeltmemizden
haberi olmadığı için Gümüşhacıköy de hepsini beraber oku
muş olduğunu izah ettim. Vali de kani oldu. (Bu meselede
Devlet memurlarına tariz yoktur. Olsa olsa sizin çıkart
mış olduğunuz o bendi o çocuğun okumuş olmasından ad
liyeciler alınırlar. Onun için sizin mütalaanızı alarak biz
vaziyeti Dahiliye Vekaletine yazalım) dedi. Ladik'e dön
düm. Sulh Hakimliğince... dün, ben, şiiri yazan Veli Erdemir, okuyan Cemal Dal, türkçe öğretmeni Sabahat, Eğitim-
başı ve diğer bir öğretmen sorguya çekildik. Vaziyeti anlat
tık... Şiiri yazan Veli Erde midin ayrıca bir piyesi vardı.
Bu piyesinde bir enstitü mezununun köyüne gidince köyde
ki mütegallibenin suçlarını tespit ederek hükümete nasıl
verdiğini ve adli makamlara nasıl teslim ettiğini gösteri
yordu. Bu vaziyet de söyliyerek Veli’nin devlet memurları
na ve hakimlere karşı büyük bir itimat ve hürmet beslemek
te olduğunu söyledik... Hakim ve kaymakam tamamen lehi
mize olarak tespit ettikleri ifadeleri yine müspet kanaat
halinde lazım gelen yerlere bildirdiler. Vaziyet adliyeye in
tikal ettiğine göre belki de Adliye Vekaletine ve Dahiliye
Vekaletine yazılacaktır. Mesele şöyledir: Veli Erdemir
Gümüşhacıköy kazasının Korkut köyündendir. Köyünde
cahil ve zalim bir muhtar halkı uzun müddet soymuş. Veli
Erdemir bakımsız ve geri olan köyünün böyle zalim bir
adam tarafından yıllarca idare edilmesini gördükçe ve köy
lerinden bu muhtarı atmak için teşebbüsler yapıldıkça hü
kümet memurlarına para yedirerek muhtar yine mevkiinde
kalmıştır. Beş altı seneden beri bunları duya duya meşbu
bir hale gelen Veli Erdemir, geçen yıl üçüncü sınıfta iken
sırf kendi köyünü anlatmak düşüncesiyle (köylümün dert
leri), (köylüm gelirim bir gün) başlıklı şiiri yazmış. Geçen
yılki öğretmenleri bu şiirin başına (eski zamana aiddir) ser
levhasını koyarak bu şiiri okumasına Veli Erdemir’e müsa
ade etmişler. Biz gelince Veli Erdemir bu şiiri bize de
okudu. Hemen kendisinden vaziyeti sorduk. Yukarıda yaz
dığını izahatı verdi. Biz bilhassa altıncı bendi, yani hakim
lere tariz sayılan kısmı tamamen çıkararak okunmasını
doğru bulduk, kendisine de söyledik... Öyle hissediyorum
ki, günden güne Köy Enstitülerinin durumlarını şüpheli
görmek ve böyle ufak tefek hadiseleri istismar etmek istiyenler var. Dava için hepimiz canımızı harcamaya hazırız.
Fakat böyle manasız tefsirleriyle bizi işlerimizden alıkoy
mak istiyenler asabımızı bozuyorlar. ..»
Köylü Dertleri isimli şiir şudur°6).
Sabanla kovarsın baharı güzü
El için işlersin bayırı düzü
Derindir bilinmez işin içyüzü
Katlan köylüm katlan gelirim bir gün.
Cahil muhtar bilmez halin nasıldır.
Ayaklar çatlamış eller nasırdır.
Verdiğin paralar göz damlasıdır.
Katlan köylüm katlan gelirim bir gün.
Derdini anlatsam halin bilinmez.
Dışın görünse de için görünmez.
Hocan muska yazar hastan dirilmez.
Seni kurnazların emiyor köylüm.
Paralar verirsin bütçeniz artmaz.
Başa seçtiğiniz doğruluk yapmaz.
Bahçeler yaparsın diktiğin tutmaz.
Katlan köylüm katlan gelirim bir gün.
Bütün işlerini plana aldık.
Size şu sefillik yetmez mi artık.
Elbisen yamalı çarığın yırtık.
Köylüm dert ortağın olurum bir gün.
Gözün açık değil melul durursun.
Bulanık suların artık durulsun.
Mahkemeye gitsen suçlu olursun
Sende hakim için altın yok köylüm.
Uçan bir kuşun var, daha konmadı.
Kimseler derdine derman bulmadı.
Benim de burada sabrım kalmadı.
Nasip olacak mı ermeye köylüm.
Pek eski zamandan bükülmüş belin
06) ö z e l a rş iv . V eli E rd e m ir’in (K ö y lü D e rtle ri) b a şlık lı
şiiri.
Yaş değmiş paslanmış, ses vermez telin
Hasta vücudunun doktoru benim
Gönlünü açmaya gelirim bir gün.
Hepsinden üstündür ahlakın, huyun
Her adam içemez derindir kuyun
Borusuz geliyor içilmez suyun
Suyunu süzmeye gelirim bir gün.
Malsız mülksüz kalmış pek çoktur acın
Yabandır aşılanmamış ağacın
Hiçbir gün kalbimden gitmiyor acın.
Acından dert aldım, dertliyim köylüm.
Yeter senelerce çekmişsin kahır
Kadını erkeği hepsi de dahil
15 yaşındaki yiğitler cahil
Marifet yuvası kur attın köylüm
Yardım yapılmıyor öksüz kalana
İltimas geçilir zengin olana
Haksız olanların beyni bulana
Adalet yanımda gelirim bir gün.
İnişli yokuşlu dağlardan indim
Günlerce sayarım bitmiyor derdin
Seni hasta duydum görmeye geldim
Gizli dertlerini aç bana köylüm.
Köy için yazarım bu şiirleri
Kalbimde gizlerim enstitüleri
Bu gaye yolundan dönmem ben geri
Vatanın uğruna coşar giderim.
Yazan: Veli Erdemir
■ Ve İki Piyes
Bir ikinci örnek olarak 14.10.1945 günü Akçadağ
Köy Enstitüsünde ikinci dönem mezunları için yapılan tö
rende oynanan bir piyesten ötürü yine İçişleri ve Milli Eği
tim Bakanlığı arasında karşılıklı yazışmalara yol açan
olaylar verilebilir. Malatya Valisi Ahmet Kınık’ın resmi
yazısı üzerine patlıyan bu olayda, öğrencilerce temsil edi
len «bir piyes ve bir komedinin» (idare elemanlarını ve or
du mensuplarını rencide edici) olduğu ortaya atılmıştır. Bu
olayla ilgili olarak Tonguç’un Malatya Valisi Ahmet Kınık’a yazdığı bir mektubu vererek, onun ve Milli Eğitim
Bakanlığının bu gibi durumlardaki tutumunu belirtmeye
çalışacağız'171:
«Sayın Bay Ahm et Kınık, Vali. Malatya:
«Bizim olduğu kadar sizin de idareniz altında bulunan
ve bizimki kadar sizin de emekleriniz katılan Akçadağ
Köy Enstitüsünde yapılan diploma dağıtma töreninde oy
nanan iki piyesle ilgili yazılarınızı aldım. Bu olay ilk ba
kışta insana üzüntü veren bir karakter taşımakta idi. Bazı
tesadüfler piyeslerin oynandığı sırada orada bulunanlar
dan birkaç kişi ile görüşmek fırsatını verdi. Sizden, Ensti
tü idaresinden gelen yazılarla bunlardan hiç haberi olma
yan müşahitlerin anlayışları beni bu mesele hakkında hü
küm vermezden önce size şu mektubu yazmaya şevketti.
Cumhuriyet devrinin en çalışkan ve en kültürlü valilerin
den biri olarak tanıdığım siz, aynı zamanda karakterine
çok güvendiğim birkaç dostumun dostu olduğunuz için
aramızda başka bağlarla örülmüş bir samimiyetin olması
icab edeceğine de kaniyim. Türlü zamanlarda ve türlü şart
lar içinde sizinle yaptığım her görüşmeden bol bol haz
duyarak ayrıldığımı da hatırlıyorum. İşte bu sebeblerin
hepsini göz önüne getirince kendi kendime şu suali sor
dum. Vicdanen hüküm vermekte sıkıntı çektiğim bir
meseleyi aydınlatıcı tedbirlere neden başvurmuyorsun?
t>7) ö z e l a rş iv : 14.10.1945 g ü n ii A k ç a d a ğ K ö y E n s ti tü
sü n d e y a p ıla n tö re n le ilg ili e v r a k v e T o n g n ç’u n V ali
A h m e t K ın ık ’a y a z d ığ ı 13.11.1945 g ü n k ü m e k tu p .
Mesela bunlardan biri, meseleyi resmi yazıların çerçevesi
dışına çıkararak Validen sormak... Size bu mektubumu
yazdırtan hüküm işte bu sorunun içinde bulunan düşün
cedir. Şimdi esas mesele hakkında bitaraf bir hüküm ve
rebilmek için şu noktaları aydınlatmanızı rica edeceğim:
1. En yakın bir nünasebetle bağlı bulunduğunuz ve çalış
malarını dikkatle takip ettiğiniz Akçadağ Köy Enstitüsü
Müdürü ile öğretmenlerini, memurları ve ordu mensuplarını
bir piyes oynatmak yoluyla tahkir edecek zihniyette ve
düşüncede buluyor musunuz? Şayet bu fikirde iseniz bu
nun evveliyatına ait bazı hadiseler biliyor musunuz? 2.
Umumi olarak okullarda yapılan törenler fena niyetli in
sanların teşebbüslerini saklamaya çalıştıkları sıralardır.
Bizim tecrübelerimizle edindiğimiz karıaatlara göre tören
ler sırasında karşılaşılan başarısızlıklar, seyirciler üzerinde
bırakılan fena tesirler yazıcının veya aktörlerin, yani rol
sahiplerinin muvaffakiyetsizliklerinden ileri gelen bir takım
betbahtlıklardır. Bu törende oynanan ve üzerinde duru
lan piyeslerde böyle bir hal mevcut değil midir? Şayet işte
böyle bir mahiyet var ise, onu bu zaviyeden görerek kül
tür müesseselerinin gelişmesi için sadece menetmekle veya
onda fena niyet aramakla iyi bir sonuca ulaşılamayacağını
taktir buyuracağınıza eminim. 3. Akçadağ Köy Enstitüsü
nün kuruluşundan bugüne kadar bütün çalışmaları sinema
şeridi gibi gözümün önünden geçiriyorum. Ve kendi ken
dime (bu insanlar kötü niyetli olsalardı bu işleri yapar
lar mıydı) diyorum. Onların tabiat şartlarıyla, çevrelerin
deki düzensizliklerle yılmadan nasıl uğraştıklarını ve geç
miş yıllarda şu veya bu şekilde aralarına sokulmuş olan
fena insanları nasıl çarklarının dışına attıklarını düşünü
yorum. Müesseseyi ziyaret ettiğim günlerde öğretmen ve
öğrencilerle neler konuştuklarımızı hatırlıyorum. Geçen yıl
dan beri bu enstitünün mezunlarından aldığım mektupları
teker teker yeniden gözden geçiriyorum. Bütün bunlardan
bir neticeye varmaya çalışıyorum. Hadiseler ben onlar hak
kında öldürücü ve haysiyetlerini kırıcı hüküm vermeye bir
türlü götürmüyor. Onun için meseleyi hangi cephesinden
ne suretle tutup yürütmenin memleket için daha faydalı
olacağını şimdilik kestiremiyorum. 4. Size ilk görüştüğü
müz günden itibaren bu müessesede çalışanlara ağabeylik
etmenizi rica etmiştim. Bu olaydan sonra onu da hatırla
maktan kendimi alamadım. Acaba işlerinizin çokluğu mu
benim bilmediğim zamanlarda burayla sıkı sıkıya bağlan
manıza engel oldu? Oradaki arkadaşları zihniyet itibariyle
sizden ayrılmış bulsaydınız bunu behemahal bize duyurur
dunuz kanaatındayım. Şimdiye kadar bu da yapılmadığına
göre siz de benim gibi ümit etmediğiniz bir zamanda hiç ak
lınızdan geçirmediğiniz bir durumla mı karşılaştınız? Eğer
bu böyle ise meselenin izahı ve manalandırılması çok daha
kolaylaşır. Y ok bir hayli zamanlardan beri türlü bakımlar
dan bu müessesedeki durumu benimsenmiyecek bir şekil
de gördünüz ve bulduysanız o zaman bütün bu mesele
leri birbirine bağlamak ve bir sonuca varmak kolaylaşır...
Size içimi olduğu gibi aksettirmeye çalıştım. Eğer cevap
vermekte bir mahzur görmüyorsanız benim için henüz ka
ranlık olan ve yukarıda işaret edilmiş bulunan noktaları
lütfen aydınlatmanızı ve müessese hakkındaki umumi kanaatlarınızı bildirmenizi bilhassa rica ederim. Gelen gi
denlerden müdürün çok yorgun olduğunu, hatta sağlık du
rumunun endişeli bulunduğunu işitmeye başladım. Bu ha
kikaten böyle ise Şerifin (yazarın notu: Enstitü Müdürü Şe
rif Tekben) bu hale gelmesinin tek sebebi oradaki hudut
suz çalışmalarıdır. Sizden bu noktayı aydınlatmanızı da
rica edeceğim. Bu münasebetle en derin saygı ve sevgileri
mi sunarım... Hakkı Tonguç.»
Bu örneklerden bizce anlaşılan şudur: Bu kitabın 4.
bölümünde sistem olarak köy enstitülerini anlatırken ince
lediğimiz gibi, kurulmakta olan sistemin gereği olarak bir
çok alanlarda İçişleri ve ona bağlı kuruluşların yetki alanı
daraltılıyor, M. Eğitim Bakanlığınmkiler genişletiliyordu.
Oysa ki o günlere kadar, rejimin başlıca güvenliği İçişleri
Bakanlığının ve onun bazı kuruluşlarının yürüttüğü sıkı
kontrol mekanizması idi. Bunun yerine, bir takım özgür
lüklere, insan haklarına geniş yer veren yeni bir sistemin
konmaya çalışması, şüphesiz ki iki Bakanlık arasında sür
tüşme ve çekişmelere yol açacaktı. Ayrıca, 1944 yılından
sonra bu duruma siyasal gelişmelerin de etkisi olmaya baş
lamıştı. Tek partinin içindeki iktidar çekişmesi gitgide sağ
kanadın çıkarına olarak gelişiyordu. Toplumsal ve ekono
mik alandaki gelişmelerin bu yönde oluşu, iki Bakanlık
arasındaki sürtüşmenin de içişleri Bakanlığını güçlendire
cek bir şekil almasına yol açıyor; durum gitgide siyasal bir
nitelik kazanıyordu. Yani iki Bakanlık arasındaki çekişme,
gitgide politikacıların bir çatışma alanı durumuna geliyor
du. 1945’den sonra yukarıda örneklerini verdiklerimize
benzer olayların artması, bunların birçok yerlerde daha
sonraki siyasal gelişmelerde önemli roller oynıyacak yöneti
ciler tarafından yaratılması bir raslantı değildir; iktidarı
ele geçirmek için hazırlanan CHP sağ kanadının ve bu
nun daha güçlenmiş şekli sayılabilecek DP’nin hazırlığı
içinde bulunanların siyasal girişimleridir, örneğin yukarı
da sözü geçen Malatya Valisi Ahmet Kınık’ın daha son
raki siyasal olaylar içinde oynadığı rolleri hatırlatalım.
■ Çifteler «Solculuk» Olayı
Yukarıda örneklerini verdiğimiz şekUde tek olaylar,
yurdun çeşitli yerlerinde çıka dursun, Enstitülerin yıkıl
ma döneminde üzerinde çok durulacak ve yıkıcılar tarafın
dan alabildiğine sömürülecek iki olaydan da burada söz
etmek zoru vardır. Bunlar daha sonra kullanılan deyim
lerle «Çifteler ve Hasanoğlan solculuk olayları»dır.
Çifteler olayı 1943 yılının 12. ayında ortaya çıkmış
tır. Bir kısım enstitü öğrencileri güvenlik kuruluşlarına
gönderdikleri bir ihbar mektubu Ue bazı arkadaşlarının bir
«komünist şebekesi» kurduklarını ve aşırı sol bazı kitaplar
okuduklarını, bütün bu çalışmaların üzerinde Asiye adlı
dikiş öğretmeninin de etkisi olduğunuf yazarın notu: bö
lüm 7’de köy enstitüleri konusundaki eleştirilerini inceliyeceğimiz Asiye Eliçin) iddia etmektedirler. İlginç nokta, sö
zü geçen öğrencilerin hepsinin son sınıfı bitirmek üzere ol
malarıdır. Ayrıca' ihbarın yüksek köy enstitüsü giriş sı
navlarından birkaç gün önce yapılmış olması da dikkate
değer. Suçlanan öğrenciler şunlardır08’: Hayrettin özer,
Mustafa Ünal (Buğday), Talip Apaydın, Turan Aydoğan,
Veli Demiröz, Ahmet Ertaş, Mehmet Unver, İhsan Arıkan,
Mustafa Oytan, Numan Köseoğlu, Niyazi Baykal. Bu ihbar
üzerine birgün enstitüde ansızın sınıflara girilmiş, söz ko
nusu öğrencilerin üstü ve eşyaları aranmış, bazı yazı ve
kitaplarına el konmuştur. Daha önce Enstitüdeki görevin
den ayrılmış olan Bn. Asiye mahkemeye verilmiş, öğren
cilere disiplin cezaları verilmesi için Okul Yönetimine ve
Milli Eğitim Bakanlığına tavsiyede bulunulmuştur. Son yıl
larda olayla ilgili bazı kişilerle yaptığımız konuşmalardan
sonra şu kanıya vardık: İşin esası Yüksek Köy Enstitüsü
ne gidebilme konusundaki çekişmedir. Son sınıf öğrencileri
iki gruba ayrılmışlar, seçme sınavını kazanma şansı daha
az olan grup, enstitünün en iyi yetişmiş ve en çalışkan
öğrencilerini ihbar etmiştir. Amaçlan bunların yüksek kıs
ma gitmelerini önlemek ve kendilerinin seçilme şansını art
tırmaktır. Olayın tarihi de bu bakımdan tam bu sınavlara
girme gününe rastlamaktadır. Ders durumları ve genel kül
türleri diğerlerinden daha iyi olduğu anlaşılan ihbar edil
miş öğrencilerin solculuk denebilecek düşünleri ve çalışma
cısı ö z e l a r ş iv : Ç ifte le r o la y ı ile ilg ili e v r a k v e m e k tu p
la r.
lan ise bugünkü ölçülerimize göre pek masum ve çocukça
dır. O çağa göre pek sol sayılan «Kadın ve Sosyalizm», «Al
tın Zincir» gibi birkaç kitabdan başka, kişisel düşünlerini
yazdıkları not defterleri dışında ele hiçbir şey geçmemiş,
öğrencilere değil mahkeme kararı ile ceza, disiplin cezaları
bile verilmemiştir. İhbar edilen 11 öğrenciden 9’u sınavı
kazanarak Yüksek Köy Enstitüsüne gitmişlerdir: Özer,
Apaydın, Ünal, Aydoğan, Demiröz, Unver, Arıkan, Köseoğlu, Baykal. İhbarı yaptıkları tahmin edilen 12 öğren
ciden de 5’i sınavı kazanmış ve yüksek kısma gitmişlerdir.
Yine olaya karışanların son yıllarda açıkladıkları kâmları
na göre, Çifteler Köy Enstitüsü öğretmenlerinden bazıları,
özellikle bir öğretmen, böyle bir ihbar yapmaları için ih
barcı öğrencileri kışkırtmıştır.
Bütünüyle oldukça çocukça ve basit gözüken bu ola
yın daha sonraki yıllardaki etkileri, gerek olaya adı karı
şanlar, gerekse köy enstitüleri bakımından önemli ve acı
olmuştur. İki grup arasındaki çekişme, Yüksek Kısımda da
sürmüş ve biraz sonra inceliyeceğimiz «Hasanoğlan solcu
luk olayı» denilen gelişmeyi hazırlamıştır. Bu basit olaylar,
yıkılma döneminde yıkıcılar tarafından önemli kanıtlar,
kozlar olarak ileri sürülmüş ve kullanılmıştır. Çifteler ola
yına adı karışanların daha sonraki durumlarını incelemek
de ilginç sonuçlar verir: Hiçbirisinin mahkumiyeti olmadı
ğı halde bu çocuklardan Hayrettin Özer, Mustafa Ünal
(Buğday) ve Talib Apaydın, Turan Aydoğan, Veli Demir
öz, Ahmet Ertaş, Mehmet Unver Yedeksubay Okulundan
çavuş çıkarılmış, Mustafa Ünal çavuş olarak askerliğini ya
parken bölmüş, diğerleri askerlik hizmetlerinden sonra öğ
retmen ve ilköğretim müfettişi olarak çalışmaya başlamış
lar ve çoğu halen de çalışmaktadırlar. Fakat zaman zaman
bakanlık emrine alınmışlar, sık sık soruşturmalara uğra
mışlar, sürekli olarak izlenmişlerdir.
Bu olaydan sonra Çifteler Köy Enstitüsünün üzerinde
güvenlik örgütlerinin sürekli olarak durduğunu da anlıyo
ruz. Nitekim Eskişehir Milli Eğitim Müdürü Hüsamettin
Arkan, 22.12.1944’de, yani olaydan bir yıl sonra Hakkı
Tonguç’a yazdığı bir mektupta Enstitü Müdürünün (yaza
rın notu: Raif İnan) şüpheli kişi sayıldığını ve izlendiğini
öğrendiğini bildirmektedir'19*.
Görülüyor ki, CHP iktidarının iç çekişme ve çatış
maları, bu iktidarı iki başlı bir duruma getirmekte, bu çe
lişmeli durum örgütlerin alt kademelerine bile ulaşmakta,
yapılan çalışmaları zorlaştırmakta, görevlilere, öğrencilere
yok yere acı çektirmektedir. Bu iktidarın bir kolu köy ens
titüleri girişimini yürütmeye, geliştirmeye çalışırken, aynı
iktidarın başka bir kolu bunu durdurmak, lekelemek çaba
lan içindedir. Enstitülerin içindeki en ufak çekişme ve ça
tışmalar bile bu ortamda sömürü konusu olmakta, küçük
olaylardan, zararı büyük gelişmeler doğmaktadır. Ama bu
durumu doğal saymak gerekir; çünkü CHP iktidarı birbiriyle alttan alta çekişme, çatışma halinde bulunan çeşitli
güçlerin bir koalisyonudur.
■ Hasanoğları «Solculuk» Olayı
Hasanoğlan olayı da Yüksek Köy Enstitüsünde oku
makta olan bir kısım öğrencilerin, diğerlerini yine güvenlik
örgütlerine ihbar etmeleri üzerine ortaya çıkmıştır. Yüksek
Köy Enstitüsünde öğrencilerin bir kısmı sağ ve sol grup
lar olarak ikiye ayrılırlar. Bu dönemde Ankara’daki yük
sek okullarda da aynı tartışmalar yapılmakta, hatta üniver
site öğretim üyeleri aralarında ikiye ayrılarak çatışmakta
dırlar. Yüksek Kısımda ise ülkenin sorunlarının tam bir
düşün ve tartışma, özgürlüğü içerisinde konuşulması, tartı(19) ö z e l a rş iv : E s k iş e h ir M illi E ğ itim
M ü d ü rü H ü sa
m e ttin A rk a n ’ın H a k k ı T o n g u ç ’a
22.12.1944 g ü n ü
y a z d ığ ı özel m e k tu p , k e n d i el y a z ısı ile.
şılması, bundan enstitülerde uygulanacak yöntemler açısın
dan pratik sonuçlar çıkarılması bu kurumun kuruluş ama
cıdır. Bu bakımdan, özgür tartışma ortamı içinde, yasala
rın sınırlarını aşmadan yapılacak konuşmalar, inceleme
ler, tartışmalar Bakanlıkça ve Yüksek Kısım Yöneticilerin
ce uygun görülmüştür. Bir süre sonra bu tartışmalarla
özellikle sağcı denilen grup tarafından suçlamalar, saldırı
lar şeklinde yürütülmek istemesi üzerine Tonguç, öğrenci
leri toplıyarak defalarca onları uyarmış, bu gibi davranış
ların kendilerine ve bulundukları kuruma çok büyük za
rarlar verebileceğini onlara anlatmaya çalışmıştır. Buna
rağmen bir kısım öğrenciler, Çiftelerdekine benzer şekilde
ihbarlar yapmak gibi çirkin bir yola gitmişlerdir. Bu dav
ranışı, artık çocukça saymak olanağı da yoktur. Bu işe
girişenler kişilikleri gelişmiş olması gereken yüksek okul
öğrencileridir, birçok kereler de uyarılmışlardır. Sağcı öğ
rencilerin çoğunluğunun Kızılçulludan gelmiş olmaları ve
aşırı sol çabalarda bulunmakla suçladıkları öğrenci arka
daşlarının da çoğunlukla Çiftelerden gelmiş olduğunu; ileri
sürmeleri ilginçtir. İki enstitüde uygulanan sistemlerin fark
larının bu gelişmede rol oynayıp oynamadığı sorulabüir.
Aşırı solcu olarak arkadaşları tarafından ihbar edilen öğ
renciler şunlardır: Bekir Semerci, Mehmet Toydemir, Ih
san Arıkan, Talip Apaydın, Isa Öztürk, Emrullah Öztürk,
Naci Tatairoğlu, Veli Demiröz, Ali Dündar, Ali Özcan,
Mustafa İnal, Haşan Ayaş, Rifat Ural, Azmi Erdoğan, Ni
yazi Kayhan, Ahmet Savaş, Haşim Kanat, Cesarettin Ateş,
Mehmet Başaran, Resan Taşçıoğlu, Cemil Toygar. Bu öğ
rencilerin daha sonraki yaşamlarım incelemek ilginç sonuç
lar verir. Bunların bir kısmı Yedeksubay Okulundan ça
vuş olarak çıkarılmış, fakat yine öğretmen, yönetici ve ilk
öğretim müfettişi olarak çalışmışlar ve çalışmaktadırlar,
içlerinde Türk edebiyatı alanında isim yapmış, tanınmış
sanatçılar vardır, içlerinde üniversiteye girerek profesörlü
ğe kadar yükselmiş olanlar vardır. Bu olaydan sonraki ya
şamları büyük zorluklar, sıkıntılar, ama bir bakıma da bü
yük başarılarla doludur. Kısacası bunların çoğu, enstitüle
rin yetiştirebildiği en aydın kişilerdir. Sağcı denilen grup
içinde daha sonraki gelişmeler bakımından dikkati çeken
şu isimler sayılabilir: M. Şükrü Koç, Hüseyin Atmaca, Arif
Gelen, İbrahim Türk, Fahri özçelik, Mustafa Sabri Taş
kın, Ömer Tanrı kulu.
«Hasanoğlan 01ayı»nı Tonguç’un nasıl değerlendirdi
ğini bu konuda bakan Haşan
Ali Yücel’e verdiği bir
yazıdan görelim'20’:
«Makamınızdan aldığım şifahi emir üzerine Hasanoğ
lan Köy Enstitüsü öğrencilerinden ilişik evrakta adları ya
zılı olanlar hakkında ilgililerle temas ederek gereken tah
kikatı Enstitüye gitmek suretiyle gizli olarak yaptım. Edin
diğim kanaati arzediyorum:
«1. Hasanoğlan Köy Enstitüsü öğretmen ve öğrenci
leri kanun, yönetmenlik ve öğretim programlarıyla saptan
mış olan görevlerini geceyi gündüze katarak normal bir şe
kilde yapmaktadırlar. Öğrencilerin, hem kendi enstitülerin
de hem de staj için diğer enstitülere ve köy bölge okulları
na gidişlerinde gördükleri hizmetler, memleket için çok
hayırlı, eşine kolay kolay rastlanmıyacak karakterdedir.
Enstitü ve köy bölge okulları onların büyük fedakârlıkları
göze alarak ve en müşgül hayat şartlarına göğüs gererek
döktükleri terlerle kurulmaktadır. Yüksek Köy Enstitüsü
öğrencileri memleketin her tarafına yayılarak ilköğretim
alanında müspet hizmetler görmektedirler. Bu durumda bu
lunan öğrenciler arasında bir kısmının komünist cereyan
lara kapılmış oldukları iddiası üzerinde iki aydanberi du
rarak kendilerine hissettirmeden (yazarın notu: bu gelişme
(20) Ö zel a r ş iv : (H a s a n o ğ la n O lay ı) ile ilg ili e v ra k v e
H a k k ı T o n g u ç’u n H a sa n -A li Y ücel’e y a z d ığ ı 5.9.1946
g ü n k ü 3,5 d a k tilo s a y f a lık y azı.
lere yol açarı ihbar Haziran 1946’da yapılmıştır) hemen
hepsiyle türlü şekillerde görüştüm. Bunlardan yazı yazan
ların yazılarını inceledim. Arkadaşlarının onlar hakkında•
ki kanaatlarını yokladım. Neticede bu öğrencilerin suç sa
yılabilecek mahiyette bir sapıklık göstermedikleri kanaatına vardım.
«2. İlişik evrakta adları yazılı öğrenciler enstitünün en
çalışkan ve çok kitap okuyan, kendi branşlarında olağan
üstü başarı gösteren, en müstait, en iyi yazı yazan çocuk
larıdır. Bunlar hakkındaki ihbar, şayet kendi arkadaşları
tarafından yapılmış ise, ki ifadeye bakılınca ve Eskişehir
Çifteler Enstitüsünde bulundukları zaman aynı suçtan mah
kemeye verildikleri bildirilmekte olduğu için bu zan hasıl
olmaktadır, tamamen iftiradır. Birbirini çekemiyen çocuk
ların Enstitüye gelirken ta köylerinden sürükleyip getirdik
leri furnalcilik ve arkadan vurma gibi kötü alışkanlıkların
bir kısım öğrencilerde sürüp gitmesinin sonucundan baş
ka birşey değildir. Bu karakterdeki öğrencilerden zengince
köylü ailelerine mensup birkaç genç ihbar edilenlere na
zaran kültür seviyesi bakımından daha geri durumda ol
dukları ve toleranstan mahrum bulundukları için zaman
zaman derslerde de herhangi bir fikir cereyanı derse konu
teşkil ettiği vakit tarihsel olayları veya bir yazıcının, bir
fikir adamının düşünce ve görüşlerini olduğu gibi nakleden
arkadaşlarına karşı saldırgan bir durum takınarak onları
ittihama çalıştıkları olmuştur.
Eskişehir olayı da aynı şekilde birbirlerini şikayetten
doğan ve mahkemeye intikal eden fakat suç telakki edilemiyecek mahiyette olduğu anlaşılan bir harekettir.
«3. İlişik evrakta adı geçen ve öğrenci diye ihbar edi
len Resan Taşçıoğlu, Cemil Toygar öğrenci değil öğret
mendirler. Dil - Tarih Fakültesi mezunudurlar. Çalışkan
ve derslerinde başarılı öğretmenlerdirler. İlişik evrakta ad
ları geçen fakülte hocalarından Niyazi Berkes, Behice Bo
ran ve Mediha Berkes’in talebesi oldukları için onlarla gö
rüşürler. Onlar vasıtasıyla Hasanoğlan Köy Enstitüsüne ku
ramlarımıza girmemesi gereken bazı kitap ve yazıların so
kulup sokulmadığı noktası üzerinde de durdum, fakat
müspet bir netice elde edemedim. Bu iki öğretmen de fikir
münakaşasını sevmekte, türlü vesilelerle hem öğretmen ar
kadaşıyla, hem de öğrencilerle tartışma yolu açmak tema
yülü göstermektedirler...
«4. Hasanoğlan Köy enstitüsünde bulunmakta olan
öğretmen ve öğrencilerin memleket için muzir ve herhangi
bir cereyana kapılmamalarına çok çalışılmış ve bu bakım
dan gerekli her türlü tertipler alınmıştır. Yalnız bu ensti
tüde Yüksek Kısmın bulunuşu ve buraya Ankara’daki
Yüksek Okullardan birçok profesör ve öğretmenlerin de> -:
vermek üzere gelişleri, öğrencilerin tatbikat için Ankara’ya
gidişleri bu kısımdaki talebenin Ankara muhitinde bulu
nan her türlü cereyanla temasa gelmelerine sebebiyet ver
mektedir. Onun için zaman zaman talebe toplantıları ya
pılarak kendileri tenvir edilmekte ve herhangi bir muzir
fikir cereyanına kapılmamaları sağlanmaktadır. Buna rağ
men enstitüler aleyhinde kötümser bir hava yaratmak istiyenler yüksek kışımın bu durumundan faydalanarak türlü
türlü vasıtalarla buradaki öğrencilere tesir yapmak iste
mekte ve bu maksatları için bazı öğrencileri vasıta olarak
kullanmaktadırlar. Bunun önüne geçilmek için de çok çalı
şıldığı halde fazla temaslar yüzünden bu cihet tam mana
sıyla düzenlenememiştir. Onun için enstitüler hakkında iyi
niyet beslemiyenlerin talebe içinden elde ettikleri kimseler
le hakikata uygun olmıyan bir takım bilgiler edinerek bun
ları etrafa yaydıkları muhakkaktır. Vasıtacılığı yapan bir
kaç öğrenci bilinmekle beraber suç telakki edilebilecek ve
sikalarla bunların durumları tespit edilemediği için kendi
leri hakkında gereken cezayı vermek mümkün olamamış
tır. Bu durum karşısında sadece onları ikaz etmek yolu
tutulmuştur. Ve bu ikazlar da bunlar bütün öğrencilerden
tecrit edilmeksizin öğrenciler toplu bir halde iken yapıl
mıştır.
«5. Evraka ilişik beyannamenin Enstitüde teksir edile
rek öğrencilere dağıtılıp dağıtılmadığı meselesi üzerinde
çok durulmuş ve bu bakımdan gereken incelemeler etraflı
bir şekilde yapılmıştır. Bu incelemelerden çıkarılan sonuca
göre beyannamenin orada basılmadığı ve ilgili öğrenciler
tarafından diğerlerine dağıtılmadığı kesin olarak anlaşıl
mıştır. Beyannamenin dışarıdan buraya getirildiği, hatta
ihbarı yapanlar tarafından tedarik edilerek suç isnat edi
lenlere maledilmek istenildiği kanaatini kuvvetlendirici se
bepler de vardır. Bunun delillerinden biri, zaman zaman ev
rakta adı geçen öğrencilerin kitap dolaylarına kendilerine
ait olmayan bazı kitapların bırakılmış olmasıdır. Aynı öğ
rencilerin mektuplarının meçhul kimseler tarafından açıl
dığı da bir hakikattir.
«Sonuç: İlişik evrakta adı yazılı öğrenciler sekiz senedenberi köy enstitülerinde bulundukları için bunların hem
karakter durumları, hem de fikirleri bilhassa onları yakın
dan tanıyan öğretmenleri tarafından bilinmektedir. Bu öğ
renciler aynı zamanda türlü vesilelerle manzum veya men
sur yazılar yazan ve bunların bir kısmını türlü dergilerde
yayınlıyan gençler oldukları için yazıları da düşünüşleri ve
dünya görüşleri hakkında bir fikir vermektedir. Yayınlan
mış olan yazıları genel olarak türlü bakımlardan taktir
kazanmış yazılardır. Ahlaki durumları ve milletseverlikleri
herhangi bir şüpheyi davet etmiyecek halde olan bu gençle
re isnat edilmek istenilen suç hem çok ağırdır, hem de ta
mamen iftira mahiyetindedir. Vicdani kanaatim, bunların
memleket için çok faydalı insanlar olacağı merkezindedir.
Evrakta geçen olaylar hakkındaki düşünce ve kanaatlarımın bunlardan ibaret olduğunu saygılarımla arzederim...»
■ Köylünün Geçimi
Ayrıca yine özgür düşünme, tartışma oramı yaratma
ve buna uyan bir öğrenim sistemini uygulama gibi çaba
ların sonucu olarak Tonguç’un amaçlan gerçekleşmeye
başlıyor, köy gerçekleri, daha doğrusu ülkenin durumu bü
tün çıplaklığı ile ve bilimsel olarak gözler önüne seriliyor
du. Bunlar düzenin aksaklıklarını görmek istemiyenlerin
hoşuna gidecek çabalar ve gerçekler değillerdi. Çünkü du
rum böylece ortaya serilince, doğal bir şekilde, yeni yeti
şen köylü gencin kafasında şu soru belirecekti: O halde na
sıl düzeltmeli? O zaman bütün bu düzenin aksaklıklarından
çıkar sağlıyanların çıkarları, sömürüleri tehlikeye giriyordu.
Yüksek Köy Enstitüsü tarafından yayınlanan ve daha son
raları çok ağır saldırılara uğrayan «Köy Enstitüleri» dergi
si bu gibi araştırma ve incelemelerle doludur. Bir tek ör
nek verelim: Yüksek köy enstitüsü öğrencilerinden Veli
Demiröz Hasanoğlan köyünde herhangi bir orta halli aile
nin ekonomik yapısını bilimsel yöntemlerle inceler ve Köy
Enstitüleri dergisinin V - VI. sayısında incelemesini yayın
lar01’. Bu incelemeye göre aile «.Ana baba ve çocuklardan
teşekkül etmiştir. En büyük oğlan askerdir. Onun küçü
ğünü sel almış, diğer iki oğlan ve bir kız yanlarındadır. Aile
çiftçidir. Tarlalarından yalnız arpa, buğday kaldırır... Iş
güçleri 2 öküz, bir eşektir. Kaldırdığı mahsulü bunlara
borçludur...» Bundan sonra ailenin bir yıllık gelirini, ser
mayesini, demirbaşlarını, giderlerini bütün ayrıntıları ile
inceliyen Demiröz, ailenin yılda «945 lira geliri vardır. Bu
parayı günlere bölersek 1 çift öküz, 1 eşek,çocuklar ve 2
adamın günlük geliri 259 kuruştur...» demektedir. Bunu
safi gelir olarak hesaplayınca her güne 128 kuruş düşer.
Yani Satılmış Biçer (aile reisi) «725 kuruşla 1 günde 2
öküz, 1 eşek, 1 inek, buzağı, tavuk ve 5 insanı yaşatmaya
(10 C a n la n d ırıla c a k K öy, t. H a k k ı T o n g u ç, R e m z i k ita b evi, 1947, İs ta n b u l, s. 51-56.
mecburdur... Bu durum ailenin aldığı gıdayı, giyimini, na
sıl yaşıyabildiğini de tetkike zorlamaktadır.» diyen araştırı
cı, bunun başka bir inceleme konusu olması gerektiğini be
lirttikten sonra şöyle diyor: «.. .Satılmış Biçer'in işletmesin
de rant yok denecek kadar düşmüştür. Rant ve gelirin bu
kadar düşük olması; sistemin bozukluğu ve iş vasıtalarının
geriliğindendir... Biçer'ler, hayatlarını iki öküz, bir tahta
sabanla ortazamandan kalma bir kağnıya bağlamaya mec
burdur... Görülüyor ki, Satılmış Biçer'in memleket eko
nomisinde yarattığı kıymet pek küçüktür... Bu ayardaki
aile Hasanoğlanda % 40’dır. Daha aşağıdakiler de katılırsa
% 70'e çıkar. Bu rakamlar Hasanoğlan'ın (hatta memle
ketin) fakirliğinin nereden geldiği hakkında bize bir ipucu
verebilir. Böyle işletmelerin, kıymet yaratmaz, yarattığı kıy
metin de, zati ihtiyacı bile karşılıyamaz hale gelmesi daha
birçok sosyal dertlerle ilgilidir... Şunu da söyliyeyim ki,
Satılmış Biçer'e biraz daha arazi vermek, borçla bir pulluk
temin etmek onun hayatında mühim bir değişiklik yapmıyacaktır...
■ Esef Işık Olayı
Ya köylere giden, göreve başlıyan yeni öğretmenler
ne yapıyorlardı? Genellikle sonradan çatışmaların köydeki
ağa ile olduğu üzerinde durulmuştur. Bunun yanısıra dev
letin aynı anlayışla çalışmıyan diğer örgütleri, bürokratlar
ile çatışmalar daha önce ve daha geniş ölçüdedir. Örneğin
köye gider gitmez, rüşvet alan orman memurunun, jandar
manın peşine düşen, onunla çekişmeye koyulan genç öğ
retmenler vardır. Öğretmenler bu gibilerin karşısına köylü
nün savunucuları olarak dikilirler. Çatışmalar, çeşitli ör
gütlerin bağlı oldukları Bakanlıkların çatışmaları durumu
na bile gelir; Ankara’da yüksek kademelerde bir çekişmedir
başlar. Eleştiriciler sonradan, bu çatışmaların çıkmasını,
enstitü kurucularının böyle çatışmalar çıkacağını daha ön
ceden görmemelerine bağlıyarak, genç öğretmenleri bu
gibi zorlukların içine itmekle haksız ve merhametsiz dav
randıkları, genel karakteri başka bir devlet örgütünün içi
ne köy enstitüleri gibi bir örgütü oturtmakla ve bundan
bir yarar beklemekle toplumsal kuralları bilmediklerini
gösterdikleri gibi düşünler öne sürmüşlerdir. Ama bir ba
kıma amaç bu idi. Köylü bilinçlensin, kendi haklarını ken
disi savunsun isteniyordu. Başkalarının onun haklarını sa
vunmasından bir hayır gelmeyeceği girişilen birçok dene
melerle hâlâ anlaşılmıyor muydu? Bu genç öğretmenler
okutulmasalar, bilinçlenmeseler, çekişmeye de girmeseler,
cahil, ezilen, sömürülen insanlar olarak yaşamlarım köy
lerde sürdürüp gitseler bu daha mı bilimsel, daha mı in
sanca bir davranış olurdu? Eleştiricilerin çok iyi bildikleri
ni sandıklan toplumbilim yöntem ve kurallarına göre ülke
nin aydınlanna yaraşan bu pısırıkça davranış mı idi? Alt
yapı devrimlerine varabilmenin tek yolu ezilen kişilerin
bilinçlenerek düzenin aksaklıklarını anlamaları, değiştiril
mesi için eyleme girmeleri idi. Belki ilk yetişenler, ilk bilinçlenenler ezilecek, kırılacak, yenik düşecekti, ama arka
dan gelenler daha güçlü olacak, daha sağlam bir zemin
bulacaklardı. Başka yol yoktu.
Tipik bir örnek Iköğretim dairesini bir hayli uğraş
tırmış olan Esef Işık olayıdır. Kayseri ilinin sapa bir kö
yünde öğretmenliğe başlıyan Pazarören Köy Enstitüsü me
zunlarından Esef Işık, 4274 sayılı yasanın 10. maddesinde
belirtilen köy öğretmenlerinin görevleri arasında bulunan
«köyün ekonomik hayatım geliştirmek için köylülere ör
nek olacak işler yapmak, istihsalin arttırılması ve ürünlerin
kıymetlendirilmesi, köy iş hayatının canlandırılmasıyla ilgi
li tedbirlerin alınmasında köylülere gereken yardımlarda
bulunmak, pazar, sergi, panayır gibi ekonomik hayatın
gelişmesiyle ilgili kuruluşlarla halkı ve talebeyi ilgilendir-
inek...» gibi hükümlere dayanarak köylünün pazar işleri
ile ilgileniyor. Pazar köye uzak olan bucakta kurulmakta
dır. Oradaki bazı görevliler bu pazardan çıkar sağlamakta
dırlar. Halbuki İller İdaresi kanununa göre Işık’ın bulundu
ğu köyde de belediye örgütü olduğu için pazar kurulabilibilir. Buna dayanarak Işık bulunduğu köyde pazar kur
duruyor. Çıkar sağlıyanların düzeni bozuluyor. Köy
lü hoşnuttur. Fakat düzeni bozulan görevliler yeni pa
zarı
sürekli olarak denetliyorlar ve her seferinde
olaylar çıkarmaya çalışıyorlar. Bu sıralarda köyde olan
bir kavgadan ötürü öğretmen Esef Işık da tanık yazılı
yor. Buny fırsat bilerek onu tanıklık için bucağa zorla
götürmek istiyorlar. Fakat öğretmenlerin bu gibi olaylar
da ifadelerinin bulundukları köyde alınması için çeşitli ge
nelgeler vardır. Işık bunları öne sürerek gitmek istemiyor.
Jandarmalar zor kullanınca, iri yarı ve çok güçlü olan Esef
Işık jandarmaları hırpalıyor. Köydeki diğer öğretmen de
kendisine yardımcı oluyor. Bir süre sonıa her ikisini de
kelepçeli olarak «güvenlik kuvvetlerine direnmek» suçun
dan bucağa götürüyorlar. Karakolda birkaç jandarma ken
dilerini dövmek istiyorsa da, bunlar daha güçlü çıkıyorlar.
İki tarafa da hekim raporları veriliyor ve hakim öğret
menleri tevkif ediyor. Dava Kayseri Ağır Ceza Mahkeme
sine kadar gidiyor. Milli Eğitim Bakanlığı da işe karışıyor.
Yücel ile Adalet Bakanı arasındaki görüşmelerden sonra,
davanın görülmesi çabuklaştırılıyor. Bu arada Ağır Ceza
da tevkif kararını onaylamıştır. Fakat bundan sonraki cel
sede Pazarören Köy Enstitüsünden gönderilen iki kamyon
dolusu öğrenci ve öğretmenin dinleyici olarak bütün mah
keme salonunu doldurduklarını görüyoruz. Savcı sanıkla
rın tahliyesini istiyor. Dava bir süre daha devam ediyorsa
da olumlu olarak sonuçlanıyor.'22’
Bu gibi örnekler pek çoktur. Eski düzeni zorlama ha(22) T em m u z 1969’d a E s e f I ş ık ’Ia özel k o n u şm a .
reketleri başlamıştır. Bu zorlamalara karşı, eski düzenin yü
rütücü, savunucu ve çıkarcılarının savunma araçları köy
enstitülerine karşı geniş ve çok yönlü bir karalama kam
panyası açmaları olmuştur. Fakat herşeye rağmen, eğer bu
toplulukların ülkenin siyasal hayatında güçlenmesi olanak
larını hazırlıyan olaylar ve koşullar olmasaydı, çekişme bu
kadar çabuk onlardan yana bir gelişme gösteremiyecekti.
■ Sağın Güçlenmesi
Köy Enstitülerine karşı olan grupların gittikçe güçlen
mesinin başlıca nedenlerinden birisi kanimize^ CHP’nin
iç yapısında meydana gelen gelişmeler ve değişikliklerdir.
Doğan Avcıoğluna göre051 «...CHP kurulduğu senelerde
mahalli eşraf ve memurlara dayanıyordu... CHP eşraf-mcmur işbirliğine, daha doğrusu anlaşmasına dayanan karak
terini yakın zamana kadar sürdürmüştür... Eşraf partili
olmanın avantajlarından yararlanmış, buna karşılık inkilapları benimsiyerek rejime bir toplumsal dayanarak sağ
lamıştır... Savaşın son yıllarına doğru tüccar ve eşrafın eko
nomik yönden savaşı olumsuz koşullarından yararlanarak
güçlenmeleri CHP içerisinde de başta İnönü olmak üzere
az sayıdaki milliyetçi - devrimci kadronun bürokrasinin tu
tucu kadrosu ve büyük şehir tüccarı ile ittifak halindeki
eşraf karşısında aşağıdan hissedilir bir tepki gelmiyen bir
ortamda kaçınılmaz görünen yenilgisinin ifadesidir (toprak
davasındaki hezimet)...» Yine Doğan Avcıoğlu Köy Ens
titüleri hareketinin nasıl dejenere edildiğini anlatırken şöy
le der0'0: «...Şüphesiz ki toprak reformu ve köy enstitüle
ri hareketi gibi iki devrimci hareketi dejenere eden de
mokrasi değildir. Tam aksine tefeci tüccarı, ağası, şey(¿3) T ü rk iy e ’n in D üzeni, D o ğ a n A v cıo ğ lu , B ilg i Y a y ın e v i
A n k a r a 1968, s. 175, 238.
(24) a.g .e. s .239.
hi, kompradoru ve tutucu bürokratı ile kurulu düzenin
kudretli güçlerinin demokrasinin işleyişini gerçekten en
gellemeleri, azınlıktaki milliyetçi devrimci kadronun ül
kücü çırpınışlarını sonuçsuz bırakmıştır...» Behice
Boran da(25) Türkiye’de devletin yapısını incelerken
«...Devleti somutta herşeye hakim yönetici bürokrat ta
baka temsil ediyordu. Bu
bürokrat tabaka ise (yük
sek yöneticiler, memurlar kadrosu) yeni yeşermiş bur
juvaziye, büyük tüccar ve müteahhit grubuna, ikinci dere
cede olarak da devlet eliyle güçlendirilmek istenen ama
bir türlü güçlenemiven sanayicilere, bankacılara, nihayet
toplumda hep güçlü bir sınıf olagelmiş olan toprak sahip
lerine ve kasaba eşrafına dayanıyordu...» « ...1 9 5 0 -1 9 6 0
arasındaki DP - CHP mücadelesi bu güçlenen şehir bur
juvazisi ve burjuvalaşan büyük toprak sahipleriyle yöneti
ci kadro, bürokrasi arasında bir iktidar mücadelesiy di...»
demektedir. Bu mücadelenin ilk köklerinin 1946- 1950
yılları arasında aynı karakterde ve 1946 yılına doğru da
CHP’nin içinde Boran’ın değerlendirdiği şekilde olduğu,
mücadelenin kökünün CHP’de bulunduğu, CHP içindeki
mücadele sonunda DP’nin doğduğu, ama aynı karakterde
ki mücadelenin CHP içinde günümüze kadar da sürüp
gittiği söylenebilir. Bir başka yazar, Yıldız Sertel de(26)
milli burjuvaziyi incelerken «milli burjuvazinin bir zümre
sini başta Mustafa Kemal olmak üzere milli kurtuluş ha
reketini idare eden subaylar, memurlar, kemalizmin teorisi
ni yapan aydınlar teşkil ediyordu...» dedikten sonra,
«...M illi burjuvazinin öteki kolu ise gelişmekte olan tica
ret ve sanayi burjuvazisinin bir kısm ıydı... Küçük burju
vazinin gelişmiyen tabakaları, küçük esnaf, tüccar ve me
murlar ise henüz devlet himayesine muhtaç görünüyorlardı.
T ü rk iy e v e S o sy alizm S o ru n la rı, B ellice B o ra n , G ü n
Y a y ın la rı 1968 İs ta n b u l, s. 18 v e 46.
(26) T ü rk iy e ’de İle ric i A k ım la r, Y ıldız S e rte l, A n t y a y ın ,
la r ı, İ s ta n b u l 1969, s. 25, 26, 27, 64, 72, 73.
(25)
Bu tabaka CHP’nin kitlesini veya dayandığı zümreleri teş
kil ediyor ve devletçilik siyasetini destekliyordu...» Yine
yazara göre savaş yılları sonunda «...sınıf çelişmeleri da
ha da kesinleşti. Bir yanda büyük zenginler belirirken, öte
yanda orta tabakalar ve özellikle küçük burjuvazi ezildi. ..»
Böylece, «...B u durum, artık (1947 yıllarında) CHP’ye de,
devrimci karakterini yitirmiş, kâr peşinde koşan şehir bü
yük burjuvazisiyle, en gerici toprak sahiplerinin hakim ol
duğunu gösteriyordu...» ve «...Harp sonrası devrede,
CHP’de ekonomide ve dış siyasette olduğu gibi, partinin
sınıf dayanağı meselesinde de Kemalizmden ayrı görüşler
belirdi. ..»
Böylece sonuç olarak şu söylenebilir: Savaş yıllarının
getirdiği ekonomik koşulların bir sonucu olarak Türki
ye’de sınıfların ve tek parti olarak bu sınıfların siyasal
gücünü bünyesinde yansıtmakta olan CHP’nin içerisindeki
çeşitli toplulukların güçlerinde, bu güçlerin dengesinde de
ğişiklikler oldu. Bu değişikliklerin sonucu, CHP içerisinde
bizim ilerici aydınlar diye adlandıracağımız, yukarıda adı
geçen yazarlarca ve başkaları tarafından milliyetçi -devrimci
kadro, yönetici - bürokrat tabaka, Kemalistler, Kemalist devrimciler, ilericiler v.b. çeşitli isimler verilen, ama bir
topluluk ve siyasal güç olarak varlıkları her aklı başında
araştırıcı tarafından kabul edilen, ilerici akımlara eğilimi
olan kadronun gücü azaldı. Köy Enstitülerini ise başta
İnönü olmak üzere bu kadro destekliyordu. Buna karşılık
esnaf, toprak sahipleri, tüccar, aracı - kompradorlar, ye
ni gelişmekte olan büyük burjuvazi ve kapitalistler ülkede
ve CHP içinde güçlerini arttırdılar. Bunların sözcülüğünü
yapan sağ akım temsilcileri CHP içinde seslerini yükseltti
ler. Bu, örneğin Kirby’e göre «antikemalist ideolojilerin
kuvvetlenmesi» şeklinde ülkenin düşün hayatında kendisini
belli etti. Irkçı - turancı akımlar da seslerini duyurma ola
nağını bulmakla beraber yine Kirby’nin belirttiği gibi, köy
enstitülerinin yıkılması işinde baş rolü CHP içinde kol sal
mış anadoluculuk dediğimiz sağ akım oynadı. Bu akımın
CHP içindeki temsilcilerinin çoğu yukarıda savaş yılların
dan sonra güçlendiklerini söylediğimiz sınıflardan çıkma
ve ne yazık ki, çoğu Cumhuriyet çağında doğmuş, Cum
huriyetin ana ilkelerini benimsemiş olmaları gereken ve
Kirby’nin deyimi ile «eşraf çocukları» yahut başka bir de
yimle «cumhuriyet beyzadeleri» idiler. 1936’ya doğru ve
sonra CHP’nin merkez örgütü de partinin taşra örgütü gibi
gitgide mahalli eşraf ailelerinin kontroluna girdi. Merkezde
«beyzadeler» bunu sağladılar. Bu grubun siyasal düşünce
leri ırkçı ve faşist ilkelerden kaynağını almakla beraber*271
«...ırkçılardan farklı olarak anadolucular birleşmiş bir si
yasi gruplaşma, bir hareket veya bir parti olmamışlardır.
Söz konusu olan devirde yine ırkçılardan farklı olarak halk
partisine karşı cephe de almamışlardır. Tersine halk parti
sinin içine sızma, yayılma ve ona hakim olma yoluna git
mişlerdir...» Bu grubun etkisi ve CHP içinde iktidarı ele
geçirmesi diyebileceğimiz durum Saraçoğlu hükümetinin
çekilmesinden sonra işbaşına gelen Recep Peker hüküme
ti ile kendisini iyice duyurmuştur. Bu grubun eğitim ala
nındaki sözcülerinin başında ise Sirer gelmektedir. Köy kal
kınması konusunda bu grubun görüşü köycülük, bir çeşit
anadoluculuk, köyün idealize edilmesi, daha üst toplum
sal katlara köyün geçmesinin, yani kentleşmesinin önlen
mesi, nüfusun büyük çoğunluğunun toprağa bağlanarak
yalnız tarımla uğraşan insanlar olarak kalmasının sağlanma
sı şeklinde özetlenebilir. Anadolucuların düşünce ve inanç
larını Behice 1Boran şöyle belirtiyor*281: «...1 9 4 0 -1 9 4 5
arasında Alman eğitiminde yetişmiş veya etkisinde kalmış
bir kısım aydınlar CHP'ye girdiler, devlet mekanizmasının
C27) T lirk iy e d e K öy E n s titü le ri, F a y K irb y , İm e c e Y a y ın
l a n , 1962, s. 322-S26.
(23) T ü rk iy e ve S o sy aliz m S o ru n la rı, B eh ice B o ra n , G ün
Y a y ın la n 1968, İs ta n b u l, s. 32-33.
çeşitli kademelerinde yer aldılar. Yüksek görevlere kadar
tırmandılar. CHP bu yeni kuşak aydınlarla kendisini yeni
lediği, gençleştirdiği zehabındaydı. Bu yeni kuşağın savun
duğu fikirler şöyle özetlenebilir: Türkiye bir tarım ülkesiy
di ve öyie kalmalı idi. Bununla beraber tarım ve köylü
kitleleri olduğu gibi kendi haline bırakılamazdı. Savaş yıl
larında büsbütün perişan duruma düşen köylüyü kalkın
dırmak gerekti. Köylü topraklandırılmalıydı. Toprak mül
kiyetinin belirli ellerde toplanması önlenmeli, ama Türki
ye herhalde büyük bir sanayi ülkesi olmamalıydı. Köylü
aile işletmeleri temel olmalıydı. Köylüye daha modern
aletler sağlanmalı, daha yeni usuller öğretilmeliydi. Ama
bu makinalı büyük çapta üretim demek olmıyacaktı. Aynı
zamanda köylüye çıkrık, tezgah dağıtılmalı, küçük sanatlar
öğretilmeliydi. (Çıkrık ve tezgah dağıtımı fiilen uygulan
dı). Köylü aileleri boş zamanlarını bu işlerle değerlendire
rek kendi ihtiyaçlarını kendilerini karşılıyabilmeli idiler.
Bu amaçla köylerde okullar açılmalıydı. (Ama bu aydınlar
köy enstitülerine kesinlikle karşı idiler)...» «...kasabalar
küçük burjuvazisi ile kentli ticaret burjuvazisi ve onların
yüksek öğrenim görmüş aydın oğulları için ideal bir düzen
di bu. İşçi sınıfının ve onunla birlikte sol hareketlerin
gelişmesi önlenmiş olacaktı. Böyle bir Türkiye hiç şüphe
siz gelişmiş sanayi ülkesi Almanya için de bulunmaz bir
mamul madde pazarı ve hammadde kaynağı olacaktı...
«Türkiye için bu tabloyu çizenler aynı zamanda bir
çeşit ırkçı ideolojiye sahiptiler. İrkçı turancılardan farklı
olarak bunların ırkçılığı anadolu halkına münhasırdı ve
bunun için anadolucu adı ile anılırlar...»
Bu duruma bakarak, CHP içinde bir iktidar değişik
liğinden söz edilebilir. Başlarında İnönü’nün bulunduğu
ilerici aydınlar topluluğunun etki alanı gitgide daralmış,
hükümet yukarıda anlatılan tutucu sınıfların temsilcileri
olarak anadoluculardan meydana gelmiştir. Hatta daha da
ileri giderek asıl iktidar değişikliğinin, yani CHP’deki ile
rici aydınların düşürülerek gittikçe güçlenen tutucu sınıf
ların iktidara gelmesinin 1950’de DP’nin işbaşına gelmesi
ile değil, çok daha önce, 1946’da olduğunu, DP’nin sade
ce bu yeni iktidarın bir devamı olduğunu bile ortaya ata
biliriz. Ve sanırız ki, bir 1950-1960 çağından değil, bir
1946- 1960 çağından söz açmak daha doğrudur. 1950’de,
1946’da aslında tutucu sınıfların temsilcileri olarak işba
şına gelen anadolucu grup da temizlenmiş, tutucu sınıflar
doğrudan doğruya iktidara el koymuşlardır. Ama özellikle
eğitim alanında izledikleri yol, tamamen anadoluculann
koydukları ilkelerin uygulanmasına devam etmek olmuş
tur. Bunun için sadece isim değişikliğinin bu sonuncuların
zamanında olmasına bakarak köy enstitülerini DP orta
dan kaldırdı, demek yanlıştır; tarihsel gerçeklere aykırıdır.
Yıkma işinin başlıca uygulayıcıları 1946- 1950 CHP ikti
darlarıdır. Yalnız burada şu noktaya dikkati çekmek gere
kir. CHP kurdu, CHP yıktı, yahut'aynı kişiler önce kurdu
lar, sonra yıktılar şeklindeki düşünceler de belki şekil ba
kımından doğru olabilir, ama işin niteliği bakımın
dan doğru değüdir. Kuran C.H.P., daha doğrusu başta
İnönü olmak üzere çok sınırlı sayıda CHP’linin desteği ile
kurulmasına karşı duramıyan CHP iktidarı ile yıkan CHP
iktidarı birbirinden çok farklıdır; aynı kişiler ve aynı siyasal
güçler söz konusu değildir. Sorunun bu şekilde açıklanma
sının yüzeysel yargılara göre çok daha bilimsel nitelikte ve
bizi bu yüzeysel yargıların sürükliyebileceği yanlış değerlen
dirmelerden koruyacak önemde olduğu kanısındayız.
■ Yeni Rejimin Olumsuz Etkileri
Demokrasinin, daha doğrusu çok partili bir siyasal
düzenin uygulanmaya başlanması bu anlattığımız siyasal
güçler dengesindeki değişikliği ve tutucu, gerici sınıfların
iktidara gelmesini geniş ölçüde hızlandırmıştır. Bu yeni
düzene geçilmeseydi, belki daha uzun bir süre bu gerici ve
tutucu sınıflar iktidarı elde edemiyecekler ve eğitim alanın
da girişilen atılımlar daha köklü, örneğin toprak reformu
gibi devrimci değişimleri sağhyabilecek kadroların yetiş
mesi ile sonuçlanabilecekti. Bu bakımdan girişilen çok par
tili yeni düzen (buna demokrasi diyemiyoruz, çünkü ger
çek bir demokratik düzen için gerekli koşullar yeterince
hazırlanmamıştı) in eğitim alanında olumsuz bir etki yap
tığı, bütün eğitim sistemimizi bugün de içinde bulunduğu
muz geri, milli olmayan, Atatürk devrimleri ilkelerine aykı
rı duruma sürüklediği rahatlıkla söylenebilir. 1946’da giri
şilen çok partili düzen iç ve dış bir takım baskıların sonucu
dur. Aslında Kemalizmin temelinde hiç şüphe yok ki de
mokratik eğilim vardır. Nitekim Kemalizmin temel ilkesi
halkın kayıtsız şartsız egemenliğini sağlamaktır. Bu ba
kımdan Kemalizmi, çağının diğer tek partili rejimlerinden
özünde demokratik eğilimin bulunması, bunun sağlanması
nı amaç bilmesi bakımından dikkatle ayırmak gerekir. Hat
ta köy enstitüleri hareketi de elbette halkın kayıtsız şart
sız egemenliğini sağlama yönünde bir girişim olarak Ke
malizmin eğitim alanındaki en önemli eylemidir. Ama
halkın egemenliğe kayıtsız şartsız sahip çıkabilmesi için
gerekli koşullar hazırlanmadan, buna engel olan ekono
mik baskı araçları ortadan kaldırılmadan girişilen bir çok
partili siyasal hayat denemesi ne dereceye kadar Ke
malizmin özündeki demokrasidir? Sanırız ki, 1946’nm so
rusu bu olduğu gibi, bugünün sorusu da budur. İnönü 1960’
dan sonraki demeçlerinde, yazılarında 1946’da girişilen
çok partili hayat denemesini, Kemalist rejimin asıl
büyük amacının gerçekleşmesi olarak gösterir. Böyle bir
denemeye girişilmesini gerektiren diğer iç ve dış zorlama,
koşul ve baskılardan söz etmez. Ona göre sanki hiç sap
madan, bir tek çizgi ve doğrultuda Kemalizm geliştirilmiş
ve bugünkü siyasal düzene varılmıştır. Kemalizmin amacı
bugün içinde bulunduğumuz durum mu idi? Bu herhalde
çok tartışma götürür. Tam bağımsızlığını yitirmiş ve kal
kınmasını gerçekleştirememiş bir Türkiye gibi çok ağır bir
bedel ödiyerek, karşılığında çok partili bir rejim elde et
mek (üstelik demokrasi demeye de dili varmıyor insanın)!
Kemalizmin amacı bu mu idi?
Çok partili hayata geçmeyi gerektiren başlıca neden
ler şöyle belirtilebilir sanıyoruz:
Doğan Avcıoğlu’na göre(W, «...Liberalleşmenin asıl
nedenleri görebildiğimiz kadarı ile iç şartlarda aranmalıdır.
İnönü’ye göre çok partili hayat Türk rejiminin amacıdır.
İnönü radyoda ilk deja olarak Atatürk üzerine konuşaca
ğım diye başladığı 10 Kasım 1962 tarihli konuşmasında
Atatürk yönetiminin çok partili rejime hazırlama dönemi
olduğunu, Atatürk’ün ömrünün sonuna kadar bu rejimi
kurmak için uğraştığını, güçlükleri yendiğini, tamamlanma
sını da yeni nesillere bıraktığım söylemiştir. İnönü 1945’den sonra A tatürk’ün bitiremediği bu eseri tamamlamış ol
maktadır... Bununla birlikte çor partili hayata geçişte iç
baskıların büyük bir payı olsa gerektir. Savaş yıllarının sı
kıntıları ve bürokrasinin sert davranışları, sivil asker ileri
ci aydınlardan, toprak kanunundan ürken çijtlik ağalarına
kadar yaygın bir hoşnutsuzluk yaratmıştır. Kütleler ise bir
kurtarıcı peşindedir. Solcu Zekeriya SerteVin Tan gazetesi
ile sağcı Ahm et Emin Yalman’ın Vatan’ı sıkıyönetime rağ
men rejimin liberalleştirilmesi konusunda birleşmişler ve
muhalif yayma başlamışlardır. Bu kampanya aydın çevre
lerde geniş yankılar bulmuştur. Çok partili hayatın dertlere
deva olacağına inanılmıştır...» Behice Boran da(30) dış du
rumu anlattıktan sonra, «...Gerek bu dış durum, gerekse
(®) T ü rk iy e ’n in D üzeni, D o ğ a n A v cıo ğ lu , B ilg i Y ay ın ev i,
A n k a ra , s. 249.
(30) T ü rk iy e v e S o sy alizm S o ru n la rı, B ellice B o ra n , G ü n
Y a y ın la rı, İ s ta n b u l 1968, s. 35.
içten gelen tazyikler CHP iktidarını (batı örneğinde çok
partili demokrasi) düzenine geçmeye zorladı. Yukarıda
özetlediğimiz nedenlerle köylü kitleleri ve kentler halkı
hoşnutsuzdu. Savaş yılları şartlarında zenginleşmiş olan sı
nıflar da devlet bürokrasisinin kırtasiyeciliğinden, müdaha
lelerinden bıkmışlardı. Kendilerini daha serbest bir piya
sa nizamı içinde daha kârlı işler çevirecek kadar güçlü his
sediyorlardı. Savaş yılları burjuvaziye ve toprak ağalarına
yaramıştı...» Bir başka araştırıcı, Yıldız Sertel de(3l) şöyle
yazar: «...Harp yıllarının önemli sonuçları şöyle sıralana
bilir: 1. Bu yıllarda Kemalizmin kalkınma prensipleri gere
ği gibi gerçekleştirilemedi: a. Yeniden emperyalistlere
borçlanma ve dış ticarette onlara bağlanma siyasetine dö
nüldü. b. Devlet eliyle sanayiin gelişmesi sınırlı oldu. K ü
çük milli sanayici korunmadı, tersine yeniden yabancı ser
mayeye bağlanarak büyük servetler yapan gruplar belirdi.
2. Sınıf çelişmeleri daha da kesinleşti. Bir yanda büyük
zenginler belirirken öbür yanda orta tabakalar ve özellik
le küçük burjuvazi ezildi. Köylü yığınlar sefalete düştü.
İşçi sınıfı ise büsbütün fakirleşti... Sınıf çelişmelerinin ke
sinleşmesi ile Kemalistlerin sınıfsız toplum fikirlerinin bir
hülya olduğu daha açık bir biçimde ortaya çıktı. Artık
bütün sınıfları bir partide toplamak fikri de iflas ediyor
du. Çünkü yukarıda da anlatıldığı gibi işçisi, köylüsü,
orta sınıfı ve toprak ağası ile bütün sınıflar CHP'ye karşı
duruma geçmişti. Bunun sonucunda harp içinde zenginle
şen büyük burjuvalarla toprak ağalarının bazıları CHP'den
ayrıldılar...»
Çok partili rejimin getirilmesini gerektiren dış olayla
rı da Fay Kirby’den aktaralım*323: «...Kemalizm önderleri
ve Türk aydınları İkinci Cihan Savaşı sona erip de Tür
(.3 1 )
( 32)
T ü rk iy e ’de İle ric i A k ım la r, Y ıldız S e rte l, A n t y a
y ın la rı, İs ta n b u l 1969, s. 63-64.
T ü rk iy e d e K öy E n s titü le ri, F a y K irb y , İm e c e Y a y ın
l a n A n k a ra , 1962, s. 334-335.
kiye'nin üstünde dolaşan tehlikenin atlatıldığını sandıkları
ve tam geniş bir nefes alacakları zamanda üç dış olay Tür
kiye’yi bir fikir mezbahası haline soktu. Bu üç olay Türki
ye üzerine çevrilen Sovyet baskısı, San Fransisko konfe
ransı, Truman doktrininin ilanı idi...»
Ve böylece çok partili düzene geçildi. Bu yapılırken
CHP’nin ilerici aydın kanadı bu değişikliği ülkenin, re
jimin ve CHP’nin geleceği bakımından büyük kaygılarla
karşılaşmışlardır. Ülkenin içinde bulunduğu geri koşullar
içinde, hele halkın çoğunluğu okuma - yazma bile bilmez
ken, çeşitli ekonomik bağımlılıklar içinde iken, bir çok
partili rejime geçilmesinin iyi sonuç vermiyeceği, yapılmış
olan bazı üst yapı devrimlerinin bozulacağı, bu aydın ilerici
kanat tarafından tasarlanan alt yapı devrimlerinin (top
rak reformu gibi) yapılmasına artık olanak bulunamıyacağı gibi düşünceler bu kaygıların kaynağı idi. Hatta bunların
bir baskı grubu durumuna gelmek ve Cumhurbaşkanı üze
rinde etki yapmak için bile çalıştıkları söylenebilir. 1960’dan sonra İnönü o çağa ait anılarını anlatırken, en yakın
arkadaşlarından gelen tepkilerle karşılaştığını belirtir.
Kirby’e göre(33) «...demokrasinin gelişini en candan
karşılıyanlar Kemalizm aleyhtarları...» olmuştu. Doğan
Avcıoğlu da(34) şöyle yazar: «...Ç ok partili hayata iten ne
denler ne olursa olsun toplumsal açıdan bunun sonucu mil
liyetçi devrimci hareketin tasfiye edemediği, aksine güçlen
dirdiği bey, ağa, tefeci ve komprador niteliğindeki kapita
list sınıfın iktidara eskisinden çok daha güçlü biçimde yer
leşmesi olmuştur. Toprak reformunu gerçekleştiremiyen,
bağımlı ticari yapıyı değiştiremiyen ve siyasi bağımsızlığı
ekonomik bağımsızlıkla sağlam temeller üzerine oturtamıyan milliyetçi devrimcilerin kendi politikaları ile güçlendir
in)
a.g.e. s. 335.
(X) T ü rk iy e 'n in D üzeni, D o ğ a n A v cıo ğ lu , B ilg i y ay ın e v i,
A n k a r a 1968, s. 249, 250.
dikleri bu tutucu sınıflar çok partili hayatla ön plana çık
mışlar ve milliyetçi devrimcileri etkisiz kılmışlardır...»,
«...Türkiye’de çok partili hayatla derebeyleri, şeyhleri,
toprak ağaları ve kapitalist çiftçileri ile birlikte, büyük ara
zi sahipleri, Anadolu tüccarı ve büyük şehir komprador
ları ön plana çıkmıştır. Siyasi partilerin politikaları bu çı
karlara göre ayarlanmıştır. Hürriyet ve insan hakları slo
ganlarıma gerisinde gizlenen aslında bu sınıfların çıkarına
bir ideolojidir. Nitekim 1946 hürriyetçilerinin ilk buluşla
rından biri (hürriyet düşmanlarına hürriyet yok) olmuş
tur. Bu slogan en aşırısından en ılımlısına kadar bütün
devrimcileri etkisizi kılmak, solculuğu yasaklamak ve top
rak reformu, köy enstitüleri gibi devrim hareketlerini ko
münistlik gibi gösterip yıkmak için başarıyla kullanılmış
tır...», «...B u sınıfların yükselişi yalnız demokrat parti
içinde olmamıştır. CHP içinde de bu sınıflar ön plana geç
miştir. .. Mac Carty’ci görüşlere sahip köy enstitüleri aleyh
tarı Reşat Şemsettin Sirer’in Haşan - Ali YüceFden boşa
lan Milli Eğitim Bakanlığına gelmesi CHP’deki değişikli
ğin çarpıcı bir örneğidir...» Kirby de o çağı şöyle anla
tır*351:«.. .Hükümet, mahkeme, polis, üniversite, edebiyat
ve fikir susacak, sindirilecek, fikir ve şahsiyat katliamı başlıyacaktır... O zamana kadar adı duyulmamış olan Fahri
Kurtuluş adlı genç bir doktor kâh bir orman yangını, kah
bir okul yanması, kah bir Milli Eğitim binası yanması ola
yından faydalanarak memleketi yer yer komünist kundak
çıların tutuşturduğu bir yangın yeri gibi göstermeye mu
vaffak oldu. Demagoji terrörü o dereceyi buldu ki, Halk
Partisinin Kemalist unsurları ve hatta onun ve devletin
başkanı bile dehşet içinde kaldılar...» Ve Doğan Avcıoğlu
bu çağ üzerindeki yargısını şöyle verir*361: «...Görüldüğü
(35) T iirk iy e d e K öy E n s titü le ri, F a y K irb y , İm e c e y a y ın
l a n , A n k a r a 1962, s. 336.
( 36) T ü rk iy e ’n in D üzeni, D o ğ a n A v cıo ğ lu , B ilg i y a y ın ev i,
A n k a r a 1968, s. 253, 254, 255.
gibi çok partili hayata geçişle birlikte gerek iktidar, gerek
se ana muhalefet partisi aynı çıkarları savunmaya başladı
lar... İşte böyle bir iç ortamda milliyetçi devrimci kanadı
sindirilmiş bir CHP’de kalmayı ihtiyatlı bulan, yada gele
neksel bağlarla bağlandığı CHP’den yeni hüviyeti ile çe
kinmeye lüzum görmiyen bir kısım toprak ağası ve tüccar
CHP’de kalmıştır... Çok partili hayat büyük toprak ve ti
caret çıkarlarını siyasi iktidar üzerindeki nüfuzunu büyük
ölçüde arttıran bir hareket olmuştur... Genel oy böyle
likle ilericiliğin değil, muhafazakârlığın aracı haline gelmiş
tir. ..»
Bu sözler gerçek iktidar değişikliğinin 1950’de değil,
1946’da ve CHP içinde olduğunu doğrular niteliktedir.
■ Orduda Hoşnutsuzluk
Biz yukarıdaki incelemelere bir iç etken daha katıl
ması gerekir kanısındayız: Ordu içerisinde İnönü’ye karşı
bir hoşnutsuzluğun varlığından da söz etmek gerekir. Al
man taraftan olan bir kısım yüksek rütbeli subaylann 2.
Dünya Savaşının uygun anlarında (kendilerince) savaşa ka
tılma isteklerine karşı durmuş olması dolayısıyla İnönü’ye
kızgın olduklan, daha küçük rütbelilerin arasında da yukanda anlatılan iç ekonomik sıkıntıların, kişisel özgürlük
lerdeki kısıtlamalann etkisi ile iktidannın ne derece yıp
ranmış olduğunu anlayanların bulunduğu söylenebilir.
Nitekim iktidar değişikliğinden sonra 1946 öncesi CHP
iktidarına karşı zora dayanan bir takım girişimler tasarla
mış subay gruplarının varlığı ortaya çıkmıştır.
■ Yeni Ortaklıklar
Siyasal grupların gücünde değişikliklerle sonuçlanan
bütün bu gelişmelerin 1946 yılma doğru İnönü’nün siya
sal gücünde, prestijinde bir azalma meydana getirdiği söy
lenebilir. Herhalde, «her şey elinde idi, durup dururken çok
partili rejime gitmek gibi bir problem çıkardı», gibi düşün
celer ve değerlendirmeler bilimsellikten uzaktır. Özetlediği
miz iç ve dış koşulların etkisi ile çok partili rejime gidilince
ve bu yeni rejim içinde Kemalist ilke ve uygulamalar tehli
keye düşünce İnönü’nün davranışı ne olmuştur? İnönü
1946’dan sonra CHP’nin ilerici aydın kanadı ile işbirliğini
bırakmış, siyasal güçleri artan yukarıda belirttiğimiz tutu
cu ve gerici sınıfların temsilcileri ile anlaşmalara girmiş,
bunların kendi partisi içinde iktidarı almalarına göz yum
muştur. Yukarıdaki iç ve dış koşullar içinde şunu kabul
etmek gerekir ki, bu davranış politikanın bir güçler den
gesi olduğu, usta politikacının da bu güçler dengesini en
iyi şekilde değerlendirerek her zaman yeni anlaşmalara gi
rebilen, böylece her zaman politika sahnesinde kalabilen
kişi olduğu inancında bir politikacı için en gerçekçi, en
duygusallıktan uzak davranıştır. Şüphesiz ki burada yir
minci yüzyılda politika kavramının bu olup olmadığı tar
tışılabilir.
İnönü için başka alternatifler var mıydı? CHP’nin
ilerici aydınlar kanadı ile işbirliğine devam, onlarla birlik
te politika sahnesinden her zaman için veya uzun bir süre
için silinmeyle sonuçlanabilirdi. Çünkü yeni koşullar için
de bu grup o kadar zayıf kalıyordu ki, çekişmeden üstün
çıkabilme olanağı yoktu. Uzun yıllar iktidarda kalmış ve
bir de taht devirme, Anadolu ihtilalini yürütme gibi sorum
lulukları taşıyan bir politikacı için böyle bir çekiliş kişisel
birçok tehlikeler de getirebilirdi. Bir başka alternatif CHP’nin ilerici aydın kanadı ile işbirliğine sokulacak başka ileri
ci güçlerle birlikte bu günkü deyimiyle bir geniş «ilerici
cephe» kurarak bunun başına geçmek olabilirdi. Ama
buna karşılık da böyle bir cepheyi oluşturacak güçlerin o
çağda son derece zayıf olduğu, CHP liderlerinin kendile
rinden daha solda olanlara karşı ta Kurtuluş Savaşından
beri ileri derecede ve biraz da korkuyla karışık bir çekin
genlik duydukları söylenebilir. İnönü tutucularla koalis
yona girdiği zaman belki de bunun kısa süreli ve geçici ola
cağını ummuştu. Alternatifler ne olursa olsun, 1946’da İnö
nü’nün CHP’nin tutucu ve gerici kanadı ile bir koalisyona
girdiği tarihsel gerçektir.
■ Tonguç’un Tutumu
Tonguç yeni gelen çok partili rejimi ve İnönü’nün ye
ni bir ortaklığa girerek ilköğretim alanındaki çalışmaları
desteklemekten vazgeçmesini nasıl karşılamıştır? Tonguç
elbette halkın kayıtsız şartsız egemenliği ilkesine ,yani ger
çek demokrasiye yürekten inanır. Öteyandan 1946’da giri
şilen çok partili sistem üzerinde kaygıları vardır: Ona gö
re «...Halkın kendi kendini idare etmesi ilkesine bağlanan
devlet, önce modern manalı ilköğretime dayanır...» ve
«...İlköğretimi gerçekleştiremiyen toplumlarda halk ida
resi ilkesi laftan ileri geçip hayata intikal ettirilememiştir.
İlköğretimi yüzde yiiz gerçekleştiremiyen toplumlarda miistait bireyler bulundukları yerlerde sönmeye mahkum ol
muşlar, eğitim hakkından faydalanarak kendi kendilerini
geliştirme imkanlarına kavuşamamışlardır. Bu yüzden top
lumu idare edecek insanlar hep belli bir zümreden gelmiş
ler, hakiki müstait insanlar bulundukları yerlerde sönüp
gitmişlerdir. Milli varlığımızı teşkil eden bu değerleri ni
çin söndürüyoruz?■■.»(37). Burada Tonguç’un ilköğretim
kavramından anladığı şeyin, ilköğretimin klasik anlamın
dan çok farklı olduğunu hatırlatmak gerekir. Bu, köylü
ye (Türkiye’nin nüfusunun % 80’ni köylü olduğu için köy
lüye!) «hiç kimsenin sömüremiyeceği, onu iş hayvanı ola(>i) İ lk ö ğ re tim K a v ra m ı, 1. H a k k ı T o n g u ç, R e m z i K ita
beyi, İ s ta n b u l 1946, önsöz s. I, 10.
rak kullanamıyacağı» bütün koşulları hazırlamak demek
tir. Bugünkü deyimle bunun için gerekli bütün alt ve üst
yapı devrimlerini gerçekleştirecek elemanı yetiştirmektir
ilköğretim sorunu! Bu çeşit bir demokrasi ilkesine inanan
bir adam için, demokrasi adı altında girişilmiş bir çok par
tili hayat denemesinin ilk eylemi olarak gerçek demokrasi
ye götüren bir yol olan kendi çalışmalarının baltalanması
ile karşılaşmak, elbette girişilen bu siyasal denemeden kuş
ku duymayı gerektirir. Herhalde bu çeşit bir başlangıç, top
lumun bütün sınıflarının bilinçli ve etkin olarak yönetime
katılmasının ters yönünde bir girişimdir. Bireylerin sınıfla
rının bilincine varmış olarak yönetime katılmaları için ge
rekli koşullar hazırlanmadıkça «demokrasi bir laftan iba
ret» kalacaktır. Tonguç, 1947’de de ilköğretim sorununun
bundan sonra karşısında bulunduğu problemleri incelerken
şöyle yazari3*1: «...Demagoglar mugalatalara ve işi kökten
sarsacak teşebbüslere fırsat bulunca, bilhassa müteaddit
siyasi partilerin bulundukları toplumlarda günlük politika
peşinde koşan yıkıcı insanlar da böyle fırsatlardan fayda
lanarak değersiz kanaatler ileri sürmeye, bulanık suda ba
lık avlamaya başlarlar. O zaman en bayağı politikacılık bun
dan daima uzak kalması gereken okulların bağrına kadar
sokulur ve bir mikrop gibi onları tahrip etmeye başlar...»
ve köy bölge okulları düşüncesini utopi sayanlara karşılık
verdikten sonra: «...yurttaşlardan bir kısmının ilçelerde
doğmuş olmaları veya oturmaları onların çocuklarının orta
öğretime kavuşturulması için bir sebep teşkil ettiği halde,
diğer kısmının ve daha çoğunun köylerde oturmaları bir
tip teknik ortaokul olan bölge okullarına kavuşmaktan
mahrum bırakılmalarına sebep teşkil edebilir mi? Böyle
davranış demokrasi ilkelerine uygun bir hareket midir?...»
ve serbest okumanın eğitim ve öğretimdeki önemini belirt(38)
C a n la n d ırıla c a k K öy, t . H a k k ı
T o n g u ç, R e m z i K i
ta b e v i, İ s ta n b u l 1947, s. 635, 637, 644.
tikten sonra «... genç nesle mensup olanlar bilim, sanat
ve teknikle ilgili değer taşıyan bütün ünlü eserleri tekrar
tekrar, manalarını iyice kavrayıncaya kadar okumalıdırlar.
Sağlam ve köklü cumhuriyet idaresini kurmanın ve demok
rasiyi geliştirip yaşatmanın ana şartı budur...» der. Tonguç’un gerçek demokrasi ve çok partili rejim adı altında
gelerek gerçek demokrasinin gelişmesine hemen karşı çık
maya başlıyan eğilimler üzerindeki düşünceleri kısaca bun
lardır. Tek parti çağının en koyu günlerinde, 1933’de «İş
ve Meslek Terbiyesi» kitabında ileri sürdüğü demokrasi ve
halk egemenliğini üstün kılma görüşünün ve enstitülerde
bu görüşe göre girişilmiş çalışmaların demokrasi adına na
sıl bozulduğunu görmesi demokrasi olduğu savıyla getirilen
rejimin demokratik niteliği üzerinde onu olumlu sonuçla
ra vardıramaz.
İnönü’nün yeni anlaşmalara girerek ilköğretim çalış
malarını desteklemekten vazgeçmesi karşısında Tonguç’un
davranışı da «kendine has» nitelikler taşır. Yakın çalışma
arkadaşlarından farklı olarak sadece o, bu değişikliği kişi
sel ilişkiler, duygular ve ahlaksal değerlendirmeler açısından
almaktan kurtulabilmiş (ki Yücel de bunu yapamamıştı),
bu gelişmeyi siyasal güçlerin dengesinde meydana gelen de
ğişikliklerin bir sonucu olarak anlamaya çalışmıştır. Bu
nun 1946’dan sonraki tutumunu ayarlaması bakımından
büyük yararı olmuştur. Bu soğukkanlı ve bilimsel yargı
lara varmaya çabalayan davranışıdır ki, onun 1946’dan
sonra köy enstitüleri konusunda çok tehlikeli ve zararlı
olabilecek duygusal, ani kararlara, çıkışlara kalkışmasını
önlemiştir. Ayrıca sorunu İnönü ile olan kişisel ilişkiler
açısından ele almaktan kurtulunca 1946’dan sonra kendi
sini provoke etmek için, yapılan suçlamalara, haksızlıklara
karşı dayanma gücü de artmıştır. Böylece bütün çalışma
arkadaşlarının ve hatta yakınlarının baskılarına, zorlama
larına rağmen İnönü’nün davranışını duygusal yönden de
ğil, sınıfsal ve siyasal güçlerin, değişmesi sonucu ortaya çı
kan gelişmeler yönünden görmeye devam etmiştir. Tonguç’
un bu davranış tarzı bugün bile, hem de ne gariptir ki, bu
gibi gelişmeleri tamamen sınıfsal açıdan ve toplumbilim ku
rallarına göre inceleyip değerlendirmeleri gereken bazı sol
yazarlarca anlaşılmış değildir ve çekingenlik, ekmeğinden
olmama endişesi, memur alışkanlığı gibi bilim dışı, duygu
sal, pek basit yorumlarla eleştirilmektedir. Buna gelecek
bölümde daha geniş olarak değineceğiz. Onun bu davranı
şı şunu da gösterir: O İnönü’ye hiçbir zaman bütün inanç
ve düşünceleri ile, kayıtsız şartsız bağlanarak teslim olmuş
değildir. Onun desteğini sağladığı süreyi bir kazanç sayar.
Şüphesiz ki bu hiç yoktan pek, pek iyidir. CHP içinde güç
ler dengesinin her an bozulabileceğini düşünmüştür. Sorun
sadece bir İnönü sorunu olmaktan çok başkadır. O halde
bu güçler dengesi bozulup yeni bir durum ortaya çıkınca
yakın çalışma arkadaşlarının kızgınlıklarını yenemiyerek
İnönü’ye karşı çıkmasını, onu sözünden dönmekle suçla
masını önermelerine kulak vermenin bir anlamı da yoktur.
Bu gelişimi hazırlıyan etmenlerden yalnız bir tanesidir
İnönü. Onu bu davranışa iten koşulları, etmenleri iyi ince
lemek gerektiğini hiç durmadan arkadaşlarına tekrarlar.
Onları duygusal çıkışlardan, sonucu belli olmayan atılışla
ra girişmekten alıkoyar. Onlara sorunu tek yönlü görmeme
lerini, kendilerinin yalnız ilköğretim sorunu ve bununla ilgi
li gelişmeler açısından duruma baktıklarını, halbuki Cum
hurbaşkanının daha birçok devlet sorunu ile uğraşması ge
rektiğini, kendisini ilköğretim işlerini desteklemekten vaz
geçmek zorunda bırakan koşul ve etmenlerin hepsini de
henüz bilmediğimizi söyliyerek arkadaşlarını yatıştırmaya
çalışır. Bu «koşul ve etmenler» konusunda çoğu kez
açık konuşmamaya çalışır, ancak çok sıkıştırılırsa bunların
dış olayların gelişmesi, ordudan gelebilecek tepkiler (İnönü
iktidarına karşı) gibi konular olabileceğini söyler.
Bu «resmi» yorum, davranış ve taktiğinin ötesinde ki
şisel, yakm arkadaşlarına bile açıklamadığı duygu ve dü
şünceleri var mıdır? Bir defa Tonguç, kendisini hiçbir za
man İnönü’nün çevresindeki şu tipik CHP iktidarı toplu
luğundan saymamıştır, sayamamıştır. Bir rumeli köylüsü
özelliklerini bir türlü yitirmiyen, sınıfı ile bağını koparmıyan Tonguç, pek güçlü bir sınıf bilincine sahiptir. Bu sınıf
bilincinin gücünü ve her düşünce ve hareketini ne derece
etkilediğini anlamadan birçok düşünce ve eylemlerini de
anlamak olanağı yoktur. Böyle bir kişi için CHP iktidarı
ve İnönü birçok toplumsal ve tarihsel koşulların büyük bir
şans eseri olarak bir araya gelmesi ile desteklerini sağlıyabildiği ve bu desteği kendi köylü sınıfının yararına kullan
mayı derece derece başardığı bir orta sınıf iktidarı idi. CHP
içindeki ilerici aydın kadro bile, bir orta sınıf aydınlan top
luluğu idi. Ne onlar Tonguç’u, ne de Tonguç onları tam bir
güven duygusu içinde benimsiyorlardı. Şu bir varlıklılar
kooperatifine bile girmekten kaçınacak kadar katı günde
lik yaşam ilkelerine bağlı bir Tonguç, ileri aydın düşünceli,
ama orta sınıftan olmanın rahatlıklarından ve üstünlükle
rinden gün geçtikçe daha fazla yararlanan, hiç olmazsa bir
apartmancık ediniveren CHP ilerici aydınlarında tedirginlik
yaratıyordu, içlerinde genel kültürü bakımından ileri düşün
celere en açık olan İnönü bile Tonguç için, eski yüksek
rütbeli bir subay, bir orta sınıf aydını ve politikacısı, idi.
Bütün yakınlık gösterilerine rağmen kuşku ve huzursuzluk
duyuyordu, ilerici olduklarını söyleyen bütün bu yönetici
lerin, politikacıların gündelik yaşamları onun içinden çık
tığı sınıfın pek üstünde, pek daha varlıklı bir sınıfın yaşam
tarzı idi. Belki içgüdüleriyle, belki de şu ünlü marksist gö
rüşü, orta tabakaların kaypaklığı (zora gelince burjuvazi ile
işbirliğine girivermesi) tezini bilerek, kendini bırakamıyordu. Sınıf değiştirme konusunda da pek kabiliyetsizdi. Dev
letin ana ilkesi sosyal adaletin en geniş anlamda gerçekleş
mesi, köylünün efendiliği,, idiyse köşklerde, saraylarda ya
şamanın anlamı ne idi? Gezilerde İstanbul’a yol düştüğü
zaman Dolmabahçe sarayında gecelememek için binbir tür
lü özür buluyor, ziyafetlerden, kabul resimlerinden, tören
lerden kaçıyordu. Kurtuluş savaşma başarı ile öncülük et
miş, ama toplumsal ve ekonomik devrimleri köylünün çıka
rına olarak gerçekleştirememiş subay - aydın iktidarı ken
disinin ve onun yoksul köylü sınıfının dışında idiler. Ve
cumhuriyet, onun o yoksul ve sömürülen köylüleri bu du
rumdan kurtulmadıkça tam anlamı ile kurtulmuş sayılmaz
dı. Bu yapılmadıkça, başında birçok özelliklerine hayran
lık duyduğu İnönü bile bulunsa, Cumhuriyet bayramların
da CHP ileri gelenleri içine katılarak «tebrikatta bulunmak»
bile ona kendi kendisine karşı dürüst olmamak gibi geli
yordu. Bir bakıma düşünce sistemine temel olan inançla
rında bu derece katı ve kendi kendisine karşı bu kadar
sertti. Ve böylece ilköğretim Genel Müdürlüğü işbaşında
bulunduğu on yıl boyunca hiç bir kişi TBMM’de Cumhur
başkanını kutlama törenlerinde görmedi. Bunda o bir türlü
bağdaşamadığı ortamın, kurtuluş savaşını yaptıktan sonra
çoğunluğu arsa, han, apartman, çiftlik, bankacılık oyun
larıyla gittikçe burjuvalaşan yönetici bürokrat kadronun
içine karışmaktan tiksinmesinin de payı vardı. Hergün ken
disine uygunsuz bir iş, uygunsuz bir nakü, haksız bir atan
ma için baskı yapan ve çoğu kez ağır sözlerle isteklerini
yapmamaya çalıştığı, hatta odasından çıkardığı, iki yüzlü
lüklerini çıkarcılıklarını, bir devrimi nasıl ve ne gibi küçük
hesaplarla dejenere ettiklerini çok iyi bildiği bazı yöne
tici ve politikacılarla birlikte sıraya, hem de frakla (frağı da
yoktu ya!) sıraya girmek ona Cumhuriyetin ana ilkelerini
kirletmek gibi geliyordu. Bu birçoğu kişisel ve belki bazı
okuyuculara böyle bir kitap içinde gereksiz gibi gözükecek
ayrıntılara biraz da o çağın bütün çelişkisini ve çıkmazını
gösterdiğini sandığımız için değindik. Yine bu çelişki reji
min ana ilkeleri De onun yöneticilerinin çoğunluğunun, bu
ilkelere uymuyan, onlann gerçekleşmesini baltalıyan yaşam
ları ve tutumlarıdır ki Tonguç’un İnönü’den gördüğü des
teğin büyüklüğünü ve önemini daha iyi değerlendirmesine
de yol açmıştır. Ona göre böyle bir yönetici kadro içerisine
Atmaca köyünden çıkarak ve sınıfını değiştirmiyerek karış
mış olmak, kendi köylü sınıfı için birşeyler yapabilmek,
hele İnönü’den bu ölçüde destek görmüş olmak az şans
değildir. Nitekim işbaşından ayrıldıktan sonra 1947’de şöy
le yazar(39): «...Bunların hepsi diğer birçok büyiik işler gi
bi mütefekkir ve ülkücü sayın İnönü’nün önderliği sayesin
de yapılabildi. Ve onun gençliğinden beri sürüp gelen bi
linçli çalışmaları, sıkı ve sürekli denetlemesi olmasaydı bu
eserler yaratılamaz, canlanmaya başlıyan köyden söz açı
lamazdı. Bu gelişme yıllarında milli kahramanın ve iyi
kalpli ülkücü bakanların emrinde köyü canlandırma hizme
tine katılmak bahtiyarlığına kavuştum...» Şu hiçbir kişi
nin yadsıyamıyacağı bir gerçektir ki 1939 - 1946 yılları
arasında İnönü’nün anlayışı, desteği olmasaydı köy ensti
tüsü çalışmaları bu kadar geniş olamazdı. Eğitbilim tari
hinde İnönü’nün Hakkı Tonguç’u desteklediği ölçüde her
hangi bir devlet başkanınm desteğine ve anlayışına kavuşa
bilmiş, devletin bütün organlarından bu ölçüde yararlandı
rılmış ve kendi alanında bu kadar geniş hareket özgürlüğü
verilmiş bir başka eğitimci yoktur. Tonguç da bu gerçeği
hiçbir zaman unutmamış ve ömrünün son günlerine kadar
tekrarlamıştır. Bu gerçeği böylece tekrar belirtmek bir vic
dan borcudur.
Çağındaki birçok ileri girişimler gibi ilköğretim işleri
konusundan da duraklamaya, yoldan dönmeye ve hatta ge
rici - tutucu siyasal güçlerle işbirliği yapmaya kadar varan
davranış konusunda, bu davranışı gerektiren nedenleri top(39) C a n la n d ırıla c a k K öy, t . H a k k ı T o n g u ç, R e m z i Kita b e v i, İs ta n b u l, 1967, s. 664.
lumsal ve siyasal yönden anlamaya çalışan Tonguç, İnö
nü’nün davranışım kişisel açıdan nasıl görür? Bir kere bu
konuda pek konuşmak istemez. Yazılan bu açıdan çok dik
katle okunursa bir iki ipucu bulunabilir. Acaba «Canlan
dırılacak Köy»deki şu sözler(40) bu konu ile mi ilgilidir?
Kurtuluş Savaşlarından bugüne kadar köy işleri ve köylü
başlığı altındaki şu sözler dikkate değer; «...işbaşına geti
rilecek elemanı karakteri, zihniyeti ve iş başarma kabiliyeti
bakımlarından seçmek, ve onlara selahiyetler vererek, iti
mat ederek çalıştırmak, başarılı işler görenleri iftiralara,
jurnalciliğe kurban ederek harcamamak icap ediyordu...»
Kişisel açıdan İnönü’yü eleştirmekten kaçınması herşeyden
önce onun bundan sonraki bölümde inceliyeceğimiz 1946’dan sonraki taktiğinin bir gereği idi. Hele çevresine ve iş
arkadaşlarına karşı bu gibi duygu ve düşüncelerini katiyen
belli etmemeliydi. Ayrıca o her zamanki alçakgönüllüğü
ile kendisinde İnönü’nün davranışındaki kişisel sorunu eleş
tirme yetkisini de görmemekteydi. Bu onun işi değildir.
Olayları geliştiren toplumsal ve ekonomik etmenlerdir am
ma, kişinin davranışı sadece güçler dengesinde ağırlığın
kaydığı yönde politikasını değiştirmesi, büyük bir uyum
yeteneği göstermesi şeklinde mi olmalıdır? Elbette bütün
hayatınca belli ilke .ve inançlar uğruna, her zaman, herşeyi
ifade etmeye, ama inanç ve ilkelerinden dönmemeye hazır
bir Tonguç için böyle bir davranışın anlaşılması, kabul
edilmesi çok zordur. Ama o daha baştan çok iyi farkında
dır ki İnönü’de o çok başka, kendi ölçülerinin çok dışında,
alışılmamış bir kişilikle karşı karşıyadır. Çekingenliği de
bundan değil midir? Bundan ötürü kayıtsız şartsız onun
emrinde değildir, körü körüne hayran da değildir, sadece
görev alanında bir ast ve taraftır. Bu teslim olmayış, bir
çok kişilerin aksine, yani önce aşın hayranlık, körükörüne bağlılıktan İnönü’nün alışılmış ölçülere uymayan kişilik
özellikleri ile karşılaşınca birdenbire hayal kırıkığına uğ
rayarak en aşın düşmanlık kanadına geçmekten onu koru
muştur. Ama konu elbette zihninde sürekli olarak işlen
mektedir. Kendi ölçülerinin dışında ölçülerle davranışları
nı ayarlıyan, alışılmamış bir kişiliğin’sırlarını çözmeye herşeyden önce eğitimci olarak çalışmakta olsa gerektir. Ve
çevre, iş arkadaşları o kişiliği gündelik sıfat ve kavramlar
la belirlemeye çalışırlarken Tonguç şu pek kısa yargısını
söyler ve bu konuda bir daha da kendisinden bunların dı
şında bir tek söz alınmaz: «İnönü için politika herşeydir, o
poîitikasız yaşıyamaz, politikayı da satranç oynar gibi ya
par.» Bu sözlerden şunu anlamak gerekir sanırız: Politika
İnönü için bir araç olmaktan çok bir amaçtır. Bu çeşit bir
politika anlayışı güçler dengesindeki her değişikliğe göre
yeni anlaşma ve koalisyonlara girmeyi gerektiren bir dav
ranışla sonlanır. Oyun hiçbir zaman kaybedilmemelidir.
İşbirliği yapılan güçlerin her biri gerektiğinde karşı tarafa
verilecek, teslim edilecek, oyun tahtasından uzaklaştırıla
cak birer taştır, ta ki oyuncu oyunu kazanabilsin ve her za
man oyun masasının başında kalabilsin. İtiraf edelim ki,
biz üzerinde düşünülmediği zaman tam anlaşılmıyan bu yar
gınm niteliğini ancak 1969’larda, İnönü yine yeni ortak
lıklar ve koalisyonlara girmek amacı ile hüküm giymiş es
ki demokratlarla barıştığı, ve ülkede aydın olarak kimler
ve hangi topluluklar varsa, hepsini bu çeşit bir politika
anlayışını kınamak zorunda bıraktığı zaman tam olarak
anlıyabilmişizdir. Hiç şüphe yok ki, İnönü’yü böyle bir po
litika anlayışına sürükliyen tarihsel ve toplumsal koşullar,
nedenler bulunabilir. Hatta çeşitli güçlerle değişik koalis
yonlara girerken daha önceki koalisyon ortaklarının orta
da bırakılmaları devletin sürekliliğini sağlamak kaygı ve
amacına bağlanabilir. İlerici güçlerle girilen ortaklıkların
koşullar buna dayanamıyacak duruma geldiği zaman, tep
kiler önlenemiyecek dereceye varınca, bozulmasında devle
tin ana ve temel ilkelerini kurtarma amacının güdüldüğü
ileri sürülebilir. Bu «iki adım ileri bir adım geri» politikası
dır, ve bize kesintili, çelişmeli görülen çeşitli dönemler, as
lında bir birliğin, bir ana gelişme çizgisinin soruna olanca
genişliği ile bakılmayınca anlaşılamıyacak zikzaksız bütün
lüğünü gösterirler, denebilir. Bu görüşe göre bu çapta bir
«devlet kurucusu»nun devlete sahip çıktığını ve bir anda
herşeyin yok olup gitmesini böyle bir politika ile önlediği,
koşullar uygun oluca da topluma bir adım daha ileriye attır
mak için yeni bir ilerici koalisyonuna girdiği ortaya atıla
bilir. Devletin temel ilkelerine sahip çıkan bu kurucunun
böyle bir poltikayı yürütebilmesi için ilk koşul, devlet üze
rindeki etkisini hiç yitirmemesidir. İster iktidarda ister
muhalefette olsun, yönetimin ana sorunları üzerinde sözü
geçebilmelidir. Böylece devlet ve ulus, böyle bir olağanüs
tü politikacı politika alanında bulunduğu sürece onun «ko
ruyuculuğu», «yöneticiliği» altında yaşıyacaktır, onun açık
veya örtülü önderliği ile doğru amaçlara yürüyecektir.
Öyle sanıyoruz ki, İnönü’nün politika anlayış ve dav
ranışının savunması bu esaslar içinde'yapılabilir.
Bunun sakıncalarına gelince: Böyle bir önder kişi,
toplumu kendi başına bırakacak, onun içindeki siyasal güç
ve eğilimlerin gerçek güçleri oranında çatışmasına, çekiş
mesine ve bundan o toplumun ‘siyasal potansiyelinin (iyi
veya kötü yönde), ama doğal bir şekilde, engellenmeden or
taya çıkmasına engel olmıyacak zamanın geldiğini gecikme
den anlıyarak otoritesini kullanmaktan vazgeçecek midir?
Bunu geciktirirse, «vesayet» devam ederse bu esenli bir
gelişme sayılabilir mi? Ve böyle bir durumu demokratik
bir rejim açısından nasıl değerlendirmek gerekir?
Burada sorunu bir de şu açıdan ele almak yararlı
olur: Böyle kişisel «koruyuculuk» ve «vesayet» uzun bir
süre devam ediyorsa, o toplum bakımından bunun anlamı
nedir? Yani, bir üstün kişi böyle bir politika anlayışını sür
dürebiliyor yahut sürdürmek zorunda kalıyorsa bunun ola
bildiği toplum, esenli bir toplum mudur? Burada bir «top
lumsal ve siyasal kısırlık» söz konusu değil midir? Niçin
yeni, güçlü, değişik politikacılar bir türlü çıkmamaktadır?
Hiç şüphe yok ki, eğer bir toplumda üstün bir politikacı
50 yıl bu koruyuculuk ve vasilik görevini yapıyorsa, ona bu
olanağı veren, yahut onu bu görevi yapmak zorunda bıra
kan toplumda bir takım siyasal tıkanıklıklar olduğunu ka
bul etmek gerekir.
Böyle bir durumun bir sakıncası da şudur: Bu kadar
uzun bir süre çeşitli güçlerle koalisyona giren bir devlet
adamı, ne kadar üstün yetenekli olursa olsun, günün birin
de bu çeşitli ortaklıklar arasında, bu ortaklıklara girmesi
nin meşru nedeni sayılması istenen ana ilkeleri de pazarlık
ve ortaklıklara konu yapamaz mı? Yahut yapmak zorunda
kalmaz mı? O zaman bu politika görüşünün, buna daya
nan böyle bir siyasal yöntemin gereklilik nedeni ortadan
kalkar sanınz. Böyle bir durumda ise
olağan vatandaşın
zihninde şu soru belirecektir: Bu çeşit bir politika anlayı
şında politikacının kişisel inançları, ilkeleri ne olmaktadır?
Ya bu ilkeler yeni bir ortaklıkla feda edilmektedir veya
değişikliğe uğramaktadır, yahut belirli ilkeler yoktur. Yani
daha önce amaç ve ilke olarak ileri sürülmüş düşünler, o
zaman da o kişi tarafından aslında ana amaç ve ilke ola
rak benimsenmemiş, sadece o sıradaki güçler dengesinin
gerektirdiği koşulların sonucu olan geçici ilke ve amaçlar
olarak ortaya atılmış, ama çevre tarafından değişmez ilke
ve amaçlar sanılmış yahut öyle sandırılmıştır.
Aslında belirli bir ilke ve düşün sistemi uğruna çeşitli
çağlarda, çeşitli güçlerle koalisyon yapmak zorunda kalmış
bir «devlet kurucusu ve koruyucu»su için yaşamının en
acılı çağı işte bu sorunun kafalarda belirmeye başladığı dö
nem olsa gerektir. Ne kadar iyi niyet ve amaçlarla yapılmış
olursa olsun, çeşitli ve zıt ortaklıklara girmek zorunda kal
ma davranışında trajik bir nitelik vardır. Buna gerek du
yan, yapmak zorunda kalan, tarihsel koşulların sonucu
böyle bir davranışa itilmiş olan kişilerin düşün, hesap, çaba
ve çelişkilerinin anlaşılması, olağan ve ölümlü kişiler için
çok zor olsa gerektir. Siyasal alanda belirli temel ilkelere
dayanarak taraf tutmuş, bunun dışında bir ikinci role çık
mamış Tonguç için de bu kadar çapraşık bir politika kav
ramı tam anlaşılabilir, benimsenebilir birşey değildir. İnö
nü’nün politika anlayışının alışılmış ölümlü kişiler için
anlaşılmasının ne derece zor olduğu ortadadır. Ama Ton
guç bu konu üzerinde düşünlerini açıklamaz. Bunu söyle
meyi taktiğine aykırı bulduğu gibi, bir bakıma bunu söyle
mek, tartışmak için kendinde yetki de görmez. Çünkü
hiçbir zaman politikacı değildir, olmaya niyeti de yoktur.
Sorun onu sadece kendi problemi, yani ilköğretim çalış
maları yönünden ilgilendirir. Bu yönden de önemli olan,
yeni ortamda çalışmaya devam olanağının kalmamış ol
masıdır. Tonguç, hayatında bir tek amaç için, bir tek role
çıkmak zorunda kalmış, kendisini anlaması ve anlatması
kolay, kişiliği açık duru bir kişidir.
■ Güvenlik Sorunu
İnönü'nün ilköğretim işlerini desteklemekten vazgeç
mesinde etkili olup olmadığı çok tartışılan bir etken de şu
dur: Özellikle 1942’den sonra köy enstitülerinde sistemli
olarak aşırı sol propaganda yaptırıldığı, yapıldığı, şeklin
de başlıyan ve devletin güvenliği ile ilgili örgütlerin çalış
malarından da yararlanılarak girişilen suçlamalar, daha ön
ce verdiğimiz örneklerle de görüldüğü gibi 1944’den sonra
büsbütün yoğunlaşır. Hatta enstitülerdeki bir takım çalış
malar bu kurumların bir siyasal eyleme geçmek için hazır
landığı, hükümet darbesi gibi girişimlerin bile beklenebile
ceği şeklinde gülünç düşüncelere belge olacak şekilde yo
rumlanırlar. Bu düşünce ve yorumlar yine devletin güven
liği ile ilgUi örgütler tarafından hiç şüphe yok ki, Devlet
Başkamna sistemli bir şekilde aktarılır. Örneğin askerlik
dersleri için enstitülerde silah bulundurmak zorunluğu, öğ
rencilere motor kullanılmasının öğretilmesi, her yıl bir
grup öğrencinin İnönü planör kampında paraşütçülük öğ
renmeleri, İlköğretim Genel Müdürlüğünün özel bir şifre
si olması gibi durumlar bu açıdan yorumlanır. Bu gibi
suçlamalar İnönü’de enstitülerde kendisinin bilgisi dışında
bir takım işlere girişildiği, kendisinden gizlenilen bazı
amaçlarla hareket edildiği şeklinde bazı kuşkular uyandırabilmiş midir? Bu gibi suçlamaların kaynaklarını ve doğru
luk derecesini çok iyi değerlendirmesi gereken İnönü, o
Kurtuluş Savaşı yöneticilerinde, devletin güvenliği söz ko
nusu edildiği zaman kuşku derecesine varan titizliğin et
kisinde kalarak bir süre bu suçlamaların etkisinde kalmış
mıdır? Bu konuda kesin birşey söyliyebilecek durumda de
ğiliz. Ama 1946’dan günümüze kadar İnönü’nün enstitü
leri bu yönden suçlayacak hiçbir şey söylemediği, aksine
bu çeşit suçlamalara karşı onları koruduğu bir gerçektir.
■ Sona Doğru
İnönü ile Tonguç 1946’dan sonra bir daha görüşmemiş
lerdir. Bunu bir kırgınlık, bir dargınlık olarak yorumlamak
son derece yanlıştır. 1946’dan sonra İnönü birçok defalar
aracılarla Tonguç’a üzülmemesi, bütün bunların geçici ol
duğu, işlerin bir süre sonra düzeleceği şeklinde haberler
yollar, hatırını sorar. Hatta bazı aracılar bir görüşme, bu
luşma hazırlamaya çalışırlar. Ama Tonguç bundan kaçınır.
Hatta 1960’da, 27 Mayıs hareketinin ertesi günü İnönü’ye
gitmesi için kendisine ricada bulunan dostlarının isteklerini
kabul etmez. Ne amaçla, der. Bu katiyen o burjuva anla
mında bir dargınlık, kırgınlık belirtisi de değildir. O gün
dediği gibi ne amaçla? Bunun ne' gereği vardır? Ne konu
şacaklardır? Yapacakları ortak hangi iş kalmıştır? İnönü
gibi bir kişiye de merhaba demek, sadece hatır sormak için
gidilmez. O ünlü güçler dengesine göre çizilen politika yö
nünde Tonguç’un ülküleri, amaçlan bakımından İnönü üe
girişilecek bir hareket, bir ortak çalışma olanağı yoktur.
Mantık, akıl bunu gerektirir. Böylece bu iki kişi ancak bir
daha Tonguç’un 24.6.1960’daki cenaze töreninde bir ara
ya gelirler.
1946’dan sonra Tonguç, İnönü’yü yeren bir tek sa
tır yazmamıştır. Hatta onu her zaman çevresindekilerden
birkaç derece üstün tutar ve 1950 - 1960 arasındaki kavga
sını beğenerek izler. 1960’da bir dostuna şöyle yazart41):
«... CHP’nin ülkücü tanınan, kafası işliyen takımı da tam
anlamında paniklemeye başlamıştı (yazarın notu: 27 Ma
yıs darbesinden önceki olaylar anlatılıyor). Karamsarlık ka
busu altında onlar da ışık olma güçlerini yitirmişlerdi. Bir
tek insan kara bulutlar arasında çakan şimşek gibi şu veya
bu şekilde aydınlık saçmak için son hamlelerini yapıyordu.
Güvendiğim CHP’li bir dosta (paşanın son hamlelerine ne
dersin) dedim. Ondan teselli edici bir cevap bekliyordum.
(Blöf... Ne yapsın zavallı... Battık kardeşim) demesin
mi?...»
Buna karşılık İnönü’nün de Tonguç üzerinde suçla
ma, yerme sayılabilecek bir tek satın, bir tek sözü yoktur.
