ISSN: 1309 4173 (Online) 1309 - 4688 (Print)
Volume 5 Issue 6, Special Issue on Balkan Wars, p. 251-259, November 2013
Tanıtılan Kitap: R. G. Collingwood, Tarih Tasarımı, Çeviren: Kurtuluş Dinçer, Doğu
Batı Yayınları, Ankara 2007, 432 s.
Original Adı: R. G. Collingwood, The Idea of History,Oxford University Press: New
York, 1994.
Tanıtan: Ümit Çelik - Doktora Öğrencisi
Ülkemizde tarih felsefesine olan ilgi giderek artmaktadır. Bu inceleme aracılığıyla tarih
felsefesiyle ilgili çalışmalara katkı sağlamayı amaçlamaktayız. Bu çerçevede Robin George
Collingwood’un Tarih Tasarımı (The Idea of History) adlı eserinden hareketle, eski çağlardan
itibaren tarih yazımı ve tarih felsefesine ilişkin görüşleri ele alacağız ve Collingwood’un tarih
ve felsefeyle ilgili düşünceleri hakkında önemli ipuçları vereceğiz.
R. G. Collingwood ülkemizde yeterince tanınmayan bir filozoftur. Felsefe ve tarih
disiplinlerinin bütünleştirilmesi yönündeki çalışmaların öncüsü sayılan, Oxford Üniversitesi
Metafizik Felsefe Profesörü Collingwood, 20. yüzyılın en önemli filozof ve tarihçilerindendir.
Collingwood İngiliz düşünürlerden Benjamin Jowett, Edward Caird, T. H. Green, F. H.
Bradley, Bernard Bosanquet, Michael Oakeshott ile birlikte, İngiltere’deki idealist hareketin
önemli temsilcilerinden biridir. Collingwood’un felsefe alanındaki esas amacı “felsefe” ve
“tarih” arasında bir yakınlaşma, bir uzlaşma sağlamaktır.1 Bununla birlikte, Collingwood’un
bu “yakınlaşma” ve “bağlantı kurma” arayışı sadece felsefe ve tarihle sınırlı değildir. Aslında
Collingwood çalışma hayatı boyunca din, bilim, sanat, felsefe ve tarih arasında bir bağlantı
kurma veya birlik sağlama arayışı içinde olmuştur. Collingwood din, bilim, sanat, felsefe ve
tarihin birbirleriyle hiç ilgisi olmayan bilgi türleri şeklinde görülmesini kabul edilemez bulmuş
ve bu soruna bir çözüm bulmaya çalışmıştır. Ona göre özellikle tarih ve felsefe bir bütünün
parçaları gibidir.
Felsefi görüşlerinde Platon, Vico, Wilson ve Croce’den etkilenen Collingwood’un Tarih
Tasarımı adlı eseri, aslında 1936-1940 yılları arasında kaleme aldığı el yazmalarından
oluşmaktadır. Tarih felsefesi konusunda bir deneme olan bu eser, onun ölümünden sonra
1946’da yayımlanan tamamlanmamış bir çalışmadır. Collingwood bu yapıtında, felsefenin
temel konusunun doğadan çok tarihe yakın olduğunu ortaya koyarak, felsefenin yönteminin bu
eksende yeniden belirlenmesi gerekliliği üstünde durmaktadır. Düşünsel sorunların tarihsel
yaklaşım yöntemiyle nasıl çözümlenebileceğini göstermektedir.
Tarih kavramı üzerinde düşünme, ancak 19. yüzyılda Hegel’le birlikte büyük bir önem
kazandı. Bununla birlikte “tarih felsefesi” terimini 18. yüzyılda Voltaire bulmuştur.
Voltaire’den itibaren, aynı adı Hegel ve 19. yüzyıl sonundaki başka düşünürler de kullandı
Collingwood bu amacını Bir Özyaşam Öyküsü adlı eserinde açıkça ifade etmektedir: R. G.
Collingwood, Bir Özyaşam Öyküsü, çev. Ayşe Nihal Akbulut, İstanbul, Yapı Kredi Yay., 1996.
1
H isto ry Studie s
Special Issue on Balkan Wars
Volume 5/Issue 6 2013
R. G. Collingwood, Tarih Tasarımı…
252
ama bu ada çok farklı bir anlam verdiler. Bugün geldiği nokta itibarıyla, tarih felsefesini
genelleştirilmiş ve karşılaştırmalı tarih olaylarını yöneten yasaları ortaya koymaya çalışan
görüş olarak tanımlayabiliriz. Ancak Voltaire bulduğu bu ada, günümüzde tarih felsefesi
deyince bizim anladığımız şeyden çok daha dar ve farklı bir anlam yüklemişti. Voltaire tarih
felsefesi terimiyle, tarihçinin eski kitaplarda bulduğu öyküleri yinelemek yerine, kendi
kafasında kendi kendine kurduğu bir tarihsel düşünme şeklinden başka bir şey kastetmiyordu.
Hegel ve diğer 19. yüzyıl düşünürleri ise onu yalnızca evrensel tarih ya da dünya tarihi
anlamına gelen bir şey olarak görüyorlardı. Bunların dışında 19. yüzyıl pozitivistleri, tarih
felsefesini Voltaire ve Hegel’den farklı şekilde üçüncü bir anlamda kullandılar. Onlar için tarih
felsefesi, tarihin alanına giren olayların akışını yöneten genel yasaların keşfiydi.
