Location via proxy:   [ UP ]  
[Report a bug]   [Manage cookies]                

Doğu Akdeniz ve Kıbrıs'ın Jeopolitiği ve Türkiye

2021, 5’İNCİ ULUSLARARASI ASSAM İSLAM BİRLİĞİ KONGRESİ BİLDİRİ KİTABI

5’İNCİ ULUSLARARASI ASSAM İSLAM BİRLİĞİ KONGRESİ ASRİKA Konfederasyonu Dış Politika Stratejileri 19 ARALIK 2021 ASSAM | ADALETİ SAVUNANLAR STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ DERNEĞİ Tel: +90 555 000 58 00 | E-mail: info@assam.org.trwww.assam.org.tr | www.assamcongress.com 5’İNCİ ASSAM ULUSLARARASI İSLAM BİRLİĞİ KONGRESİ “ASRİKA Konfederasyonu Dış Politika Stratejileri” Kongre Tam Metin Kitapçığı 18-19 Aralık 2021 ASSAM İSLAM BİRLİĞİ KONGRELERİ ISBN: 978-625-00-9495-2 ASSAM Yayınları | İstanbul ASSAM | Adaleti Savunanlar Stratejik Araştırmalar Merkezi Derneği Tel: +90 555 000 58 00 | E-mail: info@assam.org.tr www.assam.org.tr | www.assamcongress.com TELİF HAKKI © 2021 | ASSAM / Adaleti Savunanlar Stratejik Araştırmalar Merkezi Derneği | Tüm Hakları Saklıdır. Bu yayının tüm hakları ASSAM | Adaleti Savunanlar Stratejik Araştırmalar Merkezi Derneği’ne aittir. ASSAM’ın izni olmaksızın yayının tümünün veya bir kısmının elektronik veya mekanik (fotokopi, kayıt ve bilgi depolama vd.) yollarla basımı, yayımı, çoğaltılması veya dağıtımı yapılamaz. Kaynak göstermek suretiyle alıntı yapılabilir. DOĞU AKDENİZ VE KIBRIS’IN JEOPOLİTİĞİ VE TÜRKİYE Doç. Dr. Ali Fuat GÖKÇE Gaziantep Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi afgscem@gmail.com Akdeniz, Adalar Denizi (Ege Denizi), Adriyatik Denizi gibi farklı iç denizleri kapsayan, keşiflerden önce dünya ticaretinin büyük kısmının yapıldığı, koloniler ve imparatorluklara ev sahipliği yapan, tarih boyunca devletler arasında karmaşık ilişkilerin ve çatışmaların, savaşların yaşandığı bir bölgedir. Coğrafi olarak İskenderun Körfezi ile Cebelitarık Boğazı arasında kalan bölgeyi ifade eden Akdeniz’de değişik ırk, din, dil ve kültüre mensup 16 devlet bulunurken, Karadeniz bağlantısı sebebiyle Akdeniz’i kullanmakta olan ülkelerle beraber 22 ülkenin Akdeniz’de ilgileri ve ilişkilerinin mevcut olduğu görülmektedir. Akdeniz dünya ticaretinin yaklaşık olarak %16’sına ev sahipliği yaparken, günde ortalama 5000 gemi faaliyet göstermektedir. Akdeniz bir bütün olarak değerlendirildiğinde barındırdığı ülkelerin birbirleriyle ilişkisi, karşılıklı etkileşimi bağlamında oldukça önemli bir bölge olduğu görülmektedir. Bir bütün olarak Akdeniz’in stratejik önemi oldukça geniş ve kapsamlı politikaların üretilmesine neden olmaktadır. Ancak, Akdeniz’in her bir bölgesi kendi çapında uluslararası alanda politikaların üretildiği ve stratejilerin geliştirildiği yerlerdir. Akdeniz’in farklı bölgeleri, adaları, boğazları, kanallarının her birinin ayrı bir stratejik önemi bulunmaktadır. Ancak, Akdeniz bölgesinin doğusu (Doğu Akdeniz) son günlerde ayrı bir önem kazanmıştır. Doğu Akdeniz havzası Akdeniz ve Hint Okyanusunu birleştiren Süveyş kanalını barındırması, doğu ve batı arasındaki deniz ticaretinin kesişme noktası olan, dünya petrollerinin yarıdan fazlasına sahip olan, Ortadoğu ülkelerine kıyıları olan ve onların komşularını kontrol altına alabilen, Orta Asya ve Kafkalardaki enerji kaynaklarının Batı’ya ulaştırılmasında kullanılan limanlara ev sahipliği yapan ve deniz altındaki enerji kaynakları ile son yıllarda uluslararası 265 alanda güç mücadelelerinin yapıldığı, kartların her gün yeniden karıldığı ve dengelerin değişebildiği bir alan haline gelmiştir. Doğu Akdeniz’in artan stratejik önemi karşısında Kıbrıs adası, Türkiye’nin güney limanları ile İsrail ve Suriye limanları ve deniz ulaştırma hatlarını, Mısır ve Süveyş Kanalı geçişli deniz taşımacılığını kontrol edebilecek konumda olması, üzerinde bulunan hava üsleri ve İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri’nin dinleme istasyonları ile Orta Doğu ve çevresindeki tüm askeri ve siyasi gelişmeleri takip etme ve müdahale etme imkânı tanıması