Bugüne kadar söyleyip yazdıkları anlayış, övgü, onun çalışmalannm değerinin verilmesi gibi özellikler taşır.
Onlann 1939 - 1946 yıllan arasında çok başanlı bir
ortak çalışma yaptıklan, çağlarında birbirlerini iyi anlıyan
ve birbirlerine uymayan düşünce ve inançlannı da en geniş
bir hoşgörü ile karşılıklı olarak anlamaya çalışan, verim
li ve dürüst, düzenli bir üst ve ast ilişkisini başan ile sür
dürdükleri, bu konuda söylenecek endoğru sözdür. 1946’(41) T o n g u ç’a K ita p , İm e c e y a y ın la n , İ s ta n b u l 1961, s. 76.
dan sonra ise Tonguç’un en akıllıca hareketi ve onu birçok
kişi gibi bu çağdan sonra anlaşılması pek zor İnönüvari
ilişkilerin arasında kişilik olarak öğütülmekten ve bağlan
dığı köy enstitüleri davasına da zarar vermekten, ters ey
lemlere girişmekten alıkoyan, bu ilişkileri tamamen duygu
sallıktan uzak, toplumbilim kurallarının ışığında değerlen
direbilmesi olmuştur.
Asıl inceleme yöntemimizin oldukça dışında kalan bu
kişisel ilişkilere bu bölümde bilerek geniş yer verdik. Çün
kü bu konu hâlâ geniş ölçüde tartışılmaktadır, ilgi çekmek
tedir ve bu konuda söylenip yazılanlar da genellikle duygu
sal, önyargılı düşüncelerdir. Sorunu kendimize göre yar
gılara vararak, ama bunu da duyguların değil aklın öncü
lüğü ile yapmaya çalışarak bunun için bu kadar deştik.
Kendi çapımızdaki çabalarımız bu konuda yapılacak daha
geniş araştırma ve yorumlara yol açarsa, karşılığını gör
müş olacaktır.
6
1946'dan Sonrası
ve Tonguç’un
Bu Dönemdeki Davranışı
■ Sağ Kanat İktidarda
Bir önceki bölümde değindiğimiz toplumsal, ekono
mik ve siyasal gelişmelerin sonucu olarak CHP’nin ilerici
aydın kanadının siyasal gücü gittikçe azalıp iktidar tutucu gerici sınıfların eline geçtikten sonra, siyasal alandaki ge
lişmeler 1960’a kadar hep bu sınıfların iktidarda daha da
güçlenmeleri yönünde oldu. Tonguç’un 1946 ile 1960
arasıhdaki tutumunu, taktiğini anlıyabilmek için köy ensti
tüleri sorunu bakımından önemi olan bazı siyasal olayları
burada hatırlatmak gerekir.
CHP içinde iktidarı ele geçiren anadoluculann bü
yük bir bölümünün partiyi gençleştirmek amacıyla ilerici
devrimciler tarafından parti içinde başlangıçta desteklen
miş ve ilerletilmiş olmaları ve sonra kendilerini destekle
miş olan bu ilerici aydınları tasfiye etmeleri acı ve düşün
dürücü bir olaydır. Partisinin iktidardaki sağ kanadı ile iş
birliğine girmiş olan İnönü uzun yıllar, özellikle köy ensti
tülerini baltalama hareketlerinin sistemli olarak tezgahlan
dığı 1946 - 1950 yıllarında köy enstitüleri konusunda sus
tu. Demokrat Parti ileri gelenleriyle çok partili çağın baş
langıcında ilköğretim sorununu güvenlik altına almak, bunu
partiler dışı bir milli sorun durumuna getirmek için pazar
lıklara girişmek istediğini görüyoruz. Örneğin 1960’dan
sonra bu konuda şöyle diyor(l): «...Dörtlü takriri verdiler.
Ben kendilerini teşvik ettim. İstiyordum ki, parti teşkil et
sinler... Yalnız iki şey sordum: — Mektep seferberliği ve
halkın bu işe yardımı, bir siyaset özü olarak işliyor. Buna
karşı çıkacak mısınız? Bu suale cevabı (yazarın notu: Ce
lâl Bay adın) —Hayır! oldu. Bilakis buna devam edeceğiz.
İkinci sualim şuydu: — Dinle oynıyacak mısınız? Dini si
yasete alet edecek misiniz? — Hayır! Lâiklik dinsizlik de
mek değildir/...»
Tabii DP sonradan Bayar’ın başlangıçta verdiği bu
sözlerin ikisini de tutmadı.
CHP’nin yeni sağ kanat iktidarı partinin ana ilkelerin
de bazı değişikliklere gitmek için çabaladı. Yıldız Sertel<2)
şöyle yazıyor: «...H alk Partisinin 1946’daki olağanüstü ku
rultayının programı ondan önceki programlardan üç ana
noktada ayrılmaktadır: 1. Özel teşebbüse daha geniş taviz
ler vermek, 2. Tarıma daha çok önem vermek, 3. Dış yar
dımlara o vakte kadar hiç görülmemiş ölçüde dayanmak.
Böylece CHP 1923’denberi uygulamaya çalıştığı ana ilke
lerinin en önemlilerinden 1946’da vazgeçmiş oluyordu.
Ekonomide özel teşebbüs devletçiliğin önüne geçiriliyor ve
...özel teşebbüsün başarmaya imkan bulamadığı, yahut ka
zançlı bulmadığı için girişmediği işleri devlet üzerine ala
bilir, deniyordu. Yine programa göre (devlet kâr kastıyla
tarım yapamaz... ve ticaretin ...devletçe düzenlenmesini,
O İn ö n ü ’n ü n C u m h u riy e t g a z e te s in in 22.4.1969 g ü n k ü s a
y ısın d a k i k o n u şm a sın d a n . (M en d e re s’in D ra m ı, y a z a n
Ş e v k e t S ü re y y a A y d e m ir).
(2) T ü rk iy e ’de İle ric i A k ım la r, Y ü d ız S e rte l, A n t y a y ın
la rı, İ s ta n b u l 1969, s. 70, 71, 72, 78.
denetlenmesini lüzumlu bulmuyoruz...) Programda ayrıca
kanunlara uygun olarak ve eşit şartlarla yabancı sermaye
den faydalanılacağı belirtilmektedir.» Yazar bu durumu
şöyle değerlendiriyor: «.. .Böylece devrimden sonra devlet
çilik ve milli burjuvaziyi yabancı sermayeye karşı koruma
prensiplerinin kurucusu olan CHP’nin de özel teşebbüse ve
yabancı sermayeye taviz yolunu tuttuğu görülmektedir...
Bu durum artık CHP’ye de devrimci karakterini yitirmiş,
kâr peşinde koşan şehir büyük burjuvazisiyle en gerici top
rak sahiplerinin hakim olduğunu gösteriyordu...» Ay m ta
viz politikası ve sağa kayış 1950’de de devam edecek, CHP
1950’deki seçim beyannamesi ile şu vaadleri sıralıyacaktır(3): «...Yurdum uzun ekonomik kalkınmasında özel ser
maye ve teşebbüsün gittikçe artan bir nispette faaliyet gös
terip gelişmesini istiyeceğiz... Sermaye ve teşebbüs sahip
lerinin yeni iş sahaları açmalarını teşvik edeceğiz... Tür
kiye’de iş görmek istiyen ve medeni memleketlerce kabul
edilmiş şartlara uyacak yabancı sermaye için kapılarımız
açık tutulacaktır...» Ve Doğan Avcıoğlu bu durumu şöyle
eleştirir: «...Görüldüğü gibi çok partili hayata geçişle bir
likte gerek iktidar, gerekse ana muhalefet partisi aynı çı
karları savunmaya koyulmuşlardır... İşte böyle bir iç or
tamda milliyetçi devrimci kanadı sindirilmiş bir CHP’de
bir kısım toprak ağası ve tüccar kalmıştır...»
Ekonomik alanda aynı tutucu - gerici - sömürücü sı
nıfların çıkarlarını savunma yarışı, önemsiz ayrıntılar bir
tarafa bırakılırsa 1946 ile 1960 arasında her iki büyük par
tinin güttüğü politikanın ana doğrultusudur. Böyle bir eko
nomik politika güdülünce evrensel amaçlan bakımından
buna tamamen zıt olan köy enstitüleri hareketini asıl yö
nünden çevirmek, bu yönde gelişmesini önlemek, bu parti
lerin milli eğitim alanındaki politikalannın temel ilkesi
( 3)
T ü rk iy e ’n in D üzeni, D o ğ a n A v cıo ğ lu , B ilg i y a y ın e v i,
A n k a ra , 1968 s. 251, 252.
oluyordu. Nitekim her iki partinin de eğitim alanında gö
revlendirdikleri bakanlar, enstitülerin partilerinin savunmaya
ve yaranmaya çalıştıkları sömürücü sınıfların çıkarları için
ne büyük bir tehlike olduğunun bilincine çok iyi varmış
lardır. Bu konuda köy enstitülerinin evrimi hızlandırma et
kisini anlıyamıyan bazı solculardan çok daha uyanık ve
anlayışlı oldukları söylenebilir. Şampiyonluk yine CHP’de
kalmıştır. Enstitüleri etkisiz duruma getirme kampanya
sının ana ilke ve yöntemlerini saptamış olan Sirer, Kirby’nin deyimi ile(4) «...kendi partisinin muhalifleriyle işbirliği
yapmaktan çekinmedi... Demokrat Parti tarafından da ne
meclisde, ne dışarıda bir tenkide bir muhalefete maruz
kalmadı... Sirer, Kemalist eğitimin yılllarca didine d idine
yaptıklarını bu oldukça kısa bakanlık süresi içinde
(7.8.46-8.6.48) bozmak başarısını göstermiştir...»
Çok partili siyasal hayat denemesine geçince düşün
ce ve söz özgürlüklerinde bir takım kısıtlamaları kaldır
mak gerekiyordu. CHP 1946’ya doğru bunu yaptı. Fakat
bunu yapar yapmaz «...1925’den bu yana ilk defa olarak
işçi sınıfında bir hareketlilik belirdi ve canlı bir sendikalaş
ma hareketi başladı. Çeşitli adlarla sosyalist veya sosyaliz
me eğilimli partiler kuruldu. İstanbul’da iki gazete, Vatan
ve Tan iktidara karşı şiddetli bir tenkit kampanyasına baş
ladılar... Ayrıca ufak ufak sol dergiler çıkıyordu.. . »(5) Bu
durum aynı çıkarları savunan ve çok partili düzeni getir
mekle beraber kendi iç bünyelerinde sağ nitelikte olan iki
büyük partiyi ürküttü. Karşılarındaki muhalefet partisin
den hiçbir önemli tepki görmeden 16.2.1946’da CHP’nin
Recep Peker hükümeti işçi sınıfına dayanmaya çalışan iki
siyasal partiyi, hemen bütün sendikaları ve özgürlük ve de
mokrasi savaşı yapan gazeteleri kapattı. Geniş bir tutukla(4) T ü rk iy e d e K öy E n s titü le ri F a y K irb y , İm e c e y a y ın
l a n , A n k a r a 1962, s. 338, 343.
(5) T ü rk iy e v e S o sy alizm S o ru n la rı, B eh ice B o ra n , G ün
y a y ın la n , İ s ta n b u l 1968, s. 36.
ma ile aydınlanıl işçi hareketlerini hızlandırma çabalarına
son verildi. Çok partili hayatın daha başlangıcında iki par
ti yalnız sağ kanadı bulunan güdük bir demokrasi oyununu
sürdürmek için tam işbirliği içinde idiler. «...CH P ve bu
noktada onunla birleşen DP, 1945 -4 6 ’da birden beliren
şiddetli ve sol eğilimli eleştiri havasından, tecrübesiz işçi sı
nıfının gösterdiği beklenmedik hızlı örgütlenme hareketin
den, sosyalist görüş, eleştirme ve partilerin dinamik bir şe
kilde ortaya çıkışından ürktüler. Demokrasi bu defa, ege
men sınıfların tek parti yerine çok partili yönetimi şeklini
aldı...»if>).
İki Dünya Savaşından sonra doğu ve batı blokları ara
sında başlıyan çatışma, batı blokunda antikomünist hare
ketlerin güçlenmesi, yeni sömürgecilik politikasının temel
lerinin atılması Türkiye’de gittikçe güçlenmekte olan bur
juvazi ve kapitalizmin kendi çıkarlarına karşı duracak her
kişi ve topluluğu aşın solculuk, komünistlik ile suçlama
sına çok elverişli bir ortam yarattı. Böylece komünizmle
mücadele perdesi altında sömürücü sınıfların çıkarlarının
savunması yapıldı ve soldan gelen her türlü ses susturul
du. «...Basın dünyasında yepyeni bir zıpçıktı janrı doğdu.
Bilhassa haftalık dergilerde sansasyonel ifşalar yarışı baş
ladı. Birleşik Devletlerdeki Mac Carty’nin Türkiye’de ön
cüsü olan zat Halk Partisi?nin kendi sinesinde doğdu...
Bir kere bu korku, şüphe ve iftira havası yaratıldıktan son
ra karmakarışık bir körebe oyunu başladı. Şimdi hiçbir
iddiayı ispata lüzum yoktu. Her ispat edilmemiş iddia baş
ka bir iddianın ispatı oluyordu... Bu inanılmaz orjinin asil
hedefi, nişan tahtası Milli Eğitim Bakanlığı, Milli Eğitim
Bakanı ve Kemalizmin eğitim müesseseleri idi. Milli Eği
tim Bakanlığına çevrilen savaşın sadece bir politika savaşı
değil de bir ideoloji savaşı olduğunu en iyi gösteren şey,
bütün Kemalizm aleyhtarlarının ister ırkçı, ister anadolu-
cu, ister dinci olsun, ister halk partisi içinde, ister dışında
ve karşısında olsun, müşterek bir cephede omuzomuza,
elele birlik olmalarıdır...»w.
■ Yıkma Çalışmaları
1946’da iktidarı ele geçiren. CHP’nin sağ kanadı köy
enstitüsü atılımını durdurmak, yolundan saptırabilmek
için Milli Eğitim Bakanlığı içinde başlıca şu yöntemleri kul
landı:
İlk yapılacak iş köy enstitüleri kurucu ve yöneticileri
ni işbaşından uzaklaştırmak olmalıydı. Fakat bu o şeküde
yapılmalıydı ki, hem bu haksız uzaklaştırmalara gerekçe
bulunmuş olsun, hem de uzaklaştırılanlar meslektaşları ve
kamu önünde suçlu duruma düşürülerek enstitülerde girişi
lecek bozma, yıkma hareketlerine karşı seslerini yükseltemesinler. Bu gibilerin lekelenerek, yanlış, zararlı işler yap
mış, suçlu, beceriksiz kişiler olarak damgalanabilmeleri işini
başarmak üzere Bakanlığın bütün örgütü harekete geçiril
di. Bu yöntem gerçekten iyi düşünülmüştü. Bir kere taa
Osmanlılığın başından beri başarı ile uygulanmış, ayrıntı
ları çağdan çağa geliştirilmiş gelenek, jurnal, iftira, adam
lekeleme, kelle vurdurma geleneği canlandırılınca, o on yıldanberi yapılmakta olan eğitim yeniliklerini isteksizlikle
izliyen, bir türlü harekete geçirilemiyen Bakanlık örgütü
bu geleneksel çabaya itilince, dikkati çekecek bir becerik
lilik ve istekle işe koyuldu. En sonunda kendilerini göstere
bilecekleri bir alan bulmuşlardı. Cezalandırmalara, nakil
lere, bakanlık emirlerine esas olacak soruşturmalar çok
geniş çapta yürütüldü ve yıllar sürdü. CHP’nin sağ ka
nat iktidarından sonra gelen DP’li bakanlar da kardeş par
tinin açtığı bu verimli yolda, istekle, gayretle yürüdüler.
O) T iirk iy ed e K öy E n s titü le ri, F a y K irb y , İm e c e y a y ın
la r ı, A n k a r a 1962, s. 336.
Birkaç yıl içerisinde köy enstitüleri kurucu ve yöneticileri
ni devletin güvenliği için en zararlı kişiler durumuna geti
rebilecek şişkin soruşturma dosyaları hazırdı. Bütün bu
suçlama kampanyası kamuya enstitülerde yapılacak yıkma
çalışmalarım haklı göstermeye de yarıyordu. Bu soruştur
malara aid belgelerin derlenerek yayınlanması sanırız ki,
çok ibret verici olacaktır. Bakanlığın yetkilileri tarafından
sağ basına da el altından verilen ve günümüze kadar hâlâ
köy enstitülerinin zararlı kuruluşlar olduğunu ispatlamakta
kullanılan, 27 Mayıs’tan sonra milli eğitim işlerini yürüt
mekle görevli Milli Birlik Komitesi üyelerini de yanıltan o
ünlü «bir çuval belge» hikayesi işte Bakanlığın 1946’dan
sonra yaptığı bu çok ciddi ve sistemli(l) çahşmanın ürünü
dür. El altından basına verilen belgelerde suçlananların sa
vunmalarının bulunmadığını, bunların sadece tek taraflı so
nuçlara varmış müfettişlerin kanı ve düşüncelerini kapsa
dıklarını, yargı organlarının kararlarının da bildirilmediğini
eklemenin herhalde gereği yok! Bütün enstitü yönetici ve
kurucularını ilgilendiren bu soruşturmaların hepsi herhalde
birkaç cilt tutar. Biz çok kısa bir fikir verebilmek için Tonguç’la ilgili olanlardan kısaca söz açmak istiyoruz:
■ Tonguç İçin Soruşturmalar
İşbaşından ayrıldığı andan emekli olduğu 1954 yılma
kadar Tonguç’un Bakanlık tarafından yürütülen soruştur
malara karşılık hazırlaması, Danıştay’daki davalarla il
gili işleri izlemesi, onun günlük işleri arasında idi. 21.9.946
da Tonguç İlköğretim Genel Müdürlüğünden Talim Ter
biye Kurulu Üyeliğine nakledildi. Fakat bu yeterli görülmiyerek yine CHP’li bir Bakanın, Tahsin Banguoğlu’nun
zanîanında, 2.4.1949’da Ankara Atatürk Lisesi Resim
-Elişleri Öğretmenliğine atandı. Bu öğretmenlik süresi, kanı
mızca Tonguç’un hayatındaki en ilginç bölümlerden birisi
dir. Bakanlık Tonguç’u bu göreve bir sürgün, bir küçül
tücü davranış olarak gönderiyordu. Nitekim okula gittiğin
de kendisine hazırlanmakta olan bir öğrenci piyesi için
sahne dekorlarını boyamak görevi vermekle okul yönetimi
aldığı direktifi yerine getirmeye başladı. Tonguç’un herşeyden önce bir eğitimci olmadığını, sadece> resim ve boya
işleriyle uğraşması gereken bir sıradan öğretmen olduğunu
nihayet anlaması gerekiyordu, öğretmenler kendisinden
kaçıyor, kulakları doldurulmuş öğrenciler onu küçültücü
davranışlarda bulunmak için hazır bekliyorlardı. O kosko
ca bakanlık örgütünün Tonguç’u ve düşüncelerini, eğitim
ilkelerini nasıl zerre kadar anlamamış olduğunu gösteren
bundan daha güzel bir örnek yoktur. Tonguç’a göre tek
kutsal şey <iş»di. İşin her türlüsü kutsal ve zevkle yapıl
maya değerdi. Üstelik de her zaman tekrarladığı, kendisi
nin herşeyden önce bir öğretmen olduğu, diğer görevlerin
ve sıfatlarının geçici olduğu inancı idi. Böylece Tonguç
sahne dekorlarını büyük bir zevk ve istekle boyayarak işe
başladı. Ankara Atatürk Lisesi Bakanlıktaki yüksek gö
revlerden yürütülerek sürgüne gönderilen çok bakanhk ile
ri geleni görmüştü ama, Tonguç bir haksızlığa uğramışlık,
mağdur olmuşluk kasıntısı içinde diğer öğretmenlerden
uzak duran, şöylece bir ders verdikten sonra öğretmenler
odasına girmeye bile tenezzül etmiyen sabık yöneticilere hiç
benzemiyordu. Bir ayı geçmemişti ki Tonguç okulun öğ
retmen ve öğrencilerce en sevilen öğretmenlerinden biri ol
muştu. öğretmen odasında öğretmenlerle şakalaşıyor, fık
ralar anlatıyor, her biri De dostluklar kuruyordu. Kolu
koltuğu boyalar, resimler, kitaplar dolu derslere giriyor,
o önem verilmiyen resim - elişi dersleri öğrencilerin en sev
dikleri, en başarılı oldukları derslerden birisi durumuna ge
liyordu. Şimdi artık okulun sahnesinde sırtında bir iş
gömleği, ardında bir sürü boyalara bulanmış öğrenci, müşamere hazırlıkları yapıyor, resim sergileri için çalışıyor
du. Ev, resim yapma kabiliyetleri beklenmedik bir şekilde
gelişivermiş öğrencilerin resimleriyle dolmuştu. O, geceyanlanna kadar, bir yığın kitaptan mesleğe yeni atılmış bir
öğretmen gibi, bir saatlik ders için saatlerce hazırlanıyor,
ders planları yapıyor, yaptırdığı işlere, resimlere ciddi cid
di, düşünerek, titizlenerek, not atıyor, eleştirilerini uzun
uzun yazıyordu. Sanki yeniden dünyaya gelmiş, mesleği
nin zevklerini yeniden keşfetmişti. Belki de kendisini bü
tün istek ve zevki ile mesleğini yapmaya bırakacaklarını
gerçekten ummuştu. Ama Bakanlık son derece gülünç bir
duruma düşmüştü. Talim Terbitye Dairesinin üyesi olarak
Bakanlığın küçücük bir odasında yalıtılmış bu kişiyi öğ
renci ve öğretmenlerin ortasına salıvermekle nasıl bir hata
yaptıklarını çabuk anladılar. Üstelik de kendilerini küçül
tücü, gülünç duruma düşürücü bu durum Ankara’nın or
tasında, herkesin gözün önünde, burunlarının dibinde gelişi
yordu. Demokrat Partinin iktidara gelişinden kısa bir süre
önce Tonguç’un Kayseri Lisesi resim öğretmenliğine nakli
kararnamesi Bakan Banguoğlu’nun imzasından çıkmak üze
re idi.
Demokrat Parti’nin Milli Eğitim Bakanı Tevfik ileri,
kardeş partinin bakanlarından biraz daha bu konuda aşırı
davranmak tutkusu içinde idi. Yoksa yeni iktidarın giden
lerden üstünlüğü nasıl belli olacaktı? Böylece ileri, Tonguç’u ve daha 8 öğretmeni gürültülü bir şekilde bakanlık
emrine aldı. Bu kararını övüne övüne radyodan, gazeteler
den açıkladı. Bu davranışı ile o kadar yararlı bir iş yaptığı
inancındaydı ki, daha sonraları, eğitim alanındaki bütün
çalışmalarını eleştirdikleri zaman, «hiç bir şey yapamadımsa Tonguç’u bakanlık emrine aldım» diyecektir. Ba
kanlık emrine alındığı 11.9.1950’den emekli olduğu 27.2.
1954’e kadar, çeşitli başvurmalarına rağmen Bakanlık
Tonguç’a o ünlü «görülen lüzum üzerine» maddesi dışın
da, bu kararma temel olan bir neden bildiremedi. O gün
lerde çıkan gazetelerin başlıklarına bir göz atmak bir hayli
ibret vericidir. 9.9.1950 günkü Son Telgraf’da şu manşet
var: «Milli Eğitim Bakanlığı solcu hocaları mahkemeye
veriyor. Köy enstitülerine komünist propagandası maksadı
ile çirkin yazıları kim yazdı? Bakanlık emrine alınan ho
calar.» Ve bu başlığın altında şu haber (Yazarın notu: de
ğiştirmeden aynen alıyoruz): «...İsmail Hakkı Tonguç ilk
tedrisat umum müdürü iken Hasanoğlan köy enstitüsün
de bulunan İzzet Palamara İtalyanca yazılmış olan Pompamar(!) adlı kitabı göndermiş ve üzerine de şu ilaveyi yaz
mıştır. (Bu kitabı dikkatle okuyunuz ve okuduklarınızı ay
rıca görüşünüz). Bu eser İtalya’daki komünistlerin kitabı
mukaddesleri gibi yaşamaktadır. Haber aldığımıza göre,
o zaman İlk Tedrisat Umum Müdürlüğü köy enstitülerin
den mezun olan talebelere ne kadar solcu eserler varsa
onları vermiştir. Bakanlık bu mesele üzerinde de ayrıca
dikkatle durmaktadır. Hatta bazı devlet ricali Hasanoğ
lan köy enstitüsünü ziyaret ettiği zaman bir takım zafer yap
mışlar, Atatürk’ün gençliğe hitabesinden (Ey Türk gençli
ği! Damarlarındaki asil kan...) ibaresini değiştirerek şöyle
yazılar yazmışlardır: (Damarlarımızdaki asil kan kızıl kan
dır!) Onlar da, bu yazıyı okumadan takın altından geçmiş
lerdir. »<8). Yeni Sabah’a bir göz atmak ise düşündürücü
dür: Manşette «Sol temayüllü hocalar bakanlık emrine alın
dı. İsmail Hakkı Tonguç’un bulunduğu ilk listede dokuz
tedris üyesi var; yeni listeler hazırlanıyor» denmekte ve
Tevfik Ileri’nin demeci verilmektedir: «Bu şahıslar solcu
olarak tanınmıştır. Çocuklarımızın zehirlenmesine müsaa
de edemezdik. Hatta İsmail Hakkı Tonguç’un emekliye ay
rılmasına iki ay vardı. Ben onu vekalet emrine almakla ef
kârı umumiye karşısında solcu olup olmadığının hesabını
vermesini münasip gördüm.» Aynı sayının, bu haberle ilgi
li manşetinin altında ise yine manşette şu haber var: «Dün
(8) S on T e lg ra f g a z e te si, 9.9.1950, s. 1, 5.
toplanan Halk Partisi divanında nikbinlik havası esiyor
du. İnönü’nün başkanlığında yapılan dünkü toplantıda son
seçimleri neticesi memnuniyetle kaydedildi, İnönü bugün
Karpiç’te bir ziyafet verecek. »m
Tonguç 5.12.1950’de, Bakanlık, bakanlık emrine al
ma nedenini bildirmemekte İsrar ettiği için Danıştay'a baş
vurdu. 16.2.1954’e kadar Tonguç’un ve Bakanlığın Danıştayda karşılıklı açtıkları davalar sürüp gitti. Aslında
onca müfettişin yıllar süren çabasına rağmen şöyle kamu
önüne çıkarılacak dişe dokunur, belgelerin kanıtlandığı sa
vunabilecek bir suç bulunamamıştı. En sonunda Ba
kanlık en işe yarar suçlamanın Son Telgraf gazetesinin de
yimi ile «Pompamar» kitabı olayı olabileceğine karar ver
miş olsa gerekti; çünkü bakanlık emrine alma kararı ile
birlikte basma bu olay bildirilmişti. Halbuki aslında bu,
Bakanlığı tarih boyunca büsbütün gülüç duruma düşürecek
bir nitelik taşıyordu. Bir kere kitabın adı Pompamar değil,
Fontamara idi. Ünlü Italyan yazarı îgnozio Silone tarafın
dan yazılmış, Sabahattin Ali tarafından dilimize çevrilmiş
ti. Silone bir süre Italyan komünist partisi üyeliği yapmış,
sonra ayrılmıştı. Kitap, komünizmi övmek için değil, Ital
yan faşizmini yermek, köylülere bu faşizmin zararlarım
anlatmak için yazılmıştı. Faşizme karşı bir kitap olduğu
söylenebilirdi. Tönguç’un arkadaşlarına ve öğretmenlere ki
tap armağan etmek alışkanlığı vardı. Kitabı armağan etti
ği izzet Palamar ise çok yakın arkadaşı idi. Kitap bir ge
ce Hasanoğlan köy enstitüsünde Palamarın dolabı kırılarak
çalınmıştı. Birkaç ay sonra her nasılsa, köy enstitülerinin
yıkılışında çok önemli bir rol oynamış olan eski Kızılçullu
Köy Enstitüsü Müdürü Emin Soysal (ki o sıralarda millet
vekili idi) tarafından meclis kürsüsüne getirilecek ve Tonguç’a, enstitülere saldın aracı yapılacaktı. Bakanlık 10
Ocak 1953’de emekliliğini istiyen Tonguç’un bu isteğini,
(?) Y eni S a b a h g a z e te si, 9.9.1950, s. 1, 4.
tamamen yasalara aykırı bir şekilde ancak 27. Şubat 1954’
de yerine getirdi. Bunun nedeni şu idi: Bakanlık emrine alı
nan bir kişiye ancak belirli bir süre ile yarım maaş verili
yor, ondan sonra hiçbir ödeme yapılmıyordu. Halbuki
emeklilik işlemi yapılınca emekli aylığını ödemek zorunluğu vardı. Böylece Tonguç üzerinde yapılan maddi baskının
elden geldiği kadar uzatılması sağlanmış olacaktı. Bunda
başarıya ulaşıldı. Gerçekten Tonguç’un maddi durumu hiç
de iyi değildi. Hayatı boyunca böyle şeylere hiç önem ver
memişti. Nitekim bakanlık emrinde bulunduğu yıllarda çok
sevdiği ve yapımında, işlenmesinde bizzat çalıştığı 25 yıllık
küçük bağını ve bağ evini satmak zorunda kaldı.
Okuyuculara bir fikir verebilmek için yapılan soruş
turmaların konularına kısaca değinmek isteriz. Ömek ola
rak Tonguç’la ilgili olanları açıklıyaçağız. Diğer enstitü
yönetici ve kurucuları için yürütülen bakanlık soruşturma
ları da buna benzer nitelikte idiler. Tonguç için yürütülen
Bakanlık soruşturmalarında Bakanlık bir zorlukla daha
karşı karşıya idi: Bakanlık Disiplin Kurulunun Genel Mü
dürler için disiplin cezası vermeye, veya bunları mahke
meye şevke yetkisi yoktu. Bu yetki Danıştaya verilmişti.
Örneğin çok partili hayata girmiş, düşünce özgürlüğü kapı
larını aralamış CHP’nin Bakanı Sirer’in suç sayarak baş
lattığı Fontamara soruşturmasından ötürü de Bakanlık Di
siplin Kurulu yetkisizlik kararı vermek ve dosyayı Danıştaya göndermek zorunda kalmıştı'101.
(io) Ö zel a rş iv : M illi E ğ itim B a k a n lığ ı D isip lin K u ru lu
n u n 5.4.1950 g ü n ve 24 sa y ılı k a r a n : « H a le n A n k a
r a A ta tü r k L isesi R esim Ö ğ re tm e n i b u lu n a n H a k k ı
T o n g u ç’u n İlk ö ğ re tim G enel M ü d ü rü ik e n H a sa n o ğ la n
K öy E n s titü s ü T a n m Ö ğ re tm e n i iz z e t
P a la m a r a
içinde k ö y lü - şe h irli a y rılığ ı vç h ü k ü m e t a le y h ta r
lığ ın a d a ir ih tila lc i fik irle r v e te lk in le r b u lu n d u ğ u
b ild irile n (Y a z a rın n o tu : İlk ö ğ re tim G enel M ü d ü rlü
ğ ü ta r a f ın d a n b ild irilm iş) ro m a n ı (P a la m a r , bu k i
ta p sen d en f ik ir a lın a r a k y a z ılm ış a b en ziy o r, oku
d a b ir k o n u şa lım ) ith a f ı ile h ed iy e e ttiğ i ve bu h a-
Böylece Tonguç’la ilgili bütün soruşturmalar Danış
tay’a yollandı. Bu zorlama suçlamaları o zaman henüz
1961 anayasasının verdiği özerkliğe kavuşmamış olan Danıştayı ne kadar zor bir duruma soktuğu ortadadır. Nite
kim Danıştay bir sürü ara kararlar, savunma ve karşı sa
vunma istekleri ile işi uzatmak yolunu tuttu. Ve karar ver
mekten kaçındı. Yalnız «Fontamara» olayı üzerinde de
olumlu kararını bildirmekten kendini alamadı. Herhalde
basit bir kitap armağanı olayının bu derece kötü niyetlerle
sömürülmesi onların bile sabrını taşırmıştı011. Diğer suç
lama konuları ile ilgili dosyalar, uzun zaman sürünceme
de kaldı. Ve ancak 1954’de bütün suçlamaları zaman aşıre k e ti ile a d li b ir su ç işle m e m ek le b e ra b e r b ir ö ğ r e t
m en e h ed iy e ed eceğ i k ita b ı se ç m e k h u s u s u n d a g e
re k e n titiz liğ i g ö ste rm e d iğ i, böyle b ir k ita b ın e n s ti
tü ç e v resin d e y a p a b ile c e ğ i m e n fi te s iri g ö z ö n ü n d e
b u lu n d u rm a d ığ ı ve b in n e tic e bu k ita b ı iy i
n iy e tle
v e rm e d iğ i ileri s ü rü le re k H a k k ı T o n g u ç
h a k k ın d a
g e re k li k a r a r ın v e rilm e si te k lif
e d ilm e k te ise de,
B a k a n lık H u k u k M ü şa v irin in de ş ifa h e n m ü ta la a e t
tiğ i veçhile bu o la y d a a d li b a k ım d a n işle m y a p ıl
m a s ın ı g e re k tir e c e k b ir c ih e t k o m isy o n u m u z c a d a
g ö rü lm e d iğ in d e n ve d isip lin b a k ım ın d a n ise a d ı g e
çenin G enel M ü d ü rlü k te b u lu n d u ğ u e s n a d a k o m is
y o n u m u z a d a h il ü y e le rd e n b u lu n m a sı ve 788 sa y ılı
k a n u n u n 53. m ad d e si h ü k m ü n ü n G enel
M ü d ü rle r
h a k k ın d a in z ib a ti b a k ım d a n k a r a r ittih a z ın ın Dan ış ta y a a id b ir y e tk i o lm a sı itib a riy le b u h u su s d a
d a k o m isy o n u m u z c a k a r a r ittih a z ın a im k a n b u lu n
m a d ığ ın a k a r a r v e rild iğ i...»
(İD ö z e l a r ş iv : B u k o n u d a k i D a n ış ta y k a r a r ı şö y le d ir:
D a n ış ta y 2. D a ire e s a s n o . 2941, k a r a r no. 4629, g iin
30.9.1950: « ...s a n ığ ın sa v u n m a sın ın a k s i s a b it o lm a
d ığ ı ve k e n d isin e is n a t o lu n a n bu fiilde in z ib a ti ceza
ta y in i b a k ım ın d a n c e z a la n d ırm a y ı
g e r e k tir ir
b ir
m a h iy e t b u lu n m a d ığ ı cih e tle H a k k ı T o n g u ç h a k k ın d a
in z ib a ti cez a ta y in in e m a h a l o lm a d ığ ın a 30.9.1950
g ü n ü n d e o y b irliğ i ile k a r a r v erild i.» (Y a z a rın n o tu :
D a n ış ta y ın bu k a r a n B a k a n D eri’n in y u k a r ıd a b e
lirttiğ im iz tu m tu r a k lı b a k a n lık e m rin e a lm a d e m e
c in d en sad ece y irm i g iin s o n ra d ır v e iş in n e d e re c e
fiy a sk o ile so n u ç la n d ığ ım g ö s te rir . A m a n o rm a l k o
ş u lla r için d e o lay ı böyle
d e ğ e rle n d irm e si g e re k e n
b a sın bu k o n u d a g ö re v in i y a p m a d ı).
mı ve af kanununun kapsamına girmeleri bakımından ince
lemeye değer bulmadığını, herhangi bir karar vermek gere
ğini duymadığını bildirerek bütün dosyayı işlemden kaldırdı(12). Burada Danıştayın bu kararından Tonguç için Ba
kanlığın yaptığı yıllar süren suçlamaların bir dökümünü
buraya aktarıyoruz; bunlar 23 maddede Danıştay tarafın
dan özetlenmiştir:
1. Hasanoğlan Köy Enstitüsü hidroelektrik santralının
esaslı bir etüdü yaptırılmadan 130.696 lira 83 kuruş sar
fıyla inşa ettirilmiş ve mesuliyetini üzerine almak suretiyle
evrakı sarfiyyeyi imza etmek,
2. Ankara’daki evini Hasanoğlan Köy Enstitüsü usta
ve öğrencilerine tamir ettirmek,
3. Köy enstitülerinin kuruldukları yerlerin okul çalış
maları ve sağlık şartlan bakımından elverişli olmamak,
4. Köy enstitülerinin bina ve müştemilatını sağlam
ve iyi ve ihtiyacı karşılıyacak şekilde yaptırmamak,
5. Köy enstitülerinin müfredat programları ile tali
matnamelerinin usulüne göre tertip ettirilmeden tatbik olun
mak,
(12) ö z e l a rş iv : D a n ış ta y k a r a r ı: D a n ış ta y 2. D a ire, e sa s
no. 3921, k a r a r no. 197, g ü n 16.2.1954: « ...is n a t o lu
n a n su ç m a d d e le rin d e n 1. m a d d e d e n 18.2.52 ta r i h ve
3460/17 sa y ılı ve 2. m a d d e d e n
18.2.52
ta r i h ve
3459/175 sa y ılı k a r a r la r l a 5677 sa y ılı a f k a n u n u n a
g ö re h a k k ın d a k i a m m e d a v a s ın ın
s ü k u tu n a k a r a r
v e rild iğ in d e n te k r a r k a r a r ittih a z ın a m a h a l o lm a d ı
ğ ın a , v e 18. m a d d ed e k i s u ç ta n m a z n u n u n m e m u riy e t
te n a y rıld ık ta n s o n ra v a k i o ld u ğ u n a g ö re m e m u rin
m u h a k e m a tı h a k k ın d a k i k a n u n a g ö re ta k ib i g e r e k ti
r i r b ir su ç b u lu n m a d ığ ın d a n k a r a r ittih a z ın ın v a z i
fe d ış ı b u lu n d u ğ u n a , ve d iğ e r m a d d e le rle isn a d olu
n a n s u ç la r d a 5677 sa y ılı a f k a n u n u n u n şu m ü lü n e
d a h il e fa ld e n olup m a z n u n u n b u k a n u n h ü k ü m le rin
d en is tifa d e sin e m a n i b ir m a h k u m iy e ti b u lu n m a d ığ ı
a n la ş ıld ığ ın d a n h a k k ın d a k i a m m e d a v a sın ın a f m ü
n a se b e tiy le o rta d a n k a lk m ış b u lu n d u ğ u c ih e tle bu
s u ç la rd a n d o la y ı d a H a k k ı T o n g u ç h a k k ın d a ta k i b a t
y a p ıla m ıy a c a ğ ın a 16.2.1954 ta rih in d e it ti f a k l a k a r a r
verildi».
6. Köy enstitüleri talebe sayılarının nispetsiz bir tarz
da arttırılarak bu müesseselerde sıkıntı ve huzursuzluk
meydana getirmek,
7. 4274 sayılı kanunun tatbikindeki zorlukların önü
ne geçilecek tedbirleri almamak,
8. Köy enstitülerinin talim terbiye ve idare kadrolarım
usulüne göre tespit ettirmiyerek tatbik etmek,
9. Hasanoğlan köy enstitüsünde açılan yüksek kısmın
talimatnamesi ile müfredat programını usulüne göre tespit
ettirmiyerek tatbik etmek.
10. Köy enstitülerinde disiplin ve ahlak durumundan
dolayı gerekli tedbirleri almamak,
11. Enstitüleri teftiş ve ziyaretleri sırasında enstitü
dahilinde içki kullanmak ve içkili yemeklerde kız ve erkek
talebelere açık saçık kıyafetlerde hizmet ettirmek,
12. Bazı enstitülerde zuhur eden solculuk vakalarının
tekerrürüne mani olacak tedbirleri almamak,
13. Köy enstitüleri dergilerinde çıkan solcu mahiyet
te yazı ve şiirlerle enstitülerin sistemli şeküde solculuk tel
kinine imkan vermek ve bunu sağlamak için bu dergilerin
bir mektep kitabı gibi talebelere sindirilmesi hususunda ta
kipli ve İsrarlı emirler vermek,
14. Bazı köy enstitüleri kitaplıklarında solcu ve muzir
neşriyatın bulunmasına ve köy enstitüsü mezunlarına ve
rilecek temel kitaplar arasına solculuk telkin eden kitapla
rın da katılmış olmasına karşı gerekli tedbirleri almamak,
15. Çifteler köy enstitüsünde çıkmış olan komünist
lik hadisesi üzerine kati tedbirleri almamak ve bu hadisede
maznun mevkiinde olan talebelerin Hasanoğlan Yüksek
Kısmına kabul edilmiş olmalarına müsamaha göstermek,
16. Yüksek köy enstitüsünde solcu hareketlerin ya
pıldığına, ve buraya solcu tanınan bazı şahısların sokul
duğuna muttali olduğu halde bu hususda gerekli tedbirleri
almamak,
17. Fontamara adlı kitabı Hasanoğlan köy enstitüsü
öğretmenlerinden izzet Palamar’a «Palamar bu kitabı sen
den fikir alarak yazmışa benziyor, oku da bir konuşalım»
ithafı ile vermek,
18. Umum Müdürlükten ayrıldıktan sonra Büyük
Derbent ve Arifiyeye giderek enstitü mensuplarıyla ve tale
beleriyle bazı temaslarda bulunmak,
19. Köy enstitüleri için hususi bir şifre ihdas ettir
mek,
20. Birden fazla öğretmenli köy mekteplerine köy
enstitüsü mezunlarını mektepten çıkar çıkmaz hemen baş
öğretmen tayin etmek suretiyle bir kısım başarılı başöğ
retmenleri mağdur etmek, ve meslekte ikilik yaratmak,
21. Köy enstitülerine müzik eğitimi adlı kitabı ve
(mekteplere ders ve yardımcı kitap olarak kabul edilecek
kitapları) kabul şartlarına uygun surette tetkik ettirmeden
enstitülerde okutturmak,
22. «ilköğretim Kavramı» adlı kitabını mevkiinin ve
memuriyetinin nüfuz ve selahiyetini kullanarak köy enstitü
lerine fazla miktarda satın aldırmak suretiyle maddi bir
menfaat teminine çalışmak,
23. Manisa ilk tedrisat müfettişi Safiyüttin Erem’i bu
vazifeye 3407 sayılı kanunun 3. maddesi hükmüne aykırı
olarak tayin ettirmek.05* Bakanlığın Tonguç’u suçladığı
noktalar bunlardır.
■ Diğer Yıkma Yöntemleri
İşte böylece Tonguç başta olmak üzere enstitü yöne
tici ve kurucularına uzun bir süre manevi ve maddi baskı
yapıldı.
Yıkma işlemini rahatlıkla yürütebilmek için uygula
( 13)
Ö zel a rş iv . B u n d a n ö n cek i d ip n o tu n d a b ild irile n D a
n ış ta y k a r a r ın ın a y rın tılı m e tn in d e n a lın m ış tır.
nan bir ikinci yöntem de şu oldu: 1946’dan sonra Milli
Eğitim Bakanlığı Cumhuriyetin hiçbir çağında görülmedik
bir şekilde devletin güvenlik örgütleriyle işbirliği yaparak
çalışmaya başladı. O zamana kadar bütün Bakanlar, Ba
kanlığın bir çeşit özerkliği olmasına, hele Bakanlık ça
lışmalarını çok defa tek yönlü ve dar bir açıdan değerlendi
rerek bu çalışmalara karışmak istiyen içişleri ve güvenlik
yetkililerinin bu eğilimlerini frenlemeye çalışmışlardı. Bu
metodun bulucusu olarak Sirer, bunun tam aksini yaptı;
bu örgütleri kışkırttı, bunlara yol gösterdi. Kendisine gö
re düzenlediği isim listelerini bunlara ileterek bu kişileri iz
lemelerini istedi. Ve onları kendi amaçlarına göre kullan
maya çalıştı. Bundan sonra da bu yöntemin uygulanmasına
devam edildi. Böylece Tonguç 1946 - 1960 yılları arasın
da devletin güvenliği ile ilgili örgütler tarafından en sıkı
şekilde izlenen, her davranışı, her sözü tespit edilen bir
kişi oldu. Kimlerle konuştuğu, nerelere gittiği günü günü
ne tespit ediliyordu. Örneğin Yukarıda Danıştay kararın
dan aktardığımız Bakanlık suçlamalarının 18. maddesinde
sözü edilen Büyük Derbent ve Arifiye gezisi burada örnek
verilebilir. Bu tamamen özel nitelikte, Büyük Derbentte
görevli olarak bulunan ve subay olan bir yakın akrabasına
yapılmış bir ziyaret idi. Bu yakın akraba yıllar sonra, Ton
guç’un ziyaretinden hemen sonra güvenlik memurlarının
bilgi almak üzere kendisine geldiklerini söyledi. Milli Eği
tim Bakanlığı da bu ziyareti bu kanaldan öğrenmiş olsa
gerektir. Bu sıkı izleme ölümüne kadar sürdü. Aynı soy
adını taşıyan bütün yakınları böyle izlenmekte idiler. Bü
tün hayatınca siyasal hiçbir eylemde bulunmamış, öğret
men ve ilköğretim denetmeni olarak çalışmış kardeşi bile,
sadece yakınlığından ötürü yıllarca izlendi. Benim kendi
hesabıma dış ülkelerde uzmanlık öğrenimine gitme isteğim
Milli Eğitim Bakanlığınca aylarca karşılıksız bırakıldı ve
sonunda neden bildirilmeden reddedildi. Ancak bir yıl son
ra gerçekleşebildi. Bulunduğum dış ülkede bizim politika
cıların hoşuna gitmiyecek bir öğrenci hareketi olduğu za
man, sadece soyadma bakarak ilk akla gelen ve durumu
üzerinde soruşturma yapılan ben oluyordum. 1963’de tu
rist olarak yurt dışına çıkmak istediğim zaman aylarca pa
saport verilmedi, ancak Emniyet Genel Müdürü sayın İh
san Aras’ın kişisel olarak uyarılması üzerine pasaport ve
rildi. Bu arada ilgililerin hâlâ Hakkı Tonguç dosyası ile
uğraştıklarını gördüm ve «3 yıl önce öldü, bunu öğrenip
de kayıtlarınıza işleyemediniz mi» demekten kendimi ala
madım. Böylece Sirer, Tonguç’a söylediği «senin çoluk
çocuğunla birlikte belini kıracağım» sözünü gerçekleştire
bilmek için elinden geleni ardına komamıştı. Ama Sivas’da
bir seçim gezisinde geçirdiği trafik kazasında beli kırılarak
ölen, Tonguç’ün bu haberi alınca kullandığı deyimle,
«zavallı Reşat» oldu.
Yine bu yöntemin bir gereği olarak aynı işlemler di
ğer köy enstitüleri yönetici ve kurucularına uygulandığı
gibi köy enstitülerinin ve yüksek köy enstitüsünün en de
ğerli öğrencilerine karşı okullarını bitirir bitirmez uygulan
mak üzere M. Eğitim Bakanlığınca özel bir işlem hazırlan
dı. Sağ kanat iktidarı bilinçlenmiş köylü aydın üzerinde el
bette özellikle duracaktı. Ordunun sol akımlara karşı olan
duyarlığından yararlanarak, Eğitim Bakanlığı, Yedeksubay
Okulunu etkilemek ve bu öğrencileri subay yaptırmıyarak
çavuş çıkartmak için çaba harcamak istedi. Gerçek durum
anlaşılıncaya kadar bir kısım genç öğretmenlere bu işlem
uygulandı. Bunlar askerlik görevlerini çavuş olarak özel
bir denetim ve gözetim altında yaptılar. Hayata daha yeni
atılmış bu genç öğretmenlerin bir çoğunun kıtalarda ger
çek ve dürüst kişilikleri çabuk anlaşıldı. Üstleri olan su
baylardan genellikle iyi davranış, yardım ve anlayış gör
düklerini söylemek bir borçtur. Bu çavuş çıkarmalar be
nim de- katıldığım 1951 yılı dönemlerine kadar sürdü.
Yüzdeyüz çavuş çıkacağım kanısıyla ve evcek buna ken
dimizi alıştırarak Yedeksubay Okuluna gittim. Yıllarca
sonra devre arkadaşlarım benim ve bazı köy enstitüsü çıkış
lıların çavuş çıkarılacağımızı hergün beklediklerini, bu gibi
söylentilerin baştanberi yayıldığını anlatmışlardır. Daha
sonraları ise Okul Komutanı generalin kendisine bu çeşit
bir liste getirenlere «böyle dedikodulara dayanarak ben
kimsenin geleceği ile oynıyamam, bana gerçek belgeler ge
tirin» dediği söylentileri yayıldı. O yıl kitle halinde çavuş
çıkarmalara son verildi. Anlaşılan Milli Savunma Bakan
lığı, işin Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yapılan bir
kışkırtma olduğunu anlamış ve bu çeşit politika oyunlarına
aracılık etmek istememişti. Köy enstitüsü öğrencilerini böy
le bir işlemden kurtarmak için Yücel’in yaptığı girişimle
rin dramatik yönleri vardır. Yücel, bu haksızlığa isyan
ediyordu ve Tonguç’un aksine olarak bazı yüksek makam
lar uyarılırsa çavuş çıkarmaların önlenebileceğini umu
yordu. Önce İnönü’ye başvurdu. İnönü elinden geleni yapa
cağını söyledi. Sonra çağın Genelkurmay Başkam Orge
neral Salih Omurtak’a gitti. Onu daha bakanlığı sırasın
dan tanıyordu. Omurtak ona dileğini sordu, Yücel anlat
tı. Sonra başka konulara geçtiler. Bir süre sonra Omurtak
tekrar dileğini sordu. Yücel tekrar anlattı. Aynı sahne bir
kaç defa tekrarlandı. Neden sonradır ki Yücel, Omurtak’ın
ölümüne yol açan önemli rahatsızlığın başlamış olduğunu,
bu davranışın bu hastalığın bir belirtisi olabileceğini dü
şündü. Hiçbir şey elde edilemiyeceğine artık o da inan
mıştı.
Bütün bu ayrıntıları Tonguç’un ve arkadaşlarının 1946
dan sonra içinde bulundukları baskıları belirtebilmek için
yazdık. Nitekim bunu yabancı araştırıcılar bile sezmişlerdir(l4): «...etrafına çekilen karantina kordonu o kadar ba(H) T ü rk iy e d e K öy E n s titü le ri, F a y K irb y , İm e c e y a y ın
la rı, A n k a r a 1962. s. 343, 344.
şarılı idi ki, Türkiye’ye gelen amerikalı eğitim uzmanları
ya Tonguç’un adını hiç duymamışlardır, yahutta duymuş
larsa onun ehliyetsiz ve şüphe altında bir idareci olduğunu
gayriresmi olarak öğrenmişlerdir...»
■ Basının Tutumu
Bu durumu incelerken değinilmesi gereken bir başka
etken daha vardır: Basının tutumu! Basının 1 946-60
yılları arasında köy enstitüleri sorunu yönünden olumlu
davrandığı ve davranışının kendisine onur getirecek nite
likte olduğu söylenemez. Gündelik gazeteler ve haftalık
dergiler köy enstitülerine yapılan suçlamaları, antikomünist
kampanyanın içerisinde, her taşın altında bir komünist
gizlendiği suçlamalarıyla kamunun tek parti iktidarına kar
şı duyduğu kızgınlığı, hoşnutsuzluğu doyurarak sürümü
arttırmak amacı ile sorumsuzca kullandılar. Böylece sömü
rücü - gerici - tutucu sınıfların ekmeğine yağ sürdüler. Köy
enstitüleri konusunda her suçlama, basın tarafından doğru
luğu araştırılmadan, en ilgi çekecek biçimde kamuya du
yuruldu. Fakat bu suçlamaların yanlışlığını gösteren olay
lar, konuşmalar yayınlanmadı. Örneğin Tonguç’un bakan
lık emrine alınışını yukarıda örneklerini verdiğimiz şekilde
duyuran basın, yirmi gün sonra Bakanın bu işleme yol aç
tığı anlamına gelecek şekilde basma verdiği Fontamara ola
yının Danıştayda suç olarak kabul edilmediğini yayınlamak
gereğini duymadı. Sol dergi ve gazeteler zaten kapatılmış
tı. Geri kalan basın ise burjuva ölçüleri içerisinde bile
uyulması gerekli basın kurallarını hiçe sayıyordu. 1946 ■
1960 yılları içerisinde Tonguç’un ve yakm arkadaşlarının
Türk basını yoluyla gerçekleri kamuya duyurma olanakla
rı yoktu. Hele basın yoluyla bir çekişmeye girmek düşünü
lemezdi. Basının tutumu şu sözlerle daha iyi belirtilebi
lir(15): «...B u sarsıcı ifşalara karşı basının aldığı tavır d ik
kate değer. Kendini ırkçı hücumlarından zar zor koruyan,
şimdi Demokrat Partinin en coşkun şampiyonu olan Yal
man, Soysa?ın nutkunu (Yazarın notu: Emin SoysaTm
milletvekili olarak Mecliste yaptığı köy enstitülerine ve
Tonguç’a karşı olan konuşma) hiçbir fikir beyan etmeden
neşretti. Demokrat Partinin yarı resmi organı olan Kud
ret gazetesi Soysa?dan ziyade din tartışmalarına yer verdi.
Din konusunun tartışılmasından sevincini gizlemiyerek ko
münizme karşı savaşta dinin en önemli bir araç olduğu
üzerinde durdu. Hiçbir gazetede köy enstitüleri ve kemalist, yani laik eğitim davası lehine ve enstitülere çevrilen
iddiaları reddedecek ve hatta bunların doğruluğundan şüp
he gösterecek bir satır çıkmadı... Köy enstitüleri ile an
cak sansasyon vesilesiyle ilgilenen basın, Tonguç’un eğitim
hayatından uzaklaştırılışı karşısında tam bir ilgisizlik gös
terdi. Bazı sütun yazarları bunu belki de alkışlamışlar
dır.»
Basında köy enstitüleri aleyhindeki bu geniş kam
panya devam ederken Tonguç’un değil köy enstitüleri ko
nusunda, herhangi bir mesleki konuda bile sesini duyur
masını önlemek için sistemli bir baskı uygulandı. Arkadaş
larıyla birlikte hazırladığı ve fasikül halinde yayınlanması
kararlaştırılan ve bunun için İskit Yayınevi ile anlaşmaya
varılmış olan öğretmen Ansiklopedisinin yayını, üç fasikül
çıktıktan sonra, (mart, nisan, mayıs 1949 sayılan) yayınevi
nin anlaşmadan dönmesi üzerine durdu. 1950’de yine Ton
guç’un köy enstitüsü sorunu ile doğrudan doğruya bir ilişi
ği olamıyan ve eski arkadaşlarından Hayrullah ö rs ile
birlikte hazırladığı «Psikoloji Atlası» adlı kitap Milli Eği
tim Bakanlığınca sözde yayınlanmak üzere satmalındı,
ama hiçbir zaman yayınlanmadı. Tonguç’un yazı yazma
cısı
T ttrk iy ed e K ö y E n s titü le ri, F a y K irb y , İm e c e y a y ın
l a n , A n k a r a 1962, s. 340, 343.
ması için yapılan baskı ve yaratılan korku havası o derece
de idi ki, onun daha önce yayınlanamıyan öğretmen ansiklopedisi’ni kısaltarak hazırladığı öğretmen Ansiklopedisi
ve Pedagoji Sözlüğü 1952’de Bir Yayınevi tarafından, ya
zar ismi konmamak koşulu ile yayınlanabildi. Kitabın ka
pağına ansiklopedinin özel bir heyet tarafından hazırlan
dığı kaydı kondu, fakat bu dunım yayınevi sahibi eski
öğretmen Ramazan Gökalp Arkın’ı bile isyana şevketmiş
olacak ki, kendisi ikinci sayfaya yazdığı önsözde «Bu an
siklopedi için bir evlat titizlik ve hassasiyeti gösteren, neş
ri karşısında çocuk gibi sevinen hocama... teşekkür ederim.»(,6) diyerek Tonguç’un bu işle olan ilgisini hiç olmazsa
isim vermeden tesbit etmek gereğini duydu. Böylece Ton
guç’un 1960’a kadar basın yoluyla söyliyebildikleri çok sı
nırlı kaldı.
Siyasal alanda ise daha önce anlattığımız siyasal geliş
melerin sonucu olarak enstitü sorununu savunacak, benim siyecek hiçbir siyasal topluluk yoktu. CHP’nin sayıları za
ten pek azalmış ilerici aydınları kendi elleriyle ve partiyi
gençleştireceğiz sanısıyla tutup ilerlettikleri ve şimdi ikti
darda olan genç politikacılar tarafından dolaylı saldırılara
uğruyorlardı. Gazete ve dergilerde bunların da aşırı solcu
oldukları sistemli olarak yayılıyordu. Bu suçlamalara göre
ömeğin Nafi Atuf Kansu kurtuluş savaşından önce aşırı
sol partilerin kuruluşuna katılmış, kurtuluş savaşı yılların
da aşırı solcularla dostluk etmişti, sonra da hep onları ko
rumuştu, Cevat Dursunoğlu Bakü’deki komünist kongresi
ne katılmıştı. Sağcılar CHP içinde o derece etkili bir duru
ma gelmişlerdi ki, Haşan - Ali Yücel kendi partisinin gaze
tesi Ulus’da yazı yaymlıyabilme olanağı bulamadı ve ses
siz sedasız partisinden istifa etti. Yani enstitüleri savunan(.16) ö ğ r e tm e n A n sik lo p ed isi v e P e d a g o ji
Y ay ın ev i, İ s ta n b u l 1953.
S ö zlü ğ ü , B ir
ların, o günkü partiler içinde herhangi bir dayanak bulma
ları, bunlarla işbirliği yaparak yıkma işlemine karşı mü
cadeleye girmeleri olanağı yoktu.
Görülüyor ki, köy enstitülerini yıkma eyleminde Ke
malist rejimin ana ilkelerine karşı olan bütün grup ve
topluluklar tam bir işbirliği içindedirler. O dönemin koşul
lan içinde çok güçlüdürler. Kendilerine karşı çıkabilecek
her türlü muhalefeti susturmuşlardır.
■ Yıkma İşinde Enstitülüler
Burada bu kampanyanın başarılı olmasında önemli
rol oynıyan bir başka etken üzerinde durmak gerekir: Bü
tün bu toplulukların köy enstitüleri sorununun ayrıntıları
üzerindeki bilgileri son derece azdı. Bu bilgisizlik içinde iş
lerini yürütürken birçok gülünç durumlara düşmeleri işten
bile değildi. Başarının ilk koşulu onlar bakımından, köy
enstitüleri üzerinde geniş bilgi edinmelerine, hangi nok
talardan ve ne yöntemle saldırıya geçmelerini buna gör;
saptamalarına bağlı idi. Sistem üzerindeki bu bilgiler nasıl
sağlandı? Burada bugüne kadar pek incelenmemiş, ama
kanımızca yıkılışta çok önemli bir rol oynamış bir etken
ortaya çıkıyor. Bu da bu bilgileri sağlamak üzere içerden,
yani köy enstitülerden bir kısım kişilerin gericilere yardım
etmeleri gerçeğidir. Enstitülerden gelmiş kişilerin enstitüle
re karşı yaptıkları suçlamalar, şüphesiz ki, çok etkiü ola
cak, gericiler tarafından savlarının kanıtı olarak başarı ile
kullanılacaktı. Kamu bu gibileri bir kere bu konuda yetkili
kişiler sayacaktı. Enstitülerin içinden bu şekilde karşı cep
heye bilgi ve belge sağlıyanlann çıkmasının nedenleri dü
şündürücüdür. öyle sanıyoruz ki, bunlar herhangi bir baş
ka düşünce ve ilke inancında olmaktan çok, kişisel neden
ler ve çıkarlarla hareket etmişlerdir. Enstitülerin içerisinde
sisteme bir türlü uyamamış, çalışma koşullarını benimsi-
yememiş, böylece ilerleme olanağı bulamamış kişiler el
bette vardı. Bunlar 1946’dan sonra lekeleme kampanyası
na katılarak yukarılara hoş görünmek ve nihayet ilerleme
olanağı sağlamak istiyeceklerdir. Bazıları da enstitülerde
başarı ile çalışmış olmakla birlikte, yapılan işlerin niteliğini
bir türlü kavrıyamamışlardı. Bunlar 1946’dan sonra yine
ne yaptıklarını bilemeden, istemiyerek, farkında olmıyarak karşı eylemlere girmişlerdir. Bütün bu kişilerin karşı
eylem olarak yaptıkları derece derece çok değişiktir. Bun
ların en kolayı, Bakanlıkça yapılan soruşturmalar sırasın
da soruşturmaların bakanlıkça istenilen yönde gelişmesini
sağlıyacak şekilde tanıklıklarda bulunmak idi. Bu yolda
çok kişi kendisini kurtarıp rahat görevlere atlamıştır. Ve
son nokta olarak da Emin Soysal’ın yaptığı gibi en geniş
çapta bir siyasal kampanya şekline varan eylemler vardır.
Emin Soysal’ın yıkım işindeki rolü başlıbaşına bir inceleme
konusu olacaktır. Bazı köy enstitüsü çıkışlı yeni öğret
menler ise, başka bir yola başvurmuşlardır: Meslek der
gilerinde köy enstitülerini eleştirir nitelikte sözüm ona
mesleki birkaç yazı yazınca, sınıfta tartışıp akıl yoluyla
altedemedikleri arkadaşları çavuş olarak Anadolunun kır
larında talim yaparken, dış ülkelere bakanlık tarafından
yollanıp öğrenimlerini ilerletmek üstünlüğüne erişmişlerdir.
Hakkı Tonguç’un bu gibi öğrencileri değerlendirirken daha
1946’lardan önce bunların sınıfsal kökenlerini incelemekte
gösterdiği dikkat çok ilginçtir. (Bak: Bölüm: 5)
Yıkılmada çok önemli rol oynamış olan Emin Soysal'ın durumuna da kısa olarak değinmek zoru vardır.
Soysal’la ilgili belgeler ve özellikle Tonguç’a yazmış ol
duğu mektuplar071, yayınlanmış kitapları incelenince onun
da karşı kampa geçmesinin en önemli nedeninin Kızılçul •
( 17)
Ö zel a rş iv : E m in S o y salın H a k k ı T o n g u ç a 29.7.1935
ile 18.9.1942 ta r ih le r i a r a s ın d a y a z m ış o ld u ğ a 50 k a
d a r m e k tu p .
lu Köy Enstitüsü Müdürlüğünden alınması olduğu sonucu
na varılır. Hatta bu mektup ve belgeler incelendikten son
ra, Kirby’nin kitabında'181 Soysal’ı ve Soysal’ın yönettiği
enstitüyü gerçek köy enstitülerinin bir karşı tezi olarak
alması Soysal’ın düşünlerine fazla önem vermek gibi gö
zükmektedir. Soysal’ın müdürlükten ayrıldığı andan önce
si ile sonrası arasında söyleyip yazdıklarında, çok keskin
ve birdenbire yapılmış bir dönüş vardır. Soysal’ın mek
tupları incelenince onun eğitimle ve toplumsal sorunlarla
ilgili düşün ve inançlarının herhangi bir sistem sayılamı yacak şekilde dağınık ve yönsüz olduğu görülür. Soysal,
Tonguç’a yazdığı bu mektuplarda ona mektup yazmış yüz
lerce kişiden pek azının kullandığı şekilde övücü deyimler
kullanır. Müdürlükten alınır alınmaz da bunun tam aksi
ni yapar. Bütün bunların herhangi bir ilke ve sistem far
kından ileri geldiğini söylemek zordur. Şunu demek isti
yoruz: Enstitülerden çıkıp da 1946’dan sonra enstitülere
karşı eylemlere girmiş olanlar bunu herhangi bir esaslı
düşünce ve ilke farkından değil, kişisel nedenlerle yapmış
lardır. Bu da bir bakıma tarihimiz boyunca yapılan her
ileri hareket içerisinde adeta gelenek durumuna gelmiş bir
davranıştır.
Soysal’m enstitülere karşı giriştiği kampanyanın en
yoğun olduğu yıllar, onun milletvekili olarak Mecliste yap
tığı konuşmalarını kapsıyan 1946, 1947, 1948 ve 1949
yıllarıdır. Kirby'191 Soysal’ın rolünü şöyle belirtir: «...Soy
sal 1946’da kendi memleketinden bağımsız aday olarak se
çimlere girdi. Köy enstitüleri dolayısıyla kazandığı şöhret
ten, Halk Partisine karşı bilinen antipatisinden ötürü de
mokratlar tarafından ve köy enstitüleri davasında hiçbir
bilgisi olmadığından ötürü onu politika mücadelelerine bu
(!«) T iirk iy e d e K ö y E n s titü le ri, F a y K irb y , İm e c e y a y ın
la rı, A n k a ra , 1962.
( 19) a.g .e. s. 196.
laştırmaktan hiç çekinmiyen bir kısım basın tarafından
desteklendi. Soysal kendi şahsi davasını politikacılık ka
riyerine bir araç olarak kullanmaktan çekinmedi. Yazdığı
yazılar ve mecliste söylediği sözler Halk Partisi’ne ve daha
doğrusu Kemalizme savaş açmış olan gerici basında geniş
yer buldu ve onların işine yaradı. SoysaFın eğitim mesele
lerini politikaya sokmakla köy enstitüleri ve genel olarak
Tiirk eğitimine ne kadar zarar verdiğini... ileride görece
ğiz...» Soysal bu çalışmalarını Sirer ve Banguoğlu gibi
bakanlarla işbirliği yaparak yürüttü. Bunu Tonguç şu söz
lerle anlatır*201: «...E ski Maraş Milletvekili Emin SoysaFia
işbirliği yaparak onu bazı enstitülere gönderdi (Yazarın
notu: Sirer kastediliyor). Bu milletvekili de ansızın ve gece
baskını şeklinde köy enstitülerine girerek posta paketleri
ni açmak suretiyle kitap veya dergileri müsadere etmeye
kalkıştı. Kitap yasağını dinlemiyen veya çok kitap okudu
ğu okul kitaplıklarındaki imzalarından anlaşılan öğretmen
leri bakanlık emrine aldı veya yerlerini ve işlerini değişti
rerek çoluk çocuklarıyla birlikte aylarca süründürdü...
Bakanlar (Yazarın notu: Sirer ve Banguoğlu) beni meslek
efkarı umumiyesi nazarında lekeli göstermek yoluna saptı
lar. Bu isteklerini gerçekleştirmek için eski Maraş millet
vekili Emin Soysal vasıtasıyla beraberce hazırladıklarını
duyduğum soru takrirlerini Büyük Millet Meclisine intikal
ettirerek efkarı umumiyeyi aleyhime çevirmeye kalkıştılar...
Soysal Ankara’da ilköğretim müfettişi iken 1937 yılında
İzmir’de açılan Kızılçullu Köy Enstitüsü Müdürlüğüne ta
yin edilmişti. Bu müessesede 1942 yılına kadar çalıştı
ve bazı başarılar da gösterdi. Aynı yılın ağustos ayı için
de Bakanlık tarafından yaptırılan teftiş ve tahkik sonun
da kusurlu bulunarak Disiplin Kurulu kararı üzerine mü
dürlüğü alınarak Bursa Kız Öğretmen Okulu öğretmenliği
(20) ö z e l a rş iv . T o n g u ç u n D a n ış ta y d a k i s a v u n m a sı. B u
b elg e İm e c e d e rg isin in 74. s a y ıs ın d a d a y a y ın la n m ış.
ne nakledildi. Teftiş ve tahkikat devam ederken bunların
durdurulması için İlköğretim Genel Müdürlüğüne mütead
dit müracaatlarda bulunarak benim kendisini korumamı ve
İzmir’de bıraktırmamı istedi. Bu isteği yerine getirilmedi
ği için bunları benden bilerek intikam almaya kalkmıştır.
1946 seçimlerinde Maraş’tan milletvekili seçilmesini buna
fırsat bildi ve o kutsi vazifeyi şahsi emellerini tahakkuk
ettirmek için kullanmaya başladı. Yukarıda adları açıkla
nan eski milli eğitim bakanlarının bilgileri içinde köy ensti
tüsü öğrencilerini ikiye ayırarak birbiri aleyhine ve intikam
almak istediği eski enstitü müdürlerine karşı kışkırtmaya...
kalkmıştır...» Kirby ise(21) 13 ve 31 Aralık 1946 bütçe ça
lışmaları sırasında köy enstitüleri konusunda yapılan tar
tışmaları anlatırken özellikle 24 Aralık günü yapılan ko
nuşmalar üzerinde durmakta ve şöyle yazmaktadır: « ...F a
kat bu günün Soysal için büyük bir gün olması mukadder
di. Oturum açılır açılmaz söz alarak Meclis zabıtlarında
11 sayfa tutan bir konuşma yaptı. Bu konuşmada Yücel
ve Tonguç hakkındaki yazılarındaki isnatları tekrar sayıp
dökmeye başladı. O kadar şahsiyata dalmıştı ki, politika
sahnesinde bile bu kadarı fazla görüldü, şahsiyata giriş
memesi kendisine ihtar edildi. Enstitüler nerede ise gayri
tabii işler yapılan yerler haline gelmişti. Ana babalarının
rizası hilafına öğrenciler birbirleriyle evlendiriliyorlardı.
Enstitüler din aleyhtarlığı yapıyordu. (Soysal vaktiyle islamiyetin Türk karakteri üzerine zararlı tesirler yaptığını id
dia etmişti). Ve en nihayet geçmişteki tartışmaları hatırla
tarak bunların köy enstitülerinin komünizm yuvaları oldu
ğunu ispat ettiğini bildirdi (Türkiye B. Millet Meclisi zabıt
ları, Aralık 23, 24, yıl 1946)... Soysa?ın bu çıkışı dikkat
le planlanmış olsaydı (planlanmış olduğu pek muhtemeldir)
bundan uygun psikolojik an bulunamazdı, Enstitüler hak
(2i) T ü rk iy e d e K ö y E n s titü le ri, F a y
y ın l a n A n k a ra , 1962, s. 339.
K irb y , İm e c e
ya
kında söylenen ve yazılan şeyler arasında hiçbiri bu konuş
ma derecesinde halk düşünüşü üzerinde tesir etmemiştir.
Soysal, hakkında daha önce, bilhassa Yalman tarafından ya
pılmış reklamlar sayesinde o enstitülerin bir sembolü, hat
ta yapıcısı sanılıyordu. Şimdi enstitüleri bu kadar yakın
dan bilen bir adam enstitülerin ahlaksızlık, yıkıcılık ve
ihanet yuvaları olduğunu Meclis kürsüsünde açıkça söyle
yince buna kim inanmazdı? 1952 - 54 yıllarında kaydetti
ğimiz fikirler, mütalaalar, yazılarda ileri sürülen bu ah
laksızlık ve komünistlik iddialarında en büyük otorite Soy
salın bu nutkudur. Bu nutku ile Soysal, halkın Halk Par•
tisine çevirdiği korkuların, gerginliklerin ve tatminsizlikle
rin yöneltileceği apaçık bir nişan tahtası vermiş oluyordu.
Türkiye’de çeşitli kültür seviyelerinde sayısız insanın gözü
köy enstitülerine, Tonguç’a ve tabii YüceFe çevrilmişti. Ve
bu sayısız insan şimdi öğrenmişti ki, bu işlerin gerisinde
Türkiye’yi ve Türklüğü yok etmek amacını güden ve ipleri
Moskova’da bulunan görünmez bir teşkilat vardı, öner Yücel davasında şahitler de hep bunu söylememişler miy
di?.»
■ Tonguç’un Tutumu
Buraya kadar anlattıklarımızdan çıkan durumu özet
lersek: 1946’dan sonra enstitüler konusunda siyasal alan
daki en büyük değişiklik İnönü’nün desteğinden yok
sun kalmak olmuştur. CHP içindeki iktidar değişikliğin
den ötürü İnönü bu desteğinden vazgeçmiştir. Yeni CHP
iktidarı ile bir yeni anlaşmaya girmiştir. Bu yeni anlaşma
nın ne derece gönül isteğiyle olduğunun tartışılmasının hiç
bir önemi yoktur. Bu sonucu değiştirmez. Diğer siyasal
güçler tamamen ensütülere karşıdırlar: Yeni CHP ve DP,
parti olarak örgütlenmemiş diğer siyasal baskı grupları,
gibi. Buna karşılık sol, bir terör havası içinde susturulmuş
tur. Basın görevini yapmamakta, gerçekleri duyurmamak
tadır. Devletin bütün örgütleri, Milli Eğitim Bakanlığının
köy enstitülerine karşı giriştiği tertiplere aracı edilmekte
dir. Enstitülerin içinden çıkan bir grup yürütülen karşı
kampanyaya gerekli her türlü yardımı sağlamakta, akıl
vermektedir. Ülkenin genel gelişme yönü burjuvazinin git
tikçe güç kazandığı, kapitalist bir ekonominin benimsendi
ği bir yöndür. Bu koşullar içinde enstitüleri savunması dü
şünülecek kişilerin, Tonguç’un ve diğerlerinin seslerini du
yurma olanakları yoktur, yazılarını yayınlatamazlar, her
hangi bir siyasal örgütle işbirliğine giremezler, hatta en ba
sit kişisel özgürlüklerini bile kullanamazlar. Üstlerinde
maddi bir baskı da uygulanmaktadır. Bütün bu mücadele
nin uğrunda yapıldığı ezilen sınıflar ise aldatılmış, oylan
saptırılmış, kendileri için çalışanları destekliyecek durum
dan çok uzaklardadırlar. Bütün bu koşullar içinde, enstitü
leri yıkma işi sistemli olarak yürütülmektedir. İnönü’nün
1946’da istediğinin tam tersi olmuştur: Milli Eğitim davası
nı partiler üstü bir sorun olarak benimseyip yürütmek ye
rine, baltalamak, yolundan saptırmak, iki parti arasında
sanki milli bir partilerüstü politika gibi birbirine devredil
mektedir.
Bu koşullar içinde Tonguç ve arkadaşlarının izlemele
ri gereken taktik ne olmalıydı? Bazı solcu yazarların son
radan ortaya attıkları gibi çıkıp mücadele mi etmelilerdi?
Kime, hangi topluluğa, hangi siyasal güce dayanarak mü
cadele edeceklerdi? İnancımıza göre Tonguç burada da
durumu duygularına göre değil, serinkanlılıkla, toplumbilim
yasalarının gerektirdiği şekilde değerlendirmiştir. Ülkenin
genel gidişine doğru teşhis koymuştur. Bu koşullar içinde
yürütülmesi gereken taktiğin ana ilkesi şu olmalıdır: Yetiş
mekte, toplum içinde tutunmaya çalışmakta olan büyük
sayıdaki köy enstitüsü çıkışlı genç öğretmenlere en az za
rar verecek şekilde davranmak. Tonguç’un bu dönem için
de çevresindekilerden çok farklı olarak, yukarıda birçok
örneklerini verdiğimiz kendisine yöneltilmiş saldırılara,
suçlamalara, bu çevrenin tepkilerini uyandıracak derecede
aldırmıyarak, bunları önemsemiyerek, çok dikkat ve titiz
likle, heyecanla izlediği bir tek oluşum vardır: Enstitüler
den yetişmiş olanlar ne dereceye kadar toplumda tutuna
bilecekler ve yıkma kampanyasına direnecek güce ne sü
ratle erişebilecekler? Sistem olarak enstitüler yıkıma ne de
rece dayanabilecek? Bu bir hekimin hastaya en yüksek
dozda ilacı verdikten ve artık elinde yapacak hiçbir şey
kalmadıktan sonra, şimdi hastanın ilaca karşı tepkisinin ne
olacağını eli kolu bağlı beklemesine benzer. Topluma yük
sek dozda bir canlandırıcı ilaç zerkedilmiştir, şimdi sonuç
ne olacaktır? Ne milli eğitim bakanlığının gericiliği, ne
basının kaypak tutumu, ne CHP iktidarının yeni yönü,
onun üzüldüğü, üzerinde durduğu gelişmeler değildir.
Bunlara zaten kendisini bildibileli güven duymamıştır. Onun
tek güvenebildiği kendi köylülerinin uyanıp kendi hakla
rını, çıkarlarını savunmaya başlamaları olacaktır. O halde
Tonguç’un gündelik deyimlerle «susmak, kenara çekilmek»
olarak yorumlanan tutumunun ardında bir takım hesaplar,
hem de sınıfsal hesaplar vardır. Bunları birçok aydının,
hele en bilgiç geçinen bazı solcuların anlıyamamış ol
maları insanı şaşırtır. Herşeye, herkesten fazla sınıfsal açı
dan baktıklarını övünerek, hiç durmadan ileri sürenler as
lında ne derece toplumbilim yasalarını bilmiyen, burjuva
değer ölçülerine göre hareket eden, yargılara ulaşan kişiler
olduklarını acaba günün birinde anlıyacaklar mıdır? O
dönem içinde Tonguç’u bir donkişotluk yapmadığı için kı
nayanlar, karşısındaki bütün bir cephenin onu buna yönel
tebilmek için nasıl bütün bu dönem boyunca çeşitli tahrik
lere giriştiklerini ciddi olarak incelemek çabasına niçin
katlanmıyorlar? Onların istedikleri de bu bir kısım sol
cuların istediklerinden başka birşey değildi; Tonguç ve
arkadaşlarının o dönemde yapacakları bir çıkış, bir tek he
sapsız hareket, yıkma işinin çok daha şiddetlenmesine
yol açacak, henüz kök tutmaya başlamış taze filizin, aydın
lanmış köylülerin toplumda tutunabilmesini çok zorlaştıra
caktı. Açık bir mücadele için koşullar bu kadar elverişsiz,
güçler bu kadar farklı idi. Bilimsel yöntem durumu böyle
değerlendirmeyi gerektirir. Durumu böyle değerlendirince
de Tonguç’un taktiğinin en doğru taktik olduğu kolayca
anlaşılır. O bu taktiği, bütün anlamamazlıklara, bütün
tahriklere (ki hem karşı taraftan, hem de çevresinden ge
liyordu) rağmen bütün bu dönem boyunca başarı ile uy
guladı. Onu bir tartışmaya, açık bir çatışmaya mecbur et
mek için yapılan bütün kişisel saldırılar karşısında insanı
çileden çıkaracak derecede soğukkanlı idi. Hiçbir zaman
karşı tarafın istediği o gündelik polemiğe girmedi. Bütün
bu çirkef sanki bulaşmadan, üstünden kayıp gidiyordu. Ar
kadaşlarının da aynı taktiği gütmeleri için elinden gelen
uyarmaları sürekli olarak yaptı, otoritesini bu yolda kul
landı. Taktiği gerçekçidir, duygusallıktan uzaktır, bilim
sel yöntemlere göre yaptığı değerlendirmelerin akla uygu«
bir sonucudur.
Köy enstitülerinden ötürü en ağır kişisel saldırılar
kendisine yapıldığı halde bunları bir toplumsal olayın, olu
şumun, bir siyasal gelişimin beklenmesi gereken sonuçlan
ve belirtileri olarak kabul etmeye çalışıyor, taktiğine uygun
olarak acı ve hiddete kapılmamaya çabalıyordu. Kişisel
saldırılara karşılık vermeyişinin bir de kişisel nedeni vardı:
Siyasal inanç ve düşünceleri konusunda hiçbir kişiye hesap
vermeye kendisini zorunlu saymıyordu. Siyasal inanç ve
düşünceleri sadece kendisini ve vicdanını ilgilendirirdi. Hiç
bir kişinin onun vicdani inanç ve kanılarına karışmaya,
bunların hesabını sormaya hakkı, yetkisi yoktur, hele sömü
rücü sınıfların sözcülüğünü yapanların! Bu gibi saldırılara
karşılık vermeye kalkmak daha başlangıçta her kişinin di-
gerinin siyasal inanç ve kanılarına karışmasını kabul etmek
oluyordu. Halbuki o, bütün hayatı boyunca kişilerin inanç
ve düşüncelerinde özgür olabilmelerinin kavgasını vermiş
ti.
Tonguç, bunun aksine davransaydı ne olurdu soru
sunun karşılığını bir dereceye kadar Y ü c e l-ö n e r dava
sında bulabiliriz. Tonguç’la Yücel arasında YüceFin bu
davayı açması konusunda bir düşün ayrılığı vardır. Tonguç
yukarıda belirttiğimiz taktiği savunurken, Yücel eyleme
girmeyi, savaşmayı, suçlamalara açıkça karşı çıkmayı sa
vunurdu. YüceFin siyasal alanda ve basındaki olanakları
Tonguç’tan çok daha geniş olduğu halde, Yücel uygulamak
istediği takdirde başarısızlığa uğramıştır. Sesini duyuramamış, duyurma olanaklarını da bulamamıştır. Yukarıda an
lattığımız koşullar içinde bunun böyle olması doğaldı. Par
tisinin gazetesinde bile kendisine yazı yazdırılmamış ve
1946’dan sonra politik eyleme de girememiştir. Tonguç,
Yücel’in Öner’e karşı dava açmasına da karşıdır. Bu dava
nın tam karşı tarafın istediği seviyede ve nitelikte bir po
lemik davası yapılmasından, sonuç kötü çıktığı takdirde
köy enstitüleri ve bütün eğitim çabaları konusunda ka
muyu biraz daha yanıltmak olanağının karşı tarafa verile
ceğinden çekinir. Üstelik bütün Yücel çağının eğitim ala
nındaki atılımlan üzerine karar vermeyi bir tek hakime
bırakmanın fazla tehlikeli olacağı düşünündedir. Kamunun
bu kadar köy enstitülerine ve Yücel’e karşı döndürülmüş
olduğu bir ortamda bu kamunun bir parçası sayılabilecek
mahkemelerin, üstelik bu vargı kurumlan bugünkü anlam
da bağımsız da değilken, bütün bir çağın eğitim işlerinin
hesabını doğru olarak yapabileceklerine, bu konuda olum
lu yargılara ulaşabileceklerine Tonguç daha başlangıçt ı
inanmıyordu. Aynca Tonguç, Yücel’in dava sırasındaki
taktiğini, özellikle Yücel’in solcu tanınmış öğretmenleri
korumadığı, hatta Dil - Tarih Coğrafya Fakültesindeki sol
cu hocaları bakanlık emrine aldığı şeklindeki savunmaları
nı da doğru bulmuyor, Yücel’i bu bakımdan eleştiriyordu.
Bu düşün ayrılığı iki kişi arasında geçici bir soğukluğa büe
yol açmıştı. Davanın gelişimi, sonucu Tonguç’un kaygıla
rında ne kadar haklı olduğunu gösterdi; Öner beraat etti
ve Yücel’i solcu olarak suçlaması dolaylı bir şekilde mah
keme tarafından onaylanmış oldu. Yücel - Öner davasının
bu şekilde sonuçlanmış olması, bundan sonraki yıllarda
karşı tarafça geniş ölçüde sömürülmüş ve sırası geldikçe
kendi suçlamalarının doğruluğuna bir kanıt olarak ileri sü
rülmüştür. Bu dava Yücelin ve onun yönetimi altında ya
pılmış olan işlerin aşırı sol nitelikte olduğuna kamuyu bi
raz daha inandırmaktan başka bir işe yaramadı.
■ Saldırılara Karşılıklar ve Savunma
Fakat Tonguç 1946’dan sonra yaptıklarını savunma
yoluna gitmiştir. Gündelik polemiğe girmekten kaçınırken,
dikkati çekmiyecek şekilde, sanki gelecek kuşakların ya
rarlanabilmesini düşünerek yazılmış gibi, dikkatle incelen
diği zaman bulunabilecek bazı yazılan vardır. Ama bunlar
gürültü kopartacak cinsten olmadığı için ne onu suçluyanlann, ne de kenara çekilip sustuğunu sanan bir kısım solcu
ların dikkatini çekmiştir. Zaten bu kişilerin hepsi de böy
le yorucu incelemelere girmeden savlarını ortaya atmak
alışkanlığındadırlar. Onun bu karşılıklan belli bir seviye
de ve düşünce planında kalmaya çalışılarak, o zamanın
ve daha sonrasının koşullan içinde yeni yollar açmak gibi
pratik amaçlar gözönünde tutularak hazırlanmıştır. Çok en
der olarak kişisel karşılıklar vermekten kendisini alamamış
bile olsa, bunları sonradan yayınlamamış, evrakı arasın
da saklamıştır. Bunlar, onun sabrının tükenerek kişisel ve
duygusal olmaktan kendisini kurtaramadığı ender anların
ürünleridir. Örneğin özellikle kişisel saldırılara karşı ha
zırlandığı anlaşılan ve «İlköğretim İşleri ve bunları tenkit
edenlere cevap» başlıklı makale(22) ölümünden sonra ev
rakı arasında bulunmuştur. Tonguç bunu hiçbir zaman ya
yınlamamış, hiçbir kişiye de göstermemiştir. O alışılmış ya
zı tarzına, kendisini ve kişisel sorunlarını söz konusu e t
meme alışkanlığına uymıvan bu yazısından çok kısa bir
bölümü, kamuya duyurmayı doğru bulmadığı ve eğer duyursaydı mutlaka karşı tarafça istenen gündelik bir pole
miğe yol açacak olan bu kullanılmamış tarz üzerinde bir
örnek olmak üzere buraya aktarıyoruz. Bu bölüm bazı ya
kınlarını haksız olarak işe yerleştirdiği suçlamasına karşı
lık olarak yazılmıştır: «...Resm i işlerde yalnız öğretmen
lik yapabilme selahiyetini haiz ve benim soyadımı taşıyan
bir tek kardeşim vardır. O da diplomasının kendisine ver
diği selahiyet çerçevesi içinde bir enstitüde öğretmendir.
Jurnalcılıktan zevk alanlara ipucu vermemek için birbiri
mizle iki kardeş arasındaki münasebeti andıracak şekilde
muhabere etmeyiz, sık sık konuşmayız bile. Ailemize
mensup diğer insanların hepsi benim kutsal bir ülkü olarak
üzerinde çalıştığım ilk tahsilden bile nasiplerini almadan
kocamışlardır. Alınyazıları bu kadar serttir. Bunlardan
herhangi birini, bir gaflet eseri olarak bir yere getirmeye
kalksam bile nereye koyabilirim?...»
Tonguç köy enstitülerine karşı yapılan suçlamaları
belli bir düzeyde cevaplandırmış olduğunu Sirer’le geçen
bir konuşmasını anlatırken şöyle belirtiri1” : «...Yalnız sa
na bir noktayı söyliyeyim, biz Meclise tavizat olarak köy
enstitülerini bir operasyona tabi tutacağız. Buna üzülmiye
cek ve ses çıkamayacaksın, dedi (Yazarın notu: Sirer kas
tediliyor). Kendisine cevap olarak o zaman yeni intişar et
(si) ö z e l a r ş iv : T o n g u ç u n
(İ lk ö ğ re tim İş le ri) b a şlık lı 7
d a k tilo s a y f a lık y a y ın la n m a m ış m a k a le si, (y a z a rın
n o tu : B u m a k a le n in b ü tü n ü 7. b ö lü m d e v e rile c e k tir).
(ix Ö zel a r ş iv : F o n ta m a r a o la y ı s ıra s ın d a k i D a n ışta y d a k i y a z ılı sa v u n m a sın d a n .
miş İlköğretim Kavramı adlı kitabımı vermekle iktifa et
tim ve cevabım bu kitapta yazılıdır, dedim...»
İlköğretim Kavramı kitabı incelenince Tonguç’un sö
zünü ettiği karşılıkların daha çok kitabın önsözünde top
lanmış olduğu görülür. Örneğin'24*: «...Bazı demagoji düş
künlerinin onların aleyhlerinde (Köy enstitüleri) türlü yön
lerden karamsar ve kötümser hava yaratmaya kalkışma
ları elle tutulacak kadar meydanda olan eserleri ve değer
leri baltalamak demektir. Sabahın erken saatlerinden ge
cenin karanlıklarına kadar en ağır hayat şartlarına göğüs ge
rerek ve hiçbir şahsi menfaat diişünmiyerek yalnız mem
leket için ve milli bir dava uğrunda onun icablanna göre
irkilmeden, yılmadan çalışanlara bunu yapmayanlar mı
ders verecekler? Bu mesele hakkında millet vicdanı ve ta
rih yanılmaz hükmünü vermeyi esirgemiyecektir... Bu iş
leri her ne bahasına olursa olsun tenkit ederek davayı çü
rütmek veya bazı şahısları lekelemek istiyenler eğitmenle
rin ihmal edildiklerinden, köyler ve şehirler için ayrı öğret
men tipleri yetiştirildiğinden enstitü mezunlarının kültürsüz
lüklerinden söz açarak hakikatlara asla uymıyan yazılar yaz
maya koyuldular. Bu yazılanların ne kadar değersiz oldu
ğunu realite ve olaylar göstermektedir... İlk köy enstitüsü
açıldığından ilk mezunlar çıkıncaya kadar başka çeşit, on
lar köylerde işe koyulduktan sonra başka türlü olmak üze
re mücadelelerle dolu bir çalışma hayatının her nevi sı
kıntılarına, bayağılıklarına, iftira ve jurnalcılıklarına kat
lanmak icabetti. Bütün direnmelere rağmen işi sımsıkı tu
tanlar, bunun sıkıntılarına herşeyi göze alarak katlandılar.
Sayıları pek az da olsa bunları koruyan ve destekliyenler
de oldu... ilköğretimi tamam olmtyan ve bu yüzden orta
çağ hayatından kurtulamıyan ve ülkü birliğine kavuşamıyan toplumlarda ilkokul hareketine karşı yapılan türlü tür(24) İlk ö ğ re tim K a v ra m ı, İ. H a k k ı T o n g u ç, R e m z i K ita b evi, İs ta n b u l, 1946, s. 6 - 12 (Ö n sö z).
lü itirazlara rastlanmaktadır. Başta aydınlar olmak üzere
ilgililer davanın önemini kavrayıp benimsemedikçe ve onu
her türlü şahsi menfaatten sıyrılarak bütün kuvvetleriyle
savunmadıkça bu gibi yıkıcı, işi aksatıcı, bazen de balta
layıcı itirazlar ve direnmeler kökden sökülüp atılamaz...
Son yıllarda kutlanacak bir gayretle ve eşi görülmiyen bir
şekilde köylerde açılan ilkokulların yapımına, enstitülerin
bünyesine, fedakâr öğretmenlerin vücuda getirdikleri san
dıklara uluorta ve hakikatları tahrif ederek itiraz edenler,
köylünün ortaçağ hayatından kurtulmasını hoş görmiyenler, köylüyü sömürenler, ilkokul öğretmenlerinin teşkilat
lanmasını istemiyenler, kendi çocukları için mahallelerinde
ortaokul, lise, hatta yüksek okul bulamadıkları zaman öf
kelenen ve bu uğurda herşeyi göze alanlar, mesleki suç
işliyerek cezaya çarpılanlar, okullarla ilgili şahsi menfaat
lerini diledikleri gibi sağlıyamıyanlar arasından çıkmakta
dır... Köylüye iyilik yapmak, onu cahil bırakmak veya al
datmak yolunu tutmakla sağlanamaz. Köyde eğitim her en
geli, her zorluğu yok ederek gerçekleştirmeye mecbur ol
duğumuz ana davalardan biridir. Halka hizmet edip etmiyen insanlar olduğumuzu bu gibi işlerde tutacağımız fikrin
mahiyetiyle gösterebiliriz. Bilgisiz insan -gerilikten ve uyu
şukluktan ayrılmak istemiyor- diye onun dünya anlayışına
mı katılacağız? Aydınlardan kendi çocuğunun cahil kal
masına dayanabilen, razı olan bir kişi çıkar mı? Milletin
çocuklarını okutmaya sıra gelince niçin aym heyecanı ve
titizliği gösteremiyoruz? İlk öğretim meselesinde sıra, yok
sul ve toplumun en ağır yükünü taşıyan halkın çocuklarını
okula kavuşturmaya gelmiştir. Bunun icab ettireceği her
türlü fedakarlığı göze almaya mecburuz. İleri düşünceli ol
ması gereken bugünkü aydın neslin karşısına böyle önemli
bir görev dikilmektedir. Bu vesile ile büyük çapta bir
memleket davasını omuzlama fırsatına kavuşmuş olan bu
nesil, bu davayı başaramıyacak, geri fikirli insanla
rın eline bırakarak sürüncemeye sokacak olursa, tarih onun
alnına kara damgasını basmakta asla tereddüt etmiyecektir. Yaşamanın amacı ileri millet olarak yaşamaktır. Orta
çağ hayatından farksız, geri bir hayata razı olan insan
kalabalığıyla çağımız uygarlığına katılamayız, diri millet
haline gelemeyiz... İlköğretimi gerçekleşliremiyen toplum
lar, çağımız uygarlığının içine girip ne onu benimsiyebilmişler, ne de bu uygarlığın malı olan esaslı işlere sağlam
temeller bulabilmişlerdir. İşin acı tarafı bu durumda olan
toplumlara mensup bireyler zihniyet ve dünya anlayışı ba
kımından ortaçağ karanlığından kurtulamamışlardır. A zın
lık halinde olan bir kısmı yeni uygarlığın nimetlerine ka
vuşmuş, çoğunluğu bunlardan tamamen denecek şekilde
mahrum kalmış millet olur mu? Cahil kütle sayısı pek az
tutan aydın zümre için yüz karası değil midir?... Genç
ve ülkülü öğretmen nesli, ilköğretim davasını her türlü
saldırgana karşı, vatanı düşmandan korur gibi korumalıdır.
İlköğretim buna kavuşamıyanların, verilmiyen haklarından
biridir. Onu, Anayasanın belirttiği sahiplerine istisnasız
vermek lazımdır. Bu davayı gerçekleştirmeye emeklerini
katanları değil, imkan ve fırsat ellerinde iken katmayan
ları sorumlu tutacak kadar vicdanlı ve bilinçli bir öğretmen
nesline muhtacız. Son aylarda memleketin en ıssız köyle
rine kadar sokulup ilk öğretim davası aleyhinde türlü ze
hirleri, bilgisiz halkın arasına akıtan sözde aydınların, hakikata ve milli ülkülere asla uymayan demagojilerine kapıl
mak memleket için çok zararlıdır. Bilhassa köy enstitüsü
mensupları ve ilkokul öğretmenleri çok tetik bulunmalı, da
valarını kendileri savunmalı, geriliği boğmalı, ona nefes
aldırmamalıdırlar. Dünya milletlerinin hallerine bakarak
ve onlarla kendi durumumuzu mukayese ederek ilköğretim
davasını, bilimsel fikirleri ve tarihsel olayları ortaya sere
sere, savunmaya mecburuz. Bu kitap hakikati belirtmek,
davanın önemini anlatmak, ilköğretim çalışmalarının yüz
karamız değil, yüz akımız olduğunu belirtmek amacını güt
mektedir... Soysuzlaşmışlar, eseri yıkamıyacaklardır. ..»
Tonguç daha sonra, 1947’de yayınladığı Canlandırı
lacak Köy adlı kitabının ikinci baskısında da saldırılara
bu şekilde karşılıklar vermeye devam etmiştir. öm eğin(25)
«...B u olağanüstü çalışmalar hızla devam ederken, 1946
yazında milletvekili seçimleri başladı. Bu seçimler son yıl
ların ilköğretim hamlesine gizli gizli itiraz edenlerin mey
dana çıkmalarına imkan ve fırsat verdi. Onlar bu işten
zarar göreceklerini tahminliyerek kuşkulananlarla el ele
vererek bütün ulusal değerlere ve devrimin ana ilkelerine
saldırmaya, onları yıkmaya koyuldular. Fakat eseri hırpa
lamaktan daha ileri geçemediler. Fani insanların hepsi gö
çüp gidecek, ortada yalnız, milletin ortak malı olan eser
kalacaktır. Tarih ve millet vicdanı, haklı ile haksızı ayıra
cak, yanılmaz, kesin hükmünü verecektir... Köy enstitüle
ri hakkında verilecek bütün hükümlerde onların
kuruluş devirlerini hesaba katmak vicdanlıca bir
hareket olurdu. Fakat bu kurumlara taraftar olmadıklarını
sözleriyle, yazılarıyla ve işleriyle belirtenler bunu yapa
madılar; bilgisizlik, haset ve istirkap ateşi içinde kalarak
hüküm vermeye kalkıştılar... İtirazcılar, bilim ve fikir
adamlarına yakışır şekilde davransalardı, pedagoji tarihi on
ları objektif hareket eden ve davaya yardımı dokunan in
sanlar olarak yazmaya mecbur kalacaktı... Diğer köy ens
titülerinin beyni ve kalbi olan bu kurum çökerse (Yazarın
notu: Yüksek Köy Enstitüsü) köy enstitüleri de menfi c i
hetten bünye değiştirerek, süratle mektepleşirler. Ondan
sonra da gerçek amaçlarına hizmet edemezler. Bu kurumların yaşamalarına taraftar olmıyanlar, onları bu şekilde
1.35) C a n la n d ırıla c a k K öy, t . H a k k ı T ongııç, R e m z i K ita b
eyi,
566,
614,
639,
1947,
567,
616,
640,
İs ta n b u l, s. 498, 499,
573, 574, 575, 576, 587,
622, 627, 629, 632, 634,
641, 642, 643, 644, 645,
507,
595,
635,
652,
512, 531, 532,
603, 609, 613,
636, 637 , 638,
653.
çalışmaktan alıkoyarak, öğrenci ve öğretmenlerini ikiye
ayırarak, politika vasıtası yaparak, değerli öğretmenleri iş
lerinden çıkararak, içeriden yıkmaya teşebbüs edebilirler.
Her türlü şartlar içinde, onları bu türlü saldırışlardan ko
ruyup yaşatmak, ülküye ve ana ilkelere candan bağlı olan
ların milli ve kutsal görevidir... Bu eleman (Yazarın notu:
köy enstitülüler) eğer geçmişte olduğu gibi, bilinçsiz, basit,
verilecek her emre körükörüne boyun eğen otomat insan
lar olarak yetiştirilselerdi, köylere dağılır, her ay maaşla
rını alır, köyün geri hayatına alışır, alınyazılarına göre
ömürlerini sona erdirirlerdi. O zaman belki hiç mesele çık
maz, onların bu durumları bazı gafillerce normal telakki
edilirdi. Fakat köyde hiçbir değişiklik olmaz, o yine orta
çağ karanlığı içinde bunalır kalırdı. Köy enstitüleri dava
sına katılanlar bu yolu tutmadılar; o yoldan gitmeyi mem
leket için zararlı buldular. Çünkü o zaman yalnız köyler
ve köylüler ortaçağ hayatı içinde bunalmıyacaklardı; bütün
memleket o hayattan yakasını sıyıramıyacaktı... Eğitmenli
okul teşkilatı, memleketimizin ihtiyaçlarının doğurduğu,
başka yerlerde eşine rastlanmıyan yepyeni bir teşkilattır.
Eğitmen köyde doğup büyümüş, askerliğini yapmış, eğit
men oluncaya kadar çeşitli işlerin içinde sınanmış, çev
resindeki gerçek hayattan alınması mümkün bilgileri yaşıyarak öğrenmiş yeni bir meslektaş tipidir. Onun bilgisi az,
fakat özlü ve sağlam bilgidir... Eğitmen köy organizması
nın yarattığı pek yeni bir halk eğitkeni tipidir... Eğitmen
lerin bu vasıflarını, eğitmenli okulların yukarıda belirtilen
özelliklerini bilmeyen veya hayatları bakımından bunları
kavrayamıyacak derecede onlardan uzaklaşmış bulunanlar,
onların en ıssız, yaşama şartları en geri olan köylerdeki hiz
metlerinin önemini kestiremezler. Onun için eğitmenleri
küçümserler, bunlardan istifade edilemiyeceğinden söz
açarlar, hatta bu gibilerin bazıları onların tasfiye edilmele
ri uygun olacağını bile ileri sürerler. Bunlar memleketi.
bilhassa köyü hiç tanımıyan, asla bilmiyen okuryazarlar
dır. Böylelerirıin ellerine selahiyet ve iktidar geçtiği zaman
memleket için çok zararlı olurlar. Sinsi sinsi hareket ede
rek, iyilik yapıyormuş gibi görünmeye çalışarak, icabında
çeşitli iftiralara başvurarak gizli maksatlarını gerçekleştir
meye çalışırlar. Eğilmenli okul teşkilatı kurulduğundan beri
böyle bir tehlike ile karşı karşıyadır. Bu okulların köye
faydalı olduğuna inananların bu noktayı bilmeleri, fırsat
ve imkan ele geçtikçe hakikati belirterek onları savunma
ları, milli görevlerin başında gelir. Yıkm ak yerine yapmak
yolu tutulmalıdır... Eğitmenlerin istedikleri, özledikleri köy
ilkokulunun vasıfları yukarıki satırlarda belirtilmiştir. Bu
istekler gerçekteki hayatın istekleridir. Okul onlara cevap
verebilecek karakteri kazanabilirse, kusursuz köy okulu
addedilebilir. Bunu yapamadığı takdirde, belki nazariyeci
okur yazarların hoşuna gider; fakat okula çocuklarını gön
derecek olanların aslal... Nazari pedagoji ile meşgul olmuş,
ömrü boyunca işe el sürmemiş, okullarımızda meşrutiyettenberi tatbik edilmeye başlanan elişleri derslerine bile ka
tılmamış veya bunun değerine inanmamış bazı kimseler
yeni kurulacak köy enstitülerinde işe bu derece önem ve
rilmesini uygun bulmadıklarını, böyle bir hareketin naza
ri derslerin aleyhine olduğunu, bu önlenmiyecek olursa,
öğrencilerin kültür bakımından zayıf yetişeceklerini iddia
ediyorlar, bu düşüncelerini gizli ve öznel, fakat imzasız
raporlarla yüksek makamlarda bulunanlara duyurmaya
kalkışıyorlardı...» Yazar, köy enstitülerinin başlıca ilkele
rini incelerken yapılan eleştirileri şöyle sıralar: «...(20 li
ra ücret azdır, bu hiç olmazsa 40 liraya çıkarılmalıdır.
Hükümet kanun çıkararak birçok vaatlerde bulunur, fakat
bunları zamanı gelince yapamaz. Öğretmen hem öğretmen
lik hem de ziraat ve atelye işini bir arada yürütemez. Okul
lara sokulan iş dersinin gayesi sadece terbiyevi olmalıdır.
İstihsal gaye olunca okul değerini kaybeder. Bu sistem
öğretmenler arasında ikilik yaratır. Bizde iş esasına göre
kurulacak müesseselerde öğretmenlik yapacak kimseler
yoktur. Onun için bu sistem tatbik edilemez...) Bu gibi
lere türlü vasıta ve imkanlara başvurularak, kanunun mu
cip sebepleri, modern pedagojinin ilkeleri, köy şartları an
latılmaya çalışıldı ise de, onlardan bazıları kanaatlarından
vazgeçmediler... Davayı baltalama yoluna saptılar. Kanun
karşısında itirazlarını yürütemiyeceklerini anlayınca, Kızılçullu ve Çiftelerde köy öğretmen okulu olarak evvelce
açılmış olup da bu kanunla köy enstitülerine çevrilmeleri
gereken kurumların öğrencilerine etki yaparak, menfi dü
şüncelerini onlar vasıtasıyla ve Maarif Vekilliğine karşı bir
nevi tepki şeklinde açığa vurdurtmak istediler. Hüviyetleri
ni gizliyen bazı şahıslar meseleyi İstanbul gazetelerine ak
settirmek yolunu tuttular... Sayıları pek az olan bir kısım
itirazcılar da menfi iddiaları tahakkuk etmeyince büsbü
tün azdılar, tedhiş veya iftira yoluna saparak, hakikate
aykırı hareket etmeye yeltendiler... Eğer çok sayıda köy
enstitüsü kurulmamış olsaydı, şimdi yukarıda hatıralarını
okuduğumuz çocuklar gibi binlerce köy çocuğu her türlü
gelişimden mahrum kalacak, toplum için, her biri birer
hazine olan bu istidatlar, köylerde sönüp gidecekti. Hal
buki bugün elimizde bu çocuklardan 25.000’den fazla
yurttaş var. Eğer onlar iş eğitbiliminin ilkelerine, toplumsal
pedagojinin metod ve amaçlarına, Cumhuriyetin getirdiği
ülkülere uyularak yetiştirilmemiş olsalardı, bu derece kuv
vetli birer değer sayılamıyacaklardı. Öyle ise demagoglar,
davanın gerçekleştirilmesine, köyün canlandırılmasına ni
çin itiraz ediyorlar? Bir kısmı, bu mesele yüzünden men
faatleri zedelenenlerin hoşlarına gitmek ve böylece kahra
manlık taslamak için. Bazı sarıksız softalar da köylü çocu
ğunun bu şekilde yetişmesini istemedikleri için... Köy ensti
tüleri vatanın en ıssız köşelerine kadar dağıldılar. Bunla
rı, hayat şartlarının binbir zorluk yarattığı yerlerde kur
mak, yaşatmak kolay olmadı. Bu sözün ne demek olduğu
nu bu işe katılıp kafalarını yormıyanlar, boş toprakları
canlandırmayanlar bilmezler... Enstitülerin kurucu öğret
men ve öğrencileri buraları cennete çevirdikleri için mi,
milliyet duyguları zayıf insanlar olarak teşhir edilmeye kal
kışılıyor? Bu burumların hayatını mistik sıfatıyla değersiz
göstermeye kalkışan okur - yazarlar hangi işleriyle, hangi
çölü vatanlaştırdılar? Yeni pedagojinin ilkelerine göre mil
liyet duygusu lafla değil, işle gelişir... Enstitülerde elde edi
len başarıların büyük payı bu kurumlarda, birçok zorluk
ları göze alarak çalışan fedakâr öğretmenlere aittir... Bu
kurumlarda canla başla çalışan yüksek okul mezunu olma
yanların değerlerini düşürmeye çalışanlar... diploma imti
yazı yaratmaya çalışanlardır. Köylerde çetin şartlar içinde
iyi niyetle, bozgunculuk yapmadan iş başarmak için sade
ce diplomaya güvenmek yetmez. Bir gün gelir de, köy ens
titülerine sadece diploma veya kura esasına göre ve nok
taya nöbetçi diker gibi nöbet usulü ile öğretmen tayinine
kalkışılırsa, doğru olmaz. Eğitim teşkilatı bu derece mi
haniki, bilinçsiz tayin usullerinden kurtarılmalıdır... Ensti
tülerde görev alan arkadaşların % 90’ı yukarıda hatırala
rı yazılı meslektaş gibi çalışmıştır. Köy enstitülerinde çalış
ma ölçüsünün ne olduğu bu yazıda gösterilmiştir. Böyle ış
görenler nereden mezun olurlarsa olsunlar, bu kurumlarda
tutunabilirler. A ksi takdirde 3 veya 5 diplomaya da sahip
olsalar sırıtır kalırlar... Memlekete hizmet etmiş olanların
haklarını inkâr etmek, en büyük ve iğrenç yıkıcılıktır.
Mesleğin mensubu olanlar bu hatayı işlemekten sakınmalı
dırlar. Çünkü enstitüler hem akla-karanın çabuk belli ol
duğu, hem de çalışkan ve şerefli insanların değerlendirildi
ği yerlerdir... Devletin hangi teşkilatında çalışan memuru
na bu derece önemli ve ağır vazifeler gösterilmiş, ondan
bunları süratle yapması istenmiştir? (Yazarın notu: Köy
öğretmenlerinin görevleri). Yüzyıllar boyunca ihmal edilmiş
köyü canlandırmak amacıyla köy öğretmenlerinin omuzları
na yükletilen bu işleri göreceklere milletçe yardım edilmiyecek olursa, onlar kolay kolay başarılabilir mi? Sadece ce
bindeki diplomasına güvenerek köye gidecek bir öğretmen
bunların altından kalkabilir mi? Bu vazifelerin çoğu top
lumsal işlerdir. Onun için milletçe, elbirliği ile yapılmaları
gerekir. İş eğitimi almış, çalışma tekniğini bilen, iş vası
talarına sahip, köyü canlandırma ülküsüne inanan, toplum
hesabına alınteri dökebilen, köyden kaçmıyan öğretmen ol
madıkça, 4274 sayılı kanunun bu maddesinde yazılı hu
suslar gerçekleştirilemezdi... Kanunun bu maddesinde ya
zılı hükümlerden hangisi, niçin istenilmiyor? Bu cihet açık
ça söylenmelidir. Köy öğretmenleri bu vazifeleri yaptıkla
rı için değil, yapmadıkları takdirde suçlandınlmalıdırlar...
Köy enstitüsü mezunu öğretmenlere, enstitüde iken katıl
dıkları çeşitli işlere göre, bunları gidecekleri köy okulların
da uygulamaları için, iş aletleri, koşum ve geçim hayvan
ları, araba, at gibi taşıt vasıtaları verilir. Onlar köylere
giderken yalnız diplomalarını götürmezler. Bir öğretmene
verilen ...vasıtaların köy için o derece önemi ve değeri
vardır ki, birçok köylerde köyün bütün ailelerine ait iş
vasıtaları bir araya toplansa onların topu öğretmene veri
len vasıtalar kadar tutmaz. İş vasıtaları bu kadar eksik ve
kıt olan bir köyün canlanmasına imkan var mıdır? Böyle
köyde teknik ilerleme mümkün olabilir mi?... Uluorta ko
nuşanların çoğunu, öğretmenleri işbaşında görmemiş olan
lar, sanattan veya iş pedagojisinden anlamıyanlar, ömrün
de bir iş aletini kullanarak herhangi bir iş yapmamış olan
lar, bir iş görme şartlarının neler olduğunu bilmiyenler,
köyü canlandırma vasıtası olarak sanat ve işin değerini
bilmiyenler teşkil eder... Bir sanatı bilen öğretmen ve
onun eliyle köye giren iş vasıtaları köy için faydalıdır.
Yalnız onların değerlerini, niçin faydalı olduklarını ömrün
ce bir tek eşyayı tekniğine uygun olarak yapmamış olan
lar, kafaları herşeyi nazari düşünmekten başka bir işe yaramıyanlar tayin edemezler. Etmiye kalkacak olurlarsa, gü
lünç duruma düşerler, iş pedagojisi tarihinde birer karika
tür olarak kalırlar... insanlara iş gördürmek istiyenler üçe
ayrılırlar: 1) Yapılacak işin nasıl yapıldığını bilmiyerek
esir ve köle çalıştırır gibi adam çalıştırmaya kalkışanlar,
2) Yapılacak işin tekniğini, önemini, değerini bilen bir şef
sıfatıyla iş gördürenler. 3) Görülecek işin türlü bakımlar
dan değerini ve toplum hayatına yapacağı iyilikleri kestirebilenler. İkinci ve üçüncü gruba mensup kimseler, ensti
tü mezunlarından memnundurlar. Köy enstitüsü mezunla
rı birinci gruba girenlerin idaresinde, hem kendileri, hem
de memleket için faydalı olamazlar. Bu noktanın açıkça
anlaşılması lazımdır... Çünkü pedagoji tarihinde bu zihni
yetle idare edilen insanların emeklerinden fayda elde edile
mediğini gösteren binlerce misal vardır... Yurt yoksul in
sanların değil, varlıklı ve mesut insanların yurdu haline
gelmeli; onun her tarafından neşe, sağlık ve bahtiyarlık
jışkırmalıdır. Bu ülküye yaklaşmanın ana şartlarından biri,
köye iş yapmasını bilen öğretmeni ve iş araçlarını sok
maktır... Uygulanmıyan bilgi boş ve lüzumsuz bilgidir.
