Location via proxy:   [ UP ]  
[Report a bug]   [Manage cookies]                

Osmanlı Devletinin Kuruluşunda Dervişlerin Rolü

Osmanlı Devletinin Kuruluşunda Dervişlerin Rolü Faris Muhammed ÖZ Osmanlı Devleti kurucusunun kayınpederi Şeyh Edebali, osmanlı devletinin kuruluşunda manevi kurucusu ve fikir babası olarak büyük bir rol oynamıştır. Bektaşilik tarikatının hacı bektaşi veli'nin yeniçeri ocağı'nın kurucusu olduğu, yeniçerilerin Bektaşilik tarikatına üye olamaya zorlandığı, sultan’ın tahta çıkmadan önce dervişlerden kabul aldığı, bütün bunlarda da dervişlerin büyük öneminin olduğu ve osmanlı devletinin kuruluşunda da bu dervişlerin rolü olduğunun bir götergesidir. Dervişler Osmanlı İmparatoluğu’nun manevi rolünü temsil etmektedir. Anahtar Kelimeler Derviş, Osmanlı Devleti, Kuruluş SUMMARY Sheikh Edebali, the father-in-law of the founder of the Ottoman Empire, played a major role in the founding of the Ottoman state as a spiritual founder and intellectual father. The role of the dervishes in the establishment of the Ottoman state was that the founder of Bektashi sect Hacı Bektaşi Veli, was the founder of the Janissary quarry, the janissaries were forced to become members of the Bektashism sect, and the sultan received acceptance from the dervishes before he  Yüksek Lisans Öğrencisi, Bursa Uludağ Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, faresmuhammed@gmail.com ascended the throne. The Dervishes represent the spiritual role of the Ottoman Empire. Dervish, Ottoman State, spiritual, Establishment GİRİŞ Tarihte Anadolu Dervişleri Kadim bir coğrafya olan Anadolu, binlerce yıllık medeniyetlere ev sahipliği yapmıştır. İnsanlık tarihinin başlangıcından bugüne birçok devletin kurulduğu ve bu nedenle bir kültür hazinesi olan Anadolu’da, Türklerin ve İslamiyetin varlığını sürdürmeye başlamasıyla birlikte dervişlik, abdallık kültürü de kendisini göstermiştir. Anadolu’da 1000 yıla yakın zamandır varlığını sürdüren İslam medeniyetinin Anadolu modelinin en güzel özelliklerinden biri olan dervişlik nedir? Anadolu dervişleri kimlerdir ve nasıl bir miras bırakmışlardır? Bu yazımızda Anadolu dervişleri ile dervişlik kültürü üzerine bir yolculuğa çıkacağız Derviş Ne Demektir? Dervişlik, kelime anlamı olarak abdal kelimesi ile eş anlamlıdır. Derviş ya da abdal, ozanlık, yazarlık, bilgelik ve filozofluğu bir arada barındıran, hayatı İslamiyetin özünde ve dergah öğretilerinden hareketle derinlemesine işleyen, anlamaya ve anlatmaya çalışan özel insanlardır. Derviş kelimesi, Anadolu’da yaygın olan dergah, tekke gibi örgütlenmelerin önderleri olarak bilinir. Ancak dervişlik bu durumla sınırlı değildir. Derviş olmak hem bir makam hem bir yaşam biçimi olduğu için mutlaka bir dini örgütlenmenin önderi olmak zorunluluğu yoktur. Dervişleri, Abdallık olarak sınırlandırarak değerlendirdiğimizde ise, Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamileşmesi yönünde önemli katkıları olan Alevi – Bektaşi inancından filozof, alim, ozan olmuş insanları görürüz. Buradan hareketle