Collingwood’un tarih felsefesi terimini kullanışı da bunların hepsinden farklıydı.
Collingwood’a göre özellikle 18. ve 19. yüzyılda, tarih felsefesinin birbirinden çok farklı
anlamlar ifade etmesinin nedeni, tarih felsefesi anlayışlarına egemen olan farklı felsefe
anlayışlarının olmasıdır. Örneğin Voltaire için felsefe “bağımsız ve eleştirel düşünme”
demekti. Hegel için felsefe “bir bütün olarak dünya hakkında düşünme” demekti; 19. yüzyıl
pozitivizmi için de “tek biçimli yasaların keşfi” demekti. Buna karşın Collingwood’a göre
felsefe, “kendine dönük düşünme”, “ikinci dereceden düşünce”, “düşünce hakkında
düşünce”dir. Felsefe yapan zihin hiçbir zaman yalnızca bir nesne hakkında düşünmez;
herhangi bir nesneyi düşünürken, aynı zamanda hep o nesneye ilişkin kendi düşüncesi
hakkında düşünür. Örneğin Dünya’nın Güneş’ten uzaklığını keşfetmek, düşünce için birinci
dereceden bir iştir ve gökbilimin işidir. Dünya’nın Güneş’ten uzaklığını keşfederken bizim
yaptığımızın tam olarak ne olduğunu keşfetmek ise ikinci dereceden bir düşüncedir (s.36).
Dolayısıyla Collingwood, tarihi “birinci dereceden düşünce”, felsefeyi ise “ikinci dereceden
düşünce” şeklinde nitelemektedir. Yukarıda da ifade edildiği gibi, Collingwood felsefenin
konusunun doğadan çok tarihe benzediğini ve yönteminin tarihe göre kurulması gerektiğini
ileri sürer.
Collingwood'a göre metafizik sorular belli bir gelenek içinde biçimlendikleri için aynı
zamanda tarihsel sorulardır. “Doğa bilimi”, varlığı başka bir düşünce biçimine bağlı olan bir
düşünce biçimidir ve doğa biliminin bize anlattıklarını bağlı olduğu düşünce biçimini hesaba
katmadan ele almamız uygun olmaz. Bu düşünce biçimi ise tarihtir. Düşüncenin bir biçimi
olan doğa bilimi hep bir tarih bağlamında vardır, varlığı tarihsel düşünceye dayanır. Bundan
ötürü tarihin ne olduğunu bilmeden doğanın ne olduğu sorusu yanıtlanamaz.
Collingwood Tarih Tasarımı’nda, modern tarih tasarımının Herodotos’tan 20. yüzyıla
kadar nasıl geliştiğini betimlemektedir. Yazar yapıtın giriş bölümünde birinci dereceden
düşünce (tarih) ile ikinci dereceden düşünce (felsefe) arasında ayrım yaptığını ima etmektedir
(s. 36-38). Herhangi bir bilim adamının, uğraştığı alanın içeriğini bilmeden sahasında bilimsel
bir araştırma yapması çok zordur. Dolayısıyla, bu tarihçiler için de vazgeçilmez bir görevdir.
Tarih o zaman belirli ve tikel bir şeyin tarihidir.
Esasen bilimin konusu da budur. Fakat tarihi bilimden ayıran şey bilimin kanunun
peşinde olmasıdır. Tarih ise tek olanın kavranmasıdır. Bilim tek olayı kanunu elde etmek için
bir araç olarak kullanırken, tarih tek olayı anlamak için kanunu bir araç olarak kullanır. Buna
göre, tarihin teki niteleyen önermesi X, Y’dir şeklinde olurken, biliminki bütün X’ler Y’dir
şeklinde ifade edilir. Fakat bilim adamı bütün X’ler Y’dir derken, düşünmeden önce zihninde
bir X’in varlığı söz konusudur. Bu tekil unsur ortadan kaldırıldığında tüm X’ler Y’dir
önermesi hükümsüz kalır. Dolayısıyla buradan hareketle, Collingwood bütün bilginin tarihî
olduğunu vurgular. Yani esasen her hüküm tek hükümdür. Collingwood tarihle bilimin
arasında mantıkları açısından bir fark görmez. Zaten ona göre bir kavram edinmek ya da
H isto ry Studie s
Special Issue on Balkan Wars
Volume 5/Issue 6 2013
Ümit Çelik
253
düşünmek, o kavrama göre olayı yorumlamaktır. Bir olayı edinmek ya da gözlemlemek, bir
kavrama göre o olayı yorumlamak demektir.