Bilmek demek yapmak demektir... İlgili kitabı veya der
giyi okuyarak, tabiatı veya sosyal hayatı inceliyerek bilgi
edinemiyorsak; kitabda yazılanı veya öğretmenin anlattı
ğını aynen ezberleme yolunu tutmuş, iskolastiğin esiri ha
line gelmişiz demektir. Köy enstitülerinde yetiştirilen ço
cuklar, ¡skolastiğe köle olmaktan kurtarılmaya uğraşılmış
tır... Üzerinde önemle durulması gereken bir nokta daha
var: Ziraat işleri ile meşgul olacak öğretmenin diğer işleri
ihmal edeceği. Genç öğretmenlere bu yanlış kanaati aşı
lamaya çalışanlar, son zamanlarda türediler. İçlerinde milli
eğitim teşkilatında mühim mevkilere ulaşmış kişilerin de
bulunduğu bu grup, enstitülerin bağrına sokularak öğren
ciler arasında propaganda yapmaktadır. Bunlar köy öğ-
retmenlerirıin günlük boş saatlerini, mevsimlere göre boş
kalacakları zamanı, öğretmenler ziraat işlerinden el çeker
lerse köy okulunun medreseye döneceğini, tabiatın içinde
yapılan tarım işlerinin eğitsel değerini hesaplıyamıyacak
derecede mesleki bilgileri kıt insanlardır... Köy öğretmem
ziraat işinden vazgeçerse, sadece ders okutan, köylü ile bü
tün bağlarını koparan, onunla mukadderat birliği kuramıyan, boş vakitlerini tavla veya iskambil oynamakla geçiren
tembel bir yaratık haline gelir. Ziraat işinin öğretimle be
raber yürütülmesi için öğretmenin de köylüler gibi çalışr
ması gerekir... Enstitü mezunu köy öğretmenleri, ziraat
işinden vazgeçirilirse, hem enstitüler, hem de köy okulları te
melinden yıkılırlar. Tarım işlerinden uzak kalan okul, kö
yü canlandıramaz... Ziraata dayanmıyan, onun yerine sade
ce maaş veya ücret şeklinde belli bir paraya bağlanan öğ
retmen, maddi yönden de bu işten çok zararlı çıkar. Var
lık, sanat ve ziraatle sağlanır... Şunu da açıkça ve insafla,
samimi olarak, hatırlamak lazımdır ki, bu gençler, 18 - 20
yaşında iken hayata atılmaktadırlar. Son zamanlarda onla
rın aleyhine durmadan mugalata yapanların bir kısmı, bu
noktayı göz önünde tutmadan ve kendilerinin o yaşlarda
ne gibi işler başarabildiklerini hiç hatıra getirmeden uluorta
konuşmakta veya yazıp çizmektedirler. Köy öğretmenlerini
başarısızlıkla lekelemeye yeltenenler, lütfen onların bulun
dukları köylere giderek müspet bir eser meydana getirsinler de, onları da görelim. Köyde misafir sıfatıyla kalma
ya bile dayanamıyan bu ana kuzularının melemeleri görül
memiş samlmamalı! Bu gibiler hakikati göremiyecek ka
dar gözleri kararmış kötümser kişiler oldukları için, akıl
larınca memlekette menfi bir hava yaratarak, enstitülerde
operasyon yapacaklarmış. Bunlar o derece ehliyetsiz dok
torlardır ki, yapmayı tasarladıklarına hakikaten girişirler
se bu operasyon, sağlam bünyeli, hiçbir hastalığı olmayan
bir kimseye yanlış teşhis konarak tatbik edilen tehlikeli
t
bir ameliyattan başka bir şey olmıyacaktır... Köyü canlan
dırma davası eski okulla yeni okul davasıdır. Okul artık
yenileşmelidir. . . » Yazar kitabının sonundaki «sonuçlar»
bölümünde de şöyle der: «...Kitapta köyde eğitim ve öğ
retim problemlerinin ne kadar sert, ne derece donuk mese
leler olduğu etraflı şekilde anlatılmaya çalışıldı. Bu dava
karanlıktan aydınlığa çıkarılmak ve çözülmek istenince,
binbir çeşit engelle karşılaşılacağı misallerle gösterildi. Bu
problemlerin çözülmesi herşeyden önce, vuzuhsuzluktan
kurtarılarak berraklaştırılmalarına bağlıdır. Bilinmeyen me
seleler çözülmeye teşebbüs edilince, köy çevresinden veya
dışarıdan gelerek çoğu menfi etkilerin neler olabileceği ön
ceden kestirilmelidir. . . » Bundan sonra köy çocuğunun
eğitim hakları konusuna değinerek şöyle der: «...B u hak
ları açıkça söylemek, istemek, gerçekleştirmeye çalışmak
komünizm yapmak değildir. Bunları fikir olarak ortaya
koymak, bu fikirlerin gerçekleşmesi için emek harcamak
sadece yurttaşlık ve insanlık vazifesini yapmak demektir.
İleri cemiyetler bu gibi problemlerle uğraşırlarken Türki
ye’de ilköğretimi gerçekleştirmeye çalışanları komünist
likle itham etmeye kalkışmak pedagoji tarihimiz için bir
leke teşkil etmez mi? Tiirk toplumunu, Türk yurdunu se
venler, halkı okur - yazar bir hale getirmekle, onu sadece
medeni milletler seviyesine yükseltmenin şartlarından biri
ni gerçekleştirmeye uğraştıklarına kanidirler. Bu yol millet
çe yürünecek bir yoldur. Yolcuları hiçbir sıfat yürüyüşle
rinden alıkoyamıyacaktır. Türk halkı, okuma yazma bil
memek damgasından sıyrıldıkça, kimlerin kendisinin iyili
ği için çalıştığını ve hakikatin ne olduğunu öğrenecektir...»
Bundan sonra bu yolda ileride karşılaşılacak zorlukları inceliyerek şöyle der: «...Yakın zamana kadar eğitim teşki
latında çalışan idarecilerin pek çoğu için herşeyi tamamen
meçhul olan köy aleminden gelen mütevazi bir öğretmeni
dinlemek, ondan birşeyler öğrenilebileceğine inanmak akla
bile getirilmiyordu. Yüksek mevki işgal eden bir zatla köy
öğretmeninin doğrudan doğruya temasa gelmesi, bunların
fikir alışverişine kalkışmaları, otoriteyi sarsıcı bir karşılaş
ma telakki ediliyordu. Bu hal, demokratlaştırılmamış eği
tim teşkilatının en bariz vasfını gösterir. Böyle bir durum
hem eğitkenler, hem de idare makamlarında bulunanlarla,
köy okulları arasında her türlü fikir akımlarını sağlıyacak
bir kanalın yaratılmamış olduğunu anlatır... Köyle idare
makamları arasındaki tıkanık kanal açılınca, köy alemin
den yeni ve manalı sesler gelecektir... Bu yolun daima açık
ve işlek bir yol olması şarttır... Köy eğitmen ve öğretmen
lerinin görevleri, ...köy okulunun amaçları üzerinde, hem
köylerde çalışanlar, hem de eğitkenler ve idareciler arasın
da anlaşma birliği sağlanmış değildir... Bu olmayınca, bun
dan demagoglar kendi hesaplarına ve kötü maksatlar için
istifadeye kalkışırlar... Demagoglar bu gibi hallerden fay
dalanarak mugalatalara ve işi kökten sarsacak teşebbüsle
re fırsat bulunca, bilhassa müteaddit siyasi partilerin bu
lundukları toplumlarda, günlük politika peşinde koşan yı
kıcı insanlar da böyle fırsatlardan faydalanarak değersiz
kanaatlerini ileri sürmeye, bulanık suda balık avlamaya
başlarlar. O zaman, en bayağı politikacılık, bundan daima
uzak kalması gereken okulların bağrına kadar sokulur...
Onu tavizler vererek önlemeye kalkışmak, kurban üstüne
kurban vermeyi ve sonunda da yapılan bütün iyi işleri
demagoji düşkünlerine teslim etmeyi icabettirir... Eğer
köylü halk arasında yaşıyan ve henüz kıymetini kaybetme
miş olan çeşitli değerler canlandırılarak, bunlardan eğitim
ve öğretim sırasında sistemli ve metodlu bir şekilde istifa
de etmenin yolları bulunacak olursa yalnız bu iş bile şehir
le köy arasındaki korkunç uçurumu kapatmak için önem
li bir vasıta olabilir. Bu fikre inananlarla onun gerçekleş
tirilmesini türlii sebeplerle isiemiyenler arasındaki anlayış
ayrılığını ortadan kaldırmak meselesi de çözülecek dava
lardan biridir... İlgililer arasında türlü sebepler yüzünden
köy okulları teşkilatı üzerinde de fikir ayrılıkları bulundu
ğu bazı vesilelerle ve zaman zaman kendini göstermekte
dir. Mesela ilgililerden bazıları, sadece memleketin öz dert
lerini bilmemek yüzünden köy bölge okulları meselesini
bir nevi utopia telakki ederek, ileride çözülmesi lazım gelen
bir dava sanmaktadırlar. Aynı kişiler, karakter ve nüfus
bakımından büyük köylerden daha geri durumda olan,
mesela 700 -1000 nüfuslu ilçe merkezlerini bir an önce
ortaokula kavuşturma işini bütün meselelerden daha önem
li telakki ederek ön plana geçirmek istemektedirler... Halk
idaresi ülküsüne bağlanılan bir toplumda yurttaşlar görev
lerde olduğu gibi, nimetlerden faydalanma meselesinde de
eşit haklara kavuşmalıdırlar ki, içtimai düzeni sarsıcı
farklar ortadan kalksın. Köy insanları için herhangi bir
okulun açılmasını istemek neden tabii görülmüyor da, ka
saba eşrafının isteğini yerine getirmeye uğraşmak meziyet
olarak gösterilmek isteniyor?... Köy bölge okullarıyla il
gili bir isteği ve düşünceyi açıklamak, sadece toplumsal
eğitbilim prensiplerinden birini anlatmak, sosyal hayat ba
kımından düzen sağlayıcı kurumların çoğalmasını istemek,
demektir... Köy okulu hayat ve iş okulu olacaktır... Bu
fikrin gerçekleştirilmesi meselesi ona inanmak veya inanır
görünmek kadar kolay bir iş değildir... İş okulunu ger
çekleştirebilmek için çocuğa göre iş şekillerini, o işlerin öğ
renilmesi ve öğretilmesi ile ilgili usulleri bilmek gerekir A k
si takdirde çalışmalar hemen işçilerin çalışmaları gibi mi
hanikileşir. Bu bakımdan köy enstitüleri ve yüksek köy
enstitüsü için çözülmesi icabeden yüzlerce problem vardır.
Enstitülerin en modern esaslara göre kurulmuş uygulama
okullarını bu amaçları gerçekleştirmeye elverişli birer laboratuvar haline sokmak lazımdır. Uygulama okulu bir ensti
tünün kalbi, beyni gibidir; oradaki çalışmalar durdu mu,
enstitü ölmüş demektir. Uygulama okulu gece gündüz et
kin durumda olmalıdır. Bu da ancak enstitülerin kadroları
nı işinin ehli öğretmenler ve uzmanlarla kuvvetlendirmek
sayesinde mümkün olabilir... Karakteri keskin çizgilerle
belirtilmeye çalışılan yeni köy okulunun yaratılabilmesi
için, herşeyden önce enstitü ve bölge okullarını yüksek köy
enstitüsü mezunlarıyla beslemek lazımdır. Onların yetişme
tarzları, köyü yadırgamayışları, köy çocuğunun psikolojisi
ni iyi bilmeleri, işi sevmeleri, kendilerine verilecek roller
için yetecek meziyetlerdir... Enstitülere öğretmen tayin
ederken menşe meselesine bağlanarak öğretmenler arasın
da fark yaratmak, bir kısım öğretmenlerin gizli roller oy
namalarına göz yummak veya bu gibileri hoş karşılamak,
bu kurumlara kin, gayz nefret, öç alma gibi zehirleri so
kar. .. Köy okullarının yapımı en çetin davalardan biridir...
Önümüzdeki yıllarda köylerde irili ufaklı en az 25.000
okul binası yaptırmak lazımdır. Bu meseleyi yalnız para
kuvvetiyle halletmeye kalkmak memleket realitelerini gör
memek demektir. Köylerde okul yapımım ilgili kanunla
rın hükümlerini tatbik ettirerek başarmayı ‘köylü için zu
lüm’ telakki eden yanlış zihniyete sahip olanların düşün
celerine uymak bu işi baltalamak istiyenlere katılmak de
mektir. Eğitim işlerinin günlük politika manevralarıyla çözülemiyecek oldukları anlaşılmıyacak olursa, esaslı tedbir
ler bulmak kolaylaşır. Yapım meselesi de dahil olmak üze
re köyde eğitim davası her türlü politika oyunlarının üs
tünde milli bir dava olarak kalmalıdır... Köylerde açılan
ve önümüzdeki yıllarda sayıları süratle artacak olan çeşit
li öğretim ve eğitim kurumlarını, okul işletmelerini, işlikle
rini, kooperatiflerini denetlemek, bu kurumlarda türlü gö
revleri üzerine almış olanlara vaktinde yardımda bulunmak,
malzeme sağlamak meseleleri; alışılmış teftiş usullerine gö
re çalışıldığı takdirde yürütülemezler. Müfettişler sadece
menfi olaylar peşinde koşarlarsa, korkulan ve ürkülen bi
rer tahkikatçı olarak kalır, bu işlere hız veremezler... Köy
de eğitim meselelerini denetleme işi ampirik usullerle, pe
dagojiye vukuju olmayan ve bir eser yaratmamış olan in
sanların saptıyacakları indi talimat maddeleriyle yürütülme
ye kalkılırsa, bundan müspet sonuçlar alınamaz. Eğitim
teşkilatımızın tarihi incelenirken, rastlanan en büyük ha
talardan biri, yetkili makamlarda bulunmuş olanlardan ba
zılarının, karakteri zayıf müfettişleri, direktif vermek su
retiyle ve tamamen şahsi emellerine göre çalıştırma yoluna
sürüklemiş olmalarıdır. ‘Kelle getirmeye memur edilen’ bir
müfettişle onu böyle bir cinayet için alet olarak kullananlar,
bir meslek için yüz karasıdırlar. Kanunların, yönetmenlik
lerin, tüzüklerin, pedagoji ilkelerinin değerlerini hiçe saya
rak, otorite sahiplerinin isteklerine göre teftiş yapan, ra
por yazan müfettiş, eğitim kurumlarına en büyük kötülü
ğü yapan, herkesin nefretini üzerine çeken bir yaratıktır.
Devlet kadrolarında böylelerine asla yer vermemek en bü
yük hizmetlerden biridir... Köy okul veya enstitülerindeki
tarımsal veya teknik çalışmaları, bunlardan hiç anlomıyan birinin denetlemesinden fayda elde edilemez. Tıpkı
bunun gibi öğrencilerin kendi kendilerini idare etmeleri,
onlara bilgiyi iş vasıtasıyla öğretme, öğretimde yakın yurt
tan hareket etme gibi pedagoji ilkelerinin uygulandığı müesseseleri, bu prensipleri herhangi bir okulda bizzat tatbik
etmemiş kimselerin, eğitbilimsel esaslara uygun olarak
denetlemelerine imkan yoktur... Köyde eğitimi denetleme
meselesi, imtiyazlı bir takım insanların hiçbir sorumluluk
yiiklenmeksizin okullara yılda bir iki defa uğramakla hallediverecekleri iş değildir. Denetleyici de tıpkı denetlenen
gibi kendi kesim veya bölgesinin aksak giden işlerinden
sorumlu tutulmalı; bölgesindeki kurumların gelişmesini
sağlayıcı tedbirleri bizzat alabilme yetkisine sahip olmalı
dır... Köylerde ilköğretim kurumlarında öğrenim gördük
ten sonra hayata atılan yüzbinlerce vatandaşın okulda öğre
tilenleri unutmamaları, kendi kendilerini sürekli olarak ye-
üşürmeleri meselesi, hiç el sürülmemiş davalardan biridir.
Onları bol basın vasıtalarıyla, radyonun düzenliyeceği özel
servislerle beslemek lazımdır... Bu mesele başlıbaşına bir
pedagoji problemidir... Köylerde açılan ve açılacak olan
eğitim kurumlarındaki öğrencilerin, kelime hâzinelerini zen
ginleştirmek, onların yazı dilini kavramalarım temin etmek
amacıyla serbest okuma saatlerinde okuyacakları kitapları
iyi seçme ve hazırlama meselesi, köyde eğitimi gerçekleştir
me davasının ana şartlarından biridir. Genel olarak çok
okuyan, okuduğunu anlıyarak iyi düşünebilen bir nesli sü
ratle yetiştirmeye mecburuz. Bugün korkunç örneklerine
şahit olduğumuz türlü anlaşamamazlıkların asıl sebebi, ay
dın zümre denilen kümeleri teşkil eden insanlarımızdan pek
çoğunun ders kitaplarından başka eserleri hiç okumamış ol
maları, kültür seviyelerini yükseltecek faydalı gazete veya
dergileri sürekli olarak takip edememeleridir. Okuma ile
ilgisini kesenlerde görülen bir ruh haleti de, okuyanlara
karşı bunların duydukları antipati veya kindir. Piyasada
serbestçe satılan, çeşitli sanat ve kültür konularıyla çağımı
zın en önemli problemlerini aydınlatmak üzere tam yetkili
uzmanlar, ünlü sanatçılar tarafından yazılan eserleri oku
dukları için, hoşlanılmıyacak sıfatlarla kirletilmek veya suç
landırılmak istenenlere karşı gösterilen antipati, kültür tarihimizde bir leke olarak kalacaktır, Hele okuma düşman
larının -belli amaçlar güderek- henüz okumaya başlıyan köy
enstitüsü öğretmen veya öğrencilerine karşı takındıkları ta
vır, memleketin kültür hayatı için en büyük felaketlerden
biridir. Kültür seviyesi düşük insanların, bu bakımdan
yükselmek istiyenlere karşı çeşitli ithamlarla saldırışları önlenmiyecek olursa, eğitim kurumlarımızda ortaçağ karan
lığı gibi korkunç bir manzara ile karşılaşmamız mukadder
dir. En hür düşünme yerleri olması gereken eğitim kurumlarını böyle bir karanlık basacak olursa, oralarda hür tefek
kürden, toleranstan, birer realite olan memleket meseleleri
ni inceleme ve araştırma yolu ile çözmeye çalışmaktan
eser kalmıyacağı gibi; bu kutsal yuvalarda terör alabildi
ğine at oynatacaktır. Serbest okumaya değer verilmiyen eği
tim kurumlarında, kitap yakan, kitaplıklara kilit vurabilen,
okunmaları istenilmiyen gazete veya dergileri okuyan öğren,
çileri eşkiya takip eder gibi kovalıyan, gaddar kara cahil
ler peyda olur; toleranstan eser kalmaz; jurnalcilik, hafiye
lik makbul sayılan hizmetler arasında yer alır; müstebitler
kahraman kesilirler. Böyle okuldan nefret edilir; öğretmen
ve idarecilerine kin beslenir. Böyle okul, geriliğe bütün ka
pılarını açar; Cumhuriyete hizmet eden bir kurum olamaz.
Bilakis o, Cumhuriyetin getirdiği değerlerin hepsini çürü
tür; onu temelinden yıkan bir vasıta haline gelir... Genç
nesle mensup olanlar, bilim, sanat ve teknikle ilgili değer
taşıyan bütün ünlü eserleri, tekrar tekrar', manalarını iyice
kavrayıncaya kadar okumalıdırlar. Sağlam ve köklü Cum
huriyet idaresini kurmanın, demokrasiyi geliştirip yaşat
manın ana şartı budur. Herhangi bir sebeble okumaktan
mahrum kalanlar, ekmek ve sudan mahrum kalmış olanlar
derecesinde sıkıntı, acı duyabilmelidirler. Bireyleri, kültür
denilen gıda ile beslenmiyen cemiyetler için, yaşama hakkı
tanınmıyacak bir çağın ve uygarlığın içine girmeye mecbur
olduğumuzu unutmamalıyız. Aydınları serbest okuma alış
kanlığı kazanamıyan toplumlarda, düşündüğünü yazan, fi
kirlerini açıklayan insan da pek az olur. Böyle insanların
kıt olduğu yerde, fikir hayatı canlanamaz. Toplumun en
önemli işleri kanaatim saklıyan, esen rüzgarlara göre fikir
değiştiren kişilerin elinde kalır. Bu gibiler asla prensip ada
mı olamazlar; günlük politika havasına göre istikamet de
ğiştirirler. öğretmenlik mesleği fikirsiz, prensipsiz insanlarla
kuvvetlenemez.. Köyü canlandırmayı sağlıyacak bütün ted
birlerin başında geleni, bu uğurda ter dökerek köyün için
de çalışacak elemandır. Bu olmadıkça para, alet, vasıta hiç
bir işe yaramaz. İşinin ehli, köyde çalışma şartlarına da
yanıklı eleman elde edilmedikçe sağlam hiçbir teşkilat ku
mlamaz; kurulsa bile faydalı olamaz. Köy enstitülerinde
ve okullarında on yıldanberi gece gündüz demeden, tabiat
tan ve sosyal hayattan gelen engellere göğüs gererek çalı
şanlar, işte eleman denilen bu değeri yaratmak için savaş
mışlardır. Ondan köylerin ve memleketin topyekun kalkın
ması için geniş ölçüde faydalanma yolunu bulamamak bü
yük bir beceriksizlik, affedilmez bir ihmalcilik olur. M em
lekete hizmet için yetiştirilen yeni nesilleri bu görevlerinden
alıkoymaya, işliyen kafaları durdurmaya, alın terleriyle
meydana getirdikleri kültür merkezlerinden faydalanmak
tan, vatandaşları men etmeye kimsenin hakkı yoktur. Kül
tür toplumun ortak malıdır; her yurttaşın ondan faydalan
ma hakkı vardır. Yukarıki fıkralarda saptanan problemle
ri söylemek, yazmak, ders konusu olarak okutmak kolay
dır. Fakat yapmaya, gerçekleştirmeye sıra gelince, mesele
birdenbire güçleşir. Bunları gerçekleştirme yolunu tutan
ların karşısına dikilenler çıkar; baltalayıcılar her türlü vası
talara başvurarak işi durdurmaya çalışırlar, müteşebbisleri
lekelemeye kalkarlar. Ülküye candan bağlı olanların bun
lardan korkmamaları, yılmamaları lazımdır. Hakiki cumhu
riyetçi, milliyetçi ve demokrasi ilkelerine inanan vatandaş
haline gelmek bu demektir. Demokrasi idaresinde ülkü sa
hipleri, bundan mahrum olanlarla demagoglardan, zorba
lardan, bilgisizlerden, dar görüşlülerden daha cessur, daha
canlı davranamazlarsa, köyü canlandıramaz, memleket da
vasını çözemezler. İnsanoğlunun kazanacağı en büyük za
fer, korkuyu yenmesiyle elde edilecek zaferdir...»
Yukarıda verdiğimiz örnekler, Tonguç’un 1946’dan
sonra köy enstitülerine karşı girişilen saldırılar ve Milli
Eğitim Bakanlığındaki enstitüleri yıkma çalışmaları üzerine
neler düşündüğünü gösterir. Ayrıca bunlara bakarak şu
gerçeği de belirtebiliriz: Tonguç, Sirer’in kendisine «köy
enstitüleri üzerinde Meclise taviz olarak girişilecek operas
yona ses çıkarmıyacaksın» demesinden bir yıl kadar sonra,
Canlandırılacak Köy kitabının 2. baskısına yaptığı ekler
le girişilecek operasyonu da, tavizciliği de yerden yere vur
muş, bu konudaki düşüncelerini açık açık söylemekten
zerre kadar çekinmemiş, Sirer’in kendisinden istediğinin
tam aksini yapmıştır. Bunu yaparken, Tonguç’un henüz
Bakanlığın resmi bir görevlisi olduğunu, aksi şekilde dav
ranmakla, yani susmakla, bu resmi görevinin rahatlıkla
devam edebileceği konusunda uyarılmış bulunduğunu, ama
onun bu gündelik çıkarlarını düşünmeden karşısındakilere
en ağır karşılıkları vermekten çekinmediğini görüyoruz.
Sonradan onu «ekmek parası için sustuğu», «korktuğu»
gibi suçlamalarla eleştiren bazı solcu yazarlar acaba İlk
öğretim Kavramı ve Canlandırılacak Köy adlı kitaplarında
onun susmadığını gösteren, ama verdiği karşılıkların da
belli bir düşünce planında kalması çabası içinde hazırladı
ğı bölümleri okumak yorgunluğuna katlanmışlar mıdır?
Bunlardan haberleri var mıdır? Yoksa onların susmamak
tan kastettikleri çok başka türlü, en ufak bir şekilde orta
mı bulunmıyan sonu belirsiz eylemlere girişilmesi midir?
O zaman bu çok bilmiş kişilerin o çağlarda kendilerinin ne
yaptıklarını açıklamaları gerekir; Tonguç’un yukarıda ör
neklerini verdiğimiz yazılarıyla bütün aydınlara, bu halkı
seven bütün düşünürlere köy enstitüsü sorununu benimse
yip ortak, milli bir sorun olarak gerici ve çıkarcılara karşı
savunmaları, korumaları için yaptığı çağrıyı niye karşılık
sız bıraktıklarını sormak gerekir. Koşulların elverişsizliğin
den mi ürkmüşlerdi, yoksa köy enstitüsü gibi bir girişime
inançları mı yoktu, kitapta yerini mi bir türlü bulamıyor
lardı?
1946 - 50 arasında maddi durumu çok iyi bir memur
olan Tonguç, susmaktan çekinmediği halde, 1950’den
sonra, yani bakanlık emrine alındığı, açıkta kaldığı zaman
herhalde konuşmaktan hiç de çekinecek değildir. Ama ar
tık o zaman onun yukarıda örneklerini verdiğimiz nitelik
teki konuşmalarının bile artık anlamı, önemi kalmamıştır.
Toplumdaki siyasal gelişme o kadar ters yönlerdedir ki,
yeniden böyle bir atılıma girişmek, tozdan dumandan fer
man okunmadığı bu gericilik ortamında kalkışılacak geçer
siz, tutarsız, yararsız bir monologa kalkışmaktan başka bir
anlam taşımaz. 1946 - 50 arasında belki bir ilerici cephe
nin oluşması ve köy enstitüleri sorununun bu cepheye be
nimsetilmesi umudu henüz vardı; ama 1950’den sonra bu
küçük umut ışığı da sönmüştür; oturup olayların gelişmesi
ni beklemekten başka yapacak birşey yoktur.
■ Uyanış ve Örgütlenme
Tonguç’un 1950- 1960 döneminde yayınlanmış yazı
ları pek azdır. Bunların hemen hepsi yukarıdaki gibi doğ
rudan doğruya köy enstitüsü sorunu ile ilgili tartışma ve
suçlamalara karşılık sayılacak nitelikte değildirler; daha
çok -mesleki konular, eğitbilim sorunlarıyla ilgilidirler. Ba
zı kitap eleştirileri, gezi notları şeklindedirler. Bunların in
celenmesi şu dikkate değer sonucu verir: Tonguç bu çağ
içinde köy enstitülerinden yetişmiş olan genç öğretmenle
rin çalışmaları ve örgütlenmeleriyle yakından ilgilidir. On
ların özelükle bu çağda birdenbire gelişmeye başlıyan ede
biyat alanındaki çalışmalarını sevinçle izler, özel mektup
larla onları bu yolda desteklemeye, onlara güç vermeye çalı
şır. öğretmen örgütlerinin gelişmesini sevinçle karşılar. Sa
yısı pek az olan yazılarını da daha çok bu yeni meslek
örgütlerinin organlarında, dergilerinde yayınlar. Bunların,
hele büyük kentlerin dışında kurulmuş ve gelişmekte olan
lan ona umud verir. Örneğin Göller Bölgesi Köy öğret
menleri Demeğine ve bu kuruluşla ilgili İsparta’da yayınla
nan Demet dergisine yakın ilgi gösterir. Bu yepyeni bir ge
lişimdir. Anadolu sanki ağır bir uykudan yavaş yavaş
uyanmaktadır. Köy enstitüleri sorununun ve ilerici akımla
rın geleceği bu uyanışa bağlıdır. Tonguç zaten Babıali bası
nından ve orta sınıfın kaypak aydınlarından hiçbir zaman
fazla birşey beklememiştir. Bunların bu karanlık dönem
içindeki davranışları Tonguç’un onları değerlendirirken ne
kadar haklı olduğunu kanıtlamıştır. Gelecek Anadoluda,
köylerde, kasabalarda tutunup örgütlenecek, düşüncelerini
korkmadan açıklıyabilecek yeni kuşaktadır. Bu kuşak vu
rulan darbeye dayanabilmiş, cephe çökmemiş, silkinmiş ve
davranmaya başlamıştır. Ezilen sınıfın sesi yükselmeye baş
lamaktadır. Ona göre geleceğin dürüst basını da böyle do
ğacaktır. Ankara’da yine öğretmenlerin yayınlamaya baş
ladıkları Köy ve Eğitim Dergisi yeni bir ilgi ve sevinç kay
nağı olur. Hele Mahmut Makal, Talip Apaydın, Fakir Baykurt gibi enstitü çıkışlı yazarların edebiyat alanında büyük
ilgi uyandırmaları, bu yoldan ülkenin gerçeklerini, köyün
perişanlığını ve nasıl sömürüldüğünü kamuya duyurmaya
başlamaları onca iyi belirtilerdir. Mektuplarıyla onları kut
lamaktan, desteklemekten kendini alamaz, işte nihayet o
1947’lerde yazdığı gerçekleşmektedir'26*: «...Canlanmaya
başlıyan köyün sesini dinliyelim. Bu ses, bir çoklarımızın
henüz iyice alışmadığımız bir sestir. Onu duydukça belki
hoşlanmadığımız anlar da olacaktır. Fakat bu sese alışma
mız lazımdır. Çünkü o kalabalıktan, 17 milyondan, pek çok
okur yazarlarımızın meçhulü olan bir alemden geliyor, is
tesek de istemesek de, beğensek de beğenmesek de onu din
lememiz lazım. Çünkü (sevsek de, sevmesek de o köy bizim
köyümüzdür)...» Ve o ses duyulmaya başlar. Enstitülü
genç yazarlar, ülkenin en önemli edebi armağanlarını ka
zanmaya başlarlar. Gündelik gazetelerin baş köşelerinde
(26)
C a n la n d ırıla c a k K öy, 1. H a k k ı T o n g u ç, R e m z i K ita b
eyi, 1947, İs ta n b u l, s. 512.
en çek okunan yazarlar olurlar. Tonguç onlara şöyle seslenir(27):
«...(Yunus Nadi Roman Armağanı) için açılan yarış
mada birincilik kazanan eseri senin yaratmış olmanı du
yunca pek sevindim. Bu başarıdan ötürü seni tebrik ede
rim. Köydeki gerçek yaşayışı bir sanat eseri haline soka
rak ortaya sermen, pek durgun ve çok kısır fikir hayatımı
zı biraz olsun dalgalandırmaya yarıyacaktır sanıyorum. Ha
reket, canlılık, kıpırdanış, daima durgunluktan, sessizlikten
hayırlı olduğu için eserin üstüne yazılacakların çoğu fay
dalı olacaktır. Bu türlü hareketler kalıp biçiminde yargıla
malar yapmaya alışkın yazarları onun dışına çıkmaya zor
layacaktır. Ezbere yazıp çizenlerle, konuşanlar çıkacak
olursa böylelerine de kulak asmadan doğru bildiğin yolda
ilerler gidersin...» Yahut(?8): «...(Yarbükü) adlı kitabını
aldım. Çok teşekkür ederim. Bu sırada ev değiştirme yü
zünden birçok işlerim olduğu için eserini ağır ağır, keyfini
çıkara çıkara okuyamadım. Pek acele okumuş olhıama rağ
men çok beğendim. Köyün en büyük dertlerinden birini
cidden iyi arılatmış, onunla ilgili problemleri başarı ile or
taya sermişsin. Köyün romanı yazılmalı diye oturup vaaz
verenler oturup okusunlar Yarbükü'nü. İyi çalışıyorsunuz,
öbür arkadaşlarınız bir yandan, sen bir yandan, Türk köy
lüsünü ortaya çıkarıp seriyorsunuz. Gelecek iyi niyetli ça
lışmaları şimdiden hazırlıyorsunuz. Seni tebrik ederim...»
1950’de de köylü aydının ilk güçlü sesi, Mahmut MakaFın
«Bizim Köy» kitabı Türk düşünce alanında yankılar yap
tığı zaman ona şöyle yazmıştı(29): «...Varlık’ta çıkan yazı
larını okuyorum. Köyün içyüzünü olduğu gibi aksettiren
(27) T o n g u ç’a K ita p , İm e c e y a y ın la rı, İ s ta n b u l 1961, s. 68,
F a k ir B a y k u r t’a y a z ılm ış 1.7.1958 g ü n lii m e k tu p .
C28) a.g .e. s. 69. T a lip A p a y d ın ’a y a z ılm ış 12.2.1959 g ü n
lü m e k tu p .
(29) T o n g u ç’a K ita p , İm e c e y a y ın la rı, İs ta n b u l 1961, s. 53.
M a h m u t M a k a l’a m e k tu p , 8.2.1950.
bu yazılar köy davasını ele alacak olanlar için bir ayna
vazifesi görecek, onları yanlış yollara sapmaktan kurtara
caktır. Bu bakımdan çalışmaların memleket için çok hayır
lı olacaktır. Benim gibi düşünen bazı arkadaşlar Bizim
Köy’ü okuduktan sonra hep beraber seni takdirle andılar.
Çamsakızı çoban armağanı kabilinden bir sandık yaparak
onu posta ile adresine göndermeyi uygun buldular. Bu ar
kadaşlar, eğitim yolu ile köyiin canlandırılmasına hizmet
etmiş eğitkenlerdir. Senin yetişmeni, iş hayatına atıldıktan
sonra giriştiğin yazıcılıkta başarı göstermeni candan iste
dikleri ve bundan memleket hesabına hayır gördükleri için
seninle yakından ilgilenmektedirler. Bu ilgiyi iyi niyetle ka
bul edeceğini sandıkları herşeyden çok sağlığını istemek
tedirler. Bu sebepten yapmaları mümkün olan herhangi bir
yardımı esirgemiyeceklerdir... İşinde büyük başarılara ka
vuşmanı candan diler, gözlerinden öperiz, yiğit arkadaş. ..»
Burada şunu da belirtmek isteriz: Bu karanlık dönem içe
risinde hiçbir olay Makal’ın 1950’de yükselen erkek sesi
kadar Tonguç’u sevindirmemiş, duygulandırmamış, güçlendirmemiştir. Onun bu çıkışında Tonguç yaptığı bütün he
sapların, kurmaya çalıştığı sistemin doğruluğunun somut
bir kanıtını görüyordu. İşlenen toprak nankör çıkmamış,
ürününü vermiş; hem de beklenenden çok erken vermişti.
Tonguç bu ilk ürünü diğerlerinin izleyeceğini, iki kere iki
nin dört ettiği gibi biliyordu. Direnme gücü artmış, iradesi
bilenmişti. 22.1.1953’de bir dostuna yazdığı mektupta şöy
le der(30): «...M eslekte başarı göstererek vatana hizmet et
miş insanların soğukkanlı olmamalarına hayret ediyorum.
İnsan vicdanına karşı kendini sorumlu duymadığı müddet
çe fırtınaları sükunetle karşılayabilmelidir. ..»
1959’a doğru işler artık hiç de gerici - tutucu iktida
rı hoşnut edecek şekilde gelişmiyordu. Bunca baskıya, yı
kıcılığa, kötülüğe karşı, bütün ülkede, yer yer enstitülü öğ(30) T o n g u ç’a K ita p , İm e c e y a y ın la rı 1961, İs ta n b u l, s. 55.
retmenlcr dayanışma örgütleri kuruyorlar, bakanlığın hak
sız işlemlerine başkaldırıyorlardı. Köy enstitülerinde siste
mi bozmak için elden gelen herşey yapılmıştı ama, kapıla
ra bir kilit vurup bu kurumlan ortadan kaldırmak, maddi
varlıklarıyla da yok etmek olanağı bulunamamıştı. Bütün
çabalara rağmen, yine de o havadan biraz birşeyler kal
mıştı bu okullarda. Hani baskı biraz kaldınlıverse herşey
eskiye dönüverecek gibiydi. Sistem direniyordu. Tonguç
yıllarca önce, daha kuruluş çağlarında birçok girişimlerin,
ilkelerin en zor yıkılacak, bozulacak şekilde saptanmasına
dikkatle çabalardı. Örneğin şu enstitülerin yerlerinin seçi
mi işi, hatta yapıların düzenlenmesi, genel durum planları
nın yapılmasında bile bu ilke göz önünde tutulmuştu. Bu
nu anladıkları için değil midir ki, bu kadar hiddetlenmiş
ler; bunları soruşturma konusu bile yaparak Danıştay’a
kadar götürmüşlerdi. Nitekim 1950- 1960 arasında, ensti
tüleri kapatıp, yapıları bir başka amaçla kullanmaya çok
çalışıldı ama; hiçbir olanak bulunamadı. Bu şekilde bir ya
tılı okul, hem de enstitü ilkelerinin bazılarının zorunlu ola
rak uygulanması gerektiği birer yatılı okul olarak buraları
kullanmanın dışında hiçbir çözüm bulunamıyordu. Son çö
züm olarak buraları Milli Savunmaya devretmeyi, kışla
yapmayı denediler, olmadı. Cılavuz Köy Enstitüsü (Kars)
bu yönden incelendi, elverişli bulunmadı.
Köy enstitülü öğretmenlerin gittikçe güçlenen bir bas
kı gücü durumuna gelmesi üzerine Bakanlık 1958 - 1959’da yeni bir yıldırma kampanyasına girişti. Bu defa köy ens
titüsü çıkışlı genç öğretmenler soruşturmalarla bunaltılma
ya çalışılıyor, gereksiz yere nakil ediliyor, cezalandırılıyor,
bakanlık emrine alınıyordu. Ama bu kere basın sessiz kal
madı. 1946’larda işin o yaygın ve her kişiyi ürküten antikomünist kampanya ile birleştirilerek kamunun nasıl ya
nıltıldığını hiç olmazsa birkaç büyük gazete artık anlamış
lardı. Koşullar 1946’dan farklı idi. Bir kısım basın enstitü-
lü öğretmenleri savunmaya başladı. O zaman politikacılar
da biraz davranmak gereğini duydular, örneğin İnönü’nün
sesi duyuldu'30: «...K öy enstitüleri dolayısıyla kıymetli un
surların ekmekleriyle uğraşılmasın. Köy enstitüleri müna
kaşası bugünlerde yenilendi. Bizim bu enstitülere ne kadar
canla başla sarıldığımızı bilirsiniz. Bugün için tek dileğim
şudur: Kıymetli unsurların fikirleri yüzünden ekmekleri ve
meslekleri ile uğraşıldığını işitiyoruz. Pek müteessir oluyo
rum. Bu insanlara şefkatle muamele edilsin...» diyordu.
■ 27 Mayıs ve Tonguç
Tonguç 27 Mayıs 1960’dan önceki öğrenci hareket
lerini sevinç ve umutla karşıladı. 1946 - 1950 yıllarında
CHP iktidarı tarafından her türlü geri atılıma vicdansızca
alet edilmiş gençlik uyanıyor, ilerici ve çok önemli bir bas
kı gücü durumuna geliyordu. Sonra 27 Mayıs’ın coşkunlu
ğu geldi. Tonguç’un bu günlerdeki düşünce ve duygularını
dostlarına yazdığı mektplardan öğreniyoruz'321. 27 Mayıs’ın
coşkunluğu içinde bile aydınların bundan sonra nasıl davranılacağı konusunda başarılı olamıyacaklarından, bu ileri
ci gelişimi değerlendiremiyeceklerinden, doğru yolu bulamıyacaklarından kaygılanıyordu. O klasik orta sınıf okur
yazarına karşı duyduğu güvensizlik hiç azalmamıştı:
«...Şimdi ne olacak? İşte asıl büyük problemle şimdi alın
alma gelmiş durumdayız. Işık tutacak insanlar kıt. Atatürk
devrimlerini ortaya atanlardan sağ kalanlar kocadı. Yeni
düzene temel teşkil etmesi gereken ilkeleri ileri sürüp sa
vunacaklar ortaya çıkabilecek mi?
Ayrıca kötülük ve
geriliğin timsali olan diktatörlüğün icra vasıtası olanlar
15.8.1959
(3-’i T o n g u ç’a
77, 78.
11.6.1960
(3iı
g ü n k ü U lu s g a z e te si, s. I.
K ita p , İm e c e y a y ın la rı, İ s ta n b u l 1961, s.
D o s tla rın a y a z d ığ ı
7.6.1960, 10.6.1960 v e
g ü n lü m e k tu p la rd a n .
alaşağı edildi, fakat maya olduğu gibi duruyor...» ve
«...Heyecanlı ve ümitli günler birbirini kovaladı. Gençler
le beraber Kızılay meydanına biz de koştuk. Atatürk bul
varında tarihte eşi az bulunan levhalar gördük. Bir gece
silah sesleriyle uyanınca, güneşin ilk ışıklarıyla beraber bir
zulüm idaresini çökerten genç harbiyelileri silahları elle
rinde kapımızın önünde görmek saadetine kavuştuk. On
dan sonra mutlu günlerin sevinci içinde çalkalandık. Ce
naze töreninden döner dönmez sana bu mektubu yazma
ya başladım. Tam dört saat ayakta önümden ağır adımlar
la geçen Cumhuriyetin koruyucularını doya doya seyret
tim. Kızlı - erkekli yeni bir kuşak, omuzlarında taşıdıkla
rı şehitleriyle beraber A nıt kabre doğru öyle bir aktı ki,
insanoğlu için bu levhayı görmek saadeti kadar zevkli hiç
bir şey olamaz... Sabah saat 4. Benim odayı biliyorsun.
Pencereden ufuklara bakınca uzaklarda Atatürk Orman
Çiftliğinin silüeti bir höyüğün arkasında görülür. Ortalık
yeni aydınlanıyor, ışık adamın sıkıldıkça kendini attığı, se
vindikçe koşup eğlendiği yeşillikleri belirtmeye başladı. Bu
manzaraya bakarak gelecek günlerle ilgili hayaller kuruyo
rum çayımı içerken.
«İhtilali üstün başarı ile sonuçlandıranlar yeni Tür
kiye’yi nasıl kuracaklar? Ülkücülerin bugün yurdun her ta
rafına serptikleri ak güllere kara sinekler konacak mı, di
yorum içimden. Tarihin hiçbir devrinde eline bu derece
■sınırsız bir yetki geçmemiş olan Anayasa komisyonu yeni
Cumhuriyete sağlam temeller atabilecek mi? Yoksa mak
yajlı yüzler sureti haktan görünerek ülkücülerin arasına
katılıp habis ruhlarının kirleriyle bu bir daha ele geçmez
fırsatı zehirliyecekler mi acaba?... Karşımdaki tabiat çok
güzel, sabahın ışıkları çok parlak. İyimserliğim üstümde
olduğu için kötülüğe iyiliğin üstün geleceğine hük
mediyorum ve işte şimdi ülkücü aydınlara büyük işlere el
atmak sırası geldi diyorum...»
27 Mayıs devriminden sonra Tonguç’un çok önenı
verdiği bir çalışması da yeni Anayasa için hazırladığı ilköğ
retimle ilgili bölümün taslağıdır. Devrimin hemen ardın
dan, Tonguç, kendisine göre Anayasaya girmesinde yararlı
gördüğü düşünlerini yazmış ve bir taslak halinde yakın
arkadaşlarına incelenmek üzere göndermiştir03’. 13 mad
delik bu taslak, daha sonra Anayasa tasarısını hazırlamak
la görevli Komisyon Başkanı Sıddık Sami Onar’a da tarafı
mızdan gönderilmiş ve sayın İnönü’ye verilmiştir.
Tonguç’un bu taslağım aynen alıyoruz:
«/. İlköğretim mecburi ve parasızdır. Yedi yaşına
basan kız - erkek her çocuk onbeş yaşını bitirinceye kadar
laik ilkokula, teknik okullara ve kurslara devam etmeye
mecburdur.
2. Mecburi öğrenim çağında bulunan her çocuk öğre
nim süresince aşağıdaki haklara sahiptir:
a. Hayat okuluna mahsus ilkeleri uygulıyabilecek öğ
retmenlere kavuşmak,
b. Sağlık koruyucu imkânlar elde etmek,
c. Modern bir okul binasında okumak ve eğitilmek,
d. Kitaplıklardan öğretim araçlarından faydalanmak,
e. Öğrenim süresi içinde taşıt araçlarından parasız fay
dalanmak.
3. İlk eğitim - öğretim kurumlarının amacı, öğrencile
ri Türkiye'nin içtimai ve iktisadi bünyesine en uygun bir
yolda cumhuriyetçi, laik yurttaşlar olarak yetiştirmektir.
4. İlköğretim kurumlarında sınıfların öğrenci sayısı
elliden fazla olamaz. Bu kurumlara devam eden öğrenciler
yılda en az ik'ıyüz gün öğrenim görürler. Günlük öğrenim
süresi beş ders saatinden az olamaz.
(33) T o n g u ç’a K ita p ve Ö zel A rşiv . T o n g u ç ’a K ita p , İm e
ce y a y ın la rı, İs ta n b u l E k in b asım ev i, 1961, s. 190-191.
5. Mecburi öğrenim çağında bulunan çocuklar devlet
okullarından başka okul veya dersanelere devam edemez
ler.
6. Bakılmaya muhtaç kimsesiz çocuklar mecburi öğ
renimi tamamlayıncaya kadar devletçe eğitilirler.
7. İlköğretim masrafı devlet, özel idare, belediye ve
köy bütçelerine konulacak ödeneklerle ve devletçe kabul
edilen yardımlarla karşılanır.
8. Her normal Türk yurttaşı hangi zümreden olursa
olsun istidat ve kabiliyetine göre, her derecedeki okullarda
öğrenim görmek hakkına sahiptir.
9. Her öğretmen modern eğitim ilkelerine göre «öğ
retme hürriyethne sahiptir.
10. Mecburi öğretim kurumlarında devletin resmi di
linden başka dille öğretim yapılamaz.
11. Yetişkin halktan okuma yazma bilmiyen her yurt
taşın okur yazar duruma gelmesini sağlıyacak halk eğitimi
kurumlarına başvurmak hakkıdır.
12. Köylerde ve köy karakterinde olan kasabalarda
ki halk, oturduğu yerlerin ihtiyaç ve özelliklerine en uygun
laik öğretim kurumlarına başvurmak hakkına sahiptir.
13. Siyasi partiler mecburi öğretimin, halk ve meslek
eğitiminin, sanat ve bilim alanındaki çalışmaların hızını
engelliyecek teşebbüs ve hareketlerde bulunamazlar.»
Bir Anayasa için oldukça ayrıntılı sayılabilecek bu
düşünlerin tartışılması Tonguç’un 27 Mayıs devriminden
sonraki başlıca isteği idi. Ne yazık ki, üzerinde durulma
mıştır.
İşte Tonguç’un son düşünleri, duyguları bunlar oldu.
23 Haziran 1960’da öldüğü zaman mutlu bir insan
dı.
Tataratmaca köyünden bir köylü delikanlısı çıkmış,
önemli bir eğitim girişimini yönetmek olanağını bulmuş,
bunu sınıfından kopmadan başarmış, köylü sınıfının bilinç
lenmesi, haklarına kavuşması için giriştiği çabalarla köylü
lerine yardım etmiş, kurduğu örgütün bu bilinçlenme yo
lunda başarılı olacağım gösteren birçok belirtiyi ölmeden
görmüş ve düşünlerinden, ilkelerinden dönmeden, yolun
dan sapmadan, eğilmeden, bütün hayatı boyunca bir tek
yönde, bir tek doğrultu üzerinde dimdik yürüyebilmişti.
Mutluluk bu değilse nedir?
Köy Enstitüleri
Konusundaki
Eleştiriler.
Başlangıçtan günümüze kadar köy enstitüleri konu
sunda yapılmış eleştirilere toplu olarak bakarken, daha çok
bu eleştirilerin siyasal ve toplumsal yönü üzerinde duracak,
eğitbilimsel yönlerini ikinci planda bırakacağız. Bu ba
kımdan iziiyeceğimiz yol ve sıra da bu amacımıza uygun
olacaktır. Eleştirileri üç büyük grupta toplıyacağız: 1. Sağ
cıların eleştirileri, 2. Köy enstitülülerden gelen eleştiriler,
3. Solcuların eleştirileri.
Bütün bu eleştirilerin, hangi gruptan gelirse gelsin, ba
zı ortak özellikleri vardır. Bu özelliklerden birincisi eleşti
rilerin ciddi, uzun sürmüş, bilimsel yöntemlerle yapılmış
araştırma ve incelemelere dayanmamasıdır. Köy enstitüle
ri gibi gerek düşünce ve gerekse eylem alanında geniş ve
çok yönlü çalışmalarla gelişmiş bir akım üzerinde doğru
eleştirilere varabilmenin ilk koşulu, yorucu, sabırlı, titiz ve
bilimsel bir çalışma ile konuyu incelemek, yalnız yayınlan
mış bazı yazı ve kitapları okumakla yetinmemek, yayın
lanmamış belgeleri bulup incelemek, o çağı yaşamış olan
larla uzun konuşmalar yapmak, yapılanlarla yapılanlardan
kalmış olanları, yani eylemi yerinde incelemek olmalıydı.
Ancak bundan sonradır ki, yazıların, denemelerin, giri
şimlerin altındaki anlamı, amaçlan bulup çıkarabilmek ola
nağı bulunurdu. Şunu üzülerek söyliyelim ki, Türkiye’de
bunu hiçbir kişi yapmamış, böyle bir çalışmayı göze alma
mıştır. Eleştiriler incelenince vanidığı savında bulunulan
sonuçlara, yargılara insanın aklını durduracak bir hafiflik
ve umursamazlıkla varıldığı görülür. İkinci özellik, eleştiri
lerde objektif olunamamasıdıı. Çoğu kez kişisel kırgınlık
lar, kızgınlıklar, doyumsuzluklar, kısacası kişisel nedenler
ve belirli siyasal topluluklara bağlı olmanın sonucu ön yar
gılar, bu eleştirileri bilimsel değerden yoksun kılar. Eleştiri
lerde o günün koşulları içinde, eleştiricinin kendi siyasal
amaç ve hesaplarına, bağlı olduğu siyasal topluluğun çıkar
larına göre de sonuçlara varılmaktadır.
Bütün bu özellikler Türkiye’de köy enstitüleri konu
sunda yapılmış eleştirilere, bilimsel niteliklerinin azlığın
dan, hatta yokluğundan ötürü değer vermemeyi gerektiren
özelliklerdir. Zamanla bu eleştirilerden iz kalmıyacak, ileri
de yapılacak incelemelerde bunların birçoğuna değinmek
gereği bile duyulmıyacaktır. Böyle olduğu halde, eleştiriler
konusunu niçin başlıbaşma ve önemli bir bölüm olarak işle
meye çalıştık? Bunun nedeni bu eleştirileri bilimsel değer
yönünden önemsememizden değildir. Zaten çoğu çağların
siyasal koşullarına ve belli siyasal amaçlara göre yapılmış
bu eleştirilerin, çağlarının siyasal olayları ve bu olayların
köy enstitüsü konusu üzerindeki etkileri bakımından önem
li roller oynamış olmalarıdır. Bu durum bugün de süre
gitmektedir; köy enstitüleri düşünü ve eylemi hayat süre
sini tamamlayıp tarihe gömülmüş bir girişim değildir; canlı
dır ve yaşamını sürdürmektedir. Ve bugün de belirli siya
sal amaçlarla girişilen ,objektiflikten uzak eleştiriler, ya
şamını sürdüren bu düşün ve eylem üzerinde, onun gelişi
mi ve olgunlaşması üzerinde, olumsuz etkiler yapabilmek
tedirler. Eleştiriler konusuna verdiğimiz önem bundan ötü
rüdür.
Eleştirileri toplu olarak incelerken uyacağımız yöntem
şu olacaktır: Birbirine benziyen eleştirilerden örnekler
vermekle yetineceğiz, hepsini teker teker ayrıntıları ile incelemiyeceğiz. Bu, bizi tekrarlardan kurtaracaktır. Eleşti
rilerin ana çizgilerini doğrudan doğruya o eleştirileri ya
panların ağızlarından aktaracağız. Bunlara verilmiş karşı
lıklar varsa, onları da belirttikten sonra kendi düşünlerimi
ze geçeceğiz. Eleştiriler konusunu en objektif bir şeküde
ancak böyle göz önüne serebileceğimizi sanıyoruz.
Eleştirilerin çoğunda iyi niyetten uzaklık, objektif ola
mamak gibi özellikler o kadar belirli, söylenenlerin yalnız
bir takım siyasal amaçlarla ortaya atıldığı gerçeği o kadar
açıktır ki, ortaya gülünç durumlar da çıkar. Örneğin bir
takım sağcılar yaptıkları ve ciddi olduğunu iddia ettikleri
eleştirilerinde köy enstitülerinin komünistlerce kurulduğu
sonucuna varırlar. Öte yandan bir kısım solcular da yine
çok büimsel olduğunu söyledikleri incelemelerinde enstitü
lerin faşistlerce kurdurulduğunu ortaya atarlar. Aynı ko
nuda yapılan iki bilimsel (!) araştırma, böyle birbirinin tam
zıddı iki ayrı sonuca varırsa, herhalde kullanılan yöntem
lerin bilimselliğinden şüphe etmek gerekir. Hatta Türki
ye’nin dış politikasındaki değişmeler büe varılan sonuçla
rın niteliğini değiştirecek roller oynarlar. Dış politika gere
ği hangi devletler gurubu ile aramız bozulmuşsa, içeride
bir kısım kişiler, o devletler grubunun ideolojisinin etkisi
ile köy enstitülerinin kurulmuş olduğu savını ortaya atmak
gereğini duyarlar.
Örneğin Sovyetler Birliği ile dış ilişkilerimizin
bozulduğu ve bütün dünyada antikomünist kampanyanın
çok şiddetlendiği 1946 sonrası çağında, köy enstitülerinin
komünistlerin etkisiyle kurulduğu tezi yaygaralarla ortaya
atılmış, birkaç yıl önce, Kıbrıs olaylarından sonra Türkiye’-
de Amerika’ya karşı duygu ve davranışlar güçlendiği çağda
da köy enstitülerinin Amerikalıların etkisi ile kurulmuş ola
bileceği gibi, o güne kadar hiç söylenmemiş ve hiçbir kişi
nin aklına gelmemiş bir düşün piyasaya sürülmüştür. Bü
tün bunlar bir bakıma sevindiricidir: Bunlar, Türk düşün
hayatında köy enstitüleri girişiminin hâlâ önemli bir yer
tuttuğunu, hâlâ günün konusu olduğunu, tarihin raflarına
kaldırılmış, hayat süresini tamamlamış, geçmişe ait bir
eğitim atılımı olmadığını gösterir. O, daha yaşamaktadır,
gelişmekte, büyümekte, Türk düşün ve siyasal hayatını
etkisi altında tutmaktadır.
İşte bu düşünlerledir ki, biz de eleştirileri incelerken,
ağırlığı bunların pek az olan bilimsel içeriklerine, özellik
le eğitbilimsel yönlerine değil, tarihsel bakımdan oynadık
ları role ve bu rolün önemine bakarak daha çok siyasal
amaç ve sonuçlarına vereceğiz.
7. Sağcıların Eleştirileri
Anadolucular, ırkçı - turancılar, sağcı üniversite ho
caları, sağcı düşünür ve yazarlar bu gruba girerler. Bunlar
çoğu kez birbirleriyle işbirliği yaparak köy enstitülerine
karşı çalışmışlardır. Eleştirilerinde bilimsel içeriğin azlığı,
sözlerinin, düşünlerinin ve savlarının gündelik siyasal amaç
larına ve eylemlerine göre ayarlanmış olması, özellikle bu
grup için doğrudur. Bilimsellik perdesi altında bu grubun
temsilcisi olan üniversite hocalarının bile ortaya attıkları
düşünler, bir takım siyasal amaç ve girişimler göz önünde
tutularak hazırlanmıştır. Bu grup, enstitüleri yıkma orta
mının hazırlanmasında, yıkma işlemine girişecek siyasal
topluluğun ortaya çıkmasında, bu topluluğun ideolojisinin
saptanmasında ve yıkma işleminin sözde bilimsel bir ta
kım örtülerle gizlenmesinde işbirliği yaparak, kendi açıla
rından başarı ile çalışmıştır. Söyledikleri hep aynı şeyler-
dir. 1940’dan günümüze kadar söyleyip yazdıklarında hiç
bir değişiklik ve yenilik olmamıştır. Zaten gerçek inceleme
ve eleştiri yapmak amacından ve iyi niyetinden yoksun ol
dukları için, yeni birşeyler bulup söylemeleri, düşün haya
tına katkıda bulunmaları da beklenemez.
■ Halil Fikret Kanat
Daha eğitmen deneyi sırasında ilk tepki ve eleştiriler
sağcı meslektaşlardan gelmeye başlamıştır. Klasik eğitbilim
esaslarına göre yetişmiş aydınlar için yapılmakta olan işle
rin benimsenmesi çok zordu. Üstelik Tonguç’un giriştiği işe
karşı tepkiler gelmesinin bazı kişisel nedenleri de vardı.
Bunu hazırlıyan koşullar daha 1931 - 1933 yıllarında orta
ya çıkmıştı. Kirby’e göre(l) «...(Tonguç) eğitimde (progres
sif cereyanı) daha iyi anlıyabilmek için Kerschensteiner’e
başvuruyor... 1931 -1933 yıllarında çıkan (Mürebbinin
Ruhu), (Muallim Yetiştirme Meselesi ve Kerschensteiner)
adlı eserler bu çalışmasının mahsulüdür. Bu eserlerin ana
litik değeri az olmakla beraber, burada kısaca tartışılmaya
değerler, çünkü Türk eğitiminin terakkisinde anlaşılması
zor trafik bir rol oynamışlardır. Dar anlamı ile pedagojik
olan bu eserleri tercüme etmekle Tonguç, o zamana kadar
«pedagog» diye tanınan ve sayılan zatların tekelindeki ala
na tecavüz etmiş oluyordu... (Mürebbinin Ruhu) ocağın en
nüfuzlu üyelerinden birinin otoritesine doğrudan doğruya
meydan okur gibi...» Kirby’nin burada kastettiği otorite,
eğitim doktoru ve Gazi Eğitim Enstitüsü Pedagoji öğret
meni Halil Fikret Kanat’tır. Devam edelim: «...(Mürebbi
nin Ruhu), liberal ve ileri eğitimci Kerschensteiner*i doğru
dan doğruya kendi ağzından konuşturan ilk teşebbüsdür...
öğretmen Okulu öğrencileri ve öğretmenleri bunları (ya(i) T ü rk iy e d e K ö y E n s titü le ri, F a y K irb y , İm e c e y a y ın
l a n , A n k a r a 1962, s. 94, 95.
zarın notu: Kerschensteiner’in düşniilerini ve iş prensibini)
sadece Halil Fikret Kanafın kaleminden ve gözünden geç
tiği şekilde biliyordu. Daha sonra 1942’de çıkan (Milliyet
İdeali ve Topyekun Milli Terbiye) adlı eserinde açıkça
görüldüğü gibi, Kanat, Kerschensteiner’in alman eğitim sis
temine getirmeye çalıştığı liberal ve demokratik fikirlerin
eğitim meselelerinde manasız şeyler olduğu fikrinde idi... »
Böylece daha başlangıçta eğitim alanında girişilecek geniş
çapta bir çalışmanın, kendilerini eğitbilim otoritesi sayan
ları küçük düşürecek vc onların düşünlerine dayanmıyacak
şekilde yürütüleceği gibi bir kanı bu otoritelerde yerleşmişti.
Böylece eğitbilim teoricilerinin Tonguç’a cephe almaları
için gerekli ortam hazırlanmıştı. Tonguç’un deyimi ile
«ulema» kendisini kenara itilmiş hissediyordu. Bundan
sonra Kanat, yapılan çalışmalarda ve hatta yıkma çağında,
kendi düşünlerinin ve ilkelerinin ağır basması, dinlenmesi,
uygulamaların bunlara göre yapılması için çeşitli yollar
dan çaba gösterdi. Bir eğitbilim otoritesi pozuyla bakanlara
raporlar verdi, verdirdi, makaleler yazdı. Kendi düşünle
rine yatkın Kızılçullu Köy Enstitüsü Müdürü Emin Soysal’la bu yolda işbirliği yaptı, düşünlerini ve ilkelerini ona
uygulatmaya çalıştı. Hatta yazdığı birkaç gazete makalesin
deki düşünlere dayanarak bütün köy enstitüsü sisteminin
kendisi tarafından bulunduğu savını Emin Soysal aracılığı
ile yaymaya çalıştı. Bu yokla bütün umutlan kesüdikten
sonra da Kanat - Soysal İkilisi köy enstitülerini kötülemek
için ellerinden geleni yaptılar. Kanat’ın ve kendisi gibi dü
şünenlerin ilkeleri, köy enstitülerine vermek istedikleri hava
ve çabaları, oldukça ayrıntılı olarak Kirby’in «Türkiye’de
Köy Enstitüleri» kitabında bulunabilir'21. Biz eğitbilim ay
rıntılarına girmeden, sadece Kirby’nin şu düşünlerini bu
raya aktaracağız. Ona göre Kanat’ın eğitim fikri: «Kemalizme aykırı bir ideolojinin ifadesidir. Bu görüşün en son
ifadesini H.F. Kanafın (Milliyet İdeali ve Topyekun Milli
Terbiye) adlı eserinde buluruz...» Bundan sonra Kirby
bu eserden Kanat’m okullarda yapılacak istihsal çalışma
ları üzerindeki şu düşünlerini alıyor(J): «...B u kadar kıy
metli ve bu derece önemli bir devrede genç istidatların (er
ginlik çağında) istihsal ve fayda gibi, daha ziyade hodbinlik
temayüllerini tatmine müteveccih gayeler altında ezilmesi
çok tehlikelidir. Böyle bir terbiye genç ruhlarda, belki ha
yatlarının sonuna kadar, objektif kıymetlerin canlanma
sına ve ahlaki değerlerin teşekkül etmesine mani olur...»
Kirby’ye göre, Kanat’m kafasında «Yeni köy öğretmeni
nin başlıca fonksiyonu, köylü arasında yabancı bir ulusçu
luk idealizmini aşılamaktır... Kanat’ın istediği eğitim
SS.leri yaratmaktır.» Kanat’a göre Türkiye’yi bir takım
«insanüstü idealistler modernleştirecektir...» Halbuki
Tonguç’a göre «...Y eni eğitimin hedefi tek bir idealist ve
ya insan - üstü yetiştirmek değil, modern bir işbölümü
meydana gelmesini kolaylaştırmaktır. Bu, Kemalist devri
min özleyiş ve ihtiyaçları ile ahenk halinde olacak şekilde
çeşitli şahsiyetler ve meslek adamları
yetiştirmek
demektir. Bu, sadece yazılı tarihe kendi damgasını vuracak adam yetiştirmek değil, aynı zamanda adı
tanınmıyacak, fakat toplum hayatında büyük bir rol oyna
yan ‘halk’ı da yetiştirmektir...»w. Görülüyor ki, Kanat ve
ondan yana olanların düşünlerinin temelinde, totaliter re
jimlerin üstünlüğü, bu rejimlerle bir ülkenin kalkınabilece
ği, bunun için de bu rejimlerin körükörüne aracı olabile
cek üstün özellikleri olan idealistleri yetiştirmenin modern
eğitbilimin amacı olması gerektiği gibi görüşler vardı. Bun
lar ekonomik sorunları ekonomik toplumsal koşulların kişi
nin ve kişinin eğitimi üzerinde yapabileceği etkileri önemse
miyorlardı. Hatta bunlara göre maddi problemlerle uğraş -
mak, insanları aşağılatıcı, eğitimi bozucu bir çaba idi.
Modem bir eğitim sisteminde bunların sözünü etmek bile
yanlıştı. Bütün bu temel görüşlerin, siyasal ideoloji olarak,
geniş ölçüde o çağda pek moda olan faşist felsefe
ve ideolojilerden esinlendikleri ortadadır. Bu noktadan
hareket edince, Kanat ve arkadaşlarının girişilen eğitim ça
lışmalarından beklediklerinin, klasik eğitbilim ilkelerine
kendi ideolojilerinin gerektirdiklerini de ekliyerek, öğretmen
okulları kurmak olduğu anlaşılır. Bu bakımdan köy ensti
tülerini öğretmen okullarından ayıran ve onlara köy ensti
tüsü özelliklerini veren bütün ilke ve uygulamaların karşı
sında idiler ve bu ilke ve uygulamaları bozmanın, değiştir
menin savaşına giriştiler. Bu grubun eğitim alanındaki dü
şünleri ileride, 1946’ya doğru, enstitüleri yıkma çabalarına
girişecek CHP içindeki Anadoluculann çalışmalarına esas
olmuştur. Kirby(5) bu düşünleri ve çalışmaları «eğitim ala
nında antikemalist görüşler» diye belirtir ve şöyle yazar:
« ...Burada... bu zümrenin (Yazarın notu: Anadolucuların) resmi pedagogu olan... H.F. Kanat’ın fikirlerini
hülasa edeceğiz: Onun köy enstitüleri fikrinin asıl babası
olduğu yolunda yaratılan efsane, Atıadolucu grubun iki
maksadı için icadedilmişti: a) t. H. Tonguç’un idaresi al
tında şekil almış olan enstitülerin tahrif edilmiş ve yanlış
yolda yürütülmüş eğitim müesseseleri olduğunu ispat et
mek, b) imkan bulununca köy enstitülerini birer öğretmen
okulu şekline sokm ak... K anafm ‘Milliyet İdeali ve Topyekun Milli Terbiye’ adlı eseri anadolucu fikirlerin organı
olan dergilerde alkışlarla karşılanmıştı. Bu eserin başarısı,
Almanya’da hakim olan nasyonal sosyalist görüşleri eğitim
meselelerine Kemalizm görüşünün aynı gibi gözükecek şe
kilde adapte etmesi olmuştur. Her ikisinin de dıştan ulus
çu oluşu ve her ikisinin de devletçi görünüşü, Kanat’ın bu
işini kolaylaştırmıştır. Fakat eser dikkatle incelendiği za
m an... Kanat’m fikirlerinin ilham kaynağının Türkiye için
de değil, dışında olduğunu gösterir. Eserin adındaki ‘topyekün’ terimi bile rıazi terimidir. Kanat... ustalıklı bir metodla Atatürk ve Kemalizm aleyhine fikirleri peçeliyerek
kuvvetle ileri sürmeye muvaffak olmuştur. Bu metodla...
nasyonal sosyalist sistemini sanki Kemalizmin aynı gibi ala
rak ve onu esas tutarak komünizm aleyhine kimsenin itiraz
edemiyeceği fikirleri serbestçe kullandı ve bunları naziliğin
doğruluğunun ve üstünlüğünün delili olarak ileri sürdü.
Kanat’a göre, Birinci Cihan Harbinden sonra Alman ve
Türk toplumlarının karşılaştıkları meseleler aynıdır...
Türk ulusçuluğunun özlediği, fakat gerçekleştiremediği herşeyi, sınıf mücadelesini yoketmek, devletçiliği kurmak, inkı
lapçı olmak, maddi yükseliş, hatta halkoyu ile Hitler’i başa
getirmek anlamında cumhuriyetçilik amaçlarının hepsini
nasyonal sosyalizm gerçekleştirmiştir. O halde Türkiye, A l
manya gibi ileri ve yüksek bir toplum olmak istiyorsa ora
daki siyasi, ekonomik ve eğitimsel metodları uygulamalı
dır... Ona göre Türkiye’nin bütün eğitim davası, gençliği
ulusal ideal ile aşılamak araçlarının uygulanması mesele
sinden başka birşey değildir. 1935’de Kurun Gazetesinde
çıkan makalelerinin, 1937’de Saffet Arıkan’a sunduğu la
yihanın temelindeki eğilim görüşü şimdi açıkça anlatılmış
oluyor...» Bundan sonra Kirby, Kanat’ın CHP’yi nazi par
tisine benzetmek yolunda, kılık değiştirerek ülkenin duru
munu inceliyecek parti müfettişleri yetiştirilmesi düşününe
değinerek şöyle der: «...Bir pedagogu gülünç düşürecek
böyle safdilce fikirlerle tavsiye edilen metod her çeşit to
taliter rejimlerde görülen hafiyelik teşkilatından başka birşev
değildir. Nitekim Kanat, bunun zaruri olduğunu şu satır
larla anlatıyor: (...Vatan ve millet mefhumlarına tamamen
yabancı oldukları için yaşadıkları memleketlerin havasını...
ifsat etmeye mütemayil bulunan yahudi ırkını göz hapsi al
tında bulundurmak bakımından inkılapçı memleketlerin
bidayette bu neviden gizli teşkilatlar kurması hiç de lü
zumsuz sayılmaz. Sonr.a yeni rejimin ortaya attığı ideal
lerin etrafa ve bilhassa gençler arasında kök salmasına
mani olan her türlü tenkitlerin ve muhalefet fikir ve hare
ketlerinin önüne geçilmesi de son derece lüzumlu ve fayda
lıdır)... Bu parçalar bize Kanat’ın ne çeşit bir eğitim iste
diğini, neden eğitim müesseselerinde (fikir hürriyeti ve ka
naat serbestliği safsatasını) bir (felaket) saydığını yeter de
recede anlatır. Kanat, Soysal idaresindeki Kızılçullu’nun
bu esasları gerçekleştirmeye çalıştığını belirterek...»
Böylece CHP içinde iktidarı ele geçirerek enstitüleri
yıkma işlemine girişecek olan Anadolucular kendi eğitbilim ideologlarını bulmuş oluyorlardı. Sirer’in yürüttüğü ve
sonrakilerin sürdürdüğü yıkma işlemleri Kanat - Soysal İki
lisinin düşünlerine göre yürütüldü. Kirby’e göre, daha
«...7943 Şubatında toplanan 2. Maarif Şûrası Kemalist ve
antikemalist eğitim görüşlerinin çarpışma sahnesi oldu...
Liberal görüşlü ciddi aydınların direnmesi olmasaydı, bü
tün Türk vatandaşlarının kanlarının muayene edilmesi,
okullarda Türk tarihinden başka tarih okutulmaması, kla
siklerin tercümesi işinin durdurulması gibi ırkçılara mah
sus fikirlerin Şûra’ya kabul ettirilmesi belki de mümkün
olacaktı. Fakat hiç değilse bir (başarı) elde edilmişti. Şûra
ya üye olmadığı halde hayli faaliyet gösteren Soysal ile de
lege olarak gelen Kanat, köy enstitüleri hakkında bilgisi
bulunmıyan birçok liberal üyelere bunların modern peda
goji prensiplerine aykırı olduklarını, iptidailiğe dönmeyi
temsil ettiklerini inandıracak telkinlerde bulunmaya mu
vaffak olmuşlardı...»
■ «Ulema»
Kanat’m görüş ve düşünlerine benzer eleştiriler aym
çağda (1937 - 1946) ve daha sonraları, günümüze kadar
daha birçok düşünür, yazar ve üniversite hocası tarafından
ileri sürülmüştür. Bunların arasında en fazla göre çarpan
kişiler olarak Prof. Ziyaettin Fahri Fındıkoğlu, Prof. Müm
taz Turhan, Prof. Osman Turan, Doçent Nurettin Topçu
gibi sağ eğilimliler sayılabilir. Bunlar yazdıkları yazılarla
yıkma işine girişmiş CHP ve DP politikacılarına gerekçe
ler hazırlamışlar, yol göstermişlerdir.
Bütün bu «Bilim Adamlan»nın eleştirileri, esasın
dan birbirine benzemekle beraber aralarında bazı farklar da
vardır. Örneğin Kanat, bütün vatandaşların bir ilköğretim
çarkından geçirilmesinden yanadır; ama bunun için yetiş
tirilecek öğretmenlerin yetiştirilme tarzı ve uygulanacak eği
tim ilkeleri yönünden yukarıda gördüğümüz çeşitten dü
şünleri vardır. Bazıları, örneğin Prof. Mümtaz Turhan, bu
kadar geniş bir ilköğretim çalışmasına bile karşıdırlar. Ona
göre üstün yetenekleri olan çocuklar bulunup çıkarılmalı,
bunlardan üstün yetenekli uzmanlar yetiştirilmelidir. Türki
ye’yi bir uzmanlar ordusu kalkındıracaktır. Bunun yerine
yaygın bir orta dereceli öğrenim sistemi kurmak zararlıdır;
niteliği düşürür. Sağcı düşünürlerin herşeyden önce yay
gın bir ilköğretimin gerekliliği konusundaki düşünleri bu
iki uç arasında değişir. Ama hepsinin ortak olarak benimse
dikleri eleştiri, köy enstitülerine özeliklerini veren bütün
yeni ilkelere karşı olmalarıdır: Enstitülerin kentlerden uzak
ta kurulmaları yanlıştır, iş eğitimi ilkesi yanlıştır, zararlı
dır, öğrencilere tarım ve sanat öğretilmesi gereksizdir, on
ların yeterince kültür dersi görmemesine yol açar, köy öğ
retmenine okuldaki öğretme görevi dışında köyün toplum
sal ve ekonomik sorunlarıyla ilgili görevlerin verilmesi doğ
ru değildir, enstitülerde ders kitabı dışında bol kitap oku
tulması, öğrencilerin kendi kendilerini yönetmesi gibi bir
ilkenin uygulanması, onların yönetime katılmaları, tartışma
özgürlüğü gibi demökratik ilkelerden yana değillerdir,
kültür derslerinde, özellikle tarih öğreniminde uygulanan
yöntemler yetersizdir, öğrenciler yeterli derecede «milliyet
çi» olarak yetişmemektedirler, enstitülerdeki genel yaşama
tarzı ahlak kurallarına aykırıdır, enstitülerin aynı zaman
da tarım üretimi yapılan bir çeşit devlet çiftliği gibi eko
nomik fonksiyonu olan kurumlar olmaları eğitbilim ilke
lerine aykırıdır v.b.... Bu gruptan olan bazı kişiler daha
sonraları, siyasal olaylar özledikleri yönde gelişince, köy
enstitülerinin «komünist yuvaları» olduğunu açık açık id
dia edeceklerdir.
t
MAnadolucular
CHP’li Anadolucular bu «bilimâdamlamnm eleştiri
lerini benimsiyerek onların gösterdikleri yolda yıkma iş
lemlerine girişirlerken, kendilerini köy enstitülerine karşı
kişiler olarak göstermemeye, enstitülere açıkça cephe al
mamaya, yıkma işlemlerini de düzeltme, «bazı hataları gi
derme» gibi göstermeye çabalamışlardır. Örneğin Sirer’in
köy enstitülerinin ana ilkelerini nasıl bozduğunu, sonra da
bunu övünerek partisi iktidardan düştükten sonra nasıl
anlattığını ve DP’li Milli Eğitim Bakanına sözde nasıl akıl
verdiğini kendi ağzından dinlemek ilginçtir'61:
«...K öy enstitülerinin öğretmen okulu haline getirile
ceği haberinde bir yanlışlık olacak. Çünkü bu enstitüler
dört vıldanberi birer öğretmen okulundan başka bir şey de
ğillerdir. Kuruluşlarının ilk yıllarında enstitülerin öğret
menden başka köye lüzumlu diğer elemanları da onun şah
sında veya ondan ayrı olarak yetiştirmeleri düşünülmüştü..
Fakat daha ilk tecrübelerle bunun mahzurları anlaşılm,ş
ve bu sistem 1 946-1947 ders yılı başından itibaren terk
olunmuştur. (Yazarın notu: Bu yıllar, Sirer’in Bakanlık
(6> 7.3.1951 g ü n k ü U lu s g a z e te si, «K öy
E n s titü le rin e
D air» b a şlık lı y azı, y a z a n : R e ş a t - Ş e m s e ttin S ire r.
yaptığı yıllardır)...» Sonra Bakan olarak 24.12.1946’da
Mecliste yaptığı bir konuşmadan söz açan Sirer: «...K öy
enstitülerinde çocuklara ziraat gösteriyoruz. Sanat öğreti
yoruz. Gaye enstitüde okuyan çocuğa öğretmenlikten baş
ka bir de köyde demircilik yahut marangozluk yaptırmak
değildir... öğretmenin böyle yetişmesinde işin... terbiyevi
kıymeti olacağı için, bunları öğretiyoruz...» Bundan sonra
kendisinin hazırlattığı ve 10.10.1947’de yürürlüğe giren
yeni öğretim programına deyinen Sirer: «...B u türlü ders
lerin okutulduğu ve uygulamaların da yapıldığı bir kuru
mun ancak bir öğretmen okulu olmaktan başka birşey olamıyacağı aşikârdır...» der. Enstitüleri nasıl öğretmen oku
luna çevirdiğini böylece övünerek anlatan Sirer, daha sonra
Tevfik lleri’ye şöyle 'yol gösterir: «...Bugünkü iktidar ens
titülerimizde bir takım değişiklikler yapmaya kalkamaz
mı? Yapmak isterse bunlar ne olabilir? Doğru veya yanlış
enstitülerin bugünkü özelliklerinden şu dördü üzerinde du
rulabilir: 1. Enstitülerin manevi havası: Yıllar vardır ki,
köy enstitülerimiz Türkiye'nin her nevi ve dereceden bü
tün okullarına örnek teşkil edecek surette derin bir milli
şuurun, ateşli bir yurt sevgisinin ve vazife ahlakının mih
rakları haline gelmişlerdir. Milli Eğitim Bakanı elbette bu
havayı değiştirmiyccek, bozmıyacak, ellerinden geldiği ve
güçlerinin yettiği kadar kuvvetlendirmeye çalışacaktır...
2. Öğretim süresi ve ders konuları: Öğretim süresinin bir
yıl daha uzatılması ve ders konularının da genişletilmesi
mümkün ve doğrudur... Kültür derslerinin konularını ge
nişletmek, toplumbilim gibi bazı derslerin müfredatını da
düzeltmek, böylelikle öğretmen adaylarını genel bilgi ba
kımından daha kuvvetli yetiştirmek mümkün olacaktır. Bir
kaç yıl önce düşünülmüş ve kararlaşmış olan bu düzeltme
ler yapıldığı takdirde bunu yapanlar da enstitülerimize hiz
met etmiş olmak şerefini kazanacaklardır...» (Yazarın nötu: Köy enstitülerinin öğrenim süresinin altı yıla çıkarıl-
ması için 1948 yılında bazı çalışmalar yapılmıştır. Enstitü
öğrencilerinin kültür yönünden zayıf olduğu gerekçesiyle
kalkışılan bu işin ardındaki gerçek amaçlar başkadır, ö ğ
renim ilkelerini Tonguç’un düşününün aksine ve iş ders
lerinin zararına olarak teorik derslere kaydırmak gibi bir
amacın yanı sıra şöyle bir pratik amaç da güdülmüş ola
bilir: 1946’dan sonraki iktidarlar köylerde okul yapımının
hızını azaltmışlardır. Halbuki enstitüler Tonguç zamanında
ki tempoları ile mezun vermektedirler. Bu, yeni görev ve
rilmesi gereken öğretmen sayısı ile hazır olan köy okulu
sayısı arasında bir uygunsuzluk yaratmaktadır. Öğrenim
süresi uzatılırsa hiç olmazsa birkaç yıl mezun sayısı dü
şecek, sıkıntılı durum biraz olsun giderilecektir. Şüphesiz
ki, politikacılar böyle bir nedeni açıklıyamazlardı; o za
man oy kaygısıyla okul yapım işlerinin yavaşlamasına göz
yummuş olduklarını kabullenmiş olacaklardı. 1948’de öğ
renim süresinin arttırılmasına kalkışıldığı zaman durumun,
o zaman Talim Terbiye Kurulu Üyesi bulunan Tonguç’a
sorulmak zorunda kalındığını ve onun da olmsuz bir karşı
lık verdiğini gösteren ilginç bir belge vardır'7’:
İlk Öğretim Genel Müdürlüğünün 12. Mayıs 1948 ta
rih ve 2046 sayılı yazısı incelendi.
Köy enstitülerinin öğrenim süresinin beş yıldan altı
yıla çıkarılması için bu yazının 2 ve 3. maddelerinde belir
tilen mucip sebepler, bilimsel esaslara uyularak yapılmış
sistemli tetkiklere dayanmamaktadır. Bunun en basit deli
li Köy Enstitüsü mezunu öğretmenlerin, köylerde henüz
haklarında kesin hüküm verilebilecek bir zaman içinde ça
lışmamış bulunmalarıdır. Onların birkaç yıllık çalışmaları
öğretmen okullarından çıkan genç öğretmenlerin durumları
ile karşılaştırılacak olursa köye yerleşip müspet işler gör
en
ö z e l a rş iv : 14.5.1948 g iin k ii 2,5 s a y f a lık b elg e. T o n
g u ç, T a lim T e rb iy e K u ru lu Ü y esi o la r a k im z a la m ış
ve B a ş k a n lığ a y a z ılm ıştır.
me, öğrenci devamını sağlama, öğretimi yeni metodlara isti
nat ettirme, çocuk velileriyle iyi geçinme, tarım ve teknik
işlerini uygulama, yapım ve onarım işlerine katılma gibi
meseleler başta gelmek üzere, daha birçok alanlarda hangi
lerinin başarı gösterdikleri açıkça ve yüzlerce misalle mey
dana çıkacaktır. Onun için enstitü mezunları hakkında hü
küm verirken mesnedi sağlam olmayan mütalaalardan sa
kınılarak objektif hareket edilecek olursa karşılaşılan me
seleleri çözmek için daha faydalı bir yol tutulmuş olur.
İlk öğretim Genel Müdürlüğüne ait yazının 4. maddesin
de belirtilen bir nokta da köy okullarından enstitülere ge
len öğrencilerin bilhassa bilgi bakımından zayıf oldukları
dır. Bunları yetiştiren öğretmenlerin köy enstitüsü mezunu
olmadıkları meydandadır. Ve bu hal enstitüler açıldığın
dan beri sürüp gelmektedir. Bu durum şimdiye kadar öğ
retmen okullarının öğrenim süresini değiştirmek, yani ço
ğaltmak için bir sebep olarak ele alınmadı.
Köy enstitülerinde öğrenim süresini beş yıldan altı yı
la çıkarmak için acele karar almayı gerektiren sebep, ilişik
yazının 5. maddesinde açıklanan yedek subaylık meselesi
dir. Burada şu hakikati ifade etmek gerekir:
Yedeksubay okulundaki enstitü mezunlarının bilgi se
viyeleri hakkında hüküm verirken köy enstitülerinin mua
dili olan diğer okullardan bu kuruma gelerek onlarla bera
ber yoklanmış olan öğrencilerin durumları ile onlarınkini
karşılaştırarak yetkili uzmanların yüzde nispetine göre ve
belgelere dayanarak hüküm vermeleri gerekir.
Öğretmen yetiştirme işi ileri kültürlü milletlerin çok
uğraştıkları önemli bir konudur. Büyük milletlerin eğitkenleri bu meselede şu kanaate varmışlardır: öğretmen yetiştir
me meselesi, biri öğretmen okulunda, diğeri iş başında iken
yetiştirme olmak üzere iki safhalıdır. Bunlardan biri yapı
lıp öteki yapılmıyacak olursa öğretmenlerin istenilen ve
özlenilen şekilde yetiştirilmeleri mümkün olmamaktadır.
Bizde bunun ikinci safhasına henüz el sürülmemiştir. Öğret
menlerimizin istenilen başarıyı göstermeyişlerinin hakiki se
bebi budur. Bu derdin çaresi de öğretmen yetiştiren kurumların öğrenim sürelerini arttırmak değildir. Bu yanlış yolu
tutmak hem çok pahalıya malolur, hem beklenen sonucu
vermez, hem de mesela köy enstitüleri söz konusu olunca
en az ikibin köyün, yani yüzbin çocuğun okula kavuşması
nı bir yıl geciktirir. Bu menfi olayların yaratacağı havayı
ve tepkileri de hesaba katmak yerinde bir hareket olur.
Köy enstitülerinde öğrenim süresinin altı yıla çıkarıl
ması, ilgili ve sorumlu dairesince istenildiğine ve 3803 sayı
lı kanun da buna müsait olduğuna göre, bu işin mucip se
bepleri şunlar olabilir.'
1. İlişik yazının 5. maddesinde açıklanan sebep.
2. 4274 sayılı kanunun 10. maddesinde köy öğret
menleri için saptanan görevlerin çok ve önemli olması.
Bunları gerçekleştirebilecek iktidara sahip öğretmen aday
larının köylerde çok uygulama yapmaları gerektiği.
3. Köylerde çoğu tek başlarına çalışan enstitü me
zunlarının müteaddit sınıflara devam eden kalabalık bir öğ
lenci kitlesi karşısında kalmaları.
4. Köy enstitülerinin bünyeleri icabı, bu kurumlardaki öğretmen adaylarının zamanlarının mühim bir kısmı
nı tarım ve teknik alanlarındaki pratik çalışmalara ve uy
gulamalara ayırmak ihtiyacı karşısında kaldıkları.
5. Son yıllarda bilinen sebepler yüzünden okul yapımı
hemen hemen durmuştur. Öğretmen adaylarının etkin yar
dımlarına başvurulmadıkça bu işin ilerletilemiyeceği gün
geçtikçe daha iyi anlaşılmakta olduğundan zamanın bir kıs
mının bu işe ve uygulama bahçelerini tanzime ayırmak ge
rektiği.
Enstitülerin öğrenim süreleri altı yıla çıkarılırken bu
noktalar göz önünde tutularak gerekli tedbirler alınacak
ve öğretim programlarıyla yönetmenliklerde buna göre de
ğişiklikler yapılacak olursa katlanılacak fazla masrafla,
kayıp edilecek zaman göze alınabilir. Düşüncelerimin öze
ti bunlardan ibaret bulunduğunu saygılarımla arzederim.
öyle anlaşılıyor ki, köy enstitülerinde girişilen boz
ma işlemlerini zaman zaman Talim Terbiye Kuruluna ka
bul ettirmek, onaylatmak gerekiyordu. Nitekim Sirer’in
uygulamaya koyduğu öğrenim programı da 10.10.1947
gün ve 405 sayılı Talim Terbiye Kurulu kararı ile kabul
edilmiştir. Bu gibi işlemler sırasında, konu ile olan eski
ilgisinden ötürü, üye olarak Tonguç’un düşününe de baş
vurmak formalite gereği zorunlu oluyordu. Onun ise her
zaman bu gibi değişikliklere karşı çıkması, bozma işlemini
az da olsa yavaşlatıyordu. Bu, iki yönden bizce önemlidir:
Birincisi Tonguç’un üyelikten öğretmenliğe naklinde rol
oynamış olabilir, İkincisi Tonguç’un susmadığını, kendi
olanakları içinde çatışmayı sürdürdüğünü gösterir.
Sirer’in yazısına devam edelim. 3. Enstitülere şehirler
den de öğrenci alınması konusunu inceliyen Sirer çeşitli
nedenler sıralıyarak buna karşı olduğunu açıklıyor. 4. nok
ta Sirer’e göre Köy enstitülerinin adı sorunudur. Ona göre
«...K öy enstitüleri adı; Cumhuriyet idaresi tarafından kö
ye ve köylüye karşı saygı ve sevginin ve köyün kalkınması
davasına bağlılığın bir nişanesi olmak üzere köy öğretmen
okullarına verilmiştir. Bu kurumların öğretmen sınıfların
da şehirli çocuklar bile okutulsa (Yazarın notu: Bu deyiş
Sirer’in bir önceki maddede şehir çocuklarının buralara
alınmasına karşı olduğunu söylerken pek de dürüst olma
dığını, gevşekliğini gösteriyor), bu adı muhafaza etmekte
zarar yoktur... Dokunmanın zararlarından birisi şudur ki,
bir gün Demokrat Parti iktidarı devreder de bu kurumlara
gene ilk adları verilirse o zaman bu değişikliği yapmış olan
lar lüzumsuz ve yanlış bir iş yapmış olmak ilhamı ile inci
tilirler. Buna ne luzum var?...»
Sirer’in bu makalesinde sağ düşünür ve politikacıların
izledikleri taktiğin bütün öğelerini bulmak olanağı vardır.
Köy enstitülerinin özellikleri bozulacak, ama bu açıkça
söylenmiyecek, düzeltiliyor izlenimi verilecektir, köy ensti
tülerinden yana olunduğu kanısı uyandırılacaktır. Sirer
yıkma yolunda yaptıklarını övünerek anlatırken, kendisin
den sonrakilere öğütler de verir, yol gösterir. Bu kadar iyi
niyetli bir muhalif politikacı az bulunur. Bakanlığın ya
bancısı İleri’ye Bakanlığı iyi tanıyan bir yıkıcı olarak yar
dım eder, hatta onun partisinin ileride suçlanması olanağı
nı bile düşünür, buna üzülür, bunun olmamasını sağlamak
için İleri’ye akıl verir. Kısacası Sirer, örnek bir muhalif
tir. Bu makale, 1946’da CHP’yi ele geçirenlerle DP ara
sında hiçbir fark görülemiyeceğine, bunların birbirlerinin de
vamı olduklarına iyi bir kanıttır. Sirer’e göre işleri ileride
sızıltıya meydan vermiyecek şekilde öyle sinsice yürütmelidir ki, hiçbir kişi ne yapıldığını anlamasın. Fakat pek ateş
li ve kendisinden öncekilerden değişik şekilde davranmak
heveslisi İleri, Sirer ve bütün sağcılar açısından, ne yazık ki,
bu örgütleri tutmamış ve açıkça, doğnıdaıi doğruya köy
enstitülerine karşı saldırıya geçmesi ile uzun bir süre köy
enstitülerinin baş yıkıcısı sanılmıştır. Bu bir bakıma iyi ol
muştur; çünkü Sirer’in sinsi yöntemleriyle işi sürdürseydi,
daha çok uzun bir süre kamu aldatılabilir, köy enstitülerin
den yana olması çok daha gecikebilirdi. Ileri’nin kaba ve
açık yıkma yöntemleridir ki, bu süreci hızlandırmıştır.
■ Aşırı Sağ
CHP ekolünün geleneksel kurnazlıkları ile yetişmiş po.
litikacılar, eğilim ve eylemlerini böyle maskeliyerek işlerini
sürdürürlerken, aynı sağ hareketin bir başka kolu, yine
taktik gereği olsa gerek, enstitüleri ve kurucularını kamu
ya karşı alabildiğine kötü göstermek çabası içinde idiler.
Bunların arasında Fahri Kurtuluş ve Fethi Tevetoğlu gibi
birkaç politikacı ve basında kalemlerini bu işe adamış bir
yığın yazar ve gazeteci sayılabilir. Aslında milli eğitim so
runlarıyla ne meslekleri, ne bulundukları görevler ve yetiş
meleri bakımından ciddi bir ilişkileri olmamış bu gibiler,
«ulema»nm ve Sirer, Banguoğlu gibi meslekten gelme poli
tikacıların köy enstitülerini eleştirme ve yıkma işlemini bilimsel(!) bir takım cilalamalar, perdelemelerle örterek belli
bir düşün seviyesinde yutulur duruma getirme çabalarına
karşılık, konu üzerindeki bilgisizliklerinin de etkisiyle bu
işi son derece basite indirgemişlerdir. Onlara göre köy ens
titülerini komünistler kurdurmuştur, kurucular da komü
nisttir! Sorunu bu kadar basit alıp, yola bu ön yargıdan
çıkınca, bu gibilerin yaptıkları, yıllar boyunca sürecek bir
komünistlik suçlaması edebiyatını, çoğu zaman da sövme,
hakaret etme seviyesinde yürütmek olmuştur. Bunların po
litikacı olanlarının milletvekili olarak, yani dokunulmazlık
kalkanı arkasında iken ölçüyü ne derece kaçırdıklarını, mil
letvekili olamadıkları sürelerde de nasıl derin bir sessizliğe
büründüklerini 1946’dan günümüze kadar gelen dönemde
izlemek ilginçtir. Nihal Atsız, Necdet Sançar, İlhan Darendelioğlu gibi ırkçı - turancıların, Necip Fazıl Kısakürek gibi
profesyonel gazetecilerin zaman zaman katıldıkları bu kam
panya, köy enstitüleri konusunun kamu önünde her orta
ya çıkışında şiddetlenir. Ciddi eleştiriler olarak içlerinde
cevaplandırılması gereken hiçbir nokta bulunmıyan bu çe
şit saldırılar, yirmi yılın üstünde bir süreden beri en ufak
bir yenilik ve değişiklik olmadan sürer gider. Belirli siyasal
amaçlarla ve iyi niyetten uzak olarak girişilmiş bütün bu
sövgü, iftira ve hakaretler yığını arasında eleştiri olarak ka
bul edilebilecek ve ciddi karşılıkları gerektirecek düşünler
son derece azdır. Bu tarzın en karakteristik örnekleri şu
kaynaklarda bulunabiliri8’. Bu çeşit kişisel saldın ve suçla
malar için kullanılan kaynaklar şöyle sıralanabilir:
1. Bundan önceki bölümde değindiğimiz Milli Eğitim
Bakanlığı tarafından yaptırılmış güdümlü soruşturmalar.
Bu soruşturmalardan özellikle Fethi Isfendiyaroğlu ve Ali
Uygur adlı Bakanlık müfettişlerinin yaptıkları soruşturma
lar bu gibi politikacılara ve gazetecilere iletilmiş ve tek
yönlü olarak kullanılmıştır, kullanılmaktadır. Bu soruştur
maların doğruluk derecesi, tarafsızlık derecesi üzerinde bir
kanı edinebilmek için tanıkların birçoğunun hangi koşullar
içinde ifade verdiklerini, bu çeşit ifade vermekte çıkarları
olup olmadığını, bu ifadelerin müfettişlerce ne derece ta
rafsızlıkla değerlendirildiğini, suçlananların savunmalarını
bilmek gerekir. Geçen bölümde biraz değindiğimiz bu konu,
da, elimizdeki belgelere dayanarak şu kanıya vardığımızı
söyliyebiliriz: Soruşturmalar tarafsızlıkla yapılmamıştır,
önyargılarla işe girişilmiş ve bu önyargıları doğrulamak
için güdümlü bir soruşturma yapılmış, olaylar, tanık ifade
leri amaca göre zorlanmıştır. Üstelik bunlar basına ve po
litikacılara iletilirken, suçlananlarla ilgili, onlardan yana
olan birçok ifadeler, olaylar gizlenmiştir.
2. Tonguç’la aşırı sol kişiler ve bu kişilerin düşünleri
arasında ilişki kurma çabaları: Bugüne kadar hiçbir suç
layıcı Tonguç’un hayatı boyunca, herhangi bir aşırı sol ör
gütle ilişkisi olduğu konusunda hiçbir belge bulamamıştır.
Bu gibi suçlamacıların gizli güvenlik arşivlerini bile incele
mek olanağını buldukları, yayınladıkları belgelerden anla
şılmaktadır. Aşağıdaki kitaplar buna örnek olarak gösteri
lebiliri9’. Aşırı solun bütün davranış ve örgütlenmelerinin
(8) T ü rk iy e ’de S o s y a ü s t v e K o m ü n ist F a a liy e tle r F e th i
T ev eto ğ lu , A n k a r a 1967; K öy E n s titü le r i v e K oç F e
d e ra sy o n u , içy ü zleri, A n k a ra , 1966; K ö y E n s titü le ri
ve so lcu lu k , M u s ta fa D e m ir, 1959.
C9) T ü rk iy e ’de S o sy a list v e K o m ü n is t F a a liy e tle r, F e th i
T ev eto ğ lu , A n k a ra , 1967; v e S o lu n 94 Yılı, A ç la n Say ılg a n , A n k a r a 1967.
Tonguç’un yaşadığı çağ boyunca nasıl adım adım izlendiği
düşünülünce, böyle bir ilişki olsaydı, mutlaka bu arşivlerde
b u n a a it bir kayıt bulunurdu, yargısı öne sürülebilir. Suç
layıcılar sadece bazı yakıştırmalar yapmış ve kendilerine
göre bazı ilişkileri değerlendirmişlerdir. Kendilerince bunla
rın en tutarlısı olarak ileri sürülen, Tonguç’un köy enstitü
leri sistemini Etem Nejat’tan aldığıdır'10’. Onların mantı
ğına göre, komünist olan Etem Nejat da bunları Mosko
va’dan almıştır, o halde Tonguç Moskova’nın istediklerini
yapmıştır, demek ki o da komünisttir! Bilimsel bir araştır
ma için en ufak bir geçerliği olamıyacak bu çocukça dü
şünlerin üzerinde, bilimsel değerleri olduğu için değil, si
yasal alanda gerçek değerlerinin yokluğuna rağmen önemli
etkiler yapmış oldukları için biraz duracağız: Tonguç’un,
Etem Nejat’ın eğitim alanındaki düşünlerine verdiği öne
mi, Etem Nejat’ın bu düşünlerinden nasıl yararlandığını
kendi yazılarından öğrenebiliriz'11’. Daha önce de bu konu
ya değindik (Bak: Bölüm 2). Bu konuda Tonguç’un gizle
diği hiçbir şey yoktur. Tonguç köy enstitüleri sisteminin
esaslarını bulmaya çalışırken, her çeşit siyasal eğilimi olan
düşünür ve eğitimcinin düşünlerinden yararlanmaya çalış
mıştır. Etem Nejat da bunlardan biridir ve hiç şüphesiz ki,
eğitim alanında Türkiye’nin gerçeklerine en uygun, en el
verişli, en yararlı düşünleri ileri süren değerli bir eğitimci
dir. Onun bu düşünleri ileri sürdükten sonra (veya o zaman
bile olsa ne fark eder?) komünist olması onun eğitbilim ala
nındaki düşünlerinin mutlaka komünistlerin düşünlerinin
aynı olduğu anlamına gelmez. Araştırıcı, eleştirici ona der
ler ki eğitbilim alanındaki bu düşünleri alıp, bunların si
yasal doktrin yönünden analizini yapabilsin, vakıalar ve
(10) a .g .
e se rle r.
(11) C a n la n d ırıla c a k K öy, t . H a k k ı T o n g u ç, R em zi k ita b evi, İ s ta n b u l 1947, s. 176 - 188 v e s. 237 - 245. v e
E ğ itim A n sik lo p ed isi v e p e d a g o ji S ö zlü ğ ü , B ir y a
y ın ev i İ s ta n b u l 1953, E te m N e ia t m a d d e s i, s. 135-136.
kişinin yaşantılarına bakarak onun düşünleri üzerinde yar
gılara varmasın, doğrudan doğruya o düşünleri inceliyebüsin, eleştirebilsin. Ama bizim üstatlar tam bir ortaçağ kafası
skolastik görüşle düşünlerin kendi içeriklerini değil, bu
düşünleri ortaya atan kişilerin yaşamlarını alıp buna göre
ahkam çıkarmayı yeğ tutarlar. Tonguç’un «Canlandırıla
cak Köy»ünde köy enstitüleri sistemine esas olan ilkeleri
saptarken yararlandığı düşünleri anlatan bölümlerde yalnız
Etem Nejat’ın adı geçmez; orada II. Mahmut, Esat efendi,
Saffet Paşa, Namık Kemal, Ahmet Mithat, M. Satı, Emrullah efendi, Ziya Gökalp, İsmail Hakkı Baltacıoğlu,
Mustafa Necati, Hamdullah Suphi, Vasıf Çınar, Reşit Ga
lip gibi yerli düşünürlerimizin eğitim alanındaki düşünleri
de vardır. Şimdi aynı yöntemi kullanarak, örneğin, M. Satı siyasal görüşleri bakımından arap milliyetçisi idi ve
Tonguç da onu eğitbilim alanındaki bazı düşünlerinden ya
rarlandı diye Tonguç arap milliyetçisi idi mi diyeceğiz?
Yahut Ziya Gökalp’ın adını geçirdiği için İttihatçı, II.
Mahmut’u andığı için padişahçı, Hamdullah Suphi’nin sö
zünü ettiği için aşırı milliyetçi olduğunu mu kabul edece
ğiz? Tonguç’un yine bir takım arkadaşlıklarından, akraba
lıklarından hareket ederek aşın solcu olduğu sonucunu çı
karmak aynı derecede bilim dışı bir davranıştır. Bu ko
münistlik suçlamasına burada gereğinden fazla önem ver
diğimizi sanıyoruz; aslında bu konuda yapılması gereken
hiç umursamamaktır. Varsınlar yaygaraya devam etsinler!
Savlarını ispat etmek onlara düşer. 20 yılı aşkın bir süredenberi de aklı başında hiçbir kişiyi inandıracak şekilde
bu savlarını belgeliyememişlerdir. Burada bu nokta üzerin
de, kullandıkları inceleme yönteminin yanlışlığını, zayıflı
ğını belirtmek için durduk.
Aynı şekilde köy enstitülerinde Tonguç ve arkadaş
larının ahlaksızlığı teşvik ettikleri, bir takım yolsuzluklar
yaptıkları, kişisel çıkar sağladıkları şeklindeki suçlamalar
bilimsel araştırmalarda, üzerinde durulmaması gereken nok
talardır. Bunlar da, tarafsız olmayan kişilerin, bilimdışı
yöntemlerle; örneğin, olayları değiştirme, yazıları makas
layıp, kendi amacına göre birleştirme; birinci, ikinci ağız
dan tanıklıkların ne koşullar içinde yapıldıklarını dikkate
almadan ve ifadeleri de belirli amaçlara göre değiştirip
yorumlıyarak değerlendirme gibi yollarla vardıkları, hiç
bir bilimsel inceleme değeri omayan sözüm ona eleştirilerdir.
Yalnız burada şu noktayı belirtmek gerekir: Aşın
sağcılar köy enstitülerinin sistem olarak sınıf bilincini uyan
dırmak bakımından kendileri açısından ne kadar tehlikeli
olduğunu kavramışlardır. Tedbirlerini de ona göre almış
lar, o çağda ve hâlâ geçer akça olan komünistlik suçlama
sını. çıkarlarım savundukları sınıfların yararına olarak
başarı ile kullanmışlardır. Bu bakımdan, yani enstitülerin
köylü çocuklarında sistemin niteliği gereği sınıf bilincini
uyandıracağı konusunda, solun hayret edilecek derecede
bir anlayışsızlık içinde bulunduğunu söylemek gerekir. Bu
na ileride de değineceğiz. Sol, bu anlayışsızlık içerisinde köy
enstitüleri konusundaki taktiğini de hiç şüphesiz ki doğru
ayarjıyamamıştır.
Eleştirilere kaynak olan Bakanlık soruşturma rapor
larından kendi çaplarında en seviyeli olmak istedikleri bir
kaç ömeği bunların nasıl kullanıldığı konusunda bir fikir
vermek bakımından alıyoruz:(12) «...60 No. lu belge: Y ük
sek Köy Enstitüsüne alınacak öğrencilerin müsabaka imti
hanında sorulan soruları ihtiva etmektedir. Soruların birisi
şudur: (iş ilkesine dayanan eğitim insanı nasıl saadete gö
türür, kendi hayatınızda başarılı bir iş görmenin tadını en
çok ne zaman duydunuz, iş insan için neden bir saadet
kaynağıdır). Bu soru Hakkı Tonguç’un materyalist ve
marksist zihniyetini tamamen ifade etmektedir. İşin bir sa
02) K ö y E n s titü le r i v e K o ç F e d e ra s y o n u , A n k a r a 1966.
s. 139, 143, 145.
adet kaynağı olması ve insanı saadete götürmesi zihniye
tinin hangi memleketlerde benimsendiğini ve tatbik edildi
ğini açıklamaya bile lüzum yoktur. Yalnız iş ve maddiyat
tan zevk alan, her türlü manevi ve kutsal bazlardan mah
rum olan insanlar yetiştirmenin Cumhuriyet kurulalıdanberi bizim milli talim ve terbiyemizde yeri yoktur. Binaen
aleyh Hakkı Tonguç’un taşıdığı ve köy enstitülerinde tat
bik ettiği zihniyetin bu soru tam bir ifadesidir...» Yine ay
nı kaynakta köy enstitülerinde okutulmuş kitapların liste
si kanıt olarak öne sürülmektedir: «Uyandırılmış Toprak,
Ekm ek ve Şarap, Ana, Şahika, Reaya ve Köylü, Sarı Esir
ler, Gölgeler Ordusu, Minka Abla, Sünger Avcısı, Fontamara, Resim öğretmeni, Değişen Dünya...» «...64 No. lu
belge: Arif iye müzik öğretmeni... siyasi bakımdan emni
yetçe takip edildiğini göstermektedir. Bu öğretmen Arifiye
Köy Enstitüsünün kuruluş zamanlarından itibaren Hakkı
Tonguç zamanında bu enstitüye tayin edilmiş bulunmakta
dır. Hakkı Tonguç’un tam manasıyla itimadını ve şahsi
dostluğunu haiz bir kimsedir.»
İşte «müthiş vesikalar» bu niteliktedir!
Komünistlik konusunda söylenecek son söz şudur:
Köy enstitülerinde, enstitü sisteminin gereği olarak bir ko
münistlik eylemi, örgütlenmesi olmamıştır. Sistemin getir
diği özgür düşünme ve konuşma gibi ilkelerin etkisiyle, bü
yük çoğunluğu yoksul köylü sınıfından gelen köylü genç
lerin de sınıf bilinci kendiliğinden uyanmıştır. Ama sınıf bi
lincinin uyanması ile komünist örgütlenme arasında dağlar
kadar uzaklık vardır. Fakat bu sağ düşünürlere komünist
ilkelerin yayılması gibi gelmiş veya bu oluşumu böyle an
lamayı siyasal çıkarlarına uygun bulmuşlardır. Sayıya vu
rulduğu zaman, köy enstitülerinden çıkanlar arasında ko
münistlikten yargılanarak hüküm giymiş olanlar son dere
ce azdır ve köy enstitülerinde bu yönden bir istatistik araş
tırması yapılırsa, Türkiye’deki birçok okullardan ve de
hatta harbokulundan çok daha geride kalır. Sağcıları asıl
ürküten de sistemli bir komünizm propagandası ve örgütü
olmadığı halde, enstitü sisteminin ilkelerinin hazırladığı ko
şulların sonucu olarak çok sayıda köylü aydının sınıf bi
lincine kavuşması olayıdır.
Diğer iki konuda da son söz olarak şunlar söylenebi
lir: Köy enstitülerinde bağnaz burjuva ahlak ilkelerinin dı
şında, insancıl, açık, yaldızsız, yapmacıksız bir ahlak orta
mı yaratılmaya çalışılmıştır. Gelenekleşmiş şekillere ve gö
rünümlere uyarak, gizli olarak ne yapılırsa yapılsın bunu
ahlak dışı saymayan tutucu - gerici düşünürler, yepyeni
bir ahlak inanışının yaygınlaşması karşısında tedirgin ol
muşlardır. öm eğin kız - erkek karma okullarda, dış görü
nüşe uymak ve gizli davranmak şartıyla bir takım ilişkile
rin gelişmesinden haberi olmayan veya olmamak işine ge
len tutucuya, enstitülerde birbirine yakınlık duyan kız - er
kek öğrenciler okulu bitirdikten sonra evlenecekleri zaman,
bunların ev kurmalarına okulca yardım edilmesi ahlaksız
lık gibi gelmiştir. Çünkü burada gizli kalmış, gizlenmiş,
üzerinde konuşulmıyan bir ilişki değil, doğal, normal yön
de ve gerçek ahlak kurallarına göre gelişip sonuçlanmış
bir ilişki söz konusudur. Yolsuzluk suçlamalarına gelince:
Köy enstitülerinde diğer okullardan fazla yolsuzluk olayı ol
duğunu gösteren herhangi bir sayı yoktur. Yolsuzluk bu
lunduğu suçlamalarının ana kaynaklarından birisi Emin
Soysal’dır Bu konu onun tarafından çok işlenmiştir. Nede
ni de Emin Soysal’ın kendisinin müdürlükten bir takım
yolsuzluk suçlamalan sonucu ayrılmak zorunda kalmış ol
masıdır. Bir ikinci neden olarak, şu durumun enstitülerde
yolsuzluk suçlamalarının çıkmasını kolaylaştırdığı söyle
nebilir: Çok süratli iş görmek zorunluğu, kurumlann çok
kısa zamanda ve savaş yıllarının zorlukları içinde kurulma
sı, bazı yerlerde alım satım işleri ile ilgili formalitelerin tam
yapılamamasına yol açmıştır. Bunda bu formalitelerden
anlıyan eleman azlığının da rolü vardr. Bu formalitelerin
noksanlığı sonradan bazı kötü niyetlilerin yolsuzluk suçla
malarında bulunmalarını kolaylaştırmıştır.
Sağcı düşünür, yazar ve politikacıların eleştirilerinin
birçoğuna, Tonguç yeri geldikçe kitaplarında karşılık ver
meye çalışmıştır. Bazı örneklerini geçen bölümde verdiği
miz bu karşılıklar onun «İlköğretim Kavramı» ve «Can
landırılacak Köy» adlı kitaplarında bulunabiliri13’.
■ Cav it Orhan Tütengil
Sağcılarla ilgili sözlerimize son vermeden önce aslın
da bu gruba katılamıyacak ve genel tutumu bakımından
köy enstitülerinden yana olan ve bu konuda değerli çaba
lar harcamış sayın Cavit Orhan Tütengil’in bazı düşünleri
ne değinmek istiyoruz. Kendisine burada yer vermemizin
nedeni, yaptığı bazı eleştirilerin sağcıların yaptıklarına
olan yakınlığından ötürüdür. Bütünüyle köy enstitülerin
den yana olan Tütengil 1948 yılında bazı eleştiriler ileri
sürmüştür. Bu eleştiriler sonradan Prof. Fmdıkoğlu gibi
köy enstitülerine karşı bir kişi tarafından kullanılmıştır04’.
Tütengil şöyle diyor05’, °6’:
«...Kabarık istatistikler elde etmek zihniyetinin, çe
şitli sahalarda bizi adeta hadiseleri zorlamaya götürdüğü,
keyfiyetin kemiyete feda edildiği bir vakıadır. Umumi bazı
sebepler köy enstitüleri için de varitse, bunlara hususi bazı
sebepleri de katmalıdır... Talebeler yetişmeden üst sınıfla
03) İlk ö ğ re tim K a v ra m ı, 1. H a k k ı T o n g u ç,
İlk ö ğ re tim
K a v ra m ı, R e m z i k ita b e v i 1946, İs ta n b u l, v e C a n la n
d ır ıla c a k K öy, 1. H a k k ı T o n g u ç, R e m z i
k ita b e v i
1947, İs ta n b u l.
04) K ö y E n s titü le rin in D a y a n d ığ ı E s a s la r, P ro f . F ın d ık oğlu, C u m h u riy e t g a z e te s i, 20.12.1948.
(15) K ö y E n s titü le r i Ü z e rin e D ü şü n c ele r, C. O rh a n TUte n g il 1948.
04) K ö y E n s titü le rin d e T a m a m la y ıc ı K u rs la r, C. O rh a n
T ü te n g il, İ ş M ecm u ası, s a y ı 88, 1948.
ra geçmişler, nihayet mezun da olmuşlardır. Kabarık me
zun sayısı elde etmek için yapılan gayretkeşlikler bir yana,
kusur yetişmiyen talebede değildir. Topu topu yılda iki
saat matematik dersi görebilmiş bir öğrenciden sınıfına ait
bilgileri istemek ne dereceye kadar haklı olurdu?...»
Tütengil’e göre bir kursa alınmak ve eksikleri giderilmek
üzere köylerdeki görevlerinden çağırılan öğretmenler ince
lenince bunların bazılarının müfettiş raporlarına bakılınca
«...Öğretim ve terbiye metodlarını iyice kavrıyamamış ve
talebe yetiştirememiş... muhitine hiç bir bakımdan örnek
olamamış., enstitüde aldığı yapıcılık ve yaratıcılık kudreti
sönmüş, ilkmektep hocasına lazım bilgiden, kendisini yetiş
tirme için lazım okuma itiyadından mahrum yetişmiş...-»
oldukları görülüyor. «.. .Ekilen şey biçildiğine göre Enstitü
mezunlarının kursları da eğer doğru ise kendilerinden zi
yade enstitülerin yüksek idaresiyle ilişiği olanlara aittir.