nedeniyle özel bir öneme sahiptir. Bu çalışmada Doğu Akdeniz ve Kıbrıs adasının jeopolitik önemi ve Türkiye’nin bölge üzerinde geliştireceği stratejiler açıklanmaya çalışılacaktır. Bu amaç doğrultusunda öncelikle jeopolitik ve jeostratejik kavramları kısaca açıklandıktan sonra, Doğu Akdeniz ve Kıbrıs’ın önemi coğrafi konumu ve emperyalist ülkelerin bölgedeki pozisyonları üzerinden açıklanacaktır. Ardından Türkiye’nin milli çıkarları için bölgede izlemesi ve geliştirmesi gereken stratejiler belirtilecektir. Çalışmada tarihsel ve betimsel araştırma yöntemi ile belgeye dayalı analiz araştırma türü uygulanmıştır. Anahtar Kelimeler: Doğu Akdeniz, Kıbrıs, KKTC, Türkiye, Jeopolitik 1. Jeopolitik ve Jeostratejik Kavramsal Yaklaşım Jeopolitik kavramı Yunanca yer (arz), toprak anlamına gelen “geo” ile politika, yönetme sanatı anlamına gelen “politeia” kelimelerinin birlikte kullanılmasıyla oluşmuştur (Evans ve Newnham, 1998: 2). Bölgesel ya da küresel seviyede coğrafyanın siyasete yaptığı etkiyi, politika ile coğrafya arasındaki ilişkiyi anlatmak için kullanılmıştır. Coğrafyanın sunduğu çeşitli veriler üzerinden bölgesel ya da küresel siyasetin oluşmasını ve etkileşimini inceleyen bir bilim dalıdır. Coğrafyanın sunduğu verileri ülkeler üzerinden değerlendirmeye tutulması durumunda bir ülkenin bulunduğu coğrafyanın özelliklerinin o devletin iç ve dış politikalarına olan etkisini inceleyen ve açıklayan bir bilim dalıdır. Bu coğrafi özellikler arasında ülkelerin konumu, büyüklüğü, iklimi, topoğrafyası, demografik yapısı, doğal kaynakları ve teknolojik gelişimi ve durumu yer almaktadır. Jeopolitik kavramıyla ilgili olarak farklı yaklaşımlar ve açıklamalar mevcuttur. Karl Haushofer, jeopolitik kavramını bulunulan coğrafyanın ve tarihî gelişmelerin etkisi altında değişime 266 uğrayan siyasal bir varlık olan devletlerin bulunduğu coğrafya ile olan ilişkisi olarak tanımlamaktadır (Haushafer, (1928: 1). Spykman jeopolitik kavramını, güvenlik kavramı üzerinden incelemiş ve bir ülkenin güvenlik politikasının coğrafya olaylarına göre planlanması şeklinde tanımlamıştır (Spykman, 1942: 2). Dugin ise jeopolitik kavramını insanlığı mekân faktörüyle karşılıklı ilişkisi içerisinde inceleyen bir disiplin olarak belirtmiştir (Dugin, 2010: 3). Cömert ise Jeopolitik kavramını devletlerin politikası ve coğrafyasının doğal verileri arasındaki ilişkilerinin incelenmesi şeklinde tanımlamıştır (Cömert, 2000: 34) Jeopolitik kavramının genel bir tanımını “Bir ülkenin ya da ülkelerin bölgedeki ülkelerin mevcut coğrafyadaki gücünü değerlendiren, etkisi altında kaldığı o günkü dünya güç merkezlerini inceleyen, değerlendiren, hedeflerini ve bu hedeflere ulaşma şart ve aşamalarını araştıran, ortaya koyan bir bilim” olarak belirtmek mümkündür (Yılmaz, 2009: 4). Bütün bu yaklaşımlarda görüldüğü gibi jeopolitiğin özünü coğrafyanın özellikleri oluşturmaktadır. Jeopolitiği oluşturan bazı unsurlar bulunmaktadır. Bu unsurları değişen ve değişmeyen unsurlar halinde iki kategoride incelemek mümkündür. Bu unsurların zaman içinde farklı fırsatlar ve riskler oluşturacak kırılma noktalarından geçtiği görülmektedir. Bu kırılma noktalarının ülkelerin siyasal organları tarafından analiz edilmesi ve politikaların belirlenmesi oldukça önemlidir. Dolayısıyla bu iki kategoriyi zaman unsuruyla birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir. Jeopolitiğin değişmeyen unsurları; “ülkelerin veya bölgenin dünya üzerinde bulunduğu konum ve sınırları, ülkelerin veya bölgenin kıta, ada, kenar, kıta içi devleti ve benzeri özelliklerine göre coğrafi karakteri ve ülkelerin coğrafi, saha ve fiziki bakımından arazi yapısı” şeklinde belirtmek mümkündür. Değişen unsurlar ise; “Ülkelerin nüfus, nüfusun nitelikleri ve yoğunluğu gibi sosyo-kültürel değerleri, ülkelerin doğal kaynaklar, emek, sermaye ve yönetimi gibi ekonomik değerleri, ülkelerin siyasi rejim, siyasi partiler, ittifaklar ve benzeri politik değerleri ve askeri değerleri” şeklinde belirtilebilir (Yılmaz, 2009: 4). Jeopolitik kavramı ilk kez İsveçli bilim adamı, Uppsala Üniversitesi öğretim üyesi Rudolf Kjellen tarafından kullanılmıştır. Kjellen 1916 yılında yazdığı “Staaten som Liiftsform” (BirCanlı Varlık Olarak Devlet) isimli eserinde devleti yaşayan bir organizmaya benzetmiş ve devletin toplumsal, ekonomik, yönetsel, beşeri ve coğrafi olmak üzere beş aktif unsuru olduğunu ileri sürmüştür. Bunları Sosyopolitik, Ekonomopolitik, Kratopolitik, Demopolitik ve Jeopolitik isimleriyle belirtmiştir. (Bayat,1986: 438). 