Anadolu Dervişleri arasında öne çıkanları, hem abdallar hem de İslam felsefesi ve ozanlık yönünden bir miras bırakmış kişiler olarak daha geniş bir kapsamda değerlendirebiliriz. Anadolu Dervişleri Kimlerdir? Kapsamı geniş tutarak geçmişten günümüze, eser, öğreti ve felsefe bırakan Anadolu Dervişleri ile hayatlarının genel hatlarına bakalım. Mevlana Celaleddin – i Rumi ““Gel, gel, ne olursan ol yine gel. İster kafir, ister mecusi, ister puta tapan ol yine gel. Bizim dergahımız, ümitsizlik dergahı değildir. Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel.” Türkiye’de Mevlana’yı, Dünya entelektüelleri arasında da Rumi’yi bilmeyen yoktur. Bu ikisini birleştirdiğimizde derviş Mevlana ile filozof Rumi, yani Mevlana Celaleddin-i Rumi ortaya çıkıyor. UNESCO tarafından 2007 yılı, Mevlana Yılı olarak kabul edilmiştir. İran’dan Fars kökenli olan Mevlana’nın bugün türbesinin bulunduğu yer, sağlığında da dergahıdır. Konya’daki dergahında ortaya çıkardığı “Hamdım, Piştim, Yandım” öğretisi ile tasavvuf felsefesinin gelişiminde önemli rol oynamıştır. Yalnızca Türkiye’de değil başta İran olmak üzere dünya çapında bilinirliğe ve değere sahip olan eseri Mesnevi, içinde yer alan hikayeler ve öğretilerle adeta bir yol kitabıdır. 1207 yılında Horasan’da ( bugün Afganistan sınırları içindedir) doğan Mevlana, babası Bahaeddin Veled ile birlikte Kabe’ye kadar giderek Hac ziyaretini gerçekleştirmiş ardından Selçuklu egemenliğindeki Anadolu’ya gelerek Karaman’a yerleşmiştir. Karaman’da babasının dergahında yetişmeye devam eden Hz. Mevlana, babasının vefatından sonra dergahın başı olmuş ve sufizm felsefesinden Mevlevilik anlayışını oluşturmuştur. Dergahında karşılaştığı Şems-i Tebrizi’de kendi söylemiyle “Mutlak kemalin varlığı ve Tanrının nurlarını gören Mevlana, Şems’in vefatından sonra içine kapanmıştır. Mevlana’nın vefatından sonra arkasında kalanlar Mevlevi dergahını ve Mevlevilik öğretisini geliştirerek taşımışlardır. Mevlana Celaleddin-i Rumi, tüm dünyada hoşgörü, anlayış, barış ve ilahi aşk ile bilinir. Mevlana, eserlerini Farsça dilinde yazmıştır. Hacı Bektaş-i Veli “Bir olalım, iri olalım, diri olalım.” Anadolu dervişleri arasında en öne çıkan isimlerden biri de Hacı Bektaş-i Veli’dir. İslamiyet içinde bir yaşam felsefesi kurucusu olan Hacı Bektaşi Veli, İran Nişabur doğumludur. Asıl adı Seyyid Muhammed bin İbrahim Ata olan Hacı Bektaş, velilik makamında olan bir derviş olarak kabul edildiği için Veli ismi almıştır. 1300’lü yıllarda Ahilik teşkilatında önemli hizmetlerde bulunmuştur. Makalat isimli Arapça dilinde bir eseri bulunan Hacı Bektaş-i Veli, kurduğu tarikatıyla, tarikatın anlamı olan Allah yolunu insan erdemleriyle bulmaya dönük bir öğretiyi oluşturmuştur. Dergahına tabi olan ya da oradan yetişenlere Bektaşi ismi verilmiştir ve bazı kesimlerce Anadolu Aleviliği, Bektaşilik ile bir olarak görülür. Hacı Bektaş-i Veli, öğretisi ve kültürü yüzyıllarca taşınan özel bir derviştir. Hacı Bektaş-i Veli, Osmanlı askeri yapılanması olan Yeniçerilerin manevi altyapısını ve birliğini