ALPER AKÇAM
KIRMIZI PAZARTESİ: ÖLÜMÜNE FİESTA
Kolombiyalı Garcia Marquez, Yüzyıllık Yalnızlık adlı yapıtla adını tüm
dünyaya duyurmuş, 1982Nobel Ödülü’nü almış bir yazardır. Hem Yüzyıllık
Yalnızlık’ta, hem diğer yapıtlarında Latin Amerika kökenli Büyülü Gerçekçilik
akımı içinde değerlendirilen groteskçi bir tarzı vardır.
“Grotesk” sözcüğünün yazın alanında kullanılışında Rus kültürbilimci Mihail
Bahtin’in çalışmaları öncü olmuştur diyebiliriz. Önceleri, Roma kalıntılarında
tuhaf bir sütun başlığı süslemesi karşılığı olarak kullanılan grotesk sözcüğü,
edebiyat alanında daha zengin bir anlam içeriği kazanmıştır. Bahtin, Rabelais ve
Dünyası adlı yapıtında halk gülmece kültürünün ana öğesi olan grotesk imgeyle
ilgili ayrıntılı bilgiler verir ; grotesk imge karşısında çeşitli eğilimlerin,
akımların duruşlarını özetleyerek, imgenin tarihsel gelişimi içinde hayat ve sanat
arasındaki ilişkiye ışık tutan ipuçları bulur. Bahtin’in verdiği örnekler groteskin
özünü göz önüne serer : “Kırım’daki Miletos kolonisi Kerç’ten günümüze kalan
meşhur çömlek koleksiyonunda ihtiyar hamile acuze figürleri vardır. Dahası, bu
acuzeler gülmektedir. Bu, çok güçlü bir şekilde ifade edilen tipik bir grotesk
anlatımdır. Müphemdir. Burada gebe bir ölüm vardır; doğum yapan bir ölüm.”
(Rabelais ve Dünyası, s 53).
Mihail Bahtin, çoksesli Dostoyevski romanı ve Avrupa Rönesansı’nın kapısı
açan Rabelais romanı incelemesinde, çoksesliğin, yazından yaşama uzanan
değişimçi, yenilikçi tutumun temelinde, “grotesk halk kültürü”nü bulur. Grotesk
halk kültürünün genel yaşam içinde doruğa ulaştığı karnaval zamanları, onun
için “karnavalcı” bir tarz olarak romana da yansımıştır.
1
Mihail Bahtin’in Hıristiyan Batı ve Rus kültürü içinde tanımladığı
“karnavalcılık” geleneği, Latin Amerikalı kültürbilimci Octavio Paz’ın Latin
Amerikan kültüründeki “fiesta” tanımı ile örtüşmektedir.
Bahtin, karnavalcılığı şöyle tanımlıyor:
“.bağdaştırmalı, debdebeli gösteri, hiyerarşi ve ayıbın ortadan kalktığı
karnavalesk yaşam,
. sahnesiz, katılımlı karmaşa, sıcak, karşılıklı temas, tuhaflık, uygunsuz
birleşmeler, saygısızlık,
. Karnaval kralına şaka yollu taç giydirme ve tacı alma; dünyevi otoriteyle alay
edip onu küçük düşürme, kendisini yenilemeye zorlama,
.Yüksek/alçak, genç/yaşlı, üst/alt, hamile olan ölü gibi ikicikli imgelerin
kullanımı, giysilerin ters giyilmesi, başa geçirilen don ya da pantolon, şapka
yerine tas,
.Yok eden ve yenileyen ateş,
.Parodinin karnavalımsı doğası, her şeyi eğip büken bir aynalar sistemi..”
(M. Bahtin, Dostoyevski Poetikasının Sorunları, s 186-190).
Octavio Paz’ın Fiestası da, neredeyse özdeş bir tanıma sahiptir :
“Fiesta coşkuyla büyülenmiş bir ortamda yaşanır; bazen mitolojik bir geçmişe,
bazen de şimdiye dönüşür; fiestanın yeri sevinçle süslü bir mekândır. Katılanlar,
onları birbirinden ayıran tüm sosyal ve sınıfsal simgelerini bırakıp gelmişler ve
yaşayan birer simge olmuşlardır. (…) Bazı fiesta’larda, düzen kavramı tümüyle
ortadan kalkar. Kargaşa geri gelir ve her şeye izin verir. Toplumsal, cinsel,
kültürel, ırksal ve tecimsel ayrımların ortadan kalkmasıyla geleneksel katmanlar
2
da yıkılır. Erkekler kadınlar gibi giyinir, efendiler sanki köleler, yoksullar da
zenginlir gibi! Askerler, rahipler ve yasalarla alay edilir. Kutsal şeyler çalınır,
dinsel ayinlere küfürler savrulur. Her önüne gelenle cinsel ilişki de kurulabilir.