267 Kjellen’nin isim babası olmasına rağmen tarihsel süreçte jeopolitik kavramıyla ilgili çalışmaların olduğu bilinmektedir. Eflatun (Platon) “Devlet” (M.Ö. 4. Yüzyıl) isimli eserinde günümüzdeki jeopolitik kavramına değinmektedir. Yine eski Yunan’da Herodot, Aristoteles ve Strabon gibi düşünürlerin çalışmalarında da jeopolitik kavramını görmek mümkündür. İbni Haldun’un 14. Yüzyılda yazdığı “Mukaddeme” adlı eserinde jeopolitiğin unsurları ve temel kuralların büyük bir bölümünün olduğu görülmektedir (Bayat,1986: 439). Batıda jeopolitik kavramıyla ilgili açıklamalarda Alman ve İngiliz bilim adamlarının izleri bulunmaktadır. Alman coğrafyacı ve antropolog Friedrich Ratzel’in 1987 yılında yazdığı “Politische Geographie” (Siyasi Coğrafya) isimli eseri ile sonrasında yayınladığı eserlerde devlet, millet, mekân kavramlarıyla devletin coğrafi ve politik yapılarını biyolojik organizmalara benzeterek kendisinden sonra “Hayat Alanı” adıyla geliştirilecek olan Alman jeopolitik ekolünün temellerini atmıştır (Bayat,1986: 440). Alman ekolüne karşı İngiltere’de Sir Halford Mackinder tarafından geliştirilen ve Amerikalı bilim adamları tarafından yorumlana jeopolitik açıklamalar mevcuttur. Mackinder tarafından “Kara Egemenliği” teorisi, ABD’li Amiral Alfred Thayer Mahan tarafından “Deniz Egemenliği” teorisi, Ratzel sonrası Karl Haushfor (1869-1946) tarafından “Hayat Alanı” teorisi, Nicholas J. Spykman tarafından “Rimland” “Kenar Kuşak” teorisi, Birinci Dünya Savaşı sonrası İtalyan General Douchet ve sonrasında Amerikalı havacılar Runner ve Mitchel tarafından geliştirilen “Hava Egemenliği” teorisi ile Amerikalı Saul B. Cohen tarafından 1963’de yayınlanan “Bölünmüş Bir Dünyada Coğrafya ve Politika” isimli eserinde “Jeostratejik ve Jeopolitik Alanlar” teorisi geliştirilmiştir. Jeostrateji ise stratejik açıdan coğrafi unsurları inceleyerek sonuca ulaşmaktır. Bir ülkenin politik çıkarlarını coğrafi gerçeklere dayanarak gerçekleştirmek için stratejik yönetim anlayışıdır. Jeostrateji kavramı ilk kez Frederick L. Schuman tarafından 1942 yılında kullanılmıştır. Schuman “Let Us Learn Our Geopolitics” başlıklı makalesinde bu kavramı kullanmıştır. Bir ülkenin dış politikasının bulunduğu coğrafya ve unsurlarıyla birlikte değerlendirilerek oluşturulmasıdır. Coğrafi unsurların stratejik olarak incelenmesi sonucu iç ve dış politikanın oluşturulmasıdır (Yılmaz, 2009: 5). 268 2. Doğu Akdeniz ve Kıbrıs Adası Kıbrıs tarihsel süreçte dünya politikasındaki önemini hiçbir zaman kaybetmemiştir. Günümüzde de stratejik olarak oldukça önemli bir durumdadır. Kıbrıs’ı sadece bir ada olarak değerlendirmek ve bu durumuna göre politika üretmek hatalı bir davranış olacaktır. Kıbrıs’ın bulunduğu coğrafya günümüzde enerji yataklarının ve boru hatlarının güzergahı olarak mikro seviyede ama oldukça kritik açıdan öne çıkmaktadır. Kıbrıs, Akdeniz’in doğusunda yer alan ve literatürde Doğu Akdeniz olarak geçen bölgede adeta bir sabit uçak gemisi durumundadır. Kıbrıs’ın bulunduğu Akdeniz kendi başına ayrı dünya ve uygarlık olarak nitelendirilebilir. Akdeniz, büyük dinlerin ve kutsal kitapların güzergahı olan bir coğrafya, Batı’dan Doğu’ya, Doğu’dan Batı’ya açılan, uygarlıklara ev sahipliği yapan, kimi zaman bir imparatorluğun iç denizi ve bu sıfatı ile coğrafi keşiflere neden olan kendine has kültürel, siyasal ve toplumsal özellikleri