İSTANBUL GELİŞİM ÜNİVERSİTESİ
DİŞ HEKİMLİĞİ FAKÜLTESİ
1. SEMPOZYUMU
Oral Mikrobiyota
27 Mayıs 2022
İstanbul Gelişim Üniversitesi, İstanbul
KONUŞMA ÖZETLERİ
Editör:
Dr. Öğr. Üyesi Burçin ALEV TÜZÜNER
İstanbul Gelişim Üniversitesi Yayınları,
2022
İstanbul Gelişim Üniversitesi (İGÜ) Yayın Kurulu’nun 19.07.2022 tarih ve 2022/03 sayılı toplantısında
alınan 2022/03-4 numaralı karar, İGÜ Yayın Kurulu Başkanlığı’nın 19.07.2022 tarih ve E-65460130824.01.02-54943 sayılı yazısı ile İGÜ Yönetim Kurulu’nun 22.07.2022 tarihinde yapılan 2022/12 numaralı
toplantısında alınan 09 numaralı karar uyarınca Üniversitemiz Yayınevi tarafından yayımlanmasına karar
verilmiştir.
© İstanbul Gelişim Üniversitesi Yayınları
2022
Her hakkı saklıdır.
All rights reserved.
Yayıncılık Sertifika Numarası:
47416
e-ISBN: 978-605-4827-93-0
İGÜ Yayınları; 95
Yayına Hazırlayan:
Ahmet Şenol ARMAĞAN
Kapak Tasarımı:
İlker Mete UYSAL
Merve Gül ŞEKEM
Adres:
Telefon:
Belgeç:
E-posta:
Web site:
Facebook:
Twitter:
Rektörlük Binası-Cihangir Mah. Şehit Jandarma Komando Er
Hakan Öner Sok. No: 1 34310 Avcılar / İstanbul / TÜRKİYE
+90 212 422 70 00
+90 212 422 74 01
iguyayinlari@gelisim.edu.tr
www.gelisim.edu.tr
iguyayinlari
IGU Yayinlari
ii
ORGANİZASYON KURULLARI
Onur Kurulu
Abdulkadir GAYRETLİ - İstanbul Gelişim Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı
Prof. Dr. Bahri ŞAHİN - İstanbul Gelişim Üniversitesi Rektörü
Sempozyum Başkanı
Prof. Dr. Mahir GÜNDAY - İstanbul Gelişim Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Dekanı
Sempozyum Düzenleme Kurulu
Dr. Öğr. Üyesi Burçin TÜZÜNER
Dr. Öğr. Üyesi Edibe EGİL
Dr. Öğr. Üyesi Savaş VURAL
Dr. Öğr. Üyesi Hasan DEĞİRMENCİ
Sempozyum Sekretaryası
Arş. Gör. Nursuna Büşra ÇETİNKAYA
Arş. Gör. Göksun ÖZYAZICI
http://dhfsempozyum.gelisim.edu.tr
https://dishekimligi.gelisim.edu.tr
iii
SEMPOZYUM PROGRAMI
iv
ÖNSÖZ
İnsan Mikrobiyom Projesi’nin başlamasını takiben oral mikrobiyotaya dair bilgilerimiz
gün geçtikçe artmakta ve diş çürüğü, periodontal hastalıklar, oral kanser, kolorektal
kanser, pankreas kanseri ve inflamatuar bağırsak sendromu gibi birçok hastalıkta oral
mikrobiyota ve insan sağlığı arasındaki ilişki giderek daha da önem kazanmaktadır. İnsan
Oral Mikrobiyom Veritabanı’ndaki 2022 yılı verilerine göre ağız boşluğunda 774 bakteri
türü tespit edilmiş olup bunların %26’sı henüz kültüre edilememiştir. Oral
mikrobiyotayla ilişkili hastalıkların etkin yönetimi için mikrobiyom-konakçı ilişkilerini,
özellikle oral mukozal immüniteyi destekleyen mekanizmaların bilinmesi ve bu güncel
konu ile ilgili farkındalığın artırılması büyük önem taşımaktadır.
Uzun bir pandemi süreci sonrasında, önemi daha da artan “Oral Mikrobiyota” konusunda
değerli konuşmacı hocalarımızın katkıları ile yüz yüze olarak gerçekleştirdiğimiz
sempozyumda mikrobiyota, oral mikrobiyota, disbiyozis ve beslenme konuları ele
alınmıştır. Konusunda uzman hocalarımız, diş hekimleri, diş hekimliği öğrencileri, ilgili
araştırmacılar, doktora ve yüksek lisans öğrencilerinin bir araya geldiği bilimsel bir
platform oluşturulmuştur.
