Irak Türkmenleri denildiği zaman hafızamızda ilk olarak Kerkük ve Musul canlanır. Fakat Osmanlı İmparatorluğunun dağılmasından sonra maalesef Türkler için hüznün ve acının adeta merkezi haline gelmiştir. Bu acılar dokunaklı bir şekilde... more
Irak Türkmenleri denildiği zaman hafızamızda ilk olarak Kerkük ve Musul canlanır. Fakat Osmanlı İmparatorluğunun dağılmasından sonra maalesef Türkler için hüznün ve acının adeta merkezi haline gelmiştir. Bu acılar dokunaklı bir şekilde halk edebiyatına ve o bölgenin türkülerine de yansımıştır;
“Yıktılar kal’amızı Sürdüler balamızı Daha can boğazdayken Çektiler sâlamızı Ah Kerkük yüz ah Kerkük Her zaman yüz ak Kerkük Ölseydim düşmeseydim Men senden uzak Kerkük...”
Türkünün dizelerinden de anlaşılacağı gibi Türkmenler maalesef kaderine terkedilmiş ve geçen yıllar boyunca adeta bir mum gibi yavaş yavaş bölgede asimile politikaları ile erimektedirler. Bu konuya değinmeden önce bölgedeki Türk varlığını incelemekte fayda vardır. Türklerin Irak’a ilk girişleri H. 54 / M. 674 tarihlerine kadar uzanmaktadır. Emevi Halifesi Muaviye tarafından Horasan’a gönderilen Ubeydullah bin Ziyad ile Buhara prensesi Hatun emrindeki Türk kuvvetleri arasında yapılan çarpışmadan sonra bir barış yapılmıştır. Bu barıştan sonra Ubeydullah yanına aldığı Türk askerlerini Irak’a götürüp, Basra’ya yerleştirmiştir. Türklerin Irak’a gelişleri Abbasi döneminde, Halife Memun ve Halife Mutasım’ın iktidarı sırasında meydana gelen siyasi gelişmelerden dolayı daha da sıklaşmıştır. Emevi ordularında olduğu gibi Abbasi ordularında da yer alan Türkler, üstün savaşçı yetenekleri ile maharetlerinden dolayı üst mevkilere getirilmişlerdir. Ayrıca H. 211 / M. 836 ’da Halife Mutasım’ın emriyle Türk kumandanı Türk hassa askeri için Somerna şehri kurulmuştu. 25 Aralık 1055’te Bağdat’a giren Selçuklu hükümdarı Tuğrul Bey Büveyhoğulları’nın Irak’taki hakimiyetine son verilmiştir. Tuğrul Bey Bağdat ve Oğuzların yayıldığı Irak’ı Selçuklu Ülkesine katmıştır. Bu tarihten sonra Oğuz boylarına mensup birçok Türk, bu bölgeye yerleştirilmiştir. Böylece bölgede Büyük Selçuklular ile Türk hakimiyeti başlamıştır. Türklere daha önce yalnızca Etrak (Türkler) diyen Araplar, “Etrak-u Bağdat” (Bağdat Türkleri) demeye başlamışlardır. 1258 Moğol istilası ile Abbasi hilafeti son bulmuş, bölge Moğolların eline geçmiştir. Ayrıca bu bölgede Moğollarla birlikte çok sayıda Türk askeri gelmiştir. 1258 – 1336 İlhanlılar, 1338 – 1360 Celayirliler, 1360 – 1469 Karakoyunlular ve 1470 tarihinden itibaren de Akkoyunlular hakimiyetinde kalan bölge 1508 yılında Safevilerin eline geçmiştir. Safeviler’in Çaldıran’da (1515) Yavuz Sultan Selim Han’a yenilmesi ve Kanuni Sultan Süleyman Han’ın da 1534’te Bağdat’ı almasıyla bugün Irak olarak anılan bölge Osmanlı hakimiyetine geçmiştir. Osmanlılar Irak’ı, Bağdat, Basra, Musul, Şehrizor ve el-Ahsa olmak üzere beş bölgeye ayırarak idare ettirmişlerdir. 