Kitabın “Yunan-Roma Tarih Yazımı” başlıklı ilk bölümünde tarihin yapısı, konusu ve
yöntemine ilişkin Yunan-Roma tarih yazımından çeşitli örnekler sunulur. Collingwood bu
bölümün sonunda Yunan-Roma tarih yazımının temel eksiğini “Yunan-Roma tarih yazımı bir
şeyin nasıl meydana geldiğini hiçbir zaman gösteremez.” şeklinde özetler (s. 87). İlk bölüm
“Teokratik Tarih ve Mitos”, “Herodotos’un Bilimsel Tarihi Yaratışı”, “Yunan Düşüncesinin
Tarih Dışı Eğilimi”, “Tarihin Yapısı ile Değerine İlişkin Yunan Anlayışı”, “Yunan Tarihsel
Yöntemi ve Sınırları”, “Herodotos ile Thoukydides”, “Helenistik Dönem”, “Polybius”,
“Liviusile Tacitus”, “Yunan-Roma Tarih Yazımının Özelliği: İnsancılık” ve“Yunan-Roma
Tarih Yazımının Özelliği: Tözcülük” başlıklı kısımlardan oluşur. Diğer bölümlerde ise
Descartes, Herder, Kant, Schiller, Hegel, Marx, Tonybee, Rickert, Simmel, Dilthey, Croce,
Spengler ve Bergson’un tarihin doğasına ilişkin yaklaşımları arasındaki ilişkiyi bütünsel bir
çerçevede ele alır.
“Hristiyanlığın Etkisi” başlıklı II. bölüm “Hristiyan Tasarımlarının Mayası”, “Hıristiyan
Tarih Yazımının Ana Özellikleri”, “Orta Çağ Tarih Yazımı”, “Renaissance Tarihçileri”,
“Descartes”, “Descartesçı Tarih Yazımı”, “Descartesçılığa Karşı Vico”, “Descartesçılığa Karşı
Locke, Berkeley ve Hume”, “Aydınlanma” ve “İnsan Doğasının Bilimi” adlı kısımlardan
oluşur. II. bölümde, Avrupa’da Orta Çağ düşünürlerinden kopma çabaları içerisinde bilimlere
bakış açısı değiştirilirken, tarih anlayışına da yeni boyutlar kazandırıldığı vurgulanmaktadır.
17. yy. başında, Bacon kendi bilgi haritasını imgelem, bellek ve anlık diye ortaya koymuş,
bunları şiir, tarih ve felsefe ile örtüştürmeye çalışmıştır (s.103).
Bellekten hareketle tarihi ele alması, her ne kadar geçmişi yeniden keşfetmeye yönelik
bir anlayış olarak Orta Çağ düşünce hatalarından kurtulmasını sağlasa da tarihi salt anımsama
düzeyinde görmesi, Bacon’ın belirsiz bir tarih tasarımı kurmasına neden olmuştur. Çünkü
anımsamanın olduğu hâllerde tarihsel soruşturmaya gerek olmaz. Ancak anımsanma olmadığı
zaman tarihsel soruşturma, araştırma, belge bulma ihtiyacı olur. Bacon tarih için herhangi bir
ilke ve yöntem göstermediği gibi, tarihin anımsanmasında ortaya çıkacak eksikliklerin nasıl
giderileceği konusunda da herhangi bir soru sormamıştır (s.104).
Collingwood eserinde Descartes için ayrı bir kısım ayırmıştır ve burada Bacon ile
Descartes’ın tarih düşüncesindeki farklılıkları ele alır (s.104). Bacon’la aynı yüzyıl içinde
Descartes, kendine özgü kuşkuculuğu ile daha çok doğa bilimlerinin gerçekliği üzerinde
durmuş, tarih konusunda belli-belirsiz ifadeler kullanmıştır. Descartes’a göre tarihçi başka
yüzyılların insanlarıyla konuşan bir yolcudur. Başka zamanların ve halkların geleneklerini
bilmek iyi olsa da kişi kendi toplumuna ve çağına yabancılaşır. Kaldı ki tarihçi çeşitli
gerçekleri atlayıp bazı konuları abartır. Bugün için tarih biliminin geldiği noktada Descartes’ın
ciddiye alınamayacağı açıktır.
Bununla birlikte, Descartes’ın yüzyılında tarihçiler kendi tarih yazımlarını yeni
yöntemlerle devam ettirmişlerdir. Hatta Descartes’in felsefi kuşkuculuğu ve eleştirel
ilkelerinin tarihe uyarlanma çabalarının yararları dahi olmuştur. Benedictus tarikatından bir
grup olan Bollandistler, kaynaklar sorununda ve rivayetlerin gelişme biçimlerinde abartılmış
öğeleri atıp eleştirel biyografiler yazmışlardır (s. 108). Onların kaynak ve olayları bilmemize
aracı olan nesneleri eleştirmeleri oldukça önemlidir.
Tarihçilerin ortaya koydukları bu yöntemi Leibniz, Eski Çağ ve Orta Çağ felsefi
düşünürlerinin gelişimine uyarlamış, “her zaman bilinmiş olan kalıcı ve değişmez hakikatleri
koruyup geliştirerek, yeni ilerlemenin sağlandığı sürekli bir tarihsel gelenek anlamındaki
felsefe anlayışını” oluşturmuştur. Bu yaklaşım, felsefe-tarih ilişkisini ortaya koyduğu gibi,
H isto ry Studie s
Special Issue on Balkan Wars
Volume 5/Issue 6 2013
R. G. Collingwood, Tarih Tasarımı…
254
tarih dışı bilimlerin anlaşılmasında tarihin kavranmasının önemini vurgulamaktadır.
Descartesçı okulun genel eğilimi ise tarih dışıdır (s. 109). 18. yy.’da Vico, tarih bilimini esas
alarak getirdiği yenilikçi düşüncelerle Descartesçılığı aşmıştır (s. 110).