olan coğrafi bölgedir. Günümüzde Akdeniz coğrafyasında değişik ırk ve kültüre sahip 22 devlet siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel ilişki içindedir. Jeopolitik ve ekonomik değerlere sahip olmasının yanı sıra ABD’li stratejist Amiral Alfred Mahan’ın “Deniz Hakimiyeti” teorisinde belirttiği gibi askeri strateji anlamında oldukça büyük öneme sahip bir coğrafyadır. ABD ve Avrupa’nın jeopolitik ve jeostratejik hedefleri arasında yer alan Orta Doğu ve Kuzey Afrika’nın bu coğrafyada olması, Karadeniz ev Kafkaslar ile Süveyş Kanalı vasıtasıyla Hint Okyanusuna geçiş bölgesini kapsaması nedeniyle stratejik açıdan kritik bir coğrafyadır. Akdeniz bölgesindeki din ve kültür mücadeleleri, savaşlar, terörizm, kaçakçılık, yasal ya da yasal olmayan nüfus hareketleri bu coğrafyanın önemini hiçbir zaman azaltmamıştır (Keser ve Ak, 2020: 16). Akdeniz coğrafyasında dünya deniz ticaretinin yaklaşık yüzde 16’sı yapılmaktadır. Günde ortalama 2500-3000 gemi Akdeniz’de faaliyette bulunmakta, Orta Doğu ve Kafkas petrollerinin büyük kısmı Akdeniz üzerinden Avrupa ve dünya pazarlarına ulaştırılmaktadır. Akdeniz kıyılarındaki ülkeler Akdeniz’in su ürünleri ile deniz tabanındaki doğal kaynaklardan istifade etmektedir. Bu doğal kaynaklar arasında biyolojik kaynakların yanı sıra enerjiye dayalı karbon yataklarının keşfedilmesi son dönemlerde Akdeniz’in önemini artırmıştır. Akdeniz coğrafyası, Batı- Doğu arasındaki ticaretin en kısa yolu olan Süveyş Kanalı’na sahip olması, Kuzey-Güney istikametinde Karadeniz- Boğazlar (İstanbul ve Çanakkale Boğazı) ve Ege denizine sahip olması nedeniyle dünya ticaretinde oldukça değerli bir konumda olmasını sağlamaktadır. Akdeniz coğrafyası Batı ekonomisinin can damarı niteliğindedir (Keser ve Ak, 2020: 16). 269 Akdeniz ekonomik, kültürel ve toplumsal etkileşimin merkezi olmasının yanı sıra siyasal gelişmelerin de merkez durumundadır. Akdeniz’in güney ve kuzey bölgesindeki ülkeler arasında meydana gelen iktisadi ve toplumsal farklılıklar ve eşitsizlikler Avrupa’da yeni stratejilerin geliştirilmesini zorunlu kılmıştır. Birçok Akdeniz ülkesinde ortaya çıkan siyasi istikrarsızlık, hızlı nüfus artışı, yüksek işsizlik gibi sosyo-ekonomik sebepler kuzey ve güney ülkeleri arasında yapısal değişikliğe neden olmuştur. Avrupa Birliği ve NATO’nun Soğuk Savaş sonrası Akdeniz’de meydana gelen bu gelişmeler üzerine yeni politikalar geliştirdiğini görmek mümkündür. Avrupa Birliği’nin 1990’ların başında “Yenileştirilmiş Akdeniz Politikası”nı kabul etmiştir. 1994 yılında Cezayir’deki gelişmeler, terörizmin Kuzey Afrika ve bazı ittifak ülkelerinde yayılma tehlikesi, bölgedeki bazı ülkelerin Kitle İmha Silahlarının (KİS) yayılmasının önlenmesi anlaşmasını yenileme isteksizliği NATO’nun bölgeye olan ilgisini artırmıştır. Bölgede Kitle İmha Silahları ve balistik füzelerin gözle görülür şekilde artması, enerji güvenliği, düzensiz göçmen ve mülteci hareketleri ve Orta Doğu’da meydana gelen olaylar sonucu oluşan istikrarsız ortam Akdeniz coğrafyasındaki önemli sorunlar olarak ortaya çıkmaktadır (Keser ve Ak, 2020: 11). Akdeniz coğrafyasının bir sakini olan Türkiye açısından da bölgenin stratejik önemi oldukça yüksektir. Marmara Denizi, İstanbul ve Çanakkale Boğazlarına sahip olması, Doğu-Batı ve Kuzey-Güney istikametindeki ticaretin ve doğal kaynakların bölgeler arasında aktarılmasında kesişme noktası durumunda olmasını ve tüm dünyanın dikkatini bu bölgede yoğunlaştırmasını sağlamaktadır. Soğuk Savaş sonrasında Avrupa’dan başlayan Çin’de sona eren ticari ilişkiler ağının güzergahında olan Akdeniz ve Akdeniz’in en önemli konumunda olan Türkiye, bu ekonomik ve siyasi ilişkilerin, hatta göçler nedeniyle ortaya çıkan kültürel ve toplumsal etkileşimin de merkezi durumundadır. Karadeniz, Hazar, Orta Asya, İran ve Kuzey Afrika’da önümüzdeki günlerde meydana gelebilecek siyasal, toplumsal ve ekonomik gelişmeler Akdeniz coğrafyasının güvenlik anlayışının sürdürülebilirliği açısından bölge ülkelerinin dikkatini çekecek hususlardır. Türkiye dahil olmak üzere Doğu Akdeniz, Balkan, Güney Avrupa ve Kuzey Afrika ülkeleri yeni gelişen bu durumdan etkilenecektir. Hazar ve Orta Asya enerji kaynaklarının Batıya güvenli şekilde aktarılmasında Türkiye özel bir öneme sahiptir. Yine son dönemlerde Batılı ülkelerin enerji ihtiyacının artması Orta Doğu ve Kuzey Afrika ile Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon yataklarının önemini ortaya çıkarmaktadır. 