Bunu göz önüne almıyarak bu gibi raporların söylentileriy
le kusurları büyültmek ve asıl (köye hoca yetiştirme dava
sı olarak enstitü meselesini) menfi ve yıkıcı bir tenkide
mevzu yapmak çok büyük insafsızlık olur. İşte (Köy Ensti
tüleri Üzerine Düşünceler) adını taşıyan eser, bu insafsız
hareketle mücadele için yazılmıştır.. . » Yine Tütengil’e gö
re enstitü çıkışlı köy öğretmenlerinin hizmetlerinin ödeme
şekillerinin farklı oluşu, yani az maaş ve maaşın yamsıra
öğretmenin tarım ve sanat çalışmalarından gelir sağlaması
sistemi de düzeltilmeli, hizmet bedelleri maaş şekline so
kulmalıdır. Bu fark «...sosyal adalet bakımından tevil gö
türmez bir haksızlıktır...»
Görüldüğü gibi Tütengil, bu eleştirilerinde şu nokta
lar üzerinde durmaktadır: Çok kısa bir süre içinde çok sa
yıda öğrenci yetiştirilmesi niteliğin düşmesine yol açmıştır.
Köy enstitülerinde kültür derslerine önem verilmemiştir,
öğrenciler kültürsüz yetişmiştir. Köy enstitüsü çıkışlı köy
öğretmenlerine diğer öğretmenler gibi hizmetlerinin karşılı
ğı yalnız maaş olarak ödenmelidir. îyi niyetle yapılan bu
eleştiriler öne sürülürken konunun dar bir açıdan, yalnız
öğrenim açısından görüldüğünü sanıyoruz. Eleştirici kısa
zamanda niçin çok sayıda öğrenci yetiştirümesi gerektiğini
de belirtmeliydi. Kültür dersleri konusundaki bazı aksak
lıklara değinirken enstitülerde uygulanmaya çalışılan kül
tür anlayışından da söz etmek gerekirdi. Yine hizmetlerin
yalnız maaş şeklinde ödenmemesini, köye öğretmeni bağla
mak, ona diğer öğretmenlerde olmayan kazanç olanakları
sağlamak, memurluğun maddi bağımlılığından kurtar
mak gibi amaçlarla önemli bir ilke olarak ortaya atıldığı
belirtilebilirdi. Bize göre Tütengil bu eleştirilerini o çağın
toplumsal ve siyasal koşullarını göz önünde tutmadan yap
mıştır; sorunu yalnız eğitim ve öğrenim açısından ele al
mıştır. Tütengil’in eleştirilerinden daha önemli bir nokta,
bu iyi niyetli eleştirilerin köy enstitülerine temelden karşı
kişiler tarafından nasıl sömürüldüğüdür. Böylece Tütengil’in kendisine göre aksaklık saydığı bir takım durumların
düzeltilmesi amacı ile yaptığı eleştiriler, köy enstitüleri sis
teminin bütününe karşı bu gibiler tarafından kullanılmış
tır. Buna benzer örnekler ileride de tekrarlanacak, ileri dü
şünlere açık aydınların günün siyasal koşul ve akımlarım
göz önünde tutmadan yaptıkları bazı eleştirilerin, onların
ana amaçlarının nasıl tersine bir amaca hizmete yaradığı
nın başka örnekleri de görülecektir.
2.
Köy Enstitülülerden Gelen Eleştiriler:
Köy enstitülerinde öğretmen ve yönetici olarak çalış
mış yahut enstitülerde öğrenim yapmış bazı kişüer, enstitü
lerdeki görevlerinden ayrıldıktan veya okullarım bitirdik
ten sonra türlü nedenlerle enstitüleri kötülemişler, enstitü
kurucularına kişisel olarak saldırmışlar ve bazı eleştiriler
yapmışlardır. Bu nedenlerin büyük çoğunluğu kişiseldir.
Enstitülerdeki çalışmalarda başarısızlık, buralardaki görev
lerden uzaklaştırılma gibi nedenler öğretmen ve yöneticile
rin davranışlarında, 1946’dan sonra köy enstitülerine karşı
olan Milli Eğitim Bakanlığından ilgi ve takdir görerek mes
leğinde ilerleme, yükselme olanakları bulma, politikaya gir
me ve burada yer kapma gibi nedenler de öğrencilerin eski
okullarına karşı çıkmalarında birinci derecede rol oynamış
lardır. Daha önce de belirttiğimiz gibi bu davranışlar, her
hangi bir mesleki dergide köy enstitülerini eleştiren bir makalecik yazarak hiç olmazsa avrupada öğrenimini sürdür
me olanağı elde etmekten, siyasal alanda geniş çaplı bir
kampanyada baş rolü oynamaya kadar derece derece de
ğişir. Bütün bu davranışları ayrıntılarıyla ve tam olarak
incelemek yerine, yine yöntemimize uyarak karakteristik
birkaç örnek vermekle yetineceğiz. Yalnız bu gibiler tara
fından yapılan eleştirileri anlıyabilmek için onları bu yola
iten kişisel nedenleri de iyi bilmek gerekir. Bunun için
eleştirilere değinirken bu kişisel nedenleri de biraz açıkla
mak zorunluğunu duyacağız.
Enstitülüler tarafından enstitülere karşı girişilen bu
gibi çabaların en önemli sonucu, siyasal amaçlarla enstitü
lere karşı çalışmalar içinde bulunan kişilerin enstitülülerin
yaptıkları eleştirilerden geniş ölçüde yararlanmaları olmuş
tur. İçeriden gelen bu eleştiriler, bu gibiler tarafından ken
di savlarının en değerli kanıtları sayılmıştır. Böylece ens
titülülerin eleştirileri enstitülerin yıkılmasında çok işe yara
mıştır. Hatta bu şekilde sistematik saldırılara girişmiş olan
lar, enstitülerin baş yıkıcıları sayılacak duruma düşmüş
lerdir.
■ Bir örnek: Sabri Kolçak
Tipik bir ömek eski Kayseri - Pazarören Köy Ensti
tüsü Müdürü Sabri Kolçak’m tutumudur. Elimizdeki çok
sayıda belge ve mektuplara göre, Sabri Kolçak’ın Müdür
lük süresi içinde, Pazarören Köy Enstitüsünde sürekli ola
rak öğretmenler arasında kişisel anlaşamamazlıklar, ge
çimsizlikler, kavgalar çıkmış, Bakanlık bunlan gidermek
için sürekli çaba harcamış, Tonguç ilgililere uzun kişisel
mektuplar yazarak, Enstitüye giderek, bu geçimsizlikleri,
tatsızlıkları gidermek için çaba harcamış ve enstitüde bir
türlü karşılıklı anlayış ve güvene dayanan bir çalışma ha
vası sağlanamamıştır. Aynca yine bu belgelerin incelenme
sinden, bir okul için gerekli maddi koşulların, yani okulun
temizliği, düzeni gibi konulardaki durumun da yeterli ol
madığı anlaşılmaktadır. Bütün bunlar Sabri Kolçak’m ba
şarılı bir yönetici olmadığı izlenimini uyandırmaktadır07'.
Öğretmenlerin, Okul Müdürünün, Müdür yardımcısının
birbirlerinden yaptıkları şikayetler ve okulun genel duru
mu üzerine Tonguç’un Kolçak’a yazdığı mektuplardan bazı
bölümleri durumu göstermesi bakımından buraya aktarı
yoruz: 2.4.1941 günlü mektuptan: « ...Enstitünüzün en
mühim ihtiyaçlarını normal bir şekilde karşılıyacak bazı
işlerin süratle yapılmalarına dair bugün resmi bir yazı
gönderiyoruz. Bu emirde yazılı... esaslı bina ve tesisleri
çok acele ikmal etmeniz lazımdır. Bu gibi zaruri, önemli iş
leri ikmal etmedikçe tedrisatı ve terbiye işlerini normal ola
rak yürütmeye imkan yoktur... Enstitülerin kuruluş devir
lerinde bütün arkadaşların başta siz olmak üzere çok sıkı
ve işleri planlıyarak çalışmanız lazımdır. Sizin ayrı bir
vazifeniz daha vardır: O da idarenize verilen elemanları
içten bir arzu ile ve ibadet edercesine çalışmaya sevketmektir. Bu emir vermekle olmaz. İnsanları iç alemlerinden ya
pı)
ö z e l a r ş iv : K a y se ri - P a z a r ö r e n K ö y E n s titü s ü n d e
S a b ri K o lç a k ’ın M ü d ü rlü ğ ü s ıra s ın d a ç ık a n o la y la r
la , ilg ili o la r a k m ü f e ttiş le rin v e ö ğ re tm e n le rin , E n s
t i t ü M ü d ü rü n ü n I l a k k ı
T o n g u ç a y a z d ık la rı özel
m e k tu p la r , T o n g u ç u n k a r ş ılık la r ı v e b u n la r la ilg ili
b e lg eler.
kalamak ve mukaddes bilinen gayeye doğru sürüklemek
lazımdır. Enstitü Müdürleri bu bakımdan çok faydalı ol
malıdırlar. Müessese arı kovanı gibi işlemeli ve balım ya
pabilmeli!...» Bir başka mektuptan (tarihsiz): «...Karde
şim Sabri Kolçak, mektubunu aldım, sonuna kadar oku
dum. Yalçını da (Müdür yardımcısı) dinledim. Enstitüyü
gören müfettiş Hayrullah örsün intibalarını da öğrendim.
Şimdi diğer ilgililerin şikayetlerini de bilen bir insan sıfa
tıyla sana bugün yazılması lazım gelen en mühim nokta
ları yazıyorum: ...Yapılan işler azımsanacak bir halde de
ğildir. Bunların meydana gelmelerinde... hepinizin hisse
niz vardır. Fakat iş müesseselerin manevi cephesini kurma
ya gelince yapılan hatalar da inkar edilemiyecek şekildedir.
Mesela talebenin maddi ihtiyaçlarının en mühimleri temin
edilmeden... sîzlerin pedagojik dediğiniz hareketleri ön
plana almak, zorla da olsa onları tatbike çalışmak asla
doğru değildir. Reform mutlaka tedrisi sahada olmaz...
Maarif Müdürü veya Müfettiş kim olursa olsun, Vekaleti
temsil eden insanlar sıfatıyla onlara karşı, (ifade veremem,
yapamam, kabul edemem, istifa ederim) gibi sözler söyle
m ek yalnız çocukça sayılacak şeyler değildir, o tarz hare
ketin nezaket, arkadaşlık hukuku, amire itaat, işbirliği gibi
insani kıymetleri ilgilendiren tarafları vardır ki, onların yı
kılışı çocukluk ve hata kelimeleriyle, ifade edilemez. Hele
başkalarına ait mektupları açmak gibi usullere başvurmak
çok karanlık işlerdir. Hatayı anlıyarak veya ikaz edildiği
zaman idrak ederek tashihi cihetine gitmek büyük ve saygı
ya değer bir meziyettir. Biz sîzlerden ve yetiştireceğiniz ta
lebeden bunları bekliyoruz... Eğer muvaffak olamazsanız
ve bu muvaffakiyetsizlik en küçük ve ehemmiyetsiz bir
takım hadiseler yüzünden olursa onun cevabı (istifa ederim)
değildir. Onun için şimdi meseleleri bir hülasa edelim:
a) Pedagojik müfrit hareketlerden önce müessesenin günlük
hayatı ile ilgili işleri normal bir şekilde yürütmek lazımdır,
b) idare işini üzerine almış olan insanlar ister müdür, ister
muavin olsunlar, onların çok sabırlı, temkinli, soğukkanlı
olmaları elzemdir, c) resmi işleri resmiyetin icablarına gö
re şahsiyata dökmiyerek ve kime karşı olursa jest yapmaya
girişmiyerek karşılamak gerekir, d) müessesenin mesul
amiri müdürdür, kendi kendine selahiyetler icat ederek onu
başka birinin temsile kalkışı çok gayrı tabii bir harekettir.
Temas ettiğim noktaları göz önünde tutarak çalışmanızı
rica eder, muvaffakiyetler diler, gözlerinizden öperim...»
Bu mektuba 26.6.194l ’de Sabri Kolçak şu cevabı verir:
«...M uhterem Müdürüm, beni sıfıra müncer eden, fakat
haklı mektubunuzu aldım. Cevap vermek zorundayım: Her
kötü göz için güneş dahi çirkin görülür. Size ulaştırılan
haberlerin ne kadar izam edildiğini zaman gösterecektir.
Maarif Müdürünüz M ... U...nun benimle bu kadar el al
tından oynadığını bilmezdim. Müfettişi doldurup doldurup
üzerime saldırtması insani ve mesleki ahlaka sığmaz. Gele
lim temizlik meselesine: Sizin on dört enstitünüzden hiç de
ğilse onunda, ben kaniyim ki, aynı derecededir... (idareni
ze verilen insanları çalıştırmak vazifenizdir) diyorsunuz.
İzaha muhtaç noktalar var: Çalışılmıyor muymuş, çalıştı
rılmıyor muymuş?... Maksat beni yere vurmaksa bu ka
dar gayri insani yollara lüzum yoktur... Netice yine biz koş
tuk; bizim haysiyetimiz ve gençliğimizle oynandı. Ve yine
kötü olan biziz. Müfettişimizin de sarahaten ifade ettikleri
gibi (biz boyacılığa ve bugün için zaruri olmayan teferruat
ta) önem vermedikçe iş yapmış sayılmamakta devam edi
leceğine kaniyiz. Hülasa her enstitüde işlerin aşağı yukarı
ne manzara arzettiğini biliyoruz... Sonsuz saygılarımın ka
bulünü rica eder, ellerinizden öperim. Not: Her hareket,
sizin bu memleket için bizden istediğiniz her hareket yapı
lacaktır. Müsterih olmanızı istirham ederim...» Bu mek
tuba karşılık Tonguç uzun bir mektupla ilk mektubunda
ki düşünlerini tekrarlamış ve şöyle yazmıştır: (30.6.1941):
«...B u müesseseleri idare vazifesini üzerlerine almış
olan arkadaşların türlü türlü insanlarla, türltü türlü şart
lar içinde konuşmayı ve anlaşmayı bilmeleri zaruridir. Sa
dece kitabi bilgilere dayanarak hiç kimseyle anlaşmaya im
kan yoktur. Her meseleden bir izzeti nefis ve müdahale da
vası çıkarmak o meselenin bizzat sizin tarafınızdan çıkma
za sokulmasından başka birşeye yaramaz... Başka enstitü
lerin aynı durumda olduğunu tahmin edişiniz ve bunu da
bir kıymet ifade ediyormuş gibi yazışınız cidden üzerinde
tashihler yapılması mutlaka elzem olan bir haleti ruhiyeyi
ifade eder. Farzediniz ki, dediğiniz gibi olsunlar. Onlardaki hatayı sizin makul bularak devam ettirmenize bir sebep
teşkil eder mi? Nerede kaldı ki diğer yerlerde mevzuu ba
his nokta tamamen halledilmiş bulunmaktadır. Ve onlar
da halletmemiş olsalar aynı muameleyi onlara da tatbik et
mekte asla tereddüt etm em ... Tek başınıza ve yalnız kendi
düşüncelerinize tabi olarak işleri bugünkünden daha iyi ve
düzgün yürütmenize imkan olmadığını kati surette bilme
lisiniz. Bu müesseseler bütün öğretmenlerin, bunlarla ilgi
li maarif mensuplarının ve talebenizin müşterek mesaisi,
fikir birliği ile en iyi şekilde idare edilirler... Birçok müşgül
şartlar içinde olduğunuzu biliyorum. Onun için diğer yerler
den istediklerimizi sizden aynen istemiyoruz... Sizden is
tediklerimizi K arttaki enstitüde çalışanlardan da istemiyo
ruz... Mesele kurulmuş olan bir müessesenin hergün bir
noksanını gidererek onu tekamül ettirmektir. Bu büyük işe
yardımcı olabilecek her türlü elemanın yardımından fay
dalanmak en tabii yollardan biridir. Evvelce yazmış oldu
ğum ve sizin de yakında halledileceğini bildirdiğiniz işleri
en kısa zamanda bitirmenizi tekrar rica ediyorum...»
Bu bölümlerin Sabri Kolçak’ın kişiliği ve yönettiği
Enstitüdeki durum üzerinde yeterli bir fikir verdiğini sanı
yoruz. Durum Tonguç’un bütün rica ve yardımlarına
rağmen bir süre daha böyle gitmiş ve sonunda Sabri Kol
çak enstitü müdürlüğünden ayrılmıştır, 1943’de enstitüle
rin yönetimini eleştiren bir broşür yayınlamış ve 1946’da
bir kitap çıkarmıştır081. ilginç olan nokta, bu kitaptan da
sistemli bir enstitü düşmanı olan Prof. Fındıkoğlu’riun nasıl
kendi amacı için yararlandığıdır091.
Fındıkoğlu, yazısına şöyle başlıyor: «...Ortada bir
müddet evvel atılmış yanlış ve pek masraflı adımların tas
hihine doğru giden ciddi hareket görülüyor.» (Yazarın no
tu: Ciddi hareket denilen şey, 1946’dan sonraki CHP ikti
darının giriştiği bozma, yıkma çalışmalarıdır). Bundan son
ra bir takım dolambaçlı sözlerle köy enstitüleri çalışmala
rından «fikrin hareket ve heyecandan sonra ortaya çıktığı
nı», yani yapılan işlere düşünülmeden girişildiğini belirten
yazar şöyle diyor:
«...Bugünlerde köy enstitülerinin yeniden halk efka
rını işgal etmeye başladığı zaman çıkmış güzel bir eser eli
me geçti. Eserin sahibi 1938’de köy enstitüsü davasına ka
rışmış ve çalışmış genç bir maarifçidir... Böyle bir eserin
hiç değilse 1940 sıralarında çıkması; enstitü davasını yü
rüten birinci ve ikinci sınıf hükümet adamlarınca Frenk ta
biri ile yastıkbaşı kitabı yapılmış olması ne kadar iyi olur
du. Maamâfih kitabın müellifi enstitülerin istikametlendirilmesindeki yanlışlıkları vakit vakit alakalı şahıs ve dairele
re bildirmiş, hatta 1943’de büyük bir cesaretle (herşeyin
üstünde sağa sola kıvrılmadan, yalpa yapmadan davamızın
iyi muallim yetiştirmek olduğunu) iddia eden bir broşür de
neşretmiştir... Fakat bu gibi fikirler müellifin ifadesiyle
daima (sinsi bir terör) ile ve (davayı kısırlaştırma) tehdit
leriyle boğulmuştur. Bununla beraber eser, ...muayyen bir
hareketin aksaklık göstermesinden sonra da olsa faydalı
lığını gene muhafaza ediyor .. .Birkaç senedenberi görebil
( 18) İlk ö ğ re tim in
(19)
T em el D a v a la rı, S a b ri K o lç a k , 1946.
K öy E n s titü le rin in D a y a n d ığ ı E s a s la r. C u m h u riy e t
g a z e te s in in 22.3.1947 g ü n k ü s a y ıs ın d a
y a y ın la n a n
m a k a le . P ro f . F ın d ık o ğ lu .
diğim enstitülerden edindiğim fikir, genç maarifçi Sabri
Kolçak’ın eserinde bütün delilleriyle adeta bir tez haline
sokulmuştur: Köy enstitüsü, ilk nüvesi 1848’de atılan mual
lim mektebi davasını doksan sene sonra lüzumsuz, aşırı ve
çok zararlı bir heyecanla yürütmeye çalıştı. Kültürü Türk
köyüne götürme davası ne kadar kutsi ise, bu heyecan ve
onun idare ettiği yanlış hareket de o kadar kötü olmuştur.
Neden? Zira köy enstitücüleri Türk köylüsünü kültür ni
metlerinden istifade ettirme işine büsbütün başka bir renk
vermişlerdir... Türkiye’nin Devlet teşkilatı içinde bir Da
hiliye Vekaleti, bir Ziraat Vekaleti, bir Sağlık Vekaleti, hat
ta bir Maarif Vekaleti yokmuş gibi davranılmış ve he
men acayip bir enstitücülük hareketine girişilmiştir... Fa
kat müellifin ifadesiyle (bir iki insanın kendi alemlerine
kapanarak bir milletin büyük çaptaki davalarına eksiksiz
bir hal şekli bulması mümkün müdür?) Bir defa tasarla
nan çalışma şekli, bizi bu tasarlamaya sevkeden asıl birinci
davayı çok aşmıştır. Dava, köylünün okutulması, gerçek
leştirilmek istenilen hedef ise selim akıl sahiplerinin anlıyamıyacağı, büsbütün başka bir meseledir. O kadar ki bu
(başka meseleler) için beyhude emekler ve enerjiler sarfın
dan dolayı (asıl mesele) kenarda kalmış... muallim bizzat
kültürden mahrum kalmıştır. Bu mahrumiyet, köy çocuğu
nun kendi ailesini artık bir anane ve manevi değerler ocağı
görmemesi kastiyle büsbütün hazin bir şekil almakta da
gecikmemiştir. Fakat acaba zavallı çocuğun hocalıktan
başka olan işlerde durumu ve terbiyesi ne halde? Enstitü
ler köylerde zirai inkilaplar yapacaklardır. Fakat bundan
Ziraat Vekaleti teşkilatının haberi yoktur. Enstitüler takip
edilen esrarlı plana göre, Türkiye’yi bir anda teknikleştireceklerdir, fakat bundan ne İktisat Vekaletinin, ne de Maa
rif Vekaletinin teknik öğretimle alakalı dairesinin bile ha
beri vardır... Böylece enstitüler (kendi sınırlarını aşarak
kendilerine lazım olmıyan işlerle uğraşmışlar) kanunun
bahşettiği şaşırtıcı müsaadelerle adeta devlet içinde devlet
edasını takınmışlardır. Hülasa, (sanki köy davası, tek ba
şına köy öğretmeninin kolayca başaracağı, içinden çıkaca
ğı basit bir şeymiş gibi, köy konusu ile ilgili bulunmaları
lazım diğer bazı Bakanlıkların vazifeleri de ona yükletilmiştir). En acı nokta şimdiye kadar bu ocaklardan yetiş
miş olanların bilgi ve kültürden nasip alamamalarıdır. Te
menni edelim ki Başvekilin gazetecilerle yaptığı son görüş
mede (köy enstitüleri öğrencilerinin milli duyguları kuvvet
li olarak yetiştirilmelerine ehemmiyet veriyoruz. Yüksek
tahsilli 60 öğretmeni yeniden bu müesseselerde görevlendir
dik) tarzındaki beyanatı, aksaklıkların birini ve en mühimmini şimdiden düzeltsin... Köy enstitülerinin bundan
sonra Türkiye'ye yalnız Türfdden ve köylüsü kentlisiyle
gözönüne alınacak Türkiye bütününden hayır geleceğini dü
şünen, idealist, hiç değilse muallim mekteplerinin yetiştir
diği ve aralarında çok fedakar, yiğit unsurlar bulunan köy
hocası nesli kadar şuurlu unsurlar yetiştireceğini umabili
riz. Sabri Koçağın bundan beş ay kadar evvel ortaya attı
ğı şu güzel temenninin gerçekleşmeye başladığını görür gibi
olduğumuzu söylemekle yanılmadığımızı düşünüyoruz:
(Köy hocasını, onun göreceği işi karikatür haline düşürmek
ten, onu köylü karşısında kepaze olmaktan süratle kurtar
manın yollarını aramalıyız... Kendisini alakadar etmiyen
meşguliyetlerden kurtarılması lazım gelen köy öğretmeni
gündüzleri normal olarak talebelerini okutsun, geceleri
mektebin salonunu yetişkinlere açsın... Bizim anladığımız
manadaki misyoner ruhlu, idealist ve kuvvetli öğretmeniyle
yeni köy mektebimiz, camiin yanında, başka bir hayatın,
milli ve insanı iştiyakların mihrakı olsun). Bizde her neden
se fikir harekete, düşünce işe rehberlik edemiyor. Fikirler
umumiyetle hadiselerin aksamasından sonra ortaya atıl
maktadır. ..»
işte Fındıkoğlu, başarısız Enstitü Müdürü Kolçak’ın
yazı ve kitaplarından kendi amaçları için böyle yararlan
maktadır. Ondan kendi amacı gereği ilköğretim sorununa
yön verebilecek ve «birinci ve ikinci derece hükümet adam
larının» akıl almaları gereken bir eğitbilimci yaratma ça
bası içindedir. Bu arada da kendisinin ortaya attığı dü
şünlerde o çağın sağ bilim adamlarının, Tonguç’un deyimi
ile «ulema»nm eleştirilenin ana çizgilerini bulmak olanağı
vardır. Bunlara göre ilköğretim sorunu köylüye yalnız
okuma - yazma öğretecek idealist köy öğretmenini öğret
men okulu koşullan içinde yetiştirmeye indirgenmelidir.
Bunların düşünemedikleri, bu öngördükleri yol çıkmaz
olduğu için, iflas ettiği için 1935’de yeni yollar aranmasına
girişilmek zorunda kalındığı ve köy enstitülerine vânldığı.
ğıdır. Onlan en çok korkutan, öğretmeni, onun çevre ile
olan ilişkilerini ekonomik ve toplumbilimsel açılardan dü
şünüp değerlendirmektir. Onlara göre bu tamamen eğitbilim dışı bir iştir. Hele gerekli ekonomik ve toplumsal koşüllan hazırlıyarak, süregelmiş ekonomik ve toplumsal yapı
ve düzensizliği yenileştirme, değiştirme gibi süreçlerde öğ
retmenden yararlanmak, onlarca sanki o yüce, pek yukarı
larda sınıfın dışına çıkmaması gereken öğretmenlik mes
leğini, yeryüzüne indirip kire bulamak gibi birşeydir. Bir
de bütün bu gibi eleştirilerde bu işlerin planlanmasında
«ulema»ya danışılmamış olmasının verdiği kızgınlığı, kır
gınlığı sezebiliriz. Ama damşılsaydı söyliyecekleri ne var
dı? Köy enstitüleri gibi koskoca bir deneme geçirildikten
sonra bile bu kişilerin ne bayat yollar gösterdikleri yuka
rıdaki yazıda pek açık şekilde beliriyor. Zaten onlar daha
1935’lerde tükendikleri, çaresiz kaldıkları için değil midir
ki, ulema dışında insanlar aranmış, sorunun çözümünde on
lardan yardım istenmiştir. Bütün bu bayat, tutucu, geçer
siz, tutarsız düşünleri bir tutam da politika i!e karıştırıp,
üzerine «milli duygulan kuvvetli öğretmen, tek çözümü
köylüsü kentüsi ile Türk’den beklemek» gibi o çağın politL
ka koşullan içinde gönül okşıyacak yuvarlak deyimlerle
süslediniz mi «ulemanın» yıkıcı politikacılara bu çalışmalannda vurduğu payandanın ana çizgileri belirmiş olur.
Bunun yanısıra öğrencilerin kültürsüz yetiştikleri, diğer
Bakanlıklann bu girişimden haberleri olmadığı gibi teme
linden haksız ve gerçeklere aykırı abartmalar da işi süs
lemeye yarar, öğrencilerinin büyük çoğunluğunun kültür
süz yetiştikleri savı gerçeğe aykırıdır ve bunu gösterecek
belge, sayı veremezler. Üstelik de onların kültür kavramı
eskimiştir, neredeyse kitabilik, ukalalıkla eşdeğerdir. Baltacıoğlu’nun uzun yıllar önceki deyimi ile «ukala ve enayi
muallimler yetiştirmek» anlayışıdır. Devletin diğer örgüt
leriyle işbirliği için bütün bu süre içinde çok uğraşılmış
tır. Hele Sağlık ve Tarım Bakanlıklarını çalışmalara kat
mak, onlarla işbirliği yapmak için ta Devlet Başkanı sevi
yesinden aşağıya kadar yapılmış birçok girişimler vardır.
Bunun bazı örneklerini geçen bölümlerde gördük; İnönü’
nün tarımcı yetiştirmek için Tarım Bakanını nasıl zorladı
ğı gibi. Ama bu alanda başardı olunamamıştır. Bunun, ya
ni bu Bakanlıkların hareketsizliğinin bir çok nedenleri var
dır. Çok kısa ve yuvarlak olarak şu söylenebilir; O çağda
bir ülke sorununu çok geniş, ve bütünüyle kapsıyacak şekil
de ele almayı sağlıyabilecek koşullar yalnız Milli Eğitim Ba
kanlığı içinde ortaya çıkmıştır.
Yukarıdaki örnekte bizce asıl düşündürücü olan nok
ta, Fındıkoğlunun eleştirileri değildir; «ulema» zaten baştanberi bu, tutum içinde idi; ondan başka birşey beklemek
de safdillik olurdu. Üzerinde durulması gereken, enstitü
çalışmalarında emeği olduğu halde, örneğin bir S. Kolçak’ın kendi emeklerinin de baltalanması ile sonuçlanacak
bu yolu niçin seçtiğidir. En aşın belirtilerini biraz sonra
Emin Soysal’m davranışında göreceğimiz bu gibi cephe de
ğiştirmelerin enstitü hareketi içerisinde çok şiddetli ve sar
sıcı olmasının bazı psikolojik nedenleri olsa gerektir: Ensti
tülerin kuruluşunda çalışan kadro klasik öğretmen okulla
rından yetişmiştir. Bu kadrodakilerin bir kısmına enstitü
girişiminin ilkeleri, niteliklerini anlatmak, kabul ettirmek
çok zor olmuştur. Klasik okul yöneticiliği ile yeni eğitbilim
ilkelerinin uygulandığı bir okulun yöneticiliği arasında bü
yük ayırımlar vardır; yöneticinin bambaşka nitelikleri ol
ması, örneğin öğretmen ve öğrencilerin de katıldıkları de
mokratik bir yönetim uygulaması, çok hoşgörülü olması
v.b... birçok özelükleri bulunması gerekir. Buna bir de
olağanüstü çalışma koşullan, kuruluş döneminin eğitbilimsel olmayan, yapı, kurulma işleri, bunları savaş yıllannın
zorlukları içinde ve çok kısa bir zamanda yürütme zorunluğu gibi zorluklar eklenince, enstitü yöneticilerinin kendi
kişiliklerini değiştirecek, geliştirebilecek, önce kendi kendi
lerini eğitebilecek, hemen hemen üstün yeteneklerde kişi
ler olması gerekir. Ancak bunu yapabilenler enstitülerde
başarılı olmuşlardır. Yetenekleri, kişilikleri buna el vermiyenler ne olmuştur? Bunların da herhangi bir klasik oku
lun çalışmalarıyla karşılaştınlmıyacak derecede çok çalış
tıkları, başarılı olmak için çok çaba harcadıkları gerçek
tir. îşte bu olağanüstü çabaya rağmen, bir yönetici yine de
enstitü hayatının gerektirdiği bir kişiliği geliştiremez ve
başka bir deyimle başarısız bir yönetici olursa, verdiği
emeğin, olağanüstü çabanın karşılığım göremeyince bu
nun ondaki tepkisi çok zorlu olmakta, çoğu kez karşı cep
heye geçmekle kişiliğindeki dengeyi bulmaya çalışmakta,
emeklerini değerlendirdiği sanısına kapılmaktadır. Örne
ğin bir Sabri Kolçak’ın da klasik bir okul çerçevesi içinde
iyi bir yönetici olmasına yetecek nitelikleri bulunduğu halde,
olağanüstü bir çaba göstermesine rağmen (ki gösterdiğine
hiç şüphe yoktur) enstitü yöneticisi olarak başarılı olama
ması kendisini sistemin bozukluğuna, bu sistemi düzeltecek
kişinin de kendisi olduğuna inanmaya itmiştir. Aynı düşün
ler Emin Soysal için de ileri sürülebilir. Soysal’ın durumu
da daha başlangıçtanberi, her zaman göstermeye çalışma
sına, ve kendisinin de inanmasına rağmen, enstitüleri en iyi
anlıyan değil, hiç anlamıyan, kişiliğinin özellikleri, genel
dünya görüşü, inançları bakımından anlamasına da hiçbir
zaman olanak bulunmayan bir kişi oluşudur. Bu gibilerin
trajedisi kendilerini yeterince tanıyıp değerlendiremiyerek,
köy enstitüsü girişimi içinde çalışabileceklerini sanmaları
dır.
■ Emin Soysal
Nedenleri ne olursa olsun Emin Soysal, köy enstitü
lerine karşı giriştiği kampanya ile ylkma ve bozma işlemi
nin baş aktörlerinden birisi olarak tarihe geçmiştir. Kurucu
olmak savında bir kişinin, tarih içinde yıkıcı olarak dam
galanması, eylem ve girişimlerinin gönlünde yatan amacın
bu kadar tersine yönde oluşu, kendisi yönünden bir ikinci
kişisel trajedi olsa gerektir. Soysal’a ve çabalarına daha ön
ce 6. bölümde değinmiş, bunların başlıbaşına ayrı bir in
celeme ve araştırma konusu olacağını bildirmiştik. Bu ba
kımdan burada yine ayrıntılara girmiyeceğiz.
Sosyal’ın davranışının kişisel nedenlerini H. Âli Yü
cel şöyle açıklıyor'201: «...Çalışmasını ve becerikliliğini tür
lü vesilelerle takdir ettiğim Emin SoysaFa, teftişlerimin bi
rinde saati olmadığını bir sözünden anlayınca, kolumdaki
saati çıkarıp verecek kadar yakınlık ve muhabbet göstermişimdir. Ancak kendisine karşı beslediğim bu takdir ve mu
habbet; talebe paralarını, Vekaletin sarih emrine rağmen
şahsen tahsil ve sarf, intizamsız hesap tutturma, ambar
defterinde tahrifat, Devlet parasından ödenmiş senetlerin
usulsüz mahsup edilmesi ve buna göre defter tanzim ve ib
razı gibi maddeler ileri sürerek yapılan ihbar üzerine, du
(20) D a v a m , H a ş a n - A li Y ttcel, U lu s B asım ev i, A n k a ra
1947, s. 100, 101.
rumunu Başmüfettiş Hikmet Türk ve Müfettiş Hayrullah
örs’e tetkik ettirmeme mani olamamıştır. 10.8.1942’de
müfettişlerin gösterdiği lüzum üzerine uhdesinden müdür
lüğü alınmıştır. Daha sonra Müdürler Encümenince 5274
sayılı kanunun 51. maddesinin 3. fıkrasına göre köy ensti
tülerindeki işlerden çıkarılmak suretiyle tecziyesine karar
verilmiştir. Kararın tarihi 22.7.1943, numarası 125’dir.
Bunlara ve daha sonra yapılmış bakanlık emri ve nakil
muamelelerine işaret etmem, bu yapılan işlemlerin o zaman
İlköğretim Umum Müdürü olan Tonguç tarafından yapıldı,
ğı düşüncesiyle, ona şahsi infiali olduğunu tahmin ettiğim
içindir.»
Emin Soysal’a göre köy enstitüleri fikrini ilk defa son
radan kendisinin yakın akrabası olan Halil Fikret Kanat or
taya atmıştır: 24.3.1935’de Kunın gazetesinde yazmaya
başladığı, «Yarının Muallimleri Nasıl Yetiştirilmeli» başlık
lı dört makale ile. Soysal’a göre Kanat’ın bu makalelerinde
ki esaslar bugünkü köy enstitülerinde henüz daha kısmen
uygulanabilmektedir. Kanat’ın bu makalelerine ve diğer
kitaplarındaki ana düşünlerine daha önce değindik. Soysal
bundan sonra şöyle der(21): «...B u makalelerin yazıldığı
sırada llktedrisat Umum Müdürü Reşat Şemsettin de Türk
maarifi yönünden önemli teşebbüslerde bulunmuştu(22).
(20 K ö y E n s titü le r i T a rih ç e s i v e K ız ılç u llu K ö y E n s ti
tü s ü , E m in S o y sal, B u rs a Y e n ib a sım e v i 1943, s. 28.
(22) H a k k ı T o n g u ç d a n d a h a önce İlk ö ğ re tim G enel M ü
d ü rlü ğ ü y a p m ış o la n S ir e r’in b u g ö re v d e k i ç a lış m a
la r ı k o n u su n d a T o n g u ç ’u n (C a n la n d ırıla c a k
K öy)
k ita b ın d a (s. 437) b ir n o t v a r. T o n g u ç, ilk ö ğ re tim
so ru n u n u in celem ek için C H P g ru b u n c a özel b ir k o
m isy o n k u ru ld u ğ u n u v e b u n u n b ir r a p o r h a z ır la y a
r a k 11.1.1935’de G ru p B a ş k a n lığ ın a v e rd iğ in i a n la t
t ı k t a n s o n ra ra p o r u a y n e n a lıy o r. R a p o ru n b ir b ö lü
m ü n d e ş u sö z le r v a r d ır :
« ...M u a llim
m e k te p le ri
m ü f re d a t p ro g r a m la rı ile ilk m e k te p m ü f r e d a t p ro g
r a m la n ve te rb iy e m e to d la n a r a s ın d a b ir a h e n k v e
te s a n ü t v ü c u d a g e tirm e k la z ım d ır. B öyle b ir te s a n ü d ü n o lm a d ığ ı te f ti ş ra p o r u n d a n s e ra h e tle an la şıl-
Doğrudan doğruya köy mektepçiliğini alakadar eden bir
raporu ilgili yerlere vermişti. Hatta o sırada bir terbiye
mütehassısını da köylere sırf görüşünden istifade etmek
üzere göndermişti. Maalesef Reşat Şemsettin’in bu teşeb
büsü anlayışsızlıklar yüzünden ve kısmen de beyinler henüz
bu sert ve mudil mevzua yatkın olmadıklarından akim kal
mıştır. Şevket Raşit Hatipoğlu da Dönüm mecmuasında
1932’denberi köy mevzuuna daha ziyade ekonomik olmak
la beraber köy maarifi yönünden de yer veriyordu... Fakat
bütün bunların arasında köy maarifi ve öğretmeni meselesi
ni köy enstitülerini hedef tutarak selahiyetle, derin ve iha
talı bir görüşle alacağı istikameti bütün hatları ile göste
ren yazı, Fikret Kanafın yukarıya aldığımız makaleleridir.
Köy Enstitüleri fikri başta tamamen Halil Fikret Kanat’indir...» Bu kitap 1943’de Soysal Enstitü Müdürlüğünden
ayrılmak zorunda kaldıktan sonra yazılmıştır. Henüz bu
kitabında enstitülere ve Tonguç’a doğrudan doğruya saldırı
yoktur. Fakat bunların hazırlığını görebiliriz. CHP’nin anadoluculan ve köy enstitülerine karşı olan politikacılardan
Reşat Şemsettin Sirer ve Şevket Raşit Hatipoğlunun isim
lerinin anılması, bunlara köy eğitiminde yol göstermiş in
sanlar olarak yer verilmesi, Soysal’ın kısa bir süre sonra
işbirliği yapacağı politikacılara yanaşma çabalarıdır. Bun
dan sonra Soysal fikrin realize edilmesini kendisinin Kızılçullu Köy Enstitüsünün başına getirilmesine bağlıyarak
şöyle der(23): «...Eğitmen işlerine başladığımız gündenberi
llktedrisat Umum Müdürlüğü yapan Hakkı Tonguç da
eğitmen işinden sonra köy öğretmen okulları, köy enstitüm a k t a o ld u ğ u g ib i to p la n tıla rım ız d a h a z ır b u lu n a n
ilk te d r is a t u m u m m ü d ü rü R e ş a t d a b u c ih e ti te s
lim e tm iş tir...»
R e ş a t Ş em sed d in in b u k o m isy o n c a b a ş a r ılı b ir
g e n e l m ü d ü r sa y ılm a d ığ ı b u ifa d ed e n a n la ş ılıy o r. B u
d u ru m , o n u n d a h a s o n ra k i o lu m su z d a v ra n ış la rın d a
b ir k iş ise l n e d en o la r a k ro l o y n a m ış o lab ilir.
OD a.g .e. s. 33. 35.
leri işini düşünüyor ve benimsemiş bulunuyordu. Kendisiy
le gece gündüz sık sık buluşuyoruz. Köylerde yalıyor, sa
bahlara kadar sıtma tutmuş gibi köy işleri üzerinde düşü
nüp konuşuyoruz. Bir gün evime geldi. İzmir’deki Ameri
kan kolejinin satın alınmasından, köy enstitülerinin kurula
cağında bahis açtı. Başladığımız 70 binanın artık bittiğini,
eğitmen tecrübesinin muvaffakiyetle tamamlandığını ilh...
konuştuktan sonra kolej kurağında açılacak yeni tip öğret
men okulu müdürlüğüne gitmemi ileri sürdü. Kendisine bu
iş öteki gibi değildir, uzun zaman ister, ilmi ve zor bir iş
tir. Müfredatı yok, talimatı yok. Ona göre yetişmiş eleman
ları yok. Beni gönderirseniz yarın Vekil değişir, sen değişir
sin. Sizden sonrakiler klasik usullerle, köhne kanunlara gö
re hareket ederler. Ben de yanarım. O zaman şayet muvaf
fak olmazsam kendimi denize atmam gerek orada, de
dim. Son derece heyecanlanan, sevgili dostum (o zaman)
Hakkı Tonguç, Emin bu bir memleket işi. Biz böyle isti
yoruz. Farzet ki sen bu işte muvaffak olmadın, cephede
ölür gibi öldün. Ne çıkar. Hayat nedir ki? Bu işi behemahal yapalım! Bu kadar dik, net ve keskin sözden sonra
böyle düşünürsek mesele yok, pekala, dedim. Bu söz bana
munis gelmişti. Hakkı Tonguç’un o zamanki hamleleri can
dandı ve tam hedefe matuftu...» Bundan sonra Kanat’ın
düşünlerini kendisinin uyguladığından bahseden Soysal,
şöyle der: «...İşbaşına gelirken Fikret Kanat’la bir gün ge
ce saat 13’e kadar işin fikriyatı üzerinde konuştuk. Bir de
fa da Hakkı Tonguç’la şakalaştık o kadar...» Kirby ise
Soysal ’ın Müdürlüğe gelişini ve Tonguç’un aslında buna
karşı olduğunu şöyle anlatır04’: « ...Mahmudiye’de ikinci
eğitmen kursundaki idarecilik görevinin sona ermesinden
önce Soysal, deneylerde daha fazla çalışmasının doğru olmıyacağmı belirten bir takım şahsiyat özellikleri gösterme(X) T ü rk iy e d e K ö y E n s titü le ri, F a y K irb y , İm e c e y a y ın
la rı, A n k a r a 1962, s. 135.
ye başlamıştı. Fakat ödevine eninde sonunda son verilmesini
zaruri kılan sebepler, bir müddet için böyle bir karara va
rılmasını... imkansız kılıyordu. Birçok halleri ile Emin Soy
sal kendini köy eğitimi meselesinde en yüksek otorite ola
rak görüyor ve öyle göstermeye muvaffak oluyordu. Bu,
onun İlköğretim Genel Müdürünün potansiyel bir rakibi
olarak görülmesine sebep olduğu için Tonguç’un böyle bir
zatın deneyde otorite yerinde devam etmesine göz yum
mak istememesi, pek kolaylıkla kıskançlığa veya korkuya
verilebilirdi... Bu yüzden Bakan ilk ve belki de biricik de
fa olarak Tonguç’un kararına müdahale etmiştir...»
Bundan sonra Soysal 1945’de yayınladığı bir kitabın
da köy enstitülerini eleştirmeye başlamış ve Tonguç’a kar
şı çok ağır kişisel saldırılara geçmiştir051. Daha sonra mil
letvekili olarak Mecliste yapacağı konuşmalarda ileri süre
ceği suçlamaların esasları bu kitapçıkta bulunabilir. Ona
göre 1945’e kadar Tonguç’un yönetimi altında ilköğretim
alanında yapılmış işlerin hepsi yanlış, bozuktur. Örneğin
eğitmenler yeterli derecede yetiştirilmeden köylere gönde
rilmeye başlanılmıştır. Eğitmen kursları daha ziyade ensti
tülerin işlerine yarıyan birer angarya müessesesi halini almış
tır. Eğitmenler enstitü binalarının yapılmasında amele ola
rak çalıştırılmaktadır. Gezici başöğretmenler beklenen gö
revlerini yapamamaktadırlar; çünkü bunlara verilen yol pa
raları azdır. Gezici başöğretmenlik organı disiplinli ve
faydalı bir şekilde işletilememiştir. Köy enstitülerine gelin
ce: Bunlar son derece acele kurulmuş kuramlardır. Yerleri
iyi seçilmemiş, fazla paraya, emek ve enerjiye malolmuşlardır. Talebe toplanırken bazen zorla, bazen yalvararak top
lanmış, bir kısım talebeler bu yüzden kaçmıştır. Seçilen ta
lebelerin durumu icabı bazı enstitüler adeta bir darüleytam
manzarası da gösterirler (Yazarın notu: Çok yoksul ço(2 5 )
İlk ö ğ re tim O la y la rı v e K öy E n s titü le ri, E m in S o y
sal, U y g u n B asım ev i, B u rs a 1945.
cuklarm öğrenci olarak alındığını kastetse gerek. Gerçek
ten de kendisinin enstitüsüne varlıklı köylülerin çocukları
na öncelik vererek öğrenci aldığını gösteren belirtiler var
dır. Tonguç’un Hasanoğlan’da, Yüksek Kısım öğrencileri
arasındaki solculuk - sağcılık çatışmalarını incelerken ver
diği rapor, ki 5. bölümde buna değinmiştik, bu yönden
ilginçtir. Orada Tonguç’un bazı sağcı öğrencilerin kökeni
konusunda, bunların varlıklı köylü ailelerinden gelme ço
cuklar oldukları sözleri bununla ilgilidir; kastedilenler Kızılçullu’dan gelme, Soysal’ın eski öğrencileridirler). Köy
enstitülerinin talebe mevcudu fazladır. Hem öğretim ve
eğitim bakımından, hem de bina bakımından gerekli hazır
lıklar yapılmadan fazla miktarda talebe alınmıştır. Sanat
öğretmenleri yetersizdir. Yeteri derecede istihsal enstitüler
de yapılamamaktadır. Genel bilgi dersleri zayıftır, kültür
süz yetişmektedirler. Meslek dersleri aynı şekilde zayıftır.
Sanat öğretimi zayıftır. Tarım dersleri zayıftır, bilgisizle
rin elindedir. Sağlık durumu ve temizük meselesi çok bo
zuktur. Köy enstitüsü mezunlarının köylere yerleştirilmesin
de bir sürü zorluklar çıkmış ve bunlar giderilememiştir.
Bunlar köylerde başarı kazanamamışlardır. Enstitülerde ve
köylerde yapılan bina işleri plansızdır, usulsüzlükler var
dır, bilgisizlikler vardır. Bu arada şehir ve kasaba ilkokul
öğretmenleri ihmal edilmiş, ikilik yaratılmıştır. Soysal daha
sonraları 1946- 1948 yılları arasında Meclis’teki konuş
malarında daha da ileri gitmiştir. Enstitülerin ahlaksızlık
yuvası olduğunu, komünistlik propagandası yapıldığını ileri
sürmüştür. Soysal’a göre sistemdeki ve uygulamadaki bü
tün bu aksaklıkların, bozuklukların bir tek nedeni vardır:
Hakkı Tonguç. Adı geçen kitabında «1937’den beri ilk
öğretim Otoritesi ve Köy Enstitüleri» başlığı altında Ton
guç’un yetersizliğini kanıtlamaya özel bir bölüm ayırıri26’.
Ömek olarak birkaç pasaj vereceğiz: « ...Yetkili zat (Torı-
guç)... İlköğretim Genel Müdürlüğüne geçtiği zaman sade
ce elişleri (mukavvadan apartman, plastilinden tavşan, kır
mızı kağıttan horoz ilh... yapma işi) öğretmenliğinden kal
ma bazı pratik anlayışı ve maharetlerinden başka köy iş
lerine aid hemen hiç denecek derecede görüş ve malumat
sahibi değildi... hatta 1940 tarihine kadar bu müesseselerin (köy enstitüleri) ne olacağını, nasıl bir müessese oldu
ğunu bile öğrenememişti. Soranlara yanlış ve hakikate ay
kırı bir takım malumat verirdi... Öyle ki, müesseseleri
görmeye geldiği zaman da bu umum müdür sıfatı ile ken
disinden herhangi bir mesele hakkında aydınlatıcı malu
mat alınamazdı... Tonguç dairesini bir saat gibi işletmek
şöyle dursun, bir çok işleri, muameleleri karıştırır. Karış
tırıcılığının bazıları da bilgisizliğinden ileri gelir...v.b...»
Şimdi bir de aynı Emin Soysal’ın Müdürlükten ayrıl
madan önce Tonguç’a yazdığı özel mektuplarına bu açı
dan bir göz atalım'271: «...Sayın hocamız!... İlk tedrisat
Umum Müdürlüğünü deruhte etmişsiniz. Enstitünün başına
geçtiğiniz zaman (Yazarın notu: Gazi Eğitim Enstitüsü)
ne kadar sevindimse bu vaziyete ondan daha çok memnun
oldum dersem samimi hissiyatımı ifade etmiş olurum...
Sayın hocam, ben sîzlere vaziyeti teferruatı ile bildirdikçe
siz iş sarsılıyor sanıyorsunuz. Hayır, asıl kervan sizin him
metinizle yürüyor... saygı ve sevgilerimi yollarım, yurdum
için değerli olan hocam... Hiç merak etme. Ölürüm bunu
da yapacağım. Yeter ki, siz orada olunuz.. Derler ki İslam
dinini Muhammet ilham etti, Ömer kurdu, Hüseyin tesbit
etti kanıyla. Müsaade buyurun bu ideolojinin kan döken ve
veren Hüseyinlerinden biri de ben olayım... Ben herşeye
rağmen, herşeyden üstün olarak seni severim... işle bera
ber kardeşlik, sevgi, gönül verdiniz. Bu benim en mahrem
ça) ö z e l a rş iv : E m in S o y salın
T o n g u ç a y a z m ış o ld u ğ u
29.7.1935, 11.8.1936, 13.8.1936, 13.10.1938, 20.12.1938,
30.12.1938, 10.1.1940 g ü n lü m e k tu p la rd a n .
hazinemdir. Ve bu hazine benim idealimin temelidir...
Onun için onunla yaşıyorum. Hakkı Tonguç’a ok atacağı
ma kalbime kurşun sıkarım... Sevgili hocam, kuzum ho
cam yalvarırım sana ufak tefek şeylere kızıp orayı terketme. Daha yapacağımız çok iş var... Sensiz bu işler olmaz..»
Soysal’m mektupları incelendiği zaman, yazış şeklin
deki laubalilik, kişileri kötülemedeki ölçüsüzlük, birlikte
çalıştığı kişileri sık sık Bakanlığa şikayet etme, okulun
yönetimi ile ilgili bütün ayrıntıları yukarıya duyurma
alışkanlığı, buna karşılık mali bakımdan yeni yüklerle ya
pılabilecek işlere girerken yukarıya sormadan bunlara gi
rişmek ve üst kademeleri zor durumda bırakmak gibi dav
ranışlar dikkati çeker. Bu eğilimler zaman zaman, hiçbir
diğer enstitü müdüründe göriimedik derecede o kadar ar
tar ki, insan Tonguç’un ve Yücel’in bir Okul Müdürü ola
rak kendisi ile bu kadar uzun bir süre nasıl işbirliği yapa
bilmiş olduklarına şaşar. Mektuplarında herhangi bir dü
şün sisteminin belirli bir düzeyde işlenip ortaya atılması de
ğil, kişisel kızgınlıklar, gündelik çekişme ve takışmalar
uzun uzun anlatılır. Şu bölüm çok tipik bir örnektir*28’:
«...Evvela Ruhi, sonra soyadı ile lakabı arasında pek sathi
bir nispet olan A ... K .. .ünüz (Yazarın notu: Bu mektupta
adı geçen kişilerin adlarını kullanılan ağır deyimlerden
ötürü açıkça yazmayı doğru bulmadık) geldiler... Konuş
dedin konuştum. Anladım ki benim makaleyi neşredinceye
kadar Kültür Bakanlığı akla karayı seçmiş. Başlığını da
değiştirmişler. (Yazarın notu: Burada Soysa?m Bakanlı
ğın bir dergisine yayınlanmak üzere gönderdiği bir yazısı
söz konusudur). Mahkemeye vereceğim. İkinci makale
müdürler encümeninde okunmuş. O araba duyurun (Yaza
rın notu: Burada Bakanlığın yüksek görevlilerinden birisi
söz konusudur) bende ideal iş zemine, zamana ve idare128) Ö zel a rş iv : E m in S o y sa l’m H . T o n g u ç’a y a z m ış ol
d u ğ u 15.3.1939 g ü n k ü m e k tu p .
ye, siyasete göre değişmez. Nam ve şanına hemen bir bro
şür neşrederim. Ve derim ki, Türkiye maarifinin, Atatürk
devrinin mektepçiliğinin yegane katil madrabazı bu adam
dır. Mukaddes Türk köylüsünün cahil kalmasının yegane
müsebbiblerindendir, bu zeki görünen ahmak. Çünkü zeka
başka, desise ve hilekarlık başkadır. Bu alim görünen cahil,
bu ahlaklı görünen ahlaksız, ahlakı kasap dükkanında ari
yan madrabaz, eğer yeniden İslam felsefesini yaşatmak,
ümmet devrinin kuru, eşek d ..., yalancı kapalı, kaba ah
lakını ikame etmek istiyorsa böyle bir sisteme karşı gurur
la ahlaksızlığımı ilan ederek (çünkü ben ahlakı tamamen
başka ve bu milletin hayatını yükseltecek mebdelerde arı
yorum. Kurmaya ve fiilen yaşamaya çalışıyorum, ki asıl
ahlak odur) o yabanı yadellere, yedi kat yerin dibine ge
çiririm. Öyle beni şu veya bu gürültü ile korkuturum san
masın. O benim ırkımın, milletimin, yurdumun kültür düş
manıdır. Bilmiyenler bilsinler. Ben bilirim, müdrikim. Bu
millet Atatürk devrinde ve onaltı yılda cehaletten çoktan
kurtulurdu. Kültür kaatilleri engel ve sebep oldular. Bun
ları böyle yazacağım. Bugün olmazsa yarın, yarın olmazsa
öbürgün. Soyguncular, dalavereciler. Fikri karakteri olmıyan madrabazlar. Sebep oldular ırkımın cahil kalmasına.
Şurayla murayla kimse bana dolma yutturamaz. Ve beni
öyle N ... B ... gibi bir enayinin, okuduğunu anlamaz ena
yinin, makalemi ilan etmekten başka birşeye yaramıyan yar
zıları ile ürkütemezler. Söyleyin ona arabdan... (Yazarın
notu: Bir sözcük okunamadı) olur da, T ürk’den pedagog ol.
maz mı? Çok rica ederim duysun bunları...»
Olaylar isteklerine göre gelişmeyince, ömeğin bir ya
zısı basılıp basılmaması için tartışma konusu yapılınca
böyle bir tepki gösteren Soysal’ın Müdürlük görevinden
alınmasından sonraki davranışları, bu örnekten sonra daha
iyi anlaşılabilir sanıyoruz.
Eldeki belgelerden anlaşıldığına göre Tonguç, bütün
bu olumsuz davranışlarına rağmen, ondan sonuna kadar
yararlanmak yolunu tutmuştur. Bunun doğru bir davranış
olup olmadığı tartışılabilir. Belki de Soysal sorununu daha
başlangıçta çözümlemek, daha sonraki birçok olumsuz ge
lişmenin önlenmesini sağlardı. Tonguç’un kendisine yazdığı
şu mektuptaki düşünleri sanırız ki Soysal konusunda sonu
na kadar Tonguç’un izlediği davranışın ana çizgilerini vermektedir(29): «Kardeşim Emin, mektubunu aldım. İşlerimin
çokluğuna rağmen şu noktalar üzerine dikkatini çekmeyi
faydalı buldum: 1. Şahıslar hakkında pek merhametsizce
ve o insanların bulundukları şartları, yaratılıştan getirdik
leri şeyleri gözetmeksizin, tamamen hissi hareket ederek bir
hücum etmen var ki, senin gibi, insanları idare etmek, ye
tiştirmek ve onlara iyi kıymetler aşılamak vazifesini üzeri
ne alan bir kimseye bunu hiç yakıştırmam. Bu tarzdaki
boş, gayesiz ve kendine antipatiden başka bir şey temin etmiyecek olan şeylerle zihnini yormamanı tavsiye ederim.
2. Birçok insanlarda olduğu gibi sende bir huy var ki o
da: İçinde bulunduğun veya elinden tuttuğun işle herkesi
kendin kadar alakalı görmek istiyorsun, başka insanların
da işi senin kadar anladıklarını ve ehemmiyetini kavradık
larını zannediyorsun. Ondan sonra da bu kanaatlar üze
rine mütalaa yürüterek boş yere asabileşiyorsun. Bu mantalite ile hareket ettiğin için bazen insanlara haksızca is
natlarda bulunacak kadar ileri gidiyorsun. İş denilen şey
muayyen şartlar içinde yapılır. Babayiğit adam da bu şart
ları yene yene işi başarır. Bu, dünya kuruldu kurulalı böy
le olagelmiştir. Ve böyle gidecektir. Bizim gibi mutavassıt
insanın nasibi budur. Süperyör olabilir de herşeyi kendi
istediğin gibi yaptıracak iktidarı eline alabilirsen o zaman
işin şekli başkalaşır. O zaman da Kızılçullu’da okul direk
törlüğü yapmaya lüzum görmezsin. 3. Bu söylediğim hal
(29) Ö zel a rş iv : H a k k ı T o n g u ç’u n E m in S o y sal’a y a z m ış
o ld u ğ u 8.11.1938 g ü n k ü m e k tu p .
ler insanı evhamlı yapar, insanın enerjisinin boş yere ak
masına sebep olur. îşine güveniyorsan, onu seviyorsan,
yapmaktan zevk alıyorsan ne yaygaraya, ne temetduha, ne
de 24 saatte bir başkalarının taktirine ihtiyaç vardır. Baş
ka insanlar beni takdir etmiyorlar, bana istediğim kadar
yardım etmiyorlar diyerek, onlara birer kara damga bas
maya uğraşmak o kadar boş bir mesaidir ki, bundan hiç
bir fayda elde edilemiyeceği gibi kültürlü bir adama da
yakıştıramam. İnsan denilen mahlukun bilhassa düşünce
alemini kefşetmek ve ona göre teşhislendirmek kolay bir
iş değildir. 4. Her bakımdan ileri kıymetler taşıyan bir tip
iş adamına muhtacız. Fakat bir kısım insanlar bu hale gelemiyorlarsa, bunlar senin yaptığın gibi tahkir etmekle, kü
fürle bu hale gelebilirler mi sanıyorsun? Bu metodlarla bu
işin temin edilemiyeceği binbir tecrübe ile anlaşıldığı için
senin idarene verilen okul açılmıştır. O ideal insan tipini
yaratabilmenin ne kadar şumüllü bir mesaiye bağlı olduğu
nu da görüyorsun. Bir hamlede elde edilebilecek bir gaye
olsaydı senin orada didinmene lüzum kalmazdı. 5. Bana
birçok mektupların gelmiş olması ve benim onlara göre ba
zı kanaatlara varmış olmam üzerinde zihin yormana acıdım.
Bu sözler beni hiç tanımadığını anlatır. İşin aslı ile ilgisi
bulunmıyan hiç kimsenin (seninkiler de dahil) ne sözü ve
ne de yazısı benim kafamda bir saniyeden fazla yer tutmaz.
Beni yalnız işin kendisi ilgilendirir, tıpkı piyesin mevzuu
gibi. Aktörlerden biri rolünü çok muvaffakiyetli, öteki or
ta derecede, bir diğeri de muvaffakiyetsiz bir şekilde oy
namış, bu hali ben tabii görebilecek kadar nefsimi terbiye
edebildiğime kaniyim. 6. Okulla ilgili ve buradan halledil
mesi gereken işlerin halli için lazım gelen tedbirleri alıyo
ruz. Bu hususlarda da çok ölçüsüz söylenmiş bir takım
sözlerin var. Fakat bunlar nihayet şahsıma isabet edebile
cek oklar oldukları için onlara hiç üzülmeden geçebilirim.
Çünkü oku attırmamak lazımken kendi elimle verdiğimi
düşünebilecek haldeyim. 7. Yeni bir iş evvela insanların
zihinlerine ve kalplerine sokulur. Ondan sonra insanlar da
o iş için yapılması lazımgelen fedakarlığı yapmaya amade
bir hale gelebilirler. Onlardan ancak bundan sonra bu iş
uğrunda herşey istenilebilir. Veyahut yeni yapılacak işle o
iş etrafında kendilerinden fedakarlık istenilecek insanların
başka cephelerden alakaları olur; iş karşılıklı menfaatler
temin edilmek suretiyle yürütülür. Bizim yapmakta oldu
ğumuz iş bir idealin gerçekleştirilmesi olduğu için insanları
ona karşılıklı menfaatlerle bağlamak hem imkansız, hem
de güçtür. Sen yeni tip öğretmen okulunun ne olduğunu
bilen, anlıyan ve bu sebeple de onun tahakkukuna canla
başla çalışabilecek adamları çok mu zannediyorsun? Hiç
şüphesiz hayır. O halde sempatisiz, bir iş etrafında nasıl
adam toplıyabilirsin?... Hülasa bu işe bağlı insanların ço
cukça hareketleri bırakarak derli toplu, yalnız gayeyi göze
terek çalışmalarının uygun olabileceğine kaniim. Ben bu
işleri böyle bir hava içinde yapmayı düşünüyorum. Ve an
cak bu takdirde her türlü fedakarlığı göze alırım. Senden
de bize bu tarzda yardımcı olmam isterim. İzmir’e gelme
tasavvurum olduğu için daha fazlasını orada konuşuruz.
Gözlerini çok çok öperim. Arkadaşlara selam ve saygılar...
İlköğretim Genel Direktörü Hakkı Tonguç...»
Sayısı bir hayli fazla olan bu örnekleri çoğaltmıyo
ruz. Bu kadarcığı bile Soysal’m saldırılarının herhangi bir
düşün ve ilke ayrılığına dayanmaktan çok, kişisel nedenler
le olduğunu göstermeye yeter de artar. Ayrıca yazıları ve
hele mektupları okunup incelenince kendisinin herhangi
bir felsefi veya eğitbilimsel sisteminin de olmadığı, düşünle
rinin bir birlik göstermediği anlaşılır. Yine burada da önem
li olan yukarıda enstitülerle ilgili olarak yaptığı eleştirile
rin yıkma döneminde bütün bir sağ cephe tarafından be
nimsenip kullanıldığıdır. Böylece Soysal enstitülerde çalı
şıp, enstitülere karşı girişilen işlemlere olanak ve koşul ha-
zırlâmak bakımından en etkili ve en talihsizce örneği ver
miştir.
■ Tonguç’un Karşılığı
Tonguç’un evrakı arasında bulunan, işbaşından ayrıl
madan önce hazırladığı anlaşılan, bazı eleştirilere karşılık
niteliğinde olan, ama bir polemiğe girmemek için yayınlan
madığı bir makalesinden bazı bölümleri eleştirilere karşılık
olarak buraya alıyoruz'301: «...İlköğretim işlerini tenkit
edenleri ve tenkit şekillerini ikiye ayırmak icabediyor.
«Bunlardan birinci bölüme girenler, memleketin bu
davası üzerinde yürekleri titriyen iyi kalpli insanlardır. On
lara tenkit şeklinde de olsa işlerimizi destekledikleri, bu işi
daha dikkatle yürütmemize yardım ettikleri için önce te
şekkür ederim... Onların uyandırıcı fikir ve görüşlerine
karşı cevaplarımı, Köy Enstitüleri broşürü ile İlköğretim
gazetesinde yayınlanan yazılarımla vermeye çalışıyorum...
Bazı noktalara en uygun cevabı olaylar verecektir. İşleri
min çokluğu bundan fazlasını yapmam için vakit bırakmı
yor.
«İkinci bölüme giren tenkitçilerin bu işi iyi niyetle yap
tıklarına inanmadığım, özel maksatlar güttüklerini bildi
ğim için şimdiye kadar bu gibilere cevap vermemek yolunu
tuttum. Eğer şahsımla ilgisi asla bulunmıyan bazı sözleri
bana isnat etmeselerdi, eğer benim kanaatlarım olmayan
bir takım bayağı düşünceleri benim düşüncelerim gibi gös
termeye kalkmasalardı, eğer yapmadığım işleri yapmışım
gibi göstermeselerdi, eğer davaya ihanet etmek yolunu tutmasalar ve hakikata uymayan sözleri yazıya dökmeseler(30) Ö zel a rş iv : T o n g u ç’u n , İlk ö ğ re tim İ ş le ri v e B u n la rı
T e n k it E d e n le re C ev ap b a şlık lı 7 s a y f a lık m a k a le si,
ta r ih s iz , f a k a t iş b a şın d a b u lu n d u ğ u s ır a d a y a z ıld ığ ı
a n la ş ılıy o r. 1945-1946 y ılla rın d a y a z ılm ış o lm a sı g e
re k .
di onlara cevap hazırlamak için bir dakikamı bile harca
mazdım. Fakat bu saydığım işlere girişenler; türlü türlü
maksatlarla şuraya veya buraya verdikleri jurnallerin para
etmediklerini anladıktan sonra geçer akça sandıkları şu
metoda başvurdular: Haksız ve yersiz ithamlarını bilim gi
bi kutsallaşmış bir değerin terimleriyle maskeliyerek, ma
kale veya kitap şekline sokup ortaya çıkmak, ulemalık yo
luyla emellerine erişmek istivenler zaman zaman türerler.
Bilim boyasına bulanarak, millet' hesabına hareket ettik
lerini söyliyerek sahte pehlivanlar gibi ortaya atılır ve hasımlarını yıldırarak başkalarına (gördünüz mü, nasıl kuv
vetliyim ben) demek isterler. Ruh marazına tutulmuş ba
zı insanlar da bunların yazılarını okuyunca (yahu, ne müt
hiş bir yazı yazmış, rezil etmiş, herif artık ayakta dura
maz) diye zevklenirler. Korkutulmak istenilen susarsa onun
susuşu saldırganın haklı olduğu kanaatim kuvvetlendirme
ye başlar. Yazılanlar yalanlanmadığına veya reddedilmediğine göre demek ki yazan haklı imiş, sözü kulaktan kulağa
dolaşmaya başlar. İşte bunları da düşünerek susmayı uygun
bulmadım. Kendimden ziyade hakikata uymayan yazıları
okuyacaklar hesabına cevap vermeyi bir vicdan borcu bil
dim. Yine işlerimin çokluğu bu işe fazla vakit ayırmama
engel oldu. Elimde bol vaktim olsaydı ikinci kategoriye
giren tenkitçilerin yazılarının tamamen aksini gösteren,
vaktiyle bana yazdıkları mektupları neşrederek kendi im
zalarıyla cevaplamak yolunu tutardım. Vesika olarak sak
ladığım bu yazıları tasnif ederek neşre vakit bulamıyorum.
Bu sebepden dolayı şimdilik kısa kesmeye, cevapların bir
kısmını olayların seyrine bırakmaya, okuyucuları fazla ra
hatsız etmemeye mecburum. Şu başlangıçtan sonra hemen
ana konuyu aydınlatmaya geçiyorum:
«7. Kötü niyetli tenkitçiler, ilköğretim alanında yapı
lan işleri kendime malettiğimi, halbuki onları kendilerinin
yapmış olduklarını ileri sürüyorlar. Bu işleri başıma buy
ruk olarak yaptığımı hiçbir yerde ne söyledim, ne de yaz
dım.
«İlköğretimin ana ilkeleri B. Millet Meclisince kabul
edilen kanunlarla saptanmıştır. Bu ilkeleri gerçekleştirenler, en ıssız köydeki eğitmen ve öğretmenden Milli Eğitim
Bakanına kadar bu alanda yer alan çalışkan ve düriist ha
reketli insanlardır. Onların arasında bir yerim varsa, bu
sadece 26 yıldanbeıi süregelen meslek hayatımın icabıdır.
«Resmi işlerimde her işi ilgililere sorarak, onların mü
talaalarını alarak yürütmeyi ana ilkelerden biri sayarım.
Fakat işe engel olacak mütalaalara, hele onlar samimi
yetten uzak oldukları taktirde, asla uymam. Böyle bir gaf
let gösterdiğim zaman onun doğurduğu sonuçlara çok üzü
lürüm. İşlerime istikâmet veren fikirler, o işlerin ehli olan
iyi niyetli arkadaşlar tarafından ortak mal olarak yoğurulan fikirlerdir. Bu ortaklıkta, kötü niyet sahiplerinden gay
rı herkesin hissesi vardır.
«Milyonlarca insanın katılmasıyla hızını ve manasını
bulan ve gözümüzün önünde cereyan eden bir iş için, bu
hakikati görmeden, herkesin payını kabul etmeden (bunu
yalnız ben yazıyorum, fikir benimdir) diyebilmek için in
san nasıl bir ruh hastalığına tutulmuş bulunmalıdır...
«2. Tenkitçilerin özel maksat güdenleri, yıllarca önce
yayınlanan kitaplarımın değersizliğini belirtmek için hayli
enerji tüketiyorlar. Bu hareketlerinde okuyuculara samimi
hizmet amacını gütselerdi, onları neşir edildikleri zamân
incelerler, tartışma yoluna o zaman girerlerdi, sanırım. Böy
le yapmayıp da işlerine geldiği vakit bu konuyu ele ala
rak sözde kitap tenkidi yapmalarının hangi manaya gele
ceğini takdir etme işini okuyucuların vicdanına bırakıyo
rum (Yazarın notu: Burada kastedilen Soysal olabileceği
gibi köy enstitülerine karşı bir yazı serisine başlangıç ol
mak üzere -Köy Enstitülerini İncelemeden Önce- başlığı
altında bir seri makale yay ılıyarak Tonguç’un 1938’de ya-
yitilanmış Köyde Eğitim adlı kitabını 1944’de eleştiren M ü
nir Raşit Öymen de olabilir(31). Öymen bu yazılarında, ana
çizgileriyle, Tonguç*u bilimsellikten uzak olmakla, bilimsel
gerçeklere aykırı olarak köy ve kent ayrılığı gütmekle suç
lamaktaydı. Kitabın yayını ile bu yazıların çıkması arasın
da geçen süre gerçekten düşündürücüdür. Öymen’in, daha
önceki yıllarda köy enstitüleri sorunu bir çok defalar düşün
hayatında ön plana çıktığı halde eleştirilerini 1944*de yap
maya başlaması, bu davranışın bu yıllarda Soysal ve onun
la aynı paraleldeki siyasal çevrelerle işbirliği içerisinde yü
rütülen bir kampanyanın bir bölümü olduğu izlenimini ver
mektedir).
«Komisyon halinde yazılan bazı okul kitaplarında ilgi
lilerin adları belirtilmediğini bir suç gibi ortaya atanların
böyle olmasını o zaman komisyonda çalışanların çoğunluk
la istemediklerini hatırlamaları lazım. Hatta yalnız bu nok
tayı değil, niçin istemediklerini de!...
«Benim kitaplarıma bir vesika olarak alınmış bazı
parçaların sahiplerini belirtmemiş isem bu da kendilerinin
o tarihlerde böyle bir şeyi istemeyişlerindendir. Çünkü o
vakitler bazı kimseler bu işlerin gelişme şekline göre müte
madiyen poz değiştiriyorlardı.
«Bu nokta o kadar önemlidir ki, bugün sahte peygam
ber gibi eğitmenleri korumaya kalkan bir İlköğretim M ü
fettişi, onlarla beraber kursa gitmekten çekindiği için onun
tepesine bir Bakanlık müfettişi dikmek zorunda kalınmış
tı. Kısacası o zamanlar şimdiki gibi işleri benimsiyerek
sahneye çıkmak hevesinde olanlar bol değildir. Onun için
bazı insanlar sonu ne olacağını kestiremedikleri bu işin
mensubu olarak görünmeyi, adlarının uluorta, şuraya bura(3D (K ö y E n s titü le rin i İn c e le m e d e n ö n c e ) (K ö y v e K ö y
lü ) , (K ö y iin İ ç v e D ış H a y a tın ın B ü tü n lü ğ ü ) b a ş
lık lı m a k a le le r, V a k it g a z e te si, 24 k a s ım
1944, 3
a r a lık 1944 v e 7 a r a lık 1944 g ü n k ü y a z ıla r, M ü n ir
R a ş it Ö y m en (p e d a g o ji v e to p lu m b ilim ö ğ re tm e n i).
ya yazılmasını islemiyorlardı. Bunda benim ne suçum
olur? Istenilmiyen bir şeyi niçin yapayım?...
«Şimdi insan kendi kendine şu soruyu sormak zorun
da kalıyor: Tamamen şahıslara ait olan bu meselelerin
(İlköğretim Olayları!) ile ilgisi nedir?... Bunların cevabını
toptan, yazımın sonunda vermeye çalışacağım.
«3. Meslektaşların verecekleri bulunçlu hükümleri hi
çe sayan tenkitçiler, benim türlü menşelerden gelme öğ
retmen ve müfettişlere karşı tarafgirlik yaptığımı, bu yüz
den işlerin bozuk gittiğini ileri sürerek bir kısım insanları
tahrik etmeye kalkıyorlar. Görevini iktidarı nispetinde ya
pan, ülkü ve ilkelerimize ihanet etmiyen, ödevi özel emel
ve ihtirasları için alet etmiyen her meslektaşa aym sevgi
ve saygıyı göstermeye çalışırım... Am a görevini yapamıyanı yakalayınca yakasını bırakmam, böylelerini suçlarına
göre cezalandırmadıkça rahat edemem. Tembele, sahte
kahramana, başkalarına fenalık yapmaktan zevk alanlara,
ahlak değerlerine saygısızlık gösterenlere önce bu durum
larını düzeltmeleri gerektiğini söylerim. Buna rağmen yanlış
yolda yürümeye devam edecek olurlarsa onlarla dostluk ilgi
lerimi keserim. Bu gibilerin işe zarar vermemeleri için elim
den gelen her tedbiri almaya çalışırım. Bu hareketimden
dolayı suçlu telakki edildiğim zamanlar olduğunu bilirim.
Bundan başka türlüsünü yapmak elimden gelmez. Hırsıza,
karaktersize tavizat vermem. Hiç kimsenin ekmeğine en
gel olmayı aklımdan geçirmem, kötünün bile hapishanede
çürümesini de istemem.
«Tenkitçilerden öyleleri çıkar ki, benim resmi göre
vimi yaparken, bunun verdiği selahiyete dayanarak çete
teşkiline kalkıştığımı, türlü işlere kendi akrabalarımı yer
leştirdiğimi yazacak kadar ileri giderler. En çok nefret et
tiğim bu iki şeydir. Hayatta dostlarımla özel konuşmala
rımdan başka hiçbir işin etrafında bir klik yaratmaya kalk
mam. Bunu yapanlar olduğunu sezersem o kliği dağıtmayı
vazife bilirim. (Yazarın notu: Burada 6. bölümde verdi
ğimiz pasaj vardır).
«Burada bir noktayı açıklamak isterim. İşlerin icab
ettirdiği şekilde bir iş etrafında birbiriyle iyi anlaşabilecek
insanları toplıyarak, kötülere meydanı boş bırakmamayı
haz ve zevk duyarak yaparım. Bu sayede fena insanlardan
başkalarına gelebilecek fenalıkları önlemek yolu bulunmuş
oluyor. Biz buna çetecilik değil, işbirliği yaratma diyo
ruz.
«5. İlkokul öğretmenleriyle ilgili işlerden, mesela yapı
sandığı ve mesken bedeli meselesini ele alarak, onlara ko
ruyucu bir melek gibi görünmek istiyenlerin hallerini bir
an için gözümün önüne getirmeye çalışıyorum... Bu işler
yapılalı şu kadar yıl oldu, Anadoluda öğretmenler yer yer
güzel ve modern evlere yerleşmeye başladılar, sandık işi
ni tenkit etmek istiyenler bunu zamanında yapıp bitirdiler.
Acaba bu öğretmen koruyucu melekler o zaman nerede idi
ler? Gökten yere inmek bu kadar uzun sürüyor dem ek!...
Vah zavallı insanlar, koruyucularına ne kadar geç ve güç
kavuşuyorlar!...
«6. İlköğretim olaylarının böyle bozuk gitmesi se
bepleri bunlarla bitmiyor. Daha neler var neler... Mesela
benim vaktiyle müdürlüğünü yaptığım M. Eğ. Bk. lığı
Okul Müzesinin eşyası Hasanoğlan Köy Enstitüsüne veril
diği için bu işler bozuk gidiyor. Hem bu işin hesabı da ve
rilmiş. Bu da ilköğretim olayları üzerinde etkili imiş! Ya
bu alanda çalışanların aldıkları harcırahlar, işte onlar da
günü gelince hesabı sorulacak ve ilköğretim davasını doğ
ru yola sokmak için düzenlenecek işler arasında. Kötü ten
kitçiler istatistik sıkıntısı içinde bunalıyorlar. Hele onları
bir elde edebilseler, o zaman ne müthiş hakikatları mey
dana çıkaracaklarmış. Türk milleti bunlardan ne kadar
çok faydalanacak. Neler neler...
«Ait olduğu makama hesabı verilmemiş bir tek işim
olduğunu bilmiyorum. Varsa selah'ıyetliler istesinler. Her
zaman bunu vermeye hazırım. Vicdanıma karşı hesabını
vermekten çekindiğim tek iş yoktur.
«7. Köy Enstitülerinde her iş, (ziraat, sanat, öğretim)
bozuk gidiyormuş. Öğretmenlerin çoğu bilgisiz, iktidarsız
öğretmen okulları mezunları imiş. Öğrenciler cahil ve eh
liyetsiz olarak hayata atılıyorlarmış. Hasanoğlan Köy Ens
titüsü uydurma bir kurummuş. Öğrencileri Ankarctda kah
vede vakit geçiriyorlarmış. Tenkitçilerden bazıları bunlarla
o kahvelerde buluşup konuşmuşlar bile. Bütün bunlar mil
let ileride zararını çekeceği için şimdiden ortaya atılıyormuş.
«Enstitülerin mezunları meydanda. İç bünyeleri her
kesin görebileceği bir durumda. Yerli ve yabancı birçok
iyi kalpli insanlar tarafından sık sık ziyaret ediliyorlar ve
her türlü teftişe kapıları açık. Bilenler, görenler hükümle
rini versinler. İftira edilmemek şartıyla herkesin görüşüne
saygı gösteririz. Fakat onların yüzlerine çamur sıvamak istiyenlere de meydanı boş bırakalım mı? Birkaç kişinin ih
tirası sönsün veya yatışsın diye elimiz kolumuz bağlı mı
duralım?...
«Bu yazıyı niçin yazdığımı da kısaca açıklamak iste
rim. Kötü niyetli bir takım insanlar yukarıda tasvir etme
ye çalıştığım iğrenç metodla bazen emellerine kavuşurlar,
onun için uyanık bulunmalı, bu bir... Bunların emelleri ne
dir? Yapılanları bozmak veya yapılmakta olanların seyir
lerini değiştirerek işleri kendi isteklerine göre şekillendir
mek, bu iki... Onların isteklerini niçin biz de istemiyoruz?
Geri fikirlere dayandıkları için, bilimsel esaslara uymadık
larından dolayı. Onlara uyarsak memleketin ileri hamlele
rini destekliyemeyiz, geriliği yenemeyiz, büyük halk kitle
lerini hızla rejimin ülkülerine doğru yürütemeyiz, dar ve
basit düşünceler, şahsi ihtiraslar içinde bunalır kalırız. İki
ayrı inanış ve düşünüş tarz: buna derler işte. Bu da üç...
«Genç öğretmen arkadaşlar!
«Nereden mezun olursanız olun, nerede iş görürse
niz görün, hayatınız boyunca bu iki türlü düşünce tarzına
rastlıyacaksınız ve birine uyacaksınız. Ya ileriliğin ya
da geriliğin temsilcisi olacaksınız. Size nazaran daha tecrü
beli bir meslektaşınızın bu sebepden şu tavsiyesini çok gör
meyin: Vicdanınızın emrine uyunuz!
«Köy enstitülerinde çalışan arkadaşlar!
«Kötü niyetli tenkitçi, görüyorsunuz ya, hep Köy Ens
titüleri etrafında dolaşıyor. Bu dikkatten kaçmaması gere
ken bir noktadır. Eğitimle ilgili başka alanlarda tenkit edi
lecek taraflar yok mu? Mesela öğretmen okullarının duru
mu hepimizi tatmin edici mi? Bundan niçin laf açılmıyor?
Bu sorular insana tenkitçinin niçin köy enstitüsü konusu
na dokunduğu araştırma ihtiyacını hatırlatıyor. Sizin ço
ğunuz bunu sebebini de bilirsiniz.
«Yukarıya sıraladığım şekilde tenkitler yapanlar ara
sında bir iki yıl öncesine gelinceye kadar, beni görünce sa
yın hocam diyerek elimi sıkanlar, hocam diye hitap ede
rek mektup yazanlar, taraftarı olduğum fikirlere inandıkla
rını söyliyerek rolü genişçe işleri istiyenler ve kabul ede
rek bu işlerde çalıştıktan sonra ayrılanlar, biz ölünceye ka
dar ülkü arkadaşıyız diyenler de var. Şu hayat denilen şe
yin ne müthiş safhaları olduğunu görüyorsunuz. Bu insan
lar neden bu kadar değişiyorlar? tnsanoğulları işle şahsi
ihtirasları niçin birbirine bu kadar karıştırarak işin payını
veremiyor da ihtirasları etrafında dönüyorlar? Neden özel
amaçlı emeller uğruna kutsallaştığını sandığımız değerler
çiğneniyor? Bu yazıyı aynı zamanda şu soruları cevaplıyamadığım ve insanlığımıza acıdığım için yazdım. Belki kö
tü yola sizler gibi henüz sapmamış olanlarınız, kötüleri
sapak başında iken yakalıyarak, onlara daha asil ve in
sanlığa yakışır kararlar verdirirsiniz. Ümit kesilmiyen bir
alemin içinde yaşıyoruz. ..»
Tonguç’un yayınlanmamış bu yazısında bizce en il
ginç nokta, onun eleştirilere girişilmesinde rol oynıyan
kişisel nedenlerin de ardındaki ideolojik ayrılıkların ve
nedenlerin farkında olduğunu belli etmesidir. İlericilik - ge
ricilik ayırımı bu yönden ilginçtir. Aynca eleştirilerin ni
çin öncelikle köy enstitüleri konusunu ele aldıklarına yine
bu açıdan değinmesi önemlidir.
■ M. Şükrü Koç
Bir başka grup olarak öğrenimlerini enstitülerde yap
mış öğrencilerin hayata atıldıktan sonra çeşitli nedenlerle
enstitüleri eleştirmeleri konusu, ele alınabilir. Bunların bir
çoğu mesleklerinde ilerleme, yeni öğrenim olanakları sağ
lama amaçlarıyla Bakanlığın hoşlandığı şekilde eleştiriler
yapmak yoluna zaman zaman gitmişler yahut siyasal ha
vayı kollıyarak eleştirmek veya savunmak konusunda bu
havaya göre yön değiştirmişlerdir. Bu gibilerin yön değiş
tirmelerinin derecesine paralel olarak yıkılış döneminde az
veya çok zararları dokunmuştur. Bu örneklerin en tipik
lerinden birisi M. Şükrü Koç’tur. Kızılçullu Köy Enstitü
sünden çıkan ve orada Emin Soysal’ın öğrencilerinden biri
si olan Koç, daha sonra girdiği Hasanoğlan’daki Yüksek
Köy Enstitüsünde sağcı grubun liderlerinden olmuş, bu
nun için de yedeksubay okulunda çavuş çıkmak v.b. tehli
kelere uğramadan meslek hayatına atılma olanağını bul
muştur. Koçun, bundan sonra köy enstitüleri konusundaki
davranışları günün koşullarına, siyasal duruma, kendisinin
beklediklerine göre yön değişiklikleri gösterir. Örneğin
Koç’un bu sapmalarından aşın sağcılann köy enstitülerini
kötülemek için nasıl yararlandıklarını 1966’da yayınlanmış
«Köy Enstitüleri ve Koç Federasyonu» adlı kitapta şöyle
görebiliriz(32): Burada Ali Uygur’un bir dergide çıkmış ya
zısından alınmış bazı pasajlar vardır. Tonguç için anma tö
reni yapılmasını eleştiren Uygur şöyle yazıyor:
«...Fakat Şükrü Koç Kızılçullu Köy Enstitüsünden
Emin Soysal’ın Müdürlüğü zamanında mezun olmuş, ora
dan Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsüne öğrenci olarak
geçmiş, Hasanoğlan’daki mücadele faaliyetine katılmıştı.
Hakkı Tonguç ve o zamanın okul idarecilerinin tutumun
dan aciz kalarak nefsi bunalan ve en son çareyi T.B.M.M.
ve o zamanın Meclis Başkanı rahmetli Kazım Karabekir’e
bir mufassal raporla müracaat etmekte ariyan mücadeleci
gençlerin faaliyetini Şükrü Koç bilmektedir. Bunların
B.M .M .’e bu müracaatı üzerinedir ki Milli Eğitim’de Vekil
değişikliği yapılmış, Tonguç vazifesinden uzaklaştırılmış
tır. Köy Enstitülerinde işlenmekte olan facia daha o za
man görülerek, tedbirleri rahmetli Reşat Şemsettin tara
fından alınmıştır... Şükrü Koç Hasanoğlan Yüksek Köy
Enstitüsünde işlenen faciaların ortasında bulunmuştur.
Eğer Şükrü Koç isterse bu söylediklerimizin doğru olduğu
hakkında o zamanki arkadaşlarından ve halen bir vilayet
te Milli Eğitim Müdürü olan Hüseyin A tmacdyı konuştur
mak mümkündür, Hüseyin Atmaca bugün her ne kadar
köy enstitülülerin (çıktığın yuvaya ihanet ediyorsun) baskısı
altında katiyen konuşmamak kararında ise de bizim onu
yazı ve raporlarıyla konuşturmak imkanımız mevcuttur.
Şükrü Koç’u Devrim Ocaklarının enstitüler hakkında tertip
ettiği açık oturumda köy enstitülerinin açılmasını müda
faa eden grubun içinde karşımızda görerek üzülmüştük.
İki gün süren tartışmanın sonunda bizim ortaya koyduğu
muz şaşmaz deliller müvacehesinde Şükrü Koç’un vicda
nından kopup gelen sese tabi olarak bizim tarafımıza alın
(32ı K öy E n s titü le r i ve K oç F e d e ra s y o n u , A n k a ra , 1966
s. 156, A li U y g u r’u n T ü rk Y u rd u d e rg is in in te m m u z
196S’d e ç ık m ış 6. s a y ıs ın d a k i b ir y a z ıs ın d a n n a k il.
mamak istediği görüldü. Gerçi bu açık oturumdan sonra
Ş. Koç’un köy enstitülülerin hücum ve baskısına maruz kal
dığı ve öğretmen federasyonu seçiminde köy enstitülülerin
desteği ile federasyon başkanı seçildiği bir vakıadır amma,
Hakkı Tonguç’un ne olduğunu en az bizler kadar bilen
Şükrü Koç’un ona anma töreni tertip ettirmesine akıl er
dirmek güçtür...»
Buradan anlaşılan şudur: Şükrü Koç ve Hüseyin At
maca, Yüksek Köy Enstitüsünde öğrenci iken sağcı gru
bun içinde bulunmuşlar, hatta Meclis reisine durumu bil
dirir «rapor»lar vermişlerdir. Bu raporlar, bu gibi belgele
ri o zaman görme olanağı bulunan eski müfettiş Ali Uy
gur ve bunun aracılığı ile sağcılar tarafından bilinmekte
dir. 1960’dan sonra, bir süre ileri derecede köy enstitüsü
savunucusu olmayı uygun bulan Koç’un, bu eylemlerini et
kisiz kılabilmek için, sağcılar bir çeşit siyasal baskı uygu
lamakta, onun eskiden köy enstitülerine ve Hakkı Tonguç’a karşı bir kişi olduğunu gösteren belgeleri açıklamak
la onu tehdit etmektedirler. Bu, köy enstitülülerin bazıları
nın bir kurnazlık sayarak yaptıkları yalpalamaların günün
birinde kendilerini ne kadar kötü duruma düşüreceğini gös
teren iyi bir örnektir. Uygur’un, Koç’un bazı davranış
ları konusundaki sözleri maalesef doğrudur: Sözü edilen
açık oturumlarda biz de bulunduk ve gerçekten de Koç’un
sağcıların kendisiyle ilgili eski belgeleri açıklamak tehdidi
altında, içerisinde bulunduğu köy enstitülüler grubunu zor
durumda bırakacak dönüşleri nasıl yaptığını yakından gör
dük. Bu çeşit sapmalara bir kere girildikten sonra, aynı
dönmeler, gerilemeler, yön değiştirmeler ne yazık ki bü
tün bir yaşam boyunca sürmektedir, yahut kişi buna zorlanmaktadır.
Zaman zaman köy enstitülerinin baş savunucularından
gözükme çabası içindeki Koç’un böyle bir dönemde iken
Tonguç’un üzerindeki bazı düşünlerini alalım0” . Tonguç’la ilgili bir anı anlattıktan sonra: «...Onun nasıl bir ülkü
adamı, ne çetin bir iş eri, ne yaman bir ileriyi gören kimse
olduğunu anlamak için pek çok ölçüler vardır. Am a unu
tulmasın ki, bir karlı kış gününde ayağına postal geçirmiş
bir genel müdür bir dağın başında üç çocuğun babasını ik
na ettiği zaman çocuklar gibi sevinmişti. Üç vatandaş da
ha kazanacağız diyordu. Bir dev adam ki, gücünü ve değe
rini en az anlıyan bizim milletimiz oldu...» diyor. Şimdi
Koç’un bu gücü ve değeri ne kadar iyi(!) ve erken(!) anla
dığını gösteren şu satırlara da bir göz atalım: Koç 1954
yılı Mayıs ayından sonra «Köy ve Eğitim» dergisinde yaz
dığı bir seri makalede köy enstitülerini inceler, birçok özel
liklerini över. Ama bir arada da şöyle demeği uygun bu
lur04’: «...K öy enstitülerinin kaderine hakim olan bazı ida
reciler zamanında bir taassup dalgası esmişti: Köylü çocuk
larını şehirle, şehir hayatıyla temas ettirmede kısıntılı dav
ranmak. Mümkünse ettirmemek. Esasen kasaba ve şehir
lerden uzak kuruluşlar oldukları için böyle bir taassubun
itibar kazanmasına yardım eden faktörler mevcut olamaz
d ı... Köy enstitülerinde öğrenci mevcutları çok kalabalık
idi. Her yıl yüzlerce çocuk alınıyor, bir o kadarı mezun
ediliyordu. Bu çokluk kavramı birçok eğitim idarecilerinin
kafasına yerleşmişti. Zaruretler, şartlar, davaya olan heye
canları bu tertip bir yola gitmelerine sebep oluyordu. Bu
ise çocukların, öğretmenlerin iç münasebetlerinde, birbir
lerini tamma ve anlamalarında, öğretim vetiresindeki yer
lerini bulmalarında hepsine de aynı imkanları vermemek
gibi bir neticeye yol açıyordu. İçlerinde daha az zeki, daha
az insiyatif sahibi, kabiliyetli, daha az sosyal olan çocukla(33) T o n g u ç ’a K ita p , İm e c e y a y ın la n
İs ta n b u l 1961. s.
258, 259 v e D e m e t d e rg isi, s a y ı 87, T o n g u ç Ö y k ü sü
b a şlık lı y azı, Ş ü k rü K oç.
(34) K ö y v e E ğ itim D erg isi, a ğ u s to s 1954, s. 14 ■ 15. K öy
E n s titü le r i v e K işilik G elişim i, Ş ü k rü K oç.
rıtı da bulunduğu bir toplulukta muayyen ve mahdut maddi
imkanların bulunduğu bir eğitim çevresinden aynı derecede
nasiplenmek ve faydalanmak mümkün olamazdı sanı
rız...»
O dönemde Bakanlık bu gibi eleştirilerden pek hoş
lanıyor, bunlan yapanların ilerleme olanakları artıyordu.
Koç da eğitbilimci olmanın yollarını bu ulemalık özentileri
ile zorluyordu. Birkaç yıl sonra, ülkenin gçnel havası ikti
dara karşı olmaya başlayınca da daha uzak amaçlara gö
re çabalarını yeniden ayarlıyacak, bu defa köy enstitüle
rini savunacak, 1946 sonrasının düzeltmecilerine veryansın
edecekti.
Yine 1954 yılına bakalım(35): «...Şimdi bu eğitim kurumlarının üstün ve zayıf yönlerini, ileri ve geri taraflarını
kısaca sıralıyalım: 1. Fizik çevre: Kuruluş ve binalar bir
düzen, yeknesak ve prototip değildir. 2. Maddi imkanlar
ve kolaylıklar hepsinde tam ve mükemmel değildir. 3. Öğ
rencilerin giyim, gıda ve eğlence ödenekleri cömertçe ve
rilmemektedir. 4. Diğer okulların sahip oldukları birçok
imkan ve maddelerden mahrumdur. 5. Öğrenciler bambaşka
esaslara göre seçilip alınmaktadır. 6. Öğretmen ve ida
reciler çok kere en iyiler arasından seçilmemişlerdir. 7.
Faaliyet ve ders konuları çok çeşitli ve muhteliftir. 8. Ge
leneksel bir program ve müfredat dışı bir anlayışla dersler
uygulanmaktadır. 9. Tecrübecilik, inceleyicilik ve araştırı
cılık temayüllerine yer vardır, 10. Tüzük ve yönetmenlikler,
idare tarzı müşterek olarak hzırlanır, uygulanır. 11. Öğ
rencilik yıllarında realitenin içine girip onlarla karşıkarşıya kalmak vardır. 12. Bazı tefrit ve ifrat fikirlere, taassublara yer verilebilmiştir. 13. Öğretme ve müşahede direkt
oluyor ve zenginleştiriliyor. 14. Öğrenci mevcutları nor
malden fazla kalabalık idi. 15. Öğretmen, usta öğretici,
öğrenci ve müstahdem aynı hayatı paylaşıyordu. 16. Oku( 35)
K öy ve E ğ itim d e rg isi, a ğ u s to s 1954, s a y ı 7, s. 12, 13.
yan ve okutanların müşterek bir dünya görüşleri vardı. Bu
görüş homojen bir idealizm ve taassup derecesine varan
bir inanç yaratıyordu. 17. Enstitüler ilerici, yenilikçi ve
devrimci idiler. 18. Kendini bulma, arama ilkesi esas ola
rak kabul edilmişti. 19. İstihsal ile istihlaki ayarlama, mak
satlı öğrenme, ekonomik planlama fikri vardı. 20. Köylü
(cemiyet ile kurum arasında) samimi ve yakın münasebet
ler, içiçelik, birlikte yaşama fırsat ve tesirlenme imkanları
vardı... Ancak bu faktörlerin hangisinin, hangi derecede ve
ne kadar öğrenci üzerinde müessir olduğu, müspet etkile
meye yardım ettiği, hangisinin başarısızlıklara sebep ve
kaynak teşkil ettiğini anlamak ve bunu genelleme halinde
söyliyebilmek çok zordur...»
Koç 1956’da ise şöyle yazıyor(36): «...K öy enstitüleri
için hazırladıkları bir (ağıt) sayısı için yazı yazmak güç.
Fakat yerinde bir vazifedir. Köy enstitülerinin kuruluşunu
ve lağvım eğitim tarihimiz içinde önemli bir oluşum kabul
ediyoruz. Kuruluşu sebebsiz ve dayanıksız değildi. Tarihi,
kültürel, politik ve sosyal faktörleri sağlamdı... Fakat 5-6
yıl gibi çok kısa bir şekillenme devresi içinde köy enstitü
lerine yüklenilen aktif fikir ve iş vazifeler o kadar çok ve
ağır olmuştu ki, gelişme ve denenme çağında bulunan bir
eğitim kurumu bu kadar ağır sorumlulukları kaldıramaz
dı. Konusunu çok şumüllü tutmuş, imkanların dışına çık
mış olmak gibi bazı istidatların görülmesi şu veya bu fel
sefi okullara bağlanmaktan değil, bu işe karışanların faz
laca idealist olmalarından ileri gelmişti, Hergünkü sosyal
ve ekonomik gelişme safhalarını izah ederken, ihmal edil
miş bir vatanın süratle kalkındırılması için radikal tedbir
lerin zaruri olduğu, geçici sıkıntılara katlanmak gerektiği
ileri sürülmektedir. Bu pek de doğru bir vakıadır... 4274
sayılı kanunla kendisine yükletilen ağır vazifeler, köy ensti
(36) D e m e t d e rg isi, s a y ı 37, 1956,
(K ö y
D a ir) b a şlık lı m a k a le , Ş ü k rü K oç.
E n s titü le rin e
tüleri fikrinin gelişme safhasında bir duraklamaya sebep ol
muştur. Her konuda olduğu gibi bu fikirde de çok çabuk
genelleme (generalizasyon) yaptık. Doğulu bir kafa ile ba
tılı bir fikri uygulamaya çalışırken olayın gösterdiği ve ev
renselleştirecek kadar bilimsel veya köklü olduğunu bil
mediğimiz belirtilerini derhal prensip ve kurallar haline
getirmek istedik. Bunun en açık bir örneğini o zamanki
Genel Müdür sayın Hakkı Tonguç teşkil eder. Köy ensti
tülerine alınan gençlerin birer sanat öğrenerek yetiştirilme
si fikri esasında güzel, psikoloji ve sosyoloji ile birlikte
öğrenme ilkelerine de uygundur. Ancak kehdileri bu fikri
nereden edindiğini sorduğumuz zaman, (jeeple anadoluda
geziyorduk. Yolda bir kadın gördük. Elinde bir pulluk de
miri vardı. Üç günlük yoldan sonra varabileceği bir köye
bu demiri biletmeye gidiyordu. Anladık ki, köylere birer
demirci lazım. Bu düşüncenin neticesi olarak öğretmenle
rimizin aynı zamanda bir demirci, bir marangoz olmaları
nı da sağlamalıyız) demişlerdir... Devlet eliyle köylere fen
ni kovan, tarım aracı, atebrin gönderildiği devirler de ol
muştur. Fakat gönderilen madde ister bir eşya ister bir
fikir olsun, karşıdaki insanlardan bunlara aid ihtiyaç, ilgi
ve motif olmadıkça kabul edilip öğrenilemez. Biz ise kar
şıdaki insanların yalnız birer alıcı olduklarını kabul, onla
rın yalnız alıcı değil, etki ve tepki yapabilen kimseler bu
lunduğu vakıasına daha az dikkat ettik...»
1960’dan sonra kendisini köy enstitülerinin baş sa
vunucularından biri olarak ilerici ve gericilere kabul ettir
meyi başaran Koç, bakalım bu defa ne diyor(37) Ona göre,
(kendi deyimi ile) köy enstitülerinin Sosyo-Ekonomik, Sosyo-Politik ve pedagojik anlamları vardır, Örneğin: « ...o yıl
lardaki ihtiyaçları karşılıyacak sayıda, ekonomik ve sosyal
kalkınmanın gerektirdiği vasıfta meslek mensubu köy eko(.37)
Y ön d erg isi, s a y ı 17. 11. n is a n 1962, K ö y E n s titü le
rin in G erçek A n lam ı, M. Ş ü k rü K oç.
nomimize arzedilecekti...» Sosyo - politik açıdan ise,
«...4274 sayılı kanun, halk yığınlarının kendisi hakkında
karar verebilir bir seviyeye çıkarılması ve toplumun dinç,
sağlam kuvvetlerinin ortaya konması için çıkarılmış bir
devrim kanunu idi...» ve «...K öy enstitülerinin en çok iş
lenmiş olan, pedagojik yönü daha belirgindir. Kısa zaman
da milli hudutlarımızı aşan bir üne kavuşmasında, enstitü
lerin pedagojik anlamı çok etkili olmuştur...» dedikten
sonra, enstitülerin kentlerin dışında ve 1000’i aşan mevcut
larıyla kurulmuş olmasının ,alınan çocukların kabiliyet ve
gelişme durumlarına göre buralarda yetiştirilebilmesinin,
toplum hizmeti görebilmek için bir ortak ülkü verilebilmesinin başlıca özellikler olduğunu belirtiyor ve diyor ki:
«...İş ilkesi buralardaki eğitimin temel felsefesine
dahildi. Yaratıcı tipte, teşebbüs sahibi, kafası ile birlikte
eli, kolu ve duyguları da işliyen insan yetiştirmenin denen
miş metodu «iş içinde eğitim» idi... Yapılan eserler hem
öğrenme, eğitilme aracı olmuş, hem de ihtiyaçları karşılıyan unsurlar olarak hizmete girmiştir. ..»
Koç’un düşünleri üzerinde uzun boylu durmayı gerek
li görmüyoruz. Zaten kendisi yaptığı eleştirilerin zaman
zaman tam zıddı düşünler açıklamakla ortada birşey bı
rakmamıştır. Bu eleştirileri yaparken o çağın sağcı yazar
ve öncelikle üniversite mensuplarından esinlendiği söylene
bilir.
■ Saldırganlar
Koç’un aksine «ulemalık» seviyesinde kalamamış, ba
sit ve bayağı şekilde enstitülere saldırmış, onları lekeleme
ye kalkmış, «sosyo - politik» kaypaklığı da başaramıyarak,
doğrudan doğruya en aşırı sağcılarla işbirliği yapmış, uzun
boylu üzerlerinde durulması gerekmiyen bazı enstitü çıkış
lılar daha vardır. Bunlar uygun dönemlerde aşırı sağ der
gilerin sayfalarında boy gösterip kaybolurlar; kendilerinden
aşırı sağ yararlanır. Bir ara, 1961’den sonra «Hüryol» gibi
İzmir gazetelerinde türeyen Kemal Fedai Coşkuner adlı es
ki köy enstitülü bir ömek olarak gösterilebilir. Yazıp söy
lediklerinde aşırı sağcıların o zamana kadar ortaya attık
larının dışında, yani komünistlik, ahlaksızlık, yolsuzluk suç
lamalarından başka ilginç bir nokta yoktur. Şüphesiz ki
her topluluğun içinden o topluluğa saldıranlara hizmet arzedenler çıkar. (Bu kişinin yazılarına bir örnek olarak
bak:(38)).
■ İbrahim Türk Örneği
Bazı enstitülülerin de Bakanlık tarafından yaptırılan
güdümlü soruşturmalar sırasında bu soruşturmaların ama
cına (bilinçli veya bilinçsiz olarak) nasıl hizmet ettiklerini
bir iki örnekle anlatalım'39’: «...53 No. lu belgede Hatay
İli Altınözü İlçesinde gezici başöğretmen bulunan ve Ha
sanoğlan Yüksek Kısmından mezun İbrahim Türk, Yüksek
Kısımda iken kitap tanıtma saatlerinde (Sosyalizm Müca
deleleri Tarihi), (İnsanlığın Kurtuluşu), (Demokrasi ve Sos
yalizm) gibi kitapların başta bulunduğunu ifade etmektedir
ki, bu kitapların mahiyeti üzerinde durmaya lüzum yok
tur. İbrahim Türk bu ifadesinin bir yerinde -öğrenciler top
lanmış Başkan seçiyorlardı. Bu seçimde sol tarafı tutan öğ
renci grubunun seçimi kaybetmesi üzerine, koro halinde üstadlarının, yani Nazım H ikm efin şiirlerini okudular. İdare
buna kulak asmadı. İsimlerini Bakanlığa verdik- diyor...
İbrahim Türk, bu yazısında, Yüksek Köy Enstitüsünde milli
inanışların yıkılmaya çalışıldığından, Kari Ebert ile birlikte
(38) H ü ry o l g a z e te si, İz m ir, 11.9.1961, H â lâ m ı K öy E n s
ti tü l e r i ? , K e m a l F e d a i C o şk u n er.
(39) K öy E n s titü le r i ve K oç F e d e ra s y o n u , A n k a ra , 1966
s. 140 v e 146. A li U y g u r’u n y az ısı.
Hasanoğlan’a Sabahattin A li’nin de sokulduğundan, enstitü
dahilinde öğrencilerin birbirlerini komünist olmaya ikna et
meye matuf münakaşalar yaptıklarından, enstitüde her ak
şam öğrencilere Aydınlık mecmuasından yazılar okutturulduğundan (bu dergi solcu neşriyat yapar), Enstitü Müdürü
...nin ilmi çalışmalar yapan öğrencilere otçu, taşçı, böcekçi
gibi isimler takmakla ilmi çalışmalarla alay ettiğinden, öğ
rencilerin elinde komünist partisinin manifestinin dolaştığın
dan, bundan da idarenin haberdar olduğundan, enstitü mü
dürü ...nin gözleri önünde solcu ...nın solcu fikirleri içine
alan sözleri koro halinde söylettiğinden ve Hakkı Tonguç’un
enstitüde bir öğrenci topluluğu önünde -analarınızın, ba
balarınızın vaziyetini gözünüzün önüne alın, bunlara yapı
lan muameleyi reva görüyor musunuz?- diye solcu fikir
leri kamçılıyan bir konuşma yaptığından bahsetmektedir ki,
Hakkı Tonguç’un enstitülerde takip ettiği gaye buradan
da anlaşılmaktadır. ..»
■ Şevket Gedikoğlu Örneği
Enstitülülerden gelme bir başka eleştiri tipi, enstitü
lerin kuruluşuna iyi niyetle katılmış, olanca gücü ile çalış
mış, fakat amaçlan ve enstitü sistemini tam olarak anlıyamamış bazı yöneticilerin, sonradan, iyi niyetle, enstitü
düşmanlan tarafından sömürülebileceğini düşünmeden
yaptıklan bazı açıklamalardır. Bunlara örnek olarak eski
Kayseri Pazarören Köy Enstitüsü Müdürü Şevket Gedikoğlu’nun bazı yazılan gösterilebilir. Gedikoğlu’nun Müdür
bulunduğu sırada, sistemin hümanist karakterini, hoşgörü
ye dayanan özgürlüklerini tam olarak anlıyamadığını gös
teren bazı belirtiler vardır. Örneğin okula alınmış ve öğre
nimini başarı ile sürdürmüş bir öğrencinin anasının ermeni
olduğunun bir rastlantı sonucu anlaşılması üzerine, bunu
önemli bir sorun sayarak, Tonguç’a ne yolda hareket etme
si gerektiğini soracak kadar, enstitü müdürleri içerisinde
nasyonalist eğilimler gösteren bir kişidir440’. Ayrıca başın
da bulunduğu enstitü, serbest okuma ve tartışma bakımın
dan durgun sayılacak ve bu konuda müdürün en fazla kay
gılara, korkulara sahip olduğu bir enstitüdür. Kirby, Ge
dikoğlu’nun düşünleri üzerinde şunları yazıyor441’: «...Kanat’ın talebesi olan bir enstitü direktörünün, yani Şevket
Gedikoğlu’nun Kanat ve SoysaFı müdafaa yolunda köy
enstitülerinin kuruluşunu anlatış tarzı efsanenin gelişme ve
yayılmasının mükemmel bir örneğini verir. Gedikoğlu’nun
enstitülerin tarihini anlatışını okuyucuların taktirine bıra
kırken şunu da nakletmek isteriz ki, onun köy enstitüle
rini yakından bilen biri oluşuna bakarak gerçeğe aykırı olan
bu izahı enstitüler üzerinde incelememizi hazırlarken ensti
tülerin köy öğretmen okulu olarak başladığı sanısına düş
memize sebep olmuş, fakat başarılarını, amaçları ve nazari
temelleriyle izah etmemizi mümkün kılan ipucunu bulduğu
muz zaman bu fikrin asılsız bir efsaneden başka birşey ol
madığı meydana çıkmıştır. Gedikoğlu’nu okuyucuların tak
tirine bırakarak...»
Kirby’nin burada sözünü ettiğini Gedikoğlu’nun bir
kitabıdır442’. Bu kitapta Gedikoğlu yukarıda değinilen Kanat’ın Kurun gazetesinde çıkan makaleleri üzerinde geniş
bilgi vermektedir.
Sonuç olarak, enstitülüler tarafından yapılmış eleştiri
lerin de sağcılannki gibi, derinliğine yapılmış ciddi incele
me ve araştırmalara dayanmadığı, yani nitelik bakımından
üzerinde uzun boylu durmayı gerektirecek eleştiriler olma
dığı söylenebilir. Bunların da önemi eylem bakımından,
(40) ö z e l a rş iv : Ş e v k e t G ed ik o ğ lu n u n H a k k ı
T onguça
y a z d ığ ı m e k tu p la r.
(41) T ü rk iy e d e K ö y E n s titü le ri, F . K irb y , im e c e y a y ın
la rı, A n k a r a 1962, s. 143.
(42) N için E ğ itm e n K u rs la rı v e K ö y E n s titü le r i? Şev
k e t G edikoğlu, 1949.
köy enstitülerini yıkma ve bozma çalışmalarına yardımcı
olmaları yönündendir.
3.
Solcuların Eleştirileri
Daha önceki iki grubun eleştirileri geçmişi ilgilendirdi
ği, geçmişteki eylemler üzerinde etkili oldukları halde, sol
dan gelen eleştriler herşeyden önce bugünün sorunudur;
günümüzdeki gelişmeler ve köy enstitüsü sisteminin gele
ceği bakımından önem taşımaktadır. Aynca nitelik bakı
mından, bunların da çok ciddi, çaba harcanarak yapılmış
inceleme ve araştırmalara dayanmamakla beraber, diğer
iki grubun eleştirilerine kıyasla çok daha seviyeli olduğu
bir gerçektir. Bütün bu özelliklerinden ötürü sol eleştirile
rin üzerinde dikkatle durulması gerektiği kanısındayız.
Soldan gelen eleştirileri süre bakımından üçe ayıra
rak incelemek istiyoruz: A) 1946’dan önce, B) 1946 - 1960
arası, C) 1960’dan sonrası. Böyle bir ayırımı şunun için
gerekli buluyoruz: Bu dönemlerde solcuların eleştirilerini
söyleyebilme, yazabilme ve açık olarak belirtebilme olanak
ları birbirinden farklıdır. 1946’dan önce solcuların, yine
çoğukez yazı ile olmamakla beraber bir dereceye kadar
eleştirme olanakları vardı. 1946- 1960 döneminde sus
mak zorunda idiler; hiçbir olanakları yoktu. 1960’dan son
ra ise yazma, söyleme ve düşünlerini açıkça belirtebilme
olanakları diğer dönemlere kıyasla çok genişledi.
Soldan gelen eleştirilerin hepsini bir birlik altında
toplıyamayız. Bir defa solun düşünür ve yazarlarının sayı
bakımından büyük bir kısmı, köy enstitülerini bizim an
ladığımız anlamda anlamakta ve savunmaktadırlar. An
cak küçük, ama etki alanı bakımından güçlü bir bölüğü
dür ki enstitüleri eleştirmektedirler. Bunların arasında da
bir eleştiri birliği yoktur. Çeşitli yönlerden ve açılardan so
runu deşmeye çalışmaktadırlar. Bu kişilerin eleştirilerinin
eylem bakımından en önemli yanı, öncelikle 1960’dan son
ra giriştikleri bu gibi çalışmaların, yine 1960’dan sonra
büyük çapta hız ve güç kazanan, yeni kuşakların uyanma
sı, bilinçlenmesi süreçi içinde, bunların köy enstitüsü sis
temini ilericiliğin bir sloganı olarak benimseme, savunma
eğilimlerini zayıflatması gibi olumsuz etkiler yapabilmeleri
olanağıdır. Böylece, eğer bu gibi sınırlı sol çevrelerden ge
len eleştiriler üzerinde durulmazsa, köy enstitüleri konu
sunda, bu konuyu yaşantıları ile bilmiyen ,öğrenmeye çalı
şan yeni kuşakların, yanlış kamlara ve görüşlere varma
ları sonucu, sol hareketin eylem ve teori açısından, köy ens
titüleri düşünü ve enstitülülerin eylemlerinden uzak kalma
sı, bunlardan yararlanamaması gibi bizce hiç de istenilmiyen bir tehlike ortaya çıkacaktır. Bazı solcu yazarlarca is
tenilen de budur, demeye dilimiz varmıyor.