İtalyan bilim adamı Vico kendi döneminde varılan anlayışın ışığında, tarihin doğal
olaylar gibi bazı yasalara bağlı olarak ilerleyebileceğini savunur. Ona göre tarihsel süreç, insan
topluluklarının ve onların kurumlarının (dil, gelenek, hukuk, hükümet vs.) tarihidir (s. 111).
Böylece Batı’da ilk kez tarihin ne olduğuna ilişkin modern bir tasarım sunulmuştur. Vico
bugün için yüzeysel görülen, ancak o dönem için devrim sayılacak nitelikte fikirler ileri
sürebilmiştir.
Yazara göre Vico iki şey yapmıştır: Birincisi 17. yy. sonunda tarihçilerin eriştiği eleştirel
yöntemle gerçekleştirilen ilerlemeyi çok iyi değerlendirmiş, ikincisi geniş bir tarih felsefesi
çerçevesi oluşturmuştur (s.118). Avrupa Aydınlanma döneminin düşünürü Montesquieu, insan
aklının özgür buluşlarını ve davranışlarını görmezden gelerek, olayları doğal nedenlerin
zorunlu etkileri olarak görse de insanın çevresiyle ilişkisini ve siyasal kurumların temelindeki
ekonomik etkenleri vurgulaması önemlidir (s. 128). 18. ve 19. yüzyıllarda tarih alanında klâsik
eserlerin ortaya konulduğu, yalnızca belgelerin derlenip incelenmesiyle yetinilmeyip, geçmişin
çok yönlü açılardan ele alındığı görülür. Collingwood’un deyimiyle, tipik bir Aydınlanma
tarihçisi olan Gibbon’un ve Ranke’nin eserleri bu türdendir (s. 128).
“Bilimsel Tarihin Eşiği” başlıklı III. bölümde “Romantizm”, “Herder”, “Kant”,
“Schiller”, “Fichte”, “Schelling”, “Hegel”, “Hegel ile Marx” ve “Pozitivizm” adlı kısımlar
bulunur. Yazar bu bölümün başında tarihsel düşüncede romantizm akımının temel özelliklerini
konu alır ve Rousseau’nun bir aydınlanma çocuğu olmasından ama onun ilkelerini yorumlayışı
bakımından romantik hareketin babası olduğundan bahseder (s. 136).
Daha önce de değinildiği gibi “tarih felsefesi” kavramını ilk kez kullanan Voltaire
olmuştur. Ancak Voltaire bu kavramı tarihin konusu, kapsamı ve niteliği üzerine bir çatı
kılmak yerine, kendi düşüncelerine özgü bir tarihsel anlayış tipi olarak vurgulamıştır. Voltaire
Aydınlanma döneminin ilerleme fikrinin önde gelen taraftarlarındandır. Voltaire’in eserleri
siyasî ve dinî olayların kapsamı dışında kalan konuları da ele alan girişimlerin bir ürünüdür (s.
145). Esas olarak Voltaire olayların, zincirleme gelişmelerin değil, kültürlerin oluşumu ve
bağlantılarının önemli olduğunu, tarihte de doğa bilimlerinde olduğu gibi yasaların
olabileceğini ifade eder. Bununla birlikte, Collingwood’a göre Montesquieu, Voltaire’in
tarikatlarına şan olsun diye yazan rahipler gibi bir manastır tarihçisi olduğunu söyleyerek taşı
gediğine koymuştur (s.130).
18. yy.’ın sonunda Herder ve onun öğrencisi Kant’ın tarih anlayışları ve felsefeleri,
kendilerinden sonraki kurum ve kişiler üzerinde önemli etkiler bırakmıştır (s.156). Bu döneme
kadar tarih felsefesi, yaşanmış geçmiş üzerine çeşitli felsefi söylemleri ve filozofların öznel
yaklaşımları olarak işlenirken, bundan sonraki süreçte doğrudan tarih bilincinin ve tarihçinin
bilgi elde edişini sorgulayan, tarihin ilke ve yöntemlerini eleştiren, bu bilimin bilgisini
çözümleyen düşünceler önem kazanmıştır (308).
19. yy. diğer sosyal bilimler ve doğa bilimleri gibi, tarih biliminde de oldukça yoğun
araştırmaların yapıldığı, çeşitli tarihçilik anlayışlarının ortaya konduğu, bu hâliyle 20. yy.
tarihçiliğini belirleyen bir dönem olmuştur. Bu dönemin ünlü düşünürü Hegel, Herder’le
başlayan tarih hareketini kendi döneminin doruk noktasına ulaştırmıştır (s. 168). Hegel
kendisinden sonraki dönemde, Ranke ve Marx gibi idealist ve materyalist düşünce
hareketlerinin önemli bir kesimine referans olmuştur.
Hegel’de siyasal tarih çizgisi, Marx’ta iktisadi tarih çizgisi bulunur. Hegel’in tarih
konusundaki özgün düşüncesi, onun tarih felsefesine kadar getirdiği açıklamalardır (s. 179).
H isto ry Studie s
Special Issue on Balkan Wars
Volume 5/Issue 6 2013
Ümit Çelik
255
Hegel’in her konuyu kendi diyalektik örüntüsüne göre üçlemeler hâlinde bölme düşkünlüğüne
karşın, dünya tarihi taslağının dört bölüm başlığıyla bölümlendiğini şaşırtıcı bulan
Callingwood, bu taslağın (Doğu İmparatorluğu, Yunan İmparatorluğu, Roma İmparatorluğu,
Germen İmparatorluğu) Ortaçağ anlayışının nüksetmesi olduğunu vurgular (s. 103).