oluşturan kişidir. Osmanlı’nın ilk zamanlarında kültürel ve manevi yönden büyük katkılar sunan derviş, Orhan Bey’in sultanlık duasını da yapan kişidir. Yeniçeriler, savaşa başlarken; “Allah, Allah! İllallah! Baş üryan, sine püryan, kılıç al kan. Bu meydanda nice başlar kesilir. Kahrımız, kılıcımız düşmana ziyan! Kulluğumuz padişaha ayan! Üçler, yediler, kırklar! Gülbang-i Muhammedi, Nûr-i Nebi, Kerem-i Ali… Pirimiz, sultanımız Hacı Bektaş-ı Veli…” demeleri de bunun en önemli kanıtıdır. Hacı Bektaş-i Veli’nin mezarı ve türbesi Nevşehir’de Kapadokya yolu üzerindedir. Şeyh Edebali “Çok konuşma, boş konuşma, kem konuşma” Osmanoğulları Beyliği’nin Osmanlı Devleti olma sürecinde etkili olan dervişlerden biri de Şeyh Edebali’dir. Türbesi Bilecik’te mezarı Eskişehir’de olan Şeyh Edebali, kimi kaynaklarda Edebalı, kimi kaynaklarda Edıbali olarak geçmektedir. Osman Bey’in Ertuğrul Gazi’nin vefatı sonrası Osmanoğullarının başına geçmesi ve devamında Osmanlı Devleti’nin ilk temellerini atması sürecinde manevi anlamda adeta bir fikir babası olan Şeyh Edebali, Osman Gazi’ye verdiği öğütleriyle de tanınır. Şeyh Edebali, Malhun Hatun’un babasıdır ve Osman Gazi’nin kayınpederi, Orhan Gazi’nin dedesidir. Yine Anadolu Ahilerinin reislerinden olan Edebali, İslam alimidir. 600 yıl gibi uzun bir süre egemen olan ve bugünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin temel toplum ve kültür yapısını oluşturan Osmanlı İmparatorluğu, Hoca Ahmed Yesevi’den Pir Sultan Abdal’a, Şeyh Edebali’den Yunus Emre’ye birçok dervişin manevi önderliği ile kurulmuş ve yücelmiştir. Anadolu dervişleri, manevi dünya ile maddi dünyayı fark eden, eser üreten, hayatın gerçekliği ile Allah aşkını birleştirerek öğretiler oluşturan özel insanlardır. Dünya ölçeğinde pek çok felsefi akımın izlerini ve köklerini barındıran fikirlere kaynak olan dervişler, Anadolu tarihinde önemli bir yer tutmaktadır. Farsça bir kelime olmakla birlikte bütün müslüman milletlerin dillerine girmiş olan derviş, esas itibariyle “muhtaç, yoksul ve dilenci” anlamlarına gelirse de geniş bir coğrafyada uzun süre kullanılması sebebiyle değişik mânalar kazanmıştır. Kelime Eski Farsça’da (Avesta) drigôş, deryôş ve drigu; Orta Farsça’da (Pehlevîce) driyôş; Yeni Farsça’da derviş şeklinde kullanılmıştır. Anadolu, Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan önceki yüzyılda, Şihabeddin Sühreverdî (ö. 1234), Evhadeddin Kirmanî (ö. 1237), İbn Arabî (ö. 1240), Şems-i Tebrizî (ö. 1247), Necmeddin Dâye (ö. 1256), Ahî Evran (ö. 1261), Mevlânâ Celaleddin Rumî (ö. 1273), Sadreddin Konevî (ö. 1273), Yunus Emre (ö. 1342) gibi dervişlerin damgasını vurduğu bir coğrafyadır. Bu dervişler, Anadolu insanının duygu ve düşünce dünyası üzerinde derin izler bırakmıştır. Sufilerin yalnızca halk tabakası değil, aydın tabaka ve hatta devlet adamları üzerinde de etkileri vardır. I. Keykavus’un şeyhi sayılan İbn Arabî, Horasan tasavvuf ekolü etkisiyle teşkilatlanan fütüvvet hareketini Anadolu’ya taşıyan Sühreverdîye’nin kurucusu Ömer Sühreverdî gibi sufîlerin