1946’dan önce solcuların köy enstitüleri konusundaki
düşünleri, eleştirileri ve bu girişim karşısındaki davranış
ları taktik olarak ne idi? Bunu anlıyabilmek için önce çok
kısa olarak 1946’dan önceki Türk solunun durumuna de
ğinmek gereği vardır.
■ 1946’dan Önce Sol
1946’dan önceki solun ve bir sol hareketin gelişmesi
için gerekli ortamın durumunu kısa ve öz şekilde görebil
mek için iki araştırıcıya başvuralım. Behice Boran şöyle diyor(43): «...Egemen sınıfların önce tek, sonra da çok partili
iktidarının düşünce ve söz hürriyetine müsaade etmemesi
kendi görüş ve politikalarına aykırı düşen her fikir ve sözü
milli menfaatlere aykırı, vatan ihaneti, solculuk, komünizm,
diye susturması, memleketin sosyal, ekonomik ve politik
sorunlarının serbestçe tartışılmasını, eleştirilmesini, incelen
di)
T ü rk iy e v e S o sy alizm S o ru n la rı, B eh ic e B o ra n , Güııy a y ın la n , İ s ta n b u l 1968, s. 39, 40.
meşini önlemiştir... Türkiye’nin tutarlı, sistemli bir fikriya
tı -ideolojisi- dahi meydana getirilememiştir. Halkçılık, dev
rimcilik, devletçilik, laiklik birbirinden kopuk, yüzeyde, şek
len kabul edilip tekrarlanan ilkeler olarak kalmıştır. Tür
kiye’nin şartlarına özgü bir sosyalist fikir akımı meydana
gelememiş, Türkiye’ye sosyalizmi götürecek yöntemler
araştırılıp ortaya çıkarılamamıştır. Milliyetçilik, demokra
si, laiklik v.b. düşünce ve kavramlar gibi sosyalizm de Türk
toplum hayatının yarattığı ve etkilediği bir fikir akımı ola
rak değil, batıdan gelen bir düşünce sistemi olarak bir kı
sım aydınlar arasında benimsenmiş, tartışılmıştır. Bu ay
dınların ise işçi sınıfı, yoksul köylü kitleleri ve kentlerin,
ezilen küçük zenaatkâr ve esnaf sınıfıyla doğrudan doğ
ruya teması ve ilişkisi yoktu. Bizim egemen sınıflar sosya
list aydınlarla işçi - emekçi halk kitlelerini birbirinden uzak
tutmakta, kendi çıkarları açısından kurnaz ve titiz dav
ranmışlardır. Bu şiddetli baskı rejimi altında sol akım
kendi içinde farklılaşıp gelişmeden, bir yandan zaman za
man takibata uğrayan bir yeraltı faaliyeti olarak yürümüş,
öte yandan da sanat, edebiyat ve sosyal bilimler alanların
daki ve dağınık olarak da daha başka alanlardaki aydınlar
arasında bir fikir akımı olarak tutunmuş, fikir, sanat, ede
biyat yayınları, dergileri halinde ifadesini bulmuştur...»
Bu sözlere bakarak Türk solunun bazı özellikleri şöy
le sıralanabilir: Sosyalizm Türkiye’ye dışardan gelmiş bir
akımdır, asıl ilgilenmeleri gereken emekçi sınıflara yayılamamıştır, sosyalist fikir akımı Türkiye’nin koşullarına öz
gü değildir.
Bir başka araştırıcı, Mete Tuncay da şu sonuçlara vanyor(44): «...T ürk solculuğu 1 908-1925 yılları arasında
siyasi iktidar mücadelesi açısından bakılırsa besbelli ki kü
çük ve önemsiz bir hareket olmuştur. Salt bir tarih merakı(44) T ü rk iy e ’de S ol A k ım la r (1908 - 1925), M e te T u n çay ,
B ilg i y ay ın e v i, A n k a r a 1967, s. 197.
m karşılamanın ötesinde bu konuyu araştırmaya değer kı
lan, asıl fikri planda yapılan denemelerdir. Sosyalist teo
riyi gözden geçirprek memleket gerçeklerine uydurmaya
çalışan ilk solcularımız, bu pratik amaçlı çabaları sırasın
da Türkiye’deki siyasetin oluşumunu anlamak bakımın
dan bize pek çok şey öğretmişlerdir. Fakat uzun vadeli he
deflerine yaklaşamamalarından başka, kısa vadeli olarak
düşündüklerinin de gerçekleştirilmesinde -yani Türkiye’nin
özel mülkiyete dayalı bir burjuva kapitalizmi yoluna gir
mesinin önlenmesinde- başarısızlığa uğradıkları açıktır. Bu
durumu sol harekete önderlik eden sorumluların iyi çö
zümleme yapmış olsalar bile taktik kararlarında yanılmış
olmalarıyla açıklamak .mümkündür. Ancak meselenin da
ha derinde bir kökü de olabilir: Bu ülkede uygulanmak is
tenilen teorik solcu görüş acaba ne kadar akıllıca hareket
edilirse edilsin, doğmalarına sadık bir davranışı anlamsız,
revizyon yapmaya hazır bir tutumu ise faydasız bırakacak
kadar Türk toplumunun yapısına yabancı bir kuruluşta
mıdır...»
Burada Türk solunun bazı özellikleri daha ortaya çık
maktadır: Türk solu başarısızdır, etkili taktikleri bulama
mıştır, cılız ve siyasal eylem açısından önemsiz kalmıştır.
Yazar ayrıca şöyle diyor(45): «...Türkiye’de solcu düşünüş
bütün dönemlerinde başka ülkelerden esinlenmiştir...»
Yine aynı yazar Anadoludaki sol hareketleri incelerken(46)
fikir bakımından bu hareketleri üç gruba ayırıyor: «...B i
rinci grubun solculuğu, sözlüğü gelişi güzel kullanmaktan
ibaret görülmektedir... (yani Yeşilordu cemiyeti ile resmi
TKP). İkinci grubda (yani Yeşilordu’nun Nazımbey kolu
ile THİF’nın birinci dönemi -Yazarın notu: THİF’den ka
sıt halk iştirakiyun fırkasıdır-) feodalite, burjuvazi, prole
tarya koalisyonu ilkindeki gibi bir hareket noktası olarak
alınmakta, fakat zamanla antiemperyalist mücadele tasfiye
edilince antikapitalizmin de ağır basacağı, bu durumun
sosyalizmin gelişmesine yol açacağı umulmaktadır...
Üçüncü grubun bu orta duraktan farkı (gizli TKP ile Sup
hi’nin teşkilatı ve T H tP nin ikinci dönemi) bir özlemi ger
çekle karıştırarak dinci feodal unsuru geri plana atması, ve
onun yerini sosyalist bilinçlenme süreci içinde bulunan
emekçilerin doldurduğunu farzetmesidir...» 1925 yılından
sonra yazarın ifadesiyle'47’: «...Ankara hükümetini özel
sektör kapitalizminin yol açacağı acıları çektirmeden bir
dönem atlatmak, bir hamlede sosyalizme yaklaştırmak istiy e n ...» sol hareket, yani: «...klasik olarak bir komünist
partisinin bir kapitalist burjuva hükümetine karşı tipik tav
rı olmayan bu davranış...» artık değişmiştir.
Mete Tunçay’ın Türk solunun en ucu, en sol kanadı
için yazdığı bu düşünler sanıyoruz ki, ılımlılar için de doğ
rudur, hatta günümüz solunun içinde bulunduğu zorlukla
rın köklerini de bu parçalarda bulma olanağı vardır. Tunçay’ın yazdıklarına bakarak bir özelliği daha ortaya çıka
rabiliriz: Türk solu gerçekçi değildi, taktik hesaplarında
Türkiye’deki gerçek siyasal güçleri, sınıfların ağırlığını,
gücünü dikkate alırken yanılmalar içindeydi.
1946’dan önce, köy enstitülerinin kuruluş çağında,
enstitü kurucularının kendilerine karşı durumlarını ayarla
mak zorunda oldukları sol, bu özellikleri gösterir ve konu
muz bakımından bizce bunların en önemlileri, başarısızlığı,
gerçekçilikten uzak oluşu, taktiklerini yanlış ayarlaması
dır.
■ Uluslararası Sol
Türkiye’deki solun durumu bu iken, uluslararası so
lun konumuz bakımından önemli özelliklerine de değinmek
(47)
a.g.e.
s.
196.
istiyoruz. Bunun önemi vardır; çünkü dışarıdan esinlenen
bir düşünce akımı olarak, dışarıdaki solun tutarsızlık ve
başarısızlıklarının içeridekileri de etkilemiş ve arttırmış ol
ması gerekir. Yine en uç sola, dışarıdaki komünizme bir
göz atalım (48): «.. .Bu çelişki (Yazarın notu: Sovyet devriminin köylerde karşılaştığı zorlukları inceliyen Deutscher’in söz ettiği çelişki kollektivist bir ekonomi ile köylülerin
ekonomik bireyciliği arasındaki çelişkidir) ancak iç savaşın
sonlarına doğru toprak ağalarının geri gelme korkusundan
kurtulan köylüler zorla bireyciliği ileri sürdükleri zaman
belirgin olarak ortaya çıktı... Bu tarihten itibaren 1920’leri ve 1930’ları kapsıyan on yıllık bir süre boyunca köyle
kent arasındaki çatışma ve iki devrim arasındaki çarpış
ma SSCB iç politika sahnesine egemen olmuş, ve bu çatış
manın sonuçları Sovyet tarihinin tümünü etkilemiştir...»
Bu satırları, dışarıdaki sol denemenin en aşırısının bi
le köy ve köylü sorununa doyurucu bir çözüm bulama
mış olduğunu anlatmak için aldık. Teorik ve pratik alanda
herhangi bir ülkenin solcularının, uluslararası sosyalizm
den köy ve köylü sorunu yönünden kopya edilebileceği işe
yarar hazır bir reçete, belirli ve etkili bir taktik yoktu. O
çağda, örneğin Çin gibi köylü sınıfına dayanan aşın sol
denemelerin de bulunmadığım burada belirtmek gerekir.
Yine aynı eserden(49): «¿...Cebri kollektivizasyonun
tek akla yakın alternatifi köylülerin isteği ile kurulmuş bir
kollektif yada kooperatif düzen olabilirdi. Bu alternatifin
SSCB için ne kadar gerçekçi olabileceğini şimdi kimse
kestiremez. Kesin olan tek şey, cebri kollektivizasyonun
Sovyetler Birliğinin henüz atlatamadığı bir tarımsal yeter
sizlik mirası bıraktığı ve köyle şehir arasında bir düşman
lığa yol açtığıdır... Köylünün ülkenin siyasal ve toplumsal
(48) B itm e m iş D ev rim , ts a a c D e u tsc h e r, H a b o ra k ita b e v i,
İs ta n b u l, 1969. s. 38.
(49) a.g.e. s. 72
73.
hayatındaki ağırlığı bütün bu olayların sonucu olarak bü
yük ölçüde azaldı. Köylüler toplumun yeni endüstiriel ku
ruluşuna da tam anlamıyla katıştırılamamışlardır. Kolhozların gerisinde hâlâ o eski bireysel tarım, en küçüğünden
ve en ilkel çeşidinden olmak üzere sürüp gitmektedir...»
Türkiye’de birçok solcuların köye, köylüye güvensiz
lik duyması, bir devrini taktiği yönünden ona öncelik ta
nıyamamasının nedeni, bu konuda teorinin kendisindeki
olumsuz tutumun yanısıra, pratik alanda da başarısız kalın
mış olmasıdır. Bütün bu nedenlerin bazı marksistlerin köy
enstitüsü girişimini eleştirmelerinde etkileri olmuştur. Dı
şarıdan gelen düşünsel etkiler, bazı marksistlere köylü sı
nıfının devrim bakımından güvenilemez, geri bir sınıf ol
duğunu telkin ediyordu.
Uluslararası sol hareketin güçlenmesini dünya çapın
da zorlaştıran bir ikinci neden de Stalinizm idi. Bütün Stalin dönemi boyunca SSCB, dış ülkelerdeki sol hareketlerle
yalnız kendi çıkarları açısından ilgileniyordu. Hatta, SSCB
nin dış çıkarları gereği olarak, ilişki kurmuş olduğu ülke
lerde gerici - tutucu iktidarlarla bile anlaşmaya girmekten,
bu yolda o ülkelerin sol hareketlerini harcamaktan çekin
miyordu. Çin Komünist Partisi’ne karşı Çan Kay Şek’in
tutulması, Almanya’da nazizme karşı solcuların birlik ola
rak çıkmasının enternasyonal kanalı ile önlenmesi ve na
zizmin iktidara gelmesinin böylece kolaylaşması gibi tak
tikler, birçok eski marksistlerce ana doğrultudan sapma
olarak kabul ediliyordu. SSCB’nin dış ülkelerdeki sol hare
ketlerin çıkarlarını ikinci plana iterek, SSCB’nin kendi çı
karları açısından bunları kullanma politikası, dış düşünsel
etkilere açık marksistlerin, bilerek veya bilmiyerek, yapılan
telkinlerin etkisiyle, tutumlarını kendi ülkelerinin ve ken
di topluluklarının gerçeklerine uymayan, çoğu kez kendi
lerini başarısız kılan durumlara düşecek şekilde ayarlama
ları ile sonuçlanıyordu. Bu gibilerin, ülkelerindeki girişil-
miş birçok ilerici atılımlarm da böyle bir durumda yanlış ve
gerçekçi olmayan açılardan değerlendirecekleri ortada idi.
O çağda hiçbir kişinin Mao hareketinden de, yani köylüye
dayanarak önemli bir devrim yapılmakta olduğundan da
haberi yoktu; zaten marksistlerce bu işlerde otorite sayı
lan SSCB teoricileri de Mao hareketini ciddiye almamak
ta inat ediyorlardı. Bunlara göre, Mao’nun, «Çin devrimi
kentten köye değil, köyden kente yayılacaktır», sloganı
saçmalığın ta kendisi idi. Onların yanılgı ve tarihsel atla
maları o derecede idi ki; Mao, Çan Kay Şek’i yenip, ikti
dara elkoyduğu zaman bile, Moskova’dakiler ona Çan Kay
Şek’Ie anlaşmasını öğütlüyorlardı! Ve Mao’ya(30): «...sat
ranç tahtasının önemsiz köşelerinden birine yerleştirilmiş
bir garip piyon gözü ile bakılıyordu...» Teorik bakımdan
diğer ülkelerin bazı marksistlerinin köy ve köylü sorunu
konusunda böylece gerçekleri göremiyecek derecede, dış
etkilerin de altında gözlerinin bağlanmış olduğunu kabul
etmek gerekir...
■ 1946’dan Önce Türk Solu ve Köy Enstitüleri
Bunu incelemeden önce şu noktayı belirtmek gerekir:
Türk solu dediğimiz zaman, düşünsel ve siyasal bir birliği
kastetmiyoruz. «Türk solu» deyiminin içinde eylem bakı
mından bağımlı ve bağımsız gruplar, kişisel kalmış olanlar,
düşünce bakımından da en bağnaz ve koyu marksistlerden
sol revizyonistlere kadar geniş bir cephe anlaşılmalıdır.
Ama bunların hepsi üzerinde uygulanan baskı o kadar şid
detli idi ki, aralarındaki bu önemli eylem ve ilke, düşünce
ayrılıklarını ayrı ayrı saptamak, görmek olanağı bile kal
mıyordu. İşte bu bir eylem ve düşünce birliği göstermiyen
solun bir çok kişileri köy enstitüleri deneyini önemli bir sol
hareket olarak görmüşler, benimseyip desteklemeye çalış
mışlardır. Biz bunlara fazla değinmiyeceğiz. Daha sonraki
gelişmeler bakımından şüphede olanların önemi vardır. Bu
gibiler yukarıda açıklamaya çabaladığımız nedenlerle köy
enstitüleri hareketine karşı bir çekingenlik, bir güvensizlik
duymuşlardır. Bunu gösteren, 1946 öncesine ait önemli
yazılı belgeler yoktur. Belki de bu gibiler, bu çeşit düşün
lerini yazıya dökmeyi çeşitli taktik hesaplarla uygun bulma
mışlardır. Bunlarca, alışkın olmadıkları ve hem teorik bil
gilerine ve hem de pratikteki uygulamalardan duyup işit
tiklerine göre böyle köylü sınıfına yönelmiş bir hareket pek
ciddiye alınamaz, bundan olumlu sonuçlar beklenemezdi.
Bu tutucu sınıftan işe başlamak yanlıştı, kitapta yeri yok
tu. Hele bu işe girişenlerin, örneğin Tonguç’un, kitap ve
yazılarında onların alışkın oldukları deyimleri, varsayım
ları, bütün bir «tarz» ı kullanmamasını küçümseme ile kar
şılıyorlar, bunu yazarın bilgisizliğine veriyorlar, ama bütün
bu düşünlerini de geniş çapta yazıya döküp açıklamayı he
saplarına uygun bulmuyorlardı.
Oysa, etkin işler yapması gereken bir sola düşen, 1)
Gerekli uyarmaları yaparak marksizmi bilmediklerini san
dıklan hareket yöneticilerini aydınlatmak, onlara yol gös
termek, 2) Hareketin içine kanşarak bu hareketten kendi
taktiklerine göre yararlanmak olmalıydı.
Tonguç’un sol harekete karşı tutumu ne idi? Herşeyden önce bir sol aydın olarak Tonguç’un bütün hoşgörü
sü ile her türlü sol düşüne ve aydına yakınlık duyduğu, say
gı beslediği söylenebilir. Gençliğindenberi ülkedeki ve dı
şarıdaki sol hareketleri ilgi ile izlediği bir gerçektir. Ensti
tülerin kuruluş çağında da Türk solunun düşünlerinden ve
sol aydınların emeğinden yararlanmak istemiştir. Bu açı
dan sol hareketi incelediği ve sol aydınlarla ilişki kurmak
istediği zaman şu gerçeklerle karşılaşmıştır: Yukarıda eleş
tirilerine değindiğimiz sol aydınların, genellikle, kendisinin
karşısında bulunduğu sorunlar bakımından söyliyebildikleri pratik değeri olan birşeyler yoktur. Kendisinin de bil
diği, çok teorik, çok klasik, kalıplaşmış, bir sol aydına ilk
bakışta çekici gelen, ama günün koşulları içinde sorunla
ra bir çözüm getirmiyen uzun konuşmalar, kendisine ders
olarak sunulmaktadır. Bu yönden karşısmdakileri deştikçe
hayal kırıklığı artar ve günün birinde, solun önemli kişile
rinden biri ile yaptığı bir konuşmadan sonra, kanısını ya
kın çalışma arkadaşlarına şöyle açıklar: Bunların ülkenin
gerçek durumundan bu derece habersiz olduklarını bilmi
yordum! Ve onların uyarmalar yaparak köy enstitüsü ku
rucularını aydınlatmak taktikleri böylece suya düşer. Bü
tün bu teori yığını içerisinden Tonguç’a verebilecek, onun
işine yarıyacak pratik bir takım öğütler bulup çıkarama
mışlardır.
Tonguç’un sol aydınların emeğinden yararlanmak is
tediğini söylemiştik. Gerçekten de sol aydınlardan istiyenleri gerek köy enstitülerine, gerekse Yüksek Köy Enstitü
süne öğretmen ve profesör olarak atamış, bunlardan yarar
lanmaya çalışmıştır. Yalnız bu konuda ölçüsü şu olmuş
tur: Bu sol aydınlar kişilik ve eylemleri bakımından sol ha
reketlere aşırı duyar bir iktidarın köy enstitülerine karşı
bir durum takınmasına yol açmıyacak nitelikte olmalıdır
lar. Böyle davranması zorunlu idi. İktidarla girdiği bir
sessiz anlaşmaya dayanarak işleri yürütüyordu. Hem bir
kaç sol aydından ötürü işin bütününü tehlikeye atamazdı,
hem de yaratılışı gereği açık davranmaya, iktidarın bilgisi
dışında, gizli işlere aracılık etmemeye kendisini zorunlu gö
rüyordu. Buna rağmen sol aydınlardan yararlanma konu
sunda iktidarın o çağdaki tahammül sınırlarını bir hayli
zorladığı söylenebilir. Ama ana ilkesi, işin bütününü teh
likeye atmamak idi. Sınırı ona göre çizmeye özel bir dik
kat göstermiştir. Bu bakımdan aşağıdaki anı ilginçtir'51’:
(51)
F o ru m d e rg isi, H iirre m A rm a n ,
s.
344, 1.8.68.
Hürrem Arman, 1943 - 1944 ders yılmda Hasanoğlan
Yüksek Köy Enstitüsünde D il-T arih Coğrafya Fakültesi
nin dört değerli öğretim üyesinin de çalıştırılmasını Tonguç’a önerdiği zaman (Yazarın notu: Söz konusu olanlar,
Niyazi Berkes, Muzaffer Şerif Başoğlu, Pertev Boratav ve
Behice Boran’dır), Tonguç’un kendisine: «...K im onlar
dan da faydalanmak istemez? Sen Ankara'ya daha yeni
geldin, burada esen rüzgarları bilmiyorsun. Onların atan
ması zaten başlıyan tepkileri çoğaltır. Yürürlükte olan dü
zen ve enstitüler konusunu birkaç yıl evvel de konuştuk.
İşi bu açıdan al ve ayaklarını toprağa bas...» dediğini an
latır.
Tonguç’un sınıf bilincini uyandırma taktiği ile bazı
solcuların bu konudaki düşünleri birbirinden pek farklı
dır. Bir kısım solcular enstitülerdeki görevleri sırasında en
basit anlamda propaganda taktiğini denemeye kalkmışlar
dır. Böyle bir taktiğin o günün koşulları içinde kendi açıla
rından yarar yerine zarar getireceğini hesap edememişler,
enstitülerde bir takım olaylara ve bu olayların sonucu so
runun bütünü ile ilgili, Tonguç tarafından zorlukla çözümlenebilen komplikasyonlara yol açmışlardır. Pazarören’deki Fikret Madralı olayı, Çifteler’deki Asiye Eliçinin ka
rıştığı olay bunlara ömek olarak gösterilebilir(52). Bu gibi
olaylarda öğretmenlerin gözden çıkarılması gerekmiştir. Bu
defa da kızmışlar, küsmüşler, bu gelişimi o günün siyasal
ve toplumsal koşulları açısından değerlendirememişler, işi
enstitü yöneticilerinin ve Tonguç’un ilericiliğinden, sistemin
ilerici karakterlerinden şüpheye vardırmışlardır. Bu olay
larda sonraki sol eleştirilerden bazılarının köklerini bul
mak olanağı da vardır. Bu kaba taktik denemelerinin kar
şısında, Tonguç’un uyanma, aydınlanma ve sınıf bilincine
erişmeden anladığı, çok daha fazla o günün koşullarına ve
(52)
Ö zel a rş iv : B u o la y la rla ilg ili b e lg e v e m e k tu p la ş
m a la r.
eğitbilim ilkelerine uygundur. Ona göre eğiticinin görevi,
hiçbir karışma ve baskı ile yön verme girişimi olmadan,
öğrencinin ilgilendiği konuları her yönü ile kendi kendine inceliyebilmesini sağlıyacak okuma, düşünme, konuşma ko
nularında en geniş özgürlük ortamı yaratmaktır. Böyle bir
ortam içerisinde, o kendi yolunu kendisi bulur, burada eği
timciye düşen, olsa olsa, kendisine başvurulduğu zaman
bazı uyarmalar ve açıklamalar yapmak olur. Şüphesiz ki
bu taktik, o günün koşullarına uygun olduğu gibi, dürüst,
açık ve meşruiyet çerçevesi içindedir, nicelik bakımından
ise çok geniş bir kitleye seslenir. Yürütme gücünü aldığı
İnönü’ye her türlü düşünün tartışılabileceği özgürlük orta
mı ilkesini kabul ettirebilir, nitekim ettirir; ama ona tek
bir düşün sistemini, tek yönlü olarak enstitülerde uygula
mayı kabul ettirme olanağı elbette yoktur. Böyle bir işe
ise gizlice girişmek, hem ahlak anlayışına aykırıdır, hem
de akılsızcadır; çünkü böyle bir çabanın gizli kalabileceği
düşünülemez.
Bazı solcular, doğmatik ve sindirilmemiş bilgileriyle
sistemin içindeki ilericiliğin asıl bu gibi ilke ve yöntemle
rinde olduğunu anlıyamamışlar, kendi kaba ve çocuksu
yöntemlerine göre birkaç kişiyi cephelerine çekmek baha
sına binlerce öğrencinin manevi gelişimini sağlıyan bir sis
temin bütününü nasıl tehlikeye attıklarını görememişlerdir.
Ama bu, o çağ solunun en zayıf yanıdır; teorik planda
ağızlarından bal akan, kalemlerinden kan damlıyan bügiç
bir kısım solcular, eyleme geçtikleri zaman, hayret
edilecek derecede çocuklaşır beceriksizleşir, akıllan durdu
racak basitlikte girişimlere kalkışırlar ve bunlardan ciddi
bir sonuç çıkacağına safçasına inanırlar. Bu bilgiç teorisyenlerin eylemdeki bu çeşit tutumlarının nedeni, bunların
aslında ezilen ve sömürülen sınıflardan değil, varlıklı orta
sınıftan gelme aydınlar olmalarından ötürü olsa gerektir;
ezilen sınıflarla ilişki kurmakta, onları etkilemekte son de
rece yanlış davranırlar ve başarısızdırlar; çünkü bu sınıf
ları tanımazlar. Çıkarlarını savunmaya çalıştıkları ezilen sı
nıflarla aralarındaki yabancılık, onların teorik bilgilerinin
parlaklığı ile eylem sırasındaki davranışları, taktikleri ara
sında tipik bir çelişme ile sonuçlanır. Makale ve kitap yaz
maktaki başarıları ile, örgütlenme, bu örgütleri yönetme ve
eylemde amaçların ulaşma yönünden beceriksizlikleri halk
tan kopukluğun sonucudur. Toplumsal- analizleri ne kadar
doyurucu ise, bu analizlerden pratik sonuçlar çıkarmaya
sıra geldiği zaman o derede zorluğa uğrarlar, yanlış taktik
ler verirler. Bu durumlarıyla olanca iyi niyetlerine rağmen,
çoğu kez eylem içinde kendilerine, savundukları düşünlere
ve kendilerine inanıp bağlananlara istemeden zarar verir
ler. İşte bu gibiler enstitülerde davranışları ile olumsuz et
kiler yapacak duruma geldikleri zaman Tonguç, işe karış
mak ve genellikle onları enstitülerdeki görevlerinden almak
zorunluğunu duymuştur.
■ «Köy Tetkikleri Bürosu» Önerisi
Kamudan ve iktidardan gelebüecek tepkiler onu, kişi
sel dostu Sabahattin Ali’nin enstitülere girmesini önleme
ye, Yücel tarafından Bakanlık emrine alındıkları zaman
Bakanlık Disiplin Kurulunda bu karara karşı oy kullanan
tek üye olacak kadar değer verdiği Dil - Tarih Coğrafya
Fakültesinin üç öğretim üyesine Yüksek Köy Enstitüsünde
öğretim görevi vermemeye itmiştir. Bu olaylardan uzun bir
süre sonra, 1962 yılında, Niyazi Berkes(53) o zaman kendi
lerinin enstitülere sokulmamalarına çok kızdığını, bunu ge
ricilik olarak yorumladığını, ama yıllar geçince ve o gü(33) N iy a z i B e rk e s ’le A n k a ra d a 1962 y ılın d a özel k o n u ş
m a.
nün koşullarını soğukkanlılıkla düşününce Tonguç’un doğ
ru hareket ettiğini anladığını, ona hak verdiğini, taktik
olarak yanüş davrananların kendileri olduğunu sandığını
bize anlatmıştır.
Yine bu çağ ile ilgili ilginç bir belge, bu Fakültedeki
solcu öğretim görevlilerinin köy enstitülerinden yararlana
rak bir «köy tetkikleri bürosunun» teşkilini bakanlığa
önermek için verdikleri rapordur(54). Pertev Boratav. Behi
ce Boran, Niyazi Berkes, Mediha Berkes tarafından imza
lanmış olan bu raporda özet olarak şöyle denmektedir:
«...Vekilliğiniz tarafından kurulmuş olan (köy enstitüleri)
memleketimizin kültür hayatında büyük bir terakki teşkil
edecek ve onbeş yıl içinde en hayırlı inkılaplarımızdan bi
rini tahakkuk ettirecek bir teşebbüs olacağına hiç şüphe
yoktur. Bu vesile ile ilim hayatımızın da doğrudan doğru
ya sosyal hayatımız üzerinde yapılacak olan bu faaliyetler
den müstefid olması imkanını düşünerek bu husustaki fi'kirlerimizi bir plan halinde makamınıza takdim etmeye ce
saret ediyoruz.» ve «mahalli tetkikler üzerine müstenid ilim
ihtiyacı» üzerinde durularak «inkilaptan beri halka doğru
harekelin uyandırdığı köy alakası çok taktire değmekle be
raber, herhangi ilmi araştırma terbiyesinden mahrum olan
ların bu sahada şimdiye kadar yığdıkları materiel metodsuz
toplanmış, sübjektif ve noksan olmaktan öteye geçememiş
tir. Köy realitesinin anlaşılması için hakiki ilmi prensipler
den hareket etmek ve modern cemiyet ilminin metotlarını
sıhhatle kullanmaktan başka çare yoktur. Bu bakımdan bu
araştırmaların teşkilatlandırılması zaruridir. Ancak böyle
bir teşkilat devamlı ve sistemli bir surette köylerle teması
temin edebilecektir» denilerek, bir «köy tetkikleri bürosu
kurulması» öngörülmektedir. «Bu büronun... enstitülerden
hem köyler hakkında malumat menbaları, hem de yapacaM ö z e l a rş iv : 18.6.1940 g ü n lü M a a rif V ek illiğ in e y a z ıl
m ış, a ltı s a y f a lık belg e.
ğı mahalli tetkiklerde yardımcı vasıtalar olarak istifade
eder... Köy sakinlerinin iktisadi hayatı, sosyal bünyesi,
kültür hayatı ve her nevi ihtiyaçları hakında şayanı itimat,
ilmi malumata malik değiliz... Bu noktaların nasıl tetkik
edileceğine dair işlenmiş, tecrübe edilmiş ve başka mem
leketlerde semere vermiş metod ve araştırma teknikleri eli
mizde mevcuttur.. . » Bu tetkiklerin nasıl yapılacağının an
latılmasından sonra önerilerini şöyle özetlemektedirler:
«.. .a) Köy kalkınma davasını emniyet ve süratle başarmak
için Türk köyünün realitesini ilmi metodlarla tanımak,
b) Perakende, mahalli olan ve problemleri Türk içtimai
bünyesinin çerçevesi içinde mütalaa etmiyen tetkiklerin ye
rine bize köyü bütün cemiyet tekamülü içindeki değişmele
ri ve cemiyetin bütünü ile olan münasebetleri bakımından
tetkik etmek, c) Memlekette köy tetkikleri meselesi ile ala
kadar müessese ve fertlerle irtibat tesisi suretiyle bu sahada
yapılan işleri bir merkez etrafında toplamak ve bu suretle
perakende teşebbüsleri verimli bir hale getirerek kıymet
lendirmek, d) Bu suretle elde edilen mutaların ilmi tasnif,
mukayeseli izahı yolu ile Türk köyünün realitesini aydın
latacak olan sosyolojik kanunlara varmak...»
Bundan sonra öneri sahipleri bir örgüt taslağı sun
maktadırlar. Bu taslağa göre Büronun merkezi Ankara ola
cak, büro Ankara köylerini inceleme konusu yapacak, ay
rıca köy enstitüsü açılmış bölgelerde de diğer inceleme
alanları seçecektir. Büro Dil - Tarih Coğrafya Fakültesinde
olacaktır, büronun bilimsel çalışmaları Fakülte Sosyoloji
Araştırma Merkezi ve Folklor Arşivi tarafından ortak ola
rak düzenlenecek ve yürütülecektir. Kadroda köy enstitüle
rinden bu alanda çalışacak elemanlar da bulunacaktır.
Bu önerinin doğruluğu ve yararlılığı şüphesiz ki tar
tışma götürmez. Tartışılması gereken konu, 1940’da bu
nu gerçekleştirme olanağının olup olmadığı ve gerçekleşti
ği, bilimsel sonuçlar da (ki bunların neler olacağını öngör
mek zor değildir) ortaya çıkıp, köy sorunu apaçık ortaya
döküldüğü zaman ne olacağıdır. Bu, genel nitelikleri bakı
mından içindeki ilerici aydın azınlığına rağmen, bir burju
va iktidarı olan o günkü iktidara, taktik olarak, apaçık ya
pılacak sol uyarmalarla ezilen sınıfların yararına işler yap
masının kabul ettirilebileceğine inanmak demektir ki, solun
bu taktiği, gelişen koşullar içinde 1925’de iflas etmiştir.
O halde, soyut olarak hiç bir noktasına karşı çıkılamıyacak böyle bir önerinin pratik eylem açısından o günün ko
şullarını tam değerlendirmeden yapıldığı ve genel niteliği
bu olan bir iktidarla bir sessiz anlaşma sonucu çoğu kez
o iktidara rağmen bir takım atıhmlar yapmaya çalışan Ton
guç ve arkadaşlarını zor duruma düşürmekle sonuçlanabi
leceği hesaplanmış mıdır? Bu öyle bir iktidardı ki, «İlmi
araştırma terbiyesinden mahrum olanların... yığdıkları metodsuz toplanmış, sübjektif ve noksan materyal» yerine en
biümsel yöntemlerle sonuçlara varıp apaçık önerinizi yap
tınız mı, yani aynı zamanda iktidarın gözünü de kendi çı
karları açısından açtınız mı sizi zor işbaşına getirir ve zor
bu bozuk düzeni düzeltme olanağı verirdi. Böyle açık ve
bilimsel uyarmaların sonu hep bu olmamış mıydı? Kadro
hareketi böyle sonlanmamış mıydı? 1940’larda ana so
run, bilimsel araştırmalar yaparak iktidarı «tenvir etmek»,
aydınlatmak değil, ezilen sınıflan uyandıracak mekanizma
yı kurabilmek için iktidan bir köşesinden ele geçirmekti.
Böylece sanıyoruz ki, bu güzel rapor ve öneri 1940’da ya
nıtsız kaldı. Ancak 1945’e değin, mekanizma kurulup, ör
güt biraz oturduktan sonra, Tonguç bu yönde sayılabilecek
işlere girişmiştir: Yüksek Köy Enstitüsünde burada görevli
bazı üniversite hocalannm önderliği ile bilimsel inceleme
lere büyük önem vermiş, öğrencileri D il-T arih Coğrafya
Fakültesinin bazı derslerine yollamış, bir ortak çalışma or
tamı hazırlamaya ve geliştirmeye çalışmıştır.
■ Sol Eleştirilerin Özeti
1946’dan önce solun bir bölümünün köy enstitüleri
konusunda çoğunlukla yazıya dökülmemiş eleştirileri şöyle
özetlenebilir: Köy enstitüleri bilimsel yöntemlerle yapıl
mış araştırmalar sonucu kurulmamışlardır, köylü gibi as
lında tutucu bir sınıfa yönelerek ondan işe başlamak dev
rim stratejisi açısından tartışma götürür, köy enstitülerinin
kalkınmış köy ereği sonucu toplumsal gelişim, köyün belli
bir gelişme döneminde, kendi kendine yetebilir bir birlik
durumuna getirilmesiyle dondurulmuş olacaktır, köy eko
nomisi ister istemez tarıma dayanır, bu ise sanayileşmeyi
önler, öğretmene ev ve toprak verilmesi, ona maaş dışında
kazanç olanakları sağlanması onu küçük mülkiyetten ya
na yapacak, zamanla sömürücü sınıflara katacaktır, bir bur
juva hükümetine yardım edilerek bir takım toplumsal dü
zeltmelere girişilmesi devrim stratejisi açısından yanlış
tır; bu gibi yüzeysel düzeltmeler gerçek devrimin gelmesini
geciktirir v.b. gibi... İşte 1946’lara doğru Türkiye’nin bazı
sol kişileri ve toplulukları tarafından ağızdan ağıza yayı
lan, ama açıkça sistemli olarak yazılamıyan veya yazıl
ması doğru bulunmıyan başlıca eleştiriler bunlardır. Bun
lara teker teker karşılık vermiyoruz; bu kitabın çeşitli bö
lümlerinde karşılıkları vardır. Kısacası, 1946’dan önce bir
kısım sol, köy enstitüleri girişimi ile ezüen sınıfların uya
rılması ve uyanması konusunda alınabilecek sonuçlan an
lamış, kavramış değildi. Hatta bu açıdan, solcuların bütün
geniş ve teorik bilgi ve kültürlerine rağmen, sağcıların on
lardan çok daha uyanık ve anlayışlı olduklan söylenebi
lir. Tonguç’a gelince, onun sol düşünlere açık bir kişi oldu
ğu ortadadır. Onun için en önemli nokta, soldan gelecek
önerilerin koşullara ve ülke gerçeklerine uymak ve uygu
lanabilir olmak gibi nitelikler taşımasıydı. O zaman bun
ları benimseyip, yürütmekten çekinmezdi. Oysaki solun baş
lıca zaafı da bu gibi nitelikleri bir türlü tutturamaması, ey
leme girememesi, eylemede başarılı olamamasıydı. Bu ba
kımdan kuruluş döneminde soldan yararlanma olanakları
sınırlı oldu. Bu ise solun bazı çevrelerinin kızgınlığına ve
enstitüleri kıyasıya eleştirmesine yol açtı. Böylece Ton
guç 1946’dan önce soldan büyük bir yardım ve destek,
anlayış görmedi. Ama kendisi sol hareketlere anlayış gös
terdi, onları desteklemeye çalıştı, fakat yanlış taktiklerle de
solun kendi işlerini bozmasına olanak bırakmadı.
■ 1946 -1960 Dönemi
1946- 1960 döneminde solun konuşabilmek ve yaza
bilmek olanakları çok sınırlanmış, bütün sol hareket şid
detli bir baskı altına alınmıştı. Bu nedenle bu dönemde sol
dan köy enstitüleri konusunda fazla bir ses gelmedi. Yal
nız bazı sol aydınlar, olanak buldukça insafsızcasına saldı
rılan köy enstitülerini sınırlı sayıdaki yazılarıyla savunma
ya çalıştılar.
■ 1960'dan Sonra Sol Eleştiriler
Soldan gelen asıl önemli eleştiriler 1960’dan sonra
dır. Bu eleştirilerin köy enstitüsü sorununun günümüzdeki
ve gelecekteki gelişimi bakımından önemi vardır. Herşeyden önce sol eleştiriler, sol düşünlere açık yeni kuşaklarca
dikkatle izlenmektedir; bunların etkisi aydınlar üzerinde
geniş ve önemli olmaktadır.
1960’dan sonra, günümüze kadar solun büyük bir
bölümünün köy enstitülerini benimsediğini, tuttuğunu, sol
sloganlar arasına aldığını görüyoruz. 1960’dan sonra ile
rici yazarların, düşünürlerin, bilim adamlarının köy ensti
tüleri konusunda yazdıkları olumlu yazılar, açık oturum
ve törenlerde yaptıkları konuşma ve tartışmalar ciltler tu
tar. Bu gelişmelere önümüzdeki bölümde genel olarak de
ğineceğiz. Burada üzerinde duracağımız, bir kısım sol ay
dınlardan gelen eliştiriler olacaktır. Bunların daha çok ki
şisel düşünler olduğu, herhangi bir sol kuruluş veya örgü
tün köy enstitüleri konusuna sistemli ve kararlı olarak
cephe almadığı izlenimi, ilk bakışta uyanmaktadır.
1960’dan sonraki eleştirilerden söz açarken kronolo
jik sıraya uyacağız.
■ Turhan Tokgöz (İlhan Baş göz) ile Tartışma
İlk önemli eleştiri Turhan Tokgöz (İlhan Başgöz) ta
rafından yapılmıştır. Bu eleştiri şu bakımdan da önemlidir:
Başgöz 1946’dan önceki sol hareketlere etkin olarak karış
mış bir aydındır; 1960’dan sonra yaptığı eleştirilerinde
1946 öncesi eleştirilerin izlerini bulmak olanağı da vardır.
Bu eleştiriler Yön dergisinde karşılıklı tartışma şeklinde ge
lişmiştir. İlgili yazılar sırasıyla şöyledir<55).
Bu tartışmada Turhan Tokgöz’ün ileriye sürdüğü baş
lıca eleştiriler şunlardır:
«...K öy enstitülerini tutan aydınların fikirleri, kurul
muş bir yapının izahı ve savunulması etrafında dönmeye
devam etmektedir. Meseleyi böyle ortaya koymak tutucu
ve hazıra konucu bir davranıştır, yaratıcı olmaktan uzak
tır. 1940’larm enstitü hareketi eğitim yoluyla sosyal ve eko
(J5) Y ön d e rg isi, V a rın ın K ö y E n s titü le ri, D r.
T u rh a n
T okg öz, y ıl 1, s a y ı 36, 22.8.1962, s a y f a 9.
a .g . d e rg i. D iiniin v e Y a rın ın K ö y E n s titü le ri, E n g in
T o n g u ç y ıl 1, s a y ı 38, 5.9.1962, s. 16,
a.g .d . E ğ itim in G ücü v e K ö y E n s titü le ri, D r. T u rh a n
T o k g ö z y ıl 1, s a y ı 45, 24.10.1962, s. 12,
a .g . d e rg i. E ğ itim in G ücü, E n g in T o n g u ç, y ıl 2, sa y ı
56, 9.1.1963, s. 12.
a .g . d e rg i. T e k B a ş ın a K ö y E n s titü s ü Y e tm e z , D r.
T u rh a n T okgöz, y ıl 2, sa y ı 70, 17.4.1963, s. 7.
a .g . d e rg i. E n g in T o n g u ç ’u n M e k tu b u , y ıl 2, s a y ı 73,
9.5.1963, s. 2.
nomik bünyede değişmeler ariyan bir harekettir. Devrimci
liğini, halkçılığını kaybeden yorulmuş iktidar o yıllarda
toplumda esaslı değişmelere varabilmek için başka kuv
vetleri seferber etmeye cesaret edememiştir. Söz gelimi üre
tim tekniğini, üretim ve dağıtıma hakim olan iptidai usul
leri değiştirmeyi düşünmemiş, imparatorluk artığı toprak
ve mülkiyet düzenine dokunamamış, halkla sağlam bağlar
kurup onun yaratıcı gücünü harekete getirememiş, milli ge
lirin bölüşülmesinde çalışanların hakkını koruyamamıştır.
Bunun için bütün bu tedbirlerin ahenkli bir değişmesiyle
birlikte varılabilecek sosyal değişmeyi eğitimden beklemeye
kalkmıştır. Enstitü hareketinin diri ve hamleci yönü bu
radan geldiği gibi büyük eksiği de buradan gelmektedir.
Eğitim tek başına sosyal yapı değişmeleri için yeterli bir
vasıta değildir...» Bundan sonra köy enstitüsü programı
eğer gerçekleşseydi ve mesela 50.000 öğretmen köylere
gönderilseydi köyde önemli bir değişiklik olur muydu so
rusunu inceliyen yazar, buna olumsuz karşılık vermekte ve:
« ...köylümüz göndermeden inanmaz, evet doğrudur... ama
göndermekle de toprak sahibi olunur m u ... makina temin
edilir mi?...» diyerek alt toplumsal ve ekonomik yapı de
ğişiklikleri olmadan herhangi bir eğitim sistemi ile önemli
bir ilerlemeye varılamıyacağmı söylemektedir. Bundan son
ra yazar, sistemde öngörülen şekilde öğretmenlerin köyler
de ekonomik bir çalışmada bulunamıyacaklannı, çünkü
bütün ekonomik düzenin, örneğin bu öğretmenlerin gübre
ihtiyacım bile sağlıyacak durumda olmadığını, öğretmen
ürününü elde etse bile bu ürünü değerlendirecek dağıtım
vasıtaları, yol sistemi v b ... bulunmadığını, bunların düşü
nülmediğini ileri sürerek Reşat Ş. Sirer’in Bakanlığı zama
nında yapılmış bir anketten söz açmakta ve enstitülü öğ
retmenlere ayda 20 lira aylığın ayda 200 liraya çıkmasını
mı istersiniz, yoksa size verilmiş üretim araçlarını mı mu
hafaza etmek istersiniz diye sorulduğu zaman, öğretmenle-
rin 200 lirayı istediklerini belirterek şu sonuca varmakta
dır: bunun manası enstitü hareketinin dayandığı temel
fikrin enstitülü öğretmenler tarafından reddedilmesinden
başka birşey değildir... Yerinde sayan bir köyün içine öğ
retmeni tek başına kapıp koyuvermek, sonra ondan köyün
bütün şartlarını değiştirmesini istemek eğitime taşıyamıyacağı kadar büyük yük yüklemek demektir.. . » Bundan son
ra önce alt yapı değişikliklerinin yapılmasını gerekli bul
makta ve, «öğretimin asıl işi ve gereği ondan sonra orta
ya çıkacaktır. İyi yetişmiş eğitimciyi bu şartlar öncülük et
meye zorlıyacaktır...» Yazara göre bugün Türkiye’de bu
şartlar yoktur ve yazının yazıldığı günlerde köy enstitüleri
nin yeniden kurulması için çaba sarfedenler yanlış yolda
dırlar. Bunun köy enstitüleri kurulmamalıdır anlamına gel
mediğini, elbet bu köklü kurumlara kavuşacağımızı söyliyerek, «...Türkiye'nin zinde kuvvetleri bugün her gün
künden daha kuvvetli olarak enstitülerin kurulması için
gerekli tarlayı temizlemeye yönelmişlerdir... Teklif edilen
kalkınma felsefesi üzerinde yazılanlar gösteriyor ki, (Yaza
rın notu: Sosyalizm kastediliyor) tutulan yol enstitü hare
ketinin temelinde yatan eksiği tamamlıyacaktır. Eğer köy
enstitüleri bir daha kurulacak olursa, diğer müesseseleri du
ran veya geri geri çalışan bir Türkiye’de kurulmıyacaktır.
O halde bugün enstitüyü tutan aydına iki ödev düşmekte
dir: Biri enstitülerin kurulması için bugün İsrar etmemek,
fakat onun daha güzel imkanlar içerisinde kurulabilmesi
için gerekli temeli hazırlamaya çalışmak, İkincisi böyle
bir temel üzerine oturacak köy enstitülerinde ne gibi bün
ye, program, ders ve öğretim kadrosu yenilikleri yapılabi
leceğini araştırmak...» Bundan sonra enstitülere yeni gö
revler olarak nelerin akla gelebileceğini inceliyen yazar, köy
enstitülerinin çevrelerindeki on köyün kalkınma merkezleri
haline getirilmesi üzerinde durmakta, «bölgenin üretim ve
dağıtım kooperatifleri köy enstitülerince kurulup idare edi
lebilir, aynı çevrenin makina ve aletlerinin bakım ve tamir
merkezi köy enstitüleri olabilir, çevrede yeni yerleşme yer
lerinin seçilmesi, küçük köylerin burada yeniden kurul
ması işinde... enstitü öncülük edebilin demekte, gönüllü
çalışma ve imece örgütleri merkezlerinin köy enstitüleri ola
bileceğini ileri sürmekte, enstitüde bölgenin halk eğitimi
merkezinin, verici radyo ve" sinemanın sağlık merkezinin
kurulabileceğini belirterek «...daha ileri giderek denilebilir
ki üniversitenin memleketle bağ kuramamış, havada salla
nıp duran fakülteleri lağvedilerek enstitülerin yüksek kıs
mı haline getirilir, enstitü üniversiteyi de memleket gerçek
lerine bağlamak için güzel bir geçit görevi görebilir...»
sözlerini eklemektedir.
İlk yazısında yazar sözlerini şöyle bitirir: «...Enstitü
leri böyle düşünmek hayal kurmak değildir, unutmıyalım ki 27 mayıs devrimi kendisinden evvel kurulmuş böy
le yapıları bulsaydı çıkmaza diışmiyecekti. ..»
Tokgöz, ikinci yazısında «...enstitü toplumunun otu
racağı maddi çevre eğitimcinin eliyle düzenlenmiştir. Bura
da insanların birbirleriyle... makinayla, tabiatla münase
betleri. .. ve bunlardan doğacak güçlüklerin halli hususun
da eğitimci ...kendi görüşlerini tatbik edecek güce sahip
tir. Kısaca enstitü topluluğunda eğitimci kanun koyandır...
Ancak bu düzenli toplumun yapma bir toplum olduğunu
unutmayalım...» der. öğrenci enstitüyü bitirip toplum içe
risine gönderilince toplumun bu durumda olmadığını, top
lum içerisinde enstitü hareketine güç veren bütünün bir
denbire parçalanmakta olduğunu, enstitü görüşünün bu an
dan itibaren gücünü kaybettiğini, bunun genel olarak
«eğitimin güçsüzlüğü» olduğunu bildiren yazara göre:
«...köyü enstitü topluluğu olmaya yaklaştıracak etkenler,
daha çok eğitimin dışında kalan sosyal müesseselerde top
lanmıştır... Üretim, dağıtım, teknoloji, idare, hukuk gibi
diğer insan münasebetlerini ayarlıyan kuvvetler gibi müesse-
selere eğitimin tesiri olmayacağını kimse iddia edemez. A n
cak onlar eğitimle atbaşı beraber gitmiyorsa, eğitim bütün
bunların gelişimine yardım etme vazifesinden fazlasını yük
lenmiş olur. O vakit eğitim güçsüzdür... Eğitimcinin bunla
rı düşündüğü ve adı geçen miiesseseleri reformlara zorladı
ğı da doğrudur...» Fakat bunda başarılı olunamadığını be
lirten yazar, köy enstitüsü mezunu öğretmenleri «...eğiti
min sihirli deyneği ile köyün çehresini değiştirecek kahra
manlar olarak taklim etmenin» kendisine göre lüzumu ol
madığını ve bunun doğru da olmadığını söyler. Ve sonra,
«...Bununla köy enstitüsü mezunlarını küçük gördüğüm,
beğenmediğim sanılmasın. Bence bu kuşak halk kitlelerine
inen köy enstitüleri içindeki eğitimin gücünü gösteren en
iyi ölçüdür...» demektedir. «Fikir, sanat ve edebiyat ala
nımızın, halk için mücadele hareketinin böyle diri bir kuv
vete kavuşmasını kim küçümsiyebilir? Ben enstitü hareke
tinin Türk köyünü kalkındırabileceği hususundaki efsanede
gerçeğin ve hayalin payını ayırmaya çalışıyorum...»
Üçüncü yazısında Tokgöz daha evvel yazdıklarına ek
olarak köy enstitülerinde ideal bir toplum düzeninin ger
çekleştirildiğini, eğitimcinin burada bütün müesseseleri
(toplumun bütün müesseselerini) istediği gibi düzenlemek
olanağını bulduğunu, öğrencinin enstitüde bunun için ba
şarı ile eğitildiğini, bir bakıma eğitimin vazifesinin burada
biteceğini, fakat «...Türkiye’nin özel meseleleri köy enstitü
leri kurucularını daha ileriye gitmeye zorlamıştır. Ata
türk reformlarının ekonomik alandaki başarısızlıkları eği
timciyi köyün ekonomik değişmesi ile eski değerlerin te
mizlenmesi işiyle, maddi uygarlığın eğitimci tarafından ku
rulması işiyle de uğraşmaya zorlamıştır. Çıkmaz işte bu
noktada başlamaktadır...» Çünkü yazara göre: «...enstitü
kurucuları köyü modern köyler haline getirecek güce sahip
değildir... Eğitimci köyde toprakla insan, vatandaşla iş,
işle servet arasındaki bağı istediği gibi düzenliyemez...
Enstitü sistemine başarı sağlıyan temel, köyde bu yüzden
daha ilk adımda kaybolmaktadır... İlk yazımdanberi İsrar
la üzerinde durduğum radikal reformlar köyün bünyesini
süratle değiştirebilmek için işe karışmazsa eğitimci ne
yapsa etse başarısızlıktan kurtulamıyacak, modern bir eği
timin köyde gerçekleşmesi mümkün olmıyacaktır... Ensti
tü sistemi köyde başarı kazanabilmek için köyde bünye de
ğiştirici reformlara işte bunun için muhtaçtır... Bunlarsız
enstitü görüşü dayandığı temeli kaybetmektedir. Bu eksi
ğin enstitü denemesinin kabahati olmadığını söylerken En
gin Tohguç belki haklıdır, fakat köy enstitüsü hareketi...
köyü eğitim yoluyla kalkındırma işi olarak ilan edilmiştir.
Enstitü kurucuları köydeki başarısızlıktan bunun için so
rumlu tutulmaktadırlar ve eğitim yoluyla köyün kalkınma
sını beklemek ancak köyün kalkınması için ciddi ve ener
jik operasyonları göze alamıyacakların seçebileceği zarar
sız bir formüldür... Eğitimin köyde ancak diğer bünye
değiştirici tedbirlerle tamamlanabildiği takdirde başarılı ola
bileceğini söylüyorum. Bu tedbirlerin 1946'larda tatbik
edilmediği açıktır...» Yazar bundan sonra bugünkü koşul
lara değinir: «...Üretim ve dağıtım sisteminin toplum de
ğişmesindeki büyük rolü, modern teknolojinin bünye değiş
tirmek için zarureti, kazancın ve iş hayatının âdil ölçülere
göre düzenlenmesi gibi 1946’larda tartışılması dahi yapılamıyan önemli problemler su yüzüne çıkmıştır... Köy ensti
tüleri yarın kurulursa yeni bir ortam içinde kurulacaktır,
çünkü enstitünün temelinde yatan görüş, onu yemlik istiyen, ciddi reform istiyen kanada sıkı sıkı bağlanmıştır...»
Başgözün bu eleştirilerine o zaman verdiğimiz karşı
lıklar da şöyle özetlenebilir: «Sayın yazar köy enstitüleri
sisteminde başarıya ulaşılamamış olmasını, toplumun müesseselerinde buna paralel reformlar yapılmamış olması
na bağlıyor. Bu doğru bir gözlemdir. Yalnız bunun ardın
dan bütün bu tedbirlerin ahenkli bir şekilde çalışmasıyla
varılabilecek sosyal değişmenin eğitimden beklenilmeye
kalkışıldığını yazan ve bunu köy enstitüsü hareketinin bü
yük eksiği, bir eğitim felsefesi eksiği olduğunu belirten ya
zarın bu son hükümlerine katılamıyorum... Enstitüler kuru
lurken toplumdaki sosyal adaletsizlikler olduğu gibi dura
cak, toprak reformu gerçekleştirilmiyecek, üretim araçları
sağlanmıyacak, kooperatifçilik geliştirilmiyecek; köye her
şey i bilen bir genç yollanacak (baka baka tarla sahibi
olacak; yahut gübre sahibi olacak) gibi basit düşüncelerle
hareket edilmediğini kesinlikle iddia edebiliriz. 1946 öncesi
devleti idare edenlerin yalnız eğitim alanında değil, her
alanda toplumsal reformlara girişmek istedikleri, ama bu
alanların birçoğunda kadro yokluğu ve sosyal adalelin (S)
sini duymamış bir emekçi kitlesine dayanamamak yüzün
den bu reformlardan birçoğunun başarılamadığı bir çağdır.
Köy enstitüsü sisteminde ekonomik gelişme, toprak ve üre
tim araçları meseleleri, kooperatifçilik gibi konulara pür
bir eğitim sisteminde bulunanlara nazaran ne kadar bir ge
niş yer verildiği görülür. Sistem daha başındanberi eko
nomik gelişmenin hizmetinde eğitim olarak düşünülmüş
tür. Bu tip yeni öğretmenin tek başına kaldığı taktirde de
başarılı olamıyacağı çok iyi bilindiği için, Cumhuriyet ta
rihinde pek az rastlanan bir şekilde diğer Devlet örgütle
riyle işbirliği yapmak, onları da reform yapmaya zorlamak
amaçları güdülmüştiir. Bilhassa Sağlık, Tarım, İçişleri Ba
kanlıklarıyla çok sıkı işbirliği imkanları aranmıştır. Yaza
rın eğitim felsefesi eksiği dediği nokta, köy enstitüsü siste
minde alabildiğine işlenmiştir ve sanırım sistemin en güçlü
yanıdır.. .» Bundan sonra Tokgöz’ün başarısızlığa kanıt ola
rak ileri sürdüğü ankete değinilmekte, bu anketin normal
koşullarda değil, köy enstitülerine karşı sistemli yıkma ha
reketlerine girişilmiş bir çağda yapıldığı üzerinde durul
makta, bu bakımdan tarafsız bir anket olmadığı, bu anke
tin enstitülülerin başarısı bakımından bir ölçü olarak kul-
lamlamıyacağı, başan için başka ölçüler kullanmak gerektiği
üzerinde durularak: «...Onaltı yıldır bu öğretmenler bu onaltı yılın şartları içerisinde kendilerine sadece acı ve dert
getireceğini bile bile şahsen çıkardıkları dergilerle, kur
dukları derneklerle, herşeyi göze alarak sistemin ilkelerini
savunmaktadırlar...» denerek halen birçok köylerde bir
çok öğretmenin de başarılı bir şekilde çalıştıkları üzerinde
durulmaktadır. «Yazar, önce sosyal bünye değişmesini ger
çekleştirebilecek bütün kuvvetler bu yönde seferber edil
melidir, dedikten sonra, gerekli şartlar yaratılınca bu şart
lar iyi yetişmiş eğitimciyi öncülük etmeye zorlıyacaktır, di
yor. Evet, kitapların yazdığına göre öyle olması gerekir.
Am a gerçekte aksi olmuştur. İyi yetişmiş eğitimcinin sosyal
bünye değişmesini gerçekleştirecek kuvvetleri seferber et
mekte çevresinde ve kamu oyunda önemli hizmetleri olmuş
tur ve olmaktadır. Mesela sosyalist hareketin des
teklenmesinde bu öğretmenlerin yardımı yok mudur?
Hem o mutlu an gelinceye, yani şartlar yaratılıncaya
kadar eğitim hareketine dur, yerinde bekle demek mümkün
müdür? Çeşitli alanlardaki toplumsal gelişmeleri bu kadar
kesinlikle durdurabilir veya hızlandırabilir miyiz?... Tok
göz köy enstitüsü savunucularının tutucu bir davranışla sa
dece eskiyi savunmakla yetindiklerini, sisteme yeni birşey
katmadıklarını söylüyor. Bu savunucuların bence en eksik
tarafları eski sistemin savunmasını ve açıklamasını yeterin
ce yapamamış olmalarıdır. Bu savunucuların arasında konu
yu, bilimsel bir şekilde, derinliğine, bir eğitimci gözüyle inceliyenlerin bulunmaması bir talihsizlik olmuştur... Dünün
köy enstitülerine yeni birşeyler katmaya gelince... köy ens
titüsü sisteminin bir özelliği var: Bu sistem ana ilkeleri ha
riç, ayrıntılarıyla önceden hazırlanmış bir hazır reçete değil
dir. Uygulama sonuçlarına göre hassasiyetle yönetilen bir
oluştur. Şimdiden sonrası için de bu özelliğe aykırı davran
mamak, sistemin bundan sonra sıhhatli gelişmesi için ge
reklidir... Bütün iyi niyet ve düşünce çabalarırta rağmen
söylenmiş ve yazılmış olanların dışında yeni birşeyler bula
bilen de pek çıkmamıştır. Sayın yazarın öne sürdüğü yeni
vazifeleri bu düşünceme örnek olarak göstereceğim. Bu
vazifelerin hepsi, bir tek eksiksiz, eski sistem içerisinde dü
şünülmüştür... yalnız bu konular bile daha ilerisini keşfe
debilmek için aşılması ve gerçekleştirilmesi gerekenin ne
kadar çetin olduğunu göstermektedir. Sistem elbette ki geç
mişteki şekliyle aynen uygulanmıyacak, değişecek ve geli
şecektir... Bugünkü şartlar içinde kurulacak köy enstitüle
rinin köy enstitülerinden başka herşeye benziyeceği inancı
na katılıyorum. Yalnız... işçiler, devrimci basın, gençlik
ve aydınlar aynı isteği öne sürmektedir. Bütün bu güçlere
durun, bekleyin demek ne dereceye kadar yapılabilir? Bu
işin sözcülüğünü yapanlar, zaten bu güçlerin önünde değil,
çoğu kez ardındadırlar, onların dürtüsü ile harekete gelmek
tedirler. Dürtüyü durdurabilirler mi, durdurmaları doğru
olur mu? İtiraf etmeli ki bu konuda bir karara varmak çok
güçtür. Köy enstitülerinin bir ilkesi de mümkün olanı yap
maktı. Bu ilkenin faydası çok görülmüştür. Acaba işe giri
şilmesi için mevcut olan dürtüyü frenlememe ve ne elde
edilirse kazançtır diye düşünmek mi doğru yoldur?...»
İkinci yazıdan: « ...Tartışmamız şu noktaya dayandı:
Eğitim tek başına bir toplumu kalkındırmaya yeterli midir?
Eğitimin gücü nedir? Yalnız başına eğitim bir toplumu
kalkındırmaya yetmez. Peki yalnız ekonomik gelişme ile
bu başarılabilir mi? İnsan ilintilerini ayarlıyan kurumlan
eğilim, ekonomi, hukuk vs., gibi bölümlere ayırmamız as
lında sunidir. Toplumun bütün bu kurumlan birbirine girift
bir şekilde bağlıdırlar ve birlikte gelişirler... Am a bu kurumların gelişme hızları birbirinden farklı olabilir. Zaman
zaman ortaya çıkan bu hız farkını çeşitli etmenler, örne
ğin siyasal koşullar saptar... Eğitim görevini (üretim, da
ğıtım, teknoloji, idare, hukuk vs. gibi) kurumlara etkili
olmak sözleriyle sınırlamak eğitimin rolünü küçümsemek
oluyor bence. Eğitim yalnız yardımcı değildir. Diğer kurumların gelişmesi, hatta kurulması için varlığı kaçınılmaz
olan bir öğedir. Ben önce vatandaş yetişsin, ardından herşey gelecek de demiyorum. Bütün bu kurumlar birbirinden
ayrılmadan, birlikte gelişir diyorum. Eğitimi de ekonomisi
d e... Hareketin öncüleri hiçbir zaman, hiçbir yerde ekono
minin görevini eğitime devrederek köyü yalnız eğitimin si
hirli deyneği ile kalkındırmak iddiasında bulunmamışlar
dır. Bu ve (enstitü hareketinin köyü kalkındıracağı efsane
si) gibi deyimler sadece sistemi iyi taruyamıyanların zihin
lerinde çöreklenmiş yanlış anlamalardır... Peki köy enstitü
sü sisteminde bazı aydınları rahatsız eden ne?... Eğitim
kavramı değişmiştir artık. Eğitim okumak değil, uygula
mak, üretici olmaktır. Ekonomi ile eğitim arasında sıkı
bağlar kurulmuştur. Bu ekonominin görevlerinin eğitim ta
rafından aşırılması demek değildir... Genel olarak bu yeni
eğitim kavramını yadırgıyoruz, eğitimin yalnız okuma yaz
ma işi olmaktan çıkması, derslikten taşması ürkütüyor bi
zi. ■■ Bir çelişme var burada. Hem eğitimi ekonomiyi hiçe
saymakla, hem de ekonomik bir çaba olmakla suçluyoruz... Bazı batılılar ise olumlu bir tutumla köy enstitüleri
sisteminde eğitimle diğer toplumsal kurumlar çekişmesinin
en verimli bir çözümünü buluyorlar ve sistemden şöyle ya
rarlanmayı düşünüyorlar: Memleketin yeni ekonomik plan
lamasında ve kaçınılmaz birşey olan toprak ve tarım re
formunda köy enstitülerini temel birim ve başlıca reform
aracı veya kanalı yapmak. Eğitim dursun, beklesin demek
ten daha olumlu bir davranış değil mi bu? Sistemi kuranlar
yalnız eğitimle herşeyin çözüleceğine inanacak kadar saf
diller miydi? Yani Tokgöz'ün deyimi ile (bu idealist yöne
ticilerin bu hareketi besliyebilecek çevreyi hazırlıy ab ilecek
lerine inanıyorlar) mı idi? 1943’de yönetici İnönü bu ide
alistlere şöyle diyor: Enstitüleri çok kısa sürede kırka çıkar
mak için tedbir alın, bu savaş yılları fırsattır. Savaştan
sonra bu işleri bize yaptırmıyataklardır. Yapılandan da ne
kalacağı bilinmez. Yöneticiler de, idealistler de bastıkları
zeminin kaypaklığını böylesine biliyorlardı. Tarihsel ger
çek bu! Ne yapmalılardı? O çağın koşulları onlara eğitim
alanında ileri atılış yapma olanağını vermişti, önce diğer
reformlara girişilsin, ki onları başarma olanağı çok zayıf
tı, eğitim beklesin mi demelilerdi? Yoksa bozuk yapıyı zorlıyacak kuşaklar mı yetiştirmeye çalışmalıydı? O çağın eği
tim hamleleri olmasaydı bu sosyal sorunları böyle derin
liğine tartışan kuşaklar olmazdı. O çağın yöneticileri eğiti
min dışında sosyal ve ekonomik reformlar düşünmemişler
midir? Ben düşünmüşlerdir, istemişlerdir, yapamamışlardır,
diyorum. Tokgöz yapmak istememişlerdir, gerekli bulma
mışlardır demeye getiriyor. Yapamazlardı, yapamamaları
nın en büyük nedeni de gücü küçümsenen eğitimin kısırlı
ğına bağlı idi. Kiminle yapacaklardı, kime dayanacaklardı?
Tokgöz bu öğretmenlerin klasik eğitimci sırasına düştükle
rini yazıyor. Kaçı düştü kaçı düşmedi? Ne o ne ben kesin
bir sayı veremeyiz bu konuda. Am a onun da yazdığı gibi
eğitim meselelerinde sayı önemli değildir. Azımsanamıyacak
kadarı klasik eğitimciliğe düşmemiştir. Çeşitli baskılara rağ
men. Eğitim tarihinde az rastlanan bir olay bu. Devlet tutmıyacak, geri güçler tepeliyecek, ve onaltı yıl direnecek.
Klasik eğitimle yetişmiş olanların daha da iyi koşullar içinde
kaçı direnebildi? Eğitim sisteminin rolü yok mu burada?...
Aslında biz oralarda ne olduğunu (Yazarın notu: Anadolu
köyleri kastediliyor) aydınlığımıza yakışır şekilde bilmiyo
ruz, incelemek gerekliliğini de duymuyoruz. Hangi sosyo
log, hangi ekonom, hangi politikacı, hangi aydın Akçaviran, Temelli, Güzelhisar’da ne olduğunu biliyor?... Aslın
da biz Ankara’nın 10 km. ötesinde ne olup bittiğini bilim
sel olarak bilmeden büyük sözler söylüyoruz... Bir de şu
var: Ekonomi ile teorikçinin değerini belirtmek için eği
timci ile uygulayıcıyı küçültmek, savunmaya çabaladığımız
davaya çok şey kaybettirir. Kirby’nin bir gözlemi de şu:
Köy enstitülerinin gericilik için ne büyük bir tehlike oldu
ğunu gericiler ileri aydınlardan çok iyi kavramışlardır, di
yor...»
Son yazının da özeti şu: «...K öy enstitüsü hareketi
yalnız öğretmenle köyü her bakımdan kalkındırmak iddia
sında değildi. Amaç, kalkınma çabalarında kullanılacak kö
ye gerekli her türlü elemanı yetiştirmekti. Bu programın sa
dece küçük bir kısmı uygulanabilmiştir.
Kurucuların hiçbiri toprak reformuna, ekonomik dü
zensizliklerin yok edilmesine karşı insanlar değillerdi. Bi
lakis reformların gerekli olduğunu sözleriyle, yazılarıyla her
zaman savunmuşlardır. Ülküleri köy enstitüsü çıkışlıların
bu reformların gerçekleştirilmesinde önemli bir rol oyna
malarını görmekti. Am a tarihsel gelişim bu noktaya varıl
masına engel olmuştur... O günden bugünedek hiç kimse
nin köy enstitüleri tek başına yeter diye bir iddiası yok.
Bunu defalarca belirttim... Bugün köy enstitülerini savu
nanları yeni düşünlere kulaklarını tıkıyan ve donmuş bir
kalıp gibi savunan kişiler olarak taktım etmek haksızlık
tır... Ben sadece köy enstitüleri sistemine verilecek yeni
yönlerin ancak yeni uygulama ve denemelerle saptanabile
ceğini, sistemin niteliğinin bunu gerektirdiğini, spekülatif
düşünlerle davaya bir yenilik kazandırılamıyacağmı söyle
dim. Nitekim bu konuda yeni düşünler ortaya atanların
söylediklerinde hiç bir yenilik yok. Keşke olsa!... Bugün
köy enstitülerini savunanlar davanın ölüm kalım mücadele
sini yapmaktadırlar. Geri güçler köy enstitüsü düşününü
toplumdan temelinden kazımak çabası içindedirler. Biz bu
nun savaşını veriyoruz. Bugün problem, köy enstitülerinin
temel ilkelerini topluma mal edebilmek savaşında başarı
kazanmaktır. Tokgöz de bize bugünkü mücadele içinde
pratik yararı olmayan soyut öğütler vereceğine ve en kö-
tiisü herhalde farkında olmadan, köy enstitülerini över gö
rünüp köy enstitüleri ilkelerini benimseme yolunda olanla
rın zihinlerini bulandıracak bir yol tutacağına, gelsin mü
cadelemize katılsın. Köy enstitüleri davası için bugün otu
rup öğüt verenlere değil, bu toplumun kargaşası ve türlü
tehlikeleri içinde bu işin mücadelesini yapacaklara ihtiyaç
var. Hem insan böyle gerçek mücadelenin içinde bulunur,
bunun güçlüklerini yaşarsa, o zaman köylünün eğitimi yo
lunda başlarına gelmedik bela kalmamış kişilere de (ciddi
ve enerjik operasyonları göze alamıyanlar, zararsız formül
leri seçenler) gibi sıfatları kolayca yakıştırmaya dili var
maz. Onların tutumlarının yazılarının altına gerçek adları
nı bile yazmaktan çekinen öğüt vericilerin tutumlarından
çok daha enerjik olduğunu kabul etmek zorundayız...»
Tokgöz’le olan tartışmanın özeti budur. Öyle sanı
yoruz ki bu köy enstitülerinin tarihinde soldan gelen ilk
açık ve ayrıntılı eleştiridir; bu bakımdan önemlidir. Eleş
tirinin ana düşünü galiba şudur: Bir toplumda alt yapı iliş
kileri değişmedikçe, daha doğrusu üretim araçlarının mül
kiyetinde köklü değişiklikler yapmadıkça herhangi bir eği
tim sistemi ile o toplumda köklü bir değişiklik yapma ola
nağı yoktur. Bu temel düşüne şüphesiz ki karşı çıkılamaz.
Anlaşamamazlık şuradan çıkmaktadır: Eleştiriciler köy
enstitüsü kurucularını da bu temel ükeye inandıklarını bil
memekte, anlamamaktadırlar. Bunun birinci nedeni kuru
cuların, bu inançlarını bir kısım solcuların anlıyacakları
dille ve deyimlerle, terimlerle yazmamaları, daha doğrusu
eylem içinde bunu yapmayı uygun bulmamalarıdır. Böylece bu solcular insanların düşünlerini belirli ve alışkın ol
dukları marksist deyim ve terimler dışında değersiz bul
dukları, dikkatle incelemek gereğini duymadıkları için ku
rucuların marksizmi bilmedikleri, kendilerinin yıllar sonra
ve o ağdalı, çarpıcı söyleyiş tarzlarıyla söyledikleri bir ta
kım ana ilkeleri ilk defa ortaya attıkları, bunların enstitü
kurucularınca öğrenilmesi gerektiği kanısına kapılmışlardır.
Kurucuların taktikleri gereği yapmadıkları teorik söyleşi
ler bazı solcularca onların bilgi noksanlığının kanıtı sayıl
mıştır. Çehresinin ana hatları bir burjuva iktidarı olan bir
iktidarla, onun bir bölüğü ve çağında siyasal gücü yüksek
bir bölüğü olan ilerici aydın kanatla, işbirliği yaparak bir
sessiz anlaşmaya girmiş kişiler, elbette böyle bir durumda
bulunmıyan ve teorik tartışmalarını taktik eylem hesapla
rına girmeden açıklıyabilen solcu teorisyenlerinkine eşit
rahatlıkta konuşma ve yazma olanaklarına sahip değiller
dir. Yukarıdaki tartışmaya geriye dönüp baktığımız za
man benzeri bir durum görürüz: Tokgöz teorik düşünlerini
rahatça ve hiçbir taktik hesap yapmadan yazabilir, ama
karşında o zaman eylem içinde olan kişinin durumu böyle
değildir. İkinci neden, alışkın oldukları terim ve deyimleri
bulamıyan solcuların yorucu ve derin incelemelere girmek
çabasına katlanmamalandır. Böylece temel görüşler gözle
rinden kaçmaktadır, hatta Tonguç’un bilinçli olarak kullan
dığı «Canlandırılacak Köy» deyimi bile onlarca «Kalkın
dırılacak Köy» olup çıkmaktadır. Bu kaba dikkatsizlikle
gözden kaçırdıkları şey, işte tam o aradıkları noktadır:
Tonguç; hiçbir zaman köyü eğitim yoluyla kalkındırma sa
vında değildir, canlandırma, uyandırma savındadır. Yalnız
eğitim yolu ile köy maddi yönden kalkınmıyacak, yani alt
yapı devrimleri gerçekleşmiyecek, köylü canlanacak, alt
yapı devrimlerinin gerçekleşmesini istemeye başhyacaktır.
Daha iyi anlıyacaklan deyimle «köylüde sınıf bilinci uya
nacak» tır. «Siyasal ağırlığı duyurmaya», «bir baskı gücü»
olmaya başhyacaktır. Ekonomik devrim, alt yapı değişik
liği için hiçbir istek ve baskının gelmediği bir toplumda
eline geçen olanaklardan yararlanarak Tonguç’un uygula
maya çalıştığı devrim taktiği budur. Bunu o zaman böyle
ce açıklıyamazdı. Sadece bazı ipuçları vermiş, ama solun
bir kısmı taktiği ve amacı anlamamak, anlıyamamak konu
sunda eşi az bulunur bir beceriksizlik göstermiştir. Bunu
her topluluktan daha iyi, 1908’denberi alt yapı devrimleri
amacıyla atılıp atılıp sırt üstü yere verilen, başarının mani
velasını bir türlü keşfedememiş, ezilen sınıflarda bir sınıf
bilinci uyandırmayı bir türlü hızlandıramamış, en belirgin
özelliği başarısızlığı olan Türk solu anlayıp, dört elle sa
rılmalıydı. Belirttiğimiz gibi, alışkın oldukları kalıpların
dışındaki hareketleri küçümseme ve ciddi olarak incele
mekten kaçınma alışkanlığı da bir başka neden olsa ge
rektir. Örneğin yukarıdaki tartışmada yenilik olarak ileri
sürülen doğru düşünlerin hemen hepsi, eğer esaslı incele
meler yapmış olsaydı, eleştirici tarafından 4274 sayılı ka
nunda ve bu kanunun izahnamesinde bulunabilirdi. Yine in
celeme eksikliği için gösterilecek başka örnekler şunlar
olabilir: 1946 öncesi CHP iktidarlarının yapısı bizim ve
bu çağı inceliyen bilim adamlarının anladığımız şekilde
anlamayınca, yani CHP iktidarının içten homojen olmadı
ğı, 1946’da gücü gittikçe azalan bir ilerici topluluğun bir
süre CHP içinde iktidarda bulunduğu (buna Behice Bo
ran bürokrat aydın tabaka, Yıldız Sertel milli burjuvazi
nin ilerici kolu, Doğan Avcıoğlu müliyetçi devrimciler di
yor) anlaşılmıyarak, CHP iktidarı homojen bir tutucular
iktidarı imiş gibi kabul edilince, Tonguç’un durumunu an
lamak çok zorlaşır. O zaman onu tamamen gerici - tutucu
bir iktidarla oturup iş görmüş, bundan da bir hayır çıka
cağına inanmış bir saf ve bilgisiz kişi olarak kabul etmek
zoru vardır. Bu yanılgıya düşenler olduğunu da ileride gö
receğiz. Yani 1946 öncesinin siyasal yapısı iyi değer
lendirilmeyince Tonguç ve arkadaşlarının davranışları ve
amaçlan konusunda da yanlış yargılara varılır.
Bir de solcu eleştiricilere şunu sormak gerekir: 1935 1946 çağında kendi programlan, kendi taktikleri ne idi ve
ne derece başarılı olabildiler? Toplumda ne gibi ilerleme
sağladılar? Alt yapı devrimlerine yönelebilme konusunda
ezilen sınıflarda sınıf bilincini ne ölçüde uyandırabildiler?
Tonguç, öyle sanıyoruz ki, bu çağdaki tarihsel bir takım
koşulların gelişiminden ve bazı siyasal güç dengelemelerin
den yararlanarak, eline geçen olanaklar onu gerektirdiği
için, eğitim yolundan giderek tabana inebilmeyi, ezilen sı
nıflan bilinçlendirebilmeyi bir ölçüde başarmıştır. Köy ens
titülerinin başarısı veya başarısızlığı dendiği zaman bunu
anlamak gerekir. Tonguç hiçbir zaman, en geri ve tutucu
bir takım iktidarlar işbaşına gelecek, ama benim de kurul
masına emeğimi kattığım eğitim düzeni, bu iktidarlann is
teğinin, yönünün tam aksine, hiç bozulmadan köylerde sü
rüp gidecek ve kendisinden beklenilen öğretim ve toplum
sal görevleri en ideal şekliyle yapmaya devam edecek, de
memiştir. Halbuki solcular onun böyle dediğini sanmışlar
dır. Ve böyle bir şeyin olamıyacağmı ispatlamaya kalk
mışlardır.
Güdülen asıl büyük amaçlar bakımından biz köy ens
titüsü hareketinin son derecede başarılı olduğu kanısında
yız. Aynı başarı ölçülerine vurulduğu zaman, Tonguç’a
toplumbilim, ekonomi bilimi ve marksizm dersi verenlerin
başarıları nedir? Çoğunluğu köylü olan geri, feodal ilişki
lerin sürüp, gittiği toplumda; üretim ilişkilerinin mülkiye
tinde değişiklikler yaparak, alt yapıyı değiştirmek, kısaca
sı sosyalizme gitmek için eylem olarak, strateji ve taktik
olarak ne yapılması gerektiği konusunda, değil 1935 - 1946
döneminde, bugün bile solun şöyle dörtbaşı mamur, uy
gulanabilecek bir programı yoktur. Halbuki yalnız bununla
da iş bitmez, bunu bir de uygulayıp başarıya götürmek gibi
işin pratik tarafı ortaya çıkar, öyle sanıyoruz ki, sol
culara düşen görev köy enstitüsü hareketini bu yönden
derinliğine incelemek, onda alınacak dersler ve öğrenilecek
yöntemler olup olmadığını araştırmaktır. Ortada bir köy
enstitüsü hareketi ve gerçeği vardır. Bu bir olgudur. Bir
tarihsel gerçektir. Marksist yöntemi bu gerçeğin, bu olgu-
nun niçin olmaması gerektiğini ispatlamak için değil, nasıl
olduğunu, nasıl geliştiğini incelemek için kullanmak gerçek
solcuların yolu olmalıdır. Bu, herhangi bir tarihsel ola
yın, bir hareketin niçin olmaması gerektiğini anlatmaya ça
lışmaktan, böyle bir ters yola girmekten çok daha olumlu
bir davranış ve çalışmadır. Dialektik materyalizm, vukua
gelmiş olayları yadsımak, bunların yanlış şekilde olduğunu
kanıtlamak için kullanılamaz; böyle bir amaç yönetimin
tabiatına aykırıdır. Bir tek gerçeğin bile dikkatli bir ilerici
aydının gözünden kaçmaması gerekirdi: Niçin en fazla direnebilen, en ağır baskılara rağmen bir türlü parçalanamıyan,
susturulamıyan topluluk köy enstitüsü çıkışlı öğretmenler
dir? Bunun bilimsel yorumu nasıl yapılabilir? Bunun gibi
daha bir yığın soru bulmak olanağı vardır. Bu gibi incele
melerden, belki de (bize fazla iyimser diyenler çıkabilir)
solun bugün içinde bulunduğu taktik bunalımı konusunda
yararlanılabilecek ip uçları yakalanabilir. Acaba çoğunluğu
köye dayanan toplumlarda devrimci taktiği olarak köylü
sınıfını önemsemek daha geçerli değil midir? Birçok yeni
gelişimlerin de bu açıdan üzerinde durmak gerekir mi? Bü
tün bunları herhangi bir savı veya yöntemi ortaya atmak
için söylemiyoruz; sadece köy enstitülerini şimdiye kadar
bazı solcuların yaptığı gibi küçümseme ile olumsuz yön
den değil, olumlu yönden inceleyerek bazı yeni ve ilginç
sonuçlara varılabileceğini sandığımız için söylüyoruz.
Bu arada İlhan Başgöz’ün daha sonra, 1968’de yayın
ladığı bir kitabından da konu ile ilgisi bulunduğu için kı
saca söz açmak istiyoruz'56’. Bu, Cumhuriyet çağının
1940’a kadar olan dönemini kapsamakta ve bu süre içeri
sindeki eğitim hareketlerini incelemektedir. Bu arada ya
zarlar köy eğitimine, eğitmen denemesine ve dolayısıyla
(5«) T ü rk iy e C u m h u riy e tin d e E ğ itim v e A ta tü r k , D r. İ l
h a n B a şg ö z, H o w a rd W ilson, D o s t y a y ın la rı, A n k a r a
1968.
köy enstitülerinin başlangıç çalışmalarına oldukça geniş öl
çüde yer vermişlerdir. Bu konuda birçok olumlu kanılar
ileri sürerken, Kirby’nin «Türkiye’de Köy Enstitüleri» ki
tabından da yararlandıkları görülmektedir. Başgözün bu
kitabından da bazı bölümleri aktarıyoruz071: «...Tonguç
eğitimin amaçlarını böylece belirttikten sonra, ekonomik
sistemin devlet örgütü ve eğilim arasındaki ilişkilerin ince
lenmesi konusuna sürüklendi. Tonguç'a göre Türk eğitimi
nin amacı iş yapanlar arasında yeni bir işbölümü yarat
m aktı... Köylünün Türkiye'de rejimin yalnız mihrak nok
tası olmakla kalmayıp kurulacak bütün eğitim sisteminin
yönünü ve işini tayin edecek başlıca âmil olması .lazım
dır... T onguna göre eğitim probleminin iki yönü vardı. 1.
Türk köylüsüne ekonomik işte farklılaşmanın yollarını aç
mak, 2. Bu yol açıldıktan sonra daraltıcı hayat şartların
dan kurtulmuş olan köylünün tutacağı yolda Türk eğitim
cilerinin onları izlemesi... Tonguç’un eğitimi böyle geniş
bir meslek yol göstericiliği olarak anlaması iki önemli so
nuç hazırlıyordu: Ekonomik gelişmede eğitim bir manivela
ödevi görebilecekti, ulusal kalkınmada iş yükümlülüğüne
demokratik anlamda olanak bulunacaktı...» Kirby’den
alınmış veya esinlenmiş olan bu satırlardan sonra yazar
lar, eğitmen hareketini geniş olarak anlatarak «...eğitmen
lerin köylerde yüklendikleri çok yanlı ve ağır görevdeki
başarı dereceleri ciddi olarak eleştirilebilir...» diyorlar.
Bundan sonra kendilerine göre bunun nedenlerini sayıyor
lar: «...köyde sosyal ve ekonomik değişmeyi modernleşti
recek, hızlandıracak idari, mali, ekonomik tedbirler alın
mamışsa, eğitmenin tek başına bu işin altından kalkması
olası değildir. Genellikle Türkiye’nin idari mekanizması,
özel olarak da eğitmenleri desteklemekle görevli Bakanlık
lar eğitmeni köyde gereği gibi besliyecek, onu başarıya
götürecek koşulları hazırlıyamamışlardır. Ziraat Bakanlığı
yüklendiği araçları ne zamanında, ne de bütünüyle yerine
getirmiştir... Türkiye'nin küçük köylerinin durumu eğit
menlerin başarılı bir ekonomik çalışmayla geçimlerini sağ
lamalarını da engellemiştir... Yerli ağaların politik ve eko
nomik baskısı altında bulunan köylerde ise eğitmenin du
rumu daha da zorlaşmaktaydı. Bununla beraber eğitmen
lerin köydeki çalışmalarında karşılaştıkları güçlükler giderilemiyecek cinsten değildi. Devletin köyde ciddi bir re
form anlayışı olsaydı, bu eğitmenler çok yönlü bir köy
kalkınması hareketinin beslediği bir kuvvet olarak köyle
re gönderilebilselerdi, kuşkusuz eğitmen denemesinden el
de edilecek sonuç çok farklı olurdu...» Yazarlar daha son
ra Tonguç’un «İlköğretim Kavramı» kitabından şu sözleri
de alıyorlar(58>: «...Köylerin kültürel ve genel hayatlarında
ileri bir seviye yaratabilmek yalnız klasik anlamdaki öğret
menlerle mümkün olmaz. Köy hayatı bir bütün olarak ele
alınmaz da şimdiye kadar olduğu gibi yalnız klasik kültür
bakımından işlenmek ve bu vasıta ile bir ilerilik yaratıl
mak istenirse bu çalışmadan olumlu sonuç alınamaz...
Köylere öğretmen yetiştirirken bir yandan öğretmeni çok
yanlı işler görebilecek biçimde forme etmeye çalışmak,
diğer yandan da öğretmenle birlikte köye giderek diğer iş
sahalarında çalışacak elemanı yetiştirmek için gerekli ted
birleri almak gerekir. Bunun için alınacak tedbirlerin esas
ilkelerini kuramdan çok realiteden çıkarmamız lazımdır...
Köyde hukuki, mali, iktisadi kurumlar şehirdekinden ta
mamen başka şekiller almaktadır... Şunu da önceden özel
likle kabul etmemiz gerekir ki, yeni ve orijinal işler gere
cek bir kurumun örgütünün bütün detaylarını işin içinde
çalışmamış olanların isabetle saptamaları esası olası değil
dir. Örgütün belirecek biçimini dikkatle yapılacak deneme
nin sonucundan beklemek gerekir...» Ve yazarlar şöyle
diyorlar: « ...Y eni eğitim hareketinin ilköğretmen okulları
nın yerini almakla kalmayıp Türkiye’nin hayatında önemli
sosyal değişmeler yapmaya gebe olduğunun görülmesi çe
şitli ideolojilere sahip fikir adamlarını harekete geçirdi.
Eğitim Bakanlığının içindeki çeşitli gruplar da hamleyi
kendi kontrollarına almaya uğraştılar.. ,<59>». Böylece Kanat’m düşünlerine değinmekte ve « ...Okulun köyün iş ha
yatı ve ekonomisiyle ilgisinin niteliği üzerinde ise Kanat ga
yet belirsiz konuşuyor...» ve kitabın son sözünde «-...aynı
yıllar boyunca (YüceVin Bakanlık yılları 28. Aralık 1938 5 Ağustos 1946) İsmail Hakkı Tonguç ve Rüştü Uzel İlk
ve Teknik Öğretim Genel Müdürlüğü yapmışlardır. 10.11.
1938’de Cumhurbaşkanı seçilen İsmet İnönü ise devletin
bütün ‘gücünü ve kendi otoritesini eğitimcilerin desteğine
vermiştir. Bu devir Türkiye’de eğitim seferberliği devri ola
rak anılmaya hak kazanmıştır. Denemeleri yapılıp ilkeleri
aranan köy eğitimi çabaları 1940’dan itibaren köy enstitü
lerinin kurulmasına varmış, bunlar yoluyla eğitim Tür
kiye’de sosyal ve ekonomik bünyeyi doğrudan doğruya etkiliyecek bir giıç kazanmıştır... Eğitim Bakanlığının böyle
dinamik bir çalışma havasına girmesi Türkiye’de onu ya
çok sevilen ya çok nefret edilen bir Bakanlık haline getir
miştir. Çeşitli gruplar, sosyal sınıflat ve fikir temsilcileri
fikirlerinin en iyi yayıcısı ve yardımcısı veyahut en tehlike
li düşmanı olarak Milli Eğitim Bakanlığını görmüşlerdir.
Bu sebepledir ki, Türkiye çok parti devrine girip devrimlerden tavizler vermeye başlayınca hücum edilen Eğitim
Bakanlığı ilk hedef olmuştur. Bu kitabın yazarları Türk
eğitiminin en verimli devri planlarının dışında kalmış oldu
ğu için yaptıkları işin eksik kaldığı kanısındadırlar. Çünkü
birçok bakımlardan Türk eğitimini en iyi bir biçimde bu
devir temsil etmektedir...» demektedirler.
Bu kitabında Başgöz’ün Yön’deki eleştirilerine göre
soruna daha ciddi incelemelerle, daha olumlu, daha ger
çekçi bir açıdan ve daha anlayış göstererek baktığını sanı
yoruz. Adı geçen kitabın hangi koşullar içinde yazıldığını
bilmiyoruz. Bu bakımdan ortak bir çalışma olan bu incele
mede Başgöz’ün ortak düşünlere ve sonuçlara katılma dere
cesini bilememekle beraber yukarıdaki gözlemimizi belirt
meyi de bir borç biliriz.
■ Tahir Alangu
Kirby’nin «Türkiye’de Köy Enstitüleri» kitabı yayın
landığı zaman, Tahir Alangu’nun yaptığı eleştirilere de
değinmek istiyoruz. Alangu’nun köy enstitüsü konusundaki
düşünleri daha sonra Kemal Tahir’in eleştirileri incelenir
ken tekrar söz konusu edilecektir. Alangu, «Türkiye’de
Köy Enstitüleri» kitabı yayınlandığı zaman yazdığı bir ya
zısında özetle şu düşünleri ileri süreri60’:
«Yayırılayıcıları bir iki yerde çıkmış yazılarımdan, bir
açık oturumdaki konuşmalarımdan edindikleri ön yargılara
dayanıp -eh hadi bakalım, bu kitaba da bir diyeceğiniz ola
maz ya diyerek F. Kirby’nin... eserini gösterdiler...» Bun
dan sonra yazar, enstitüleri savunanların bu kitabı bir sa
vunma aracı olarak Ortaya sürdüklerini belirtiyor ve kendi
durumunu şöyle belirliyor: «...Benim düşüncelerim ve ye
rim, araştırma ve sorunu bütün yönleriyle anlama orta
mının olduğu sürede. ve cephe tutanların dışında, ama so
ğukkanlı ve bilimsel ortamın yok olduğu, cephelerin kav
gaya giriştikleri yerde elbette bu davayı devrimci ilkelerle
savunanların yanıdır... Kirby’nin yeni çıkan kitabının asıl
büyük önemi bu davranıştaki enstitü araştırıcılarının gerek
li olduğunu ortaya koyuşundadır. Bu davranışta olanlar,
sayın yazar kadar olumlu, büyük çaba istiyen eserler or
taya koyarlar, veya benim gibi yeri ve zamanı geldikçe or(«) V a ta n g a z e te s i, 15.9.1962 T a h ir A la n g u , B e k le n e n K i
ta p : (T iirk iy e d e K ö y E n s titü le r i) .
laya nedenler atar, tartışırlar... Bir düşünce enstitü hare
keti ölçüsünde köylere, asıl temel bünyeye inmeye istidat
lı olunca tarihi oluşmanın bir sonucu olarak, çevresinde bir
çatışma, tarafların kümelenme, eski tarikatçı dayanışması
na benziyen bir -müridizmin- ortaya çıkışını anlıyorum.
Am a hiç olmazsa enstitü çıkışlılara bizim gibi düşünenleri
de hoş karşılama yeteneğinin, hoşgörürlüğünün aşılanabil
diğim ummak isterdim...» Görülüyor ki, yazar, böylece
kendisini bilimsel yönden enstitüleri eleştirenler arasına
koymakta, enstitülerin de bu çeşit eleştirileri hoşgörü ile
karşılamamalarından yakınmaktadır. Bundan sonra kitabda şimdiye kadar bu konuda söylenenleri aşan, bu sorunu
artık bıktırıcı gevelemeler seviyesinden kurtarıp olumlu
tartışmalar seviyesine ulaştıran bir değer olduğunu belir
terek. Kirby’nin «bilimin ışığını bu dolambaçlı ve gitgide
karışıp derinleşen labirentin içinde ulaşabildiği köşelere
kadar götürdüğünü» yazdıktan sonra incelemenin yıkılış
döneminde yapıldığını belirterek «bu havanın ülkücü bir
eğitimciyi -bir sosyologu değil- götürdüğü üzüntü havası ki
tabın her yerinde görülmektedir... Sonunda ortaya çıkan
eserde batılı bir araştırıcı çabası bizim ülkücü öğretmenle
re vergi ateşli ve devrimci tutkunlukla birleşmiş...» de
mektedir. «Am a asıl önemli yanı, derinden gelen ve eserin
bilimsel değerini çok aşan etkileyici yanını belirtmek ola
caktır. Kesin olarak bugün için köy enstitüleri davasının
F. Kirby ölçüsünde, niteliğinde bir lideri olmadığını söyle
meliyim...»
Bütün bu güzel ve ikilemli sözlerden anlaşılan şudur:
Aslında Kirby, Alangu’nun düşünlerine ve inançlarına uy
mayan bir takım sonuçlara varmıştır. Bu sonuçlan eleş
tirebilmek ve çürütebilmek için Alangu başlangıçta şu yo
lu izliyor: Kitabı över görünerek onun bilimsel değerini
azaltmak. Bilimselliği aşan ülkü ve duygularla yazıldığını
ortaya atmasının nedeni budur. Ama bunu, Alangu apaçık
söylemiyor da, kendisine vergi ikircikli sözlerle maskeliyerek anlatmaya çalışıyor. Bundan sonra yazar, «Türkiye’nin
tarihi, politik, sosyal temellerine inmeden bu sorunun çözülemiyeceğini kabul eden yazarın yaptığı araştırma, bu
ileri eğitim denemesinin daha başlangıçtan nasıl tasfiye
edilmemiş karşı kuvvetlerin üstüne oturtulduğunu göste
riyor. Temel hazırlıkların yapılmadığı bir alanda tek kade
menin bir politika aracı olarak enstitüleri ele alıp birden
bire terkedişindeki nedenleri bir dereceye kadar araştırmış
sayılabilir...» der. Burada, 1946 öncesinin siyasal koşul
larını toplumbilimsel yöntemle incelemeden işe girişenle
rin hepsinin yaptığı gibi, Alangu’nun da yapma - yıkma
konusunda aynı eksik ve basit sonuca vardığını görüyo
ruz. «.. .fşi bu ölçüde derinlere indirince bu kurumların ne
dünkü ne bugünkü politik düzende yenilenip kurulamıyacağını elbette anlamamazlık edemezdi. Am a Türkiye’nin
eğitim davasının gelecekte ancak bu yoldan giderek gelişe
bileceğini söylemekle bu yanılgısını telafi ediyor...» Evet
yazarin dediği gibi bugünkü politik düzende kurulamaz,
ama dünkü politik düzende kurulmaması gerektiğini söy
lemek, bilim dışıdır. Çünkü kurulmuştur, işlemiştir, başarı
lı olmuştur. Bu bir tarihsel gerçek iken, kurulmaması ge
rektiğini söylemenin bilimsel davranışla ilgisi yoktur. Bir
kaç defa söylediğimiz gibi, bilim adamına düşen, bu ger
çeğin ne gibi etkenlerle ortaya çıktığını incelemektir, or
taya çıkmaması gerektiğini kanıtlamaya çalışmak değil!
Bundan sonra 1946’dan önceki köy enstitülerinin eleş
tirilmesi sayılabilecek şu satırlar var: «...Bugünün Türkiyesi artık başlangıçtaki o perişan çabalamayı, yerine iyice
oturtulmamış - iş, tarım - teorik - dersler kargaşalığını ra
hatça atacak deneme ve imkanlara sahiptir... » Buradan an
laşıldığına göre Yazar, bizim ve Kirby’nin sistemin en il
ginç yanı olarak kabul ettiğimiz eğitbilim ilkelerini ve uy
gulamasını «perişan çaba» saymaktadır. Bu ilkeleri kaldı-
rmca, yazarın 1946’dan sonraki Sirer tarafından düzeltil
mişi!), yani öğretme okulları karakteri verilmeye çalışıl
mış şekilden yana olduğu anlaşılıyor ki, o zaman kendisi
ni köy enstitüler sisteminden yana bir kişi gibi göstermeye
çalışmasının içten olmadığını kabul etmek gerekir. Bundan
sonra enstitülerin yıkılışı konusunda, kendi düzeltilebilecek
kusurları yüzünden değil, dışarıdan gelen etkenlerle yıkıl
dılar şeklinde düşünen Kirby’i eleştiriyor: «...Reformcula
rın yaptıkları işin gerçeğini ya kavrıyamadıklarını, yada
bir başka zorluğun gelip aşılamıyacak derecede önümüze
dikildiğini düşünmek zorundayız. Yoksa köy enstitülerine
karşı olan kuvvetler, toplumun ve kadroların her yerinde
hazır kuvvetler halinde bekliyorlardı. Bunların güçlerini bil
meden mi bu harekete girişildi, bir hesap yanlışlığı mı
var, yoksa gelişen diinya şartları birden bunları devrimci
kuvvetlerin karşısına mı çıkardı? Köy enstitüsü hareketine
girişenlerin en yüksek kademeden gerçekleri görmedikleri
ni, köye bu yönelişin bir temel reforma gitmek demek ol
duğunu anlıyamadıkları, sonraki gelişmelerden çekinerek
güç zaptedilen karşı kuvvetleri salıvermediklerini mi dü
şünmeliyiz? Bu bilmece elbette birgün çözülecektir. Fay
Kirby işte tam bu noktada delilleri derlediği halde ke
sin sonuçlara ulaşamamış...» yargısına varıyor. Yazarın
burada, kendince «derlenmiş delilleri» gördüğü halde, ke
sin sonucu açıklamadığını görüyoruz. Kesin sonucun ona
göre bu işe girişenlerin ileride ne olacağını bilmedikleri,
hesap yanlışlığı yaptıkları şeklinde çıkacağını sonraki tutumundari biliyoruz; ama bu kanısını şimdilik açıklamıyor.
«Çözülmemiş bilmece»yı ileride Kemal Tahir’e kendince
çözdürecektir.
Bundan sonra yazar, «...Şim di enstitü sorunu ile
uzaktan yakından ilgili olanların karşısına şu soru çıkı
yor: 1. Köy enstitüleri her köye bir öğretmen hazırlıyacak
köylü nüfusunu okutarak memleketin kalkınma amaçlarına
ayak uydurmaya yatkın, okur - yazar yurttaşların yetiştiril
mesini amaç edinen bir kültür gelişmesi mi sağlıyacak, 2.
Yoksa bu kurumlar yeni Türkiye’nin devrimci ilkelerine
ve Atatürk devrimlerini temele oturtmak davasını gerçek
leştirecek kökten bir hareketin öncülüğünü mü yapacak?...
Herşey bu kararlardan birini verdikten sonra başlıyacaktır. Geçmişi araştırırken bile...» diyerek yazısına son veri
yor. Yazarın bu şekilde bir soru sorması köy enstitüsü sis
teminden hiçbir şey anlamamış olduğunu gösterir, eğer
yazar böyle bir soru sormasının ardında özel bir amacı giz
lemiyorsa:
B,u oldukça kapah, açıklıktan yoksun, ikilemli bir ya
zıdır; ama bundan sonra yapılan bazı eleştirilerin kayna
ğını göstermesi bakımından üzerinde durulmaya değer.
Daha sonra Kemal Tahir’in eleştirilerine kaynak olan bilgi
ve düşünlerin Alangu tarafından verildiği herkesçe bilinen
bir gerçektir. Peki Alangu bunları nasıl ve nereden edin
miştir? Yukarıdaki yazısının başında enstitü sorununu inceliyenleri ikiye ayırıyordu: «olumlu ve büyük’çaba istiyen
eserleri ortaya koyanlar» ve «yeri ve zamanı gelince ortaya
nedenler atıp, tartışanlar». Ve kendisinin ikinci gruba gir
diğini belirtiyordu. O halde Alangu’nun vardığı sonuçlar
ve kanılar esaslı bir inceleme sonucu elde edilmiş değil
dir. Bu sonuçlara varırken sanırız ki, Alangu bazı yüzey
sel gözlemlerine birinci derecede dayanmaktadır. Kendisi
1946’dan sonra, yani bize göre yıkılış, onun gibi düşünen
lere göre iş - tarım - teorik dersler kargaşalığının çözümlen
diğin) dönemde kısa bir süre bir köy enstitüsünde öğret
menlik yapmıştır. Bu öğretmenlik görevinin sona erişi nor
mal koşullar içinde olmamıştır: Bir öğrenci ile arasında ge
çen bir olaydan sonra birkaç saat içinde çalıştığı enstitü
den ayrılmak zorunda kalmıştır. Burada köy enstitülerine
karşı sistemli çabalara girişmiş olanlarda, çok ilginç ola
rak hemen her zaman rastladığımız duygusal bir motifin
tekrarlandığını görüyoruz. Böylece Kirby’nin kitabının ya
yınlanması ile Köy Enstitüleri düşününün kamuca benim
senmesi yolunda çok önemli bir adım atılmış olduğunu gö
ren Alangu, kendisi gibi «ortaya nedenler atıp tartışanlar»
için de artık «yer ve zamanın geldiği» kanısına varmış ve
kolları sıvamış, «olumlu ve büyük çaba sarfederek eserler
ortaya koyanlar»ın yanısıra işe girişmiştir. Kemal Tahir’in
daha sonraki eleştirileri işte bu eski ve kısa süreli, düzeltil
miş enstitü öğretmeninin ortaya attığı bilgilere dayanmak
tadır. Alangu’nun yukarıdaki yazısının başında belirttiği
«cephelerin kavgaya giriştikleri yerde elbette bu davayı
devrimci ilkelerle savunanların yanında» olduğu şeklindeki
ifadesi de içtenlikten uzaktır. Kendisi kolları sıvadığı za
man, enstitülüler kavganın ortasında idiler. Kemal Tahir’e
yanlış ve noksan bilgileri verip onu yanılttığı ve birçok
devrimcinin aklını çelen, onları şaşırtan «Bozkırdaki Çe
kirdek» romanının yayınlanmasına önayak olduğu zaman
da kavga sürüyordu. Kavgaya katılmak ve kavgada tuttu
ğunu iddia ettiği yanı desteklemek, bilimsel çalışma ve ça
bada bulunamama, bilimsel olamama demek de değildir;
kavganın kendisi içten kişi için bilimsel davranış demektir.
Kavganın özü bilimseldir.
Eleştirileri incelerken sık sık yalnız soyut planda dü
şünlere ve savlara karşılık vermiyerek eleştiricilerin eylem
deki davranışlarına ve bunların sonuçlarına, nedenlerine
dönmemiz belki okuyucunun dikkatini çekmiştir. Biz eylem,
kavga ve düşün alanı diye iki ayrı plan kabul etmiyonız.
İlerici aydının bir tek planı vardır ve eylemi ile düşünü bir
birini yadsıyamayacak şekilde bir birliktir. Bu bakımdan
düşünleri incelerken, eylemi de belirtmek ve varsa, ikisi
arasındaki tutarsızlıkları, uygunsuzlukları belirtmek zorun
dayız. Bir ilkeye, bir sisteme eylemde yardımcı, ama düşün
de karşı olmak gibi bir bölünme insan kişiliğine aykırıdır.
Düşünde karşı olanların eylemde sadaka verir gibi yardım
lütfetmelerine enstitülüler sadece gülerler. Alangu mertçe
söylemelidir: Düşün alanında da, eylemde de enstitülerin
ve köy enstitüsü ilkelerinin karşısmdadır. Ve biz şunu
apaçık ortaya atıyoruz ki, kendisi Kemal Tahir üzerindeki
etkileriyle 1960’dan sonra köy enstitüsü sorununa, bunun
kamuca benimsenip, devrimsel sloganlar arasına katılması
na, yaygınlaşmasına en çok zarar veren kişi olmuştur. Eleş
tirileri açık değildir, duygusal nedenlerle, art düşünler ve
amaçlar güdülerek ortaya atılmıştır. En çok kınanacak
yanı, kendisini köy enstitülerinden yana imiş gibi göste
rip, enstitüleri kötülemesi ve kötületmesidir. Bunları her
hangi bir hoşgörüşsüzlüğün, eleştirilere dayanıksızlığın et
kisiyle söylemiyoruz. Bu kitapta en sağdan gelen, en kişi
sel, bizi en fazla duygusal yönden etkilemesi gereken, en
çirkin eleştirileri, suçlamaları, yalanlan, nasıl soğukkanlı
lıkla karşıladığımız, ortadadır. Bunlar hiç olmazsa açıkça
«karşı» olduklanm söyliyen kişilerdir. Ve bize göre en
çirkin yöntemleri kullanan yüz «karşı» kişi, bizim safta ol
duğu şaşırtmasıyla bozgunculuklara yol açan bir kişiden
yeğdir. Tahir Alangu herşeyden önce ikiliği bırakıp, kendi
sinin eylem ve düşün alanında köy enstitülerine karşı bir ki
şi olduğunu açıklamalıdır. Bunun nedenlerini de açıklar
ve bu nedenler tartışılır. Açık, mert kişilere yakışan budur.
Alangu düşünlerini yine Kirby’nin «Türkiye’de Köv
Enstitüleri» kitabını inceleme aracılığıyla Yön dergisinde
de açıklamıştır*60: Aynı ikircikli tutum burada da vardır.
Önce kitabı övdükten sonra «Kirby’nin eseri enstitülerin
kendileri kadar önemlidir. Çünkü yıkılan bu kurumlar her
kesin aklında kalmış, birbirini tutmayan, çoğu değişen şart
larla birlikte eskimiş, güçlü bir eleştiri karşısında değerlerini
koruyamıyacak anılara göre değil, aslında büyük bir plan
gerekçesi niteliği taşıyan bu kitabın eleştirilmiş bütününe
(ti) Y ön d e rg isi, y ıl 1, s a y ı 39, 12.9.1962, s. 18 T ü rk iy e d e
K öy E n s titü le ri, T a h ir A la n g u .
dayanarak yeniden kurulabilir,» demekte ve «...Kirby’nin
eseri bütünü ile bizim tek parti idaremizin böyle bir eğitim
devr'ımine hiç de yatkın olmayan düzeninde kurulduğundan
başlangıcı ve bitimi karanlıklarda kalmış bir devrimci okulu
olduğu gibi değil de, olması gerektiği gibi anlatıyor...»
dedikten sonra, «..Bugüne kadar ortaya konulan düşünceler
bu okulların ve eğitim sisteminin öncülerin elinde mükem
melliğe erişmiş, tam kişiliğini bulmuş, yine aynı nitelikler
le kurulması gerekli imişler gibi göstermektedir... Kirby’
nin kitabını birçok bölümlerde ülkücü özlemle olmakta
olanı olması istenilenle içiçe karıştırırken bilimsel çizgiden
ayrılır gibi gördüğünü» belirtmekte ve «ama kitabın bü
tününü göz öniine alınca onun da yalnız olanı değil, olma
sı gerekeni bir sosyal araştırıcının sınırlarını aşarak, düşün
celerini uygulayan bir eğitimci gibi göstermek çabasına düş
tüğünü, yabancı araştırıcılar ve uzmanlar içinde bir eği
tim sistemini kendine böylesine malederek, öncülerin gay
retlerini ve çalışmalarını değerlendirip, onları aşarak, asıl
amaçlara yöneltenine rastlıyabileceğimizi sanmıyorum...»
diyen yazar, bu karışık, karanlık ve dolambaçlı yollardan
Kirby’nin köy enstitüleri üzerindeki olumlu yargılarını çü
rütme çabasına düşmektedir. Ona göre köy enstitüleri ger
çeği Kirby’nin anlattığı gibi değildir, Kirby bilimsel sınır
lan aşmış ve gerçeği olduğu gibi değil, kendisinin olmasını
istediği gibi göstermiştir. Köy enstitüleri sistemini ve eyle
mini anlatırken kendi sistemini anlatmıştır. Ülküsünü açık
lamıştır. Noksanları tamamlamış ve bu noksan, ne idüğii
belirsiz sistem yerine anlaşılabilir, yeni bir sistem kurul
muştur. Yani sözü Alanguvari kıvırttırmadan, sağından
solundan çekip bükmeden söyliyecek olursak: Köy enstitü
leri sistemi yanlıştır, uygulama zamansızdır, toplumsal
koşullara göre buna girişilmemesi gerekirdi, ama kurucu
lar, bu gerçekleri anlıyacak kapasiteden ve bilgiden yok
sundular, demek istemektedir. Objektif olmak savında
bir kitap eleştiricisinin işini bu derece dolambaçlı yollar
dan gördüğü ve bu derece inatla, bilimsel bir çaba oldu
ğunu, bütünüyle yürüdüğü inceleme yolunu ve vardığı so
nuçlan yadsıyamadığı bir kitabın konusu olan sorunu
gerçektekinden başka türlü göstermeye çabalaması az rast
lanılır bir olaydır. Eleştirici herşeye razıdır; ama tek şu
köy enstitüsü girişimi doğru idi, büinçle yürütüldü, önemli
ve olumlu sonuçlar verdi, denmesin! Bir kitap eleştiricisi
konu üzerinde bu kadar inatla taraf tuttu mu o artık eleş
tirici olmaktan çıkar, ona bir görev düşer, kolları sıvayıp
o konuyu bilimsel olarak bir de kendisinin incelemesi, bi
limsel antitez olarak ortaya çıkarması. Ama eleştiricimiz
böyle bir eyleme girmiyecek kadar bulutların üstündedir,
sorunlara ve çabalara bu kadar yüksekten bakma yargıla
ma yetkisini kendinde bulmaktadır. Yahut da sinizmi,
ikircikliği böyle açık bir tutuma elvermez. Ne nedenle olur
sa olsun, böyle bir işe kendisi girişmiyecek, Kemal Tahir’i
bunu yapmak için uyaracaktır. Yine kapalı, ard düşünlü ki
şiliğine uygun olarak bir taktik daha uygular: Kirby’i ken
disinin köy enstitüsü sistemi ve uygulaması konusunda ku
rucuları çoktan aştığına, bu işi daha iyi başarabileceğine
inandırarak, Türkiye’de eyleme sokmak ve belki de bu
eylem içerisinde eskitmek, harcatmak köy enstitülülerle bir
birine kırdırtmak hesabına ve çabasına girişir; bunun için
de kurucuların çalışmalarını bilinçsiz olarak yaptıklarına
inandırmaya çalışır: « ...Bundan sonra köy enstitüleri üze
rinde dağınık bilgilerin, karşıt düşüncelerin birleştiricisi, te
mel ilkelerin şüpheye yer vermiyecek nitelikte tasvir edil
diğini, belirtmeliyim. Topluma seslenme, uyarma amacı gü
den bu kitap her çeşit kalkınmanın neden eğitimle birlik
te yürümesi gerektiğini ortaya koymaktadır. Yazar... köy
enstitülerinin batıya geçiş hareketinde temele yönelen bü
yük devriminin hazırlayıcısı oluşunu iyice kavramış görünü
yor. Bu büyük anlamı kavrayınca köy enstitüleri-
tıin yaşama ve çalışmalarından ürkenlere hak vermek
gerekiyor. Bu ölçüde bir Atatürkçülük, Atatürk’ün kendi
sinden sonra kimsenin el atamadığı bir işti... Köy enstitü
lerinin öncülerinin meseleyi bu çapta düşünüp ele aldıkla
rı hiçbir zaman görülmemişti. Yıkılışının nedenlerini anlıyamayışlarını, romantik sızlanışlarının nedenlerini de bu
rada aramak lazımdır. Am a bu öncülerin ortaya koyduk
ları eserin kendinde, ne sonuç vereceğini iyice tasarlıyamadıkları ilkelerinde bu temel reformlara yöneliş, Türk toplumunu büyük bir tarihi engelden atlatış nitelikleri vardı.