18. yy.’ın aydınlanmacı değerleri doğrultusunda kazanılan bilgiler ışığında tarihsel
düşünceye yön verilmiştir. Batı’da 19. yy. adeta bir ideolojiler dönemidir. Herder, Hegel, Kant
ve Schiller kaygılarını öncelikle ideolojik bir pencereden sunmuşlardır. Marx diyalektik
materyalizm söylemi içinde geliştirdiği düşüncelerle pek çok bilim adamına esin kaynağı
olmuştur (s.183).
Antikçağ uzmanı ve Collingwood’un ifadesiyle pozitivist çağın tartışmasız en büyük
tarihçisi Mommsen’in ayrıntıya önem veren tarihçiliği, tarih alanında uzmanlaşma açısından
önemli bir adımdır. Bir yandan kaynak araştırma ve incelemelerini sürdüren tarihçiler, diğer
yandan da çeşitli felsefî, edebî, sanatsal ve ekonomik anlayışlardan da ilham alıp yararlanmaya
başladılar (s.189).
Dilthey, Croce, Spengler, Toynbee gibi yazarlar görüş ve düşünceleriyle tarih bilimi
üzerinde yoğun tartışmalara neden oldular. Pozitivist yaklaşımların egemen olduğu yakın
geçmişte, nesnelliğin ön planda tutulması, tarih de dâhil sosyal bilimlerin muğlak görülmesine,
bu ise bazı bilimlerin bilimselliğinden şüphe duyulmasına neden olmuştur. Örneğin
pozitivistler tarihi bir felsefe konusu değil, meteoroloji gibi bir deneysel bilim konusu haline
getirmeye çalışmıştır (s. 35).
“Bilimsel Tarih” başlıklı IV. bölüm İngiltere’de “Bradley”, “Bradley’in İzleyicileri”,
“19. Yüzyıl Sonu Tarih Yazımı”, “Bury”, “Oakeshott”,“Toynbee”, Almanya’da
“Windelband”, “Rickert”, “Simmel”, “Dilthey”, “Meyer”, “Spengler”, Fransa’da
“Ravaisson’un Tinselciliği”, “Lacherier’in İdealizmi”, “Bergson’un Evrimciliği”, “Modern
Fransız Tarih Yazımı”, İtalya’da “Croce’nin 1893’teki Denemesi”, “Croce’nin İkinci Tutumu:
Mantık”, “Tarih ile Felsefe”, “Tarih ile Doğa” ve “Croce’nin Son Görüşü: Tarihin Özerkliği”
adlı kısımlardan oluşur.
Bu bölümde tarih felsefesinin Bradley’in 1874’te eleştirel tarihe ilişkin ön kabullerle
ilgili denemesini yayınlamasına kadar, İngiliz filozofları için ilgi konusu olmadığı üzerinde
durulur. Bradley bu denemesinde idealist tarih düşüncesinin niteliğini de belirlemiştir.
İngiltere’de ilk kez dile getirilen bu farklı yönelim, Collingwood tarafından tarihsel bilgi
kuramında “Kopernikçi bir devrim” olarak nitelendirilmiştir (s. 106). Aynı bölümde
Oakeshott’un Bury’den çok daha üstün hazırlıkla donanmış bir tarihçi olduğu ve uzmanca bir
biçimde tarihe ilişkin felsefe sorunlarıyla uğraştığı belirtilir. Oakeshott “tarihin tarihçiler
tarafından yaratıldığını” dile getirmiştir. Yani Oakeshott’a göre tarih, tarihçinin şimdiki
zamana ilişkin güncel arzuları, hırsları ve sorunlarıyla sıkıca bağlantılı olan bir etkinliktir
(s.214).
“Sonsöz” adını taşıyan son bölümde ise “İnsan Doğasının Bilimi”, “Tarihsel Düşüncenin
Alanı”, “Zihin Bilgisi Olarak Tarih”, “Tarihsel İmgelem”, “Tarihsel Kanıt”, “Çıkarımsal
Olarak Tarih”, “Farklı Çıkarım Çeşitleri”, “Tanıklık”, “Kes-Yapıştır”, “Tarihsel Çıkarım”,
“Çekmeceleme”, “İfade ve Kanıt”, “Soru ve Kanıt”, “Geçmiş Yaşantının Yeniden
Canlandırılması Olarak Tarih”, “Tarihin Konusu”, “Tarih ve Özgürlük” ve “Tarihsel
Düşünmeyle Yaratılan İlerleme” kısımları yer alır.
Collingwood son bölümde tarih düşüncesine ilişkin açıklamalar yapar ve genel
değerlendirmelerde bulunur. Collingwood’un tarih anlayışı şimdiki zamanda var olan kanıtlara
dayanan ve geçmişteki düşüncelerin yeniden canlandırılmasıyla tamamlanan, geçmişin
imgelemsel olarak yeniden oluşturulmasını içeren bir tarih düşüncesine dayanır. Collingwood
H isto ry Studie s
Special Issue on Balkan Wars
Volume 5/Issue 6 2013
R. G. Collingwood, Tarih Tasarımı…
256
tarihin temel dayanağı olan kanıtın niteliğini şöyle tanımlar: “Tüm algılanabilir dünya
potansiyel olarak ve ilkece tarihçi için kanıttır. Tarihçi onu kullanabildiği ölçüde gerçek kanıt
haline gelir… Kanıt ancak birisi ona tarihsel olarak baktığı zaman kanıttır.” (s. 325).