Selçuklu Anadolusu’ndaki derin etkileri bilinmektedir. Melâmetle de ilişkisi bulunan fütüvvet hareketi Ahîliğin temelini oluşturur. Abdal kelimesi, XII. XIV. yüzyıllarda derviş anlamında kullanılmıştır. Horasan Erenleri de denen Abdalların Yesevî, Vefaî, Babaî, Bektaşî ve Kalenderî zümrelerle ilişkili oldukları kanaati vardır. Bu örneklerden biri Vefâî tarikatına mensubiyeti kendi ifadelerine dayandırılan Geyikli Baba’dır. Bu zümrelerin Şiî-Batınî, ibahî, serseri dervişler olduğu söylenmekle birlikte, tahrir defterleri başta olmak üzere, bazı kaynaklarda düzenli aile hayatına sahip olduklarının bir göstergesi olarak çocuk ve torunlarından söz edilen, fetihlere katılan, yerleşim merkezleri kuran, devletin iskân ve İslâmlaştırma çabalarına katkıda bulunan dervişlerin tamamı için bu hükme varabilmek mümkün gözükmemektedir. Aynı problem, Anadolu’nun İslâmlaşmasına katkı sağlayan dervişlerle ilgili tartışmalarda da karşımıza çıkmaktadır. Osmanlı Devleti’nin kuruluşu sırasında dalgalar halinde Anadolu’ya göçler yapıldığı anlaşılmaktadır. Abdal Murad, Alaca Hırkalı, Bursa fethine katılan gazilerin susuzluğunu gidermek için ayran dağıtan Doğlu Baba, bunlardan başka adı pek az duyulmuş olan Yegân Gazi, Kaplan Gazi, Mehmed Dede, Selçuk Gazi, Lâleli ve Yalnız Dede kardeşler, muhtemelen Esemen Baba ve Esenli Şeyh ve adı duyulmamış pek çok dervişin aynı sıralarda Anadolu’ya gelmiş olmaları bunu göstermektedir. Anadolu’da doğan tarikatlar arasında Mevleviye ve Bektaşiye ilk sırayı almaktadır. Bunlardan Mevleviye ile Osman Bey arasında bir ilişkiden söz eden bir menkıbe mevcuttur. 1826’da Yeniçerilik’in kaldırılmasına bağlı olarak ordunun manevî arka planını oluşturan Bektaşîye yasak edilmiş, onun askerî hayattaki rolü Mevleviye’ye verilmiştir. Bu sonucun sözü edilen menkıbeyle irtibatlı olması mümkündür. 1. Dervişlerin Fetih, İskân ve İslâmlaşmadaki Etkileri Abdal denilen dervişlerin, Bursa, Eskişehir, İzmit, Yalova, İznik gibi Marmara ve İç Anadolu Bölgesi’ndeki pek çok yerleşim merkezinin fethinde etkileri bulunduğu bilinmektedir. Abdal Murad, Abdal Musa, Alaca Hırkalı, Doğlu Baba, Geyikli Baba, Barak Baba, Karaca Ahmed, Selahaddin Buharî gibi dervişler bu fetihlerde baş rolü oynayanlar arasındadır. Fetihlerde dervişler tarafından gerçekleştirilen kuşatmaların, siyasî otorite emriyle yapıldığı tahmin edilmektedir. Bu durumun bilinen örneklerinden biri, fetihten önce Uludağ eteklerine yerleşerek kaleyi tarassut altına alan Abdalân-ı Rum’un en meşhur simalarından Buharalı Abdal Murad’dır. Top mermilerinin Osmanlılar tarafından kullanılmaya başlanmadığı bir zamanda, Bizanslılar elindeki Bursa kalesini tahrip etmek için tepelerden yuvarladığı kayalar, kale sakinlerini büyük korkulara sevk etmiş, bu ve benzer hizmetleri karşılığında kendisine Filidar köyü bağışlanmıştır. Kuşkusuz hizmetleri karşılığında kendisine arazi bağışlanan tek derviş Abdal Murad değildir. Çağdaşı Geyikli Baba da, bugün Baba Sultan adıyla bilinen İnegöl yakınındaki köyün bulunduğu yere yerleşmiş ve burada bir