Düzenlemiş olduğumuz bu ilk sempozyumumuzun gerçekleştirilmesine olanak sağlayan
İstanbul Gelişim Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Sayın Abdulkadir GAYRETLİ’ye,
İstanbul Gelişim Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Sayın Bahri ŞAHİN’e, Sempozyum
Düzenleme Kuruluna, katkı sağlayan konuşmacı hocalarıma, organizasyonda emeği geçen
hocalarıma ve katılımcılarımıza teşekkürlerimi sunuyorum. Sempozyumun tüm
araştırmacı, akademisyen ve öğrencilerimize faydalı olmasını dilerim.
Sevgi ve saygılarımla,
Prof. Dr. Mahir GÜNDAY
Sempozyum Başkanı ve DHF Dekanı
v
İÇİNDEKİLER
Sayfa
Organizasyon Kurulları
iii
Sempozyum Programı
iv
Önsöz
v
İçindekiler
vi
KONUŞMA ÖZETLERİ
O’na mı Aşığım, Mikrobiyotasına mı?
Mikrobiyota ve Hastalık İlişkisi
3
Mikrobiyota Analizi
4
Ağız Mikrobiyotası
5
2
Ağız Boşluğunda Savunma Faktörleri
6
Oral Mikrobiyota ve Sistemik Hastalık İlişkisi
8
9
Fonksiyonel Beslenme ve Mikrobiyota
10
İstanbul Gelişim Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi 1. Sempozyumu: Oral
11
Ağız Kokusu ve Oral Mikrobiyotanın Rolü
7
Oral Mikrobiyota ve Beslenme İlişkisi
Mikrobiyota (Sempozyumdan Kareler)
vi
KONUŞMA
ÖZETLERİ
O’na mı Aşığım, Mikrobiyotasına mı?
Derya ÖZSAVCI*
Canlılar arasındaki duygusal etkileşimler, sosyal ve zihinsel durumları ve sonrasında bilişsel ve fizyolojik
süreçleri tetikler. Çocukluktan beri sanıldığının aksine, aşk sadece kalple ilgili bir duygu değildir, çoğunlukla
beyin tarafından üretilen nörokimyasallar ve vücuttaki çeşitli bölgelerden üretilen endokrinolojik
maddeler/mekanizmalar arasındaki karmaşık ilişki ile oluşan, çeşitli boyutlarda dinamik ve çift yönlü
biyokimyasal bir süreçtir. Sevginin, aşkın ve duyguların altta yatan biyokimyasını daha iyi anlayarak, bu
kimyayı yönetmenin yollarını öğrenerek, ilişkilerin kalitesini ve ömrünü uzatabiliriz.
Bilim adamlarına göre, aşk üç aşamadan oluşur. Her kategori, çoğunlukla beyinden ve farklı bölgelerden
kaynaklanan kendi hormon dizileri ile karakterizedir.
Tahrik/Şehvet Aşaması olan ilk aşamada östrojen, testosteron ve koku yoluyla yayılan özel kimyasallar
(feromon) rol oynar. Feromonlar sadece hoş bir koku olarak değil, hem insanlar hem de bakteriler gibi
canlılarda aynı türün bireyleri arasında haberleşmeyi, karşıt cinsiyeti tespit etmeyi sağlayan, nöral sinir
sistemi tarafından algılanan müthiş kimyasallar olarak çalışırlar.
2.Aşama olan Romantik Aşk Aşaması’nda, ödül davranışını kontrol eden beyin yollarını tetikleyen dopamin
başta olmak üzere epinefrin, norepinefrin, serotonin, PEA ve NGF salgılanarak heyecan dolu sürecin devam
etmesine destek verir.
3.Aşama yani Kalıcı Aşk Dönemi’nde, başta endorfin, vücudu ve aklı sakinleştirir, acıyı ve kaygıyı azaltarak
dinginlik yaratır. Bu arada bağlılık hormonları olan oksitosin ve vazopresin devreye girerek, çiftler arasında
uzun yıllar sürecek kalıcı bağ oluşturma ve sürdürmede önemli rol oynarlar.