270 Akdeniz coğrafyasını bir bütün olarak incelemenin yanı sıra bölümlere ayırarak incelemek daha iyi analiz yapmayı sağlayacaktır. Tabi bu husus analiz açısından fayda sağlasa da esas olan bölümlerin dünya ve bölge jeopolitiğine olan etkisinin tespit edilmesidir. Bu sebeple Akdeniz coğrafyasını Batı Akdeniz ve Doğu Akdeniz şeklinde iki ayrı bölüm altında ele almak gerekir. Batı Akdeniz bölgesinin sadece Kuzey-Güney etkileşimi içinde refah içindeki kuzey ile istikrarsız güney ülkeleri arasındaki ekonomik çıkara dayalı ilişkiler bağlamında değerlendirme yapmak mümkündür. Özellikle enerji ihtiyacı içinde olan kuzey ülkelerinin enerjiye sahip ancak sahip olduğunu müdahaleler sonucu yönetemeyen güney ülkelerinin etkileşimi bu bölgede görülmektedir. Ancak Doğu Akdeniz bölgesi ise son günlerde oldukça sıcak gelişmelere tanık olmaktadır. Sahip olduğu hidrokarbon enerji yatakları ile bölge ülkelerinin çıkarlarını en üst düzeyde gerçekleştirme arzusu ile hareket ettikleri bir alan haline gelmiştir. Doğu Akdeniz bölgesini tanımlamak gerekirse kuzeyde Anadolu kıyılarında Marmaris’ten, güneyde Mısır’ın Arap körfezine, batıda Yunanistan’ın güneyi ve Libya kuzeyi arasındaki alan ile doğuda Suriye kıyılarına kadar uzanmaktadır. Kara parçaları arasındaki mesafe yaklaşık olarak doğu-batı hattında 930 mil, kuzey-güney hattında 360 mildir. Doğu Akdeniz’in yüzölçümü ise yaklaşık olarak 136.800 mil2’dir. Doğu Akdeniz’de kıyısı olan devletler arasında en uzun kıyıya sahip devlet Türkiye’dir. Türkiye 569, Mısır 522, İsrail 128, Lübnan 107, Suriye 95 deniz mili kıyıya sahiptir. Doğu Akdeniz’de bulunmayan ama Doğu Akdeniz’i Ege Denizi’ne bağlayan Kasos, Karpotos ve Marmaris Geçitleri, Akdeniz ile Hint Okyanusunu birbirine bağlayan Süveyş Kanalı ile Doğu Akdeniz’in en büyük adası olan Türkiye’nin güneyindeki Kıbrıs adası Doğu Akdeniz’in jeostratejik değerini artıran coğrafi şekillerdir. (Keser ve Ak, 2020: 15). Bununla birlikte sahip olduğu deniz tabanı ekonomik değerlerinin yanı sıra hidrokarbon yatakları ve Orta Doğu petrol ve doğalgazının batıya nakledilmesinde geçiş güzergahı olması, Mısır başta olmak üzere Körfez ülkelerinin ekonomik varlıklarının Süveyş Kanalı vasıtasıyla Avrupa’ya ulaştırılmasında önemli bir konuma sahip olmasıyla Doğu Akdeniz stratejik konumdadır. Doğu Akdeniz’de bulunan coğrafi şekillerin her biri kendi konumunda stratejik değeri olmasına ve ait olduğu ülkeye stratejik üstünlük sağlamasına rağmen bu coğrafi şekiller arasında Kıbrıs adasının ayrı bir jeostratejik önemi bulunmaktadır. Kıbrıs, bulunduğu konum itibarıyla hem Türkiye’nin güney limanlarını hem İsrail limanlarını hem de Süveyş Kanalı geçişli deniz taşımacılığı hatlarını kontrol altında tutması sebebiyle diğerlerine göre daha stratejik konuma sahiptir. 271 Orta Doğu ve Kafkasya petrol ve doğalgazının Bakü-Ceyhan, Kerkük- Yumurtalık boru hatlarıyla Doğu Akdeniz’e indirilmesi ve buradan Avrupa ülkelerine transfer edilmesi, Mısır’ın sıvılaştırılmış doğalgazının gemilerle Avrupa ülkelerine taşınması, son yıllarda Doğu Akdeniz’de hidrokarbon yataklarının bulunması Doğu Akdeniz’i enerji maddeleri merkezi ve terminali haline getirmiştir. Doğu Akdeniz’de dünyada ispatlanmış petrol rezervlerinin %47’si, ispatlanmış doğal gaz rezervlerininse %43’ü bulunmaktadır (Pamir, 2017: 51). Bu enerji terminali ya da enerji transferinden pay alabilmek ve kontrol altında tutabilmek için toprak parçası, uçak