Bazen de fiesta bir kara ayin’e dönüşür (Dip not: Şeytan ya da kötü ruhların
kutsandığı toplantı). Kurallar, alışkanlıklar ve gelenekler çiğnenir. (…) Fiesta
yoluyla toplum kendini, kendine vurduğu zincirlerinden kurtarır: Tanrı’yla,
ilkeleriyle, yasalarıyla alay eder. Kendi benliğini yadsır. (…) Fiesta evrensel
ölçekte deneyder.: yeniden bir yaşam ve doğuş için karşıt öğelerle ilkeleri bir
araya getiren bir deney. Törensel ölüm, yeniden doğuşa destek olur; kusmak
açlığı kamçılar. Aşırdılık kendi başına verimsizdir ama toprak ananın
doğurganlığını uyandırır. Fiesta doğum, varoluş, toplumsallaşma öncesi ve çok
uzaklardaki ilkel duruma dönüşür. Toplumsal süreçlerin diyalektiğine göre, bu
geriye dönüş aynı zamanda ileriye atılımdır. (…) Seyirci ile oyuncu, yönetici ile
yönetilenler arasındaki sınır kulelelir kalkar. Fiesta’ya herkes katılır ve bırakır
kendini onun sarıp sarmalayan akışına. Havası, anlamı, özelliği ne olursa olsun,
Fiesta koşulsuz katılımdır ve bu niteliği onu bütün öteki törenlerden ve
toplumsal olgulardan ayırır. (…) Günlerin güzelliği, parlaklığı ve gerilimi ile
katılanların coşkusu ve kendinden geçmeye yatkın tavırları gösteriyor ki;
fiesta’larımız iç gerilimimizi zaman zaman düşürmeseydi, toplumumuz kolayca
patlayabilirdi. ” (Octavio Paz, Yalnızlık Dolambacı, s 55-56-57).
Bahtin ve Paz’ın dünyanın iki ucundan yaptıkları bu tanımla, yazınla yaşam
arasındaki sınır çizgileri silikleşir, yeryüzünü kültürler ve inançların savaş
alanına çevirmeye çalışan ve herşeyi nesneleştiren kapitalist-emperyalist kültür
saldırganlığının karşısına, yeryüzünü bir ve büyük insanlık kültürünün paylaşma
alanı olarak gören imececi halk kültürü anlayışı selamlanmış olur.
Batı Rönesansı sonrasında, modernizmin tetiklediği geniş yeniden üretim ve
piyasa kültürünün etkisiyle 17. yüzyılın ilk çeyreğini izleyerek grotesk halk
kültürü öğeleri geri plana itilmiş, değersizleştirilmiştir. Ancak bu yozlaşma
3
Doğu’da olduğunca yıkıcı olmamıştır. Bahtin’e göre, Batı toplumunda groteskin
gözden düşmesinden sonradır ki, kültürel yapı içinde kasvet (“Aslında kasvet,
Romantik döneme kadar, bu dünyanın gelişimine tamamen yabancı bir şeydir.”