Son yıllarda mikrobiyota kavramının önemi ortaya konulmuş ve insan hücre sayısından kat kat fazla bakteri
hücreleri ve bakterilerle bedenimizi paylaştığımız görülmüştür. Mikrobiyotamızdaki bakteri çeşitliliğinin
bağışıklık sistemimizi etkilediği, mikrobiyotadaki düzensizliklere bağlı olarak bugün diyabet, alzheimer,
kanser, kardiyovasküler vb. hastalıkların gelişim sıklığının arttığı görülmektedir. Yapılan çalışmalar, aslında
en güzel anlarımızın, gerçekten partnerlerimizle bakterileri paylaştığımız anlar olabileceğini açıkça
göstermektedir. İyi bir arkadaşa sarılmak, sevgiliyle dudaklarını kenetlemek ya da seks yapmak, hepsi
vücudumuzda yaşayan diğer mikrobiyal organizmalarla anlık bir buluşmayı içermektedir. Bir grup insan
çalışmasında, avuç içi, ağız boşluğu ve bağırsak mikrobiyomlarının aileler içinde daha benzer olduğu, bazı
faydalı bakterilerin sosyal ve aşk ilişkisiyle insandan diğerine geçebildiği ve böylece daha çeşitli bir
mikrobiyomun daha düşük inflamasyon ve daha düşük kronik hastalık riski ile ilişkili olduğu bildirilmiştir.
Kısa süreli bir öpücük sonrasında seksen milyon kadar bakteri transferi olabildiği, bunun yanında
probiyotiklerin oksitosin hormonun seviyelerini yükselttiği ve böylece mikrobiyotanın aşk ve sosyal
ilişkiden ne kadar etkilendiği çeşitli çalışmalarda gösterilmiştir.
Aşkın biyokimyasal süreci uzmanlara göre en çok 3-4 yıl arasında doruk seviyelerde dolaşıp sonrası belli
bir platoya ulaşıyor. Zamanla üretilen kimyasalların miktarının ilişkinin dinamiğine göre azalması,
insanların bir süre sonra bu kimyasallara karşı bağışıklık kazanması, çocukluk travmaları, alışkanlıklar
hatta beslenme biçimi bile maalesef aşkı öldürebiliyor. Kalıcı sevgi ise bağlılığımızı kuvvetlendiren oksitosin
ve vazopresin gibi biyokimyasal hormonları aktif tuttuğumuz sürece baki kalıyor.
Sevgi ve aşkla kalın… Aşkın Biyokimyası’na inanın…
Prof. Dr., Marmara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Biyokimya ABD, İstanbul, Türkiye,
E-posta: derya.ozsavci@marmara.edu.tr, ORCID ID: https://orcid.org/0000-0002-9587-5138
*
-2-
Mikrobiyota ve Hastalık İlişkisi
Semra Tamer LEVENT*
Mikrobiyota, insan vücudunda yaşayan mikroorganizmaların tamamını ifade eden bir terimdir. Mikrobiyom
ise, bu mikroorganizmaların toplam genomu (genetik yapısı) olarak tanımlanmaktadır. İnsan
mikrobiyotası; başta bakteriler olmak üzere, virüsler, mantarlar ve birçok ökaryotik mikroorganizmadan
oluşmaktadır. Bu mikrobiyal topluluğun büyük kısmı başta gastrointestinal sistem olmak üzere deri, üreme
organları, idrar yolları ve solunum sisteminde yerleşmiştir. İnsan vücudundaki mikroorganizma sayısı
insan hücre sayısından 10 kat fazla, genom sayısı ise insan genomuna göre 100 kat fazladır ve tamamı
yaklaşık 1-1,5 kg ağırlığındadır. İnsan gastrointestinal sistemi (ağız-yutak-mide-bağırsak sistemi)
vücudumuzdaki mikroorganizmaların %70’inden fazlasını barındırmakta ve 500'den fazla türe ev sahipliği
yapmaktadır. Vücudumuzda çok büyük bir hacime ve oldukça önemli fonksiyonlara sahip olmasına rağmen
yıllarca göz ardı edilen bu mikrobiyal topluluk için artık ‘’Yeni bir Organ / Süper Organ’’ tanımlamaları
yapılmaktadır.
Mikrobiyota; sindirim esnasında sanal bir biyoreaktör olarak çalışarak besin maddelerinin sindirilemeyen
kısımlarının kısa zincirli yağ asitleri (SCFA) gibi yararlı metabolitlere dönüştürülmesinde önemli rol oynar.
Gastrointestinal kanaldaki bakteriyal flora, kişisel farklılıklar göstermekte ve parmak izi kadar bireye özgü
özellikler taşımaktadır. Ayrıca bu floranın oluşmasında doğum şekli, annenin genital ve bağırsak florası,
doğum sonrası beslenme tarzı ve yakın çevre florası etkili olmaktadır. Kişinin genetik özellikleri yanında,
bağırsak florasındaki bireysel farklılıkların bazı hastalıkların temel nedeni olarak önemli rol oynadığı
bildirilmektedir. Bu nedenle bağırsağın yararlı bakteriler ile kolonize edilmesiyle olası hastalıkların
önlenebileceği düşünülmektedir.
Bağırsakta yararlı bakteriler ile zararlı bakteriler arasındaki dengenin bozulmasına ‘’Disbiyozis’’ denir.