1623’te bölge tekrar Safeviler’in eline geçmiş ve Safeviler binlerce kişiyi katletmişlerdir. Sultan IV. Murad Han’ın 1638’de Bağdat’ı tekrar geri almasıyla Kasr-ı Şirin Antlaşması yapılmış ve kesin sınır çizilmişti. Böylece Musul-Kerkük bölgesi de dahil olarak I. Dünya Savaşı sonuna kadar bölge Osmanlı hakimiyetinde kalmıştır. Sonuç olarak Kanuni Sultan Süleyman Han ve Sultan IV. Murad Han zamanında Anadolu’dan getirilen çok sayıda Türk de bölgeye yerleştirilmiştir. I. Dünya Savaşından itibaren Irak’ın işgal edilmesi ve 1926 Musul Meselesi görüşmeleri sonucu Musul ve Kerkük’ün Irak’a bırakılmasıyla Musul ve Kerkük Irak’la birlikte İngiliz sömürgesi haline gelmiştir. 1920 – 1932 yılları arasında Irak’ın İngiliz Mandası altında bulunduğu dönemde Türkler baskı ve zulüm dolu bir devre yaşamışlardır. Irak’ın 1932 ’de Milletler Cemiyeti’ne kabul edilip bağımsızlığına kavuşmasından sonra da Irak Türkleri rahat yüzü görmemiş, baskı ve şiddet daha da artmıştır. Bütün bu baskı ve sindirme politikalarının Irak’ta bulunan Türk varlığını yok edemediği 1937 Sadâbâd Paktı’yla ortaya çıkmıştır. 27 Haziran 1937’de imzalanan Sadâbâd Paktı için bölgedeki Türkler büyük bir sevinç yaşasalar da pakttan sonra polis tarafından yapılan işkence ve zulme maruz kalmışlardır. II. Dünya Savaşı’nın sıkıntıları sebebiyle savaşı sakin geçiren Türkler savaştan sonra yeni bir katliamla karşılaştılar. 1946 yılında Gavurbağı’nda Kerküklü işçiler polis kuvvetleri tarafından yaylım ateşine tutulmuşlardır. Yine Bağdat Paktı’nın imzalanacağını duyan Türkler, bölgelerinde büyük bir sevinç yaşamışlardır. Fakat yine paktın imzalanmasından sonra Türklere yapılan baskılar artmıştır. Irak’ta 14 Temmuz 1959 Cumhuriyet’in birinci yılı kutlamalarında sokağa dökülen Kerkük Türkleri komünistler tarafından katliama uğramışlardır. 3 gün süren bu katliamda soydaşlarımız inanılmaz derecede zulüm ve işkenceye maruz kalmışlardır. Yaklaşık 1500 yıl kadar bu topraklarda varlığını gösteren Türkler I. Dünya Savaşı’ndan sonra batılı devletlerin bölgedeki çıkarlarından dolayı sistematik olarak çeşitli haksızlık, baskı ve katliama uğramışlardır. Emperyalist güçlerin özellikle yer altı bakımından zengin olan kuzey Irak’taki emellerinden dolayı bölgede yaşayan Türkler birçok zorlukla karşılaştıysa da bunlar karşısında Türk hükümeti ise maalesef hiç bir etkinlik göstermemiştir.
Ele alınan bu çalışmada ABD’nin Irak’ı işgali temelinde şekillenen güvenlikleştirme anlayışı ortaya konulacak, ABD-Irak ilişkileri kısa dönemler içerisinde ele alınarak savaşa ve işgale yol açtığı düşünülen sebepler işlenecek ve söz... more
Ele alınan bu çalışmada ABD’nin Irak’ı işgali temelinde şekillenen güvenlikleştirme anlayışı ortaya konulacak, ABD-Irak ilişkileri kısa dönemler içerisinde ele alınarak savaşa ve işgale yol açtığı düşünülen sebepler işlenecek ve söz konusu sebepler güvenlikleştirme anlayışı çerçevesinde analiz edilerek okuyucuya sunulacaktır.