-M. Bahtin, Rabelais ve Dünyası, s 75) ön plana çıkar, gülmenin yerine onun
düşmanı olan dar kafalı ve aptal ciddiyet etkisini göstermeye başlar. Estetik ve
edebiyatta grotesk halk kültürü ya hiç görülmez, ya belirli parçalar halinde
tanımlanır, bütünlüğünden koparılır. Hegelci estetiğin groteski belirli alanlarla
sınırlaması ve onun gülmeceye dayalı gücünü gözardı etmesi, Hegel sonrası
kimi düşünürleri de etkilemiştir. “Farklı doğal evrenlerin birbirinin içinde
erimesi; ölçülemez, abartılmış boyutlar ve insan bedeninin farklı uzuv ve
organlarının çoğalması (Hint tanrılarının elleri, ayakları, gözleri). Hegel,
komiğin grokeskin yapısı içindeki rolünü tamamen gözardı eder, hatta groteski,
komikten oldukça bağımsız bir şeymiş gibi inceler.” (M. Bahtin, Rabelais ve
Dünyası, s 72)
20 yüzyıldan sonra Batı’da grotesk imgeler kültürel alanda yeniden canlılık
kazanmışlardır. Ancak 20. yüzyılın groteski halk kültürünün kendine özgü
bedensel dilini, neşeli, ışıltılı gücünü tam kavrayamamıştır. (M. Bahtin, Rabelais
ve Dünyası, s 83-84)
Bahtin, 20. yüzyıl groteski üzerine yaptığı değerlendirmede, mimus üzerine
ayrıntılı çalışmalar yapmış Reich’ın ve yenidendoğuş imgesinin Doğulu
halkların ve antikitenin en eski mitolojik düşüncesinden doğduğunu kanıtlamış
olan Konrad Burdach’ın grotesk imgesi eksiklikleri üzerinde durur. 20 yüzyılın
varoluşçulukla ilgili modernist hattında Alfred Jary’nin, groteskin halk kültürü
ve karnavalla ilişkisini kurabilmiş grotesk gerçekçilik çizgisinde de Bertolt
Brecht, Thomas Mann, Pablo Neruda’nın adlarını anar.
« Grotesk gerçekçilik » ve onun çağımızdaki bir açılımı sayılabilecek, « büyülü
gerçekçilik », bu çoğulcu yazın anlayışının ürünüdür. Bahtin’in bu konuda
yaptığı bir vurguyu anımsatmak, Türkiye edebiyat ortamı tarafından yeterince
4
anlaşılamamış, Anadolu grotesk kültürünü yazınsal alana taşımış köy ve Köy
Enstitüsü kökenli yazarlar hakkında oluşturulmuş yanlış bir kanının yok
edilmesine de olanak sağlayacaktır. Bahtin, Rabelais ve Dünyası adlı yapıtının
girişinde şöyle diyor: “Bu kitapta o denli üzerinde durulan ‘grotesk gerçekçilik’,
1930’lu yıllardı toplumcu gerçekçiliği tanımlamak için kullanılan kategorilerle
taban tabana zıtlık gösterir”. (Rabelais ve Dünyası, s 20)
Gabriel Garcia Marquez’in diğer tüm yapıtlarında olduğu gibi, Kırmızı
Pazartesi’nde de “karnavalcı”, “fiestacı” bir tutum egemendir. Bahtin’in
Rönesans yazınının giriş kapısı olarak gördüğü Rabelais yapıtları ile beş yüz yıl
sonra kaleme alınmış Marquez yapıtları arasında olağanüstü koşutluklar
bulunur.
Romanda, ölümle yaşam arasındaki kasvet duvarı yıkılmıştır.
Kırmızı Pazartesi’nin kapanış sahnesinde, roman kahramanı Santiago Nasar,
elinde salkım saçak iç organlarını tutarak evin kapısından içeri girmiştir.
“Halam Wenefrida Marquez, ırmağın öte yanındaki evinin avlusunda bir
tirsibalığının pullarını temizlemekle uğraşıyordu, Santiago Nasar’ın eski
rıhtımın merdivenlerini inip kendinden emin adımlarla evine doğru yürüdüğünü
görmüştü.
‘Santioga, yavrum!‘ diye bağırmıştı. ‚Neyin var?‘
Santiago Nasar, onu tanımıştı. Beni öldürdüler, Wene Hala‘, demişti.
(Kırmızı Pazartesi, s 107)
Bağırsak, Bahtin’in ayrıntısıyla incelediği Rabelais romanının ana grotesk
imgelerindendir. Rabelais ve Dünyası adlı yaptta, Rabelais yazınına ilişkin
olarak tam yirmi ayrı yerde bağırsağa ilişkin değiniler vardır. Bağırsak dışındaki
çeşitli beden parçaları da grotesk imgeler dokusu içindeki yerlerini alırlar.