Disbiyozis sonrası bariyer fonksiyonu gören bağırsak duvarının yapısı bozularak ‘’Geçirgen Bağırsak (Leaky
Gut)’’ oluşabilir. Bağırsak bariyerinde bir bozukluk meydana geldiğinde her gün yediğimiz gıdalar ile
bağırsağımıza ulaşan yabancı maddeler bağırsak duvarını aşarak vücudumuza nüfuz ederler. Bağırsak
bariyerini geçen bu yabancı maddeler bağışıklık sistemini harekete geçirerek bağırsak duvarında
inflamasyon dediğimiz iltihabi bir süreç başlatır. Bu süreç, bir süre sonra önlem alınmaz ise kronik
inflamatuar hastalıkların gelişimine zemin hazırlamaktadır.
Batılı yaşam tarzı olan ülkelerde, son 50 yılda kronik inflamatuar hastalıklarda ciddi bir artış
gözlenmektedir. Kronik inflamasyon zemininde gelişen hastalıklar arasında Diabetes Mellitus, İnflamatuar
Bağırsak Hastalıkları, Kalp Damar Hastalıkları, Romatizmal Hastalıklar, Allerjiler, Ekzama, Akne Rozasea,
Vitiligo, Otoimmün Hastalıklar, Hashimoto Tiroiditi, Depresyon, Parkinson ve Multiple Skleroz gibi
hastalıklar sayılmaktadır.
İnsan sağlığını daha iyi hale getirmek için yararlı bakterilerin kullanımı yüz yıldan beri insanlığın
gündemindedir. İnsan sağlığına yararlı canlı bakterilere probiyotik denir. Antibiyotiklerin klinik
kullanımdaki reçeteleme esasları gibi, probiyotiklerde de klinik duruma özgü suşun ve dozajın seçimine
odaklanılmalıdır. Yapılan çalışmalar ile gelecekte, belirli bir probiyotik suşun, hastanın spesifik patojenik
defekti, klinik problemi ile ilgisi ve mekanizmalar daha iyi anlaşılır hale gelecektir.
Dr., Biruni Laboratuvarı, Klinik Biyokimya Uzmanı, İstanbul, Türkiye,
E-posta: semratamerlevent@yandex.com
*
-3-
Mikrobiyota Analizi
Süreyya ŞAHİN*
Mikrobiyom Testleri; flora değişiklikleri ile klinik bulgular arasındaki ilişkiyi ortaya koyan, bağırsak
kaynaklı sorunların tanısını sağlayan, mikrobiyom ile ilişkili sağlık risklerini belirleyen ve uygun beslenme
şeklinin önerilmesinde, prebiyotik-probiyotik seçimi ile tedavi protokolünün oluşturulmasında yol
gösteren çok önemli testlerdir. Dikkat edilmesi gereken nokta; bu testlerin kalite ve standardizasyon
belgesine sahip laboratuvarlarda, doğruluğu kanıtlanmış referans yöntemler ile çalışılması ve doğru toplum
referansları (data bankaları) ile karşılaştırılıp, deneyimli laboratuvar uzman hekimleri tarafından
yorumlanarak raporlanmasıdır. İntestinal mikrobiyota bakterileri çoğunlukla anaerobtur ve konvansiyonel
kültür yöntemleri ile üretilmesi güçtür. Bu nedenle moleküler yöntemler kullanılarak izolasyon ve
kantitasyon yapılır. Bu işlemler için kullanılan moleküler yöntemler ise ‘’Kantitatif Polimeraz Zincir
Reaksiyonu (qPCR)’’ ve ‘’Yeni Nesil Dizileme (NGS)’’dir.
Dışkı örneği aşağıdaki kriterlere göre değerlendirilir:
●
●
●
●
●
●
●
●
●
●
●
●
pH, Kıvam, Renk
Türlerin Çeşitliliği (Biyoçeşitlilik)
Bakteri Suşlarının Sınıflaması ve Dağılımı (Şubeler)
Firmicutes/Bacteriodetes Oranı
Enterotip (Baskın bakteri tipi)
Disbiyozis (Mikrobiyotanın dengesi)
Bakterilerin Metabolik Aktivitesi (Müsin ve kısa zincirli yağ asiti üretimi)
Bakterilerin Fonksiyonları (Müsin üreten, Sülfat indirgeyen, Metan üreten, Sakkarolitik, LPS
(Lipopolisakkarit) pozitif bakteriler)
Clostridium Türleri
Mantarlar (Maya ve küfler)
Mikrobiyom ile İlişkili Hastalık Riskleri
Kişisel Beslenme, Prebiyotik, Probiyotik ve Tedavi İhtiyacı
Dışkı istenirse biyokimyasal göstergeler açısından da değerlendirilir.