Soğuk Savaştan galip çıkan ABD, tek kutuplu dünyada hükümranlığını sürdürebilmek için Körfez bölgesini tamamen kontrol etmek istemektedir. Bölgeye yönelik Türkiye ve ABD politikaları 1 Mart Tezkeresine kadar parelellik göstermiştir.... more
Soğuk Savaştan galip çıkan ABD, tek kutuplu dünyada hükümranlığını sürdürebilmek için Körfez bölgesini tamamen kontrol etmek istemektedir. Bölgeye yönelik Türkiye ve ABD politikaları 1 Mart Tezkeresine kadar parelellik göstermiştir. Tezkereden sonra ise özellikle Kuzey Irak‟a yönelik Türkiye ve ABD politikalarında belirgin bir ayrışma mevcuttur. Perde arkasında ABD tarafından desteklenen federasyona müteakip bir Kürt Devleti oluşumu Türkiye tarafından engellenmeye çalışılmaktadır. Neticede bu çalışmada; Kuzey Irak‟taki yapılanma ve gelecekte alabileceği şekle yönelik Türkiye‟nin genel olarak Irak ve özelde Kuzey Irak bölgesine yönelik dış politika yaklaşımları incelemeye tabi tutulmuştur. Anahtar kelimeler: Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Federasyon, Kerkük, Kuzey Irak, Partiya Karkiya Kurdistan (PKK), Petrol, Türkiye
Bu rapor okuyucuya, IŞİD hakkında bilgi vermek, örgüte karşı olası operasyonun boyutları ve muhtemel etkilerine ilişkin değerlendirmeleri saptamak ve paydaşlara öneriler sunmak maksadıyla hazırlanmıştır.
Makalenin temel tezi, ABD’yi 11 Eylül’ün ardından emperyal eyleme yönelten sebeplerin, yine Amerika’nın aktif desteğiyle işlerlik kazanan küreselleşme süreciyle birlikte uluslar arası sistemin temel dinamiklerinde meydana gelen dönüşümden... more
Makalenin temel tezi, ABD’yi 11 Eylül’ün ardından emperyal eyleme yönelten sebeplerin, yine Amerika’nın aktif desteğiyle işlerlik kazanan küreselleşme süreciyle birlikte uluslar arası sistemin temel dinamiklerinde meydana gelen dönüşümden bağımsız olarak anlaşılamayacağı; kaynağını bu dönüşümden alan meydan okumalara karşı ABD’nin verdiği cevabın ise, sistem içindeki hegemonik konumunu tehdit eden dinamikleri yavaşlatmak yerine daha fazla hızlandırdığıdır. Makalede, küreselleşme sürecinden yarar sağlayan finans sermayesi, çok uluslu şirketler (ÇUŞ) gibi aktörlerin, yine küreselleşme sürecinin önemli bir harekete alanı açtığı sivil toplumun emperyal eylem karşısında muhalefet etme imkanları üzerinde de durulmaktadır.
Makalenin ilk kısmında önce küreselleşme sürecinin niteliğiyle ilgili değerlendirmelere yer verilmekte, ardından da yeni bir tarihsel konjonktüre geçiş anlamına gelen tarihsel kırılmanın dinamiklerine işaret edilmektedir. İkinci kısım, söz konusu tarihsel kırılmanın daha yakından kavranabilmesi için ABD’nin II. Dünya Savaşı’nın ardından dünya sistemi içinde kazandığı hegemonik konuma ilişkin tartışmalar değerlendirilmektedir.
Takip eden bölümde, küreselleşme süreçlerinin beslediği, gücü sistem içinde dağıtan eğilimlere karşı ABD’nin dünya düzeni içindeki hakim konumunu sürdürmek için başvurduğu politikalar analiz edilmektedir. Önce yeni küresel trendler ve bunların Amerikan liderliğine karşı gelecekteki meydan okumaları destekleme potansiyelleri ele alınmaktadır. Ardından da ABD’nin söz konusu eğilimleri denetleyerek dünya düzenini kendisi etrafında merkezileştirmek için uygulamaya soktuğu askeri stratejilerin başarı imkanları değerlendirilmektedir.