Köy enstitülerini yaşarken bunun farkında olan eğitimci
yoktu. Am a birçok politikacının bunun farkına vardıkları,
bunu iyice bilerek yıktıkları... belli oluyor...»
Bundan sonra «köy enstitülerinin eğitim alanındaki
başarıları tartışılabilecek birşeydir» diyerek bu noktada da
şüpheleri olduğunu belirten Alangu, «...kuruluşları ile öz
gür olan bu enstitülerin içindeki insanlara verdikleri yeni
adam vasıfları üzerinde pek durulmamıştır. . . » sözleriyle
gerçeğe aykırı bir sonuca vardıktan sonra; ...eski ve tö
reye bağlı köye yeni insanı göndermek olumlu bir iş miydi,
sorusunu sormakta, «...olaylar köye yönelişin yalnız okul
la yürütülemiyeceğini, bunun bir rejim meselesi olduğunu
açıkça gösterdi. Bu meselenin işin ta başından koyulmayışı ve çözülmeyişi etkileri ta günümüze ulaşan bir çatlağı
ortaya koydu. Köy enstitüsü eğitimindeki ikilik ve bunla
rın enstitü çıkışlı kimselerde yansıyan ikizli davranışları...»
demektedir.
Burada birçok solcuların yaptıkları eleştirinin bir tek
rarım görüyoruz: Rejim sorunu, yahut başka bir deyimle
alt yapı değişikliği çözümlenmeden, köy enstitüsü dene
mesine girişmek, yetiştirilen öğrenciyi, tutucu güçlerin ege
men olduğu köye yollamak ve ondan burada bir eylem
beklemek doğru mudur? Daha doğrusu önce rejim ve alt
yapı sorununu çözümlemek, sonra eğitimde köy enstitüsü
işi gibi bir atılıma geçmek daha akıllıca değil midir? Ey
lemden uzak, kafalarının işleyiş tarzı daha çok teorik tartış
malara yatkın sol aydınların yanıldıkları nokta bizce şu
dur: Bunlar sanki 1935’lerde köy enstitüsü kurucularına
yukarıdaki soru sorulmuş ve bu iki yoldan birisini seçme
leri söylenmiş, onlar da bilgisizlikten ötürü birinci yolu
seçmişler gibi bir noktadan işe girmektedirler. Bu kişilerin
önünde o zaman böyle bir bağımsız davranış, bir öngörme
olanağı yoktu. Tarihsel olaylar onlan birinci yolda yürü
me olanakları ve koşulları içine getirmişti. Ya bu yolda gi
deceklerdi, yahut hiçbir şey yapmıyacaklardı. Bu iki şık
tartışılabilir. Sanırız ki, yürünmüş yol, hiçbirşey yapma
maktan daha yararlı sonuçlar vermiştir. Sorun şu nokta
dan da önemlidir: Kurucular dışında iktidarı ellerinde tu
tanların bazıları böyle bir soruyu kendi kendilerine sorsa
lardı, ki bizim kişisel kanımız sormuş oldukları şeklinde
dir, karşılığını sol eleştiricilerin istedikleri şekilde verebilir
ler miydi? Çünkü teorik olarak neyin doğru olduğunu sapta
mak başkadır, bunu eyleme geçirebilmek yine başkadır.
İkinci yolu tutmak için, bunlar eylem içinde kişiler ola
rak toplumsal güçleri, siyasal durumu hesaba katmak zo
runda idiler. Bunların da ikinci yola gitmeye elverişli olma
dığı ortadadır. Asıl bu noktada köy enstitülerinin önemi
belirmektedir. Bize göre kurucular tarafından tamamen bi
linçli, iktidarı elinden tutanlar tarafından da kişisel olarak,
topluluklar olarak derece derece bilinçli bir şekilde, günün
birinde ikinci yola gidebilmenn toplumsal ve siyasal ko
şullarının hazırlanabilmesi için köy enstitüleri işine girişil
miş, birinci yola gidilmiştir. Enstitü öğrencisinin bir yığın
pürüzlerle karşılaşacağı kendi inançlarına uymayan köy or
tamına gönderilmesi de bilinçlidir; amacın bir gereğidir.
Ama bu açıkça söylenip yazılamazdı. Bazı solcular bunun
da yazılmasını beklemişlerse, hiçbir zaman eylemde başa
rılı olamıyacak kadar saftırlar. Eğer Türkiye’de ikinci yola
gidilebilseydi, bunun koşullan bulunsaydı, tarihsel gelişim
böyle olsaydı, zaten köy enstitüsü g i r i ş i m i n e, gerek yoktu;
bizim anladığımız devrim hızlandırıcısı anlamında köy
enstitüsü girişimine... Alt yapı devrimleri gerçekleştikten
sonra, bu anlamda bir eğitim sistemi üzerinde kafa yor
mak, bunu gerçekleştirebilmek için iktidarlarla türlü hesap
ve anlaşmalara girmek gerekmez, sorun, yalnız birkaç ileri
eğitbilim ilkesinin alt yapı devrimlerini gerçekleştirmiş bir
toplumun okullannda uygulanması kolaylığına indirgene
bilirdi. Bu noktadan eleştiri yapanların bir kısmı özlemle
riyle gerçek tarihsel gelişimi karıştırmakta ve özlemlerini
gerçekleştirme olanağı bulamamalarının hırsını bu tarihsel
gelişimin olmaması gerektiğini bu gelişimin bilinçsiz oldu
ğunu ispata çalışarak çıkarmaktadırlar.
Alangu şöyle devam ediyor: « ...Eğitim vasıtasıyla
canlandırılacak köy, öğretmeni köy toplumunu yerinden
oynatacak bir manivela bir üstün öncü olarak kabul edi
yordu. Töreye bağlı eski köyün üstünden yapılacak bir dü
zeltme çalışmasına yönelişti bu. Köy üstün vasıflı öğret
meni bağrına basacaktı. Devlet zoruyla köylere yerleştirilen
öğretmenlerin birkaç yıl içinde bahtlarına terkedilişlerini
gördük...» Bunlar yüzeyel yargılardır. Bir kere «üstün ön
cü» ne demektir? Başka öncülere öğretmenin üstün kabul
edildiği mi söylenmek istenmektedir? Böyle ise yanlıştır.
Öğretmenin başka öncülere üstün görüldüğünü hiçbir kişi
söylememiştir. Ama bu başka öncüler nerededir?
Bunlar kimlerdir? Ayrıca köy enstitüsü hareketi «üstün
öğretmen yetiştirme» hareketi de değildi. Köylüye yanyacak her türlü elemanı, daha açığı köyde sınıf bilincinin
uyanmasına yardım edecek, toplumsal çelişkileri, ekonomik
farklılaşmayı, meslekleşmeyi hızlandıracak, alt yapı devrimlerine geçme sürecini çabuklaştıracak her türlü elemanı ye
tiştirme programı idi. Başlangıçta daha çok öğretmenlerle
ilgili bölümü gerçekleştirilebildi. Ama siyasal olaylar, özel
likle dış olayların gelişmesi programının sürdürülmesi için
gerekli iç siyasal koşullan değiştirdi. Bu çok daha sonralan
olabilir ve program daha da ilerletilebilirdi. Erken olması
sistemin ve güdülen taktiğin hatası değildir. Bu gelişmenin
sonucu olarak öğretmen köyde çabucak desteksiz kaldı.
Burada eleştiriciler şunu da kanştınrlar: Amaçların eylem
de bulunulan çağlarda yukandaki gibi açıklanması olanağı
yoktur. Bu, öğrencilere de böylece anlatılamazdı. Ama onlan bir manevi güçle, bir ülkü ile güçlendirerek köylere
göndermek gerekiyordu. Böylece öğrencilere söylenip aşı
lanan idealizm havası ile sol araştıncılarm yetinmemeleri,
bu konuda daha derinliğine, daha dikkatli çalışmalar yap
maları, hatta yayınlanmamış bazı yazı ve belgeleri görmeleri
işin içinde bulunanların bilgilerine başvurmaları daha ciddi
ve doğru sonuçlara varmaları için gereklidir. Aksi halde ku
rucuları gerçekçilikten uzak, saf ve enayi idealistler san
maları gibi bir yanılgıya kolayca düşerler.
Alangu şöyle diyor: <.. .Görülüyor ki, köy enstitüleri
nin yıkılışlarına yananlara katılmıyoruz. Yıkılan değiştiri
lecek, düzeltilecek, kendi kuruluşu içinde eskidiği er geç
anlaşılacak bir denemeydi... Yaşaması gereken şey, köy
enstitüsü düşüncesi hiçbir zaman ölmedi. Ses çıkarmadan
bir köşede bekliyenler onu yaşattılar, Türkiye’de üzerinde
en çok tartışılan ve düşünülen bir soru haline getirdiler. Ve
bu vesile ile şunu iyice belirtmeliyim: Enstitüleri düşündük
leri gibi kapandıkları yerden tekke açar, mürid toplar gibi
bir çıkmaza sokmayı değil, gelişimini kapatıldığı günden
bugüne yürütmüş, düşüncede geliştirmiş konular olarak
düşündüğümü... söylemeliyim...»
Biz de şunu söylemeliyiz ki, bu konularda da eleşti
riciye katılmıyoruz. Köy enstitülerinin daha kuruluş döne
minde yıkılışı pek çok zararla hiç olmazsa bugün eldeki
köy enstitüsü çıkışlı, ilericilik savaşının en önünde döğüşen ilerici aydınların sayısının birkaç misli daha fazla ol
maması ile sonuçlanmıştır. Sistemde bundan sonra ne gibi
yenilikler, değişiklikler yapılması gerektiği sistem ne kadar
uzun süre uygulanabilse, o kadar daha fazla deneylere,
gözlemlere dayanarak söylenebilecekti. Nitekim bizim inan
cımız, ana ilkelerde yapılacak değişikliklerin bugün de
baştan değil, deneme başlayabildikten sonra uygulamalara
bakarak saptanmasıdır; bu köy enstitülerinin baş ilkelerin
den birisidir. Şu kadar yıl sonra bu konu hâlâ ölü değilse,
üzerinde bu kadar tartışma yapılıyorsa bu ilkeye göre uy
gulamada geliştirildiği içindir. Enstitü ülküsünün ölme
mesi ve kamuya maledilmesi de bir köşede oturup yıllarca
ses çıkarmıyanlar uykularından uyandılar diye değil, bu
ülküye gerçekten inanmış kişiler kapatıldığı günden beri
bunun mücadelesini verdikleri, örgütlendikleri içindir. Bun
dan sonra da köy enstitüleri düşünü ve sistemi bu gibiler
tarafından geliştirilip yaşatılacaktır; ulema tarafından değil!
Enstitülülerin enstitüleri eski ilkelerine göre kurma düşünü
de eleştiricinin sandığı gibi bir müridlik, bir bağnazlık sonu
cu değildir. Eski ilkelerin yerine daha iyileri söylenemediği, bulunamadığı ve en önemlisi eski ilkelerin çoğunun hâlâ
doğru ve geçerli olduğu nedeniyledir. Çünkü eski ilkelerin
yanlışlığını, noksanlığını, eleştirici gibi düşünenler laf et
mekteki, bilgiçlik taslamaktaki bütün ustalıklarına rağmen,
bilimsel olarak ispatlıyamamışlardır, ama bunların doğru
luğunu gösteren bir yığın bilimsel inceleme, araştırma var
dır ve daha bir yığm da yapılmaktadır. Eleştirici gibiler
köy enstitüsü ilkelerini savunanları müridlikle suçhyacaklanna, beğenmedikleri ilkeleri niçin beğenmediklerini ciddi
olarak incelemeye ve göstermeye çalışmalıdırlar; tabii
bizim inancımızın aksine gerçekten köy enstitülerinden ya
na iseler!
Şimdi 1960’dan sonraki eleştiriler içinde etki alanı
ve gücü bakımından üzerinde durulması gereken en önem
li eleştiriye geliyoruz. Bir eğitim sistemini ve hareketini
eleştiren çalışmalar arasında en fazla önemi bir romana
vermek aslında garip bir davranıştır. Ama ne yapalım ki,
bu gariplik böyle bir işi roman aracılığı ile yapmaya giri
şenlere aittir. Bu gibi eleştiriler için bütün dünyada alışıl
mış yol, bilimsel araştırma yoludur. Ama bizde her düşünü
ve her hareketi her türlü şekil ve kalıp içerisinde inceleyip,
ciddi sonuçlara varabileceklerine inanan kişilerin varlığı,
bizi de köy enstitüleri konusunda büyük savlarla yazılmış
bir romanı incelemek gibi bir duruma düşürüyor.
■ Kemal Tahir ve «Bozkırdaki Çekirdek»
»
Sözünü edeceğimiz eser, Kemal Tahir’in «Bozkır’daki
Çekirdek» adh romanıdır46” . Romanın kapak arkasında şu
ilginç tanıtma yazısı var: «Bizdeki toplumsal ve siyasal
şartlar içinde köy enstitüleri köylü çocuklarının çile çekme
ve azla yetinme yatkınlıklarından yararlanarak en ağır iş
lerde gaddarca çalıştırılıp sömürülmelerinden başka bir
sonuç veremezdi. Nitekim bu deneme son hesaplaşmada
biz Türk aydınlarının halk düşmanlığımızı değilse bile,
halka hiç acımadığımızı ispatlamıştır. Bozkırdaki çekirdek
işte bu çapraşık dramın romanıdır...»
Böylece şimdiye kadar ne sağcıların, ne de solcula
rın ileri sürmedikleri değişik bir savla ortaya atılan ro
mancının görüşlerini incelemek ve romanı da okuyucuları
mıza tanıtabilmek amacıyla, önce roman üzerinde yazıl
mış iki eleştiri yazısından bazı bölümleri aktaracağız. Bu
arada şunu da söyliyelim: Köy enstitülü romancı ve sanat
çılar bugüne kadar bu roman konusundaki düşünlerini ge
niş şekilde ve aracısız olarak açıklamamışlardır. Bizim bil
diğimiz bunda iki neden vardır: Birincisi böyle bir polemiğe
girerek romanın istemiyerek reklamını yapma ve etki ala(62) B o z k ırd a k i Ç ek ird ek , K e m a l T a h ir, R e m z i K ita b e v i,
İ s ta n b u l 1967.
mm genişletme kaygısı, İkincisi edebiyat sanatçıları olarak
bir «meslektaşa» karşı çıkmanın bazı kişilerce kıskançlık
sayılabileceği düşünü. Bizce bu nedenlerin ikisi de aşın ve
gereksiz bir inceliğin sonucudur. Roman bu gibi inceliklere
yer bırakmıyacak derecede köy enstitüsü sorununa zararlı
olmuştur. Enstitülü sanatçılann romanı uzun boylu eleştirmeyişleri yanlıştır, birçok köy enstitüsü taraftannın başlan
gıçta yanılmasına, hatta romanın sürümüne yardımcı ol
masına yolaçmıştır. Enstitülü sanatçılar böyle incelik ör
nekleri göstereceklerine, romanı daha baştan eleştirip ar
kadaşlarını uy arsalardı, çok daha tutarlı davranmış olur
lardı.
Köy enstitülerini savunan çevrelerde romanın etkisi
çok olumsuzdur, örneğin bu çeşit eleştirilerden kaçman
Vedat Günyol bile sert bir eleştirmeye girmiştir^31. Bu
eleştirinin özetini hem roman üzerinde bilgi vermek, hem
de Günyol’un düşünlerini görmek bakımından veriyoruz:
Atatürk’ün Türk köylüsünün okuyup aydınlanmasını,
dostunu düşmanından ayırdeder hale gelmesini başlıca öz
lemlerinden biri saydığını belirten Günyol «...K öy enstitü
sü düşüncesinin kaynağında Türk köylüsünü, canı kanı ba
hasına sömürenlerden temizlediği ana yurduna daha bir bi
linçle sahip kılma isteği yatar...» diyerek söze başlamak
tadır. «...köy enstitülerinin kuruluşundan bu yana 28 yıl
geçti. Daha kurulur kurulmaz gerici çevrelerin temsilcileri
kara aydınlarca birer komünist yuvası diye saldırıya uğ
radılar. Bu saldırıların ardında yüzyıllarca köylünün sır
tından geçinmiş bir soyguncu sınıfın çıkarları kendini du
yuruyordu bütün ağırlığıyla. Amaç belliydi; köylünün
uyanmasını istemiyorlardı... Tonguç’un anısına sunulan
«Tonguç’a Kitap» adlı eserin başında İnönü... köy enstitü
(6i) Y eni U fu k la r d e rg isi, K ö y E n s titü le r i ve B ir R o m an ,
V e d a t G ünyol, s a y ı 134, cild 17,
22
37.
te m m u z 1968, s.
sü düşüncesinin uygulanmasını doğrudan doğruya Tonguç’
un kişiliğine ve çabasına bağlamakladır. Bu bakımdan köy
enstitüleri ile ilgili tartışmalar son hesaplaşmada Tonguç’un
tutumu ve düşüncesi üstünde toplanmaktadır. Devrim Tür
kiye’sinin Atatürk’ten sonra düşünce ve eylemi bir arada
yürütmüş bir numaralı adamı olan Tonguç’un başarısı kıs
kanç ve kötü ruhlu birçok politikacımn... düşmanlığını
çekmiştir üstüne. Bugüne kadar Tonguç’un kişiliğinde köy
enstitülerini kötüliyenler... çıkarcı, sağ çevrelerin insanla
rıydı. Bugün sol çevrelerin bir başka yönden hiç de sağlam
belgelere dayanmıyan bir takım savlarla, enstitülere, dola
yısıyla Tonguç’a karşı çıktıkları görülüyor... Bu saldırının
temsilcilerinden biri, belki de başlıcası, romancı Kemal Ta
hindir. Rom ancı... romanında bir köy enstitüsünün kuru
luş serüvenini anlatırken düşüncelerini önce bir romancı
olarak seçtiği, konunun işlenişi, vardığı yön ve sonuç yo
luyla burada kendine sözcü olarak seçtiği, müfettiş Şefik
Ertem’e söylettiği sözlerle açıklıyor. Şefik Ertem, bay
Alangu’ya bakılırsa (bak: Varlık Yıllığı 1968, s. 48 - 56)
-enstitülere saldıranlarla onu savunanlar dışında, eskiden
varlığı hiç hissedilmiyen, ağız kapatılan, ancak son yıllarda bu sorunun temellerini kurcalamaya başlıyan bir yeni
gerçekçidir. İşte Kemal T ahir Şefik Ertemin-bu yeni bir
gerçekçi - kişiliğinde köy enstitüleri sorununu ele alıyor ve
ona karşı güvensizliğini dile getiriyor. Aslı aranırsa Boz
kırdaki Çekirdek böyle bir güvensizliği dile getirmekten da
ha öte bir eser, köy enstitülerini maskara etmek için yazıl
mış bir roman niteliğini taşımaktadır... Kemal T ahir bu
çapraşık dramın önce kaynağına götürüyor. Ankara1nın
yüksek politika çevreleri diye nitelenen bir partinin genel
sekreterlik odasındayız. Genel sekreterle bir milletvekili,
bir paşa, bir de başbakan adayının tartışmalarından öğre
niyoruz ki, köy enstitüleri Nazi Almanyasının dünyaya ka
bul ettireceği bin yıllık düzene bir ortam hazırlamak, köy
leri -köy liderleriyle yahutta öğretmenlerle bozulmaktan
kurtararak devlete, yani tek parti rejimine bağlı tutmak
amacıyla kurulmuş, Buna göre köy enstitüleri gerçekte
Türk köylüsünü okutup aydınlatmak, Tonguç’un deyimi ile
çağımız uygarlığının nimetlerine kavuşturmak değil, tek
parti rejimini sürekli kılmak düşüncesiyle ortaya çıkmış.
Daha açıkçası, İnönü -ebedi şeflik tutkusuyla köyü köylü
yü değiştirmeden- köy çocuklarını köylülüklerini kaybetmiyecek biçimde yetiştirecek- sadece doğayla boğuşacak
-yetenekte- kendine yeterli bir düzeyde tutup -yine ağamn,
yine mütegallibenin buyruğunda bırakacak bir eğitim yolu
seçmiştir... Bütün bu savları ortaya atmak için -yeni ger
çekçilik- adına bile olsa olayları böylesine ters yönden de
ğerlendirmek ve mantığı zorlamak insanı şaşırtıyor doğ
rusu, Evet, Kemal T ahide göre İnönü böylesi bir düzen
getirmek istemiştir köy enstitülerini kurarken ve bu işte
de Tonguç’u (şu Bulgaryalı, dülger kalfası kılıklı Tonguç
zibidisini) maşa olarak kullanmıştır. Am a artık bu koşullar
tersine dönmüştür, ikinci Dünya Savaşı son bulmaktadır.
Hitler yenilgiye uğramış ve enstitüler -komünist yuvasıolmuştur. Onun için yüksek politika çevreleri bu zararlı
kurumlan kapatmaya karar vermişlerdir... İnönü bir dev
let adamıdır herşeyden önce -toplumun kabul etmediği, ya
da pek yakında kabul edeceği kesinlikle bilinmiyen- hiçbir
şeyi sürgit tutamaz. Nasıl olsa halk köy enstitülerini tut
mamıştır, İnönü de parçalanmasına göz yumacaktır. (Bu
rada da insanın şaşmaması elden gelmiyor. Çünkü sağcı
lar daha baştanberi enstitüleri komünist yatağı diye suçla
yıp kapanmalarına sevinirken Kemal Tahir de birer nazi
yuvası diyerek aynı sevinçe katılıyor). ...Kem al Tahir bize
Tonguç’un ağzından onun köy enstitüsü üstündeki düşün
cesinin özünü (!) veriyor: (tnsam değiştirmeye değil, maddi
eser vermeye dayamr enstitü anlayışı)... İşte bütün roman
Tonguç’a yakıştırılan bu düşüncenin sakatlığını gösterme
yolunda harcanmış zorlama bir çabamn ürünüdür. Bu sa
katlık kuruluş günlerindeki olayların bir açmaza itilen ge
lişimi yanında roman kişilerinin tartışmalarında gösteril
miştir... Şefik Ertem'in yaptığı eleştirinin çıkış noktası
Tonguç'un «Canlandırılacak K öy» adlı eseridir. Kitaptan
aldığı şu cümle ona göre eserin ana ilkesini özetlemektedir:
Rejimi yarı aydınların suikastından koruyacak tedbirleri hiç
ihmal etmemek lazımdır. Bunun için de köy kaynağından
hayata daha kuvvetli bağlarla bağlı, çağımız uygarlığının
işlerini başarmaya daha yatkın taze elemanı bol bol alarak
ve onu karakterini bozmıyacak müesseselerde yetiştirerek
bu kabil insanların Cumhuriyeti besliyecek ve gürbüzleşti
recek, memleketi saadet yuvası haline getirecek hakiki iş
adamlarını yetiştirmek lazımdır... 233 sayfalık koca kitap
tan seçtiği bu tek cümle üstüne büyük dehası ile yüklenen
Şefik Ertem başlıca şu noktalar üzerinde duruyor 1. Ona
göre buradaki rejim sözü tek parti yönetimi anlamına gel
mektedir. Tonguç tek partinin adamıdır, bu yönetimi ayak
ta tutmak için de onu yarı aydınların, her kimlerse bunlar
(öyle diyor Şefik Ertem) suikastından koruyacak yetenek
te, rejime körü körüne bağlı köy öğretmenleri, yani rejimşörler, yani köle ruhlu bir takım insanlar yetiştirmektir,
2. Bu rejimşörler, -hayata daha kuvvetli bağlarla bağlı- köy
çocuklarından seçilecek. Burada Şefik Ertem soruyor: Ne
dir bunları hayata daha kuvvetli bağlıyan bağ? Yine kendi
veriyor cevabını: İlkellikleri mi, diyor alaylı alaylı. 3. Şe
fik Ertem için sorunun asıl can alıcı noktası şu: Onların
karakterini bozmıyacak müesseselerde yetiştirmek sözü.
Bunun da -değiştirmek kesinlikle söz değil- demekten
başka anlamı yoktur. 4. Ya peki çağımız uygarlığı ne de
mek oluyor? Sanki çağımızda uygarlık tekmiş gibi. Dün
yanın en azından üçe bölünüp -birbirinin gırtlağına sarıl
mış- olduğu bir çağda böylesi bir sözü ancak -akıldanelerisöyliyebilir... 1. Canlandırılacak Köy adlı kitabı en azın
dan ortaokul çıkışlı bir okurun iyi niyeti ile okuyunca gö
rülür ki, Tonguç’un rejimden anladığı şey, cumhuriyet re
jimidir. Tonguç’a göre -bir cemiyet içinde en büyük fela
ketlerden biri o cemiyetin fertleri arasında müminsiz put
ların türemesi ve çoğalması, cemiyetin ekseriyetini teşkil
eden insanların iş yapma, başarabilme kabiliyetlerini ve
şahsiyetlerini kaybederek sürüleşmesidir. Cumhuriyet bu
trajediye asla meydan vermiyen bir hükümet şekli olduğu
için mukaddestir- Görülüyor ki, Tonguç insanların kişilik
lerini yitirerek sürüleşmesine karşıdır. Onun düşündüğü
eğitim insanları dikta rejimlerinin kölesi birer rejimşör ola
rak değil, tam tersine kişilik sahibi yaratıcı birer varlık
olarak yetiştiren eğitimdir. Nitekim -köylü okutulmazsa,
köylünün arasına yeni kıymetler yayılmazsa inkılap şehrin
dışına çıkamaz ve kökleşemez- diyor, inkilabın ruhu cum
huriyetçilik ve devletçiliktedir, Tonguç’a göre. Cumhuriyet
çilik ve devletçilik demek insanla hayat, hayatla tabiat,
cemiyetle fert, fertle devlet, vatandaşla hükümet arasında
ki münasebetleri memleket realitlerine göre kurmak, bu
ana prensiplere dayanarak üzerinde yaşanılan tabiatın un
surlarından azami şekilde faydalanabilmek, ardı ardına
ve hiç tükenmiyen hayat imkanları yaratmak (Kemal Ta
bide inat), fertlerin yapamıyacakları ve hatta tahayyül bile
edemiyecekleri iyi ve güzel şeyleri tahakkkuk ettirmek de
mektir... Yeni köylü tipine gelince: o da cumhuriyetin dö
nemine gelinceye kadar idarecilerin ve münevverlerin esir
muamelesi yaparak ezdikleri, soydukları, harcadıkları ve
devlet idaresine hiçbir surette iştirak ettirmedikleri... ya
bancılara birççk imtiyaz vererek onlarla beraber emmek
yolunu tuttukları (Tonguç daha 1930’larda bugün adına
komprador dediğimiz satılmışların tanımını yapmış) köy
lünün -köyden başlıyarak ta Kamutaya varıncaya kadar
devletin bütün şubelerinin idaresine... iştirak- edebilecek
insan tipidir... Kemal Tahidin böylesine açık ve seçik bir
dille ortaya konan düşüncelere aldırmazlık edip değişmez
ve kesin bir önyargı ile olayları değerlendirmeye kalkışı ve
Tonguç’un köy enstitüsü anlayışında insanı değiştirme diye
birşey olmadığını ileri sürüşü her türlü insafı aşan bir do¡anlamadır. 2. (Onları hayata bağlıyan daha kuvvetli bağ)
Tonguç’un kafasında her insanı büyüdüğü toprağa bağlıyan, yani edilgin (Kemal T ahir*in deyimi ile ilkel) bir bağ
değil tam tersine kahramanlara özgü, etkin bir bağdır.
Toprağını ve insanlarını canlandırma isteğini bir ülkü, bir
alev gibi içinde duyanlara özgüdür. Çünkü Tonguç?a gö
re köyü ancak kanını ve iliklerini istiyerek köyün içine
akıtabilen kahramanlar canlandırabilir- 3. Tonguç’un ens
titü anlayışının köyü değiştirmek olmadığı yolundaki sava
gelince, temelinden yersiz bir sav bu. Bakın Tonguç ne di
yor kitabında: -köyün canlandırılması demek memleketin
bünye değiştirerek ve sağlam bir temele dayanarak can
lanması demektir. Köyün canlanabilmesi, köylülerin ve bu
temel üzerinde yaşıyan insanların herşeyden evvel tabiatı
emebilecek insanlar haline gelmeleriyle mümkündür. A v
rupalılaşmak bu demektir. Avrupanın felsefesi, ilmi, sanatı
ve morali bu gayenin tahakkuku için çalışır. Avrupalılaşmış
insan demek tabiatı ve mukadderatı yenebilen insan demek
tir. Tabiatı emebilmenin birinci şartı yeni ve kadir insan
tipleri yaratmaktır-... 4. Bu sözler Tonguç’un -çağımız
uygarlığı- dediği Avrupa uygarlıklarından ne anladığını da
açıkça meydana koyuyor. Oysa çağımız uygarlığı sözü Ke
mal Tahir’i çok rahatsız etmiş. Romancının -akıldanesibay Alangu «Varlıksın adı geçen yıllığında özellikle bu
konuya eğilmiş. Çağımız uygarlığı neymiş? Neredeymiş?
O tarihlerde... uygarlık üçe ayrılmışmış. Birbirlerinin
gırtlağına sarılmış bir durumdaymışlar. Hangi uygarlığa yö
nelecekmişiz. Faşistlerin, kapitalist demokrasilerin yoksa
sosyalistlerin m i?... Burada Kemal T ahir’in avukatlığını
yapan bay Alangu’rıun uygarlık ile politik rejimleri, politik
iktidarları aynı şey sayacak kadar gülünç bir yanılgıya
düşmesi çok yükseklerden konuşma üslubunun normal bir
sonucudur. Buna kimse şaşmaz. Tonguç’un çağımız uy
garlığı dediği batı uygarlığıdır. Yani kaynağını humanizma
kültüründen alan, dünyayı ve insanı durmadan değiştirip
elemeye yönelen bir kültürdür. Nitekim Tonguç kitabının
önsözünde -köyün yüzyıllardan beri... yaşama gücünden
çok şeyler yitirmiş olmasının başlıca nedenlerinden biriolarak -Osmanlılaşmış münevverin- yarı aydının rehberlik
ettiği Türk cemiyetinin garbi Asya medeniyetinden ayrı
larak Avrupa medeniyetine geçmemiş olmasında görüyor..
Gelelim Şefik Ertem’in karşı düşüncelerine: 1. Bay Alan
gu’nun da üstünde durup aydınlığa çıkarmak istediği ana
düşünce şu: Köyün temeldeki yaşama düzeni değişmedikçe
okuma yazma ile görülecek bir işi yoktur köylünün. -So
run memleketin ekonomik, sosyal, hatta politik özellikleri
ne dayanmaktadır-... Yani demek istiyor ki, Şefik Ertem,
sosyalist bir toplum düzeni kurulmadan... memleketi sa
dece eğitim yoluyla düzeltmeye, köyü canlandırmaya kal
kışmak büyük bir aldatmacadır. Onun için (maarifçilerin
toplum karşısındaki asıl ödevleri kanunlar gibi toplum is
teklerinin ardından gidip onları karşılamaktır)... İlk bakış
ta çok doğru, her solcunun yürekten katılabileceği bir dü
şünce gibi görünen bu sav, Türkiye’nin 1930’lardaki (hat
ta bugünkü) gerçeğini hesaba katmıyan bir ayrılık taşıyor
Köy Enstitülerinin kurulduğu yıllarda Türkiye tek parti re
jimi gibi faşist eğilimli bir yönetim altındadır. Kabul. Böy
le bir ortamda Tonguç gibi ilerici, aydın, namuslu, yani
solcu bir eğitimciye köyü aydınlatacak insanları yetiştirme
görevi veriliyor. Köyün temeldeki yaşama düzeninin değiş
mesini mi beklemesi gerekirdi işe koyulmak için? Yoksa bu
düzenin değişmesine karınca kaderince önayak olmak için
eline verilen olanaklardan yararlanması mı? Tonguç da
en azından Kemal Tahir kadar bilmez miydi asıl sorunun
temeldeki değişiklik sorunu olduğunu? Yine bilmez miydi
ki -köylünün geçimi yola konmadıktan sonra ne yapılsa
boştur. Bu yapılmadıkça o cahil kalmaya, esir olmaya
mahkumdur. («Canlandırılacak Köy »den: Yazarın notu)..
Kemal Tahir kalkınma bir bütündür. Ya toptan olur ya
olmaz demek istiyor. Bunu Tonguç da istiyordu, biz de
istiyorduk, istiyoruz yürekten. Am a böyle bir isteği kim
gerçekleştirecekti? Buna ne bir eğitimcinin gücü yeterdi ne
de bir romancının. Romancı gibi eğitimcinin de toplum kar
şısındaki görevi bir bakıma toplum isteklerinin ardından
değil, önünde gitmek değil midir?. 2. Köy enstitüleri uy
gulamasında eğitimcilerin dayandığı biricik dayanak -köylü
çocuklarını çile çekme ve azla yetinme yatkınlıkları-dır...
Köy çocukları köle gibi çalıştırılmıştır. Bu uygar memle
ketlerin çoktan yasa dışı ettikleri korkunç bir angarya
dır. Burada da bir dolanlama ile karşı karşıyayız. Kemal
Tahir bir marksçı olarak sorunu M arksın yabancılaşma
kavramı açısından ele alıp değerlendirmeye kalkmışsa da
kavramı yerine oturtamamış. Marks anlamında yabancılaş
ma ekonomik bakımdan üretim araçlarından yoksun ve sö
mürülen bir sınıf derecesine düşürülen işçi sınıfının üret
tiği malları satın alıp onlardan yeterince yararlanamaz du
ruma gelmesidir... Daha açık söylemek gerekirse köy ço
cuklarının köleler gibi çalıştırılıp meydana getirdikleri
enstitüler kurdun kuşun malı olacak, parsasını başkaları...
toplıyacaktır.sKöy enstitülerinin gelişimini yakından izle
mek fırsatını bulmuş ve bay Alangunun etkisinde kalma
mış olsaydı köy enstitülerinin parsasını yine köy çocuk
larının töpuladığını görür ve bu güzelim kurumlara yaban
cılaşan biri varsa onun da bay Alangu gibi bir yılı aşkın
bir süre çalıştığı bir enstitüden bir sabah herkes uykuda
iken tasını tarağını toplayıp uzaklaşmak zorunda kalan ve
bu yüzden köy enstitülerinin amansız düşmanı kesilen bir
kimse olduğunu anlardı. Angarya sorununa gelince: Köy
okulları ve enstitüleri teşkilatı kanununun tartışmaları sı
rasında enine boyuna üstünde konuşulmuş bir sorudur bu.
Burada Çanakale Milletvekili Ziya Gevher Etilinin so
runu kökünden çözümliyen şu sözlerini beraber okuyalım:
Umumi hizmet, millet hizmetini yapmak için cemaatin bu
mükellefiyeti üzerine almasını kabul etmemiz bir angarya
değil, bir vazife, bir vecibedir... 3. Köy enstitüleri konu
sundaki tersliklerden biri de çocukları yalnız doğa ile boğuşacaklarmış, çevredeki insanlardan hep yardım, hep iyi
lik göreceklermiş gibi yetiştirmek... hem de onları yap
mak zorunda kalacakları korkunç savaşa silahsız sürerek...
düşüncesidir. Kemal Tahir «Bozkırdaki Çekirdek» te do
ğayla uğraşmada başarıya ulaşan, ama düşman bir çevre
nin insanlarıyla savaşta yenilgiye uğrıyan bir köy enstitüsü
kurma ekibinin hazin, hazin olduğu kadar da gülünç serü
venini anlatarak, enstitü düşüncesinin tutarsızlığını göster
meye çalışmıştır... Ve romanın sonuna doğru -...Bozkır
daki çekirdeğin özünü aramaya gelen Emine Güleç çoktan
umutsuzluğa kapılmıştır. Aradığı herşeyi Anadolu insa
nında ayrıntısız eksiksiz bulmak şöyle dursun, aradığı şeye
artık güveni kalmamıştır. -Çekirdeği olsa bozkır hiç yeşer
mez mi?- diyen Şefik Ertem’in sözü bozkırın karşısında
büsbütün korkunçlaşmıştır-. Hiçbir köy enstitüsüne ayak
bastığını sanmadığım Kemal Tahir insana yer yer gerçek
duygusu veren o yapım işleriyle ilgili teknik bilgileri...
büyük bir ihtimalle Süleyman Edip Balkır’ın «Yeni Hızla
Köye Doğru» (1939) adlı kitabından, geriye kalan pek ço
ğu gerçeğe uymayan öğrenci tiplerini, düzmece öğretmen •
öğrenci ilişkilerini, entrikaları bay Alangu’nun hesaplı ta
nıklığından bol bol alarak köy enstitülerine olan güven
sizliğini dile getirmek amacıyla yazmış bu romanı. Ve or
taya aslında bir eylem olabilecekken ölçüyü kaçırıp eylemsizleşen (Ahmet Mithat efendi geleneğine uygun) ardı ar
kası gelmez konuşmalarla dolu bir eser bırakmış ortaya.
Oysa düşünse, kendinin de inanmıyacağı kulaktan dolma
bir takım yanlış bilgilerle kafasına saplanmış olan bir dü
şünceyi ispatlamaya kalkmayınca, yani romancılığına dö
nünce... gerçekten ustalığa varabiliyor.»
Vedat Günyol’un romanı eleştirisi burada bitiyor. Yi
ne roman üzerinde yapılmış bir başka eleştiri Hürrem Arman’mdır(64). Bu yazıdan da bazı bölümleri almayı gerekli
görüyoruz. Hürrem Arman, Günyol’un söylediklerinin dı
şında özetle şöyle diyor:
«...Kem al Tahir köy enstitülerini kurduktan ve 1946
dan sonra da kapanmalarını sağlıyan Halk Partisinin ya
pışım ve daha birçok şeyleri biliyor ama, köy enstitüleri
ni bilmiyor ve Tonguç’ü hiç tanımıyor... » Arman bundan
sonra enstitüleri yıkma düzenlerine değinerek: «...roman
cımızın bu vurma tertipleri 1946’lardan sonraki uygula
malardan alınmıştır... Am a biz olayların içinde yaşıyan ki
şiler olarak bu tertipleri daha 1943’lerde sezmeye başlamış
tık. Fakat Tonguç hepsini kesinlikle biliyordu...» diyerek
bir anısını anlatmakta ve «romancımızın bütün bunların
(Yazarın notu: Vurma tertiplerinin) dışında köy enstitüle
rine ve Tonguç’a aid bütün bu yorumları yanlış...» demek
tedir. Arman’a göre «.. .Halk Partisinin yapısını gerçekten
bilen romancımız bu parti ağalarının ve kurtlarının köy
enstitülerini kapalı, kendine yeterli ve dolayısıyla sosyal
gelişmeyi ve bilinçlenmeyi önleyici veya geciktirici kurum
lar olarak düşünüp destekledikleri temeline dayanıyor.
Tonguç’un bunlara alet olduğunu ve enstitülerin de zorun
lu olarak bu tutumda olabileceği yargısına varıyor. Yanlış
ların çoğu bu önyargıdan doğuyor...» Bundan sonra ırk
çı - turancıların enstitülere sızma çabalarında olduklarına
ve bunun kendilerince de bilindiğine değinerek, «...ama
Tonguç hem içtekileri hem de dıştakileri bütün kişilikle
(64) F o r a m d e rg isi, K ö y E n s titü le r i v e B o z k ırd a k i Ç e k ir
d ek , H ü rre m A rm a n , s a y ı 344, 1.8.1968, s. 15 - 17.
riyle tanıyordu. Ve romancımızın yorumunun ve yakıştır
malarının tam tersine bunların paralelinde ve emrinde de
ğil, ödevden ayrılıncaya kadar karşılarında olarak eylemle
rini her yönden etkisiz kılmayı başarmıştı...» diyor. Bun
dan sonra yalnız doğa ile savaş savının yanlışlığına değinen
Arman: «...Bir kere doğa ile yapılan organize insan sava
şının hele bizim gibi toplumlarda tutucu, çıkarcı çevre ve
kişilerle çatışmıyacağını iddia etmek gülünç olacak kadar
yersizdir... Hele mezunlar köylere gittikten sonra köylüye
de sirayet eden direnme gücünün ağa, eşraf dede, tefeci
vurguncu işbirliğini, geleneksel bürokrasiyi alışılmamış bir
biçimde alttan sarsmasından doğan tepkilerin yarattığı ça
tışmalardan romancımızın hiç haberi yok gibidir...» di
yor. «...Esasen romanda ne halk, ne de köylü vardır. Bir
takım dejenere insanlar, istifçiler, deliler, dervişler, agavatlar, esrarkeşler, ukalalar, jurnalciler sahnededir... -ka
palı ve kendi kendine yeterli bir köylü milleti ülküsü yakış
tırması- isnat ve iftiralarını yapabilmesini (Yazarın notu:
Kemal T ahir kastediliyor) en iyimser bir düşünüşle... bil
gisizliğine ve önyargılı tutumuna bağlıyoruz... Enstitüler
deki hayatın gaddarca... iftirasının tam tersine, her yönüy
le insanca, zevkli, renkli ve bulunanların hepsine unutul
maz mutluluklar veren bir durumda olduğunu romancı
mızdan başka herkesin bildiğini de kesinlikle söylemeliyiz.
Köylerimizin durumu karşısında köy enstitülerine -ahırdiyen, oralarda çalışanları toplama kamplarındaki gestapo
ajanı düzeyinde görenlere üzülerek şaşmaktan başka birşey denilemiyeceği kanısındayız... Romandaki iddialar da
ha 1942’lerde toplumcu aydınlarla da tartışılmış konular
dır. Gerçeklerin içine giren incelemeci aydınlar durumu
kavramışlardır. .. Bunlarla romancımızın tezinin hiç de ori
jinal olmadığını, daha o günlerde halledilmiş konular oldu
ğunu belirtmek istiyorum. Böyle de oba düzene göre ters
işliyen bu kurumların tutmıyacağımn bilinmesi gerekirdi-
denirse bunun cevabı şu olur: Bunu daha o vakitler biz de
biliyorduk. Hele Tonguç derinliğine biliyordu. Ne yapılırsa
kârdır diyorduk. Elimize geçmiş olanakları kullanmamayı
öğütliyebilecek aklı başında bir kişi çıkabileceği kanısında
değildik. ..»
Bundan sonra Tonguç’la ilgili bölümlere değinen Ar
man şöyle diyor: «...Romancımız Tonguç’u hiç bilmiyor
ve tanımıyor. Tonguç hakkında sadece iki doğru bilgisi var:
Çok sigara içtiği ve hünerli ellere sahip olduğu... Eğer
onu biraz tanımış olsaydı yukarıda özetlediğimiz fikirler ve
yapılan yorumlarla (Yazarın notu: Kemal Tahir tarafından
ileri sürülen fikirler ve yapılan yorumlar) hiçbir ilgisi ol
madığını anlardı. Hele yakıştırmaya çalıştığı bilimsel top
lum felsefesinin tam karşıtı olan ve faşizme kadar vardır
mak istediği -idealist bir anlayıştan Tonguç’un ne kadar
uzakta olduğunu bilirdi. Tonguç toplumların tarihsel geli
şim kanunlarını derinliğine biliyordu... Tonguç «bizdeki
toplumsal ve siyasal şartları, tek partinin yapısını, kişisel
özelliklerine kadar zorunlu incelemelerle tanıyordu. Top
lum yapısının ve zamanın özelliklerine ve gerçeklerine gö
re uygulama aşamalarını belirlemede de usta bir uygulayı
cı idi... «Halkın gerçek temsilcilerinden kurulu Meclise ve
yönetime kavuşmadan hiçbir şey çözümlenemez, tabana
bunun bilincini vermek gerekir, yaptığımız iş bunun ilk
adımı olabilirse ne m utlu»... diyen... bir kişiydi. Eline bir
olanak geçmişti... Tonguç romancımızın aksine insanın bu
lunduğu heryerde «bozkırda da bir çekirdek olduğuna»
inanırdı değil, kesinlikle inanırdı...» Bundan sonra Arman
romancının Tonguç’u romanında anlatış şekline değiniyor;
bunlardan Tonguç’u tanıyan bir kişi olarak sadece hayret
duyduğunu belirterek şöyle diyor: «...Ben 1930’dan 1960,
23 Haziranına kadar, 'yani ölüm döşeğine kadar 30 yıl
Tonguç’la beraber bulundum... Bu 30 yıl içinde Tonguç’u
insan ilişkilerinin her biçiminde gördüm. Halk Partisi ge
nel sekreteriyle, mebuslarla, halkla, köylüyle, öğrencilerle,
öğretmenlerle, bakanlarla, yabancı devlet adamlarıyla ve
devlet reisiyle... Mutlu ve kederli olduğu zamanlarda gör
düm. Güldüğünü gördüm, kızdığını gördüm, selam verişini,
selam alışını gördüm. Am a «Prusya subayı tavrını, günlük
emre geçmiş teğmen mutluluğunu, kasıntılı bir davranışı
nı» hiç görmedim. Bütün bunlarla anlatılmak istenen bir
Tonguç hiç görmedim. Ve kesinlikle söylüyorum ki, gören
de yoktur... Bir önyargıya kapılıp köy enstitülerini hiç bil
meden orijinal görünmek, bilgiçlik, derinlik hevesiyle onları
«küçük ülkü» ve Tonguç’u «küçük ülkücü» olarak nitele
mek ise bu kurumlara ve Tonguç’a bugüne kadar yapılmış
isnat ve iftiraların en yersizi ve bilinçsizidir. En yüzeyde
bir araştırma bile köy enstitülerinin ne olduğunu y e ne ol
madığını, Tonguç’un bir «ülkücü» değil, bir gerçekçi halk
adamı, usta bir alt yapı geliştiricisi, uygulayıcısı, bir fikir
ve aksiyon adamı olduğunu gösterir... Tohumu inkâr eden
bozkırdaki çekirdek ancak espriler uğruna ellerine kelep
çeler vurulma nedenleriyle çelişmelere düşen felsefe öğret
meni gibilerini ıslatabilecek gerçek bir ahmak ıslatan olarak
kalacaktır kanısındayım...»
Bundan sonra 1968 Varlık Yıllığında Tahir Alangu’
nun romanı inceliyen yazısına değinen Arman bu yazıdan
bazı parçalar vererek «...Alangu köy enstitülerini kuran
ların, buradan çıkanların, bu kurumlan savunanların, bun
ları kapatanlar memlekete en büyük ihaneti yapmışlardır
diyen gerçek aydınların bu konuda birşey bilmediklerini,
tarafsız olmadıklarını, toplum konularının cahili oldukla
rını ancak romancı ile kendisinin herşeyi, en doğruyu bil
diklerini söylemek istiyor. Alangu’ya göre «köy enstitüle
ri düşüncesi çevresinde birleşenler, çalışanlar köy ve köylü
nün gerçekten değiştirilmek istendiğini, değiştirildiğini san
mışlar, bunu sürekli olarak iddia etmişlerdir.» Köy ensti
tülerini kuranlar, özellikle Tonguç bu iki yazarımızın iddia
larının aksine bu kurumların toplumun genel düzeniyle zıt
laşmalar içinde olduğunu daha baştan itibaren biliyorlar,
tek parti içindeki faşist, ağa, bezirgan, dede, bürokrat itti
fakının tüm dışında ve onlara rağmen ve de ne yaptıkla
rını iyice bilerek, yurdumuzda bugüne kadar görülmemiş
bir gerçekçilikle ve tutumla bir alt yapı örgütünü kurmuş
lardı. Örgüt hiç tavizat vermeden işliyebildiği kadar işliyecek ve alınabildiği kadar sonu alınacaktı. Nitekim öyle ol
du. Tonguç daha 1937’lerde, istediğimiz nitelikte on bin
öğretmen yetiştirelim, bakalım bir Bakan koltuğunda ra
hat oturabilir mi? diyordu...» Bundan sonra Alangu’nun
köy enstitülerinde çalışma ve anormal koşullar içinde ayrıl
masına değinen yazar, «...bu olay ve yıllıktaki fikirleri bir
araya getirilince romancımızı yanıltanlardan birinin de ken
disi olduğu kanısı doğuyor. Am a Tonguç’a piyon diyecek
kadar küçülmesinin nedenlerinin bu olayla bile açıklanamıyocağını söylemeliyiz... Bu yazımızda romandaki yorum
ve yanlışlıkların ayrıntılarına değinmedik. Romanın köy
enstitülerinin yeniden ele alınarak değerlendirilmesine bir
vesile olmasını dilemekleyiz. Buna bir başlangıç olarak sa
yın Kemal T ahir’i bir açık oturuma davet ediyor ve olum
lu cevabını bekliyoruz...»
Arman’m bu eleştirisinden başka kısa olarak burada
Ahmet Köklügiller’in aynı paraleldeki bir çalışmasına da
değinmek isterizt65):
«...Bunca önemli sorun varken böyle bir tartışmanın
gereği yoktur...» diyerek Kemal Tahir’in yaptığının eylem
açısından anlamsızlığına ve zararına değiniyor. Ayrıca
başka bir açıdan da romanı şöyle eleştiriyor: «Köylü ve
ara tabakaların köy enstitülerini tutmadığı görüşü... yan
lıştır. Buradaki ara tabakalar sözüyle kimin, hangi sınıfın
anlatılmak istendiğini bilmiyoruz. Eğer bu sözle köylüyü
(65) F o n u n d e rg isi, B o z k ırd a k i Ç e k ird e k Ü stü n e , A h m e t
K ö k ltiğ iller, s a y ı 354 v e 356, 1.1.69 v e 1.2.69.
sömüren kasaba eşrafı kastediliyorsa Alangu ile beraberiz.
Elbette bunlar enstitüleri istemezler. Köylünün köy ensti
tülerini istemediği nereden, hangi deneyden çıkarılıyor?
Yukarıda «Bozkırdaki Çekirdek» de Şefik Erdem’in ağzın
dan verdiğimiz yargıları doğruluyan bir köylü tepkisi yok
tur. Sayın Kemal Tahir’in tablosunu çizmeye çalıştığı ens
titü hayali bir enstitüdür... Kemal Tahir böyle yapmasa da
romanını gerçek bir enstitü ortamına dayandırsaydı, gerek
li incelemeleri yapsaydı, romandaki temel yanılgılara düş
mezdi... Köylünün köy enstitülerini tutmadığı, bu hayali
enstitü ortamının içinde yer alan birkaç kişinin karşı koy
masına bağlanmak isteniyor. Karşı koyan bu kişiler ger
çekte halkın ve köylünün, giderek sayın Alangu’nun iddia
ettiği gibi «toplumun yerini tutar, onu temsil edebilir»ler
mi?...» diye bir soru soran Köklügüler romanda halk ke
simi olduğu ileri sürülen kişileri inceliyerek diyor ki:
«...B ozkırdaki çekirdekte enstitülerin karşısına çıkan tep
ki budur. Bu tepkinin ise görüldüğü gibi halkla, köyle ilyisi yoktur... Çünkü bu tiplerin hepsi bir kasaba ağasının
adamları sayılabilecek kriminel, anormal tiplerdir... Bunlar
feodal yapının cumhuriyet devrinde varlığını sürdüren feo
dal yapının artıklarıdır. Bütün halkı ve köyü bu kişilerin
davranışları açısından görmek yanlış olur, haksızlık olur. ..
Enstitülerin kurulmasında görev alanlar, oralarda çalışan
lar bilirler ki, çatışma hep feodal artıklardan gelmiştir...»
Bundan sonra köylünün çocuğunu enstitülere aldırmak için
nasıl uğraştığını anlatan yazar, kendisinin de enstitüde oku
duğunu ve gerek öğrenim yıllarında ve gerekse bundan son
ra, köylüden enstitülere karşı hiçbir söz duymadığını, ama
kasaba eşrafından, toprak ağasından, çirkin politikacıdan
köy enstitülerinin komünist yuvası olduğu savını çok duy
duğunu belirtiyor.
Aktardığımız bölümlerin, roman ve roman çevresinde
ki düşün ve eleştiriler konusunda okuyucuya yeterli bilgi
verdiğini sanıyoruz. Romana karşı çıkanların 'düşün
eleştirilerine bizim ekliyeceklerimiz şunlar olacaktır:
ve
■ «Bozkırdaki Çekirdek»e Karşılık
Herşeyden önce bu roman, derinliğine, tarafsız, objek
tif, ciddi ve disiplinli bir incelemenin, araştırmanın sonu
cu, ürünü değildir. Bunun için de gerçekçi bir roman de
ğildir, hayalidir. Ne köy enstitüsü sorunu, ne bu sorun
çevresinde gelişen olaylar, ne Tonguç’un kişiliği ve düşün
leri gerçekçi bir açıdan belirtilmiştir. Burada romancı ken
di roman anlayışı olduğunu ileri sürdüğü düşünlere karşı
davranmış; az emekle çok iş elde etmek istiyerek, olayla
ra, kişilere ve hatta kendi romancı kişiliğine saygısızlık
sayılabilecek kötü bir çalışma yapmıştır.
Kemal Tahir, Talip Apaydın’a yazdığıt66) bir özel
mektubunda kendi roman anlayışını şöyle açıklıyor:
« ...Yavaş yavaş şu inanca geldim ki, romancı aslında hiç
bir olayla, hiçbir düşünceyle, hiçbir kişiyle ne beraber, ne
de bunlara karşı bulunacak... Yoksa belli bir tarih süresi
içinde yaşıyan romancının elbette kendisine göre inançları,
dostları, düşmanları, karşı yada beraber olduğu olaylar,
düşünceler, kişiler, hatta toplumlar olacak... Bunlar bizim
roman konumuza yanaştığımız sırada, bize göre, bize doğ
ru işliyecek şeyler... Bir kere konuyu alıp giriştik mi, bu
kişiliğimizi ilgilendiren yanların romanı yeterinden çok
etkilemesinin yüzde yüz önüne geçmeliyiz. Romanda, bir
bakıma gazete olaylarından ibaret olan meselelerden kur
tulup sahici insanı bulmak ancak böyle mümkün ola
cak...» dedikten sonra kendisinin bir romanını eleştiriyor
ve «...Ben İskender’in insan olarak çok önemli dramını
(66) Y a z a rın n o tu : K e m a l T a h ir v e ro m a n ı
k o n u su n d a
t a r tı ş ır k e n K . T a b irin k e n d isin e 11.9.1959 v e 10.1.1960
g ü n lü m e k tu p la r ım g ö s te re n v e
b u n la r d a n y a r a r
la n m a m ı s a ğ lıy a n T a lip A p a y d ın a te ş e k k ü r ed e rim .
bir yana bırakmış— , eşkiyalık meselesiyle ilgilenmiştim.
Karşı olduğum bir düşünceyi, bir görüşü fukara İskender’
in kişiliğinde çürütmeye çabalamıştım. Böyle davranmak,
bana, bizim bu günkü meselelerimizden birini, çok dar bir
çerçeve içinde kendimce aydınlatmak, doğrulamak kolaylı
ğını belki verdi ama, bütün insanlık çapında bir insan dra
mını işlemekten beni alıkoydu... Romanda büyük, ömür
lü şaşmaz insan dramlarını bulabilmiş büyük ustalarımız
bu işi böyle yapmışlar... Sahici sanatçılar, bir dünya gö
rüşünün savunmasını kitaplarındaki kişilere kendi düşün
celerinin söylevlerini çektirmekle yapmıyorlar, bir bakıma
kendi kişilikleri, bir bakıma kendi kişiliklerine rağmen, bir
türlü ayrılamadıkları GERÇEK S A Y G ISIY L A yapabili
yorlar... Romancılar... bugün roman üzerinde çok düşün
meli, senin sözünle, romanı katiyen kolaya almamalıdırlar.
Roman hiçbir zaman kolay bir iş olmamıştır... Çağımızın
sahici büyük romancılarından Faulkrıer, «romancı olma
nın yolu, yüzde doksan dokuz kabiliyet, yüzde doksan do
kuz disiplin, yüzde doksan dokuz çalışmak» diyor. Dene
miş, başarmış bir sanatçıya inanmak lazım... Bizim belki,
Faulkner’in kastettiği anlamda kabiliyetimiz yoktur ama,
herkes için kendini disipline sokmak ve çok çalışmak müm
kündür. Biz, hiç değil, mümkün olanı yapalım...»
Ama Kemal Tahir «Bozkırdaki Çekirdek» çalışmasın
da «mümkün olanı» yapmamıştır. Kendisinin roman anla
yışı ölçülerine vurulduğu zaman «Bozkırdaki Çekirdek»
romanının alacağı not, koskocaman bir sıfırdır. Kendi ölçü
lerini kullansaydı, varacağı sonuç böylesine yanlış, böylesine gerçek saygısından uzak, böylesine güdük olmazdı.
Yazann bu kadar köksüz ve yüzeysel bir incelemeye, dost
larını ve belki de kendisinin önyargılarım da yüksek doz
da katarak yaptığı çalışma, belki köy enstitüleri konusun
daki düşünlerini, kamlarını belirten zayıf ve önemsiz bir
makale olabilirdi; ama bir roman asla!
Bir önemsiz ve önyargılarla dolu makale içerikliği ile
işe başlayıp, bunu bir roman yapacak kadar şişirince bü
tün tipler, özellikle kurucular, aslında ciddi ve disiplinli
çalışan, kişiliğini incelediği konudan elinden geldiğince
yalıtabilmiş bir romancının kolayca bulabileceği dra
matik unsurlardan (ki bunlar köy enstitüsü sorunu içinde
bol bol vardır) yoksun, havada, yüzeysel, cansız tipler ola
rak kalıyor. Ama romancının bütün eserlerinde bu hüma
nizmden uzak, insancıl olmayan, soğuk, insanlara karşı
düşmanca, kahramanlarını yerin dibine batırdıkça zevkle
nen sadist davranışa rastlanır. Kemal Tahir, büyük sanat
çıların aksine, insanlar küçüldükçe kendisini yukarıda sa
nıyor herhalde! Yarattığı kişilere karşı bu kadar sevgi dı
şında duygular besliyen bir büyük sanatçı yoktur. Daha
doğrusu tiplerine sevgi, yakınlık, bir ılıklık duyamıyan bü
yük sanatçı yoktur.
Bizce bu çok önemli bir etkendir ve deha denilen şeyi
olağanlıktan ayırdeden başlıca noktalardan biridir. İşte
bu küçük fark sonucu, hapishane gibi hiç şüphesiz insan
kişiliği ve iyi niyeti üzerinde küçümsenemiyecek yıkıcı et
kileri olan bir ortamda, Nazım Hikmet gibi bir sanatçı bü
tün bir Türk halkının yaşantısını, dramını, değerlerini ılık
ılık, sıpsıcacık insan sevgisiyle bulup çıkarır, bir Kemal Ta
hir de sadece kriminel tipler keşfeder, bunları halk sanır ve
bu kriminel kişiler yüzkarası işler yapıp, küçüldükçe, o da
kendini bu duruma düşüren insanlığı küçülttüğünü sanıp
kinini, acısını gidermeye çalışır.
Gerçek sanatçının orijinal olmak için olayları, kişi
leri, yorumları bu denli zorlaması için bir neden yoktur.
Gerçek sanatçı farkında olmadan orijinaldir. Ama Kemal
Tahir şöyle der(67): « ...Bence roman insanlara bir tek in
sanın bizzat o insan tarafından da bilinmiyen bir yönünü,
tıpkı avın yüzü gibi hiç görmediğimiz bir yüzünü aydınla(67) A d ı g e ç e n m e k tu p la r .
tacak... Bu hiç görmediğimiz sözü büsbütün bilinmez kar
şılığı değil, belli bir tarih süreçi içinde, belli bir çevrede,
belli sosyo - ekonomik baskılar altında hepimizin duyup
yaşadığımız şeyleri, yeni, gerçek oluşu içinde yeni bir açı
dan yeniden değerlendirilmesi...» Aslında doğru olan bu
düşünü, orijinal olabilmek tutkusu içinde o derece abartır
ki, ortada gerçek kalmaz. İşte o zaman, köy enstitüleri bir
faşist girişim, Atatürkçülük bir orman kanunu, İttihat Terakki hareketi bir gericilik, Abdülhamitçilik ilericilik,
Kurtuluş Savaşı halka rağmen yürütülmüş br zorba aydın
lar savaşı, v.b... olup çıkar. «Bozkırdaki Çekirdeklin ne
derece iyi bir roman olduğu, yahutta roman olup olmadığı
konusunda daha çok şey söylenebilir ama, bizi asıl ilgilen
diren bu değildir. Bu konuda şunu söyliyerek, asıl bizi ilgi
lendiren noktalara geçmek istiyoruz: Bu roman bir «gerçe
ğe saygısızlık» ve bir «romanı kolaya alma» ömeği olarak
Türk edebiyatında kalacaktır.
Enstitülere karşı çıkmaya yazan dürten bir takım kişi
sel nedenlerin dışında (bunların arasında roman konusunda
köy enstitülü romancılarla yaptığı bir tartışmanın acı anı
sı da bulunmuş olabilir) ne gibi bir düşün etkeni vardır?
Biz bu sorunun karşılığını en iyi Tahir Alangu’nun, (şu hiç
bir edebiyat eleştiricisinde görülmemiş bir acele ve ilgi ile
ortaya atılıp Kemal Tahir’in her yaptığını övüp göklere çı
karmayı eleştiricilik gereği sanan Alangu’nun) roman ilk
defa tefrika edileceği zaman yayınladığı tanıtma yazısında
bulduğumuzu sanıyoruz468’:
Alangu yazının yarıya yakın bir bölümünde Kemal
Tahir’in çalışmalarını her zamanki alışkanlığı ile göklere
çıkardıktan sonra şöyle diyor: «...Kemal Tahir şekilci bir
dinin çok yüzeyde kalan, gittikçe zayıflıyan ve ters birik
meleri etkileyici baskısı altında kalmış, devletten ve dün
(48) C u m h u riy e t g a z e te si, 13.12.1964. K e m a l T a h irin G e r.
ç e k A n la y ış ı v e S on R o m a n ı, Ta,bir A lan g u .
yadaki gelişmelerden gelecek olumlu yollara götürücü duy
gu ve düşüncelerden mahrum, kendi ilkel ve töresel yapısı
içinde kapanacak çürüyen köyün... devrimlere yönelen ileri
bir toplumun yapısına temel olarak alınamıyacağını köv
serisindeki bütün romanlarında göstermişti...»
(Yazarın notu: Burada sözü geçen romanlar, köyü gö
rerek yaşayarak değil, hapishaneye düşmüş köylüleri gözliyerek yazılmış, çoğu da suç ve suç işlemelerle ilgili roman
lardır; bunların köyü ne derece yansıttığı üzerinde çok tar
tışılabilir. Bunlar olsa olsa köyün tek bir yönünü yan
sıtmaktadırlar, ama hiçbir zaman köyü bütünü ile ve ana
sorunlarıyla vermemektedirler. Kemal Tahir yalnız hapis
hanede karşılaştığı tiplere bakarak köylüyü ve köyü tanı
dığım sanıyorsa yanılıyor, bunlara bakarak köy ve köylü
sorunu üzerinde doğru sonuçlara varabileceğini sanıyorsa
daha da yanılıyor). Alangu, romancının bugüne kadar çık
mış romanlarını köyü ve kenti anlatan iki seriye ayırdıktan
sonra, «...şehir serisindeki romanlarında da kişilerini bü
tün vasıflarıyla köylü insanından üstün olarak anlatışı ya
zarın kendi zevkine veya bağlanışına bağlı bir özellik ve
ya bir saplantı.da değildir...» diyor. Ve «onun köylü insa
nını ve şehirli insanını iki büyük koldan iki büyük roman
serisi halinde inceler ve tanımlarken, ortaya çıkan ve
bütün eserlerini iki kalın çizgi halinde karşı karşıya getiren
bu karşıtlığın üzerlerinde önemle durmak gerekiyor. Köylü
insanın genişlemesine bütün toplum gelişmelerinden dı
şarı düşmüş kapalı ve donmuş yapısı içindeki çürüyüşünü
anlatırken, şehirli insanına gelince bütün olumsuz davra
nışlarını göstermekle birlikte sağlam yönleri ve ileriye sıç
rayışlarına dikkatle işaret etmesi, onun roman anlayışında
temel bir görüşe dayanmakta. Toplumun bütün ileri geliş
melerinin çıkış noktasını ancak şehirlide aradığı görülmek
tedir... Bir gerçekçi olarak o köylüyü ileriye yönelen
Türk toplumunda bir tek yerde güvenilir ve olumlu Şay-
maktadır: Şehirli ile birleştiği, onun önderliğini kabul et
tiği, er olarak askerlikte subay komutası altında onun etki
si altında bulunduğu yerlerde. Ona göre Türk toplumunda umut verici bütün gelişmeler ilkel ve töreye bağlı köy
lülükten kurtuluşta, Türkiye’nin kalkınmasının gerektirdi
ği yeni vasıfları kazanabilmesinden sonra başlıyacaktır. Bü
yük kitlesi köylü olan bir memlekette tarih ve toplum ge
lişmelerinin dışında kalmış bu büyük kitlenin baskısı altın
daki bir ülkede... töreye sıkı sıkıya bağlanmış köyü bugün
kü yapısı ile savunmanın bir gerçekçi için mümkün olamıyacağını çok iyi bilmektedir. Bundan dolayıdır ki roman
larında köylüyü ancak töre dışındaki yerlerde umut ve gü
ven verici vasıflarda tasvir edebiliyor. Eğitimden geçtiği,
devlet ve kanun düzenine bağlanarak şehirliye koşulduğu;
onun etkisi altında yürüdüğü yerlerde... Kemal Tahir bazı
romancıların aksine (Yazarın notu: Alangu herhalde bu
rada köy enstitülü romancıları kastediyor, onların köyün
değişmemesini savunduklarını sanarak, onların söyledikle
rinden hiçbir şey anlamadığını, yahutta onların bu roman
larını köyün değişmesi gerektiğini belirtmek için yazdıkları
gerçeğini görmemezlikten geldiğini belli ediyor) köyü de
ğişmesi gerekmiyen ve ebediyyen değişmiyecek bir toplum
birimi olarak kabul etmemekte... Kemal Tahidin statik kö
ye karşı oluşunda yalnız bir sanatçı sezgisi değil bilimsel
bir doğruluğun varlığı da meydandadır. Bizde töresel kö
yü yüçeleştirmede tıpkı meşrutiyet devri hürriyetçilerinde
olduğu gibi zorluk karşısında «kolaya kaçma ve düşlere
sığınma» eğiliminin varlığını bu ölçüde ortaya koyunca Ke
mal Tahidin iki koldan yürüttüğü roman çalışmalarında
köylü ile şehirlinin birleştiği önemli bir dönemeçteki köv
enstitüleri meselesiyle karşılaşmaması imkansızdı... Nite
kim Kemal T ahir Cumhuriyet Gazetesinde tefrika edile
cek «Bozkırdaki Çekirdek» romanında bu konuyu olumlu
ve olumsuz bütün çatışmalarıyla ortaya koyacak, kurulu
şunun temelinde var olan büyük yanılmaların nedenlerim
tartışacaktır. ..»
öyle sanıyoruz ki, sorunun anahtarı bu tanıtma yazı
sında kolayca bulunabilir. Burada Kemal Tahir - Tahir
Alangu çiftinin ortak ürünü sayılabilecek «Bozkırdaki Çe
kirdek» romanının temel görüşü apaçık ortadadır. Bu te
mel görüş, bu ikilinin ana felsefesi, köy enstitüleri konu
sunu, hatta köylünün eğitilip uyandırılması konusunu diye
biliriz, benimsemelerine, bu konuda olumlu bir sonuca var
malarına engeldir. Yukarıdaki tanıtma yazısında belirtilen
ana görüşün, yalnız «Bozkırdaki Çekirdek» romanı bakı
mından değil, Kemal Tahir’in bütün yapıdan bakımından
önemli olduğunu, bu ana görüş deşilince onun bütün ro
manlarında vardığı, gerçekleri ve tarihi altüst eden, garip
toplumsal ve siyasal sonuçların niçin ve nasıl çıkarıldıkları
bakımından birçok ipuçları yakalanacağını sanıyoruz. Köy
lüde herhangi bir değer olduğuna inanmıyan, köylü sınıfı
ile hiçbir ileri hareket yapılamıyacağını söyliyen, köylünün
ancak «şehirliye koşulduğu» zaman, yani güdüldüğü, bi
linçsizce, nereye sürüklendiğini anlamadan yönetildiği za
man işe yarayabileceğini öne süre bu ikilinin, bunun tam
aksini savunan, «köylüye dayanmadan hiç bir hareketin
başarılı olamıyacağım, hiçbir örgütün tutunamıyacağını,
ulusun asıl cevherinin çoğunluğu, halkı teşkil eden köylüde
saklı olduğunu» ortaya atan Tonguç’u hiç anlamaları ola
nağı beklenebilir mi? İkilinin bu ters çıkış noktasının üstü
ne, bir de Tonguç’u statik köyü savunur, köyün daha son
raki ve daha ileri toplumsal dönemlere geçmesine karşı bir
kişi saymaları yanılgısı eklenince, elbette köy enstitülerinin
karşısında olacaklardır. Bu yanılgı da önemlidir; köy ens
titülerinin köydeki farklılaşmayı, ekonomik ve toplumsal
çelişmenin artmasını, yani süreci hızlandıracak bir etmen
olduğunu, bunu da daha ileri toplumsal şekillere geçmeyi
sağlıyacağmı, enstitü düşününün temelinde yatan dünya gö
rüşünün, toplumsal şekillerin statik kalması değil, sürekli
bir evrim inancı olduğunu da gözden kaçırınca, ikili büs
bütün yanılmıştır. Onların statik köy kalkınması görüşü
olarak enstitülere yamamak istedikleri düşün, tam tersine,
enstitüleri böyle olmadığı için ortadan kaldırmak istiyen
anadolucuların görüşü idi. İkili, ciddi araştırma ve incele
melere girmeden, önyargı ile işe koyulduğu için anadolucularm statik, değişmez köy ülküsünü köy enstitüleri görüşü
sanmıştır. Ama bu yanılgıya düşmeseler bile, köy enstitü
lerine yine karşı olurlardı; çünkü kendi ana görüşleri o
kadar halka karşıdır ki, halka dönük bir hareketi benimsiyemezlerdi. Bu halka karşılık, bu şehirli üstünlüğüne ina
nış değil marksizme, değU Atatürkçülüğe, en basit anlam
da bir halkçılığa, en basit bir hümanizme bile aykırıdır ve
yıllarca marksist sanılmış bir romancının bu derece sağda
olduğunu görmek insanı hayretler içinde bırakmaktadır.
Bunu anladıktan sonra ciddi olarak Kemal T ahir-T ahir
Alangu’yu sol eleştiriciler içinde değil, sağ eleştiricilerin
içinde incelemeyi düşündüğümüzü belirtmek isteriz.
Ayrıca «şehirli» ile kastettikleri nedir? Bugün köylü
deyimi bile başlıbaşına bir sınıfı kapsamakta yetersiz kal
maktadır. Varlıklı, orta, varlıksız köylü, hatta toprak iş
çisi deyimlerini kullanmak çoğu kez gerekmektedir. Hele
çeşitli sınıfların bulunduğu kenti başlıbaşına bir sınıf imiş
gibi «şehirli» deyimi ile ortaya atmak, marksizme filan de
ğil, en basit toplumbilim ilkelerine aykırıdır. Nedir «şehir
li» kimdir? Orta sınıf aydın mıdır? İşçi sınıfı mıdır? Kapi
talist midir? Bunların karşılığı yok. Şehirliye koşulacak
köylü bu sınıfların hangisine koşulacaktır? Daha doğrusu
şu çürümüş köylüyü bu sınıfların hangisinin gütmesini doğ
ru bulmaktadır pek bilgiç ikilimiz? Bunu korktukları için
mi söyliyemiyorlar yoksa şehirde sınıf farkları bulunduğuna
mı inanmıyorlar? Kaldı ki, sormak gerekir: «eğitimden
geçtiği, devlet ve kanun düzenine bağlanarak şehirliye ko-
şulduğu...» sözünün altındaki amaç nedir? Buram buram
faşizm kokmuyor mu bu söz? Kastettikleri köylünün devlet
ve kanun düzenine koşulmasını sağlıyacak eğitim ne mene
bir eğitimdir ki, kafaları işletmeden, gözünü açıp köylü sı
nıfının tarihsel yerini almasını sağlamadan, kimin Devleti ol
duğu belirlenmiyen bir devlete ve hangi sınıfların çıkarları
için yapıldıkları söylenmiyen bir takım kanunlara bağlana
rak şehirliye gözü kör, kulağı sağır, sığır gibi koşacaktır0
Nazilerin de faşistlerin de söyleyip özledikleri, bazı ülke
lerde de hâlâ sürdürmeye çalıştıkları düzen, bu devlete ve
kanunlara köylü sınıfını bağlayıp, şehirliye koşmak için ku
rulmamış mıdır? Bizim bildiğimiz Devleti kuran ve kanun
ları yapan sömürülmekten kurtulmuş sınıfların içinde önde
gelenlerinden birisidir köylü sınıfı, ileri toplumlarda, ko
şulan değil! Hadi Tahir Alangu farkına varamıyor diyelim,
bu noktadan çıkınca en sağın sağına nasıl düştüklerini,
ya Kemal Tahir? Nasıl bir marksisttir ki o, köylü sınıfım
hiçe sayıyor, hem de çoğunluğu köylü bir ülkede ve yarar
lı bir iş yaptığına inanıyor. Belki diyeceklerdir ki «biz töresel, değişmiyen, statik köye karşıyız, devrimci, değişmiye hazır köye değil.» O zaman köyü ve köylüyü değiştirme
amacı güden bir eğitim hareketini böyle sorumsuzca leke
lemeye çalışmamak gerekir gerçek devrimci olarak. Ve
böyle bir özür öne sürüyorlarsa, bu özüre aklı birazcık çalı
şan insanları inandırabilmek için, en azından, bozkırda çe
kirdek vardır, diyebilmek gereklidir. Köylü sınıfının köle
olmaması gerektiğini, bu yönde de sınıf olarak bir takını
ilerici atılışlar yapabileceğini kabul etselerdi, en azından
bunu söylerlerdi. Bozkırı çöl sanan, sınıf çatışması içinde
köylü sınıfının tarihsel gelişimini ve davranışını, görevini
kabul edemiyen, onu sınıfsal açıdan ne kastedildiği belirsiz
bir «şehirli»nin boyunduruğu, önderliği altına sokan, adı
marksiste çıkmış kişilere bu kaba yanlışlarını göstermek
zorunda kaldığımız için gerçekten üzülüyoruz.
Tonguç’a göre ise çekirdeğin en hası vardır bozkırdıı,
Türkiye’nin geleceği, evrimi bakımından da öylesine filiz
lenip sürebilir ki bu çekirdek! Hem de ikilimiz gibi «şe
hirli» aydınların hiç hoşlanmıyacakları şekilde, onların üs
tünlüğünü ve öncülüğünü kabul etmiyecekleri şekilde! Bu
değil mi İkiliyi bu kadar telaşa düşüren, şu Tonguç’un
«yan aydın» sözüne bu kadar sinirlendiren? Alangu ve
Kemal Tahir o kadar yanlış bir noktadan işe koyulmuşlar
ki, bu onları eğitim görüşü olarak Halil Fikret Kanat’m bile
sağma düşürmüş.
O hiç olmazsa köylü sınıfını toptan yadsımıyor,
«devlete ve kanunlara körükörüne bağlı» köylü aydınlar
yetiştirmeyi ön görüyordu. Kemal Tahir’in Bozkırdaki Çekirdek’e temel olan görüşleri, Alangu’nun yorumuna ba
kılırsa, marksizmle filan değil, doğrudan doğruya sağ ile
ilgilidir. Sanatçı bunu ister bilinçli, ister bilinçsiz olarak
yapmış olsun, en aşırı sağcılara yakışır bir inceleme örneği
vermiştir bu romanı ile. Alangu’nun söylediklerine baka
rak, yalnız bu roman üzerinde değil, Kemal Tahir’in bütün
yapıtları üzerinde yeni değerlendirmeler yapılırsa çok ilginç
sonuçlar çıkacaktır sanıyoruz. O zaman herbirinde bir baş
ka şaşkınlık duyduğumuz bu romanların gerçekten bir sis
teme bağlı olduğunu göreceğiz. Bizim bu yapıtlarda şaş
kınlık duyduğumuz, bizi rahatsız eden sonuçlar, bunların
hep marksist bir dünya görüşü ile yazıldığını sanarak bakmamızdandır. Görüş açısını değiştirince, bunlara Tahir
Alangu gibi bakınca, sanıyoruz ki, herşey yerli yerine otu
racaktır. O zaman ne «Yorgun Savaşçı»da Kurtuluş Sa
vaşım yapanların sadece subaylar olduğuna, halkın bulun
madığına şaşacak, ne «Kurt Kanunu»nda devrimleri koru
maya çalışırken Atatürk’ün ahlaksal yönden düşürüldüğü
duruma üzülecek, ne «Devlet Ana »da devlet kurucusu
olan bir avuç üstün insana devlet kurdurulmasına ve bu
devletin başhca özelliği olarak da, genişleme, yayılma (em
peryalizm) övücülüğüne güleceğiz. Aslında yanlış olan, bu
ana görüşlerden yola çıkan Kemal Tahir’le değişmez övü
cüsü Alangu’nun yaptıkları değil, bizim onların bulunduk
ları yeri bilmememizdir. Bu yer de herhalde sol değildir.
Gerçek yerlerini bilirsek, bu köylü, daha doğrusu halk
düşmanlığı, üstün «şehirli», daha doğrusu üstün insan teo
rilerine, bu romanlardaki insan sevgisizliğine, boyunduru
ğa koşulacak sınıflar bulup çıkarma eğilimlerine, devletin
kuruluşundan, kurtuluş savaşına kadar her önemli çabada
ve eylemde halka rağmen bunları başarmış üstün kişiler
arama tutkusuna, OsmanlI’nın genişleyip yayılmasının bu
kadar övülmesine ne isim vermemiz gerektiğini de bulup
çıkarmamız kolaylaşacaktır. Çünkü bunlar bilinen, belli
motiflerdir, hangi siyasal doktrinin motifleri oldukları da
ortadadır. Türkiye’de hiçbir kişi bugüne kadar, sol göste
rip sağ vurmada bu ölçüde başarılı olmamıştır.
Köylü sınıfı için bu kadar olumlu(!) kanılan ve bu
kadar hayırlı(!) koşulma planları olanların bir de enstitü
lerde köylü çocuklannın dayanıklılığından yararlanarak on
lara angarya yaptırıldığı savını ortaya atmalanndaki iç
tensizliğe ve okuyucunun anlayış yetisinden bu kadar
şüphe ettiklerini gösteren böyle bir yanıltma girişimine ne
diyeceğimizi bilemiyor, bunu da okuyuculara bırakıyoruz.
1960’dan sonra köy enstitüsü sorununun gelişmesine
bu romanla verilen zarar, hemen hemen 1946 - 1950 dö
neminde Sirer - Soysal İkilisinin verdiği zararla karşılaştırı
labilir. Bu zararın büyüklüğü ileride daha da iyi anlaşıla
caktır. Köy enstitüsü sistemini benimsemiş ve benimsemek
te olan yeni kuşakların ve hatta köy enstitülülerin saflan arasına bir şüphe, yanılgı ve ikilik tohumu atılmıştır bu ro
manla. öyle sanıyoruz ki, ileride köy enstitülerinin tarihini
yazanlar tarafından Kemal T ahir-A langu İkilisinin kona
cağı yer, Sirer - Soysal İkilisinin yanı olacaktır.
■ Köy Enstitüleri Amerikalılardan mı Alındı?
Eleştiri olmaktan çok bir dikkati çekme niteliğindeki
bir düşün de llhami Soysal tarafından ortaya atılmıştır469’.
«...K öy enstitülerinden önce Mustafa KemaFin Kur
tuluş Savaş kadroları eğitmen kurslarını, hatta bölge köy
okullarını denemişlerdir. Burada neden gerekmiştir bilmi
yoruz ama, eğitim konusunda, köycülük konusunda dünya
nın en ileri ülkelerinden biri olmıyan Amerika Birleşik
Devletler?ne Türk milli eğitiminden bazı eğitimciler köy
cülük eğtimine gönderilmişler. Yıl 1 9 3 2 -3 3 . Köy ensti
tülerinin ilk kuruluş hazırlıkları bu eğitimcilerin yurda dö
nüş sıralarına rastlamıştır, yıl 1936 - 37 madde bir. Mad
de iki: Daha köy enstitüsü adı konmadan ilk denemeleri
yapmak için satın alınan ilk köy enstitüsü bina ve arazisi
İzmir yakınında Kızılçulluk’daki eski Amerikan koleji bina
ve arazisidir. Bu bina... Amerika’lılardan oldukça ucuz
bir fiyata satın alınmıştır. Madde üç: Köy enstitüleri üzeri
ne yapılmış ve ünü duyulmuş tek bilimsel araştırma vardır:
Sonradan bir Türk’le evlenerek Türk vatandaşı olmuş sa
bık bir Amerikalı araştırmacının, F. Kirby Berkes’in araş
tırması vardır... Bunları hiçbir önyargımız olmadan çok ga
ribimize gitmiş bir gözlem olarak yazıyoruz. Yoksa açık ve
seçik olarak inanıyoruz ve sonuna kadar da savunacağız ki,
köy enstitüleri bu ülkede, bu ülkenin şartlarına, şimdiki öğ
retmen okullarından da, imam hatip okullarından da çok
daha yatkın gerçekten devrimci kadrolar yetiştirecek okul
lardı...»
Bu gözleme karşı vereceğimiz karşılık şudur: Bu üç
olayın birbiri ile bir bağlantısı yoktur, köy enstitülerinin
kuruluşunda da Amerikan parmağı olmamıştır. Köy ensti
tülerinin kuruluşuna esas olan düşünler ve çalışmalar
(M) İm e c e d e rg isi, E n s titü le r
s a y ı 85, 1 m a y ıs 1968.
Ü stü n e , llh a m i
S o y sal,
«Canlandırılacak Köy» kitabında apaçık yazılmıştır. Ora
da belirtilenlerin dışında gizli bir Amerikan etkisi aramak
boşunadır.
fl Asiye Eliçin
Köy enstitüleri konusunda bir başka eleştiri, Asiye
Eliçin tarafından yapılmıştır™. Asiye Eliçin’in 1943 yılın
da öğretmen olarak bulunduğu Çifteler Köy Enstitüsündeki
solculuk olayına adı karışmış ve enstitüden ayrılmıştır.
Yazar bu yazılarında özetle ve daha önceki eleştirilerde
gördüklerimize ek olarak şöyle diyor: «...K öy enstitüleri
ni bir iki kahramanın yaratması bir deneyin de yok etme
si inancı sosyal, ekonomik, politik koşulları yoksamak,
bunları ikinci derecede etken saymak büyük bir yanılgıdır.»
Hemen söyliyelim ki, bu düşün elbette doğrudur. Zaten
Tonguç da hiçbir zaman enstitüleri kendisinin kurduğunu
söylememiş, her zaman bunun kollektif bir çalışma ürünü
olduğunu, işi bir tek kişiye bağlamanın yanlış bir tutum ve
anlayış olacağım ileri sürmüştür. Örneğin şöyle der:
«...Bir noktayı açıkça belirteyim ki, köy enstitüleri, bazı
larının iddia ve zannettikleri, sürekli olarak etrafa yayma
ya çalıştıkları gibi, bir tek şahsın verdiği ilhamla meyda
na gelivermiş kurumlar değildir. Esasen bu mümkün de
değildi. Onlar Türk eğitmen, öğretmen ve aydınlarının
müşterek çalışmalarından, millet enerjisinden doğmuş tam
manasıyla milli kurumlardır».. .<-71). Tonguç ölümüne kadar
bu düşünde direnmiştir. Bizim de bu kitapta yapmaya ça
baladığımız işte o «sosyal, ekonomik, politik koşullan» in
(70) A n t d e rg isi, S o s y a lis t A ç ıd a n K ö y E n s titü le ri, K ö y
E n s titü le r i Ü stü n e , A siy e E liç in , s a y ı 124, 125, 126,
13.5.1969, 20.5.1969, 27.5.1969.
(71) C a n la n d ırıla c a k K öy, 1. H a k k ı T o n g u ç, R em zi K ita b
eyi, İ s ta n b u l 1967, s. 575, 576.
celemek değil midir? Ama şu da yadsınamıyacak bir ger
çektir ki, Tonguç yapılan işlerden birinci derecede sorum
ludur. Bu koşulların sonucu olarak, kendisinden öncekile
rin düşünlerinden, denemelerinden yararlanarak bunların
hepsini toparlayıp uygulamak işi ona düşmüştür. Burada
bir savaştan sonra kazanan tarafa komuta etmiş generalin
zaferdeki payı tartışılırken, bu konudaki kanısı kendisine
sorulduğu zaman verdiği şu karşılığı tekrarlamak gerekir:
«Kazanamn kim olduğunu bilmiyorum. Ama kaybetseydik,
sorumlu ben olacaktım».
Eliçin bundan sonra CHP iktidarımn 1938’den önceki
durumuna bir göz atmaktadır: «...H alk Partisi iktidarı
A tatürk devrimciliği yanına Osmanlı devlet düzenini de ak
tarmış, yani Osmanlının köylüyü sömürmek temel prensi
bini de birlikte kabullenmişti... Böylece eski kapıkulu, ye
ni yönetici olan yönetici memur kadrosu, üst tabakaların
temsilcileri olan toprak ve köy ağası, köy ve kasaba mütegallibesi, alır satar Osmanlı burjuvazisi ile bir iç koalis
yon yapıp, bu ortaklarına Büyük Millet Meclisinde ayrı ay
rı temsilcilik hakkı tanıyarak... Meclisten dışarı bıraktık
ları emekçi halkın, köylünün üstüne kurulmuştur (müşte
rek saltanat)... Yapılacak reformlara ses çıkarmamaları
için bürokrat devrimciler koalisyon ortaklarına gerekli çı
kar yolları sağlamış, seslerini kısmışlardır... Reformlar ko
nusunda bu yolda taviz bile vermemeyi sağladıkları gibi,
gerektiğinde taviz bile almayı elde etmişlerdir...»
Görülüyor ki yazar da, birçok inceleyiciler gibi CHP
içinde ileri düşünlere açık bir grubun bulunduğunu ka
bul ediyor, hatta bizim «ilerici aydınlar» dediğimiz bu
kişilere «bürokrat devrimciler» adını veriyor. Şüphesiz
ki bu deyimin doğruluğu tartışma götürür, ama bizim
konumuz yönünden önemli olan böyle bir grubun varlığinın kabul edilmesidir.
Bundan sonraki ekonomik ve siyasal gelişmeleri anla
tan yazar, bu arada sol aydınların insafsızca ezildiğini,
Türk devriminin ideoloji noksanlığını belirterek, yeni
Cumhurbaşkanı İnönü’nün «dümeni büsbütün kapıkulu
devletçiliği yönüne kırdığını...» söylüyor, «...ivedilikle ele
alınacak iş kapıkulu yönetiminin... temel kaynağı olan
devlet hâzinesine bol vergi kaynaklan sağlayıp yönetim or
dusunu, tam doygun, emre başeygin bulundurmaktı... M il
li Şef bürokrasi koalisyonunda hakim görünürse de ger
çekte o ortaklarının da patronluk gücünün gereğinde kendininkinden az olamıyacağını pekala fark etm ektedir...
Cumhuriyetin getirdiği reformlarla köylünün vergileri bile
rahatça verebilecek duruma yükseltilemediği... onun için
köyü daha zengin bir ürün ambarı ve değişen koşullara
uyup teknik silahları kullanabilecek kadar okur yazar bir
asker deposu haline getirecektir... Sözün kısası, Milli Şef,
meseleyi, yani hâzineye gelir sağlama yollarını enine bo
yuna düşünüp hesapladı... ve tek çıkar yolun köylüyü tezelden eğitmek olduğuna karar verdi... Hem de bu eği
tim eski tarz ölü bir eğitim değil, köylüyü etkileyici, üre
tici, hem kendine yeterli, hem de durmadan arttırılacak
vergileri verebilecek kadar yeterli kılacak bir eğitim olma
lıydı... Milli Şef bu kesin kararını verince, Milli Eğitim
ailesinden bu işle görevlendireceği eğitimci ve yöneticilerini
büyük bir dikkat ve titizlikle seçer...»
Burada hemen şunu belirtmek istiyoruz: Yalnız vergi
gelirini artırmak için köy enstitüsü denemesine girildiği
tezi bize biraz tutarsız görülüyor: Bir defa şu herkesçe
bilinen bir gerçektir ki, eğitim ekonomik açıdan en verim
siz, en az gelir sağlıyan ve en uzun vadeli yatırımdır. An
latıldığına göre çok sıkışmış ve kötü olan ekonomik duru
mu çok kısa zamanda düzeltebilmek için vergi toplayabil
mek amacıyla eğitimde reforma ve geniş yatırımlara giriş
mek, bize pek dolambaçlı ve çok geç sonuç verecek bir
yol olarak görülüyor. Tarihte de hiçbir burjuva hüküme
tinin direkt olarak vergi gelirlerini düşünerek böyle bir işe
girdiğini gösteren bir örnek görmüyoruz. Orta sınıf ikti
darlarının eğitim atılımlanna girişmelerine yol açan elbet
te bir takım ekonomik neden ve zorlamalar vardır. Ama
bunlar yazarın yukarıdaki basitleştirici görüşüne sığdınlamaz kanısındayız. Eylem açısından da yazarın yanıldığı
bir tarihsel gerçek var: İnönü Cumhurbaşkanı olduğu za
man eğitim hamlesi çoktan başlamıştı 1935-36’da. Yani
eğitim alanında böyle bir sistemli çalışmanın kararını ve
ren İnönü değildir. Ayrıca bu işi yönetecek kişiler de yine
o yıllarda seçilip işbaşına getirilmişlerdi, bu seçimde de
İnönü birinci derecede etkili değildi. Yani onun 1938’den
sonra işe girişmeye karar verdiği ve Bakanlığa bakarak
işine gelenleri yönetici olarak seçtiği savı doğru değildir.
Bunu daha önceki bölümlerde ayrıntılı olarak gördük.
Eliçin şöyle devam ediyor: «...Hem en belirtelim ki,
eğitim görevlileri artık belirli şekilde üç gruba ayrılmıştır:
a)... şartlanıp sınırlanmamış, gerçekten ileri fikirli, çok
az sayıdaki devrimciler, köktenci, reformculardır... Kendi
ekmekleri bahasına doğruları savunan fedailerdir bunlar...
Adı Cumhuriyete çevrilen bu yeni osmanlı düzenine, onun
kalıplarına sığmıyacak kadar büyük ve çaplı kişilerdir. O
yüzden bunlar tez elden eğitim ailesinden atılarak polisin
takibine teslim edilmişlerdir (Yazarın notu: Eleştiricinin
sayın eşi, çok değerli Emin Türk Eliçin şüphesiz ki bun
lardandır). b) İkinci gruptakiler ise, ılımlı, gözlerimi ka
parım, vazifemi yaparım diyen, milli şefin müsaadesi nis
petinde ilerici ve reformcu, askerce emre uyarlı, Osmanlı
lık ruhu ile şartlanmış çalışkan insanlardır (Yazarın notu:
Bu gruba da Tonguç ve arkadaşları giriyor)... c) Üçüncü
grup ise birinci grubun tam karşıtıdır. Burada yetersizlik
kompleksi ile türlü olumsuz saplantılara düşmüş... ruhen
hasta insanlar vardır... İlerici uca ateş püskürürlerse de
ortacılara sadece diş bilemekle yetinirler. Gelecekte orta
grubun meydana getirdiği köy enstitülerini yıkmak için
koalisyon ortakları bu torbanın ağzını açacaklardır... iş
te planın uygulayıcı elemanlarını Milli Şef zaten işbaşında
olan ikinci gruptan seçmiştir...» Bize göre ise Eliçin Tonguç’u böyle bir gruba sokarken yanılmaktadır. Bunun 2.
ve 5. bölümlerde doğru olmadığım göstermeye çalıştık.
Ayrıca birinci gruba soktuğu kişilerin özelliklerini sıralar
ken de bazı noksanlar olduğunu sanıyoruz.
Bundan sonra Eliçin, Tonguç’u incelemeye geçiyor
ve şu yargıya varıyor: «O, iyi insanların saflığına, dürüst
lüğüne, insanseverliğine sahip bir kişidir. O, Milli Şefin,
kaskatı, sevisiz, çıkarcı hesabına yumuşaklık, insancıllık
katarak uyandırdı, beşeri öz ve erkeye kendini insanca
kaptırıp sınıfının sınırlarını aşmış saygıdeğer bir kişidir.
Am a osmanlı memur şartlanmışlığını zedeliyerek kazan
dığı değeri gerektiği zaman koruyamamış, kendine ve eseri
ne yapılan saldırılara gür bir inanış ve cesaretle savaş aça
mamıştır. Saldırılara karşı suçluluk kompleksi içinde pis
miş, ekmeğini yitirmek korkusuyla ve kendi eliyle önce
eserinin ve sonra da kendisinin kurban verilmesine seyirci
kalmıştır. Bu cesareti gösterse idi, kurtarabilecek mi idiydi
kendini ve enstitüleri? Hayır, kesin olarak hayır. Ama
böyle yapsaydı gerçekten kabuğunu kırmış bir yiğit, bir
kahraman olarak eğitim tarihine geçecekti. Ve onu put
laştırmak için bugün sarfedilen çabalar boşa gitmiyecekti.»
Bu konudaki düşünlerimizi de 5. ve 6. bölümlerde
açıklamıştık.
Bundan sonra Eliçin şöyle diyor: «...Ortamsız bir
ortamda kurulan köy enstitüleri (Yazarın notu: Burada
şunu sormak gerekir: Enstitüler bir takım ekonomik, siya
sal, toplumsal koşulların ve etkenlerin sonucu kurulmuş
olduğuna göre bir ortam olduğunu kabul etmek gerekiyor,
o zaman ortamsız ortam ne demek?) yüzyıllardır uyutu
lan köylünün özündeki erkeyi uyandırmaya başlamıştı. Bu
erke... yöneticileri dahi belirli sınırlarının hayli ilerisine
sürükledi, Hakkı Tonguç’un belirli bir görüşün yöneticisi
olarak emir kulluğunun sınırını -hümanizması, iyi insan,
iyi eğitimci oluşu yüzünden bu uyanıştan heyecanlanarakaşmış olması saygıya değer. ( Yazarın notu: Yani aslında
bilinçli olarak bu işe girmemiş, sınırları zorlamamış da
sonradan heyecanlanıvermiş, öğrencilerin uyanan erkesini
görünce!). Tonguç’u olduğu yerde ve olduğu gibi değerle
mek onun için daha faydalıdır. Eğer onu bulunmadığı yer
de, olmadığı şekilde putlaştırırsak hiçbir ciddi eleştiriye
dayanmaz yıkılıverir...» Elbette hiç kimseyi bulunmadığı
yerde aramamak, putlaştırmamak doğrudur, ama eleştiriyi
de gerçekten «ciddi» yapmak şartıyla. Yoksa dayanama
yıp yıkılıveren ciddiyetten uzak eleştiriler olur.
Bundan sonra yazar «Milli Şef komşu ülkelere gön
derdiği eğitimcilerden kurulu inceleme heyetlerinin göz
lemlerinden de yararlanarak 1940’da köy enstitülerini bu
eğitmen kursları temeli üstüne kurmayı uygun buldu...»
(Yazarın notu: Burada yine bir tarihsel yanılma var: Kom
şu ülkelere incelemeye giden heyetler değil, Tonguç’tur ve
bu gezi de «Milli Şef» zamanında değildir, Atatürk zama
nındadır)... «...M illi Şef çeşitli meyvalardan yapılan kon
yaktı salata gibi çeşitli sosyal düzenlerden uluorta örnek
ler almanın kendi olanaksızlığına olanak kazandıracağını
sanıyordu. Bu onun hem sosyal bilimlere yabancılığının,
hem de osmanlı paşalığının gereği idi... Böylece... hasta
toplumun birkaç sosyalist hapla derdinden kurtulmayı düş
lendiğini. ..» belirten Eliçin, şöyle diyor: «Oysa köy ensti
tüleri daha esaslı şekilleriyle köklü bir devrimin ilk ağız
da kalkınma planına alacağı bir kuruluştur, (Yazarın no
tu: Peki bu kadar bilinçsizce, bu kadar çeşitli sosyal düzen
lerden karmakarışık alınmış da nasıl en güzel bir devrime
yakışan bir kuruluş oluveriyor bu köy enstitüleri?)... Çün
kü bu kuruluş belirli bir ekonomik sistem şeklinin sonucu
olan bir sosyalist düzenin doğal malıdır. Ve ancak o dü
zenin ortamında gelişme olanağı bulabilir... Böylece milli
Şef batı malının yanma bir de sosyalist malını ortakların
dan saklıca çalkara kuruvermiştir. (Not: Eğer böyle ise
pek iyi yapmış!)... Köylüyü ve köyü daha çok sömürme
amacını güden bu ikinci ordu kuruluşu devlete askerden
çok daha ucuza maledilecektir... Ondan sonra sosyalizm
sömürücüsü Milli Şefin hâzinesine... altın akacak, ortak
larına başeğdiren kuvvet ve sosyal kanunlara kazık atmak
şerefi doğacaktır... Kısaca ana hatlarına değindiğimiz bu
tasarım... bir sosyalizmi sömürme fikri idi... Paşa eğitim
görevlilerine, özellikle Hakkı Tonguç’a köy enstitülerini
kurma görevini verirken asıl amacını ustaca gizlemiştir.
Haşan Ali, Tonguç gibi bütün reformcu aydınların kuşku
suz benimsiyeceği, destekliyeceği gerçek ve normal yüzüy
le konulmuştur ortaya tasarı. Parola köy için köyü kalkın
dırmak olunca... insani büyük duygular uyandı her aydının
içinde. . .»
Burada yukarıdan beri öyle bir ifade var ki, şu so
nuca varılıyor: Sistemi kuran, bütün ayrıntıları ile saptıyan İnönüdür, yöneticilere yalnız uygulaması kalmıştır, bu
da yanlıştır.
Eliçin şöyle devam ediyor: «...M illi Şefin bütün so
rumluluğu ta baştan sevgili Genel Müdürüne yüklemesi bir
rastlantı değil. İyi insanların saflığını taşıyan Tonguç ba
bayı onore etmiştir bu güven. Artık sevdiği bu davaya
tüm gücünü verecektir o ... Koalisyon bozulup ortaklık
dağılmak üzere. Şimdiye değin uzaktan tuttuğumuz eğiti
min sağ kanadına taviz vermek zorundayım. Bu duruma
göre de sen çekil ortalıktan, Hasan-Ali de öyle yapsın...
Enstitüleri uzun taksitlere bölerek harcayıp kurtarmayı ta
sarlıyorum... Sana bir kulluk emri daha: Eline vurdurma
dan ver lokmanı. İtaatli bir kapıkulu olduğunu bundan böy
le de unutma. Bu iş politika ve huzur işidir. Nöbeti dev
ralabilmek için askerce çekilmeli. Herşey ortaklarla aramız
daki huzuru korumaya bağlı. Göreyim sizi. Sonra beni siz
bile kurtaramazsınız... Paşa Çankaya kalesine pusmuş, ka
pı kuluna kazan kaldıranlara Haşan-A li’yi, Hakkı Tonguç’u
açık hedef dikmiştir. Paşa artık onların desteği olmaktan
vazgeçtiği gibi kendilerini ve eseri sözle olsun savunacak
müsaadeyi bile vermemiştir. Onlar da tutsak oldukları kul
luk kapısını onun yüzüne çarpmak cesaretini göstereme
mişlerdir. Yaratılan terör havasında tam terörize olmasaydılar, bir ihanetle kendilerini kolayca harcatmazlar, sal
dırgan güçlere de zaferi o kadar ucuza maletmezlerdi. Bu
nun önemli bir faydası da o zaman halkta yaratılan olum
suz kanıtların bugüne kadar sürmemesi olurdu... Güzel,
duygusal bir ortamda kapı rezelerini zorlıyarak yerinden
oynatan Tonguç baba, fırtınalı havada o kapının arkasına
sinmiştir. Bu bir suç değil ama, kahramanlık da değildir.
Bu bir insanlık halidir. Onun yaptığı iyi işleri unutturmıyan, gönüllerdeki sevgisini azaltmıyan bir beşeri davranış
tır. Onu eleştirirken dahi içimizi dolduran saygı ve sevgi
kendi yeri içinde en iyi, en dürüst, çalışkan ve halksever
oluşundan değil midir?...»
Eliçin’in eleştirisinin özeti burada bitiyor. Daha önce
bu eleştirilerle ilgili olarak kitabın başka bölümlerinde yaz
dıklarımıza ve özeti yaparken koyduğumuz kısa notlara ek
olarak şunları belirtmek isteriz: Eliçinin eleştirisinde, bütü
nüyle göz önüne alındığı zaman bize göre şu kusurlar var
dır: Birincisi, bazı olayların gelişimi sırası ve nitelikleri
bakımından karıştırılmış, bu karışıklık varılan sonuçların
yanlışlığına yol açmıştır. İkincisi, sorunu kişisel ve sübjek
tif yönlerden değil de materyalist bir açıdan inceliyerek si
yasal, ekonomik, toplumsal koşulları bulup çıkarmak sa
vma rağmen, eleştiri bütünüyle bu amaca varmaktan uzak
kalmıştır. Kişisel ilişki ve yaşantıların etkisiyle sübjektif
ve duygusal bir tutumla, olayların gelişmesinde kişilere
fazla öncelik ve önem verilmiş, böylece yazar, eleştirdiği
köy enstitülülerden de daha az objektif davranarak işi
değerlendirebilmekten uzak kalmıştır.
Eliçin’in eleştirileri üzerinde başka ilgililer iıe düşü
nüyorlar? Bildiğimiz kadarı bu konuda bir tek yazı çıkmış
tır. O da Hürrem Arman'mdır'721.
Arman da bizim gibi ilk uygulamaların heyecanlana
rak değil, bilinçle yapıldığı üzerinde durarak, «...sadece
hümanizma ve iyi insan, iyi eğitimci oluş, bütün yurdu
kaplıyan köy enstitüsü örgütünün ve uygulamalarının hiç
bir noktada çelişmiyen aşamalara ulaşmasını sağlıyamazdı..
Tonguç için söylenen bu vasıfların başına, hele köy ensti
tüleri söz konusu olduğu zaman, toplum yapımızı ve yürü
tülen düzenin niteliklerini bilen, gerçekçi, bilinçli ve geldi
ği sınıftan kopmamış sıfatlarını da koymak gerekir...»
diyor, köy enstitüleri konusunda yapılacak ciddi araştır
maların Tonguç’un ve köy enstitülerinin gerçekten ciddi
bir eleştiriye sonuna kadar dayanabileceğine ve yıkıhvermek bir yana, bugünkünden daha da çok yol gösterici bir
değer kazanacağına inanmakta olduğunu belirtiyor ve Tonguç’ıin ayrıldıktan sonraki tutumu konusunda da şöyle ya
zıyor: «...Tonguç’un bütün hayatı ayrıntılarına kadar or
tadadır. Bulunduğu hiçbir ödev onun için bir kulluk ka
pısı olmamıştır. Hayatı bunu ispatlıyan olaylarla dolu
dur. Bu hayatı bilnıiyenler, örneğin Yücel bakan olunca
-sizin köy konusunda ne düşündüğünüzü bilmediğimdenkaydıyla istifa ettiğini, 1942’de her kapıkulunun en
yüksek özlemi olan milletvekilliğini reddettiğini ve Milli
Şefe temel konularda yaptığı çıkışları ve daha birçok şeyi
bilmeyince, soyut ölçüler doğru da olsa yanılmaya mah
kumdurlar... Asiye Eliçin’in köy enstitüsü günlerinde
(72) İm e c e d e rg isi, s a y ı 99, 1.7.1969, K öy E n s titü le r i ve
T o n g u ç Ü z e rin e İn cele m e, H ü rre m A rm a n .
kendisinin de adının karıştığı Çiftelerdeki bir tek olayla
da olsa, (fırtınasız, güzel ve duygusal bir ortam) olmadığını
bilmesi gerekir. Buna benziven, benzemiyen binlerce olay
en küçüğüne kadar dönüp dolaşıp ona dayanıyordu...
1946’dan sonra birkaç kişi hariç onu herkes terketmişti.
Sürekli bir baskı ve polis takibi altında idi... Köy enstitü
lerine ve kendisine yönelen saldırılar onu o günlerin en
tehlikeli ve korkunç adamı olarak tanıtıyordu. Yapısının
sağlamlığı, işine güvenci ve o kendisini ölünceye kadar
yalnız bırakmıyan birkaç arkadaşı olmasaydı ya kişisel
kahramanlığı seçer yada hem de kolayca kapıkulu olurdu.
O 1946'dan sonra hep işini tamamlamaya çalıştı... Saldırı
lara karşı çıkmayı önerenlere her zaman şunları söylü
yordu: Bu saldırılar tabiidir. Bunlar olmasaydı işin mahi
yetinden ve köklülüğünden şüphe etmek gerekirdi. Bütün
bunlar yapılan işin büyüklüğünü gösteriyor. Eser eninde
sonunda kendisini savunmayı başaracaktır. Toplum taba
nına bir kazık çakılmıştır. Bunu güç çıkarırlar. Biz çirkeflerle uğraşma, vakit kaybetme yerine olumlu işlerle uğra
şalım. Ve ölünceye kadar olumlu işlerle uğraştı... Ben de
o tarihlerde kendisine birşeyler yapmayı önerenlerdenim.
Bu konu üzerinde o günlerde de çok düşündük. Bugün de
düşünüyorum. Gerçekten çirkef saldırılara nasıl ve hangi
gerekçelerle karşı çıkılabilir, doğrular kamuya nasıl anlatılabilirdi? Örgüt yok edilmiş, bütün yapılar, en yakın
görünenlerinki de kendisine kapanmıştı. Bir tek gazetede,
dergide bir tek satır yazısı çıkamazdı... Sonra ne diyecek,
nasıl savunacaktı doğruları? Örneğin (bu kurumlan düze
ninize, size rağmen kurduk işlettik, tabana bir kazık çak
tık. Feryadınız sömürü düzeninizin elden gideceğinden
korkmanızdandır) mı diyecekti? Yoksa (iftiralarınız bir
tarafa, işler temelde sizin yorumladığınız gibi değildi) diye
rek kendisine ve esere ihanet mi edecekti?... Tan matbaa
sının tahribi ile gelen demokrasi iki sosyalist partiyi ka
patmış, üyelerini zindanlarda çürütmüştü. Fikir özgürlü
ğünü yok eden kanunlar çıkarılmıştı. Demokrasi faşizmin
ve sömürü düzeninin bir maskeleme aracı olarak kullanı
lıyordu. Böyle bir ortamda örgütsüz, araçsız, sadece kişi
kahramanlığına dayanan doğru çizgide bir savaşı bekle
mek, istemek, hayalin de ötesinde bir utopia, bilimsellik
ten de uzak bir kişi görüşü olmaya mahkumdur... Bu ko
nuda sadece daha önceden niçin tertipler alınmadığı ko
nusu tartışılabilir ve eleştirilebilir kanısındayım. Kısa bir
süre sonra Tonguç’un görüşünde haklı olduğu anlaşıldı.
Orada burada bizzat eser kendisini savunmaya başlamıştı.
Saldırı salyaları halkı, aydınları bu konu üzerine düşün
meye, tartışmaya yöneltti. Mahmut Makal’ın en kritik bir
zamanda çıkan (Bizim Köyfü eserin kendini savunmasının
ilk bileşkesi ve hatta bir karşı savaşın başlangıcı oldu.
Bunu diğerleri ve yüzlercesi izledi. (Bizim Köy) çıkınca
ve Makal tutuklanınca Tonguç’un bilinçli sevincine tanık
olanlar ve onun (ilk bomba patlamıştır arkası sökün eder,
bunu artık kimse durduramaz) deyişini görenler onun ki
şisel bir kahramanlık için ve hiçbir şey için ilkelerinden
vazgeçmiyeceğini kesinlikle bilirler. Tonguç’un asıl insan
lık halleri bunlardır. Tabana çakılan kazık iyi çakılmıştır.
Daha başkalarının da özlemi içindeyiz...»
■ Adnan Çemgil
Asiye Eliçin’den sonra yine aynı paralelde olmak
üzere, CHP’nin iki yönlü davranışını ve ortanın solu ha
reketini inceliyen bir başka yazar, Adnan Cemgil’de köy
enstitülerine değiniyor(73): «...B u arada köy enstitüleri de
(73)
F o r a m D erg isi, C H P ’n in Z ig z a g la n , A d n a n C em gil,
s a y ı 367, 15.7.1969.
kuruldu. Bu kuruluş, iyi niyetli, ülkücü öncülerinin aşırı
iyimserliğine ve Türk toplumunun topyekun kalkınmasın
da başlıca rolü oynıyacağına olan inançlarına rağmen gü
zel bir ütopyaydı elbet. Türkiye'nin temel yapısını değiştir
meden, köklü dönüşümler yapmadan, değil topyekun kal
kınma, köyü bile kalkındırmak mümkün olamazdı. Köy
enstitülerinin çok tuhaf ve talihsiz bir durumu vardı. Milli
Eğitim Bakanı ve bu enstitülerin davasını yürüten idealist
eğitimciler, karşılarında, en büyük engel olarak devletin
öteki organlarını bulmaktaydılar. Köy enstitülerinden çıkan
kafaları aydınlanmış çocuklar, öğretmen olarak köylere
gittikleri zaman, hükümetin temsilcilerini karşılarında bu
luyorlardı. Halk Partisinin hamurundaki, yapısındaki değiş
mez ve eşine az rastlanır bir çelişkinin belirtisi olarak bu
çocuklar, Eğitim Bakanlığınca yayınlanan klasik kitapları
okudukları için kovuşturmaya uğruyor, evleri basılıyor, iş
lerinden atılıyorlardı...»
Cemgil’in düşünleri, görüldüğü gibi daha önce ince
lediğimiz bazı eleştirilerdekilere benzemektedir.