●
●
●
●
Sindirim Atıkları (Dışkı yağ, su, protein, nişasta, şeker içeriği).
Malabsorpsiyon (Emilim problemi) /İnflamasyon (Dışkı Alfa-1 Antitripsin, Dışkı Kalprotektin,
Dışkı Zonulin)
Maldigesyon (Sindirim problemi) (Dışkı Pankreatik Elastaz, Dışkı Safra Asitleri).
İntestinal Mukozal İmmunsistem (Dışkı Salgısal IgA).
Dr., Biruni Laboratuvarı, Klinik Biyokimya Uzmanı, İstanbul, Türkiye,
E-posta: sureyyasahinoglu@gmail.com
*
-4-
Ağız Mikrobiyotası
Mine ANĞ KÜÇÜKER*
İnsan vücudunda, doğumdan ölüme kadar, insanın immun sistemi sağlıklı olduğu sürece, mikroplar
olmaları gerektiği yerde kaldıkları ve farklı mikrop türlerinin sayısal oranları değişmediği sürece, insana
zarar vermeden, barış içinde insanla birlikte yaşayan mikroorganizma topluluklarına mikrobiyota denir.
İnsan vücudunda, insan hücrelerinin sayısının 10 katı kadar mikrop yaşamaktadır. Mikrobiyota ile insan
ilişkisi mutualist bir ilişkidir. İnsan vücudunun belirli bölgelerinde belirli cins ve türden mikrooganizmalar
yaşar; bu bölgeler, insan hücreleri, mikrop hücreleri, içerdiği organik ve inorganik unsurla ve hepsinin
arasındaki ilişkiler ve etkileşimler bir ekosistemi oluştururlar. Hangi bölgede hangi mikrop türlerinin
yerleşerek yaşayacağı, o bölgenin sunduğu fiziksel, kimyasal, fizikokimyasal koşullar tarafından belirlenir.
İnsan vücudunda en çok sayıda mikrop barındıran bölgeler barsaklar ve ağızdır. Tükürüğün ml’sinde 100
milyon, diş plağının bir gramında 100 milyar bakteri bulunmaktadır. Ağzın farklı bölgelerinde, genelde, aynı
türler yaşamaktaysa da bölgeler mikrop sayıları açısından farklılıklar gösterir. Supragingival ve subgingival
diş yüzeyleri ile dil çok sayıda mikrop içerirken yanak, damak, dış gingiva ve ağız tabanı daha az sayıda
mikrop içerir. Tükürük ise, mikropların ağız içinde taşınmasında rol oynayan geçici bir bölgeyi oluşturur.
Ağız boşluğu mikrobiyota açısından en kompleks ve heterojen mikropların bulunduğu bölgedir. Birlikte
yaşayan mikroplar arasında olumlu ya da olumsuz ilişkiler vardır. Olumlu ilişkiler sayesinde mikroplar
ağızda diş plağı adı verilen biyofilm oluştururlar. Mikroplar, ‘’Quorum Sensing’’ olarak adlandırılan,
oluşturdukları sinyal molekülleri aracılığıyla birbirleriyle iletişim kurarak hareket ettikleri bir kimyasal dili
kullanırlar. Biyofilm oluşumu, tüm ağız infeksiyonlarının temel basamağıdır. Ağız mikrobiyotasını ve ağız
ekolojisini bilmenin taşıdığı önem giderek daha iyi anlaşılmıştır. Bunun iki nedeninden biri, eskiden beri
bildiğimiz üzere, ağzın tüm infeksiyon hastalıklarının fırsatçı endojen infeksiyonlar olmasıdır; diğeri ise,
yeni çalışmaların gösterdiği gibi, ağız mikrobiyotasının, ağız dışında, başka vücut bölgelerinde de sağlık
sorunlarının nedeni olmasıdır.
Prof. Dr., İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Tıbbi Mikrobiyoloji ABD, İstanbul, Türkiye,
E-posta: mine.kucuker@yeniyuzyil.edu.tr ORCID ID: https://orcid.org/0000-0002-4809-3985
*
-5-
Ağız Boşluğunda Savunma Faktörleri
Tanju KADİR*
Ağız boşluğu, yumuşak ve sert dokulardan oluşan eşsiz ve karmaşık anatomik bir yapıya sahiptir.