gemisi başta olmak üzere savaş gemileri, dinleme ve takip amaçlı elektronik sistemler gibi çeşitli enstrümanlar arasında Kıbrıs, Doğu Akdeniz’in tam ortasında adeta sabit bir uçak gemisi gibi vazife görmekte ve bölgeyi kontrol altında tutmaktadır. Bölgenin enerji terminali haline gelmesi deniz tabanındaki varlıkların çıkarılması ve deniz tabanı geçişli boru hatlarının kontrolü açısında da son yıllarda kıta sahanlığı, karasuları, münhasır ekonomik bölge sorunları gündeme gelmeye başlamıştır. Kıbrıs’ın sahip olduğu karasuları, kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölgesinin Kıbrıs adasını kontrol edenler açısından ne kadar önemli olduğu ortaya çıkmaktadır. 3. Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin Milli Politikaları Son yıllarda Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), İsrail ve Mısır arasında imzalanan deniz yetki alanları sözleşmesi ve ardından Türkiye ve Libya arasında imzalanan deniz yetki alanları anlaşması bölgede tansiyonu yükseltmiştir. Yunanistan, GKRY, İsrail ve Mısır’ın Türkiye’yi dışlayarak imzaladıkları deniz yetki alanlarını belirleyen anlaşma Türkiye’yi kendi karasularına hapsederek adeta nefessiz kalmasına neden olmaktadır. Konunun teknik boyutundan uzaklaşarak siyasi kısmına baktığımızda Yunanistan’ın Kıbrıs adasını tek başına kontrol etme amacıyla hareket ettiği görülmektedir. Kıbrıs’ta uzun süreli çözüm arayışlarının Rumlar tarafından her seferinde sabote edilmesi ve en son olarak Annan planının Kıbrıs Türklerinin aleyhine şartlarının olması ve bu planın Türkler tarafından kabul edilmesine rağmen Rumlar tarafından kabul edilmeyerek adadaki tek devlet odaklı çözüm seçeneğinden uzaklaşılmıştır. Annan planının ardından Rum kesiminin Avrupa Birliğine üye yapılması ise Yunanistan ve Rumları adeta şımartmış ve adanın tek sahibi oldukları yönündeki düşüncelerini pekiştirmiştir. GKRY ve Yunanistan’ın bu uzlaşmaz tutumu karşısında Türkiye ve KKTC iki devletli çözüm önerisini yapmış ve bu öneri üzerinde politikalar üretmeye başlamıştır. 272 Türkiye, Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti ile 27 Kasım 2019 tarihinde “Deniz Yetki Alanlarını Sınırlandırma Anlaşması” imzalamıştır. Bu anlaşma ile Yunanistan’ın Girit, Karpathos ve Rodos adalarının güneyinde kalan bölgeyi kıta sahanlığı kapsamında gördüğünü ilan etmiştir. Türkiye’nin Libya ile imzaladığı anlaşmayı BM’ye kaydettirmek suretiyle hukuki zemini de oluşturmuştur. Buna karşılık Yunanistan, 1982 tarihli Uluslararası Deniz Hukuku Sözleşmesi’ni gerekçe göstererek adaların kıta sahanlığı hakları olduğunu ve Türkiye’nin Libya Hükümeti ile yapmış olduğu anlaşma ile ortaya koyduğu haritanın kendi ulusal egemenlik haklarını çiğnediğini ilan etmiştir. Bu iddiasını meşrulaştırmak için Batılı devletler nezdinde yoğun diplomatik faaliyetler yürütmüş, Avrupa kamuoyunu arkasına almak istemiştir. Yunanistan’ın girişimleri olumlu yanıt bulmuş ve Avrupa Birliği Yunanistan’ı Birlik üyesi olması sebebiyle Yunanistan tarafında yer almış ve Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de yürüttüğü hidrokarbon çalışmalarını “yasa dışı” olarak tanımlamış ve sondaj faaliyetlerinin durmasını talep etmiştir (Yılmaz, 2020: 29). Yunanistan ve Mısır Türkiye’nin Libya hamlesine karşılık vererek 6 Ağustos 2020’de aralarında yeni bir Münhasır Ekonomik Bölge anlaşması imzalamıştır. Bu anlaşma maddeleri arasında taraflar arasında sınırları çizilecek olan münhasır ekonomik bölgede enerji kaynaklarının kullanımının maksimum düzeye çıkarılması yönünde açıklamalar yer almasına rağmen, Türkiye’nin bölgedeki ekonomik ve siyasi üstünlüğünü sona erdirmek için yapılan bir misilleme olarak algılanmıştır (Yılmaz, 2020: 32). Doğu Akdeniz’deki Kıbrıs, Filistin-İsrail sorunları ve Türk-Yunan anlaşmazlıkları, Arap baharı sürecinde Libya, Suriye ve Mısır’da yaşanan iç savaş ya da çatışmalar bölgenin istikrara ihtiyacı olduğunu göstermektedir. Bu sorunlar bölge ülkeleri tarafından çözülmesi gerekirken, dolaylı olarak bölge dışı aktörlerin de bölgeye dahli söz konusu olmuştur. Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Suudi Arabistan ve Fransa gibi ülkeler kendi menfaatleri açısından bölgedeki anlaşmazlıkların ve güç mücadelesinin bir parçası olmuşlardır. Rusya’nın Akdeniz’deki varlığını devam ettirebilmesi ve hem ticaretini yapması açısından hem de savaş gemilerinin lojistik ihtiyacını gidermek amacıyla Suriye’den başka ülkenin olmaması nedeniyle Rusya, Suriye’de askeri varlığını tahkim etmiştir. Yunanistan, Mısır, İsrail ve GKRY ve bölge dışı aktörlerin desteğiyle meydana gelen Türkiye karşıtı cephe Türkiye ve KKTC’nin söz konusu deniz alanlarındaki haklarını gasp etme ve Türkiye’yi kıyılarından uzaklaşamayacak hale getirme, KKTC’yi ise yok sayarak uzun vadede GKRY’nin bir parçası haline getirme niyetiyle hareket etmektedir. 273 Bu kadar çok aktörün bulunduğu Doğu Akdeniz coğrafyasının en önemli gücü ve ülkesi olan Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de yapması gereken ve izlemesi gereken politikanın başında tarihsel ve hukuksal sorumlulukları çerçevesinde ülkesinin ekonomik ve güvenlik çıkarlarını korumak ve bölge barışına katkıda bulunmak gelmektedir. Yüzyıllar boyunca Akdeniz’e hükmeden Osmanlı İmparatorluğunun devamı olan Türkiye’ye, Libya’dan Suriye ve Yunanistan’a uzanan bu coğrafyadaki Müslüman halkın huzuru ve güvenliği açısından sorumluluk yüklemektedir. Sayısız bölge dışı aktörün bulunduğu bu coğrafyaya Türkiye’nin ilgisiz kalması düşünülemez. Türkiye’nin Doğu Akdeniz politikasının esas hedefi ülkenin ekonomik haklarını ve menfaatlerini korumaktır. Türkiye’nin enerji kaynaklarına olan bağımlılığı Doğu Akdeniz’in hidrokarbon yataklarını Türkiye açısından cazip kılmaktadır. Dolayısıyla, Türkiye’nin kendi kıta sahanlığı sınırları içerisinde bulunan deniz alanlarında enerji arama faaliyetlerini yürütmesi en doğal hakkıdır. Doğu Akdeniz’deki kıta sahanlığında bulunacak doğalgaz ya da petrol kaynaklarının Türkiye’nin enerji konusunda dışa bağımlılıktan kurtulmasını sağlaması açısından oldukça önemli bir durumdur. Bunun için Türkiye’nin gerek kendisinin gerekse KKTC’nin bölgedeki haklarını korumasına yönelik politikalardan taviz vermemesi gerekir. Türkiye’nin özellikle bölge ülkeleri üzerinde hegemonya kurmak isteyen emperyalist Batı ve onun bölgedeki uzantılarına karşı Müslüman ülkelerle olan ilişkisini karşılıklı iş birliği içinde geliştirmesi gerekir. Bu kapsamda Mısır, Suriye, Libya ile olan ilişkilerin ileri seviyelere taşınması, bölge dışı Arap devletleri olan Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Katar gibi bölgede aktif politika üreten ülkelerle diplomatik ilişkilerin geliştirilmesi elzemdir. Batılı ülkelerin, özellikle Amerika Birleşik Devletleri ve Fransa’nın bölge politikalarını İsrail ve Yunanistan üzerinden yürüttüğü gerçeğinden hareket ederek bu ülkelerin Müslüman ülkelerle olan ilişkisini ekonomik ve siyasi açıdan kısıtlayıcı politikaların üretilmesi şarttır. Bölgesel bir güç olarak Türkiye’nin kendi politikalarını kabul ettirme kabiliyetinin yüksek olduğu bu bölgede Müslüman ülkelerle özellikle bölgenin istikrarına yönelik tedbirlerin alınması ve ekonomik ilişkilerin artırılması gerekir. Bu kapsamda Mısır’ın sıvılaştırılmış doğalgazının Ürdün-Lübnan- Suriye üzerinden Türkiye’ye getirilmesi için bölgedeki eski petrol boru hatlarının yenilenmesi ve bu hatların aktif hale getirilmesi önemli bir adım olacaktır. Yine Orta Doğu petrollerinin Mersin ve Yumurtalık limanlarına ulaştırılması için Suriye ve Irak’ın kuzeyinin güvenli hale getirilmesi için politikalar üretilmesi şarttır. Birleşik Arap Emirlikleri başta olmak üzere Körfez ülkeleri ile karşılıklı ticari ilişkilerin geliştirilmesi, petrol 274 ekonomisinden uzaklaşmak isteyen bu ülkelerin ekonomik alt yapısını çeşitlendirme girişimlerine destek olunması oldukça hayati öneme haizdir. Bütün bunlara ilave olarak Türkiye’nin yerli ve milli savunma sanayisindeki gelişmeleri teknolojinin verdiği imkanlarla daha da ileri götürmesi, şimdilik savunma sanayi ürünlerinin ihracıyla elde edilenlerin teknoloji transferi seviyesine ulaştırılarak daha da fazla kazanç elde etmeye yönelik planlamaların yapılması da gerekmektedir. 