yerleşim merkezinin kurulmasına ön ayak olmuştur. Osmanlı Devleti’nin kuruluş döneminde Bursa çevresinden Balkanlara kadar özellikle kırsal alanlardaki pek çok yerleşim merkezinin dervişlere verilen topraklar üzerinde kurulduğu kesindir. Özellikle sayıları hiç de az olmayan ve baba, dede, ışıklar, tekke gibi kelimeleri içeren köy isimleri bu dervişlerden gelmektedir. Dervişlerin fetih ve iskândan başka, İslâmlaşmada da etkilerinin olduğu bilinmektedir. Anadolu fethedilirken dikkat çeken İslâmlaşma faaliyetlerinde rol oynayan dervişler, fethedilen toprakların İslâmlaşmasını da sağlamışlardır. Gençlerin ve yeni Müslümanların dini kolay öğrenmeleri için ilmihal yazan Ahîler’in bu konudaki gayretlerinden başka, Mevlânâ’nın da çok sayıda gayrimüslimin İslâm’a girmesini sağladığı bilinmektedir. Dervişlerin İslâmlaşma faaliyetleri menakıbnâmelere de yansımıştır. Ahlâkî Gevşeklik Karşısındaki Islahat Faaliyetleri Osmanlı’nın kuruluşunda, dervişlerin ahlâkî ders mahiyetindeki davranışlarından başka, devlet kademeleriyle ters düşmek pahasına da olsa, zaman zaman ahlâk buhranlarını çözmeye çalıştıkları gözlenir. Geyikli Baba’nın, İnegöl’ü çevresiyle birlikte kendisine vermek isteyen Orhan Bey’in teklifini “Dünya mülkü sultana yakışır” diyerek reddetmesi, fakat ısrarları karşısında bir tepenin “havliciği”ni dervişlerin mekânı olarak kabul etmesi, Horasan ekolüne mensup göçebe dervişlerden bir kısmının zühd anlayışını ortaya koymaktadır. Derviş bu tavrıyla dünya karşısında takınılması gereken tutuma işaret etmektedir. İlk dönemlerde doğrudan doğruya siyasetle uğraşan dervişlere pek rastlanmaz. Fetret döneminde Musa Çelebi’nin kazaskerliğini yapan ve adını tarihe bir derviş isyanıyla yazdıran Şeyh Bedreddin (ö. 1420) bir istisna sayılabilir. Öte yandan, II. Murad’a kılıç kuşatan Emir Sultan’dan itibaren, tahta geçen padişahlar dervişlerden “destur” almışlardır Tekkeler ve Vakıflar Selçuklu sultanları saygı duydukları şeyhlere tekkeler açarak vakıflar tahsis etmişler, Osmanlılar ise bir yandan dervişlere vakıflar ve köyler bağışlayarak onları desteklerken, diğer yandan da onlara devlet hizmetinde mühim görevler vermişlerdir. Osmanlılarda zaviye işletimi daha sistemli hale getirilerek “özel teşebbüs”e destek verilmiş, ancak hizmet aksaması, yolsuzluk, kötüye kullanma, tekelcilik gibi durumlara karşı da sıkı sıkıya denetlenmiştir. Bunların en mühim örneklerinden biri Orhan Gazi’nin Geyikli Baba’yı denetlemesidir. Bu denetleme görevi, o civarda bulunan komutanlardan Turgut Alp’e verilmiştir. Denetimin en önemli sebeplerinden biri, Geyikli Baba’nın o zaman için oldukça şöhretli bir Vefaî şeyhi olması ve çok sayıda müridinin bulunmasıdır. Geyikli Baba’yla Orhan Gazi arasındaki olaydan anlaşıldığına göre, devlet tarikat zümrelerini sıkı sıkıya kontrol etmekte, denetimden “temiz” çıkan dervişleri desteklemekte, bununla birlikte Osmanlılar, Selçuklu Devleti’ni kökünden sarsan bir ayaklanmanın temsilcisi olan Babailer’e daha ılımlı davranmaktadır. Bir başka denetleme örneği de, II. Murad zamanında