Dolayısıyla içindeki farklı ekolojik özellikleri olan bölgelerin sağladığı uygun ortam, çeşitli kommensal ve
simbiyotik mikroorganizmaların kolonize olmasını kolaylaştırır. Bu mikroorganizmaların çoğu normal ağız
mikrobiyotasının bir parçasıdır. Bunula birlikte sadece ağız hastalıklarının değil, aynı zamanda sistemik
hastalıkların gelişiminde rol oynayan diğer fırsatçı mikroorganizmalar da vardır. Durum böyle iken, bu
kadar karmaşık bir mikrop topluluğunu barındıran ağız boşluğunun mukoza, tükürük ve periodonsiyumu
güçlü bir bağışıklık sistemiyle donatılmıştır. Bu sistem, iş birliğiyle çalışan doğal ve edinsel (kazanılmış)
bağışıklık yanıtlarından oluşur, ancak iki ucu keskin bir kılıç gibidir. Çünkü simbiyotik mikrobiyotanın
dengesinin bozulması nedeniyle sayıları artan bazı patojen türlerle mücadele eder ve bunları yok etmeye
çalışırken ağız dokularına zarar verebilir.
Prof. Dr., Marmara Üniversitesi, Diş Hekimliği Fakültesi, Temel Tıp Bilimleri ABD, İstanbul, Türkiye,
E-posta: tkadir@marmara.edu.tr ORCID ID: https://orcid.org/0000-0002-4668-9988
*
-6-
Ağız Kokusu ve Oral Mikrobiyotanın Rolü
Duygu YAMAN*
Ağız kokusu, toplumda sanılandan daha fazla kişinin muzdarip olduğu, bireylerin yaşam kalitesini ve
toplum ile kurduğu iletişimi etkileyebilen önemli bir sağlık sorunudur. Bireylerin diş çürüğü ve periodontal
hastalıktan sonra diş hekimine başvurduğu üçüncü yaygın sebeptir. Ağız kokusunun teşhisi ve tedavisinin
gerçekleştirmenin yolu, altında yatan sebebi bulup ortadan kaldırmak olarak düşünülse de, multifaktöriyel
ve tanımlanması ve kategorize edilmesi net olmayan bir durum olması bu amacı zorlaştırmaktadır.
Halitozisin çözümlenmesi ve devamında tedavisi, bu sorunu yaşadığını düşünen bireylerin yaşam kalitesini
yükseltecek, aynı zamanda toplum ile kurdukları ilişkilerin daha sağlıklı olmasına katkıda bulunacaktır.
Halitozis vakaların büyük kısmını oluşturan intra-oral halitozisin kaynağı, ağız içi mikrobiyota ile bazı
substratların etkileşimi sırasında ortaya çıkan uçucu gaz bileşikleridir.
Periodontal hastalıkta da rol alan bazı patojen mikroorganizmaların bu etkileşimde önemli rol almaları, ağız
kokusu ile periodontal hastalık arasındaki olası ilişkiyi akla getirmektedir. Bu sunumda, ağız kokusunun
ana nedeni olan ağız içi mikrobiyal kompozisyonun hem kendi içerisinde hem de konak ortamı ile etkileşimi
ve güncel metotları kullanan bazı çalışmalarda vurgulanan metabolik profilin bu etkileşimdeki rolünün
değerlendirilmesi ve bu konulardaki en güncel bilgilerin paylaşılması amaçlanmaktadır.
Doç. Dr., İstanbul Üniversitesi, Diş Hekimliği Fakültesi, Periodontoloji ABD, İstanbul, Türkiye,
E-posta: yamand@istanbul.edu.tr ORCID ID: https://orcid.org/0000-0002-5974-1335
*
-7-
Oral Mikrobiyota ve Sistemik Hastalık İlişkisi
Hasan DEĞİRMENCİ*
Mikrobiyoloji bilimi, geçmişten beri insan çalışmalarında, kişilerde bulunan hastalığa neden olan
organizmalara odaklanmıştır ve günümüze kadar sayıca daha az çalışmada yerleşik olan mikrobiyatanın
yararlarını ve zararlarını incelemiştir. İnsan vücudunun mikrobiyotası yakın zamanlara kadar yeterince
anlaşılamamıştır.