Soldan gelen, içlerinde bazı doğru gözlemler bulun
makla beraber, ciddi ve yorucu bir araştırmanın, ürünü ol
mayan materyalist yöntem ve kuralların doğnı ve yerinde
kullanılamamasından doğan bir çok yanlış-sonuçlara ulaşan,
hiçbir zaman tam bir mantık ve analiz birliği gösteremiyeıı
eleştirileri, köy enstitülüler bir takım taktik düşünlerle ve
kaygılarla uzun bir süre hoşgörü ile karşılamışlar, çoğu
kez karşılıksız bırakmayı bütün solun çıkarları açısından
uygun görmüşlerdir. Ama, eleştirici bir kısım solcuların
davranış ve tutumu bu gibi taktik kaygılardan uzaklık, yap
tıklarının eylem açısından nereye varacağını görememe,
yalnız teorik planda ne kadar bilgiç olduklarını göster
me amacı gütme, köy enstitülüleri sola karşı savunma zo
runda bırakmalarının zararlarını anlıyamama şeklinde, so
lun ta baştan beri gelen yanlış çabalarını sürdürme yönün
de gittikçe gelişince, enstitülerden gelen tepkiler de sertleş
meye başlamıştır. Nitekim asıl amacı köy enstitülerini eleş
tirmek olmayan, buna yalnız değinen Cemgil’in yukarıda
aktardığımız düşünleri bile, yine Hürrem Arman(74)ın tep
kisine yol açmıştır:
«...sayın yazarın (elbet) sözcüğü ile perçinlemeye ça
lıştığı, tartışmaya bile gerek olmadığını söylemek istediği
yargısının tüm yanlış olduğunu hemen ve kesinlikle belirt
mek isterim... Kurucuların ve özellikle Tonguç’un bu kurumların (Türk toplumunun topyekun kalkınmasında baş
lıca rolü oynıyacağına) inandıkları görüşü ne kadar yanlış
sa, bunların bir (utopia) oldukları yargısı da o kadar ger
çek dışı bir yakıştırmadır. Önce, Tonguç ve hatta o’nun
ilkelerini uygulıyan ikinci üçüncü derecedeki kurucuların
-en azından sayın Cemgil kadar- yürürlükte olan düzen
içinde, köy enstitüleriyle (topyekün bir kalkınmaya) ulaşılamıyacağını bildiklerini saptamak gerekir. O günlerdeki
gerçekçi tutum ve uygulamaların üstünkörü bir incelemesi
bile bunu açıkça ispatlar... Ütopya yakıştırmasına gelince»
diyen Arman, köy enstitüleri ile gerçekleşen işleri, okul
öğrenci öğretmen niceliği bakımından belirttikten sonra,
«...köy enstitülerinin ele geçmiş bir fırsatla uygulanışı, al
dığı sonuçlar üzerine, vurulması, yıkılması ve yok edilişi
de, düzene karşı ve olumlu bir tutum içinde olduklarının
kesin bir ispatıdır. İkinci Dünya Harbi bitiminde durumun
karanlık olduğunu pek çokları bilmiyor, fakat köy ensti
tülerini kuranlar ve özellikle Tonguç biliyordu... 1946’lardan bugüne kadar, sürülen, kıyılan öğretmenlerin büyük
çoğunluğu köy enstitüsü çıkışlı veya oralarda çalışmış
olanlardır. Öğretmen örgütlerini kuranlar, işbirlikçi ve kar
şı devrimci güçlere, devrimcilerle elele savaşanlar vet sert
tepkilerle karşılananlar, gene onlardır. Türkiye İşçi Parti(74) İm ece d e rg isi, Ü to p y a , H ü rre m
1. E y lü l 1969.
A rm a n , s a y ı 101,
sine İstanbul’da yapılan ilk baskında yaralanan bir Y ü k
sek Köy Enstitüsü mezunu idi... Bütün bunlar herkesin
bildiği gerçeklerdir. (Utopya)larla bu sonuçlara varılabi
lir miydi? Eğer bu yargı ile; o günkü düzende; o düzenin
örgütleri olmayan enstitülerin kurulmasına girişmemek,
ele geçen bu fırsatı kullanmamak gerekirdi, denmek isteni
yorsa, bu çok gülünç olur. O vakit, bütün devrimci güç
lerin, aynı düzenin yürürlükte olduğu bugün de savaş ver
melerine gerek yoktur, onlar da ütopyalar peşindedir, gi
bi bir sonuç çıkar ki, sayın yazar kendi kendini de inkar
etmiş olur... TIP, Köy Enstitülerini ve Yüksek Köy Ens
titüsünü yeniden kurmayı programına almıştır. Bu bir
ütopya mıdır?...»
Bundan sonra Arman, öğretmenlerin köylerine gittik
leri zaman «hükümetin temsilcilerini» karşılarında bulma
larının «çok tuhaf ve talihsiz bir durum» olarak nitelen
mesi üzerinde durmakta, «...B u köy enstitülerinin «çok
tuhaf ve talihsiz bir durumu» oluşundan değil, köy ensti
tüleri ve mezunlarının tutumunun, uygulanan düzenle zıt
laşmasından geliyordu. Biz, o günlerde bu biçim çatışma
ların daha da çoğalmasını, hızlanmasını istiyor ve özlüyord uk... Bu bir tuhaflık» veya «talihsizlik» değil, sosyal
kanunların bir gereğidir... Son yıllarda bazı yazar ve de
ğerli sosyalistlerimizin, yazarlarımızın ve onlara katılan,
sayıları çok az da olsa, bazı kişilerin, derinliğine inceleme
ler yapmadan, belledikleri bazı kalıplara göre, köy ensti
tüleri ve Tonguç üzerinde uluorta, sosyalizmin bilimine de
aykırı düşen, yargılar ortaya attıkları görülüyor. Bunun
nedenlerini bilmiyor ve anlamıyor değiliz. Oysa bunlar
dan; yurdumuzda kurulmuş ve on yıl süre ile, kendi içinde
çelişmesiz, uygulamalar yapmış ve bugün de etkili sonuç
lar almış bulunan bu kurumlardan, sosyalist örgütlenme ve
eylem için, nasıl faydalanılacağını araştırmalarını bekle
m ek ve istemek hakkımızdır. Eylemin kolayını değil, güç
olanını seçmek gerekir. Asıl sosyalistçe ödevin bu oldu
ğu kanısındayız. Buna yönelinmediği sürece «ütopyamdan
da öte, bilime de ters düşer ve olumsuzluk batağına sapla
nırız. »
Arman’ın Adnan Cemgil’e karşılığının özeti budur.
■ Son Söz
Köy enstitüleri konusundaki eleştiriler bölümüne son
vermeden önce şu noktayı belirtmek isteriz: Eylem açısın
dan, sağcılar solculardan çok daha başarılı, etkili ve kendi
eylem amaçlarına yardımcı olacak eleştiriler yapmışlardır.
Sağcılar eleştirilerini yaparlarken, her zaman, o sırada köy
enstitüsü düşünü çevresinde gelişmekte olan sorunları ken
di yönlerinden göz önüne alarak işe girişmişlerdir. Bu nok
ta çok önemlidir. Çünkü köy enstitüsü sorunu yaşamını
sürdüren bir girişimdir. Bu sonın konusunda düşünlerini
açıklıyacak olanların, hele eylem alanında etkin olmak
savında iseler, kendi taktikleri bakımından işe girişmeleri
gerçekçiliğin gereğidir. Solda bu hesap yoktur. Yersiz, za
mansız, o süreç içinde kendilerine zararı dokunacak, hatta
bindikleri dalı kesme anlamına gelebilecek eleştirelere gi
rişmektedirler.
Bu konuda söylenecek son söz, her iki taraftan ve
enstitülülerden gelen eleştirilerin, niteliklerindeki tutarsız
lıktan ötürü, sisteme yeni hiçbir şey katmadıkları gibi, bü
tün aydınlar için pek de iyi bir not sayılamıyacak bir göz
lemimizi açıklamak olacaktır. Bunun da nedeni, hiçbir
kişinin ciddi, bilimsel araştırmalara girişmek çabasını göze
alamamış olmasıdır.
1960'dan Sonraki Gelişm eler
Bu bölümde amacımız, 27 Mayıs 1960’dan sonra köy
enstitüsü konusu ile ilgili olayların ve gelişmelerin tam,
ayrıntılı bir tarihini vermek değildir. Amacımız, bu olay
ve gelişmelerin ana çizgilerini, ana doğrultularını belirle
mek, biraz da köy enstitülerini savunanları kendi görüşle
rimize göre eleştirmektir.
27 Mayıs 1960’tan sonra köy enstitüsü konusu bir
denbire, su yüzüne çıkmış, kamuoyunu geniş ölçüde il
gilendirmiş ve basında o çağın başlıca konularından biri ol
muştur. Bu son derece ilginç bir gelişimdir ve herhangi bir
topluluk ve kuruluşun böyle bir amaçla sistemli bir çaba
ya girmesinden önce, kendiliğinden ortaya çıkmıştır. Bize
göre bu, köy enstitüsü sisteminin toplumsal bir gereksinme
olarak kendisini duyurduğunu, 1946 - 1960 döneminde köy
enstitülerine karşı yapılmış olumsuz propaganda ve ka
muyu yanıltma kampanyasının, bir bakıma kamuyu uyar
dığım, dikkatleri bu konu üzerine çektiğini ve çözümlen
memiş bir sorunun çözümü olarak, konuşma, yazma ola-
naklannın ortaya çıkacağı 27 Mayıs sonrasına kadar ka
mu bilincinde sessiz sedasız işlenmiş olduğunu gösterir.
Cumhuriyet çağında, bu şekilde baskı altına alındığı hal
de, aradan bu kadar uzun zaman geçtikten sonra, kendili
ğinden, bir patlama ile yeniden düşün hayatında yüzeye
çıkan bir başka ilerici düşün azdır sanırız.
Daha sonra başlangıçtaki bu spontane, kendiliğinden
olan gelişmeyi hızlandıran çabalar, çalışmalar, örgütlen
meler ve bazı olaylar ortaya çıkmıştır. Bu gelişmeyi hızlan
dıran ilk olaylar Tonguç’un 1960 Haziran’ında ve Yücel’in
1961 Şubat’ındaki ölümleridir. Bu iki olay, hem basında
köy enstitüsü konusunun tekrar tazelenmesine yolaçmış,
hem de enstitülülerin bir araya gelme, toplanma ve örgüt
lenme sürecini hızlandırmıştır. Ayrıca Milli Birlik Komi
tesi üyeleri ile yapılan konuşmalarda(1) köy enstitüleri ko
nusundaki düşünlerinin sorulması da geniş ilgi çekmiştir.
Köy enstitülülerin toplanma, örgütlenme ve eyleme
geçme çalışmaları ise iki yönde gelişmiştir: Bunlardan bi
rincisi dergi ve kitaplar yayınlıyarak, diğer dergilere ve
gazetelere yazılar yazarak yürütülen basın çalışmaları,
İkincisi ise meslek kuruluşları olarak güçlenme ve örgüt
lenme çabalarıdır. Her iki çaba da köy enstitülüler dışın
daki basın ve yeni toplanıp örgütlenmeye başlıyan ilerici
yazarlar tarafından geniş ölçüde desteklenmiştir.
■ İmece Dergisi
Enstitülülerin basın alanındaki çalışmalarının önem
li bir girişimi 1961 Martında yayınlanmaya başlıyan «İme
ce» Dergisidir. Bugün de yayınını sürdüren bu dergi, ço
ğunluğu köy enstitüsü çıkışlı öğretmenlerin, eski köy ens
titüsü öğretmen ve yöneticilerinin bir araya gelmesi ile ku
tu
O g ü n le rd e Y a ş a r K e m a l’in M illi B irlik K o m ite si Üy e le ri ile C u m h u riy e t g a z e te s in d e y a p tığ ı rö p o r ta jla r.
rulmuştur. Derginin maddi olanakları bu grup tarafından
ve yurdun her yerine yayılmış eski enstitülü öğretmenle
rin güvenlerine ve ilgilerine dayanılarak, bunların da ka
tılmalarıyla sağlanmıştır. Bu önemli bir olaydır. Şimdiye
kadar yurd çapında birkaç bin kişilik bir topluluğun, yal
nız belirli ilkeler çevresinde toplanarak, onların güveni ka
zanılarak, böyle bir basın girişimi için, çok sınırlı maddi
olanaklarına rağmen ve hiçbir maddi çıkar da sağlanamıyacağı daha başlangıçta söylendiği halde, maddi yönden des
teklerinin sağlanması örneğini bilmiyoruz. İş bu kadarla da
kalmamış, İmece, uzun bir süre, alışılagelmiş dağıtım ve
bayi sisteminin dışında, her ilçede gönüllü olarak bu işi
yapan enstitülü bir temsilcisinin çalışmasıyla o ilçedeki
abone ve okuyucularına dağıtılmıştır. Aynı sistem dergi
nin yaptığı kitap yayınları için de aksaklık olmadan işle
miştir. Dergi ve kitap yayınlarının fiatları konusunda ya
pılacak bir araştırma bu yönden de alışılmışın dışında, çok
değişik ölçüler kullanıldığı gösterir. Bütün bunlar, kendi
liğinden gelişiveren bir örgütlenme örneği olması, kollektif bir çalışmanın gerçekleştirilebilmesi, fiat - kâr ve sömü
rücü dağıtım sistemini bir kenara itebilme olanaklarının
bulunabilmesi gibi yönlerden bizim basın tarihimiz bakı
mından ilginçtir sanırız. Ayrıca konumuz açısından da bu
gelişmeler şunu gösterir: Köy enstitülüler 1946-1960 dö
neminde yılmamışlardır, yıldınlamamışlardır, bir takım il
kelere sıkı sıkıya bağlılıkları sürmektedir. Bu sonuçta, köy
enstitüleri sisteminin payı olmadığını söylemek haksızlık
olur. Enstitülerin başarısı tartışılırken göz önüne alınması
gerekli gelişimler ve ölçülerdir bunlar, kanısındayız.
Başlangıçtaki dayanışma sürdürülebilmiş ve en güze
li, İmece topluluğunun içinde, köy enstitüleri konusunda
çeşitli görüşleri temsil eden kişilerin bulunmasına, bunların
zamanla gruplaşmalarına rağmen, sürdürülebilmiştir. Bu
düşün ve ilke ayrılıklarını, bunlara bağlı gruplaşmaları do
ğal karşılamak gerekir; her yaşayan, gelişen düşün toplulu
ğunun içinde zamanla çelişmelerin, düşün ve ilke ayrılıkla
rının belirmesi toplumbilim kurallarının gereğidir; o top
luluğun dinamizmini gösterir Hatta kişisel kanımız, İme
ce topluluğu içinde bu ayrılıkların daha da güçlü olması
sağlanabilseydi, köy enstitüsü akımının gelişimi açısından
bu çok yararlı olabilirdi şeklindedir.
1946’danberi köy enstitüleri konusunda önemli birşey
söylememiş olan İnönü, îmece’nin ilk sayısına bir başya
zı vermek gereğini duymuştur. Bu başyazıdaki şu sözler
anlamlıdır(2):
«...B u kurumların en verimli devirlerine,ayak bastık
larından itibaren aşıtlarından ve hedeflerinden yoksun bir
hale düşürülmeleri memleket için gerçek bir talihsizlik ol
muştur. Bu büyük kayıp yanında insana teselli veren çok
önemli tek konu, enstitülerden yetişenlerin büyük çoğun
lukla idealist olduklarının anlaşılmış olmasıdır. Güçlükler
le dolu insafsız günlerin çetin sınavlarını idealistler yüz
akıyla geçirmişlerdir...» Bu ve basında yayınlanan bir
çok yazılar, kamunun köy enstitüleri konusundaki çekin
genliğinin giderilmesine yaramıştır.
İmece’nin bir başka ilginç çabası, kendisinden sonra
yayın hayatına atılan ilerici dergileri eylem olarak destek
lemesi olmuştur. Örneğin 20.12.1961’de yayınlanmaya
başlıyan Yön dergisi başlangıçta İmece örgütünden ve
İmece temsilcilerinden, abonelerinden geniş ölçüde yarar
lanmıştır. Bunun da bizim basınımızda az rastlanır bir
davranış olduğunu sanıyoruz. Böylece yalnız manevi alan
da değil, eylem olarak da köy enstitülülerle Türkiye’nin
diğer ilerici aydınlan arasında bir köprü kurulmaya, bir
işbirliği yaratılmaya çalışılmıştır. Bunda da başanlı olun
muştur. Yön Dergisi’nin ilk sayısında yayınladığı bildiriyi
(2) İm e c e d e rg isi, İm e c e y e B a ş la rk e n , İ s m e t İn ö n ü , s a y ı
1, m a r t 1961.
birçok köy enstitülü aydının imzalamasıyla, köy enstitülüler, Türk düşün hayatında önemli bir rol oynayacak olan,
Yön girişimine katılmışlardır. Bu bildirinin konumuzla il
gili bölümü şöyledir01:«.. .Devletçilik demokratik rejimin
sadece bir şekilden ibaret kalmasını önleyip demokrasinin
kütlelere malolmasını sağlıyacak temel müdahale vasıtası
dır. Planlı bir eğitim seferberliğine girişmek, köy enstitü
leri ile açılan yolu genişletmek, milyonlarca köylü ve işçi
çocuğunu eğitim alanında ve memleketin idaresinde her
kesle eşit imkanlara kavuşturmak, yetişkinlerin eğitimi yo
luyla kütlelere yükselme fırsatı hazırlamak, ancak şuurlu
bir devletçilikle mümkündür...» Böylece ilk defa olarak
köy enstitüsü sistemi geniş bir ilerici aydın topluluğunun
çalışma ilkeleri arasına girmiş oluyordu.
■ Bazı A çık Oturumlar
Yine kamuoyunda konuya ilgi uyandıran önemli bir
olay, Türk Devrim Ocaklarının İstanbul’da 23 -24.12.
1961’de düzenlediği köy enstitüleri, daha doğrusu «Mem
leketimizin Bugünkü İhtiyaç ve Durumu Karşısında 3803
Sayılı Kanunla Kurulan ve Tanımlanan Köy Enstitülerinin
Yeniden Kurulup Kurulmaması» konulu açık oturumdur.
Bu açık oturumda ilk defa olarak köy enstitülerini savu
nan bir grupla tam karşı tezi savunan aşın sağcı bir grup
karşı karşıya getirilmiştir. Konusu aynı olan bir ikinci
açık oturum, yine Türk Devrim Ocakları tarafından 6 - 7
Ocak 1962’de Ankara’da yapılmıştır. Bu açık oturumlar
genellikle düşünlerin bilimsel bir şekilde, objektif olarak
tartışılıp, herhangi bir sonuca ulaşılmasına olanak bırakmıyan normal dışı koşullar içinde yürümüştür. Aşın sağ
cıların dinleyici olarak salona doldurdukları çoğunluğu
imam - hatip okulu ve polis koleji öğrencileri olan bir top
luluk, enstitüleri savunanlara sürekli olarak sataşmış, gü
rültü çıkarmış, açık oturum salonlarım miting alanına çe
virmişlerdir. Köy enstitülü grup, enstitülerin yeniden açıl
ması tezini savunmuş, aşın sağcılar ise eski suçlamalarını
tekrarlamışlardır. Önemli olan, bu oturumlarda varılan so
nuçlardan çok, konunun kamuoyunda yeniden dikkati çek
miş olmasıdır. Gençlik kuruluş ve örgütlerinin konuyu be
nimsemeleri, destek olmaları, öğrenmek
istemeleri de
ikinci ilginç noktadır.
■ Tonguç İlkokulu ve Yılanların Öcü
Ayrıca Balıkesir’in Burhaniye ilçesinde bir İlkokula
Tonguç adının verilmesi (ve birkaç yıl sonra 11 Meclisinin
baskısıyla kaldırılması), Fakir Baykurt’un «Yılanların Öcü»
romanının filme alınması ve bu filmin gösterilmesi sıra
sında çıkan karışıklıklar, sağcıların saldırıları, konunun
Cumhurbaşkanına kadar yansıması ve Cemal Gürsel’in
açıkça filmi savunması, Tonguç ve Yücel’in ölüm yıldönümleri, köy enstitülerinin kuruluş yıldönümü anma tö
renleri gibi olaylar, yine bu yıllarda köy enstitüleri konu
sunun kamuoyunda canlı tutulmasına yardımcı olmuşlar
dır.
■ İmece Yayın Kooperatifi
Temmuz 1962’de İmece Yayın Kooperatifi adı al
tında, daha geniş çapta yayma girişebilmek için bir örgüt
lenmeye girişilmiştir. 1962 Ağustos ayında İmece Dergisi
yayını olarak Fay Kirby’nin «Türkiye’de Köy Enstitüleri»
kitabı yayınlanmış, geniş yankı uyandırmış, konu ile ilgili
birçok aydının yeni bilgiler edinmelerini sağlamıştır. Diye
biliriz ki, İmece dergisinin yaptığı en başarılı hizmetlerden
birisi bu olmuştur.
1962 yılının son üç ayı içerisinde dış basında da
İmece dergisinin savunduğu düşünler ilgi uyandırmış, ör
neğin Paris’te yayınlanan «Orient» Dergisinde «Türkiye
Cumhuriyetinde Toplumsal Akımlar» başlıklı bir yazıda
lmece’ye de geniş yer verilmiştir.
■ Yeniden Kurma Tasarısı
Bu arada daha önce değindiğimiz açık oturumlarda
okunmak üzere, köy enstitülerinin yeniden kurulmasında
ne gibi ana ilkelerin uygulanması gerektiği konulu bir tas
lak üzerinde durmak isteriz. Bu taslak imece Dergisinde
yayınlanmıştır44’: Bü yazıda ilk olarak köy enstitüleri de
nemesinin nedenleri üzerinde durulmuş, bu kurumlarda
yalnız öğretmen değil, her türlü meslek erbabının yetiştiril
mesinin düşünüldüğü belirtilmiş, ve şöyle denmiştir:
«...Türkiye’nin köy gerçekleri onbeş yıllık demokrasi
süresince de değişmemiştir. Tutulacak eğitbilimsel yolun
bugün de aynı olması gerekir...» Bundan sonra eski köy
enstitüsü ilkelerinin bu bakımdan yeniden geçerli olması
gerektiği üzerinde durulmaktadır. Özet olarak şuhlar öne
sürülmektedir: Halen ilköğretmen okullarına çevrilmiş olan
köy enstitülerine %75 oranında alınmış köy çocukları ora
nını hemen % 100’e çıkarmak, her enstitünün kadrosunu
1000- 1500’e ulaştırmak, bütün ilköğretmen okullarına
kız ve erkek öğrenci alarak eşit eğitim konusundaki bağ
nazlığı tekrar bırakmak, bu okullarda okuyan kız erkek
bütün öğrencilerin ana babalarına okulların kapılarım aç
mak, okulların çalışmalarını görmelerini, hatta bu çalışma
lara katılmalarını sağlamak, bırakılmış tarım alanlarını tek(4) İm ece d e rg isi, K öy E n s titü le r i Y eniden N a sıl P la n la
n a b ilir ? , s a y ı 9, 1.1.1962.
rar ele alarak kültürün yanısıra tarım kültürü ile de öğren
cileri bezemeye önem vermek, aynı şekilde kapatılmış olan
işükleri de açarak iş eğitimine yeniden önem vermek, klasik
bir kültür edinmek için gerekli olan ve yersiz şüphe ve ta
salarla ortadan kaldırılan serbest okuma, müzik, resim,
beden eğitimi, türlü elişleri, folklor çalışmaları, edebiyat,
diğer toplu araştırma inceleme gezileri, toplu tartışma gibi
çalışmaları yeniden önemle ele almak, öğrencilerin okul hiz
metlerine ve okul yönetimine katılmasını sağlıyarak eski
ye kıyasla çok artmış olan disiplin bozukluklarını önlemek,
köyç öğretmen yetiştirecek okullarda kurulacak yapılara,
tarımsal tesislere öğrenci emeğini katmak, böylece teknik
ve tarım çalışmalarının verimsiz uygulamalar şeklinde değil,
üretici olmasını sağlamak, sağlık kollarım yeniden açmak,
bunların müfredatını köyün ihtiyaçlarını göz önünde tuta
rak düzenlemek, sınıfta kalan öğretmen ve sağlık memuru
adaylarını harcamayıp bunları ülkenin başka iş alanlarında
kullanacak şekilde hayata hazırlamak, köy enstitülerinin
kuruldukları köylerle kopmuş olan ilgilerini yeniden kur
mak, köyü ve okulunu, köy okulunun öğrencilerini öğret
men adayı için uygulama konusu yapmak, okulun kesimine
giren bölgeyi okul için bir inceleme ve araştırma alanı
olarak kabul edip, öğretmen adayını bu kesimin özellikleri
ne göre yetiştirmek, böylece eğitimde yerelliği gözetmek,
Yüksek Köy Enstitüsünü enstitülere öğretmen yetiştirecek
vc köy eğitimi problemlerini bilimsel olarak inceleyip araş
tıracak şekilde ve bir yönetmenlikle değil, kanunla yeniden
açmak, öğretmen yetiştiren okulların mezunlarıyla ilgisini
yeniden kurmak, bu okulu bitirmiş köy öğretmenini görevi
başında desteklemek, onları izlemek, okulu bitiren yeni öğ
retmene örnek çalışmalar yapabümesi için gerekli sanat
araçları, tarım araçları ve bu amaca uygun yeterlikte top
rak vermek, okulu bitiren yeni öğretmeni köye küçük de
olsa seçkin eserlerden bir kitaplıkla göndermek, teftiş ve
denetleme işlerini gezici başöğretmenler ve köy enstitüsü
öğretmenlerinin katılmasıyla yararlı ve yapıcı bir duruma
getirmek, köy okullarının yapımında halkın gücünden
faydalanmak, bunun için önemli hizmetlerimizi başarabil
mek amacı ile yüzyıllardır halkça sürdürülen ulusal imece
geleneğimizi canlandırmak, köy okulunu sadece dershane
değil, mutlaka işlikli ve uygulama bahçeli yapmak, küçük
köy, oba, kışlak vs. nin öğretmene kavuşabilmesi problemi
ni eğitmen sistemini yeniden canlandırarak çözmek, bu ça
lışmaların sadece MUli Eğitim Bakanlığı ile değU, Tarım,
Sağhk, içişleri, Milli Savunma Bakanlıklarıyla işbirliği ya
parak yürütmek, bu işleri başarabilmek için 3104, 3238,
3004, 4274 sayılı'kanunları yeniden ele almak, eğitim iş
lerimizin düzenlemesinde ülkemizin koşullarına inmeden ve
rimsiz olmaya mahkum projeler öne süren yabancı uzman
ların söylediklerinin değil, geçirmiş olduğumuz, dünya öl
çüsünde değer taşıyan eğitbilimsel deneylerimizin sonuçla
rını önemle göz önünde tutmak...
Bu çalışma taslağı İstanbul’daki açık oturumda okun
du. Ama bu gibi ciddi konularda karşı tarafı olumlu sonuç
lar çıkabilecek bir tartışmaya götürmek olanağı bulunama
dı. Her zamanki komünistlik, yolsuzluk, ahlaksızlık suçla
malarının dışında, eğitbilim görüşü olarak aşın sağcılar,
Prof. Mümtaz Turhan’ın ağzından, her vatandaşa ilkokul
ilkesi yerine, üstün yetenekleri olanları toplayıp, bunlardan
yüksek nitelikte uzmanlar yetiştirilmesini, böylece birkaç
binlik uzmanlar topluluğunun Türkiye’nin her sorununu
çözeceğini öne sürüyorlardı. Iş, yaygın ilköğretimin gerekli
olup olmadığının tartışılmasına takılıp kalınca, yukarıdaki
çalışma taslağına varmak, bunu tartışmak olanağı da bulu
namadı. Bu taslak eski köy enstitüsü sisteminin ana ilke
lerinin yeniden uygulanmaya başlanması anlamına geliyor
du.
Buna benzer istekler bazı basın organları ve bazı mes
lek kuruluşları tarafından da öne sürülmüştür. Örneğin Tür
kiye Köy öğretmen Demekleri Federasyonu, «Köy Öğ
retmenlerinin Eğitim Görüşleri» başlığı altında Milli Eği
tim Bakanına verilen bir muhtırada aşağı yukarı aynı istek
leri öne sürüyordu^.
Bir dereceye kadar, bu gibi yeniden kurulma istek ve
baskılarını kolaylaştıran bir ortam gelişmişti: İlerici ay
dınlar, ilerici basın, bir kısım öğrenci ve gençlik kuruluşları,
önemli öğretmen meslek örgütleri bu düşünü ortaya atı
yorlar, kamuoyu da bunu destekliyordu. Enstitülerin yeni
den kurulması düşünü, kalkınmanın başlıca ilkeleri arasına
alınmıştı aydın vatandaşça. Devlet Planlama Örgütü konu
yu inceliyerek olumlu sonuçlara varıyordu. Bu baskı kar
şısında bir kısım yönetici ve politikacılar doğrudan doğ
ruya enstitülere karşı cephe almamak, hatta onlardan ya
na davranır gibi görünmek, siyasal olayların gelişmesini
beklemek, ilerici görüşlere karşı çıkmamak gereğini duyu
yorlardı. Bir bakıma 1935 - 36’lardakine benzer bir siya
sal denge havası var gibiydi. Bir kısım ilerici güçler bir eği
tim hamlesine girişilmesi için baskı yapıyorlardı, ortada
da eğitim planı olarak en akla yakın köy enstitüleri sistemi
vardı. Mantık açısından buna karşı çıkmak zordu. Hem si
yasal alandaki ibrenin ne yana sapacağı da daha henüz
belli değildi. Ortada alışılmamış etmenler vardı; Milli Bir
likçiler, Ordu gibi... Bakanlık yöneticileri de aynı havanın
ve hesapların içinde idiler. İşte bu bekleyiş ve iki yanı
kollayış havası içerisindedir ki, bazı eski köy enstitülerinde
bir kısım ilerici öğretmenler kendi çaplarında olumlu işle
re girişmeye başladılar; uygulamalı çalışmalara önem veril
mesi, tarım alanlarına gidilmesi, kültürel çabaların, özgür
okuma ve tartışma yönüne kaydırılması gibi... Öğrenciler
bunları destekliyorlardı. Onlar da, aralarında anlatıla gelen
geçmiş bir çağın, efsaneleşmiş bir dönemin özlemi vardı
sanki. Bakanlık bu gibi yeni gelişmelere göz yumuyor ve
zaman zaman da destek olmak gereğini duyuyordu. Böylece, örneğin Hasanoğlan’da «Yılanların Öcü» filmini öğren
cilere göstermek, Fakir Baykurt’u onlarla konuşturmak ola
nağı bulunuyor, okul yöneticileri bu çalışmaları onayla
mak zorunda kalıyorlardı. Bu hava, ibrenin kesin olarak
belirli bir yönü göstermesine, koalisyon hükümetlerinin
sonuna kadar kapanıp açılarak böylece gidecek, fakat on
dan sonra siyasal alanda ağır basan yön belli olunca po
litikacısı da, yöneticisi de gerçek yüzlerini belli edecekler
di. O zaman, köy enstitülerinin bir kısım eski öğretmenle
ri yeniden sürülecek, okullardaki bu gelişmeleri benimse
miş öğrenciler bile okullarından atılacak, öğrenimlerine
son verilecekti. O çağın kararsız havasını ve tutucu politi
kacıların bile köy enstitüsü konusunda nasıl olumlu ko
nuşmak gereğini duyduklarını bir iki örnekle belirtelim:
Hasanoğlan Öğretmen Okulunu 1.4.1962 günü denet
lemeye gelen çağın Başbakan yardımcısı Akif Eyidoğan
orada öğretmenlerle şöyle konuşuyordu(6): «...Eski köy
enstitülerine dönülmedikçe kurtulamayız...» dedikten son
ra, okul yöneticilerinin eski programlarla şimdikiler ara
sında sadece tarım uygulamaları yönünden bazı küçük
farklar olduğu savına karşılık, «...İyi ama birşey daha ek
sik. O zaman öğrenci bütün yıl elimizde kalıyordu. Sonra
şimdi olmayan sanat dallan da vardı...» diyerek halen ta
rım alanındaki çalışmaları da yeterli bulmadığını belirte
rek, «...enstitülerin döner sermayesi öğrenci emeğinden
faydalanılarak çok ileri bir duruma getirilebilseydi, dev
let bütçesinden hiç para alınmıyacak olduğu için yıkıcı
kuvvetlerin bu okulların işlerine de karıştırılmasına engel
olunabilirdi...» düşününü ileri sürmüştür. Biz de tanığı
olduğumuz bu konuşmasının ertesi gün basında çıkması
üzerine, bir açıklama ile bazı sözlerini değiştirmek zorunda
(6 )
İm ece d e rg isi, m a y ıs 1962, sa y ı 13, s. 33.
kalan Eyidoğan’ın durumu ve tutumu bu çağ için tipiktir.
Bir başka örnek Yön dergisinde yayınlanmış Ekrem Alican’la yapılan bir konuşmadır0': «...K öy enstitülerine ge
lince, eğitim meseleleri ihtisasımın dışında kalmakla bera
ber, bu okulların kuruluşundaki prensipler sanırım ikidir.
İlk prensip eğitimin pratik çalışma ile birlikte yürütülerek
istihsale yöneltilmesi, ikinci prensip köy çocukları vasıta
sıyla köylünün okutulması ve yetiştirilmesi. Her iki pren
sibi de tamamen tasvip ediyorum. Yalnız köy enstitülerin
den çok şikayet edildi, geleneklerimize aykırı tatbikat üze
rinde duruldu. Bunları da göz önünde tutmak lazım. Önem
li olan yukarıdaki iki prensibin uygulanması. İsim üzerin
de durmamalı...» demektedir. Bu iki örneğe, Tahsin Banguoğlu gibi enstitüleri yıkma işleminde önemli rol oynamış
bir kişinin, yukarıda sözünü ettiğimiz açık oturumlardan
birine katılıp enstitüleri canı yürekten savunur görünme
davranışını da katarsak, o günkü hava anlatılmış olur sanınm (81.
İşte bu hava ve bu siyasal koşullar içindedir ki ensti
tüleri savunanlar, sonradan bazı solcular tarafından eleşti
rilecek olan enstitülerin yeniden kurulmasını savunma tak
tiğini yürütmeyi doğru bulmuşlardır. Bu, o günkü siyasal
gelişmelerin büyük bir olanakla sağ yönde olacağını bile
mediklerinden, anlıyamadıklanndan ötürü değildir; bunun
böyle olacağını gösteren birçok belirtiler, gittikçe yoğunla
şarak ortaya çıkmaya başlamıştı. Buna rağmen bu takti
ğin, koalisyon hükümetlerinin sona ermesine kadar uygu
lanması onlara doğru gözüküyordu. Siyasal güçler denge
sinde beklenmedik değişiklikler olabilir ve bu değişiklikler
sonucu ilerici düşünlere, uygulamalara yer vermek zorun
da kalacak bir hükümetle bir anlaşmaya girmek olanağı
(7) Y ön d e rg isi, 9.5.62, s a y ı 21, s.' 9, E k re m A lic a n la k o
n u şm a .
(8) T ü rk iy e M illi G en çlik T e şk ila tı, 23-24, 12.1962 d e Ista n b u ld a y a p ıla n a ç ık o tu ru m u n z a b ıtla rı.
çıkabilirdi, tıpkı 1935 -3 6 ’lardaki gibi... O zaman yine ne
yapılabilirse kâr olurdu. Bu olanak koalisyon hükümetle
rinin sona ermesi ile kesinlikle ortadan kalkmıştır. Kanı
mız odur ki, bu taktik doğru idi, eğer koalisyon hükümet
lerinin sona ermesinden sonra aynı taktik sürdürülse idi
hatalı olurdu. Bu da yapılmamıştır; o noktadan sonra köy
enstitülerinin ancak ilerici iktidarlar işbaşında olduğu za
man kurulmasının doğru olacağı savunulmaya, anlatılma
ya başlanmıştır. O noktaya kadar olan, yeniden kurulma
sını savunma ve bunun için sözle, yazı ile, örgütlerle, mi
tinglerle, yürüyüşlerle, açık oturumlarla baskı yapma takti
ğinin bir nedeni daha vardır: Biraz da gerçekleşmiyeceği bi
line biline ileri sürülen bir istek, köy enstitülüleri bir ara
ya getirmeye, toplu tutmaya, örgütlemeyi hızlandırmaya
yaramıştır. Sonradan bu taktiği eleştirenlerin, her zaman
olduğu gibi eylemle ilgili bu önemli noktayı da gözönüne
almadıkları görülür. Ayrıca eylem açısından köy enstitülüler dışında gittikçe artan bir güçle köy enstitülerinin tek
rar kurulmasını ortaya atıp savunan diğer aydınlara, si
yasal alanda güçler dengesinin ne yana kayacağı her kişinin
kolayca anlıyabileceği biri şekilde belirmeden, bu taktiğin
tersini söylemek, erken ve köy enstitüleri sisteminin bunlarca benimsenmesini durdurucu, yavaşlatıcı nitelikte ola
bilirdi. Bu hesaplar yapılarak koalisyon döneminin sonu
na kadar, köy enstitülerinin yeniden kurulması gereklidir,
sloganının yürütülmesi, kanımıza göre yararlı olmuştur.
■ İçerde Düşün Ayrılıkları
Olayları İmece çevresinde anlatmaya devam ederken
bundan sonraki gelişmelerin anlaşılabilmesi için imece top
luluğunun iç düşünsel yapısı ve bir takım gruplaşmalara
değinmek zoru vardır. Bu gruplaşmalar aynı zamanda, ta
başlangıçtanberi, yani köy enstitülerini kuruluş yıllarından
bu yana, içerideki çekişmelerin ve düşün ayrılıklarının bir
bakıma bu dönemde de şekillenmesi anlamına da gelir.
İmece topluluğu başlangıçta ana ilkeler çevresinde toplan
mış, ama bazı önemli noktalarda kesin bir anlaşmaya va
rabilmek olanağını bulamamış bir topluluktu. Derginin ilk
dört sayısı İstanbul’da çıkarılmış, burada dergiyi yöneten
lerle diğer kurucular arasında aslında önemsiz ve kişisel
gözüken bir takım sürtüşmelerin çıkması üzerine Ankara’
ya nakledilmiştir. O gündenberi de Ankara’da çıkmaktadır.
Dergiye genel havasını ve yönünü veren ilkelerin saptan
masında her zaman, kurucu sayılan 14 kişinin de düşü
nü alınmaya çalışılmış, önemli anlarda her birinin kanıla
rına başvurulmuştur. Kısa bir süre sonra kurucular arasın
da iki eğilim belirmiştir: Bunlardan birincisine göre dergi
bir araştırma, inceleme ödevi yapmalı, köy sorunlarını bi
limsel olarak inceliyerek yeni taslaklarla ortaya çıkmalıdır,
bu yoldan da bütün enstitülüleri bağlayıcı ve eğitici, yetiş
tirici bir rol oynamalıdır. Gündelik polemiklere girmeme
lidir. Dergiyi uzun bir süre Ankara’da yönetmiş olanların
savunduğu ikinci eğilime gelince: Yalnız inceleme ve eğit
me görevi bu çağın koşullarınd karşılık vermez, dergiye
bağlanmış enstitülüleri de doyurmaz. Bugün önemli olan
birinci derecede eylemdir, gündelik olayları kendi açısından
yorumlamak, bunlara etkili olmaya çalışmalı, köy ensti
tüsü düşününün kamuya maledilmesinde ve geliştirilme
sinde etkin bir rol oynamalıdır. Bunu yaparken de enstitülü olup da köy enstitüleri konusunda tutucu sayılabilecek,
kamunun bu kadar ilgilendiği bu konuyu kişisel yükselme
leri açısından sömürmeye kalkanlara karşı cephe almalı, ön
ce enstitülüler arasında bir ana ilke birliği sağlamaya ça
lışmalıdır. Bu ikinci eğilimi anlıyabilmek için biraz geriye
dönmek gerekmektedir. Kökleri Soysal hareketine ve onun
eleştirilerine kadar varan bir grup, ta baştanberi köy ens
titüleri sistemini değişik şekilde anlamaktadırlar. Bunlara
göre sorun, sadece ileri bazı eğitbilim ilkelerinin uygulan
maları gereken bir öğretmen yetiştirme programıdır. Bun
lar işin toplumsal, siyasal ve ekonomik yönünü ikinci plana
itmekte, amaç olarak ileri eğitimi ilkelerine göre öğretmen
yetiştirme diyebileceğimiz bir amaca, işi indirgemektedir
ler. Siyasal görüş ve inançlar bakımından da, bu gibiler,
enstitüleri bizim anladığımız genişlikte anlamış olanların
karşısındadırlar. Bu çatışmanın siyasal sonuçları da olmuş
tur; tutucu inançlılar, 1946’dan önceki Çifteler ve Eski
şehir aşırı solculuk suçlamaları olaylarının kışkırtıcıları,
yaratıcılarıdırlar. Bu olayların köy enstitüsü konusunun ge
lişimindeki olumsuz etkilerini daha önce görmüştük. Bu
gruptan olanlar her zaman genel siyasal havanın kendi ki
şisel çıkarları açısından değerlendirmesini yaparak, köy
enstitüsü üzerindeki kanılarını ona göre değiştirmişlerdi.
Bunların örneklerini de daha önceki bölümlerde gördük.
Bu gibiler, 1960’dan sonra işler köy enstitüsü düşününden
yana gelişince, yine köy enstitülerinin savunucusu olmuş
lar ve köy enstitülüler arasına katılmışlardır. Ama bunlara
göre sorun bir mektepçilik, bir iyi okulculuk sorunudur,
işte imece topluluğu içinde en başta olan gruplaşmada,
bu gibilere karşı tutulacak yol arasında da anlaşmazlık
çıkmıştır, inceleme ve eğitme çalışmalarına öncelik veril
mesini savunanlara göre, bu gibilere karşı hiçbir çatışmaya
girmemelidir; bu, birliğin bozulmasına, gücün azalmasına
yol açabilir. Halbuki diğer kuruculara göre ise, köy ensti
tüsü sistemini yeni koşullara uydurabilmek, geliştirebilmek
için, önce bu sözde köy enstitülülerin fikren tasfiye edilme
leri gereklidir.
işte kurucular arasındaki bu taktik düşün ayrılığı,
derginin kendisinden bekleneni tam olarak yapamamasına
yol açmıştır. Birincilerin istediği inceleme ve yeni tasarılar
getirme çalışmaları yapılamamış, köy enstitülüleri çeşitli
nedenlerden ötürü bu yola itmek olanağı sağlanamamış,
İkincilerin istedikleri, eylemde daha etkin olmak, ilkeler
yönünden bir temizlemeye ve görünürde değil, gerçek bir
birliğe gitmek yolunda -da birincilerin bu gibi atılından
önlemeleri yüzünden etkili bir şekilde yürünememiştir. Boy
lerce köy enstitülüleri bir araya getirmek, toplu tutmak, ör
gütlenmelerini kolaylaştırmak gibi görevleri başarı ile yü
rüten dergi, enstitülüler dışındaki aydmlann ondan bekle
diklerini, köy enstitüleri sistemini yeni koşullann ışığında
yorumlamak, açıklamak ve geliştirmek çalışmalarını ger
çekleştirememiştir. Tutucu diyebileceğimiz enstitülüler bir
çok tertiplere rağmen, İmece dergisinin yönetimini hiçbir
zaman ellerine geçirememişler, dergi, ilerici gruptan çeşitli
kişilerin arasında yönetim bakımından zaman zaman el
değiştirmiş, ama yukarıdaki ana taktik konusunda hiçbir
zaman tam bir ortak kanıya varılamamış, bu da dergiyi ya
rı felçli bir durumda bırakmıştır. Tutucu grubun başarıla
rı daha çok mesleksel örgütlenme alamnda olmuş, bunlar
özellikle 1962’den sonra meslek kuruluşlarının en önemlile
rinin yönetimlerini ele geçirmişler, ama buralarda köy ens
titülerini savunma ve ilkelerini geliştirme bakımından kay
pak davranmışlardır. Çoğunlukla bir takım siyasal partileri
kollamışlar, ancak örgütün tabanından gelen dürtüler so
nucu, istemiyerek sert atılımlara girişmişler, böylece bu ör
gütlerin yönetimlerini kişisel siyasal gelişimleri için basa
mak olarak kullanmışlardır. Bu durum, bu gibilerin etkin
politikaya girerek, bu örgütlerin başından ayrılmalarına
kadar sürmüştür.
Bu çekişmeler sürüp giderken, imece yöneticileri, ba
zı kuruculardan gelen yatıştırma çabalarına rağmen, bir iç
eleştiri çabasına zaman zaman girişmişlerdir. Türkiye’nin
1960’dan sonra çok hızlı gelişmekte olan toplumsal ve si
yasal bilinçlenmesi süreci içinde, 1960’dan önce söylenemiyenlerin bugün söylenmesi yeterli değüdir, köy enstitüle
ri konusunda daha bir açıklığa, yeni yorumlara girmek
gerekir, bunun da yolu iç eleştirilerden ve gerekirse iç dü
şünsel tasfiyelerden geçer, gibi düşünlerle yapılan bu iç
eleştirilere bir iki örnek verelim: Ömeğin İran’da Köy ensti
tülerine benziyen eğitim kurumlan bulunduğu şeklinde ya
zılar yayınlamış olan Rauf Inan’a karşılık, bunların köy
enstitüleri ile ana ilkeler bakımından hiçbir benzerlik
leri olmadığını öne süren ve böyle bir sonuca ancak köy
enstitülerinin ana ilkelerini iyi bilmemekle varılabileceğini
kanıtlıyan Fay Kirby’nin İnan’ı eleştiren yazıları Imece’de
yayınlandı01. İkinci örnek olarak Öğretmen Demekleri
Milli Federasyonu yöneticüerinin köy enstitüleri konusun
daki kaypak tutumunun eleştirilmesi gösterilebilir00'. Özel
likle bir Unesco toplantısı sırasında köy enstitüleri konu
sunu uyutmak istiyen sağcıların oyununa bile büe gelmiş
olmaları ve Başkan Şükrü Koç’un bunu sağlamak için
verdiği bir önerge üzerinde duruluyordu. Fakat bu gibi çı
kışlar en sonunda bir kısım kurucuların, birliğin parçala
nabileceği, gündelik polemiklere girilmemesi gerektiği gibi
sert tepkileriyle karşılanınca, derginin etkinlik çabaları yi
ne sonuçsuz kalmıştır.
Bunun dışında, dergi genel siyasal durumun ne yö
ne doğru gelişeceği belli oldukça, köy enstitüleri konusun
daki olumsuz kanılarını daha bir rahatlıkla ortaya vur
maya başlıyan ve köy enstitülülere,onların örgütlerine kar
şı bir tavır takınan tutucu Milli Eğitim Bakanlarını eleştir
mekte ve onlara karşı örgütlerin girmiş oldukları mücadele
yi desteklemekte etkili olmuştur.
Bu arada şunu da söylemek gerekir: İmece dergisi bu
güne kadar ayrı ayrı beş altı yönetici grubu tarafından çı
karıldığı halde, ana ilke ve doğrultusu bakımından bir bü
tünlük gösterir. Noksan olan, kanımızca, derginin birleş
ti) İm ece d e rg isi, İ r a n d a K ö y E n s titü le r i V a r M ıd ır?
F a y K irb y , s a y ı 26, 27, 28, 29, 30. H a z ira n - e k im
1963.
(io) İm ece d erg isi, O la y la r - Y o ru m la r, s a y ı 29, e y lü l 1963.
tirme, eğitme görevinin dışında, 1960’dan sonra köy ensti
tüleri konusundaki gelişimler üzerinde yeter derecede etki
li olmaması, kamuyu doyuracak yeni yorumlar, açıklama
lar getirememesidir.
1967 yılında bu durumu düzeltmek, yeni bir hız vere
bilmek için girişilmiş, bize göre bugünden sonraki gelişme
ler açısından da önemli, fakat gözden kaçmış ve o zaman
ki yöneticiler tarafından sürdürülememiş yeni bir atılım gö
rüyoruz: Uç ay kadar süren bu gelişimin ilk yazısının
özeti şudur00: 27 Mayıs’tan sonraki gelişmeler anlatıldıktan
sonra «...köy enstitüleri aydın kamu oyunda bir ülkü ola
rak. benimsenmiş, hatta bir partinin programına bile gir
mişti ama, köy enstitülerinin ne olup olmadığı acaba doğ
ru olarak anlaşılabilmiş miydi? Konuyu pek dar açıdan ele
alıp çağdaş eğitbilim ilkeleriyle biraz tatlandırılmış bir öğ
retmen yetiştirme sorununa indirgiyenler vardı. Üstelik
böyle anlamak işlerine de geliyordu. Kimsecikleri ürkütüp
küstürmeden hem ilerici geçinmek, hem de politika alanın
da kişisel yükselmeleri için konuyu basamak yapmak ola
nağı bulunuyordu. Böylelerinin anma toplantılarında, açık
oturumlarda boy gösterip, aydın güçlerin önünde konu
nun sahibi gözükme çabaları, gerçek ülkücülere tiksinti
veriyordu. Ötevandan konuyu politika alanında şimdilik
sömürmeyi, köy enstitüleri ülküsüne inanmış bir öğretmen
topluluğunun desteğini sağlayıp, bunların sırtından yayıl
mayı, bu iş bittikten sonra konuyu bir kenara atıvermeyi
tasarlıyan pek bilgiç kişiler vardı. Bunlara göre kitapta ye
ri yoktu köy enstitülerinin. Pek iyi bildiklerini sandıkları
kurallara göre kurulmaması gereken kuruluşlardı. Hem za
ten kurucuların ekonomi, politika, toplumbilim konuların
ım
İm e c e d e rg isi, T o n g u ç ’u n Y ıld ö n ü m ü n d e K ö y E n s ti
tü le r i G erçeği, E n g in T o n g u ç, s a y ı 74, h a z ir a n 1967.
( y a z a r ın n o tu : B a şy a z ı o la r a k h a z ır la n a n b u y a z ıy a
İm e c e ’n in g e le n e ğ in e u y u la r a k y a z a r im z a sı k o n m a
m a s ı g e re k ird i.)
daki bilgileri ne kadarcıktı ki? İlericiliği kimseciklere kap
tırmayan bu pek bilgiçler son zamanlarda işi köy enstitü
lerini faşizmin savunucularını yetiştirmek için kurulmuş
okullar olarak niteliyecek derecede cıvıtmışlardı. Daha kö
tüsü böylelerinin etki alanı önemli idi... Biz dergi olarak
bunların hepsini izledik. Ve birlik bozulmasın, dağılma ol
masın, birbirimizi vurmıyalım kuruntuları içindekilere
uyup sustuk. Sonuç ne oldu? Köy Enstitülerinin gerçek an
lamı yeni yetişen kuşaklara yeterince anlatılamadı. Ülkü
müz çarpıtıldı, donduruldu, en değerli aydınların zihnine
şüphe tohumları ekildi. Konuşmanın sırası gelmedi mi da
ha? Konuyu çıkarları için kullanmak istiyenler, ilericilik
adına alttan alta baltalıvanlar, bölünme olmasın, cephe
zayıflamasın diye düşünüyorlar mı? Neden çekiniyoruz?
Daha ne kadar bekliyeceğiz yanlış düşünlerin karşısına
çıkmak için? Neden korkuyoruz? Bizim bildiğimiz, köy
enstitüleri ülküsü verimli bir düşün tarlasıdır. Am a orada
buğdayın başağı ne kadar kolay dolgunlaşırsa, asalaklar
da o kadar çabuk boy atar. Asalakları ayıklamanın sırası
gelmedi mi daha? Hiç kimse korkmasın, tarla boş kalır di
ye. Sürüp temizlendikçe daha gür, daha güçlü boy verecek
tir ürün. Şu tarlayı derinliğine bir sürmeye, bu yıldönü
münde de cesaret edemiyecek nıiyiz?...» deniyordu.
Bu arada şunu da söylemek gerekir: O yıllarda köy
enstitülülerin bir bölüğü, özellikle soldan gelen daha önce
ki bölümde incelediğimiz eleştirilerin bir süre çok etkisin
de kalmışlardı. Kitaplardan çıkarılma, tumturaklı, bilimsel
görünme çabasıyla yazılmış bir kısım eleştiriler, sol dokt
rinlerle yeni tanışan, bunlarda düşün ufuklarını genişlete
cek yeni olanaklar bulan bazı eski öğrencilere çekici geli
yordu. Bu eleştirilerde, teorinin yanlış uygulandığını, yanlış
sonuçlara varıldığını anlıyamıyorlardı. öyle ki bu yanlış
yorumlara kapılarak, enstitülerin «yetim yurtlarına» ben
zediğini bile açık oturumlarda söyleyecek kadar şaşıran köy
enstitülüler çıkmıştır. Eski öğrencilerin yanıldıklarını anla
maları birkaç yıl sürecektir. Bazı eski enstitü müdür ve
yöneticileri de bu havaya kapılmışlardı. Bunda, yanılma
nın yanısıra, bir takım kişisel siyasal hesaplar, bazı siyasal
topluluklara hoş görünme isteklerinin de rolü vardı. Bu
gibilerden de anma törenlerinde ortaya çıkarak enstitülerin
özünde hiçbir ekonomik içerlik bulunmadığı, kurucuların
da zaten ekonomiden anlamadıkları savım ileriye sürenler
olacaktı.
■ İşe Köylüden Başlamak
Bundan sonra iki ay dergide yalnız köy enstitüsü ko
nusu bakımından değil, bütün solun zorlukları, gelişememesi ve taktiği bakımından üzerlerinde çok dikkatli durul
ması gerektiğine inandığımız iki yazı yayınlandı. Ama bu
yazılar da gereken ilgiyi çekmedi, 27 Mayıstan sonraki sol
hareket, henüz içerisindeki parçalanma, bozulma doğru
taktikleri bulamama ve başarısızlık eğilimlerini daha ortaya
vurmamıştı.
Bu yazıları, verdiğimiz önemden ötürü geniş olarak
özetliyeceğiz(12):
«...27 Mayısın getirdiği o güçlü belgeye, anayasaya
sahip çıkıyoruz, biz imeciler. Onun temel felsefesinden ta
rihimizin ulusal kaynağına, köylüye bakıyoruz... Cumhuri
yet tarihinde köye dönük aydının anlamlı bir deneyi var:
Köy enstitüleri. Köye dönük bir eğitim uyandırma eylemi...
Halk uyandı mı ne yaman işler yapar, bunu köy enstitüle
ri öğretmiştir bize... Uyanmış uluslar, asıl halk kaynakla
rı, sadece bir azınlığı değil, halk kaynakları halk yararına
uyandırılmış uluslar sözlerini dinletebiliyorlar, onurla dün(.12) İm e c e d e rg isi, N e İm e c e s i? , b a şy a z ı, s a y ı 75, te m
m u z 1967. v e : İm e c e d e rg isi, U lu s a l K u r tu lu ş S a v a
şı ve K ö y lü ler, C ey h u n A tııf K a n su , a ğ u s to s 1967,
s a y ı 76.
yadaki yerlerini alıyorlar... Türkiye’nin sesi dünyanın en
eski uygar toprağının, en eski insanlık tarihinin, en eski in
sancı kültürlerinden birinin sesi olacaktır. İmece bu ulusal
tarihin derinliğindeki bu güce inanıyor. Bu gücün uyanma
sını halkın uyanmasına bağlıyor... Neden anayasamızın te
mel felsefesinden ilk baktığımız Türk köylüsü oluyor? Ta
rihimizin ulusal kaynağı köylüdür, derken neyi söylemek
istiyoruz?... Kurtuluş Savaşı herşeyden önce Anadolu köy
lüsünün kurtuluş savaşıdır. Ordularımızın özü Anadolu
köylüsü olmuştur... Kurtuluş savaşı bilip şanlı ulusal kur
tuluş ordusunun köylü erleri köylerine dağıldığında, tarih
sel açıdan Türk toplumunun niteliği yine köylü olarak kal
mıştır. Cumhuriyetin sorunu aslında bir köylü sorunudur.
Bugün de Türk toplumunun özü, batıdan doğuya, güney
den kuzeye, ulusal kültürü, ulusal üretim güçlerini, ulusal
yaşama gücünü bağrında saklıyan Türk köylüsüdür. Daha
somut bir örnek: Türkiye’de tek dereceli seçimlerle işliyen
bir halk yönetiminde... demokrasiyi işletip döndüren oyla
rın ezici çoğunluğu köylü oylarıdır. Halk yönetiminin oy
toprağı, seçici toprağı, tarihimizin, kültürümüzün de top
rağı olan köylüdür. Ulusal tarihin, kurtuluş savaşının, dev
rimin ve halk yönetiminin rüzgar gülü bize bir tek top
lumsal yön göstermektedir: Köylü! Bu yönün ağırlığını ve
özelliğini hesaba katmayan bir siyasal hareket, bir değişim,
bir dönüşüm çabası, bir ekonomik kalkınma, bir eğitim
ve kültür davranışı, başında yozlaşmaya, havada kalmaya,
kendisini ulusal toprağın besleyici gücünden koparmaya
yargılıdır... Türkiye’nin bugünkü iki ana sorunu, ulusal
bağımsızlık ve toplumca kalkınma sorunu, köy ve köylü
hesaba katılmadan başarılamaz. Nasıl ki ulusal kurtuluş sa
vaşı Türk köylüsünün kan ve can katkısı, gönül ve değer
katkısı olmadan başarılamazdı... Türkiye’nin ulusal ba
ğımsızlık ve kalkınma sorunu, doğrudur, ilk yankısını yurt
sever aydınlarda bulmaktadır ama, gerçekleşme gücü köy
lülerin elindedir... Ulusal bağımsızlık derken bir konuya
değinmeliyiz:... Emperyalizm batı kapitalizminin yavrula
dığı bir devdir. Bu devle ancak batı uygarlığının temel güç
leri kazanılarak çarpışılabilir... Emperyalizme karşı ol
mak, batı uygarlığının tarihsel uyanış değerlerine karşı ol
mak değildir. Böyle olursa emperyalizme de karşı çıkıla
maz. İnsanın ve kafanın özgürlüğü iki batı uygarlığı ilke
sidir ki, emperyalizmle savaşta bütün ezilmiş halkların eşit
olarak kullanacakları batılı silahlardır bunlar. Köylü kay
nağına yönelmiş bir devrim ve köylülüğü ulusal bağımsızlık
ve toplumca kalkınma yönünde birleştiren bir ulusal kurtu
luş kareketi, kendi halk ağacının tarihsel dallarına özgür
lük kavramını, bilim kavramını, hayat kavramını, insan
kavramını, akıl kavramını, ve herşeyden önce demokrasi
kavramını aşılamak zorundadır. Ulusal bağımsızlığın ve
toplumca kalkınmanın köylüye dayanması, özüne köy
lüyü katması tarihsel bir zorunluluktur; vazgeçilmez
bir ilkedir. Bu aslında bir demokratik oluşumdur,
bir özgürlük oluşumudur. Ulusal kurtuluş hareke
tinin içine ve ta ortasına köylüyü koymak de
mek, Türkiyenin tarihsel gücünü ortaya çıkarmak, ulu
sal bağımsızlığın ve toplumcu bir kalkınmanın gerçek yö
nünü belirlemek demektir. Köylülüğün kurtuluşu tam ba
ğımsızlığa bağlıdır. Toplumcu bir kalkınma da tam bir
bağımsızlığa bağlıdır. Bu yüzden ulusal bağımsızlık ve
toplumcu bir kalkınma, köylülükten yanadır ve köylüler
yararınadır... Dikkat edile, yeryüzürıdeki bütün gerçek
bağımsızlık hareketleri bir yerde köylü toprağından, köylü
kaynağından, köylü adına, köylü yararına ve köylülere
dayanarak fışkırmışlardır. Kim ki bağımlıdır, kim ki ezil
miştir, kim ki geri kalmıştır., savaş onun adına, onun ya
rarına ve onun gücüyle yapılacaktır... Ne imecesi diye
soralım yeniden, ve açıkça yanıtlıyalım; Ulusal bağım
sızlığı, toplumcu kalkınmayı ulusal tarihimizin özü olan
köylü temeline bağlamak için imece! Biz ulusal kurtuluş
bayrağı altında Mustafa Kemalin köylülen ile birlikle top
lanıyoruz, imecemiz ulusal bağımsızlığadır, ulusal kurtu
luşadır... Bu imece herşeyden- önce köylüce bir imece
olacaktır. Ulusal tarihimizin gerçeği budur.»
Bundan sonraki yazıda Ceyhun Atuf Kansu özetle
şöyle diyor:
« ...A z gelişmiş ülkelerde gerçek bağımsızlık birimi
köylüdür... Nerede bir ulusal kurtuluş savaşı oluyorsa, ora
da ulusal kurtuluş ordusunun özü köylü oluyor... Bu savaş
ların vurucu, savaşıcı giicii yurtsever aydınlarla birlikte
köylülerdir. Bu köylüler bağımsızlıkla birlikte, toplumsal
bir değişim, gerçek bir kurtuluş adına savaşmaktadırlar...
Bağımsızlık savaşının gerekleri, bütün bu halk, bilhassa
köylü kitlelerini seferber etmeye, onları harekete geçirme
ye yaramıştır. Bu tarihi bir zorunluluktu... Bundan sonra...
bu çeşit ulusal kurtuluş savaşlarının oluşumu sırasında ve
ardından gelen, gelmesi gereken temel toplumsal değişim,
toprak düzenindeki değişimdir... Bir anlamda ulusal kur
tuluş savaşlarında köylüler toprakları için savaşmaktadır
lar... Yani halkçı bir toprak düzeni için... Köylüler... bu
savaşın ardından bir köylü düzeni, bir halk düzeni geleceği
umuduyla kurtuluş ordusunun yaman savaşçısı olmuşlar
dır. .. Köylü ulusal kurtuluş ordusunun öziinü kurup ulusal
kurtuluş savaşını vermişse, onun tarihsel hakkı bu savaşın
sonuçlarından devrimci bir düzenle yararlanmaktır. Köylü
nün katıştığı tarihsel kurtuluş savaşlarının dokusunda,
köylüce değişimlerin, dönüşümlerin özlemi vardır... Köylü,
kurtuluş savaşı devletinin temel birimidir ve ekonomik si
yasetin yöneleceği sınıftır... Ne var ki ulusal kurtuluş sava
şımızın tarihinde Anadolu köylümüzün bu katkısı iyi iş
lenmemiş, iyice ortaya çıkarılamamıştır. Mustafa Kemal’in
deyimi ile köyde, evinde, tarlasında ve bu savaşa vuru
şanlar kadar varlıklarıyla da katılan insanların, halk insan
larının katkısı, tarihsel bir yöntemle değerlendirilememiş
tir. Ulusal kurtuluş savaşı ve devriyi tarihimizin en büyük
eksiği budur... Cephede olsun, cephe gerisinde olsun ulu
sal kurtuluş savaşlarının temel örgütü köylülere dayanmak
ta, devrimci güçler ordu halinde köylüyü örgütlemektedir
ler. Taban üretici güçlere dayandığı için bu örgütler ister
istemez devrimci bir nitelik kazanmaktadırlar... Yalnız şu
tarihsel gerçeği gözden uzak tutmamalı: Ulusal kurtuluş sa
vaşlarında çoğu zaman yönetici kadroyu burjuva katları
kurmaktadır. Türk ulusal kurtuluş savaşında bu kadro yurt
sever aydın burjuvalar, subaylar aracılığıyla kurulmuştur.
Kuvayi milliye çoğu bölgede bir aydın subay hareketi ola
rak doğmuş, köylü bu çekirdeğin çevresinde örgütlenmiş
tir... Başta yola ulusal kurtuluş savaşı kavramıyla ve köy
lü ile birlikte çıkılıp, bağımsızlık elde edildiğinde, köylü
temelinin unutulması, kurtuluş savaşını bir burjuvazi ege
menliğine döndürebilir. Bunu önlemek için ulusal kurtuluş
savaşlarının devrimci doğrultuda, kendi ana yatağında ak
ması gerekir...»
Bunun için de feodal kalıntıların silinmesi, köklü bir
toprak reformu yapılması, tefecilik sisteminin yasaklanma
sı ve kooperatifçiliğin geliştirilmesi gerektiğine değinen ya
zar, şöyle diyor: «...B u değişimleri yapamıyan bir ulusal
kurtuluş savaşı, köylülüğün üzerinde gelişen ve zamanla
köylülükten kopan karmaşık burjuvazide, ne değin devrim
ci olurlarsa olsunlar aydın orta katlarda, ulusal bağımsız
lığın halkçı gelişimine yön vermenin gücünü ellerinden ka
çırırlar. İşin daha kötüsü işe avdın, devrimci, yurtsever ve
köylü ile başlamış bir ulusal kurtuluş hareketi, kendi ana
toplumsal toprağından uzaklaştıkça, önceleri ulusal burju
vazi niteliğinde olan yönetici kadrolarda, gitgide kurtuluş
savaşının savaştığı emperyalizmle göbek bağı kurup kan
lanan aracı başlangıcındaki duruma düşmek sakıncası beli
rir. Bağımsızlık aracı burjuvazinin emperyalizm dostluğun
da bağımlılığa dönüşür. Dış yardım filan derken bir komp
rador burjuvazi türeyiverir... Bağımsızlığın temeli onun
için köylünün yaşantısına inen köklü değişimler, dönüşüm
lerdir. Ulusal kurtuluş savaşının ulusal bağımsızlık kavra
mında temel motif ekonomik bağımsızlıktır. Bu ekonomik
bağımsızlık hem köylünün emeği ile gerçekleşebilir, hem
de en çok köylünün kalkınmasına yarar... Ulusal bağım
sızlık aslında bir köylü türküsüdür. Onun gerçek yaratıcı
sı köylüdür ve gerçek sahibi de köylü olmalıdır. ..»
İşte bu yazılarla köy enstitüleri girişiminin ana ilke
lerinden kalkarak, o günlerde solun içerisindeki tartışma
ve ayrılmaların başlangıç belirtileri arasında ve bu tartış
maların sonuçsuzluğu, kısırlığı, yozluğu ortasında, Imece’de, Türkiye’nin hâlâ değişmemiş toplumsal yapısının ge
reği olarak, bu yapı değişmedikçe her eylemde köylüyü
ön plana almanın gereği, bunun geliştirilip bir taktik olarak
oluşturulması, ayrıntılarının tartışılması için böyle bir baş
langıç yapılmaya çalışılmıştır. Amaç, bu bakış açısından
Imece’nin Türk düşün hayatına etkin bir şekilde yeniden
girerek katkıda bulunması idi. Ama bu girişim sanırız ki
hem geç, hem erkendi. Geçti; çünkü çekimserlikler, dergi
çevresindeki çekişmeler nedeniyle en değerli yıllar, solun
yeni örgütlenmeye çalıştığı yıllar, yitirilmiş, sol aydınlar ara
sında yankı uyandırabilecek bir yeni görüş, bir savla orta
ya çıkılamamıştı. Erkendi; çünkü örgütlenip kendine göre
bir takım ilkeler ve taktiklerle eyleme geçmiş olan solun,
bu ilke ve taktiklerinin çoğunun tutarsızlığı henüz iyice or
taya dökülmemişti. Böylece, hem ortamın uygun olmayı
şından, hem de o sıralardaki İmece yöneticilerinin bu kam
panyayı sürdürememelerinden ötürü, bu ilginç girişim,
sürüp gitmedi.
Ancak 1969 yılı içerisinde dergide yeni bir gelişme
eğilimi görülecek, uzun yıllar, soldan gelen eleştirilere kar
şı açıkça çıkmayan enstitülüler, artık onlara karşı da, onla-
n n yaptıklan haksız yorumları karşılamak için cephe al
maya başlayacaklardır. Bu yönde çalışmaya devam edilir
se yalnız köy enstitüleri konusunda değil, bütün sol hare
ket açısından yararlı olacak yeni sonuçlara varılabileceğini
umut ediyoruz. Bu, sola karşı çıkmak değildir; solun için
deki, sola zarar veren yozlaşmalara karşı çıkmaktır. Bu
noktanın hiç gözden kaybedilmemesi gerekir. Bu yozlaş
maların verdikleri zararların, bilimsel sosyalizmi ve bunun
teorilerini iyi öğrenerek, köy enstitüleri sistemini bunların
ışığında ve ölçüsünde, gerçekçi bir yönden inceliyecek enstitülüler tarafından en iyi şekilde önleneceğine, giderileceği
ne inanıyoruz. Çünkü onlar tabandan, asıl ezilen sınıflardan
gelmektedirler, asıl söz konusu olan sınıfların bilinçlenmiş
aydınlandır, gerçeklerden ve tabandan uzak, önerileri ve
yorumlan çoğu kez gerçeklere uymayan, tabana inemiyen,
havadaki orta sınıf aydınlanndan çok daha olumlu yeni
yollar gösterebilirler. Ve de kendi sınıflannın kavgasına
kendilerinin sahip çıkmaları gereklidir. Bunlann yapılma
sıyla Türk solunun yine takıldığı noktadan kurtanlması yo
lunda önemli bir adım atılmış olur. Buüun daha 1962’lerde yapılması gerekirdi, o günden bu yana, yok yere, siya
sal tarihimiz bakımından çok değerli yıllar yitirilmiştir.
1960- 1969 döneminde ülkenin birçok kentlerinde ve
hatta bazı ilçelerinde, köy enstitülüler, İmece paralelinde
dergiler çıkarmışlardır. Bunlann yerel etkileri, köy enstitülüleri bir araya getirme ve örgütleme, savaşa sürme yönle
rinden, çok olumludur.
■ Kendi Basın Organlarını Yaratma
Ezilen sınıfların aydmlannın, piyasadaki basın organ
larına gereksinme duymalarına yer bırakmıyacak, bunların,
kavgalann en kritik döneminde ilerici aydınları yüzüstü bı
rakma alışkanlıklarından bu aydınlan kurtaracak, bağım-
sız ve kendi ortak maddi olanaklarına dayanan, dergi, ki
tap yayınına girişebilecekleri örgütleri kurmaları Tonguç’un
başlıca ülkülerinden birisi idi. Bir baskı grubu olabilme
nin baş koşullarından birisi olarak bunu görüyordu. Ensti
tülerde dergi çıkarabilme yeteneklerinin öğrencilere kazandırılabilmesi için büyük çabalar harcanmıştır. Hatta
Tonguç, Hasanoğlan’da matbaa kurdurarak, öğrencilerin
işin tekniğini de tanımalarını sağlamaya çalışmıştı. 19461960 döneminde Tonguç’un defalarca kendi iş arkadaşları
nı bir araya getirerek dergi, gazete çıkarmaya, kitap yayın
lan yapmak üzere kooperatif kurmaya çabaladığını görü
yoruz.
Bu çabalara bir ömek olarak Tonguç’un güvendiği ar
kadaşlarına 14.9.1946’da, yani işbaşından ayrıldıktan kısa
bir süre sonra gönderdiği bir mektuptan söz açmak isteriz(13):
«Ankara: 14.9.1946, Kardeşim...:
«İnançları ve fikirleri bakımından işbirliği yapabile
cek durumda olan arkadaşlarla, buna katılacaklara yük
olmıyacak derecede sermaye katmak suretiyle bir «Yayın
Kooperatifi» kurmayı düşündük. Ankara’da bulunan ar
kadaşlardan şimdilik 8 - 1 0 kişi, bu maksatla bankaya 1000
lira kadar bir parayı da yatırdı... Kooperatifin amaçları
şunlardır: 1) Ortaklarının muhtaç oldukları kitap, dergi,
ders araçları, gramafon, radyo, fotoğraf makina ve malze
mesi gibi yayın vasıtalarını bir elden ve piyasa fiatından
daha ucuz olarak sağlamak, 2) Ortakları tarafından hazır
lanacak makale, kitap, broşür gibi yazıları basarak yayın
lamak, 3) İlkokul öğretmen ve öğrencilerinin, köy enstitü
leriyle öğretmen okulları öğrencilerinin, ilkokulu bitirerek
hayata atılan gençlerle millet ve akşam okullarında okuma
yazma öğrenenlerin eğitimini sağlıyacak dergi ve kitapları
yayınlamak, 4) Sermayesi elverişli bir duruma gelince koo
peratifin amaçlarını gerçekleştirmeye yetecek vasıfta bir
basımevi kurmak.
«Kooperatife ortak olmanın şartları: 1) Her biri 20
lira değerinde bulunan hisse senetlerinden en az bir tane
sine sahip bulunmak ve bu parayı üç ay içinde iki taksitte
ödemek, 2) İdareci, öğretmen, müfettiş sıfatıyla milli eği
tim alanında çalışmakta olmak veya bu hizmetlerde evvel
ce çalışmış bulunmak, 3) Eğitim işlerine bağlılığı, eğitimsever bir kişi olduğu birinci ve ikinci fıkralarda yazılı or
taklık vasıflarını taşıyan iki arkadaş tarafından tastik edil
miş olmak.
«.Kooperatifin kurulup işletilmesini sağlıyacak miktar
da bir sermaye bu maksatla şimdilik bir arkadaş adına
bankada açılan cari hesapta toplanacak, ortak olacaklar
dan kendilerine gönderilecek ana statü hakkmdaki mütalaa
ları istenecek, bu mütalaalara göre statüye son şekli veril
dikten sonra resmi işlemi yaptırılacak, kooperatifin resmen
kurulması sağlanacaktır.
«Bu işe teşebbüs etmiş olan arkadaşlarla beraber sen
den istediğimiz şudur: Kendin de dahil olmak üzere gü
vendiğin arkadaşlara bu meseleyi yukarıda yazılı esaslara
göre anlatarak kooperatife ortak bulmak ve onlardan ala
cağın paraları (Ankara - Ziraat Bankasında Ferit Bayır
adına açılan 13735 numaralı hesaba) göndermek ve keyfi
yeti bir mektupla bize bildirmek. Kooperatif resmen kuru
luncaya kadar bu işten güvenilmiyecekleri haberdar etme
mek. Mesleki hayatımızın gelişmesine yardım edecek, ha
yata yeni atılmış meslektaşlarımızı destekliyecek, tecrübe
lerle yuğurularak yetişmiş ve olgunlaşmış bulunan arkadaş
ları da fikirlerini geniş alanlara yayma imkanına kavuştu
racak olan bu teşebbüsü iyi niyetle karşılıyacağınıza güven
diğim için bu mektubu yazıyorum. Sevgilerimle birlikte göz
lerinizi çok çok öper, cevabınızı beklerim kardeşim.
Hakkı Tonguç
(Yazarın notu: Enstitü yöneticilerince gerçekleştirilemiyen bu girişim, köy enstitüsü çıkışlı öğretmenlerin bir
araya gelmesi ile 1960’dan sonra İmece Yayın Kooperatifi
olarak ve daha da gelişmiş bir şeküde kurulabilmiştir. Ay
rıca yine öğretmenler topluluğunun sahip olduğu TÖYKO
matbaası işinde de Tonguç’un ta 1946’lardaki bir özleminin
yine köy enstitülüler tarafından gerçekleştirilmesini görüyo
ruz).
Bu çalışmaları başarıya ulaşamadı. Enstitülerde çalış
mış da olsalar, orta sınıf aydınlarını böyle kollektif çalış
malara sürmek pek zordu. Bunu da başarma olanağını
güçlenen enstitülüler bulacaktı. 1953 - 1960 yılları ara
sında, yerel ve az sayıda dergi yayınları olarak enstitülülerce girişilen yayın çalışmaları, 1960’dan sonra yukarıda an
lattığımız çapa ulaştı. Bu, yavaş, ama kökleri sağlam bir
gelişme idi. Böylece Tonguç’un ezilen sınıfların bilinçlen
miş aydınlarının seslerini bağımsız olarak duyurabilmeleri
için kendi basın organlarını kurmaları ilkesi yavaş yavaş
gerçekleşme yoluna girmiş oluyordu.
■ Meslek Kuruluşları
1960’dan sonraki gelişmeler içerisindeki ikinci önem
li çalışma alanı, meslek kuruluşları ve örgütlenmeleridir.
Bu konunun şimdiye kadar yapılmış köy enstitüleri araş
tırmalarında üzerinde az durulmuş bazı yönleri vardır. Bir
çok araştırıcıların gözünden kaçmış bir noktadır bu! Ton
guç’un bütün yazılarında ve çabalarında bu mesleksel ör
gütlenme ve bu yoldan bir baskı grubu durumuna gelebilme
ilkesi önemli bir yer tutar. Daha 1933’de klasik okulu eleş
tirdikten sonra*14' okulun yeni okul olabilmesi için şu koşu
lu öne sürüyor: «.../# mektebi muallimi, kendi kendini ye(<4) İ ş ve M eslek T erb iy e si, İs m a il H a k k ı, A n k a r a 1933,
s. 156.
tiştiren, terbiye eden bir muallim olacaktır. Bu hale gele
bilmesi muallim birliklerini işbirliği haline getirmekle müm
kün olabilecektir. Muallimler bir teşkilat yaparak mesleki
tekamüllerine, kültüre hizmet etmedikleri müddetçe mekte
bin yukarıda tenkit ettiğimiz vasıflarını terketmesine im
kan yoktur...» Daha sonra ise şöyle yazıyor'15’: «...A nka
ra’da Büyük Millet Meclisi hükümeti kurulduğu günden
itibaren, Muallimler Cemiyeti üyesi veya öğretmen sıfa
tıyla bulundukları yerlerde cereyan eden her türlü sosyal
karakterli hareketlerde ilkokul öğretmenleri aktif rolleri
üzerlerine almışlardı... Muhafazakâr kuvvetler baş kaldır
mak istedikleri zaman onlarla mücadele etme, mitingler
hazırlıyarak irticaya karşı koyma, spor bayramlarını ve
müsabakalarını hazırlama, vilayetlerde balolar tertipleme
nin revaçta olduğu yıllarda baloları canlandıran elemanı
teşkil etme, halkevlerinin her türlü hizmetlerinde çalışma gi
bi. öğretmenlerin topluluk içinde böyle dinamik rol sahibi
olmalarını hoş görmiyenler, evvela Muallimler Cemiyetle
rini lağvettirmek suretiyle onların teşkilatlanmalarını önle
diler. Sonra yer yer bazı öğretmenlerin şüpheli insanlar gibi
gizli gizli takip ettirildikleri söylenmeye başlandı. Bunu
hisseden ve anlıyan öğretmenler pedagojik mahiyette bile
olsa, her türlü yenilik hareketlerinden el etek çekerek, yer
lerini günlük ve şahsi menfaate müstenit politika gütme
hevesinde olanlara terkettiler. Bu olay IstanbuPda ve bü
yükçe Anadolu şehirlerinde gelişmeye başlayan ecnebi uz
manların bile dikkatlerini çeken her türlü yeni pedagoji ha
reketlerine son verdi. Ondan sonra Maarif Vekilliği gerçek
leştirmek vazifesiyle mükellef olduğu büyük pedagoji me
selelerinde çevreden, yani gerçekteki alemden gelecek sağ
lam ve köklü fikirlerden mahrum kaldı. Maarif Vekilliğine
gelen bazı Vekillerin hafiye kullandıkları, bazı müfettişle(15) C a n la n d ırıla c a k K öy, 1. H a k k ı T ongııç, R e m z i K ita b evi, İs ta n b u l, 1967, s. 405-406.
ri direktif vermek suretiyle rapor vermeye mecbur tuttuk
ları öğretmenler arasında söylenmeye başlandı. Bu korkunç
zihniyet bütün etkin unsurları ürküttü. 1929’dan 1935 yı
lına kadar devam eden bütün çalışmalar yukarıda bariz va
sıfları belirtilen dekor içinde cereyan etti. Vekilliğin zihni
yetini, ilgilileri saran bunaltıcı havayı anlamak ve anlata
bilmek için bu dekoru çizmeye lüzum vardı. Çünkü başka
türlü hızla başlanmış hareketlerin birkaç yıl içinde niçin
durakladığını, hangi olaylar yüzünden mahiyetini değiştir
diğini kavramak mümkün olamaz. Pek yakın tarihimizi
ilgilendiren bu noktaları açıklamayı... lüzumlu buluyorum.
Çünkü 1935 -3 6 ders yılına tekaddüm eden yılların peda
goji hareketleri bütün açıklığı ile belirtilmiyecek ve aynı za
manda onları idare eden zihniyet göz önüne serilmiyecek
olursa ilköğretim hamlesinin manasını, mahiyetini, şümu
lünü, dayandığı prensipleri, bağlandığı ülküyü anlatmak
mümkün olamaz...» ve(16) 1924 yıllarındaki gelişmeleri in
celerken de şöyle yazıyor: «...Öğretmenlerin dağınık kuv
vetler halinde değil, bir teşkilata bağlı bulunmaları da yeni
fikirleri etrafa yaymaya ve onlara zemin hazırlamaya yar
dım edecekti. Muallimler Cemiyeti bu maksada hizmet etti.
Mustafa Kemal ve İsmet Paşa bu cemiyet vasıtasıyla en
ileri fikirleri yaydılar...» Tonguç Muallimler Birliğinin ku
ruluşunu da şöyle anlatıyor: «...Osmanlı İmparatorluğu
Birinci Dünya Harbinden yenilerek çıkınca, esasen vaktin
de ödenmiyen muallim maaşları büsbütün düzensiz bir şe
kil almıştı... Tıpkı bunun gibi üzücü bir mesele daha var
dı: Sık sık ve makul bir sebeb olmaksızın öğretmenlerin
yerlerinin değiştirilmesi. Zor durumda olan öğretmenler
bu gibi işlerini yola koymak, haksız muamelelerle karşıla
şınca hak aramak, fırsat ve imkan bulurlarsa meslek ba
kımından kendi gelişmelerini sağlıyacak mahiyette tedbir
ler almak maksadıyla yer yer muallim cemiyetleri kurmuş
lardı. Ankara’da Büyük Millet Meclisi teşekkül ettikten
sonra bu cemiyetler merkezi Ankara’da bulunmak üzere bir
de Türkiye Muallimler Birliği meydana getirmişlerdi. Kur
tuluş Savaşları sırasında halka Müdafai hukuk cemiyetleri
nin amaçlarını anlatmak ve benimsetmek için muallim ce
miyetleri çok çalışmışlardı. (Yazarın notu: 27 Mayıs 1960
dan sonra da 27 Mayıs hareketi için çalıştıkları gibi!) Bu
cemiyetleri idare edenler bir taraftan bu milli dava için
çalışırken, diğer taraftan da üyelerini yetiştirmek ve memle
ket meseleleri etrafında uyanık bulundurmak amacıyla her
fırsattan faydalanarak konferanslar, müsamereler tertip
ederlerdi. Muallimler Cemiyeti bulunan bir şehire fikrinden,
görgüsünden ve tecrübesinden faydalanılacak bir zat geldi
mi cemiyet ona konferans verdirir, üyelerinin istifade etme
lerini sağlamaya çalışılırdı...»
Görülüyor ki, daha başlangıçta, mesleksel örgütlen
me sorunu, meslekten olanların maddi haklarını savunmak,
yalnız mesleksel dayanışma sağlamak bakımından değil,
doğrudan doğruya o mesleğin ileri bir duruma getirilmesi,
ülkenin o meslekle ilgili sorunlarının çözümlenmesinde mes
leksel örgütlerin etkin olarak rol oynamaları genişliğinde
ele alınıyordu. Meslek örgütlerinin düşünlerini almadıkça,
Tonguç’a göre, Bakanlığın eğitim konularında doğru ka
rarlara varabilmesi olanağı yoktu. Mesleksel örgütlenme so
rununu bu açıdan ele almaya ise, değil 1935’in yöneticileri,
1960 sonrasının her çeşit siyasal çevreden gelen Milli Eği
tim Bakanlarının hiçbiri hazır değüdi; bunu doğrudan doğ
ruya meslek örgütlerinin siyasal hayata karışması sayıyor
lardı hâlâ! Yukarıdaki pasaj, Tonguç’un 1935 öncesi CHP
iktidarlarını eleştirmesi yönünden de ilginçtir. İşte bu gibi
ana düşünlerden çıkarak, Tonguç, öğretmenler arasında da
yanışma, onları maddi yönden bağımsızlığa kavuşturma,
baskı gücü durumuna getirebilme gibi amaçlarla, işbaşında
bulunduğu sürece, onlarda bu gibi örgütlenmelere gitme
alışkanlığını uyandırmaya çalıştı. Savaş yıllarının bu gibi
örgütlenmeleri son derece kısıtlayıcı ortamı içinde, bunu
kendi Genel Müdürlüğünün bir girişimi olarak gerçekleştir
mek için uğraştı. Örneğin 4274 sayılı kanunla kurulması ön
görülen Köy öğretmenleri Sağlık ve İçtimai Yardım San
dığı, Köy öğretmenleri Tekaüd Sandığı, İlkokul öğretmen
leri Yapı Sandığı, İlkokul Öğretmenlerine Mahsus Sağlık
ve İçtimai Yardım Teşkilatı gibi kuruluşları bu amaç içe
risinde değerlendirmek gerekir. Ayrıca Tonguç kendisinin
bu konuya çok önem verdiğini gösteren makaleler de yaz
mıştır07*.
Önemli olan, öğretmenin ekonomik yönden elden gel
diği kadar bağımsız kılınması idi. Ancak o zaman baskı
gücü olabilirlerdi. Köy öğretmeninin yalnız maaşa değil
de, maaş dışı kazanç olanaklarına bağlanması ilkesini de
bu yönden değerlendirmek gerekir. Bunlar, öğretmenin
ekonomik dayanışma ve bağımsızlığını sağlıyacak, böylece
onu ekonomik bağımlılığından ötürü hükümetin, dolayı
sıyla siyasal güçlerin dümensuyunda gitmekten kurtaracak,
onun bir baskı gücü olmasını sağlıyacak koşullardı. Bu nok
ta, özellikle öğretmenin az maaş, maaş dışı çok kazanma
olanağı ile köylere gönderilmesindeki asıl nedeni, ne yazık
ki, köy enstitüsü çıkışlı öğretmenlerin kendileri de anlıyamamışlar, maaş dışı kazancı bırakıp daha fazla maaşa geç
mek kolay ve daha çıkarlı gözükmüş, 1946’dan sonra bu
nu, onları bağımlı kılmak amacıyla seve seve yapacak olan
Sirer gibilerin çalışmalarını bu yönden desteklemek gafleti
ni göstermişlerdir. Bunu yaparken, kendilerini günümüze
kadar gelmiş ve hâlâ sürüp giden bir ölçüde bağımlı kıldık
tı?)
İlk ö ğ re tim D erg isi, İlk o k u l Ö ğ re tm e n le ri İç in Y a p
tı r ıla c a k E v le r, t. H a k k ı T o n g u ç, c ilt 8, s a y ı 149-150,
s. 1963, y ıl: 15 ş u b a t - 1 m a r t 1944.
İlk ö ğ re tim D e rg isi, İlk o k u l ö ğ re tm e n le rin e M a h su s
S a ğ lık v e İ ç tim a i Y a rd ım T e şk ila tı, İ. H a k k ı T o n
g u ç c ilt 8, s a y ı 151-152, s. 2000, y ıl 15 m a r t - 1 n i
s a n 1944.
larının farkında değillerdi. Bu yolu tutmasalar, köyde ken
di ekonomik güç ve çabalarına dayanarak kök salabilselerdi ; ki Sirer’den önce bunu yapabilen pek çok köy öğ
retmeni vardı, şu son yılların ünlü «öğretmen kıyımı»
kampanyası bile Bakanlık tarafından bu kadar başarılı bir
şekilde yürütülemezdi. Bu gafletin sonucudur ki, 1946’dan
sonra az maaş, çok kişisel kazanma olanağı diye özetliyebileceğimiz köy enstitülerinin belli başlı ilkelerinden birisi
köy enstitülüler tarafından hiç savunulmamıştır. Bunu ya
parken bindikleri en önemli dalı kestiklerinin farkında de
ğillerdi.
İşte Tonguç’un, sonradan Arman’ın anlattığı, «onbin
bu nitelikte öğretmen yetiştirelim, bakalım bir bakan kol
tuğunda rahat oturabilir mi?» sözünün altındaki düşünler
ve amaçlar bunlardı.
Tonguç’un düşün ve çalışmalarına son vermeden önce
ilginç bir belgeden söz açmak istiyoruz. Ankara Muallim
ler Birliği yasasının saptanması veya değiştirilmesi amacıy
la yapılmış olması gereken çalışmalarda, bu birlikte etkin
görevler almış olan Tonguç’un «Muallimler Birliğinin Faa
liyeti Aşağıda Yazılı Mevzulara Dair Olmalıdır» başlıklı
bir önergesi var(16): « .../. Pedagojinin ehemmiyetini umu
ma tanıtmak, 2. Terbiye meselelerine (gaye, vasıta = metod,
kabiliyetler) e dair daimi tetkikat, taharriyat ve tecrübe
ler yapmak ve mekteplerimizin hayatına hakim olması la
zım gelen pedagojik esasları hazırlamak, 3. Terbiye etmek
işini vatandaşların refahını temine hadim bir hale getir
mek, 4) Diğer teşekküllerle teşriki mesai ederek gayelere
mümkün olduğu kadar az zamanda ulaşmak, 5) Muallimle
rin içtimai ve iktisadi vaziyetlerini takviye etmek (meslek
tahsili ve hukuku, muallimler ve mesken meselesi, hasta
muallimler, muallimlerin çocuklarını himaye)...» Tonguç’
un eğitim anlayışı, mesleksel örgütlenmeyi geniş anlamda
(18) ö z e l a rş iv . T o n g u ç’u n e ly a z ısı ile y a z ılm ış n o t.
aldığı, bundan bekledikleri gibi konular bakımından bu bel
genin çok ilginç olduğu kanısındayız. Buna ekli olarak
bulunan, «Ankara Muallimler Birliği Yasası» başlıklı ve
3.8.1930 günlü belgede ise Birliğin amaçları çok daha sı
nırlı ve yumuşak deyimlerle saptanmış: özet olarak:
«A... Tesanüdü arttırmak, B. Muallimlerin umumi ve
mesleki bilgilerini arttırmak... C) Musiki ve resim gibi
bedii ihtiyaçlarını tatmin etmek, D) Bedeni sıhhatlerini...
temin... E) Hasta ve muhtaç muallimlere ve ailelerine yar
dım, F) Muallimleri tasarruf ve iktisada teşvik, G) İstidat
lı çocukların tahsillerine devamları için teşebbüs... F) Fa
kir mektep talebesine yardım...» Tonguç’un önerilerinin
çoğunluk tarafından onaylanmadığı yahut yasa formalite
leri bakımından sakıncalı bulunduğu anlaşılıyor.
■ Türkiye Öğretmen Dernekleri Milli Federasyonu
Bu şekildeki bir tarihsel gelişimin sonucu olarak, 27
Mayıs 1960’dan sonraki düşün özgürlüğü koşulları içinde,
cnstitülü öğretmenler geniş mesleksel örgütlenmelere gitmek
olanağını buldular.
1960’dan sonra gittikçe önem kazanan Türkiye ö ğ
retmen Dernekleri Milli Federasyonunun kuruluşu, Türki
ye’deki çeşitli Muallim Cemiyetlerinin 1926’da Ankara’da
Muallimler Birliği olarak federe olmalarına kadar götürülebilir. 1935’de bu çalışmalar durduruldu, 2. Dünya Savaşı
sonuna kadar da bu durum sürdü. 1946’da çok partili si
yasal düzene geçildikten sonra, 1947’de ülkede 100’e yakın
öğretmen demeğinin kurulduğu görüldü. Bunlardan 30 ka
darı 15.8.1948’de Ankara’da toplanarak Türkiye Öğret
menleri Yardımlaşma Demeğini kurdular. Bu kuruluş
12.7.1969 günü Ankara’da yaptığı 22. Kurultayında ken
di kendisini feshedene kadar Türkiye Öğretmen Demekle
ri Milli Federasyonu adı altında devam etti. İşte bu Fede
rasyon 27 Mayıs’tan sonra gittikçe daha yoğun bir şekilde
köy enstitülü öğretmenler tarafından yönetilmiştir. Örgütleşmeye karşı ilgileri ve o bir zamanlar Tonguç’un çok üs
tünde durduğu sayı üstünlüğü sonucu, Federasyon 1960
ve özellikle 1962 - 1969 döneminde köy enstitülülerin dü
şünlerini savunmuştur. Federasyonun 22 yıllık çalışmaları
nı, feshedilmesi üzerine yazdığı bir yazıda M. Emiralioğlu
şöyle özetliyor0” : «7. Bağlı 600’e yakın derneğin yönetim
kurullarıyla Türkiye’nin her ilçesinde öğretmen ve halk ara
sındaki bağıntıları kurdu. 2. Unesco Milli Komisyonuna 10
temsilci ile katılarak bu kuruluşta eğitim ve öğretmen so
runlarına eğilinmesini sağladı. 3. Milli Eğitim Şûralarına
katılarak eğitimin... devrimin tamamlanması yolunda et
kili olması yollarını gösterdi. 4. Bir ahlak kongresi toplıyarak, Türkiye’nin içinde bulunduğu bunalımın ahlak kuralla
rından mı, siyasi ve sosyal düzenin bozukluğundan mı ileri
geldiğinin tartışılmasına olanak hazırladı. 5. Uluslararası
öğretmen kuruluşlarına katılarak bunların kongrelerinde
Türkiye’yi temsil ve Türk eğitiminin esaslarına hizmet etti,
6. Çalışma Bakanlığı Çalışma Meclislerine üye göndererek
öğretmen ve devlet memurlarının da sendika kurma is
teklerini... savundu, ...iktidarları demokratik yollardan
baskı altına aldı. 7. İstanbul Burgaz Adada öğretmenler
için dinlenme kampı kurup işletti. 8. Türkiye’nin her ye
rinde öğretmen ve öteki vatandaşlara türlü konularda kon
ferans, açık oturum, sergi, gezi, araştırma gibi eylemler
göstererek halk eğitimi hizmetinde bulundu. 9. 27 Mayıs
milli devriminin halka anlatılıp benimsetilmesi için... hiz
mete girdi. 10. Seçim Kurullarına öğretmen alınması, K u
rucu Meclise öğretmen temsilcisi gönderilmesi ve Kurucu
Meclis üyelerinin seçimine üyeleri olan dernek başkanla(1?)
İm e c e d e rg isi, T iirld y e ö ğ r e t m e n D e rn e k le ri M illi
F e d e ra s y o n u , M e h m e t E m ira lio ğ lu , s a y ı 100, cild 0,
A ğ u s to s 1969, s. S0 - 32.
rıyla katılarak yeni devletin kurucuları arasında yer aldı.
11. Onüçbin kişilik öğretmen kadrosuyla Türkiye’nin ilk
büyük eğitim mitingini ve TÖS ile birlikte ve otuz binden
fazla temsilcinin katılmasıyla Ankara’da Türkiye’nin en bü
yük eğitim yürüyüşünü düzenliyerek yönetimin eğitim ve
diizen bakımından gösterdiği aksaklıkları kamu oyunun bi
lincine yerleştirdi. 12. Gerici ve tutucu Milli Eğitim Bakanı
nın tutumuna karşı durmuş, buna rağmen tutumunu değiştirmiyen bu Milli Eğitim Bakanının görevden uzaklaştırıl
ması teziyle ortaya çıkmış, Başbakanla oturduğu müzakere
leri kendi görüşüne uygun kararlara vardırmış, Bakanı dü
şür tmüştür. 13. Öğretmenlerin geçmiş mc aş haklarının alın
ması kampanyasını açmış, intibaklarını sağlıyan kanunun
Meclisimizden çıkmasını sağlamış, intibaktan yararlanan
öğretmenlerin yeni hamlelere girişilmesi için yaptıkları ba
ğışlarla... etkinliğini arttırmıştır. 14. Karşı devrim hareket
lerinin güçlenme ve eylem çabaları göstermesi üzerine
Devrimci Güç Birliği kuruluşunu sağlıyacak ilk olanakla
rı hazırlamıştır. 15. Türkiye Milli Gençlik Teşkilatı için
de yer almıştır. 16. Devlet tarafından tedavi için yurt dışı
na gönderilemiyen hasta öğretmenleri yabancı ülkelerde
tedavi ettirmiştir. 17. Atatürkçü kuruluşları bir araya geti
rerek Atatürkçülüğün ne olup ne olmadığı konusunda kesin
görüşler saptamış... 18. Öğretmenin düşünce ve fikrinden
dolayı kınanamıyacağını, bu nedenle cezalandırılamıyacağını, eziyete sokulamıyacağını savunmuş, aksi tutumlarla
savaşmıştır. 19. Sol fikirlerle sosyalist düşüncelerin de birer
düşünce olarak saygı ile karşılanıp dikkatle incelenmesi ve
bunların da öğrenilmesi gerektiği kanısını kamu oyuna
maletmiştir. 20. Kıbrıs davasını milletle birlikte ele almış,
gerekli kültür ve fikir çalışmaları için para yardımında bu
lunmuştur. Ve bütün bu sayılanların hepsinden daha de
ğerli ve önemli olarak Türkiye’nin en büyük kamu perso
nel sendikası olan TÖS’ü kurmuş, geliştirmiş ve sosyalist
bir Türkiye’nin doğmasına büyük katkıda bulunacak bu
organa tüm giiciinü ve görevini devrederek tarihteki şerefli
yerini almıştır. ..»
İşte uzun süre, içerisinde etkin olarak çalışmış Emiralioğlunun T. Öğretmen Dernekleri M. Federasyonunun ça
balan üzerindeki düşünleri bunlardır. Buna bir nokta ekle
mek istiyoruz: Federasyon, köy enstitüleri gibi ileri bir eği
tim sistemini zaman zaman başarılı bir şekilde savunmuş
tur.
Federasyonun 1960’dan sonraki çalışmaları konusunda
eleştiri olarak neler söylenebilir? Genellikle ve uzun bir sü
re Federasyonun Başkan ve yöneticilerinin bir kısmı, yuka
rıda İmece Dergisi çevresindeki çekişmeleri anlatırken de
ğindiğimiz, köy enstitülülerin tutucu grubundan gelmiştir.
Bunlar, köy enstitüleri ve ileri eğitim ilkeleri konusunda
bazen susmayı veya sapmalar yapmayı siyasal çıkarları
na uygun bulmuşlardır. Bu davranışları diğer yöneticiler ve
en önemlisi taban tarafından iyi karşılanmamış, öncelikle
örgütün tabanı, zaman zaman düşün ve eylem olarak iyi
temsil edilmediği duygusuna kapılmıştır. Şükrü Koç ve
Hayrettin Uysal’ın başkanlık dönemleri kısmen bu hava
içinde geçmiştir. Bunda Federasyon olarak çalışma olanak
larının Sendika olanaklarına göre daha kısıtlı olduğu özürü
ileri sürülebilir, ama bir kısım yöneticilerin koşullar ve ola
naklar kendilerini buna zorlamadan da bazen çekingen ve
tutucu davrandıkları gerçektir.
■ Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS)
Federasyondan sonra öğretmenlerin giriştikleri en
önemli örgütlenme hareketi Türkiye öğretmenler Sendika
sı (TÖS) nın kuruluşudur. Yasa olanakları açısından sendi
ka, Federasyona göre daha geniş çalışma sınırları olan bir
örgüttü. Ayrıca yukarıda da değindiğimiz durum, Federas
yonun yöneticilerinin buradan siyasal hayata sıçramalarının
hemen neredeyse gelenek haline gelmesi ve bunun yarattığı
sakıncalar, yeni bir örgütlenmeye gitmeyi gerektiriyordu.
Böylece 5.7.1965’de TÖS kurulmuştur. Her iki örgüt, 12.7.
1969’a kadar bazen gerçekten tam bir işbirliği yaparak
çalışmış, TÖS’ün iyice güçlenip köklenmesi üzerine, iki
ayrı örgütte toplanmanın sakıncaları düşünülerek, Fede
rasyon kendi kendisini feshetmiş ve bütün öğretmenler
TÖS’te toplanmışlardır.
Sendika olarak örgütlendikten sonra öğretmenlerin
baskı grubu olarak güçleri artmıştır. TÖS kamuoyuna sesi
ni sık sık duyuran önemli bir ilerici kuruluş durumuna
gelmiştir.
TÖS döneminde en önemli gelişme, bize göre bilinç
lenme alanında olmuştur. Özellikle son iki yıl içerisinde
bu alanda TÖS’ün gösterdiği gelişme, çok dikkati çekicidir.
■ Devrimci Eğitim Şûrası
4 - 8 Eylül 1968 günlerinde Ankara’da TÖS’ün top
ladığı Devrimci Eğitim Şûrası, yasaların gereği olduğu hal
de 1962’den beri toplanmıyan Milli Eğitim Şuralarının bir
öğretmen meslek kuruluşu tarafından gerçekleştirilmesidir.
Bu şûrayı toplamakla TÖS, örgüt olarak, yalnız öğretmen
lerin kişisel haklarını savunmakla yetinmiyeceğini, Türki
ye’nin Milli Eğitim sorununun gerçek sahibinin kendisi ol
duğunu, buna elkoyduğunu, sendikacılığı bu anlamda aldı
ğını göstermiştir. Şûrada bütün eğitim sorunları, genişliğine
incelenmiş ve kararlara varılmıştır. 1962’den beri yasalara
aykırı olarak Şûra’yı toplamıyan Bakanlık, şüphesiz ki bu
kararları uygulayacak değildir; ama kamuoyu, ülkenin eği
tim sorunlarına Bakanlığın mı, yoksa öğretmen meslek ör
gütünün mü ciddi olarak eğildiği konusunda herhalde ay
dınlığa varmıştır.
Şûra tutanaklarını kapsıyan ve Şûradan sonra TÖS
tarafından yayınlanmış olan kitabın00* önsözünde şöyle de
niyor: «...Bugünkü eğitim böyle bir görevi başaramaz (Ya
zarın notu: Görevden kastedilen çağdaş uygarlık düzeyine
ulaşmaktır). Bugünkü eğitim verim gücü azalmış, düşmüş,
yorulmuş, kokup bulaşmaz bir eğitimdir. Bugünkü eğiti
min ulusal niteliği ve kimliği kalmamıştır. Çünkü bugünkü
eğitim geniş ölçüde dış etkiler altındadır. Toplum ve ülke
isteklerine cevap verecek bir planlamadan yoksundur. Fır
sat eşitsizliği içindedir. Bugünkü eğitim kasıtlı bilgi sınır
laması içindedir. Bu sınırlama kör insanların yetişmesine
yaramaktadır... Bu niteliklerinden dolayı bugünkü eğitimin
niteliklerini gözde büyütmeden önce, onun topluma daha
yararlı çalışmasını sağlamalıyız. Acaba bugünkü koşullar
içinde «Eğitimde devrim» söz konusu olabilir mi? Bir
«Eğitim Reformu» eğitim kurumlarının daha etkin çalışma
sına yol açabilir mi? Önce eğitimi, sonra toplumu düzelte
lim biçimindeki düşünceleri geçerli saymak mümkün ol
madığı için 4 Eylül 1968’de toplanan ve çalışmaları beş
gün süren Devrimci Eğitim Şûrası, «Devrim İçin Eğitim»
ilkesini saptamıştır.. .» sözleriyle Şûranın amacı ve ana ilke
si belirtilmiş olmaktadır.
«...Devrimci Eğitim Şûrasından sonra yapılan tipik
eleştiri şudur: Siz bir meslek kuruluşu değil misiniz? Niçin
sınırlarınız dışına çıkıyorsunuz? Öğretmen sorunlarını, mes
lek sorunlarını bırakıp, devrim için eğitim ve düzen tartış
malarına dalmak politik faaliyetlere dalmak demektir. Böy
le diyenlere öğretmenlerimizin cevabı kısa ve kesindir: Ger
çi Şûrada öğretmen ve meslek sorunları da ele alınmıştır
(çünkü bunlar da asıl sorunun bir yanıdır), ama Türk öğ
retmeni sadece bu sorunlar içine kapanıp kalmıyacaktır.
Biz. çağımız içinde genişliyen eğitimin sorumluluğunu anlı(20) D ev rim ci E ğ itim
k a r a 1969 s. 6
Ş û ra sı, T Ö S y a y ın la rı N o. 4, A n
7.
yoruz. Onu yüklenerek halkımıza karşı görevlerimizi yap
mak istiyoruz. Türkiye'yi sömürten, onu bu yüzden yoksul
ve geri bırakan koşullara daha fazla boyun eğmiyelim, di
yoruz. Politik faaliyetin «iktidarı ele geçirmek» olduğunu
yasalar bulanık da olsa çizmiştir. Biz iktidara gelmek için
çalışmıyoruz. Bu yönde bir çabamız yok. Am a iktidara gel
me hakkı olan halk kitlelerini demokratik bilinçe kavuş
turmak, onları bu yönde uyarmak, bilinçlendirmek de eği
timin ve eğitimcilerin görevidir. Bu yüzden yaratılmak iste
nen «politik faaliyet» taassubuna asla boyun eğmiyeceğiz...» Bu satırlardan da anlaşılıyor ki, şimdiye kadar hiç
bir meslek kuruluşunda ve sendikada görmediğimiz bir öl
çüde, öğretmenler kendi mesleksel ve kişisel haklarının ve
çıkarlarının savunmasının üstüne yükselerek sorunu çok
geniş bir açıdan, ülkede sömürünün kaldırılması, ülkenin
kalkınması, uygar ve tam bağımsız bir ülke olması için ola
naklar bulma açısından, ele almaktadırlar. Bu, henüz. Tür
kiye’de hiçbir meslek kuruluşunun, hiçbir Sendikanın eri
şemediği bir noktadır. Uzun yıllar, «Politikaya karışma
mak» sözü altında, çalışan sınıfların ve aydınların ülkenin
düzeni konusunda, değil etkinlik, tartışmalardan bile uzak
tutulması alışkanlığına artık karşı çıkılmaktadır; bunun
o basit anlamı ile «politika yapmak» olmadığı, ülkenin ger
çek sahiplerine, çalışanlara düşen bir görev olduğu tezi or
taya atılmaktadır Bu noktaya erişilmesinde köy enstitü
sü uygulamasının birinci derecede rol oynadığını da burada
hemen belirtmek zorundayız. Aldatıcı «siyasete bulaşma
mak» kavramının karşısına çıkan ve meslek güçlerini ileri
cilikten yana, devrimden yana kullanacaklarını, ülkenin so
runlarına sahip çıkacaklarını söyliyenler ve bunu kamu
oyuna duyurmayı başaranlar köy enstitülü öğretmenlerdir.
Meslek kuruluşlarına bu dinamizmi, bu anlayışı ve bu ce
sareti işte köy enstitülerinden yetişmiş olan bu öğretmen
ler getirmişlerdir.
■ TÖS Kongresi ve Bilinçlenme
Bu ana ilke ve düşünleri daha da geliştirilmiş olarak
TÖS’ün 7-9 Temmuz 1969’da toplanan Olağan Genel Ku
rulunda okunan çalışma raporunda bulmaktayız. Çok
önemli bir atılım saydığımız bu rapor üzerinde durmak iste
riz*20. Biz bu raporu geniş anlamdaki sendikacılık anlayı
şının, öğretmenin bilinçlenmesinin, sorunlarına sahip çık
masının, görevlerini bilinçli bir şekilde saptamasının çok
önemli bir belgesi olarak niteliyoruz. Bizce, bu, 1936’da gi
rişilen çabaların amaca doğru ilerlemede, erişebildiği en
son noktadır. Ve 1936-1969 yılları bir bütün olarak düşü
nüldüğü zaman, bu gelişimin başlangıçta kararlaştırılan
doğrultudan bu noktaya kadar gelinmiş olması, uygulanmış
sistemin doğruluğunu, başarısını da gösterir. Köy enstitüle
rinin başarılı olup olmadığının tartışmasını yapanlar, ölçü
olarak bu gelişimi böylece değerlendirirlerse, başarının de
recesini olumlu bir şekilde kavrıyabilirler. Burada bilinç
lenmiş halkın sesi, aydın öğretpıen topluluğunun çalışma
larında duyulmaktadır. Geleceğin umudu bu sestir.
Bu rapordan bazı bölümleri aktarıyoruz: «...Bütün
ilişkileri temelinden bozuk olan bir Dünyada yaşıyoruz...»
diyen yöneticiler şöyle diyorlar: «Apaçık görülüyor ki,
Dünya şimdi kabaca iki kesimdir: Sömüren kesim, sömü
rülen kesim. Gelişmiş kapitalist ülkeler sömürmekte, geri
bırakılmış ülkeler sömürülmekte... Bunun bir tek çaresi
vardır; o da devrimdir. Devrim, tarihsel koşulların olgun
laştığı dönemlerde olur. Tarihsel koşullar olgunlaşmamış
sa devrim olmaz. Bugünkü durum tarihsel koşulların iyice
olgunlaştığını göstermektedir. Yalın gözle bakıldığı zaman
kolayca sezilmiyen, fakat aslında evlerimizin kilerine kadar
(2i) T Ö S Y ö n etim , Y ü rü tm e , D e n e tim ,
O n u r K u ru lla rı
1967 - 1969 Ç a lışm a R a p o ru , D ev rim c i Ö ğ re tm e n in
S a v a şı, 2. O la ğ a n G enel K u ru l 7
9 te m m u z K a y
seri, s. IX -X XI1.
giren yeni sömürgecilik kapitalizmin son evresidir. Alın te
rimiz, emeğimiz, yeraltı, yerüstü servetimiz, altınımız, gü
müşümüz beyin ve kol gücümüz, görünür görünmez kü
çücük çaylardan çıkıp birleşe birleşe, dev ırmaklar halinde
sömürgeci ülkelerin kasalarına akmaktadır, insanlığın buna
dayancası kalmamıştır!... Dünyada bir mevsim değişikli
ğinin tam eşiğinde bulunmaktayız. Dünya bugünkü üretim
biçiminden daha ileri bir üretim biçimine geçecektir. Kö
leciliğe kıyasla derebeylik, derebeyliğe kıyasla kapitalizm,
kapitalizme kıyasla sosyalizm birer ileri üretim biçimidir
ler. Eskiyen, dönemini dolduran gider, yenisi gelir. Bütün
bilimlerin anası olan tarihin kuralı budur. Bağımsızlıkçı, de
mokratik ve uyandırılmış halkın özgür kararma dayanan
sosyalizme açık olan Anayasamıza kızanlar; «Türkiye sos
yalist olacaktır» denildiği zaman cin ifrit kesilenler, boş
yere çırpınmaktadırlar. Onların dediği değil, tarihin dediği
olacaktır. Yalnız Türkiye değil, bütün Dünya sosyalist ola
caktır. Güya bunu durdurabilmek içindir N A TO ve CENTO! Bunu durdurabilmek içindir halkımızın dikkatini sap
tıran vurumlu kırımlı maçlar ve SPOR - TOTO! Bunun
için Akdeniz’de 6. filo! Bunu durdurmak için öldürdüler
Bolivya’da Che Guevara’yı! Bunu durdurmak için « Voice
of America»dan, «Free Eurone Radio»dan ve kapitalizmin
bilcümle kanallarından yapılan propaganda! İkili anlaşma
lar, üsler, tesisler, uzmanlar, barış gönüllüleri bunun için!
Bunun için kültür emperyalizmi! Bunun için Türk Eğitimi
nin Bütçe ve Planlama Müdürlüğünde dört tane Amerikalı
uzman! Bunun için 1962 taslağı! Bunun için öğretmen kı
yımı! Bunun için sözüm ona milliyetçi kuruluşlar çıkartıla
rak öğretmenlerin parçalanması! Bunun için devrimci işçi
lerin, işsizlerin horlanması, köylülerin ve gençlerin tutuk
lanması! Bunun için sendikamıza baskılar! Bunun için her
yaptığımız toplantıya polis! Yayınladığımız her bildiriye
mahkeme! Bunun için mahkeme koridorları, hapis cezala
rı!... Biz yarısı parçalanmış, birbir kandırmaca ile dikkat
leri dağıtılmış, yarısı TÖS’de birleşmiş 130.000 öğretmen,
halk çocuklarıyız. Her biri bir dağın başındaki, yazılarda
ki yamaçlardaki köylerden, yoksul kasaba ve kent ailele
rinden çıkıp geldik. A z okuduk, çok okuduk; ama okuyup
akı karayı seçtik. Belki bugiin dünyanın en çok çile çeken
öğretmenleriyiz... Fakat halkın halini de biliyoruz: İşçile
rimiz çalışıp çabalıyorlar, ellerine geçen asgari gündelikler
daha geçenlerde açıklandı; 14,5 lira ile 18 lira arasında
değişiyor. Örgütleri var, Amerika’nın etkisi altında bir eği
tim ve yönetim yaparak, hepsini ters yönde şartlandırıp
uyutuyor... Köylülerimiz ki nüfusun % 72’sini meydana ge
tirirler. Hemen hepsi de hâlâ çok ilkel bir tarımla uğraşır
lar. Fakat % 90’ı toplam tarım gelirlerinin % ancak 48’ini
paylaşırlar. Geri kalan % 52’yi ise % 10 kadar büyük ve
büyüğe yakın çiftçi (yani ağalar) alır!... Onlar su yerine
ağu içen, onlar yunusu biçare, baştan ayağı yare... Sınıflı
bir toplumda ve dünyada kimden yana olduğumuzu sap
tamak bizim için zor değildir. Biz işçiden, işsizden ve köy
lüden yanayız. Biz topyekûn sömürülen halktan yanayız.