Collingwood’un tarih düşüncesinde soru ve yanıt mantığı önemli yer tutar. Bu sürecin
amacı geçmişi geçmiş olarak tanımaktan çok kendi kendini tanımaktır. Çünkü kişinin kendi
yaşam deneyimi, ilişkileri, ilgileri, niyetleri ve amaçları yine onun kendi anlam dünyasının ve
dolayısıyla da yaşantısının olanaklarının sınırlarını belirler. Yaşamın gerçekleşmiş, kavranmış
her anında, anlık güçlerimizin tümü etkin haldedir. Bu an içinde geçmiş ve gelecek, yaşanmış
kimi şeylerin korunduğu ve yaşanacak kimi şeylerin de tasarlandığı dayanaklar olarak
yükselirler. Kişi bir anlamda geçmişi ve geleceği, diğer bir deyişle tarihsel olanla imgelemsel
olanı, kendi yaşadığı anda eyleminde birleştirir. Bunun anlamı şudur: yaşantı hali bizim
kişiselliğimize bağlıdır. Bu hal belli belirsiz de olsa, içinde bulunduğumuz yaşama ortamından
yükselir ve aynı ortam içinde yerini bulur.
Yaşantının bu özelliği diğer kişilerin hal ve tavırlarından onların yaşantılarını imgelemsel
olarak yeniden üretirken de yinelenir. Kişiler başkalarının yaşam deneyimlerini kendi yaşam
deneyimlerinden kalkarak yeniden üretebilirler. Yaşama ortamları aynı zamanda değerler
alanının varlık bulmasında etkendirler. Bu alan bilgilerimizin oluşturulmasında doğrudan bize
etki eder, kararlarımızı ve yargılarımızı belirler. Öyleyse değer nedir? Değer belli bir kültürel
çevre ve gelenek içinde kazanılan ve bu çevre içinde bireyin bezendiği yaşama
alışkanlıklarının tümünü oluşturan bir kavramalar dünyasıdır. Böylece birey bu yaşam
alışkanlıklarıyla, olguları ve nesneleri bir görme biçimi kazanır.
Ahlaksal ve estetik yargıların dayanağı olan değerler, bireylerin yaşam içindeki
eylemlerinin ve tavır alışlarının itici gücüdür. Bu anlamda değerler aynı zamanda bireylerin
bilgilerini doğrulama ölçütü olarak işlev görürler. Yoruma yönelik akışa yön veren şey
soruşturmanın bu diyalektik biçimidir. Bu yüzden, Collingwood’un bilginin nasıl elde edildiği
ve geliştiğinin tanımlaması olarak karşımıza çıkan soru ve yanıt mantığı, hem geleneksel
biçimsel mantığı hem de modern mantığı aşan bir devrimsel öneri olarak görülebilir.
Burada göz önünde tutulması gereken iki taraf vardır: “Metin” ve “yorumcu”. Her iki
tarafın anlamın yeniden belirlendiği eylem üzerinde etkisi vardır. Soru ve yanıt mantığı bu
anlama ya da gerçeğe ulaşmaya çalışmanın bir yoludur. Yaşama alışkanlıklarıyla kazanılmış
olan bütün bu değerler alanı, insanın geçmişi ayırt etmesinde ortaya çıkar. Geçmişi ayırt etmek
demek insanın kendisini ayırt etmesi anlamına gelmektedir. Bu da bir geçmiş, yani bir tarih
bilincini gerektirir. Soru ve yanıt mantığı, bir önermenin mantıksal biçimini araştırmanın
ötesine geçtiği için yanıltıcı bir adlandırma olarak düşünülebilir. Çünkü değişmekte olan soru
ve yanıtlar üzerinde tarihin etkisi vardır.
Soruşturma biçimi burada öncelikle gerçekle değil, daha çok insanın anlamaya başladığı
süreçle ilgilenir. Amacı kanıtlamak değil keşfetmektir ve böyle olduğu için de biçimsel
mantığı destekler fakat onun yerine geçmez. İnsan bilincinin varoluşunda etkin olan kültürel ve
tarihsel geçmişin izleri, bireyin nesnelere, olaylara ve olgulara bir bakış kazanmasına ve o
bakışıyla onlara ilişkin bir yargıya varmasına sebep olur. Bu yargıya varma hali anlamın
tarihsel olarak kurulmasının da dayanağıdır. Soru ve yanıt mantığı da bu yargıya varma halinin
bir çözümlemesidir.
Collingwood’un tarih tasarımının oluşmasında “tarihsel imgelem”, “soru ve yanıt”,
“yeniden canlandırma” ve “mutlak ön kabul” kavramlarının önemli yeri vardır.