4. Sonuç Doğu Akdeniz ve Kıbrıs konusunu jeopolitiğin klasik teorilerinde hareket ederek açıklayıp sonucu yazmak daha doğru olacaktır. Amerikalı Amiral Alfred Thayer Mahan (1841-1914) Deniz Hakimiyeti teorisinde denizlerin ve özellikle stratejik su yollarının denetimini elinde bulundurmayı büyük devlet olmanın ön koşulu olarak görmektedir. Bir devletin kıyılarının uzunluğuna ve önemli limanlara sahip olup olmamasına büyük önem vermektedir. Kara Hâkimiyeti Teorisinin fikir babası olan Sir Halford John Mackinder Akdeniz bölgesinde ortaya çıkan bütün medeniyetlerin öncelikle karada güçlendiğini ardından da denizler vasıtasıyla genişlediğini, ancak denizcilik teknolojileri ne kadar gelişirse gelişsin gemilerin üs ve limanlara ihtiyaç duyduklarını ve bu sebeple karaya bağımlı olduklarını belirtmiştir. Nicholas Spykman Kenar Kuşak Teorisinde Doğu Avrupa kıyılarındaki ülkeleri, Orta Doğu ülkelerini, Hindistan ve Çin'i kenar kuşak ülkeleri olarak belirtmektedir. Spykman’a göre bu ülkelerin özelliği, kendilerini hem karada hem de denizde savunmak durumunda olmalarıdır. Spykman, “kenar kuşak ülkelerini hâkimiyet altında tutanın Avrupa ve Asya'ya, Avrupa ile Asya'ya hükmedenin ise dünyanın kaderine hâkim olacağını belirtmiştir. Klasik jeopolitik teorilerin hepsinde Akdeniz ve özellikle Doğu Akdeniz stratejik öneme sahiptir. Jeostratejik açıdan önemli olan bu bölge içinde en uzun kıyaya sahip olan Türkiye’nin önemli limanlara da sahip olması bölgesel güç olmasını pekiştirmektedir. Yine güçlü bir kara ordusunun olması ve bunu deniz kuvvetleriyle desteklemesi durumunda bölgede oldukça etkili bir aktör olacaktır. Türkiye’nin bu jeopolitik konumunun değerini ve gücünün farkında olan diğer aktörler, özellikle Yunanistan, Fransa ve ABD, Türkiye’nin güçlenmesini engelleyebilmek amacıyla çeşitli politikalar üretmektedir. Özellikle Türkiye’yi kendi kıyılarına hapsetme ve hareket ettirmeme düşüncesi ve Doğu Akdeniz’in hidrokarbon yataklarından faydalanmaması için büyük gayret sarf etmektedir. Türkiye bütün bu politikaları kırabilmek ve 275 uluslararası hukuktan doğan ekonomik haklarını koruyabilmek için bölgede aktif politikalar üretmek zorundadır. Kıbrıs adasındaki Türk egemenliği ve varlığının sürdürülmesi de bu politikaların en başında gelmektedir. Kıbrıs’ta iki devletli çözüm ve KKTC’nin uluslararası alanda sarih tanınması yönünde politikalar geliştirilmelidir. Sonuç olarak, yukarıda belirtilen teoriler kapsamında Akdeniz, Doğu Akdeniz hayati öneme haiz olduğu görülmektedir. Böyle öneme haiz olan Doğu Akdeniz’de etkin politikalar üretmek için Kıbrıs adası stratejik önem olduğunu unutmamak gerekir. 276 KAYNAKÇA Bayat, M, (1986), Milli Güç ve Devlet, Belge Yayınları, Ankara Cömert, S. (2000), Jeopolitik, Jeostrateji ve Strateji, Harp Akademileri Basım Evi, İstanbul, s. 3. Dugin A. (2000), Rus Jeopolitiği: Avrasyacı Yaklaşım, Küre Yayınları, (İstanbul, 2010), s.3. Evans G. ve Newnham, J. (1998), The Penguin Dictionary of International Relations, Penguin Books, (London), p.2. Keser, U., Ak G, (2020) Tarih, Hukuk, Politika ve Aktörler, İstanbul: Hiperyayın Pamir, N. (2017). Doğu Akdeniz; Kıbrıs ve Doğal Gaz. Bütün Dünya, Sayı: 3, 51-57 Spykman, N. J. (1942), America's Strategy in World Politics: The United States and the Balance of Power, Harcourt, Brace and Company, New York, p.2. Yılmaz, E. A., (2020), Doğu Akdeniz’deki Gelişmeler Doğrultusunda Türk Dış Politikasının Dünü ve Bugünü, Karadeniz Uluslararası Bilimsel Dergi, V. 48 s. 27-48 Yılmaz, S. (2009), Jeopolitik ve Strateji, Jeopolitik Aylık Strateji Dergisi, Yıl: 8, Sayı: 61, 277