Mikroorganizmalar, 70 kg’lık bir insan vücudunun yaklaşık iki yüz gramını oluşturmaktadır. Deri, ağız
boşluğu, solunum sistemi, sindirim sistemi ve ürogenital sistem gibi vücudun farklı bölgelerinde yaşayan
bakteri, virüs, protozoa ve mantarlardan oluşan karmaşık mikroorganizma ekosistemi ‘’Mikrobiyota’’
olarak tanımlanır. Genişletilmiş İnsan Oral Mikrobiyom Veritabanı (eHOMD) tarafından yayınlanmış en son
verilere göre ağız boşluğunda yaklaşık 774 mikrobiyal tür bulunmaktadır. Oral kavitede hastalık
oluşturabilen mikroorganizmaların etkilerinin sadece ağız kavitesi ile sınırlı kalmadığı ve tüm vücudu
etkileyebileceği yönündeki kanıtlar son zamanlarda netlik kazanmaya başlamıştır. Başta immün sistemi
zayıflamış kişiler olmak üzere, oral kavitenin, patojenik olması muhtemel mikroorganizmaların vücudun
uzak bölgelerine gidebilmesi için kaynak olduğu düşünülmektedir ve bunların, sistemik hastalıklarla
ilişkileri tanımlanmış birçok türü mevcuttur. Patojenik olması muhtemel mikroorganizmaların hangi
hastalıklara sebep olduğu, hangi sistemlerde, hangi organlara ne tür zarar verdiği ile ilgili bilgiler
günümüzde daha da netlik kazanmaya başlamıştır. Diş çekimi ve kanal tedavisi gibi gibi diş tedavi
uygulamalarının ardından 1 dakika kadar bir süre içerisinde oral mikroorganizmaların dolaşıma katılması
ve başta kalp olmak üzere birçok organa ulaşabilme olasılığı vardır. Oral kavite ve mikrobiyota ile ilgili
sistemik hastalıkların başında kardiyovasküler sistem hastalıkları, diyabet ve bazı tümöral hastalıklar
sayılabilir. Ağız sağlığı ile sistemik hastalıklar arasındaki bağları inceleyen çalışmalarda, özellikle
periodontal hastalıkların bu diğer sistemik hastalıklarla daha fazla ilişkili olduğunu göstermektedir.
Yine bu mikroorganizmaların hangi sistemlerde hangi hastalıklara sebep olduklarının ortaya çıkması ile
beraber, alınacak önlemlerin neler olabileceği yönünde de çalışmalar başlamıştır. Son yıllarda özellikle
sindirim sistemi mikrobiyotasına yönelik olarak yapılan Fekal Mikrobiyata Transplantasyonu’na benzer bir
yöntemin, oral kavitede de aynı şekilde uygulanabileceği yönünde çeşitli teoriler bulunmaktadır.
Dr. Öğr. Üyesi, İstanbul Gelişim Üniversitesi, Diş Hekimliği Fakültesi, Temel Bilimler Bölümü, İstanbul,
Türkiye, E-posta: hdegirmenci@gelisim.edu.tr ORCID ID: https://orcid.org/0000-0001-6456-3118
*
-8-
Oral Mikrobiyota ve Beslenme İlişkisi
Özlem BİNGÖL ÖZAKPINAR*
Oral mikrobiyal ekosistem, ağız sağlığının desteklenmesi ve sürdürülmesinde önemli bir rol oynamaktadır.
Ağız sağlığı, mikroorganizmalar veya antijenlerin penetrasyonunu önlemek için fiziksel bir bariyer görevi
gören mukozanın ve minenin bütünlüğüne bağlıdır. Yerleşik oral mikrofloranın kalıcılığı ve çeşitliliği,
diyetteki eksojen faktörlerden ziyade öncelikle konakçı tarafından sağlanan endojen besinlerin
metabolizmasından kaynaklanmaktadır. Amino asitler, peptitler, proteinler ve glikoproteinler, vitaminler
ile çeşitli gazları içeren tükürük, endojen besinlerin ana kaynağıdır. Ek olarak, dişeti oyuğu sıvısında yer
alan albümin ve diğer konakçı proteinler ile hem içeren moleküller dahil olmak üzere çok sayıda
glikoprotein sayesinde yeni besin kaynakları sağlanır. Bununla birlikte, eksojen diyet alımı, sistemik
dolaşım yoluyla bu endojen beslenme ortamlarını etkileyen önemli bir faktördür. Fermente olabilen
karbonhidratlar, ağız ekolojisini önemli ölçüde etkileyen bileşiklerin ana sınıfıdır. Deneysel çalışmalar,
artan şeker ve fermente edilebilir karbonhidrat alımının, çürük prevalansını arttırdığını ve sık sakkaroz
tüketiminin oral biyofilmde belirli Streptococcus alt türlerinin çoğalmasına neden olarak tür çeşitliliğinin
azalmasına yol açtığını göstermektedir. Süt ürünlerinde bulunan kalsiyum, fosfat ve kazein fosfopeptitleri
asidik demineralizasyona karşı koyarak ve remineralizasyon süreçlerini destekleyerek çürük önleyici
etkiye sahiptir. Diyette bulunan omega-6/ omega-3 PUFA oranının periodontal hastalık riskini belirlemede
önemli bir parametre olduğu bildirilmiş ve aşırı kilolu bireylerde yağlı gıdaların sık alımı periodontitis riski
ile ilişkilendirilmiştir. Diğer taraftan, düşük yağlı/yüksek lifli diyet müdahalesinin periodontal hastalık
indekslerini iyileştirdiği gösterilmiştir.