“Kiminin beynini patlatıyor, kolunu bacağını kırıyor, kiminin boyun kemiklerini
birbirinden ayırıyor, belini iki büklüm, burnunu dümdüz ediyor, kiminin gözünü
5
patlatıp kiminin çenesini darmadağın ediyor, kimine dişlerini yutturuyor, kürek
kemikleri çökertiyor, baldırlarını morartıyor, kiminin kalçasını, kiminin bileğini
dirseğini yerinden oynatıyordu.” (Gargantua, I. Kitap, XXVII. Bölüm, s 136,
aktaran M. Bahtin, Rabelais ve Dünyası, s 221.)
Kırmızı Pazartesi’nde, henüz can çekişmekte olan Santiago Nasar’
bağırsaklarını köpekler yemeye çalışmaktadır. 67-70. Sayfalar arasında yer alan
otopsi anlatımı da grotesk imgeleri olan kan ve iç organ tanımları ile yüklüdür.
Karnavalcı, Fiestacı tutum, çıplaklık, pisboğazlık gibi öğelerin işlenmesiyle bir
kez daha vurgulanır. Ölüm, yaşam, çıplaklık, beden, yemek iç içe geçmiştir.
“Maria Alejandrina Cervantes’i her zamanki gibi şafak vakti uyanık bulmuştum,
evde yabancılar bulunmadığı zamanlar olduğu gibi yine çırılçıplaktı.
Kraliçelere yaraşır yatağının içinde, çeşitli yiyeceklerle Babil Kulesi’ni andıran
koca bir tepsinin karşısına bağdaş kurup oturmuştu: Dana pirzolaları,
haşlanmış tavuk, domuz bonfilesi, beş kişiye yetecek kadar muzla sebze
garnitürleri vardı. Ölçüsüz miktarda yemek yemek her zaman onun tek ağlama
yöntemi olmuştu, onu böylesine büyük bir acı içinde hiç görmemiştim.” (Kırmızı
Pazartesi, s 71)
Mektup yazın türünün metne eklenmesi, mektup içeriğindeki tuhaflıklar,
uygunsuz buluşturmalar, grotesk imgelem dünyasını doruk noktasına
çıkarmaktadır: “Hayatının yarısını ona her hafta bir mektup yazarak geçirmişti.
‘Bazen ne yazacağımı bilemiyorum’ demişti bana gülmekten kırılarak, ‘ama
onların eline geçtiğini bilmek bana yetiyordu’. Başlangıçta aşk pusulalarıydı
bunlar, sonra kaçamak bir sevgilinin gönderdiği kâğıt parçaları, geçip
gidiveren nişanlılık döneminin mis kokulu notları, iş mektupları, aşk belgeleri,
en sonunda da onu geri dönmeye zorlamak için acımasız hastalıklar icat eden
terk edilmiş bir eşin yazdığı öfkeli mektuplar olup çıkmıştı. Keyifli olduğu bir
gece mürekkep hokkası yeni bitirdiği mektubun üzerine devrilmiş, mektubu yırtıp
atmak yerine altına bir dip not eklemişti: ‘Aşkımın kanıtı olarak sana
6
gözyaşlarımı yolluyorum.’ Bazı zamanlar ağlamaktan usanç getirerek kendi
çılgınlığını alaya alıyordu. Postanede çalışan altı kızı değiştirmişler, altısının da
işbirliğini sağlamıştı.” (Kırmızı Pazartesi, s 85)
Roman, alt başlığı olarak da kullanılan “İşleneceğini Herkesin Bildiği Bir
Cinayetin Öyküsü” üzerine kurulmuştur. Buna karşın, metnin ana dokusuna
egemen olan, kasvet ve dramatik bir hava değil, sinsi bir gülmecedir. Bahtin’in
çoksesli romanın kaynağı olarak gördüğü, ortaçağ metinleri ve halk
anlatılarındaki “yari komik yarı ciddi” atmosfer, Kırmızı Pazertesi’nin de ana
izleği olmuştur.
Kaynakça:
Gabriel Garcia Marquez, Kırmızı Pazartesi, Çeviren İnci Kut, Can Yayınları,
31. Basım, Ekim 2011
Mihail Bahtin, Rabelais ve Dünyası, Çev.: Çiçek Öztek, Ayrıntı Yayınları,
İstanbul 2005,
Mihail Bahtin, Dostoyevski Poetikasının Sorunları, Çev.: Cem Soydemir, Metis
Eleştiri, İstanbul 2004
Octavio Paz, Yalnızlık Dolambacı, Çeviren Bozkurt Güvenç, Can Yayınları 1999
alperakcam@gmail.com
7