Bunun için de devrimciyiz. Devrimci olmanın ilk koşulu budur. Biz öğretmeniz, devlet memuruyuz, ama egemen sınıf
ların uşağı ve çocuk avutucusu değiliz. Ulusumuz, elimize
6 517 802 öğrenci vermiş. Onları okutalım diye yoksul
bütçesinden bir yılda harcadığı para 3 milyarı aşkındır.
Gerçi bu para hem çok azdır, hem de çoktur. Bu kadar
parayla, bu kadar toplumsal zorunluklarla kimden yana ol
duğumuz ve ne yapacağımız apaçık önümüze serilmekte
dir. Biz, içerdeki egemen sınıfların; ve onların dışardaki
eklentilerinin yüce çıkarları için halkın gözünü külleyici,
tutucu, uyutucu bir eğitimin uygulayıcıları olamayız. Dü
şüncelerinde içtenliğe ermiş, çağdaş toplumbilim ve ekono
mi politik açısından sınıfının bilincine varmış hiçbir öğret
men, yüzyıllardır halkımızı iliklerine ve inançlarına kadar
sömürmüş olan bir düzenle birlik olamaz! Halkımız, Mus
tafa KemaFin komutluğunda başarıya erdirdiği Birinci Ulu
sal Kurtuluş Savaşı’nı, tıpkı çağdaş ulusal kurtuluş savaş
ları gibi tamamlamak ve devrimini başarıya erdirmek istek
ve özlemindedir. Bizim başta gelen görevimiz; ona, İngil
tere’nin ve Amerika’nın coğrafyasıyla, ineklerin ve sinekle
rin anatomisini öğretmekten önce, geniş anlamıyla (politik
bilinç) kazandırmaktır. Görevimizin ve halkımızla ilişkileri
mizin özü budur. Türkiye’yi, Mustafa Kemal’in açtığı
ışıklı yolda ve yönde üretim ve yönetim aşamalarına
ulaştırabilmek için, egemen sınıfların kitap yasaklarıyla,
bilgi sınırlamasıyla bugüne kadar «sır» gibi sakladığı bu
bilinci halkımıza kazandırdığımız gün, dünyanın dönüşü
değişecektir... Bizden içeriksiz, muhtevasız, sarı bir eğitim
istiyorlar. Vaktiyle halkın sorunlarına sırt dönmüş Divan
Edebiyatı gibi içi boş bir Divan Eğitimi tutturmamızı isti
yorlar.. Ülkemizin en önemli işi olan politika ile uğraşma
yı, dar bir anlama ve kapsama tıkarak onu herkesten kaçı
ranlar, öğretmensiz, öğrencisiz, işçisiz, köysüz ve bucak
sız bir «tek kale» oynamak istiyorlar. Bir avuç mutlu ve
zengin azınlığın uğraştığı, nasıl bir politikadır bu?... Gi
riştiğimiz «devrim için eğitim» eyleminde ne kadar haklı ve
tutarlı olduğumuzu bugün tarih denizinde bazı gafil balıklar
bilmesinler, zararı yok, o denizde halk da vardır, halk bil
mektedir. .. Elin ağzı torba değildir, ipini çekip büzemeyiz.
(Töstüler AmerikcFnın düşmanıdır. Onu koğup Rusya’yı
getirecekler!). Buna kadar uzatıyorlar suçlamalarını. Bun
ların kafası «Ya Amerika, ya Rusya!» şemasına göre çalış
maktadır. İkisinden biri olmazsa biz adam olmayız gibi bir
aşağılık duygusu içinde kıvranmakta olanların kafasıdır tam
bu! Bu kafa Mustafa Kemal’in Sivas kongresinde yere ser
diği manda kafasıdır... Devletin yönetiminde rol alacak
olan yüksek öğrenim öğrencileri içinde işçi ve köylü çocuk
larının oranı devede kulak kadar azdır. Gelecek yıllardaki
kavgamız çok çetin olacaktır. Ülkenin yönetimi çalışan
halkın hakkıdır. Eğitimi bir ticaret fırsatı sayanlarla, bun
dan böyle soyut bir eşitlik için değil, «işçi ve köylü çocuk
larına öncelik/» ilkesi için savaşacağız. Bu ilkeyi, bu hak
kın sahibi olan halka en ince ayrıntısına kadar anlataca
ğız... Biitün bu haksızlıklardan kurtulmanın, sorunlara
çözüm getirmenin, bilimsel ölçülere ve çağdaş pedagojiye,
ulusal çıkarlarımıza uygun, gerçekten milli bir eğitim hiz
meti yapabilmenin baş koşulu, örgütümüz yoluyla meslek
taşları birleştirmek, böylece yasama ve yürütme organları
üzerinde baskı grubu olabilmektir. Bu zor iş, hepimizden
bıkıp usanmaz bir direnç istemektedir...»
Sendika Başkanı Fakir Baykurt’un Kongreyi açış ko
nuşmasından aldığımız bu kısa bölümler, Tonguç ve arka
daşlarının köyden getirebilmek için ömürlerini harcadıkla
rı sesten örneklerdir. Bu, sömürülen, yönetime katılmak
için hakkını ariyan bilinçlenmiş halkın sesidir. Köylü sını
fı, Türkiye’de sesini duyurmaya başlamıştır. Köy enstitü
leri girişimi başarılı olmuştur.
Bu açış konuşmasından sonra okunan ve yukarıda
özetlenmiş ana ilkelerden çıkarak, bütün eğitim ve öğret
men sorunlarının incelendiği çalışma raporları eylemde il
ke olarak «devrim için eğitim» sloganı ile sonuçlanmakta
dır. Ana ilkelerde bu kadar tutarlı olan bu raporda yer yer,
küçük de olsa bu ilkelerle tam bağdaşmıyan bazı bölümle
rin de bulunması, raporun eleştirilebilecek yanıdır. Bu, bel
ki de çeşitli bölümlerin çeşitli kişiler tarafından yazılmış ol
ması ve sonradan da gözden kaçması sonucudur; pek önem
li de değildir, raporun genel havasını değiştirmez, ama bu
küçük noktayı da belirtmemiz gereklidir, örneğin şu bö
lüm'221: «...Örgütlenmiş öğretmen gücünün ulusal kurtuluş
ve kalkınma eyleminde öncülük rolii oynadığı, oynıyacağı
görüşü doğru değildir. Öncülük, politik örgütlerin, yani par
tilerin görevidir. Hiçbir sendikanın iktidara geldiğini, ya
bancıları yurttan attığını, köklü reformları yaparak anti
demokratik engelleri ortadan kaldırdığını, kalkınmayı ba
şardığını bilmiyoruz. Bu eylemleri siyasal partiler halinde ör
gütlenmiş, halk başarmıştır... Sendikalar bu eyleme bilinç
ve eğitim katkısı yapmak suretiyle yardımcı olabilirler...
Yürürlükteki kanunlar partilerle sendikaların organik ilişki
ler kurmalarını yasaklamıştır... Bunlardan birisi, sendika
lar, partilerin yan kuruluşlarıdır «görüşüdür». Sendikalar
partilerin yan kuruluşları değildir. Bunun açık yada örtülü
olarak benimsenmesi bir sendikayı ikiye, ya da üçe bölebi
lir. Sendikalar, hele bizim sendikamız, halkı kurtuluş ve kal
kınma amaçlarımıza doğru uyandırır ve bilinçlendirirken,
bunu gelecek seçimler için değil, milletin geleceği için yap
malıdır. Örgüt dışı hiçbir kurum ve merciden dolaylı do
laysız direktif kabul etmemek suretiyle bağımsızlığını titiz
likle korumalıdır.»
Buradaki düşünler teker teker ele alındığı zaman doğ
rudur, hele bunların yazılmasına yol açan nedenler bilinir,
TÖS içerisindeki çekişmelerin önlenmesi, TÖS’ü yasalar
önünde suçlu düşürebilecek davranışlardan korunulması
amacıyla yazıldıkları düşünülürse bu davranış haklı da gö
rülür. Ama yine de bütün rapora özelliğini veren o geniş
devrimci görüşe, sendikacılık anlayışına gölge düşürebile
cek, günlük çatışma ve koşulların gereği olan bu gibi dü
şünler söylenmiyebilirdi.
Bir başka örnek'23’: «...Halkımız bizden ne bekliyor
öyle ise? Sanıyoruz ki, onun önüne düşiip, bütün ilişkileri
temelinden bozuk bir düzeni bizzat değiştirmemizi mi?
Acaba bizim değiştirdiğimiz düzen onun bildiği bilmediği
bütün ihtiyaçlarım eşitlik ve adalet içinde karşılamaya ye
tecek midir? Bizim için bu soruya da evet demek kolaydır.
Herkes önceleri böyle demiş, ama bütün politik yetkileri
kuşandıktan sonra dediklerini unutmuş, değişmiştir. Zaten
biz böyle bir iyilik etmeye kalksak da halk inanmıyor ar
tık. Okumuşun canı tatlı olur, bizim önümüze düşemezsiniz, diyor. Bizim halka yapabileceğimiz en gerekli hizmet,
eğitim hizmetidir. Yeni bir eğitim, yenilikçi bir eğitim, in
sanı değişiklikçi yapan, devrimci yapan bir eğitim. Uyandı
ran, bilinçlendiren bir eğitim. Bu dünyanın «yalan» olmadı
ğını kavratan, bu dünyada hakkının bu kadarcık olmadığını
sezdiren, bu kadar yoksulluk ve geriliğin doğal olmadığını
bildiren, gösteren, inşam eyleme yönelten bir eğitim. Dev
rimi, düzen değişikliğini halkımız kendisi yapacak. Mec
lislerimize gelip kendisi oturacak ve konuşacak. Bunu yap
tıracak bir eğitim. Bu yüzden bizim halkla ilişkilerimizin
temel amacı, bir eğitim ilişkisi, bir uyandırma ilişkisidir. ..»
Yine teker teker ve soyut olarak doğru sayılabilecek
bu düşünlerle, eğitimin amacım ve TÖS’ün görevlerini çok
geniş bir açıdan ve çok etkin düşünerek anlattıktan sonra,
bir öğretmen - halk ayırımı yapmak, bu etkinliği azaltıyor
ve açıyı daraltıyor. Köy enstitülü öğretmen halkın dışında
mıdır? Halktan ayrı mıdır? Kendisi de halk değil midir?
Bir üçüncü ömek olarak04*: «...Son zamanlarda par
lamentoya getirilen ve daha sonra geri çekilen bazı anti
demokratik kanunlar, mahkeme kararı ile vatana ihanetten
hüküm giymiş olanların affı etrafında çok güvenilen çevre
lerle eskiden beri güvenemediğimiz çevrelerin işbirliği yap
mış olmaları gençlere ve kamuoyuna pek çok şey öğretmiş
tir. ...Bu arada güvenilen kişilerle çevrelerinin insanı hay
rete sürükliyen davranışları da, gerçeklerin bütün çıplaklı
ğıyla görülmesine engel olmaktadır... t, B u bölümde «çok
güvenilen çevreler», «güvenilen kişilerle çevrelerinin» gibi
iki deyimlemeye değinmek istiyoruz. TÖS raporunun ge
nel havasım veren, onu değerli yapan, toplum - bilimsel ve
ekonomi politik açısından bakınca, raporu yazanların bu
sözleri ana ilkelerine uygunsuz düşmektedir. O açıdan, on
ların da o «çevrelere» ve «kişilere» hiç güvenmemeleri
gerekirdi. Aynca bu şekilde bir yanlış değerlendirmedn
hareketle, kendilerinin sendika - siyasal parti ilişkileri konu
sundaki kamlarına da uymayacak bir ön - bağlantıyı be
lirlemenin hiç gereği yoktu.
Bu küçük uyarma ve eleşürileri rapor üzerindeki çok
olumlu kanımızı bir kere daha belirterek yapıyoruz. Bu
küçük çelişmelerin belirtilmesini görev sayıyoruz. Bunların
hoşgörü Ue karşılanmasını dileriz. Bir çeşit kendi kendini
eleştiri olan bu gibi uyarmaların 1960’dan sonra yapama
masından köy enstitüleri sorununa ne kadar zarar geldiğini
TÖS yöneticileri de bilirler. Oysa ki, kendi kendini eleştiri,
köy enstitüsü sisteminin başlıca ükelerinden biri idi.
Raporda, öğretmenin bilinçlenmesinin köy enstitüleri
yoluyla olduğu şöyle anlatılıyor*25': «.. .İşçi ve köylü çocuk
ları yıllar boyu... halk gibi aldatıldılar. Köy enstitüleri de
nemesi bu kandırmacayı ve oyunu sahneye koyanlarla, oynıyanları biz köylü çocuklarına açık seçik anlattı. Bundan
sonrası için Anayasa ve İnsan Hakları Evrensel Bildirisi
nin bize tanıdığı hakları santim santim ve adım adım kul
lanarak hedefimize varacağız. ..»
Çalışma raporunda öğretmen yetiştirme sorunu ince
lenirken köy enstitüleri konusunda özetle şöyle söylenmek
tedir*26'; bunları da köy enstitülülerin 1969’da köy enstitü
leri konusundaki düşünlerini, anlayışlarını belirtmek bakı
mından buraya alıyoruz: «...B u sayılar köy enstitülerinin
nicel yanıdır. Asıl önemli yam enstitülerin devrimci ya
nıdır. Bu gerçeğin bazı çevrelerce iyi bilinmediği,
yanlış değerlendirildiği gözden kaçmamalıdır. Biz burada
köy enstitülerinin devrimci niteliği üstünde durmayı, dev
rimci eylem için gerekli görmekteyiz. Köy enstitüleri daha
(25) a.g .e. s. 103.
(26) a-g-.e. s. 134, 136, 136.
kuruluş dönemini tamamlamadan ve ilk mezunlarını verir
vermez yıldırımları üstüne çekti. Sömürücü güçler hemen
harekete geçerek türlii kararlarla önce sistemi bozdular,
sonra da yıktılar. Doğal saymak gerekir bu olayı. Çünkü her
düzen kendisini yaşatacak kurumlan kendisi getirir, biçim
ler. Sömürü düzenleri eğitimi, sömürüyü sürdürme aracı
olarak kullanır. Eğitimin bütün boyutlarıyla uygulanabil
mesi, bu eğitimin üstüne oturacağı ekonomik ve sosyal ya
pının değişmesine, yeniden düzenlenmesine bağlıdır. Yeni
yapı kendi kadrosuyla kuramlarını birlikte getirir. Siyasal
ve doğal çevreye egemen olacak kuşkuları yetiştirir. Yarı
feodal yada kapitalist yapı üstünde devrimci eğitim rahat
lıkla yapılamaz... Köy enstitüleri yukarıda örneklerini sı
raladığımız kapıkulu yetiştirmeyi amaç edinen teokratik
eğitim, yada klasik eğitim kurumlarına ters düşen devrimci
eğitim kurumlarıydı. Devrimci eğitim insanın insanı değil,
insanın doğayı sömürmesi ilkesine dayanan eğitimdir. İn
san yerine doğayı sömürmek yeni üretim biçimi ve ilişki
leri ile olur. Bu yüzden devrimci eğitimden geçen kişi,
bozuk düzenin emrinde uşak değil, sömürüye baş kaldı
ran, siyasal ve doğal çevreyi egemenliği altına alan, çevreyi
bilinçli olarak değiştirebilen kişidir. Köy enstitülerinin kent
lerin dışında kurulmuş olması önemli bir noktaydı. Kişi
üstünde etkin olan çevre değişmezse kişi değişmezdi. Köy
feodalitesiyle kent kapitalizmi dışında yapılan eğitim, bo
zulmamış köy çocuklarının yeniden yaratılmasını sağlıyor
du. Faşizmin dünyayı kana boğduğu dönemde köy enstitü
lerinin başına geçen halk adamı İsmail Hakkı Tonguç ses
siz ve kansız bir devrim savaşına girişmişti. Eğitimle üre
tim, teori ile pratik kucak kucağa uygulama alanına kon
muştu... Devrimci eğilim budur, ilericilik budur... Köy
enstitüleri bir yandan halkın, bir yandan da kültürün kay
nağına inerek, yıllar yılı çürüyen halk potansiyelini ortaya
çıkarıyor, devrimci yöntemle derliyor, işliyordu...» Görü-
yonız ki, enstitülü öğretmenin köy enstitülerini değerlendi
rişi, 1960 hatta 1967’den öncesine göre, duygusallıktan
uzak, toplumbilimsel ve sınıfsal açıdan olma yolundadır.
■ Öğretmen Kimdir?
Raporda «Öğretmen Kimdir?» başlığı altında da şu
ilginç satırlar var(27): «...Dünya görüşü bu olan devrimci
ve ilerici öğretmenlerin bir araya gelmesi ile kurulmuş olan
TÖS de tabandan gelme eğilime uyarak üyelerinin kişisel
çıkarlarından çok, yurt sorunlarına eğilmeyi yapısının ge
reği saymıştır. (Yazarın notu: Gerçekten de çalışma rapo
runda, bu sorunlara geniş ölçüde değinilmiştir: örneğin
halkla ilişkiler, başka örgütlerle ilişkiler, anlatıldıktan son
ra, yurt sorunları ayrı bir bölüm olarak ele alınıyor ve genç
lik ve üniversite, tarım politikamız, toprak reformu, sağlık
davamız ve ilaç rezaleti, doğum kontrolü, dil devrimi, gi
bi konular geniş olarak, ana ilke ve görüşün ışığı altında
inceleniyor, açıkça görüş ve kanılar belirtiliyor). Halkın
içinden gelmiş ve halkın gerçeklerini iyi bilen insanlar
olarak, daha iyi beslenmeye, daha iyi meskenlerde barına
rak, daha iyi giyinmeye çalışmadık. Halk gibi beslendik,
halk gibi barındık, halk gibi giyindik... Halkı varlıkla yok
luk, açlıkla tokluk sınırında çabalıyan Türkiye’nin bozuk
düzenine oturaklı ve kravatlılar bir yenilik, bir çözüm ge
tiremediler. Sorunlarımıza çözüm getirecek kuşakları biz
yetiştiriyor, biz eğitiyoruz. Biz onlara kişisel çıkarlarının
ve oturaklı kişi görünmenin önemli olmadığım, insan ola
nın öncelikle halkı sevmesi ve onun sorunlarına çıkar yol
araması gerektiğini öğretiyoruz... Kılığı kıyafeti ve yaşan
tısıyla halka benziyen tek tutarlı grup biziz, biz halkız...
Biz, aldığımız 600 lirayı bile kuru ekmekle doyunan hal
kımızın karşısında gönül rahatlığıyla yiyemiyen, lokmaları
(27) a.g .e. s. 138, 139.
boğazında düğümlenen gerçekçi halk çocuklarıyız. Taban
dan ve halkın içinden geliyoruz, köylerde vazife yapıyo
ruz... Öğretmen halk çocuğudur. Çünkü ağalar, işbirlikçi
ler, patronlar uzun yıllardır, para getirmiyen, insanı büyük
şehirlerin lüks apartmanlarında, yaz gelince Avrupada
yada Boğaziçinde yaşatmıyan bir mesleğe tamah etmediler.
Sevgili evlatlarını öğretmen okullarına gönderip öğretmen
yapmaya kıyamadılar. Bundan dolayı öğretmen okullarına
biz dolduk. Biz ilkokulu, ortaokulu bitirdikten sonra baba
sının evinde yiyecek ekmek ve giyecek elbise bulamayan
ezilmiş halk çocuklarıyız, öğretmen olduktan sonra geldi
ğimiz ortamın sorunlarını unutmadık. Bu sorunların için
de yaşadık... Türkiye’de 1960’dan bu yana insanı iyi tar
tan bir ortam kurulmuştur. Halk da, köylü de, öğrenci de,
işçi de artık hem yöneticileri, hem bizi iyi tanıyor.
Kamuoyunun şaşmaz terazisinde tartıldığımız zaman
biz ağır basarız. Bunu bilmiyorlarsa öğrensinler. Bugün
öğrenmezlerse yarın çok daha güç koşullür içinde nasıl
olsa öğrenecekler... Biz sınıfsal yerimizi halkımızın ara
sında ve yanında görüyoruz. Yerimizden ve sınıfımızdan
memnunuz. Biz emeği ile geçinen emekçileriz. Bundan do
layı da emekten yanayız. Paranın yoğunlaşmış emekten
başka birşey olmadığını bize öğretmediler ama, biz biliyo
ruz. Bu kadar çalıştığımız halde paramızın neden olmadığı
nı da anlıyoruz artık. Bugüne kadar emeğimizi çalıp bizi
çocuk bakıcısı gözüyle görenler, çocuklara ABC öğretme
nin ötesinde işlerine karışmamamızı arzu edenler, çağımız
da yenik düştüler. Biz çocuklarımıza herşeyi öğretiyoruz.
İç ve dış sömürünün çarklarının nasıl çalıştığını, sabah
tan akşama kadar çalışan işçilerin neden aç olduklarını, öğ
retmenlerinin niçin oturaksız kişiler olduğunu ve oturaklı
ların nereden geldiğini yeni kuşaklar iyi biliyorlar. Üniver
sitede reform isteğinin tabanında bu yatıyor... Tarihi gö
revimizi en güç koşullar altında bile başaracak, Türkiye’yi
kurtaracağız■■■ Biz eğitimi geleceğin Türkiyesini hazırla
mak için en olumlu yatırım alanı olarak görüyoruz. Bütün
bu sıkıntıya bundan katlanıyoruz. Türkiye’yi kuracak kad
roları parasız, pulsuz ve oturaksız kişiler olarak yetiştiri
yoruz...»
Ve rapor, gelecek konusundaki şu gerçekçi düşünlerle
sona eriyor(2i): «İki üç yıldır yüze çıkan belirtilerden an
lıyoruz ki, 1969 seçimlerinden sonra ülkemiz daha kritik
bir döneme girecektir. Devrimci bilgisi ve bilinci yükselmiş
gençlik ile gün geçtikçe uyanan emekçi halk kitleleri yüzyıl
lardır alınmamış haklarını elde etmek için ağırlıklarını
iyice duyuracaklar, onların bu etkinlikleri, çaresizlik ve bu
nalım içinde olan egemen sınıfları hırçınlaştıracaktır. Ta
rih sahnesinden çekilmesi gereken bir sınıfın, elindeki poli
tik yetkileri emekçi sınıflara devretmesi kolayca başarıla
cak bir dönüşüm değildir. Eskimiş sınıflar direnecek ve
yönetime aday olan sınıf ve tabakalar birçok zorluklarla
karşılaşacaklardır. Bu yüzden zaman zaman idarenin ve
bütün egemen güçlerin iç ve dış ittifaklarıyla faşistleştiğini
göreceğiz. ■■ Bunun için ilk yapılacak iş örgütümüzü sağ
lamlaştırmak ve sağlama bağlamaktır. Sağlamca tutunma
dan ve yerleşmeden hiçbir ilerleme sağlanamaz. İki seferdir
başı koparılan bir örgüt için bunun etkin çarelerini ara
mak bir zorunluktur. Bunun çaresi kendimizde ve halkımızdadır. Halkın bilinçli desteğini sağlamış öğretmenlere
ve onların örgütüne kimse dokunamaz...»
En ileri şekil ve sonuçlarını TÖS’de bulan örgütlenme
çalışmaları, 1960 - 1969 döneminde, daha önce kurulmuş
örgütlerin de çalışmalarını sürdürmeleri şeklinde sürüp git
miştir. Bunlardan bazıları, yöneticilerinin siyasal kişisel
çıkarlar beklemiyen tutumlarıyla, T. Öğretmen Demekleri
Milli Federasyonunun bu nedenlerle gücünün ve soluğunun
kesildiği günlerde, daha ilerici, daha dürüst bir tutumla iti-
ci güç rolü oynamışlar, Federasyonu da kendi kendisini dü
zeltmeye itmişlerdir. Bunların arasında öncelikle merkezi
İsparta’da bulunan Göller Bölgesi Köy öğretmenleri Derne
ğini ve merkezi İzmir’de bulunan Köy öğretmenleri Fede
rasyonunu saymak gerekir.
Enstitülülerin yayın ve örgütleme çalışmaları dışında,
köy enstitüleri konusuyla geniş olarak ilgilenmiş Yön, Ant,
Türk Solu, Farum, Yeni Ufuklar gibi dergileri burada ha
tırlatmak isteriz. Bunlara daha birçok isimler eklenebilir.
■ Sosyalist Türkiye
Kitap yayını olarak, yine enstitülülerin dışında belirt
mek istediğimiz bir yayın, Ali Faik Cihan’ın «Sosyalist
Türkiye» kitabı clacaktır(29). Bu kitapta köy enstitüleri ko
nusunda şu düşünler vardır: «...Eğitimin maddi uygarlığı
yaratma terbiyesi olduğu gerçeği Kemalizmin bünyesinden
çıkmıştır. İş içinde, iş vasıtasıyla, iş için terbiye köy
enstitüleri sisteminde uygulanan temel ilkelerdir. Bu il
keler varlığın esasını ruh ve fikirden önce varlığı mad
de ve devinimde gören maddeci anlayışa dayanır.
Uygarlık maddi bir değişimdir, öğrenilmeden önce yapı
lır...» gibi bir girişle yazar temel felsefeyi kendisine göre
açıkladıktan sonra şöyle der: «...Toplumcu eğitimin esası
1. Hakkı Tonguç'un uygulamaya giriştiği, fikir ve esasları
nı koyduğu köy enstitüleri sistemidir. Her Türk köyü bir
eğitim enstitüsüdür. Kurulacak yeni ve büyük köyler Anadoluda uygarlığın başlangıcı olacaktır. Okul, gerçek eğitim
ortamı olan köydür. Eğitim, kalkınmanın ve geliştirilecek
uygarlığın dürtücü bir kuvvetidir... Tarım ve endüstri eği
timin içindedir. Onun içindir ki, eğitim genel yönetimin çe
lişik bir kolu değil, onun tamamlayıcısıdır.. Toplumcu eği(M) S o s y a lis t T ü rk iy e , A li F a ik C ih an , D e v rim c i Y a y ın
la r K o o p e ra tifi, İs ta n b u l, s. 82, 83.
timin öğrencisi tüm halkdır. Uygarlık yaparak öğrenecek,
sonra yaptığını yorumlıyacak, yani uygarlık bilinci arta
caktır... Eğitimin kendisi üretimi finanse edecektir. Artık
köy kendi kendini kalkındırabilir...» Bu şekilde, köy ens
titüleri konusu, yayınladığı zaman gürültü koparan,toplattı
rılan, hakim olan yazarı yıllarca görevinden alman, mah
kemeye verilen ve bu dönemde, sosyalist teorilerin Türki
ye’nin gerçeklerine uygulanması ve stratejik amaçların sap
tanması yolunda bir aşama olan bir kitaba ve o amaçlar
arasına girmiştir.
■ «TIP Pogramı»
Buna paralel ikinci bir önemli gelişim, Türkiye İşçi
Partisinin programına köy enstitülerinin şu sözlerle alın
mış olmasıdır*W): «...Türkiye İşçi Partisi köyü bütünü ile
kalkındırabilecek inançlı elemanları aynı ülkü içinde yetiş
tirmek amacıyla köy enstitülerini yeniden kuracaktır. Tür
kiye İşçi Partisi, köy enstitülerinin köyde eğitim meselesini
çözmek için memleket gerçeklerine en uygun ve yüzde yüz
milli bir çözüm yolu olduğuna inanır. Yeniden kurulacak
bu enstitülerde eskiden olduğu gibi iş eğitimi, demokratik
eğitim, eşine eğitim ilkeleri uygulanacak ve bu okulların,
bölgelerinin meseleleriyle ilgilenen, onlara çözüm yolları ari
yan kurumlar olmaları sağlanacaktır. Köy Enstitülerine öğ
retmen yetiştirmek amacıya aynı ilkelere uygun olarak öğ
retim yapan bir Yüksek Köy Enstitüsü kurulacaktır...»
Böylece ilk defa olarak, önemli ilkeleriyle ve adı belirtile
rek köy enstitülerinin kurulması bir siyasal partinin progra
mına girmiş bulunmaktadır. Bu arada enstitülerin kuruldu
ğu çağda iktidarda bulunmuş CHP’nin durumuna değinmek
ilginçtir: Ortanın solu hareketi başladıktan sonra bile ve(30) T ü rk iy e tş ç i P a r t is i P ro g r a m ı, E r s a M a tb a a c ılık , İ s
ta n b u l 1964, s. 138.
rilen demeçler, programlar,seçim bildirileri v.b. gibi yayın
larda, köy enstitülerinin adının geçirilmemesine özellikle
dikkat edilmekte, bazen, herhalde kaçınılmaz olduğu anlar
da köy enstitülerinin bazı ilkeleri, o da, köy enstitülerinin
ilkeleri olduğu belirtilmeden, benimseniyormuş gibi gös
terilmektedir. CHP’ııin ortanın solu hareketinin ana ilke
lere uyan bir iç yapıyı hâlâ kazanamamış olmasını, hâlâ
süren ikircikli davranışını göstermesi bakımından bu dav
ranış ilginçtir.
■ <Türkiye’de Eğitim Sorunu ve Sosyalizm»
İşçi Partili Milletvekili Yusuf Ziya Bahadınlı tarafın
dan yayınlanan bir kitapta da köy enstitülerine geniş öl
çüde değinilmektedir01*: «...Tarihte Türk çocuğuna ilk
kez bir fırsat çıkıyordu. Bu fırsatı sonuna kadar yurt sa
vunmasındaki bir erin duygululuğu içinde kullanmak ge
rekliydi... Bu tarihsel fırsatı köylü olarak, halk olarak bir
yere kadar kullandık, hakim sınıflar bu fırsatı elimizden
alana kadar. Bu durum pek açık bir gerçekken bu gerçeği
bir faşist davranış olarak niteliyen sosyalist yazarlarımız
çıktı...» sözleriyle bazı sol aydınların köy enstitüleri ko
nusundaki eleştirilerine çatan yazar, Kemal ta h ir ’in «Boz
kırdaki Çekirdek» romanından bazı bölümleri düşüncesi
ne örnek olarak göstermekte, ve şöyle yazmaktadır:
«...Binlerce köylü çocuğunun emeği, alın teri ve bilgisi,
hayatı boşa harcanmamıştır. Çünkü köy enstitülerinin
temelinde yatan şeyin, halk ve emek’in sözü ediliyorsa
köy odalarında bugün ve köylümüz halk olmanın, eme
ğin bilincine varıyorsa bugün, bunda köy enstitülerinin
payı vardır. Sınıf kavramı biraz da köy enstitüleri ha
reketiyle yurt düzeyine yayılmıştır... 1968’lerde Çin’de,
(3i) T iirk iy ed e E ğ itim S o ru n u ve S o sy alizm , Y u su f Z iy a
B ah a d ın lı, H ü r y ay ın ev i, A n k a r a 1968, s. 44-55.
Fransa’da, Amerika’da, Türkiye’de ve pekçok ülkede
bütün dünya gençliğinin elde etmek istediği şeylerden
bazıları 25 yıl önce köy enstitülerinde uygulanmak
ta idi...» Bundan sonra köy enstitülerinin bazı özellik
lerini ve yıkılışı anlatan yazar, Tonguç’un bazı düşünlerine
değindikten sonra, şöyle diyor: «...Açınız sosyalizmle ilgi
li kitapları, açınız Türkiye İşçi Partisi’nin programını, açı
nız Mehmet Ali Aybar’ın (Bağımsızlık, Demokrasi, Sos
yalizm) adlı kitabını, Tonguç’u bulacaksınız hepsinde.
Tonguç ne teoride, ne de pratikte yanılmamıştır... Tonguç
sosyalistti. Sosyalist olduğu için de gerçekçi idi ve ayakla
rını toprağa sıkı basıyordu. Serüven peşinde değildi, ne
yapabilecekse onu yapmaya çalıştı...»
■ Türkiye’nin Düzeni
Doğan Avcıoğlu da «Türkiye’nin Düzeni» kitabında
köy enstitülerine değinmiştir0” . «...K öy enstitüleri köy bir
likleri, kombinaları, kooperatifler ve toprak reformu çer
çevesinde bu teşebbüsü hayata geçirecek olan gerçekten
devrimci ve orijinal bir hareketti. Burada köy enstitüleri
nin büyük değeri üzerinde duracak değiliz...» dedikten
sonra, köy enstitülerinin bazı niteliklerine ve köy enstitü
lerine karşı gelen tepkilere değinen yazar, «...toprak re
formu gibi köy enstitüleri de aşağıdan henüz hissedilir bir
tepki gelmeden kurtuluş savaşının milliyetçi - devrimci kad
rosunun güçlü hakim sınıflar aleyhine giriştikleri şerefli bir
devrim hareketidir. İnönü ve etrafındaki milliyetçi - dev
rimci kadro, Milli Şefin, Türk milletine bırakacağım iki
eserden biri, demesine rağmen bu konuda da yenik düş
müştür. ..»
OD T ü rk iy e ’n in D üzeni, D o ğ a n A vcıo ğ lu , B ilg i y a y ın ev i,
A n k a r a 1968, s. 238, 239.
Bu birkaç örnekten görüldüğü gibi, ilerici aydınlar,
1960’dan sonra köy enstitüsü konusu ile yakından ilgilen
mişlerdir, örnekleri çoğaltmıyoruz. Varılan sonuçlar büyük
çoğunlukla olumludur.
■ Genç Kuşağın Eleştirileri
Bu olumlu sonuçlara rağmen, 1960’dan sonra köy
enstitüleri düşünü tabu olmaktan kurtulup kamuoyunun
malı olurken, zamanla ilerici aydınların kafasında bazı
şüpheler, doyumsuzluklar, karşılıksız kalmış sorular be
lirmiştir. 1960’dan sonraki siyasal büinçlenme çok hızlı ol
muştur. Daha sonra üzerinde duracağımız nedenlerden ötü
rü, köy enstitülüler, bu hızlı siyasal bilinçlenmeye ayak
uyduracak şekilde köy enstitülerinin yeni siyasal kavram
ve gereklere göre yorumunu yapamamışlardır. Bu, köy ens
titüleri konusunda düşün hayatımızda bir boşluk yaratmış
tır. Bu boşluğu, yanlış yorumlarıyla konuyu bilmiyen, in
celemek çabasına da girmiyen, geçen bölümde değindiği
miz bazı sol aydınlar doldurmuştur. Bu durumun sonucu
olarak, şüphe, doyumsuzluk ve yanlış anlamalan daha da
kolaylaştıran koşullar ortaya çıkmıştır. Sosyalist düşün
lerin ve formüllerin çekiciliği altında ileri sürülmüş bu yan
lış yorumlar, özellikle bir kısım genç aydınlan, yeni kuşak
lan ve hatta bazı köy enstitülüleri etkisi altında bırakmıştır.
Böylece, kanımızca 1960’dan sonra, özellikle 1967 - 1969
yıllannda, köy enstitüleri konusunun bazı yanlış yorumcu
lar tarafından ilerici akımların dışına itilmesi tehlikesi belir
miştir. Ama bu tehlike çok sürmiyecektir, sürmemiştir.
Enstitülüler, 1960’dan hemen sonra girişmeleri gereken ça
lışmaya yavaş yavaş girmektedirler. Soruna bakış açılannı,
yorumlannı, amaçlarını, eylemlerini gelişen siyasal bilinç
lenmeye, toplumbilim kurallara göre ayarlamaya başlamış
lardır. TÖS’ün çalışma raporu, İmece dergisinin 1969 yılı
ortalarından sonra girdiği yön, bu bakımdan önemli atılımlardır ve umut vericidir. Ayrıca, yeni yetişen kuşakla
rın, üniversite öğrencilerinin, haksız ve yanlış yorumları
doğrularından ayırt edebildiklerini gösteren belirtiler de var
dır. Ama aynı gençler ve öğrenciler, köy enstitülülerin so
runu ele alışlarındaki tutumu da haklı olarak kınamakta
dırlar. Daha az duygusallık, daha az anı, daha az edebi
yat, daha çok bilimsel bakış, daha çok yeni düşün ve öneri
istemektedirler. Daha kısası, konunun toplumbilimsel açı
dan yorumunu istemektedirler. Enstitülüler bunu yapmak
zorundadırlar. Bunu yapacak ciddi çalışmalara girmiyecek olurlarsa, konuyu bayatlatırlar, eskitirler. Köy enstitü
leri sorununa toplumbilimsel, maddeci bir dialektikle bak
mak zorundadırlar. Ahlı vahlı, anili, şiirli, ağlamalı, dövünmeli törenlerin, yazıların çağı geçmiştir. Bunu daha
1961 - 1962’lerde çok söyledik, ama dinletemedik. Kolay
yolu tutmak yüzünden kaybedilen en az beş yıldır. Türki
ye’deki siyasal bilinçlenmenin başdöndürücü bir hızla geliş
tiği, durgun çağların otuz yılına bedel bir beş yıldır bu!
Bu söylediklerimizi doğruluyan, yeni kuşağın haklı
dileklerini ve soruna nasıl gerçekçi bir açıdan baktığını gös
teren bir konuşmanın bazı bölümlerini aktaracağız. Son yıl
larda genç kuşak, buna benzer çok konuşmalar yapmış işe
bilimsel açıdan bakmanın gereğini defalarca belirtmiştir.
Bu örnek, ayrıca genç kuşağın, öyle körükörüne yanlış yo
rumcu aydınların etkisinde kalmadığını göstermesi bakı
mından da ilginçtir. Genç bir üniversiteli, köy enstitüleri
konusunda, yıllar yılı usta marksist geçinmiş nice kişiler
den çok daha doğru yargılara varabilmektedir; bu umut
vericidir. Bunlar dar görüşlü solcuları aşmışlardır. Türki
ye’nin ve ilerici akımların geleceği bakımından bu önemli
bir gelişimidir.
Genç bir üniversite öğrencisi, Dursun Bila, bir tören
de köy enstitüleri konusunda şöyle konuşuyor'33’: «...Bilin
diği üzere insanlık tarihi sosyal mücadeleler tarihidir. Tarih
sahnesinde cereyan eden bu mücadelenin oyuncuları sos
yal sınıf, tabaka ve zümrelerdir. Tarihi akış içerisinde üre
tim biçiminin gerektirdiği devrim aşamalarında kimi sı
nıflar tarihin motoru olur, devrimci görevi yüklenir. Kimi
sınıf ve .tabakalar da tutucu olur, tarih tekerleğini geri çe
virmeye çalışırlar. Bu süre içerisinde mücadele bu sınıf ve
tabakaların liderlerini çıkarır ortaya. Bu devrimci, inançlı
ve cesursa, kendini kavgasına verdiği devrime adamış ise
tarihe damgasını vurur, unutulmaz bir isim olur...» Bun
dan sonra Tonguç’un kişiliğine olumlu açıdan değinen ko
nuşmacı, köy enstitülerini kuranların onu aynı zamanda
yıkanlar olduğunu belirterek şöyle demektedir: «...O hal
de sorun kişileri çok aşmaktadır ve sınıflar arası kavganın
bir ürünü ve sonucu olarak ele alınmak icap eder... Çün
kü köy enstitüleri bir noktadan sonra günün hakim sınıfla
rını rahatsız etmişti. Nitekim bu eserin mimarlarından
Tonguç, bütün varlıkları ve hayat imkanlarını saklıyan kö
ye, halka dönmek, bu tükenmez kaynaktan kuvvet, ilham
ve fikir almak, temele dayanmak ve bu mukaddes varlığı
teşkilatlandırarak ona devletin bünyesinde hakiki yerini
vermek amacındaydı. O halde köy enstitüleri bir devrimi
değil, fakat devrim için eğitimi ifade eder. Elbetteki bu gi
rişim sömürücü sınıfları rahatsız edecekti. Nitekim iç ve dış
şartların zorlaması ile Amerikan emperyalizmine avuç aç
ma politikasını benimsemiş olan zamanın iktidarı ve Milli
Şef bu büyük eseri yerle bir etti. Peşinden gelen DP iktida
rı ki, kendini sosyalist zanneden bazı zavallı popülistlerin
(33) D u rsu n B ila, S iy a s a l B ilg ile r F a k ü lte s i ö ğ re n c isi v e
F ik ir K u lü p le ri F e d e ra s y o n u ü y e si, 23. h a z ir a n 1969’d a, S iy a s a l B ilg ile r F a k ü lte s in d e y a p ıla n T o n g u ç ’u
a n m a to p la n tıs ın d a y a p tığ ı k o n u şm a .
A y n c a TÖS
g a z e te s in in 5 te m m u z 1969 g ü n k ü s a y ıs ın d a d a yay ın lf ljım ı ş t ı r .
gözünde bu iktidar değişimi sözüm ona bir devrimdir, köy
enstitüleri ve onun mimarlarının isimlerini de yok etti...
Köy enstitüleri denemesinin öğrettiği bir gerçek de şudur:
Köylülerin kurtulması yalnızca bir eğitim meselesi değildir,
bir devrim meselesidir. Ancak eğitimin devrim mücadele
sindeki rolü de inkar edilemez. Devrim, eğitim ve sınıfsal
bilinçlenme karşılıklı ilişki içerisindedir. Zaten Tonguç’un
büyüklüğü de bu gerçeği kavramasında, bunu bilerek ey
lemde bulunmasındadır. Buralardan varacağımız sonuç şu. dur ki,, köylülerin kurtulması ancak devrim ile mümkün
dür. Ne köy enstitüleri, ne de 27 Mayıs hareketi devrim de
ğildir. İlerici, radikal girişimlerdir.
«Devrm bir üretim biçiminden daha ileri bir üre
tim biçimine geçiştir. Eğitim ancak devrimin yapılmasını
yaklaştırabilir. Süreci hızlandırabilir. Bütün bunlar gösteri
yor ki, Türkiye halkının kurtuluşu, halkın devrim yapması
ile mümkündür. Yani Türkiye’nin milli demokratik bir
ülke olmasıyla mümkündür. Bunun dışındaki girişimler po
pülistçe girişimler olmaktan öte bir anlam taşımazlar... Ta
rihin akışı durdurulamaz... Tonguçlar tükenmemiştir. O
Tonguçlar ki Anadoluda fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür
nesiller yetiştirme çabasındadırlar... Ve bu kavga meyvalarını vermeye başlamıştır. Onların yetiştirdiği genç nesil
bütün zorluklara göğüs gererek, polis kurşunu ile vurula
rak, ama yılmadan bağımsızlık ve demokrasi mücadelesi
vermektedir... Verdikleri kavga işçinin - köylünün kavga
sıdır. Mustafa Kemal’in, Hasan-Ali’nin, Tonguç’un müca
delesidir... Bu durumda, devrimci kuruluşlara düşen gö
rev, yalnızca salonlarda anma törenleri ile yetinmek değil,
tam bağımsız ve gerçekten demokratik Türkiye’nin yaratıl
ması kavgasına tüm gücüyle ve inançla katılmaktır. A ta
türkçülük budur, Tonguç’u anmak budur, gerçek halkçılık
budur. Ve bu kavgada aydın zümrenin, özellikle gençlik
ve öğretmen örgütlenin sorumlulukları büyüktür. Kanımca
TÖS, T. Öğretmen Dernekleri Federasyon gibi örgütlere
düşen görev, siyaset sahnesine çıkmak, siyaset dışı kalma
aldatmacasına kanmamaktır. Etkin baskı grupları olarak
yılmadan, usanmadan Anayasanın tanıdığı bütün direniş
metodlarına başvurarak bu kavgada yerlerini almaktır. So
runları sınıfsal gözle incelemeli ve onun gerektirdiği müca
deleyi vermelidirler. Tonguç’un izinde fiilen devrim için eği
tim görevini yerine getirmelidirler. Biz gençler olarak iz
lerinde yürüdüğümüz, kolkola mücadele verdiğimiz dev
rimci öğretmenlerin, bu mücadelede kendilerine düşeni Ton
guç misali yerine getireceklerine eminiz ve onlara inanıyor
ve güveniyoruz. Bir büyük şairimizin dediği gibi:
Ölenler döğüşerek öldüler,
güneşe gömüldüler.
Vaktimiz yok onların
matemini tutmaya.
Vaktimiz varsa eğer, tüm gücümüzle emperyalistlerin,
işbirlikçilerin, uşaklarının ve çirkin politikacılarına üzeri
ne...»
Dursun Bila gibi genç aydınların düşünlerine, eleştiri
lerine önem vermek gerektiği kanısındayız. Çünkü onlar,
1960’dan sonra köy enstitülülerin çabalarında noksanlığı
duyulan noktalara dikkati çekmektedirler.
1960’dan sonra köy enstitülüler, kavgalarının anlatıl
masında, yorumlanmasında niçin gecikmişlerdir? Çok hızlı
gelişen siyasal bilinçlenmeye neden ayak uyduramamışlar,
ancak 1968’den sonra bu yola girebilmişlerdir? Bu sorula
rın karşılıkları incelenmeye değer.
■ Duraklama Nedenleri ve Eski Yöneticiler
Köy enstitülü öğretmenlerin sosyalist öğretiyi 1960’dan sonra çok kısa bir sürede öğrenebilmeleri ve özel te
rim, deyim ve sözcüklerle konuşabilmelerini geciktiren bi
rinci önemli etken, eski köy enstitüsü yöneticilerinin duru
mudur. 1960’dan sonra kısa bir süre içinde Yücel’in ve
Tonguç’un ölümleri, köy enstitüleri akımının düşün yönün
den başsız kalmasına yol açmıştır. Daha önce köy enstitü
lerinde çalışmış olan yöneticilerin ve özellikle müdürlerin
durumu ise incelemeye değer. Hem enstitülerde çalıştıkları
dönem bakımından, hem de 1960’dan sonraki davranışları
bakımından böyle bir inceleme bizi ilginç, ve şimdiye kadar
üzerinde durulmamış bir takım sonuçlara, gözlemlere gö
türür.
Bu konuda doğru yargılara varabilmek için, işe baştan
başlamak, kuruluş yıllarında köy enstitülerinin yönetici kad
rosuna ve bu kadronun düşün ve inanç içerikliğine bak
mak gerekir. Bir çeşit aşırı keıfdi kendine eleştiri demek
olan böyle bir inceleme bugüne kadar yapılmamıştır. He
men başlangıçta söyliyelim ki, köy enstitüsü yönetici ve
öğretmenlerinin kuruluş çağındaki büyük hizmetlerini yad
sıyacak değiliz. Noksanlığını aradığımız şey, bu yöneticile
rin 1960’dan sonra, kendilerine düşen öncülük görevini ni
çin yapamadıkları, bu yetersizliğin köklerinin neler olduğu
dur. Konuyu inceliyen her kişi, başta Tonguç olmak üzere,
onların kuruluş çağındaki hizmetlerini değerlendirmiştir,
örneğin Tonguç «Canlandırılacak Köy» kitabında, «Köy
Enstitüsü Öğretmenleri» başlığı altında onların insanüstü
çabalarını belirtmeye çalışmıştır04*: ...15. 10. 1946 tari
hinde 620 öğretmenin köy enstitülerinde görevli olduğunu
söyledikten sonra, «..enstitülerde elde edilen başarıların bü
yük payı bu kurumlarda birçok zorlukları göze alarak çalı
şan fedakâr öğretmenlere aittir...» der. Bundan sonra öğ
retmenlerin çalışmalarını anılara da dayanarak anlatarak
şunları yazar: «...Enstitülerde çalışan öğretmenlerin % 90'ı
(34) C a n la n d ırıla c a k K öy, 1. H a k k ı T onguç, R em zi K ita b
eyi, İB tanbul 1947, s. 602-609.
yukarıda hatıraları yazılı meslektaş gibi çalışmıştır. Köy
enstitülerinde çalışma ölçüsünün ne olduğu bu yazıda gös
terilmiştir. Böyle iş görenler nereden mezun olurlarsa ol
sunlar bu kurumlarda tutunabilirler .. .Eğer onların bu ola
ğanüstü gayretleri, fedakârlıkları olmasaydı köy enstitüleri
kurulmaz, canlı birer karakter alamazlardı. Enstitü öğret
menlerinin içinde ülküye bağlı olmıyanlarm sayısı pek az
dı. Onun için bu gibiler genel gidişe ve gelişmeye engel ola
mıyordu...» Aynı şekilde Kirby de «Enstitü Direktörleri»
başlığı altında05’ şöyle bir değerlendirme yapar: «...Ensti
tü direktörlerinin yepyeni çeşitte idareciler olduğunda, ens
titülerin dostları da düşmanları da birleşirler. Tonguç’un
ve enstitülerin kendilerine yüklediği önemli ödevlerin zor
laştırdığı şartlar altında onların böyle yeni tip adamlar
haline geldiğini görmek mümkündür. Bu başarılı direk
törleri meydana getiren birinci unsur, insiyatifsizliği, hare
ketsizliği, hiyerarşi istibdadını yaratan, meşrulaştıran temel
lerin ortadan kaldırılması olmuştur... Bu birinci unsur köy
enstitüsü direktörlerinin ikinci bir özelliğine yol açtı: Za
man ve paranın irrasyonel şekilde israf edilmemesine dik
kat etmek zorundaydılar... Enstitü direktörlerinin kırtasi
yecilik engellerini yenerek çalışmalarının üçüncü bir sebe
bi, sadece başaramadıkları şeylerden sorumlu olacaklarını
bilmeleri idi...»
Doğru olan bu yargılar, bize göre enstitülerin ilk kuru
luş dönemi olan, maddi koşulların yaratılması dönemi için
tam olarak geçerlidir. ikinci döneme ki, 1946’ya doğru
çalışmaların ağırlık noktası artık buraya kaydırılmıştır,
asıl manevi enstitü ortamının yaratılması konusuna gelince
iş biraz karışır. Tonguç’un yukarıdaki satırları biraz (yarıresmi) bir değerlendirmedir ve Kirby de daha başka kanıla
ra varmasını sağlıyacak belgeleri görmemiştir. Ayrıca Ton(35) T U rkiyede K ö y E n s titü le ri, F a y K irb y , İm e c e y a y ın ,
la n , A n k a r a 1962, s. 204, 205.
guç’un herşeyden önce eylemi ve taktik sorunları göz önün
de tuttuğunu düşünürsek, 1946- 1960 gibi, bölünmelerin
çok kritik ve zararlı sonuçlara yol açabileceği bir dönemde,
onun yayınlanmış yazılarında, birlikte çalıştığı köy enstitü
sü öğretmen ve yöneticilerini eleştiren bir tek satıra yer
vermemesini daha iyi anlarız.
Tonguç’la köy enstitüsü yöneticileri arasındaki yazış
maların, sayısı birkaç yüzü bulan mektupların, belgelerin(36) incelenmesi sırasında ilk göze çarpan nokta, enstitü
yöneticilerinin dünya görüşleri, ideolojileri, hatta enstitü
lerin amaçları bakımından aynı görüş ve inançlarda ol
madıklarıdır. Hiç açıklanmamış bu durum, kuruluş döne
minde büyük zorluklar yaratmıştır. Maddi ortamın hazır
lanması çalışmalarında bile, Tonguç’un bu uyarsızlığı gi
dermek için nasıl çabaladığı, ne zorluklar çektiği böyle bir
incelemede hiç şüpheye yer bırakmıyacak şekilde görül
mektedir. Köy enstitüleri yöneticileri bütünüyle, klasik okul
lardan yetişmiş, klasik bir eğitim almış, yönetici olduk
tan sonra, eğitimi sırasında hiç düşünmediği bir takım so
runlarla karşılaşmış, sorumluluk mevkiinde iken yetiştiril
meye ve kendi kendisini yetiştirmeye çalışan, çağının en
iyi, en işe yarar öğretmen kadrosu idi, Ama bütün bunlar,
onların klasik eğitim almış oldukları gerçeğini değiştirmi
yordu: Bu kadro kendi eğitildiği okulların ilkelerinin tam
tersine ilkelerle yürütülecek okullar kurma işinde kullanıla
caktı. Ortak bir yanları vardı: Duygusal, hatta romantik bir
ülkücülük, ülkeye, halka hizmet ülküsü ve soyut bir halkçı
lık ve köycülük inancı. Bu bulanık kavramlar, bazılarında
ilerici düşün ve felsefelere açık bir düşün ortamı, bazıla
rında da sağ milliyetçiliğe varan bir duygusal yapı hazır
lamıştı. Tonguç, onların ortak özelliğini kullanmaya çalış
tı; o bulanık köycülük, halkçılık, vatana hizmet ülküsünü
(36) Ö zel a rş iv . T o n g u ç la e n s titü m ü d ü rle ri v e ö ğ re tm e n
le r i a ra s ın d a k i çok s a y ıd a m e k tu p la r, b a z ı b e lg e ler.
okşadı, canlı tuttu, bu noktadan onları uyararak işe sürdü,
îşte sonradan bir kısım aydınlarca eleştirilen o «aşın duy
gusallık», «o mistisizm» bu zoruluğun gereği olarak kaldı
ve gelişti. Maddi ortam yaratılıp, iş eğitbilimsel ilkelerin
tam olarak uygulanmasına, manevi ortamın tamamlanması
na gelince, yöneticilerin inanç ve ideoloji yapısındaki ay
rılıklar, uyuşmazlıklar, iyice su yüzüne vurmaya başlamış
tı. 1946’da hep beraber iş başından ayrıldıkları zaman, du
rum bu yönde gelişiyordu. Böylece bir sorunun varlığı ve
kısa bir süre içinde ön plana bütün önemiyle çıkacağı bun
dan sonra açıklanmadı; bunun üzerinde durulmadı. Çünkü
artık bunun pratik bir önemi kalmamıştı. Oysa ki, yine
yukarıdaki belge ve mektuplar gösteriyor ki, Tonguç, bu
sorunu kökten ve çok radikal olarak çözmenin ilk hazır
lıkları içindeydi. Köy Enstitülerinin gerçek manevi ortam
larıyla kurulup işletilmesinin tek koşulu olarak, bütün yö
netim ve öğretim kadrosunun Yüksek Köy Enstitüsü çıkış
lı, elden geldiğince köy enstitüsü ilkelerine göre yetiştiril
miş, yepyeni ve değişik bir kafa formasyonu almış, genç
enstitülü öğretmenlere bırakılmasını öngörüyordu. 1946’dan sonra daha birkaç yıl Tonguç işbaşında kalabilseydi,
öyle sanıyoruz ki, kurucu yöneticiler ve öğretmenler hemen
tamamen tasfiye olacaklardı. 1945 - 1946 yıllarında, Yük
sek Köy Enstitüsünde okuyan öğrencilerin staj için gön
derildikleri enstitülerde, Yüksek Köy Enstitülerinden çıkan
yeni öğretmenlerin atandıkları enstitülerde, müdür ve yö
neticilerle aralarında çıkan olaylar, anlaşamazlıklar, çekiş
meler konusunda elimizde çok belge vardır ve bunlar patlıyacak büyük bir çatışmanın ilk belirtileri niteliğindedir.
Yine eldeki belgeler Tonguç’un bu çatışma ve anlaşmaz
lıklarda hemen her zaman, enstitü çıkışlıları tuttuğunu, bu
nu en yakın Enstitü Müdürü çalışma arkadaşlarına karşı
da böyle yaptığını, tek çözümü enstitü çıkışlıların çoğala
rak, yönetimi almalarında gördüğünü belirtmektedir. Bu
konuyla ilgili belge ve mektupları şimdilik açıklamayı
doğnı bulmuyoruz.
Yukarıdaki yargılarımızı, o çağı çok iyi bilen Sabahat
tin Eyüboğlu’nun şu sözleri de doğrulamaktadır*37' : «...D e
diği dedik okullardan yetişmiş bir kadroyla Tonguç tıasıl
öğrencilerin, hem de ezilmeye alışmış, boyun eğmiş köylü
öğrencilerin okul yönetiminde ağır basmalarını; gün geçtik
çe daha fazla söz sahibi olmalarını nasıl sağladı? Kimi beş
vakit namazını kılan, kimi her işi için Yukarıdan buyruk
bekleyen, kimi köylü dayaktan anlar diyen ve ister iste
mez görevlendirilen öğretim ve yönetim üyeleri öğrenciye
söz hakkı veren bir eğitim devrimirıe nasıl katılabildiler?..»
İşte bu yönetici kadro, 1960’dan sonra, Yücel ve
Tonguç’un ölümleriyle, birdenbire köy enstitüsü akımına
yeni bir yön vermek, amaçlan belirlemek gibi, öyle sanıyo
ruz ki, geçen süre içinde hiç düşünmediği bir görevle karşı
karşıya kalıyordu. Yukandaki durum da iyice bilinmediği
için, köy enstitülüler onları hiç tartışmasız akımın yeni yö
neticileri olarak benimsiyorlardı. Bu kadronun, 1960’dan
sonra bu görevi başan ile yerine getirdiği söylenemez. Bir
kısmı zaten yıllarca önce etkinlikten vazgeçmiş, köşesine çe
kilmişti. Bunlar 1960’dan sonra da olayların gelişmesin
den uzakta kaldılar. Anılarını yazmakla yetindiler. Bu da
değerli bir katkı idi elbet; ama yeterli değildi. Aranan,
gereksinen düşün önderliği idi. Geri kalanlar, 1960’dan
sonra etkih olarak akımın önüne düşmeye çalıştılar. Ama
toplayıcı, birleştirici, yol gösterici olarak görevlerini başan
ile yapamadılar. Zaman zaman enstitülüler içersinde belirli
gruplan tutmak, onlara dayanarak fazla etkin olmak, yo
luna saptılar. Akımın gündelik aynntılan içinde boğuldular.
Hatalanm anlayıp, kendilerini çekmeleri, çabalarını düşün
(37) Y eni U fu k la r d e rg isi, S a b a h a ttin E y u b o ğ lu , D ln o v e
M u tlu b ir Y a k ış tırm a , c ilt 17, s a y ı 194, te m m u z
1968.
sel yönde yoğunlaştırmaları, köy enstitülerini kamuoyunun
ve ilericilerin istedikleri, onları doyuracak şekilde yorumla
maya koyulmaları ancak son yıllarda görülmeye başlandı.
Bu gecikme çok değerli birkaç yılm yitirilmesi ve gündelik
taktiklerde, çalışmalarda eski öğrencilerinin içinde onlann
bir bölüğü ile beraber diğerlerine karşı çekişmeleri, örgüt
lerde seçimlere etkin olarak karışmaları, görev almaları
sonucu otoritelerinin azalması ile sonuçlandı. Bir kısmı ise
yeni yonım ve öneriler getirmek şöyle dursun, bazı solcu
ların 1960’dan sonra giriştikleri yanlış eleştiri ve yorumla
rın çekiciliğine kapılarak, onlara katıldılar, yanılgılarını
«köy enstitülerinde ekonomik içerlik olmadığını» söyliyebilecek kadar ileri götürerek, bir zamanlar enstitülerde
yaptıkları çalışmaları yadsıyacak kadar şaşkınlaştılar.
1960’dan sonra kamuoyunda köy enstitüleri konusunda bir
takım doyumsuzluldar ve şüpheler uyanmasında eski yö
neticilerin bu yetersiz durumunun etkisi büyüktür. Sonun
da köy enstitülüler, kendilerinden çok şey bekledikleri eski
yönetici ve öğretmenlerinin bu beklenenleri veremiyecek
durumda olduğunu anlıyarak, işe kendileri el koydular, ör
gütler içerisindeki önemli görevlere kendileri geldiler ve
akım takıldığı noktadan kurtarılır gibi oldu. Böylece Ton
guç’un 1946’da tasarlamaya başladığı tasfiye de bir bakı
ma gerçekleşmiş oluyordu.
Köy enstitüsü akımına bağlılıklarından şüphe etmedi
ğimiz bu eski yöneticilerin 1960’dan sonraki tutumlarını ve
bunun sonuçlarını bu şekilde saptamak zorunda kaldığımız
için üzgünüz. Ama gerçek budur. Ve bu gerçek, 1960’dan
sonra siyasal bir baskı gücü durumuna gelen köy enstitülü
lerin ne yönde eyleme sürülecekleri, gündelik taktiklerin
ne olacağı konusundaki başarısızlıklar ve beceriksizlikler
için de geçerlidir. Ayrıca bu eski yöneticilerin kendi arala
rında da bir araya gelememeleri, anlaşamamaları, eskiden
de tam bir görüş ve ideolojik inanış birliği içinde olmadık-
lannı gösteren, bir başka kanıttır. Hatta bazen çeşitli hizip
lerin başına geçerek, karşılıklı çekişmişler ve birleştirici
değil, parçalayıcı bir rol bile oynamışlardır.
Etkin olarak gündelik çalışmaların içine girmekle Tonguç’un bu konudaki düşünlerini de ne kadar az ve yanlış
anlamış olduklarını göstermişlerdir. Tonguç, ta baştan beri
öğrencilerin «kendi kendilerini yönetmeleri» ilkesini uygula
maya çalışmış ve kendisini, yöneticileri bu bakımdan arka
plana çekmek çabaları göstermiş, arkadaşlarını da bu ilkeye
inandırmak için uğraşmıştır. Bu, temel felsefesinin, bilinç
lenmiş halkın kendi kendini yönetmesi düşününün, doğal bir
gereği idi. İşbaşında bulunduğu süre içinde de çalışma
arkadaşlarını zaman zaman bu yola gitmeleri için sert şekil
lerde uyarmaktan da çekinmemiştir.
■ Teorik öğreti Noksanı
Bir ikinci etken, geçen bölümde ayrıntıları ile incele
diğimiz bazı solcuların haksız ve yanlış yorumlarının bir
kısım köy enstitülüleri etkilemiş ve onları yanıltmış olma
sıdır. Aşın sağcılann savlannm aksine, köy enstitülerinde
sistemli bir sosyalizm öğrenimi yapılmamıştır. Enstitülerde
özgür okuma, özgür düşünme ortamı yaratılmaya ve öğ
rencinin kendi yolunu kendi yargılanyla bulmasına çalışıl
mıştır. Günün koşullan bunu gerektiriyordu, eğitim ilkeleri
böyle idi. Nitekim yukanda değindiğimiz TÖS raporunda
bu nokta en iyi şekilde anlatılmaktadır: «.. .Paranın yoğun
laşmış emekten başka birşey olmadığını bize öğretmediler
amma, biz biliyoruz...» Böylece dialektik açıklama ve yo
rumlara, özgür düşünme ve tartışma alışkanlıkları gereği
açık olan, bunlarla ilgilenen, fakat doğrudan doğruya böyle
bir öğreti ile yakından ilgilenmemiş bir kısım enstitülülere bu yeni açıklama ve yorumlar çok çekici gelmiştir.
Ama öğretiyi tam bilmedikleri için, söylenenlerin eleştirisi
ni yapamamışlar, doğru olmadığım baştan sezememişler ve
bir süre için bunların çekiciliğine katılmışlardır. Böylece
inandıktan akımı kötülemek yanılgısına bile düşmüş olan
ların, zamanla, bu dış çekicilikten kurtularak, o gösterişli
yorumlann yanlışlıklarım anlamaya başlamalan, bunların
yerine kendileri yeni ve doğru yorumlar yaparak, köy ens
titüleri akımım tekrar savunmaya başlamalan olumlu bir
gelişmedir.
■ Köyden Kopma
Yine köy enstitülülere bağlı bir üçüncü etken, şudur:
1946- 1960 döneminde, köy enstitüsü uygulaması bozu
lurken, bilinçli veya bilinçsiz olarak, yöneticiler Tonguç’un
çok korktuğu bir uygulamaya girişmişlerdir: Enstitülü öğ
retmenleri köyden ayırmak. Genellikle en değerli enstitülülerin kentlerde görev almalarıyla sonuçlanan bu süreç,
bunlann bir kısmım köy koşullarından ciddi olarak uzaklaştırmıştır. Kentlerde yerleşen, kentlerin sorunlarını gün
delik yaşantılarında duyan ve zamanla tekrar köylere gön
derilmek, dönmek korkusu içlerinde uyanmaya başlıyan bu
gibilerin bir çeşit sınıf değiştirme sürecine uğradıkları söy
lenebilir. Köylü sınıfından çok, kent aydın orta sınıfı özel
liklerini gittikçe benimsiyen bu gibilerin görüş ve davra
nışlarında, bu ekonomik değişikliğin önemli yansımaları
olmuştur. 1960’dan sonraki örgütlerde yöneticilerin çoğun
luğu bu gibilerden çıkıyordu. Bunlar, köylerde yaşayıp kök
salmış köy enstitülülere göre daha tutucu, daha çekingen
ve biraz da politikacıların oyunlarını, dönüşlerini, kaypaklı
ğını, bir çeşit hüner sayma eğiliminde idiler. Bunların ara
sından köy enstitülülere hiç yakışmıyacak bu gibi davranış
ları benimseyip taklit etmeyi, içinde bulundukları sınıf de
ğiştirme sürecinin bir gereği sayanlar ve bu yöntemleri ça
lıştıkları meslek örgütlerinde uygulayarak, bu örgütleri ba
samak olarak kullanmaya kalkanlar çıkmıştır. 1960’dan
sonraki örgütlerde, asıl itici gücün tabandan, köydeki öğ
retmenden gelmesi, zaman zaman kentteki örgüt yöneticile
rin davranışlarının bunlarca yetersiz ve kaypak bulunması
bu gelişmenin sonucudur. Bir nevi yabancılaşma diyebile
ceğimiz bu değişiklik, örgütlerin çalışmalarının zaman za
man duraklamasına, kaypaklaşmasına ve tabandan gelen
dalganın itişi ile örgütlerin isteksizce üeriye doğru yuvarla
nır gibi gitmesine yol açmıştır. Bu durumdaki enstitülüle
rin, yani bir çeşit sınıf değiştirme işlemine uğramış olanla
rın incelenmesi eğitbilimsel yönden de önemli sonuçlara
bizi ulaştırır sanıyoruz. Bu süreç içinde bulunanlar, Tonguç’un köy enstitülü öğretmen niteliklerinden gittikçe uzak
laşarak, onun «kentli yan aydın» dediği tipin özelliklerini
gitgide almaktadırlar. Ama bu çeşit incelemelere hiç kim
se girişmek çabasını göze almamaktadır. Bu süreçin varlı
ğını bilmek şöyle bir pratik sonuca da bizi ulaştırmalıdır:
Her köy enstitülü artık tipik köy enstitülü değildir ve bu
gibilerin sayısı gittikçe de artacaktır. Bu bilinirse, kentler
de bazen orta sınıftan gelmiş aydınların, köy enstitülülerin
bazılarından çok daha iyi olarak köy enstitüleri sistemini
anlamaları, savunmaları gibi başlangıçta insana ters gelen
bir tutumu da anlamak kolaylaşır. Kanımız odur ki, gelecek
günler içinde köy enstitülü olmayan, ama geliştirdiği kişi
liği ile kendi orta sınıfına karşı çıkarak ezilenlerin yamnda
yer alan, onlan savunan orta sınıfın ilerici aydınını, ters
yönde sınıf değişikliğinin çabası içinde, köylü sınıfına ya
bancılaşmaya başlıyan ve yeni sınıfının çıkarları açısından
tehlikeli olabilecek girişimlerde yan çizen bir kısım eski
köy enstitülülerden yeğ tutmak gerekecektir. Bu süreç bir
bakıma doğaldır; geri güçler tarafından bozulmuş ve top
lumun ana gelişme doğrultusunun değişmesi ile yanda kal
mış bir uygulamanın kıyısından köşesinden yozlaşma belir
tileri göstermesi beklenmelidir. Eylem açısından önemli
olan, bundan böyle köy enstitüleri akımının her köy enstitülüyüm diyenle eşdeğer olmadığıdır. Bizim bu gibilerde en
çok dikkatimizi çeken değişiklik belirtileri şunlardır: Ensti
tülerde verilen yalın açık ve kısa konuşma alışkanlığının
yitirilmesi, bunun yerine yan aydının tipik süslü, ikircikli,
kaypak, gösterişli ve uzun konuşma şeklinin benimsenmesi.
Davranışlarda kaypaklık, dönüşlere açık kapı bırakmak,
özgür tartışmadan, kendi kendini eleştiriden kaçmak, bun
lara karşı hoşgörüsüzlük, çirkin anlamında gündelik politi
ka, içerliksiz politika ile aşın bir ilgi, bu çeşit politikada
etkin olma eğilimi, köy enstitülü oluşdan politikada yarar
lanmaya kalkmak, bunun getirdiği olanaklan (seçilme gibi)
politika pazarında satışa çıkarmak, ereğine kavuşunca da
ortam çok elverişli olmadıkça köy enstitüsü akımı konu
sunda susmak.
■ Öğrenci Hareketleri
Yine 1960 sonrası döneminde köy enstitüleri konu
sunda ilginç saydığımız çalışma ve çabalar arasında, bütün
dünyada başlamış olan öğrenci hareketleriyle, köy enstitüle
rinde uygulanan, öğrencilerin kendi kendilerini yönetme
leri ilkesi arasında, paralellikler kurulmak istenmesine de
ğinmek isteriz. Bu ilke ve bunun uygulanışı konusundaki
bilgiler 4. bölümde verilmiştir. Avrupa’da öğrenci hare
ketleri başladığı zaman, Paris’te bulunan Abidin Dino, ba
zı benzerlik ve paralelliklere dikkati çekmiştir081. Hatta ona
göre yalnız bu ilke yönünden değil, öğrencileri bu hareket
lere iten bütün etkenler ve istekler yönünden, köy enstitü
leri sisteminin özel bir önemi vardır. Dino şöyle yazıyor:
«...Özellikle Paris’te günlük olayların çelişik akıntıları
içinde... devrimci eğitim imecesinden söz açmak için va
U3) A n t d e rg isi, D ev rim c i E ğ itim İm e ce si, A b id in D ino,
s a y ı 75, 4.6.1968, s. 7.
kit erken mi? Bence bu alanda geri dönülmez adımlar atıl
mıştır. Eğitim derken elbet önce okullar akla gelir. Oysa
birdenbire eğitim kabından taşmış, memleketin tümüne ya
yılmış bulunuyor. Memleket çapında yayılan şey, aracısız
demokrasidir, siyasettir, siyasi eğitimdir... Bu bir bilinç
lenme salgınıdır, ne olursa olsun bilinçlenme!... Yeni eği
tim imecesi sadece bilenlerin bilmiyenlere bilgi değerlerini
aktarması sorunu değil. Yeni eğitim imecesi, değerleri,
doğruları, bilgileri hep birlikte arayıp bulma kararını yan
sıtıyor. Eğitim imecesi bir devrimdir, özde ve yöntemde bir
devrim... Eğitim imecesine göre eğitim ocakları ile çalışma
ocaklarının (işyerlerinin) örgensel bağlantıları gözetilecek,
kurulacaktır. Bilginin paylaşılması ilkesi uğruna ve eğitim
de halkın eşit koşullara kavuşması için gerekli ekonomik ko
şullar sağlanacaktır. Engellerin ortadan kaldırılması siyasi
bir sorundur ve bu yüzdendir ki, eğitim imecesi, ekonomik
ve siyasi değişikliklerin bir parçasıdır. Dinamik etkisi olan
bir parçası!... Fransa’daki eğitim imecesinin baş ilkelerin
den biri, ki bu da pedagojik bir öz taşıyor, öğrenci - öğret
men ilişkilerinin toptan gözden geçrilmesidir. Programla
rın düzenlenmesinde, tartışmalı derslerin verilişinde, imti
han sisteminin değiştirilmesinde, sözün kısası bütün teknik
sorunlarda, öğrenclerle eğitimcilere eşit söz hakkı veri
lecek, yetki verilecek... Üst yapı sorunları ile alt yapı so
runlarını tek bir savaş safında toplama düşüncesi örgütle
niyor... Birkaç satırla özetlemeye çalıştığım bu oldukça
başdöndürücü olaylar, ister istemez... tek bir insanı can
landırıyor: Tonguç! Evet, Tonguçun fakir Türk köylü sı
nıfı için öngördüğü bütün kültür imecesi ilkeleri, bugün
Fransız toplumunun içinde gümbür gümbür patlak ver
miş bulunuyor... Bizde ise artık köy enstitüleri değil,
kent ve köy enstitülerinin yeni örgütleri üzerinde, Tonguç’ça bir düşünmenin, fakat uygulamada yeni koşulla
rın gereklerini yerine getirmenin zamanıdır. Hem de ace
le! Yoksa 40 yıllarında Türkiye'de alılan bir devrimin
tohumları başka yerde gelişip yeşerecek, yeni çağın önün
de sil baştan seyirci kalacağız. Oysa ki bu alanda, hiçbir
memlekette bulunmıyan, öğrenci eğitimci birliğini yaşa
mış binlerce kişilik Tonguç’çu bir kadro var..»
Bu yazı üzerine düşünlerini açıklamak gereğini du
yan Sabahattin Eyüboğlu, özellikle öğrencilerin kendi
kendilerini yönetimi sorunları üzerinde durarak şöyle ya
zıyor09*: «...K im i solcularımız köy enstitülerini kötülüye,
ya da küçümsiye dursunlar, Dino kişisel, ya da doktriner
önyargılara kapılmadan gerçeğin bam teline parmağını
basmıştır. 1968'de Sorbonne öğrencilerinin isteklerine
1940 yıllarının Türkiye Cumhuriyetinde şu ya da bu adam
nasıl karşılık verebilir? Verebilmiş, verebilmesi olağandır
da. Bugün yeniden P A R A 'nın tuzağına düşen Yeni Tür
kiye'de yarınki Dünya'ya ışık tutan birşeyler olmuştur...
Dönelim Dinoya ve Dino’nun yirmi yıldır gurbetlerde
unutmadığı ve yüreğinin gözüyle gördüğü yanıbaşımızda
oturup da ukalaca bakıp kötüledikleri Köy Enstitülerine!
Tonguç'la sık sık ele aldığımız konulardan biri şuydu:
Edilgin «passif» olmaya alıştırılmış öğrenciyi nasıl etkin
(aktif) bir duruma ve tutuma getirebiliriz? Yalnız öğrenci
lerin yönetecekleri, öğretmenlerini, yönetmenlerini kendi
lerinin seçecekleri yepyeni okul düşleri kurmuşuzdur Ton
guç'la. Am a Tonguç'un köy enstitülerinde bu düşler ger
çekleşme yoluna tutmuşlardı bile... Dediği dedik öğretmen
ve yönetmen nerdeyse tutunamaz olmuştu Köy Enstitüle
rinde...». Bundan sonra bu gelişimin nedenlerini inceliyen yazar, şöyle diyor: «Uzun sözün kısası Köy Enstitü
lerinde gençlik kendi yetiştikleri kurumu kendileri yönet
me, denetleme yolundaydılar. Dünyanın bir köşesinde na
(39) Y eni U f u k la r D e rg isi, D in o v e M u tla B ir Y a k ış tır,
m a , S a b a h a ttin E y ü b o ğ lu , cU t 17, s a y ı 194, te m m u z
1968.
sılsa gerçekleşmiş bu yarınlara çevrik eğitim İM ECE1sini
Abidin Dino’nun Paris olayları karşısında hatırlaması Köy
Enstitülerine de, Paris olaylarına da ayrı bir ışık tutmak
tadır... Dirıo bu yaklaştırmayı Paris sokaklarında yaptığı
günlerde, IstanbuVda nice ilerici geçinen aydınlarımız Köy
enstitülerinin Faşistlerce kurulmuş, ama nasılsa sola yö
nelmiş bir kurum olduklarını ileri sürüyorlardı...»
■ Siyasal Partilerde
Yine 1960 sonrası döneminde belirtilmesi gereken
bir konu, köy enstitülülerin siyasal partiler içindeki du
rumudur. Kurucu Mecliste öğretmen meslek örgütlerinin
temsilcileri olarak bir kısım köy enstitülülerin görev yap
masından sonra, enstitülülerden siyasal partilere girerek
daha sonraki dönemlerde milletvekili seçilenler artmıştır.
Halktan geldikleri için seçim propagandası sırasında
halkla kolayca ilişki kurabilmek, köylere kadar geniş öl
çüde yayılmış öğretmen arkadaşlarının ve meslek örgüt
lerinin desteğini sağlamak gibi yönlerden, bir takım ko
laylıkları olan enstitülüler, siyasal partilerce de başarılı
adaylar sayılmışlardır. Böylece 1960’dan sonra hemen her
partide köy enstitülü milletvekillerinin bulunduğunu görü
yoruz. Bunlar elbette Meclis çalışmalarında eğitim sorunla
rıyla yakından ilgilenmişlerdir. Yalnız birçok meslek grup
larının aksine olarak, çeşitli partilerde bulunan köy ensti
tülü milletvekilleri hiç olmazsa, öğretmenlerin kişisel so
runları, maddi çıkarları söz konusu olduğu zaman bile
etkili bir baskı grubu meydana getirememişler, sistemli
bir çalışma yapamamışlardır. Çeşitli partilerde bulunan
bu kişilerin bu gibi klasik anlamda «sendikal» sorunlarda
bile bir araya gelememelerinden sonra, köy enstitüleri ko
nusunda bir araya gelebilmeleri hiç şüphesiz ki beklene
mez; bu konuda birbirinden çok ayrı görüşleri olan parti
lerin temsilcileri olmalarıda buna engeldir. Böylece mil
letvekili köy enstitülüler, kişisel bazı çabşmaları dışında,
bizim konumuz bakımından önemi bir varlık göstereme
mişlerdir, göstermelerine de koşul ve olanaklar zaten ol
dukça engeldir.
■ Köy Kalkınma Enstitüleri Tasarısı
Bu alanda burada belirtilmesi gereken, en fazla yan
kı uyandırmış çalışma, henüz siyasal güçler dengesinin
ne yanda oynıyacağının tam olarak bilinmediği ve köy
enstitülerinin yeniden kurulup kurulmamasının kamuo
yunda tartışıldığı bir dönemde Aydın CHP Milletvekili
Şükrü Koç ve bazı arkadaşlarının önerdikleri bir yasa
tasarısıdır. Bunun metni yayınlanmıştır.*40' Köy Kalkınma
Enstitüleri Kanun Tasarısı başlığını taşıyan bu tasan,
150 kadar CHP milletvekili ve senatörüne de imzalattı
rıldıktan sonra başkanlığa verilmiş ve diğer partiler ta
rafından desteklenmediğinden yasalaşamamıştır. Tasarı
nın başlıca özellikleri şunlardır.
İlk dikkati çeken köy enstitüleri adının kullanılmamış
olmasıdır. O zamanlar bu isim konusu gerek köy ensti
tülüler arasında, gerekse onlann dışında tartışma konu
su olmuş, bir kısım kişiler ismin hiçbir önemi olmadığım,
bir kısmı da isimden vazgeçilemiyeceğini, ismi savunmanın
sistemin bütününü savunmak demek olacağını ileri sür
müşler, birinciler tarafından da bağnazlıkla suçlanmışlar
dı. imzalayanların sayısını çoğaltabümek kaygısıyla isime
önem verilmediği anlaşılıyor.
Birinci maddeden anladığımıza göre, amaç yalnız öğ
retmen değil, köye yanyacak her türlü iş erbabını yetiştir
mektir. öğrenim süresi altı yıldır. Ayrıca yüksek dereceli
(40) İm e c e d e rg isi, K öy K a lk ın m a E n s titü le r i K a n u n T a
sa rıs ı, s a y ı 20, clld 2, a r a l ık 1962, s. 26-27.
enstitüler açılması öngörülmektedir, öğrencilerin bu ensti
tülere % 90 oranında köy ilkokulu çıkışlılardan, geri ka
lanların da nüfusların 5000’i geçmiyen kasaba ilkokulların
dan alınması istenmektedir, öğrenim süresinin birbuçuk ka
tı süreyle mecburi hizmet yükümü vardır. Mezun olanlara
âlet, araç verilir, donatım bedeli ödenir. Öğretim program
ları Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yapılır. Bu enstitü
lerde öğretmenlerle beraber usta uzman öğreticiler de gö
revlendirilir. öğreticilerin çalışma süreleri bütün bir hafta
boyuncadır, bu süre içinde okuldan ayrılamazlar. Bunlara
maaş tutarının % 50’si oranında bir ek ödenek verilir. Bir
yönetim kurulu enstitüyü yönetir. Bu kurulda okulun yö
neticileri vardır. (Yazarın notu: öğrenci yoktur), öğretim
aralıksız devam eder, öğretmen ve öğrencilerin 45 günlük
izinleri vardır. Her enstitünün bir kesimi vardır. Buranın
Milli Eğitim, Tarım ve Sağlık Müdürlükleriyle işbirliği ya
parlar. Her enstitü kendi kesiminde bulunan her ilde en az
20 kalkınma merkezi kurar. Bu kalkınma merkezleri ensti
tülerin uygulama yerleridir. Buralardaki tesisler enstitüler
tarafından kurulur. Kalkınma merkezleri bucak seviyesin
dedir ve Bucak Müdürü Yüksek Kalkınma Enstitüsünü bi
tirmiş olan bucaklarda kurulurlar. Her kalkınma merke
zinde aşağıdaki hizmet ve meslek erbabı görevlendirilir:
Bölge Okulu: 8 yıllık bu okulun son 3 yılı mesleki orta
öğretim verir. En az onbeş yataklı Sağlık Evi ve köy heki
mi, Halk Eğitim Ocağı ve halk eğitimcisi, Teknik Tarım
Merkezi ve teknisyen tarımcı, Hayvan Sağlığı ve Bakım
Merkezi ve hayvan sağlığı memuru, Tarım Araçları ve
Sanatları Atelyesi ve tarım uzmanı ve ekonomisti, bölge
nin özelliğine uygun istihsal kooperatifleri, Fidanlık ve Ormanlama Merkezi, Köy İnşaat ve Planlama Bürosu ve
fen memuru. Kalkınma enstitüsü mezunları öncelikle bu
merkezlere atanırlar. Köy Kalkınma Enstitülerinin her tür
lü alım - satımlarıyla, inşaat, onarım ve tesis masrafları
2490 sayılı kanun hükümlerine bağlı değildir. Enstitü Mü
dürleri ikinci derecede itâ amiridirler. Enstitüler kendi me
zunlarım görev başında yetiştirmeye devam ederler. Öğre
tim Kurulu üyeleri kendi kesimlerindeki Kalkınma Merkez
lerinin müşavirleridirler. Ayrıca Köy Kalkınma Enstitüle
rinde bir döner sermaye idaresi kurulur. Bu da 2490 sayılı
kanuna tabi değildir. Ayrıca bu enstitülerde istihsal ve is
tihlak kooperatifleri kurulur. Bütün bölümleri açılmış bulu
nan ve şartlan uygun olan enstitülerde Yüksek Kalkınma
Enstitüleri açılır. Bunlarda şu bölümler bulunur: öğretmen
lik, Sağlık, Tanm , Sanat, Akademik bölümler. Aynca bu
bölümlerin de altbölümleri vardır. Akademik bölüm üni
versite ve diğer yüksek okullara hazırlayıcı mahiyettedir.
Yüksek okul ve üniversite giriş imtihanını başan ile veren
ler mezun olduklan enstitü bütçesinden ayrılacak burs kar
şılıkları döner sermaye tarafından kullanılmak üzere öğre
nimlerini parasız devam ettirirler. Halen 6 sınıflı ilköğretmen okulu olarak çalışan kurumlar, Köy Kalkınma Ensti
tülerine çevrilir...
Görüldüğü gibi bazı köy enstitüsü ilkelerinin benim
senmiş olduğu tasan, şüphesiz ki yasalaşamıyacağı biline
rek yapılmış bir girişimdir; Meclis’teki siyasal denge, yasa
laşmaya engeldi. Yalnız böyle bir girişimin, konunun kamu
oyunda canlı tutulması, Mecliste konuya dikkatin çekilmiş
olması noktalarından yararlı olduğu söylenebilir.
Bize göre 1960’dan sonra köy enstitüleri ile ilgili
başlıca gelişmeler bunlardır ve bu gelişmeler konusundaki
düşünlerimiz, eleştirilerimiz yukarıda belirtilmiştir.
Sonuç
Kurtuluş savaşıma sağlam dayanağı ve başarısının en
önemli nedeni olan emekçi sınıfların ve bu arada köylü
sınıfının, siyasal alandaki güçsüzlükleri, sınıfsal ağırlıkları
nı bir türlü duyuramamaları bu savaştan sonra da sürdü.
Sol akımların ezilmesinden sonra, genel niteliklerine göre
bir orta sınıf iktidarı olan iktidarın yalnız bir bölüğü, «ile
rici aydınlar» diyebileceğimiz bir topluluk, kemalist ilke
lerin çerçevesi içinde ilerici atılımlara yatkınlık gösteriyor
du. Bunlar, yetişmeleri, inançları ve sınıfsal durumları bakı
mından alt yapı değişikliklerinden çok, üst yapı kurumlarında, özellikle eğitim alanında yenilikler yapmak eğilimin
de idiler. Emekçi sınıfların güçsüzlüğü, sola gösterilen hoş
görüsüzlük, iktidarın ilerici aydın kanadının da gitgide
burjuvalaşması, bunların iktidar ortaklan olan eşraf - ağa tüccar topluluklannın ekonomide izlenen politika sonucu
gitgide güç kazanmaları, ilerici aydınları iktidarı saplandı
ğı çıkmazlardan üst yapı değişiklikleri yaparak kurtarma
denemeleri ile yetinmeye iten diğer etmenlerdi. Evrimimi
zin bir özelliği olarak ilerici çabaların yukarıdan aşağıya
yürütülmesine elverişlilik, iktidarın tutucu koalisyon ortak
larının üst yapı değişikliklerinin kendi ekonomik çıkarları
na önemli bir zarar getirmiyeceği inançları da eğitim ala
nında atılımlara girişmede kolaylık sağlıyordu.
Köy enstitüleri denemesi, iktidarın ilerici aydın kana
dının eğitim alanında atılımlara girişmeyi yukarıdaki ne
denlerle gerekli gördüğü bir dönemde, elverişli koşulların
toplumcu bir görüşle doğru olarak değerlendirilmesi sonu
cu, onlarla bir anlaşmaya girerek yürütme gücü kazanıl
ması ile başarılmış ilerici bir eğitim atılımıdır. Bu alanda
yürütme gücü elde edenlerin inançları, dünya görüşleri,
eğitim anlayışları bu çabanın klasik bir okuma - yazma
kampanyası sınırlarım aşmasına yolaçmıştır. Eğitim ala
nında böyle bir işe girişebilme olanağından emekçi sınıf
lan bilinçlendirmek, onlann siyasal alanda sınıfsal ağırlık
larını koyabilmelerini sağlıyacak koşullan hazırlamak ama
cıyla yararlanılmıştır. Bunun için alt yapı değişikliklerini
kolaylaştırma bakımından en etkili üst yapı kurumu olan
eğitimin görevleri, bilinen sınırlarının dışına taşırılmış, kit
le halinde sınıf bilincini uyandıracak ortamı hazırlıyan bir
sistem uygulanmıştır. Başka bir deyimle, köy enstitüleri atı
lımı bir «devrim için eğitim» hareketli olarak gelişmiştir.
İkinci Dünya Savaşının dış ve iç koşullan, hareketi
yönetenlerle iktidann ilerici aydın kanadına, bu nitelikte
bir eğitim atılımını diğer iktidar ortaklarının isteksizlik ve
hoşnutsuzluklarına rağmen sürdürebilme olanağını kısa bir
süre için sağlamıştır.
Devrimci gelişmeyi hazırlıyan ve hızlandıran yön
temler içerisinde köy enstitüleri uygulamasının en önemli
özelliği, toplumsal yapımızın gereği olarak emekçi sınıflann en yaygınına ve en ağır koşullar içinde bulunanına,
köylü sınıfına yönelmiş oluşudur. Bu ana ilkesi ile ülkemi
zin o çağdaki ileri ve sol akımlarından farklılık gösterir;
toplumsal yapımız değişmediği sürece de en kötü durum
da olan köylü sınıfına dayanmadan ileri atılımlann başarı
lı olamıyacağı görüşüne dayanır.
İktidarın ilerici aydın kanadının, bu inanç ve amaç
taki yöneticileri eğitim atılımmı uygulama ile görevlendir
meleri ve çalışmalarını desteklemeleri, klasik eğitim anla
yışında olan bürokrat eğitimcilerin eğitim alanında ortaya
çıkmış başarısızlıkları sonucu beliren bir zorunluktur; ikti
darın kaçınamadığı bir çeşit sessiz anlaşmadır.
İkinci Dünya Savaşı içindeki elverişli koşullar sava
şın sona ermesi ile hızla kaybolmuş, ilerici aydın kanat
kendi içinde daha da burjuvalaşırken eşraf - tüccar - ağa
ortaklarının ekonomik güçlerinin artması ve bazı dış etki
ler sonucu, çok partili siyasal hayata geçme olayı ile şekil
lenen duraklama ve gerileme dönemine girilmiştir. İlerici
aydın kanadın iktidardan düşmesi üe köy enstitüleri atı
lımı da durdurulmuştur.
Çok kısa bir süreden yararlanılmış olmasına rağmen,
yukarıda belirttiğimiz amaç bakımından köy enstitüleri gi
rişimi başarılı olmuştur. Geri bıraktınlmışlığımızın başlan
gıcından bu yana, ilk kez, ezilen sınıflardan kitle halinde
bilinçlenmiş ve bilinçlenmeye elverişli aydınlar çıkmış, bun
lar genellikle sınıflarından kopmadan direnebilmişler, örgütenmişler, bugüne kadar etkilerini sürdüren ve sürdür
mekte olan bir baskı gücü durumuna gelmişlerdir. Böylece,
siyasal alanda, ezilen sınıfların güçlerini duyuramamaları
sonucu yüzyıllardanberi süregelen boşluğun doldurulması
için ilk adımlar atılmıştır. Bu sonuç, tarihsel bir olanak
tan doğru bir şekilde yararlanıldığını gösterir.
Başarıyı sağlıyan sistem ise, devrimsel süreci hızlandırabilecek bir yöntem olup olmama bakımından tartışma
konusu yapılmıştır, hâlâ da yapılmaktadır. Klasik şemalarda
ve örneklerde benzerinin bulunmaması, köylü sınıfı gibi
devrim açısından sınıfsal ağırlığı bir kısım aydınlarca za
ten tartışma konusu yapılan bir sınıfa yönelmiş olması,
genel nitelikleri bir orta sınıf iktidarı olan bir iktidarla iş
birliğine girişilerek yürütülmesi, bu atılımın devrimci yön
tem ve strateji bakımından anlaşılmasını, yorumlanmasını,
değerlendirilmesini, evrimimizdeki yerine doğru olarak otur
tulmasını zorlaştırmıştır, özellikle, azınlıkta kalan bazı
sol düşünür ve yazarlar yüzeysel yargılarla yanlış değer
lendirmeler yapmışlar; hatta yanılgılarım köy enstitüsü ha
reketini devrimsel gelişme çizgisinin dışında saymaya ka
dar vardırmışlardır.
Kurtuluş savaşı başlangıcında önemli bir akım olarak
öncelikle kentlerde ve orta sımf aydınlan arasında geliş
meye başhyan sol akım ise, bu savaştan sonra ve günü
müze dek bütün iktidarlar ve bütün iktidar ortaklan tara
fından şiddetle ezilmek istenmiştir. Bunun sonucu olarak
sol akım hızla gelişme, emekçi sınıflara ulaşma, etkili bir
siyasal güç olabilme, siyasal alanda bu sınıfların etkinli
ğini sağlama amaçlarına tam bir başarı ile ulaşamamıştır.
Fakat yok olmamış, çok zor koşullar içinde, yavaş, ama
sağlam bir gelişmeyi başarmış, hele düşün ağırlığı bakımın
dan ülkenin düşün hayatını sürekli olarak birinci derecede
etkilemiştir. 1960’dan sonra, çok zor koşullar içerisinde
sürdürülmüş bu çabalann sonuçları pratik alanda da alın
maya başlanmış, bugün içinde bulunduğumuz duruma erişümiştir. Şu kesin bir gerçektir ki, Türk sol akımının büyük
çoğunluğu köy enstitüsü atılımınm yarattığı bilinçlenmiş
köylü aydın kitlesinin anlamını ve önemini kavramıştır.
Böylece, çabalarını klasik yöntemlerle sürdüren, ama yok
olmamayı ve gelişmeyi de başaran sol hareket, büyük kent
lerin dışında, bütün ülkeye dağılmış, kökleri bir emekçi
sınıfa sağlamca varan, dayanıldı ve çok sayıda bir aydın
kitlesi ile işbirliğine girme olanağına ilk kez kavuşmuştur.
Sol akımın değişik strateji ve taktiklerle gelişen bu iki kolu,
1960’dan sonra genel çizgileriyle aynı paralele girmiş, bir-
birinde destek ve anlayış bulmuştur. Köy enstitüleri uygu
laması ile köylü sınıfından getirilmiş ve sınıflarından kop
mamış aydınlar sol hareketin sağlam bir tabana oturması
konusunda yeni olanaklar kazandırırlarken, kentlerdeki
solcu aydınlar, geniş teorik bilgileri, yayınları ve öğretici
çabalarıyla birincilerin teorik konularda yetişmelerini sağ
lamışlardır. Bu işbirliği sonucunda sol akım yeni bir hız
ve güç kazanmıştır.
Alt yapı değişikliklerini kolaylaştırma amacı güden
geniş ve gerçek anlamı ile köy enstitüsü atılımı, hiç şüphe
siz ki tarihsel gelişimimize ve toplumsal özelliklerimize bağ
lı, çok özel bazı koşulların bir araya gelmesi ile gerçekle
şebilmiştir. Bizde yahut başka geri bıraktırılmış ülkelerde
benzer koşulların tekrar ortaya çıkması, başka bir deyişle
genel niteliği bir orta sınıf iktidarı olan bir iktidarın ben
zer özellikleri taşıyan bir ilerici aydın kanadı bulunması
ve bunun bir takım nedenlerle bu anlamda bir eğitim atılımını desteklemek zorunluğunu duyması olasılığı çok az
dır. Bu bakımdan, iktidarda orta sınıfların bulunduğu geri
bıraktırılmış ülkelerdeki devrimci çabalarda, bir köy ensti
tüleri girişiminin her yerde ve her koşulda devrimi kolay
laştırıcı bir stratejik yöntem olarak uygulanabileceğini söy
lemek doğru olmaz. Köy enstitüleri denemesinden bu
amaçla yararlanmak olanaklarını araştırırken hazır reçete
ler ileri sürmek yerine, her dönemin kendi koşullarını doğ
ru değerlendirerek ona uygun yöntemler uygulamak şek
lindeki ana kuraldan ayrılmamak doğru yol olsa gerek
tir. Köy enstitüleri olayı bize biraz da bunun örneğini ve
dersini vermektedir.
öteyandan, geçirdiğimiz köy enstitüsü uygulamasın
da, emekçi sınıfları bilinçlendirirken karşılaşılacak sorun
lar ve zorluklar, devrimci strateji ve taktik yönlerinden öğ
renilecek çok önemli noktalar vardır. Böyle bir öğretinin
bütün ayrıntıları ile çıkarılabilmesi için bilimsel yöntemi
doğru kullanarak bu konuda daha birçok inceleme, araş
tırma ve tartışmaların yapılması gereklidir. Köy enstitüleri
konusu, gerçek bilimadamlan için daha pek az el sürül
müş, birçok nitelikleri karanlıkta, önemli ve verimli bir
çalışma alanıdır.
Bizim bu sınırlı çalışmamız ile yaptığımız ise, konu
nun ana çizgilerini belli bir açıdan şöylece bir aydınlatma
denemesinden daha fazla birşey değildir.
İçindekiler
Ö n sö z
7
1. G iriş
□
□
□
□
□
□
1935 Y ılın d a E ğ itim Ç a lış m a la rın a ö n e m V e ril
m e s in i G e re k tire n N e d e n le r
A n ad o lu İh tila li
...
İk tid a r ın İle ric i K a n a d ı
K em alizm
...
...
İlk ö ğ re tim Ç ık m azı ve T o n g u ç
S onuç
2. T o n g u ç’u n
□
□
□
□
□
□
□
□
□
O
Q
□
□
□
□
□
□
□
□
□
3.
17
K işiliğ i v e A tılım ı
T o n g u ç’u n Y a şa m ı
K işiliğ i
K ö y lü lü ğ ü
S ım f G üvenci
...
Ü lk e n in G e rç e k le ri
S ın ıf B ilinci
ö ğ r e tm e n O k u lu n u n E tk is i
Y erli D ü şü n ü rle rin E tk is i
E th e m N e ja t
N a fi A tu f K a n su
Sol A k ım la r
.................................................
Y ab an cı Ü lk e ve D ü şü n ü rle rin in E tk ile ri
A lm a n y a
...
S o v y e tle r B irliğ i
...
...
P e sta lo z z i, K e rs c h e n s te in e r ve D ew ey
A sıl K a y n a k
......................
C H P ve Y a n K a la n D e v rim
T o n g u ç İş b a ş ın d a
...
K işiliğ in d ek i B a ğ ım sız lık
B a k a n lık — C H P İliş k ile ri
T o n g u ç’u n T o p lu m sa l v e S iy a s a l D ü şü n le ri
17
25
31
32
36
45
48
48
50
51
55
55
56
56
60
61
65
67
81
83
87
104
107
111
119
126
131
137
□
□
□
□
□
□
□
□
□
□
□
□
□
□
□
□
□
4.
H ü m a n is t Ö ğ re tm e n
E ğ itim e Y eni G ö re v le r
E k o n o m ik F a r k lıla ş m a
M eslek E ğ itim i
T ü rk iy e iç in T a s a n la r ...........
D ü şü n S is te m in in A n a Ç izg ileri
G erçek çi A çıdan. K öy
« C a n la n d ırıla c a k K öy»
T o p lu m sal, E k o n o m ik S o ru n la r ve E ğ itim
T a s a n , E y le m ve S o n u ç la n
S o sy al D ev let Ü lk ü sü
...
D in K o n u su : T a v iz siz L a ik lik
B a tıc ılığ ı
K em alizm
im e c e ve B edensel Ç a lışm a
S iy a s a l E y le m le r
S onuç
S is te m O la ra k K ö y E n s titü le r i
□
□
□
□
□
□
□
□
□
□
□
□
□
□
□
Q
□
□
□
□
□
□
□
□
□
□
□
□
'□
□
K öy O k u lla n
...
U y g u la m a d a E riş ile n
K ad em eli ö r g ü tle m e
Y ü k se k K ö y E n s titü s ü
K öy ö ğ re tm e n in in G ö re v le ri
B a lta la y ıc ıla ra K a rş ı C e z a
B ölge O k u lla n ....................
K ö y lü lerle O r ta k iş le tm e le r
B edensel Ç a lışm a Y ü k ü m ü
ö ğ r e tm e n e A ra z i
A ta p ia la r
G ezici B a ş ö ğ re tm e n le r
ilk ö ğ re tim M ü fe ttiş le ri
K öy E n s titü s ü B ö lg e le ri
ö z g ü r O k u m a ....................
G ö re v lile r iç in K öyde Ç a lışm a
İş b a ş ın d a Y e tiş tirm e
...
C e z a la r ve G enel H ü k ü m le r
K o o p e ra tifle r
...
ö ğ r e tm e n in G ü v en liğ i
K ö y lü y ü ö r g ü tle m e
T a rım S ig o rta s ı
Y eni E k s e n
...
C eza v e A r m a ğ a n la r
K öy E n s titü le rin d e Ç a lışm a E s a s l a n
K öylü He İş b irliğ i ...
Y ü k se k K ö y E n s titü s ü
Y eni Y ö n etim Y ö n te m i ...
D üzenle Ç elişm e ve U y g u la m a
S is te m in Ö nem li İlk e le ri ve E s a s l a n
139
141
147
}51
155
161
164
170
173
178
201
202
206
207
208
211
217
222
223
224
225
226
227
229
231
232
233
234
235
236
237
238
241
241
242
242
242
243
244
245
246
246
250
256
256
258
260
264
□
□
5.
G erçek leşen : B ilin çle n m iş K ö y lü A y d ın
S o n u ç la n D e ğ e rle n d irirk e n
İ s m e t İn ö n ü , K öy E n s titü le r i v e H a k k ı T o n g u ç
□
□
□
□
□
□
□
□
□
□
□
□
□
□
Q
□
□
□
1.
268
269
271
İlk İlg ile r
İn ö n ü T o n g u ç İliş k ile ri
...
İn ö n ü , K öy E n s titü le ri ve T o p ra k R e fo rm u
T o n g u ç’a g ö re İn ö n ü
İ lk K o p m a ...
Ç em b er D a ra lıy o r
B ir Ş iir
Ve İk i P iy e s
............
Ç ifte le r «Solculuk» O lay ı
H a s a n o ğ la n «Solculuk» O lay ı
K ö y lü n ü n G eçim i
E s e f I ş ık O lay ı
S a ğ ın G üçlen m esi
Y eni R e jim in O lu m su z E tk ile ri
O rd u d a H o şn u ts u z lu k
Y eni O r ta k lık la r
T o n g u ç ’u n T u tu m u
G ü v en lik S o ru n u !
S o n a D o ğ ru
271
275
280
289
291
292
296
301
305
308
314
315
318
323
329
329
331
342
343
6. 1946’d a n S o n ra s ı ve T o n g u ç ’u n B u D ö n em d ek i
D a v ra n ış ı
346
□
□
□
Q
□
□
□
□
□
□
7.
S a ğ K a n a t İ k tid a r d a
Y ık m a Ç a lışm a la rı
...
T on g u ç İç in S o ru ş tu rm a la r
D iğ e r Y ık m a Y ö n te m le ri
B a sım n T u tu m u
...
Y ık m a İşin d e E n s titü lü le r
T o n g u ç ’u n T u tu m u
S a ld ırıla ra K a rş ılık la r v e S a v u n m a
U y a n ış ve ö rg ü tle n m e
27 M ay ıs ve T o n g u ç
K öy E n s titü le r i K o n u su n d a k i E le ş tirile r
346
351
352
361
365
368
373
378
400
405
410
1.
□
□
□
□
□
S a ğ c ıla rın E le ş tir ile ri:
H a lil F ik r e t K a n a t
«U lem a»
A n a d o lu c u la r
A ş ın S a ğ
....................
C a v it O rh a n T ü te n g il
413
414
419
421
427
435
2.
□
□
K öy E n s titü lü le r d e n G elen E le ş tir ile r:
B ir ö r n e k : S a b ri K o lç a k
E m in S o y sa l
437
438
449
□
□
□
□
□
3.
Q
0
□
□
□
□
□
□
□
□
□
□
□
□
T o n g u ç ’u n K a rş ılığ ı
M. Ş ü k rü K oç
S a ld ırg a n la r
............
İb ra h im T ü rk ö r n e ğ i
...
Ş e v k e t G ed ikoğlu ö r n e ğ i
S o lc u la rın E le ş tirile ri:
1946’d a n ö n c e Sol
U lu s la ra ra s ı Sol
...
1946’d a n ö n c e T ü r k Solu ve K ö y E n s titü le ri
«K öy T e tk ik le ri B ü ro su » ö n e r is i
Sol E le ş tir ile rin ö z e ti
1946 - 1960 D önem i
...
1960’d a n S o n ra S ol E le ş tir ile r
............
T u rh a n T o k g ö z (İlh a n B a şg ö z) ile T a r tış m a
T a h ir A la n g u
...........
K e m a l T a h ir v e « B o z k ırd a k i Ç e k ird ek »
« B o z k ırd a k i Ç ek ird e k » e K a rş ılık
.............
K öy E n s titü le r i A m e rik a lıla rd a n m ı A lın d ı?
A siy e E liç in
A d n a n C em g il
S on Söz
8.
1960’d a n S o n ra k i G elişm e le r
□
im e c e D e rg is i
□
B azı A ç ık O tu ru m la r
............
...
□
«T onguç» ilk o k u lu ve « Y ıla n la rın ö c ü »
□
im e c e Y ay ın K o o p e ra tifi
□
Y eniden K u rm a T a s a rıs ı
□
iç e rd e D ü şü n A y rılık la rı
□
iş e K ö y lü d en B a ş la m a k
□
K endi B a sın O rg a n la rın ı Y a r a tm a
□
M eslek K u ru lu ş la rı
□
T ü rk iy e ö ğ r e tm e n D e rn e k le ri M illi F e d e ra s y o n u
□
T ü rk iy e ö ğ r e tm e n le r S e n d ik a sı (T Ö S )
□
D ev rim ci E ğ itim Ş û ra s ı
□
T Ö S K o n g re si ve B ilin çlen m e
□
ö ğ r e tm e n K im d ir?
□
« S o sy a list T ü rk iy e »
□
T lP P ro g r a m ı ...........
□
« T ü rk iy e ’de E ğ itim S o ru n u ve S o sy alizm »
□
« T ü rk iy e ’nin D üzeni»
□
G enç K u şa ğ ın E le ş tir ile ri
....................
□
D u ra k la m a N e d e n le ri ve E s k i Y ö n e tic ile r
Q
T e o rik Ö ğ re ti N o k sa n ı
□
K öyden K o p m a
□
ö ğ r e n c i H a re k e tle ri
□
S iy a s a l P a r tile r d e
...........
□
K öy K a lk ın m a E n s titü le r i T a s a rıs ı
9.
Sonuç
461
469
476
477
478
480
481
484
487
492
496
497
497
498
518
532
548
559
560
570
574
575
576
579
580
580
587
587
594
600
603
609
612
613
616
625
628
629
630
631
632
636
643
644
646
649
650
653
ANT'ın Belgesel Kitapları
•
•
•
•
•
•
•
•
0
0
0
•
0
•
•
0
•
•
•
•
•
0
•
•
•
0
K E M A L İS T D E V K tM İD E O L O J İS İ, E m in T ü r k E liğin,
15 L ira .
S O S Y A L D E V R İM L E R , U L U S A L S A V A Ş L A R , N e h ru ’d a n I n d r a G a n d h i’y e h a p is h a n e m e k tu p la rı, 15 L ira .
O S M A N L IL A R IN Y A R I S Ö M Ü R G E
O L U Ş U , T e v fik
Ç av d ar, 7,5 L ira .
G İZ L İ B E L G E L E R L E B A R IŞ G Ö N Ü L L Ü L E R İ, M üslim
ö z b a lk a n , 10 L ira .
P E N T A G O N İZM , J u a n B osch, 5 L ira .
G E R İ B IR A K T IR IL M IŞ T Ü R K İY E , D r. S e d a t ö z k o l 5
L ira .
H İL A F E T V E Ü M M E T Ç İL İK S O R U N U , M eh m e t E m in
B o z a rsla n , 12,5 L ira .
O S M A N L I T O P L U M Y A P IS I. D r. M u z a ffe r S en cer, 10
L ira .
Z A P A T A , R o b e rt P . M illon, 5 L ira .
M A V I G Ö Z L Ü D E V (N a z ım H ik m e t ve s a n a tı) Z e k e riy a
S e rte l, 10 L ira . (T ü k en d i)
D İN L E Y A N K E E , W rig h t M ills, 10 L ira .
T Ü R K İY E ’D E İL E R İC İ A K IM L A R Y ıldız S e rte l, 15 L ira
Ç İZ G İL İ D Ü N Y A F e r r u h D o ğ an , 5 L ira .
M İL L İ K U R T U L U Ş C E P H E S İ, D o u g la s B rav o , 5 L ira .
D Ü Z E N İN Y A B A N C IL A Ş M A S I, Id r is K ü ç ü k ö m er,
7,5
L ira , (T ü k en d i)
A N A R Ş İZ M D uclos — C ohn B e n d it 7,5 L ira .
R O M A N G İB İ S a b ih a S e rte l, 15 L ira .
S İY A H İK T İD A R S to k e ly C a rm ic h a e l 7,5 L ira
Y A Ş A N T IM Y ev tu çen k o , 5 L ira
N A Z IM H İK M E T İN P O L E M İK L E R İ K e m a l S ü lk e r, 7,5
L ira .
S A B A H A T T İN A L İ D O S Y A S I K e m a l S ü lk e r, 7,5 L ir a
G E R İL L A N E D İR A lb e rto B ayo, 5 L ira .
S A V A Ş A N IL A R I (3. B a s k ı) C he G u e v a ra , 10 L ira
L İD E R L E R D İY O R K İ, A bdi İp e k çi, 10 L ira .
M A R K S İZ M İN T E M E L K İT A B I E m ile B u m s , (T o p la tıld ı)
G E R İL L A G Ü N L Ü Ğ Ü C he G u e v a ra 10 L ir a (T o p la tıld ı)
T ü r k i y e 'd e c u m h u r i y e t d ö n e m i n i n e n b ü y ü k h a r e k e t l e r i n d e n biri,
h iç ş ü p h e s i , « k ö y en stitü leri» d e n e m e sid ir. Ç H P d ö n e m in d e k u ru lu p
y i n e C H P d ö n e m i n d e fiilen y ık ıla n k ö y e n s titü le ri b a ş ı n d a n b e ri
t u t u c u ç e v re le rin ş id d e tli sa ld ırıla rın a u ğ r a r k e n , ö z e llik le 1 9 R 0 'ta n
s o n r a b u d e n e m e n in d e v rim a ç ıs ın d a n y e rin in v e n ite liğ in in n e o l
d u ğ u so l ç e v re le rd e d e g e n iş şe k ild e ta rtışılm a ğ a b a şla n m ıştır B u
k o n u d a le h te v e a le y h te b ir ç o k y a z ı v e e leştiri çık m ıştır. A n c a k , « k ö y
e n stitü le ri» v e b u e n s titü le rin k u r u c u s u o la n İsm ail H a k k ı T o n g u ç
ü z e r in e e n b e lg e s e l b ilgileri v e r e b ile c e k v e m e s e l e n i n d o ğ r u k o n u l
m a s ın a y a rd ım e d e c e k 'k iş i, h iç ş ü p h e s iz . İsm ail H a k k ı T o n g u ç u n ö z e l
arşiv in i d e ğ e r le n d ir m e k o la n a ğ ın a d a s a h ip b u lu n a n o ğ lu E n g in T o n
g u ç 'tu r . E n g in T o n g u ç , 1 9 2 8 y ılın d a A n k a r a 'd a d o ğ m u ş , ç o c u k lu ğ u
v e g e n ç liğ i k ö y e n stitü lerin in k u ru ld u ğ u d ö n e m d e g eçm iştir. A n k a ra
v e H a m b u rg ü n iv e rs ite le rin d e tıp v e u z m a n lık ö ğ re n im i g ö re n E n g in
T o n g u ç , 1 9 6 0 - 1 9 6 4 y ılları a r a s ı n d a A t a t ü r k İ l k ö ğ r e t m e n O k u l u 'n d a
(esk i H a s a n o ğ la n K ö y E n s titü s ü ) ö ğ re tm e n lik v e o k u l h ek im liğ i y a
p a r a k e n s t i t ü l e r i y ı k a n la r ı n d e y i m i ile « d ü z e l t i l m i ş » ( !) b ir k ö y e n s t i t ü
s ü n ü y a k ı n d a n t a n ı m a k o l a n a ğ ı n ı b u l m u ş t u r . 1 9 6 1 - 1 9 6 4 y ılla rı a r a
s ın d a . k ö y e n stitü lü le rin y a y ın la m a y a b a şla d ık la rı i m e c e D e rg isi n in
ü ç y ö n e t i c i s i n d e n b iri idi. Y a z a r , b u k i t a b ı n d a , k ö y e n s t i t ü l e r i n i n
k u r u l u ş v e y ık ılış o r ta m ın ı, T o n g u ç 'u n C H P v e İ n ö n ü ile ilişk ile rin in
iç y ü z ü n ü , k ö y e n stitü le ri ü z e rin e o y n a n a n o y u n la rı b e lg e le rle a ç ık la
d ık ta n s o n r a T o n g u ç 'a v e e n s titü le re s a ğ 'd a n v e s o l'd a n g e le n e le ş
tirileri k e n d i g ö r ü ş l e r i n e g ö r e c e v a p l a n d ı r m a k t a d ı r . E s e r, c u m h u r i y e t
ta rih in in b u e n b ü y ü k e ğ itim d e n e m e s i ü z e rin e sağ lık lı y a rg ıla ra v a rm a k
iste y e n le r için
b a şv u ru la c a k
b aşlıca
k ay n ak lard an
b iri o la c a k tır.