Collingwood’un bu kavramlar çerçevesinde oluşturmuş olduğu kuramları kendinden sonraki
birçok tarih felsefesicisi için ilham kaynağı olmuştur. Collingwood’un tarih felsefesi tarihsel
yasaları, dünya görüşlerini, döngüleri ya da geleceğe yönelik kurguları değil, daha çok
H isto ry Studie s
Special Issue on Balkan Wars
Volume 5/Issue 6 2013
Ümit Çelik
257
Bradley, Dilthey ve Croce’de olduğu gibi, tarihsel bilmenin nasıl olanaklı olduğuna ilişkin bir
epistemolojiyi içermektedir.
Collingwood’a göre tarih zihnin bilimidir, zihnin öz bilgisidir. Zihni doğru bir biçimde
sorgulamak ise ancak tarihin yöntemleriyle olanaklıdır (s. 281). Tarih ve felsefe arasında
diyalektik bir ilişki vardır. Düşünmek hem felsefi hem de tarihseldir. Aralarında bir örtüşme
vardır. Bunların her ikisi de bilgi biçimleridir. Sanat, din, bilim, tarih ve felsefe birbirleriyle
örtüşürler (s.285). Collingwood’un tarih ve felsefeyi özdeşleştirmek istemesinin temelinde
yatan şey, tarih ve felsefe disiplinlerinin “olmuş ya da olmakta olan” her şeyi ele aldığı
düşüncesidir. Dolayısıyla, Collingwood’un tarih-felsefe özdeşliğine ilişkin bu düşünceleri
Croce’nin etkisini taşımaktadır.
Croce’ye göre tarih tekil olgularla ilgilidir, görevi olguları anlatmaktır. Tarihçiyi bir
düşünür yapan şey, tekil olanda cisimleşmiş bulunan yüklemlerin anlamlarını (tümeli)
düşünmesidir. Bir kavramın anlamını düşünme felsefedir. Felsefe tarih içinde yalnızca
oluşturucu bir öğedir, somut varlığı tekil olan bir düşüncedeki tümel öğedir (s. 265-266).
Collingwood Croce’nin bu görüşlerinden hareketle Croce’yle benzer sonuçlara varmaktadır ve
bu yönüyle Tarih Tasarımı’ndaki görüşlerin çoğu Croce’ninkilere benzemektedir. Ancak
yazarın el yazmalarını kitap haline getiren T. M. Knox’un da dile getirdiği gibi, bu benzerlik
nedeniyle Collingwood’u Croce’nin izleyicisi saymak hata olacaktır. Çünkü Collingwood
Tarih Tasarımı’ndaki görüşlere geniş ölçüde kendi tarihsel çalışmasının bir sonucu olarak,
Croce’den daha ayrıntılı şekilde, dikkatlice ve bağımsızca ulaşmıştır.
“Geçmiş yaşantının yeniden canlandırılması olarak tarih” kavramı Collingwood’un
üzerinde durduğu noktalardan biridir. Tarihsel olay ya da eylem durumlarının zihinde
imgelemsel olarak yeniden yaratılmaları gerekir. Bu, tarihsel olay ya da eylem durumlarının
anlaşılabilmelerinin koşuludur. Tarihsel olaylar doğrudan doğruya gözlemlenemediklerinden
imgelemseldir. İmgelemsel olarak oluşturulmuş olan bilgiler doğrudan doğruya
gözlemlenebilen kanıtlarla yeniden kurulur. Öyleyse tarihçinin ilk görevi her olayın iç yüzünü
kesin bir şekilde belirleyip, geçmişin bütünsel bir resmini yeniden yapmaktır. Tarihçi geçmişe
ilişkin bu resmi yaparken, ilk önce kendi yetkesinin ona sunduğu malzemelerle oluşturulmuş
olan resimdeki boşlukları doldurmakla işe başlar. Bu boşluk doldurma işine Collingwood
“bütünleme” der (s. 313).
Tarihçi bu kanıtları aralarında ilişkiler kurarak işler ve bütünler. Dolayısıyla, tarihçi
tarafından kurulan geçmişin resminin bir imgelem çalışması olduğunu söylemek demek, onun
tıpkı bir roman gibi kurgu olduğunu söylemek demek değildir. Collingwood tarihsel kurgunun
kanıt tarafından gerekli kılınan şeyleri içermesi durumunda, bunun bir tür yasal tarihsel kurgu
olduğunu belirtir. Yazara göre, “Her yeni kuşağın tarihi kendine göre yeniden yazması
gerekir” (s. 326). “Bu tarihsel kuşkuculuktan yana bir sav değildir. Yalnızca tarihsel
düşüncenin ikinci bir boyutunun tarihin tarihinin keşfidir. Tarihçinin … incelediği sürecin bir
parçası olduğunun, o süreçte onun kendine ait yeri olduğunun, o süreci ancak bu şimdiki anda
içinde bulunduğu bakış açısından görebildiğinin keşfidir” (s. 327). Yani geçmişin resmi daima
tamamlanmamış kalmakta ve herhangi bir zamanda düzeltilmektedir.
Collingwood’un amacı felsefenin politik, dinsel ve tarihsel sorunları taşıyacak duruma
gelmesidir. Ayrıca tarihin insana ilişkin işlerin ya da insan doğasının bilimi olarak anlaşılması
da ana kaygılarından biri olmuştur. Onun için bilim doğayı sorgulamakta nasıl doğru
yöntemse, tarih de zihni incelemek için doğru yöntemdir. Collingwood şu ifadeyi kullanır:
“Benim destekleyeceğim sav… doğayı araştırmanın doğru yolunun bilimsel yöntemlerden,
zihni araştırmanın doğru yolunun da tarihin yöntemlerinden geçtiğidir” (s. 281).
