Haşhaş bitkisi ve ondan elde edilen afyon, dünyanın en eski tıbbî ve sanayi ürünlerinden biri olarak kabul edilir. Haşhaşın kullanım alanının zaman içerisinde artması ve afyonun bağımlılık yapıcı özelliğinin keşfedilmesiyle birlikte, 16....
moreHaşhaş bitkisi ve ondan elde edilen afyon, dünyanın en eski tıbbî ve sanayi ürünlerinden biri olarak kabul edilir. Haşhaşın kullanım alanının zaman içerisinde artması ve afyonun bağımlılık yapıcı özelliğinin keşfedilmesiyle birlikte, 16. yüzyıl itibarıyla, haşhaş ve afyonun ziraat ve ticareti önem kazanmıştır.
Afyon ticari bir meta olarak ön plana çıktığı 16. yüzyıldan sonra, uluslararası ilişkilerin de yönünü tayin edebilmiş ve başta İngiltere olmak üzere Avrupa’nın birçok ülkesi Uzakdoğu ülkeleriyle afyon kaynaklı sorunlar yaşamıştır. Yüksek kaliteli afyonuyla tanınan Osmanlı İmparatorluğu da Uzakdoğu ülkeleri kadar olmasa da Avrupa ülkelerinin ilgi alanına girmiştir. Böylece afyonun ticari serüvenine Anadolu toprakları da dahil edilmiştir. İmparatorluk döneminin en önemli ihraç maddelerinde biri olan afyon, özellikle İzmir ve İstanbul gibi liman kentlerinden Avrupalı tüccarlar tarafından satın alınmıştır.
Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti için de afyon, ticarette aranılan ürünlerden biri olmaya devam etmiştir. Cumhuriyet hükümetlerinin onayıyla, hazine gelirlerini arttırmak ve 1929 ekonomik bunalımının olumsuz etkilerinden kurtulmak amacıyla uyuşturucu imal eden fabrikalar kurulmuş ve böylece yeni bir gelir kalemi yaratılmıştır. Fakat bu fabrikaların “yasadışı” olarak kabul edilen faaliyetlerinden dolayı kapatılması ciddi bir mali kayba yol açınca, olumsuz durumu telafi etmek adına afyon üzerine devlet tekeli konmuştur. Uyuşturucu Maddeler İnhisarı olarak adlandırılan tekel hem ekonomik kazancı düzenlemek hem de Avrupa ilaç sanayinin kurmuş olduğu kartelin olumsuz etkilerini gidermek açısından önemli bir adım olarak görülmüştür.
Cumhuriyet dönemi hükümetleri 1930’lu yıllara kadar, afyon kullanımını denetlemek ve kısıtlamak amacıyla toplanan konferanslara katılmama yönündeki Osmanlı döneminde benimsenen politikaya sadık kaldı. Fakat uluslararası camiada afyon, 20. yüzyılın başından itibaren bağımlılık yapıcı özelliğinden dolayı yasaklı maddelerden biri olarak tanımlanmaktaydı ve tüketimi konusunda dünya genelini kapsayan sınırlamalar getirmek için çalışılmaktaydı. 1909 Şanghay Konferansı’yla başlayan 1912, 1913, 1914 Lahey ve 1925 Cenevre’yle devam eden konferansların toplanma amacı da buydu. Gerek Osmanlı ve gerek cumhuriyet yönetimleri davet edildikleri halde bu konferanslara katılmadılar ve konferansların getirdiği yükümlülüklerin altına girmediler. Fakat Cumhuriyet yönetimi Lozan Antlaşması içinde yer alan, afyon konferansı antlaşma metinlerinden dolayı, 1930 yılındaki Londra Konferansı’na katılmak zorunda kalmıştır. Uluslararası camiayla ortak hareket etme zorunluluğu doğrultusunda 1933 yılında yapılan antlaşmaları onaylayan cumhuriyet yönetimi daha sonra düzenlenen 1936 Cenevre Konferansı’na da delege göndermiştir.
__________________________________________________________________________________________________________________
The plant poppy and the opium obtained from it, is accepted as one of the oldest medical and industrial products. By the 16th century, together with the increase in the usage area of poppy in time and the realization of the addictive feature of opium; cultivation and the trade of poppy and opium gained importance.
When opium appeared as an important commercial product after the 16th century, it became crucial in directing the international affairs and most of the European countries; England in particular, had opium-based-problems with the Far East countries. Ottoman Empire known for having high quality opium also generated the interests of European countries. In this way, Anatolian territory was also included in the trade adventure of opium. Opium which was one of the most important export articles of the Empire was bought by the European merchants from the seaports, from Izmir and Istanbul more particularly.
For the newly-established Republic of Turkey, opium proceeded to be a significant commodity. By the approval of the governments of the Republic, drug manufacturing factories were built in order to enhance the public revenues and to get rid of the negative effects of the 1929 economic depression. Thereby a new income item was created for the new state. However, the closure of these factories due to their activities which were regarded as “illegal” caused a serious financial loss and for this reason, the state monopoly was enforced on opium in order to compensate this financial loss. The monopoly, which was called as Narcotic Drugs Restraint, was seen as an important step both for arranging the economic income and removing the negative impact of the cartel that was founded by European medicine industry on Turkey’s international opium trade.
Until the 1930s, the governments of Republic era held to the Ottoman policy of not attending the conferences gathered for controlling and limiting the use of opium unchanged. However, opium was defined as one of the forbidden substances since the beginning of the 20th century in the international community due to its addictive nature and a process had begun of introducing worldwide restrictions on the consumption of it. A series of conferences held for this purpose the first one of which was 1909 Shanghai Conference and followed by the ones conducted 1912, 1913 and 1914 in Hague and in 1925 in Geneva. Although they were invited, neither the Ottoman governments nor the governments of Republic attended these conferences and both refused to enter into the obligations that was imposed upon them. However, the Government of Republic had to attend the London Conference in 1930 because of the opium conference contracts included in the Treaty of Lausanne. In accordance with the obligations for acting coordinative with the international community, Government of Republic, who assigned the treaties in 1933, sent also delegate to the 1936 Geneva Conference.