Eksojen diyet oral mikrobiyomu yukarıda bahsedildiği gibi çeşitli şekillerde etkilerken, ilginç bir biçimde,
son veriler oral mikrobiyomun konağın diyet tercihlerini etkilediğini göstermektedir. Bazı Clostridia ve
Prevotella türleri gibi bazı bakteriler, tatlı, ekşi, tuzlu ve acı gibi tat eşikleri ile ilişkilendirilmiştir.
Diğer taraftan, oral mikrobiyomları modüle etmek için yeni yaklaşımlar sunulmaktadır. Son yıllarda yapılan
çalışmalar, spesifik probiyotik bakterilerin oral mikrobiyom üzerinde faydalı bir etki oluştururken, patojen
mikroorganizmaların inhibisyonuna neden olduğunu göstermektedir. Örneğin, bazı oral probiyotikler ağız
boşluğunun ve plağın alkalinitesini artırmak için tasarlanırken, diğerleri Streptococcus mutans gibi
patojenik türleri hedef almak için geliştirilmektedir. Arginin gibi takviyelerin uygulanması, bir oral
mikrobiyal topluluğun bileşimini ve metabolik çıktısını da önemli ölçüde etkileyebilmektedir.
Bu alanda yapılacak çalışmaların artması sonucu oral mikrobiyomun diyet ile ilişkili olarak ne ölçüde
değiştiği ve bu farklılıkların çürük ve periodontal hastalık, ağız sağlığı ve ağız sağlığının sistemik sağlık
üzerindeki etkisinin ne olduğunu anlamamıza katkıda bulunacaktır.
Doç. Dr., Marmara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Biyokimya ABD, İstanbul, Türkiye,
E-posta: ozlem.bingol@marmara.edu.tr ORCID ID: https://orcid.org/0000-0003-0287-5639
*
-9-
Fonksiyonel Beslenme ve Mikrobiyota
Gülsevim KURT YAZICI*
Fonksiyonel Tıp Yaklaşımı tedavide;
1.
2.
3.
4.
Yaşam tarzı değişikliği
Beslenme ve besin destekleri
Çevresel toksik yükün azaltılması
Stres yönetimi olmak üzere 4 temel esasa dayanmaktadır.
Hastalığın kök sebeplerini araştırır ve arka plandaki fonksiyonel bozuklukları ortaya çıkarıp tedavi etmeyi
amaçlar. Bütün vücut fonksiyonlarını birlikte ele alıp değerlendirerek bütünsel bir yaklaşım sergiler.
İmmün sistemin 2/3’ünü bağırsaklarda bulunduğu için tedaviye önce bağırsaklardan başlanmalıdır.
Hipokrat’ın da dediği gibi “Bütün hastalıklar bağırsaktan başlar, bağırsak hasta ise vücudun geri kısmı da
hastadır.”
Sağlıklı bir bağırsak için çiğneme yeterli olmalı, yeterli sindirim enzimleri, salgıları ve pH fizyolojik
düzeylerde olmalı ve mikrobiyota dengesi sağlanmalıdır. Bağırsak ve mikrobiyota arasındaki ilişki birçok
çalışmayla desteklenmektedir. Günümüzde araştırmalar devam etmekte olup fonksiyonel beslenme ile
bireylerde bağırsak onarımı ve kişinin şikâyetlerinin giderilmesi hedeflenmekte ve klinik olarak
uygulanmaktadır. Otoimmün hastalıkların tedavisinde glütensiz ve laktozsuz beslenmenin önemi
vurgulanmakta, bu alanda yapılan çalışmalar ise halen devam etmektedir. Beslenme ve bağırsak sağlığı çok
yakından bağlantılıdır. İşlenmiş, yüksek yağlı gıdalar ve rafine şekerlerden kaçınmak sağlıklı bağırsak
mikrobiyotasını korumak için son derece önemlidir. Bu gıdalar iyi bakterileri yok eder ve zararlı
bakterilerin çoğalmasını sağlarlar. Bu nedenle bağırsak sağlığını destekleyen besinlere kişisel beslenme
planında mutlaka yer verilmelidir.
Dyt., Sürdürülebilir Beslenme ve Diyet Kliniği, Bakırköy, İstanbul, Türkiye,
E-posta: dytgulsevimkurt@gmail.com ORCID ID: https://orcid.org/0000-0002-6843-8370
*
- 10 -
İstanbul Gelişim Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi 1. Sempozyumu:
Oral Mikrobiyota
(Sempozyumdan Kareler)
- 11 -