H isto ry Studie s
Special Issue on Balkan Wars
Volume 5/Issue 6 2013
R. G. Collingwood, Tarih Tasarımı…
258
Collingwood en sonunda tarihin felsefeyle özdeş olamayacağı sonucuna varır. Bu sonuca
ulaştıktan sonra tarih ve felsefe arasında bir yakınlaşma sağlamaya çalışır. Ona göre her tarihçi
tarihi kendi açısından görür. Bu nedenle, başka hiç kimsenin görmediği bazı sorunları kendine
özgü olan bir yönden görüp fark eder. Dolayısıyla tarihsel inceleme asla tükenmez. Oldukça
küçük bir alanın incelenmesi bile, her yeni tarihçinin ellerinde yeni bir biçim almak
zorundadır.
Farklı dönemlerde yaşayan tarihçilerin geçmiş hakkında oluşturmuş oldukları gerçekler,
birbirlerinden farklı olabilir. Burada önemli olan, hem doğa bilimcinin hem de tarihçinin her
ikisinin de ifadelerinin yeni kanıtlarla değişebilecek olmalarıdır. Çünkü her yeni dönemde
tarihsel bilgi yeni kanıtlarla değişir. Ancak tarihçinin oluşturmuş olduğu geçmiş resmi bir doğa
bilimcinin oluşturmuş olduğu doğa resmi gibi bir resim değildir. Çünkü doğa bilimci
araştırmasının sonuçlarını laboratuvarda kontrol edebilir. Oysa tarihçi için böyle bir şey söz
konusu değildir. Dolayısıyla tarihçi, elindeki kanıtlara ilişkin akıl yürütmelerle geçmiş
hakkında tutarlı bir yapı oluşturmaya çalışır. Bu tarihsel resim şimdi var olan kanıtlara
dayanarak, geçmişin yeniden canlandırılmasıyla, Collingwood’un bütünleme dediği yolla
oluşturulmuş bir resimdir.
Son tahlilde Tarih Tasarımı’yla ilgili şunları söyleyebiliriz: Bu yapıt tarihçilere olduğu
kadar felsefecilere de yararlı olabilecek niteliktedir. Collingwood’un tarih felsefesiyle ilgili
ayrı ayrı zamanlarda yazdığı el yazmaları arasından, yayımlanmaya değer görülenlerin
seçilerek bir araya getirilmesiyle oluşturulmuş bir yapıttır. Bu yüzden, kimi yerlerde
kaçınılmaz olarak tekrarlamalar göze çarpmaktadır. 1936’dan itibaren dört yıllık bir zaman
diliminde yazılmış olan ve yapıtın çeşitli bölümlerini oluşturan bu denemeler arasında,
önemsiz de olsa yer yer bazı tutarsızlıkların olduğu söylenebilir.
Yazarın Tarih Tasarımı’nda ileri sürdüğü belki de en önemli nokta, “tarihçinin geçmişten
çok şimdiki zamanla bağlantılı bir çalışma yaptığı” savıdır. Tarihçi aslında incelediği tarihsel
sürecin bir parçasıdır. Tarihi bilerek kendimizi tanırız. Bu yüzden tarihçilerin kendilerinin bir
tarihsel yapıtın nasıl hem bir “katılımcısı” hem de bir “izleyicisi” olduğunu kavraması gerekir.
Tarihsel “veri” ve “yorumlama ilkeleri” tüm tarihsel düşünmenin iki temel öğesidir ve ancak
birlikte var olabilirler. Diğer taraftan, yazar tarihsel olayları bir dizi genel yasayla açıklamaya
çalışan olgucu görüşe karşı çıkmakta, tüm hayatın insanların tarihsel eylemleri olarak
görülebileceği bir felsefi yaklaşımı önermektedir. Bu doğrultuda bilimin doğayı açıklamasına
benzer şekilde, felsefenin de tarihi anlaması ve açıklaması gerektiğine inanmaktadır.
Buna rağmen Knox’un da vurguladığı gibi, Collingwood genel olarak felsefe diye bilinen
şeyi, genel olarak tarih diye bilinen şeyle birleştirme sorununu çözdüyse bile çözümünü
yazılarında hiçbir zaman açıkça dile getirmemiştir. Ek olarak, yazar Tarih Tasarımı’nda,
tarihsel düşüncenin zaman içinde kapıldığı bir takım yanlış akımların haklı bir eleştirisini
yapmaktadır ama doğru tarih anlayışının ne olduğunu net olarak ifade etmemektedir. Yazarın
tarih felsefesiyle ilgili tüm eserleri göz önüne alındığında bile, Collingwood doğru tarih
anlayışının ne olması gerektiği konusunu tam olarak aydınlatmadan bırakmıştır. Ancak bu
eksik yönleri, Collingwood’un tarih felsefesinin öncüleri arasında yer aldığı ve 20. yüzyılın
düşünsel gelişimine önemli katkılar sağlayan bir filozof olduğu gerçeğini değiştirmez.
H isto ry Studie s
Special Issue on Balkan Wars
Volume 5/Issue 6 2013
Ümit Çelik
259
H isto ry Studie s
Special Issue on Balkan Wars
Volume 5/Issue 6 2013