bir buçuk milyon müridi sebebiyle devlet ricali üzerinde tedirginliğe yol açan Hacı Bayram’dır. Bu tedirginliği artıran hususlardan biri de Hacı Bayram’ın şeyhi olan Hamidüddin Aksarayî’nin Şeyh Bedreddin’le halvete girmiş olmasıdır. İlk dönemde dervişlere verilen vakıfların ne derece zengin olduğu belgelerden anlaşılmakta, bu durum da Türklerin vakıf sistemini fonksiyonel biçimde ele aldıklarını göstermektedir. Buna örnek olarak Geyikli Baba, Abdal Murad, Abdal Musa, Postinpûş Baba, Emir Sultan, Ebu İshak, Abdal Mehmed zaviyelerinin vakıfları gösterilebilir. Sözü edilen tekkelerin yapımı kadar tamiriyle ilgili bilgiler de veren belgeler, gerek devlet ve gerekse toplumun, bu maneviyat ocaklarını ayakta tutmak için gayret ve fedakârlıklarda bulunduklarını göstermektedir. Anadolu’daki Düşünce Dünyasının Oluşumunda Dervişlerin Rolü XIII. yüzyıla kadar Anadolu’daki ilim ve düşünce hayatı Maveraünnehir, Horasan, Harezm, Irak, Suriye, Mısır, Hicaz, Mağrib ve Endülüs etkisi altındadır. Doğudan Fahreddin Razî (ö. 1209) ve talebelerinin temsil ettiği kelamî düşünce ve Sühreverdî-i Maktûl (1190) ve talebelerinin temsil ettiği işrakî düşünce yanında, batı ve güneyden vahdet-i vücud düşüncesi bu toprakları etkisi altında almıştır. Kültür hayatının gelişmesinde Konya, Kayseri, Sivas, Aksaray, Kırşehir, Amasya, Niğde, Tokat, Niksar, Ankara ve Erzurum’daki cami, medrese, imaret, hastane, kervansaray, han ve zaviyeler gibi kurumların etkisi de inkar edilemez. Dervişler, bazı etkinlikleriyle halkın eğlence kültürünü de zenginleştirmişlerdir. Emir Sultan’ın Bursa kültüründe tarikatlar arası ilişkiler açısından da birleştirici bir rol oynayan Erguvan Bayramı geleneğini başlatması, bunun en çarpıcı örneklerinden biridir. Ahmet Hamdi Tanpınar, her bahar erguvanlar çiçek açtığında Bursa içinden ve dışından farklı meşrep ve tarikatlardaki pek çok şeyh ve dervişin Emir Sultan Dergâhı rehberliğinde düzenlenen pikniklere katılmasını ve burada her tarikatın usullerinin uygulanmasını nefis üslubuyla anlatır. Bu piknik kültürü, Abdal Murad gibi bazı türbe çevrelerinin mesîre yeri haline gelmesini sağlamıştır. Bu geleneğin günümüze kadar uzanan pek çok örneğinden biri de, Geyikli Baba çevresinde oluşturulan ve günümüzde kiraz mevsiminde halen uygulanmakta olan ihtifaldir. Osmanlı’nın kuruluş döneminde yaşayan dervişlerin en derin etkileri halkın zihniyeti üzerinde görülür. Osman Gazi’nin rüyası hâlâ toplumun zihninde yer bulurken, dervişlerin menkıbeleri de halkın hayal dünyasını süslemektedir. Bu derin etki, türbeler çevresinde de engin bir kültürün gelişmesini sağlamıştır. İnsanlar yüzyıllar boyunca bu dervişlerin türbeleri başına sağlıklarına kavuşma umuduyla gelmişlerdir. Bundan başka, Türk insanı emlâkini satabilmek ve hatta kayıplarını bulmak için bile türbelere hücum etmiştir. Abdal Mehmed, Alaca Hırkalı, Buharalı Ali Dede, Ali Mest-i Edhemî, Gaib Dede, Geyikli Baba, Karaca Ahmed, Mecnun Dede, Lokman Dede, Selahaddin Buharî, Selçuk Gazi, Seyyid Natta, Seyyid Usûl türbeleri bunların örnekleri arasında yer alır. İstanbul’da Eyüp Sultan, Bursa’da Emir Sultan ve Veysel Karânî türbelerinin bugün hâlâ sünnet ve nikâh törenlerinden önce ziyaret edilen yerler olmaya devam etmesi de bu etkilerin gücünü göstermektedir. Sonuç Osmanlının kuruluşunda ise dervişlerin rolü fazladır. Dervişlerin etkisi Osmanlıda Fatih dönemine kadar sürmüştür. Ayrıca dervişler, fetihlerde etkili oldukları kadar, kırsal ve kentsel bölgelerde yerleşim merkezlerinin kurulmasında da aktif rol oynamış imaret ve konaklama hizmetleri başta olmak üzere sosyal hayatın çeşitli kademelerine damgalarını vurmuşlardır. Dergâhların vakıflarla desteklenmesi ekonomik yapıdaki derviş izlerinin bir göstergesidir. Bu vakıflar zaman zaman istismarlara konu olmuşlarsa da, dergâhların onarımı ve gelirlerinin karşılanması için maddî-manevî fedakârlıklardan kaçınmayan dervişlerin sayısı da az değildir. Kültürel açıdan bakıldığında, Osmanlı’nın kuruluş döneminde tekkemedrese çatışmasının değil, sentezinin ön planda olduğu görülür. Bu dönemde yazılan tasavvufî eserler, yüzyıllar boyu toplumun harcı olma özelliğine sahiptir. Hatta bunlardan bazıları için özel vakıflar oluşturulmuş, bu vakıflar sözü edilen eserlerin günümüze kadar okunmasına katkıda bulunmuştur. Kaynaklar: ♦ ERGİNLİ ZAFER; Osmanlı Devleti'nin Kuruluşunda Türk Dervişlerinin İzleri ♦TDV İslâm Ansiklopedisi ♦AHMED ZİYAEDDİN; Gülzâr-ı Suleha ve Vefeyât-ı Urefâ, Bursa Yazma ve Eski Basma Eserler Kütüphanesi (BYEBEK), Orhan, 1018/2.AYVERDİ Ekrem Hakkı; Osmanlı Mimarisinin İlk Devri, İstanbul 1966. ♦ AŞIKPAŞA-ZÂDE; Tevarih-i Âl-i Osman, İstanbul 1332. ♦ BALDIR-ZÂDE SELİSÎ MEHMED; Ravza-i Evliyâ, BYEBEK, Orhan, 1108.BARKAN, Ö. Lütfi; “Kolonizatör Türk Dervişleri” Vakıflar Dergisi, sy. 2, İstanbul 1974, s. 279-365. ♦ BARKAN Ö. Lütfi-MERİÇLİ, Enver; Hüdavendigâr Livası Tahrir Defterleri, I, Ankara 1988. ♦ BAYKAL Kâzım; Bursa ve Anıtları, Bursa 1993.BAYRAM Mikâil; Bacıyan-ı Rum, Konya 1987.Ahi Evran ve Ahi Teşkilatının Kuruluşu, Konya 1991.Evhadiye Tarikatı, Konya 1993. , ♦ Bursa Şer’iye Sicilleri, B 90/295, C 10/310, C 92/664, C 81/546. ♦ ÇETİN Osman; Anadolu’da İslâmiyetin Yayılışı, İstanbul 1990. ♦ EVLİYÂ ÇELEBİ; Seyahatname, I, İstanbul 1314. ♦ FINDIKOĞLU Ziyaeddin Fahri; İstanbul’un Bir Kültür Merkezi Olarak Teşekkülü Meselesi, İstanbul 1953. ♦ GAZZİ-ZÂDE ABDÜLLATİF; Hülasatü’l-Vefeyat, BYEBEK, Genel, 2162. ♦ Ravzatü’l-Müflihun, BYEBEK, Orhan, 1041. ♦ GÖKBİLGİN M. Tayyib; “Bursa’da Kuruluş Devrinin İlim Müesseseleri, İlim Adamları ve Bursa Tarihçileri Hakkında”, Necati Lugal Armağanı, Ankara 1968. ♦ GÖLPINARLI Abdülbaki; Alevî-Bektaşî Nefesleri, İstanbul 1992. ♦ GÜNDÜZ İrfan; Osmanlılarda Devlet-Tekke Münasebetleri, İstanbul 1989. ♦ HACIBEY-ZÂDE AHMED MUHTAR; Bursa Sergisi Rehberi, İstanbul 1339. ♦ HÜSAMEDDİN BURSEVÎ; Mühimmâtü’l-Mü’minin fi Umuri’dDünya ve’d-Din, Topkapı Sarayı Merkez Kütüphanesi, Bağdat, 189. ♦ İSMAİL BELİĞ; Güldeste-i Riyâz-ı İrfân ve Vefeyât-ı Dânişverân-ı Nâdiredân, Bursa 1302. ♦ KARA Mustafa; Tekkeler ve Zaviyeler, İstanbul 1990.